SOSYAL BİLİMLER SÖZLÜĞÜ.. 23

Önsöz. 23

Abluka. 24

Acyo Kuramı 24

Açık Artırma. 24

Açık Bono. 24

Açık Bütçe. 24

Açık Eksiltme. 25

Açık Finansman. 25

Açık İşlev. 25

Açık İşsizlik. 25

Açık Kapı Politikası 25

Açık Kredi 25

Açık Piyasa İşlemleri 25

Açık Poliçe. 25

Açık Toplum... 25

Açık Uçlu Soru. 26

Açıklama. 26

Açıklık Politikası 26

Açıkoturum... 26

Ad Hoc Hipotez. 26

Adalet 26

Adam Kayırmacılık. 26

Adaptasyon. 26

Adcılık. 26

Adem-İ Merkeziyet 27

Adi Şirket 27

Adlayıo Ölçek. 27

Agnostisizm... 27

Ağa. 27

Asır Sanayi 27

Agızcıl Dönem... 27

Ağlatı 27

Ahd-İ Atik. 27

Ahd-İ Cedid. 27

Ahkam-I Şer'iye. 27

Ahlakbiıim... 27

Ahlaki Bireycilik. 28

Ahlaki Görecelilik. 28

Ahlaki Yargı 28

Aile. 28

Aile Sosyolojisi 28

Ajitasyon. 28

Akademik Özerklik. 28

Akademik Özgürlük. 28

Akıcılık. 28

Akıl 28

Akılcılık. 29

Akış Çizelgesi 29

Akışkanlık. 29

Akla Yatkınıastırma. 29

Akli Denge. 29

Akrabalık. 29

Akreditif. 29

Aksiyoloji 29

Aksiyom... 29

Akt 29

Aktarım... 30

Aktif Nüfus. 30

Aktif Olmayan Nüfus. 30

Aktif Para Talebi 30

Aktifler 30

Alan Araştırması 30

Alan Kuramı 30

Alan Örneklemesi 30

Algı Dönüşümü. 30

Algılama. 30

Algı Yanılması 30

Alım Gücü. 31

Alışkanlık. 31

Aıinasyon. 31

Aıivre İşlemler 31

Alman Merkantilizmi 31

Alman Tarihçi Okulu. 31

Almaşık. 31

Alternatif. 31

Alternatif Maliyet 31

Altın Para Standardı 31

Altkültür 32

Altruistik İntihar 32

İntihar Altruizm... 32

Altyapı 32

Amaçbilim... 32

Ambargo. 32

Amblem... 32

Amiyane Bilgi 32

Amnezi 32

Amortisman. 32

Ampirik İfadeleler 33

Anahanıık. 33

Anakronizm... 33

Analitik Önerme. 33

Analiz. 33

Analiz Eğrisi 33

Anamal 33

Anamalcılık. 33

Anarşist Bilgi Kuramı 33

Anarşizm... 33

Anasoyluluk. 34

Anayasa. 34

Anayasa Mahkemesi 34

Angarya. 34

Animizm... 34

Anket 34

Anlam... 34

Anlama. 34

Anlamlılık. 34

Anlamsal Açıklama. 35

Anlaşma. 35

Anoloji 35

Anomi 35

Anomik İntihar 35

Anonim Şirket 35

Anormal Davranış. 35

Anormal Davranış Psikolojisi 35

Antagonizma. 35

Antant 36

Antinomi 36

Antisemitizm... 36

Antitez. 36

Antlaşma. 36

Antrepo Rejimi 36

Antropoloji 36

Antropometri 36

Antropomorfizm... 36

Antroposentrisizm... 36

A. Posteriori 37

A Posteriori Bilgi 37

A Priori 37

Apriori Bilgi 37

Ara Mallar 37

Ara Seçim... 37

Arabuluculuk. 37

Aralıklı Ölçek. 37

Aralıklı Tekrar Yöntemi 37

Araz. 37

Arbitraj 37

Ardzamanlujk. 38

Argo. 38

Arızî Gelir 38

Aristokrasi 38

Artan Oranlı Vergi 38

Artık Değer 38

Artık Emek. 38

Artikülasyon. 38

Arz. 38

Arzın Fiyat Esnekliği 38

Arz Yanlı İktisat 39

Arz-Talep Kanunu. 39

Asabiyet 39

Asgarî Geçim Düzeyi 39

Asgarî Ücret 39

Asimilasyon. 39

Askerî Demokrasi 39

Astroloji 39

Asya Tipi Üretim Tarzı 39

Aşağı Mallar 40

Aşağılık Kompleksi 40

Aşamalar Kuramı 40

Aşar 40

Aşırı İstihdam... 40

Aşırı Sömürü. 40

Aşiret 40

Aşkın. 40

Ataşe. 41

Âtıl Kapasite. 41

Âtıl Para Talebi 41

Atomculuk. 41

Atomizasyon. 41

Avans. 41

Avcı-Toplayıcı Toplum... 41

Avrupa Komünizmi 41

Avusturya Okulu. 41

Ayaklanma. 42

Aydın. 42

Aydın Despot 42

Aydın Despotizmi 42

Aydın Yabancılaşması 42

Aydınlanma. 42

Aydınlanma Çağı 42

Aynî Haklar 42

Aynî Sorumluluk. 42

Aynî Teminat 43

Aynî Ücret 43

Aynî Yardım... 43

Ayrılıkçılık. 43

Azalan Marjinal Fayda. 43

Azalan Oranlı Vergi 43

Azalan Verimler Kanunu. 43

Azgelişmiş Ülkeler 43

Azgelişmişliğin Gelişmesi 43

Azgelişmişlik. 44

Azınlık Hükümeti 44

B.. 44

Babahanlık. 44

Babasoyluluk. 44

Bağımlı Değişken. 44

Bağımlılık İhtiyacı 44

Bağımlılık Kuramları 44

Bağımsız Değişken. 44

Bağıntı 44

Bağışıklık Kazandırma. 44

Bağlam... 45

Bağlantısızlık. 45

Bağlantısızlık Hareketi 45

Bağlılık İhtiyacı 45

Banka. 45

Banker 45

Banknot 45

Barbarlık. 45

Barışçı Yaklaşımlar 45

Basiret 46

Baskı Grubu. 46

Baskı Yönetimi 46

Basmakalıp. 46

Bastırma. 46

Başabaş Noktası 46

Başarı Güdüsü. 46

Başkanlık Sistemi 46

Başkonsolos. 46

Batıcılık. 47

Batıl 47

Batılılaşma. 47

Batınilik. 47

Bedetsîz İthalat 47

Bedeviyet 47

Bel'am... 47

Belirlenemezcilik. 47

Beıirlenimciiik. 48

Belit 48

Bellek. 48

Bencillik. 48

Benlik. 48

Benlik Ülküsü. 48

Benmerkezcilik. 48

Beşerî Din. 48

Beşeri Sermaye. 48

Beşerileşme. 48

Betimleme. 48

Beyaz Yakalılar 48

Beyin. 48

Beyin Emeği 49

Beyin Göçü. 49

Beyin Yıkama. 49

Beyt'ül Mal 49

Beyt'ül Hikmet 49

Biçimbilim... 49

Biçimsel İfadeler 49

Bıd'at 49

Big Bang Kuramı 49

Bilanço. 49

Bilgi 50

Bilgi Sosyolojisi 50

Bilgi Toplumu. 50

Bilgibilim... 50

Bilgibilimsel Çoğulculuk. 50

Bilgibilimsel Gerçekçilik. 50

Bilgibilimsel İkicilik. 50

Bilgibilimsel Tekçilik. 50

Bilim... 50

Bilim Antropolojisi 50

Bilim Felsefesi 50

Bilim Sosyolojisi 51

Bilimdalı 51

Bilimcilik. 51

Bilimsel Bilgi 51

Bilimsel Devrim... 51

Bilimsel Dogmatizm... 51

Bilimsel İşletme. 51

Bilimsel Kanun. 51

Bilimsel Şovenizm... 51

Bilimsel Yöntem... 51

Bilinç. 52

Bilinçaltı 52

Bilinçaltı Süreçler 52

Bilinçdışı 52

Bilinçdışı Güdülenme. 52

Bilinemezcilik. 52

Bilişsel Gelişme Teorisi 52

Biometri 52

Bireşim... 53

Birey. 53

Bireycilik. 53

Bireysel Ekonomik Denge. 53

Birincil Grup. 53

Birincil İşler 53

Biyoloji 53

Biyolojizm... 53

Biyometeoroloji 53

Biyopolitik. 53

Bolluk Paradoksu. 54

Bollukçuluk. 54

Bolşevizm... 54

Bona Fide. 54

Bonapartizm... 54

Bono. 54

Borçlanma Oranı 54

Borsa. 54

Borsa Rayici 54

Boş Zihin. 54

Boşanma. 55

Boy. 55

Boykot 55

Boyun Eğme. 55

Bölüşüm... 55

Brejnev Doktrini 55

Bretton Wood Konferansı 55

Bretton Wood Sistemi 55

Buhran. 55

Bunalım... 55

Burjuvazi 56

Bürokrasi 56

Bürokratik Kollektivizm... 56

Bütçe. 56

Büyü. 56

Büyük Patlama Teorisi 56

Büyükelçi 56

C.. 56

Cahiıiye. 56

Cambridge Okulu. 57

Canlıcılık. 57

Canruhçuluk. 57

Cari Oran. 57

Carter Doktrini 57

Caydırma. 57

Cebriye. 57

Cehalet 57

Cehennemi Döngü. 57

Cemaat 58

Cemiyet 58

Cevap. 58

Cevap Alanı 58

Cevher 58

Ceza. 58

Cf. 58

Cif. 58

Cıhad. 58

Cinsiyet 58

Cinsiyet Rolleri 58

Cinsiyete Dayalı İşbölümü. 59

Ciro. 59

Cizye. 59

Comecon. 59

Commonwealth. 59

Cumhuriyet 59

Cunta. 59

Cüz-I İrade. 59

Ç.. 59

Çağdaşlaşma. 59

Çağrışım... 60

Çalışma Serbestliği 60

Çarpan. 60

Çatışma. 60

Çatışma Teorisi 60

Çek. 60

Çekirdek Aile. 60

Çelişki 60

Çelişkinin Kurumsallaşması 60

Çelişmezlik İlkesi 60

Çerçeve. 60

Çete. 61

Çevirme. 61

Çevre. 61

Çevre Aydını 61

Çevrebilim... 61

Çevrecilik. 61

Çevresel Etki Değerlendirmesi 61

Çevrimsel Yaklaşım... 61

Çıkar Grubu. 61

Çıkarım... 62

Çıkmaz. 62

Çiftler Halinde Öğrenme. 62

Çobanlık. 62

Çocukluk. 62

Çoğaltan. 62

Çoğulcu Toplum... 62

Çoğulculuk. 62

Çoğunluk Partisi 62

Çoğunluk Sistemi 62

Çok Partili Sistem... 63

Çokaşamalı Örnekleme. 63

Çokeşlilik. 63

Çoklu Kişilik. 63

Çoktanrıolık. 63

Çoktarafıı Yardım... 63

Çokuluslu Şirketler 63

Çözülme. 63

Çözümleme. 63

D.. 63

Dağılma. 64

Dağıtım... 64

Dalgalı Kur Sistemi 64

Damping. 64

Danışmanlık Psikolojisi 64

Danıştay. 64

Daraltıcı Ekonomik Politika. 64

Darboğaz. 64

Dardanizm... 64

Darvinizm... 64

Dar'ül Erkam... 64

Dar'ün Nedve. 65

Davranış Bilimleri 65

Davranış Bozukluğu. 65

Davranışçılık. 65

Davranış Grubu. 65

Dayanışma. 65

Dayıcılık. 65

Dedüksiyon. 65

Deflasyon. 65

Deflasyonist Politika. 66

Değer 66

Değer Paradoksu. 66

Değer Teorileri 66

Değer Yargısı 66

Değerbilim... 66

Değerleme. 66

Değerleme Ölçüleri 66

Değerler Sistemi 67

Değersiz Alacak. 67

Değişim... 67

Değişim Değeri 67

Değişim Kuramı 67

Değişken. 67

Değişken  Kur  Sistemi 67

Değişken Sermaye. 67

Dehşet Dengesi 68

Deizm... 68

Delikanlılık. 68

Demagoji 68

Demografi 68

Demokratik Elitizm... 68

Demokratik Kapitalizm... 68

Demokratik Merkeziyetçilik. 68

Demokratik Sosyalizm... 68

Deneme-Yanılma Metodu. 68

Deney. 69

Deney Grubu. 69

Deneycilik. 69

Deneyim... 69

Deneysel Psikoloji 69

Denge Fiyatı 69

Denge Gelir Düzeyi 69

Denge Miktarı 69

Denge Teorisi 69

Denge Ve Fren. 70

Denk Bütçe. 70

Depoıitizasyön. 70

Depresyon. 70

Derebeylik. 70

Despotizm... 70

Detant 70

Determinizm... 70

Devalüasyon. 70

Devlet 70

Devlet Fetişizmi 71

Devlet Hazinesi 71

Devlet Kapitalizmi 71

Devlet Tahvili 71

Devletin Görece Özerkliği 71

Devletleştirme. 71

Devrim... 71

Dezenflasyon. 71

Dış Politika. 72

Dış Ticaret Hadleri 72

Dış Yardım... 72

Dışa Dönük Kişilik. 72

Dışa Dönük Sanayileşme. 72

Dışın Yönlendirdiği Kişilik. 72

Dıskıl Dönem... 72

Dışsal Ekonomiler 72

Dışsal Kayıplar 72

Dışsal Yararlar 73

Dışsallık. 73

Dıştan Evlenme. 73

Diğergâmlık. 73

Dikey Hareketlilik. 73

Dikkat 73

Dikotomi 73

Dil 73

Din. 73

Din Felsefesi 73

Din Sosyolojisi 74

Dinamik Analiz. 74

Dinbiıim... 74

Dinî İfadeler 74

Dinî Değer 74

Dinî Rasyonalizm... 74

Diplomasi 74

Diplomatik Misyon. 74

Diplomatik Pazarlık. 74

Dirimbilim... 74

Disiplin. 74

Diskur 75

Diyagram... 75

Diyalektik. 75

Diyalektik İdealizm... 75

Diyalektik Mantık. 75

Diyalektik Materyalizm... 75

Diyalektik Yöntem... 75

Dogma. 75

Dogmatizm... 76

Doğa. 76

Doğacılık. 76

Doğal 76

Doğal Ayıklanma. 76

Doğal Çevre. 76

Doğal Gözlem... 76

Doğal Hal 76

Doğal Hukuk. 76

Doğal İşsizlik Oranı 77

Doğal Tekel 77

Doğal Ücret Kuramı 77

Doğru. 77

Doğrudan Demokrasi 77

Doğrulama. 77

Doğruluk. 77

Doğrusal İlerlemeci Yaklaşım... 77

Doğrusal Perspektif. 77

Doğrusal Programlama. 77

Doğrusal Yaklaşım... 78

Doğu Despotizmi 78

Doğubilim... 78

Doğum... 78

Doğum Kontrolü. 78

Doğum Oranı 78

Doktrin. 78

Dolaysız Demokrasi 78

Domino Teorisi 78

Dominyon. 78

Donuk Diplomasi 78

Dönemsel İşsizlik. 79

Dönemsellik Varsayımı 79

Döner Akreditif. 79

Döner Sermaye. 79

Döngüsel Yaklaşım... 79

Dönülebilir Akreditif. 79

Dönülemez Akreditif. 79

Döviz. 79

Döviz Arbitrajı 79

Döviz Kuru. 79

Drago Doktrini 79

Dual Ekonomi 80

Dur Ve Devam Et Politikası 80

Durağan Çözümleme. 80

Durgunluk. 80

Durgunluk Enflasyonu. 80

Duyarsızlaştırma. 80

Duygu. 80

Duygusal Yakınlık. 80

Duyumsama. 80

Düalizm... 81

Dünya Bankası 81

Dünya Görüşü. 81

Dünya Sistemi Yaklaşımı 81

Düopol 81

Düopson. 81

Duygu. 81

Duygusal Yakınuk. 81

Duyumsama. 82

Düalizm... 82

Dünürlük. 82

Dünya Bankası 82

Dünya Görüşü. 82

Dünya Sistemi Yaklaşımı 82

Dünyevileşme. 82

Düopol 82

Düopson. 82

Dürtü. 83

Düş Analizi 83

Düşlem... 83

Düşülke. 83

Düşük Mallar 83

Düşünbilim... 83

Düşünce. 83

Düşünme. 83

Düşün yapı 83

Düyün-U Umumiye. 83

Düyun-U Umumiye İdaresi 83

Düzgü. 84

E.. 84

Ekonomik Büyüme. 84

Ekonomik Çağdaşlaşma. 84

Ekonomik Determinizm... 84

Ekonomik Egemenlik. 84

Ekonomik Ekoloji 84

Ekonomik Gelişme. 84

Ekonomik İnşan. 84

Ekonomik İşbirliği Ve Kalkınma Teşkilatı 84

Ekonomik Kalkınma. 84

Ekonomik Kategoriler 85

Ekonomik Kriz. 85

Ekonomik Mallar 85

Ekonomik Mücadele. 85

Ekonomik Pratik. 85

Ekonomik Ve Sosyal Oluşum... 85

Ekonomizm... 85

Ekopolitik. 85

Ekosistem... 85

Eksik Rekabet 85

Eksternalite. 85

El Emeği 86

Elastikiyet 86

Eleştirel Akılcılık. 86

Eleştirel Gerçekçilik. 86

Elit 86

Elit Dolaşımı 86

Elitizm... 86

Emeğin Bilimsel Organizasyonu. 86

Emeğin Üretkenliği 86

Emeğin Verimliliği 86

Emek. 86

Emek Arzı 87

Emek Değer Kuramı 87

Emek Pazarı 87

Emek Talebi 87

Emekçi Sınıf. 87

Emekli Sandığı 87

Emisyon. 87

Emisyon Hacmi 87

Emperyalist Entegrasyon. 87

Emperyalizm... 87

Emperyalizm Kuramı 88

Empirisizm... 88

Emsal Bedel 88

Ençok Gözetilen Ülke Kuralı 88

En Düşük Geçim Düzeyi 88

Endeks. 88

Endojen Değişken. 88

Endüksiyon. 88

Endüstri 88

Endüstri Psikolojisi 88

Endüstriyel Demokrasi 88

Enflasyon. 89

Enflasyon Şoku. 89

Enflasyonist Açık. 89

Enformasyon. 89

Enformasyon Toplumu. 89

Engel Kanunu. 89

Ensar 89

Entel 89

Entel Takılma. 90

Entellektüel Çevre. 90

Envanter 90

Epidemoloji 90

Epistemoloji 90

Epistemolojik İdealizm... 90

Epistemolojik Kopma. 90

Epistemolojik Monizm... 90

Epistemolojik Pluralizm... 90

Epistemolojik Realizm... 90

Ergenlik. 90

Ergonomi 91

Erinlik. 91

Erk. 91

Erotizm... 91

Esnek Anayasa. 91

Esnek Döviz Kuru Sistemi 91

Esneklik. 91

Estetik. 91

Estetik Yargısı 91

Eş'arilik. 92

Eşelmobil Sistemi 92

Eşitıikçiıik. 92

Eşitsiz Mübadele Yaklaşımı 92

Eşölçülemezlik. 92

Eşzamanlı Değişme. 92

Eşzamanlılık. 92

Etimoloji 92

Etioloji 92

Etnik Grup. 93

Etnografya. 93

Etnoloji 93

Etnometodoloji 93

Etnosentrisizm... 93

Et,Oloji 93

Etvar Nazariyesi 93

Euler Kuramı 93

Eurobank. 93

Eurodolar 93

Eurodöviz. 93

Europara. 93

Europazar 94

Evetleme. 94

Evlilik. 94

Evrenbilim... 94

Evrim... 94

Evrim Kuramı 94

Evrimcilik. 94

Ex-Ante. 94

Ex-Poste. 94

Eylem Araştırması 94

Eytişim... 94

Eytişimsel Özdekçilik. 95

F. 95

Fabianizm... 95

Faiz. 95

Faiz Arbitrajı 95

Faiz Oranı 95

Faizsiz Bankacılık. 95

Faktör Çözümlemesi 95

Faktör Donanımı Teorisi 96

Faktöring. 96

Falik Dönem... 96

Fanatizm... 96

Fantazı 96

Faraziye. 96

Farklılıklar Psikolojisi 96

Farz. 96

Fasit Daire Teorisi 96

Faşizm... 96

Fayda Maliyet Analizi 97

Fayda. 97

Faydacılık. 97

Federal Devlet 97

Federe Devlet 97

Federasyon. 97

Felsefe. 97

Felsefî Değer 97

Feminizm... 97

Feodalizm... 97

Feraset 98

Fert 98

Fesat 98

Fesih. 98

Fetih. 98

Fetiş. 98

Fetişizm... 98

Fetva. 98

Fıkıh. 98

Fıkıh Usulü. 98

Fırsat Maliyeti 99

Fikir 99

Fikir Birliği 99

Finansal Kiralama. 99

Finansal Tablolar 99

Finansal Yardım... 99

Finansman. 99

Firma Dengesi 99

Fiyat 99

Fiyat Politikası 99

Fiyatlar Genel Düzeyi 99

Fizibilite. 100

Fizibilite Çalışması 100

Fizikötesi 100

Fiziksel Antropoloji 100

Fiziksel Gerçeklik. 100

Fizyokrasi 100

Fizyolojik İhtiyaçlar 100

Fizyolojik Psikoloji 100

Fob. 100

Fobi 100

Fon. 101

Fonksiyon. 101

Fonksiyonel Gelir Dağılımı 101

Forfeyting. 101

Formel Grup. 101

Formel Mantık. 101

Formel Örgüt 101

Forum... 101

Fraksiyon. 101

Fransız Devrimi 101

Freudizm... 102

Frffidmancılık. 102

Froydçuluk. 102

Fundamentaıizm... 102

Fütüroloji 102

G.. 102

Garanti 102

Gatt 102

Gayri İradî İşsizlik. 102

Gayri Safî Millî Hasıla. 102

Gayrimenkul 102

Gecekondu. 103

Geçerlilik. 103

Geçersizlik. 103

Geçici Hipotez. 103

Geçici İşsizlik. 103

Geçim Ekonomisi 103

Geçim Endeksi 103

Gelecekbilim... 103

Gelenek. 103

Gelenekçilik. 103

Geleneksel Değer 104

Geleneksel Otorite. 104

Gelir Ortaklığı Senedi 104

Gelir Tablosu. 104

Gelir Teorisi 104

Gelir Vergisi 104

Gelişigüzel Örnekleme. 104

Gelişim Aşamaları 104

Gelişim Psikolojisi 104

Gelişme Sosyolojisi 104

Gelişmekte Olan Ülkeler 104

Gemeınschaft 105

Gender 105

Gender Sosyolojisi 105

Genel Denge. 105

Genel Denge Analizi 105

Genel Denge Kuramı 105

Genelleme. 105

Geniş Aile. 105

Genörgüt 105

Gens. 105

Gensoru. 105

Gerçekçilik. 106

Gerçeklik. 106

Gerçeklik İlkesi 106

Gerçeklik Yargısı 106

Gerçeküstücülük. 106

Gerilla. 106

Geribesleme. 106

Gerileme. 106

Gresham Yasası 107

Gıda Ve Tarım Örgütü. 107

Giffen Mauarı 107

Giffen Paradoksu. 107

Girdi 107

Girdi-Çıktı Analizi 107

Girişim... 107

Girişimci 107

Gizem... 107

Gizemcilik. 107

Gizli İşlev. 108

Gızu Issızlık. 108

Glasnost 108

Gossen Kanunları 108

Göç. 108

Göçebe. 108

Göçebecilik. 108

Göçerlik. 108

Gölge Gerçeklik. 108

Gölge Kabine. 108

Görecelilik. 109

Görecelilik Paradoksu. 109

Göreli Gerçeklik. 109

Göreli Özerklik. 109

Göreli Yoksunluk. 109

Görüngü. 109

Görüngübilim... 109

Görünmez El 109

Görüş. 109

Gösteriş Tüketimi 109

Götürü Vergi 110

Gözlem... 110

Gramatik İfadeler 110

Gramer 110

Gramer Hatası 110

Gramer Kaydırmacası 110

Grev. 110

Grup. 110

Grup Normu. 110

Gsmh. 110

Güç Dengesi 111

Güdü. 111

Güdümlü Demokrasi 111

Güdümlü Ekonomi 111

Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlatması 111

Gümrük Birliği 111

Gümrük Tarifesi 111

Gümrük Vergileri 111

Günah Keçisi 111

Güven Belgesi 112

Güvenilirlik. 112

Güvenlik İhtiyacı 112

Güvenoyu. 112

Güvertede Teslim... 112

Habidat 112

Hadariyet 112

Hadımuk Karmaşığı 112

Hafıza. 112

Hafıza Kaybı 113

Hakemlik. 113

Hakikat 113

Hâkimiyet 113

Hakkaniyet 113

Halifelik. 113

Halk Avcılığı 113

Halk Demokrasisi 113

Halkçılık. 113

Halkoylaması 113

Halüsinasyon. 113

Hanifıik. 113

Haram... 114

Hareket-İ Cevheri Kuramı 114

Hayırlama. 114

Haz İlkesi 114

Haz-Acı İlkesi 114

Hazcılık. 114

Hazine Bonosu. 114

Hazine Tahvili 114

Heckscher-Ohlin Teoremi 114

Hecing. 114

Hedonizm... 115

Hegemonya. 115

Hermeneutik. 115

Heyecan. 115

Hibe. 115

Hicret 115

Hiççilik. 115

Hile-İ Seriye. 115

Himayecilik. 116

Hiper Enflasyon. 116

Hipnotizma. 116

Hipnoz. 116

Hipotez. 116

His. 116

Hisse Senedi 116

Hiyerarşi 116

Hizip. 116

Hizipçilik. 116

Hizmet 116

Hizmet Sınıfı 117

Hizmet Sektörü. 117

Hobi 117

Holding. 117

Homo Soctus. 117

Hukuk. 117

Hukuk Devieti 117

Hukuk Dogmatizmi 117

Hukuk Felsefesi 117

Hukuksal Tanıma. 118

Hukuksal Yargı 118

Hurafe. 118

Husumet 118

Huy. 118

Hükümet Darbesi 118

Hümanizm... 118

Hür Teşebbüs. 118

Hürriyet 118

I. 118

Imf. 118

Io Testi 119

Iraksak. Süreçler 119

Irk. 119

Irkçılık. 119

İ. 119

İbadiye. 119

İcazet 119

İcma. 119

İç Savaş. 119

İçebakış. 119

İçebakışçelık. 119

İçedönük Kişilik. 120

İçedönük Sanayileşme. 120

İçerik Çözümlemesi 120

İçeyönelikıik. 120

İçgörü. 120

İçgüdü. 120

İçgüdüsel Davranış. 120

İçin Yönlendirdiği Kışluk. 120

İçkin. 120

İçlem... 120

İçselleştirme. 120

İçten Evlenme. 121

İçtihat 121

İd. 121

İdare. 121

İdeal Hukuk. 121

İdeal Tip. 121

İdealizm... 121

İdeoloji 121

İdeolojik Pratik. 121

İfade Mantığı 121

İfadelerin Gramatik Ayırımı 122

İfadelerin Gruplândırılması 122

İflas. 122

İhracata Yönelik Sanayileşme. 122

İhtilal 122

İhtimal 122

İhtirazî Kayıt 122

İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı 122

İhtiyatî Haciz. 123

İhtiyatlar 123

İkame Mallar 123

İkb. 123

İki Partili Sistem... 123

İki Yanlı Tekel 123

İkicilik. 123

İkilem... 123

Kılı Bilinç. 123

İkili Duygu. 123

İkincil Grup. 123

İkincil İşler 124

İklim... 124

İktidar 124

İktidar Seçkinleri 124

İktisadî Adam... 124

İktisadî Belirlenimcilik. 124

İktisadî Bunalım... 124

İktisadî Devlet Teşekkülleri 124

İktisadî Döngü. 124

İktisadî Liberalizm... 124

İktisadî Rejim... 124

İktisat 124

İktisat Kuramı 125

İlâh. 125

İletişim... 125

İlerleme. 125

İlinek. 125

İlkel Toplum... 125

İllüzyon. 125

İltica. 125

İman. 125

İmece. 125

İmge. 125

İmgelem... 126

İmitasyon. 126

İnanç. 126

İnançsızlık Paradoksu. 126

İnanma. 126

İndeks. 126

İndeterminizm... 126

İndirgemecilik. 126

İne Beyi 126

İnfak. 127

İnformel Grup. 127

Înformel Örgüt 127

İngiliz Milletler Topluluğu. 127

İnkâr 127

İnsan Ekolojisi 127

İnsan Hakları 127

İnsan İlişkileri Okulu. 127

İnsanbiçimcilik. 127

İnsanbilim... 127

İnsanmerkezcilik. 127

İntihar 128

İntrojeksiyon. 128

İpotek. 128

İrade. 128

İrade Özgürlüğü. 128

İradecilik. 128

İradî İşsizlik. 128

İrangeyt 128

İrredantizm... 128

İrşad. 128

İrtica. 129

İslam Bankacılığı 129

İslam Dinarı 129

İslam Felsefesi 129

İslam Fundamentaıizmi 129

İslam Hukuk Metodolojisi 129

İslam Hukuku. 129

İslam Kalkınma Bankası 129

İslam Konferansı Örgütü. 129

İslam Radikalizmi 129

İslamî Tekafül Sistemi 130

İstatistik. 130

İstem... 130

İstenç. 130

İstenççilik. 130

İstihdam... 130

İstikrar 130

İstikrar Politikası 130

İstikrar Tedbirleri 131

İstila. 131

İsyan. 131

İş. 131

İş Kültürü. 131

İşbirlikçi 131

İşbölümü. 131

İşçi Sınıfı 131

İşgücü. 131

İşkence. 131

İşlemsel Tanım... 131

İşletme. 132

İşletme İktisadı 132

İşlev. 132

İşlevcilik. 132

İşlevselcilik. 132

İş Rakilik. 132

İşsizlik. 132

İtibarî Değer 133

İtikat 133

İzomorfizm... 133


SOSYAL BİLİMLER SÖZLÜĞÜ

 

Önsöz

 

Çoğumuz çeşitli yabancı dil veya değişik bilim dallarıyla ilgili sözlük bulundurmanın tadını biliriz. Anlamadığımız, anlamından emin olmadığımız bir kelime yahut kavramla karşılaşınca elimizin altındaki sözlükleri karıştırır, anlamı yakalamaya çalışırız, Bazan sözlüklerle de işin içinden çıkamadığımız olur. Çünkü, yine çoğu­muz sözlüğü kullanırken onun en önemli ve giderilmesi mümkün olmayan yapısal zaafını gözden kaçırırız. Sözlükler, bir yandan anlamakla zorluk çektiğimiz kavramları ne eşü'rir, yahut zorlandı­ğımız düşünceleri daha kolay kavramamıza yardımcı olurken, Öte yandan da sözkonusu kavramların değişen anlamlarını dondura­rak, bu canlı kavramları bize ölü olarak sunarlar.

Açıktır ki, kavramlar da dinamik hayatın içinde üretildikleri; değişik zaman dilimlerinde, veya aynı zaman diliminde bile olsa değişik bilgi, küftür ve eğilime sahip İnsanlar tarafından farklı an­lamlar yüklenerek kullanıldıkları için, sürekli değişime uğrar; evrilir, genişler, büyür, küçülür yahut kabuk değiştirirler. Sözlükler, kavramlardaki bu dinamizmi, belki de ancak yüzyıldan yüzyıla yakalayabilirler.

Bu yüzden; bazı kavramların okuduğumuz metinde geçen anlamlarının sözlüklerde bulunmayışının kabahati tamamen söz­lüklere ait değildir. Böyle bir durumda, sözkonusu kelime yahut terimin anlam değiştirmeye başladığım söyleyebiliriz. Onun anla­mı, büyük bir olasılıkla bir sonraki kuşağın sözlüklerinde buluna­bilecektir. Eğer bir kitapta, makalede yahut sözlü kültürde karşı­laştığımız kelimenin anlamını, kullanıldığı şekliyle sözlüklerde bulamıyorsak, o zaman bu, sözlüğün bize yardımcı olmak yerine, tam tersi, bizi yanıltıyor olduğu anlamına mı gelir? Hayır, en azın­dan o sözcüğün bir zamanlar ne anlamda kullanıldığını veya ha­len bazı insanlar tarafından nasıl bir anlam yüklenerek kullanıldı­ğını öğrenmiş oluruz. Belki böyle bir bilgi, o anki pratik sorunu­muzu çözmez ama, kavramların izledikleri serüvenleri öğrenme­mize yardımcı olması ve böylelikle kültür dağarcığımızın genişle­mesine katkıda bulunması bakımından değerlendirildiğinde bu bilgi de küçümsenemeyecek bir bilgidir.

Buradan, elinizdeki sözlüğün, yukarıda bahsedilen zaaflardan tümüyle arındırılmış olduğu gibi bir iddia taşıdığımız sonucu çıka­rılmamalıdır. Bu sözlük de, diğer sözlüklerin taşıdığı, bir yandan maymuncuk İşlevi görürken, öte yandan kavramların dinamizmini dondurma paradoksunu doğal olarak taşıyacaktır. Zira, nihayetin­de bu da bir sözlüktür.

Türkçe'de değişik disiplinlere ait sözlükler bulunmakla bera­ber, disiplinlerarası nitelikte bir sosyal bilimler sözlüğü şimdiye kadar hazırlanmamıştır. Halbuki, böyle bir sözlük hem değişik di­siplinlerle ilgili temel kavramları bir arada sunarak, genel bir sos­yal bilim nosyonu oluşmasına katkıda bulunacak, hem de özel il­gisi olmayanları her disipline ait bir sözlük edinme külfetinden kurtaracaktır.

Ayrıca ülkemizde, sosyal bilim literatürünün çok fakir olma­sı, felsefenin bile uzun bir geçmiş ve köklü bir geleneğe sahip ol­maması, ansiklopedi ve sözlüklere olan ihtiyacı daha bir artırmak­ta, onlara neredeyse kilit bir işlev yüklemektedir. Bu eksikliği farkeden Türk Dil Kurumu, dil konusunda benimsediği uç sayilabilecek bir politika yüzünden, sözü edilen boşluğu dolduramamış­tır. Azımsanamayacak bir emek ve zaman, dilin sosyal bağlamı yeterince hesaba katılmadan, daha çok siyasal tercihler yüzün­den, esperanto'yıı çağrıştırır çabalara harcanmıştır.

Biçim sorununa gelince; literatürde, çok sayıda kavramı, de­ğişik yazarların verdikleri farklı anlamlan da içerecek şekilde bir araya toplayanından; sınırlı sayıda kavramı kısmen ansiklopedik bir biçimde detaylı olarak açıklayanına kadar, çok değişik biçim­lerde sözlükler bulmak mümkün. Sosyal Bilimler Sözlüğü hazır­lanırken, belli başlı sosyal bilim dallarının anahtar kavramlarını biraraya toplamak, yalnızca konunun uzmanını İlgilendiren detay ya da çok teknik kavramları dışarıda bırakmak, kavramların ta­nımlanmasını ansiklopedik boyuta taşırmadan yapmak gibi optik­ler gözeten orta bir yol tutuldu. Bu çerçevede, bazı kavramlar bir kaç maddeye ayrılarak, diğer bazıları İse anlam ilişkisi bakımın­dan yakın oldukları kavramlarla grup halinde bir başlık allında toplanarak tanımlandı; bazılarına literatüre kazandıranın ismi ek­lendi; daha kolay anlaşılabilüir düşüncesi İle, bazı kavramlar ör­neklerle açıklanırken, bir kısmına ise sadece bir cümlelik kısa bir tanım vermekle yetinıldi.

Kavram havuzu, herhangi bir kitap ya da sözlük esas alına­rak değil, değişik disiplinler alanında temel kabul edilen kitaplar­dan yola çıkılarak hazırlandı. Kavram seçiminde, genel olarak, di­siplinlerin temel kavramlarını biraraya getirmek amaçlandı. An­cak, ülkemizde -aynen başka bir kitap okur gibi- sözlük okuma alışkanlığının pek yaygın olmadığı, dolayısıyla yeni yabancı kav­ramların literatüre genellikle sözlükler kanalıyla girmediği dikkate alınarak, yabancı literatürde bulunan kimi önemli sayılabilecek kavramlar sözlüğün kapsamı dışında bırakıldı. Türkçe literatürde yaygın olarak bilinen karşılığı olmayan bu türden yabancı kav­ramlara İlk kez önerilecek Türkçe karşılıkların, sözlüğün işlevine

pek fazla katkıda bulunmayacağı, dahası karışıklıklara neden ola­bileceği düşüncesi, böyle bir yolun tutulmasını gerekli kıldı.

Öte yandan, zaman zaman Türkçe kelime hazinesi zorlana­rak, sözlüğün genel optiklerine aykırı düşmeyen kimi kavramlara Türkçe karşılık önerildi. Buna ek olarak, akademik camiada ya da aydınlar arasındaki tartışmalarda kullanıldığı halde sözlüklere he­nüz geçmemiş bazı kavramlann yamsıra, sınırlı sayıda da olsa, ilk kez tarafımızdan önerilen bazı yeni kavramlara da yer verildi.

Ayrıca standart sosyal bilim sözlüklerinde bulunmayan felse­fe, mantık ve ilahiyaı'la ilgili temel kavramlar da eklenerek, sözlü­ğün yelpazesinin kapsamı genişletildi. Bu çerçevede sözlük, ge­nel kavramlann yanısıra, şu disiplenlerin temel kavramlarından oluşmaktadır: Antropoloji, Ekonomi, Felsefe, İlahiyat, Mantık, Psi­koloji, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Yönelim Bi­limleri.

Türkçe'de bir eser verip de dil sorununa değinmemek müm­kün mü? Cumhuriyet sonrası TDK'nın çabaları ile oluşturulan Öz-türkçe; Türkçe, Arapça ve Farsça, hatta yer yer Batı kökenli keli­melerden oluşan yaşayan Türkçenin yerini lam olarak alamadığı İçin, aynı anlama gelen ve her biri değişik sosyal grup veya siya­sal düşünceye mensup kişiler tarafından kullanılan ikili bir dil kullanımı ortaya çıkmıştır. Bu sorun iki şekilde aşılabilirdi: ya söz­lüğün arkasına eşanlamlı kelimeler dizini eklemek; ya da sözlü­ğün içinde eşanlamlıları birbirine göndermek. Kullanım kolaylığı sağlayacağı düşüncesiyle ikinci yol tercih edildi. Fakat,bütün eşanlamlı kavramların sözlüğün içine yerleştirilmesi gereksiz bir kavram artışı sağlayacağı düşüncesiyle, bu uygulama her iki kul­lanımı da yaygın olan kavramlarla sınırlı tutulmaya çalışıldı.

Tanımların yazımında ise, özel bir dil tercihi yapılmadan yay­gın kullanımı olan eşanlamlı kelimeler İçice kullanıldı. Dilin amaçsal işlevi gözardı edilmemekle beraber, temel sorunun iletişim ve toplumun değişik kesimlerine aynı anda seslenebilmek so­runu olduğu düşünülerek, araçsal işlevine ağırlık verildi; sonuçta her iki kullanımdan sözcüklerin birarada, içice bulunduğu yine orta bir kullanım ortaya çıkü. Bu yüzden bazan aynı cümle içinde bile iküsadı-ekonomik, toplumsal sosyal, siyasalpolilik, kuramteori, seviye-düzey, idare-yönetim, bilimdah-disiplin... gibi eşanlam­lı kelimelerin birarada kullanılmasında bir mahzur görülmedi.

Tanımlar içinde geçen ve sözlükte tanımlanan kavramlar ile, alfabeiik sıradaki yerinden belirli bir kavrama gönderme yapılan kavramlar, gönderme yapıldığı tanım içinde koyu yazdırılmak su­retiyle okuyucuya sözlükten yararlanmada kolaylık sağlanmaya çalışıldı. İngilizcedeki yazılışı ile aynen Türkçeye geçmiş olan kavramların, ayrıca İngilizcelerinİn verilmesine gerek görülmedi. Bilinen ve yaygın İngilizce karşılığı olmayan bazı kavramlara İn­gilizce karşılık konmadı. Sözlüğün sonuna bir Türkçe, bir de İngi­lizce dizin eklendi. Sözlüğe eklenen kaynakça ile de faydalanılan kaynaklar konusunda okuyucuya genel bir fikir vermek amaçlan­dı.

Sözlüğün hazırlanışına değişik düzeylerde, burada ayrı ayrı isimlerinin belirtilmesi imkansız bir çok kişi kalkıda bulundu; hepsine ayn ayrı teşekkürü bir borç biliriz. Özellikle bilgisayarla ilgili teknik sorunların üstesinden gelmede yardımlarını esirgeme­yen, sırf bu sözlük için özel bir bilgisayar programı yazma zah­metine katlanan Mehmet Güneş'e, metnin bilgisayara aktarılması sırasındaki yardımlarından dolayı Ayşe Acar'a teşekkür ederiz.

Ömer Demir - Mustafa Acar Ankara, Kasım 1991

 

Abluka

 

(Blockade) Ülkeler arasında siyasal gerginliğin tır­mandığı bunalım dönemlerinde, özellikle de savaş zamanların­da, savaşa taraf devlet ya da devletlerce düşman ülke kıyıları­na, ülkenin belirli bir bölgesi veya tümüne; uçak, gemi ve ka­ra taşıma araçlarının giriş ve çıkışlarını önlemek, sözkonusu ülkeye yardım ve ikmal malzemesi sevkıyatını kesmek ve böy­lelikle o ülkenin direnme gücünü kırmak amacıyla karada, de­nizde veya havada alınan tedbirlerin. Abluka, askerlere veya askeri hedeflere yönelik olabileceği gibi, sivil halkın gıda ve kaynak teminini engellemek amacına yönelik de olabilir.

 

Acyo Kuramı

 

(Agıq Theory) Faizin, bugün elde bulunan bir malın gelecekte elde edilecek benzer bir malla mübadelesin­den doğacak farka eşit olduğunu savunan kuram. Avusturya'lı iktisatçı Böhm-Bawerk'in faiz kuramı olarak da bilinen acyo kuramına, göre, insanlar iktisadi, sosyal, psikolojik veya başka nedenlerle bugün elde edilebilecek olanı, gelecekte elde edil­mesi muhtemel olana tercih ederler. İnsanların bu tercih fark­larını ortadan kaldırmak İçin ödedikleri bedele de faiz denir.

 

Açık Artırma

 

(Öpen Bıddıng) Mezat. Müzayede. Satılmak istenen bir mal veya eşyanın birden fazla alıcı karşısında ger­çekleştirilen açık rekabet sonucunda, en yüksek fiyatı verene satılması.

 

Açık Bono

 

(Blank Prömıssory Note) Bkz. bono

 

Açık Bütçe

 

(Öpen Budget) Devlet bütçesinde, gelecek mali yıl İçin Öngörülen masrafların, beklenen gelirler tutarından da­ha yüksek olması durumu. Öngörülen harcama düzeyi, Öngö­rülen gelir düzeyini aşan bütçe.

 

Açık Eksiltme

 

(Dutch Auctıon) Bir mal veya eşyanın, bir­den çok satıcıdan teklif alınmak suretiyle, satıcılar arasındaki rekabetin uyarılarak mümkün olan en düşük fiyatla satm alın­ması.

 

Açık Finansman

 

(Defıcıt Fınancıng) Gelirler ile istihdam düzeyini artırmak, ekonomik faaliyetleri canlandırmak ve eko­nomik genişleme eğilimlerinin anmasını sağlamak gibi amaç­larla, devletin, gelirlerini aşacak şekilde harcamalarını bilinçli olarak artırması durumunda, ortaya çıkan kamu finansman açığının, doğrudan para basımı veya iç borçlanma yoluyla kar­şılanması.

 

Açık İşlev

 

(Manıfest Functıon) Bkz. İşlev

 

Açık İşsizlik

 

(Öpen Unemployment) Bkz. İşsizlik

 

Açık Kapı Politikası

 

(Öpen Door Polıcy) 1. Bir ülkenin başka ülkelere kendi pazarlarında serbestçe ticaret yapma hakkı vermesi.

2. Bir ülkenin dış ilişkileri bakımından tek bir ülkeye değil, birden çok ülkeye bağımlı hale getirilmesi. Bir ülkenin kapılarını bütün emperyalist ülkelere açarak, bu ülke­ler tarafından eşit biçimde sömürülmesine imkan tanıyan dış politika

3. 19. yüzyılın başlarında Güney Asya'da meydana ge­len siyasal yeniden yapılanmada, ABD ve diğer Batı ülkeleri­nin Çin'deki çıkarlarını dengeli bir biçimde koruyabilmek doğ­rultusunda geliştirdikleri siyaset. Buna göre, eskiden olduğu gibi Çin, gelişmiş ülkelerden sadece birisinin sömürgesi olma­yacak, bütün ülkeler Çin pazarlarından eşit şekilde yararlana­bilecek, birbirleriyle rekabet edebileceklerdir. Açık kapı politi­kası kavramı siyaset literatürüne bu uygulamadan sonra gir­miştir.

 

Açık Kredi

 

(Öpen Credıt) Bankalar veya finans kurumlan ta­rafından, ticari itibarlarına ve İmzalarına güvenilerek, herhangi bir teminat alınmadan gerçek veya tüzel kişilere açılan kredi.

 

Açık Piyasa İşlemleri

 

(Öpen Market Operatıons) Ser­maye piyasasının gelişmiş olduğu ekonomilerde kullanılan en etkin para politikası araçlarının başında gelen ve ekonomiyi canlandırmak veya piyasadaki enflasyonist eğilimi dizginle­mek amacıyla, merkez bankalarının piyasadaki para miktarını artırma veya azaltmaya, kısaca para arzını kontrol altında tut­maya yönelik olarak hazine bonosu, devlet tahvili, hisse sene­di ya da döviz ahm-saümı yapmaları gibi İşlemler. Birinci du­rumda, merkez bankası piyasadan menkul kıymet satın alarak karşılığında piyasaya para sürer; piyasanın naWt gereksini mi­nin karşılanmasıyla toplam talebin genişlemesi ve ekonominin kanlanması beklenir. İkinci durumda ise, birincisinin tersine merkez bankası menkul değer salarak piyasadan para çeker; bu yolla saunalma gücünün düşmesi, toplam talebin daralması ve sonuçta enflasyonist eğilimin kırılması beklenir.

 

Açık Poliçe

 

(Blank Bıll) Bkz. poliçe

 

Açık Toplum

 

(Öpen Socihty) 1. Toplumsal, siyasal, ekono­mik ve kültürel alanlarda tam serbestliğin sözkonusu olduğu, devletin denetim gücünün ve ideolojik baskıların tamamen kaldırıldığı veya enaza İndirildiği toplum.

2. Ülke sınırları içeri­sinde yaşayan herkesin aynı yasalara tabi olduğu, fikir akışının ve sosyal hareketliliğin yasal düzenlemelerle hiç bir şekilde engellenmediği toplum.

 

Açık Uçlu Soru

 

(Open-Ended Çjuestıon) Cevap alanı sı­nırlanmamış, aralarından bir veya birkaçını seçme Zorunluluğu olan seçenekler sunmayan, cevaplayacak kişiye istediği ceva­bı verme imkanı tanıyan soru.

 

Açıklama

 

(Explanat1on) îçdüzen ve anlam bütünlüğü olan bir sistem içerisinde, bilindiği var sayılan Öğelerin kullanılarak, bilinmeyenlerin, sözkonusu anlam bütünlüğündeki yerlerinin gösterilmesi yoluyla bilinebilir duruma getirilmesi. Bu çerçevede, bir işaretin, sembol veya kelimenin dil içindeki anlamının belirtilmesine semantik açıklama; bir olay veya olgunun meydana geldiği yahut içinde yeraldiğı sistemin diğer birimleriyle olan ilişkilerinin gösterilmesine yapısal açıklama; yapı veya sistem içindeki öğelerin İşlevlerinin belirtilmesine

işlevsel açıklama; olay ya da olgular arasında belirli, somut sebep-sonuç ilişkileri kurulması yoluyla yapılan açıklamaya nedensel açıklama; bir olay ya da olgunun ortaya çıkışıyla ilişkisi olduğu sanılan, ancak bu İlişkinin niteliği veya katkı düzeyi ölçülemeyen değişkenlerin, sözkonusu olay/olguyla anlamsal olarak İrtibatlandınlmasına anlamsal açıklama; bir bilinmeyenin mantık kurallarına bağlı kalınarak bilinir hale ge­tirilmesine de mantıksal açıklama denir.

 

Açıklık Politikası

 

(Glasnost) Bkz. Gıasnost

 

Açıkoturum

 

(Panel) Panel, Toplumun büyük çoğunluğunu

ilgilendiren ve üzerinde fikirbirliğine varılmasında yarar umu­lan belirli bir konunun, birden fazla konuşmacı tarafından din­leyiciler Önünde tartışıldığı toplantı. Türkçe'de panel olarak da anılcnakta olan açıkoturumda., bir çok konuşmacı tarafından tek bir konu tartışılabileceği gibi, birbiriyle ilişkili, bir bütünün parçaları niteliğindeki farklı konular da tartışılabilir.

 

Ad Hoc Hipotez

 

(Ad Hoc Hypothesls) Bkz. Geçici Hipotez

 

Adalet

 

(Justıce) 1. Şeylerin yerli yerine konması. Her şeyin olması gerektiği yerde bulunması

2. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi; haklıya hakkının verilmesi; kişilerin hak ettikleri şe­ye sahip olabilmeleri.

3. Kendine ait olan alanda, kendi mül­künde tasarrufta bulunmak; başkasının hakkına tecavüz etme­mek.

 

Adam Kayırmacılık

 

(Nepotısm) Dayıcılık. Nepotizm. Eği­tim durumları ve yapacakları işin gerektirdiği niteliklere sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın yöneticilerin eş, dost, akraba ve yakınlarının devlet İşine alınmalarının, yaygın olarak ve meşru görülerek yapıldığı yönetim.

 

Adaptasyon

 

(Adaptatıon) 1. Uyum. Kendini yeni bir duru­ma uydurma. Organizmanın varlığını devam ettirebilmek için Çevreye ve değişen şartlara uyum sağlaması, kendisini yeni duruma uydurması.

2. Bir yabancı edebî ürünün, içeriği koru­narak yerli literatüre aktarılması.

 

Adcılık

 

(Nomınalısm) Nominalizm. Düşüncenin temelini oluşturan soyut kavramların tikel bir gerçekliğin adına karşılık geldiğini ve bu yüzden felsefenin tikel bir gerçekliğe tekabül etmeyen güzellik, beyazlık gibi soyut kavramlar ve bunlarla ilgili sorunlarla uğraşmaması gerektiğini ileri süren felsefi görüş.

 

Adem-İ Merkeziyet

 

(Decentralızatıon) Bkz. Yerinden Yönetim

 

Adi Şirket

 

(Ordınary Partnershıp) Tüzel kişiliğe sahip ol­mayan, bir sermaye şirketi niteliği taşımayan, iflas hükümleri­ne tabi olmayan ve ticaret odasına kaydı gerekmeyen, faaliyet­leri daha ziyade kişisel bilgi ve beceriye dayanan ve birden fazla gerçek kişinin kurup işletebildiği ortaklık.

 

Adlayıo Ölçek

 

(Nominal Scale)  Bkz. ölçek

 

Agnostisizm

 

(Agnost1cısm) Bkz. bilinemezcilik

 

Ağa

 

(Landlord) 1. Topraksız ya da az topraklı köylüyü arazi­sinde ortakçı veya yarıcı olarak çalıştıran ve borçlandırma yo­luyla köylüyü daima kendisine bağımlı hale getiren toprak sa­hibi.

2. Osmanlı Devletinin çözülme döneminden itibaren or­taya çıkan ve diğer İmtiyazlar yanında toprak mülkiyetini de elde ederek bu yolla sağladığı gücü gayri-resmi yerel otorite olarak kullanan kişilerin genel adı.

 

Asır Sanayi

 

(Heavy Industry) Ekonominin İhtiyaç duyduğu temel girdilerin, diğer sanayilerin kurulup işlemesini sağlayan makine, teçhizat ve ara girdilerin üretildiği sanayi dalı.

 

Agızcıl Dönem

 

(Oral Stage) Freud'a göre çocuğun, dış dün­ya ile ilişkilerinin gelişmesinde ağız ve dudaklarının merkezi bir rol oynadığı, bütün içgüdülerinin ağzında toplandığı geliş­me evresi. Bkz. fallik dönem, oral dönem.

 

Ağlatı

 

(Tragedy) Bkz. Trajedi

 

Ahd-İ Atik

 

(Old Testament) Eski sözleşme. Allah'ın pey­gamberler aracılığıyla gönderdiği, insanlara rehberlik edecek iîkeler içeren büyük kitapların en eskileri olan Tevrat ve Ze-burlar. Bkz. ahd-İcedid,kuran.

 

Ahd-İ Cedid

 

(New Testament) Yeni sözleşme. Allah'ın in­sanlara rehberlik etmek üzere kullan arasından seçip gönder­diği peygamberlere indirdiği kitaplardan olan ve Hz. İsa'ya in­dirilmiş olan İncil. Bkz. kuran.

 

Ahkam-I Şer'iye

 

(Udgemfnts Of İslamıclaw) Şeriat hü­kümleri. İslâm dininin getirdiği, pratik yaşamının düzenlenme­sine İlişkin, insanın kendisiyle, diğer insanlarla, yaraiıcısıyla ve bütün yaratılmışlarla olan ilişkilerini düzenleyen, hukukî nite­lik taşıyan hükümler. Bkz. şeriat, hilet seriye.

 

Ahlakbiıim

 

(Ethıcs) Etik. Ahlak felsefesi, insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerini nasıl yönlendirmesi gerektiğini, iyi ve koıü söz veya davranışı belirleyecek ölçütlerin neler olabilece­ğini inceleyen bilim dalı.

 

Ahlaki Bireycilik

 

(Ethıcal Indıvıdualısm) Bkz. Bireyci­lik

 

Ahlaki Görecelilik

 

(Ethıcal Relatıvısm) Ahlaki norm veya değerlerin evrensel ölçütlerinin olmadığı, bu değer ve normların ancak grup içi standartlarla değerlendirilip anlaşıla­bileceği, bu nedenle ahlakî değerlerin kişiden kişiye, gruptan gruba veya toplumdan topluma değişebileceğini savunan yak­laşım.

 

Ahlaki Yargı

 

(Ethıcal Judgement) İnsan davranışları ve insanlararası İlişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda Ölçü­ler getiren,ahlaki ilkelere uymayan tutum, davranış ve eylem­leri kötü, uyanları da iyi olarak niteleyen yargılardan her biri.

