Ekonomik İşbirliği Ve Kalkınma Teşkilatı
Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlatması
Çoğumuz çeşitli yabancı dil veya değişik bilim dallarıyla ilgili sözlük bulundurmanın tadını biliriz. Anlamadığımız, anlamından emin olmadığımız bir kelime yahut kavramla karşılaşınca elimizin altındaki sözlükleri karıştırır, anlamı yakalamaya çalışırız, Bazan sözlüklerle de işin içinden çıkamadığımız olur. Çünkü, yine çoğumuz sözlüğü kullanırken onun en önemli ve giderilmesi mümkün olmayan yapısal zaafını gözden kaçırırız. Sözlükler, bir yandan anlamakla zorluk çektiğimiz kavramları ne eşü'rir, yahut zorlandığımız düşünceleri daha kolay kavramamıza yardımcı olurken, Öte yandan da sözkonusu kavramların değişen anlamlarını dondurarak, bu canlı kavramları bize ölü olarak sunarlar.
Açıktır ki, kavramlar da dinamik hayatın içinde üretildikleri; değişik zaman dilimlerinde, veya aynı zaman diliminde bile olsa değişik bilgi, küftür ve eğilime sahip İnsanlar tarafından farklı anlamlar yüklenerek kullanıldıkları için, sürekli değişime uğrar; evrilir, genişler, büyür, küçülür yahut kabuk değiştirirler. Sözlükler, kavramlardaki bu dinamizmi, belki de ancak yüzyıldan yüzyıla yakalayabilirler.
Bu yüzden; bazı kavramların okuduğumuz metinde geçen anlamlarının sözlüklerde bulunmayışının kabahati tamamen sözlüklere ait değildir. Böyle bir durumda, sözkonusu kelime yahut terimin anlam değiştirmeye başladığım söyleyebiliriz. Onun anlamı, büyük bir olasılıkla bir sonraki kuşağın sözlüklerinde bulunabilecektir. Eğer bir kitapta, makalede yahut sözlü kültürde karşılaştığımız kelimenin anlamını, kullanıldığı şekliyle sözlüklerde bulamıyorsak, o zaman bu, sözlüğün bize yardımcı olmak yerine, tam tersi, bizi yanıltıyor olduğu anlamına mı gelir? Hayır, en azından o sözcüğün bir zamanlar ne anlamda kullanıldığını veya halen bazı insanlar tarafından nasıl bir anlam yüklenerek kullanıldığını öğrenmiş oluruz. Belki böyle bir bilgi, o anki pratik sorunumuzu çözmez ama, kavramların izledikleri serüvenleri öğrenmemize yardımcı olması ve böylelikle kültür dağarcığımızın genişlemesine katkıda bulunması bakımından değerlendirildiğinde bu bilgi de küçümsenemeyecek bir bilgidir.
Buradan, elinizdeki sözlüğün, yukarıda bahsedilen zaaflardan tümüyle arındırılmış olduğu gibi bir iddia taşıdığımız sonucu çıkarılmamalıdır. Bu sözlük de, diğer sözlüklerin taşıdığı, bir yandan maymuncuk İşlevi görürken, öte yandan kavramların dinamizmini dondurma paradoksunu doğal olarak taşıyacaktır. Zira, nihayetinde bu da bir sözlüktür.
Türkçe'de değişik disiplinlere ait sözlükler bulunmakla beraber, disiplinlerarası nitelikte bir sosyal bilimler sözlüğü şimdiye kadar hazırlanmamıştır. Halbuki, böyle bir sözlük hem değişik disiplinlerle ilgili temel kavramları bir arada sunarak, genel bir sosyal bilim nosyonu oluşmasına katkıda bulunacak, hem de özel ilgisi olmayanları her disipline ait bir sözlük edinme külfetinden kurtaracaktır.
Ayrıca ülkemizde, sosyal bilim literatürünün çok fakir olması, felsefenin bile uzun bir geçmiş ve köklü bir geleneğe sahip olmaması, ansiklopedi ve sözlüklere olan ihtiyacı daha bir artırmakta, onlara neredeyse kilit bir işlev yüklemektedir. Bu eksikliği farkeden Türk Dil Kurumu, dil konusunda benimsediği uç sayilabilecek bir politika yüzünden, sözü edilen boşluğu dolduramamıştır. Azımsanamayacak bir emek ve zaman, dilin sosyal bağlamı yeterince hesaba katılmadan, daha çok siyasal tercihler yüzünden, esperanto'yıı çağrıştırır çabalara harcanmıştır.
Biçim sorununa gelince; literatürde, çok sayıda kavramı, değişik yazarların verdikleri farklı anlamlan da içerecek şekilde bir araya toplayanından; sınırlı sayıda kavramı kısmen ansiklopedik bir biçimde detaylı olarak açıklayanına kadar, çok değişik biçimlerde sözlükler bulmak mümkün. Sosyal Bilimler Sözlüğü hazırlanırken, belli başlı sosyal bilim dallarının anahtar kavramlarını biraraya toplamak, yalnızca konunun uzmanını İlgilendiren detay ya da çok teknik kavramları dışarıda bırakmak, kavramların tanımlanmasını ansiklopedik boyuta taşırmadan yapmak gibi optikler gözeten orta bir yol tutuldu. Bu çerçevede, bazı kavramlar bir kaç maddeye ayrılarak, diğer bazıları İse anlam ilişkisi bakımından yakın oldukları kavramlarla grup halinde bir başlık allında toplanarak tanımlandı; bazılarına literatüre kazandıranın ismi eklendi; daha kolay anlaşılabilüir düşüncesi İle, bazı kavramlar örneklerle açıklanırken, bir kısmına ise sadece bir cümlelik kısa bir tanım vermekle yetinıldi.
Kavram havuzu, herhangi bir kitap ya da sözlük esas alınarak değil, değişik disiplinler alanında temel kabul edilen kitaplardan yola çıkılarak hazırlandı. Kavram seçiminde, genel olarak, disiplinlerin temel kavramlarını biraraya getirmek amaçlandı. Ancak, ülkemizde -aynen başka bir kitap okur gibi- sözlük okuma alışkanlığının pek yaygın olmadığı, dolayısıyla yeni yabancı kavramların literatüre genellikle sözlükler kanalıyla girmediği dikkate alınarak, yabancı literatürde bulunan kimi önemli sayılabilecek kavramlar sözlüğün kapsamı dışında bırakıldı. Türkçe literatürde yaygın olarak bilinen karşılığı olmayan bu türden yabancı kavramlara İlk kez önerilecek Türkçe karşılıkların, sözlüğün işlevine
pek fazla katkıda bulunmayacağı, dahası karışıklıklara neden olabileceği düşüncesi, böyle bir yolun tutulmasını gerekli kıldı.
Öte yandan, zaman zaman Türkçe kelime hazinesi zorlanarak, sözlüğün genel optiklerine aykırı düşmeyen kimi kavramlara Türkçe karşılık önerildi. Buna ek olarak, akademik camiada ya da aydınlar arasındaki tartışmalarda kullanıldığı halde sözlüklere henüz geçmemiş bazı kavramlann yamsıra, sınırlı sayıda da olsa, ilk kez tarafımızdan önerilen bazı yeni kavramlara da yer verildi.
Ayrıca standart sosyal bilim sözlüklerinde bulunmayan felsefe, mantık ve ilahiyaı'la ilgili temel kavramlar da eklenerek, sözlüğün yelpazesinin kapsamı genişletildi. Bu çerçevede sözlük, genel kavramlann yanısıra, şu disiplenlerin temel kavramlarından oluşmaktadır: Antropoloji, Ekonomi, Felsefe, İlahiyat, Mantık, Psikoloji, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Yönelim Bilimleri.
Türkçe'de bir eser verip de dil sorununa değinmemek mümkün mü? Cumhuriyet sonrası TDK'nın çabaları ile oluşturulan Öz-türkçe; Türkçe, Arapça ve Farsça, hatta yer yer Batı kökenli kelimelerden oluşan yaşayan Türkçenin yerini lam olarak alamadığı İçin, aynı anlama gelen ve her biri değişik sosyal grup veya siyasal düşünceye mensup kişiler tarafından kullanılan ikili bir dil kullanımı ortaya çıkmıştır. Bu sorun iki şekilde aşılabilirdi: ya sözlüğün arkasına eşanlamlı kelimeler dizini eklemek; ya da sözlüğün içinde eşanlamlıları birbirine göndermek. Kullanım kolaylığı sağlayacağı düşüncesiyle ikinci yol tercih edildi. Fakat,bütün eşanlamlı kavramların sözlüğün içine yerleştirilmesi gereksiz bir kavram artışı sağlayacağı düşüncesiyle, bu uygulama her iki kullanımı da yaygın olan kavramlarla sınırlı tutulmaya çalışıldı.
Tanımların yazımında ise, özel bir dil tercihi yapılmadan yaygın kullanımı olan eşanlamlı kelimeler İçice kullanıldı. Dilin amaçsal işlevi gözardı edilmemekle beraber, temel sorunun iletişim ve toplumun değişik kesimlerine aynı anda seslenebilmek sorunu olduğu düşünülerek, araçsal işlevine ağırlık verildi; sonuçta her iki kullanımdan sözcüklerin birarada, içice bulunduğu yine orta bir kullanım ortaya çıkü. Bu yüzden bazan aynı cümle içinde bile iküsadı-ekonomik, toplumsal sosyal, siyasalpolilik, kuramteori, seviye-düzey, idare-yönetim, bilimdah-disiplin... gibi eşanlamlı kelimelerin birarada kullanılmasında bir mahzur görülmedi.
Tanımlar içinde geçen ve sözlükte tanımlanan kavramlar ile, alfabeiik sıradaki yerinden belirli bir kavrama gönderme yapılan kavramlar, gönderme yapıldığı tanım içinde koyu yazdırılmak suretiyle okuyucuya sözlükten yararlanmada kolaylık sağlanmaya çalışıldı. İngilizcedeki yazılışı ile aynen Türkçeye geçmiş olan kavramların, ayrıca İngilizcelerinİn verilmesine gerek görülmedi. Bilinen ve yaygın İngilizce karşılığı olmayan bazı kavramlara İngilizce karşılık konmadı. Sözlüğün sonuna bir Türkçe, bir de İngilizce dizin eklendi. Sözlüğe eklenen kaynakça ile de faydalanılan kaynaklar konusunda okuyucuya genel bir fikir vermek amaçlandı.
Sözlüğün hazırlanışına değişik düzeylerde, burada ayrı ayrı isimlerinin belirtilmesi imkansız bir çok kişi kalkıda bulundu; hepsine ayn ayrı teşekkürü bir borç biliriz. Özellikle bilgisayarla ilgili teknik sorunların üstesinden gelmede yardımlarını esirgemeyen, sırf bu sözlük için özel bir bilgisayar programı yazma zahmetine katlanan Mehmet Güneş'e, metnin bilgisayara aktarılması sırasındaki yardımlarından dolayı Ayşe Acar'a teşekkür ederiz.
Ömer Demir - Mustafa Acar Ankara, Kasım 1991
(Blockade) Ülkeler
arasında siyasal gerginliğin tırmandığı bunalım dönemlerinde, özellikle de
savaş zamanlarında, savaşa taraf devlet ya da devletlerce düşman ülke kıyılarına,
ülkenin belirli bir bölgesi veya tümüne; uçak, gemi ve kara taşıma araçlarının
giriş ve çıkışlarını önlemek, sözkonusu ülkeye yardım ve ikmal malzemesi
sevkıyatını kesmek ve böylelikle o ülkenin direnme gücünü kırmak amacıyla
karada, denizde veya havada alınan tedbirlerin. Abluka, askerlere veya askeri
hedeflere yönelik olabileceği gibi, sivil halkın gıda ve kaynak teminini
engellemek amacına yönelik de olabilir.
(Agıq Theory) Faizin, bugün elde bulunan bir malın gelecekte elde edilecek benzer bir malla mübadelesinden doğacak farka eşit olduğunu savunan kuram. Avusturya'lı iktisatçı Böhm-Bawerk'in faiz kuramı olarak da bilinen acyo kuramına, göre, insanlar iktisadi, sosyal, psikolojik veya başka nedenlerle bugün elde edilebilecek olanı, gelecekte elde edilmesi muhtemel olana tercih ederler. İnsanların bu tercih farklarını ortadan kaldırmak İçin ödedikleri bedele de faiz denir.
(Öpen Bıddıng) Mezat. Müzayede. Satılmak istenen bir mal veya eşyanın birden fazla alıcı karşısında gerçekleştirilen açık rekabet sonucunda, en yüksek fiyatı verene satılması.
(Blank Prömıssory Note) Bkz. bono
(Öpen Budget) Devlet bütçesinde, gelecek mali yıl İçin Öngörülen masrafların, beklenen gelirler tutarından daha yüksek olması durumu. Öngörülen harcama düzeyi, Öngörülen gelir düzeyini aşan bütçe.
(Dutch Auctıon) Bir mal veya eşyanın, birden çok satıcıdan teklif alınmak suretiyle, satıcılar arasındaki rekabetin uyarılarak mümkün olan en düşük fiyatla satm alınması.
(Defıcıt Fınancıng) Gelirler ile istihdam düzeyini artırmak, ekonomik faaliyetleri canlandırmak ve ekonomik genişleme eğilimlerinin anmasını sağlamak gibi amaçlarla, devletin, gelirlerini aşacak şekilde harcamalarını bilinçli olarak artırması durumunda, ortaya çıkan kamu finansman açığının, doğrudan para basımı veya iç borçlanma yoluyla karşılanması.
(Manıfest Functıon) Bkz. İşlev
(Öpen Unemployment) Bkz. İşsizlik
(Öpen Door Polıcy) 1. Bir ülkenin başka ülkelere kendi
pazarlarında serbestçe ticaret yapma hakkı vermesi.
2. Bir
ülkenin dış ilişkileri bakımından tek bir ülkeye değil, birden çok ülkeye
bağımlı hale getirilmesi. Bir ülkenin kapılarını bütün emperyalist ülkelere
açarak, bu ülkeler tarafından eşit biçimde sömürülmesine imkan tanıyan dış
politika
3. 19. yüzyılın başlarında Güney Asya'da meydana gelen siyasal yeniden yapılanmada, ABD ve diğer Batı ülkelerinin Çin'deki çıkarlarını dengeli bir biçimde koruyabilmek doğrultusunda geliştirdikleri siyaset. Buna göre, eskiden olduğu gibi Çin, gelişmiş ülkelerden sadece birisinin sömürgesi olmayacak, bütün ülkeler Çin pazarlarından eşit şekilde yararlanabilecek, birbirleriyle rekabet edebileceklerdir. Açık kapı politikası kavramı siyaset literatürüne bu uygulamadan sonra girmiştir.
(Öpen Credıt) Bankalar veya finans kurumlan tarafından, ticari itibarlarına ve İmzalarına güvenilerek, herhangi bir teminat alınmadan gerçek veya tüzel kişilere açılan kredi.
(Öpen Market Operatıons) Sermaye piyasasının gelişmiş olduğu ekonomilerde kullanılan en etkin para politikası araçlarının başında gelen ve ekonomiyi canlandırmak veya piyasadaki enflasyonist eğilimi dizginlemek amacıyla, merkez bankalarının piyasadaki para miktarını artırma veya azaltmaya, kısaca para arzını kontrol altında tutmaya yönelik olarak hazine bonosu, devlet tahvili, hisse senedi ya da döviz ahm-saümı yapmaları gibi İşlemler. Birinci durumda, merkez bankası piyasadan menkul kıymet satın alarak karşılığında piyasaya para sürer; piyasanın naWt gereksini minin karşılanmasıyla toplam talebin genişlemesi ve ekonominin kanlanması beklenir. İkinci durumda ise, birincisinin tersine merkez bankası menkul değer salarak piyasadan para çeker; bu yolla saunalma gücünün düşmesi, toplam talebin daralması ve sonuçta enflasyonist eğilimin kırılması beklenir.
(Blank Bıll) Bkz. poliçe
(Öpen Socihty) 1. Toplumsal, siyasal, ekonomik ve
kültürel alanlarda tam serbestliğin sözkonusu olduğu, devletin denetim gücünün
ve ideolojik baskıların tamamen kaldırıldığı veya enaza İndirildiği toplum.
2. Ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesin aynı yasalara tabi olduğu, fikir akışının ve sosyal hareketliliğin yasal düzenlemelerle hiç bir şekilde engellenmediği toplum.
(Open-Ended Çjuestıon) Cevap alanı sınırlanmamış, aralarından bir veya birkaçını seçme Zorunluluğu olan seçenekler sunmayan, cevaplayacak kişiye istediği cevabı verme imkanı tanıyan soru.
(Explanat1on) îçdüzen ve anlam bütünlüğü olan bir sistem içerisinde, bilindiği var sayılan Öğelerin kullanılarak, bilinmeyenlerin, sözkonusu anlam bütünlüğündeki yerlerinin gösterilmesi yoluyla bilinebilir duruma getirilmesi. Bu çerçevede, bir işaretin, sembol veya kelimenin dil içindeki anlamının belirtilmesine semantik açıklama; bir olay veya olgunun meydana geldiği yahut içinde yeraldiğı sistemin diğer birimleriyle olan ilişkilerinin gösterilmesine yapısal açıklama; yapı veya sistem içindeki öğelerin İşlevlerinin belirtilmesine
işlevsel açıklama; olay ya da olgular arasında belirli, somut sebep-sonuç ilişkileri kurulması yoluyla yapılan açıklamaya nedensel açıklama; bir olay ya da olgunun ortaya çıkışıyla ilişkisi olduğu sanılan, ancak bu İlişkinin niteliği veya katkı düzeyi ölçülemeyen değişkenlerin, sözkonusu olay/olguyla anlamsal olarak İrtibatlandınlmasına anlamsal açıklama; bir bilinmeyenin mantık kurallarına bağlı kalınarak bilinir hale getirilmesine de mantıksal açıklama denir.
(Glasnost) Bkz. Gıasnost
(Panel) Panel, Toplumun büyük çoğunluğunu
ilgilendiren ve üzerinde fikirbirliğine varılmasında yarar umulan belirli bir konunun, birden fazla konuşmacı tarafından dinleyiciler Önünde tartışıldığı toplantı. Türkçe'de panel olarak da anılcnakta olan açıkoturumda., bir çok konuşmacı tarafından tek bir konu tartışılabileceği gibi, birbiriyle ilişkili, bir bütünün parçaları niteliğindeki farklı konular da tartışılabilir.
(Ad Hoc Hypothesls) Bkz. Geçici Hipotez
(Justıce) 1. Şeylerin yerli yerine konması. Her
şeyin olması gerektiği yerde bulunması
2.
Haklı ile
haksızın ayırt edilmesi; haklıya hakkının verilmesi; kişilerin hak ettikleri şeye
sahip olabilmeleri.
3. Kendine ait olan alanda, kendi mülkünde tasarrufta bulunmak; başkasının hakkına tecavüz etmemek.
(Nepotısm) Dayıcılık. Nepotizm. Eğitim durumları ve yapacakları işin gerektirdiği niteliklere sahip olup olmadıklarına bakılmaksızın yöneticilerin eş, dost, akraba ve yakınlarının devlet İşine alınmalarının, yaygın olarak ve meşru görülerek yapıldığı yönetim.
(Adaptatıon) 1. Uyum. Kendini yeni bir duruma
uydurma. Organizmanın varlığını devam ettirebilmek için Çevreye ve değişen
şartlara uyum sağlaması, kendisini yeni duruma uydurması.
2. Bir yabancı edebî ürünün, içeriği korunarak yerli literatüre aktarılması.
(Nomınalısm) Nominalizm. Düşüncenin temelini oluşturan soyut kavramların tikel bir gerçekliğin adına karşılık geldiğini ve bu yüzden felsefenin tikel bir gerçekliğe tekabül etmeyen güzellik, beyazlık gibi soyut kavramlar ve bunlarla ilgili sorunlarla uğraşmaması gerektiğini ileri süren felsefi görüş.
(Decentralızatıon) Bkz. Yerinden Yönetim
(Ordınary Partnershıp) Tüzel kişiliğe sahip olmayan, bir sermaye şirketi niteliği taşımayan, iflas hükümlerine tabi olmayan ve ticaret odasına kaydı gerekmeyen, faaliyetleri daha ziyade kişisel bilgi ve beceriye dayanan ve birden fazla gerçek kişinin kurup işletebildiği ortaklık.
(Nominal Scale) Bkz. ölçek
(Agnost1cısm) Bkz.
bilinemezcilik
(Landlord) 1. Topraksız ya da az topraklı köylüyü
arazisinde ortakçı veya yarıcı olarak çalıştıran ve borçlandırma yoluyla
köylüyü daima kendisine bağımlı hale getiren toprak sahibi.
2. Osmanlı Devletinin çözülme döneminden itibaren ortaya çıkan ve diğer İmtiyazlar yanında toprak mülkiyetini de elde ederek bu yolla sağladığı gücü gayri-resmi yerel otorite olarak kullanan kişilerin genel adı.
(Heavy Industry) Ekonominin İhtiyaç duyduğu temel girdilerin, diğer sanayilerin kurulup işlemesini sağlayan makine, teçhizat ve ara girdilerin üretildiği sanayi dalı.
(Oral Stage) Freud'a göre çocuğun, dış dünya ile ilişkilerinin gelişmesinde ağız ve dudaklarının merkezi bir rol oynadığı, bütün içgüdülerinin ağzında toplandığı gelişme evresi. Bkz. fallik dönem, oral dönem.
(Tragedy) Bkz. Trajedi
(Old Testament) Eski sözleşme. Allah'ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği, insanlara rehberlik edecek iîkeler içeren büyük kitapların en eskileri olan Tevrat ve Ze-burlar. Bkz. ahd-İcedid,kuran.
(New Testament) Yeni sözleşme. Allah'ın insanlara rehberlik etmek üzere kullan arasından seçip gönderdiği peygamberlere indirdiği kitaplardan olan ve Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil. Bkz. kuran.
(Udgemfnts Of İslamıclaw) Şeriat hükümleri. İslâm dininin getirdiği, pratik yaşamının düzenlenmesine İlişkin, insanın kendisiyle, diğer insanlarla, yaraiıcısıyla ve bütün yaratılmışlarla olan ilişkilerini düzenleyen, hukukî nitelik taşıyan hükümler. Bkz. şeriat, hilet seriye.
(Ethıcs) Etik. Ahlak felsefesi, insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerini nasıl yönlendirmesi gerektiğini, iyi ve koıü söz veya davranışı belirleyecek ölçütlerin neler olabileceğini inceleyen bilim dalı.
(Ethıcal Indıvıdualısm) Bkz. Bireycilik
(Ethıcal Relatıvısm) Ahlaki norm veya değerlerin evrensel ölçütlerinin olmadığı, bu değer ve normların ancak grup içi standartlarla değerlendirilip anlaşılabileceği, bu nedenle ahlakî değerlerin kişiden kişiye, gruptan gruba veya toplumdan topluma değişebileceğini savunan yaklaşım.
(Ethıcal Judgement) İnsan davranışları ve insanlararası İlişkilerin nasıl olması gerektiği konusunda Ölçüler getiren,ahlaki ilkelere uymayan tutum, davranış ve eylemleri kötü, uyanları da iyi olarak niteleyen yargılardan her biri.
(Famıly) Evlilik, süt veya kan bağı İle birbirine bağlr insanlardan oluşan ve toplumun temeli kabul edilen küçük toplumsal birim. Sanayileşme ile birlikte akrabalık bağlarının eski işlevlerini kaybetmesi, bunun sonucu olarak geleneksel geniş aüe yapısının çözülmesi İle ortaya çıkan ve sadece anne, baba ve evlenmemiş çocukların birarada yaşaması esasına dayanan aile tipine çekirdek aile veya dar aile; anne, baba ve çocukların yanısıra büyükanne, büyükbaba, dayı, amca gibi yakınları da içine alan aileye ise geniş aile denir.
(Socıology Of Famıly) Bir sosyal kurum olarak ailenin yapı, İşlev ve tarihsel süreç içinde değişik toplumsal yapılardaki gelişim seyrini incelemeyi konu edinen disiplin.
(Agıtatıon) 1. Tahrik. Harekete geçirme, bir etkinlikte
bulunmaya itme.
2. Siyasal amaçlar doğrultusunda mevcut rejime karşı kitlesel düzeyde hoşnutsuzluk yaratarak, sosyal veya siyasal düzeni değiştirmek için aktif eylemlere yönlendirme çabası; bu amaca yönelik gerginliği tırmandırıcı nitelikteki söz veya eylemler.
(Academic Autonomy) 1. Sadece eğitimin niteliği bakımından değil, yönetim bakımından
da eğitim kurumlarının dış denelim ve müdahalelerden, emrivaki terden bağımsız
olması; müfredat programını kendisinin belirleyip, yönetim organlarını
kendisinin seçebilmesi.
2. Akademik ortamın, siyasal otoritenin tasarruf ve müdahalelerinden bağımsız olarak faaliyette bulunması.
(Acadfimlc Freedom) Bir öğretim elemanının veya Öğrencinin baskı, sansür ve korku dan uzak bir ortamda öğretme ya da öğrenme etkinliğini sürdürebilmesi.