 

Aile

 

(Famıly) Evlilik, süt veya kan bağı İle birbirine bağlr insan­lardan oluşan ve toplumun temeli kabul edilen küçük toplum­sal birim. Sanayileşme ile birlikte akrabalık bağlarının eski iş­levlerini kaybetmesi, bunun sonucu olarak geleneksel geniş aüe yapısının çözülmesi İle ortaya çıkan ve sadece anne, baba ve evlenmemiş çocukların birarada yaşaması esasına dayanan aile tipine çekirdek aile veya dar aile; anne, baba ve çocuk­ların yanısıra büyükanne, büyükbaba, dayı, amca gibi yakınla­rı da içine alan aileye ise geniş aile denir.

 

Aile Sosyolojisi

 

(Socıology Of Famıly) Bir sosyal kurum olarak ailenin yapı, İşlev ve tarihsel süreç içinde değişik top­lumsal yapılardaki gelişim seyrini incelemeyi konu edinen di­siplin.

 

Ajitasyon

 

(Agıtatıon) 1. Tahrik. Harekete geçirme, bir et­kinlikte bulunmaya itme.

2. Siyasal amaçlar doğrultusunda mevcut rejime karşı kitlesel düzeyde hoşnutsuzluk yaratarak, sosyal veya siyasal düzeni değiştirmek için aktif eylemlere yönlendirme çabası; bu amaca yönelik gerginliği tırmandırıcı nitelikteki söz veya eylemler.

 

Akademik Özerklik

 

(Academic Autonomy) 1. Sadece eğitimin niteliği bakımından değil, yönetim bakımından da eğitim kurumlarının dış denelim ve müdahalelerden, emrivaki terden bağımsız olması; müfredat programını kendisinin belir­leyip, yönetim organlarını kendisinin seçebilmesi.

2. Akade­mik ortamın, siyasal otoritenin tasarruf ve müdahalelerinden bağımsız olarak faaliyette bulunması.

 

Akademik Özgürlük

 

(Acadfimlc Freedom) Bir öğretim elemanının veya Öğrencinin baskı, sansür ve korku dan uzak bir ortamda öğretme ya da öğrenme etkinliğini sürdürebilme­si.

 

Akıcılık

 

(Mobılıty)

1. Hareket serbestliği. Yatay veya dikey farklı düzeyler arasında karşılıklı etkileşimde bulunabilme ye­teneği.

2. Tam rekabet piyasasının en önemli koşullarından bi­risi olarak, piyasadaki herhangi bir mal ya da hizmetin arz ve talebinin kolaylıkla birbirine uyumunu sağlayacak şekilde, pi­yasaya giriş ve çıkışların serbest ve kolay olması.

 

Akıl

 

(Reason/Intellect) 1-Us. Kendiliğinden, doğuştan ge­len, sonradan kazanılmayan zihinsel fonksiyonlar.

2. Deneyi­me biçim kazandıran önsel sentetik formların kaynağı.

3- İnsan diğer canlılardan ayıran ve zihnin istikrarlı ve tutarlı çalış­masını sağlayan bir üst yeti.

 

Akılcılık

 

(Ratıonausm) Rasyonalizm. Usçuluk. İnsan zih­ninin işleyişinin bağlı olduğu kurallarla nesnel dünyaya ege­men olan kuralların aynı olduğunu; bu nedenle, ancak aklin prensiplerine uygun düşünce yoluyla gerçek, sağlam ve güve­nilir bilgilere ulaşılabileceğini İleri süren; büıün açıklamaların merkezine aklı veya aklî prensipleri yerleştiren yaklaşım. Bu­na göre, akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygun­dur.

 

Akış Çizelgesi

 

(Flow Chart) Bir programın, düzeneğin ve­ya oluşumun işleyiş biçiminin mantıksal bir sıra İçinde göste­rildiği sembolik şema.

 

Akışkanlık

 

(Lıqudıty) Bkz. Ükidite

 

Akla Yatkınıastırma

 

(Ratıonauzatıon) Bkz. Mantığa Bürûndürme

 

Akli Denge

 

(Mental Balance) İnsan zihninin, eşyayı kavra­ma, algılama, anlamlandırma, muhakeme etme, düşünme, iliş­ki kurma, yargıda bulunma gibi aklî fonksiyonlarının normal biçimde işliyor olması durumu.

 

Akrabalık

 

(Kınshıp) Aynı soydan gelen veya evlilik ilişkisi ile birbirine bağlanan kişiler arasında oluşan sosyal yakınlık ilişki­si.

 

Akreditif

 

(Letter Of Credıt)  1. Banka veya finans kurum­larının müşteri yararına ticari işlemlerle İlgili kredi hesabı açtır­mak üzere şubeleri veya muhabir kurumlarına gönderdikleri; kredinin konusu, müşterinin kimliği ve yürütülecek işlemlerin niteliğine ilişkin bilgileri içeren yazı

2. Uluslararası ticarette, ihracatçının talimatı üzerine ithalata aracılık eden bankanın yabancı ülkedeki muhabir bankası nezdinde ihracatçı lehine açtırdığı, belirli süre ve koşullara bağlı İtibar hesabı. Uluslara­rası ticarette en yaygın kullanılan Ödeme biçimi olan akreditif, mal bedelinin kendisine ödeneceği konusunda İhracatçıya gü­vence sağlar. Tek yanlı ve istenildiği anda iptal edilebilir olan akreditife dönülebilir akreditif; istenildiğimde İptali mümkün olmayan akreditife dönülemez akreditif; sürekli ticari ilişki içinde bulunan ithalatçı ve İhracatçılarca kullanılan ve konulan hüküm uyarınca, akreditif tutarının kısmen ya da tamamen kullanılması durumunda kendiliğinden yenilenen akreditife de döner akreditif denir.

 

Aksiyoloji

 

(Axıology) Değerbilim. Genel değer teorisi çer­çevesinde değerin anlam, özellik, kaynak ve çeşitleri İle değe­ri belirleyen ölçütleri, değerin birey ve toplum hayatındaki yer ve önemini inceleyen disiplin.

 

Aksiyom

 

(Axıom) 1. Belit. Önkanıt Bilgi üretim sürecinde doğruluğu ispat gerektirmeyecek kadar açık ve sorgulanamaz varsayılan ifade.

2. Bir mantıksal sistemde, başka önermelerin üretilmesi için gerekli olan, yeni önermelerin üretilebilmesin­de başlangıç noktası olarak alman ve tanımı gereği doğru ka­bul edilen önerme. Bkz. hipotez, varsayım, teorem.

 

Akt

 

(Act) Bkz. edim

Aktarım

 

(Transference) Psikolojik tedavilerde, kişinin geç­mişteki İlişkilerini, Özellikle de çocukluğunda ana-babasıyla olan İlişkilerini yeniden yaşaması durumu; hastanın terapiste ruhsal yapısı üzerinde etkili olmuş tecrübe ve İlişkileri aktar­ması olayı.

 

Aktif Nüfus

 

(Actıve Populatıon) Bkz. Nüfus

 

Aktif Olmayan Nüfus

 

(Non-Actıve Populatıon) Bkz. Nüfus

 

Aktif Para Talebi

 

(Effectıve Demand For Money) Bir ülkede belirli bir dönemde, muamele ve ihtiyat güdüsü ile ta­lep edilen toplam para miktarı. Aktif para talebi ile gelir düze­yi arasında fonksiyonel bir ilişki olduğu ve gelir düzeyi yük­seldikçe aktif para talebinin de artacağı kabul edilir.

 

Aktifler

 

(Assets) Bir licari işletmenin sahip olduğu maddi ve gayri maddi iktisadi değerlerin tümü. îşletme bilançosunun sol tarafında yeralan aktifler, donen varlıklar ve duran varlık­lar olmak üzere iki ana grupta toplanır. Duran varlıklar, bağlı değerler ve sabit değerlerden oluşur. Nakdi değerler ile bi­lanço tarihini izleyen bir yıl içinde satılarak paraya çevrileceği veya kullanılarak lüketileceği varsayılan varlık kalemlerine (kasa, banka, alacaklar, stoklar, tahviller..) döner değerler; yine bilanço tarihini İzleyen bir yıl içinde nakle çevriimeyece-ği düşünülen ya da bir yıldan uzun vadelere bağlanmış olan varlıklara bağlı değerler; orta ve uzun vadede sabit buluna­cağı kabul edilen maddi (binalar, arsa ve araziler, makinalar..) ve gayri maddi (patent haklan,..) iktisadi kıymetlere de sabit değerler denir.

 

Alan Araştırması

 

(Area Study) Bir olayın veya durumun, İçinde yeraldığt bütünlükten koparılmadan ve doğallığını bo­zacak bir deneysel yaptırım uygulanmadan belirli, somut ör­nekler özelinde incelenmesi.

 

Alan Kuramı

 

(Fıeld Theory) Sosyal psikolog K. Lewin tara­fından geliştirilen ve bireyin çevre sindeki olaylarla etileşimi-nin önemini vurgulayarak, davranışların, bireyin olumlu veya olumsuz olarak nitelendirdiği güçlerin bileşiminin sonucuna göre belirlendiğini savunan kuram.

 

Alan Örneklemesi

 

(Area Samplıng) Bkz. örnekleme

 

Algı Dönüşümü

 

(Conversıon) Bireysel kavrayış süreci içeri­sinde, kişilere özgü özel deneyimler sonucu, algılama, anlama ve anlamlandırma biçimlerinde meydana gelen köklü dönü­şüm. Örn. Din, ideoloji veya paradigma değiştirmek. Bkz. Algı Yanılması, Varsam.

 

Algılama

 

(Perceptıon) 1. Duyu organları aracılığıyla olay, nesne ve ilişkileri birbirinden ayırt etme.

2. Duyu organlarını uyaran nesne, olay ve tepkilerin alınması, duyumlanması, his­sedilmesi yahut farkedilmesi.

 

Algı Yanılması

 

1- Yanılsama. İllüzyon. Çarpıtıl­mış algı veya zihin. Örn. Sihirbazların elçabukluğu İle yaptık­ları oyunların izleyiciler tarafından olağanüstü ve çok değişik olarak algılanması.

2. Duyu uyarımlarının yanlış yorumlanma­sı, bir nesnenin özeilik veya niteliklerinin, duyu organlarının dolayımından geçerken değişime uğrayarak beyine, gerçekte olduğundan farklı olarak yansıması. Örn. Van m bardak su içindeki bir çubuğun uzaktan kırıkmış gibi gözükmesi, uzak mesafelerde ki cisimlerin olduğundan küçük olarak algılanma­sı, köprüden suya bakan kişinin köprünün hareket elliğini sanması. Bkz. varsam, algi dönüşümü.

3. Göreceli olarak da­ha güvenilir olduğu kabul edilen algılarla uyuşmayan algı.

 

Alım Gücü

 

(Pıîrchasıng Power) Bkz. satinalma gücü

 

Alışkanlık

 

(Rabıt) Bilince yansımadan tekrarlanan ve belli bir sürekliliği olan tepki, tavır ve davranışlar bütünü.

 

Aıinasyon

 

(Auenatıon) Bkz. yabanchaşma

 

Aıivre İşlemler

 

(Tıme Bargaın/Sı1ort Sellıng) Herhangi bir malın alım-saüm anlaşması ile sözkonusu matın teslimi ara­sında belirli bir sürenin bulunduğu alım-saiım işlemleri. Buna göre satıcı beili bir zaman sonra istenilen nitelikteki malı ha­zırlayacağını, alıcı da belirlenmiş fiyattan o malı satın alacağını taahhüt eder.

 

Alman Merkantilizmi

 

(Cameralısm) Bkz. kameralizm

 

Alman Tarihçi Okulu

 

(German Hıstorıcal School) Bkz. Tarihçi Okul

 

Almaşık

 

(Alternatıve) Bkz. alternatif

 

Alternatif

 

(Alternatıve) 1. Almaşık. Seçenek. Aralarında tercih yapılabilecek şeylerden her biri.

2. Bir sorun ya da so­ruya getirilen çözüm önerilerinden yahut verilebilecek cevap­lardan her biri.

 

Alternatif Maliyet

 

(Alternatıve Cost) 1. Vazgeçme maliyeti. Fırsat maliyeti. Alternatif kullanım alanları olan kaynak, bilgi, zaman, zihinsel veya fiziksel enerjinin, ancak belirli bir seçenek için kullanılmaları durumunda onaya çıkan ve diğer seçeneklerden birisi tercih edilmiş olması durumunda sağlanabilecek getirt miktarı ile Ölçülen maliyet. Örn. Kitap okumanın alternatif maliyeti, o anda yapılabilecek top oyna­mak, gezmek, televizyon izlemek., gibi etkinliklerden elde edilebilecek getiri veya faydaya sahip olamamaktır.

2. İktisadi süreçte kutlanılan kaynakların kıt olması nedeniyle bir malın üretiminde kutlanılan üretim faktörlerinin başka bir malın üre [iminde kullanılamaması sonucu ortaya çıkan maliyetin, vaz­geçilen ekonomik faaliyetler cinsinden ifadesi. Kaynaktan be­lirli bîr amaç için kullanmanın, onları en iyi alternatif kullanım alanından çekmiş olmakla kaybı göze alınan getiri veya kâr miktarı ile ölçülen maliyeti.

 

Altın Para Standardı

 

(Gold Standard) Ülkeler arasında altın ihraç ve ithalinin serbestliğini, yerel para birimlerinin al­tın cinsinden tanımlanmasını, altın alım-satımının sabit bir kur üzerinden yapılmasını böylece, her ülkenin kendi parasını altına göre sabit bir oran üzerinden değerlendirmesini ve dolayı­sıyla, ülkelerin paralan arasında da sabit bir kurun oluşmasını Öngören, daha çok 19- yüzyılın İkinci yansında kullanılıp 1930'lu yıllarda terkedilmiş olan dünya para sistemi.

 

Altkültür

 

(Subculture) İçinde yeraldıkları ekonomik, siya­sal ve kültürel yapının temel değerlerine karşı olmamakla be­raber, dil, etnik köken ve zihniyet benzerliği veya aynı bölge­den, aynı meslekten olma yahut benzer Özet eğilimler taşıma gibi nedenlerle toplumun bütününden aynştınlabÜİr farklı bir kimliğe sahip olan kültür grupları.

 

Altruistik İntihar

 

(Altruıstıc Suıcıde) Bkz.

 

 İntihar Altruizm

 

(Altruısm) Bkz. Diğergamuk

 

Altyapı

 

(Înfrastructure) 1. Bir ülkedeki, yol, su, elektrik, konut ve kanalizasyon gibi kamu yararına kullanılan varlıklar. Kavram, temel sağlık ve eğitim kurumlarıyla, zaman zaman, yetişkin insan  gücünü de İçerecek şekilde  kullanılmaktadır.

2. Tarihsel maddeciliğe göre, insanların bilinçlerinden bağım-sız olarak varolup toplumun ekonomik yapısını oluşturan, hat­ta bilinç dahil her türlü maddi olmayan varlığın temelini teşkil eden üretim güçleri ve üretim güçlerinin gelişmişlik düzeyine tekabül eden üretim ilişkilerinin tümü. Bkz. üstyapı.

 

Amaçbilim

 

(Telhology) Teleoloji. Erekbilim Sadece insan ve hayvan davranışlarının değil, evrendeki h'r oiayın, değişi­min veya hareketin belirli bir amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak meydana geldiğini savunan felsefi disiplin.

 

Ambargo

 

(Embargo) Bir uîkeyi ekonomik veya siyasal açıdan zor duruma düşürmek; islenmeyen bazı karar ya da uygula­malarından vazgeçirebİlmek veya sözkonusu ülkeyi belirli ka­rarlara uymaya zorlamak vb. gibi amaçlarla, sözkonusu ülke İle siyasi-iktisadi bağlantiM olan ülkelerin, bu ülkeye yönelik mal ve hizmet alım-satımlarını engellemek üzere aldıkları ön­lemler. Bu çerçevede, ekonomik önlemleri öne çıkaran am­bargoya ekonomik ambargo; diplomatik-siyasi yaptırımlar üzerinde yoğunlaşan ambargoya da siyasi ambargo denir.

 

Amblem

 

(Emblem) Herhangi bir kurum, fikir veya kavramı ifa­de eden sembol veya şekil.

 

Amiyane Bilgi

 

(Ordınary Knowledge) Dış dünya ile olan ilişkilerden elde edilen, basit, tecrübeye dayalı, ancak açıklayı­cı ve güvenilir olmayan yüzeysel bilgi.

 

Amnezi

 

(Amnesıa) Bkz. hafıza kaybı

 

Amortisman

 

(Deprecıatıon) 1. Üretim faaliyeti sonucunda, mal ve hizmet üretilirken, geçmiş dönemlerden devredilen sermaye donanımında meydana gelen aşınma ve eskimelerin para İle İfadesi; bu eskime veya yıpranmanın gayrî safî milli hasıladan düşülen parasal değeri.

2. Fiziksel nedenlerle yıpra­nan, eskiyen, teknolojide ortaya çıkan yenilikler sonucu de­mode olabilen maddi sabit kıymetlerin yıpranma veya aşınma payı olarak her yıl sözkonusu kıymetlerin değerleri üzerinden belirli oranlarda ayrılan karşılık. Maddî sabit kıymetin edinme maliyetini, ekonomik ömür adı verilen kullanım süresi içinde akıla yöntemlerle, ticarî işletmelerde dönem giderlerine, sınaî İşletmelerde de ürün maliyetlerine aktararak dağıtma işlemine amortisman muhasebesi denir.

 

Ampirik İfadeleler

 

(Emp1rıcal Statements) Bkz. Tha İfadeler

 

Anahanıık

 

(Matrıarchy) 1. Matriarki. Kadının hakim ko­numda olduğu, ilişkilerin kadın merkezli yürütüldüğü toplumsal örgütlenme biçimi.

2. Ana egemenliğine dayanan, sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde anayı esas alan, kadının siyasal görevler üsticndiği sosyal-hukuksal sistem.

 

Anakronizm

 

(Anachronîsm) Tarih yanılgısı. Tarihsel olay

veya durumların gerçekte meydana geldikleri tarihsel zamanın dışında, değişik zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olan olay ve­ya durumlarla birlikte düşünülmesi; tarihsel olarak farklı dö­nemlerde meydana gelmiş olan olayların aynı zaman dilimin­de meydana gelmiş gibi ele alınıp değerlendirilmesi.

 

Analitik Önerme

 

(Analıtıcal Phoposıtıon) Yüklemi, öz­nesinin dışında, ona ek olarak bir bildirimde bulunmayan önerme. Örn. Cisimler yer kaplar önermesinde yer kaplamak cisim kavramının tanımı içinde mündemiç olduğu için, cümle­nin yüklemi, öznesi hakkında ayrı bir bilgi vermemektedir. Dolayısıyla bu cümle bir analitik önermedir. Bkz. sentetik

 

Analiz

 

(Analysıs) Bkz. çözümleme

 

Analiz Eğrisi

 

(Analysıs Curve) Bir olgunun belirli değiş­kenlerle ilişkisinin, çeşitli düzeylerde aldıkları değerlerin koor­dinat düzleminde işaretlenmesi sonucunda ortaya çıkan nokta­ların birleştirilmesi suretiyle sürekli bir çizgi halinde, grafiksel gösterimi.

 

Anamal

 

(Capıtal) Bkz. SERMAYE

 

Anamalcılık

 

(Capıtalısm) Bkz. kapitalizm

 

Anarşist Bilgi Kuramı

 

(Anarcmıstıc Tııeory Of Kxowı.Edge) Alternatif bilgi kaynaklan üzerinde tam bir egemenlik kurarak bilimsel bilgiyi yegâne sağlam bilgi kabul eden moderntsl epistcmeolojiye karşı çıkan; bilginin akıl, duyu, sezgi vb. çeşitli kaynaklardan beslenebileceğini, değişik bilgilenme yollan ile elde edilen bilgilerin bilimsel bilginin tahakkümün­den kurtarılmaları gerektiğini; özellikle de bilimsel bilginin siyasî, askerî, hukukî vb. tek bir otoritenin enirine verilerek, genelde tüm insanlar, özelde de belirli toplumsal kesimler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasına karşı çıkılması gerektiğini savunan görüş.

 

Anarşizm

 

(Anarchısm) 1. Kural tanımazlık. Her türlü kural ve otoriteye karşı olma.

2. Toplumların yöneticiler olmadan da var olabileceğini savunan siyasal felsefe.

3. Birey ve toplumun kurtuluşunun, ancak, bir çok olumsuzluğun kaynağı olduğu ileri sürülen devletin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağı­nı iddia eden görüş.

4. Otoriter bir devlet yönetimi ve yasaları­nı reddederek, bireylerin kendi ihtiyaçlarını istedikleri şekilde karşılayabilmeleri için kendi kendilerini organize etmeleri ge­rektiğini öne süren ideoloji.

 

Anasoyluluk

 

(Matrılınearıty) Miras hakkı ve soy zinciri­nin anne kanalıyla devam ettirilmesi. Bkz. babahanlık, anahanlık.

 

Anayasa

 

(Constıtutıon) Bir devletin temel organları ve bunlar arasındaki ilişkileri, siyasal iktidarın oluşturulma biçimi ve topluma yayılmasıyla ilgili genel kuralları, özel ve tüzel ki­şilerin hak, sorumluluk ve devletle olan ilişkilerinin nitelik ve sınırlarını düzenleyen, çoğunlukla da yazılı olan hukukî metin. Kanunlarla karşılaştırıldığında, onlar kadar kolay değiştirilebi­len ve genel hükümler İçeren anayasaya esnek anayasa; ay­rıntılı ve değiştirilmesi kanunlardan daha zor ve hattâ değiştirilmesinin hukuken mümkün olmadığı kayda bağlanmış hü­kümler içeren anayasaya da katı anayasa denir.

 

Anayasa Mahkemesi

 

(Constıtutıonal Court) Kanun ve meclis içtüzüklerinin anayasaya uygunluğunu denetleyen; cumhurbaşkanının, bakanların, yargıtay, askerî yargıtay, yük­sek hakimler kurulu, danışiay, sayıştay başkanı ve üyelerini, cumhuriyet başsavcısını, askerî yargılay başsavcısını ve kendi üyelerini görevlen İle ügili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfa­tıyla yargılayan ve ayrıca anayasayla verilen diğer görevleri de yapan, kararları temyiz edilemeyen yüksek mahkeme.

 

Angarya

 

(Forced Labor) 1. Bir işin birilerince başka birileri­ne, bu kişilerin rızaları alınmadan, zorla yaptırılması; keyfî iş yükleme; bu şekilde yüklenen iş.

2. Marksist ekonomi teorisi­ne göre, feodal rejimde senyör ve kral tarafından istenen bir iş yükü olarak ortaya çıkan, artı-ürün elde etmenin tarihsel bi­çimlerinden biri.

 

Animizm

 

(Ammısm) 1. Canruhçuluk Canlıcılık. Doğanın bir bütün olarak ve her varlığın teker teker maddî varlığının öte­sinde bir de ruha sahip olduğunu kabul eden görüş. Bkz. ruhçuluk.

2. Doğal olaylar, hayvanlar ya da doğada varolan başka nesnelere bîr ruh izafe ederek bunlara tapınma temeli­ne dayanan din anlayışı.

 

Anket

 

(Questıonnaıre) Bir araştırma çerçevesinde, kişilerin düşünce, görüş, veya eğilimlerini tespit etmek amacıyla hazır­lanmış soruların bir düzenlilik içinde yerleştirildiği soru kağıdı; bu şekilde bilgi toplamayı amaçlayan araştırma yönte­mi.

 

Anlam

 

(Meanıng) 1. Bir kelimenin, sembolün, işaretin, anlatı­mın, teorinin vs. taşıdığı bilişsel veya duygusal İçerik. 2. işaret İle işaret edilen arasındaki bağlantı.

 

Anlama

 

(Understandıng) 1. Olgu, bilgi veya süreçleri birbi­riyle İlişkili olmaları yahut ilişkisizlikleri bakımından, öğeleri arasında anlam ilişkisi bulunan bîr zihinsel çerçeveye oturtma.

2. Bir sembol, ifade ya da kavrama, kullanıldığı bağlama uygun bir anlam verme veya ona yüklenmiş olan anlamı kav­rama.

 

Anlamlılık

 

(Meanıngfulness/Sıgmfıcance) 1. Bir şeyin anlam kavramı ile, ya da anlam kavramı dolayırmndan geçiri­lerek çözümlenebilir olması. Bir nesne, bir işaret ya da bir önermenin bir anîam ifade edip cimemcsi; söylenen bir şeyin anlamlı olup olmaması.

2. İstatistiksel anlamda bir deney veya gözlemden elde edilen sonuçların şansa bağlı olup olmaması. Buna göre, belirli işlemler sonunda şansa bağlanamayacağı tespit edilen sonuçlar anlamlı kabul edilir.

 

Anlamsal Açıklama

 

(Reasonal Kxplanatıo) Bkz. açık­lama

 

Anlaşma

 

(Agreement) 1. Devletler arasındaki teknik ve idarî işleri düzenleyen, hükümet temsilcileri tarafından imzalanan ve antlaşmaya oranla daha az resmî olan belge.

2. Bir işin gerçekleşmesi, bir sorunun çözüme kavuşturulması veya bir sürecin düzenlenmesi amacıyla birden fazla tarafın belirli ku­rallar, ilkeler ve yaptırımlar üzerinde sözlü veya yazılı olarak uzlaşmaya varmaları.

3. İki veya daha fazla kişinin ya da tara­fın, aralarında yapmış oldukları düşünce yahut amaç birliği.

4. Belirli bir sektör veya bir faaliyet dalında rekabeti azaltmak İçin, firmaların hukuki özerkliklerini koruyarak, ortak çaba sarfeimek üzere aralarında vardıkları uzlaşma.

 

Anoloji

 

(Analogy) 1. İki şey arasındaki benzerliğe dayanarak birisi ile İlgili yargıyı diğeri için de geçerli sayma.

2. Belirli ön­cüllerden hareketle, benzer olay ve olgular arasındaki sebep sonuç İlişkilerinden de yararlanarak mantıksal sonuçlar elde etme yöntemi. Bkz. tasım, kıyas.

 

Anomi

 

(Anomıe) 1. Kuralsızlık. Normsuzluk. Genellikle top­lumsal geçiş dönemlerinde veya bir toplumun hızlı değişim geçiren kesimlerinde görülen ve varolan kuralların kişiler nez-dindeki bağlayıcılıklarının kaybolması, buna karşılık yeni kurallann da eskilerinin yerine ikame edilecek kadar kabul gör­memesi sonucu, kişilerin davranışlarını uyduracakları etkin toplumsal normların olmadığı, göreli normsu/luk durumu. (E. IXırkheini) 2. Bir toplumdaki mevcut kültürel değer ve sosyal amaçlar İle o lopiumda yaşayan bireylerin söz konusu amaç, değer ve kurallara uygun olarak davranma ve yaşama İstekleri arasında belirgin bir farklılaşmanın ortaya çıkması sonucu top­lumsal iiişkiîeri düzenleyen kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumu. Bkz. yabancılaş­ma.

 

Anomik İntihar

 

(Anomıc Slıcıoe) Bkz. İntihar

 

Anonim Şirket

 

(Joınt-Stock Company) En az beş kişi ta­rafından kurulabilen, bir ticarî unvana sahip, esas sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız mal varlığıyla sorumlu bulunan ve ortakların sorumluluğu ta­ahhüt etmiş oldukları sermaye paylarıyla sınırlı olan ticarî şir­ket. Anonim şirketler esas mukavelede açıkça belirtilmek şar­tıyla, kanunen yasak olmayan her türlü iktisadî faaliyetle uğra­şabilirler.

 

Anormal Davranış

 

(Abnormal Behavıour) Belirli bir sosyal bağlam içinde yaş, cinsiyet ve statüsüne göre kendi­sinden beklenenin dışında, genci kabule ters bireysel davra­nış. Bu tür davranışların ruhsal nedenlerini inceleyen disipline de anormal davranış psikolojisi denir.

 

Anormal Davranış Psikolojisi

 

(Psychoiogy Of Ab-Normal Behavıour) Bkz. anormal davranış

 

Antagonizma

 

(Antagonısm) Bkz. hasımlık

Antant

 

(Entente) İki ya da daha fazla ülke arasında yapılan ve çok fazla yükümlülük getirmeyen zayıf bir bağdaşıklık.

 

Antinomi

 

(Antınomy) İki kural, önerme ya da kanun arasın­daki zıtlık. İki ilkenin birbirlerini reddedecek biçimde çatışma­sı. Tersi de, kendisi de aynı ölçüde ispatlanmaya elverişli, do­layısıyla kesin çözümü mümkün olmayan çelişki.

 

Antisemitizm

 

(Antısemıtısm) Yahudi düşmanlığı. Yahudi­liğin özünde barındırdığı üstün ırk inancı nedeniyle, Yahudile­re karşı düşmanca duygular besleme. Önceleri Museviliğe kar-Şi beslenen dinsel tepki ve Musevilere karşı duyulan antipalinin, 19- yüzyılın ikinci yarısından itibaren ırkçı bir boyut ka­zanmaya başlayarak, özellikle de Almanya ve Avusturya'da, bu ülkelerde barınan diğer insanlara kıyasla çok İyi şarilar al­tında yaşayan Yahudilere karşı, onları sosyal ve hukukî hak­lardan mahrum etmeye, hattâ toplu kıyımlarına cevaz veren düşmanca bir tavra dönüşmesi.

 

Antitez

 

(Antıthesıs) Bkz. diyalektik mantık

 

Antlaşma

 

(Trkaty) Devletler arasında yazılı, uluslararası hu­kuk uyarınca yükümlülükler doğuran, varolan yükümlülükleri değişiren veya sona erdiren bir istek birleşmesi; resmiyet ve bağlayıcılığı yüksek uzlaşma belgesi.

 

Antrepo Rejimi

 

(Warkhousing SYSTEM) Vergiye tabi ya­bancı malların, ülke içinde ayrılmış bir yerde, vergi Ödenmek­sizin bir müddet alıkonmasını sağlayan sistem. Eşyanın kon­duğu yere antrepo adı verilir. Antrepoya konan eşya bir bakı­ma ulusal sınırlar dışında sayıldığından eşya antrepodan çıka­rılıp ithal işlemine tâbi tutulduğu takdirde vergiye konu olur.

 

Antropoloji

 

(Anthropology) İnsanhnv İnsanın biyolo­jik olarak kökenini ve toplumların sosyokültürel gelişimlerini İnceleyen bilim dalı. Toplumların kültürel kurum yapı ve de­ğerlerini karşılaştırmalı olarak inceleyen antropoloji dalına kültürel antropoloji; insanların İçinde yaşadığı coğrafî şanlar ile biyolojik yapıları arasındaki İlişkileri konu edinen disipline fiziksel antropoloji; toplulukların sosyal yapılarını inceleyen disipline sosyal antropoloji; değişik ırklarla ilgili anatomik bilgilerin biraraya getirilip sınıflandırılması ile uğraşan disipli­ne de antropometri denir.

 

Antropometri

 

(Anthropometry) Bkz. antropoloji

 

Antropomorfizm

 

(Anthropomorp1ıısm) 1. İnsanb İçimettik Evrene yahut insan dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen, her nesnede hattâ soyutlamada, insan­da varolanlara benzer unsurlar buiup arada paralellikler kuran yaklaşım.

2. Tanri'nın, insandan daha güçlü ve yetkin olmakla birlikte, şekil ve nitelik açısından temelde insana benzediğini kabul eden felsefi görüş. Tanrıyı insan suretinde tasavvur et­me anlayışı.

 

Antroposentrisizm

 

(Antııropocentrıcısm)

1. İnsan-merkezcilîk. İnsanı evrenin merkezine yerleştiren, insana ait değerlerin evrenin işleyişinde merkezî bir konuma sahip oldu­ğunu savunan ve varoluşu sadece insanın deneyimleriyle sı­nırlayan yakiaşım. İnsanı, tüm değerlerin referans kaynağı ka­bul etme anlayışı.

2. Evrendeki bütün varlıkların ve bu varlıklar arasındaki ilişkilerin, insanın bilgi, çıkar ve eğilimleri doğrultusunda kavranması, anlamlandınlması ve değerlendirilmesi.

 

A. Posteriori

 

(A Posteriori) Deney sonrası. Sonsal. Dene­yimle kazanılan; deneyden sonra gelen; deneye ve olgulara dayanan; deneyimden önce var olmayan. Tecrübeden Önce zi­hinde mevcut olmayan, tecrübe İle kazanılan bilgiye de a posteriori bilgi denir.

 

A Posteriori Bilgi

 

(A Posteriori Knowledge) Bkz. a pos­teriori

 

A Priori

 

(A Prıorı) Deney öncesi. ÖnseL Hem zaman, hem de mantıksal açıdan deneyimden önce gelen. Deneyimden önce zihinde varolduğu, zaman ve mekâna göre değişmediği kabul edilen ve doğrudan akla dayandırılan bilgiye de a prîori bilgi denir.

 

Apriori Bilgi

 

(A Prıorı Knowledge) Bkz. apriori

 

Ara Mallar

 

(Intermedıate Goods) Üretim sürecinde bir malın üretimi aşamasında, nihaî malın elde edilebilmesi İçin girdi olarak kullanılan, hammadde niteliğini kaybetmiş, yarı üretilmiş mallar. Örn. bir arabanın üretiminde kullanılan çeşit­li parçalar.

 

Ara Seçim

 

(By-Electîon) istifa, ölüm yahut milletvekilliğinin düşmesiyle parlamentoda boşalan sandalyeler, veya boş bulu­nan belediye başkanlıkları için normal seçim süresinden önce yapılan milletvekilliği veya belediye başkanlığı seçimi.

 

Arabuluculuk

 

(Medıatıon) 1. İki şeyin arasını bulma; iki taraf arasındaki anlaşmazlığı giderip tarafları barıştırma.

2. Uluslararası İlişkilerde, iki devlet arasındaki uyuşmazlıkları, mü zakerelere aktif olarak katılan üçüncü bir devietin, kişinin veya uluslararası bir organın yardımıyla dostane bir çözüme götüren uygulama; ya da taraflar arasındaki anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözüme kavuşturulmasına yardımcı olması amacıyla tayin olunan kimsenin görevi.

 

Aralıklı Ölçek

 

(Interval Scale) Bkz. ölçek

 

Aralıklı Tekrar Yöntemi

 

(Dıstrıbuted Practıce Met-Hqd) Tekrarların arasına dinlenme sürelerinin yerleştirildiği ve sürekli tekrar yöntemine göre genellikle daha başarılı so­nuçlar alınmasını sağlayan bir çalışma ve öğrenme yöntemi.

 

Araz

 

(Accıdent) Bkz. İlinek

 

Arbitraj

 

(Arbıtrage) 1. Döviz piyasalarındaki kur farklılıkla­rından yararlanarak dövizi ucuz olduğu piyasadan alıp, pahalı olduğu piyasada satmak. Çapraz kur farklarından yararlanmak suretiyle kazanç sağlama. Bu İşleme döviz arbitrajı da denir.

2. Piyasadaki faiz farkları dolayısıyla likit fonları düşük faizli piyasadan yüksek faizli piyasaya kaydırmak yoluyla kâr elde etme. Bu işleme faiz arbitrajı da denir.

 

Ardzamanlujk

 

(Dıachronısm) Değişimin kavranmasını mümkün kılmak için, doğrusal bir çizgide, düzenli aralıklara bölünerek kavranan saat zamanına göre birbirinden önce ya da sonra gelmek, niceliksel zaman açısından birbirine öncelik sonrahk ilişkisi ile bağımlı olmak.

 

Argo

 

(Jargon) Jargon Çok dar bir sosyal aitgrup tarafından . kullanılan kelime veya deyim. Belirli davranış biçimleri veya eylemleri ifade etmek üzere geliştirilmiş, genellikle yazı dilin­de değil, sözlü dilde kullanılan kaba deyim, kelime veya İfade grubu.

 

Arızî Gelir

 

(Accıdental Income) Sürekli olmayan kaynak­lardan sağlanan ve kişilerin normal tüketim harcamalarında önemli bir değişiklik meydana getiren gelir. Örn. Millî piyan­go çekilişinden çıkabilecek bir ikramiye, işletmelerce çalışan­larına verilen ikramiyeler., gibi.

 

Aristokrasi

 

(Arıstocracy) 1. Soyhi yönetimi Yönetimde soyluların egemen olduğu düzen.

2. Devlet yönetiminin, soy­luluk ve sosyal statü bakımından toplumda sivrilmiş seçkinler grubunun tekelinde bulunduğu siyasal sistem.

 

Artan Oranlı Vergi

 

(Progressıve Tax) Müterakki vergi. Vergi tabanı artukça vergilendirme oranının da yükseldiği ver­gi türü. Bkz.

 

Artık Değer

 

(Surplus Valüe) Artı değer. Bir ürünün top­lam değerinin, o ürünün üretimini gerçekleştiren işçilere ödenmeyen bölümü. Değerin, emek sahibine verilmeyen kıs­mı.

 

Artık Emek

 

(Surplus Labor) Karşılığı ödenmeyen emek. İş­çinin ücretini aldığı normal çalışma süresinin dışında kalan ek-süre zarfında sarfettiği, karşılığı kendisine ödenmeyen emek. Marksist kurama göre, insanın insan tarafından sömü­rülmesi temeline dayanan üretim biçimlerine özgü tarihsel bir kategori oian artık emek ya da artı emek, işgücünün maliyeti ile ürettiği ürün değeri arasındaki farka tekabül eden emeği belirtir.

 

Artikülasyon

 

(Artıculatıon) Bkz. eklemlenme

 

Arz

 

(Supply) 1. Sunum. Bir malın üretim ve ithalatı toplamın­dan stokların düşülmesiyle elde edilen, tüketime sunulan mik­tarı.

2. Belirli bir piyasada çeşitli fiyat düzeylerinde satıcıların "bir maldan satmayı düşündükleri miktar. Bir malın çeşitli fiyat düzeylerine karşılık gelen arz miktarlarının belirlenerek sözko-nusu fîyat-miktar bileşimlerinin koordinat düzleminde birleşti­rilmesiyle elde edilen eğriye de arz eğrisi denir.

 

Arzın Fiyat Esnekliği

 

(Prıce Elastıcıty Of Supply) Bkz. Esneklik

 

Arz Yanlı İktisat

 

(Supply Sîde Economıcs) Keynesgil te­orinin toplam talep üzerine çok fazla ağırlık vermesine bir tepki olarak doğan ve temel amacı hızlı ekonomik büyüme ile düşük enflasyonu birarada gerçekleştirmek olan İktisat dalı. Buna göre vergi oranlan temel politika aracı olmalı ve bu oranlar tasarruf etme ve çalışma şevkini kıracak kadar yüksek olmamalı, sosyal güvenlik harcamaları da işgücünü tembelliğe özendirmeyecek bir düzeyde tutulmalıdır.

 

Arz-Talep Kanunu

 

(Law Of Supply And Demand) Sunum-îstem Yasası. Diğer faktörler aynı kalmak koşuluyla, fi­yatı yükselen malın arzının artıp, talebinin azalması; fiyatı dü-Şen malınsa arzının azalıp, talebinin artması; ya da tersinden, arz yükselirken fiyatın düşmesi, talep yükselirken fiyatın yük­selmesi kuralı. Bir malın belirli bir piyasada fiyat düzeylerin­deki çeşitli artışlar karşısında satıcıların satmayı düşündükleri mal miktarını artırmaları; alıcıların da almayı düşündükleri miktarı azaltmaları ilkesi. Kısaca istisnalar dışında mal ve hiz­metlerin fiyatları İle arzları arasında doğru, talepleri arasında ters orantının bulunması. Dolayısıyla arz eğrisi pozitif (koordi­nat düzleminde yukarı doğru yükselen), talep eğrisi ise negatif (koordinat düzleminde aşağı doğru giden) eğimlidir.

 

Asabiyet

 

(Group Feelıng) Bir topluluk, cemaat, veya toplu­mun bireyleri arasındaki yardımlaşma ve dayanışmayı sağla­yan, direnme ve atılım yapabilmeyi mümkün kılan sosyal bağ­lılık duygusu. Gerek üretim gerekse sosyal-siyasal ilişkilerde birlikte eylem yapabilmeyi ifade eden asabiyet olgusu, kan bağından kaynaklanabileceği gibi, din, dil, kültür yahut gele­nek birliğinin bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir. [1]

 

Asgarî Geçim Düzeyi

 

(Subsıstence Level) En düşük ge-çim düzeyi. Kişinin kendini yeniden üretebilmesi, İşini yapa­bilmesi ve sağlıklı yaşayabilmesi İçin zorunlu fiziksel gereksi nimlerini ve hayatını İnsanlık haysiyetine yaraşır biçimde de­vam ettirebilmesi için zorunlu sosyal ihtiyaçlarını karşılayabile­cek geçim düzeyini sağlayacak en düşük gelir miktarı,

 

Asgarî Ücret

 

(Minimum Wage) Bir işçinin çalıştırılabileceği en düşük ücreti gösteren ve hükümet karan ya da toplu söz­leşmeyle belirlenen ücret düzeyi. Asgarî ücret, işçinin zorunlu gereksinimlerini günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde kar­şılayabileceği bir miktar olarak kabul edilir.

 

Asimilasyon

 

(Assımılatıon) 1. Güçlü bir toplum veya kültü­rün daha zayıf toplum ve kültürleri kendi içinde dönüştürerek eritmesi, kendine yamaması.

2. Bir bireyin doğup büyüdüğü toplumun dışında bir toplumla veya azınlık ya da göçmen bir topluluğun başka bir toplulukla geliştirdiği ilişkiler sonucunda kendi özgün kültürel kimliğini yitirmesi ve yeni kültür orta­mında eritilmesi.

 

Askerî Demokrasi

 

(Mılıtary Democracy) Askerî liderle­rin savaş dönemlerinde donatıldıkları hak ve yetkilerin barış döneminde geri alındığı, böylece eşitlikçi yapının korunduğu, gens sisteminin yıkılışı ile devletin ortaya çıkışı arasındaki dö­nemin siyasal örgütlenme biçimi. İL. H. Morgart

 

Astroloji

 

(Astrology) Yıldızlar ve galaksilerin hareketleri ile kişilik ve insan davranışları arasında ilişki kurarak, doğum veya önemli olayların meydana geliş tarihine göre insanları gruplara ayıran bilim dalı. Doğum tarihlerini esas alarak insan­ların karakter yapılarına İlişkin çözümlemeler yapmayı konu edinen disiplin.

 

Asya Tipi Üretim Tarzı

 

(Asiatıc Mode Of Productıon) Atüt. Avrupa'da feodal üretim tarzının egemen olduğu Orta-çağ'da, Asya toplumlarında geçerli olan üretim tarzını İfade et­mek üzere türetilen kavram. İlk kez K. Marks tarafından kulla­nıldığı kabul edilen Atüt, çağın temel üretim aracı olan toprağın mülkiyetinin devlete ait olduğu, küçük elsanatlan ve ta­rımla uğraşan kapalı köy birimlerinden oluşan Asya toplumla­rında, ürünün bir bölümüne devletin elkoyduğu, buna karşılık ulaşım, haberleşme, ve sulama gibi bayındırlık hizmetlerinin merkezî otorite tarafından Yerine Getirildiği Bir Toplumsal Yapı­lanmayı İfade Etmektedir.

 

Aşağı Mallar

 

(Inferıor Goods) Düşük mallar. Gelir dü­zeyi yükselirken, tüketim talepleri azalan mallar. Aşağı malla­rın taleplerinin gelir esnekliği negatiftir; gelir yükselirken ta­lepleri düşer. Örn. Düşük gelir düzeyinde çok patates tüketen birisinin, gelir düzeyi yükseldikçe patates yerine et vb. daha pahalı besin maddelerini ikame etmesi nedeniyle patates tale­binin düşmesi, patatesin bir aşağı mal olduğunu gösterir.

 

Aşağılık Kompleksi

 

(Comlex Of Inferıorıty) Kişinin kendisini başkalarıyla karşılaştırdığında farketüği bir eksikliği­nin kendine olan güvenini sarsacak derecede kaygılı, belirsiz ve güvensiz tavırlara dönüşmesi. Bkz. odip kompleksi, hadım­lık Karmaşası, Kompleks.

 

Aşamalar Kuramı

 

(Theory Of Stages Of Develop-Ment) Her toplumun kalkınma sürecinde tarihsel olarak be­lirli aşamalardan geçeceğini ve temel özellikleriyle bu aşama­ların her toplum için aynı olacağını ileri süren kuram. Sözko-nusu kalkınma ya da büyüme aşamaları şunlardır: Geleneksel toplum aşaması, hazırlık aşaması, harekete geçme aşaması, ol­gunlaşma aşaması ve kütlesel tüketim aşaması. [2]

 

Aşar

 

(Tıthe) Öşür. Osmanlı Devleti'nde tarımsal gelirlerden aynî olarak ve onda bir (1/10) oranında alınan vergi türü. Merkezin güçlü olduğu dönemlerde Osmanlı maliyesinin te­mel gelir kaynaklarından birisini oluşturmuş olan aşar, merke­zin gücünün zayıfladığı dönemlerde yozlaşarak yerel güçlerin halk üzerinde bir baskı ve sindirme aracı haline dönüşmüş, ni hayet Osmanlının dağılmasından kısa bir süre sonra (1925) yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca bkz. seri vergiler.

 

Aşırı İstihdam

 

(Över Employment) Tam istihdam sınırına yaklaşılmış bir ekonomide, emre hazır işgücü miktarının, çeşit­li üretim kolları arasındaki uyumu sağlayan geçici işsizlik dü­zeyinin altına düşmesi. Aşın istihdam, emek arzının emek tale­bini karşılayamadığı konjonktürlere özgü bir dengesizlik duru­mu olarak kabul edilir.

 

Aşırı Sömürü

 

(Över Exploıtatıon) Marksist iktisat termi­nolojisinde, İşgücü değeri ile sözkonusu işgücüne ödenen üc­ret arasındaki denkliğe uyul mamasından kaynaklanan farklı­laşma, ek sömürü. Buna göre, ilke olarak, ücretin parasal açı­dan işgücünün değerine eşit olması gerekirken, işgücünün kendi normal fiyatından daha düşük bir fiyata satın alınması sonucunda işçinin kazancının eksilmesi, dolayısıyla sermaye­darın daha büyük artık değer elde etmesi aşırı sömürüyü or­taya çıkarmaktadır.

 

Aşiret

 

(Clan) Klan. Anne veya baba yoluyla aynı atadan geldi­ğine inanan, aynı kültürü paylaşan ve aynı coğrafî alanı kulla­nan, bu yüzden de aralarında sıkı bir bağlılık ilişkisi görülen küçük insan topluluğu. Bkz. kabile, gens.

 

Aşkın

 

(Transcendental) Sınırı aşan. Üstün olan, Deneyüstü. Transandantal. Bir ontolojik kategori olarak insanlık düzeyini-nin üstünde, insan bilincinin kavrayış alanının dışında bulu­nan, insana göre üstün olan. Bkz. içkin.

Ataşe

 

(Attache) Siyasal, askerî, ekonomik, tarımsal ve kültü­rel alanlarda uzmanlaşarak kendi uzmanlık alanındaki etkin­liklerle ilgili raporlar hazırlayıp temsilcilik yapan diplomatik misyona bağlı teknik uzman.

Ateizm (Atheısm) Tanrıtanımazlık. Tanrı'yı inkâr felsefesi. Herşeyi yaratan ve evrendeki İşleyişi kontrolü altında bulun­duran tabiatüstü bir gücün varlığını reddeden, İlâhî bir otorite tanımayan görüş. Ateizmin yalnızca Tann'nın İnkân ile yetine­ninden, Tann'nvn insanı değil, insanın Tann'yı yarattığını veya insanın kendi kendine yeter bir varlık olup, Tanrıya ih­tiyacı olmadığını savunanına kadar çeşitli versiyonları vardır.

 

Âtıl Kapasite

 

(Unutıused Capasıty/Idle Capacıty) Eko­nomik üretim birimlerinin kurulu kapasiteleri ile fiilî üretim dü zeyleri arasındaki fark; kullanılmayan, yararlanılamayan kapa­site. Örn. yıllık 10.000 makina üretim kapasitesi olan bir fir­manın talep yetersizliği, hammadde yahut finansman sıkıntısı yüzünden yılda fiilen 5.000 makina üretebilmesi halinde kulla­nılmayan bu kapasite âtıl kapasitedir.

 

Âtıl Para Talebi

 

(Demand For İdle Money) Bir ekonomi­de belirli bir dönemde spekülasyon güdüsüyle elde tutulmak İstenen para miktarı. Atıl para talebinin faiz haddinin bir fonk­siyonu olduğu ve bu değtşke.nier arasında ters yönlü bir ilişki bulunduğu, dolayısıyla paranın fiyatı olan faizin yükselmesi durumunda, âtıl para talebinin düşeceği kabul edilir.

 

Atomculuk

 

(Atomısm) Gerçekliğin nihaî olarak daha küçük parçalara bölünemeyen en küçük birimler olan atomların bir araya gelmesi ile oluştuğunu savunan; gerçeği atomlardan yo­la çıkarak açıklayan görüş.

 

Atomizasyon

 

(Atomızatıon) Sanayi devriminden sonra meydana gelen sosyal ekonomik ve siyasal değişimin bir so­nucu olarak aile, yakın akraba ve komşuları ile olan gelenek­sel bağlan çözülen ve böylece birincil İlişkileri ortadan kal­kan bireylerin İkincil, formel ve bürokratik ilişkilerle bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan yalnızlaşma süreci. Bkz. yabancılaş­ma, Anomi.

 

Avans

 

(Advance) 1. İleride hakedilecek olması ve ödenmesi kararlaştırılmış bir borcun Önceden peşin ödenen kısmı.

2. Be­lirli bir süre sonunda geri alınmak üzere verilen para.

3. Ban­kacılıkta cari hesap şeklindeki maddî teminatlı (menkul temi­nat karşılığında verilen) kredi.

 

Avcı-Toplayıcı Toplum

 

(Hunter And Food-Gatherıng Socıety) Yerleşik bir örgütlenmeye sahip olmayan, geçimini avlanma ve yenilebilir yabanî bitkileri toplama yoluyla sağla­yan toplum modeli.

 

Avrupa Komünizmi

 

(European Communısm) 1970'lerin ortalarında ispanyol, italyan ve Fransız komünist partileri tara­fından Avrupa'nın Özgül durum ve şartlarına daha İyi uyduğu iddia edilerek ortaya atılan ve bir siyasal yönetim biçimi ola­rak proleterya diktatörlüğünün, en azından Avrupa için, ka­bul edilemez olduğunu savunan, onun yerine çok partili, hal­kın çıkarlarını devletinkilerden üstün gören, ve Avrupa'nın ge­nel kabul gören söylemine uygun, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan bir yönetim biçimini öngören siyasal görüş. Avrupa Komünizmi, hem komünistlerin geniş halk desteği sağlayarak iktidara gelebilmek, hem de sosyal demokratların, komünistle­rin de desteğini almak İçin buldukları bir ara formül olarak değerlendirilmektedir. Bkz. sosyal demokrasi.

 

Avusturya Okulu

 

(Austrıan School) «Mal ve hizmederin değişim değerini faydanın yarattığını, dolayısıyla değerin süb­jektif bir karakter taşıdığını; bir şeyin fayda ya da değerini, o şeyin üretiminde kullanılan son birimin faydasının (marjinal fayda) belirleyeceğini ve nihayet bir malın değişim değerinin, sözkonusu malın üretimine dahil olan faktörlerin de değerini belirleyeceğini savunan; başlıca temsilcilerini C. Menger, F.V. Wieser, Böhm-Bawerk ve L.V. Mİses'in oluşturduğu 19. yüzyı­lın sonlarında etkili olmuş Neoklasİk-marjİnaÜst okulun Avus­turya kolunu oluşturan iktisat okulu. Viyana Okulu olarak da anılmaktadır.

 

Ayaklanma

 

(Insurrectıon) Bkz. isyan

 

Aydın

 

(Enlıghtened/Intellectual) 1. Münevver. Entel-lektüel Zihinsel faaliyetle yoğun olarak meşgul olan, hakika­tin bilgisi peşinde koşan insan.

2. Kendi tarihsel ve toplumsal konumunun bilincinde, içinde yaşadığı toplumun problemleri­nin farkında olan, bu özelliklerinden dolayı da içinde yaşadığı topluma Öncülük etme rolünü üstlenmiş insan. Bkz. çevre ay­dını, Sahte Aydın, Aydın Despotizmi.

 

Aydın Despot

 

(Benevolent Dıctator) Toplumsal kriz dö­nemlerinde görülen, çoğunlukla halkın oylan ile seçilmesine rağmen ülkeyi düze çıkarmak, İçine düşülen sıkıntılardan hal­kı kurtarmak, refah ve mutluluk getirmek gibi amaçların ger­çekleştirilmesi için gerekli olduğunu düşünerek, halkının üze­rinde baskı kuran ulusal Üder yahut diktatör:

 

Aydın Despotizmi

 

(Intellectuals' Despotısm) 1. Bir top­lumu denetimlerinde tutmak ve kendi egemenliklerinin deva­mını garantilemek isteyen bilim, kültür ve sanat erbabının her türlü alternatif düşünce ve karşıt oluşuma karşı takındıkları baskıcı, hoşgörüsüz ve acımasız tutum. Bkz. çevre aydını, ay­dın.

2. Düşünce hayatının muhtelif köşebaşlannda yerleşik en-tellektüellerin, yeniye geçit vermeyen tekellerini ısrarla koru­ma çabası İçinde olmaları, müstebit bir tavırla düşünce ve sa­nat yaşamını vesayetleri altında tutmaya çalışmaları ve genç kuşakların üzerinde zihinsel denetim ve sosyal baskı oluştur­ma eğilimlerinin despotik bir nitelik kazanması.

 

Aydın Yabancılaşması

 

(Alıenatıon Of Inteuectuals) Bkz. Yabancılaşma

 

Aydınlanma

 

(Enlıghtenment) 1. İnsan ve doğayı ortak bir akıl paydasında birleştirerek, aklı nesnel bir bilgi üreteci, insa­nı da üretilen bu nesnel bilgiyle evreni sınırsız bir şekilde dö­nüştürme hak ve yetkisine sahip bir ontolojik kategori olarak gören beşerî anlayış.

2. Kendi zihinsel ürünleri dışında, insa­nın hayatını biçimlendirecek hiç bir ilke ve değer kabul etme­yen ve 17. yüzyılın başından itibaren Batı dünyasında egemen    olmaya başlayan anlayış.

 

Aydınlanma Çağı

 

(The Enlıghtenment) Batı dünyasında, rönesans ve reform hareketleriyle başlayarak, önceleri kilise­nin dogmalarına karşı bir başkaldırı niteliğinde İken zamanla, dinin yol göstericiliğini reddeden ve insanın İlerlemesinin an­cak akıl ve bilim sayesinde gerçekleşebileceğini kabul eden bir anlayışa dönüşen aydınlanma düşüncesinin egemen olduğu zihinsel dönüşümün meydana geldiği dönem.

 

Aynî Haklar

 

Kişinin eşya ile doğrudan doğruya olan ilgisinden kaynaklanan; başkalarına karşı eşya cinsinden (aynen) öne sü­rebileceği haklar. Eşyaya da mal cinsinden olmayıp da parasal olarak İleri sürülebilecek haklara da nakdî haklar denir.

 

Aynî Sorumluluk

 

Borçlunun, alacaklıya karşı, mal varlığına dahil olan belirli bir mal ya da eşya ile aynen sorumlu olması, diğer mallarının bu sorumluluğun kapsamı dışında tutulması.

 

Aynî Teminat

 

(Guarantee İn Kim) Bir borca karşılık ola­rak gösterilen taşınır veya taşınmaz rehin. Nakit cinsinden ol­mayan garanti. Borcun ödenmemesi durumunda alacaklı, ala­cağına karşılık teminat olarak konulan rehine el koyabilir.

 

Aynî Ücret

 

(Wage İn Kınd) Mal cinsinden ücret. Piyasa me­kanizmasının tam gelişmediği ortamlarda geçerli olan ve üre­tim faaliyetinde kullanılan emek faktörünün üretilen üründen alacağı payın para oiarak değil, yine mal cinsinden ödenmesi durumunda sözkonusu olan ücret.

 

Aynî Yardım

 

(Aıd İn Kınd/Publıc Relıef) 1. Nakit cinsin­den olmayan, gıda yardımı, teknik yardım vb. gibi mal ya da eşya olarak, aynen yapılan yardım. Ayrıca bkz. diş yardım.

2. İktisadî ve sosyal durumları itibariyle korunmaya muhtaç olan kişilere İnsanî ve sosyal amaçlarla, herhangi bîr karşılık bek­lenmeksizin yapılan yardım.

 

Ayrılıkçılık

 

(Separatısm) Bir devletin sınırları içerisinde ya-şayan etnik, dinsel veya coğrafî konumu itibariyle farklılık ar-zeden bir bölgenin sözkonusu devletten koparılarak bağımsız hale getirilmesi amacını güden siyasal görüş; bu görüşten yola çıkan hareket.

 

Azalan Marjinal Fayda

 

(Dımınıshıng Margınal Utı-Lıty) 1. Tüketici bireyin bir maldan tüketmekte olduğu ho­mojen miktarlar artarken, her ek birimin toplam faydada yap­tığı değişikliğin giderek azalması durumu.

2. Belirli bir maldan tüketilen birimler arttıkça, her ek birimin tüketilmesinden elde edilen marjinal faydanın giderek azalması ya da azalan bir eği­lim göstermesi.

 

Azalan Oranlı Vergi

 

(Regressıve Tax) Mütedennî vergi. Vergi matrahı büyüdükçe vergilendirme oranının azaldığı ver­gi türü. Vergi adaletine aykırı özelliği nedeniyle bu vergi, yay­gın kullanımı olan bir vergi türü değildir. Bkz. artan oranlı

 

Azalan Verimler Kanunu

 

(Law Of  Dımınıshıng  Re-Turns) 1. Üretim sürecinde bir faktörün verimliliğinin sürekli  artmayacağı ya da sabit kalmayacağı, tersine verimin eninde sonunda azalacağını İfade eden kural.

2. Üreıim teknolojisi veri İken, bir malın üretimi için kullanılan faktörlerden, diğerleri­nin sabit tutulup birinin miktarının artırılması durumunda, söz­konusu faktörün veriminin başlangıçta yükselirken, belirli bir maksimum noktaya ulaştıktan sonra da azalmaya başlayacağını ifade eden kanun.

 

Azgelişmiş Ülkeler

 

(Underdeveloped Coüntrıes) Sa­nayileşmiş ülkeler dışında kalan, kişi başına düşen reel gelir düzeyinin nisbî olarak düşük ve ekonomik büyümenin yavaş olduğu ülkeler. Düşük gelir düzeyinin yanısıra azgelişmiş ül­keleri karakterize eden diğer özellikler olarak, yatırım hacmi ve tasarruf eğiliminin düşüklüğü, altyapı yetersizliği, gelir da­ğılımının bozukluğu, tarım kesiminin ekonomideki payının yüksekliği ve nüfus artış hızının yüksek oluşu sayılabilir.

 

Azgelişmişliğin Gelişmesi

 

(Development Of Underde-Velopiment) A.G. Frank'ın Lâtin Amerika ülkelerindeki ince­lemelerinden hareketle geliştirdiği ve geri kalmış ülkelerdeki azgelişmişlik olgusunu, sözkonusu ülkelerin dünya kapitaliz­minin gelişmesine paralel olarak, uzun yıllardan bu yana dün­ya işbölümüyle bütünleşmiş olmalarına bağlayan yaklaşım. Buna göre, azgelişmişlik, uydu konumundaki azgelişmiş ülke­ler ile merkez konumundaki gelişmiş ülkeler arasında, kapita­lizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de devam eden iktisadî ilişkilerin tarihsel bir ürünüdür.

 

Azgelişmişlik

 

(Underdevelopment) l. Geri kalmışlık. Ge-İişmemişlik. Gelişememişlik. Sanayileşememiş, tarımda maki­neleşmeye geçememiş, şehirleşme ve genel nüfus içinde oku­ma yazma oranının düşük olduğu, bilimsel ve sanatsal etkin­liklere fazla kaynak ayiramayan ülke ya da bölgeleri, gelişmiş kapitalist ülkelerden ayıran Özellik. 2. Marksist iktisat kuramı­na göre, sömürgecilik ve dünyanın emperyalist güçler arasın­da paylaşılması çerçevesinde, rekabet yasası ve kâr peşinde koşmanın yoîaçtığı uzun tarihsel sürecin kaçınılmaz sonucu olarak, bazı ülke veya bölgelerin ekonomik, sosyal ve siyasal bakımdan kapitalizm öncesi aşamalarda kalması veya bırakıl­ması.

 

Azınlık Hükümeti

 

(Mınorıty Government) Bir ülkede bir siyasî parti ve liderin meclisten güvenoyu alabilmek İçin yeterli sayıda milletvekiline sahip olmamasına rağmen, tek ba­şına veya diğer partiler ile kurmuş olduğu ve salt çoğunluğa sahip olmayan hükümet.

 

B

 

Babahanlık

 

(Patrıarchy) Patrîarkİ. Erkeklerin ya da er­keklik zihniyetinin her türlü sosyal, siyasal, ekonomik, kültü­rel karar ve ilişkilerde belirleyici olduğu toplumsal örgütlenme biçimi.

 

Babasoyluluk

 

(Patrilınearıty) Miras hakkı ve soy zinciri­nin özellikle baba kanalıyla devam ettirilmesi..

 

Bağımlı Değişken

 

(Dependent Varıable) Bkz. değişken

 

Bağımlılık İhtiyacı

 

(Dependence Need) Danışma, nasi­hat alma veya duygusal destek temin etmek için, bireyin çev­resindeki kişilere dayanma ihtiyacı.

 

Bağımlılık Kuramları

 

(Dependence Theorıes) Dünya ekonomisini lek tek ülkelerin üstünde bir global sistem olarak ele alan, azgelişmiş ülkeleri, sözkonusu kapitalist dünya siste­mimin gelişmesi sürecinde aldıkları roller çerçevesinde incele­yen ve bu ülkelerin sistemle ilişkilerini bağımlılık ilişkisi için­de açıklayan kuramlar.

 

Bağımsız Değişken

 

(Independent Varıable) Bkz. değiş­ken

 

Bağıntı

 

(Correlatıon) Bkz. korelasyon

 

Bağışıklık Kazandırma

 

(Immünızatıon) Gerek toplum­sal, gerek ruhsal ve gerekse zihinsel düzeyde, kişilerin değer, tutum veya anlayışlarına daha az ters düşen bilgi veya durum­larla yüzleştirilmek suretiyle, kendilerine ters düşen durumlara karşı daha iyi donatılarak düşünce, tutum veya anlayışlarının güçlendirilmesi, değişmeye karşı dirençlerinin artırılması.

 

 

Bağlam

 

(Context) 1. Bir kelime, ifade veya görüngünün an­lamını belirlemede katkısı olan koşulların tümü.

2. Bir olay ya da ifadenin anlamını oluşturan ve içerimini belirleyen olgusal, kavramsal veya dizgesel çerçeve. Bkz. olgu bağlamı, sosyal Bağıam.

 

Bağlantısızlık

 

(Non-Alıgnment) Bir devletin askerî veya siyasî güçlerinin büyük devletler tarafından kendi amaçlan doğrultusunda kullanılmasını reddeden dış politika stratejisi.

 

Bağlantısızlık Hareketi

 

(Non-Alıgnment Movement) 1950'İi yılların sonuna doğru Birleşmiş Milletler'dekİ üye sayı dengesinin Üçüncü Dünya'ya doğru kayması ve Güney-Sovyetler Birliği ilişkilerinin bozulması sonucu ortaya çıkan or­tamda gelişen; Kuzey'in Güney'e müdahalesini eleştiren, dün­ya politikasının NATO ve Varşova Paktı tarafından belirlenme­sini protesto eden, ideolojik ve politik rekabetin doğurduğu kutuplaşmaya karşı çıkan ve barış İçinde birarada yaşama ku­ralına uygun bağımsız bir dış politika, bağımsızlık hareketleri­nin desteklenmesi, hiçbir askerî ittifaka üye olmamak ve ken­di topraklarında yabancı bir askerî gücün bulunmasına izin vermemek gibi ilkeler etrafında Hindistan'ın önderliğinde bi-raraya gelen devletlerin oluşturduğu uluslararası hareket.

 

Bağlılık İhtiyacı

 

(Belongıngness Needs) Bkz. İhtiyaç­lar Hiyerarşisi Kuramı

 

Banka

 

(Bank) 1. Temel işlevi para ticareti, belirli bir ücret kar­şılığında para ahp-satmak olan, kapitalist sistemin düzenli işle­yebilmesi için ihtiyaç duyulan sermaye akımının sağlanmasın­da önemli rol oynayan, fînans sektörünün motoru niteliğinde­ki İşletme.

2. Tasarruf sahiplerinin tasarruflarını mevduat ola­rak belirli faiz lerle toplayıp, yine belirli faizlerle İşadamlarına aktaran, böylelikle tasarrufların yatırıma dönüşmesi sürecinde aracılık yapan; bunun yamsira havale yapmak, senet ıskonto etmek, senet tahsili yapmak, çek vermek, ticaret finansmanına yönelik hizmetler sunmak., vb. ticari ve ekonomik yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik çeşitli faaliyetler yürüten finansal hizmet kurumlan.

 

Banker

 

(Banker) 1. Bankacı, bankacılıkla meşgul olan kişi.

2. Para, kredi, hisse senedi, tahvilat, kıymetli evrak ve benzer menkul değerler ahmTsatımı ile uğraşan, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını faiz karşılığı İşleten kişi.

 

Banknot

 

(Banknote) Emisyon kurumunca tedavüle çıkarılan ödeme araçlarının ya da efektif paraların genel adı; kağıt para. Karşılığı bulunan para. Daha Önceleri tedavüldeki banknoüa-nn, bunları dolaşıma çıkaran kurum nezdinde altın olarak kar­şılığı bulundurulurken, 1929 dünya iktisadî buhranını izleyen yıllarda para ile altın arasındaki bu bağ kopmuştur.

 

Barbarlık

 

(Barbarısm) 1. Etnik kökeni Roma ve Yunan'a dayanmayan İnsanlara ait her şey.

2. Evrimci yaklaşıma göre insanlık tarihindeki aşamalardan biri. Buna göre ekonomik yapının avcılık ve toplayıcılığa dayandığı döneme yabanilik dönemi; tarımın geliştirilip yerleşik hayatın başladığı döneme de barbarlık dönemi denmektedir. Bu bağlamda, hayvanla­rın evcilleştirildiği ve sulu tarımın yapıldığı döneme, orta bar­barlık dönemi; demirin kullanılmaya başlandığı döneme yu­karı barbarlık dönemi; yazının İcadı ile başlayan döneme de uygarlık dönemi adı verilmektedir. (L.H. Morgan) Bkz. Uygarlık. Bedeviyet, Hadariyet.

 

Barışçı Yaklaşımlar

 

(Peacefull Appkoaches) Uyuşmaz­lıkların barışçı yollarla çözümü, ortak güvenlik, silahsızlanma, barışa yapısalcı yaklaşım gibi, savaş ve savaşın yolaçtığı felâketlere karşı bir reaksiyon olarak doğan ve uluslararası or­ganizasyonlar aracılığı ile barışın korunması yönünde geliştiri­len yaklaşımlar.

 

Basiret

 

(Presentıment) Bkz. önsezi

 

Baskı Grubu

 

(Pressure Group) Siyasal karar organlarını be­lirli amaçlar doğrultusunda etkileyip yönlendirmek için oluşan ya da oluşturulan örgütlü topluluk. Ortak çıkarların korunması için biraraya gelmiş, asıl amacı da siyasa! otoriteleri sozkonu-su çıkarlar doğrultusunda yönlendirmek olan örgütlenmiş gru­ba çıkar grubu; dar anlamda belirli bir grubun çıkarları yerine, bütün İnsanları İlgilendiren değerleri veya belli ahlâkî ilke­leri korumak ve savunmak için oluşturulan gruba da davra­nış grubu denir.

 

Baskı Yönetimi

 

(Despotısm) Bkz. Despotizm

 

Basmakalıp

 

(Stereotype) 1. Kalıp yargı. Toplumsal bir grup, sınıf, İdeoloji veya cinsiyet yahut ırkla ilgili tek yönlü, abartılmış, aşm basitleştirilmiş ve önyargılı genellemeler.

2. Bir olayı veya düşünceyi muhtemel özgün ve Özgüllüklerini dik­kate almadan, daha önce bilinen veya kurgulanan standart ka­lıplara sokarak değerlendirme; bu bakış açısıyla yapılan ge­nelleme.

 

Bastırma

 

(Repressıon) Bireyin, ahlâkî tercihleri veya içinde yaşadığı toplumsal ortamın yüklediği sorumlulukların bir so­nucu olarak, bilinçli bir biçimde kabul edemeyeceği bazı gü­dü veya isteklerini bilinçaltına itmesi. Represyon.

 

Başabaş Noktası

 

(Break-Even Poınt) 1. Bir ticarî işletme­nin hasılatının maliyetine eşit olduğu, dolayısıyla kârın sıfır ol­duğu nokta; ne kâr ne de zarar edilen üretim düzeyi. Kâra ge­çiş noktası. Bir firmanın ne kâr, ne de zarar ettiği üretim düze­yini gösteren nokta. Üretim başladığı anda sabit maliyetine değişken maliyetleri de eklenen firma üretimini artırdıkça bi­rim maliyeti azalır; bu süreç devam ederken zararın bittiği, kâra geçişin sözkonusu olduğu bir noktaya gelinir ki bu nokta başabaş noktasıdır.

2. Menkul kıymetler piyasasında, bir men­kul değerin nominal fiyatı ile piyasa fiyatının birbirine eşit ol­ması durumu.

 

Başarı Güdüsü

 

(Achıevement Motıvatıon) Başarının kendisinin amaç edinilmesi durumunda daha bir yoğun olarak hissedilen, başarmış olma arzusunu tatmin etmeye yönelik ruhsal enerji.

 

Başkanlık Sistemi

 

(Presıdentıal System) Halk tarafından seçilen fakat, İster seçimle isterse atama ile oluşturulsun bütün meclislerden çıkacak kararlara karşı veto yetkisi ile donatılmış bir başkanın başkanlığında çalışan bir yürütme Öngören, böy­lece güçlü bir yönetim kurmayı ve cumhurbaşkanı İle başba­kan arasında oluşan iki başlılığın getirdiği problemleri ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasal rejim.

 

Başkonsolos

 

(General Consol) îki veya daha fazla konso­losluk çevresinin başına atanan, konsolosların rütbe bakımın­dan en yüksek olanına verilen ad. Konsolosu atayan devlet ile görev yaptığı devlet arasında yapılan bir anlaşmayla belirle­nen ve konsolosluk hizmet ve görevlerinin yerine getirilme­sinde konsolosluğun yetkili bulunduğu bölgeye de konsolos­luk çevresi denir.

Batıcılık

 

Geleneksel inanç, düşünce ve ku­rumlardan vazgeçilerek, egemen uygarlık olan Batı uygarlığı­nın öne çıkardığı düşünce ve kurumları benimseyip yerleştir­me taraftarlığı.

 

Batıl

 

(False Belıef) Boş, geçersiz, hükümsüz olan; hak ve gerçek olmayan; tevhid dinine alternatif olarak ileri sürülen herşey. Temelsiz, yanlış inanç. Hakkın karşıtı.

 

Batılılaşma

 

(Westernızat1on) 1. Batı uygarlığının egemen­lik alanı içinde kalan Üçüncü Dünya Ülkelerinin, bir yandan sözkonusu uygarlığın baskısı, öte yandan da çevre aydınları­nın gayretleri sonucu, siyasal, sosyal, hukuksal, bilimsel ve kültürel alanlarda Batı toplumlarına benzemeye çalışmaları.

2. Yukarıdaki genel çerçeve içinde Osmanlı'da 19- yüzyılın orta­larında Tanzimat ve Islahat Fermanları gibi hukuksal düzenle­meler ile Batılı askerî, teknik ve siyasî eğitim kurumlarının it­hal edilmesiyle başlayıp gelişen, 20. yüzyıl başlarında Cumhu­riyetle başlayan dönemde harf, hukuk, kılıkkıyafet, eğitim, devletin örgütlenme biçimi vb. çeşitli alan larda yapılan köklü inkılâplarla hızlanan, Baü'ya benzeme, Batılı gibi olma, Batılı dünya görüşü ve yaşam tarzını benimseme amacına yönelik hareket ve düzenlemelerin genel adı.

 

Batınilik

 

(Esoterrsm) Kur'an ve Hadislerin zahirî (dışsal, açıkça anlaşılan) anlamlarının yamsıra asıl bilinmesi gereken batınî (içsel, herkes tarafından anlaşılamayan) anlamları da bulunduğunu ileri süren ekol. Buna göre, Şeriat'ın ve dinsel il­kelerin batını anlamlan akılla kavranamazlar, ancak masum (günahsız) bir İmamın Öğretmesiyle bilinebilirler. Batınî an­lamlar öğrenilince, birer sembol durumunda olan emir ve ya­sakların zahirî anlamlarına göre davranma zorunluluğu orta­dan kalkar.

 

Bedetsîz İthalat

 

(Imports Wıth Waıver) Karşılığında bir ödeme yapılmadan, ya da bu nitelikte bir takas veya traasfer yükümlülüğü olmadan yapılan ithalat; ülkeden döviz çıkışı gerektirmeyen dışalım. Bedelsiz İthalatın özelliği, dışalımı ya­pılan malın karşılığını ödemek üzere ithalatçıların kambiyo mercilerinden döviz İstememeleridir. Malın bedeli, ülkeden çı­karılmış veya kaçırılmış döviz, dışarıda elde edilmiş gelir veya turistlerin götürdükleri para gibi ticarî transfer hesaplarında kaydı bulunmayan paralarla ödenebilir. Dolayısıyla bedelsiz ithalattan amaç, dışarıya kaçırılmış veya dışarıda kazanıldığı halde getirilmemiş dövizlerin ülkeye transfer edilmesini sağla­maktır. Yurtdışında çalışan işçilerin bazı mallan bedelsiz ola­rak yurda getirmeleri bedelsiz ithalata Örnek olarak verilebilir.

 

Bedeviyet

 

1. Yerleşik hayatın henüz yaygınlaşmadığı, buna bağlı olarak, nedeniyetin gelişmediği bir ortamda sözkonusu olan sade, göçebe yaşam tarzı.

2. Her medeniyetin doğuşuna zemin hazırlayan ve topluluk bireyleri arasındaki asabiyetin güçlü ve yüzyüze İlişkilerin yaygın, siyasal anlamda İse devlet kurabilmek veya kurulmuş devleti güçlendirmek için gerekli toplumsal enerjinin yoğun olduğu aşama.

 

Bel'am

 

1. Dinî prensip ve değerleri statükonun korunması yahut varolan ortamın devamının sağlanması amacına hizmet ede­cek şekilde yorumlayan ve mevcut düzenin meşruluğunu dinî gerekçelerle açıklayarak, halkı laik düzene bağlamaya çalışan kişi.

2. Halk katında sahip olduğu itibarı kullanarak dini, ken­di çıkarları doğrultusunda kullanan kimse.

 

Belirlenemezcilik

 

(Indetermınısm) Bkz. İndeterminizm

 

Beıirlenimciiik

 

(Determınısm) Bkz. Determinizm

 

Belit

 

(Axıom) Bkz. aksiyom

 

Bellek

 

(Memory) Bkz. hafıza

 

Bencillik

 

(Egoısm) Egoizm. Enaniyet. Bencillik. Kendini dü­şünme, benliğini öne çıkarma. Bireyin bütün eylem, etkinlik ve davranışlarında kendi bireysel çıkarlarını ön planda tutması biçiminde tezahür eden kişilik türü. Tüm bilinçli eylemlerin bireysel çıkar veya faydaya göre ayarlandığı kişilik.

 

Benlik

 

(Ego) Ben. Ego. Ene. Bireyin başka bireylerden ayıra­rak, kendisi olarak kavrayıp tanımladığı Özü.

 

Benlik Ülküsü

 

(Ego İdeal) Bireylerin, kişiliklerinin gelişme dönemlerinde örnek aldıkları, hayran oldukları bir kişilikle öz­deşleşme çabası. Benlik ideali. Bkz. yansılama

 

Benmerkezcilik

 

(Egocentrıcısm) Kendi bakış açısının dı­şında gelişen olaylara anlam verememe, her şeyi kendi sınırlı­lığına hapsetme, sahip olduğu perspektifin esiri olma, onu aşamama. Her şeye kendi açısından bakma; olup bitenlerin değerlendirilip yorumlanmasında merkeze kendini yerleştirme tavrı.

 

Beşerî Din

 

Bkz. din

 

Beşeri Sermaye

 

(Human Capıtal) 1. însanların üretim süre­cine daha verimli bir şekilde katılmaları, daha üretken hale gelmeleri ve bunun sonucu olarak da daha üst düzeyde gelir sağlayabilmelerini mümkün kılan; eğitim ve öğretim süreciyle kazanılmış bilgi, beceri, nitelik ve yetenekler bütünü. 2. Bir toplumun sahip olduğu nitelikli İşgücü toplamı.

 

Beşerileşme

 

Bkz. sekûlarizm

 

Betimleme

 

(Descrıptıon) Bkz. Tasvir.

 

Beyaz Yakalılar

 

(Whıte Colors) Baü dünyasında, kol gücimden ziyade eğitim ve kafa gücüne dayalı İşlerde çalışan iş­çilerin genel adı.

 

Beyin

 

(Braîn) Sinir sisteminin kafatası İçinde kalan kısmı. Du­yumsal olaylar, güdüler, öğrenme ve düşünme merkezlerinin yerâldığı, tüm davranış ve tepkileriyle organizmanın idare edildiği merkez.

Beyin Emeği

 

(Braın Labour) Bkz. emek

 

Beyin Göçü

 

(Braın Draın) Genellikle azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru olmak üzere, yaşanılan ortamdaki im­kansızlıklar, gelir düzeyinin düşüklüğü, rahat ve verimli çalış­ma koşullarından yoksunluk gibi nedenlerle nitelikli işgücü­nün yanısıra bilim adamı, araştırmacı, sanatçı ve aydınlar., gibi yetişmiş beyinlerin bir bölge veya ülkeden diğerine göç etme­si.

 

Beyin Yıkama

 

(Braın-Washıng) 1. Genel anlamda siyasal tutumları değiştirmek, özel anlamda da savaş esirlerinin eski anlayışlarının yerine yeni bir değer ve inanç sistemi empoze etmek için yapılan sistematik baskıya dayalı propaganda.

2. İnsanların zihninde düşünsel veya ideolojik dönüşüm yarat­maya yönelik doğrudan ya da dolaylı her türlü sistemli telkin, yönlendirme ve baskı.

 

Beyt'ül Mal

 

(Treasury Of Islamıc State) 1. Devlet hazi­nesi; malî İşlerin görüldüğü merkez; mal evi, maliye, hazine.

2. Dar anlamda Hz. Ömer devrinde zekât, vergi, ganimet gibi yollarla hilafet merkezine gelen ekonomik değerlerin birikti­rilip gerekli yerlere harcanması amacıyla oluşturulmuş ve za­man içinde devlet hazinesine dönüşmüş kurum. Geniş anlam­da İslâm tarihînde devletin her türlü gelirlerini toplayıp toplu­mun ihtiyaçlarına göre gereken harcamaların yapıldığı merke­ze verilen ad; İslâm devletinin hazinesi.

 

Beyt'ül Hikmet

 

(The House Of Wısdom) Hikmet evi. Abbasî halifesi Me'mun tarafından 830'da Bağdat'ta kurulmuş olan kütüphane ve tercüme enstitüsünden oluşan, başta eski Yunan ve Latin kültürü olmak üzere îslâm dışı kültürlerin, dü­şünce ürünlerinin Arapça'ya çevrilmesi yoluyla îslâm dünyası­nın düşünsel ve kültürel zenginliğine önemli katkıları olmuş, ancak Moğol istilasında dağıtılmış bilim ve kültür merkezi.

 

Biçimbilim

 

(Morphology) Morfoloji Varlıkların, özellikle de toplumlar, şehirler, canlılar İle dillerin yapı ve biçimlerini inceleyen disiplin.

 

Biçimsel İfadeler

 

(Formal Sentences) Bkz.MMB ifadeler

 

Bıd'at

 

Sonradan ortaya çıkan, dinin aslından olmayıp ona son­radan eklenen. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'te herhangi bir şekil­de olumlu ya da olumsuz yönfle değinilmeyen davranış ve eylemler. Kur'anda veya Sünnet'te bahsedilmediği halde söz-konusu kaynaklardaki bilgi ve esaslara aykırı olmayan davra­nış ve eylemlere güzel bid'at (bid'at-ı hasene); Kur'an veya Sünnet'İe çelişenlere de kötü bid'at (bid'at-ı seyyie) denir.

 

Big Bang Kuramı

 

(Bîg Bang Theory) Bkz. büyük patlama teorisi

 

Bilanço

 

(Balance Sheet) Bir İşletmenin belirli bir andaki durumunu varhk-kaynak ya da aktif-pasif dengesi içinde gösteren malî tablo. Bir ekonomik birimin belirli bir tarihteki var­lıkları ile borçlan ve işletme sahiplerinin İşletme üzerindeki haklarının parasal değerlerini birarada gösteren malî tablo. Bi­lanço, İşletmelerin malî bünyeleri hakkında bilgi veren en önemli finansal tablolardan birisidir. Bilançonun sol kanadın­da yeralan aktif tablosunda mevcut varlıklar ile alacaklar ve varsa zarar; sağ kanadında yeralan pasif tablosunda ise borç­lar ile özkaynaklar ve varsa kâr gösterilir. Aktif toplamı İle borçlar toplamı arasındaki fark İşletmenin özsermayesini oluş­turur. Özsermaye, Özvarhk ya da Özkaynaklar olarak da anılır, ozsermayenin de pasif tablosuna kaydedilmesiyle aktif-pasif tarafları eşitlenmiş, diğer bir deyişle varhk-kaynak dengesi sağlanmış olur.

 

Bilgi

 

(Knowledge) 1. Nesne ile özne arasındaki ilişki.

2.Varlıklara yüklemler vererek elde edilen zihinsel ürün.

3. Öz­nenin zihninde kavramsal olarak karşılık bulan şey.

4. Bir öz­nenin ürettiği, içeriğine katılmıyor olsalar bile diğer öznelerin de paylaşabilecekleri bilişsel ürün.

 

Bilgi Sosyolojisi

 

(Socıology Of Knowledge) Bilgi ile toplum arasındaki ilişkileri, ağırlıklı olarak farklı toplumsal or­tamlarda üretilen bilgilerin karşılaştırılması yoluyla inceleyen sosyoloji dalı,

 

Bilgi Toplumu

 

(Informatıon Socıety) Enformasyon toplumu. Bilgi üretim ve akışının hem birey hem de kurum-lararası ilişkileri belirlediği, bilginin kütlesel düzeyde üretilip tüketildiği toplum.

 

Bilgibilim

 

(Epıstemology) Bkz. Epistemoloji

 

Bilgibilimsel Çoğulculuk

 

(Epıstemologıcal Pluralısm) Bkz. Epistemolojik Pluraıjzm

 

Bilgibilimsel Gerçekçilik

 

(Epıstemologıcal Reausm) Bkz. Epistemolojik Realizm

 

Bilgibilimsel İkicilik

 

(Epıstemologıcal Dualısm) Bkz. Epistemolojik Düaıizm

 

Bilgibilimsel Tekçilik

 

(Epıstemologıcal Monısm) Bkz. Epistemolojik Monizm

 

Bilim

 

(Scıence) 1. Beş duyunun algı alanına giren nesne, olgu veya ilişkilerin; gözlem, test, tümevarım, tümdengelim, doğru­lama gibi yöntemlerle sistematik olarak incelenmesi.

2. Reali­tenin incelenmesi-anlaşılması-açıklanması sürecinde. İnsanın algı ve gözlem vasıtalarını kullanarak çeşitli yöntemlerle üret­tiği ve sistemîeştirdiği bilgiler bütünü.

 

Bilim Antropolojisi

 

(Anthropology Of Scıence) Saha antropolojisinin yöntemine uygun olarak bilim adamları toplu­luklarının içine girip, onların çalışma biçimlerini, değer yargıla rını, kendi aralarındaki iktidar ilişkilerini ve diğer insanlara veya başka bilim adamlarının çaba ve ürünlerine bakış tarzlarmı ortaya çıkarmayı amaçlayan disiplin.

 

Bilim Felsefesi

 

(Phılosophy Of Scıence) 1. Genel anlam­da bilimin betimleme, tanımlama, sınıflandırma, Ölçme, dene­ye tâbi tutma, açıklama, genelleme, öndeme, yorumlama ve denetleme boyutlarıyla ilgili yapısal problemlerinin, özelde de tek tek bilim dallarının karşılaştıkları sorunların felsefî düzey­de incelenmesi.

2. Bilimin niteliğinin, sınırlarının ve mahiyeti­nin sorgulandığı disiplin. Bilimsel bilginin diğer bilgi türleri içindeki yerinin irdelendiği tar tışma alanı.

 

Bilim Sosyolojisi

 

(Socıology Of Scıence) Sosyolojik yöntem ve bakış açısıyla, bilimsel bilginin üretimini sağlayan sosyal ve siyasal koşulları, bilim adamlarının yaşadıkları top­lum içindeki konumlarını ve diğer toplumsal kesimlerle olan İlişkilerini, bilime alternatif bilgi edinme yollarını, bilim-top-lum, bilim-iktidar, bilim-ekomomik düzey, bilim-siyaset ilişki­lerini İnceleyen disiplin.

 

Bilimdalı

 

(Dıscıplıne) Bkz. disiplin

 

Bilimcilik

 

(Scıentısm) Bilimin insanın bütün problemlerini çözmek, ona gerekli dünya görüşü ve hayat felsefesi kazan­dırmak için en geçerli, en sağlam ve güvenilir araç olduğunu savunan görüş.

 

Bilimsel Bilgi

 

(Scıentıfıc Knowledge) Bilimsel yöntemle­re uygun olarak üretilmiş, gerçekliğin belirli bir bölümünü açıklamayı amaçlayan, yorum esnekliği az, doğruluğu veya yanlışlığı test edilmeye açık bilgi.

 

Bilimsel Devrim

 

(Scıentıfıc Revolutıon) Bir bilim ala­nında meydana gelen ve sadece bilimsel bilginin nicelik ve niteliğinde değil, bilim adamlarının nesneleri algılayışlarında, araştırma konularıyla ilgili seçimlerinde, bilimsellikle ilgili te­mel ölçütlerinde ve hatta geçmiş bilgi birikimini yorumlayışla da köklü farklılıklar getiren değişim. [3]

 

Bilimsel Dogmatizm

 

(Scıentıfıc Dogmatısm) Bilimsel etkinlikler sonucunda elde edilen bulguların, kullanılan yön temlerin, üretilen kuram veya bilgilerin, üretildikleri sosyo­kültürel bağlam ve bilimsel paradigmadan soyutlanarak, hiç bir şekilde sorgulamaya konu olmayan ürünler, zaman ve mekândan bağımsız, evrensel geçerliliği olan doğrular manzu­mesi olarak algılanması; bilimin dogmalaştırılması. Bkz. dog­matizm.

 

Bilimsel İşletme

 

(Scıentıfıc Management) Taylorizm. Emeğin bilimsel organizasyonu. îş veriminin artırılması ve kâr makzimizasyonunun sağlanması için çalışma ve dinlenme saatlerinin, İş düzeni ve iş ilişkilerinin bilimsel ölçülere göre ayarlanabileceğim savunan görüş.

 

Bilimsel Kanun

 

(Scıentıfıc La W) Bir bilim dalının alanına giren olgular arasında sürekli tekrarlanan, o alanda çalışan ve egemen bilim anlayışını benimsemiş bilim adamları topluluğu tarafından kesin olarak doğru kabul edilen İlişkilerin neden-sonuç biçimindeki ifadesi.

 

Bilimsel Şovenizm

 

(Scıentıfıc Chauvınısm) Önyargılı bir şekilde, bir uygarlığın bilim anlayışı, bilimsel yöntem ve ürün­lerini başka uygarhklannkilere üstün görme tavrı.

 

Bilimsel Yöntem

 

(Scıentıfıc Method) Güvenilir, sağlam bilimsel bilginin elde edilmesi İçin kullanılan yöntem. Buna göre bilimsel bilgi gözlem, deney, genelleme ve bu genelle­melerin duyu organları yoluyla doğru lan masıy la elde edilebi­lir. Teorik olarak, bilimsel yöntem beş aşamada gerçekleşti­rilir. İlk aşamada, üzerinde düşünülen yahut çözülecek prob­lem tanımlanır. İkinci aşamada, daha önceki bilimsel teoriler ve bulgular çerçevesinde problem yeniden formüle edilir. Üçüncü aşamada, problemin çözümüne ilişkin hipotezler ge­liştirilir. Dördüncü aşamada, hipotezlerin stnanabilmesi İçin gerekli sınama usulleri belirlenerek gerekli veriler toplanıp gözlemler yapılır. Beşinci aşamada ise, verilerin hipotezi doğ-rulayıp doğrulamadığı sınanır. Eğer hipotez doğrulanıyorsa mevcut teorinin açıklayıcı olduğu kabul edilir, fakat doğrulanmıyorsa hipotez yanlış kabul edilerek reddedilir ve yeni hipo­tezler geliştirilir. Bkz. bilimsel devrim, paradigma, mantıksal Pozitivizm, Eleştirel Akılcılık, Yanlıslamacılık.

 

Bilinç

 

(Conscıoüsness) 1. Bireyin her türlü bilgi, düşünce ve davranışlarını organize eden zihin durumu.

2. İnsanın inanç, istek ve bilgisi hakkında sahip olduğu kavrayış kapasitesi; kendi kendisinin bilgi veya konumunun farkında olma düze­yi.

3. Canlı organizmanın çevresindeki olay, "'esne ve durum­ları algı laması ve algılanan şeylerin niteliklerinin ayırt edilme­si yoluyla çevresinden haberdar olmasını sağlayan; daha üst bir aşamada ise -ki bu aşama yalnızca insana Özgüdür- soyut­lama yoluyla, İnsanın çevresinden haberdar olduğundan ha­berdar olmasını, kendinin farkında olmasını sağlayan yeti.

 

Bilinçaltı

 

(Subconscious) Zihnin karanlık dünyası. İnsanın çevreyle irtibatını sağlayan algı, duyum, gözlem, düşünme vb. fonksiyonlarının ürettiği, kullanılamayan, ya da çeşitli neden­lerle bastırılarak gündemden çıkarılan ürünlerin depo edildiği kabul edilen esrarengiz ortam. Kişinin farkında olmadığı psi­kolojik süreç ya da olaylara da bilinçaltı süreçler denir.

 

Bilinçaltı Süreçler

 

(Subconscious Processes) Bkz. Bi­linçaltı

 

Bilinçdışı

 

(Unconscıous) Öznenin farkında olmadığı, fakat özellikle de bilinçaltına itmediği; bilinç alanına çıkmayan istek ve dürtülerin yeraldığı alan.

 

Bilinçdışı Güdülenme

 

(Unconscıous Motıvatıon) Ki­şinin varlığını farketmediğî fakat davranışlarına bakılarak çı-karsanabilen güdülenme biçimi. Bilincinde olmadan, gayri-ihtiyarî olarak bir eylemde bulunmaya yönelme.

 

Bilinemezcilik

 

(Agnostıcısm) Agnostisizm. Metafiziğin alanına giren ve varoluşun niteliğine ilişkin temel soruların ce­vaplarının bilinemezliğini; ayrıca herkesin kabul ettiği ve aynı anlamı yükleyip aynı değeri verdiği türden bir bilgi elde etme­nin mümkün olmadığını savunan görüş.

 

Bilişsel Gelişme Teorisi

 

(Theory Of Cognıtîve Deve-Lopment) / Piaget tarafından geliştirilen ve çocuktaki bilişsel gelişimi belirli yaş aralıklarına göre aşamalı olarak incele­yen kuram. Buna göre, doğumu İle iki yaşı arasındaki birinci aşamada, çocuk, tüm dış dünyanın kendi etkinlikleri sonucu varolduğunu sanır ve bu yüzden gücü yettiği her şeyi hareket ettirip sonucunu görmek ister. Altı aydan sonra yavaş yavaş dış dünyanın kendi ürünü olmadığını kavramaya başlar. 2 İle 7" yaş arası olan ikinci aşamada bu süreç gelişir ve çocuk nesneleri onlara ait semboller yoluyla tanımaya, dil nosyonu­nu geliştirmeye başlar. 7 ile 11 yaşlan arasındaki üçüncü dö­nemde çocuk, sınıflama, kategorize etme ve mantıklı düşün­meye başlar. Bilişsel gelişmenin 12 yaşından başlayan ve ömür boyu sürecek olan bu dördüncü aşamasında ise çocuk, kurgusal düşünmeyi, zihinsel manipülasyon yapmayı, zihnin­de soyut ilişkiler geliştirmeyi öğrenir. Bütün hayatı boyunca bu aşamada derinleşir.

 

Biometri

 

(Bıometry) Biyoloji biliminin kapsamında yer alan problemlerin çözümünde matematik veya İstatistiksel yöntem­ler kullanan biyoloji altdah.

 

Bireşim

 

(Sykthesıs) Bkz. sentez, diyalektik mantık

 

Birey

 

(Indıvıdual) Fert. Toplumları oluşturan ve içinde yaşa­dığı ilişkilerle anlam kazansa da onlardan bağımsız, kendi başina bir varlığı ve kimliği olan insan.

 

Bireycilik

 

(Indıvıdualısm) Bireyin ve bireysel olanın dışın­da kalan hiç bir şeye üstünlük tanımayan; son tahlilde bütün etkinlikleri, hatta gelmiş geçmiş bütün uygarlıkları sadece in­san unsuruna indirgeyen yaklaşım. Bu çerçevede, kendi çıkar­larını savunan bireylerin özgürce mücadele edebilecekleri bir ortamın; verimli, üretken, istikrarlı ve kendi kendini ayarlaya­bilen bir ekonomik sistemin yahut sosyal düzenin önşartı ola­rak görülmesi anlayışına ekonomik bireycilik; bireylerin ras­yonel karar verme yeteneğine sahip, kendi tercihlerini kendi­leri yapan birer vatandaş olarak siyasal sürecin merkezine yerleştirilmesi anlayışına siyasal bireycilik; İnsanın değerin kay­nağı ve değer yargı sisteminin yaratıcısı olarak görülüp ahlakî değerlerin merkezine yerleştirilmesi anlayışına da ahlâkî bi­reycilik denir.

 

Bireysel Ekonomik Denge

 

(Indıvıdual's Economıc Equılîbrıum) Neoklasik iktisadî analizde, bireyin ihtiyaçla­rının tatmininde kendi sınırlı kaynaklarını, onlardan maksi­mum fayda elde edecek biçimde kullanmasıyla ulaştığı denge

durumu.

 

Birincil Grup

 

(Prlmary Group) Aile, yakın akraba veya ar­kadaşlar ya da meslektaşlar gibi, kişinin, problemlerini çözme­de ve karşılıklı yardımlaşma ve birbirini korumada göreli ola­rak sağlam, içten ve uzun süre devam eden ilişkiler geliştirdiği ve yüzyüze temas halinde olduğu gaip. Bkz. ikincil grup.

 

Birincil İşler

 

(Prımary Occupattons) Bkz. İsbitişik Bölge (The Contıgous Zone) Sahil istikametinde, karasularının dış sınırının ötesinden belirli bir mesafeye kadar uzanan ve sahildar devletin üzerinde balıkçılık, gümrük, mali­ye ve sağlık gibi konularda yetkiye sahip olduğu açık deniz parçası.

 

Biyoloji

 

(Bıology) Yaşambilİm. Dİrİmbİlim. Canlıların oluşumu, gelişimi ve yaşam evrelerini incelemeyi konu edi­nen disiplin. Yunanca yaşam anlamına gelen bios İle bilim anlamına gelen logos sözcüklerinin biraraya getirilmesinden oluşan; bitki ve hayvanların doğma, büyüme, üreme, ve ölme gibi çeşitli hayat aşamalarını İnceleyen bilim dalı.

 

Biyolojizm

 

(Bıologısm) Biyoloji biliminin yöntem ve kav­ramsal modellerinin toplum yapıları ve insan davranışlarının çözümlemelerinde de kullanılabileceğini savunan görüş.

 

Biyometeoroloji

 

(Blömeteorology) Doğal ortamın in­san üzerindeki etkisinin incelenip araştırılmasını konu edinen meteoroloji dalı.

 

Biyopolitik

 

(Bıopolıtıcs) Biyolojik faktörlerin, siyasal ak­törlerin gelişim ve davranışları üzerindeki etkilerini inceleyen disiplin.

 

Bolluk Paradoksu

 

Bkz. King Kanunu

 

Bollukçuluk

 

(Abündanısm) Herkesin ihtiyaçlarını karşıla­maya yeterli bir bolluk ekonomisinin potansiyel olarak var ol­duğunu, ancak dağıtımdaki bozukluklar nedeniyle pratik ola­rak bunun gerçekleştirilemediğini ileri süren görüş.

 

Bolşevizm

 

(Bolshevısm) Rus Sosyal Demokrat tşçi Partisi içerisinde 1903 yılından itibaren meydana gelen gruplaşmada, çoğunluğu oluşturan ve kendilerini Komünist Parti olarak ad­landıran, 1917 devrimini gerçekleştiren Lenjn ve arkadaşları­nın Marks'm görüşlerinden yola çıkarak geliştirdikleri anlayış.

 

Bona Fide

 

Uluslararası ilişkilerde, özellikle de uluslararası an­laşmaların sağlıklı yorumlanmasında önem taşıyan, sözlük anlamı iyi niyetle olan Latince terim.

 

Bonapartizm

 

(Bonapartısm) 1. Meşruluğunu örgütlenme­miş toplumsal kesimlerden, örneğin köylülerden aldığını iddia ederek, örgütlü sosyal sınıf ve baskı gruplarından görece ba­ğımsız bir politika İzleyen, çoğunlukla geçici nitelikteki yöne­tim biçimi.

2. Sınıflar yahut partiler üstü bir görüntü altında belli bir sınıfın çıkarını gözeten diktatörlük yönetimi.

3. Mark­sist devrim stratejisinde, ordunun da yardımıyla Sosyalist Parti tarafından kapitalist rejimin ortadan kaldırılmasıyla, iktidarın proleteryaya fiilen devredilmesi arasındaki dönem (Lenİn).

 

Bono

 

(Promıssory Note) Emre yazılı senet. Üzerinde yazılı belirli bir tutarda paranın senet alacaklısına ya da onun emri­ne kayıtsız şartsız ödeneceğine İlişkin taahhüt içeren bir kam­biyo senedi. Senet İle ödeme taahhüdünde bulunan esas borçluya keşidecî, alacaklıya ise lehdar; hüküm İfade edebil­mesi için zorunlu unsurlardan bir kısmının, sonradan tamam­lanmak üzere, senedin düzenlenmesi sırasında eksik bırakıldı­ğı bonoya da açık bono denir.

 

Borçlanma Oranı

 

(Debt Ratıo) Bkz. rasyo

 

Borsa

 

(Bourse) Çeşitli mal, hizmet veya menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yahut fiyatlarının belirlendiği, alım-satım konu­su olan mal veya menkul kıymetlerin fiziksel olarak ortada bulunmalarının zorunlu olmadığı pazar. Ticaret metaının açık artırma yöntemiyle alınıp satıldığı borsaya ticaret borsası; hisse senedi, tahvil, altın, döviz vb. menkul kıymetlerin alınıp satıldığı borsaya menkul kıymetler borsası; sigorta, taşıma­cılık vb. hizmetlerin fiyatlarının belirlendiği yerlere de hizmet borsası denir.

 

Borsa Rayici

 

Bkz. değerleme ölçüleri

 

Boş Zihin

 

(Tabula Rasa) Emprisist epistemolojide, deneyle kazanılmış izlenimlerin üzerine kaydedildiği, doğuştan boş bir tabela gibi olduğu ve önsel bilgi taşımadığı kabul edilen zihin.

Boşanma

 

(Dıvorce) Yasal ve meşru bir şekilde karşılıklı akit-leşme ile oluşturulan evlilik ilişkisinin taraflardan her ikisi de sağ iken yine yasal yollarla sona erdirilmesi.

 

Boy

 

(Clan) Bkz. aşiret

 

Boykot

 

(Boycott) 1. Ekonomik ve siyasî nedenlerden dolayı bir ülkenin başka ülkelerle olan ilişkilerini kesmesi; işbirliğine yanaşmaması veya siyasî, kültürel ya da sportif bir organizas­yonda yeralmayı reddetmesi.

2. Bir ekonomik ve siyasal mü­cadele yöntemi olarak herhangi bir haktan yararlanmayı, biri­sinin hizmetinde çalışmayı, bir kuruluşa katılmayı protesto amacıyla kişi, kurum ya da devletle olan ilişkiyi kısmen veya tamamen kesme.

 

Boyun Eğme

 

(Submıssıon) Kişinin altta kalmak ve ezilmek pahasına her şeye tahammül etmesi; kendisine dayatılan her seçeneği kabullenir tarzda edilgen bir tavır sergilemesi; konul­muş kurallara titizlikle riayet edip, o kuralların da insanlar ta­rafından konulduğunu, dolayısıyla değiştirilebileceğini aklın­dan bile geçirmeyecek denli itaatkâr davranması. Submisyon.

 

Bölüşüm

 

(Dıstrıbutıon) Bîr değerin, İktidarın, kaynağın ve­ya üretim sonucunda ortaya çıkan ürünün birden fazla taraf arasında paylaşılması.

 

Brejnev Doktrini

 

(Brezhnev Doctrıne) Sertlik yanlısı Sovyet liderlerinden Brejnev'in adıyla anılan, sosyalist bloka dahil ülkelerden herhangi birinde rejimi tehlikeye düşürecek bağımsızlık hareketlerine göz yumulmaması gerektiğini, ayrıca herhangi bir ülkeye sosyalist rejimin yerleştirilebilmesi için di­ğer sosyalist ülkelerin müdahale hakkı bulunduğunu savunan doktrin. 1905 Macaristan, 68 Çekoslavakya ve 1979 Afganis­tan müdahaleleri bu doktrin çerçevesinde gerçekleştirilmiş müdahaleler olarak değerlendirilmektedir.

 

Bretton Wood Konferansı

 

(Bretton Wood Confe-Rhnce) 1944'te Bretton Woods'ta (ABD) yapılan, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası parasal ilişkiler ve ödeme sorunları­nın görüşülüp çözüm önerilerinin tartışıldığı ve sonuçta Ulus­lararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası (IBRD)'nın kurul­masının kararlaştırıldığı konferans.

 

Bretton Wood Sistemi

 

(Bretton Wood System) Dünya ticaretinin yapay sınırlamalardan arındırılarak ülkelerarası dış ticaretin serbestleştirilmesi, ikili anlaşmalar yerine çok taraflı ticarete geçilmesi, dış ödeme güçlüklerinin giderilmesi gibi İl-, keler çerçevesinde Bretton Wood Konferansı sonucunda oluşturulan uluslararası parasal sistem. Sistemin temel kurum­ları IMF ve IBRD olarak ortaya çıkarken; uluslararası parasal ilişkilerde dolar dışındaki paraların dolar, doların İse altın cin­sînden tanımlandığı sabit döviz kuru sistemi benimsenmiş; sözkonusu sistem petrol şoklarının yaşandığı 1970'li yıllara ka­dar devam etmiştir.

 

Buhran

 

(Crısıs) Bkz. bunalım Bulyonizm Bkz. merkantilizm

 

Bunalım

 

(Crısıs) Buhran. Kriz. Beklenmedik bir sosyal, eko­nomik veya psikolojik gelişme karşısında normal İlişkilerin ciddi olarak sarsılması, karşılaşılan sorunun halledilmesi için mevcut çözüm yollarının yetersiz kalması sonucu ortaya çıkan ve çaresizlikle İçice gelişen gerilim durumu.

 

Burjuvazi

 

(Boljrgeoısıe) 1. Kapitalist toplumlarda artık de­ğerin bölüşülmesi noktasında işçi sınıfı ile mücadele eden ve kapitalizmin korunmasından çıkar sağladığı varsayılan orta sı­nıf ya da yönetici kesim.

2. Marksist kurama göre, kapitalist . üretim biçiminde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan ve artık değere el koymak suretiyle ücretli emeği sömürerek ya-şayan sınıf.

 

Bürokrasi

 

(Bureaucracy) 1. Genörgüt. Uzmanlaşma esası­na dayalı, hiyerarşik ilişki ve formel kurallara göre düzenlen­miş büyük Ölçekli örgüt.

2. Siyasal kararların uygulamaya ge­çirildiği, çalışan personelin hak, sorumluluk ve İlişkilerinin ya­zılı olarak belirlendiği, bütün işlerin hiyerarşiye uygun olarak yerine getirilmesinin zorunlu olmasından dolayı formalitelerin önem kazandığı kamu kurumlan veya bu kurumlarda çalışan insanlar.

3. Bir İşin sonuçlandırılması için zorunlu görülen İdarî işlemler dizisi. Bkz. kırtasiyecilik, yazçizciiik.

 

Bürokratik Kollektivizm

 

(Büreaucratıc Collf.Ctı-Vısm) Sosyalizme geçiş için bir ön aşama olarak görülen pro-leterya diktatörlüğünün, teoride sunulduğu gibi üretim araç­larını toplumsallaştırmak yerine sadece devlctleştirdiğini, böy­lece de bürokratik güce sahip uzman, teknisyen ve yönetici­lerden oluşan yeni bir sınıfın artık değere el koymasına imkân sağlayarak değişik bir sömürü mekanizması ortaya çıkardığını savunan görüş. (B. Rizzî}

 

Bütçe

 

(Budget) 1. Gelir ve gider dengesinin ayarlandığı bel­ge; belirli amaçların gerçekleştirilebilmesi için tahsis edilebile­cek kaynakların toplamı.

2. Kamu kesiminin bir sonraki malî dönem için yapacağı harcamaları içeren ve parlamenter de­mokrasilerde yasama organının yürütme organına kamu har­caması yapma ve kamu gelirlerini toplama konusunda verdiği yetkiyi gösteren belge. Bütçe harcamalarının bütçe gelirlerini aşması durumunda aradaki negatif farka bütçe açığı; gelirle­rin harcamalardan daha yüksek olması durumunda aradaki gelir fazlasına bütçe fazlası; harcamaların gelirlere eşit olması durumuna da bütçe dengesi denir. Bir başka İfadeyle, gideri gelirinden fazla olan bütçeye açık bütçe; geliri giderini aşan bütçeye fazla bütçe; geliri giderine eşil bütçeye de denk bütçe denir.

 

Büyü

 

(Magıc) Sihir. En genel anlamda herhangi bir amacın gerçekleştirilmesi, özelde ise hastalıkların iyileştirilmesi, belâ veya uğursuzlukların giderilmesi gibi somut sonuçlar elde et­mek için yapılan ve doğaüstü güçlerle yardımlaşmaya daya­nan teknikler bütünü.

 

Büyük Patlama Teorisi

 

(Bıg-Bang Theory) Big bang kuramı. Evrenin doğuş ve gelişimini açıklamaya çalışan ve bu çerçevede evrenin uzay-zamam içinde çok büyük bir pat­lama ile ortaya çıktığını, zamanla evrendeki bütün varlıkların birbirinden uzaklaşarak bağımsız birer varlık haline geldikleri­ni ve halen bu yayılma ve genişleme sürecinin devam ettiğini ileri süren kozmoloji teorisi.

 

Büyükelçi

 

(Ambassador) Görevli bulunduğu yabancı ülke nezdinde, kendisini belirli bir görev ile görevlendirerek gön­deren devlet başkanı adına iş görmeye bütünüyle yetkilendi­rilmiş, diplomatik hiyerarşide en yüksek rütbeli elçi.

 

C

 

Cahiıiye

1. Bilgisizlik. Hakikatin bilgisinden yoksunluk. Sahte gerçeklerle oyalanma.

2. Yaratılmışlığının bilincine varamamış, acziyetini kavrayamamış İnsanların oluşturduğu; Vahy yerine ilâhî hikmetten kopuk, dünyevileşürilmiş beşerî bilgi ve de­ğerler felsefesinin egemen olduğu toplumsal-kültürel ortam. Bkz. Cehalet.

 

Cambridge Okulu

 

(Cambrıdge Sghool) Cambridge Üni­versitesinden A. Marshall'ın kurucusu olduğu; başlıca temsilci­lerini A.C. Pigou, J.M. Keynes, J. Robinson ve N. Kaldor gibi neoklasik mikro iktisat yaklaşımına karşı çıkan bir grup ikti­satçının oluşturduğu; mikro çözümlemeyle ulaşılan sonuçların genelleşti rilemeyeceğini, dolayısıyla iktisadî olayların açıklan­masında makro çözümleme yönteminin kullanılması gerektiği­ni savunan okul,

 

Canlıcılık

 

(Anımısm) Bkz. animizm

 

Canruhçuluk

 

(Anımısm) Bkz. Animizm

 

Cari Oran

 

(Current Ratıo) Bkz. rasyo

 

Carter Doktrini

 

(Carter Doctrtne) 1979 sonlarında Sov-yetler'in Afganistan'ı işgaliyle yumuşama sürecinin kesintiye uğraması ve İran'da îslâmî bir devlet kurma girişimlerinin İran Körfezi'ndekİ petrol sevkiyatını riske sokması üzerine döne­min ABD Başkanı Carter'ın İran KÖrfezi'ne dışardan yapıla­cak herhangi bir müdahalenin ABD ve Balının çıkarlarına bir saldın sayılacağı şeklindeki açıklamasında ifadesini bulan ve Ortadoğu'daki Batı çıkarları İçin gerektiğinde sıcak savaşın bile göze alınabileceğini ima eden doktrin. Bkz. yeni dünya Düzeni, Körfez Savaşı, Körfez Krizi.