(Mobılıty)
1. Hareket
serbestliği. Yatay veya dikey farklı düzeyler arasında karşılıklı etkileşimde
bulunabilme yeteneği.
2. Tam rekabet piyasasının en önemli koşullarından birisi olarak, piyasadaki herhangi bir mal ya da hizmetin arz ve talebinin kolaylıkla birbirine uyumunu sağlayacak şekilde, piyasaya giriş ve çıkışların serbest ve kolay olması.
(Reason/Intellect) 1-Us. Kendiliğinden, doğuştan gelen,
sonradan kazanılmayan zihinsel fonksiyonlar.
2. Deneyime
biçim kazandıran önsel sentetik formların kaynağı.
3- İnsan
diğer canlılardan ayıran ve zihnin istikrarlı ve tutarlı çalışmasını sağlayan
bir üst yeti.
(Ratıonausm) Rasyonalizm. Usçuluk. İnsan zihninin işleyişinin bağlı olduğu kurallarla nesnel dünyaya egemen olan kuralların aynı olduğunu; bu nedenle, ancak aklin prensiplerine uygun düşünce yoluyla gerçek, sağlam ve güvenilir bilgilere ulaşılabileceğini İleri süren; büıün açıklamaların merkezine aklı veya aklî prensipleri yerleştiren yaklaşım. Buna göre, akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur.
(Flow Chart) Bir programın, düzeneğin veya oluşumun işleyiş biçiminin mantıksal bir sıra İçinde gösterildiği sembolik şema.
(Lıqudıty) Bkz. Ükidite
(Ratıonauzatıon) Bkz. Mantığa Bürûndürme
(Mental Balance) İnsan zihninin, eşyayı kavrama, algılama, anlamlandırma, muhakeme etme, düşünme, ilişki kurma, yargıda bulunma gibi aklî fonksiyonlarının normal biçimde işliyor olması durumu.
(Kınshıp) Aynı soydan gelen veya evlilik ilişkisi ile birbirine bağlanan kişiler arasında oluşan sosyal yakınlık ilişkisi.
(Letter Of
Credıt) 1. Banka veya finans kurumlarının müşteri yararına ticari
işlemlerle İlgili kredi hesabı açtırmak üzere şubeleri veya muhabir
kurumlarına gönderdikleri; kredinin konusu, müşterinin kimliği ve yürütülecek
işlemlerin niteliğine ilişkin bilgileri içeren yazı
2. Uluslararası ticarette, ihracatçının talimatı üzerine ithalata aracılık eden bankanın yabancı ülkedeki muhabir bankası nezdinde ihracatçı lehine açtırdığı, belirli süre ve koşullara bağlı İtibar hesabı. Uluslararası ticarette en yaygın kullanılan Ödeme biçimi olan akreditif, mal bedelinin kendisine ödeneceği konusunda İhracatçıya güvence sağlar. Tek yanlı ve istenildiği anda iptal edilebilir olan akreditife dönülebilir akreditif; istenildiğimde İptali mümkün olmayan akreditife dönülemez akreditif; sürekli ticari ilişki içinde bulunan ithalatçı ve İhracatçılarca kullanılan ve konulan hüküm uyarınca, akreditif tutarının kısmen ya da tamamen kullanılması durumunda kendiliğinden yenilenen akreditife de döner akreditif denir.
(Axıology) Değerbilim. Genel değer teorisi çerçevesinde değerin anlam, özellik, kaynak ve çeşitleri İle değeri belirleyen ölçütleri, değerin birey ve toplum hayatındaki yer ve önemini inceleyen disiplin.
(Axıom) 1. Belit. Önkanıt Bilgi üretim
sürecinde doğruluğu ispat gerektirmeyecek kadar açık ve sorgulanamaz varsayılan
ifade.
2. Bir mantıksal sistemde, başka önermelerin üretilmesi için gerekli olan, yeni önermelerin üretilebilmesinde başlangıç noktası olarak alman ve tanımı gereği doğru kabul edilen önerme. Bkz. hipotez, varsayım, teorem.
(Act) Bkz. edim
(Transference) Psikolojik tedavilerde, kişinin geçmişteki İlişkilerini, Özellikle de çocukluğunda ana-babasıyla olan İlişkilerini yeniden yaşaması durumu; hastanın terapiste ruhsal yapısı üzerinde etkili olmuş tecrübe ve İlişkileri aktarması olayı.
(Actıve Populatıon) Bkz. Nüfus
(Non-Actıve Populatıon) Bkz. Nüfus
(Effectıve Demand For Money) Bir ülkede belirli bir dönemde, muamele ve ihtiyat güdüsü ile talep edilen toplam para miktarı. Aktif para talebi ile gelir düzeyi arasında fonksiyonel bir ilişki olduğu ve gelir düzeyi yükseldikçe aktif para talebinin de artacağı kabul edilir.
(Assets) Bir licari işletmenin sahip olduğu maddi ve gayri maddi iktisadi değerlerin tümü. îşletme bilançosunun sol tarafında yeralan aktifler, donen varlıklar ve duran varlıklar olmak üzere iki ana grupta toplanır. Duran varlıklar, bağlı değerler ve sabit değerlerden oluşur. Nakdi değerler ile bilanço tarihini izleyen bir yıl içinde satılarak paraya çevrileceği veya kullanılarak lüketileceği varsayılan varlık kalemlerine (kasa, banka, alacaklar, stoklar, tahviller..) döner değerler; yine bilanço tarihini İzleyen bir yıl içinde nakle çevriimeyece-ği düşünülen ya da bir yıldan uzun vadelere bağlanmış olan varlıklara bağlı değerler; orta ve uzun vadede sabit bulunacağı kabul edilen maddi (binalar, arsa ve araziler, makinalar..) ve gayri maddi (patent haklan,..) iktisadi kıymetlere de sabit değerler denir.
(Area Study) Bir olayın veya durumun, İçinde yeraldığt bütünlükten koparılmadan ve doğallığını bozacak bir deneysel yaptırım uygulanmadan belirli, somut örnekler özelinde incelenmesi.
(Fıeld Theory) Sosyal psikolog K. Lewin tarafından geliştirilen ve bireyin çevre sindeki olaylarla etileşimi-nin önemini vurgulayarak, davranışların, bireyin olumlu veya olumsuz olarak nitelendirdiği güçlerin bileşiminin sonucuna göre belirlendiğini savunan kuram.
(Area Samplıng) Bkz. örnekleme
(Conversıon) Bireysel kavrayış süreci içerisinde, kişilere özgü özel deneyimler sonucu, algılama, anlama ve anlamlandırma biçimlerinde meydana gelen köklü dönüşüm. Örn. Din, ideoloji veya paradigma değiştirmek. Bkz. Algı Yanılması, Varsam.
(Perceptıon) 1. Duyu organları aracılığıyla olay,
nesne ve ilişkileri birbirinden ayırt etme.
2. Duyu organlarını uyaran nesne, olay ve tepkilerin alınması, duyumlanması, hissedilmesi yahut farkedilmesi.
1-
Yanılsama.
İllüzyon. Çarpıtılmış algı veya zihin. Örn. Sihirbazların elçabukluğu İle
yaptıkları oyunların izleyiciler tarafından olağanüstü ve çok değişik olarak
algılanması.
2. Duyu
uyarımlarının yanlış yorumlanması, bir nesnenin özeilik veya niteliklerinin,
duyu organlarının dolayımından geçerken değişime uğrayarak beyine, gerçekte
olduğundan farklı olarak yansıması. Örn. Van m bardak su içindeki bir çubuğun
uzaktan kırıkmış gibi gözükmesi, uzak mesafelerde ki cisimlerin olduğundan
küçük olarak algılanması, köprüden suya bakan kişinin köprünün hareket
elliğini sanması. Bkz. varsam, algi dönüşümü.
3. Göreceli olarak daha güvenilir olduğu kabul edilen algılarla uyuşmayan algı.
(Pıîrchasıng Power) Bkz. satinalma gücü
(Rabıt) Bilince yansımadan tekrarlanan ve belli bir sürekliliği olan tepki, tavır ve davranışlar bütünü.
(Auenatıon) Bkz. yabanchaşma
(Tıme Bargaın/Sı1ort Sellıng) Herhangi bir malın alım-saüm anlaşması ile sözkonusu matın teslimi arasında belirli bir sürenin bulunduğu alım-saiım işlemleri. Buna göre satıcı beili bir zaman sonra istenilen nitelikteki malı hazırlayacağını, alıcı da belirlenmiş fiyattan o malı satın alacağını taahhüt eder.
(Cameralısm) Bkz.
kameralizm
(German Hıstorıcal School) Bkz. Tarihçi Okul
(Alternatıve) Bkz. alternatif
(Alternatıve) 1. Almaşık. Seçenek. Aralarında tercih yapılabilecek şeylerden her biri.
2. Bir sorun ya da soruya getirilen çözüm önerilerinden yahut verilebilecek cevaplardan her biri.
(Alternatıve Cost) 1. Vazgeçme maliyeti. Fırsat maliyeti.
Alternatif kullanım alanları olan
kaynak,
bilgi, zaman, zihinsel veya fiziksel enerjinin, ancak belirli bir seçenek için
kullanılmaları durumunda onaya çıkan ve diğer seçeneklerden birisi tercih
edilmiş olması durumunda sağlanabilecek getirt miktarı ile Ölçülen maliyet.
Örn. Kitap okumanın alternatif maliyeti, o anda yapılabilecek top oynamak,
gezmek, televizyon izlemek., gibi etkinliklerden elde edilebilecek getiri veya
faydaya sahip olamamaktır.
2. İktisadi süreçte kutlanılan kaynakların kıt olması nedeniyle bir malın üretiminde kutlanılan üretim faktörlerinin başka bir malın üre [iminde kullanılamaması sonucu ortaya çıkan maliyetin, vazgeçilen ekonomik faaliyetler cinsinden ifadesi. Kaynaktan belirli bîr amaç için kullanmanın, onları en iyi alternatif kullanım alanından çekmiş olmakla kaybı göze alınan getiri veya kâr miktarı ile ölçülen maliyeti.
(Gold Standard) Ülkeler arasında altın ihraç ve ithalinin serbestliğini, yerel para birimlerinin altın cinsinden tanımlanmasını, altın alım-satımının sabit bir kur üzerinden yapılmasını böylece, her ülkenin kendi parasını altına göre sabit bir oran üzerinden değerlendirmesini ve dolayısıyla, ülkelerin paralan arasında da sabit bir kurun oluşmasını Öngören, daha çok 19- yüzyılın İkinci yansında kullanılıp 1930'lu yıllarda terkedilmiş olan dünya para sistemi.
(Subculture) İçinde yeraldıkları ekonomik, siyasal ve kültürel yapının temel değerlerine karşı olmamakla beraber, dil, etnik köken ve zihniyet benzerliği veya aynı bölgeden, aynı meslekten olma yahut benzer Özet eğilimler taşıma gibi nedenlerle toplumun bütününden aynştınlabÜİr farklı bir kimliğe sahip olan kültür grupları.
(Altruıstıc Suıcıde) Bkz.
(Altruısm) Bkz. Diğergamuk
(Înfrastructure) 1. Bir ülkedeki, yol, su, elektrik, konut ve kanalizasyon gibi kamu yararına kullanılan varlıklar. Kavram, temel sağlık ve eğitim kurumlarıyla, zaman zaman, yetişkin insan gücünü de İçerecek şekilde kullanılmaktadır.
2. Tarihsel maddeciliğe göre, insanların bilinçlerinden bağım-sız olarak varolup toplumun ekonomik yapısını oluşturan, hatta bilinç dahil her türlü maddi olmayan varlığın temelini teşkil eden üretim güçleri ve üretim güçlerinin gelişmişlik düzeyine tekabül eden üretim ilişkilerinin tümü. Bkz. üstyapı.
(Telhology) Teleoloji. Erekbilim Sadece insan ve hayvan davranışlarının değil, evrendeki h'r oiayın, değişimin veya hareketin belirli bir amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak meydana geldiğini savunan felsefi disiplin.
(Embargo) Bir uîkeyi ekonomik veya siyasal açıdan zor duruma düşürmek; islenmeyen bazı karar ya da uygulamalarından vazgeçirebİlmek veya sözkonusu ülkeyi belirli kararlara uymaya zorlamak vb. gibi amaçlarla, sözkonusu ülke İle siyasi-iktisadi bağlantiM olan ülkelerin, bu ülkeye yönelik mal ve hizmet alım-satımlarını engellemek üzere aldıkları önlemler. Bu çerçevede, ekonomik önlemleri öne çıkaran ambargoya ekonomik ambargo; diplomatik-siyasi yaptırımlar üzerinde yoğunlaşan ambargoya da siyasi ambargo denir.
(Emblem) Herhangi bir kurum, fikir veya kavramı ifade eden sembol veya şekil.
(Ordınary Knowledge) Dış dünya ile olan ilişkilerden elde edilen, basit, tecrübeye dayalı, ancak açıklayıcı ve güvenilir olmayan yüzeysel bilgi.
(Amnesıa) Bkz. hafıza kaybı
(Deprecıatıon) 1. Üretim faaliyeti sonucunda, mal ve
hizmet üretilirken, geçmiş dönemlerden devredilen sermaye donanımında meydana
gelen aşınma ve eskimelerin para İle İfadesi; bu eskime veya yıpranmanın gayrî
safî milli hasıladan düşülen parasal değeri.
2. Fiziksel nedenlerle yıpranan, eskiyen, teknolojide ortaya çıkan yenilikler sonucu demode olabilen maddi sabit kıymetlerin yıpranma veya aşınma payı olarak her yıl sözkonusu kıymetlerin değerleri üzerinden belirli oranlarda ayrılan karşılık. Maddî sabit kıymetin edinme maliyetini, ekonomik ömür adı verilen kullanım süresi içinde akıla yöntemlerle, ticarî işletmelerde dönem giderlerine, sınaî İşletmelerde de ürün maliyetlerine aktararak dağıtma işlemine amortisman muhasebesi denir.
(Emp1rıcal Statements) Bkz. Tha İfadeler
(Matrıarchy) 1. Matriarki. Kadının hakim konumda olduğu, ilişkilerin kadın merkezli yürütüldüğü toplumsal örgütlenme biçimi.
2. Ana egemenliğine dayanan, sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde anayı esas alan, kadının siyasal görevler üsticndiği sosyal-hukuksal sistem.
(Anachronîsm) Tarih yanılgısı. Tarihsel olay
veya durumların gerçekte meydana geldikleri tarihsel zamanın dışında, değişik zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olan olay veya durumlarla birlikte düşünülmesi; tarihsel olarak farklı dönemlerde meydana gelmiş olan olayların aynı zaman diliminde meydana gelmiş gibi ele alınıp değerlendirilmesi.
(Analıtıcal Phoposıtıon) Yüklemi, öznesinin dışında, ona ek olarak bir bildirimde bulunmayan önerme. Örn. Cisimler yer kaplar önermesinde yer kaplamak cisim kavramının tanımı içinde mündemiç olduğu için, cümlenin yüklemi, öznesi hakkında ayrı bir bilgi vermemektedir. Dolayısıyla bu cümle bir analitik önermedir. Bkz. sentetik
(Analysıs) Bkz. çözümleme
(Analysıs Curve) Bir olgunun belirli değişkenlerle ilişkisinin, çeşitli düzeylerde aldıkları değerlerin koordinat düzleminde işaretlenmesi sonucunda ortaya çıkan noktaların birleştirilmesi suretiyle sürekli bir çizgi halinde, grafiksel gösterimi.
(Capıtal) Bkz. SERMAYE
(Capıtalısm) Bkz. kapitalizm
(Anarcmıstıc Tııeory Of Kxowı.Edge) Alternatif bilgi kaynaklan üzerinde tam bir egemenlik kurarak bilimsel bilgiyi yegâne sağlam bilgi kabul eden moderntsl epistcmeolojiye karşı çıkan; bilginin akıl, duyu, sezgi vb. çeşitli kaynaklardan beslenebileceğini, değişik bilgilenme yollan ile elde edilen bilgilerin bilimsel bilginin tahakkümünden kurtarılmaları gerektiğini; özellikle de bilimsel bilginin siyasî, askerî, hukukî vb. tek bir otoritenin enirine verilerek, genelde tüm insanlar, özelde de belirli toplumsal kesimler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılmasına karşı çıkılması gerektiğini savunan görüş.
(Anarchısm) 1. Kural tanımazlık. Her türlü kural ve
otoriteye karşı olma.
2.
Toplumların yöneticiler olmadan da var olabileceğini savunan siyasal felsefe.
3. Birey ve
toplumun kurtuluşunun, ancak, bir çok olumsuzluğun kaynağı olduğu ileri sürülen
devletin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacağını iddia eden görüş.
4. Otoriter bir devlet yönetimi ve yasalarını reddederek, bireylerin kendi ihtiyaçlarını istedikleri şekilde karşılayabilmeleri için kendi kendilerini organize etmeleri gerektiğini öne süren ideoloji.
(Matrılınearıty) Miras hakkı ve soy zincirinin anne kanalıyla devam ettirilmesi. Bkz. babahanlık, anahanlık.
(Constıtutıon) Bir devletin temel organları ve bunlar arasındaki ilişkileri, siyasal iktidarın oluşturulma biçimi ve topluma yayılmasıyla ilgili genel kuralları, özel ve tüzel kişilerin hak, sorumluluk ve devletle olan ilişkilerinin nitelik ve sınırlarını düzenleyen, çoğunlukla da yazılı olan hukukî metin. Kanunlarla karşılaştırıldığında, onlar kadar kolay değiştirilebilen ve genel hükümler İçeren anayasaya esnek anayasa; ayrıntılı ve değiştirilmesi kanunlardan daha zor ve hattâ değiştirilmesinin hukuken mümkün olmadığı kayda bağlanmış hükümler içeren anayasaya da katı anayasa denir.
(Constıtutıonal Court) Kanun ve meclis içtüzüklerinin anayasaya uygunluğunu denetleyen; cumhurbaşkanının, bakanların, yargıtay, askerî yargıtay, yüksek hakimler kurulu, danışiay, sayıştay başkanı ve üyelerini, cumhuriyet başsavcısını, askerî yargılay başsavcısını ve kendi üyelerini görevlen İle ügili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılayan ve ayrıca anayasayla verilen diğer görevleri de yapan, kararları temyiz edilemeyen yüksek mahkeme.
(Forced Labor) 1. Bir işin birilerince başka birilerine,
bu kişilerin rızaları alınmadan, zorla yaptırılması; keyfî iş yükleme; bu
şekilde yüklenen iş.
2. Marksist ekonomi teorisine göre, feodal rejimde senyör ve kral tarafından istenen bir iş yükü olarak ortaya çıkan, artı-ürün elde etmenin tarihsel biçimlerinden biri.
(Ammısm) 1. Canruhçuluk Canlıcılık. Doğanın bir
bütün olarak ve her varlığın teker teker maddî varlığının ötesinde bir de ruha
sahip olduğunu kabul eden görüş. Bkz. ruhçuluk.
2. Doğal olaylar, hayvanlar ya da doğada varolan başka nesnelere bîr ruh izafe ederek bunlara tapınma temeline dayanan din anlayışı.
(Questıonnaıre) Bir araştırma çerçevesinde, kişilerin düşünce, görüş, veya eğilimlerini tespit etmek amacıyla hazırlanmış soruların bir düzenlilik içinde yerleştirildiği soru kağıdı; bu şekilde bilgi toplamayı amaçlayan araştırma yöntemi.
(Meanıng) 1. Bir kelimenin, sembolün, işaretin, anlatımın, teorinin vs. taşıdığı bilişsel veya duygusal İçerik. 2. işaret İle işaret edilen arasındaki bağlantı.
(Understandıng) 1. Olgu, bilgi veya süreçleri birbiriyle
İlişkili olmaları yahut ilişkisizlikleri bakımından, öğeleri arasında anlam
ilişkisi bulunan bîr zihinsel çerçeveye oturtma.
2. Bir sembol, ifade ya da kavrama, kullanıldığı bağlama uygun bir anlam verme veya ona yüklenmiş olan anlamı kavrama.
(Meanıngfulness/Sıgmfıcance)
1. Bir şeyin anlam kavramı ile, ya
da anlam kavramı dolayırmndan geçirilerek çözümlenebilir olması. Bir nesne,
bir işaret ya da bir önermenin bir anîam ifade edip cimemcsi; söylenen bir
şeyin anlamlı olup olmaması.
2. İstatistiksel anlamda bir deney veya gözlemden elde edilen sonuçların şansa bağlı olup olmaması. Buna göre, belirli işlemler sonunda şansa bağlanamayacağı tespit edilen sonuçlar anlamlı kabul edilir.
(Reasonal Kxplanatıo) Bkz. açıklama
(Agreement) 1. Devletler arasındaki teknik ve idarî
işleri düzenleyen, hükümet temsilcileri tarafından imzalanan ve antlaşmaya
oranla daha az resmî olan belge.
2. Bir işin
gerçekleşmesi, bir sorunun çözüme kavuşturulması veya bir sürecin düzenlenmesi
amacıyla birden fazla tarafın belirli kurallar, ilkeler ve yaptırımlar üzerinde
sözlü veya yazılı olarak uzlaşmaya varmaları.
3. İki veya
daha fazla kişinin ya da tarafın, aralarında yapmış oldukları düşünce yahut
amaç birliği.
4. Belirli bir sektör veya bir faaliyet dalında rekabeti azaltmak İçin, firmaların hukuki özerkliklerini koruyarak, ortak çaba sarfeimek üzere aralarında vardıkları uzlaşma.
(Analogy) 1. İki şey arasındaki benzerliğe
dayanarak birisi ile İlgili yargıyı diğeri için de geçerli sayma.
2. Belirli öncüllerden hareketle, benzer olay ve olgular arasındaki sebep sonuç İlişkilerinden de yararlanarak mantıksal sonuçlar elde etme yöntemi. Bkz. tasım, kıyas.
(Anomıe) 1. Kuralsızlık. Normsuzluk. Genellikle toplumsal geçiş dönemlerinde veya bir toplumun hızlı değişim geçiren kesimlerinde görülen ve varolan kuralların kişiler nez-dindeki bağlayıcılıklarının kaybolması, buna karşılık yeni kurallann da eskilerinin yerine ikame edilecek kadar kabul görmemesi sonucu, kişilerin davranışlarını uyduracakları etkin toplumsal normların olmadığı, göreli normsu/luk durumu. (E. IXırkheini) 2. Bir toplumdaki mevcut kültürel değer ve sosyal amaçlar İle o lopiumda yaşayan bireylerin söz konusu amaç, değer ve kurallara uygun olarak davranma ve yaşama İstekleri arasında belirgin bir farklılaşmanın ortaya çıkması sonucu toplumsal iiişkiîeri düzenleyen kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa ve kuralsızlık durumu. Bkz. yabancılaşma.
(Anomıc Slıcıoe) Bkz. İntihar
(Joınt-Stock Company) En az beş kişi tarafından kurulabilen, bir ticarî unvana sahip, esas sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız mal varlığıyla sorumlu bulunan ve ortakların sorumluluğu taahhüt etmiş oldukları sermaye paylarıyla sınırlı olan ticarî şirket. Anonim şirketler esas mukavelede açıkça belirtilmek şartıyla, kanunen yasak olmayan her türlü iktisadî faaliyetle uğraşabilirler.
(Abnormal Behavıour) Belirli bir sosyal bağlam içinde yaş, cinsiyet ve statüsüne göre kendisinden beklenenin dışında, genci kabule ters bireysel davranış. Bu tür davranışların ruhsal nedenlerini inceleyen disipline de anormal davranış psikolojisi denir.
(Psychoiogy Of Ab-Normal Behavıour) Bkz. anormal davranış
(Antagonısm) Bkz. hasımlık
(Entente) İki ya da daha fazla ülke arasında yapılan ve çok fazla yükümlülük getirmeyen zayıf bir bağdaşıklık.
(Antınomy) İki kural, önerme ya da kanun arasındaki zıtlık. İki ilkenin birbirlerini reddedecek biçimde çatışması. Tersi de, kendisi de aynı ölçüde ispatlanmaya elverişli, dolayısıyla kesin çözümü mümkün olmayan çelişki.
(Antısemıtısm) Yahudi düşmanlığı. Yahudiliğin özünde barındırdığı üstün ırk inancı nedeniyle, Yahudilere karşı düşmanca duygular besleme. Önceleri Museviliğe kar-Şi beslenen dinsel tepki ve Musevilere karşı duyulan antipalinin, 19- yüzyılın ikinci yarısından itibaren ırkçı bir boyut kazanmaya başlayarak, özellikle de Almanya ve Avusturya'da, bu ülkelerde barınan diğer insanlara kıyasla çok İyi şarilar altında yaşayan Yahudilere karşı, onları sosyal ve hukukî haklardan mahrum etmeye, hattâ toplu kıyımlarına cevaz veren düşmanca bir tavra dönüşmesi.
(Antıthesıs) Bkz. diyalektik mantık
(Trkaty) Devletler arasında yazılı, uluslararası hukuk uyarınca yükümlülükler doğuran, varolan yükümlülükleri değişiren veya sona erdiren bir istek birleşmesi; resmiyet ve bağlayıcılığı yüksek uzlaşma belgesi.