 

Caydırma

 

(Deterrence) Devletlerin, muhtemel düşmanları­nı, genel askerî kapasitelerin artırılması, toplu tahrip gücüne sahip süper silahların geliştirilmesi ve misilleme gibi yollar aracılığıyla, İstenmeyen politikalar izlemekten ve bazı faaliyet­leri yapmaktan vazgeçirmek için başvurdukları yöntem. Cay-dirma, karşı tarafı beklenen hareketin zararlarının, faydaların­dan daha ağır basacağına ikna etme stratejisini de İçerir.

 

Cebriye

 

Kaza ve kaderle ilgili tartışmalar sonunda ortaya çıkan ve insanın özgür İradesinin bulunmadığını, kaderin, Allah'ın insanın yapabileceği ve yapamayacağı şeyleri belirlemesi an­lamına geldiğini, bu sebeple, İnsanın eylemlerinin kendisine nispet edilmesinin mecazî bir anlam taşıdığını ileri süren ekol. Felsefe ve düşünce tarihinin en tartışmalı konularından birisi olan kader konusundaki uç yaklaşımlardan birisini temsil eden Cebriyeye göre kader karşısında insan, rüzgar önünde­ki yaprak gibidir, olup bitenler üzerinde İnsan iradesinin be­lirleyici bir rolü yoktur.

 

Cehalet

 

(Ignorance) 1. Farkında olmama durumu; bilinçsiz­lik, kasıtlı bakıştan yoksunluk.

2. Davranışlarına hâkim olama­ma, hareketlerini kontrol edememe, aceleci biçimde ve çoğu kez düşüncesizce hareket etme hali.

3. Varlığın hikmet ve se­bebini kavrayamama, sözkonusu hikmet ve sebebe aykırı dü­şünce, tavır ve davranışlar sergileme. Bkz. caililiye.

 

Cehennemi Döngü

 

(Infınıte Cycle) Ücretlerin artışı ile fi­yatların yükselişi arasında fonksiyonel, mekanik ve birbirini ileri doğru iten bir İlişki bulunduğunu ileri süren görüş. Buna göre, ücretlerde meydana gelecek ciddi bir artış, talepleri artı­racağından kaçınılmaz şekilde ücretlerin artışına paralel ola­rak, dikkate değer bir genel fiyat yükselişine yolaçar. Fiyatlar genel seviyesindeki bu yükseliş ücretlerdeki artışın olumlu et­kilerini yok edeceğinden, işçilerin yeniden ücretlerde artış ta­lepleri gündeme gelir; bu döngü sürekli kendisini tekrarlar.

 

Cemaat

 

(Communıty) Gemeinschaft. Tophıluk. Aynı inanç, değer ve davranış kalıplarını benimsemiş, karşılıklı olarak yakın, içten, yüzyüze ve samimi İlişkilerle birbirine bağh insan­lardan oluşan, topluma oranla görece küçük homojen insan topluluğu. Bkz. Toplum, Grup, Millet.

 

Cemiyet

 

(Socıety) Bkz. Toplum

 

Cevap

 

(Answer) Yanıt. Bir soruya, soruda ifadesini bulan bi­linmeyenin açıklanmasına yönelik olarak verilen karşılık. Bkz, Soru.

 

Cevap Alanı

 

(Range Of Answers) 1. Bir soruya verilebile­cek anlamlı cevapların oluşturduğu küme.

2. Sorunun cevabı­nın araştırılması gereken mantıksal düzlem.

 

Cevher

 

(Sübstance) Bkz. öz

 

Ceza

 

(Punıshment) 1. İstenmeyen, yasaklanmış davranış veya eylemlerin gerçekleştirilmesi durumunda uygulanan olumsuz yaptırım.

2. Yasaların çiğnenmesi durumunda verilen karşılık. Bkz. Suç, Ödül.

 

Cf

 

(Cost And Freıght) Uluslararası taşımacılık ve ticaret lite­ratüründe malın fiyatına, mal bedeli İle belirli bir yere kadar taşıma masraflarının dahil olduğunu ifade eden, İngilizce ma­liyet (cost) ve nakliye (freıght) sözcüklerinin baş harflerinin biraraya getirilmesiyle oluşturulan deyim.

 

Cif

 

(Cost Insurance Freıght) Uluslararası taşımacılık ve ti­carette bir malın fiyatına nakliye ücreti ile teslim edileceği ül­keye kadar olan tüm masraf ve zararların dahil olduğunu İfa­de eden ve İngilizce maliyet (cost), sigorta (insurance) ile nakliye (freight) kelimelerinin baş harflerinden oluşan deyim.

 

Cıhad

 

îslâmî terminolojide, dinin temel ilkelerini bireysel ve toplumsal hayata hâkim kılmak için çalışmak, gayret sarfet-mek veya savaşmak. Maddî ve manevî tüm imkanlarını kulla­narak Allah yolunda mücadele etmek; iyiliğin yerleşmesi ve kötülüğün ortadan kalkması için çalışmak.

 

Cinsiyet

 

(Sexualıty) Canlıların üremesini mümkün kılan ve erkek-dişi ayrımını ortaya çıkaran farklılaşma.

 

Cinsiyet Rolleri

 

(Sexual Roles) 1. Toplumsal ilişkilerde kadın ve erkeklere bizzat cinsiyetlerinden dolayı yüklenen farklı roller.

2. Cinsiyet farkı nedeniyle kadın ve erkeğin do­ğuştan İtibaren doğal olarak taşıdıkları veya cinsiyetlerine bağ­lı olmak üzere toplumsal olarak yüklendikleri roller. Örn. Ba­balık, annelik. Bkz. sosyal rol, rol.

 

Cinsiyete Dayalı İşbölümü

 

(Sexual Dıvısıon Of Labo-Ur) Toplumsal, ekonomik ve siyasal alanda cinsiyet rolleri­ne uygun olarak yapılan işbölümü.

 

Ciro

 

(Endorsment) Emre yazılı kıymetli evraktan doğan hak­lan bir başkasına devretmek, rehnetmek, veya bu hakların tahsilini sağlamak amacıyla senet hamilinin yazıp imzaladığı irade beyanı.

 

Cizye

 

Bkz. Şer! Vergiler

 

Comecon

 

Karşılıklı İktisadî Yardım Konseyi. Merkezî plan­lama yoluyla üye ülke ekonomileri arasında iktisadî, bilimsel ve teknik yönden yardımlaşma ve İşbirliği sağlamak, yatırımla­rı desteklemek ve kendine yeterlilik düzeyini yükseltmek gibi amaçlarla SSCB'nin öncülüğünde Doğu Bloku ülkelerinin 1949'da kurdukları iktisadî birlik. Bir anlamda Batı blokundaki OECD'nin karşılığı sayılan COMECON, 19801i yılların ikinci yansında SSCB'de uygulamaya konan Glastnost ve Perestro-ika politikalarından sonra önemini kaybetmiş, 1991 yılında da feshedilmiştir.

 

Commonwealth

 

İngiliz Milletler Topluluğu. Sanayi devrimi sonrasında İngiltere'nin yayılma sürecinde İngiliz împaratorlu-ğu'nun birer parçası haline gelmiş ve uzun yıllar sömürge ola­rak kaldıktan sonra 20. yüzyılda bağımsızlığına kavuşmuş 25 ülkeyle ingiltere'nin, özellikle ekonomik ve siyasal alanlarda karşılıklı çıkar birliğine dayalı olarak oluşturdukları birlik.

 

Cumhuriyet

 

(Republıc) Devlet yönetiminde halkı temsil ede­cek kişilerin düzenli aralıklarla ve özgürce seçildiği; seçim aracılığı ile iktidarın halk çoğunluğunun tercihine göre belirlendiği; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirine karşı bağımsız ve birbirini dengeli bir biçimde denetleme esası üze­rine kurulu yönetim sistemi.

 

Cunta

 

(Junta) Siyasal iktidarı sistemin meşru kabul ettiği yön­temlerle değil, askerî güç kullanarak ve zorla ele geçirmeyi amaçlayan küçük grup. Darbe yoluyla siyasal iktidara el koy­muş askerlerden oluşan topluluk. Bkz. hükümet darbesi.

 

Cüz-I İrade

 

İzafî irade. Göreli istenç. İnsanın ontolojik bir kate­gori olarak yaratılıştan sahip olduğu, sorumluluk taşımasına temel teşkil eden, onun varolma ve düşünebilmesi ile doğru­dan bağıntılı, değişik seçeneklerden birisini seçmeyi mümkün kılan göreli dileme yeteneği. Bkz. külü irade, irade.

 

Ç

 

Çağdaşlaşma

 

(Modernızatıon) Modernizasyon. Modern­leşme. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda başta ABD olmak üzere sanayileşmiş Batı toplumlarının sahip oldu­ğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile ya­pılan tüm düzenlemeler. Bu çerçevede, eşit ve genel oy, siya­sal parti ve parlamento, karar mekanizmalarına katılım., gibi demokrasinin temel kurum ve İlkelerinin siyasal alanda ege­men kılınmasına siyasal çağdaşlaşma; okur-yazarlık oranının yükselmesi, ulusal ve laik ideolojilerin egemen hale getirilme­sine kültürel çağdaşlaşma; kapitalist üretim tarzının yerleşti­rilmesine ekonomik çağdaşlaşma; kentleşme ve alt yapı hiz­metlerinin yaygınlaştırılması, haberleşme teknolojilerinin geliş­tirilmesi ve geleneksel otorite ilişkilerinin çözülmesi ile ortaya çıkan duruma da sosyal çağdaşlaşma denir. Bkz. Modernlzm, modernlik.

Çağrışım

 

(Assocıatıon) Belirli bir uyarıcının, geçmişte o uyarıcıyla birlikte bulunmuş başka nesne veya durumları hatı­ra getirmesi. Bir olay, olgu veya gelişmenin çeşitli faktörlerin vesile olmasıyla başka olay, olgu veya gelişmeleri anımsatma­sı.

 

Çalışma Serbestliği

 

(Lıberty Of Workıng) Beİirli sınırlar içinde herkesin kendi mesleğini ya da İşverenini serbestçe se­çebilmesi ve her iş verenin de istediği kişiyi İstihdam edebil­mesini ifade eden hukuk ilkesi.

 

Çarpan

 

(Multıplıer) Bkz. çoğaltan

 

Çatışma

 

(Confl1ct) 1. Çatışkı; Aynı şeyi elde etmek için farklı birey veya grupların birbirlerini devre dışı bırakmak ve­ya zayıflatmak amacına yönelik olarak yaptıkları bilinçli mücadde.

2. Bir konuda birbirini yadsıyan görüş ve iddiaların meydana getirdiği karşıtlık.

 

Çatışma Teorisi

 

(Conflıct Theory) Toplumsal örgütlen­menin temelinde, değer ve kaynakların eşitsiz bölüşümünden kaynaklanan bir yapısal çelişki ve çatışmanın bulunmasından dolayı tüm ekonomik, toplumsal, siyasal kurum ve süreçlerin; kültürel, sanatsal ve bilimsel etkinliklerin, o toplumda yaşayan sınıf ya da grupların karşılıklı anlaşma, uzlaşma veya yardım­laşmaları sonucu değil; taraflar arasında değişik düzeylerde sürekli tekrarlanan çatışmaların sonucu oluşturulduğunu savu­nan kuram. Bkz. denge kuramı.

 

Çek

 

(Cheque) Belirli bir vadenin sözkonusu olmadığı ve görül­düğünde kayıtsız şartsız ödenmesi zorunlu olan bir ödeme emri. Üzerinde yazılı" belirli bir tutarda paranın hamiline, belir­li bir kişiye veya emrine ödenmesi konusunda bir bankaya hi­taben yazılan, özel bazı şekil şartlarına bağlı, kıymetli evrak niteliği taşıyan senet. Üç taraflı bir İlişkinin sözkonusu olduğu çekte, çeki düzenleyene keşideci, çek tutarını tahsil yetkisi verilen kişiye lehdar, çek üzerinde yazılı tutan lehdara öde­me yetkisi verilen bankaya da muhatap denir. Çekler nama, emre veya hamiline yazılı olabilir.

 

Çekirdek Aile

 

(Nlcleüs Famıly) Bkz. Aile

 

Çelişki

 

(Contradıctıon) 1. Bir önerme ile o önermenin değillemesinden oluşan küme; iki önerme, cümle ya da ifadenin mantıksal olarak birbirini dışlaması. Uzlaşmaz karşıtlık.

2. Di­yalektik mantık çerçevesinde, olgu ve süreçlerde hem birbirle­rini zorunlu olarak gerektiren, hem de birbirlerini karşılıklı olarak bertaraf etmeye yönelen karşıt eğilimlerin bir arada bu­lunması durumu.

 

Çelişkinin Kurumsallaşması

 

(Instıtutıonauzatıon Of Conflıct) Kapitalizmin ilk zamanlardaki saldırgan ve şiddete dayalı çelişkili yapısının, sonraları eski çelişkilerini ta­şımakla beraber daha az tehlikeli ve daha yumuşak bir görün­tüye bürünmesi.

 

Çelişmezlik İlkesi

 

(Prıncıple Of Non-Contradıctıon) Bkz. Formel Mantık

 

Çerçeve

 

(Framework) Bir düzen, sistem, mekanizma veya yapıya biçim veren, etkinlik alanını sınırlayan ya da sözkonu­su yapıyı çevreleyen koşullar bütünü.

 

Çete

 

(Guf.Rılla) 1. Gerilla/ Siyasal sistemi kısmen veya tama­men değiştirmek amacıyla düzenli ordu birlikleriyle veya ül­kesini işgal eden yabancı askerlerle savaşan yerel düzensiz birlikler. 2. Soygun, gasp, yağma ve bunun gibi yasadışı yol­larla geçim sağlamayı yaşam tarzı haline getirmiş grup.

 

Çevirme

 

(Conversıon) Konversiyon. Ruhsal gerginlik ve sı­kıntıya neden olan bilinçaltı çatışmaların çeşiüi sinirsel belirtiler halinde sembolik ifade şekilleri bulması.

 

Çevre

 

(Envıronment) 1. İnsan ya da bir başka canlının yaşa­mı boyunca içinde ilişkilerini sürdürdüğü dış ortam. Bkz. hibidat

2. Bir birey, grup veya toplumun biyolojik, toplumsal ve kültürel yaşamını etkileyebilecek dış faktörlerin tümü. İn­san etkisinin henüz girmediği, ya da önemli ölçüde müdahale etmediği bitki, hayvan, dağ, deniz vb. unsurlardan oluşan çev­reye doğal çevre; toplumsal İlişkiler çerçevesinde İnsan bilgi ve deneyiminin doğal yapı ve kaynakları dönüştürmesi so­nunda meydana gelen çevreye yapay çevre; bireyi kuşatan sosyal, beklenti, ilişki ve kurumların oluşturduğu ortama sos­yal çevre; bilimsel, felsefî ve sanatsal etkinliklerin oluşturdu­ğu ortama da entellektüel çevre denir.

 

Çevre Aydını

 

(Perıpherıcal 1ntellectual) Fiilî gündemi ve zihin matrisleri, kendi tarihsel-toplumsa! konumunun so­runlarından çok kendisine merkez aldığı uygarlığın sorunsal-larıyla belirlenmiş, çözümü de sürekli bu merkezde arayıp merkezin yol göstericiliğine olan inancını hiç yitirmeyen, fakat merkezi sahiden izlemeyi de bir türlü beceremeyen aydın tipi, 04. Kara)

 

Çevrebilim

 

(Ecology) Bkz. ekoloji

 

Çevrecilik

 

(Envıronmentalısm) Doğal çevrenin korunma­sı, insan-doğa-çevre ilişkilerinin yeni bir temele oturtulması ekseninde gelişen, önceleri bireysel tepkiler şeklinde kendini gösterirken sonraları örgütselleşen toplumsal hareketler. Hızlı sanayileşme ve insanın doğayı tahakküm altına alma çabası­nın kaçınılmaz sonucu olarak doğanın kendini yenileyemez bir hızla kirletilmesi sonucu doğal hayat ve çevrenin yokolması tehlikesinin belirmesi karşısında çevreyi kurtarmak amacıyla ortaya çıkan İdeolojik-sosyal hareket.

 

Çevresel Etki Değerlendirmesi

 

(Environmental Im-Pact Kvaluatıon) Yeni kurulacak bir fabrika veya üretim biriminin, henüz proje aşamasında iken, gerek dışan vereceği artık ve sebep olacağı kirlenme,gerekse sağlayacağı olumsuz dışsallıklar bakımından orta ve uzun vadede doğa! çevreye verebileceği muhtemel zararların hesaplanarak, yasalarca be­lirlenen nitelikleri taşımayan ve standartlara uymayan projele­rin uygulama dışı brakılmasını amaçlayan değerlendirme.

 

Çevrimsel Yaklaşım

 

(Cyclıcal Approach) Döngüsei yaklaşım. Genelde insanlık tarihinde görülen uygarlıkların,

özelde de tek tek insan ve toplumların gelişim süreçlerinin tekdüze, doğrusal ve geri döndürülemez bir seyir izlemedikle­rini; tersine döngüsei, inişli çıkışlı, bir biriyle karşılaştırılama­yacak özgünlükte iç dinamiklere sahip bir gelişme çizgisine sahip olduklarını savunan yaklaşım.

 

Çıkar Grubu

 

(Interest Group) Bkz. baskı grubu

 

Çıkarım

 

(Inference) 1. Verilerden sonuç çıkarma işlemi.

2. Doğru olduğu kabul edilen bir veya daha fazla önermeden yola çıkarak, öncekilerin doğruluğuyla sınırlı ve aralarında mantıksal ilişki kurulabilen yeni önermeler üretme süreci.

 

Çıkmaz

 

(Dilemma) Bkz. ikilem

 

Çiftler Halinde Öğrenme

 

(Paıred-Assocıate Lear-Nıng) Öğrenicilerden, kendilerine bir kelime ya da hece su­nulduğunda bir başka kelime veya hece ile cevap vermeleri beklenen Öğrenme yöntemi.

 

Çobanlık

 

(Pastoralısm) Topluluğun hayatını idame ettirme­sinde en önemli iktisadî etkinliği hayvanların evcilleştirilmesi­nin oluşturduğu ve temel ihtiyaçların hayvanlardan sağlandığı geçim ekonomisinin bir çeşidi. Bkz. geçim ekonomisi, bar­barlık, Medeniyet.

 

Çocukluk

 

(Childhood) Doğum ile ergenlik ya da bulûğ ça­ğı arasındaki dönem.

 

Çoğaltan

 

(Multıplıer) Çarpan. Hızlandıran. Aralarında etki-leme-etkilenme yahut neden-sonuç ilişkisi bulunan iki iktisadî olgu arasındaki, etkilenen faktördeki büyümeyi, etkileyen fak­tördeki büyümenin belirli bir katına yükselten çoğaltma ilişki­si. Bu çerçevede otonom yatırım harcamalarındaki bir birimlik artışın denge gelir düzeyinde daha büyük bir artış yaratmasına yatırım çoğaltanı; merkez bankasının yarattığı paranın ban­kacılık sistemi ve kredi mekanizmasına girmek suretiyle, siste­me girdiği ilk miktarın birkaç katına kadar büyümesine de pa­ra çoğaltanı ya da para çarpanı denir.

 

Çoğulcu Toplum

 

(Plural Socıety) 1. Aralarında dil, din, ırk veya emik açılardan farklılıklar olmasına rağmen barış içinde, aynı ulusal devlet çatısı altında yaşayan insanların oluşturduğu toplum

2. Mevcut hukuksal, siyasal, sosyal ve kültürel yapının dayandığı uygarlığın paradigmal çerçevesi ve temel değer yargıları ile çelişmemesi kaydıyla her türlü düşün­cenin ifade ve örgütlenme hakkına sahip olduğu toplum.

 

Çoğulculuk

 

(Pluralısm) 1. Pluraiizm. Bir sürecin yönlen-dirilmesiyle ilgili kararların, sözkonusu sürecin sonuçlarından etkilenen tarafların katılımı ile .belirlenmesi.

2. Farklı etnik, ekonomik, siyasal kültürel çıkarları temsil eden kurum veya örgütlenmelerin yahut güç odaklarının, zora başvurmadan mevcut sistemin katılım yollarını kullanarak siyasal kararları etkileyebildiği siyasal sistem.

3. Farklı toplum kesimlerinin dü­şünce, inanç, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunan gö­rüş. Bkz. Otoritercilik, Totalitercilik.

 

Çoğunluk Partisi

 

(Majokity Parıy) Güvenoyu almak için mecliste gerekli milletvekili sayısına sahip olan parti.

 

Çoğunluk Sistemi

 

(Majorıty System) Çok partili sistemde bir seçim bölgesinde en çok oyu alan parti listesinin seçimi kazanmasını sağlayan seçim sistemi.

 

Çok Partili Sistem

 

(Multî-Party System) Toplumsal des­teği bulunan, örgütlenmiş en az üç partinin eşit şartlarda ya­rışlığı, oyların bir veya İki partide toplanmadığı, seçime katı­lan partilerin en azından koalisyonla iktidar olma şansı taşı­dıkları siyasal sistem. Sadece İki veya İkiden fazla siyasal par­tinin bulunmasına rağmen oyların çoğunun İki büyük parti arasında paylaşıldığı, küçük partilerin yalnız başlarına veya koalisyon kurarak İktidara gelme şanslarının olmadığı sisteme de İki partili sistem denir. Bkz. tek parti sistemi.

 

Çokaşamalı Örnekleme

 

(Mcltı-Stage Samplıng) Bkz. Örnekleme

 

Çokeşlilik

 

(Polygamy) Bkz. evuük

 

Çoklu Kişilik

 

(Multıple Personalıty) Bir kişide, herbiri belirli zamanlarda baskın hale gelen, birden çok kişilik özel­liklerinin aynı anda bulunması.

 

Çoktanrıolık

 

(Polytheısm) Politeizm. Birden fazla tanrı­ya inanma ve lapmma, Tek bir tanrının varlığını reddederek birden çok tanrının varlığının mümkün olduğunu ileri süren görüş. Bkz. Tf.Ktanrıcıuk.

 

Çoktarafıı Yardım

 

(Multılateral Aıd) Bkz. Diş yardım

 

Çokuluslu Şirketler

 

(Mültınatıonal Corporatıons)

Dünya pazarları İçin üretim yapan ve gelişme stratejilerini bir tek ülke çapında değil dünya Ölçeğinde belirleyen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve tek merkezden yönetilen, üre­tim ve hasılat tutarları büyük rakamlara ulaşan dev boyutlu şirketler. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra dünya ça­pında yaygınlaşan ve birçok piyasada tekel veya oligopol olarak faaliyet gösteren, sahip oldukları parasal güç nedeniyle çoğunlukla siyasal otoriteler üzerinde baskı kurabilen çoku­luslu şirketler, gelişmiş kapitalist ülkelerin dünya ölçeğindeki egemenliklerini perçinleyen iktisadî araçlar olarak da değerlen dirilmektedirler.

 

Çözülme

 

(Dısorganızatıon/Dıssocıatıon) 1. Toplumsal yapı, İlişki ve değerlerin zayıflamaya, hg;;.ta bağlayıcı olmaktan çıkmaya başlaması İle başgtcren voplurnsal durum.

2. Ruhsal olarak sıkıntılı durumlardan kurtulmak için kişinin geçici ola­rak bütünlüğünü kaybetmesi; herşeyi unutup âdeta kendisin­den tamamen farklı İkinci bir şahsiyet haline gelmesi. Örn. Hafıza kayıpları, uyur-gezenik, şuursuz kaçmalar, iki ruhlu in­san halleri.

 

Çözümleme

 

(Analysıs) Analiz Tahlil Bir konu, cümle, so­run, olay, olgu veya sürecin, kısaca bir bütünün, kendisini meydana getiren öğelerin sözkonusu bütünle İlişkileri koparıl­madan ayrıştırılarak daha kolay anlaşılabilir hale getirilmesi. Bir sorunsalın cevap bekleyen sorularının cevaplandırılması; bir yapının parça-bütün ilişkisi içinde, sözkonusu yapıyı etki­leyen faktörlerle birlikte kavranıp yorumlanmasına yönelik araştırma, İrdeleme, bölümlere ayırma, bütünleştirme faaliyet­lerinin tümü. Bkz. sentez.

 

D

 

Dağılma

 

(Decoimposıtıon) 1. Birlikteliğin sona ermesi; biraradaki Unsurların birbirinden uzaklaşması; bir yapıyı oluşturan birimler arasındaki dayanışmanın ortadan kalkması.

2. Şiddedi ruhsal çatışmalar sonucunda onama uyum sağlayabilmenin İmkânsızlaşması dolayısıyla kişiliğin ciddi biçimde parçalan­ması.

 

Dağıtım

 

(Dıstrıbutıon) Ürelim süreciyle tüketim süreci ara­sında aracılık görevi yapan ve üretilen şeyleri tüketicilerin hiz­metine sunmayı amaçlayan ekonomik faaliyetlerin tümü.

 

Dalgalı Kur Sistemi

 

(Floatıng Exchange Rate System) Bkz. esnek döviz kuru sistemi

 

Damping

 

(Dumpıng) Eldeki mal fazlasının eritilmesi yahut ra­kip işletmelerin pazar dışına itilerek piyasada tekelci bir konu­ma gelmek amacıyla bir malın piyasada marjinal maliyetinin altında bir fiyatla satılması. Mal ve hizmetlerin zararına satışı.

 

Danışmanlık Psikolojisi

 

(Counselıng Psychology) Bkz. psikoloji

 

Danıştay

 

(Councıl Of Statf.) Devlet Şurası. Yönetimle il­gili sorunların çözüme bağlandığı en üst mahkeme. îlk kez 1868'de Fransa'da, sonra Türkiye'nin de içinde bulunduğu bir­çok ülkede kurulan Danıştay, başlangıçta mahkeme olmaktan çok hükümetin bir danışma organı iken zamanla, bir yandan vergi ve idare mahkemelerinin temyiz mercii ve bazı davaların ilk ve son derece mahkemesi olan en yüksek İdare mahkeme­si; öte yandan başbakan ve bakanların gönderdiği kanun tasa­rıları hakkında düşüncesini bildiren en yüksek danışma ve in­celeme organı özelliği taşıyan bir kuruma dönüşmüştür.

 

Daraltıcı Ekonomik Politika

 

(Contracttonary Eco-Nomıc Policy) Bkz. defhsyon

 

Darboğaz

 

1. Üretim sürecinde karşılaşılan, faktör piyasasında­ki arz ve taleple ilgili, giderilmesi güç dengesizlik durumu. Sözkonusu dengesizlik krediler, döviz rezervleri, hammadde kaynaklan vb. girdilerin İhtiyaç duyulan düzeyin çok altına düşmesinden kaynaklanabilir.

2. Gerek ülke içi, gerekse ülke­lerarası siyasî ilişkilerde çözülmek istenen kimi sorunların çık­maza girmesi; bîr anlaşmaya varabilme noktasında aşılması güç engellerle karşılaşılması durumu.

 

Dardanizm

 

(Dardanısm) Fiyatların yüksek düzeyde tutulma­sı veya maliyetlerin de altına düşmesinin önlenmesi amacıyla bir malın çeşitli yollardan yok edilmesi.

 

Darvinizm

 

(Darwı\Ism) Darvincilik. C. Danuin tarafından ileri sürülen ve yaratılış öğretisini reddederek hayatı, insan ve diğer canlı varlıkların türeyişini evrim, doğadaki sürekli yeni­lenen varolma savaşı ve doğal ayıklanma İle açıklayan ku­ram.

 

Dar'ül Erkam

 

1. İslâm'a davetin henüz açıktan yapılmaya baş­lanmadığı yıllarda, dinî tebliği kabul edebilecek kişilerin gizli­ce ve teker teker çağrılıp İslâm'a davet edildikleri; Hz. Pey­gamber tarafından Müslümanlara İslâm'ın anlatılıp vahyin teb­liğ edildiği ve topluca ibadet veya çeşitli görüşmeler için mekân olarak kullanılan Erkamb. Ebu'l Erkamin evi.

2. Her çağda ve dönemde koşulların elverişsizliği yüzünden Müslü­manlıklarını istedikleri biçimde ve serbestçe yaşayamayan müslümanlar tarafından bu amaçla kullanılan mekânların sem­bolik ismi.

 

Dar'ün Nedve

 

Miladî 440 yılında Kusay tarafından kurulan, Mekke'de Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin toplanıp siya­sal, hukuksal ve idarî konulan görüştükleri, ayrıca nikâh ve benzeri törenler için de kullanılan mekân. Cahîlîye dönemin­de Mekke'de, aktüel şartlar içerisinde başvurulan ve özellikle müstekbirlerin çıkarlarının ve sorunlarının, ya da olağanüstü durumların tartışılıp görüşüldüğü toplanma evi; değişik top­lumlarda benzer işlev gören tüm mekân ve kurumların sem­bolik adı.

 

Davranış Bilimleri

 

(Behavıoral Scıences) Psikoloji, sos­yoloji ve sosyal antropoloji başta olmak üzere insan ve hay­van davranışlarını farklı amaçlarla, değişik araçlar kullanarak ve farklı boyutlarıyla incelemeyi konu edinen bilimler.

 

Davranış Bozukluğu

 

(Behavıoral Dısorder) İnsan davranışlarının ruhsal dengesizlik nedeniyle normal seyrinin dışına çıkması. Ruhsal bozukluk veya ruh hastalığı deyimleriy­le eşanlamlı olarak kullanılan ve psikonevrotik reaksiyonlar, kişilik bozuklukları ve kronik beyin sendromlarını kapsayan genel terim.

 

Davranışçılık

 

(Behavıourısm) 1. 20. yüzyılın başlarında gelişen ve psikolojik tahliller ile tedavilerde içebaktş tekniği­nin kullanılmasına karşı çıkarak, psikolojinin gözlemlenebilen davranışların incelenmesiyle sınırlanması gerektiğim savunan psikoloji okulu.

2. Psikolojiyi doğal bilimlere yaklaştırarak, ona daha nesnel bir nitelik kazandırmak amacıyla geliştirilen ve psikolojinin konusunu da, zihin ve bilinç durumlarını dev­re dışı tutarak sadece insan veya hayvan davranışlarının İnce­lenmesiyle sınırlayan yaklaşım.

 

Davranış Grubu

 

(Attıtude Group) Bkz. baskı grubu

 

Dayanışma

 

(Solıdarıty) Bir grup içinde yeralan bireylerin aralarında veya grupların birbirleriyle olan ilişkilerinde, karşı­lıklı yardımlaşma, işbirliği, ortak tavır ve toplu eyleme bağlı olarak gelişen bağlılık duygusu. Bkz. organik dayanışma, me­kanik Dayanışma, Asabiyet

 

Dayıcılık

 

(Nepotîsm) Bkz. adam kayırmacılık

 

Dedüksiyon

 

(Deductıon) Bkz. TümdengeUm

 

Deflasyon

 

(Deflatıon) Fiyatlar genel düzeyi, millî gelir ve İstihdam düzeyinin düşmesi, dış ticaret hacminin daralması, ücretlerin azalması, bunların sonucu olarak da ekonomik durgünlüğün yaygınlaşmasını ifade eden kavram. Bu çerçevede, amacı toplam talep ve ithalatı kısarak enflasyonîst eğilimleri bastırmak ve İhracatı artırarak dış ödemeler dengesini düzelt­mek olan politikaya deflasyonist politika ya da daraltıcı ekonomik politika denir. Deflasyonist politikaların yukarıda belirtilen amaçlara ulaşılabilmesi için öngördüğü başlıca araç­lar vergi ve faiz oranlarının artırılması, para arzının daraltılma­sı ve kamu kesimi ile özel kesim harcamalarının kısıtlanması-dır.

 

Deflasyonist Politika

 

(Deflatıonary Polıcy) Bkz. Defiasyon

 

Değer

 

(Value) 1. Kullanılışlı ya da arzulanır olma, İşe yararlı­lık, aydınlatıcılık. Amaç veya araçlar hakkındaki inanç.

2. Kıy­met, paha. Bir şeyin karşılığı. Bir nesneyi işe yarar, aranır, ar­zulanır, sevilir kılan şey. Mal ve hizmetlere atfedilen göreli önem. Bu çerçevede, bir nesne ya da malın başka bir nesne ile mübadele edilmesi noktasında taşıdığı değere değişim de­ğeri, eldeki bir malın tüketilmesi ya da kullanılması, yahut başka bir malın üretiminde kullanılma aşamasında taşıdığı de­ğere ise kullanım değeri denir. Bkz. değerleme.

3. İnsanla­rın hayatın anlamı ve günlük yaşamın biçimlendirilmesi konu­sunda alternatif yollar arasından bir tercih yapmalarını sağla­yan yol gösterici nitelikteki soyut yahut somut İlke, inanç ve­ya varlıklardan herbiri. Bu çerçevede, toplumun geleceğinin inşasında hareket noktası kabul edilen geçmiş yaşantı, dene­yim ve alışkanlıklara geleneksel değer; toplumun tarihsel sü­reçle yaşadığı serüveni olumlu etkileyen kişi, kurum veya davranış kalıplarına tarihsel değer; kendi içinde uyumlu bir toplumun kurulabilmesi ve kendisini yeniden üretebilmesi için o toplumda yaşayan bireylere kazandırılan davranış kalıp­ları ve eğitsel kodlara kültürel değer; doğrular ve yanlışlar konusunda İnsanı uyarıcı nitelikteki dinî ilkelere dinî değer; inanç ve ideolojiler arasında bir tercih yapılabilmesinde aydın­latıcı rol oynayan düşünsel mihenk taşlarına da felsefi değer denir.

 

Değer Paradoksu

 

(Paradox Of Value) İnsan için hayatî önem taşıyan, hayatın idamesi için tüketilmesi zorunlu olan malların değerlerinin; gösteriş amacıyla tüketilip hayatî hiçbir önemi olmayan, lüks tüketime konu olan malların değerlerin­den daha düşük olması durumu. Örn. Suyun ucuz, mücevhe­rin pahalı olması.

 

Değer Teorileri

 

(Value Theorıes) Mal ve hizmetlerin de­ğişim değerleri veya fiyatlarının niteliği İle değeri neyin be­lirlediği, değer ölçütünün ne olabileceği konularında geliştiri­len kuramlar. Belli başlı değer teorileri şunlardır:

1. Emek-Değer teorisi: Değerin kaynağı yahut belirleyicisinin emek ol­duğunu, bîr nesnenin değerinin, üretiminde harcanan emek miktarına göre belirlenebileceğini, zira kullanım değeri bir yana bırakılırsa geriye malların bir tek emek ürünü olmaları özelliğinin kalacağını, dolayısıyla farklı malların karşılaştırıl­ması ve mübadele sürecinin açıklanabilmesine imkân vere­cek değişmez değer ölçüsünün emek olduğunu ileri süren kuram.

2. Marjinal Değer Teorisi: Bir şeyin değerinin mar­jinal faydasına göre belirleneceğini, değerin ölçüsünün son birimden elde edilen fayda anlamına gelen marjinal fayda ol­duğunu ileri savunan kuram.

3. Maliyet-Değer Teorisi: Bir nesnenin değerini ancak o nesnenin üretiminde kullanılan üretim faktörlerinin maliyetlerinin belirleyebileceğini savunan kuram.

 

Değer Yargısı

 

(Value Judgement) Bütün insanî etkinlikler ile olay, olgu ve nesnelere karşı verilebilecek iyi ve kötü yar­gılarından her biri. Vakıayı tespit eden değil, ideali gösteren; olanı değil, olması gerekeni belirleyen yargı.

 

Değerbilim

 

(Axıology) Bkz. Aksiyolojı

 

Değerleme

 

(Valuatıon) 1. Vergi matrahlarının hesaplanma­sıyla ilgili İktisadî kıymetlerin takdir ve tespiti.

2. Bir işletme­nin sahip olduğu İktisadî varlıkların belirli bir tarihteki kıymet­lerinin en doğru ve gerçeğe en yakın olarak tespit edilmesi; işletmeye ait varlıkların bilançoya yansıtılacak değerlerinin çeşitli kriterler yardımıyla belirlenip rakamlarla ifade edilmesi fa­aliyeti. Bkz. Değerleme Ölçüleri.

 

Değerleme Ölçüleri

 

(Valuatıon Crıterıa) Değerlemeye esas alınan ölçüler. Başlıca değerleme ölçüleri şunlardır: Mali­yet bedeli, borsa rayici, tasarruf değeri, kayıtlı değer, itibarî değer, vergi değeri, rayiç bedel ve emsal bedeli.

İktisadî kıymetler, niteliklerine göre bu ölçülerden yararlana­rak değerlendirilirler. Bir iktisadî kıymetin İktisap edilmesi ve­ya değerinin artırılması amacıyla yapılan ödemeler İle bunlarla ilgili tüm giderlerin toplamına maliyet bedeli; gerek menkul kıymetler ve kambiyo borsasına, gerekse ticaret borsalarına kayıtlı olan İktisadî kıymetlerin, değerlemeden önceki son iş­lem gününde borsadaki ortalama değerine borsa rayici; bir iktisadî kıymetin değerleme gününde sahibi için arzetü'ği ger­çek değere tasarruf değeri; bir iktisadî kıymetin, işletmenin muhasebe kayıtlarında gösterilen hesap değerine mukayyet ya da kayıtlı değer; her türden senetler ile sermaye payı ve tahvillerin üzerinde yazılı olan değere itibarî değer; bir iktisadî kıymetin değerleme günündeki normal alım satım de­ğerine rayiç bedel; gerçek bedeli olmayan veya bilinmeyen, yahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın, değerleme gününde satılması halinde benzerlerine kıyasla sahip olacağı değere de emsal bedel denir.

 

Değerler Sistemi

 

(Value System) Birey, cemaat veya top­lumun belirli davranış kalıplarını benimsemesinde, kişinin ön­celiklerini sıralaması ve buna göre hayalını planlamasında rol oynayan kültürel, tarihsel, geleneksel, dinsel ve felsefî değerlerin oluşturduğu sistem.

 

Değersiz Alacak

 

(Bad Debt) Bir yargı organı kararına veya kanaat verici bir belgeye göre tahsiline imkân kalmamış olan alacak. Değersiz alacaklar bu niteliğe girdikleri tarihte tasar­ruf değerlerini kaybederler ve İşletmenin muhasebe kayıtla­rında kayıtlı değerleriyle zarara geçirilerek yok edilirler.

 

Değişim

 

(Exchange) MübadeSe. Bir mal ya da hizmetin, baş­ka bir mal veya hizmet, ya da para İle değiştirilmesi. İktisadî hayalın temel faaliyet konularından biri olan değişim, eski çağlarda mal karşılığı mal ahş-verişi şeklinde iken, kapitaliz­min gelişim sürecine paralel olarak modern çağlarda temel değişim aracı haline gelen para aracılığıyla yapılmaktadır.

 

Değişim Değeri

 

(Exchange Value) Bkz. Değer

 

Değişim Kuramı

 

(Exchange Theory) Mübadele teorisi.

Toplumsal yapının, düzenin, ilişkilerin ve etkileşimin değişim ilişkileri sonucu biçimlendiğini savunan teori. Buna göre, İn­sanlar sadece maddî şeyleri değişmezler, maddî olmayan şey­ler de bu değişim sürecinde yeralırlar; bireyler umdukları gerilere göre davranışlarını planlarlar ve gerçekte elde ettikleri getiriye göre karşılık verirler.

 

Değişken

 

(Varıable) 1. Sabit tutulan ekonomik, istatistiksel, matematiksel, büyüklüklere göre, belirli sınırlar İçinde değişe­bilen büyüklük.

2. Nicelik veya nitelik bakımından değişik de­ğerler.alabilen birim. Değişik durumlarda değişik değerler ala­bilen bir nicelik veya nitelik; gözlemden gözleme farklı değer­ler alabilen bir nesne veya koşul. Bir deneysel düzenekte ve­ya araştırma evreninde etkileme-etkİlenme, sebep-sonuç ilişki­si bakımından etkilenen, bağımsız değişkendeki değişmeye bağlı olarak durumu değişen, yahut sonuç durumunda olan değişkene bağımlı değişken; sözkonusu ilişkide etkileyen veya sebep durumunda olduğu kabul edilen değişkene de bağımsız değişken denir.

 

Değişken  Kur  Sistemi  

 

(Flexıble   Exchange   Ratesystem) Bkz. esnek döviz kuru sistemi

 

Değişken Sermaye

 

(Varıable Capıtal) Bkz. Sermaye

 

Dehşet Dengesi

 

(Balance Of Terror) İkinci Dünya Savaşı sonrası nükleer silahların gelişmesi ve çoğalması sonucunda bu silahlara sahip taraflardan herbirinin karşı tarafın da kendi­sini yok edebilecek bir karşılık vermesinden korkarak bu silahlan kullanmaktan caymasıyla oluşan, esas İtibariyle dehşet ve dehşetin verdiği korkuya dayalı uluslararası denge duru­mu. Bkz. Güç Dengesi.

 

Deizm

 

(Deısm) Tanrıcılık Bir tanrıya inanma. Tanrı'nın varlığı­na İnanan, ancak aklın kendi başına Tanrı'yı bilebileceğini ka­bul ettiğinden vahyi İnkâr eden veya gereksizliğini savunan görüş. Bkz. teizm.

 

Delikanlılık

 

(Adolescence) Hem biyolojik, hem de ruhsal olarak çocukluktan ergenliğe geçiş dönemi.

 

Demagoji

 

(Demagogy) 1. Bir tartışmada kelime oyunları ya­parak, argümanları çarpıtarak veya düzlem dışına kayarak sözkonusu tartışmadan üstün çıkma çabası.

2. Halk avcılığı. Bir topluluğun düşünce ve duyarlılıklarına uygun cümleler kullanarak, onlarla çelişmeden kendi menfaatini korumak; çı­karlarının gerekliliklerini yerine getirirken cümlelerle oynaya­rak toplumun menfaatlerine uygun davranıyor gözükmek. Bu niyetle yapılan söz oyunlarına ve süslü ifadelere dayalı konuş­ma. Kitlenin zaafından yararlanarak, İnsanların hislerini okşa­yarak kendi menfaatini koruma lavn.

 

Demografi

 

(Demography) Nühısbllinı. Toplumların nüfus­la ilgili yönlerini inceleyen; nüfusun miktar ve bileşimi İle doğum-Ölüm oranlan, nüfus artışı ve nüfusun bir yerden başka bir yere kitlesel olarak kayması ile ilgili sorunları ve bu sorun­ların çözüm yollarını, İstatistiksel yöntemleri de kullanarak araştırıp incelemeyi konu edinen disiplin.

 

Demokratik Elitizm

 

(Democratıc Elıtısm) Klasik de­mokrasi kuramcılarının iddia ettiğinin aksine, demokrasinin bir yaşam biçimi değil, karar süreçlerine egemen elit yönetici­lerin düzenli aralıklarla seçilmesini sağlayan bir yönetim bîçi-mi olduğunu ileri süren görüş.

 

Demokratik Kapitalizm

 

(Democratıc Capıtalısm) Tü­keticinin isteğine uygun üretimin yapıldığı; herkesin önceliklerini ve planlarım kendisinin belirlediği; merkezî planlamanın olmadığı ve devlet müdahalesinin en aza indirildiği; üretim ve dağıtım araçlarının mülkiyet ve denetiminin devletin değil, bi­reyin yahut cemiyetlerin kontrolünde olduğu toplum.

 

Demokratik Merkeziyetçilik

 

(Democratîc Centra-Lısm) Siyasal ve idarî kararların oluşturulması aşamalarında her türlü eleştiri, özeleştiri ve önerinin serbest olduğu; ancak, karar alındıktan sonra tam bir itaatle ve hiyerarşik biçimde alı­nan kararların uygulanmasını öngören yönetim biçimi.

 

Demokratik Sosyalizm

 

(Democratıc Socialısm) İngiliz işçi Partisi, Amerika'da Norman Thomas Hareketi, Batı Avrupa ve Japonya gibi birçok ülkedeki sosyalist partilerin öncülüğü­nü yaptığı; sosyalizme giden yolda devrimin bir araç olarak kullanılmasını reddeden; bankaların, demiryollarının, maden­lerin vs. devletleştirilmesi, eğitimin devlet tarafından denetlen­mesi gibi barışçıl yöntemlerle toplumun sosyalistleştirilcbilcce-ğini savunan görüş. Bkz. sosyal demokrasi.

 

Deneme-Yanılma Metodu

 

(Method Of Traıl And Er-Ror) 1. Önceden plan ve program yapmadan seçenekler ara­sında eleme yaparak doğruyu bulma veya problemi çözme yöntemi.

2. Öğrenme sürecinde herhangi bir kuramı esas al­madan, pratik yapmak suretiyle elde edilen başarılar ve karşılaşılan başarısızlıklara bakarak Öğrenme yöntemi.

 

Deney

 

(Experıment) 1. Olay ve nesneler arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması veya bir ya da bir kaç bağımsız değişkenin etkilediği bağımlı değişkenlerin davranışlarının tespit edilmesi amacıyla yapılan sistemli araştırma.

2. Belirli faktörle­rin belirli koşullar altında biraraya getirilerek davranışlarının, aralarındaki etki-tepki ilişkilerinin incelendiği düzenek.

 

Deney Grubu

 

(Experımental Group) Bir deneyde sonuçla­rı gözlemlenmek istenen değişkenlerin etkisinde tutulan grup; deneye tâbi tutulan denekler topluluğu. Bkz. kontrol grubu.

 

Deneycilik

 

(Emprıcısm) 1. Empİrİsİzm. Deneyimcilik. Bilginin yegâne kaynağının deney olduğunu, doğuştan gelen, za­man ve mekândan bağımsız a priorİ bilginin olmadığını, bü­tün gerçek ve güvenilir bilgilerin, son tahlilde, gözlem ve de­neye indirgenebilir nitelikte olduğunu savunan yaklaşım.

2. Deneme yanılma yöntemi ile bilgilenmeyi, güvenilir bilgiye ulaşmada temel alan epistcmolojik yaklaşım.

 

Deneyim

 

(Experıence) 1. Tecrübe. Düşünerek, tahayyül ede­rek değil, yaşanarak elde edilen.

2. Bireyin geçmişte yaşadık­larından edindiği bugünkü bilinç durumu.

3. Uygulama veya öğrenmeyle elde edilen bilgi ve beceri.

 

Deneysel Psikoloji

 

(Experımental Pscyholocy) Davra­nışları öndemek, açıklamak, denetlemek amacıyla laboratuvar düzeneğinde duyum, algı, öğrenme, hafıza, güdü vb. psikolo­jik durumların fizyolojik temellerini ortaya çıkarmayı konu edinen psikoloji dalı.

 

Denge Fiyatı

 

(Eqüıubrıum Prıce) Belirli bir piyasada, bir maİın arz ve talep miktarlarının birbirine eşitlendiği noktada oluşan fiyat. Arz ve talebin birbirini dengelediği noktadaki fi­yat.

 

Denge Gelir Düzeyi

 

(Equılıbrıum Level Of Income) Toplam talep ile toplam arzın birbirine eşit olduğu; firmalar, tüketiciler yahut diğer ekonomik birimler için içinde bulunu­lan durumdan farklı bir duruma ulaşma isteği yaratmayan ge­lir düzeyi.

 

Denge Miktarı

 

(Equılıbrium Quanttty) Bir malın arz ve talebinin birbirine eşit olduğu noktada o maldan alınıp satılan miktar. Arz ve talebin eşitlendiği noktada oluşan miktar.

 

Denge Teorisi

 

(Equılıbrıum Theory) Toplumsal yapılan­manın bireyler arası dayanışma ve karşılıklı birbirine bağımlı­lık zemini üzerinde kurulmasından dolayı, tüm toplumsal ku­rum ve ilişkilerin; farklı eğilim, anlayış ve çıkarlara sahip kişi veya gruplar arasında karşılıklı rızaya dayalı olarak değişik düzeylerde oluşan uzlaşma ve anlaşmalarla varılan dengelerin sonucu olarak ortaya çıktığını savunan kuram. Bkz. Çatışma Teorisi.

 

Denge Ve Fren

 

(Check And Balance) Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı organlar tarafından yerine getiri­lerek birbirlerini denetlemelerini mümkün kılan siyasal düzen­leme. Buna göre, yasama, meclis; yürütme, hükümet; yargı da bağımsız mahkemeler tarafından yerine getirilir. Bkz. kuvvetıir Ayrılığı, Kuvvetler Birliği, Yasama, Yürütme, Yargı.

 

Denk Bütçe

 

(Balanced Budget) Bkz. Bütçe

 

Depoıitizasyön

 

(Depolıtızatıon) Bireyin siyasal çıkar ve eylemlerini terketmesi ya da bir grup, kurum veya eylemin si­yasal kimliğini yitirmesi. Siyasal süreçlerin dışında kalma, siya­sallaşma ediminden uzaklaşma, siyasetten soğuma. Siyasal ge­lişmelere karşı ihtiyatlı ve mesafeli bir yaklaşımı benimseme.

 

Depresyon

 

(Depressıon) 1. Temelde talep yetersizliğine da­yalı olarak durgunluğun ekonomideki tüm sektörlere yayıldı­ğı, üretim kapasitesinin önemli bîr bölümünün kullanılamaz hale geldiği, işsizliğin tırmanıp iflasların yoğunlaştığı, kısaca iktisadî yapının kendini yeniden üretme noktasında büyük güçlüklerle karşı karşıya olduğu ekonomik durgunluk duru­mu.

2. Büyük ruhsal sıkıntı ve gerginlik sonucu kişinin derin bir çöküntü yaşaması; dış dünya ile sağlıklı bir iletişim ve etki­leşim kuramaz duruma gelmesi.

 

Derebeylik

 

(Feudalısm) Bkz. Feodalizm

 

Despotizm

 

(Despotism) 1. Baskı yönetimi Siyasal otorite­nin etkinlik alanı üzerinde geleneksel veya yasal sınırlamala­rın olmadığı ve dolayısıyla hesapsız, sorumsuz ve sınırsızca kullanıldığı yönetim tarzı.

2. Hukuk tanımayan, insanları cebrî yollarla belirli eylemlere zorlayan şiddetli baskı yönetimi.

 

Detant

 

(Detente) Bkz. Yumuşama

 

Determinizm

 

(Determınısm) 1. Belirlenimdlik. Evrendeki her olay ve olgunun nedensellik zinciri çerçevesinde belirli kanunlar ya da kurallara bağlı olarak meydana geldiğini, doğada bulunan her şeyin birbirine kırılmaz bir neden-sonuç zinciriyle bağlı olduğunu İleri süren görüş.

2. Benzer nedenlerin, benzer koşullar altında mutlaka benzer sonuçlar doğura­cağını savunan yaklaşım.

 

Devalüasyon

 

(Devaluatıon) Bir ülkenin parasının, yabancı ülkelerin paralan karşısında değerinin düşürülmesi. Genel ola­rak ödemeler dengesi açıklarının kapatılması amacıyla başvu­rulan bir politika aracı olan devalüasyonun, ithal malların fiya­tını yükseltip ihraç mallarının fiyatını göreli olarak düşürmesi; bunun sonucu olarak ihracatın canlanıp ithalatın azalması, do­layısıyla da ödemeler dengesi açıklarının daraltılmasında etkili olması beklenir.

 

Devlet

 

(State) 1. Halk (insan unsuru), ülke (toprak unsuru) ve egemen bir siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan siyasal örgütlenme.

2. Belli bir ülkede meşru egemenlik iddiasıyla, o ülkede yaşayan bütün insanların hak, görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasal kurum.

3. Bir toplumdaki bütün siyasal kurumların soyut düzeyde toplamını ifade eden kavram.

4. Marksist kurama göre, sınıflı toplumlar­da, egemen sınıfların alt sınıflar üzerindeki sömürüsünü meş­rulaştıran, hâkim sınıfın İdeolojisini savunup onun çıkarlarını korumaya yarayan temel aygıtlardan biri. Bkz. devletin görece özerki iği.

 

Devlet Fetişizmi

 

(State Fetıshısm) Devlete toplumdan ba­ğımsız bir kimlik ve kişilik izafe ederek onu İnsanüstü ve kut­sal bir kurum olarak algılayan, devletin çıkarlarını herşeyin üstünde görerek, ekonomik, sosyal ve kültüre! tüm süreçlerin denetiminin devlete ait olduğunu ve bu denetim hakkını kul­lanırken devletin, bireylerin yaşamlarına her düzeyde müda­hale edebileceğini kabul eden anlayış. Devletin kutsallaştırıl-ması ve uğruna herşeyin kurban edilebileceği bir amaç haline getirilmesi. Bkz. fetişizm, meta fetişizmi.

 

Devlet Hazinesi

 

(State Treasury) 1. Devletin kasası; gelir gider dengesinin ve nakit durumunun izlendiği merkez.

2. Devletin malî tasarruflarından bir çoğunun icra merkezi konu­mundaki kamu birimi. Maliye politikası çerçevesinde devlet tarafından yapılması Öngörülen işlemlerin önemli bir bölümü­nün yürütüldüğü merkez.

 

Devlet Kapitalizmi

 

(State Capıtalısm) Devletin yahut ka­mu kesiminin özel kesim üzerinde ekonomik ve siyasal dene­tim uyguladığı kapitalist sistem. Marksist kurama göre devlet kapitalizmi, sosyalizme geçiş sürecinde geçici olarak uygulan­ması zorunlu olan bir iktisadî politikadır. Bkz. Demokratik Kapitalizm, Kapitalizm.

 

Devlet Tahvili

 

(Treasury Bond) Bkz. hazine bonosu

 

Devletin Görece Özerkliği

 

(Relatıve Altonomy Of State) Devletin egemen sınıfın sömürü aygıtlarından biri ol­duğu yolundaki tezin, yapısalcı ve instrumanlalist marksistler arasında tartışılmasıyla ortaya çıkan ve devletin egemen sı­nıflardan görece bağımsız olduğunu vurgulayan kavram. İns-trumanıalistler devletin, egemen sınıfın çıkarlarını koruyan bir araç olduğunu söylerken, yapısalcılar devletin egemen sınıfın isteğiyle yaratılan bir sömürü aygıtı değil, sonuçla egemen sı­nıfın lehine çalışsa bile egemen sınıfların da varlıklarını borçlu oldukları siyasal yapının bir ürünü olduğunu iddia ederek, devletin görece özerkliğini savunmuşlardır. Burada devlet egemen sınıflara izafeten değil, devlet de, egemen sınıflar da sisteme izafeten tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle referans noktası devlet değil, sistemdir; devlet de, hâkim sınıflar da sis­tem sayesinde anlam kazanırlar.

 

Devletleştirme

 

(Natıonalızatıon) Bkz. Miuileştirme

 

Devrim

 

(Revolutıon) 1. Değişimin nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğine ilişkin kuralların da değiştirilmesini öngören köklü değişim. Bkz. reform.

2. İnkılâp Bir toplumun yönetim biçi­mini, sosyal ve siyasal kurumlarını veya yönetici elitini değişti­rerek yerine yenisini getirmek, toplumsal kurumlara yeni bir biçim vermek amacıyla yapılan köklü değişiklik. Zorla değiş­tirmeyi hedefleyen hareket.