(Warkhousing SYSTEM) Vergiye tabi yabancı malların, ülke içinde ayrılmış bir yerde, vergi Ödenmeksizin bir müddet alıkonmasını sağlayan sistem. Eşyanın konduğu yere antrepo adı verilir. Antrepoya konan eşya bir bakıma ulusal sınırlar dışında sayıldığından eşya antrepodan çıkarılıp ithal işlemine tâbi tutulduğu takdirde vergiye konu olur.
(Anthropology) İnsanhnv İnsanın biyolojik olarak kökenini ve toplumların sosyokültürel gelişimlerini İnceleyen bilim dalı. Toplumların kültürel kurum yapı ve değerlerini karşılaştırmalı olarak inceleyen antropoloji dalına kültürel antropoloji; insanların İçinde yaşadığı coğrafî şanlar ile biyolojik yapıları arasındaki İlişkileri konu edinen disipline fiziksel antropoloji; toplulukların sosyal yapılarını inceleyen disipline sosyal antropoloji; değişik ırklarla ilgili anatomik bilgilerin biraraya getirilip sınıflandırılması ile uğraşan disipline de antropometri denir.
(Anthropometry) Bkz.
antropoloji
(Anthropomorp1ıısm) 1. İnsanb İçimettik Evrene yahut insan
dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen, her nesnede hattâ
soyutlamada, insanda varolanlara benzer unsurlar buiup arada paralellikler
kuran yaklaşım.
2. Tanri'nın, insandan daha güçlü ve yetkin olmakla birlikte, şekil ve nitelik açısından temelde insana benzediğini kabul eden felsefi görüş. Tanrıyı insan suretinde tasavvur etme anlayışı.
(Antııropocentrıcısm)
1.
İnsan-merkezcilîk. İnsanı evrenin merkezine yerleştiren, insana ait değerlerin
evrenin işleyişinde merkezî bir konuma sahip olduğunu savunan ve varoluşu
sadece insanın deneyimleriyle sınırlayan yakiaşım. İnsanı, tüm değerlerin
referans kaynağı kabul etme anlayışı.
2. Evrendeki bütün varlıkların ve bu varlıklar arasındaki ilişkilerin, insanın bilgi, çıkar ve eğilimleri doğrultusunda kavranması, anlamlandınlması ve değerlendirilmesi.
(A Posteriori) Deney sonrası. Sonsal. Deneyimle kazanılan; deneyden sonra gelen; deneye ve olgulara dayanan; deneyimden önce var olmayan. Tecrübeden Önce zihinde mevcut olmayan, tecrübe İle kazanılan bilgiye de a posteriori bilgi denir.
(A Posteriori Knowledge) Bkz. a posteriori
(A Prıorı) Deney öncesi. ÖnseL Hem zaman, hem de mantıksal açıdan deneyimden önce gelen. Deneyimden önce zihinde varolduğu, zaman ve mekâna göre değişmediği kabul edilen ve doğrudan akla dayandırılan bilgiye de a prîori bilgi denir.
(A Prıorı Knowledge) Bkz. apriori
(Intermedıate Goods) Üretim sürecinde bir malın üretimi aşamasında, nihaî malın elde edilebilmesi İçin girdi olarak kullanılan, hammadde niteliğini kaybetmiş, yarı üretilmiş mallar. Örn. bir arabanın üretiminde kullanılan çeşitli parçalar.
(By-Electîon) istifa, ölüm yahut milletvekilliğinin düşmesiyle parlamentoda boşalan sandalyeler, veya boş bulunan belediye başkanlıkları için normal seçim süresinden önce yapılan milletvekilliği veya belediye başkanlığı seçimi.
(Medıatıon) 1. İki şeyin arasını bulma; iki taraf
arasındaki anlaşmazlığı giderip tarafları barıştırma.
2. Uluslararası İlişkilerde, iki devlet arasındaki uyuşmazlıkları, mü zakerelere aktif olarak katılan üçüncü bir devietin, kişinin veya uluslararası bir organın yardımıyla dostane bir çözüme götüren uygulama; ya da taraflar arasındaki anlaşmazlıkların barışçı yollardan çözüme kavuşturulmasına yardımcı olması amacıyla tayin olunan kimsenin görevi.
(Interval Scale) Bkz. ölçek
(Dıstrıbuted Practıce Met-Hqd) Tekrarların arasına dinlenme sürelerinin yerleştirildiği ve sürekli tekrar yöntemine göre genellikle daha başarılı sonuçlar alınmasını sağlayan bir çalışma ve öğrenme yöntemi.
(Accıdent) Bkz. İlinek
(Arbıtrage) 1. Döviz piyasalarındaki kur
farklılıklarından yararlanarak dövizi ucuz olduğu piyasadan alıp, pahalı
olduğu piyasada satmak. Çapraz kur farklarından yararlanmak suretiyle kazanç
sağlama. Bu İşleme döviz arbitrajı da denir.
2. Piyasadaki faiz farkları dolayısıyla likit fonları düşük faizli piyasadan yüksek faizli piyasaya kaydırmak yoluyla kâr elde etme. Bu işleme faiz arbitrajı da denir.
(Dıachronısm) Değişimin kavranmasını mümkün kılmak için, doğrusal bir çizgide, düzenli aralıklara bölünerek kavranan saat zamanına göre birbirinden önce ya da sonra gelmek, niceliksel zaman açısından birbirine öncelik sonrahk ilişkisi ile bağımlı olmak.
(Jargon) Jargon Çok dar bir sosyal aitgrup tarafından . kullanılan kelime veya deyim. Belirli davranış biçimleri veya eylemleri ifade etmek üzere geliştirilmiş, genellikle yazı dilinde değil, sözlü dilde kullanılan kaba deyim, kelime veya İfade grubu.
(Accıdental Income) Sürekli olmayan kaynaklardan sağlanan ve kişilerin normal tüketim harcamalarında önemli bir değişiklik meydana getiren gelir. Örn. Millî piyango çekilişinden çıkabilecek bir ikramiye, işletmelerce çalışanlarına verilen ikramiyeler., gibi.
(Arıstocracy) 1. Soyhi yönetimi Yönetimde soyluların
egemen olduğu düzen.
2. Devlet yönetiminin, soyluluk ve sosyal statü bakımından toplumda sivrilmiş seçkinler grubunun tekelinde bulunduğu siyasal sistem.
(Progressıve Tax) Müterakki
vergi. Vergi tabanı artukça vergilendirme
oranının da yükseldiği vergi türü. Bkz.
(Surplus Valüe) Artı değer. Bir ürünün toplam değerinin, o ürünün üretimini gerçekleştiren işçilere ödenmeyen bölümü. Değerin, emek sahibine verilmeyen kısmı.
(Surplus Labor) Karşılığı ödenmeyen emek. İşçinin ücretini aldığı normal çalışma süresinin dışında kalan ek-süre zarfında sarfettiği, karşılığı kendisine ödenmeyen emek. Marksist kurama göre, insanın insan tarafından sömürülmesi temeline dayanan üretim biçimlerine özgü tarihsel bir kategori oian artık emek ya da artı emek, işgücünün maliyeti ile ürettiği ürün değeri arasındaki farka tekabül eden emeği belirtir.
(Artıculatıon) Bkz. eklemlenme
(Supply) 1. Sunum. Bir malın üretim ve ithalatı
toplamından stokların düşülmesiyle elde edilen, tüketime sunulan miktarı.
2. Belirli bir piyasada çeşitli fiyat düzeylerinde satıcıların "bir maldan satmayı düşündükleri miktar. Bir malın çeşitli fiyat düzeylerine karşılık gelen arz miktarlarının belirlenerek sözko-nusu fîyat-miktar bileşimlerinin koordinat düzleminde birleştirilmesiyle elde edilen eğriye de arz eğrisi denir.
(Prıce Elastıcıty Of Supply) Bkz. Esneklik
(Supply Sîde Economıcs) Keynesgil teorinin toplam talep üzerine çok fazla ağırlık vermesine bir tepki olarak doğan ve temel amacı hızlı ekonomik büyüme ile düşük enflasyonu birarada gerçekleştirmek olan İktisat dalı. Buna göre vergi oranlan temel politika aracı olmalı ve bu oranlar tasarruf etme ve çalışma şevkini kıracak kadar yüksek olmamalı, sosyal güvenlik harcamaları da işgücünü tembelliğe özendirmeyecek bir düzeyde tutulmalıdır.
(Law Of Supply And Demand) Sunum-îstem Yasası. Diğer faktörler aynı kalmak koşuluyla, fiyatı yükselen malın arzının artıp, talebinin azalması; fiyatı dü-Şen malınsa arzının azalıp, talebinin artması; ya da tersinden, arz yükselirken fiyatın düşmesi, talep yükselirken fiyatın yükselmesi kuralı. Bir malın belirli bir piyasada fiyat düzeylerindeki çeşitli artışlar karşısında satıcıların satmayı düşündükleri mal miktarını artırmaları; alıcıların da almayı düşündükleri miktarı azaltmaları ilkesi. Kısaca istisnalar dışında mal ve hizmetlerin fiyatları İle arzları arasında doğru, talepleri arasında ters orantının bulunması. Dolayısıyla arz eğrisi pozitif (koordinat düzleminde yukarı doğru yükselen), talep eğrisi ise negatif (koordinat düzleminde aşağı doğru giden) eğimlidir.
(Group Feelıng) Bir topluluk, cemaat, veya toplumun bireyleri arasındaki yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan, direnme ve atılım yapabilmeyi mümkün kılan sosyal bağlılık duygusu. Gerek üretim gerekse sosyal-siyasal ilişkilerde birlikte eylem yapabilmeyi ifade eden asabiyet olgusu, kan bağından kaynaklanabileceği gibi, din, dil, kültür yahut gelenek birliğinin bir sonucu olarak da ortaya çıkabilir. [1]
(Subsıstence Level) En düşük ge-çim düzeyi. Kişinin kendini yeniden üretebilmesi, İşini yapabilmesi ve sağlıklı yaşayabilmesi İçin zorunlu fiziksel gereksi nimlerini ve hayatını İnsanlık haysiyetine yaraşır biçimde devam ettirebilmesi için zorunlu sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecek geçim düzeyini sağlayacak en düşük gelir miktarı,
(Minimum Wage) Bir işçinin çalıştırılabileceği en düşük ücreti gösteren ve hükümet karan ya da toplu sözleşmeyle belirlenen ücret düzeyi. Asgarî ücret, işçinin zorunlu gereksinimlerini günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılayabileceği bir miktar olarak kabul edilir.
(Assımılatıon) 1. Güçlü bir toplum veya kültürün daha
zayıf toplum ve kültürleri kendi içinde dönüştürerek eritmesi, kendine
yamaması.
2. Bir bireyin doğup büyüdüğü toplumun dışında bir toplumla veya azınlık ya da göçmen bir topluluğun başka bir toplulukla geliştirdiği ilişkiler sonucunda kendi özgün kültürel kimliğini yitirmesi ve yeni kültür ortamında eritilmesi.
(Mılıtary Democracy) Askerî liderlerin savaş dönemlerinde donatıldıkları hak ve yetkilerin barış döneminde geri alındığı, böylece eşitlikçi yapının korunduğu, gens sisteminin yıkılışı ile devletin ortaya çıkışı arasındaki dönemin siyasal örgütlenme biçimi. İL. H. Morgart
(Astrology) Yıldızlar ve galaksilerin hareketleri ile kişilik ve insan davranışları arasında ilişki kurarak, doğum veya önemli olayların meydana geliş tarihine göre insanları gruplara ayıran bilim dalı. Doğum tarihlerini esas alarak insanların karakter yapılarına İlişkin çözümlemeler yapmayı konu edinen disiplin.
(Asiatıc Mode Of Productıon) Atüt. Avrupa'da feodal üretim tarzının egemen olduğu Orta-çağ'da, Asya toplumlarında geçerli olan üretim tarzını İfade etmek üzere türetilen kavram. İlk kez K. Marks tarafından kullanıldığı kabul edilen Atüt, çağın temel üretim aracı olan toprağın mülkiyetinin devlete ait olduğu, küçük elsanatlan ve tarımla uğraşan kapalı köy birimlerinden oluşan Asya toplumlarında, ürünün bir bölümüne devletin elkoyduğu, buna karşılık ulaşım, haberleşme, ve sulama gibi bayındırlık hizmetlerinin merkezî otorite tarafından Yerine Getirildiği Bir Toplumsal Yapılanmayı İfade Etmektedir.
(Inferıor Goods) Düşük mallar. Gelir düzeyi yükselirken, tüketim talepleri azalan mallar. Aşağı malların taleplerinin gelir esnekliği negatiftir; gelir yükselirken talepleri düşer. Örn. Düşük gelir düzeyinde çok patates tüketen birisinin, gelir düzeyi yükseldikçe patates yerine et vb. daha pahalı besin maddelerini ikame etmesi nedeniyle patates talebinin düşmesi, patatesin bir aşağı mal olduğunu gösterir.
(Comlex Of Inferıorıty) Kişinin kendisini başkalarıyla karşılaştırdığında farketüği bir eksikliğinin kendine olan güvenini sarsacak derecede kaygılı, belirsiz ve güvensiz tavırlara dönüşmesi. Bkz. odip kompleksi, hadımlık Karmaşası, Kompleks.
(Theory Of Stages Of Develop-Ment) Her toplumun kalkınma sürecinde tarihsel olarak belirli aşamalardan geçeceğini ve temel özellikleriyle bu aşamaların her toplum için aynı olacağını ileri süren kuram. Sözko-nusu kalkınma ya da büyüme aşamaları şunlardır: Geleneksel toplum aşaması, hazırlık aşaması, harekete geçme aşaması, olgunlaşma aşaması ve kütlesel tüketim aşaması. [2]
(Tıthe) Öşür. Osmanlı Devleti'nde tarımsal gelirlerden aynî olarak ve onda bir (1/10) oranında alınan vergi türü. Merkezin güçlü olduğu dönemlerde Osmanlı maliyesinin temel gelir kaynaklarından birisini oluşturmuş olan aşar, merkezin gücünün zayıfladığı dönemlerde yozlaşarak yerel güçlerin halk üzerinde bir baskı ve sindirme aracı haline dönüşmüş, ni hayet Osmanlının dağılmasından kısa bir süre sonra (1925) yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca bkz. seri vergiler.
(Över Employment) Tam istihdam sınırına yaklaşılmış bir ekonomide, emre hazır işgücü miktarının, çeşitli üretim kolları arasındaki uyumu sağlayan geçici işsizlik düzeyinin altına düşmesi. Aşın istihdam, emek arzının emek talebini karşılayamadığı konjonktürlere özgü bir dengesizlik durumu olarak kabul edilir.
(Över Exploıtatıon) Marksist iktisat terminolojisinde, İşgücü değeri ile sözkonusu işgücüne ödenen ücret arasındaki denkliğe uyul mamasından kaynaklanan farklılaşma, ek sömürü. Buna göre, ilke olarak, ücretin parasal açıdan işgücünün değerine eşit olması gerekirken, işgücünün kendi normal fiyatından daha düşük bir fiyata satın alınması sonucunda işçinin kazancının eksilmesi, dolayısıyla sermayedarın daha büyük artık değer elde etmesi aşırı sömürüyü ortaya çıkarmaktadır.
(Clan) Klan. Anne veya baba yoluyla aynı atadan geldiğine inanan, aynı kültürü paylaşan ve aynı coğrafî alanı kullanan, bu yüzden de aralarında sıkı bir bağlılık ilişkisi görülen küçük insan topluluğu. Bkz. kabile, gens.
(Transcendental) Sınırı aşan. Üstün olan, Deneyüstü. Transandantal. Bir ontolojik kategori olarak insanlık düzeyini-nin üstünde, insan bilincinin kavrayış alanının dışında bulunan, insana göre üstün olan. Bkz. içkin.
(Attache) Siyasal, askerî, ekonomik, tarımsal ve kültürel alanlarda uzmanlaşarak kendi uzmanlık alanındaki etkinliklerle ilgili raporlar hazırlayıp temsilcilik yapan diplomatik misyona bağlı teknik uzman.
Ateizm (Atheısm) Tanrıtanımazlık. Tanrı'yı inkâr felsefesi. Herşeyi yaratan ve evrendeki İşleyişi kontrolü altında bulunduran tabiatüstü bir gücün varlığını reddeden, İlâhî bir otorite tanımayan görüş. Ateizmin yalnızca Tann'nın İnkân ile yetineninden, Tann'nvn insanı değil, insanın Tann'yı yarattığını veya insanın kendi kendine yeter bir varlık olup, Tanrıya ihtiyacı olmadığını savunanına kadar çeşitli versiyonları vardır.
(Unutıused Capasıty/Idle Capacıty) Ekonomik üretim birimlerinin kurulu kapasiteleri ile fiilî üretim dü zeyleri arasındaki fark; kullanılmayan, yararlanılamayan kapasite. Örn. yıllık 10.000 makina üretim kapasitesi olan bir firmanın talep yetersizliği, hammadde yahut finansman sıkıntısı yüzünden yılda fiilen 5.000 makina üretebilmesi halinde kullanılmayan bu kapasite âtıl kapasitedir.
(Demand For İdle Money) Bir ekonomide belirli bir dönemde spekülasyon güdüsüyle elde tutulmak İstenen para miktarı. Atıl para talebinin faiz haddinin bir fonksiyonu olduğu ve bu değtşke.nier arasında ters yönlü bir ilişki bulunduğu, dolayısıyla paranın fiyatı olan faizin yükselmesi durumunda, âtıl para talebinin düşeceği kabul edilir.
(Atomısm) Gerçekliğin nihaî olarak daha küçük parçalara bölünemeyen en küçük birimler olan atomların bir araya gelmesi ile oluştuğunu savunan; gerçeği atomlardan yola çıkarak açıklayan görüş.
(Atomızatıon) Sanayi devriminden sonra meydana gelen sosyal ekonomik ve siyasal değişimin bir sonucu olarak aile, yakın akraba ve komşuları ile olan geleneksel bağlan çözülen ve böylece birincil İlişkileri ortadan kalkan bireylerin İkincil, formel ve bürokratik ilişkilerle bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan yalnızlaşma süreci. Bkz. yabancılaşma, Anomi.
(Advance) 1. İleride hakedilecek olması ve
ödenmesi kararlaştırılmış bir borcun Önceden peşin ödenen kısmı.
2. Belirli
bir süre sonunda geri alınmak üzere verilen para.
3. Bankacılıkta cari hesap şeklindeki maddî teminatlı (menkul teminat karşılığında verilen) kredi.
(Hunter And Food-Gatherıng Socıety) Yerleşik bir örgütlenmeye sahip olmayan, geçimini avlanma ve yenilebilir yabanî bitkileri toplama yoluyla sağlayan toplum modeli.
(European Communısm) 1970'lerin ortalarında ispanyol, italyan ve Fransız komünist partileri tarafından Avrupa'nın Özgül durum ve şartlarına daha İyi uyduğu iddia edilerek ortaya atılan ve bir siyasal yönetim biçimi olarak proleterya diktatörlüğünün, en azından Avrupa için, kabul edilemez olduğunu savunan, onun yerine çok partili, halkın çıkarlarını devletinkilerden üstün gören, ve Avrupa'nın genel kabul gören söylemine uygun, kişi hak ve özgürlüklerini temel alan bir yönetim biçimini öngören siyasal görüş. Avrupa Komünizmi, hem komünistlerin geniş halk desteği sağlayarak iktidara gelebilmek, hem de sosyal demokratların, komünistlerin de desteğini almak İçin buldukları bir ara formül olarak değerlendirilmektedir. Bkz. sosyal demokrasi.
(Austrıan School) «Mal ve hizmederin değişim değerini faydanın yarattığını, dolayısıyla değerin sübjektif bir karakter taşıdığını; bir şeyin fayda ya da değerini, o şeyin üretiminde kullanılan son birimin faydasının (marjinal fayda) belirleyeceğini ve nihayet bir malın değişim değerinin, sözkonusu malın üretimine dahil olan faktörlerin de değerini belirleyeceğini savunan; başlıca temsilcilerini C. Menger, F.V. Wieser, Böhm-Bawerk ve L.V. Mİses'in oluşturduğu 19. yüzyılın sonlarında etkili olmuş Neoklasİk-marjİnaÜst okulun Avusturya kolunu oluşturan iktisat okulu. Viyana Okulu olarak da anılmaktadır.
(Insurrectıon) Bkz. isyan
(Enlıghtened/Intellectual)
1. Münevver. Entel-lektüel Zihinsel
faaliyetle yoğun olarak meşgul olan, hakikatin bilgisi peşinde koşan insan.
2. Kendi tarihsel ve toplumsal konumunun bilincinde, içinde yaşadığı toplumun problemlerinin farkında olan, bu özelliklerinden dolayı da içinde yaşadığı topluma Öncülük etme rolünü üstlenmiş insan. Bkz. çevre aydını, Sahte Aydın, Aydın Despotizmi.
(Benevolent Dıctator) Toplumsal kriz dönemlerinde görülen, çoğunlukla halkın oylan ile seçilmesine rağmen ülkeyi düze çıkarmak, İçine düşülen sıkıntılardan halkı kurtarmak, refah ve mutluluk getirmek gibi amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli olduğunu düşünerek, halkının üzerinde baskı kuran ulusal Üder yahut diktatör:
(Intellectuals'
Despotısm) 1. Bir toplumu
denetimlerinde tutmak ve kendi egemenliklerinin devamını garantilemek isteyen
bilim, kültür ve sanat erbabının her türlü alternatif düşünce ve karşıt oluşuma
karşı takındıkları baskıcı, hoşgörüsüz ve acımasız tutum. Bkz. çevre aydını, aydın.
2. Düşünce hayatının muhtelif köşebaşlannda yerleşik en-tellektüellerin, yeniye geçit vermeyen tekellerini ısrarla koruma çabası İçinde olmaları, müstebit bir tavırla düşünce ve sanat yaşamını vesayetleri altında tutmaya çalışmaları ve genç kuşakların üzerinde zihinsel denetim ve sosyal baskı oluşturma eğilimlerinin despotik bir nitelik kazanması.
(Alıenatıon Of Inteuectuals) Bkz. Yabancılaşma
(Enlıghtenment) 1. İnsan ve doğayı ortak bir akıl
paydasında birleştirerek, aklı nesnel bir bilgi üreteci, insanı da üretilen bu
nesnel bilgiyle evreni sınırsız bir şekilde dönüştürme hak ve yetkisine sahip
bir ontolojik kategori olarak gören beşerî anlayış.
2. Kendi zihinsel ürünleri dışında, insanın hayatını biçimlendirecek hiç bir ilke ve değer kabul etmeyen ve 17. yüzyılın başından itibaren Batı dünyasında egemen olmaya başlayan anlayış.
(The Enlıghtenment) Batı dünyasında, rönesans ve reform hareketleriyle başlayarak, önceleri kilisenin dogmalarına karşı bir başkaldırı niteliğinde İken zamanla, dinin yol göstericiliğini reddeden ve insanın İlerlemesinin ancak akıl ve bilim sayesinde gerçekleşebileceğini kabul eden bir anlayışa dönüşen aydınlanma düşüncesinin egemen olduğu zihinsel dönüşümün meydana geldiği dönem.
Kişinin eşya ile doğrudan doğruya olan ilgisinden kaynaklanan; başkalarına karşı eşya cinsinden (aynen) öne sürebileceği haklar. Eşyaya da mal cinsinden olmayıp da parasal olarak İleri sürülebilecek haklara da nakdî haklar denir.
Borçlunun, alacaklıya karşı, mal varlığına dahil olan belirli bir mal ya da eşya ile aynen sorumlu olması, diğer mallarının bu sorumluluğun kapsamı dışında tutulması.
(Guarantee İn Kim) Bir borca karşılık olarak gösterilen taşınır veya taşınmaz rehin. Nakit cinsinden olmayan garanti. Borcun ödenmemesi durumunda alacaklı, alacağına karşılık teminat olarak konulan rehine el koyabilir.
(Wage İn Kınd) Mal cinsinden ücret. Piyasa mekanizmasının tam gelişmediği ortamlarda geçerli olan ve üretim faaliyetinde kullanılan emek faktörünün üretilen üründen alacağı payın para oiarak değil, yine mal cinsinden ödenmesi durumunda sözkonusu olan ücret.
(Aıd İn Kınd/Publıc
Relıef) 1. Nakit cinsinden olmayan,
gıda yardımı, teknik yardım vb. gibi mal ya da eşya olarak, aynen yapılan
yardım. Ayrıca bkz. diş yardım.
2. İktisadî ve sosyal durumları itibariyle korunmaya muhtaç olan kişilere İnsanî ve sosyal amaçlarla, herhangi bîr karşılık beklenmeksizin yapılan yardım.
(Separatısm) Bir devletin sınırları içerisinde ya-şayan etnik, dinsel veya coğrafî konumu itibariyle farklılık ar-zeden bir bölgenin sözkonusu devletten koparılarak bağımsız hale getirilmesi amacını güden siyasal görüş; bu görüşten yola çıkan hareket.
(Dımınıshıng Margınal
Utı-Lıty) 1. Tüketici bireyin bir
maldan tüketmekte olduğu homojen miktarlar artarken, her ek birimin toplam
faydada yaptığı değişikliğin giderek azalması durumu.
2. Belirli bir maldan tüketilen birimler arttıkça, her ek birimin tüketilmesinden elde edilen marjinal faydanın giderek azalması ya da azalan bir eğilim göstermesi.
(Regressıve Tax) Mütedennî vergi. Vergi matrahı büyüdükçe vergilendirme oranının azaldığı vergi türü. Vergi adaletine aykırı özelliği nedeniyle bu vergi, yaygın kullanımı olan bir vergi türü değildir. Bkz. artan oranlı
(Law Of Dımınıshıng
Re-Turns) 1. Üretim sürecinde
bir faktörün verimliliğinin sürekli
artmayacağı ya da sabit kalmayacağı, tersine verimin eninde sonunda
azalacağını İfade eden kural.
2. Üreıim teknolojisi veri İken, bir malın üretimi için kullanılan faktörlerden, diğerlerinin sabit tutulup birinin miktarının artırılması durumunda, sözkonusu faktörün veriminin başlangıçta yükselirken, belirli bir maksimum noktaya ulaştıktan sonra da azalmaya başlayacağını ifade eden kanun.
(Underdeveloped Coüntrıes) Sanayileşmiş ülkeler dışında kalan, kişi başına düşen reel gelir düzeyinin nisbî olarak düşük ve ekonomik büyümenin yavaş olduğu ülkeler. Düşük gelir düzeyinin yanısıra azgelişmiş ülkeleri karakterize eden diğer özellikler olarak, yatırım hacmi ve tasarruf eğiliminin düşüklüğü, altyapı yetersizliği, gelir dağılımının bozukluğu, tarım kesiminin ekonomideki payının yüksekliği ve nüfus artış hızının yüksek oluşu sayılabilir.
(Development Of Underde-Velopiment) A.G. Frank'ın Lâtin Amerika ülkelerindeki incelemelerinden hareketle geliştirdiği ve geri kalmış ülkelerdeki azgelişmişlik olgusunu, sözkonusu ülkelerin dünya kapitalizminin gelişmesine paralel olarak, uzun yıllardan bu yana dünya işbölümüyle bütünleşmiş olmalarına bağlayan yaklaşım. Buna göre, azgelişmişlik, uydu konumundaki azgelişmiş ülkeler ile merkez konumundaki gelişmiş ülkeler arasında, kapitalizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de devam eden iktisadî ilişkilerin tarihsel bir ürünüdür.
(Underdevelopment) l. Geri kalmışlık. Ge-İişmemişlik. Gelişememişlik. Sanayileşememiş, tarımda makineleşmeye geçememiş, şehirleşme ve genel nüfus içinde okuma yazma oranının düşük olduğu, bilimsel ve sanatsal etkinliklere fazla kaynak ayiramayan ülke ya da bölgeleri, gelişmiş kapitalist ülkelerden ayıran Özellik. 2. Marksist iktisat kuramına göre, sömürgecilik ve dünyanın emperyalist güçler arasında paylaşılması çerçevesinde, rekabet yasası ve kâr peşinde koşmanın yoîaçtığı uzun tarihsel sürecin kaçınılmaz sonucu olarak, bazı ülke veya bölgelerin ekonomik, sosyal ve siyasal bakımdan kapitalizm öncesi aşamalarda kalması veya bırakılması.
(Mınorıty Government) Bir ülkede bir siyasî parti ve liderin meclisten güvenoyu alabilmek İçin yeterli sayıda milletvekiline sahip olmamasına rağmen, tek başına veya diğer partiler ile kurmuş olduğu ve salt çoğunluğa sahip olmayan hükümet.
(Patrıarchy) Patrîarkİ. Erkeklerin ya da erkeklik zihniyetinin her türlü sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel karar ve ilişkilerde belirleyici olduğu toplumsal örgütlenme biçimi.
(Patrilınearıty) Miras hakkı ve soy zincirinin özellikle baba kanalıyla devam ettirilmesi..
(Dependent Varıable) Bkz. değişken
(Dependence Need) Danışma, nasihat alma veya duygusal destek temin etmek için, bireyin çevresindeki kişilere dayanma ihtiyacı.
(Dependence Theorıes) Dünya ekonomisini lek tek ülkelerin üstünde bir global sistem olarak ele alan, azgelişmiş ülkeleri, sözkonusu kapitalist dünya sistemimin gelişmesi sürecinde aldıkları roller çerçevesinde inceleyen ve bu ülkelerin sistemle ilişkilerini bağımlılık ilişkisi içinde açıklayan kuramlar.
(Independent Varıable) Bkz. değişken
(Correlatıon) Bkz. korelasyon
(Immünızatıon) Gerek toplumsal, gerek ruhsal ve gerekse zihinsel düzeyde, kişilerin değer, tutum veya anlayışlarına daha az ters düşen bilgi veya durumlarla yüzleştirilmek suretiyle, kendilerine ters düşen durumlara karşı daha iyi donatılarak düşünce, tutum veya anlayışlarının güçlendirilmesi, değişmeye karşı dirençlerinin artırılması.
(Context) 1. Bir kelime, ifade veya görüngünün anlamını
belirlemede katkısı olan koşulların tümü.
2. Bir olay ya da ifadenin anlamını oluşturan ve içerimini belirleyen olgusal, kavramsal veya dizgesel çerçeve. Bkz. olgu bağlamı, sosyal Bağıam.
(Non-Alıgnment) Bir devletin askerî veya siyasî güçlerinin büyük devletler tarafından kendi amaçlan doğrultusunda kullanılmasını reddeden dış politika stratejisi.
(Non-Alıgnment Movement) 1950'İi yılların sonuna doğru Birleşmiş Milletler'dekİ üye sayı dengesinin Üçüncü Dünya'ya doğru kayması ve Güney-Sovyetler Birliği ilişkilerinin bozulması sonucu ortaya çıkan ortamda gelişen; Kuzey'in Güney'e müdahalesini eleştiren, dünya politikasının NATO ve Varşova Paktı tarafından belirlenmesini protesto eden, ideolojik ve politik rekabetin doğurduğu kutuplaşmaya karşı çıkan ve barış İçinde birarada yaşama kuralına uygun bağımsız bir dış politika, bağımsızlık hareketlerinin desteklenmesi, hiçbir askerî ittifaka üye olmamak ve kendi topraklarında yabancı bir askerî gücün bulunmasına izin vermemek gibi ilkeler etrafında Hindistan'ın önderliğinde bi-raraya gelen devletlerin oluşturduğu uluslararası hareket.
(Belongıngness Needs) Bkz. İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı
(Bank) 1. Temel işlevi para ticareti, belirli
bir ücret karşılığında para ahp-satmak olan, kapitalist sistemin düzenli işleyebilmesi
için ihtiyaç duyulan sermaye akımının sağlanmasında önemli rol oynayan, fînans
sektörünün motoru niteliğindeki İşletme.
2. Tasarruf sahiplerinin tasarruflarını mevduat olarak belirli faiz lerle toplayıp, yine belirli faizlerle İşadamlarına aktaran, böylelikle tasarrufların yatırıma dönüşmesi sürecinde aracılık yapan; bunun yamsira havale yapmak, senet ıskonto etmek, senet tahsili yapmak, çek vermek, ticaret finansmanına yönelik hizmetler sunmak., vb. ticari ve ekonomik yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik çeşitli faaliyetler yürüten finansal hizmet kurumlan.
(Banker) 1. Bankacı, bankacılıkla meşgul olan
kişi.
2. Para, kredi, hisse senedi, tahvilat, kıymetli evrak ve benzer menkul değerler ahmTsatımı ile uğraşan, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını faiz karşılığı İşleten kişi.
(Banknote) Emisyon kurumunca tedavüle çıkarılan ödeme araçlarının ya da efektif paraların genel adı; kağıt para. Karşılığı bulunan para. Daha Önceleri tedavüldeki banknoüa-nn, bunları dolaşıma çıkaran kurum nezdinde altın olarak karşılığı bulundurulurken, 1929 dünya iktisadî buhranını izleyen yıllarda para ile altın arasındaki bu bağ kopmuştur.
(Barbarısm) 1. Etnik kökeni Roma ve Yunan'a
dayanmayan İnsanlara ait her şey.
2. Evrimci yaklaşıma göre insanlık tarihindeki aşamalardan biri. Buna göre ekonomik yapının avcılık ve toplayıcılığa dayandığı döneme yabanilik dönemi; tarımın geliştirilip yerleşik hayatın başladığı döneme de barbarlık dönemi denmektedir. Bu bağlamda, hayvanların evcilleştirildiği ve sulu tarımın yapıldığı döneme, orta barbarlık dönemi; demirin kullanılmaya başlandığı döneme yukarı barbarlık dönemi; yazının İcadı ile başlayan döneme de uygarlık dönemi adı verilmektedir. (L.H. Morgan) Bkz. Uygarlık. Bedeviyet, Hadariyet.
(Peacefull Appkoaches) Uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümü, ortak güvenlik, silahsızlanma, barışa yapısalcı yaklaşım gibi, savaş ve savaşın yolaçtığı felâketlere karşı bir reaksiyon olarak doğan ve uluslararası organizasyonlar aracılığı ile barışın korunması yönünde geliştirilen yaklaşımlar.
(Presentıment) Bkz. önsezi
(Pressure Group) Siyasal karar organlarını belirli amaçlar doğrultusunda etkileyip yönlendirmek için oluşan ya da oluşturulan örgütlü topluluk. Ortak çıkarların korunması için biraraya gelmiş, asıl amacı da siyasa! otoriteleri sozkonu-su çıkarlar doğrultusunda yönlendirmek olan örgütlenmiş gruba çıkar grubu; dar anlamda belirli bir grubun çıkarları yerine, bütün İnsanları İlgilendiren değerleri veya belli ahlâkî ilkeleri korumak ve savunmak için oluşturulan gruba da davranış grubu denir.
(Despotısm) Bkz. Despotizm
(Stereotype) 1. Kalıp yargı. Toplumsal bir grup,
sınıf, İdeoloji veya cinsiyet yahut ırkla ilgili tek yönlü, abartılmış, aşm
basitleştirilmiş ve önyargılı genellemeler.
2. Bir olayı veya düşünceyi muhtemel özgün ve Özgüllüklerini dikkate almadan, daha önce bilinen veya kurgulanan standart kalıplara sokarak değerlendirme; bu bakış açısıyla yapılan genelleme.
(Repressıon) Bireyin, ahlâkî tercihleri veya içinde yaşadığı toplumsal ortamın yüklediği sorumlulukların bir sonucu olarak, bilinçli bir biçimde kabul edemeyeceği bazı güdü veya isteklerini bilinçaltına itmesi. Represyon.
(Break-Even Poınt) 1. Bir ticarî işletmenin hasılatının
maliyetine eşit olduğu, dolayısıyla kârın sıfır olduğu nokta; ne kâr ne de
zarar edilen üretim düzeyi. Kâra geçiş noktası. Bir firmanın ne kâr, ne de
zarar ettiği üretim düzeyini gösteren nokta. Üretim başladığı anda sabit
maliyetine değişken maliyetleri de eklenen firma üretimini artırdıkça birim
maliyeti azalır; bu süreç devam ederken zararın bittiği, kâra geçişin sözkonusu
olduğu bir noktaya gelinir ki bu nokta başabaş noktasıdır.
2. Menkul kıymetler piyasasında, bir menkul değerin nominal fiyatı ile piyasa fiyatının birbirine eşit olması durumu.
(Achıevement Motıvatıon) Başarının kendisinin amaç edinilmesi durumunda daha bir yoğun olarak hissedilen, başarmış olma arzusunu tatmin etmeye yönelik ruhsal enerji.
(Presıdentıal System) Halk tarafından seçilen fakat, İster seçimle isterse atama ile oluşturulsun bütün meclislerden çıkacak kararlara karşı veto yetkisi ile donatılmış bir başkanın başkanlığında çalışan bir yürütme Öngören, böylece güçlü bir yönetim kurmayı ve cumhurbaşkanı İle başbakan arasında oluşan iki başlılığın getirdiği problemleri ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasal rejim.
(General Consol) îki veya daha fazla konsolosluk çevresinin başına atanan, konsolosların rütbe bakımından en yüksek olanına verilen ad. Konsolosu atayan devlet ile görev yaptığı devlet arasında yapılan bir anlaşmayla belirlenen ve konsolosluk hizmet ve görevlerinin yerine getirilmesinde konsolosluğun yetkili bulunduğu bölgeye de konsolosluk çevresi denir.
Geleneksel inanç, düşünce ve kurumlardan vazgeçilerek, egemen uygarlık olan Batı uygarlığının öne çıkardığı düşünce ve kurumları benimseyip yerleştirme taraftarlığı.
(False Belıef) Boş, geçersiz, hükümsüz olan; hak ve gerçek olmayan; tevhid dinine alternatif olarak ileri sürülen herşey. Temelsiz, yanlış inanç. Hakkın karşıtı.
(Westernızat1on) 1. Batı uygarlığının egemenlik alanı
içinde kalan Üçüncü Dünya Ülkelerinin, bir yandan sözkonusu uygarlığın baskısı,
öte yandan da çevre aydınlarının gayretleri sonucu, siyasal, sosyal, hukuksal,
bilimsel ve kültürel alanlarda Batı toplumlarına benzemeye çalışmaları.
2.
Yukarıdaki genel çerçeve içinde Osmanlı'da 19- yüzyılın ortalarında Tanzimat
ve Islahat Fermanları gibi hukuksal düzenlemeler ile Batılı askerî, teknik ve
siyasî eğitim kurumlarının ithal edilmesiyle başlayıp gelişen, 20. yüzyıl
başlarında Cumhuriyetle başlayan dönemde harf, hukuk, kılıkkıyafet, eğitim,
devletin örgütlenme biçimi vb. çeşitli alan larda yapılan köklü inkılâplarla
hızlanan, Baü'ya benzeme, Batılı gibi olma, Batılı dünya görüşü ve yaşam
tarzını benimseme amacına yönelik hareket ve düzenlemelerin genel adı.
(Esoterrsm) Kur'an ve Hadislerin zahirî (dışsal, açıkça anlaşılan) anlamlarının yamsıra asıl bilinmesi gereken batınî (içsel, herkes tarafından anlaşılamayan) anlamları da bulunduğunu ileri süren ekol. Buna göre, Şeriat'ın ve dinsel ilkelerin batını anlamlan akılla kavranamazlar, ancak masum (günahsız) bir İmamın Öğretmesiyle bilinebilirler. Batınî anlamlar öğrenilince, birer sembol durumunda olan emir ve yasakların zahirî anlamlarına göre davranma zorunluluğu ortadan kalkar.
(Imports Wıth Waıver) Karşılığında bir ödeme yapılmadan, ya da bu nitelikte bir takas veya traasfer yükümlülüğü olmadan yapılan ithalat; ülkeden döviz çıkışı gerektirmeyen dışalım. Bedelsiz İthalatın özelliği, dışalımı yapılan malın karşılığını ödemek üzere ithalatçıların kambiyo mercilerinden döviz İstememeleridir. Malın bedeli, ülkeden çıkarılmış veya kaçırılmış döviz, dışarıda elde edilmiş gelir veya turistlerin götürdükleri para gibi ticarî transfer hesaplarında kaydı bulunmayan paralarla ödenebilir. Dolayısıyla bedelsiz ithalattan amaç, dışarıya kaçırılmış veya dışarıda kazanıldığı halde getirilmemiş dövizlerin ülkeye transfer edilmesini sağlamaktır. Yurtdışında çalışan işçilerin bazı mallan bedelsiz olarak yurda getirmeleri bedelsiz ithalata Örnek olarak verilebilir.
1. Yerleşik
hayatın henüz yaygınlaşmadığı, buna bağlı olarak, nedeniyetin gelişmediği bir
ortamda sözkonusu olan sade, göçebe yaşam tarzı.
2. Her medeniyetin doğuşuna zemin hazırlayan ve topluluk bireyleri arasındaki asabiyetin güçlü ve yüzyüze İlişkilerin yaygın, siyasal anlamda İse devlet kurabilmek veya kurulmuş devleti güçlendirmek için gerekli toplumsal enerjinin yoğun olduğu aşama.
1. Dinî
prensip ve değerleri statükonun korunması yahut varolan ortamın devamının
sağlanması amacına hizmet edecek şekilde yorumlayan ve mevcut düzenin
meşruluğunu dinî gerekçelerle açıklayarak, halkı laik düzene bağlamaya çalışan
kişi.
2. Halk katında sahip olduğu itibarı kullanarak dini, kendi çıkarları doğrultusunda kullanan kimse.
(Indetermınısm) Bkz. İndeterminizm
(Determınısm) Bkz. Determinizm
(Axıom) Bkz. aksiyom
(Memory) Bkz. hafıza
(Egoısm) Egoizm. Enaniyet. Bencillik. Kendini düşünme, benliğini öne çıkarma. Bireyin bütün eylem, etkinlik ve davranışlarında kendi bireysel çıkarlarını ön planda tutması biçiminde tezahür eden kişilik türü. Tüm bilinçli eylemlerin bireysel çıkar veya faydaya göre ayarlandığı kişilik.
(Ego) Ben. Ego. Ene. Bireyin başka bireylerden ayırarak, kendisi olarak kavrayıp tanımladığı Özü.
(Ego İdeal) Bireylerin, kişiliklerinin gelişme dönemlerinde örnek aldıkları, hayran oldukları bir kişilikle özdeşleşme çabası. Benlik ideali. Bkz. yansılama
(Egocentrıcısm) Kendi bakış açısının dışında gelişen olaylara anlam verememe, her şeyi kendi sınırlılığına hapsetme, sahip olduğu perspektifin esiri olma, onu aşamama. Her şeye kendi açısından bakma; olup bitenlerin değerlendirilip yorumlanmasında merkeze kendini yerleştirme tavrı.
Bkz. din
(Human Capıtal) 1. însanların üretim sürecine daha verimli bir şekilde katılmaları, daha üretken hale gelmeleri ve bunun sonucu olarak da daha üst düzeyde gelir sağlayabilmelerini mümkün kılan; eğitim ve öğretim süreciyle kazanılmış bilgi, beceri, nitelik ve yetenekler bütünü. 2. Bir toplumun sahip olduğu nitelikli İşgücü toplamı.
Bkz. sekûlarizm
(Descrıptıon) Bkz. Tasvir.
(Whıte Colors) Baü dünyasında, kol gücimden ziyade eğitim ve kafa gücüne dayalı İşlerde çalışan işçilerin genel adı.
(Braîn) Sinir sisteminin kafatası İçinde kalan kısmı. Duyumsal olaylar, güdüler, öğrenme ve düşünme merkezlerinin yerâldığı, tüm davranış ve tepkileriyle organizmanın idare edildiği merkez.
(Braın Labour) Bkz. emek
(Braın Draın) Genellikle azgelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru olmak üzere, yaşanılan ortamdaki imkansızlıklar, gelir düzeyinin düşüklüğü, rahat ve verimli çalışma koşullarından yoksunluk gibi nedenlerle nitelikli işgücünün yanısıra bilim adamı, araştırmacı, sanatçı ve aydınlar., gibi yetişmiş beyinlerin bir bölge veya ülkeden diğerine göç etmesi.
(Braın-Washıng) 1. Genel anlamda siyasal tutumları
değiştirmek, özel anlamda da savaş esirlerinin eski anlayışlarının yerine yeni
bir değer ve inanç sistemi empoze etmek için yapılan sistematik baskıya dayalı
propaganda.
2. İnsanların zihninde düşünsel veya ideolojik dönüşüm yaratmaya yönelik doğrudan ya da dolaylı her türlü sistemli telkin, yönlendirme ve baskı.
(Treasury Of Islamıc
State) 1. Devlet hazinesi; malî
İşlerin görüldüğü merkez; mal evi, maliye, hazine.
2. Dar anlamda Hz. Ömer devrinde zekât, vergi, ganimet gibi yollarla hilafet merkezine gelen ekonomik değerlerin biriktirilip gerekli yerlere harcanması amacıyla oluşturulmuş ve zaman içinde devlet hazinesine dönüşmüş kurum. Geniş anlamda İslâm tarihînde devletin her türlü gelirlerini toplayıp toplumun ihtiyaçlarına göre gereken harcamaların yapıldığı merkeze verilen ad; İslâm devletinin hazinesi.
(The House Of Wısdom) Hikmet evi. Abbasî halifesi Me'mun tarafından 830'da Bağdat'ta kurulmuş olan kütüphane ve tercüme enstitüsünden oluşan, başta eski Yunan ve Latin kültürü olmak üzere îslâm dışı kültürlerin, düşünce ürünlerinin Arapça'ya çevrilmesi yoluyla îslâm dünyasının düşünsel ve kültürel zenginliğine önemli katkıları olmuş, ancak Moğol istilasında dağıtılmış bilim ve kültür merkezi.
(Morphology) Morfoloji Varlıkların, özellikle de toplumlar, şehirler, canlılar İle dillerin yapı ve biçimlerini inceleyen disiplin.
(Formal Sentences) Bkz.MMB ifadeler
Sonradan ortaya çıkan, dinin aslından olmayıp ona sonradan eklenen. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'te herhangi bir şekilde olumlu ya da olumsuz yönfle değinilmeyen davranış ve eylemler. Kur'anda veya Sünnet'te bahsedilmediği halde söz-konusu kaynaklardaki bilgi ve esaslara aykırı olmayan davranış ve eylemlere güzel bid'at (bid'at-ı hasene); Kur'an veya Sünnet'İe çelişenlere de kötü bid'at (bid'at-ı seyyie) denir.
(Bîg Bang Theory) Bkz. büyük patlama teorisi
(Balance Sheet) Bir İşletmenin belirli bir andaki durumunu varhk-kaynak ya da aktif-pasif dengesi içinde gösteren malî tablo. Bir ekonomik birimin belirli bir tarihteki varlıkları ile borçlan ve işletme sahiplerinin İşletme üzerindeki haklarının parasal değerlerini birarada gösteren malî tablo. Bilanço, İşletmelerin malî bünyeleri hakkında bilgi veren en önemli finansal tablolardan birisidir. Bilançonun sol kanadında yeralan aktif tablosunda mevcut varlıklar ile alacaklar ve varsa zarar; sağ kanadında yeralan pasif tablosunda ise borçlar ile özkaynaklar ve varsa kâr gösterilir. Aktif toplamı İle borçlar toplamı arasındaki fark İşletmenin özsermayesini oluşturur. Özsermaye, Özvarhk ya da Özkaynaklar olarak da anılır, ozsermayenin de pasif tablosuna kaydedilmesiyle aktif-pasif tarafları eşitlenmiş, diğer bir deyişle varhk-kaynak dengesi sağlanmış olur.
(Knowledge) 1. Nesne ile özne arasındaki ilişki.
2.Varlıklara
yüklemler vererek elde edilen zihinsel ürün.
3. Öznenin
zihninde kavramsal olarak karşılık bulan şey.
4. Bir öznenin ürettiği, içeriğine katılmıyor olsalar bile diğer öznelerin de paylaşabilecekleri bilişsel ürün.
(Socıology Of Knowledge) Bilgi ile toplum arasındaki ilişkileri, ağırlıklı olarak farklı toplumsal ortamlarda üretilen bilgilerin karşılaştırılması yoluyla inceleyen sosyoloji dalı,
(Informatıon Socıety) Enformasyon toplumu. Bilgi üretim ve akışının hem birey hem de kurum-lararası ilişkileri belirlediği, bilginin kütlesel düzeyde üretilip tüketildiği toplum.
(Epıstemology) Bkz. Epistemoloji
(Epıstemologıcal Pluralısm) Bkz. Epistemolojik Pluraıjzm
(Epıstemologıcal Reausm) Bkz. Epistemolojik Realizm
(Epıstemologıcal Dualısm) Bkz. Epistemolojik Düaıizm
(Epıstemologıcal Monısm) Bkz. Epistemolojik Monizm
(Scıence) 1. Beş duyunun algı alanına giren
nesne, olgu veya ilişkilerin; gözlem, test, tümevarım, tümdengelim, doğrulama
gibi yöntemlerle sistematik olarak incelenmesi.
2. Realitenin incelenmesi-anlaşılması-açıklanması sürecinde. İnsanın algı ve gözlem vasıtalarını kullanarak çeşitli yöntemlerle ürettiği ve sistemîeştirdiği bilgiler bütünü.
(Anthropology Of Scıence) Saha antropolojisinin yöntemine uygun olarak bilim adamları topluluklarının içine girip, onların çalışma biçimlerini, değer yargıla rını, kendi aralarındaki iktidar ilişkilerini ve diğer insanlara veya başka bilim adamlarının çaba ve ürünlerine bakış tarzlarmı ortaya çıkarmayı amaçlayan disiplin.
(Phılosophy Of
Scıence) 1. Genel anlamda bilimin
betimleme, tanımlama, sınıflandırma, Ölçme, deneye tâbi tutma, açıklama,
genelleme, öndeme, yorumlama ve denetleme boyutlarıyla ilgili yapısal
problemlerinin, özelde de tek tek bilim dallarının karşılaştıkları sorunların
felsefî düzeyde incelenmesi.