3. Toplumların sosyoekonomik yapılarında uzun vadede önemli sonuçlar getiren icat veya de­ğişiklikler. Örn. Sanayi devrimi, tarım devrimi, teknolojik devrim.

 

Dezenflasyon

 

(Dısınflatıon) Enflasyonun önlenmesi ya da cnflasyonist beklentilerin kırılması ve ekonomik istikrarın korunması amacıyla merkez bankası tarafından reeskont oran­larının yükseltilmesi, kredilere müdahale edilmesi ve açık pi­yasa İşlemlerine başvurulması politikası.

 

Dış Politika

 

(Foreign Policy) Bir devletin diğer devletlere veya uluslararası aktörlere karşı, ulusal menfaatlerin korunma­sı ve geliştirilmesi temeline dayalı olarak belirli amaçlarını ger­çekleştirmek için, sözkonusu devletin siyasal karar organları tarafından belirlenen, geliştirilen ve uygulanan stratejiler, ilke­ler ve politikalar bütünü.

 

Dış Ticaret Hadleri

 

(Terms Of Foreign Trade) İhracat fiyat endeksinin ithalat fiyat endeksine bölünmesiyle elde edi­len oran; bir birim ihracata karşılık kaç birim ithalat yapılabi­leceğini ifade eden terim. Dış ticaret hadlerinin ülke lehine iyileşmesi için, ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarından daha hızlı yükselmesi, ya da tersinden ithalat fiyatlarından daha ya­vaş düşmesi gerekir.

 

Dış Yardım

 

(Foreign Aıd) 1. Bir ülkenin çeşitli amaçlarla başka ülke ya da ülkelere yaptığı parasal ya da teknolojik yar­dım. 2. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerden azgelişmiş ülkele­re, gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla çeşitli konularda yapılan sermaye ve teknoloji aktarımı. Geri ödemesiz dış yar-. dımîara hibe; para olarak yapılan yardımlara finansal yar­dım; gıda yahut teknik yardımlara aynî yardım; belirli bir proje finansmanına yönelik yardımlara proje yardımı; genel amaçlı bir programın yürütülmesi için verilen yardımlara program yardımı ya da genel amaçlı yardım; yardım eden ülkenin ürettiği malların alımı şartına veya benzer şartlara bağlanan yardımlara şarta bağlı yardım; herhangi bir şart öngörmeyen yardımlara serbest yardım; bir ülkenin doğrudan diğer bir ülkeye yaptığı yardıma iki taraflı yardım; Dünya Bankası gibi uluslararası bir kurum aracılığıyla, yahut birden fazla devletin katkısıyla yapılan yardıma da çok taraflı yardım denir.

 

Dışa Dönük Kişilik

 

(Outward I.Ookıng Personalıty) İçedönük kişiliğin tersine çevresi ile iletişim kurmada güçlük çekmeyen, bulunduğu ortama kolayca uyum sağlayabilen, sosyal ilişkileri güçlü, susmak yerine konuşmayı, yalnızlık ye­rine birileri ile beraber olmayı tercih eden kişilik türü.

 

Dışa Dönük Sanayileşme

 

(Outward Lookıng Ixdust-Rıalızatıon) Bkz. ihracata yöneük sanayileşme

 

Dışın Yönlendirdiği Kişilik

 

(Other-Dırected Perso-Naıj'ıy) Bkz. kişilik

 

Dıskıl Dönem

 

(Anal Stage) Freud'a göre çocuğun ağızcıl donemden sonra ilgisinin dışkı organlarında yoğunlaştığı gelişme evresi. Bkz. oral dönem, ağızcıl dönem, falik dö­nem.

 

Dışsal Ekonomiler

 

(External Economıes) Sanayinin ya da bir grup üretim biriminin ölçeğinin büyümesi veya aityapı hizmetlerinin gelişmesinin firmalar üzerinde ortaya çıkardığı yarar ve kayıplar. Bir firmanın kendi dışındaki ekonomilerden yararlanması yahut zarar görmesi. Sanayide veya altyapı hiz­metlerinde gerçekleşen büyüme ve gelişmenin maliyetleri dü­şürmesi gibi sağladığı yararlara dışsal yararlar; bunlarda meydana gelen olumsuz gelişmelerin yolaçtığı kayıplara da dışsal kayıplar denir. Bir bölgeye devletin altyapı hizmetleri götürmesi veya bir yere kurulan bir fabrikanın çevresindeki arazilerin değer kazanması dışsal yararlara, firmanın kullandığı aramalların kalitesinin düşmesi yahut altyapı hizmetlerinde meydana gelen bir aksamanın firmaların maliyetini yükseltme­si de dışsal kayıplara örnek verilebilir.

 

Dışsal Kayıplar

 

(External Dıseconomıes) Bkz. Dışsal Ekonomiler

 

Dışsal Yararlar

 

(External Economıes) Bkz. dışsal Eko­nomiler

 

Dışsallık

 

(Externalıty) Eksternalite. Bir olay, o!gu ya da sürecin doğal akışı içinde kendi dışındaki düzeneklere yaptığı etki. Sözkonusu etkinin istenmeyen ya da zararlı sonuçlar do­ğurmasına olumsuz dışsallık; tersine, islenen ya da yararlı sonuçlar doğurmasına da olumlu dışsallık; bir kişinin tüke­tim düzeyinin başka bir kişinin refah düzeyinde yarattığı etki­ye tüketimde dışsallık; bir firmanın üretim faaliyetinin başka bir firmanın üretim faaliyetini etkilemesine de üretimde dış­sallık denir. Örn. Birisinin bahçesini ilaçlamasından komşu bahçelerin de yararlanması olumlu dışsallık, bir fabrikanın de­nize bıraktığı kirli atıklardan balıkçıların zarar görmesi ise olumsuz dışsalhkur.

 

Dıştan Evlenme

 

(Exogamy) Belirli özelliklere göre bir bü­tünlük oluşturan bir toplumsal alt grubun içinde yeralan bi­reylerin birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan evlilik düzeni.

 

Diğergâmlık

 

(Altruism) Altruizm. Özgecilik. Kendisini di­ğer insanlar için feda etmekten mutluluk duyma; başkalarının yararı sözkonusu olduğu yerde kendi çıkarından vazgeçme anlayışı.

 

Dikey Hareketlilik

 

(Vert1cal Mobılıty) Bkz. Sosyal Ha­reketlilik

 

Dikkat

 

(Attentıon) Herhangi bir anda belirli amaçlarla İnce­lenen, konuşulan ya da üzerinde durulan olay, nesne veya düşüncelerin, diğerlerini ihmal ederek bazı yönlerine odaklaş­mayla ortaya çıkan zihinsel durum.

 

Dikotomi

 

(Dıchotoımy) Ancak birbirinin zıttı iki değer alabi­len değişken. Örn. Cinsiyet kategorisi ya kadın ya da erkek

olabilir.

 

Dil

 

(Language) Duygu ve düşüncelerin ses, işaret, resim, yazı, görüntü., aracılığıyla başkalarına iletilmesini veya saklanmasını sağlayan ve kendi içinde kuralları ve sürekliliği olan sistem. Dilin insanlar arasında iletişimi sağlayan araçsal İşlevinin yanı-sıra, bizzat iletişime konu olan mesajın kendisinin oluşmasın­da amaçsal bir işlev gördüğü de vurgulanmalıdır.

 

Din

 

(Relıgıon) 1. Geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünü.

2. Dar anlamda evrendeki dü­zeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının varlığı İle anlamlandı­rarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan herbiri. İnsan­lar tarafından konulan ilkeler çerçevesinde oluşturulan dine beşerî din; İlkeleri vahiy yoluyla peygamberler tarafından in­sanlara iletilen dine de semavî din denir. Bu çerçevede me-cusilik beşerî dinlere, İsİâm İse semavî dinlere birer örnek olarak verilebilir. İslâmiyette: Allah'ın iradesine içten ve kûilî olarak ve vahye tam bir itaatle, isteyerek teslimiyet.

 

Din Felsefesi

 

(Phılosopııy Of Rklıgıon) Belirli bir dini sa­vunma kaygısı taşımaksızın, dinlerin niteliği, amaçları, tanrı veya tanrıların varlığı, sıfatları, insanlarla olan ilişkileri ile İlgili ileri sürülen görüşleri, bu konulardaki delil ve karşıt delilleri, dinî bilgi ve yaşayışın niteliğini inceleyen felsefe dalı.

Din Sosyolojisi

 

(Socıology Of Relıgıon) Dintoplum İlişkileri ekseninde, dinî grupların diğer gruplarla olan ilişkile­rini, dinlerin farklı coğrafyalarda aldığı değişik biçimleri, dinî İnanç ve ibadet biçimleri ile diğer sosyal etkinlikler arasındaki bağlantıları incelemeyi konu edinen sosyoloji dalı.

 

Dinamik Analiz

 

(Dynamıc Analys1s) Çözümleme konusu yapılan veya modele dahil edilen değişkenlerin zaman içinde­ki değişmelerinin de dikkate alındığı çözümleme yöntemi. Bkz. Statik Analiz.

 

Dinbiıim

 

(Theology) Bkz. teoloji

 

Dinî İfadeler

 

(Relıgıous Statements) Bkz. Ted İfadeleri

 

Dinî Değer

 

(Relıgıous Value) Bkz. Değer

 

Dinî Rasyonalizm

 

(Relıgıoüs Ratıonalısm) Dinin ilkele­riyle İnsan aklının işleyişinin tâbi olduğu ilkelerin uyum İçinde olduğunu; vahiy ile aklın birbiriyle çelişmediğini; bu iki olgu­nun aralarında bir zıtlık veya çatışma olmadığı gibi, tam tersi­ne karşılıklı birbirini tamamlayan bir ilişkinin sözkonusu oldu­ğunu; bu nedenle de sağlam bir dünya görüşünün ancak söz­konusu bilgi kaynağının birleştirilmesiyle elde edilebileceğini savunan gönjş.

 

Diplomasi

 

(Dıplomacy) Milletlerarası anlaşmazlıkların savaşçı yollardan ziyade görüşme ve uzlaşma yöntemleri gibi barışçı yollarla çözümünü öngören dış politika üretme ve yürütme mesleği; bu mesleğin uygulama alanı. Bkz. kriz diplomasisi,

 

Diplomatik Misyon

 

(Dıplomatıc Mıssıon) Gönderen dev­leti, kabul eden devlette temsil eden, uluslararası hukukun izin verdiği sınırlar içerisinde gönderen devletin ve onun yurt­taşlarının menfatlerini koruyan büyükelçi, elçi veya İşgüderle­rin iki devlet arasında iktisadî, kültürel ve bilimsel ilişkileri ilerletip geliştirme amacına yönelik olarak üstlendikleri misyo­na verilen ad.

 

Diplomatik Pazarlık

 

(Dıplomatıc Bargaıntng) Devlet­ler arası İlişkilerde bir devlet ya da devletler grubunun diğer­lerinin politika veya faaliyetlerini yönlendirmek, etkilemek ya­hut değiştirmek amacına yönelik olarak ikna etme, ödül tekli­fi, tehdit etme veya vaatte bulunma gibi teknikler kullanarak girişimde bulunması ve bu amaçla yapılan pazarlık. Ancak, diplomatik pazarlığın başlaması, iki tarafın da kuvvet kullanı­mından ziyade müzakere yoluyla amaçlarına ulaşabilecekleri­ne dair ortak bir İnanca sahip olmalarıyla mümkündür.

 

Dirimbilim

 

(Bıology) Bkz. biyoloji

 

Disiplin

 

(Dıscıplıne) Bİlimdalı. Uzmanlaştığı alan, kullandığı teknik, araç, yöntem ve terminoloji bakımından diğerlerinden ayrılan altbilim.

 

Diskur

 

(Dıscourse) Bkz. söylem

 

Diyagram

 

(Dıagram) Rakamsal verilere dayalı, matematiksel ya da İstatistiksel teknikler yardımıyla elde edilen araştırma sonuçlarının nokta, çizgi, kolon veya alan gibi geometrik şe­killerde resmedildiği grafik.

 

Diyalektik

 

(Dıalectıcs) Eytişim. Cedel. Doğa, toplum ve düşüncenin kendi içlerinde taşıdıkları İç çelişkilerin doğal bir sonucu olarak sürekli bir devlnjrn ve değişim halinde bulun­duklarını kabul eden yaklaşım. Felsefe tarihinde bir çok filo­zof tarafından değişik anlamlarda kullanılan diyalektik, daha Çok Hegeİ'İn, çelişkileri bîraraya getirip üstesinden gelmede kullandığı akıl yürütme yöntemine denir. Ancak diyalektiğin bir mantık mı, yoksa bir yasa veya yöntem mi olduğu öteden beri tartışflagclmİşür.

 

Diyalektik İdealizm

 

(Dıalectıc deallsm) Dünya tarihi­nin, özellikle de felsefe tarihinin; bir ide'nin, hem kendisini ve .  hem de kendi zıddını kapsayan daha yetkin bir ide'ye dönüş­türme eğilimi ya da arzusunun sonucu olduğunu ileri süren felsefî görüş.

 

Diyalektik Mantık

 

(Dıalectıc Logıc) 1. Tarşma, müna­zara mantığı, ilm-İ cedel.

2. Tez, antitez ve sentez üçlüsünün sürekli bir sarmal halinde hareket etmesi esasına dayanan mantık. Diyalektik mantığa göre tez İle bir olay, olgu ya da süreç olumlanır, tez her zaman dolaysızdır, ya da doîaysızhkla belirlenir. Antitez tezin olumsuzlanmasiyla' elde edilir, yani dolayımla belirlenir, fakat tezin basit bir değillemesi de değildir. Sentez ise tez ve antitezin çatışmasının yeni bir teze dö­nüşmesidir. Sentezde dolayım, yeni bir dolaysızhkta erir, çeliş­me aşılmış olur. Tez ve antitez sentezde korunarak aşılır; bu, geri döndürülemez bir süreçtir. Öte yandan formel mantığın tersine, diyalektik mantığa göre birşey hem kendisidir, hem de kendisinden başka birşeydir; başka bir deyişle herşeyin ya­pısında hem o şeyi kendisi olmaya, hem de başka bir şey ol­maya zorlayan çelişik özellikler vardır. Nicel birikimler, belirli bir yoğunlaşma düzeyinden sonra nitel dönüşümlere yolaçarlar. Bkz formel mantık.

 

Diyalektik Materyalizm

 

(Dıalectıc Materıalısm) Eyti­şimsel özdekçilik. Materyalist ontoloji ve diyalektik metodo­lojinin tarihe uygulanması. Buna göre üretim ve üretilenlerin toplum içinde bölüşümü süreci toplumsal yapının temelini oluşturur. Toplumda üretilen değerler herkesin ihtiyacım kar­şılayacak düzeyde olmadığı için belli esaslara göre dağıtılmak­ta, tüketim ve bölüşüm biçimi de toplumsal sınıfları belirle­mektedir. Toplumların tarihi, -sürekli olarak sınıfların, diğerle­rine göre bölüşümden daha fazla pay alabilmek için yaptıkları mücadelelerden oluşmakta ve bu mücadele değişimin sürekli­liğini sağlamaktadır. Toplumsal kaynaklar bütün insanların tüm ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı sürece bu deği­şim va dolayısıyla sınıflar arası çatışma sürecektir. Bu yüzden sosyal değişimin dinamizm kaynağı ve tarihsel devinimin mo­toru sınıfsal çatışma, insanlık tarihi de bu çatışmanın bir ifade­si olan sınıflararası mücadelelerinin tarihidir.

 

Diyalektik Yöntem

 

(Dıalectıcal Method) 1. Karşılıklı münazara, tartışma yöntemi; önermeleri ya da zıt argümanları çarpıştırarak sonuca gitmeyi temel alan düşünme ve tartışma yöntemi.

2. Doğadaki tüm olgu ve süreçler karşılıklı hareket ve evrensel bağlılık ilişkisi içindedirler; karşıtlar iç-içe geçmiş­lerdir ve aynı zamanda çatışma halindedirler. Bu çatışma sü­rekli devinimi sağlar. Her yadsıma yadsınarak yeni bir süreci başlatır. Niceliksel değişmeler belli bir birikim ve yoğunlaşma aşamasından sonra niteliksel dönüşümlere neden olurlar. Di­yalektik yöntem, bir anlamda tarihsel, toplumsal ve düşünsel süreçlerin yukarıda sayılan öncüllere dayanarak, çözümlenme­si yöntemidir.

 

Dogma

 

1. Belli bir konuda ileri sürülen bir görüşün, sorgulanamaz, tartışılamaz hakikat olarak kabul edilmesi.

2. İtiraz kabul etmeyen, tüm sorgulama süreçlerinin dışında tutulan önerme­lerden her biri.

 

Dogmatizm

 

(Dogmatısm) Olumsuz bir sıfat olarak, düşünce ekollerinin muarızlarını nitelemek İçin kullandıkları ve öne sürülen tezin tartışılmasına taraftar olmamak, yahut mantıksal açıdan savunulabilir olmamasına rağmen bir iddiayı hararetle savunarak, her çürlü eleştiriye şiddetle karşı çıkmak şeklinde kendini gösteren tavır. Bir doktrinin doğruluğunun araştırma, irdeleme ve sorgulamaya tabi tutulmaksızın köyü bir savunulması.

 

Doğa

 

(Nature) 1. Tabiat. Yaratılmış olan herşeyi İçine alan ev­ren.

2. Maddeci dünya görüşünde, evrende meydana gelen olayları denetiminde tuttuğuna inanılan soyut güç.

3. Bir in­san, hayvan ya da nesnenin fiziksel, zihinsel ve ruhsal Özellik­leri İle, onu kendisi yapan niteliklerin tümü.

 

Doğacılık

 

(Naturalısm) 1. Naturalizm. Tabiatçılık. Sosyal, siyasal, ekonomik ya da psikolojik bütün olay veya durumla­rın doğal yasalarla açıklanabileceğini savunan yaklaşım.

2. Doğada kendiliğinden varolan düzenin en uygun düzen oldu­ğu, dolayısıyla sosyal, ekonomik ve siyasal süreçlerin doğal akışlarına müdahale edilmemesi gerektiğini savunan görüş. Doğalcılık.

 

Doğal

 

(Natural) 1. Tabiî. Fıtrî. Kendiliğinden olan. Herhangi bir dış zorlama olmadan, içten gelen, kendi kendine gerçekle­şen.

2. Bir şeyin yaratılış düzeniyle çatışmama, tabiatına aykırı olmama durumu.

3. Doğa kanunlarına uygun; doğada varol­duğu kabul edilen düzen ile uyum içinde olan.

 

Doğal Ayıklanma

 

(Natural Selectıon) Tabii seleksiyon. Canlıların güçlü ve çevreye uyum sağlama yeteneğine sahip olanlarının hayatta kalıp, diğerlerinin öldüğü ve böylece canlı­lar arasında doğal koşullara ve bu koşulların değişimine uyum sağlama yeteneğine bağlı olarak meydana gelen yaşam müca­delesi.

 

Doğal Çevre

 

(Natural Envıronment) Bkz. çevre

 

Doğal Gözlem

 

(Natural Observatıon) Doğada yer ala olayların ve İlişkilerin, kendi doğallıkları İçinde herhangi bir deneysel kontrol ve sistematik örneklem yöntemi uygulanma­dan incelenmesi.

 

Doğal Hal

 

(State Of Nature) İnsanın toplumsal bir varlık haline gelmeden Önce İçinde yaşadığı düşünülen çevresel ko­şullar ve yaşam biçimini ifade eden terim. Doğal hal kavramı, tarihsel ve olgusal olmaktan çok, siyasal toplumun oluşumu­nu tasvir etmek için kurgusal olarak varsayılan bir durum ya da dönemi ifade etmektedir. Bkz. toplumsal sözleşme.

 

Doğal Hukuk

 

(Natural Law) Hukukî nitelikteki ilkelerin doğada varolan veya varolduğu kabul edilen düzenliliklere göre belirlendiği hukuk düzeni.

 

Doğal İşsizlik Oranı

 

(Natural Unemployment Rate) Emek piyasasında denge koşulunun tam olarak sağlandığı du­rumda bile, yine de çalışma dışı kalacağı kabul edilen işgücü oranı. Burada örtük olarak yüzde yüz istihdamın, yani çalışa­bilecek durumdaki işgücünün tamamının aynı anda istihdamı­nın mümkün olamayacağı varsayılmaktadır.

 

Doğal Tekel

 

(Naitjral Monopoly) Bir kişi veya bir üretim biriminin sahip olduğu bir avantaja başka birimlerin sahip ol­masının imkânsız olduğu, doğal ya da fıtrî nedenlerden ileri gelen tekel. Örn. Bir insanın sahip olduğu ses veya özel bir yetenek; işletme hakkı belirli bîr firmaya verilmiş olan kaplıca sulan. Bkz. tekel.

 

Doğal Ücret Kuramı

 

(Natural Wage Theory) Ücreti emeğin maliyetine bağlayan ve ücret düzeyinin de İşçinin kendisi ve ailesinin ancak yaşamını sürdürebileceği seviyede olması gerektiğini ileri süren kuram. Bu kurama göre, ücretler doğal ücret düzeyinin üzerinde olursa evlenme ve çoğalma yoluyla işgücü arzı artacak; tersi olursa açlık, sefalet göç gibi nedenlerle İşgücü azalacak ve böylece uzun dönemde ücret­ler doğal ücret düzeyinde dengeye ulaşacaktır.

 

Doğru

 

(True) 1. Olması gereken.

2. Bir amaç ya da hedefin, gerçekleştirilebilmesi veya ulaşılabilmesi İçin konulmuş ya da kabul edilmiş ilkelere uygun olması durumu. Hedefine vara­bilmesi için araç ve İlkeleriyle tutarlı olan amaç,

3. Gerçekliğin aslına uygun olacak şekilde zihinde yeniden üretilmesi. Gün­lük konuşma dilinde çoğunlukla doğru (olması gereken) İle gerçek (olan), birbirlerinin yerine ikame edilerek kullanıl­maktadır.

 

Doğrudan Demokrasi

 

(Direct Democracy) Dolaysız demokrasi. Vatandaşların belirli zaman aralıklarında kanun­lar yapmak, anlaşmazlıkları çözmek, genel politikalar belirle­mek ya da askerî veya sivil makamlar için yetkilileri alamak üzere biraraya geldiği, modern zamanlarda uygulamasına pek rastlanmayan yönetim biçimi. Bkz. temsili demokrasi, demok­rasi.

 

Doğrulama

 

(Verıfıcatıon) Bir hipotezin, bilginin veya iddi­anın doğru olup olmadığını tespit etmek için bilinen ve kabul gören bütün mantıksal yahut deneysel ispatlama yöntemleri­nin kullanılması. Bir argümanda sonucu haklı çıkarmak için kanıt olarak ortaya konan öncüllere uygulanan mantıksal iş­lem. Bkz. Yanıjşlama.

 

Doğruluk

 

(Truth) Bkz. hakikat

 

Doğrusal İlerlemeci Yaklaşım

 

(Lınear Progressıvıst Approach) Doğal veya sosyal olayların, insan toplulukları­nın yarattığı uygarlıkların, beşerî bilgi ve değer yargılarının birikimsel evrimci bir biçimde ve birbirini bütünlcycrek gelişti­ğini savunan yaklaşım. Buna göre, insanlık tarihi ilkellikten modernliğe, insan bilgisi de metafizik ve teolojik düşünme biçiminden pozitif ve bilimsel düşünme biçimine doğru geri döndürülemez bir süreçle İlerlemektedir. Bkz. çevrimsel yaklaşım.

 

Doğrusal Perspektif

 

(Lınear Perspectıve) Psikolojik an­lamda, Öznenin uzağında olan nesneleri birbirlerine yakın, ya-kınmda olanları ise birbirinden uzak olarak algılaması.

 

Doğrusal Programlama

 

(Lınear Prorammıng) Belirli kısıtlar altında belirli çıktıların enaz maliyetle üretilebilmesi için hangi girdilerden ne kadar kullanılması gerekliği vb. tür­den problemlerin çözümünde kullanılan, matematiksel prog­ramlamanın ekonomide ençok yararlanılan tekniği.

 

Doğrusal Yaklaşım

 

(Lınear Approach) Bireysel ve top­lumsal süreçlerin düz bir çizgi üzerinde doğrusal olarak geliş­tiğini; sözkonusu süreçlerin başlangıç noktasına dönmesinin, ya da döngüsel bir seyir izlemesinin mümkün olmadığını sa­vunan yaklaşım.

 

Doğu Despotizmi

 

(Oriental Despotism) Toprak mülkiye­tinin devlete ait olduğu, bütün vatandaşların yöneticinin köle­si olarak muamele gördüğü, devletin gücüne karşı vatandaşla­rın haklarını koruyacak ve devlet İle vatandaş arasında iktidar kullanımını dengeleme işlevi görecek hiç bir ara kurumun ge­lişmesine imkân tanımayan yönetim tarzı. Bkz. despotizm, As­ya Tipi Üretim Tarzı.

 

Doğubilim

 

(Orıentalısm) Oryantalizm. Batı dünyasındaki üniversiteler veya özel araştırma kurumlarında, islâm, Çin, Hint ve diğer doğu toplumlarının ekonomik, sosyal, siyasal kurumlan, yaşayış ve düşünüş tarzları, İnançları, meydana ge­tirdikleri düşünsel ürünler İle İlgili olarak yapılan araştırma, İnceleme yahut süpekülaüf katkı niteliği taşıyan yorumlardan oluşan bilgiler bütünü.

 

Doğum

 

(Bırth) Bir canlının annesinin vücudundan ayrılarak bağımsız bîr biyolojik varlık haline gelmesi. Belirli bir dönem­de doğan çocukların yüzde veya binde cinsinden oranına do­ğum oran»; doğum oranının denetim altına alınması ve çocuk sayısının sınırlanmasına da doğum kontrolü denir.

 

Doğum Kontrolü

 

(Bırth Control) Bkz. Doğum

 

Doğum Oranı

 

(Bırth Rate) Bkz. doğum

 

Doktrin

 

(Doctrıne) Bkz. öğreti

 

Dolaysız Demokrasi

 

(Dırect Democracy) Bkz. Doğru­dan Demokrasi

 

Domino Teorisi

 

(Domınıo Theory) ABD'de 1953-1957 yıl­ları arasında birinci Eisenhower yönetiminin izlediği ABD dış politikasına rehberlik eden prensip. Buna göre, aynen domi­no oyununda olduğu gibi bir ülke veya bölgeyi kaybetmek otomatik olarak diğerlerini de kaybetmeyi getirebileceği İçin, Asya'dakİ ülkelerden herhangi birisinin komünizmin denetimi­ne girmesini önlemek amacıyla ABD elinden gelen her şeyi yapmalı, hatta Vietnam'ı kaybetmemek için ne pahasına olur­sa olsun savaşı sürdürmelidir.

 

Dominyon

 

(Domınıon) Kendi kendini yöneten bağımsız fa­kat ana ülke ile bazı bağlan sürdüren Kanada, Avustralya, Ye­ni Zelanda gibi İngiliz Milletler Topluluğu üyesi devletlerin her biri.

 

Donuk Diplomasi

 

(Deep Freeze Dıplomacy) Üretken ol­mayacak, işlemeyecek veya etkin olmayacak bir biçimde yü­rütülen diplomatik faaliyetler.

 

Dönemsel İşsizlik

 

(Seasonal Unemployment) Bkz. İssiz­lik

 

Dönemsellik Varsayımı

 

(Assumptıon Of Perıodıcıty) İşletmelerin sınırsız olduğu varsayılan yaşam sürelerinin sınırlı uzunlukta belirli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faali­yet sonuçlarının diğer dönemlerden ayrı olarak belirlenmesini İfade eden kavram. Buna göre bir İşletmenin faaliyet sonuçla­rı, ilgili olduğu dönemde değerlendirilir. Gelir ve giderlerin ta­hakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi ile, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştı­rılması, dönemsellik varsayımı sayesinde mümkün olur.

 

Döner Akreditif

 

(Revolvıng Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif

 

Döner Sermaye

 

(Cırculatıng Capıtal) 1. Üretken sermayenin, bir üretim dönemi İçinde tamamen sarfedilen ve üreti­len mallar satıldığı zaman para olarak geriye dönen kısmı.

2. Günlük giderleri karşılamak üzere kasada bulundurulan nakit veya nakle çevrilebilir değerler.

3. İşletmede geçici bir süre için kalan, üretim faaliyeti sonucunda şekil değiştiren, veya iş­letmenin faaliyeti dolayısıyla satılan, elden çıkarılan değerler.

 

Döngüsel Yaklaşım

 

(Cyclıcal Approach) Bkz. Çevrimsel Yaklaşım

 

Dönülebilir Akreditif

 

(Revocable Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif

 

Dönülemez Akreditif

 

(İrrevocable Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif

 

Döviz

 

(Forkıgn Exchange) 1. Uluslararası parasal ilişkilerde her ülke parasına, diğer ülkelerin paralarına izafeten verilen ad. Belirli bir ülkeye göre yabancı ülke paralarının ortak adı. Yabana para.

2. Bir ülkenin uluslarası ticarî ilişkilerde, borç vb. Ödemelerinde gereksinim duyduğu, başka ülkelerce kabul edilebilecek yabancı para, yahut yabancı para üzerinden dü­zenlenmiş kıymetli evrak ve senetler.

 

Döviz Arbitrajı

 

(Foreıgn Excııange Arbîtrage) Bkz.Arbitraj

 

Döviz Kuru

 

(Exchange Rate) 1. Bir ülke parasının başka bir ülke parası cinsinden değeri.

2. Bir ülke parasının bir biri­mini satın alabilmek için diğer bir ülke parasından kaç birim verilmesi gerektiğini ifade eden terim.

 

Drago Doktrini

 

(Drago Doctrıne) Bir devletin, başka bir devletin sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarının alacakları­nı alamamaları durumunda, onların maddî çıkarlarını korumak veya kendi ülkesinde yaşayan başka uyruklu İnsanların kamu borçlarını tahsil etmek amacıyla, hukuken diğer bir ülkeye müdahale hakkının olmadığını ileri süren dokrin.

 

Dual Ekonomi

 

(Dual Economy) 1. Birden çok üretim tar­zına ait özellikleri içeren yapı ve ilişkilere sahip toplumsal formasyon. 2. Her birinin değişik toplumsal ve birbirinden kısmen bağımsız tarihsel süreçleri, kendilerine özgü iç dina­mikleri ve kurumlan olan İki ayrı sektörün, içinde varlığını sürdürebildiği ekonomik sistem. Genellikle geleneksel ve mo­dern sektörlerin birarada bulundukları toplumsal formasyonlar İççin kullanılır.

 

Dur Ve Devam Et Politikası

 

(Stop And Go Polîcy) Se­çim ekonomisi. Seçimle işbaşına gelen hükümetlerin seçim öncesi dönemlerde, seçmen çoğunluğunun desteğini sağlama­ya yönelik olarak ekonomik faaliyetleri canlandırıcı, alımgücü-nü artırıcı politikalar uygularken; seçim sonrası dönemlerde bunun tersine daraltıcı, kemer sıkmaya yönelik ekonomi poli­tikaları uygulamaları.

 

Durağan Çözümleme

 

(Statıc Analysıs) Bkz. statik anaiz

 

Durgunluk

 

(Stagnatıon) 1. Ekonomik faaliyet düzeyinde ciddi bir yavaşlama, yatırımlarda duraklama ve halta gerileme­nin sözkonusu olduğu durum.

2. Bir ekonomide sermayenin marjinal etkinliğinin, bütün sektörlerde cari faiz haddinin dü­şebileceği en düşük sınırın bile allında kalması dolayısıyla, ye­ni yatırım yapmanın tüm cazibesini yitirdiği ortam.

 

Durgunluk Enflasyonu  

 

(Stagflatıon)  Stagflasyon. Enflasyonla İşsizliğin bir arada yaşandığı durum; enflasyon or­tamında durgunluk. İngilizce stagnalion (durgunluk) ve inf-lation (enflasyon) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluştu­rulan bu terimle, klasik Keynesgİl makro iktisadî çözümleme­de ele alındığının tersine, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki dene­yimlerden de yararlanılarak, enflasyonla işsizliğin her zaman birbirlerine alternatif olmadığı, aynı anda iç İçe bulunabilecek­leri ifade edilmektedir.

 

Duyarsızlaştırma

 

(Desensıtı .Atıon) 1. Bireylerin baskı, kültürel asimilasyon veya kille iletişim araçları yoluyla, davraniş, ilişki ve değerlerle olan bağlantılarının koparılması yahut zayıflatılması.

2. Kişinin şiddetli kaygı duyduğu durumlarda rahatlatılması için kullanılan ve duygusal tepkiyi ortaya çıka­ran durumlarla kişiyi tekrar tekrar karşı karşıya getirerek, söz-konusu tepkinin zayıflatılması temeline dayanan psikoterapi yöntemi.

 

Duygu

 

(Sentıment/Emotıon) His. Bireyin nesne, olay ya da diğer İnsanlarla olan İlişkilerinin sonucunda iç dünyasında meydana gelen ve çoğu kez fizyolojik temelleri ve kaynaklan bilinmeyen sevinç, hüzün, burukluk gibi izlenimler.

 

Duygusal Yakınlık

 

(Affıuatıon) Duygu alış verişinde bu­lunmak, moral destek almak gibi amaçlarla başka insanlarla beraber olma ve onlarla yakın ilişkiler kurma ihtiyacı.

 

Duyumsama

 

(Sensaiıon/Perceptıon) Bkz. algılama

 

Düalizm

 

(Dualısm) İkicilik. înanç-bilgi, ruh-beden, zihin-madde, maddî-manevî gibi son tahlilde birbirine indirgeneme-yen, dolayısıyla da birbirinden türetilemeyen ya da birbiriyle açıklanamayan iki ayrı özün veya iki nihaî prensibin her şeyin temelini oluşturduğunu savunan felsefî görüş; varoluşu ikilem­ler halinde anlama ve anlamlandırma temeline dayalı yakla­şım.

 

Dünya Bankası

 

(World Bank) 1944'te Bretton Woods Konferansları sırasında IMF ile birlikte kurulmasına karar verilerek 1946'da faaliyete geçen, amacı üye ülkelerin imar ve kalkınmaları için sermaye yatırımlarını yönlendirmek ve özen­dirmek olan; üye ülkelerin oy hakkı ile sermayesine katkı oranlarının, dünya ticaretindeki paylarıyla belirlendiği ulusla­rarası finans kuruluşu. Resmi adı Uluslararası İmar ve Kal­kınma Bankası (IBRD) olan, ancak daha yaygın şekilde Dünya Bankası olarak anılan sözkonusu banka, kuruluşunu

İzleyen yıllarda daha çok Batı Avrupa'nın imar sorunlarıyla il­gilenmiş, daha sonraları azgelişmiş ülkeleri de İlgi alanına da­hil etmiştir. 1980'li yıllarda dış ödeme sorunlarının çözümü İçin azgelişmiş ülkelere kendi önereceği iktisadî program pa­ketini uygulamaları karşılığında parasal yardımlarda bulunan Dünya Bankası, Özel sektörün geliştirilmesi ve yabancı serma­yenin özendirilmesi politikası çerçevesinde ekonomik, teknik, malî, finansal ve siyasal açıdan titizlikle İncelettiği azgelişmiş ülke yatırım projelerine düşük faizli, belirlidir süresi geri öde­mesiz, uzun vadeli proje kredileri vermektedir.

 

Dünya Görüşü

 

(World Vıew) Bir kişi, grup veya toplumun varoluşun niteliğine ve hayatın anlamına İlişkin sorulara verdi­ği bilinçli veya bilinçsiz cevapların tümü. Bkz. ideoloji, din.

 

Dünya Sistemi Yaklaşımı

 

(World System Approach) Azgelişmişliğin nedenlerini, merkez-çevre İlişkisi çerçevesin­de azgelişmiş ülkelerin tarihsel süreç içinde dünya kapitalist sisteminin öngördüğü işbölümünde almış oldukları rollerle açıklayan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre azgelişmişlik, sanayi­leşmiş kapitalist ülkelerin (merkez) dünya çapında genişleyip azgelişmiş ülkeler (çevre) üzerinde askerî, siyasî, İktisadî ve kültürel açılardan hegemonya kurmaları sonucu ortaya çıkan bir süreçtir. Bkz. merkez çevre, bağımlılık kuramları, azgelismişlğin Gelişmesi. Dünyevileşme Bkz. Laiklik

 

Düopol

 

(Duopoly) Mal veya hizmet piyasasında sadece iki satıcının bulunduğu; mal veya hizmet arzının sadece İki firma tarafından belirlendiği piyasa. Kısmen tekel, kısmen de reka­betin bulunduğu düopol piyasasında, mal veya hizmet satıcı­larından herbirinin, alacağı bir karara diğer satıcıların göstere­ceği tepkiyi dikkate alarak davranışlarını düzenlemesi sözkonusudur. Bkz. tekel, tam rekabff piyasası, düopson, monop-son.

 

Düopson

 

(Duopsony) Bir mal veya hizmet talebinin sadece iki alıcı tarafından belirlendiği piyasa. Tam rekabetten sapma niş, ilişki ve değerlerle olan bağlantılarının koparılması yahut zayıflatılması. Kişinin şiddetli kaygı duyduğu durumlarda rahatlatılması için kullanılan ve duygusal tepkiyi ortaya çıka­ran durumlarla kişiyi tekrar tekrar karşı karşıya getirerek, söz-konusu tepkinin zayıflatılması temeline dayanan psikoterapi yöntemi.

 

Duygu

 

(Sf.Ntıment/Emotıon) HİS. Bireyin nesne, olay ya da diğer insanlarla olan İlişkilerinin sonucunda iç dünyasında meydana gelen ve çoğu kez fizyolojik temelleri ve kaynaklan bilinmeyen sevinç, hüzün, burukluk gibi izlenimler.

 

Duygusal Yakınuk

 

(Affîlıatıon) Duygu alış verişinde bu­lunmak, moral destek almak gibi amaçlarla başka insanlarla beraber olma ve onlarla yakın ilişkiler kurma ihtiyacı.

 

Duyumsama

 

(Sensatıon/Perceptıon) Bkz. Algılama

 

Düalizm

 

(Düalısm) İkicilik. înanç-bilgi, ruh-beden, zihîn-madde, maddî-manevî gibi son tahlilde birbirine indirgeneme-yen, dolayısıyla da birbirinden türetilemeyen ya da birbiriyle açıklanamayan iki ayrı özün veya İki nihaî prensibin her şeyin temelini oluşturduğunu savunan felsefî görüş; varoluşu ikilem­ler halinde anlama ve anlamlandırma temeline dayalı yakla­şım.

 

Dünürlük

 

(Affınıty) Hısımlık Evlilik ilişkisiyle bir araya gelen eşlerin akrabalarının arasındaki kaynaşmadan doğan ya­kınlık.

 

Dünya Bankası

 

(World Bank) 1944'te Bretton Woods Konferansları sırasında IMF ile birlikte kurulmasına karar verilerek 1946'da faaliyete geçen, amacı üye ülkelerin imar ve kalkınmaları İçin sermaye yatırımlarını yönlendirmek ve özen­dirmek olan; üye ülkelerin oy hakkı ile sermayesine katkı oranlarının, dünya ticaretindeki paylarıyla belirlendiği ulusla­rarası finans kuruluşu. Resmi adı Uluslararası İmar ve Kal­kınma Bankası (IBRD) olan, ancak daha yaygın şekilde Dünya Bankası olarak anılan sözkonusu banka, kuruluşunu izleyen yıllarda daha çok Batı Avrupa'nın İmar sorunlarıyla İl­gilenmiş, daha sonraları azgelişmiş ülkeleri de ilgi alanına da­hil etmiştir. 1980'li yıllarda dış Ödeme sorunlarının çözümü için azgelişmiş ülkelere kendi önereceği İktisadî program pa­ketini uygulamaları karşılığında parasal yardımlarda bulunan Dünya Bankası, Özel sektörün geliştirilmesi ve yabancı serma­yenin özendirilmesi politikası çerçevesinde ekonomik, teknik, malî, finansal ve siyasal açıdan titizlikle incelettiği azgelişmiş ülke yatırım projelerine düşük faizli, belirİİbir süresi geri Öde­mesiz, uzun vadeli proje kredileri vermektedir.

 

Dünya Görüşü

 

(World Vıew) Bir kişi, grup veya toplumun varoluşun niteliğine ve hayatın anlamına ilişkin sorulara verdi­ği bilinçli veya bilinçsiz cevapların tümü. Bkz. ideoloji, din.

 

Dünya Sistemi Yaklaşımı

 

(World System Approach) Azgelişmişliğin nedenlerini, merkez-çevre ilişkisi çerçevesin­de azgelişmiş ülkelerin tarihsel süreç İçinde dünya kapitalist sisteminin öngördüğü işbölümünde almış oldukları rollerle açıklayan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre azgelişmişlik, sanayi­leşmiş kapitalist ülkelerin (merkez) dünya çapında genişleyip azgelişmiş ülkeler (çevre) üzerinde askerî, siyasî, iktisadî ve kültürel açılardan hegemonya kurmaları sonucu onaya çıkan bir süreçtir. Bkz. merkez çevre, bağımlılık kuramları, Azgelişmişlğin Gelişmesi.

 

Dünyevileşme

 

Bkz. laiklik

 

Düopol

 

(Duopoly) Mal veya hizmet piyasasında sadece iki satıcının bulunduğu; mal veya hizmet arzının sadece iki firma tarafından belirlendiği piyasa Kısmen tekel, kısmen de reka­betin bulunduğu düopol piyasasında, mal veya hizmet satıcı­larından herbirinin, alacağı bir karara diğer satıcıların göstere­ceği tepkiyi dikkate alarak davranışlarını düzenlemesi sözko-nusudur. Bkz. tekel, tam rekabet piyasası, düopson, monopson.

 

Düopson

 

(Duopsony) Bir mal veya hizmet talebinin sadece iki alıcı tarafından belirlendiği piyasa. Tam rekabetten sapma örneklerinden biri olan düopson piyasasında çok sayıda satıcı karşısında yalnız iki alıcı mevcut olup fiyat bunlar tarafından belirlenir. Düopol piyasasında sancının konumu İle düopson piyasasında alıcının konumu benzer olup, birincisinde çok sa­yıda alıcıya karşılık İki satıcı; ikincisinde İse çok sayıda satıcı­ya karşılık İki aİıcmın bulunması sözkonusudur. Bkz. Tekel, Tam Rekabet Piyasası, Düopol, Monopson.

 

Dürtü

 

(Drıvf.) 1. Açlık, analık, cinsellik gibi, kişiyi varolan or­ganik gerilimi hafifletecek ya da ortadan kaldıracak etkinlik­lerde bulunmaya iten güç. Bkz. güdü.

2. Organizmayı bir dav­ranışa veya faal çabaya iten güç.

 

Düş Analizi

 

(Dream Analysıs) 1. Rüya tabiri; düşün yorum­lanması.

2. Kişinin duygusal veya ruhsa! problemlerinin ne­denlerini anlamak için gördüğü düşlerin içerik çözümleme­sine tâbi tutulması. Bu yöntem aynı zamanda psikanalizde bir tedavi yöntemi olarak da kullanılmaktadır.

 

Düşlem

 

(Fantasy) Bkz. Fantazi

 

Düşülke

 

(Utopıa) Bkz. ütopya

 

Düşük Mallar

 

(Inff.Rıor Goods) Bkz. aşağı maıiar

 

Düşünbilim

 

(Philosopııy) Bkz. Felsefe

 

Düşünce

 

(Tıougıt) 1. Sözlü veya yazılı olarak başka özne­lere de aktarılabilirle, devredilebilirle veya iletilebiime özelliği­ne sahip zihinsel ürün.

2. Düşünme ediminin İçeriği; düşüne­nin, düşünüleni, kendisi aracılığıyla düşünebildiği şey; düşü­nen öznenin düşünülen nesne hakkında ürettiği şey.

 

Düşünme

 

(Thınkıng) İnsanı diğer canlılardan ayıran, gerçekli­ği kavrayıp kavramsaliaştırabilmesini ve eşyanın hakikatini an­lamasını sağlayan ycü. Düşünme yetisinin, insanı öteki yara­tıklardan ayırdığı ve onu üstün kıldığı gene! kabul görmekle birlikte bu yelinin sadece beynin bir fonksiyonu olup olmadı­ğı tartışmalıdır.

 

Düşün yapı

 

(Ideology) bkz. İdeoloji

 

Düyün-U Umumiye

 

(General Debts -Of Ottoman Sta­te-) Genel borçlar, kamu yükümlülükleri. 19. yüzyıl ortaların­dan itibaren koşulların zorlamasıyla dış borçlanmanın başladı­ğı Osmanlı Devletinde, malîİktisadî dengenin son derece bo­zulmuş olması sonucu aynı yüzyılın son çeyreğine gelindiğin­de altından kalkılamaz boyutlar kazanmış Osmanlı borçlarına verilen genel ad.

 

Düyun-U Umumiye İdaresi

 

Osmanlı Devletinin 19 yüzyıl sonlarında dış borçlarım ödeyemez duruma gelmesi üzerine alacakh Batılı ülkelerin yoğun baskısıyla yapılan görüşmeler sonucunda, sözkonusu borçların ödenmesini sağlamak üzere kurulmuş, devletin gelir kaynaklarının önemli bir kısmına el koyma yetkisiyle donatılmış İdare. Osmanlı borçlarının tümüy­le tasviyesi, devlet içinde devlet haline gelen bu kurum tara­fından da sağlanamamış, devletin yıkılmasından sonra borçla­rın kalan bölümü yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nce üstle­nilmiş ve ödemeler 1954 yılına kadar sürmüştür.

 

Düzgü

 

(Norm) Bkz. norm

 

E

 

Ekonomik Büyüme

 

Millî gelirdeki bir önceki döneme göre toplam artış oranına nominal büyüme oranı; fiyat artışların­dan arındırılmış büyüme oranına da reel büyüne oranı de­nir.

 

Ekonomik Çağdaşlaşma

 

(Economıc Modernızation) Bkz. Çağdaşlaşma

 

Ekonomik Determinizm

 

(Economıc Determınısm) Bkz. Ekonomik Belirlenimcilik

 

Ekonomik Egemenlik

 

(Economıc Hegemony) 1. iktisadî hegemonya. Egemen bir siyasî-askerî ya da ekono­mik güç tarafından, bir ya da birden çok ülkenin ekonomisi, yahut belirli bir piyasa üzerinde kurulan, karşı durulması güç, kısıtlayıcı etkiler bütünü.

2. Piyasada güçlü işletmelerin zayıf işletmeler üzerinde kurduğu; düşük fiyat, damping vb. araç­larla bu İşletmelerin etkinliğini kırmaya yönelik denetim gücü. Bkz. Hegemonya, Egemenlik.

 

Ekonomik Ekoloji

 

(Economıc Ecology) Bkz.Ekolojf

 

Ekonomik Gelişme

 

(Economıc Progress) Bkz. Ekonomik Kaıjkınma

 

Ekonomik İnşan

 

(Homo Economıcus) İktisadî adam. Homo ekonomicus. Faaliyetlerinde menfaat duygusunu ve dolayısıyla bireysel çıkarlarını herşeyîn üstünde tutan, en çok kâr veya faydayı sağlamaya yönelik en uygun araçları seçmeyi temel prensip kabul eden, yaptığı rasyonel tercihlerle tatmin düzeyini maksimumlaştırmaya çalışan birey tipi. Klasik iktisadî düşüncenin yarattığı, kafası ekonomik çıkarlara ayarlı bir sembol insan olan homo ekonomicus, klasik ve neoklasik iktisadî çözümlemelerin merkezi varsayimlanndandır. Bkz. sosyal in­san.

 

Ekonomik İşbirliği Ve Kalkınma Teşkilatı

 

(Organı-Zation For Economıc Cooperatıon And Develop-Ment) Bkz. oecd

 

Ekonomik Kalkınma

 

(Economıc Developıment) Ekono­mik gelişme. Ekonominin mal ve hizmet üretim kapasitesinin yükselmesi ve millî gelirin artması gibi ekonomik büyümeyi oluşturan nicel faktörlerin yamstra, sanayi altyapısının kurul­ması, tarımda modern teknolojinin kullanılması, emek ve ser­maye verimliliğinin artırılması, ekonomide dışa bağımlılığın azaltılması, kişi "başına düşen millî gelirin yükseltilmesi, kent­leşmenin hızlanması, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yaygınlaş­tırılması ve gelir dağılımının İyileştirilmesi gibi nitel ağırlıklı faktörlerin de dahil olduğu iktisadî İyileşme-gelişme süreci.

 

Ekonomik Kategoriler

 

(Economıc Categorıes) 1. Emek, üretim, tüketim, mübadele, dağıtım, bölüşüm gibi temel iktisadî ilişkilerin kuramsal ifadesi olan genel soyut kav­ramlar.

2. Belirli eylemler ve ekonomik ilişkilerin ortak özel­liklerini ifade eden mantıksal soyutlamalar.

 

Ekonomik Kriz

 

(Economıc Crsıs) Bkz. iktisadî bunalım

 

Ekonomik Mallar

 

(Economıc Goods) Bkz. Mal

 

Ekonomik Mücadele

 

(Economıc Struggle) Marksist ik­tisat teorisinde sınıf mücadelesinin özel bir biçimi olarak; işçi­lerin emeklerini patronlara daha avantajlı şartlar altında satma­larına, ekonomik durumlarında bir İyileştirmeye ve sömürü­nün sınırlandırılmasına yönelik olarak verdikleri mücadele.

 

Ekonomik Pratik

 

(Economıc Practıse) Bkz. Pratik

 

Ekonomik Ve Sosyal Oluşum

 

(Economıc And Socıal Formatıon) Marksist terminolojide sosyal gelişimin bir aşa­masına karşılık gelen ve; soyut düzeyde, bir üretim tarzı ile o üretim tarzına ait üstyapının karmaşık bileşiminden oluşan öz­gül yapıyı; daha somut düzeyde ise, belirli bîr toplumda biri egemen, diğerleri ona tâbi birden çok üretim tarzının ve onla­rın üstyapılarının oluşturduğu karmaşık bileşimi ifade eden kavram.

 

Ekonomizm

 

(Economısm) 1. Olay, olgu ve süreçlerin karma­şık bir İlişkiler ağı çerçevesindeki karşılıklı etkileşimlerini sa­dece ekonomik görünümlerine veya iktisadî temellerine indir­geyerek çözümlemeye çalışan yaklaşım.

2. Üstyapının bir göl­ge fenomen olarak kavranması; değişen altyapının kendine uygun üstyapı kurumlarını otomatik biçimde ve zorunlu ola­rak üreteceği inancı. Bkz. ekonomik beiirıünimcilik.

 

Ekopolitik

 

(Kcopolıtıcs) Ekolojik ve sosyal sistemlerin bir­birleriyle olan ilişkilerini, ekolojik dengeye siyasal müdahale­lerin imkân ve sınırları İle, bu müdahalelerin meşruluğunu ir­deleyen disiplin.

 

Ekosistem

 

(Ecosystem) İçerisindeki canlıların, kendisiyle et­kileşimde bulunmak suretiyle hayat şartlarını düzenlediği do­ğal çevre.

 

Eksik Rekabet

 

(Imperfect Competıtıon) Az sayıda alıcı veya satıcının bulunup fiyatları etkileyebilmcsi, ürünün homo­jen olmaması, bilgi akışının sınırlı olması ya da piyasaya giriş Çıkışta kimi engeller bulunması gibi tam rekabet piyasasının teorik varsayımlarından bir veya birkaçının gerçekleşmediği piyasa. Örn. Düopol, oligopol piyasaları. Bkz. tam rekabet

 

Eksternalite

 

(Externalıty) Bkz. dıssaluk

 

El Emeği

 

(Hand Labor) Bkz. emek

 

Elastikiyet

 

(Elastıcıty) Bkz. Esneklik

 

Eleştirel Akılcılık

 

(Crıtıcal Ratıonausm) Bilimsel bilgi­nin sanıldığının tersine, doğruların biriktirilmesi İle değil, ras­yonel eleştiri mekanizmasının bir sonucu olan yanlışlama metodu kullanılarak yanlışların elenmesi yoluyla ilerlediğini sa­vunan yaklaşım. Bkz. yanlışlamacılık.

 

Eleştirel Gerçekçilik

 

(Crıtîcal Realısm) Öznelerin algı­sına bağımlı olmayan bir nesnel dünyanın varlığını kabul eden ancak, bu nesnel dünyanın bilgisinin elde edilişinde kul­lanılan araçların nesnel biigi elde etmeyi her zaman mümkün kılamayabileceğini savunan yaklaşım.

 

Elit

 

(Elite) 1. Seçkin. Bir toplumda itibarlı ve etkin mevkilerde bulunan ve loplumun eğilim, ekomomi, siyaset, askeriye, din, sanat vb. alanlarıyla ilgili etkinliklerin denetimini elinde tutan azınlık,

2. Bir grubun içinde yönlendirici gücü elinde tutan ve üstün özellikler atfedilen kişi veya kişiler. Bkz. eıitizm, elit

 

Elit Dolaşımı

 

(Cırcula'flon Of Elıtes) Toplumsal istikrar ve sosyal değişimin temel mekanizması olarak hem yönetici elit gruplarının kendi içlerinde nitelik açısından yenilenmek için. hem de yönetici olmayan elitlerle yönetici olan elitler arasında karşılıklı gidiş gelişleri sağlamak için gerekli olan si­yasal hareketlilik. (K Pareto)

 

Elitizm

 

(Elitism) Seçklndlik Yöneten ve yönetilen ayrımının siyasal toplumun temel niteliğini oluşturduğu, biçim ve hacmi ne olursa olsun bütün toplumlarda iktidarın küçük bir azınlı­ğın tekelinde bulunduğunu savunan görüş. Toplumdaki elitle­ri daha çok psikolojik ve biyolojik faktörlerden hareketle ta­nımlamaya çalışan, sözkonusu seçkinlerin varlığını sadece bir kaçınılmazlık şeklinde değerlendirmekle kalmayıp, daha da ileri giderek elitizmin gerekip arzulanan bir yönetim tarzı ol­duğunu savunan, öncülüğünü N. MachiavelK, G, iMosca ve V. Pareto'nun yaptığı yaklaşıma klasik elit kuramı; başlıca tem­silcileri arasında C. W. Mills ve P. Sweezy'nin yeraldığı, top­lumlardaki elitlerin ortaya çıkışını ekonomik ve sosyal faktör­lere bağlayan ve elitizmin kaçınılmazlığını kabul etmekle be­raber bunun arzulanan, istenen veya toplumun yararını göze­ten bir yönetim tarzı olmadığını savunan görüşe de radikal elitizm denir- Bkz. klasik elit kuramı, demokratik eUtizm,

 

Emeğin Bilimsel Organizasyonu

 

(Scıentıfıc Organı-Zatıon Of Labor) Bkz. bîümsel işletme

 

Emeğin Üretkenliği

 

(Labour Product1v1ty) Bkz. Eme­ğin Verimliliği

 

Emeğin Verimliliği

 

(Labour Productıvıty) 1. Belirli yo­ğunluktaki bir emeğin, belirli bir süre içindeki değer yaratma kapasitesi.