2. Bilimin niteliğinin, sınırlarının ve mahiyetinin sorgulandığı disiplin. Bilimsel bilginin diğer bilgi türleri içindeki yerinin irdelendiği tar tışma alanı.
(Socıology Of Scıence) Sosyolojik yöntem ve bakış açısıyla, bilimsel bilginin üretimini sağlayan sosyal ve siyasal koşulları, bilim adamlarının yaşadıkları toplum içindeki konumlarını ve diğer toplumsal kesimlerle olan İlişkilerini, bilime alternatif bilgi edinme yollarını, bilim-top-lum, bilim-iktidar, bilim-ekomomik düzey, bilim-siyaset ilişkilerini İnceleyen disiplin.
(Dıscıplıne) Bkz. disiplin
(Scıentısm) Bilimin insanın bütün problemlerini çözmek, ona gerekli dünya görüşü ve hayat felsefesi kazandırmak için en geçerli, en sağlam ve güvenilir araç olduğunu savunan görüş.
(Scıentıfıc Knowledge) Bilimsel yöntemlere uygun olarak üretilmiş, gerçekliğin belirli bir bölümünü açıklamayı amaçlayan, yorum esnekliği az, doğruluğu veya yanlışlığı test edilmeye açık bilgi.
(Scıentıfıc Revolutıon) Bir bilim alanında meydana gelen ve sadece bilimsel bilginin nicelik ve niteliğinde değil, bilim adamlarının nesneleri algılayışlarında, araştırma konularıyla ilgili seçimlerinde, bilimsellikle ilgili temel ölçütlerinde ve hatta geçmiş bilgi birikimini yorumlayışla da köklü farklılıklar getiren değişim. [3]
(Scıentıfıc Dogmatısm) Bilimsel etkinlikler sonucunda elde edilen bulguların, kullanılan yön temlerin, üretilen kuram veya bilgilerin, üretildikleri sosyokültürel bağlam ve bilimsel paradigmadan soyutlanarak, hiç bir şekilde sorgulamaya konu olmayan ürünler, zaman ve mekândan bağımsız, evrensel geçerliliği olan doğrular manzumesi olarak algılanması; bilimin dogmalaştırılması. Bkz. dogmatizm.
(Scıentıfıc Management) Taylorizm. Emeğin bilimsel organizasyonu. îş veriminin artırılması ve kâr makzimizasyonunun sağlanması için çalışma ve dinlenme saatlerinin, İş düzeni ve iş ilişkilerinin bilimsel ölçülere göre ayarlanabileceğim savunan görüş.
(Scıentıfıc La W) Bir bilim dalının alanına giren olgular arasında sürekli tekrarlanan, o alanda çalışan ve egemen bilim anlayışını benimsemiş bilim adamları topluluğu tarafından kesin olarak doğru kabul edilen İlişkilerin neden-sonuç biçimindeki ifadesi.
(Scıentıfıc Chauvınısm) Önyargılı bir şekilde, bir uygarlığın bilim anlayışı, bilimsel yöntem ve ürünlerini başka uygarhklannkilere üstün görme tavrı.
(Scıentıfıc Method) Güvenilir, sağlam bilimsel bilginin elde edilmesi İçin kullanılan yöntem. Buna göre bilimsel bilgi gözlem, deney, genelleme ve bu genellemelerin duyu organları yoluyla doğru lan masıy la elde edilebilir. Teorik olarak, bilimsel yöntem beş aşamada gerçekleştirilir. İlk aşamada, üzerinde düşünülen yahut çözülecek problem tanımlanır. İkinci aşamada, daha önceki bilimsel teoriler ve bulgular çerçevesinde problem yeniden formüle edilir. Üçüncü aşamada, problemin çözümüne ilişkin hipotezler geliştirilir. Dördüncü aşamada, hipotezlerin stnanabilmesi İçin gerekli sınama usulleri belirlenerek gerekli veriler toplanıp gözlemler yapılır. Beşinci aşamada ise, verilerin hipotezi doğ-rulayıp doğrulamadığı sınanır. Eğer hipotez doğrulanıyorsa mevcut teorinin açıklayıcı olduğu kabul edilir, fakat doğrulanmıyorsa hipotez yanlış kabul edilerek reddedilir ve yeni hipotezler geliştirilir. Bkz. bilimsel devrim, paradigma, mantıksal Pozitivizm, Eleştirel Akılcılık, Yanlıslamacılık.
(Conscıoüsness) 1. Bireyin her türlü bilgi, düşünce ve
davranışlarını organize eden zihin durumu.
2. İnsanın
inanç, istek ve bilgisi hakkında sahip olduğu kavrayış kapasitesi; kendi
kendisinin bilgi veya konumunun farkında olma düzeyi.
3. Canlı organizmanın çevresindeki olay, "'esne ve durumları algı laması ve algılanan şeylerin niteliklerinin ayırt edilmesi yoluyla çevresinden haberdar olmasını sağlayan; daha üst bir aşamada ise -ki bu aşama yalnızca insana Özgüdür- soyutlama yoluyla, İnsanın çevresinden haberdar olduğundan haberdar olmasını, kendinin farkında olmasını sağlayan yeti.
(Subconscious) Zihnin karanlık dünyası. İnsanın çevreyle irtibatını sağlayan algı, duyum, gözlem, düşünme vb. fonksiyonlarının ürettiği, kullanılamayan, ya da çeşitli nedenlerle bastırılarak gündemden çıkarılan ürünlerin depo edildiği kabul edilen esrarengiz ortam. Kişinin farkında olmadığı psikolojik süreç ya da olaylara da bilinçaltı süreçler denir.
(Subconscious
Processes) Bkz. Bilinçaltı
(Unconscıous) Öznenin farkında olmadığı, fakat özellikle de bilinçaltına itmediği; bilinç alanına çıkmayan istek ve dürtülerin yeraldığı alan.
(Unconscıous Motıvatıon) Kişinin varlığını farketmediğî fakat davranışlarına bakılarak çı-karsanabilen güdülenme biçimi. Bilincinde olmadan, gayri-ihtiyarî olarak bir eylemde bulunmaya yönelme.
(Agnostıcısm) Agnostisizm. Metafiziğin alanına giren ve varoluşun niteliğine ilişkin temel soruların cevaplarının bilinemezliğini; ayrıca herkesin kabul ettiği ve aynı anlamı yükleyip aynı değeri verdiği türden bir bilgi elde etmenin mümkün olmadığını savunan görüş.
(Theory Of Cognıtîve Deve-Lopment) / Piaget tarafından geliştirilen ve çocuktaki bilişsel gelişimi belirli yaş aralıklarına göre aşamalı olarak inceleyen kuram. Buna göre, doğumu İle iki yaşı arasındaki birinci aşamada, çocuk, tüm dış dünyanın kendi etkinlikleri sonucu varolduğunu sanır ve bu yüzden gücü yettiği her şeyi hareket ettirip sonucunu görmek ister. Altı aydan sonra yavaş yavaş dış dünyanın kendi ürünü olmadığını kavramaya başlar. 2 İle 7" yaş arası olan ikinci aşamada bu süreç gelişir ve çocuk nesneleri onlara ait semboller yoluyla tanımaya, dil nosyonunu geliştirmeye başlar. 7 ile 11 yaşlan arasındaki üçüncü dönemde çocuk, sınıflama, kategorize etme ve mantıklı düşünmeye başlar. Bilişsel gelişmenin 12 yaşından başlayan ve ömür boyu sürecek olan bu dördüncü aşamasında ise çocuk, kurgusal düşünmeyi, zihinsel manipülasyon yapmayı, zihninde soyut ilişkiler geliştirmeyi öğrenir. Bütün hayatı boyunca bu aşamada derinleşir.
(Bıometry) Biyoloji biliminin kapsamında yer alan problemlerin çözümünde matematik veya İstatistiksel yöntemler kullanan biyoloji altdah.
(Sykthesıs) Bkz. sentez, diyalektik mantık
(Indıvıdual) Fert. Toplumları oluşturan ve içinde yaşadığı ilişkilerle anlam kazansa da onlardan bağımsız, kendi başina bir varlığı ve kimliği olan insan.
(Indıvıdualısm) Bireyin ve bireysel olanın dışında kalan hiç bir şeye üstünlük tanımayan; son tahlilde bütün etkinlikleri, hatta gelmiş geçmiş bütün uygarlıkları sadece insan unsuruna indirgeyen yaklaşım. Bu çerçevede, kendi çıkarlarını savunan bireylerin özgürce mücadele edebilecekleri bir ortamın; verimli, üretken, istikrarlı ve kendi kendini ayarlayabilen bir ekonomik sistemin yahut sosyal düzenin önşartı olarak görülmesi anlayışına ekonomik bireycilik; bireylerin rasyonel karar verme yeteneğine sahip, kendi tercihlerini kendileri yapan birer vatandaş olarak siyasal sürecin merkezine yerleştirilmesi anlayışına siyasal bireycilik; İnsanın değerin kaynağı ve değer yargı sisteminin yaratıcısı olarak görülüp ahlakî değerlerin merkezine yerleştirilmesi anlayışına da ahlâkî bireycilik denir.
(Indıvıdual's Economıc Equılîbrıum) Neoklasik iktisadî analizde, bireyin ihtiyaçlarının tatmininde kendi sınırlı kaynaklarını, onlardan maksimum fayda elde edecek biçimde kullanmasıyla ulaştığı denge
durumu.
(Prlmary Group) Aile, yakın akraba veya arkadaşlar ya da meslektaşlar gibi, kişinin, problemlerini çözmede ve karşılıklı yardımlaşma ve birbirini korumada göreli olarak sağlam, içten ve uzun süre devam eden ilişkiler geliştirdiği ve yüzyüze temas halinde olduğu gaip. Bkz. ikincil grup.
(Prımary Occupattons) Bkz. İsbitişik Bölge (The Contıgous Zone) Sahil istikametinde, karasularının dış sınırının ötesinden belirli bir mesafeye kadar uzanan ve sahildar devletin üzerinde balıkçılık, gümrük, maliye ve sağlık gibi konularda yetkiye sahip olduğu açık deniz parçası.
(Bıology) Yaşambilİm. Dİrİmbİlim. Canlıların oluşumu, gelişimi ve yaşam evrelerini incelemeyi konu edinen disiplin. Yunanca yaşam anlamına gelen bios İle bilim anlamına gelen logos sözcüklerinin biraraya getirilmesinden oluşan; bitki ve hayvanların doğma, büyüme, üreme, ve ölme gibi çeşitli hayat aşamalarını İnceleyen bilim dalı.
(Bıologısm) Biyoloji biliminin yöntem ve kavramsal modellerinin toplum yapıları ve insan davranışlarının çözümlemelerinde de kullanılabileceğini savunan görüş.
(Blömeteorology) Doğal ortamın insan üzerindeki etkisinin incelenip araştırılmasını konu edinen meteoroloji dalı.
(Bıopolıtıcs) Biyolojik faktörlerin, siyasal aktörlerin gelişim ve davranışları üzerindeki etkilerini inceleyen disiplin.
Bkz. King Kanunu
(Abündanısm) Herkesin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli bir bolluk ekonomisinin potansiyel olarak var olduğunu, ancak dağıtımdaki bozukluklar nedeniyle pratik olarak bunun gerçekleştirilemediğini ileri süren görüş.
(Bolshevısm) Rus Sosyal Demokrat tşçi Partisi içerisinde 1903 yılından itibaren meydana gelen gruplaşmada, çoğunluğu oluşturan ve kendilerini Komünist Parti olarak adlandıran, 1917 devrimini gerçekleştiren Lenjn ve arkadaşlarının Marks'm görüşlerinden yola çıkarak geliştirdikleri anlayış.
Uluslararası ilişkilerde, özellikle de uluslararası anlaşmaların sağlıklı yorumlanmasında önem taşıyan, sözlük anlamı iyi niyetle olan Latince terim.
(Bonapartısm) 1. Meşruluğunu örgütlenmemiş toplumsal
kesimlerden, örneğin köylülerden aldığını iddia ederek, örgütlü sosyal sınıf ve
baskı gruplarından görece bağımsız bir politika İzleyen, çoğunlukla geçici
nitelikteki yönetim biçimi.
2. Sınıflar
yahut partiler üstü bir görüntü altında belli bir sınıfın çıkarını gözeten
diktatörlük yönetimi.
3. Marksist devrim stratejisinde, ordunun da yardımıyla Sosyalist Parti tarafından kapitalist rejimin ortadan kaldırılmasıyla, iktidarın proleteryaya fiilen devredilmesi arasındaki dönem (Lenİn).
(Promıssory Note) Emre yazılı senet. Üzerinde yazılı belirli bir tutarda paranın senet alacaklısına ya da onun emrine kayıtsız şartsız ödeneceğine İlişkin taahhüt içeren bir kambiyo senedi. Senet İle ödeme taahhüdünde bulunan esas borçluya keşidecî, alacaklıya ise lehdar; hüküm İfade edebilmesi için zorunlu unsurlardan bir kısmının, sonradan tamamlanmak üzere, senedin düzenlenmesi sırasında eksik bırakıldığı bonoya da açık bono denir.
(Debt Ratıo) Bkz. rasyo
(Bourse) Çeşitli mal, hizmet veya menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yahut fiyatlarının belirlendiği, alım-satım konusu olan mal veya menkul kıymetlerin fiziksel olarak ortada bulunmalarının zorunlu olmadığı pazar. Ticaret metaının açık artırma yöntemiyle alınıp satıldığı borsaya ticaret borsası; hisse senedi, tahvil, altın, döviz vb. menkul kıymetlerin alınıp satıldığı borsaya menkul kıymetler borsası; sigorta, taşımacılık vb. hizmetlerin fiyatlarının belirlendiği yerlere de hizmet borsası denir.
Bkz. değerleme ölçüleri
(Tabula Rasa) Emprisist epistemolojide, deneyle kazanılmış izlenimlerin üzerine kaydedildiği, doğuştan boş bir tabela gibi olduğu ve önsel bilgi taşımadığı kabul edilen zihin.
(Dıvorce) Yasal ve meşru bir şekilde karşılıklı akit-leşme ile oluşturulan evlilik ilişkisinin taraflardan her ikisi de sağ iken yine yasal yollarla sona erdirilmesi.
(Clan) Bkz. aşiret
(Boycott) 1. Ekonomik ve siyasî nedenlerden
dolayı bir ülkenin başka ülkelerle olan ilişkilerini kesmesi; işbirliğine
yanaşmaması veya siyasî, kültürel ya da sportif bir organizasyonda yeralmayı
reddetmesi.
2. Bir ekonomik ve siyasal mücadele yöntemi olarak herhangi bir haktan yararlanmayı, birisinin hizmetinde çalışmayı, bir kuruluşa katılmayı protesto amacıyla kişi, kurum ya da devletle olan ilişkiyi kısmen veya tamamen kesme.
(Submıssıon) Kişinin altta kalmak ve ezilmek pahasına her şeye tahammül etmesi; kendisine dayatılan her seçeneği kabullenir tarzda edilgen bir tavır sergilemesi; konulmuş kurallara titizlikle riayet edip, o kuralların da insanlar tarafından konulduğunu, dolayısıyla değiştirilebileceğini aklından bile geçirmeyecek denli itaatkâr davranması. Submisyon.
(Dıstrıbutıon) Bîr değerin, İktidarın, kaynağın veya üretim sonucunda ortaya çıkan ürünün birden fazla taraf arasında paylaşılması.
(Brezhnev Doctrıne) Sertlik yanlısı Sovyet liderlerinden Brejnev'in adıyla anılan, sosyalist bloka dahil ülkelerden herhangi birinde rejimi tehlikeye düşürecek bağımsızlık hareketlerine göz yumulmaması gerektiğini, ayrıca herhangi bir ülkeye sosyalist rejimin yerleştirilebilmesi için diğer sosyalist ülkelerin müdahale hakkı bulunduğunu savunan doktrin. 1905 Macaristan, 68 Çekoslavakya ve 1979 Afganistan müdahaleleri bu doktrin çerçevesinde gerçekleştirilmiş müdahaleler olarak değerlendirilmektedir.
(Bretton Wood Confe-Rhnce) 1944'te Bretton Woods'ta (ABD) yapılan, II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası parasal ilişkiler ve ödeme sorunlarının görüşülüp çözüm önerilerinin tartışıldığı ve sonuçta Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası (IBRD)'nın kurulmasının kararlaştırıldığı konferans.
(Bretton Wood System) Dünya ticaretinin yapay sınırlamalardan arındırılarak ülkelerarası dış ticaretin serbestleştirilmesi, ikili anlaşmalar yerine çok taraflı ticarete geçilmesi, dış ödeme güçlüklerinin giderilmesi gibi İl-, keler çerçevesinde Bretton Wood Konferansı sonucunda oluşturulan uluslararası parasal sistem. Sistemin temel kurumları IMF ve IBRD olarak ortaya çıkarken; uluslararası parasal ilişkilerde dolar dışındaki paraların dolar, doların İse altın cinsînden tanımlandığı sabit döviz kuru sistemi benimsenmiş; sözkonusu sistem petrol şoklarının yaşandığı 1970'li yıllara kadar devam etmiştir.
(Crısıs) Bkz. bunalım Bulyonizm Bkz. merkantilizm
(Crısıs) Buhran. Kriz. Beklenmedik bir sosyal, ekonomik veya psikolojik gelişme karşısında normal İlişkilerin ciddi olarak sarsılması, karşılaşılan sorunun halledilmesi için mevcut çözüm yollarının yetersiz kalması sonucu ortaya çıkan ve çaresizlikle İçice gelişen gerilim durumu.
(Boljrgeoısıe) 1. Kapitalist toplumlarda artık değerin
bölüşülmesi noktasında işçi sınıfı ile mücadele eden ve kapitalizmin
korunmasından çıkar sağladığı varsayılan orta sınıf ya da yönetici kesim.
2. Marksist kurama göre, kapitalist . üretim biçiminde, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan ve artık değere el koymak suretiyle ücretli emeği sömürerek ya-şayan sınıf.
(Bureaucracy) 1. Genörgüt. Uzmanlaşma esasına
dayalı, hiyerarşik ilişki ve formel kurallara göre düzenlenmiş büyük Ölçekli
örgüt.
2. Siyasal
kararların uygulamaya geçirildiği, çalışan personelin hak, sorumluluk ve
İlişkilerinin yazılı olarak belirlendiği, bütün işlerin hiyerarşiye uygun
olarak yerine getirilmesinin zorunlu olmasından dolayı formalitelerin önem
kazandığı kamu kurumlan veya bu kurumlarda çalışan insanlar.
3. Bir İşin sonuçlandırılması için zorunlu görülen İdarî işlemler dizisi. Bkz. kırtasiyecilik, yazçizciiik.
(Büreaucratıc Collf.Ctı-Vısm) Sosyalizme geçiş için bir ön aşama olarak görülen pro-leterya diktatörlüğünün, teoride sunulduğu gibi üretim araçlarını toplumsallaştırmak yerine sadece devlctleştirdiğini, böylece de bürokratik güce sahip uzman, teknisyen ve yöneticilerden oluşan yeni bir sınıfın artık değere el koymasına imkân sağlayarak değişik bir sömürü mekanizması ortaya çıkardığını savunan görüş. (B. Rizzî}
(Budget) 1. Gelir ve gider dengesinin
ayarlandığı belge; belirli amaçların gerçekleştirilebilmesi için tahsis
edilebilecek kaynakların toplamı.
2. Kamu kesiminin bir sonraki malî dönem için yapacağı harcamaları içeren ve parlamenter demokrasilerde yasama organının yürütme organına kamu harcaması yapma ve kamu gelirlerini toplama konusunda verdiği yetkiyi gösteren belge. Bütçe harcamalarının bütçe gelirlerini aşması durumunda aradaki negatif farka bütçe açığı; gelirlerin harcamalardan daha yüksek olması durumunda aradaki gelir fazlasına bütçe fazlası; harcamaların gelirlere eşit olması durumuna da bütçe dengesi denir. Bir başka İfadeyle, gideri gelirinden fazla olan bütçeye açık bütçe; geliri giderini aşan bütçeye fazla bütçe; geliri giderine eşil bütçeye de denk bütçe denir.
(Magıc) Sihir. En genel anlamda herhangi bir amacın gerçekleştirilmesi, özelde ise hastalıkların iyileştirilmesi, belâ veya uğursuzlukların giderilmesi gibi somut sonuçlar elde etmek için yapılan ve doğaüstü güçlerle yardımlaşmaya dayanan teknikler bütünü.
(Bıg-Bang Theory) Big bang kuramı. Evrenin doğuş ve gelişimini açıklamaya çalışan ve bu çerçevede evrenin uzay-zamam içinde çok büyük bir patlama ile ortaya çıktığını, zamanla evrendeki bütün varlıkların birbirinden uzaklaşarak bağımsız birer varlık haline geldiklerini ve halen bu yayılma ve genişleme sürecinin devam ettiğini ileri süren kozmoloji teorisi.
(Ambassador) Görevli bulunduğu yabancı ülke nezdinde, kendisini belirli bir görev ile görevlendirerek gönderen devlet başkanı adına iş görmeye bütünüyle yetkilendirilmiş, diplomatik hiyerarşide en yüksek rütbeli elçi.
1.
Bilgisizlik. Hakikatin bilgisinden yoksunluk. Sahte gerçeklerle oyalanma.
2. Yaratılmışlığının bilincine varamamış, acziyetini kavrayamamış İnsanların oluşturduğu; Vahy yerine ilâhî hikmetten kopuk, dünyevileşürilmiş beşerî bilgi ve değerler felsefesinin egemen olduğu toplumsal-kültürel ortam. Bkz. Cehalet.
(Cambrıdge Sghool) Cambridge Üniversitesinden A. Marshall'ın kurucusu olduğu; başlıca temsilcilerini A.C. Pigou, J.M. Keynes, J. Robinson ve N. Kaldor gibi neoklasik mikro iktisat yaklaşımına karşı çıkan bir grup iktisatçının oluşturduğu; mikro çözümlemeyle ulaşılan sonuçların genelleşti rilemeyeceğini, dolayısıyla iktisadî olayların açıklanmasında makro çözümleme yönteminin kullanılması gerektiğini savunan okul,
(Anımısm) Bkz. animizm
(Anımısm) Bkz. Animizm
(Current Ratıo) Bkz. rasyo
(Carter Doctrtne) 1979 sonlarında Sov-yetler'in Afganistan'ı işgaliyle yumuşama sürecinin kesintiye uğraması ve İran'da îslâmî bir devlet kurma girişimlerinin İran Körfezi'ndekİ petrol sevkiyatını riske sokması üzerine dönemin ABD Başkanı Carter'ın İran KÖrfezi'ne dışardan yapılacak herhangi bir müdahalenin ABD ve Balının çıkarlarına bir saldın sayılacağı şeklindeki açıklamasında ifadesini bulan ve Ortadoğu'daki Batı çıkarları İçin gerektiğinde sıcak savaşın bile göze alınabileceğini ima eden doktrin. Bkz. yeni dünya Düzeni, Körfez Savaşı, Körfez Krizi.
(Deterrence) Devletlerin, muhtemel düşmanlarını, genel askerî kapasitelerin artırılması, toplu tahrip gücüne sahip süper silahların geliştirilmesi ve misilleme gibi yollar aracılığıyla, İstenmeyen politikalar izlemekten ve bazı faaliyetleri yapmaktan vazgeçirmek için başvurdukları yöntem. Cay-dirma, karşı tarafı beklenen hareketin zararlarının, faydalarından daha ağır basacağına ikna etme stratejisini de İçerir.
Kaza ve kaderle ilgili tartışmalar sonunda ortaya çıkan ve insanın özgür İradesinin bulunmadığını, kaderin, Allah'ın insanın yapabileceği ve yapamayacağı şeyleri belirlemesi anlamına geldiğini, bu sebeple, İnsanın eylemlerinin kendisine nispet edilmesinin mecazî bir anlam taşıdığını ileri süren ekol. Felsefe ve düşünce tarihinin en tartışmalı konularından birisi olan kader konusundaki uç yaklaşımlardan birisini temsil eden Cebriyeye göre kader karşısında insan, rüzgar önündeki yaprak gibidir, olup bitenler üzerinde İnsan iradesinin belirleyici bir rolü yoktur.
(Ignorance) 1. Farkında olmama durumu; bilinçsizlik,
kasıtlı bakıştan yoksunluk.
2.
Davranışlarına
hâkim olamama, hareketlerini kontrol edememe, aceleci biçimde ve çoğu kez
düşüncesizce hareket etme hali.
3. Varlığın hikmet ve sebebini kavrayamama, sözkonusu hikmet ve sebebe aykırı düşünce, tavır ve davranışlar sergileme. Bkz. caililiye.
(Infınıte Cycle) Ücretlerin artışı ile fiyatların yükselişi arasında fonksiyonel, mekanik ve birbirini ileri doğru iten bir İlişki bulunduğunu ileri süren görüş. Buna göre, ücretlerde meydana gelecek ciddi bir artış, talepleri artıracağından kaçınılmaz şekilde ücretlerin artışına paralel olarak, dikkate değer bir genel fiyat yükselişine yolaçar. Fiyatlar genel seviyesindeki bu yükseliş ücretlerdeki artışın olumlu etkilerini yok edeceğinden, işçilerin yeniden ücretlerde artış talepleri gündeme gelir; bu döngü sürekli kendisini tekrarlar.
(Communıty) Gemeinschaft.
Tophıluk. Aynı inanç, değer ve davranış kalıplarını benimsemiş, karşılıklı
olarak yakın, içten, yüzyüze ve samimi İlişkilerle birbirine bağh insanlardan
oluşan, topluma oranla görece küçük homojen insan topluluğu. Bkz. Toplum, Grup, Millet.
(Socıety) Bkz. Toplum
(Answer) Yanıt. Bir soruya, soruda ifadesini bulan bilinmeyenin açıklanmasına yönelik olarak verilen karşılık. Bkz, Soru.
(Range Of Answers) 1. Bir soruya verilebilecek anlamlı
cevapların oluşturduğu küme.
2. Sorunun cevabının araştırılması gereken mantıksal düzlem.
(Sübstance) Bkz. öz
(Punıshment) 1. İstenmeyen, yasaklanmış davranış
veya eylemlerin gerçekleştirilmesi durumunda uygulanan olumsuz yaptırım.
2. Yasaların çiğnenmesi durumunda verilen karşılık. Bkz. Suç, Ödül.
(Cost And Freıght) Uluslararası taşımacılık ve ticaret literatüründe malın fiyatına, mal bedeli İle belirli bir yere kadar taşıma masraflarının dahil olduğunu ifade eden, İngilizce maliyet (cost) ve nakliye (freıght) sözcüklerinin baş harflerinin biraraya getirilmesiyle oluşturulan deyim.
(Cost Insurance Freıght) Uluslararası taşımacılık ve ticarette bir malın fiyatına nakliye ücreti ile teslim edileceği ülkeye kadar olan tüm masraf ve zararların dahil olduğunu İfade eden ve İngilizce maliyet (cost), sigorta (insurance) ile nakliye (freight) kelimelerinin baş harflerinden oluşan deyim.
îslâmî terminolojide, dinin temel ilkelerini bireysel ve toplumsal hayata hâkim kılmak için çalışmak, gayret sarfet-mek veya savaşmak. Maddî ve manevî tüm imkanlarını kullanarak Allah yolunda mücadele etmek; iyiliğin yerleşmesi ve kötülüğün ortadan kalkması için çalışmak.
(Sexualıty) Canlıların üremesini mümkün kılan ve erkek-dişi ayrımını ortaya çıkaran farklılaşma.
(Sexual Roles) 1. Toplumsal ilişkilerde kadın ve
erkeklere bizzat cinsiyetlerinden dolayı yüklenen farklı roller.
2. Cinsiyet farkı nedeniyle kadın ve erkeğin doğuştan İtibaren doğal olarak taşıdıkları veya cinsiyetlerine bağlı olmak üzere toplumsal olarak yüklendikleri roller. Örn. Babalık, annelik. Bkz. sosyal rol, rol.
(Sexual Dıvısıon Of Labo-Ur) Toplumsal, ekonomik ve siyasal alanda cinsiyet rollerine uygun olarak yapılan işbölümü.
(Endorsment) Emre yazılı kıymetli evraktan doğan haklan bir başkasına devretmek, rehnetmek, veya bu hakların tahsilini sağlamak amacıyla senet hamilinin yazıp imzaladığı irade beyanı.
Bkz. Şer! Vergiler
Karşılıklı İktisadî Yardım Konseyi. Merkezî planlama yoluyla üye ülke ekonomileri arasında iktisadî, bilimsel ve teknik yönden yardımlaşma ve İşbirliği sağlamak, yatırımları desteklemek ve kendine yeterlilik düzeyini yükseltmek gibi amaçlarla SSCB'nin öncülüğünde Doğu Bloku ülkelerinin 1949'da kurdukları iktisadî birlik. Bir anlamda Batı blokundaki OECD'nin karşılığı sayılan COMECON, 19801i yılların ikinci yansında SSCB'de uygulamaya konan Glastnost ve Perestro-ika politikalarından sonra önemini kaybetmiş, 1991 yılında da feshedilmiştir.
İngiliz Milletler Topluluğu. Sanayi devrimi sonrasında İngiltere'nin yayılma sürecinde İngiliz împaratorlu-ğu'nun birer parçası haline gelmiş ve uzun yıllar sömürge olarak kaldıktan sonra 20. yüzyılda bağımsızlığına kavuşmuş 25 ülkeyle ingiltere'nin, özellikle ekonomik ve siyasal alanlarda karşılıklı çıkar birliğine dayalı olarak oluşturdukları birlik.
(Republıc) Devlet yönetiminde halkı temsil edecek kişilerin düzenli aralıklarla ve özgürce seçildiği; seçim aracılığı ile iktidarın halk çoğunluğunun tercihine göre belirlendiği; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirine karşı bağımsız ve birbirini dengeli bir biçimde denetleme esası üzerine kurulu yönetim sistemi.
(Junta) Siyasal iktidarı sistemin meşru kabul ettiği yöntemlerle değil, askerî güç kullanarak ve zorla ele geçirmeyi amaçlayan küçük grup. Darbe yoluyla siyasal iktidara el koymuş askerlerden oluşan topluluk. Bkz. hükümet darbesi.
İzafî irade. Göreli istenç. İnsanın ontolojik bir kategori olarak yaratılıştan sahip olduğu, sorumluluk taşımasına temel teşkil eden, onun varolma ve düşünebilmesi ile doğrudan bağıntılı, değişik seçeneklerden birisini seçmeyi mümkün kılan göreli dileme yeteneği. Bkz. külü irade, irade.
(Modernızatıon) Modernizasyon. Modernleşme. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda başta ABD olmak üzere sanayileşmiş Batı toplumlarının sahip olduğu yapı, kurum, değer ve sistemlere sahip olmak amacı ile yapılan tüm düzenlemeler. Bu çerçevede, eşit ve genel oy, siyasal parti ve parlamento, karar mekanizmalarına katılım., gibi demokrasinin temel kurum ve İlkelerinin siyasal alanda egemen kılınmasına siyasal çağdaşlaşma; okur-yazarlık oranının yükselmesi, ulusal ve laik ideolojilerin egemen hale getirilmesine kültürel çağdaşlaşma; kapitalist üretim tarzının yerleştirilmesine ekonomik çağdaşlaşma; kentleşme ve alt yapı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, haberleşme teknolojilerinin geliştirilmesi ve geleneksel otorite ilişkilerinin çözülmesi ile ortaya çıkan duruma da sosyal çağdaşlaşma denir. Bkz. Modernlzm, modernlik.
(Assocıatıon) Belirli bir uyarıcının, geçmişte o uyarıcıyla birlikte bulunmuş başka nesne veya durumları hatıra getirmesi. Bir olay, olgu veya gelişmenin çeşitli faktörlerin vesile olmasıyla başka olay, olgu veya gelişmeleri anımsatması.
(Lıberty Of Workıng) Beİirli sınırlar içinde herkesin kendi mesleğini ya da İşverenini serbestçe seçebilmesi ve her iş verenin de istediği kişiyi İstihdam edebilmesini ifade eden hukuk ilkesi.
(Multıplıer) Bkz. çoğaltan
(Confl1ct) 1. Çatışkı; Aynı şeyi elde etmek için
farklı birey veya grupların birbirlerini devre dışı bırakmak veya zayıflatmak
amacına yönelik olarak yaptıkları bilinçli mücadde.
2. Bir konuda birbirini yadsıyan görüş ve iddiaların meydana getirdiği karşıtlık.
(Conflıct Theory) Toplumsal örgütlenmenin temelinde, değer ve kaynakların eşitsiz bölüşümünden kaynaklanan bir yapısal çelişki ve çatışmanın bulunmasından dolayı tüm ekonomik, toplumsal, siyasal kurum ve süreçlerin; kültürel, sanatsal ve bilimsel etkinliklerin, o toplumda yaşayan sınıf ya da grupların karşılıklı anlaşma, uzlaşma veya yardımlaşmaları sonucu değil; taraflar arasında değişik düzeylerde sürekli tekrarlanan çatışmaların sonucu oluşturulduğunu savunan kuram. Bkz. denge kuramı.
(Cheque) Belirli bir vadenin sözkonusu olmadığı ve görüldüğünde kayıtsız şartsız ödenmesi zorunlu olan bir ödeme emri. Üzerinde yazılı" belirli bir tutarda paranın hamiline, belirli bir kişiye veya emrine ödenmesi konusunda bir bankaya hitaben yazılan, özel bazı şekil şartlarına bağlı, kıymetli evrak niteliği taşıyan senet. Üç taraflı bir İlişkinin sözkonusu olduğu çekte, çeki düzenleyene keşideci, çek tutarını tahsil yetkisi verilen kişiye lehdar, çek üzerinde yazılı tutan lehdara ödeme yetkisi verilen bankaya da muhatap denir. Çekler nama, emre veya hamiline yazılı olabilir.
(Nlcleüs Famıly) Bkz. Aile
(Contradıctıon) 1. Bir önerme ile o önermenin değillemesinden
oluşan küme; iki önerme, cümle ya da ifadenin mantıksal olarak birbirini
dışlaması. Uzlaşmaz karşıtlık.
2. Diyalektik mantık çerçevesinde, olgu ve süreçlerde hem birbirlerini zorunlu olarak gerektiren, hem de birbirlerini karşılıklı olarak bertaraf etmeye yönelen karşıt eğilimlerin bir arada bulunması durumu.
(Instıtutıonauzatıon Of Conflıct) Kapitalizmin ilk zamanlardaki saldırgan ve şiddete dayalı çelişkili yapısının, sonraları eski çelişkilerini taşımakla beraber daha az tehlikeli ve daha yumuşak bir görüntüye bürünmesi.
(Prıncıple Of Non-Contradıctıon) Bkz. Formel Mantık
(Framework) Bir düzen, sistem, mekanizma veya yapıya biçim veren, etkinlik alanını sınırlayan ya da sözkonusu yapıyı çevreleyen koşullar bütünü.
(Guf.Rılla) 1. Gerilla/ Siyasal sistemi kısmen veya tamamen değiştirmek amacıyla düzenli ordu birlikleriyle veya ülkesini işgal eden yabancı askerlerle savaşan yerel düzensiz birlikler. 2. Soygun, gasp, yağma ve bunun gibi yasadışı yollarla geçim sağlamayı yaşam tarzı haline getirmiş grup.
(Conversıon) Konversiyon. Ruhsal gerginlik ve sıkıntıya neden olan bilinçaltı çatışmaların çeşiüi sinirsel belirtiler halinde sembolik ifade şekilleri bulması.
(Envıronment) 1. İnsan ya da bir başka canlının yaşamı
boyunca içinde ilişkilerini sürdürdüğü dış ortam. Bkz. hibidat
2. Bir birey, grup veya toplumun biyolojik, toplumsal ve kültürel yaşamını etkileyebilecek dış faktörlerin tümü. İnsan etkisinin henüz girmediği, ya da önemli ölçüde müdahale etmediği bitki, hayvan, dağ, deniz vb. unsurlardan oluşan çevreye doğal çevre; toplumsal İlişkiler çerçevesinde İnsan bilgi ve deneyiminin doğal yapı ve kaynakları dönüştürmesi sonunda meydana gelen çevreye yapay çevre; bireyi kuşatan sosyal, beklenti, ilişki ve kurumların oluşturduğu ortama sosyal çevre; bilimsel, felsefî ve sanatsal etkinliklerin oluşturduğu ortama da entellektüel çevre denir.
(Perıpherıcal 1ntellectual) Fiilî gündemi ve zihin matrisleri, kendi tarihsel-toplumsa! konumunun sorunlarından çok kendisine merkez aldığı uygarlığın sorunsal-larıyla belirlenmiş, çözümü de sürekli bu merkezde arayıp merkezin yol göstericiliğine olan inancını hiç yitirmeyen, fakat merkezi sahiden izlemeyi de bir türlü beceremeyen aydın tipi, 04. Kara)
(Ecology) Bkz. ekoloji
(Envıronmentalısm) Doğal çevrenin korunması, insan-doğa-çevre ilişkilerinin yeni bir temele oturtulması ekseninde gelişen, önceleri bireysel tepkiler şeklinde kendini gösterirken sonraları örgütselleşen toplumsal hareketler. Hızlı sanayileşme ve insanın doğayı tahakküm altına alma çabasının kaçınılmaz sonucu olarak doğanın kendini yenileyemez bir hızla kirletilmesi sonucu doğal hayat ve çevrenin yokolması tehlikesinin belirmesi karşısında çevreyi kurtarmak amacıyla ortaya çıkan İdeolojik-sosyal hareket.
(Environmental Im-Pact Kvaluatıon) Yeni kurulacak bir fabrika veya üretim biriminin, henüz proje aşamasında iken, gerek dışan vereceği artık ve sebep olacağı kirlenme,gerekse sağlayacağı olumsuz dışsallıklar bakımından orta ve uzun vadede doğa! çevreye verebileceği muhtemel zararların hesaplanarak, yasalarca belirlenen nitelikleri taşımayan ve standartlara uymayan projelerin uygulama dışı brakılmasını amaçlayan değerlendirme.
(Cyclıcal Approach) Döngüsei yaklaşım. Genelde insanlık tarihinde görülen uygarlıkların,
özelde de tek tek insan ve toplumların gelişim süreçlerinin tekdüze, doğrusal ve geri döndürülemez bir seyir izlemediklerini; tersine döngüsei, inişli çıkışlı, bir biriyle karşılaştırılamayacak özgünlükte iç dinamiklere sahip bir gelişme çizgisine sahip olduklarını savunan yaklaşım.
(Interest Group) Bkz. baskı grubu
(Inference) 1. Verilerden sonuç çıkarma işlemi.
2. Doğru olduğu kabul edilen bir veya daha fazla önermeden yola çıkarak, öncekilerin doğruluğuyla sınırlı ve aralarında mantıksal ilişki kurulabilen yeni önermeler üretme süreci.
(Dilemma) Bkz. ikilem
(Paıred-Assocıate Lear-Nıng) Öğrenicilerden, kendilerine bir kelime ya da hece sunulduğunda bir başka kelime veya hece ile cevap vermeleri beklenen Öğrenme yöntemi.
(Pastoralısm) Topluluğun hayatını idame ettirmesinde en önemli iktisadî etkinliği hayvanların evcilleştirilmesinin oluşturduğu ve temel ihtiyaçların hayvanlardan sağlandığı geçim ekonomisinin bir çeşidi. Bkz. geçim ekonomisi, barbarlık, Medeniyet.
(Childhood) Doğum ile ergenlik ya da bulûğ çağı arasındaki dönem.
(Multıplıer) Çarpan. Hızlandıran. Aralarında etki-leme-etkilenme yahut neden-sonuç ilişkisi bulunan iki iktisadî olgu arasındaki, etkilenen faktördeki büyümeyi, etkileyen faktördeki büyümenin belirli bir katına yükselten çoğaltma ilişkisi. Bu çerçevede otonom yatırım harcamalarındaki bir birimlik artışın denge gelir düzeyinde daha büyük bir artış yaratmasına yatırım çoğaltanı; merkez bankasının yarattığı paranın bankacılık sistemi ve kredi mekanizmasına girmek suretiyle, sisteme girdiği ilk miktarın birkaç katına kadar büyümesine de para çoğaltanı ya da para çarpanı denir.
(Plural Socıety) 1. Aralarında dil, din, ırk veya emik
açılardan farklılıklar olmasına rağmen barış içinde, aynı ulusal devlet çatısı
altında yaşayan insanların oluşturduğu toplum
2. Mevcut hukuksal, siyasal, sosyal ve kültürel yapının dayandığı uygarlığın paradigmal çerçevesi ve temel değer yargıları ile çelişmemesi kaydıyla her türlü düşüncenin ifade ve örgütlenme hakkına sahip olduğu toplum.
(Pluralısm) 1. Pluraiizm. Bir sürecin
yönlen-dirilmesiyle ilgili kararların, sözkonusu sürecin sonuçlarından
etkilenen tarafların katılımı ile .belirlenmesi.
2. Farklı etnik,
ekonomik, siyasal kültürel çıkarları temsil eden kurum veya örgütlenmelerin
yahut güç odaklarının, zora başvurmadan mevcut sistemin katılım yollarını
kullanarak siyasal kararları etkileyebildiği siyasal sistem.
3. Farklı toplum kesimlerinin düşünce, inanç, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunan görüş. Bkz. Otoritercilik, Totalitercilik.
(Majokity Parıy) Güvenoyu almak için mecliste gerekli milletvekili sayısına sahip olan parti.
(Majorıty System) Çok partili sistemde bir seçim bölgesinde en çok oyu alan parti listesinin seçimi kazanmasını sağlayan seçim sistemi.
(Multî-Party System) Toplumsal desteği bulunan, örgütlenmiş en az üç partinin eşit şartlarda yarışlığı, oyların bir veya İki partide toplanmadığı, seçime katılan partilerin en azından koalisyonla iktidar olma şansı taşıdıkları siyasal sistem. Sadece İki veya İkiden fazla siyasal partinin bulunmasına rağmen oyların çoğunun İki büyük parti arasında paylaşıldığı, küçük partilerin yalnız başlarına veya koalisyon kurarak İktidara gelme şanslarının olmadığı sisteme de İki partili sistem denir. Bkz. tek parti sistemi.
(Mcltı-Stage Samplıng) Bkz. Örnekleme
(Polygamy) Bkz. evuük
(Multıple Personalıty) Bir kişide, herbiri belirli zamanlarda baskın hale gelen, birden çok kişilik özelliklerinin aynı anda bulunması.
(Polytheısm) Politeizm. Birden fazla tanrıya inanma ve lapmma, Tek bir tanrının varlığını reddederek birden çok tanrının varlığının mümkün olduğunu ileri süren görüş. Bkz. Tf.Ktanrıcıuk.
(Multılateral Aıd) Bkz. Diş yardım
(Mültınatıonal Corporatıons)
Dünya pazarları İçin üretim yapan ve gelişme stratejilerini bir tek ülke çapında değil dünya Ölçeğinde belirleyen, birden fazla ülkede faaliyette bulunan ve tek merkezden yönetilen, üretim ve hasılat tutarları büyük rakamlara ulaşan dev boyutlu şirketler. Özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra dünya çapında yaygınlaşan ve birçok piyasada tekel veya oligopol olarak faaliyet gösteren, sahip oldukları parasal güç nedeniyle çoğunlukla siyasal otoriteler üzerinde baskı kurabilen çokuluslu şirketler, gelişmiş kapitalist ülkelerin dünya ölçeğindeki egemenliklerini perçinleyen iktisadî araçlar olarak da değerlen dirilmektedirler.
(Dısorganızatıon/Dıssocıatıon)
1. Toplumsal yapı, İlişki ve
değerlerin zayıflamaya, hg;;.ta bağlayıcı olmaktan çıkmaya başlaması İle başgtcren
voplurnsal durum.
2. Ruhsal olarak sıkıntılı durumlardan kurtulmak için kişinin geçici olarak bütünlüğünü kaybetmesi; herşeyi unutup âdeta kendisinden tamamen farklı İkinci bir şahsiyet haline gelmesi. Örn. Hafıza kayıpları, uyur-gezenik, şuursuz kaçmalar, iki ruhlu insan halleri.
(Analysıs) Analiz Tahlil Bir konu, cümle, sorun, olay, olgu veya sürecin, kısaca bir bütünün, kendisini meydana getiren öğelerin sözkonusu bütünle İlişkileri koparılmadan ayrıştırılarak daha kolay anlaşılabilir hale getirilmesi. Bir sorunsalın cevap bekleyen sorularının cevaplandırılması; bir yapının parça-bütün ilişkisi içinde, sözkonusu yapıyı etkileyen faktörlerle birlikte kavranıp yorumlanmasına yönelik araştırma, İrdeleme, bölümlere ayırma, bütünleştirme faaliyetlerinin tümü. Bkz. sentez.
(Decoimposıtıon) 1. Birlikteliğin sona ermesi; biraradaki
Unsurların birbirinden uzaklaşması; bir yapıyı oluşturan birimler arasındaki
dayanışmanın ortadan kalkması.
2. Şiddedi ruhsal çatışmalar sonucunda onama uyum sağlayabilmenin İmkânsızlaşması dolayısıyla kişiliğin ciddi biçimde parçalanması.
(Dıstrıbutıon) Ürelim süreciyle tüketim süreci arasında aracılık görevi yapan ve üretilen şeyleri tüketicilerin hizmetine sunmayı amaçlayan ekonomik faaliyetlerin tümü.
(Floatıng Exchange Rate System) Bkz. esnek döviz kuru sistemi
(Dumpıng) Eldeki mal fazlasının eritilmesi yahut rakip işletmelerin pazar dışına itilerek piyasada tekelci bir konuma gelmek amacıyla bir malın piyasada marjinal maliyetinin altında bir fiyatla satılması. Mal ve hizmetlerin zararına satışı.
(Counselıng Psychology) Bkz. psikoloji
(Councıl Of Statf.) Devlet Şurası. Yönetimle ilgili sorunların çözüme bağlandığı en üst mahkeme. îlk kez 1868'de Fransa'da, sonra Türkiye'nin de içinde bulunduğu birçok ülkede kurulan Danıştay, başlangıçta mahkeme olmaktan çok hükümetin bir danışma organı iken zamanla, bir yandan vergi ve idare mahkemelerinin temyiz mercii ve bazı davaların ilk ve son derece mahkemesi olan en yüksek İdare mahkemesi; öte yandan başbakan ve bakanların gönderdiği kanun tasarıları hakkında düşüncesini bildiren en yüksek danışma ve inceleme organı özelliği taşıyan bir kuruma dönüşmüştür.
(Contracttonary Eco-Nomıc Policy) Bkz. defhsyon
1. Üretim
sürecinde karşılaşılan, faktör piyasasındaki arz ve taleple ilgili, giderilmesi
güç dengesizlik durumu. Sözkonusu dengesizlik krediler, döviz rezervleri,
hammadde kaynaklan vb. girdilerin İhtiyaç duyulan düzeyin çok altına
düşmesinden kaynaklanabilir.
2. Gerek ülke içi, gerekse ülkelerarası siyasî ilişkilerde çözülmek istenen kimi sorunların çıkmaza girmesi; bîr anlaşmaya varabilme noktasında aşılması güç engellerle karşılaşılması durumu.
(Dardanısm) Fiyatların yüksek düzeyde tutulması veya maliyetlerin de altına düşmesinin önlenmesi amacıyla bir malın çeşitli yollardan yok edilmesi.
(Darwı\Ism) Darvincilik. C. Danuin tarafından ileri sürülen ve yaratılış öğretisini reddederek hayatı, insan ve diğer canlı varlıkların türeyişini evrim, doğadaki sürekli yenilenen varolma savaşı ve doğal ayıklanma İle açıklayan kuram.
1. İslâm'a
davetin henüz açıktan yapılmaya başlanmadığı yıllarda, dinî tebliği kabul
edebilecek kişilerin gizlice ve teker teker çağrılıp İslâm'a davet
edildikleri; Hz. Peygamber tarafından Müslümanlara İslâm'ın anlatılıp vahyin
tebliğ edildiği ve topluca ibadet veya çeşitli görüşmeler için mekân olarak
kullanılan Erkamb. Ebu'l Erkamin evi.
2. Her çağda ve dönemde koşulların elverişsizliği yüzünden Müslümanlıklarını istedikleri biçimde ve serbestçe yaşayamayan müslümanlar tarafından bu amaçla kullanılan mekânların sembolik ismi.
Miladî 440 yılında Kusay tarafından kurulan, Mekke'de Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin toplanıp siyasal, hukuksal ve idarî konulan görüştükleri, ayrıca nikâh ve benzeri törenler için de kullanılan mekân. Cahîlîye döneminde Mekke'de, aktüel şartlar içerisinde başvurulan ve özellikle müstekbirlerin çıkarlarının ve sorunlarının, ya da olağanüstü durumların tartışılıp görüşüldüğü toplanma evi; değişik toplumlarda benzer işlev gören tüm mekân ve kurumların sembolik adı.
(Behavıoral Scıences) Psikoloji, sosyoloji ve sosyal antropoloji başta olmak üzere insan ve hayvan davranışlarını farklı amaçlarla, değişik araçlar kullanarak ve farklı boyutlarıyla incelemeyi konu edinen bilimler.
(Behavıoral Dısorder) İnsan davranışlarının ruhsal dengesizlik nedeniyle normal seyrinin dışına çıkması. Ruhsal bozukluk veya ruh hastalığı deyimleriyle eşanlamlı olarak kullanılan ve psikonevrotik reaksiyonlar, kişilik bozuklukları ve kronik beyin sendromlarını kapsayan genel terim.
(Behavıourısm) 1. 20. yüzyılın başlarında gelişen ve
psikolojik tahliller ile tedavilerde içebaktş tekniğinin kullanılmasına karşı
çıkarak, psikolojinin gözlemlenebilen davranışların incelenmesiyle sınırlanması
gerektiğim savunan psikoloji okulu.
2. Psikolojiyi doğal bilimlere yaklaştırarak, ona daha nesnel bir nitelik kazandırmak amacıyla geliştirilen ve psikolojinin konusunu da, zihin ve bilinç durumlarını devre dışı tutarak sadece insan veya hayvan davranışlarının İncelenmesiyle sınırlayan yaklaşım.