2. Birim zamanda sabit bir emek miktarının üreti­me yapabileceği katkı düzeyi,

 

Emek

 

(Labok) 1. İnsanoğlunun, tabiattaki kaynaklan insanların İhtiyaçlarına cevap verir hale getirmek üzere dönüşüme uğrat­mak amacına yönelik olarak ortaya koyduğu beyin ve kol gü­cü.

2. Mal, hizmet veya düşünce üretmeye yönelik her tür ça­ba. Değer yaratmayı hedefleyen maddî-manevî faaliyet. Kol gücüne dayanan emeğe kol emeği ya da el emeği; fikir üret­meye, düşünsel eserler vermeye yönelik, kafa gücüne dayalı çabaya da zihin etneğt ya da beyin emeği; belirti bir piyasa­da, veri bir dönemde, çeşitli ücret düzeylerinde çalışmaya ha­zır işgücü miktarına emek arzı; bu koşullarda istihdam edil­mek istenen emek miktarına emek talebi; emek arz ve talebi­nin karşı karşıya gelerek ücretlerin belirlendiği ortama da emek pazan denir.

 

Emek Arzı

 

(Sl'pply Of Labour) Bkz. Emek

 

Emek Değer Kuramı

 

(Labour Theory Of Value) Bkz. Değer Teorileri

 

Emek Pazarı

 

(Labour Market) Bkz. EMEK

 

Emek Talebi

 

(Demand For Labour) Bkz. Emek

 

Emekçi Sınıf

 

(Labourer Class) Bkz. Proı.Eterya

 

Emekli Sandığı

 

(Retırement Fund) Memur ve hizmetli sta­tüsüne sahip devlet personelinin sakatlık, ihtiyarlık ve ölüm

sigortalarını karşılayan, bu konularla İlgili yasalarda öngörülen tüm işlemleri yürüten, tüzel kişiliğe sahip sosyal güvenlik ku­rumu.

 

Emisyon

 

(Issue) Bkz. Emisyon Hacmi

 

Emisyon Hacmi

 

(Money İn Cırculatıon) Merkez bankası tarafından piyasaya sürülmüş, veri zaman ve mekânda dola­şımdaki para miktarı; tedavüldeki banknotlar. Tedavüle çıka­rılmış sabit ve nominal değerli iktisadî kıymetlerin piyasadaki toplam değerlerinin ulaştığı düzey. Banknotlar, tahviller ve bonolar ile hisse senetlerinin yeni bir değer olarak ilk kez pi­yasaya sürülmesine de emisyon denir.

 

Emperyalist Entegrasyon

 

(Imperıalıst Integratıon) 1. Sömürgeci bütünleşme. Sömürgeci güçlerin bağımlılık ve sömürü ilişkilerini sürdürmek, egemenliklerini perçinlemek yönünde güç birliği yapmaları.

2. Marksist İktisat kuramına göre, tekelci devlet kapitalizmi aşamasında daha geniş boyut-larda yeni bir emperyalist bütünlük oluşturmak amacıyla em­peryalistler arasında yeni ilişkiler geliştiren bütünleşme süreci.

 

Emperyalizm

 

(Imperialısm) 1. Sömürgecilik Zor, tehdit ve saldırgan metodlar kullanmak suretiyle, sömürü temeline da­yalı ve yayılmacı amaçlarla, değişik düzeylerde kendisine ba­ğımlı ulusal birimleri merkezî bir gücün denetiminde biraraya getirmeyi amaçlayan siyasal anlayış ve eylem tarzı.

2. Egemen bir gücün, medenileştirme, modernleştirme veya dinî misyon iletme gibi gerekçeler ileri sürerek, diğer ülkelerin doğal kay­naklarını sömürme ve onları ekonomik, kültürel, bilimsel veya siyasal açıdan kendisine bağımlı hale getirme politikası.

3. Serbest girişimlerin, kârları sermaye harcamalarına kaydırması sonucunda etki alanını iyice genişleten kapitalizmin tekelci aşaması.

 

Emperyalizm Kuramı

 

(Theory Of Imperialısm) Neo-Marksistyen çerçevede, kapitalizmin en ileri aşamasında dün­ya ölçeğinde genişlemesi ve dünya mal ve hizmet piyasaların­da, kendisini yeniden üretmesine imkân verecek şekilde ege-

menlik kurmak suretiyle kendi İçsel çelişkilerini hafiflettiğini, ancak bütün bunların sadece kapitalizmin kendi kaçınılmaz sonunu geciktirdiğini ileri süren kuram.

 

Empirisizm

 

(Empırıcısm) Bkz. Deneycilik

 

Emsal Bedel

 

Bkz. Değerleme Ölçüleri

 

Ençok Gözetilen Ülke Kuralı

 

(Most Favoured Natı-On Clause) Bir devletin, gümrük konusunda üçüncü bir devlete tanıyacağı en düşük tarifeyi, ona da tanıyacağına iliş­kin, bir devlete karşı taahhütte bulunması kuralı. İki ya da da­ha fazla ülke arasında varılan anlaşma gereğince, tarafların di­ğer ülkelere tanıdıkları gümrük tarifesi avantajlarını birbirleri­ne de tanımalarını öngören, söz konusu ülkelerin birbirlerine karşı tarife ayırımcılığı yapmalarını önlemeye yönelik İlke.

 

En Düşük Geçim Düzeyi

 

(Subsıstence Level) Bkz. Asgarî Geçim Düzeyi

 

Endeks

 

(İndex) Bkz. İndeks

 

Endojen Değişken

 

(Endogeneous Varıable) İçsel değiş­ken. Bir olay, durum ya da sürecin çözümlemesinde kullanı­lan modelin işleyişinde doğrudan etkili olduğu düşünülen, dı­şardan veri olarak alınmayan ve sözkonusu model çerçevesin­de değeri açıklanabilen değişken. Bkz. egzojen değişken.

 

Endüksiyon

 

(Inductıon) Bkz. Tümevarım

 

Endüstri

 

(Industry) Bkz. Sanayi

 

Endüstri Psikolojisi

 

(İndustrıal Psychology) Psikolo­jinin verilerini kullanarak personel seçimi ve eğitimi, çalışma şartlarının iyileşlirilip iş veriminin artırılması, İş kazalarının ön­lenmesi, iş tatmini ve denetleme gibi endüstri ortamının getir­diği problemlere çözüm arayan psikoloji disiplini.

 

Endüstriyel Demokrasi

 

(İndustrıal Democracy) İşçi­lerin yoğun olduğu sanayi bölgeleri ve İşyerlerinde, demokra­sinin temel ilkelerine uygun olarak İdarî ve ekonomik kararlanan, çalışanların da katılımıyla belirlenmesi; demokratik yön­temlerin global siyasal kararların yanısıra yerel, idarî kararların alınmasında da kullanılmasını Öngören demokrasi anlayışı. bkz. demokrasi, yerf.l demokrasi, demokratik eıitizm.

 

Enflasyon

 

(Inflatıon) 1. Fiyatlar genel seviyesinin etkili ve sürekli biçimde yükselmesi; bu nedenle de paranın satmalma gücünün sürekli düşmesi.

2. Tedavüldeki para miktarı ile mal­ların ve satın alınabilir hizmetlerin toplamı arasındaki sapma­nın büyümesinden meydana gelen ve fiyatların toptan yükse­lişi biçiminde kendini gösteren İktİsadî-parasal süreç. Enflas­yonun, gelir dağılımını dar ve sabit gelirliler aleyhine bozmak, reel gelir oranını düşürerek tasarruflar üzerinde caydırıcı etki­de bulunmak, döviz kurlarında gerekli ayarlamaların yapılma­ması durumunda ithalatı teşvik edip ihracatı engelleyerek ödemeler dengesini bozmak gibi olumsuz sonuçları vardır. Taleplerdeki aşırı artış sonucu meydana gelen enflasyona ta­lep enflasyonu; üretimde kullanılan girdilerdeki maliyet ar­tışlarından kaynaklanan enflasyona maliyet enflasyonu; ge­lirlerin üretimdeki artışa oransız olması, kamu gelirlerinin sü­rekli artan kamu harcamalarını karşılayamaması, kamuya ait İşletmelerin zararlarının sübvanse edilmesi ve yatırımların fi­nansmanının emisyon hacmi şişirilerek karşılanması sonucu fi­yatlar genel düzeyindeki sürekli ve hızlı artışa kronik enflas­yon; enflasyonun baş döndürücü bir hızla yükselmesi ve ya­bancı paralara oranla ulusal paraya olan talebin görece azal­ması nedeniyle paranın bir değer ölçüsü ve tasarruf aracı ol­maktan çıkmasına hiper enflasyon; herhangi bir üretim kesi­minde faktör ve mal fiyatlarıyla maliyetlerinin diğer kesimlere göre anî ve aşırı artışına da enflasyon şoku denir.

 

Enflasyon Şoku

 

(Inflatıonary Shock) Bkz. Enflasyon

 

Enflasyonist Açık

 

(Inflatıonary Gap) Tam istihdam dü­zeyinde bulunan bir ekonomide toplam talebin toplam arzı aşması durumunda arada meydana gelen açık. Böyle bir du­rumda ekonomide âtıl kapasite yoksa talep artışının arzın artınlarak karşılanması mümkün olmadığından dolayı, bu açık sonuçta enflasyonist etki yaratacaktır.

 

Enformasyon

 

(Informatıon) Her türlü bilgi ve haber ile bu bilgi ve haberlerin iletilmesini, depolanmasını ve pazarlan-masım sağlayan araçların oluşturduğu bütün. Bkz. bilgi, bilgi

 

Enformasyon Toplumu

 

(Informatıon Socıety) Bkz. Bilgi Toplumu

 

Engel Kanunu

 

(Engel's La W) Tüketicilerin gelir düzeyleri yükseldikçe beslenme ile ilgili harcamalarını azaltarak, giyim ve konut harcamalarını sabit tutmaları, buna karşılık kültür ve sağlık harcamalarını artırmaları kuralı.

 

Ensar

 

 İslâm tarihinde, hicret sırasında, Hz. Peygambere ve iMekke'den göç eden diğer Müslümanlara kucak açıp onları misafir eden; beslenme ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesi

ve farklı bir ortamda yeni bir yaşamın kurulabilmesinde onla­ra yardımcı olan, sahip oldukları hemen herşeyi onlarla payla­şan Medine'li Müslümanların genel adı.

 

Entel

 

Kendi fildişi kulesinde toplum üzerine tezler ileri süren, halkıyla bütünleşememiş; entellektüel olmaya özenen, ancak bunun gerektirdiği nitelikleri taşımayan, erdemden yoksun ki­şi. Ucuz yargılara prim veren, yüzeysel teori mimarı. Entellek-tüelliğin gerektirdiği kültürel birikim, zihinsel manipülasyon yapabilme yeteneği veya teorik-felsefî argüman üretebilme gücünden yoksun olduğu halde, bir entellektüel edasıyla ko­nuşma, açıklama veya yorum yapma, fikir üretme şeklinde ifa­desini bulan sahte aydın tavrına da entel takılına denir. bkz.

sahte avdın, aydın, aydın yabancılaşması, aydın despotizmi, çevre aydını.

 

Entel Takılma

 

Bkz. Entel Entellektüel (Intellectual) Bkz. Aydın

 

Entellektüel Çevre

 

(Intellectual Environment) Bkz. Çevre

 

Envanter

 

(Înventory) 1. Dar anlamda mal stokunun, yan mamul veya mamul malların, hammadde ya da diğer malze­menin sayim-döküm ve değerlendirilmesi işlemi.

2. Geniş an­lamda bir işletmenin belirli bir tarihteki varlıkları ile kaynakla­rının (aktifleri ile pasiflerinin) sayılıp değerlendirilmesi; bunun sonucunda elde edilen kesin miktar ve değerlerin ayrıntılı ola­rak tespit edilip İlgili çizelgelerde gösterilmesi.

 

Epidemoloji

 

(Epıdemology) Doğal felâket ve hastalıkların genel olarak toplumlar üzerinde, özel olarak da belirli etnik veya toplumsal altgruplar üzerindeki etkilerini, hastalıkların ırk, toplum yahut gruplar arasındaki dağılımını inceleyen bîlimdalı.

 

Epistemoloji

 

(Epıstemology) Bilgibilim. Bilginin doğası, kaynağı, sınırları, doğruluğu, güvenilirliği, geçerliliği ile, elde edilme ve aktarılma biçimlerini İnceleme, araştırma ve sorgu­lamayı konu edinen disiplin.

 

Epistemolojik İdealizm

 

(Epıstemologıcal Idealısm) Bilginin nesnesi İle öznesinin, yani bilinen şey ile İnsan zihni­nin, birbirlerinden bağımsız varlıklarının olmadığını savunan görüş.

 

Epistemolojik Kopma

 

(Epıstemologıcal Break) Kuram­sal üretim sürecinde bilim öncesi kavramsal sistem ve'açıkla-ma biçiminden, bilimsel açıklama biçimine geçerken meyda­na gelen köklü kopuş. Althusser'e göre, bu kopma sırasında sadece yeni kavramlar ortaya çıkmakla kalmaz, aynı zaman­da mevcut kavramlara yüklenilen anlamlar da köklü dönü­şüme uğrayarak değişik bir sorunsal oluştururlar (L. Althusser). Bkz. sorunsal, bilimsel devrim, algı dönüşümü, para­digma.

 

Epistemolojik Monizm

 

(Epıstemologıcal Monısm) Bİlgibilimsel tekçilik. İnsan zihninin nesnel dünyayı herhangi bir aracıya gerek kalmaksızın bilebileceğini; gerçekliğin bilgi­sinin temas yoluyla dolaysız bir biçimde elde edilmesinin mümkün olduğunu savunan görüş. Bkz. se?gi, sezgicilik,

 

Epistemolojik Pluralizm

 

(Epıstemological Plura-Lısm) Bilgibilimsel çoğuicukık Meşru ve sağlam bilginin kaynağının tek bir unsura indirgenemeyeceğîni, değişik biliş­sel kategorilerin bilgi üretimine kaynaklık edebileceğini kabul eden görüş. Bkz. anarşist bîIjGi kuramı, deneycilik.

 

Epistemolojik Realizm

 

(Epıstemologıcal Realısm) Bilgîbüimsel gerçekçilik. Bilginin nesnesinin, bilen öznenin zihninden bağımsız, onun dışında nesnel bir varlığı olduğunu savunan görüş. Bkz. gerçekçilik, epistemolojik idealizm.

 

Ergenlik

 

(Puberty) Erinlik Hem ruhsal, hem de biyolojik olarak cinselliğin-farkedildiği; cinsel organların üremeye iliş­kin fonksiyonlarının işlerlik kazandığı dönem.

 

Ergonomi

 

(Ergonomıcs) İşgücü ve sermayenin verimliliğini artırmak için en uygun fiziksel ortamın yaratılması, insan gü­cünün üretim sürecinde verimli olarak kullanılmasını sağlama­nın koşulları ve bunun için gerekli mekân düzenlemesi, uy­gun yöntem tespiti gibi konuları inceleyen bilim dalı.

 

Erinlik

 

(Puberty) Bkz. Ergenlik

 

Erk

 

(Power) Bkz. İktidar

 

Erotizm

 

(Erotıcısm) Cinsellik sömürüsü. Söz, yazı, resim ya da giyim kuşam yoluyla cinsel dürtüleri uyarmaya yönelik etkinliklerde bulunma. Düşünce ve eylemlerde kadınlık veya erkeklik imajlarını, yahut cinsel arzu uyarımını Öne çıkarma.

 

Esnek Anayasa

 

(Flexıble Constıtutıon) Bkz. anayasa

 

Esnek Döviz Kuru Sistemi

 

(Flexıble Exchange Rate System) Bir ülke parasının diğer ülke paralan karşısındaki fi­yatının piyasada döviz arz ve talebi tarafından serbestçe belir­lendiği, döviz arz ya da talebinde meydana gelebilecek değiş­melere göre düşüp yükselebildiği sistem. Dalgalı kur siste­mi, değişken kur sistemi ya da yüzen kur sistemi olarak da anılan bu sistem saf biçimiyle" hiç bir ülkede uygulanama­makta, uluslararası dengeleri sarsmaya başladığında başta merkez bankaları olmak üzere çeşitli araçlarla denge döviz kurlarına müdahale edilmektedir.

 

Esneklik

 

(Elastıcity) Elastikiyet. Geniş anlamda bir şeyin, kendisiyle İlişkili başka bir şeyde meydana gelen bir değişme­ye karşı gösterdiği tepki, duyarlılık derecesi. Bir değişkenin başka bir değişkende meydana gelen % değişme karşısında .gösterdiği % değişim düzeyi. Bu çerçevede bir değişkendeki bir birimlik % değişim karşısında Öteki değişkenin de % bir bi­rim değişmesi halinde esneklik birime eşit; etkilenen değişke­nin % bir birimden daha büyük oranda değişmesi halinde es­neklik birimden büyük, sözkonusu değişkenin % bir birim­den daha küçük oranda değişmesi durumunda İse esneklik birimden küçüknt. Benzer şekilde bir değişkendeki bir bi­rimlik % değişim sonucunda öteki değişkenin sabit kalması durumunda esneklik sıfır, etkilenen değişkenin çok büyük öl­çekte değişmesi durumunda da esneklik sonsuzdur. Kısaca esneklik sıfır ile sonsuz arasında değişebilir. Bu çerçevede, bir malın fiyatındaki göreli bir değişme karşısında başka bir malın talep miktarında meydana gelen göreli değişime çapraz talep esnekliği, belirli bir malın fiyatındaki değişmeler karşısında sözkonusu malın arzmdaki değişme eğilimine arzın fiyat es­nekliği dedir.

 

Estetik

 

(Aesthetıcs) 1. Üretim, tüketim veya bir ihtiyacın gi­derilmesinde kullanılmanın gerekliliklerinden öte, uyum, içdü-zen, insan algılarına çekici görünme gibi özelliklere sahip ol­ma durumu.

2. Sanata konu olan güzelliğin İncelendiği felsefe dalı.

 

Estetik Yargısı

 

(Aesthetıc Judgement) 1. Tüm doğal ve insanî etkinlikler veya durumlar hakkında verilebilecek güzel ve çirkin yargılarından her biri.

2. Göze hoş görünüp görün­memesi, İzleyende bırakacağı olumlu yahut olumsuz izicnime göre bir şeyi çirkin ya da güzel olarak niteleyen yargı.

Eş'arilik

 

Adını kurucusundan alan itikadî İslâm mezheplerin­den biri. Allah'a iman konusunda sadece kal İle tasdik etme­nin yeterli olduğunu; imanın artıp azalabilir bir nitelik taşıdığı­nı; Allah'ın hem kendisinin aynı olmayan, hem de kendinden gayri olmayan sıfatlarının bulunduğunu; insan aklının yalnız başına doğru bilgiye ulaşamayacağından dolayı vahiy olma­dan ontolojik anlamda sorumluluğunun da olmayacağını; ken­disine vahiy ulaşan insanın sorumlu olmasının nedeninin de ancak cüz-i (göreli) irade ile açıklanabileceğini; evrenin yapı-taşlanm oluşturan cevherlerin varolma ve varlıklarını devam ettirebilmelerinin Allah'ın onları her an varedip etmemesine bağlı olduğunu savunan itikadî mezhep. Bkz. matukidiük.

 

Eşelmobil Sistemi

 

(Slıdıng Scale System) Genellikle üc­retle geçinenler ile diğer dar ve sabit gelirli kesimlerin hayat pahalılığı karşısında saünalma güçlerinin korunması amacıyla geliştirilen ve enflasyonun belirli oranlara ulaşması durumun­da ücretlerin de herhangi bir sözleşmeye gerek kalmadan aynı oranda artırılmasını öngören ücret ayarlama sistemi. Ücretlerin .   enflasyonla eşit oranda ve otomatik olarak ayarlanması.

 

Eşitıikçiıik

 

(Egalıtarıanısm) Bütün insanların eşit haklara sahip olduğunu, dolayısıyla toplumsal ilişkilerde eşitsizlik so­nucu getiren tüm sınıfsal farklılıkların yok edilmesi veya en azından asgariye indirilmesi gerektiğini ileri süren yaklaşım. Bkz. Hakkaniyet, Adalet.

 

Eşitsiz Mübadele Yaklaşımı

 

(Unequal Exchange App-Roach) Aynı emek-zamana maiolan belirli bir malın ücretler­deki farklılıktan ötürü azgelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla daha ucuz olduğu noktasından hareketle, gelişmiş ül­kelerle azgelişmiş ülkeler arasındaki ticarette az gelişmişlerin daha fazla emek-zaman karşılığında daha az emek-zaman sa­tın aldıkları, dolayısıyla görünürdeki haklı fiyat İlişkisinin altın­da azgelişmişler zararına işleyen eşitsiz bir mübadelenin söz konusu olduğunu ileri süren yaklaşım.

 

Eşölçülemezlik

 

(Incommensurabinty) 1. Mimaride ortak bir ölçüye sahip olmamak anlamına gelen ve 20. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki bilim felsefesi tartişmalarında da kulla­nılmaya başlanan, farklı bilgi kümelerinin, aralarında ortak bir değerlendirmeyi mümkün kılacak ölçütlerin olmaması nede­niyle hiç bir bakımdan karşılaştırılamyacaklannı ifade eden kavram.

2. Ikİ teorinin karşılaştmlabilmesine imkân verecek teoriler arası geçerliliği olan ortak ölçütlerin bulunmaması ne­deniyle, bilimsel açıdan doğruluk veya yanlışlık gibi yargıların teoriler arası geçerlilik taşımadığını, ancak belirli bir teori çer­çevesinde anlamlı olabileceğini ifade etmek üzere kullanılan terim.

 

Eşzamanlı Değişme

 

(Sımultaneous Varıatıon) 1. Birlik­te değişme; aynı zamanda yahut eşzamanlı olarak gerçekleşen değişim.

2. İlke olarak aynı nedenden kaynaklanan iki veya daha çok olgu ya da istatistiksel serinin, aynı zaman dilimi içinde, aynı yahut ters yönlerde değişme göstermesi.

 

Eşzamanlılık

 

(Sımultaneıty / Synchronısm) Aynı zaman dilimi içinde yeralma; eşzamanda olma ve yokolma; birlikte başlama ve bitme. Bkz. ardzamanlüjk.

 

Etimoloji

 

(Ethımology) KökbÜim. Dilin gramer yapısı ve kelimelerin hangi kökenden geldiklerini inceleyen bilim dalı.

 

Etioloji

 

(Etıology) Nede nb i Hm. Fiziksel veya zihinsel bo­zuklukların nedenlerini yahut belirli bir bozukluğu ortaya çı­karan koşulları inceleyen disiplin.

Etnik Grup

 

(Ethnıc Group) Dil, kültür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve genellikle aynı soydan gelen bi­reylerin oluşturduğu, görece küçük ölçekli insan topluluğu.

 

Etnografya

 

(Etnography) Belirli bir toplumun kültürel de­ğer ve ürünlerini inceleyen, kültürel antropolojinin bir alt dalı.

 

Etnoloji

 

(Ethnology) Bkz. Kültürel Antropoloji

 

Etnometodoloji

 

(Ethnomethodology) Bireylerin ger­çekliği kavrarken, veya zihinlerinde yeniden kurarken, çok sı­radan ve rutin hale gelmiş günlük ilişkilerde bile sorgulama­dan, çoğunlukla da bilinçsiz olarak kabul ettikleri kural, inanç ve değerleri çözümlemeyi konu edinen disiplin;

 

Etnosentrisizm

 

(Ethnocentrıcısm) îçinde yaşanılan sos­yal ve kültürel ortamın referans merkezi kabul edilerek diğer toplumlar ve onlara ait ürünlerin bu referans sistemine olan yakınlık veya uzaklık, uyuşma veya çelişme durumuna göre sınıflandırılması, değerlendirilmesi veya anlamlandırılması.

 

Et,Oloji

 

(Ethology) Hayvanların davranışlarını,, kendi doğal çevrelerinde ve deney düzeneğine sokmadan karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.

 

Etvar Nazariyesi

 

(Theory Of Cırculatıon Of State) Bkz. Tavırlar Teorisi

 

Euler Kuramı

 

(Euler Theory) Bir üretim faaliyeti sonucun­da elde edilen üründen, bu ürünün üretilmesinde kullanılan faktörlerin, marjinal verimliliklerine göre pay aldıklarını ve ge­riye herhangi bir artık kalmadığını; üretim faktörlerinin üre­timden aldıkları payların toplamının, üretilen ürüne eşit oldu­ğunu savunan kuram.

 

Eurobank

 

Bkz. europara

 

Eurodolar

 

(Eurodollars) ABD sınırları dışındaki bireyler ya da finansal kuruluşlarca tutulan dolar fonlarının genel adı. Deyim, Avrupa ve ABD piyasaları arasındaki faiz farkı nede­niyle ABD'den Avrupa'ya akan dolar fonları için kullanılmaya başlanmış, 1960 yıllardan sonra sözkonusu fonların önemli meblağlara ulaşması nedeniyle yaygın kullanımı olan parasal bir terim olarak literatüre girmiştir.

 

Eurodöviz

 

(Eurocurrency) Bkz. Europara

 

Europara

 

(Euromoney) Devletsiz para. Kaynaklandığı ülke dışında tedavül eden, herhangi bir millî para otoritesinin denetiminde olmayan ve uluslararası finans kuruluşlarınca alim-satımı yapılan, konvcrtibl paraların genel adı. Eurodöviz ola­rak da anılan bu tür paraların alım-satıma konu olduğu piya­salara europazar; bu paraların ahnvsatımım yapan ya da eu­ropara cinsinden finansal hizmet sunan bankalara da euro-bank denir.

 

Europazar

 

(Euromarket) Bkz. Europara

 

Evetleme

 

(Affaırmatıon) Bkz. Olumlama.

 

Evlilik

 

(Marrıagh) Kadın ve erkeğin, .hem sosyal hem de hukukî açıdan, İçinde yaşadıkları toplumda egemen olan ku-railara uygun olarak karşılıklı yükümlülükler üstlenmek sure­tiyle hayatlarını birleştirmeleri, aile kurup bir arada yaşamaya başlamaları. Bu çerçevede, tek bir kadın İle tek bir erkeğin evlenmesine tekeşlilik veya monogami; birden fazla eş sa­hibi olmaya İzin veren evlenme biçimine çokeşlilik ya da poligami; erkeğin aynı anda birden fazla eş sahibi olmasını mümkün kılan evlenme biçimine çokkarilılık; bir kadının ay­nı anda birden fazla erkekle evlenmesine de çokkocalılık denir. Bkz. boşanma, aile.

 

Evrenbilim

 

(Cosmology) Bkz. kozmoloji

 

Evrim

 

(Evolutıon) TekâmüL Mükemmelleşme. Basit, sade ve biçimsiz olandan, belirgin ve karmaşık olana, İlkelden mükemmele doğru doğrusal, düzenli ve ilerlemeci nitelikteki de­ğişim.

 

Evrim Kuramı

 

(Theory Of Evolutıon) Bkz. evrimcik

 

Evrimcilik

 

(Evolutıonısm) Hayatın temel işleyiş yasasının evrim olduğunu ve her toplumun sürekli bir evrim sürecinin ürünü olarak ortaya çıktığını ileri süren görüş. Hayatın başlan­gıcı, türlerin kökeni ve canlıların yaşam serüvenini evrimci bir bakış açısıyla izah eden ve C. Danvin tarafından sistemleştiri-len kurama evrim kuramı; doğal ayıklanma ile bir türün diğerine dönüştüğünü savunan evrim görüşüne biyolojik ev­rimcilik denir. Bkz. sosyal evrimcilik, darwinizm, evrim.

 

Ex-Ante

 

Planlanan; arzu edilen; gerçekleştirilmesi istenen bir olgu ya da olayın gerçekleşmesinden önceki durumu. Yapıl­ması düşünülen.

 

Ex-Poste

 

Fülileşmiş, gerçekleşmiş; bir olgu ya da olayın gerçek­leşmesinden sonraki durumu. Düşünülenin tahakkuk ettirilmiş şekli.

 

Eylem Araştırması

 

(Actıon Research) Sosyal yapı ve İliş­kilerin niteliğini anlamak, bilimsel çalışmalara katkıda bulun­mak gibi amaçlardan çok, pratik, uygulanabilir, somut çözüm­ler getirecek sonuçlar elde etmeye yönelik olarak yapılan ve­ya yaptırılan toplumsal araştırmalar.

 

Eytişim

 

(Dialectıcs) Bkz. Diyalektik

 

Eytişimsel Özdekçilik

 

(Dıalectıc Materıausm) Bkz. Di­yalektik Materyalizm

 

F

 

Fabianizm

 

(Fabıanısm) Romalı devlet adamı F. Maksimdden esinlenerek 19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de Fabîan Derneği olarak ortaya çıkan, sosyalizmi mümkün olan en iyi şekilde adalet ve mutluluğu sağlamak olarak algılayan, özünde refor­mist, sosyalizmin teorik sorunlarıyla fazla ilgilenmeyen ve îngilız İşçi Paftisi'nin çekirdeğini oluşturan devrim karşıtı bîr akım.

 

Faiz

 

(Interest) 1. Kapitalist öğretiye göre üretim faktörlerin­den biri olan sermayenin fiyatı; sermayeyi belirli bir dönemde kullanmanın bedeli. Paranın fiyatı.

2. Riba. Hiçbir şey karşılı­ğında alınıp verilen birşey, her türlü emeksiz kazanç; alın teri harcamadan elde edilen fazlalık.

3. Borç-alacak ilişkisinde borçlunun, vadesi dolan borcunu ödeyememesi durumunda sürenin uzatılmasına karşılık ödemeyi taahhüt ettiği fazlalık.

4. Bankaların tasarruf sahiplerinden vadesiz olarak veya belirli vadelerle topladığı paralar karşılığında vade sonunda ana pa­raya ek olarak ödemeyi garanti ettiği miktar.

5. Alış-verişte risk unsuruna yer vermeyip, her hal-ü kârda kullanılan serma­ye karşılığında belirli bir fazlalığın Önceden garanti edilmesi, bu ilişkinin ortaya çıkardığı fazlalık.

6. Marksist iktisat kuramı­na göre, paranın fiyatı gibi görünen, ancak gerçekte üretim alanında gerçekleşen bir artı değer parçasından başka bir şey olmayan fazlalık; artı değerin değişikliğe uğramış şekli.

 

Faiz Arbitrajı

 

(Interest Arbıtrage) Bkz. arbitraj

 

Faiz Oranı

 

(Interest Rate) Faiz miktarının belirlenmesi için ana paranın kendisi ile çarpıldığı % değer. Faiz haddi.

 

Faizsiz Bankacılık

 

(Interest Free Bankıng / Non-In-Terest Bankıng) 1. İslâm bankacılığı Kapitalist sistemin temel kurumlarından birisi olan ve paranın kullandırılarak karşılığında faiz alınıp verilmesi ilkesiyle çalışan bankacılığa alternatif olarak Müslümanlârca geliştirilen ve faaliyetlerinde faizsiz İşlem yapma, ya da faiz alıp vermekten kaçınma pren­sibiyle çalışan bankacılık.

2. Emek sahibi veya girişimci İle sermaye sahibini mudaraba İşlemi çerçevesinde bîraraya geti­rerek, sermayenin yatırıma yönlendirilmesine aracılık eden ve temel gelir kaynağı, aracılık ettiği faaliyetler sonucunda doğan kârdan kendisine ayırdığı pay olan bankacılık sistemi.İslâm'da faizin kesin oiarak yasaklanmış olmasından hareketle ekono­mik faaliyetlerin mümkün olduğu ölçüde faize bulaşmadan yürütülebilmesini sağlamak yönündeki çabaların sonucu ola­rak 20. yüzyılın ortalarında îslâm dünyasında teorik temelleri atılan ve uygulamalı örneklerine 60'lı yıllardan İtibaren rast­lanmaya başlayan faizsiz bankacılık; bir yandan mevcut kapi­talist sistemin faize dayalı bankacılığına alternatif oluşturması, îslâmî bir yapılanmaya geçiş sürecinde iktisadî sosyal açıdan Önemli bir işlev üstlenmesi ve Müslümanların tasarruflarını iş­leterek onlara belirli miktarlarda kazanç sağlaması., gibi olum­lu, diğer yandan da faizsiz bankacılık adı altında esasen pra­tikte faizden başka bir şey olmayan kâr ortaklığı yoluyla örtük olarak faizli bankacılık yapmak, îslâmî kaygılarla sistemin dı­şında duran sermayeyi kapitalist sistem içine çekerek, mevcut yapının daha iyi işlemesine katkıda bulunmak ve sonuçta Müslümanların kapitalist sisteme entegre olmalarında aracı iş­levi görmek., gibi olumsuz eleştiriler almaktadır.

 

Faktör Çözümlemesi

 

(Factor Analysîs) Bir bütün içinde yeralan ve aynı sonuca katkıda bulunduğu düşünülen İç içe geçmiş değişkenlerin, sözkonusu sonuca olan katkı düzeyleri­nin belirlenebilmesi amacıyla, aralarında korelaüf ilişki bulu­nan faktörlerin bir araya getirilip belirli kümelerde toplanma­sını sağlayan ve sonucu tek tek faktörlere değil, belirli değiş­ken gruplarına İndirgeyen istatistik yöntemi.

 

Faktör Donanımı Teorisi

 

(Factor Endowment Theory) Bkz. Heckschler-Ohıin Teoremi

 

Faktöring

 

(Factorıng) Uluslararası ticarette ihraç edilen malın özürlü olmaması şartıyla ihracatçının İhracattan doğan alacağının büyük bir kısmının malın yüklenmesinden hemen sonra, kalan kısmının da para ithalatçıdan tahsil edildiğinde factor adı verilen bir aracı banka tarafından ödenmesini sağ­layan dış ticaret finansman tekniği.

 

Falik Dönem

 

(Phallıc Stage) Freud'a göre dışkd dönem­den sonra gelen ve çocuğun ilgisinin cinsel organlarına kaydı­ğı dönem. Bkz. ağızcıl »önem, oral dönem, dışkıl dönem.

 

Fanatizm

 

(Fanat1sm) Bir felsefî, siyasal, ideolojik görüşe veya bilimsel iddiaya karşı sorgu ve eleştirisiz tam teslimiyet; bir görüş veya tavrın şiddete bile başvuracak ölçüde savunuculu­ğunu yapmak. Benimsenen bir görüş, düşünce veya tavrın tar­tışmaya açılmadan, bütün eleştirilerin dışında tutularak savu­nulması. Ateşli taraftarlık; körü körüne bağlılık. Böyle bir tavır içinde olan kişiye de fanatik denir.

 

Fantazı

 

(Fantasy) Düşlem. Kişinin bazı arzu ve isteklerini sanki gerçekleşmişcesine hayal etmesi, bir bakıma uyanıkken rüya görmesi olayı; olmasını istediği şeyleri gözünde canlan­dırması. Düş kurma ve kendine bir hayal dünyası yaratma.

 

Faraziye

 

(Assumptıon) Bkz. varsayım

 

Farklılıklar Psikolojisi

 

(Psychology Of Dıfferences) Değişik insan gruplarının psikolojik farklılıklarını incele­yen disiplin.

 

Farz

 

(Relıgıous Precept) îslâm hukuna göre, hem ifade hem de mânâ olarak Kur'an ve Sünnete dayandığı kesin olan ve mükelleften bir şeyin yapılmasını isteyen hüküm. Gerekli şartları taşıyan her mükellefin bizzat sorumlu olduğu farzlara ferz-ı ayn; topluluğun bir kısmının yerine getirmesi durumunda bütün mükelleflerin sorumluluğunun kalktığı, yerine getirilmemesi durumunda ise her mükellefin tek tek sorumlu olduğu farzlara da farz-ı kifaye denir. Bkz. vacip, sünnet, ha­ram, Mekruh, Mubah, Mendup, Müstehap.

 

Fasit Daire Teorisi

 

(Vıcıous Cırcle Theory) Kısır dön­gü kuramı. Kapalı çember kuramı. Azgelişmişlik sürecim sürekli olarak kendini tekrar eden ve her defasında yine baş­langıç noktasına dönülen; her başlangıcın gelişmeyi engelleyi­ci faktörler nedeniyle dairesel bir yol izleyip yeniden aynı noktaya gelinmesi nedeniyle kalkınma serüveninin önünün sürekli tıkandığı bir süreç olarak açıklayan kuram. Fasit daire­yi oluşturan aşamalar şöylece sıralanmaktadır: Düşük gelir dü­zeyi, düşük tasarruf ve talep düzeyi, düşük yatırım düzeyi, ye­tersiz sermaye oluşumu, düşük verimlilik, düşük gelir düzeyi.

 

Faşizm

 

(Fascısm) Çoğunlukla toplumsal, ekonomik, ve siyasal kriz dönemlerinde ve karizmatik liderlerin çevresinde gelişen, toplumdan topluma değişmekle beraber temelde ırkçı ideolo­jilerden beslenen, baskıcı ve totaliter bir nitelik taşıyan yöne­tim biçimi.

Fayda Maliyet Analizi

 

(Cost-Benefıt Analysıs) Herhan­gi bir sürecin başlatılması, belirli kararların alınması yahut bir projenin uygulanmasından önce sözkonusu projenin getirişi ve götürüşünün; düşünülen kararlann muhtemel sonuçlarının hesaplanması, fayda ve maliyetinin çözümlenmesi.

 

Fayda

 

(Utılıty) 1. Yarar. Bir mal veya hizmetin insan ihtiyaç­larını giderebilme niteliği.

2. Bir varlık, bilgi veya ürünün İn­san, hayvan yahut doğaya olan olumlu katkısı.

 

Faydacılık

 

(Utılıtarıanısm) 1. Tüm İnsanî etkinliklerin te­meline faydayı yerleştiren, insanı faaliyette bulunmaya yönel­ten temel güdünün fayda olduğunu- savunan yaklaşım.

2. Ya­sama, yürütme ve yargı etkinliklerinin amacının son tahlilde, daha fazla sayıda İnsana daha fazla mutluluk sağlamak oldu­ğunu savunan görüş.

3. Üretim, tüketim, paylaşım., vb. tüm iktisadî faaliyetlerin amacının, mal ve hizmetlerden elde edile­cek faydanın maksimumlaştınlması olduğunu İleri süren yak­laşım.

 

Federal Devlet

 

(Federal State) Devletçiklerin merkezî bir otorite etrafında toplanmasıyla meydana gelen, İdare ve dev­letler hukuku bakımından modern siyasal ihtiyaçlara cevap verebilen birleşik devlet tipi. Federal devlet sisteminde içişleri, anayasa tarafından yetkinin federasyona üye devletler ve fede­ral devlet arasında bölüştürülmesi; dışişleri de yetkinin yalnız­ca federal devletin elinde bulundurulması suretiyle yürütülür.

 

Federe Devlet

 

Bir federal devlet çatısı alünda örgütlenmiş, içişlerinde bağımsız, dışişlerinde federal devlet yasalarına tâbi olan devletçiklerden her biri.

 

Federasyon

 

(Federatıon) 1. Dayanışma amacıyla birden fazla devletin bir birlik devleti içinde birleşmesi.

2. Aynı alan­da faaliyet gösteren millî veya milletlerarası nitelikteki çeşitli kuruluşların aynı çatı altında toplanmak suretiyle oluşturduk­ları birlik.

 

Felsefe

 

(Phılosophy) 1. Hikmet sevgisi. însan, toplum ve ev­ren hakkında kûîlî, bütünsel, kapsayıcı bir izah denemesi.

2. însan zihninin eşyayı yorumlaması; insan aklının varlık ve oluşu sorgulaması; hakikati arama yolunda üretilen bilgiler bütünü.

3. Bîr şeyin bizzat kendisinin sorgulanması. Örn. ko­nuşmanın konuşulması, düşünmenin düşünülmesi, tartışmanın tartışılması.

4. Modern anlamda bütün bilim dallarının, düşün­ce tarihinin değişik aşamalarında kendisinden çıktığı ana di­siplin.

 

Felsefî Değer

 

(Phılosophıcal Value) Bkz. değer

 

Feminizm

 

(Femınısm) Kadın hakları savunuculuğu. Erkek ege­menliğine ve erkek-egemen ilişki ve düzenlemelere karşı ka­dınların haklarını savunan, cinsiyet ayrımına karşı çıkarak er­keğe tanınan hak ve yetkilerin kadına da tanınması gerektiğini ileri süren yaklaşım.

 

Feodalizm

 

(Feudâlısm) 1. Derebeylik Siyasî ve askerî gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine yahut İmtiyazına sa­hip bir senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfın otoritesine bağımlı bir köleler sınıfının toplumsal yapının temel ikiliğini oluşturduğu sosyal düzen.

2. Batı dünyasının tarihsel serüveni İçinde geçirdiği toplumsal aşamalardan biri olan ve siyasal li­derlerin, toprak sahiplerinin ve toprakta çalışan köylülerin karşılıklı ekonomik ve siyasal bağımlılık ilişkisi içinde bulun-iuğu, dolayısıyla servetin ve siyasal iktidarın tarıma dayalı ol­duğu bir tür iktisadî-sosyal sistem. Ortaçağın karakteristik sis­temi olarak öne çıkan, Osmanlı toplumunda da geçerli olup olmadığı konusunda yoğun tartışmaların cereyan ettiği feodal toplum yapısının geçim tarzını oluşturan feodal üretim biçi­minde temel üretim aracı toprak; toprak üzerinde mutlak mül­kiyete sahip olan efendi senyör, toprağa bağlı yaşayan ve onunla birlikte alınıp saülabilen işçi ve köleler olan sertler sis­temin üç temel unsurunu oluşturmaktadır.

 

Feraset

 

(Forecast) Bkz. Öngörü

 

Fert

 

(Indıvıdual) Bkz. Birey

 

Fesat

 

1. Düzenin bozulması; yozlaşma; denge veya itidalden sapma. Yok oluş.

2. Toplumun belirli bir kesiminin neva ve heveslerinin önplana çıkarılması sonucu meydana gelen karı­şıklık.

 

Fesih

 

(Annulment/Abolıshment) Bir hukukî ilişkinin sona erdirilmesi; sözleşmeye dayalı bîr hukuksal işlemin isteyerek ortadan kaldırılması.

 

Fetih

 

(Conquest) 1. Bir topluluğun silah zoruyla ve savaşarak başka bir topluluğun mal, mülk ve toprağına elkoyması. 2. İs­lâm terminolojisinde, İslâmın mesajının İnsanlığa ulaştırılmasina engel olan yönetimlere karşı savaşılarak Darül islâmın ge­nişletilmesi.

 

Fetiş

 

(Fetlsh) insanüstü ya da doğaüstü nitelikler taşıdığına inanılan nesne.

 

Fetişizm

 

(Fetıshısm) Kendisinde olağanüstü nitelikler olduğu varsayılan kişi veya nesnelere aşın sevgi ve saygı beslemek, onlara bağlanmak, tapınmak, kulluk etmek. Bkz. meta fetişiz­mi, DEVLET FETİŞİZMİ.

 

Fetva

 

(Judgements Of Islamıc Law) 1. islâm ümmetinin karşısına çıkan problemlere ilişkin yetkin ve yetkili kişilerce gösterilen çözüm yolu.

2. Fakihlerin günlük sorunların çözü­müne ilişkin, doğaldan nasslardan aldıkları veya İçtihatla oluşturdukları hükümlerin her biri.

 

Fıkıh

 

(Islamıc Law) 1. İnsanın ieh ve aleyhinde olanları bil­mesi.

2. Bilinen hükümlerden yola çıkarak bilinmeyen hak­kında yargıya varmak.

3. İbadet, ceza ve uygulamaya yönelik şer1! hükümleri ayrıntılı delilleri İle beraber bilmek. Fıkıh ilmi­ne fetva verecek düzeyde vakıf olan kişiye de faklh denir.

 

Fıkıh Usulü

 

(Methodology Of Islamıc Law) îslâm hu­kuk metodolojisi. îslâm hukukunun kaynaklarından nasıl, hangi araç ve yöntemlerle şer!î hüküm çıkarılabileceğini İrde­leyen disiplin.

 

Fırsat Maliyeti

 

(Opportunıty Cost) Bkz. alternatif malüyet

 

Fikir

 

(Idea) Doğrudan algı veya duyumsal süreçlere dayanma­dan oluşan bilinçsel veya zihinsel ürün.

 

Fikir Birliği

 

(Consensus) Bkz. Konsensüs

 

Finansal Kiralama

 

(Leasıng) Bkz. Lfasıng

 

Finansal Tablolar

 

(Fınancal Tables) Bkz. Mali Tablolar

 

Finansal Yardım

 

(Fınancıal Aıd) Bkz. Diş yardım

 

Finansman

 

(Fınance) 1. Bir işin yapılabilmesi için gerekli malî-parasal kaynakların genel adi; bu kaynakların sağlanma yöntemi.

2. Bir girişimin, bir devlet ya da mahallî idare hizme­tinin, yatırım, üretim veya satış faaliyetlerinin gerçekleştirilme­si veya mevcut bir hizmetin geliştirilmesi İçin gereken parasal kaynakların sağlanması, biriktirilmesi, ödenmesi İşlemlerinin tümü.

3. Bir işletmeye, faaliyetine devam edebilmesi, plan ve programlarında öngörülen hedeflere varabilmesi için gereken malî şartların temin edilmesi.

 

Firma Dengesi

 

(Equ1ubrıum Of The Flrim) Modern mikro-ekonomik analizde bir üretici birimin belli koşullar çerçeve­sinde ürettiği ek bir birimin getirişi (marjinal gelir) ile o biri­min maliyeti (marjinal maliyet) arasındaki eşitlik durumu. Bu durumda firmanın toplam geliri İle toplam maliyeti arasındaki fark alternatif durumlara göre mümkün en yüksek farktır, ki bu durumda firma kârını maksimumlaştırmaktadır.

 

Fiyat

 

(Prıce) Herhangi bir mal veya hizmetin bir biriminin elde edilmesi için ödenen bedel; mal ve hizmetlerin para birimi ile ölçülen değişim değeri. Bu çerçevede bir mal veya hizmetin piyasadaki bir biriminin parasal ifadesine mutlak fiyat; başka bir mal veya hizmetin fiyatı cinsinden ifadesine de nisbî fiyat veya göreli fiyat denir.

 

Fiyat Politikası

 

(Prıce Polıcy) Devlet veya ekonominin yönetiminden sorumlu birimlerin, piyasanın genel seyrini etki­lemek, yönlendirmek, fiyatları istenilen düzeyde tutmak veya piyasada arz ve talebe göre serbestçe oluşan fiyatların isten­meyen sonuçlar doğurmasını önlemek amacıyla aldığı karar­lardan oluşan politika.

 

Fiyatlar Genel Düzeyi

 

(General Prıce Level) Teorik açıdan belirli bir dönemde bir ekonomideki tüm mal ve hiz­metlerin fiyatlarının tartılı ortalaması. Fiyat genel düzeyi, belli bir yılın baz olarak alınması ve cari yıldaki fiyatların baz yılı

fiyatlarıyla karşılaştırılması yoluyla ölçülür.

 

Fizibilite

 

(Feasabılıty) Gerçekleştirilebilir, ulaşılabilir olma durumu. Yapılabilirlik. Bîr projenin gerçekleştirilebilir ya da uygulanabilir olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılan teknik, malî, hukukî ve İdarî incelemeler İle piyasa ve kuruluş yeri araştırması gibi çalışmaların tümüne de fizibilite çalış­ması denir.

 

Fizibilite Çalışması

 

(Feasabılıty Study) Bkz. fizibilite

 

Fizikötesi

 

(Metaphysıcs) Bkz. metafizik

 

Fiziksel Antropoloji

 

(Physıcal Anthropology) Bkz. Antropoloji

 

Fiziksel Gerçeklik

 

(Physıcal Realıty) Gerçekliğin maddî eşya dünyasını kapsayan, elle tutulup gözle görülebilir, algı ve gözlem vasıtalarının işlerlik alanına giren nesnelerden olu­şan bölümü. Bkz. Metafizik Gerçeklik, Gerçeklik.

 

Fizyokrasi

 

(Physiocracy) Toprağın yegane zenginlik kay­nağı, dolayısı ile gerçek üretken faaliyetin de lanmla uğraş­mak olduğunu; diğer mesleklerin varlıklarını tarıma bağlı ola­rak sürdürmeleri nedeniyle bunların net hasıla üretmeyen kı­sır meslekler olduğunu savunan 18. yüzyıl iktisat ekolü. Başlı­ca temsilcilerini, fizyokratlar olarak da anılan, 18. yüzyılda yaşamış F. Quesnay, M. Rİviere, D. Nemours gibi bir grup Fransız iktisatçısının oluşturduğu fizyokrasi okuluna göre, yeryüzünde kendiliğinden işleyen doğal bir düzen vardır; mülkiyet hakkı da doğanın insanlara tanıdığı doğal haklardan biridir; insanların doğal haklarını kullanmalarının engellenme­mesi gerekir; devletin temel işlevi doğal düzeni korumaktır. Fizyokratların bu görüşlerinin, liberalizmin temel sloganı olan bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler1 e. ilham kaynağı oldu­ğu; sözkonusu fikirlerin A. Smİth başta olmak üzere tüm kla­sik iktisatçıları etkilediği kabul edilir. Ayrıca, fizyokratların ileri gelenlerinden F. Quesnay'in, bir ekonominin değişik kesimleri arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemeye tâbi tuttuğu ekono­mik tablo'sunun, makro ekonomi modeli oluşturma deneme­lerinin ilki olduğu ve genel denge modellerine kaynaklık etti­ği kabul edilmektedir.

 

Fizyolojik İhtiyaçlar

 

(Physıologıcal Needs) Bkz. İh­tiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı

 

Fizyolojik Psikoloji

 

(Physıologıcal Psychology) însan davranışlarını belirleyen, etkileyen yahut insan davranışla­rı arasında korelatif bir İlişki kurulabilen, fizyolojik veya kim­yasal faktörleri inceleyen psikoloji dalı.

 

Fob

 

(Free On Board) Güvertede teslim. Bir malın alım-satırmnda, satıcının, malın gemiye yüklenmesine kadar oluşması muhtemel tüm zarar ve masrafları üstlenmesini ifade eden uluslararası taşımacılık deyimi.

 

Fobi

 

(Phobıa) Belirli bir duruma veya belirli bir nesneye karşı duyulan, mantıklı bir açıklaması olmayan ve kontrol edileme­yen şiddetli korku.

 

Fon

 

(Fıjnd) Belirli bir faaliyetin gerçekleştirilebilmesi için birik­tirilen veya ayrılan parasal veya parasal olmayan kaynakların tümü.

 

Fonksiyon

 

(Funcnon) Bkz. işlev

 

Fonksiyonel Gelir Dağılımı

 

(Functıonal Dıstrjbut On Of Income) Gelirin üretim faktörleri arasında, gördükle­ri fonksiyonlara göre bölüşülmesi. Belirli bir dönemde bir ekonomide yaratılan toplam gelirin emek, sermaye, toprak ve müteşebbisten oluşan üretim faktörleri arasındaki dağılımı. Buna göre toplam gelirden emek sahibinin aldığı paya ücret, sermaye sahîbininkine faiz, toprak sahibininkine rant, girişimcininkine de kâr denir.

 

Forfeyting

 

(Forfaıtıng) Genellikle dış ticaret işlemlerinden kaynaklanan vadeli alacakların bir banka veya uzman bir fî-nans kuruluşu tarafından satın alınması esasına dayalı bir tica­ret finansman tekniği. Buna göre ihracatçı vadeü olarak yaptı­ğı dışsatımdan doğan alacak hakkım temsil eden bono, poliçe vb. senetleri forfaiter adı verilen banka veya finans kurumuna devretmekte, böylece hem alacağının ödenmemesi riskinden kurtulmakta, hem de nakit kaynak temin etme imkânına ka­vuşmaktadır.

 

Formel Grup

 

(Formal Group) Bkz. Grup

 

Formel Mantık

 

(Formal Logıc) Her türlü mantıksal kurgu ve çıkarımın temelini oluşturan üç ilkenin oluşturduğu formel çerçeve. Sözkonusu mantık ilkeleri şunlardır:

1. Özdeşlik (Ayniyet) İlkesi; A kendisidir; A, A'dır.

2. Çelişmezlik İlke­si: A, non-A (A değil) değildir.

3. Üçüncü İhtimalin Yoklu­ğu İlkesi A ve non-A arasında üçüncü bir ihtimal yoktur. Bu ilkeler bir cümlede şöyle özetlenebilir: Bir şey kendisinin ay­nısıdır; ya vardır veya yoktur; ya kendisidir veya değildir; bir şeyin aynı anda, hem var hem yok, hem kendisi hem de baş­ka bir şey olması mantıksal olarak mümkün değildk. Diyalek­tik mantıkta ise bu ilkelerin tersi savunulmaktadır. Bkz. diya­lektik MANTIK.

 

Formel Örgüt

 

(Formal Organızatıon) Bkz. örgüt

 

Forum

 

Gündemdeki bir konunun daha önce ayarlanmamış ko­nuşmacılar tarafından tartışıldığı ve toplantıda bulunan herke­sin konuyla ilgili konuşma hakkına sahip olduğu toplantı.

 

Fraksiyon

 

(Fractıon) Bkz. Hizip

 

Fransız Devrimi

 

(French Revolutıon) 1789'da Fransa'da, yükselen burjuva sınıfının toplumsal dengelerde yeni ve üstün bir yer elde etmek amacıyla harekete geçmesiyle başlayan, konjonktürel toplumsal faktörlerin de yardımıyla gerçekleşerek, sonuçta topyekün toplumsal yapının değişmesine yolaçan devrim. Öte yandan, Fransız devrimi, merkezî krallıkların ege­menliklerinin zayıflayarak milliyetçilik fikirlerinin yayılması ve millî devletlerin doğması; özgürlük, eşitlik, adalet vb. söy­lemlerinin güçlenmesi; insan, toplum ve evren tasavvurunun laikleşmesigıbi dünya çapındaki süreçlere esin kaynağı ol­muştur.

Freudizm

 

(Freudısm) S. Freud'un görüşleriyle biçimlenen psi­koloji ekolü. Buna göre yaşamın değişik aşamalarında etkilen­me biçimi değişse de özelde bireylerin etkinliklerinin, genelde uygarlıkların oluşumunun itici gücü bastırılmış cinsel istekler­dir. Bu çerçevede, kişiyi eyleme sevkeden sözkonusu cinsel enerjiye libido; ruhun haz elde etme isteğine içben (İd); bu isteğin aklî manipülasyonlarla örgütlenmesine ben (ego); sözkonusu manipülasyonlann toplumsal düzeyde kabul edilebi­lirliğine de üstben (süperego) denmektedir. Örn. Cinsel istek içben'e, cinsel beraberlik ben'e, evlilik de üstben'e karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle Freudizme göre ruhsal yapı id, ego ve süperego olmak üzere üç bölgeye ayrılır. İçgüdülerin yeraidiğı bölge id; kişinin tüm düşünce ve davranışlarını gü-düleyen bilinç alanı ego; bütün toplumsal, kültürel, ahlakî ve geleneksel yasaklayıcı kuralların bulunduğu sansür bölgesi İse süperego'dur. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi sözkonusu üç alanın birbiriyle uyumuna bağlıdır. Uyuşmanın bozulması nevrozların ortaya çıkması demektir.