(Attıtude Group) Bkz. baskı grubu
(Solıdarıty) Bir grup içinde yeralan bireylerin aralarında veya grupların birbirleriyle olan ilişkilerinde, karşılıklı yardımlaşma, işbirliği, ortak tavır ve toplu eyleme bağlı olarak gelişen bağlılık duygusu. Bkz. organik dayanışma, mekanik Dayanışma, Asabiyet
(Nepotîsm) Bkz. adam
kayırmacılık
(Deductıon) Bkz. TümdengeUm
(Deflatıon) Fiyatlar genel düzeyi, millî gelir ve İstihdam düzeyinin düşmesi, dış ticaret hacminin daralması, ücretlerin azalması, bunların sonucu olarak da ekonomik durgünlüğün yaygınlaşmasını ifade eden kavram. Bu çerçevede, amacı toplam talep ve ithalatı kısarak enflasyonîst eğilimleri bastırmak ve İhracatı artırarak dış ödemeler dengesini düzeltmek olan politikaya deflasyonist politika ya da daraltıcı ekonomik politika denir. Deflasyonist politikaların yukarıda belirtilen amaçlara ulaşılabilmesi için öngördüğü başlıca araçlar vergi ve faiz oranlarının artırılması, para arzının daraltılması ve kamu kesimi ile özel kesim harcamalarının kısıtlanması-dır.
(Deflatıonary Polıcy) Bkz. Defiasyon
(Value) 1. Kullanılışlı ya da arzulanır olma,
İşe yararlılık, aydınlatıcılık. Amaç veya araçlar hakkındaki inanç.
2. Kıymet,
paha. Bir şeyin karşılığı. Bir nesneyi işe yarar, aranır, arzulanır, sevilir
kılan şey. Mal ve hizmetlere atfedilen göreli önem. Bu çerçevede, bir nesne ya
da malın başka bir nesne ile mübadele edilmesi noktasında taşıdığı değere
değişim değeri, eldeki bir malın tüketilmesi ya da kullanılması, yahut başka
bir malın üretiminde kullanılma aşamasında taşıdığı değere ise kullanım değeri
denir. Bkz. değerleme.
3. İnsanların hayatın anlamı ve günlük yaşamın biçimlendirilmesi konusunda alternatif yollar arasından bir tercih yapmalarını sağlayan yol gösterici nitelikteki soyut yahut somut İlke, inanç veya varlıklardan herbiri. Bu çerçevede, toplumun geleceğinin inşasında hareket noktası kabul edilen geçmiş yaşantı, deneyim ve alışkanlıklara geleneksel değer; toplumun tarihsel süreçle yaşadığı serüveni olumlu etkileyen kişi, kurum veya davranış kalıplarına tarihsel değer; kendi içinde uyumlu bir toplumun kurulabilmesi ve kendisini yeniden üretebilmesi için o toplumda yaşayan bireylere kazandırılan davranış kalıpları ve eğitsel kodlara kültürel değer; doğrular ve yanlışlar konusunda İnsanı uyarıcı nitelikteki dinî ilkelere dinî değer; inanç ve ideolojiler arasında bir tercih yapılabilmesinde aydınlatıcı rol oynayan düşünsel mihenk taşlarına da felsefi değer denir.
(Paradox Of Value) İnsan için hayatî önem taşıyan, hayatın idamesi için tüketilmesi zorunlu olan malların değerlerinin; gösteriş amacıyla tüketilip hayatî hiçbir önemi olmayan, lüks tüketime konu olan malların değerlerinden daha düşük olması durumu. Örn. Suyun ucuz, mücevherin pahalı olması.
(Value Theorıes) Mal
ve hizmetlerin değişim değerleri veya fiyatlarının niteliği İle değeri neyin
belirlediği, değer ölçütünün ne olabileceği konularında geliştirilen
kuramlar. Belli başlı değer teorileri şunlardır:
1. Emek-Değer
teorisi: Değerin kaynağı yahut belirleyicisinin emek olduğunu, bîr nesnenin
değerinin, üretiminde harcanan emek miktarına göre belirlenebileceğini, zira
kullanım değeri bir yana bırakılırsa geriye malların bir tek emek ürünü
olmaları özelliğinin kalacağını, dolayısıyla farklı malların karşılaştırılması
ve mübadele sürecinin açıklanabilmesine imkân verecek değişmez değer ölçüsünün
emek olduğunu ileri süren kuram.
2. Marjinal
Değer Teorisi: Bir şeyin değerinin marjinal faydasına göre belirleneceğini,
değerin ölçüsünün son birimden elde edilen fayda anlamına gelen marjinal fayda
olduğunu ileri savunan kuram.
3. Maliyet-Değer Teorisi: Bir nesnenin değerini ancak o nesnenin üretiminde kullanılan üretim faktörlerinin maliyetlerinin belirleyebileceğini savunan kuram.
(Value Judgement) Bütün insanî etkinlikler ile olay, olgu ve nesnelere karşı verilebilecek iyi ve kötü yargılarından her biri. Vakıayı tespit eden değil, ideali gösteren; olanı değil, olması gerekeni belirleyen yargı.
(Axıology) Bkz. Aksiyolojı
(Valuatıon) 1. Vergi matrahlarının hesaplanmasıyla
ilgili İktisadî kıymetlerin takdir ve tespiti.
2. Bir işletmenin sahip olduğu İktisadî varlıkların belirli bir tarihteki kıymetlerinin en doğru ve gerçeğe en yakın olarak tespit edilmesi; işletmeye ait varlıkların bilançoya yansıtılacak değerlerinin çeşitli kriterler yardımıyla belirlenip rakamlarla ifade edilmesi faaliyeti. Bkz. Değerleme Ölçüleri.
(Valuatıon Crıterıa) Değerlemeye esas alınan ölçüler. Başlıca değerleme ölçüleri şunlardır: Maliyet bedeli, borsa rayici, tasarruf değeri, kayıtlı değer, itibarî değer, vergi değeri, rayiç bedel ve emsal bedeli.
İktisadî kıymetler, niteliklerine göre bu ölçülerden yararlanarak değerlendirilirler. Bir iktisadî kıymetin İktisap edilmesi veya değerinin artırılması amacıyla yapılan ödemeler İle bunlarla ilgili tüm giderlerin toplamına maliyet bedeli; gerek menkul kıymetler ve kambiyo borsasına, gerekse ticaret borsalarına kayıtlı olan İktisadî kıymetlerin, değerlemeden önceki son işlem gününde borsadaki ortalama değerine borsa rayici; bir iktisadî kıymetin değerleme gününde sahibi için arzetü'ği gerçek değere tasarruf değeri; bir iktisadî kıymetin, işletmenin muhasebe kayıtlarında gösterilen hesap değerine mukayyet ya da kayıtlı değer; her türden senetler ile sermaye payı ve tahvillerin üzerinde yazılı olan değere itibarî değer; bir iktisadî kıymetin değerleme günündeki normal alım satım değerine rayiç bedel; gerçek bedeli olmayan veya bilinmeyen, yahut doğru olarak tespit edilemeyen bir malın, değerleme gününde satılması halinde benzerlerine kıyasla sahip olacağı değere de emsal bedel denir.
(Value System) Birey, cemaat veya toplumun belirli davranış kalıplarını benimsemesinde, kişinin önceliklerini sıralaması ve buna göre hayalını planlamasında rol oynayan kültürel, tarihsel, geleneksel, dinsel ve felsefî değerlerin oluşturduğu sistem.
(Bad Debt) Bir yargı organı kararına veya kanaat verici bir belgeye göre tahsiline imkân kalmamış olan alacak. Değersiz alacaklar bu niteliğe girdikleri tarihte tasarruf değerlerini kaybederler ve İşletmenin muhasebe kayıtlarında kayıtlı değerleriyle zarara geçirilerek yok edilirler.
(Exchange) MübadeSe. Bir mal ya da hizmetin, başka bir mal veya hizmet, ya da para İle değiştirilmesi. İktisadî hayalın temel faaliyet konularından biri olan değişim, eski çağlarda mal karşılığı mal ahş-verişi şeklinde iken, kapitalizmin gelişim sürecine paralel olarak modern çağlarda temel değişim aracı haline gelen para aracılığıyla yapılmaktadır.
(Exchange Value) Bkz. Değer
(Exchange Theory) Mübadele teorisi.
Toplumsal yapının, düzenin, ilişkilerin ve etkileşimin değişim ilişkileri sonucu biçimlendiğini savunan teori. Buna göre, İnsanlar sadece maddî şeyleri değişmezler, maddî olmayan şeyler de bu değişim sürecinde yeralırlar; bireyler umdukları gerilere göre davranışlarını planlarlar ve gerçekte elde ettikleri getiriye göre karşılık verirler.
(Varıable) 1. Sabit tutulan ekonomik,
istatistiksel, matematiksel, büyüklüklere göre, belirli sınırlar İçinde değişebilen
büyüklük.
2. Nicelik veya nitelik bakımından değişik değerler.alabilen birim. Değişik durumlarda değişik değerler alabilen bir nicelik veya nitelik; gözlemden gözleme farklı değerler alabilen bir nesne veya koşul. Bir deneysel düzenekte veya araştırma evreninde etkileme-etkİlenme, sebep-sonuç ilişkisi bakımından etkilenen, bağımsız değişkendeki değişmeye bağlı olarak durumu değişen, yahut sonuç durumunda olan değişkene bağımlı değişken; sözkonusu ilişkide etkileyen veya sebep durumunda olduğu kabul edilen değişkene de bağımsız değişken denir.
(Flexıble Exchange Ratesystem) Bkz. esnek döviz kuru sistemi
(Varıable Capıtal) Bkz. Sermaye
(Balance Of Terror) İkinci Dünya Savaşı sonrası nükleer silahların gelişmesi ve çoğalması sonucunda bu silahlara sahip taraflardan herbirinin karşı tarafın da kendisini yok edebilecek bir karşılık vermesinden korkarak bu silahlan kullanmaktan caymasıyla oluşan, esas İtibariyle dehşet ve dehşetin verdiği korkuya dayalı uluslararası denge durumu. Bkz. Güç Dengesi.
(Deısm) Tanrıcılık Bir tanrıya inanma. Tanrı'nın varlığına İnanan, ancak aklın kendi başına Tanrı'yı bilebileceğini kabul ettiğinden vahyi İnkâr eden veya gereksizliğini savunan görüş. Bkz. teizm.
(Adolescence) Hem biyolojik, hem de ruhsal olarak çocukluktan ergenliğe geçiş dönemi.
(Demagogy) 1. Bir tartışmada kelime oyunları yaparak,
argümanları çarpıtarak veya düzlem dışına kayarak sözkonusu tartışmadan üstün
çıkma çabası.
2. Halk avcılığı. Bir topluluğun düşünce ve duyarlılıklarına uygun cümleler kullanarak, onlarla çelişmeden kendi menfaatini korumak; çıkarlarının gerekliliklerini yerine getirirken cümlelerle oynayarak toplumun menfaatlerine uygun davranıyor gözükmek. Bu niyetle yapılan söz oyunlarına ve süslü ifadelere dayalı konuşma. Kitlenin zaafından yararlanarak, İnsanların hislerini okşayarak kendi menfaatini koruma lavn.
(Demography) Nühısbllinı. Toplumların nüfusla ilgili yönlerini inceleyen; nüfusun miktar ve bileşimi İle doğum-Ölüm oranlan, nüfus artışı ve nüfusun bir yerden başka bir yere kitlesel olarak kayması ile ilgili sorunları ve bu sorunların çözüm yollarını, İstatistiksel yöntemleri de kullanarak araştırıp incelemeyi konu edinen disiplin.
(Democratıc Elıtısm) Klasik demokrasi kuramcılarının iddia ettiğinin aksine, demokrasinin bir yaşam biçimi değil, karar süreçlerine egemen elit yöneticilerin düzenli aralıklarla seçilmesini sağlayan bir yönetim bîçi-mi olduğunu ileri süren görüş.
(Democratıc Capıtalısm) Tüketicinin isteğine uygun üretimin yapıldığı; herkesin önceliklerini ve planlarım kendisinin belirlediği; merkezî planlamanın olmadığı ve devlet müdahalesinin en aza indirildiği; üretim ve dağıtım araçlarının mülkiyet ve denetiminin devletin değil, bireyin yahut cemiyetlerin kontrolünde olduğu toplum.
(Democratîc Centra-Lısm) Siyasal ve idarî kararların oluşturulması aşamalarında her türlü eleştiri, özeleştiri ve önerinin serbest olduğu; ancak, karar alındıktan sonra tam bir itaatle ve hiyerarşik biçimde alınan kararların uygulanmasını öngören yönetim biçimi.
(Democratıc Socialısm) İngiliz işçi Partisi, Amerika'da Norman Thomas Hareketi, Batı Avrupa ve Japonya gibi birçok ülkedeki sosyalist partilerin öncülüğünü yaptığı; sosyalizme giden yolda devrimin bir araç olarak kullanılmasını reddeden; bankaların, demiryollarının, madenlerin vs. devletleştirilmesi, eğitimin devlet tarafından denetlenmesi gibi barışçıl yöntemlerle toplumun sosyalistleştirilcbilcce-ğini savunan görüş. Bkz. sosyal demokrasi.
(Method Of Traıl And
Er-Ror) 1. Önceden plan ve program
yapmadan seçenekler arasında eleme yaparak doğruyu bulma veya problemi çözme
yöntemi.
2. Öğrenme sürecinde herhangi bir kuramı esas almadan, pratik yapmak suretiyle elde edilen başarılar ve karşılaşılan başarısızlıklara bakarak Öğrenme yöntemi.
(Experıment) 1. Olay ve nesneler arasındaki
ilişkilerin ortaya çıkarılması veya bir ya da bir kaç bağımsız değişkenin
etkilediği bağımlı değişkenlerin davranışlarının tespit edilmesi amacıyla
yapılan sistemli araştırma.
2. Belirli faktörlerin belirli koşullar altında biraraya getirilerek davranışlarının, aralarındaki etki-tepki ilişkilerinin incelendiği düzenek.
(Experımental Group) Bir deneyde sonuçları gözlemlenmek istenen değişkenlerin etkisinde tutulan grup; deneye tâbi tutulan denekler topluluğu. Bkz. kontrol grubu.
(Emprıcısm) 1. Empİrİsİzm. Deneyimcilik. Bilginin
yegâne kaynağının deney olduğunu, doğuştan gelen, zaman ve mekândan bağımsız a
priorİ bilginin olmadığını, bütün gerçek ve güvenilir bilgilerin, son
tahlilde, gözlem ve deneye indirgenebilir nitelikte olduğunu savunan yaklaşım.
2. Deneme yanılma yöntemi ile bilgilenmeyi, güvenilir bilgiye ulaşmada temel alan epistcmolojik yaklaşım.
(Experıence) 1. Tecrübe. Düşünerek, tahayyül ederek
değil, yaşanarak elde edilen.
2. Bireyin
geçmişte yaşadıklarından edindiği bugünkü bilinç durumu.
3. Uygulama veya öğrenmeyle elde edilen bilgi ve beceri.
(Experımental Pscyholocy) Davranışları öndemek, açıklamak, denetlemek amacıyla laboratuvar düzeneğinde duyum, algı, öğrenme, hafıza, güdü vb. psikolojik durumların fizyolojik temellerini ortaya çıkarmayı konu edinen psikoloji dalı.
(Eqüıubrıum Prıce) Belirli bir piyasada, bir maİın arz ve talep miktarlarının birbirine eşitlendiği noktada oluşan fiyat. Arz ve talebin birbirini dengelediği noktadaki fiyat.
(Equılıbrıum Level Of Income) Toplam talep ile toplam arzın birbirine eşit olduğu; firmalar, tüketiciler yahut diğer ekonomik birimler için içinde bulunulan durumdan farklı bir duruma ulaşma isteği yaratmayan gelir düzeyi.
(Equılıbrium Quanttty) Bir malın arz ve talebinin birbirine eşit olduğu noktada o maldan alınıp satılan miktar. Arz ve talebin eşitlendiği noktada oluşan miktar.
(Equılıbrıum Theory) Toplumsal yapılanmanın bireyler arası dayanışma ve karşılıklı birbirine bağımlılık zemini üzerinde kurulmasından dolayı, tüm toplumsal kurum ve ilişkilerin; farklı eğilim, anlayış ve çıkarlara sahip kişi veya gruplar arasında karşılıklı rızaya dayalı olarak değişik düzeylerde oluşan uzlaşma ve anlaşmalarla varılan dengelerin sonucu olarak ortaya çıktığını savunan kuram. Bkz. Çatışma Teorisi.
(Check And Balance) Yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrı ayrı organlar tarafından yerine getirilerek birbirlerini denetlemelerini mümkün kılan siyasal düzenleme. Buna göre, yasama, meclis; yürütme, hükümet; yargı da bağımsız mahkemeler tarafından yerine getirilir. Bkz. kuvvetıir Ayrılığı, Kuvvetler Birliği, Yasama, Yürütme, Yargı.
(Balanced Budget) Bkz. Bütçe
(Depolıtızatıon) Bireyin siyasal çıkar ve eylemlerini terketmesi ya da bir grup, kurum veya eylemin siyasal kimliğini yitirmesi. Siyasal süreçlerin dışında kalma, siyasallaşma ediminden uzaklaşma, siyasetten soğuma. Siyasal gelişmelere karşı ihtiyatlı ve mesafeli bir yaklaşımı benimseme.
(Depressıon) 1. Temelde talep yetersizliğine dayalı
olarak durgunluğun ekonomideki tüm sektörlere yayıldığı, üretim kapasitesinin
önemli bîr bölümünün kullanılamaz hale geldiği, işsizliğin tırmanıp iflasların
yoğunlaştığı, kısaca iktisadî yapının kendini yeniden üretme noktasında büyük
güçlüklerle karşı karşıya olduğu ekonomik durgunluk durumu.
2. Büyük ruhsal sıkıntı ve gerginlik sonucu kişinin derin bir çöküntü yaşaması; dış dünya ile sağlıklı bir iletişim ve etkileşim kuramaz duruma gelmesi.
(Feudalısm) Bkz. Feodalizm
(Despotism) 1. Baskı yönetimi Siyasal otoritenin
etkinlik alanı üzerinde geleneksel veya yasal sınırlamaların olmadığı ve
dolayısıyla hesapsız, sorumsuz ve sınırsızca kullanıldığı yönetim tarzı.
2. Hukuk tanımayan, insanları cebrî yollarla belirli eylemlere zorlayan şiddetli baskı yönetimi.
(Detente) Bkz. Yumuşama
(Determınısm) 1. Belirlenimdlik. Evrendeki her olay
ve olgunun nedensellik zinciri çerçevesinde belirli kanunlar ya da kurallara
bağlı olarak meydana geldiğini, doğada bulunan her şeyin birbirine kırılmaz bir
neden-sonuç zinciriyle bağlı olduğunu İleri süren görüş.
2. Benzer nedenlerin, benzer koşullar altında mutlaka benzer sonuçlar doğuracağını savunan yaklaşım.
(Devaluatıon) Bir ülkenin parasının, yabancı ülkelerin paralan karşısında değerinin düşürülmesi. Genel olarak ödemeler dengesi açıklarının kapatılması amacıyla başvurulan bir politika aracı olan devalüasyonun, ithal malların fiyatını yükseltip ihraç mallarının fiyatını göreli olarak düşürmesi; bunun sonucu olarak ihracatın canlanıp ithalatın azalması, dolayısıyla da ödemeler dengesi açıklarının daraltılmasında etkili olması beklenir.
(State) 1. Halk (insan unsuru), ülke (toprak
unsuru) ve egemen bir siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan siyasal
örgütlenme.
2. Belli bir
ülkede meşru egemenlik iddiasıyla, o ülkede yaşayan bütün insanların hak,
görev, sorumluluk ve davranışlarının kontrolünü elinde tutan siyasal kurum.
3. Bir
toplumdaki bütün siyasal kurumların soyut düzeyde toplamını ifade eden kavram.
4. Marksist kurama göre, sınıflı toplumlarda, egemen sınıfların alt sınıflar üzerindeki sömürüsünü meşrulaştıran, hâkim sınıfın İdeolojisini savunup onun çıkarlarını korumaya yarayan temel aygıtlardan biri. Bkz. devletin görece özerki iği.
(State Fetıshısm) Devlete toplumdan bağımsız bir kimlik ve kişilik izafe ederek onu İnsanüstü ve kutsal bir kurum olarak algılayan, devletin çıkarlarını herşeyin üstünde görerek, ekonomik, sosyal ve kültüre! tüm süreçlerin denetiminin devlete ait olduğunu ve bu denetim hakkını kullanırken devletin, bireylerin yaşamlarına her düzeyde müdahale edebileceğini kabul eden anlayış. Devletin kutsallaştırıl-ması ve uğruna herşeyin kurban edilebileceği bir amaç haline getirilmesi. Bkz. fetişizm, meta fetişizmi.
(State Treasury) 1. Devletin kasası; gelir gider
dengesinin ve nakit durumunun izlendiği merkez.
2. Devletin malî tasarruflarından bir çoğunun icra merkezi konumundaki kamu birimi. Maliye politikası çerçevesinde devlet tarafından yapılması Öngörülen işlemlerin önemli bir bölümünün yürütüldüğü merkez.
(State Capıtalısm) Devletin yahut kamu kesiminin özel kesim üzerinde ekonomik ve siyasal denetim uyguladığı kapitalist sistem. Marksist kurama göre devlet kapitalizmi, sosyalizme geçiş sürecinde geçici olarak uygulanması zorunlu olan bir iktisadî politikadır. Bkz. Demokratik Kapitalizm, Kapitalizm.
(Treasury Bond) Bkz. hazine bonosu
(Relatıve Altonomy Of State) Devletin egemen sınıfın sömürü aygıtlarından biri olduğu yolundaki tezin, yapısalcı ve instrumanlalist marksistler arasında tartışılmasıyla ortaya çıkan ve devletin egemen sınıflardan görece bağımsız olduğunu vurgulayan kavram. İns-trumanıalistler devletin, egemen sınıfın çıkarlarını koruyan bir araç olduğunu söylerken, yapısalcılar devletin egemen sınıfın isteğiyle yaratılan bir sömürü aygıtı değil, sonuçla egemen sınıfın lehine çalışsa bile egemen sınıfların da varlıklarını borçlu oldukları siyasal yapının bir ürünü olduğunu iddia ederek, devletin görece özerkliğini savunmuşlardır. Burada devlet egemen sınıflara izafeten değil, devlet de, egemen sınıflar da sisteme izafeten tanımlanmaktadır. Başka bir deyişle referans noktası devlet değil, sistemdir; devlet de, hâkim sınıflar da sistem sayesinde anlam kazanırlar.
(Natıonalızatıon) Bkz. Miuileştirme
(Revolutıon) 1. Değişimin nasıl gerçekleştirilmesi
gerektiğine ilişkin kuralların da değiştirilmesini öngören köklü değişim. Bkz.
reform.
2. İnkılâp
Bir toplumun yönetim biçimini, sosyal ve siyasal kurumlarını veya yönetici
elitini değiştirerek yerine yenisini getirmek, toplumsal kurumlara yeni bir
biçim vermek amacıyla yapılan köklü değişiklik. Zorla değiştirmeyi hedefleyen
hareket.
3. Toplumların sosyoekonomik yapılarında uzun vadede önemli sonuçlar getiren icat veya değişiklikler. Örn. Sanayi devrimi, tarım devrimi, teknolojik devrim.
(Dısınflatıon) Enflasyonun önlenmesi ya da cnflasyonist beklentilerin kırılması ve ekonomik istikrarın korunması amacıyla merkez bankası tarafından reeskont oranlarının yükseltilmesi, kredilere müdahale edilmesi ve açık piyasa İşlemlerine başvurulması politikası.
(Foreign Policy) Bir devletin diğer devletlere veya uluslararası aktörlere karşı, ulusal menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi temeline dayalı olarak belirli amaçlarını gerçekleştirmek için, sözkonusu devletin siyasal karar organları tarafından belirlenen, geliştirilen ve uygulanan stratejiler, ilkeler ve politikalar bütünü.
(Terms Of Foreign Trade) İhracat fiyat endeksinin ithalat fiyat endeksine bölünmesiyle elde edilen oran; bir birim ihracata karşılık kaç birim ithalat yapılabileceğini ifade eden terim. Dış ticaret hadlerinin ülke lehine iyileşmesi için, ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarından daha hızlı yükselmesi, ya da tersinden ithalat fiyatlarından daha yavaş düşmesi gerekir.
(Foreign Aıd) 1. Bir ülkenin çeşitli amaçlarla başka ülke ya da ülkelere yaptığı parasal ya da teknolojik yardım. 2. Sanayileşmiş kapitalist ülkelerden azgelişmiş ülkelere, gelişmelerine katkıda bulunmak amacıyla çeşitli konularda yapılan sermaye ve teknoloji aktarımı. Geri ödemesiz dış yar-. dımîara hibe; para olarak yapılan yardımlara finansal yardım; gıda yahut teknik yardımlara aynî yardım; belirli bir proje finansmanına yönelik yardımlara proje yardımı; genel amaçlı bir programın yürütülmesi için verilen yardımlara program yardımı ya da genel amaçlı yardım; yardım eden ülkenin ürettiği malların alımı şartına veya benzer şartlara bağlanan yardımlara şarta bağlı yardım; herhangi bir şart öngörmeyen yardımlara serbest yardım; bir ülkenin doğrudan diğer bir ülkeye yaptığı yardıma iki taraflı yardım; Dünya Bankası gibi uluslararası bir kurum aracılığıyla, yahut birden fazla devletin katkısıyla yapılan yardıma da çok taraflı yardım denir.