 

Frffidmancılık

 

(Frıedmanısm) Bkz. parasalcıuk

 

Froydçuluk

 

(Freudısm) Bkz. Freudizm

 

Fundamentaıizm 

 

(Fundamentalısm)  Yirminci yüzyılın

başlarında, Kitab-ı Mukaddes'in nihaî otorite olduğunu kabul ederek modernist ve bilimsel eleştirilere karşı çıkan Hıristiyan hareketi, özellikle 1960'İİ yıllardan sonra Batılılaşma, mo­dernleşme ve laikleşmeye karşı çıkan ve sağlam, güvenilir ve bağlayıcı nitelikteki bilgilerin, İslâmın kaynak kitaplarında mevcut olduğu için, hakikatin modern literatürde deşil bu kaynaklarda aranması gerektiğini savunan yaklaşıma da islâm nmdamentalizmi denmektedir.

 

Fütüroloji

 

(Futurology) Bkz. gelecekbiıim

 

G

 

Garanti

 

(Guarantee) Bkz. Teminat

 

Gatt

 

(General Agreement On Tarıffs And Trade) Bkz. Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlaşması

 

Gayri İradî İşsizlik

 

(Involuntary Unemployment) Bkz. issizlik

 

Gayri Safî Millî Hasıla

 

(Gross Natıonal Product) GSMH. Belirli bir dönemde bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin brüt toplamı. Bir ülkede üreti­len nihaî mal ve hizmetlerin toplam değerine dış ekonomik İlişkilerden elde edilen net döviz kazancının eklenmesi İle el­de edilen hasıla. Matematiksel ifadesi ile GSMH = yurt İçi GSMH + dış dünyadan elde edilen faktör gelirleri- dış dünya­ya yapılan toplam faktör ödemeleri. GSMH'dan sermaye mal­larının yıpranma ve eskime payının düşülmesiyle elde edilen değere de safî mİlK hasıla denir. Matematiksel ifadesiyle SMH=GSMH-Amortismanlar.  

 

Gayrimenkul

 

(Immovable) Taşınmaz. Hareketsiz. Nitelik ve değerine zarar vermeden kolaylıkla yerinin değiştirilmesi ' mümkün olmayan, veya taşınması imkânsız olan mallar. Örn. Ev, arazi, dükkan.

 

Gecekondu

 

Genellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde ve hızlı sanayileşen bölgelerde görülen, kırsal bölgeden kente göç edenlerin, -çoğunlukla da kendilerine ait olmayan araziler üze­rinde, altyapı hizmetlerinden yoksun olarak inşa ettikleri der­me çatma evler. Bu evlerin oluşturduğu yerleşim bölgelerine de gecekondu bölgesi denmektedir.

 

Geçerlilik

 

(Valıdıty) Geçerli olma durumu. Bir ölçme aracı­nın yahul, ölçme biçiminin, ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uy­gun olma yeteneği. Örn. Uzunluğun metre ile, ağırlığın terazi ile ölçülmesi gibi. Bkz. güvenilirlik.

 

Geçersizlik

 

(Invalıdıty) Geçersiz olma hali. Bir ölçüm ara­cının yahut ölçme biçiminin ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uygun olmaması. Örn. Terazinin mesafe ölçmek için uygun bir araç olmaması, anketin bilinçli olarak gerçek düşüncesini gizleyen birisinin düşüncelerini öğrenmek İçin uygun bir araç olmaması.

 

Geçici Hipotez

 

(Ad Hoc Hyphothesıs) Ad hoc hipotez. Durumu kurtarmaya yönelik olmak üzere eldeki kuramı kav­ramsal manevralarla, ya da duruma uygun düzeltmeler yardı­mı ile, çelişki oluşturan olgu karşısında savunmayı, ayakta tut­mayı amaçlayan hipotez. Bkz. hipotez.

 

Geçici İşsizlik

 

(Temporary Unemployment) Bkz. işsiz­lik

 

Geçim Ekonomisi

 

(Subsıstence Economy) 1. Üretici bi­rimlerin üretimlerini pazar İçin değil, kendi ihtiyaçları için yaptığı, sözkonusu birimlerin tüketim için de pazara bağımlı olmadığı ve dar bir işbölümüyle üretimin tamamlandığı eko­nomi.

2. Ekonomik değişimin pazarının olmadığı ekonomiler. Bkz. Pazar Ekonomisi.

 

Geçim Endeksi

 

(Cost Of Lıvıng Index) insanların belirli bir yaşam düzeyini sürdürebilmeleri İçin yapmaları gereken harcama miktarlanndaki değişmelerin İncelenebilmesi amacıy­la kullanılan; beslenme, giyinme, barınma ve kültürel İhtiyaç­larla ilgili harcamaların dahil edildiği endeks.

 

Gelecekbilim

 

(Futurology) Fütüroİoji Değişik oranlarda tüm disiplinlerin verilerini kullanmak suretiyle, daha çok kur­gusal nitelikte ve İnsanlığın geçirdiği tarihsel seyri de dikkate alarak yapılan, gelecek ile ilgili öndeyilerin oluşturduğu bilgi­ler bütünü.

 

Gelenek

 

(Tradıtıon) Bir topluluğun kendinden önceki nesil­lerden devralıp kısmen dönüştürerek sonraki nesillere devret­tiği, inanç, kurum ve seremonileri de içeren her türlü toplum­sal pratik. En evrensel anlamda, insanı İlâhî olana bağlayan İl­keler.

 

Gelenekçilik

 

(Tradıtıonalısm) Gelenek taraftarlığı. Tra-dİsyonaUzm. Toplumdaki inanç, kurum ve kuralların meşru­luklarını, geçmiş dönemlerde de uygulanmış olmalarına da­yandıran davranış veya düşünüş biçimi. Geleneksel olanı mo­dern olana tercih etme tavrı. Gelenekler ya da geleneksel de­ğerlerin korunup yaşatılması gerektiğini savunan yaklaşım.

Geleneksel Değer

 

(Tradıtıonal Value) Bkz. Değer

 

Geleneksel Otorite

 

(Tradıtıonal Authorıty) Weber'ci sosyolojide meşru güç kullanım biçiminden biri olan ve ikti­dar veya güç kullanımının meşruluğunun, geleneksel olarak hep öyle yapılıyor olmasıyla temellendirildiği otorite. Buna göre iktidarın meşruluğu, elde ediliş yöntemi ve nasıl değişe­ceği geçmişteki uygulamalar tarafından belirlenir. Bkz. Karî Matik Otorite, Yasal-Ussal Otorite, Otorite, İktidar.

 

Gelir Ortaklığı Senedi

 

(Profıt Sharıng Certıfıcate) Köprü, baraj vb. gibi mülkiyeti kamuya ait altyapı tesislerinin gelirlerine gerçek ve tüzel kişilerin ortak olmasını sağlayan; belirli miktarlarda anapara yatırılarak alınıp belirli bir dönem boyunca ilgili tesisten elde edilen gelirlerden, konulan anapa­ra oranında pay alınmasını sağlayan ve dönem sonunda ana-, paranın geri alınabilmesinin mümkün olduğu bir tür iç borç­lanma senedi.

 

Gelir Tablosu

 

(Income Table) Bir işletmenin, belli bir he­sap döneminde katlandığı tüm gider ve zararlarla, aynı dö­nemde sağladığı gelir ve kârları, ayrıntılı ve birbirleriyle karşı-laştırılabilir bir sistematik içinde sunan, dönemin faaliyet so­nucunu da kâr veya zarar olarak belirten finansal tablo.

 

Gelir Teorisi

 

(Income Theory) Uluslararası ticareti ülkele­rin talep yapılarına göre açıklayan ve gelir düzeyleri benzer yapıda olan ülkelerin talep yapılarının da birbirine benzer ni­telikte olacağım, dolayısıyla gelir düzeyleri birbirine yakın olan gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin daha çok kendi aralarında ticaret yapacaklarını İleri süren görüş.

 

Gelir Vergisi

 

(Încome Tax) Genellikle bir yılda olmak üze­re, gerçek kişilerin belirli bir dönemde elde ettikleri gelir ve "kazançların net tutarı üzerinden, yükümlüsünün kişisel ve ailevî durumu da gözonüne alınarak, artan oranlı tarifeye göre alınan sübjektif ve dolaysız vergi. Bkz. vergi.

 

Gelişigüzel Örnekleme

 

(Accıdental Samplıng) Bkz. Örnekleme

 

Gelişim Aşamaları

 

(Stages Of Development) Marksist iktisat terminolojisinde, belirli bir ekonomik ve sosyal formas­yon içinde yeralan belirgin ve göreli özerk tarihsel evrelere verilen ad. Her üretim tarzında varolduğu kabul edilen baş­langıç, serpilme ve olgunluk, düşüş ve geçiş aşamaları. Bu . çerçevede örneğin kapitalizmin gelişim aşamaları ticarî kapita­lizm, smaî kapitalizm ve tekelci kapitalizm (emperyalizm) ola­rak sıralanmaktadır. Bkz. aşamalar kuramı.

 

Gelişim Psikolojisi

 

(Developmental Psychology) Değişik yaş gruplarında görülen olgunlaşma aşamalarını belli bir sistematik çerçeve içinde inceleyen psikoloji dalı.

 

Gelişme Sosyolojisi

 

(Sociology Of Development) Ulusal düzeydeki sosyal değişimin anlam, nitelik ve içeriğiyle; dünya sisteminde meydana gelen değişikliklerin sözkonusu küçük toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini inceleyen disiplin.

 

Gelişmekte Olan Ülkeler

 

(Developıng Countrıes) Sa­nayileşme yarışında gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisinde kal­mış, sömürgecilik sürecinde kaynaklarına el konulduğu için gelişememiş ya da gelişmeleri engellenmiş ülkeler İçin, azge­lişmiş, gerikalmış ya da gelişmemiş gibi olumsuz çağrışımları olan nitelemelerin yerine ikame olarak kullanılan deyim. Kavram, geri kalmışlık çemberini kırmaya çalışan ülkelerin kalkın­ma çabalarını vurgulamak üzere de kullanılmaktadır.

 

Gemeınschaft

 

Bkz. Cemaat

 

Gender

 

Cinsiyet rollerinin kültürel olarak ayrıştırılması. Kadın ve erkek arasındaki farklılığın biyolojik unsurların yanında toplumsal ve kültürel olarak oluşturulan yönü; kadın ve erke­ğe toplumsal ve kültürel oiarak yüklenen cinsiyet rolleri.

 

Gender Sosyolojisi

 

(Sociology Of Gender) Kadın ve erkek arasındaki farklılığın kültürel ve toplumsal olarak nasıl kurulduğunu, kadın ve erkeğin toplumsal yapı içindeki du­rumlarını, kadınlık ve erkeklik kimliğinin oluşum sürecini İn­celeyen sosyoloji dalı.

 

Genel Denge

 

(General Equılıbrıum) Ekonominin tüm ke­simleri ile ekonomik birimlerin ürettiği mal ve hizmetlerin arz, talep ve fiyatlarının birbiriyle tutarlı olması, bir eksiklik veya fazlalığın olmaması durumu. Bu tutarlılığın matematiksel yön­temlerin de yardımı İle sağlanmaya çalışıldığı kurama genel denge kuramı, bu amaçla yapılan çözümlemelere de genel denge analizleri denir.

 

Genel Denge Analizi

 

(General Equılıbrıum Analysıs) Bkz. Genel Denge

 

Genel Denge Kuramı

 

(Theory Of General Equılıbrıum) Bkz. Genel Denge

 

Genelleme

 

(Generalizatıon) 1. Tek tek bireyler ya da bi­reysel olaylarda bulunan özelliklerin tüm bireyler yahut birey­lerin toplamından oluşan küme İçin de geçerli olduğunun ka­bul edilmesi.

2. Bir organizmanın, şartlandığı durumlara ben­zeyen durumlara da benzer tepkiler göstermesi.

 

Geniş Aile

 

(Extented Famıly) Bkz. Aile

 

Genörgüt

 

(Bureaucracy) Bkz. bürokrasi

 

Gens

 

İktisadî kaynaklar ile siyasal iktidarın paylaşımının henüz hiyerarşik ve otoriter bir nitelik kazanmadığı, üyelerinin her konuda eşit olduğu, kandaşlık bağıyla birbirlerine bağlı İnsan topluluğu. (LHMorgari) Bkz. askerî demokrasi, aşiret, bar­barlık.

 

Gensoru

 

(Interpellatıon) Parlamenter sistemde yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından birisi olarak, millet meclisin­de bakanlar kurulunun genel politikasının veya bir bakanın bakanlığı ile ilgili İşlerden dolayı siyasî sorumluluğunun tartı­şıldığı, güvenoylamasıyla sonuçlanan genel görüşme. Bkz. gü­venoyu.

 

Gerçekçilik

 

(Realısm) 1. Realizm. Bilgi öznesinin zihinsel tasavvurlarından bağımsız olarak, bir nesneler dünyasının va­rolduğunu ve bu dünyanın, insanın sahip olduğu bilgi edinme araç ve yöntemleriyle bilinebileceğini savunan görüş. Bkz. gerçeküstücülük..

2. Zihinsel olana değil, algıla nabilir-gözlemlenebilir olana göre davranma; olguları kuramlara tercih etme. Bkz. deneycilik.

 

Gerçeklik

 

(Realıty) Realite. Varoluş dünyası. Gerçekten va­rolma. Zihinsel bir tasan veya zihinsel bîr yaratma ürünü ol­mayıp, zihnin dışında, onun bilip bilmemesine bağlı olmaksı­zın mevcut olma durumu. Kişiden kişiye değişmeyen, değer yargılarına bağlı olmayan gerçekliğe nesnel gerçeklik veya objektif realite; değer yargılarına bağlı olması nedeniyle farklı kişilerce değişik biçimde algılanabilen gerçekliğe de öz­nel gerçeklik ya da sübjektif realite denir. Bkz. Mutlak Gerçeklik, Göreli Gerçeklik, Olgusal Gerçeklik, Potansiyel Gerçeklik, Metafizik Gerçeklik, Fiziksel Gerçeklik.

 

Gerçeklik İlkesi

 

(Realıty Prıncıple) İçbenin isteklerinin karşılanmasında fiziksel ve sosyal koşulların dikkate alınması. (Freud) Bkz. haz ilkesi.

 

Gerçeklik Yargısı

 

(Realıty Judgement) Gerçekliğin algı­lanması, kavranması, kavramsaüaştınlması ve yorumlanmasın­da, bir şeyin gerçekliğinin bulunup bulunmadığının tespitinde kullanılan doğru-yanltş ya da gerçek-yalan nitelemesi ile ifa­de edilen yargı. Bkz. estetik yargısı.

 

Gerçeküstücülük

 

(Surrealısm) Sürrealizm. Siyasal, sos­yal ahlakî veya estetik bir kaygı taşımadan, düşüncenin tama­men özgürleştirilerek insan zihninin engelleyici mekanizma­lardan arındırılması sonucu üretilecek düşünsel ve sanatsal ürünlerin ancak insanın gerçekliğini yansıtabileceğini savu­nan, 20. yüzyılın İkinci çeyreğinde, daha çok sanat ve edebi­yat alanında etkili olmuş akım. Bkz. gerçekçilik.

 

Gerilim

 

(Tensîon) Bir ihtiyacın giderilememesi, beklentilerin gerçekleşememesi veya sınırlama ya da engellemeler yüzün­den istenilen biçimde davranılamaması sonucu meydana ge­len duygusal yoğunlaşma.

 

Gerilla

 

(Guerılla) Bkz. çete

 

Geribesleme

 

(Feedback) Bir sistemde sistemin ürettiği kimi sonuçların veya çıktıların bazı özelliklerinin sözkonusu siste­min yeniden üretilmesi sürecinde düzenleyici bir işlev yerine getirmesi durumu.

 

Gerileme

 

(Regressıon) Bir ruhsal çatışmanın, önüne geçile­meyecek ve kişinin çevresiyle uyumunu imkânsızlaştıracak düzeye ulaşması durumunda; artık daha kompleks davranışla­ra gücü yetmeyen sözkonusu kişinin kolaylıkla intibak edebi­leceği ilkel davranış Örneklerine dönmesi. Örn. Arzulan en­gellenen yetişkin bir kişinin çocuklar gibi davranması, çocuk­ça tepki göstermesi.

 

Gresham Yasası

 

(Gresham Law) "Kötü para iyi parayı ko­var " cümlesinde ifadesini bulan, İngiliz düşünürü Gresham'ın iktisat literatürüne kazandırdığı ilke. Buna göre piyasada iki farklı paranın birlikte bulunması durumunda değeri düşük olan para tedavülde kalırken değeri yüksek, sağlam para sak­lanır; sonuçta kötü para iyi parayı piyasadan kovmuş olur.

 

Gıda Ve Tarım Örgütü

 

(Food And Agrıcultural Or­ganı Zatıon) Tarımsal alanlarda yaşam standardını yükseltmeye ve dün­ya gıda sorununun çözümüne yönelik çalışmalar yapmak; ihti­yaç içindeki ülkelere teknik yardım sağlamak; tarım orman ve balıkçılık konularında verimi artına araştırmalar yapıp İstatis­tikler yayınlamak amaçlarına yönelik olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesinde. 1945!te kurulmuş olan Örgüt.

 

Giffen Mauarı

 

(Gıffen Goods) Bkz. Gıffen paradoksu

 

Giffen Paradoksu

 

(Giffen Paradox) Glffen çelişmesi

Arz-talep kanununda ifadesini bulan genel kuralın aksine, ba­zı malların fiyatları yükselirken taleplerinin de yükselmesi şek­linde ortaya çıkan paradoksal durum. Bu tür paradoksal du­rumlar daha çok sınırlı bir gelir düzeyine sahip kesimlerde zo­runlu gıda maddelerinin fiyatlarının artması durumunda, diğer tüketim maddelerine ayrılabilecek gelirin İyice azalması nede­niyle, sözkonusu olmaktadır. Bu şekilde, fiyatları artarken tü­ketim talepleri de yükselen mallara giffen malları denir.

 

Girdi

 

(Input) Belirli bir ürünün üretilmesi için kullanılan fak­törlerden her biri. Üretim sürecinin çıktı üretebilmesi için kul­lanılması zorunlu hammadde, emek veya mali kaynak.

 

Girdi-Çıktı Analizi

 

(Input-Output Analysıs) Nihaî mal ve hizmetlere yönelik talepte bîr değişiklik öngörüldüğünde, bu değişikliğin dolaylı ve dolaysız olarak ekonominin tüm sektörlerinde nasıl bir etki yaratacağının hesaplanabilmesi amacıyla, nihaî mal ve hizmet talebiyle bunlar İçin gerekli hammadde, emek vb. temel girdiler arasındaki bağlantıların, kısaca ekonomideki tüm üretim ilişkilerinin yapısının irdele­nip çözümlenmesi.

 

Girişim

 

(Enterprıse) Teşebbüs. Faaliyete girişme. Kâr etmek amacıyla, bir üretim faaliyetini organize etme; bir çıktı üret­meye yönelik olarak, emek, sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getirme.

 

Girişimci

 

(Entrepreneur) Müteşebbis. Temelde kâr elde et­mek olmak üzere değişik amaçlarla, gerekli riski göze alarak, toprak, emek veya sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getiren, mal veya hizmet üretimi için gerekli ortamı hazırlayan kişi.

 

Gizem

 

(Mystery) Sır. Duyu ve algıların ötesinde, bilgisine aklî yöntemlerle ulaşılamayan, insana kapab olan şey.

 

Gizemcilik

 

(Mystıcısm) 1. Mistisizm. Bilinçli olarak bütün açıklamaların sonunda anlaşılamaz, bilinemez noktalar bırak­ma, merak konusu olan belirli şeyleri açıklamaktan kaçınma.

2. Tasavvuf. Ruh terbiyesiyle manevî hiyararşide duygusal ve sezgisel süreçleri kullanarak İlerleme; kendisini bu yolla ru­hen temizleme esasına dayalı Allah'a ulaşma yolu.

Gizli İşlev

 

(Latıent Functıon) Bkz. işlev

 

Gızu Issızlık

 

(Hıdden Unemployment) Bkz. İşsizlik

 

Glasnost

 

Açıklık politikası Genel olarak sosyalist sistemin demokratikleştirilmesi olarak nitelenen, Mikhail Gorbachev'İn Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getiril­mesinden sonra, 80'li yılların İkinci yarısında SSCB'de yürürlü­ğe konan politika. Demir perdelerin kaldırılması ve uluslarara­sı ilişkilerde tarafların birbirlerini olup bitenlerden haberdar etmeleri İlkesine dayalı, basın, sanat ve bilimsel faaliyetlere daha fazla özgürlük tanınmasını, sansürün hafifletilmesini, eleştirilere ve muhalif görüşlere hoşgörü ile yaklaşılmasını ön­gören açıklık politikası.

 

Gossen Kanunları

 

(Gossen Laws) Marjinalizmin öncüsü . kabul edilen Gossert İn sübjektif fayda kuramını oluşturan ka­nunlar. Gossen kanunları şu şekilde özetlenebilir.

1. Azalan marjinal fayda kanunu: Belirli bir ihtiyacın tatmininde kulla­nılan bir malın türdeş birimleri tüketildikçe İhtiyacın şiddeti azalırken, tüketilen her ek birimden elde edilen fayda azalır.

2. İhtiyaçların optlmal dağılımı kanunu: Sonsuz olan ihti­yaçlar, birden fazla İhtiyacın giderilmesi halinde, tüketicinin tatmininin belirli bir noktada ençoklaşmasına imkân verecek bir optimallikte dağılmıştır.

3. Sübjektif değer kanunu: Fay­da kıtlıktan doğar ve mal ancak doyum için gereken miktar­dan daha az İse sübjektif bir değere sahiptir.

 

Göç

 

(Mıgratıgn) Bir yerleşim biriminden, gruptan ya da belli bir siyasal sınırı olan toprak parçasından başka bir birime doğru, kısmen sürekli birey veya kitle hareketi. Bir ülke sınır­larının içinde kalmak şartı ile meydana gelen nüfus hareketi­ne içgöç nüfusun ülke sınırları dışına akmasına da dışgöç denir.

 

Göçebe

 

(Nomad) Bkz. göçebecİIİk

 

Göçebecilik

 

(Nomadısm) Sabit bir mekâna yerleşmeyip, ik­lim ve coğrafî şartlara bağlı olarak daha avantajlı yerleşim bi­rimlerine periyodik aralıklarla göç etme esasına dayalı yaşam tarzı. Bu yaşam tarzını benimseyen kişilere de göçebe yahut göçer denir. Anadolu dilinde göçerlere yöruk denmektedir.

 

Göçerlik

 

(Nomadısm) Bkz. göçebeciiik

 

Gölge Gerçeklik

 

(Epıphenomenon) Herhangi bir sürecin işleyişine kayda değer bir katkısı olmayan, sözkonusu sürecin bir yan ürünü olarak meydana gelen şey.

 

Gölge Kabine

 

(Shadow Cabınet) Bazı Batı ülkelerinde, bir nevi hükümet gibi çalışan, iktidara en yakın olan muhalefet partisinin, bir yandan muhalefet görevini yaparken diğer yan­dan da iktidara gelmesi halinde gerekecek olan hükümet ele­manlarını hazırlamak amacıyla kurduğu çalışma grubu.

 

Görecelilik

 

(Relatıvısm) Rölativizrn izafiyet. Her türlü bil­gi, yasa, İlke ya da açıklama modelinin mutlak olmayıp değiş­ken bir nitelik taşıdığını, bu nedenle de ancak kısmî, zaman içinde değişmeye mahkûm, geçici bir değer taşıdığını savunan yaklaşım.

 

Görecelilik Paradoksu

 

(Paradox Of Relatıvıty) Bir yargı, değer, bilgi veya kavrayışın göreceliliğini dile getiren ifadenin bizzat kendisinin mutlaklık içeren bir nitelik taşıması. Örn. Değer yargılan görecelidir ifadesinin İçerdiği yargının göreceli olmadığının kabul edilmesi.

 

Göreli Gerçeklik

 

(Relatıve Realıty) İzafî gerçeklik. Gerçekliği kendisinden kaynaklanmayıp, mutlak'a göre varlık ve anlam kazanan, mutlak varlığın dışındaki herşeyi, kısaca tüm yaratılmışlar alemini içine alan gerçeklik kategorisi.

 

Göreli Özerklik

 

(Kelatıve Autonomy) Bkz. devletin gö­rece Özerkliği

 

Göreli Yoksunluk

 

(Relatıve Deprıvatıon) Nesnel ölçüt­leri olmayan, durumdan duruma değişen ve bireylerin refe­rans gruplarıyla kendilerini kıyasladıklarında sahip olama­dıkları şeylerden dolayı hissettikleri yoksunluk duygusu.

 

Görüngü

 

(Phenomenon) Fenomen. Somut, algılanabilir bir biçimde ve anlaşılabilir kategorilerle ifade edilebilecek biçim­de varolan.

 

Görüngübilim

 

(Phenomenology) Fenomenolojİ. Duyu organları aracılığı ile kavranabilen gerçekliğin dışında gerçek­lik ve sağlam bilgi olmadığını, bu yüzden bilginin alanının fe­nomenlerin bilgisi İle sınırlanması gerektiğini savunan yakla­şım.

 

Görünmez El

 

(Invısıble Hand) 1. Liberal iktisat düşüncesi­ne göre, iktisadî hayatın düzenlenmesi sırasında fiyat meka­nizması aracılığıyla kendini gösteren ve piyasadaki dengeyi sağlayan düzenleyici güç.

2. Toplumu oluşturan bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda, kendi menfaatlerine en uygun olanı elde etmeye çabalarken, aynı zamanda ve otomatik ola­rak toplumun çıkarlarına da hizmet etmiş olacakları görüşün­den hareketle; her bireyin, kendi çıkarları için çalışırken, İçen­di niyeti olmaksızın, doğal olarak toplumun yararına da hiz­met etmiş olmasını sağlayan, görünmeyen güç (A. Smitb). Buna göre bireyler kendileri için en iyi olana ulaşmaya çabalar­ken görünmez el sayesinde, toplum menfaati için çalıştıkları zamana oranla bile, daha fazla bir toplumsal faydanın gerçek­leşmesini sağlamış olurlar.

 

Görüş

 

(Opınıon) 1. Bir olay, kişi veya etkinlikle İlgili, değişi­me ve itiraza açık, olgusal olarak doğru la namayabilen tavır veya inançlar.

2. Mantıksal bir temele dayanan, fakat akla yat­kın itiraza da açık olan önerme veya düşünce.

3. Kanı. Lehte veya aleyhte bîr tutuma eşlik edecek biçimde benimsenen ifa­de.

 

Gösteriş Tüketimi

 

(Luxury Consumptıon) Toplumsal hi­yerarşide sınıf değiştirerek üst katmanlara tırmanan tüketicile­rin, malların fiyatlannın yükselmesi karşısında taleplerini azalt­mak yerine artırmaları; daha ucuz ve tasarruf sağlayıcı madde­lerle ihtiyaçlarını giderebilecekleri halde, daha pahalı madde­leri tercih etmeleri şeklinde ortaya çıkan, gösteriş amacıyla yaptıkları tüketim. Bkz. Tüketim.

 

Götürü Vergi

 

(Lump-Sum Tax) Gerçek vergi tabanı aran­maksızın ve vergi mükellefinin özel bireysel durumu dikkate alınmaksızın, kanunla belirlenmiş kriterlere ve yöntemlere gö­re genel takdirle bütün bir mükellef grubu için belirlenen ver­gi türü. Bkz. vergi.

 

Gözlem

 

(Observatıon) Bilgi edinmek amacıyla, bilinçli, planlı ve sistemli bir şekilde olay, nesne veya İlişkilerin duyu organları aracılığı ile incelenmesi. Bkz. deney, kuram.

 

Gramatik İfadeler

 

(Grammatıcal Expressıons) Dilin ifade yapısı ya da kavramsal düzeni ile ilgili ifadeler. Bu İfade­lerin kanıtlanmalarının, sağlanabilirliklerinin İstenmesi veya bir gramatik İfadenin inanıyorum ki Ön takısı İle başlaması anlamsızdır. Bkz. ifadelerin gramatik ayırımı.

 

Gramer

 

(Grammar) Bir dil içinde yeralan kelimelerin anlamlı cümleler biçiminde birleştirilmesini sağlayan dilbilgisi kuralla­rının toplamı.

 

Gramer Hatası

 

(Grammatıcal Error) Bkz. gramer Kaydırmacası

 

Gramer Kaydırmacası

 

(Grammar Shıftıng) Belirli bir gramerde sorulmuş bir soruya farklı bir gramerde cevap veri­lerek, soru ile cevabın düzlemlerinin kaydırılması. Örn. Hipo­tetik bir soruya hipotetik olmayan bir cevap vermek; dinî bir soruya teorik bir cevap aramaya çalışmak; tarihî açıklama ge­rektiren bir soruya dinî bir gramerde cevap vermeye çalışmak gibi. Bu şekilde, belirli bir gramerin sorusuna farklı bir gra­merde cevap arama yanlışına gramer hatası Ha denir.

 

Grev

 

(Strıke) 1. Ücretlilerin, çalışma ve ücret şartlarında bir düzelme elde etmek amacıyla hep birlikte işi durdurmaları ey­lemi.

2. Emek piyasasında işçi ile işverenlerin ücretler, sosyal haklar ve diğer çalışma koşulları ile İlgili olarak yaptıkları pazarlık sonunda anlaşmaya varamamaları durumunda İşçilerin toplu halde işi bırakmaları. Bkz. lokavt, toplu sözleşme.

 

Grup

 

(Group) Birbirine ortak değerlerle bağlı, birliktelik duy­gusu taşıyan insanlardan oluşan topluluk.

Belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş, bağlayıcı kuralları, hiyerarşik yapı ve iktidar ilişkilerini düzenleyen bir lideri olan gruba formelgrup; kendiliğinden oluşan ve kural­ları bağlayıcı olmayan gruba da İnformel grup denir. Bkz. Cemaat, Toplum.

 

Grup Normu

 

(Group Norm) Bir grup, sınıf, kültür veya top­lumun çoğunluğu tarafından yaygın biçimde paylaşılan değer­ler, davranışlar veya ortak beklentiler.

 

Gsmh

 

(Gnp) Bkz. Gayri Safî Millî Hasıla

 

Güç Dengesi

 

(Balance Of Power) 1. Gücün karşıt taraflar arasında dengeli bir biçimde dağılması. Belirli bir alanda birbi­rine rakip güçlerin, yelpazenin belirli kanatlarını işgal etmek suretiyle oluşturdukları dengeli bütünlük.

2. Uluslararası ilişki­lerde, zamanla değişse de ülke veya diğer uluslararası aktörlerin güçlerinin dengelendiği fiilî durumlar, ya da bu durumlar sonucu ortaya çıkan politikalar. Bkz. dehşet dengesi.

 

Güdü

 

(Motive) Kişinin enerjisini belirli bir amaca yönelten davranışının, bilinçli yahut bilinçsiz nedeni. Bir İhtiyacın gide­rilmesi veya bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik davranı­şın meydana gelmesini sağlayan güç. Bkz, dürtü.

 

Güdümlü Demokrasi

 

(Command Democracy) Demokra­tik süreçlere alışmamış bir toplumda demokrasinin bazı un­surlarının kullanıldığı, demokrasiye geçişte mülayim bir dikta­törlük olarak görülebilecek yönetim biçimi.

 

Güdümlü Ekonomi

 

(Command Economy) Örgütlenme, İşbölümü ve denetimin merkezi bir otorite tarafından yapıldı­ğı, fiyatlar genel düzeyi, ihracat, ithalat, kâr oranı vs. ile İlgili kararların sözkonusu otorite tarafından belirlendiği ekonomi. Bkz. Serbest Piyasa Ekonomisi.

 

Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlatması

 

(Ge­neral Agreement On Tarıffs And Trade) kinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ticaretin önündeki engelleri or­tadan kaldırmak, tercihli ticaret anlaşmasını önlemek ve dev­letlerarası ticareti liberalize etmek amacıyla 1947 yılında yapı­lan uluslararası ticaret anlaşması, özünde bîr anlaşma olan GATT, sayılan amaçların gerçekleştirilmesine yönelik faaliyet­lerde bulunmak ve yükümlülüklere uyulup uyulmadığını de­netleme zorunluluğu nedeniyle pratikte bir kuruluş kimliği ka­zanmıştır. 1960'h yıllarda oldukça etkin bir işlev gören kuru­luş, 1970'li yıllarda yeni korumacı eğilimlerin güçlenmesi ve kotalar, çifte vergilendirme, tercihli ticaret anlaşmaları gibi ye­ni ticarî engellerin İhdas edilmesiyle etkinliğini önemli ölçüde yitirmiştir.

 

Gümrük Birliği

 

(Customs Unıon) Üye ülkelerin kendi ara­larındaki gümrük tarifeleri ya da vergilerini kaldırıp, üçüncü ülkelere karşı da ortak gümrük tarifesi uygulamalarını öngö­ren iktisadî bütünleşme biçimi.

 

Gümrük Tarifesi

 

(Customs Tarıff) İthal edilen mallar üze­rinden alınması gereken yergi miktarı veya oranlarını gösteren liste, vergi cetveli.

 

Gümrük Vergileri

 

(Customs Duties) İthalat, ihracat ya da transit geçiş nedeniyle gümrük sınırlarını aşan mallardan alı­nan vergiler.

 

Günah Keçisi

 

(Scapegoat) 1. Saldırganlık duygularının asıl hedeflerine yöneltilemediği durumlarda bu duyguların yönel­tilerek tatmin edildiği kişi, grup veya nesneler.

2. Felâket de­recesinde kötü sonuçlar doğuran olayların sorumluluğunun, sözkonusu olayları ortaya çıkaran siyasal, kültürel, tarihsel, ekonomik vs. faktörlere dağıtılması yerine, kolaycılığa kaçarak tek bir faktöre yüklenilmesi durumunda, tüm günahların yük­lendiği sözkonusu kişi ya da nesneye verilen sembolik isim. Örn. îkinci Dünya Savaşını hazırlayan koşullar, egemen güçler arasındaki paylaşım mücadelesi ve Almanların koyu milliyetçi eğilimleri., gibi faktörleri dikkate almadan, savaşın tüm so­rumluluğunun A. Hitle?e yüklenmesi.

 

Güven Belgesi

 

(Letter Of Credence) Bir kişinin diploma­tik temsilci olarak atanmasını tayin edildiği devlete duyuran, temsilcinin resmî sıfatını belirten ve kendisine itimat edilmesi­ni isteyen resmî mektup. Büyükelçi ve ortaelçilerin güven bel­gesi devlet başkanından devlet başkanına; işgüderlerin (mas­lahatgüzar) güven belgesi ise dışişleri bakanından dışişleri ba­kanına hitaben yazılır.

 

Güvenilirlik

 

(Reliabılity) 1. Güvenilir olma hali. Kendisine can ve mal emanet edilebilir olma. Bir kişinin, kendisinden zarar gelmeyeceğine ve emanete hıyanet etmeyeceğine dair çevresinin güvenini kazanmış olması.

2. Bir ölçüm aracının veya ölçme tekniğinin ölçülen şeyi benzer şartlar altında her zaman aynı şekilde ölçmesi özelliği; ölçüye konu olan şeyin değişmemesi kaydıyla^ tekrarlanan ölçüm sonuçlarının aynı olması ya da birbiriyle uyuşması durumu. Bkz. geçerlilik.

 

Güvenlik İhtiyacı

 

(Safety Needs) Bkz. İhtiyaçlar hiye­rarşisi Kuramı

 

Güvenoyu

 

(Vote Of Confıdence) Parlementer sistemlerde, yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından biri olarak, hü­kümetin faaliyette bulunabilmek için yasama organından yetki olabilmesi amacıyla yasama meclisinde yapılan oylama. Güve­noyu alamayan hükümet düşürülür, yerine güvenoyu alabilen yeni bir hükümet getirilir; böylece, hükümet meclis tarafından denetlenir.

 

Güvertede Teslim

 

(Free On Board) Bkz. Fob

 

Habidat

 

(Habıtat) Bir organizmanın ya da organizmalar top­luluğunun oluşup gelişmesini mümkün kılan çevre şartlarının bütünü. Bkz. çevre.

 

Hadariyet

 

1. Yerleşik hayat. Uygarlık.

2. Her toplumun, bedeviyet dönemini atlattıktan sonra içinden geçeceği toplumsal aşama. Bilimler, sanatlar, vb. medeniyet eserlerinin gelişeceği; buna karşılık asabiyetin zayıflamasından dolayı insan ilişkile­rinde samimiyetten uzaklaşılacağı ve bürokratik, formel ilişki­lerin egemen olacağı öngörülen toplumsal gelişim evresi. Ha-dariyetin en üst noktasında toplumu birarada tutan dinamikler anlamını kaybedeceğinden toplumsal çözülmenin başlayacağı, giderek bu sürecin medeniyetin topyekün çöküşü ile sonuçla­nacağı ileri sürülmektedir.

 

Hadımuk Karmaşığı

 

(Castratıon Complex) Toplumsal yasaklara uyulmaması durumunda verilebilecek bir ceza ola­rak, cinsel organların kaybedilmesi ihtimalinin yarattığı korku­nun bireyde ortaya çıkardığı karmaşa. Bkz. odip karmaşası.

HADİS Söz, eylem, onay, ahlakî ve fiziksel özellik olarak Hz. Muhammed'e İzafe edilen her türlü yazılı metin. Gerçekle İliş­kisi olmayan, tamamen gerçekdışı olarak uydurulan hadise mevzu hadis; gerek rivayet gerekse anlam yönünden doğru­luğu sabit olan hadise sahih hadis; yalan söylemesi mümkün olmayan bir kalabalık tarafından rivayet edilen hadise müte-vatir hadis; anlamı Kuran-ı Kerim'le çelişen, yahut rivayet zinciri sağlam olmayan hadise de zayıf hadis denir.

 

Hafıza

 

(Memory) 1. Bellek. Zihnin geçmiş deneyimleri, bilgi, olay ve görüntüleri yeniden çağırma, hatırlama işlevi.

2. Bilgi ve deneyimlerin depolanıp korunduğu yer.

 

Hafıza Kaybı

 

(Amnesıa) Amnezi Kişinin kimliğini, aşina ol­duğu kişi ve durumları, geçmişte yaşadığı koşullan unutması ya da hatirlayamaması şeklinde beliren bir psikolojik rahatsız­lık türü.

 

Hakemlik

 

(Arbıtratıon) Anlaşmazlık durumunda olan iki veya daha fazla tarafın sözkonusu ihtilafta taraf olmayan üçüncü bir kişinin kararına uyma noktasında anlaşmalarıyla meydana gelen uyuşmada, üçüncü şahsın işlevi. Bir anlaşmaz­lığın giderilmesi ya da bir organizasyonun kurallara uygun iş­lemesini sağlama görevi.

 

Hakikat

 

(Truth) 1. Özbilgi. Apaçıklık. Doğruluk; doğru olma durumu. Bir şeyin gerçekte varolması; gerçeğe uygun olması, doğasının bilgisi.

2. Doğru olduğuna, sorgulama yapmaya ge­rek duymayacak derecede kesin olarak inanılan olgu, durum, ya da inanç.

 

Hâkimiyet

 

(Sovereıgnıty) Bkz. Egemenlik

 

Hakkaniyet

 

(Equıty) Hakka saygı duyulması, adalet ilkesi çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesi. Bkz. Sosyal Hakkaniyet, Adalet, Eşîtükçilik.

 

Halifelik

 

(Calıphate) İslâm devlet başkanlığı. Hz. Peygam­berin, dinin uygulanması, korunması ve insanlara tebliğ edil­mesi ilkelerine dayalı olarak yürüttüğü devlet başkanlığı göre­vinin, onun ölümünden sonra Müslümanlar tarafından kurumlaştınlmış şekli.

 

Halk Avcılığı

 

(Demagogy) Bkz. demagoji

 

Halk Demokrasisi

 

(People's Democracy) İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyet denetimine giren Çekoslavakya, Bulga­ristan; Romanya ve Polonya gibi ülkeler için Stalin tarafından önerilen; Sovyet Komünist Partisi ve Sovyet yönetiminin di­rektifleri doğrultusunda faaliyette bulunacak tek bir siyasi partinin veya tek bir siyasî partiyle uzlaşabilecek partilerin koalis­yonunun iş başında bulunduğu yönetim biçimi.

 

Halkçılık

 

(Populısm) Bkz. popülizm

 

Halkoylaması

 

(Referendum) Halk oyuna sunma; halkın görüşünü alarak uygulamayı bu sonuca göre belirleme. Bir ül­ke yönetiminin önemli gördüğü siyasi, kültürel, iktisadî vb. konularda bir karar alabilmak İçin halkın oyuna başvurması. îç sorunlarla ilgili halkoylamasına referandum, dış sorunlarla ilgili olana ise plebisit denir.

 

Halüsinasyon

 

(Hallucınatıon) Bkz. varsam

 

Hanifıik

 

Bâtıldan hakka yönelmek, hak dini benimsemek ya­hut tevhid inancı üzere olmak anlamında Hz. İbrahim'in dini­ne ve geleneksel biçimde Hz. ibrahim'in dinini izleyenlerin çizgisine verilen ad.

 

Haram

 

İslâm hukukuna göre, Müslüman ve mükellef insanlara Allah'ın yapılmasını kesin olarak yasakladığı eylem ya da et­kinlik.

 

Hareket-İ Cevheri Kuramı

 

(Theory Of Substantıal Motıon) 17. yüzyılda yaşamış olan ünlü İran!lı düşünür Mol­la Sadrının sistemleştirdiği; hareketin, varlığın özünde mey­dana geldiğini, bu nedenle de geçici olmadığını savunan felsefî görüş. Buna göre, varlıklar sürekli olarak kategorik dü­zeyde sahip oldukları imkânların birinden diğerine geçtikleri için her an bir sönüş ve doğuş, oluş ve yokoluş sürecindedir-ler. Bu sürecin sürekliliğini sağlayan mutlak İradedir. Değişme ve hareket varlığın görünüşünde değil, özünde, arazda değil cevherdedir, bu anlamda eşya, varlık âlemi her an yeniden yaratılmaktadır.

 

Hayırlama

 

(Negatîon) Bkz. olumsuzlama

 

Haz İlkesi

 

(Pleasure Prıncıple) Ben, içbeîı ve üstben ara­sındaki ilişkiler gelişmeden önce içben'İn sadece haz verene ve dolayımsız olarak yönelmesi. (Freud) Bkz si.

 

Haz-Acı İlkesi

 

(Pleasure-Paın Prıncıple) Haz-elem pren­sibi. İnsan davranışlarının temel itici gücünün haz ve elem ol­duğunu, bu sebeple haz veren eylemlere yönelmek, elem ve­ren eylemlerden İse kaçınmanın en temel davranış biçimi ol­duğunu İfade eden prensip.

 

Hazcılık

 

(Hedonısm) Hedonizm. Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihaî anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelme­nin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.

 

Hazine Bonosu

 

(Treasury Bıll) Genellikle bütçe gelirleri­nin bütçe harcamalarını karşılayamamasından kaynaklanan bütçe açıklarını finanse etmek amacıyla devlet tarafından çıka­rılan, vadesi bir yılı aşmayan borç senetleri. Benzer şekilde, çeşitli faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere devlet ta­rafından çıkarılan uzun vadeli (vadesi bir yılı aşan) borç se­netlerine de hazine tahvili ya da devlet tahvili denir.

 

Hazine Tahvili

 

(Treasury Bond) Bkz. Hazine Bonosu

 

Heckscher-Ohlin Teoremi

 

(Heckscher-Ohlın Theo-Rem) Faktör donanımı teorisi. Uluslararası ticareti, üretim faktörlerinin ülkeler arasındaki dağılımındaki orantısızlıkla açıklayan kuram. Ülkelerin sahip olduğu üretim faktörlerinin göreceli miktarları, uluslararası ticarette bunların hangi sektör­lerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduklarını belirlemekte­dir. Buna göre, bir ülke en fazla sahip olduğu faktörü nisbî olarak yoğun biçimde kullanan malları ihraç, en az sahip ol­duğu faktörleri yoğun olarak kullanan malları ise ithal eder. Başka bir deyişle sermaye yönünden zengin bir ülke sermaye-yoğun, emek yönünden zengin bir ülke ise emek-yoğun mal­lar İhraç eder.

 

Hecing

 

(Hedgıng) Döviz piyasasındaki muhtemel kur deği­şikliklerinin getireceği zarardan korunabîlmek İçin başvurulan

İşlem. Buna göre gelecekte döviz ihtiyacı olan kişi belirli bir vade sonunda teslim almak üzere bugünkü kura belirli bir fark ekleyerek borsaya yaünr. Böylece geçen süre zarfında meydana gelebilecek artıştan az bîr maliyetle korunmuş olur. Bu çerçevede karşılığı belirli bir vade sonunda teslim edilmek üzere döviz satımının yapıldığı piyasaya gelecekte teslim piya­sası; satılan dövizin hemen teslim edildiği piyasaya da anın­da teslim döviz piyasası denir.

 

Hedonizm

 

(Hedonısm) Bkz. hazcılık

 

Hegemonya

 

(Hegemony) Siyasal, sosyal ve kültürel araçlar kullanılarak bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu, kısmen rızaya dayalı egemenlik.

 

Hermeneutik

 

(Hermeneutıcs) Bkz. yorumsama

 

Heyecan

 

(Excıteiment) Organizmada genel uyanlmışlık hali yaratıcı ve güdüleyid özelliği olan, genellikle yüz ve vücut hareketleriyle İfade edilen, his boyutu taşıyan hal. Heyecan genellikle, vücutta kan dolaşımının hızlanması, rengin kızar­ması, kalp atışlarının belirgin hale gelmesi biçiminde kendisini belli eder.

Erdemliler ittifakı M. 580'li yıllarda Arap ka­bileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkan anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, tolumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğin­de kurulan ve Hz. Peygamberin de bir ara toplantılarına katıl­dığı barış cemiyeti. Erdemliler ittifakı, sadece tarihsel bir ku­rum değil, aynı zamanda, farklı dünya görüşlerine sahip olsa­lar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların zulmü engel­lemek için uzlaşmalarının bir toplumsal zorunluluk olduğu­nun ifadesidir.

 

Hibe

 

(Donatıon) 1. Karşılıksız yardım. Birini zor durumdan kurtarma, daha iyi duruma gelmesine katkıda bulunma gibi amaçlarla karşılık beklemeden yapılan aynî veya nakdî yar­dım.

2. Geri Ödemesiz olarak verilen dış yardım.

 

Hicret

 

1. Geniş anlamda Allah'ın emir ve yasaklarını yerine ge­tirmesi engellenen kişilerin, kulluklarını daha İyi yaşayabile­cekleri, güvenli ve serbest ortam veya mekânlara yaptıkları göç.

2. Dar anlamda Hz. Muhammed'İn, M. 622 yılında müş­rikler tarafından yapılan zulmün dayanılmaz boyutlara ulaştığı Mekke'den, îslâmî tebliğin daha rahat yapılabileceği, Müslü­manlar açısından daha emin bir yer olan Medine'ye yaptığı göç.

 

Hiççilik

 

(Nıhılism) Nihilizm. Bütün toplumsal amaç, değer ve ahlâkî yargıları ve hayatın anlamına İlişkin öne sürülen bü­tün öğretileri yadsıyan, sosyal, siyasal ve ahlakî gerekçelerle yapılan tüm baskılara karşı koymayı en temel fazilet olarak gören yaklaşım.

 

Hile-İ Seriye

 

1. Şer'î hile. Yapmacık olarak kanunlara uydur­ma. Normalde yasalara aykırı olan bir İşin, yapay ek İşlemlerle görünürde yasallaştırılması.

2. Bilinçli olarak gayri meşru bir amacı gerçekleştirir'ken, göstermelik işlemlerle Şeriat'e uygun davranıyor gözükmek. Şeriat'ın özüne aykırı bîr fiili, yapay ve yüzeysel kotarmalarla Şeriat'e uygun hale getirme çabası.

 

Himayecilik

 

(Protectıonısm) Bkz. korumacılık

 

Hiper Enflasyon

 

(Hyper Înflatıon) Bkz. enflasyon

 

Hipnotizma

 

(Hypnotısm) Bazı ruhsal rahatsızlıkların gideril­mesi veya tamamen gösteri amacıyla, telkin yeteneği güçlü ya da bu konularda özel yetenekli kişilerce türlü telkinler yoluyla deneklerin uyku İle uyanıklık arası bir haleti nahiyeye sokula­rak İstenen herşeyi yapar, verilen her talimatı dinler hale geti­rilmesi.

 

Hipnoz

 

(Hypnosıs) İnsan zihninin bir kısım faaliyetlerini bir başkasının yönlendirmesi, bu nedenle insanın zihni üzerinde­ki denetimini kısmen veya tamamen kaybetmesi durumu.

 

Hipotez

 

(Hypothesıs) Bir bilimsel araştırmanın sonucu hak­kında henüz İspatlanmamış, fakat hem araştırmacının alanını somutlaştıran, hem de eldeki olgu ve ilişkileri belli bir mantık­sal kurguyla bir araya getirmeye yarayan öneri. Bkz. varsa­yım, Aksiyom, Teorem.

 

His

 

(Emotion) Bkz. duygu

 

Hisse Senedi

 

(Equıty Share) 1. Bir sermaye şirketinin kuru­luşuna, isler para ister mal koyarak katılan her şahsa, yaptığı bu katkı karşılığında verilen senet.

2. Sermayesi paylara bö­lünmüş ticarî ortaklıklar tarafından çıkarılan, şirket sermayesi­nin birbirine eşit paylara bölünmüş dilimlerinden herbirini temsil eden, ortaklığın sahip olduğu sermaye üstünde tek ve bölünmez bir hak sağlayan ve sahiplerinin sorumluluğunun, üstünde yazılı değerle sınırlı olduğu, İsme yahut hamiline ya­zılı olabilen menkul değer.

 

Hiyerarşi

 

(Hıerarchy) 1. Sıradüzeni. Silsile-i meratip. Bir bütünlüğü oluşturan parçalar ya da bir sistemin elemanları arasındaki sıra düzeni; bir düzenekte yeralan varlıkların önemlerine göre sıralanmaları.

2. Sosyal ve teknik işbölümü­nün fonksiyonu olarak birbirlerine tâbi derecelerden, kademe­lerden oluşan yerleşik düzen.

 

Hizip

 

(Factıon) Fraksiyon. Geniş bir grubun içinde bulun­makla beraber, grubun amaçlan ile yer yer çelişen amaçlar ta­şıyan, grubun genelinin onaylamadığı davranışlarda bulunan altgrup.

 

Hizipçilik

 

(Factıonısm) Siyasal partilerin veya toplumsal grupların İçinde, parti veya topluluğun kararını etkileyebile­cek düzeyde etkin bir altgrubun, kendi amaçlarını gerçekleş­tirmek İçin yaptığı faaliyetler.

 

Hizmet

 

(Service) însan ihtiyaçlarının giderilmesine ve yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik olarak insanlar tarafından üretilen yahut organize edilen; elle tutulup gözle görülmeleri veya saklanmaları mümkün olmayıp, üretildikleri anda tüketilmeleri sözkonusu olan, taşımacılık, haberleşme, turizm., gibi beşerî faaliyetler. Bkz. meta, mal. Hizmet Borsası Bkz. Borsa

 

Hizmet Sınıfı

 

(Service Class) Hizmet sektöründe çahşan ve taşıdığı nitelikten dolayı ayn bir İktidar ve baskı alanı oluştu­ran insan topluluğu.

 

Hizmet Sektörü

 

(Service Sector) Fiziksel varlığı olmayan ya da sonucu maddî olarak ortaya çıkmayan; üretildiği anda tüketilen; beslenme, bannma ve seyahat gibi insan ihtiyaçları­nın doğrudan veya dolaylı olarak giderilmesine yönelik beşerî faaliyetlerin üretilip organize edildiği sektör. Örn. taşımacılık, turizm, konaklama.

 

Hobi

 

(Hobby) Kişinin hayatını kazanmak amacıyla çalıştığı işi, sürekli uğraşı veya yapmak zorunda olduğu şeyler dışında ka­lan; dinlenme, eğlenme, yaşamı monotonluktan kurtarma., aracı olarak gördüğü şeyler. Yapılmaktan zevk alman tatlı uğ­raş.

 

Holding

 

(Holding) 1. Aynı sermaye grubuna bağlı, değişik alanlarda faaliyet gösteren şirketlerin tek çatı altında toplan­ması ve yönetiminin merkezileştirilmesi ile oluşan ana şirket.

2. Kapitalist sistemde büyük tekelci imparatorluklann oluştu­rulması İçin başvurulan örgütlenme biçimlerinden biri olan ve biçimsel olarak bağımsızlıklarını koruyan birçok firma üzerin­de hukukî ve malî denetimi merkezileştirmeye İmkân veren İştirak şirketi.

 

Homo Soctus

 

Sosyal insan. Kendi bireysel çıkarlarını ikinci plana İterek toplumsal çıkarlan öne çıkaran, kişisel menfaat duygusundan büyük ölçüde arınmış, vatandaşı oiduğu devlete veya içinde yaşadığı topluma elinden geldiği ölçüde hizmet etmeyi kendine birincil amaç edinmiş, sosyalist toplum mode linin hayal ettiği sembolik insan tipi. Bkz. ekonomik insan.

 

Hukuk

 

(Law) Bir toplumda yaşayan gerçek ve tüzel kişileri bağ­layıcı niteliğe sahip hak, yetki ve sorumluluklarla kişi ve ku-rumlararası ilişkileri düzenleyen, kamu otoritesinin deneüedi-ği, yaptırım gücüne sahip yazılı yahut sözlü kuralların tümü.

 

Hukuk Devieti

 

(State Of Law) 1. Bütün devlet organlarının hukuk kurallarına, hukuk kurallarının da anayasal hükümlere uygun olarak oluşturulup işletildiği; yönetimin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargı denetimine tâbi olduğu devlet. 2. Kişilerin gücünün, yasaların üzerinde olmadığım ve yasalar karşısında statüsü ne olursa olsun toplumun bütün bireyleri­nin eşit olduğunu ifade eden hukukun üstünlüğü İlkesinin ti­tizlikle korunduğu, istisnasız herkesin yasal düzenlemelerle kayıtlanıp sınırlandığı, keyfî tasarruflara izin vermeyen devlet.

 

Hukuk Dogmatizmi

 

(Dogmatısm Of Law) 1. Hukuksal kural ve düzenlemelerin, temel hukuk ilkelerine uygun olup olmadıklarına bakılmaksızın, yorum esneklikleri ve toplum ih­tiyaçlarının giderilmesinde birer araç oldukları gözardı edile­rek, birer baskı aracı olarak kullanılmaları.

2. Belirli tarihsel-sosyal şartlar altında insanlar tarafından üretilmiş hukuksal ku­ralların, her türlü sorgulamanın üzerinde görülmesi; hukukî düzenlemelerin tabulaştmlması. Bkz. bilimsel dogmatizm.

 

Hukuk Felsefesi

 

(Phılosophy Of Law) Hukuksal norm ve bilgilerin kaynak ve nitelikleriyle, elde ediliş biçimlerini irde­leyip sorgulamayı; hukuk-felsefe, hukuk-ahlâk, hukuk-bilim vb. hukuk ile diğer disiplinler arasındaki ilişkileri incelemeyi konu edinen disiplin.

 

Hukuksal Tanıma

 

(Recognıtıon De Jure) Tanıyan devlet tarafından, tanınan devlet ya da hükümetin, uluslararası toplu­luğa aktif katılımını gerçekleştirmesi için uluslararası hukuk tarafından belirlenen gereklilikleri yerine getirdiğinin resrnî olarak beyan edilmesi.

 

Hukuksal Yargı

 

(Legal Judgement) İnsanî etkinliklerin yasalara uygunluk, toplumsal bütünlüğün korunması, barış ve huzur içinde yaşanması, can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi açılardan değerlendirilerek, sözkonusu etkinlik veya ey­lemlerin yasal-yasa dışı; yahut meşru-gayri meşru olarak nite­lendirildiği yargılar,

 

Hurafe

 

(Superstıtutıon) Uydurma. Gerçek bir dayanağı olmadığı halde, dinsel bir emir ya da yasakmış gibi kabul edi­len, kutsallık ve bağlayıcılık atfedilen inanç ve öğretiler.

 

Husumet

 

(Antagonısm) Antagonizma Kişiler, gruplar ve toplumlar arasında gerçekleşen ve bir tarafın kazancının an­cak diğer tarafın kaybına bağlı olduğu İlişki. Tarafların birbiri­ne düşmanca duygular beslemesi. Hasımlık.

 

Huy

 

(Temperament) Mizaç. Olay ve durumlara karşı tavır ve tutumları belirleyen ve doğuştan gelmekle beraber toplum­sallaşma sürecinde biçimlenen duyarlılıklar.

 

Hükümet Darbesi

 

(Coup D'etat) 1. Ku de ta. Devletin meşru anayasal sistemini savunan hükümet güçlerinin, kitlesel desteği olmayan dar bir elit tarafından anî, beklenmedik şekil­de ya da zor kullanılarak yönetimden uzaklaştırılması. 2. Ül­kenin karar alma organlarının görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle, anayasal düzeni korumak amacıyla ordunun yö­netime el koyması. Askerî darbe.

 

Hümanizm

 

(Humanısm)   İnsanperestllk. Beşerperestlik.

İlâhî nitelikte ve öte dünya ile ilgili olanın değil, bu dünya ve insanla ilgili olanın yüceltildiği bir genel eğilimin uç noktasını teşkil eden ve İnsanı, kendi üzerinde sınırlayıcı hiçbir otorite­ye İhtiyacı olmayan, kendine yeterli bir ontik kategori olarak tanımlayıp, onu hakikatin yegâne ölçüsü ve kaynağı kabul ederek evrenin merkezine yerleştiren, İnsanmerkezci ve in-sanbiçimci dünya görüşü. Bkz. insanmerkezcilik, İnsanbiçimciıik, Bireycilik, Sekülarizm, Aydınlanma.

 

Hür Teşebbüs

 

(Free Enterprıse) Bkz. Serbest girişim

 

Hürriyet

 

(Freedom) Bkz. özgürlük

 

I

 

Imf

 

Bkz. Uluslararası Para Fonu

 

Io Testi

 

(Iq Test) Bkz. zeka Testi

 

Iraksak. Süreçler

 

(Dıvergent Processes) Ortak bir nok­tadan yoia çıktıkları ya da aynı merkezden kaynaklandıkları halde, farklı amaçlar taşımaları yahut değişik yöntemler izle­meleri nedeniyle giderek birbirlerinden uzaklaşan, dolayısıyla aralarındaki mesafe gittikçe açılan süreçler.

 

Irk

 

(Race) Renk, boy, ses, vücut yapısı vb. gibi kalıtımla gele­cek kuşaklara aktarılabilen özellikler bakımından benzeşen ve insan topluluklarının dikey olarak sınıflandırılmasına İmkân veren kategoriler.

 

Irkçılık

 

(Racsm) Davranışların, eylemlerin, dünya ve toplum­daki her türlü gelişme ve değişmenin, egemenlik ilişkisinin ırk faktörüne bağlanarak açıklanması; bîr ırkı diğerlerinden ayırıp ona üstünlük atfederek anlayış ve eylemlere meşruluk kazan­dırma. Kendi ırkını diğer ırklardan üstün görerek onlar üzerin­de hegemonya kurmayı meşru sayıp bu uğurda mücadele ve­rilmesini Öngören ideoloji.

 

İ

 

İbadiye

 

îslâm tarihinde ortaya çıkan siyasî-itikadî ekollerden bi­ri. Kur'an'ın mahlûk (yaratılmış) olduğunu; büyük günah işle­yen kişinin tövbe etmesi durumunda affedilerek Cennet'e gi­rebileceğini; devlet başkanlığı için ehliyet ve seçim gibi şartla­rın gerekliliğini savunan, kendilerinin dışında kalan cemaatler İle, uygulamaları tümüyle onaylanmayan idarecilerin yönetimi alünda da yaşanabileceğini kabul eden Hariciİİğin bir alt ko­lu.

 

İcazet

 

İzin vermek. Medrese gibi geleneksel eğitim-öğretim ku­rumlarında yetişen öğrencilerin hocalarından; çıraklık yahut kalfalık eğitimini tamamlamış zanaat erbabının ustalarından bağımsız olarak ders verebilecek veya çalışabilecek düzeye geldiklerinin onaylanması, bu konuda kendilerine yetki veril­mesi; bu yetki yahut onayı gösteren belge, diploma.

 

İcma

 

İslâm hukuk metodolojisinde, dört temel hüküm elde etme yöntemlerinden üçüncüsü. Buna göre, herhangi bir çağda, be-İİrlİ bir konuda verilen bir şer'î hüküm üzerine tslâm âlimlerinin ve ümmetin ittifak etmesi, görüş birliği sağlaması durumunda, o uygulama ya da görüş kesinlik ve bağlayıcılık kazanır. Bkz. kur*an, sünnet, kıyas.

 

İç Savaş

 

(Cıvıl War) Bir devletin çatısı altında yaşayan farklı siyasî, etnik, coğrafî veya ideolojik grupların mevcut yönetimi ele geçirmek yahut onu tamamen değiştirip yerine yeni bir yönetim kurmak amacıyla yaptıkları silahlı mücadele. Bkz. sa­vaş. İçben (İd) Bkz. Freudizm

 

İçebakış

 

(Introspectıon) İntrospeksİyon. Psikolojide deneklerden, kendilerine gösterilen bir uyarıcıya ilişkin duygula­rım ayrıntılı olarak anlatmaları veya yazmalanmnın istendiği, bu suretle bireyin iç dünyasında olup bitenler hakkında fikir edinilmesinin amaçlandığı bir bilgi edinme tekniği. 

 

İçebakışçelık

 

(Introspectıonısm) 20. yüzyılın başlarında içebakış tekniğini kullanan bir grup deneysel psikologun be­nimsediği; duyumu, bilincin önemli bir psikoloji öğesi olarak ele alma ve zihinsel içeriğini çözümleme temeline dayanan bakış açısı. İnsanın ruh dünyasında meydana gelen değişimle­ri öğrenme ve çözümlemenin en etkin yolunun içebakış yön­temini kullanmak olduğunu savunan psikoloji ekolü.

 

İçedönük Kişilik

 

(Inward Lookıng Personalıty) Çev­resi ile diyalog kurmada güçlük çeken, içine kapalı, kendisine bir şey sorulmadan, kendiliğinden konuşmamayı tercih eden, sosyal ilişkileri zayıf, dış dünya ile İletişim kurmada pasif dav­ranan kişilik türü. Bkz. dışadönük kişiük, dışın yönlendirdi­ği Kişilik, İçin Yönlendirdiği Kişilik.

 

İçedönük Sanayileşme

 

(Inward Lookıng Industr1alı-Zatıon) Bkz. ithal ikameci sanayileşme

 

İçerik Çözümlemesi

 

(Content Analysıs) Muhteva anali­zi. Kitap, dergi, makale, konferans, radyo veya televizyon programı gibi ürünlerin ya da etkinliklerin içeriklerinin belirli ölçütler çerçevesinde sınıflandırılıp sistemli bilgiye dönüştürülmesi.

 

İçeyönelikıik

 

(Autısm) Bkz. otizm

 

İçgörü

 

(Insıght) Psikoterapide, bir kimsenin kendi güdülerini ve bunların kökenlerini anlaması. Kişilik bozukluklarını, has­tanın sorunlarının derinde yatan nedenlerini açığa çıkararak ve uyumsuz savunma mekanizmalarından kurtulmasını sağla­yarak iyileştirme esasına dayalı psikoterapi yöntemine de îç-görü tedavisi denir.

 

İçgüdü

 

(Instınct) Canlı organizmalarda doğuştan gelen, yapı­sal nitelikli eylem dürtüsü. Bkz. dürtü, güdü.

 

İçgüdüsel Davranış

 

(Instınctıve Behavıour) 1. Davra­nışı başlatan uyarıcı ortadan kalktıktan sonra da devam eden, karmaşık ve örgütlenmiş davranış.

2. Organizmanın dış zorla­ma olmadan doğal biçimde sergilediği ve Önüne geçilmesi ko­lay olmayan davranış.

 

İçin Yönlendirdiği Kışluk

 

(Inner-Dırected Persona­lıty) Bkz. Kişilik

 

İçkin

 

(Immanent) Mündemiç. Varlığın, nesnenin, birimin veya zihnin sınırları içinde bulunan, ayrıştınlamayan, aşkın olma­yan. Bkz. aşkın.

 

İçlem

 

(Intensıon) Bir olgu, kavram veya anlatımın kapsamına giren bir nesne, kavram veya olgunun sahip olduğu özellikler. Bkz. Kapsam.  

 

İçselleştirme

 

(Internalızatıon)

1. Benimseme, kendine ait kılma, içine sindirme, kendininleştirme.

2. Yeni karşılaşılan bir bilgiyi, değeri veya normu; bağlayıcı, yönlendirici ve temel bil İşse davranışsal süreçlerinin işleyişini biçimlendirecek un­surlardan biri haline getirecek düzeyde benimseyerek, kendi­ne maletme.

3. Bireyin, doğduğu toplum içinde ya da içinde yaşadığı toplumsal çevrede hazır bulduğu davranış kalıplarını; toplumsal etkinlikleri düzenleyen kuralları öğrenme ve be­nimseme süreci; bireyin toplumsallaşma sürecinde yaşadığı uyum mekanizması.

 

İçten Evlenme

 

(Endogamy) Endogami. Dıştan evlenmenin tersine, bir grubun fertlerinin, dinsel, etnik, kültürel yahut ekonomik nedenlerden ötürü mensup oldukları grubun dışın­dan evlenmelerini yasaklayan evlilik düzeni. Bkz. dıştan evlenme, evlilik.

 

İçtihat

 

îslâm hukuk terminolojisinde, ümmetin karşılaştığı ve çözümü doğrudan Kur'an ve Sünnette bulunmayan bir ko­nuda, nassların çizdiği çerçeve içerisinde kalmak şartıyla bir çözüm üretmek veya bağlayıcı hüküm vermek amacıyla, ge­rekli bilgi donanımına sahip Müslüman hukuk bilginlerinin ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri; o uğurda içtenlikli olarak emek harcamaları. Ehliyetli îslâm âlimlerinin, temel kaynaklarda haklarında doğrudan hüküm bulunmayan konur larcla hüküm üretmeleri.

 

İd

 

Bkz. İçben, Freudçuluk

 

İdare

 

(Admınıstratıon) Bkz. Yönetim

 

İdeal Hukuk

 

(İdeal La W) Toplumsal düzenin sağlanması için özlenen, olması istenen, en iyi olduğu düşünülen hukuk düzeni.

 

İdeal Tip

 

(İdeal Type) Toplumsal gerçekliğin anlaşılması için varsayımsal olarak kurulan kavram ve kategoriler. Bu analitik araçlar somut durumların, o durumla ilgili soyutlamalardan ne kadar saptığının ve gerçekliğe ne kadar benzediğinin anlaşıl­masına katkıda bulunurlar. Webefe göre sosyal bilimlerdeki bir çok kavramın ideal tip soyutlamasıyla oluşturulmasından dolayı gerçekte tam karşılıklarının bulunması mümkün değil­dir.

 

İdealizm

 

(Idealısm) Evrendeki bütün varlıkların maddî olma­yan bir özün tezahürü olduğunu kabul eden felsefî görüş. Ma­teryalist ideolojinin tersine maddenin değil, maddî olmayanın Önceliğini, kendiliğindenliğini ve belirleyiciliğini kabul eden İdeoloji.

 

İdeoloji

 

(Ideology) 1. Düşünyapı Dünya, evren, toplum ve insanla ilgili duygu, düşünce ve inançlar toplamı.

2. Sınıflı toplumlarda egemen sınıfların çıkarına hizmet edecek şekilde çarpıtılmış gerçeklik kavrayışı.

 

İdeolojik Pratik

 

(Ideologıcal Practıse) Bkz. Pratik

 

İfade Mantığı

 

(Logıc Of Expressıon) İfadelerin, ifade ha­line dönüştürülmesindeki amaç ve temel değişmezlerle çeliş­meden, belli bir dilin gramer kurallarına uygun olarak üretil­mesi. Örn. bayatın anlamı yoktur ifadesi, gramatik açıdan doğru olmasına rağmen, söylenişindeki amaç ve anlamlılık İhracata yönelik sanayileşme kategorisiyle ilişkisi bakımından ifade mantığına aykırıdır. Bkz. Temel Değişmezler, Ortak Düzlem.

 

İfadelerin Gramatik Ayırımı

 

(Grammatıcal Dıscrımı-Natıon Of Expressıons) İfadelerin gerek kendi başlarına, gerekse birbirlerinin yerine yanlış kullanılmalarından doğan zihin karışıklığını önlemek amacıyla, değişik Ölçütler veya İl­keler yardımıyla, çeşitli İfade biçimlerinin, gramatik yapılan te­mel alınarak birbirinden ayrılması. Bkz. ifadelerin grüplandırilması, gramer kaydırmacasl

 

İfadelerin Gruplândırılması

 

(Groupıng Of Sentences) Çeşitli ifade biçimlerinin, yerli yerinde ve doğru şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla, taşıdıkları temel nitelikler veya ortak özellikler ekseninde çeşitli gruplara ayrılması. Lite­ratüre Şakir Kocabaşın kazandırdığı bu gruplandırmaya göre temel ve dinî ifadeler (TED ifadeler); mantıksal matema­tiksel ve biçimsel İfadeler (MMB ifadeler); P-İfadeleri; tecrübî ifadeler; teorik hipotetik ampirik İfadeler (THA İfadeler); tarihsel İfadeler; mecaz ve benzeşim ifadeleri (teşbihler) ve hayalî ifadeler olmak üzere dokuz grupta toplanabilecek olan bu ifade grupları, merkezinde temel ve dinî ifadeler grubunun bulunduğu ve dışa doğru, kendisinden önceki ifade grubunu da içerecek biçimde giderek genişleyen halkalar şeklinde şematize edilmektedir.

 

İflas

 

(Bankruptcy) 1. İddiaların gerçekleşmemesi; söz ile ey­lemin, teori İle pratiğin birbirini tutmaması durumunu İfade et­mek üzere kullanılan deyim.

2. Borçlunun borçlarını Ödeme gücünden yoksun duruma düşmesi; ticarî yükümlülüklerini yerine getiremeyecek hale gelmesi. İflas durumunun mahke­mece tespit edilmesi gerekir. Kural olarak yalnızca tacir sıfatı­nı taşıyan gerçek ve tüzel kişiler iflas hükümlerine tabidirler;

 

İhracata Yönelik Sanayileşme

 

(Export Orıented Industrıalızatıon) Dışadönük kalkınma. Ekonominin dış rekabet karşısında sıkı bir şekilde korunmasından vazgeçile­rek dışa açılmayı, ekonominin göreli olarak üstünlüğe sahip olduğu üretim alanlarında uzmanlaşarak ihracatı artırmak su­retiyle sanayileşmeyi öngören sanayileşme politikası. Ucuz kredi, vergi iadesi, serbest döviz kuru vb. malî-parasal araçlar­la ihracatın teşvik edilmesini öngören ihracata dayalı sanayi­leşme stratejisi, ithal İkameci politikaların 1970'li yıllarda başa­rısızlığa uğraması sonucu, alternatif kalkınma stratejisi olarak azgelişmiş ülkelerin gündemine gelmiş, bu stratejiyi uygula­yan G. Kore, Tayvan ve Singapur gibi Uzakdoğu ülkelerinin başarılı olmaları sonucu popülaritesi artmıştır. Türkiye'nin 1980 yılında ekonomide yapısal değişiklik yapılmasını öngö­ren 24 Ocak Kararlan İle içine girdiği süreç, özünde ithâl ikameci kalkınma stratejisinden ihracata dayalı kalkınma stratejisine geçiştir.

 

İhtilal

 

(Revolutıon) Bkz. devrim

 

İhtimal

 

(Probabılıty) Bkz. Olasılık

 

İhtirazî Kayıt

 

(Reservatıons) Antlaşmaya taraf olan bir devletin antlaşmanın bazı hükümlerini ortadan kaldırma, de­ğiştirme ve uygulama alanını daraltma isteğini tek taraflı bir idare beyanı ile bildirmesi.

 

İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı

 

(Theory Of Hıe-Rarchy Of Needs) A. Maslotv tarafından geliştirilen ve in­san ihtiyaçlarının birbirini önceleyen bir hiyerarşi gösterdiğini İleri süren kuram. Buna göre, insan İhtiyaçlarının temelinde yeme, içme, barınma gibi fizyolojik İhtiyaçlar yatmaktadır. İkinci sıradaki ihtiyaç güvenlik İktiyacıdır. Kişi yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını giderdikten sonra, korku ve baskı­dan uzak, güvenlik içinde ve hayatının gelecek dönemleri için garanti içeren bir düzen İster. Bunu da elde edince bağlılık ve sevgi ihtiyaçları doğar. Bu aşamada insan hem sevme, hem de sevilme gereksinimi duyar. Sevgi ve bağlılığı elde et­tikten sonra dördüncü aşama olarak saygınlık İhtiyacı olu-Şur. Bu aşamada insan statü sahibi olmayı, ilgi ve saygı gör­meyi bekler. Bunu da elde edince kendini gerçekleştirme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu son aşamada kişi, tüm yeteneklerini ve imkânlarını kullanarak kendisini gerçekleştirdiği duygusu­nu hissetmeyi arzular.

 

İhtiyatî Haciz

 

(Precautıonary Dıstraınt) Bir alacaklı­nın gerektiğinde alacağım tahsil edebilmesine imkân sağla­mak amacıyla borçlunun mallarına, bunların kaçırılma olasılı­ğına karşı İcra Dairesi tarafından el konulması Borçlu-alacaklı İlişkilerinin düzenlenmesinde alacaklının m^dur duruma dü-şürülmemesi İçin ihdas edilmiş bir tür tedbir. Borçlunun mal­larının paraya çevrilerek alacağın ödenmesinin sağlanması amacıyla ei konulmasına t a IğmÛ faadb; denir.

 

İhtiyatlar

 

(Reserves) Bkz. Yedek akçeler

 

İkame Mallar

 

(Substıtute Goods) Aynı ihtiyacın karşılan­masına yönelik olarak üretilmiş, birbirinin yerine kullanılabi­len, birbirine alternatif olarak tercih edilebilen mallar. Aynı ih­tiyacın tatmin edilmesinde biri diğerinin yerine kullanılabile­ceği İçin İkame mallardan birisinin fiyatı düştüğünde buna bağlı olarak diğerininkine olan talebin azalması, veya tersin­den, birisinin fiyatı yükseldiğinde ikame edilebilirlik oranına göre diğerine olan talebin artması beklenir. Bkz. Tamamlayıcı Mallar.

 

İkb

 

(Idb) Bkz. islâm kalkınma bankası

 

İki Partili Sistem

 

(Two Party System) Bkz. çok Partili Sistem

 

İki Yanlı Tekel

 

(Bılateral Monopoly) Bkz. Tekel İki Yanlı Yardım (Bılateral Aıd) Bkz. Diş yardlm

 

İkicilik

 

(Dualısm) Bkz. Düaıizm

 

İkilem

 

(Dilemma) Çıkmaz. Zorunlu olarak iki sonucu olan ve her iki sonucu da eşdeğer gerekçelerle kabul edilemez olan durum. Biri diğerine tercih edilemez iki istenmeyen sonucu olan.

 

Kılı Bilinç

 

(Dual Conscıousness) 1. İki farklı bilinç durumunun aynı insanda ve birarada bulunması.

2. Kapitalist top­lumlarda, eğitim sistemi aracılığı ile egemen kültürün biçim­lendirdiği bilinç ile özellikle işçi sınıfının üretim sürecindeki konumu gereği edindiği ve egemen kültürle çelişen bilincin aynı anda ve birarada bulunması durumu.

 

İkili Duygu

 

(Ambıvalence) 1. Toplumsal geçiş ya da çözül­me dönemlerinde görülen ve davranışların olumlu ve olum­suz gelinlerinin Ölçülememesi sonucu ortaya çıkan kararsızlık durumu.

2. Birbirinin zıt duyguların aynı anda ruhta doğması; birbiriyle çatışan psikolojik durumların halet-i ruhiyeye eşza­manlı olarak egemen olması. Nefretle sevginin, haz İle elemin birarada, içice bulunması.

 

İkincil Grup

 

(Secondary Group) Bireyin birincil gruba oranla, daha kısa dönemlik, formel, zayıf ve çoğu zaman da yapay ilişkilerle bağlı olduğu toplumsal grup.

 

İkincil İşler

 

(Secondary Öccupatıons) Bkz. iş

 

İklim

 

(Clımate) 1. Belirli bir bölgedeki, 25-30 yıl gibi oldukça uzun dönemde ortaya çıkmış hava durumu ortalamaları; hava koşullarında uzun dönemde görülen ve kısmî değişikliklerle her yıl kendisini tekrar eden değişmeler.

2. Sosyal, siyasal, sa­natsal veya kültürel ortamların gelişmesini sağlayan faktörlerin bütünü.

 

İktidar

 

(Power) 1. Erk. Mülk. Saltanat Bir bireyin yahut bi­reyler topluluğunun kendi İstekleri doğrultusunda, rızaları olup olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme, yönlendirebilirle veya denetleyebilmesi.

2. Top­lumu yönetme, yönlendirme gücü; bu güç veya yetkiyi elinde bulunduran organ, hükümet.

 

İktidar Seçkinleri

 

(Power Elıte) Bir toplumun nabzını elinde tutan, sosyal kökenleri, çıkartan ve dünya görüşleri ba­kımından aralarında sıkı bir ilişki bulunan siyasal, ekonomik ve askerî liderler; toplumsal süreçlerin yönünün belirlenme­sinde etkili ve yetkili çevreler. (C.W. Milli)

 

İktisadî Adam

 

(Economıc Man) Bkz. ekonomik insan

 

İktisadî Belirlenimcilik

 

(Economıc Determınısm) Bkz. Ekonomik Be1iklenimci1ik

 

İktisadî Bunalım

 

(Economıc Crısıs) Ekonomik kriz. Ekonomik bunalım. Ekonominin yeniden üretim sürecinde büyümenin durması sonucu, üretim düzeyi ile talep düzeyi arasında belirgin bir uyumsuzluğun ortaya çıktığı dönem. Şid­detli ekonomik düzensizlik ve dengesizlik durumu.

 

İktisadî Devlet Teşekkülleri

 

(Publıc Economıc En­terprıses) Bkz. Kamu İktisadî Teşebbüsleri

 

İktisadî Döngü

 

(Economıc Cycle) Marksist iktisat kuramı­na göre, kapitalist ekonomik yapılarda, genellikle on yıllık aralarla periyodik olarak tekrarlanan ve refah, buhran ve çö­küş ile toparlanma olmak üzere üç evreden oluşan döngü.

 

İktisadî Liberalizm

 

(Economıc Lıberalısm) Bkz. libera­lizm

 

İktisadî Rejim

 

(Economıc Regıme) Belirli bir iktisadî sistem çerçevesinde insanların ekonomik faaliyetlerini, üretim ve mü­badele süreçlerindeki davranışlarını düzenleyen hukuksal ku­ralların bütünü.

 

İktisat

 

(Economıcs) Bkz. Ekonomi bilimi

 

İktisat Kuramı

 

(Economıc Theory) Bkz. Ekonomi teorisi

 

İlâh

 

(God) Emir ve yasaklarının dışına çıkılmayan; kendisine itaat ve kulluk edilen varlık, kişi veya güç. Tapılırcasına yücel­tilen varlık. Tanrı. Bkz. put.

 

İletişim

 

(Communıcatıon) Mesaj, mesajı gönderen ve alan olmak üzere temel üç unsuru olan ve bilgi, görgü, deneyim, duygu, görüntü, yazı veya sesin, birden fazla taraf arasında kullanılması İle oluşan etkileşim süreci. Bkz. kitle iletişimi,

 

İlerleme

 

(Progress) 1. Daha kötü, düşük veya ilkel olandan daha İyi, yüksek veya daha yetkin olana doğru meydana ge­len aşamalı değişme.

2. Belirli bir referans sistemine göre İste­nen, hedeflenen ya da arzu edilen yöne doğru meydana ge­len değişim. Bkz. evrim.

 

İlinek

 

(Accıdent) 1. Araz. Bağımsız, kendine yeter varlığı ol­mayan, varlığı bîr başka varlığa bağımlı olarak varolabilen. 2. Bir nesnenin öze ilişkin olmayan, özden kaynaklanmayan ikincil derecedeki özellikleri. Bkz. Öz.

 

İlkel Toplum

 

(Pırımtıve Socıety) 1. Modernleşmem iş ya da kurumlan işlevsel olarak farklılaşmamış toplumlar.

2. Sana­yi Öncesi, yazıya geçmemiş ve basit teknolojileri olan toplum­lar.

3. Evrimci yaklaşımlarda karmaşık toplumların evrimleşme sürecindeki ilk aşaması.

 

İllüzyon

 

(Illusıon) Bkz. algı yanılması

 

İltica

 

(Refuge) Bir kimsenin yaşadığı, yahut vatandaşı olduğu ülkeden zorla smırdışı edilerek veya kaçarak yabancı bir dev­lete sığınması.

 

İman

 

(Faıth) 1. Doğrulamak, onaylamak, inanmak.

2. Peygam­berler aracılığıyla Allah tarafından vahyedılen bilgilerin doğru olduğunun kabul edilmesi. Allah'ın varlığına ve birliğine, pey­gamberlere, kutsal kitaplara, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna İnanmak. İman eden kimseye de mümin denir.

3. Bir şeyi kalb ile tasdik ve dil İle ikrar etmek; söz ile ifade edip, gönülden de onaylamak.

 

İmece

 

Genellikle köylerde bir ailenin veya birarada yaşayan topluluğun bazı ortak İşlerinin birlikte yapılması, bu amaçla yapılan örgütlenme; gönüllü katılıma dayanan karşılıklı yar­dımlaşma sistemi.

 

İmge

 

(Image) İm. Duyumsal bir yaşantının beyinde temsil edil­mesi.

İmgelem

 

(Imagınatıon) Muhayyile; tasavvurat. Hayal gücü ve hayal gücünü kullanma yeteneğinin çizdiği resimlerden oluşan dünya. İnsanın, istediği şeyleri gözünde canlandırabil­irle yetisinin ürünlerini kapsayan evren.

 

İmitasyon

 

(Imıtatıon) Bkz. Taklit

 

İnanç

 

(Belıef) 1. Varlıkların bizzat varoluşlarına veya varoluş biçimlerine İlişkin en temel önkabuller.

2. İfade veya önerme­lerin doğruluk ya da yanlışhklannı dikkate alarak gösterilen benimseyici yahut reddedici öntavır.

3. Bir şeyin öyle olduğu­na ilişkin doğrudan, belirli nedenlere indirgenemeyen peşin kabul. Sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış bilgi.

 

İnançsızlık Paradoksu

 

(Paradox Of Dısbelıef) İnanç­sızlığın da sürekliliğini sağlamanın belirli bir inancı gerektir­mesi; bir şeyi İnkâr etmenin, başka bir şeyi kabul etmeyi zo­runlu kılması. Mutlak anlamda bir şeye İnanmadan başka bir şeyi inkâr etmenin mümkün olmaması. Hiç bir şeye inanma­mak gerektiğine inanmanın da kendi içinde bir inanç olması nedeniyle mutlak İnançsızlığın imkânsızlığını, ifade eden de­yim. Bkz. paradoks.

 

İnanma

 

(Belıeve) Bir ifade veya önermenin olduğu gibi kabul edilmesi, benimsenmesi. Bu şekilde benimsenen ve genellikle düşünsel süreçlere hareket noktası oluşturan kabullerin herbi-rine de inanç denir. Bkz. inanç.

 

İndeks

 

(Index) 1. Endeks. İstatistiksel verilerin zaman içinde gösterdikleri oransal değişimi ifade eden sayı. Bir göstergenin baz alınan döneme göre içinde bulunulan dönemdeki değişi­mini gösteren rakam.

2. Dizin Aynı kategoride yeralan, arala­rında bir ortak payda bulunan değerlerin rakamsal, alfabetik veya başka bir ölçüte göre sıraya dizilmiş şekli.

 

İndeterminizm

 

(Indetermınısm) Zorunsuzluk. Belirlen­mezcilik. Determinizmi reddederek evrende meydana gelen herşeyin değişmez yasalarla açıklanamayacağını, nedensellik yasasına bağlı olmadan gerçekleşen olay, olgu ve süreçlerin de bulunabileceğini, İnsan iradesinin her zaman neden-sonuç zincirine bağlı olarak çalışmadığını ileri süren görüş.

 

İndirgemecilik

 

(Reductıonısm) Karmaşık olay, ilişki veya düzenliliklerin daha basit faktör, ilişki veya düzenliliklerle açıklanabileceğini savunan yaklaşım. Çok sayıda etkenin rol aldığı bir sürecin çözümlemesini tek faktöre İndirgeyerek yap­ma. Örn. Bütün toplumsal kurumların ekonomik altyapıya in­dirgenmesi, bütün zihinsel etkinliklerin beynin birer fonksiyo­nu olarak görülmesi, bütün sosyal ilişkilerin psikolojik faktör­lere veya İnsan davranışlarına İndirgenmesi.

 

İne Beyi

 

Bir malın herhangi bir kişiden, belirli bir vade İle ve belirli bir fiyattan satın alındıktan sonra, aynı kişiye aynı malın peşin olarak daha ucuz bir fiyatla geri satılması. Bu tür bir alım-satım ilişkisinde müşteri (malı veresiye alıp peşin satan kişi) açısından asıl amaç ticarî bir alış-veriş yapmak değil, borç para bulmaktır. Tefeci piyasalarında sık sık rastlanabilen, esasen ortada gerçek bir alış-verişin sözkonusu olmadığı bu işlem, Örtük faiz İlişkisinin ilginç örneklerinden biri sayılabilir. Bkz. Faiz, Hile-1 Şeriyye.

 

İnfak

 

Kendisine verilen nimetlere şükretmek niyeti İle kişinin yediği, içtiği, giydiği veya kullandığından diğer insanlara da­ğıtması.

 

İnformel Grup

 

(Înformal Group) Bkz. grup

 

Înformel Örgüt

 

(Înformal Organızatıon) Bkz. Örgüt

 

İngiliz Milletler Topluluğu

 

(Commonwealth) Bkz. Commonweaith

 

İnkâr

 

(Deny) 1. İnanmama, bizzat yapılan veya yapıldığına şa­hit olunan bir olay veya durumun sonradan yalanlanması, giz­lenmesi.

2. İnsandaki duygusal çatışmalar ve ruhsal gerginlik­lerin yolaçtığı sıkıntıları hafifletebilmek İçin, sözkonusu çatışma ya da gerginlikleri yaratan faktörlerden en Önemli bir veya birkaçının unutulması yahut inkâr edilmesi hali. Örn. Biricik çocuğu Ölen bir annenin bunu bir türlü kabullenememesi ve sanki yaşıyormuş gibi sofradaki yerini, yatağını hazırlaması, ölümünden sözettirmemesi.

 

İnsan Ekolojisi

 

(Human Ecology) Bkz. ekoloji

 

İnsan Hakları

 

(Human Rıghts) Her insanın doğuştan sahip olduğuna İnanılan ve dokunulmaz, devredilemez, vazgeçile­mez nitelikte oldukları kabul edilen haklar. Örn. Yaşama, inanma, düşünme, düşündüğünü İfade etme, evlenme, can ve malını koruma hakkı.

 

İnsan İlişkileri Okulu

 

(Human Relatıons School) E. Mayo başkanlığında yürütülen ve bir örgütün amacına ulaş­ması, üretimde verimliliğin artırılması için klasik örgüt kura­mının sadece maddî bir kaynak olarak gördüğü insan unsuru­nun, maddî olmayan birçok boyutunun da önemli olduğu so­nucuna vararak klasik örgüt kuramının eksikliklerini tamamla­yan araştırmaların yapıldığı okul.

 

İnsanbiçimcilik

 

(Anthropomorphısm) 1. Antropomor­fizm. Evrene veya İnsan dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen; her nesnede, hatta soyutlamada, İnsanda varolana benzer unsurlar bulup arada paralellikler kuran yaklaşım.

2. Tann'nın, insandan daha güçlü ve yetkin olmakla be­raber, şekil ve nitelik bakımından temelde insana benzediğini kabul eden felsefî görüş. Tanrı'yı insan suretinde tasavvur et­me. Bkz. Aydinlanma, İnsan Merkezcilik.

 

İnsanbilim

 

(Anthropology) Bkz. Antropoloji

 

İnsanmerkezcilik

 

(Anthropocentrıcısm) 1. Antropo-sentrisİzm. İnsanı evrenin merkezine yerleştiren, İnsana ait değerlerin evrenin işleyişinde rrıerkezîbir konuma sahip oldu­ğunu savunan, varoluşu sadece İnsanın deneyimlerine indir­geyerek sınırlayan yaklaşım. İnsanı tüm değerlerin referans kaynağı kabul etme anlayışı.

2. Evrendeki tüm varlık ve bunlar arasındaki ilişkilerin, insanın bilgi, çıkar ve eğilimleri doğ­rultusunda kavranması, anlamlandırılması ve değerlendirilme­si.

 

İntihar

 

(Suıcıde) Bir insanın kendi iradesi ile doğrudan veya dolaylı yollarla hayatına son vermesi; sonucunu bile bile ken­disini ölüme götürecek etkinliklerde bulunması.

Başkalarının mutluluğu veya selameti için yapılan intihara altru-istik intihar; toplumsal çözülme veya anomi durumlarında sosyal kimliğin kaybolması sonucu meydana gelen İntihara anomik İntihar; kendini ispat etmek, başkalarına bağımlı ol­madığını göstermek veya sorumluluğunun bir gereği oiduğu-nu düşünerek yapılan intihara da egolstik intihar denir.

 

İntrojeksiyon

 

(Introjectıon) Çevrenin düşüncelerini, davranışlarını ve kişilik özelliklerini benimsemek biçiminde gerçekleştirilen; normal düzeyde, çevreyle uyumu kolaylaştı­rırken, aşırıya kaçılması durumunda insanı özgünlükten, ba­ğımsız kişilik ve yaratıcı güçten yoksun bırakan rahatlama me­kanizması.

 

İpotek

 

(Mortgage) Bkz. teminat

 

İrade

 

(Wıll) İstenç. Herhangi bîr konuda karar vermek veya bir eylem yahut etkinliği gerçekleştirmek için gerekli olan bi­linçli muhakeme gücü ve kararlılığı; alternatifler arasında bile­rek ve isteyerek seçim yapabilme yetisi. Bkz. küllî irade, cösö irade, millî irade.

 

İrade Özgürlüğü

 

(Freedom Of Wıll) Kişisel etkinliklerde insan iradesinin serbest, baskılardan ve denetimden uzak ol­ması, însanın kendi adına, her türlü korku ve endişeden uzak biçimde karar verebilmesi, tercih yapabilmesi.

 

İradecilik

 

(Voluntarısm) İstenççilik. Eylem ve davranışla­rın dışsal faktörler veya içinde yaşanan sistemden değil, bizzat bireylerin İradelerinden kaynaklandığını öne süren yaklaşım. Bkz. Belirlenimcilik.

 

İradî İşsizlik

 

(Voluntary Unemploynment) Bkz. işsizük

 

İrangeyt

 

(Irangate) 1986 yılında Iran-îrak savaşının devam ettiği sırada, îslam Devrimi nedeniyle İlişkileri son derece ger­ginleşen ve sözkonusu savaşta İran'ın karşısında yeralan ABD'nin dönem başkanı R. Reagan'm yetkilendirdiği Beyaz Saray görevlilerinden ulusal güvenlik danışmanı J. Poindexer ve yardımcısı Albay O. North tarafından hazırlanıp yürütülen; İran'a Önce İsrail aracılığıyla, daha sonra da ABD'den doğru­dan yapılan gizli silah satışından elde edilen paranın, ABD Kongresinin yasakladığı bîr yâruım şekli olarak, Nikaragua'da-ki kontra gerillalarına askerî yardım sağlama amacıyla kulla­nılması şeklinde gelişen ve basma yansımasıyla skandala dö­nüşerek dünya kamuoyunda yankılan uzun süre devam edçn olay.

 

İrredantizm

 

(Irredantısm) Bir ülkenin, başka bir ülkede yaşayan, dil, din veya etnik köken bakımından kendisinden saydığı topluluklar üzerinde hak iddia etmesi.

 

İrşad

 

(Guıdence) 1. Olgunlaştırmak; doğru yolu göstermek; rehberlik, kılavuzluk etmek.

2. Bir din alimi, bir tasavvuf şeyhi ya da bir hocanın, birikim ve yetkinlik açısından daha alt dü­zeydeki İnsanları dînin ne olduğu, insanın dinin gereklerini nasıl yerine getirmesi gerektiği konularında aydınlatıp yönlen­dirmesi.

 

İrtica

 

(Reactıon) 1. Geriye dönüş, eskiyi isteme; eski şartlara yeniden dönülmesi taraftarlığı.

2. İslamî yaşam tarzından cahi-liye yaşam tarzına geri dönme.

3. Seküler yaşam biçiminden îslamî yaşam biçimine dönme İsteği. 

 

İslam Bankacılığı

 

(Islamıc Bankıng) Bkz. Faizsiz banka­cılık

 

İslam Dinarı

 

(Islamıc Dinar) uluslararası Para Fonu'nun kullandığı özel çekme hakkı'na eşit, İslam Kalkınma Banka-sı'nın hesap birkni.

 

İslam Felsefesi

 

(Islamıc Phılosophy) 1. Felsefenin alanı­na giren soru ve sorunlara Müslümanların Kur'an, sünnet ve diğer Islamî kültürel mirasın ışığında getirdikleri cevapların oluşturduğu felsefe dalı.

2. Başta Kur'an ve hadis olmak üze­re, Yunan, Hint, İran ve yerel sözlü düşünsel mirasın kaynak­lık ettiği, 8. yüzyıldan İtibaren Müslümanların egemen olduğu topraklarda değişik milletlere mensup düşünürler tarafından ortaya konan varlık, bilgi, hukuk, eğitim vb. konulardaki bilgi­ler, görüşler, çözümlemelerden oluşan bütün.

 

İslam Fundamentaıizmi

 

(Islamıc Fundamentalısm) Bkz. Fundamentatizm

 

İslam Hukuk Metodolojisi

 

(Methodology Of Isla­mıc Law) Bkz. Fıkıh Usulü

 

İslam Hukuku

 

(Islamıc Law) Bkz. Fıkıh

 

İslam Kalkınma Bankası

 

(Islamıc Development Bank) IDB. İslam ülkelerinin kalkınma çabalarına destek vermek, bunun İçin gerekli malî kaynağın sağlanmasına yardımcı ol­mak, üye ülkeler arasında ticaret, sanayi, İşgücü ve teknoloji alanlarındaki İşbirliğini güçlendirmek, Müslüman ülkelerde bankacılık ve kalkınmanın finansmanı alanlarında faizsiz çalış­ma sistemini yerleştirmek gibi amaçlarla, 1974'te İslam Kon­feransı toplantısında kurulmasına karar verilen, 1975 yılında da faaliyete geçen kalkınma bankası. Türkiye'nin de üyesi bu­lunduğu, merkezi Cidde'de bulunan sözkonusu bankanın baş­lıca sermayedarları arasında S. Arabistan, Libya, Kuveyt, Birle­şik Arap Emirlikleri ve Türkiye yeralmaktadır. Bankanın hesap birimi, değeri özel çekme hakkı (SDR)'na eşit olan İslam dinarıdır.

 

İslam Konferansı Örgütü

 

(Islamıc Conference Orga-Nızatıon) İslam ülkeleri arasında bilimsel, kültürel, iktisadi ve sosyal alanlarda işbirliği sağlamak, sözkonusu ülkelerin uluslararası toplantılarda dayanışma İçinde olmalarını temin etmek amacıyla 1949 yılında oluşturulmuş kuruluş.

 

İslam Radikalizmi

 

(Islamıc Radıcalısm) 1. İslamî radika­lizm. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda kurulu bulunan, ancak kaynağını îslamî İlkelerden almayan siyasal rejimlerin ve İslamî olmayan yapıların ortadan kaldırılıp siyasal, kültürel, hukuksal ve ekonomik alanlarda köklü değişiklikler yaparak İslamın yaşanabilir bir din haline gelebileceğini savunan gö­rüş.

2. Özellikle 1979 İran îslam Devriminden fonra literatür­de yoğun olarak kullanılmaya başlanan, İslam: baskın bir siya­sal söylem "içinde ifade etme, siyasî otoritenin lölamileştirilme-sini öncelikli sorun olarak algılama ve ıslahatçı-reformist yön­temleri reddederek kökter.d lalamı çözümler peşinde olma tavrını ifade etmek üzere ku'ianüan kavram.

 

İslamî Tekafül Sistemi

 

(Islamıc Insurance System) Ka­pitalist sistemin yaygın kurumlarından sigortaya alternatif ola­rak, islamî kaygılarla geliştirilen ve ortaklarının birbirlerine ke­fil olmaları esasına dayanan bir tür sigorta sistemi. Gerçek ki­şilerin yanısıra tüzel kişilerin de ortak olabilecekleri tekafül sistemine göre ortakların koydukları paylar ve toplanan prim­lerle oluşan sermaye İşletilir; faaliyet dönemi sonunda oluşan kâr, payları oranında ortaklara dağıtılır. Dönem sonunda İste­yen ortak anaparasını geri alabilir. Bu arada kâr payı dağıtı­mından bağımsız olarak, herhangi bir şekilde zarara uğrayan ortağa karşılıksız yardımda bulunulması ilkesi esastır.

 

İstatistik

 

(Stattstıcs) 1. Nesnel bir değerlendirmeye veya somut bir rakamlandırmaya elverişli olan Özdeş veya benzer olguların nicel yahut nitel özelliklerine göre sistemli olarak toplanması, gruplandınlması, değerlendirilmesi ve bunlardan sonuçlar çıkarılması ile uğraşan disiplin.

2. Belirsizlik ve ras-lantısalhğın geçerli olduğu olay veya durumlar hakkında toplanan sayısal verileri yine sayısal yöntemlerle çözümleme, el­de edilen bulgulardan yararlanarak süreklilik gösteren olayla­rın gelecekteki seyrinin takip edilmesine İmkân verecek ge­nellemelere ulaşmayı konu edinen bilimdalı.

 

İstem

 

(Demand) Bkz. Talep

 

İstenç

 

(Wıll) Bkz. İrade

 

İstenççilik

 

(Voluntarım) Bkz. İradecilik

 

İstihdam

 

(Employment) Bir ülkedeki mevcut işgücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde çalıştırılması Bu çerçevede, bir sektörde veya ekonominin genelinde belirli bir tarihte istihtam edilen işgücü miktarına istihdam hacmi; istihdam edilen işgücü miktarının toplam işgücüne oranına da istihdam oranı denir.

 

İstikrar

 

(Stabılıty) 1. Kararlılık. Stabilite. Bir dengeye otur­muşluk hali. Şiddetli dalgalanmalardan uzak olma, sakinlik; dengeli.kararlı oluş.

2. Ekonominin ödemeler dengesi, istih­dam düzeyi, enflasyon oranı, faiz oranları ve döviz kurları gibi belli başlı göstergeleri arasında'uyumlu ve kararlı bir denge­nin sözkonusu olması; önemli dalgalanma veya dengesizlikle­rin beklenmemesi. Sözkonusu kararlı dengenin sağlanmasına yönelik olarak alınan tedbirlere İstikrar tedbirleri; istikrar sağlamaya ve İyileştirici makro ekonomik hedeflere ulaşmak için alınması gereken önlemlerin tesbiti ve bunların uygulan­masından oluşan politikaya da istikrar politikası denir. îstik-rar politikalarının yaygın olarak bilinen amaçları enflasyonun düşürülmesi ve Ödemeler dengesinin iyileştirilmesi; bu amaç­lara ulaşmak için öngörülen tedbirler de daraltıcı politikalar, yani krediler ve kamu harcamalarının kısılması, vergilerin artı­rılması, döviz kuru ve faiz oranlarının gerçekçi hale getirilme­si, ihracatın teşviki, dış borçların ertelenmesi veya yeni bir ödeme takvimine bağlanması., gibi tedbirlerdir.

 

İstikrar Politikası

 

(Stabılızatıon Polıcy) Bkz. İstik­rar

 

İstikrar Tedbirleri

 

(Stabılızatıon Measures) Bkz. İs­tikrar

 

İstila

 

(Invasıon) 1. Bir ülkeyi askerî güç kullanarak veya silah zoruyla ele geçirme.

2. Belirli bir bölge veya kullanım alanının öncekinden farklı yeni bir topluluğun eline geçmesi.

 

İsyan

 

(Rebellatıon) 1. Başkaldırı. Mevcut kural ve uygula­malara uymamak ve gerekli mücadeleyi göze alarak bunu açıkça ilan etmek.

2. Yönetim biçimini veya yöneticileri değiş­tirmek amacıyla başkaldırma, silahlı mücadeleye girişme.

 

İş

 

(Occupatıon) Bireylerin toplumsal işbölümü çerçevesinde yerine getirdikleri, karşılığında ücret verilsin veya verilmesin üretime katkı niteliği taşıyan her türlü etkinlik.Tarım, hayvan­cılık; madencilik gibi doğrudan hammadde elde etmeye yöne­lik işlere birincil işler; el sanatları, halıcılık, çömlekçilik, za­naatçılık gibi yoğun İnsan bilgi ve becerisi gerektiren işlere ikincil İşler; mal üretiminden ziyade servis üretiminin sözko­nusu olduğu işlere üçüncül işler; bir işin yürütülebilmesi için gerekli bilgi, görgü ve deneyime de İş kültürü denir.

 

İş Kültürü

 

(Occupatıonal Culture) Bkz. İş

 

İşbirlikçi

 

(Comprador) Bkz. Komprador

 

İşbölümü

 

(Dıvısıon Of Labour) Bir iş, hizmet veya üreti­min her biri ayn ayrı birimler tarafından yapılan küçük parça­lara ayrılarak yerine getirilmesi. İşin bölüşülmesi.

 

İşçi Sınıfı

 

(Workıng Class) Emeğini belirli bir ücret karşılığı satafak geçinen, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan ve çoğunlukla da çalışma koşulları açısından sermayedar sını­fın insafına terkedilen ücretli insanlar topluluğu. Emeği ile, kol ve beden gücü ile ekmeğini kazanan sınıf.

 

İşgücü

 

(Labour Force) Bir ekonomideki fiilen çalışmakta ol^n nüfus ile, çalışabilecek durumda olup iş arayanların toplamı.

 

İşkence

 

(Torture/Persecutıon) Bir kişiye bir eylemi yaptı­ğı veya bir sözü söylediğini kabul ettirmek; rızası olmaksızın bir konuda konuşturmak; intikam almak; sadistçe duygularını tatmin etmek gibi amaçlarla yapılan maddî ve manevî baskı veya eziyet. İnsanlık haysiyetine yakışmayan biçimde gerek insan, gerekse insan dışındaki canlı varlıklara reva görülen eza verici muamele.

 

İşlemsel Tanım

 

(Operatıonal Defınıtıon) Deney veya gözlem yapabilmek amacıyla somut karşılıkları olmayan, kar­maşık, genel ya da soyut kavramların gözlemlenebilir, algıla­nabilir veya ölçülebilir nitelik taşıyan somut kavramlara dönüştürülmesi ile elde edilen tanım. Örn. Meslek kavramının, sosyal hayatta karşılığı olan ve yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu veya sayısı belirlenebilecek insanlardan oluşan akademisyen­lik, bankacılık, avukatlık, doktorluk gibi alt kavramlarla tanım­lanması.

 

İşletme

 

(Fırm/Management) 1. însan ihtiyaçlarının gideril­mesi amacına yönelik faaliyet gösteren iktisadî birim.

2. Bir ekonomik girişimin planlanıp üretime geçirilmesi için gerekli olan bilgi ve süreçlerin tümü.

3. Ekonomi biliminin pratiğe uygulanan bölümü.

 

İşletme İktisadı

 

(Managerıal Economıcs) 1. İşletmelerle ilgili işin niteliği, kuruluş, organizasyon, üretim, sermaye temi­ni ve devri, hesap işleri, idare, diğer işletmeler ve piyasalarla olan ilişkiler, izlenecek üretim ve finansman politikaları ile kriz ve riskler dolayısıyla işletmenin karşılaşabileceği sorunla­ra ilişkin konuları belirli yöntemlerle incelemeyi, açıklamayı ve çözümlemeyi konu edinen bilim dalı.

2. işletmenin niteliği­ni, üretim bölüşüm sürecindeki İşlevini, karşılaşacağı sorunlar ile bunlara yönelik çözüm önerilerini irdeleyip tartışan sosyal bilim dalı.

 

İşlev

 

(Functıon) Fonksiyon. Bir birimin içinde yeraldığı bü­tüne yaptığı katkı. Bu çerçevede, birimin katkısının bütünde yeralan diğer parçaların çalışmasına engel oluşturmasına olumsuz işlev; diğer birimlerin çalışmasını kolaylaştırıp bü­tünleştirmesine olumlu işlev; amaçlanmamış, çoğunlukla da farkedilmeyen katkıya gizli işlev; bilinçli ve amaçlı katkıya da açık işlev denir. 

 

İşlevcilik

 

(Functıonalısm) Fonksiyonalizm. İşlevselcik.

Toplumu oluşturan unsurların her birinin kendine özgü bir iş­levinin olduğunu, bütün bu unsurların karşılıklı bağımlılık ilişkişi içinde işlev gördüğü için hiç bir unsurun yalnız başına bütünü belirleyici bir özelliğe sahip olmadığını kabul eden yaklaşım.

 

İşlevselcilik

 

(Functıonalısm) Bkz. işlevcilik

 

İş Rakilik

 

îslam düşünce tarihinde 12. yüzyıldan itibaren geli­şen ve S. Suhreverdi'nin görüşlerini esas alan felsefe okulu. Buna göre, temel bilgi, kendisi mutlak nur olan yaratıcının, nefsini temizlemesi, günahlardan arındırması sonucu insanın kalbine yansıttığı sezgisel bilgidir. însan bu bilgi ile aydınlanır, elde edilen bu bilgi, aklî ve kavramsal bilgilerinin yardımı ile uygulanabilir hale getirilir.

 

İşsizlik

 

(Unemployment) Toplam çalışabilir işgücünden be­lirli bir bölümünün iş bulamaması nedeniyle çalışma yaşamı dışında kalması. İşi olmama hali. Çalışamayacak durumda ol­ma ile, iş aranmaması, işsizlik olgusunun kapsamı dışındadır. Bu çerçevede, işsizlik kapsamına giren nüfusun toplam işgü­cüne oranına İşsizlik oranı; mevcut ücret düzeyi ve çalışma koşullarında çalışmak istendiği halde iş bulunamamasına, baş­ka bir deyişle bireylerin kendi iradeleri dışında işsiz kalmaları­na açık işsizlik veya gayri iradî İşsizlik; geçerli ücret düze­yi veya çalışma koşulları beğenilmediği İçin iş bulunamaması durumuna iradî İşsizlik veya gönüllü işsizlik; emek piyasa­sındaki organizasyon ve bilgi eksikliği, işgücünün hareket ye­tersizliği gibi nedenlerle, iş arayanlarla işgücü talep edenler arasında uyum sağlanamaması sonucu ortaya çıkan işsizliğe geçici işsizlik; ekonomideki konjonktürel dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan, durgunluk dönemlerinde artıp canlı­lık dönemlerinde nisbeten azalan işsizlik türüne dönemsel İş­sizlik veya konjonktürel işsizlik; üretim sürecinde istihdam edilmiş işçilerden bir kısmının, çalıştıkları işkolundan alınıp başka bir işkolunda istihdam edilmeleri durumunda ayrıldıkla­rı işkolunun toplam çıktısında bir azalmanın sözkonusu olmamasıyla beliren işsizlik türüne de gizli işsizlik; hızlı nüfus ar­tışı ile üretim faktörlerinin gelişimi arasındaki uyumsuzluk, toplam talepteki kaymalar, uluslararası rekabet ya da talep ye­tersizliğinin yanısıra sermaye donanımının yetersiz olmasın­dan kaynaklanan ve sürekli bir nitelik taşıyan, iktisadî yapının ayrılmaz bir parçası haline geimiş işsizlik türüne de kronik İşsizlik veya yapısal İşsizlik denir.

İthal edilmek durumunda olunan malların yurtiçinde üretilme­sini sağlayarak dışarıya bağımlılıktan kurtulmak suretiyle sana­yileşmeyi Öngören politika. İthal ikamesine dayalı sanayileşme genellikle kendi yağıyla kavrulmayı ve İç piyasayı dış rekabet­ten koruyarak güçlendirmeyi amaçlayan azgelişmiş ülkelere özgü bir sanayileşme stratejisi olup, ihracata yönelik sana­yileşmenin karşıtıdır.

 

İtibarî Değer

 

(Nominal Value) Bkz. Değerleme ölçüleri

 

İtikat

 

İnanma, bağlanma. Bir dinin inanılması zorunlu olan te­mel İlkeleri, bu ilkelere yürekten inanıp bağlanma.

 

İzomorfizm

 

(Isomorphısm) İki nesne kümesi yahut nesne­lerle kavramlar arasında, birebir eşleşmeyi mümkün kılacak biçimde varolan denklik.



[1] İbn-i Hal­dun

[2] W.W. Rostotv

[3] T.S. Kuhrî