(Outward I.Ookıng Personalıty) İçedönük kişiliğin tersine çevresi ile iletişim kurmada güçlük çekmeyen, bulunduğu ortama kolayca uyum sağlayabilen, sosyal ilişkileri güçlü, susmak yerine konuşmayı, yalnızlık yerine birileri ile beraber olmayı tercih eden kişilik türü.
(Outward Lookıng Ixdust-Rıalızatıon) Bkz. ihracata yöneük sanayileşme
(Other-Dırected Perso-Naıj'ıy) Bkz. kişilik
(Anal Stage) Freud'a göre çocuğun ağızcıl donemden sonra ilgisinin dışkı organlarında yoğunlaştığı gelişme evresi. Bkz. oral dönem, ağızcıl dönem, falik dönem.
(External Economıes) Sanayinin ya da bir grup üretim biriminin ölçeğinin büyümesi veya aityapı hizmetlerinin gelişmesinin firmalar üzerinde ortaya çıkardığı yarar ve kayıplar. Bir firmanın kendi dışındaki ekonomilerden yararlanması yahut zarar görmesi. Sanayide veya altyapı hizmetlerinde gerçekleşen büyüme ve gelişmenin maliyetleri düşürmesi gibi sağladığı yararlara dışsal yararlar; bunlarda meydana gelen olumsuz gelişmelerin yolaçtığı kayıplara da dışsal kayıplar denir. Bir bölgeye devletin altyapı hizmetleri götürmesi veya bir yere kurulan bir fabrikanın çevresindeki arazilerin değer kazanması dışsal yararlara, firmanın kullandığı aramalların kalitesinin düşmesi yahut altyapı hizmetlerinde meydana gelen bir aksamanın firmaların maliyetini yükseltmesi de dışsal kayıplara örnek verilebilir.
(External Dıseconomıes) Bkz. Dışsal Ekonomiler
(External Economıes) Bkz. dışsal Ekonomiler
(Externalıty) Eksternalite. Bir olay, o!gu ya da sürecin doğal akışı içinde kendi dışındaki düzeneklere yaptığı etki. Sözkonusu etkinin istenmeyen ya da zararlı sonuçlar doğurmasına olumsuz dışsallık; tersine, islenen ya da yararlı sonuçlar doğurmasına da olumlu dışsallık; bir kişinin tüketim düzeyinin başka bir kişinin refah düzeyinde yarattığı etkiye tüketimde dışsallık; bir firmanın üretim faaliyetinin başka bir firmanın üretim faaliyetini etkilemesine de üretimde dışsallık denir. Örn. Birisinin bahçesini ilaçlamasından komşu bahçelerin de yararlanması olumlu dışsallık, bir fabrikanın denize bıraktığı kirli atıklardan balıkçıların zarar görmesi ise olumsuz dışsalhkur.
(Exogamy) Belirli özelliklere göre bir bütünlük oluşturan bir toplumsal alt grubun içinde yeralan bireylerin birbirleriyle evlenmelerini yasaklayan evlilik düzeni.
(Altruism) Altruizm. Özgecilik. Kendisini diğer insanlar için feda etmekten mutluluk duyma; başkalarının yararı sözkonusu olduğu yerde kendi çıkarından vazgeçme anlayışı.
(Vert1cal Mobılıty) Bkz. Sosyal Hareketlilik
(Attentıon) Herhangi bir anda belirli amaçlarla İncelenen, konuşulan ya da üzerinde durulan olay, nesne veya düşüncelerin, diğerlerini ihmal ederek bazı yönlerine odaklaşmayla ortaya çıkan zihinsel durum.
(Dıchotoımy) Ancak birbirinin zıttı iki değer alabilen değişken. Örn. Cinsiyet kategorisi ya kadın ya da erkek
olabilir.
(Language) Duygu ve düşüncelerin ses, işaret, resim, yazı, görüntü., aracılığıyla başkalarına iletilmesini veya saklanmasını sağlayan ve kendi içinde kuralları ve sürekliliği olan sistem. Dilin insanlar arasında iletişimi sağlayan araçsal İşlevinin yanı-sıra, bizzat iletişime konu olan mesajın kendisinin oluşmasında amaçsal bir işlev gördüğü de vurgulanmalıdır.
(Relıgıon) 1. Geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın
nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve
değerler bütünü.
2. Dar anlamda evrendeki düzeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının varlığı İle anlamlandırarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan herbiri. İnsanlar tarafından konulan ilkeler çerçevesinde oluşturulan dine beşerî din; İlkeleri vahiy yoluyla peygamberler tarafından insanlara iletilen dine de semavî din denir. Bu çerçevede me-cusilik beşerî dinlere, İsİâm İse semavî dinlere birer örnek olarak verilebilir. İslâmiyette: Allah'ın iradesine içten ve kûilî olarak ve vahye tam bir itaatle, isteyerek teslimiyet.
(Phılosopııy Of Rklıgıon) Belirli bir dini savunma kaygısı taşımaksızın, dinlerin niteliği, amaçları, tanrı veya tanrıların varlığı, sıfatları, insanlarla olan ilişkileri ile İlgili ileri sürülen görüşleri, bu konulardaki delil ve karşıt delilleri, dinî bilgi ve yaşayışın niteliğini inceleyen felsefe dalı.
(Socıology Of Relıgıon) Dintoplum İlişkileri ekseninde, dinî grupların diğer gruplarla olan ilişkilerini, dinlerin farklı coğrafyalarda aldığı değişik biçimleri, dinî İnanç ve ibadet biçimleri ile diğer sosyal etkinlikler arasındaki bağlantıları incelemeyi konu edinen sosyoloji dalı.
(Dynamıc Analys1s) Çözümleme konusu yapılan veya modele dahil edilen değişkenlerin zaman içindeki değişmelerinin de dikkate alındığı çözümleme yöntemi. Bkz. Statik Analiz.
(Theology) Bkz. teoloji
(Relıgıous Statements) Bkz. Ted İfadeleri
(Relıgıous Value) Bkz. Değer
(Relıgıoüs Ratıonalısm) Dinin ilkeleriyle İnsan aklının işleyişinin tâbi olduğu ilkelerin uyum İçinde olduğunu; vahiy ile aklın birbiriyle çelişmediğini; bu iki olgunun aralarında bir zıtlık veya çatışma olmadığı gibi, tam tersine karşılıklı birbirini tamamlayan bir ilişkinin sözkonusu olduğunu; bu nedenle de sağlam bir dünya görüşünün ancak sözkonusu bilgi kaynağının birleştirilmesiyle elde edilebileceğini savunan gönjş.
(Dıplomacy) Milletlerarası anlaşmazlıkların savaşçı yollardan ziyade görüşme ve uzlaşma yöntemleri gibi barışçı yollarla çözümünü öngören dış politika üretme ve yürütme mesleği; bu mesleğin uygulama alanı. Bkz. kriz diplomasisi,
(Dıplomatıc Mıssıon) Gönderen devleti, kabul eden devlette temsil eden, uluslararası hukukun izin verdiği sınırlar içerisinde gönderen devletin ve onun yurttaşlarının menfatlerini koruyan büyükelçi, elçi veya İşgüderlerin iki devlet arasında iktisadî, kültürel ve bilimsel ilişkileri ilerletip geliştirme amacına yönelik olarak üstlendikleri misyona verilen ad.
(Dıplomatıc Bargaıntng) Devletler arası İlişkilerde bir devlet ya da devletler grubunun diğerlerinin politika veya faaliyetlerini yönlendirmek, etkilemek yahut değiştirmek amacına yönelik olarak ikna etme, ödül teklifi, tehdit etme veya vaatte bulunma gibi teknikler kullanarak girişimde bulunması ve bu amaçla yapılan pazarlık. Ancak, diplomatik pazarlığın başlaması, iki tarafın da kuvvet kullanımından ziyade müzakere yoluyla amaçlarına ulaşabileceklerine dair ortak bir İnanca sahip olmalarıyla mümkündür.
(Bıology) Bkz. biyoloji
(Dıscıplıne) Bİlimdalı. Uzmanlaştığı alan, kullandığı teknik, araç, yöntem ve terminoloji bakımından diğerlerinden ayrılan altbilim.
(Dıscourse) Bkz. söylem
(Dıagram) Rakamsal verilere dayalı, matematiksel ya da İstatistiksel teknikler yardımıyla elde edilen araştırma sonuçlarının nokta, çizgi, kolon veya alan gibi geometrik şekillerde resmedildiği grafik.
(Dıalectıcs) Eytişim. Cedel. Doğa, toplum ve düşüncenin kendi içlerinde taşıdıkları İç çelişkilerin doğal bir sonucu olarak sürekli bir devlnjrn ve değişim halinde bulunduklarını kabul eden yaklaşım. Felsefe tarihinde bir çok filozof tarafından değişik anlamlarda kullanılan diyalektik, daha Çok Hegeİ'İn, çelişkileri bîraraya getirip üstesinden gelmede kullandığı akıl yürütme yöntemine denir. Ancak diyalektiğin bir mantık mı, yoksa bir yasa veya yöntem mi olduğu öteden beri tartışflagclmİşür.
(Dıalectıc deallsm) Dünya tarihinin, özellikle de felsefe tarihinin; bir ide'nin, hem kendisini ve . hem de kendi zıddını kapsayan daha yetkin bir ide'ye dönüştürme eğilimi ya da arzusunun sonucu olduğunu ileri süren felsefî görüş.
(Dıalectıc Logıc) 1. Tarşma, münazara mantığı, ilm-İ
cedel.
2. Tez, antitez ve sentez üçlüsünün sürekli bir sarmal halinde hareket etmesi esasına dayanan mantık. Diyalektik mantığa göre tez İle bir olay, olgu ya da süreç olumlanır, tez her zaman dolaysızdır, ya da doîaysızhkla belirlenir. Antitez tezin olumsuzlanmasiyla' elde edilir, yani dolayımla belirlenir, fakat tezin basit bir değillemesi de değildir. Sentez ise tez ve antitezin çatışmasının yeni bir teze dönüşmesidir. Sentezde dolayım, yeni bir dolaysızhkta erir, çelişme aşılmış olur. Tez ve antitez sentezde korunarak aşılır; bu, geri döndürülemez bir süreçtir. Öte yandan formel mantığın tersine, diyalektik mantığa göre birşey hem kendisidir, hem de kendisinden başka birşeydir; başka bir deyişle herşeyin yapısında hem o şeyi kendisi olmaya, hem de başka bir şey olmaya zorlayan çelişik özellikler vardır. Nicel birikimler, belirli bir yoğunlaşma düzeyinden sonra nitel dönüşümlere yolaçarlar. Bkz formel mantık.
(Dıalectıc Materıalısm) Eytişimsel özdekçilik. Materyalist ontoloji ve diyalektik metodolojinin tarihe uygulanması. Buna göre üretim ve üretilenlerin toplum içinde bölüşümü süreci toplumsal yapının temelini oluşturur. Toplumda üretilen değerler herkesin ihtiyacım karşılayacak düzeyde olmadığı için belli esaslara göre dağıtılmakta, tüketim ve bölüşüm biçimi de toplumsal sınıfları belirlemektedir. Toplumların tarihi, -sürekli olarak sınıfların, diğerlerine göre bölüşümden daha fazla pay alabilmek için yaptıkları mücadelelerden oluşmakta ve bu mücadele değişimin sürekliliğini sağlamaktadır. Toplumsal kaynaklar bütün insanların tüm ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kaldığı sürece bu değişim va dolayısıyla sınıflar arası çatışma sürecektir. Bu yüzden sosyal değişimin dinamizm kaynağı ve tarihsel devinimin motoru sınıfsal çatışma, insanlık tarihi de bu çatışmanın bir ifadesi olan sınıflararası mücadelelerinin tarihidir.
(Dıalectıcal Method) 1. Karşılıklı münazara, tartışma
yöntemi; önermeleri ya da zıt argümanları çarpıştırarak sonuca gitmeyi temel
alan düşünme ve tartışma yöntemi.
2. Doğadaki tüm olgu ve süreçler karşılıklı hareket ve evrensel bağlılık ilişkisi içindedirler; karşıtlar iç-içe geçmişlerdir ve aynı zamanda çatışma halindedirler. Bu çatışma sürekli devinimi sağlar. Her yadsıma yadsınarak yeni bir süreci başlatır. Niceliksel değişmeler belli bir birikim ve yoğunlaşma aşamasından sonra niteliksel dönüşümlere neden olurlar. Diyalektik yöntem, bir anlamda tarihsel, toplumsal ve düşünsel süreçlerin yukarıda sayılan öncüllere dayanarak, çözümlenmesi yöntemidir.
1. Belli bir
konuda ileri sürülen bir görüşün, sorgulanamaz, tartışılamaz hakikat olarak
kabul edilmesi.
2. İtiraz kabul etmeyen, tüm sorgulama süreçlerinin dışında tutulan önermelerden her biri.
(Dogmatısm) Olumsuz bir sıfat olarak, düşünce ekollerinin muarızlarını nitelemek İçin kullandıkları ve öne sürülen tezin tartışılmasına taraftar olmamak, yahut mantıksal açıdan savunulabilir olmamasına rağmen bir iddiayı hararetle savunarak, her çürlü eleştiriye şiddetle karşı çıkmak şeklinde kendini gösteren tavır. Bir doktrinin doğruluğunun araştırma, irdeleme ve sorgulamaya tabi tutulmaksızın köyü bir savunulması.
(Nature) 1. Tabiat. Yaratılmış olan herşeyi
İçine alan evren.
2.
Maddeci
dünya görüşünde, evrende meydana gelen olayları denetiminde tuttuğuna inanılan
soyut güç.
3. Bir insan, hayvan ya da nesnenin fiziksel, zihinsel ve ruhsal Özellikleri İle, onu kendisi yapan niteliklerin tümü.
(Naturalısm) 1. Naturalizm. Tabiatçılık. Sosyal,
siyasal, ekonomik ya da psikolojik bütün olay
veya durumların doğal yasalarla açıklanabileceğini savunan yaklaşım.
2. Doğada kendiliğinden varolan düzenin en uygun düzen olduğu, dolayısıyla sosyal, ekonomik ve siyasal süreçlerin doğal akışlarına müdahale edilmemesi gerektiğini savunan görüş. Doğalcılık.
(Natural) 1. Tabiî. Fıtrî. Kendiliğinden olan.
Herhangi bir dış zorlama olmadan, içten gelen, kendi kendine gerçekleşen.
2. Bir şeyin
yaratılış düzeniyle çatışmama, tabiatına aykırı olmama durumu.
3. Doğa kanunlarına uygun; doğada varolduğu kabul edilen düzen ile uyum içinde olan.
(Natural Selectıon) Tabii seleksiyon. Canlıların güçlü ve çevreye uyum sağlama yeteneğine sahip olanlarının hayatta kalıp, diğerlerinin öldüğü ve böylece canlılar arasında doğal koşullara ve bu koşulların değişimine uyum sağlama yeteneğine bağlı olarak meydana gelen yaşam mücadelesi.
(Natural Envıronment) Bkz.
çevre
(Natural Observatıon) Doğada yer ala olayların ve İlişkilerin, kendi doğallıkları İçinde herhangi bir deneysel kontrol ve sistematik örneklem yöntemi uygulanmadan incelenmesi.
(State Of Nature) İnsanın toplumsal bir varlık haline gelmeden Önce İçinde yaşadığı düşünülen çevresel koşullar ve yaşam biçimini ifade eden terim. Doğal hal kavramı, tarihsel ve olgusal olmaktan çok, siyasal toplumun oluşumunu tasvir etmek için kurgusal olarak varsayılan bir durum ya da dönemi ifade etmektedir. Bkz. toplumsal sözleşme.
(Natural Law) Hukukî nitelikteki ilkelerin doğada varolan veya varolduğu kabul edilen düzenliliklere göre belirlendiği hukuk düzeni.
(Natural Unemployment Rate) Emek piyasasında denge koşulunun tam olarak sağlandığı durumda bile, yine de çalışma dışı kalacağı kabul edilen işgücü oranı. Burada örtük olarak yüzde yüz istihdamın, yani çalışabilecek durumdaki işgücünün tamamının aynı anda istihdamının mümkün olamayacağı varsayılmaktadır.
(Naitjral Monopoly) Bir kişi veya bir üretim biriminin sahip olduğu bir avantaja başka birimlerin sahip olmasının imkânsız olduğu, doğal ya da fıtrî nedenlerden ileri gelen tekel. Örn. Bir insanın sahip olduğu ses veya özel bir yetenek; işletme hakkı belirli bîr firmaya verilmiş olan kaplıca sulan. Bkz. tekel.
(Natural Wage Theory) Ücreti
emeğin maliyetine bağlayan ve ücret düzeyinin de İşçinin kendisi ve ailesinin
ancak yaşamını sürdürebileceği seviyede olması gerektiğini ileri süren kuram.
Bu kurama göre, ücretler doğal ücret düzeyinin üzerinde olursa evlenme ve
çoğalma yoluyla işgücü arzı artacak; tersi olursa açlık, sefalet göç gibi
nedenlerle İşgücü azalacak ve böylece uzun dönemde ücretler doğal ücret
düzeyinde dengeye ulaşacaktır.
(True) 1. Olması gereken.
2. Bir amaç
ya da hedefin,
gerçekleştirilebilmesi
veya ulaşılabilmesi İçin konulmuş ya da kabul edilmiş ilkelere uygun olması
durumu. Hedefine varabilmesi için araç ve İlkeleriyle tutarlı olan amaç,
3. Gerçekliğin aslına uygun olacak şekilde zihinde yeniden üretilmesi. Günlük konuşma dilinde çoğunlukla doğru (olması gereken) İle gerçek (olan), birbirlerinin yerine ikame edilerek kullanılmaktadır.
(Direct Democracy) Dolaysız demokrasi. Vatandaşların belirli zaman aralıklarında kanunlar yapmak, anlaşmazlıkları çözmek, genel politikalar belirlemek ya da askerî veya sivil makamlar için yetkilileri alamak üzere biraraya geldiği, modern zamanlarda uygulamasına pek rastlanmayan yönetim biçimi. Bkz. temsili demokrasi, demokrasi.
(Verıfıcatıon) Bir hipotezin, bilginin veya iddianın doğru olup olmadığını tespit etmek için bilinen ve kabul gören bütün mantıksal yahut deneysel ispatlama yöntemlerinin kullanılması. Bir argümanda sonucu haklı çıkarmak için kanıt olarak ortaya konan öncüllere uygulanan mantıksal işlem. Bkz. Yanıjşlama.
(Truth) Bkz. hakikat
(Lınear Progressıvıst Approach) Doğal veya sosyal olayların, insan topluluklarının yarattığı uygarlıkların, beşerî bilgi ve değer yargılarının birikimsel evrimci bir biçimde ve birbirini bütünlcycrek geliştiğini savunan yaklaşım. Buna göre, insanlık tarihi ilkellikten modernliğe, insan bilgisi de metafizik ve teolojik düşünme biçiminden pozitif ve bilimsel düşünme biçimine doğru geri döndürülemez bir süreçle İlerlemektedir. Bkz. çevrimsel yaklaşım.
(Lınear Perspectıve) Psikolojik anlamda, Öznenin uzağında olan nesneleri birbirlerine yakın, ya-kınmda olanları ise birbirinden uzak olarak algılaması.
(Lınear Prorammıng) Belirli kısıtlar altında belirli çıktıların enaz maliyetle üretilebilmesi için hangi girdilerden ne kadar kullanılması gerekliği vb. türden problemlerin çözümünde kullanılan, matematiksel programlamanın ekonomide ençok yararlanılan tekniği.
(Lınear Approach) Bireysel ve toplumsal süreçlerin düz bir çizgi üzerinde doğrusal olarak geliştiğini; sözkonusu süreçlerin başlangıç noktasına dönmesinin, ya da döngüsel bir seyir izlemesinin mümkün olmadığını savunan yaklaşım.
(Oriental Despotism) Toprak mülkiyetinin devlete ait olduğu, bütün vatandaşların yöneticinin kölesi olarak muamele gördüğü, devletin gücüne karşı vatandaşların haklarını koruyacak ve devlet İle vatandaş arasında iktidar kullanımını dengeleme işlevi görecek hiç bir ara kurumun gelişmesine imkân tanımayan yönetim tarzı. Bkz. despotizm, Asya Tipi Üretim Tarzı.
(Orıentalısm) Oryantalizm. Batı dünyasındaki üniversiteler veya özel araştırma kurumlarında, islâm, Çin, Hint ve diğer doğu toplumlarının ekonomik, sosyal, siyasal kurumlan, yaşayış ve düşünüş tarzları, İnançları, meydana getirdikleri düşünsel ürünler İle İlgili olarak yapılan araştırma, İnceleme yahut süpekülaüf katkı niteliği taşıyan yorumlardan oluşan bilgiler bütünü.
(Bırth) Bir canlının annesinin vücudundan ayrılarak bağımsız bîr biyolojik varlık haline gelmesi. Belirli bir dönemde doğan çocukların yüzde veya binde cinsinden oranına doğum oran»; doğum oranının denetim altına alınması ve çocuk sayısının sınırlanmasına da doğum kontrolü denir.
(Bırth Control) Bkz. Doğum
(Bırth Rate) Bkz.
doğum
(Doctrıne) Bkz. öğreti
(Dırect Democracy) Bkz. Doğrudan Demokrasi
(Domınıo Theory) ABD'de 1953-1957 yılları arasında birinci Eisenhower yönetiminin izlediği ABD dış politikasına rehberlik eden prensip. Buna göre, aynen domino oyununda olduğu gibi bir ülke veya bölgeyi kaybetmek otomatik olarak diğerlerini de kaybetmeyi getirebileceği İçin, Asya'dakİ ülkelerden herhangi birisinin komünizmin denetimine girmesini önlemek amacıyla ABD elinden gelen her şeyi yapmalı, hatta Vietnam'ı kaybetmemek için ne pahasına olursa olsun savaşı sürdürmelidir.
(Domınıon) Kendi kendini yöneten bağımsız fakat ana ülke ile bazı bağlan sürdüren Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi İngiliz Milletler Topluluğu üyesi devletlerin her biri.
(Deep Freeze Dıplomacy) Üretken olmayacak, işlemeyecek veya etkin olmayacak bir biçimde yürütülen diplomatik faaliyetler.
(Seasonal Unemployment) Bkz. İssizlik
(Assumptıon Of Perıodıcıty) İşletmelerin sınırsız olduğu varsayılan yaşam sürelerinin sınırlı uzunlukta belirli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden ayrı olarak belirlenmesini İfade eden kavram. Buna göre bir İşletmenin faaliyet sonuçları, ilgili olduğu dönemde değerlendirilir. Gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesi ile, hasılat, gelir ve kârların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılması, dönemsellik varsayımı sayesinde mümkün olur.
(Revolvıng Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif
(Cırculatıng Capıtal) 1. Üretken sermayenin, bir üretim
dönemi İçinde tamamen sarfedilen ve üretilen mallar satıldığı zaman para
olarak geriye dönen kısmı.
2. Günlük
giderleri karşılamak üzere kasada bulundurulan nakit veya nakle çevrilebilir
değerler.
3. İşletmede geçici bir süre için kalan, üretim faaliyeti sonucunda şekil değiştiren, veya işletmenin faaliyeti dolayısıyla satılan, elden çıkarılan değerler.
(Cyclıcal Approach) Bkz. Çevrimsel Yaklaşım
(Revocable Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif
(İrrevocable Letter Of Credıt) Bkz. Akreditif
(Forkıgn Exchange) 1. Uluslararası parasal ilişkilerde her
ülke parasına, diğer ülkelerin paralarına izafeten verilen ad. Belirli bir
ülkeye göre yabancı ülke paralarının ortak adı. Yabana para.
2. Bir ülkenin uluslarası ticarî ilişkilerde, borç vb. Ödemelerinde gereksinim duyduğu, başka ülkelerce kabul edilebilecek yabancı para, yahut yabancı para üzerinden düzenlenmiş kıymetli evrak ve senetler.
(Foreıgn Excııange Arbîtrage) Bkz.Arbitraj
(Exchange Rate) 1. Bir ülke parasının başka bir ülke
parası cinsinden değeri.
2. Bir ülke parasının bir birimini satın alabilmek için diğer bir ülke parasından kaç birim verilmesi gerektiğini ifade eden terim.
(Drago Doctrıne) Bir
devletin, başka bir devletin sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarının
alacaklarını alamamaları durumunda, onların maddî çıkarlarını korumak veya
kendi ülkesinde yaşayan başka uyruklu İnsanların kamu borçlarını tahsil etmek
amacıyla, hukuken diğer bir ülkeye müdahale hakkının olmadığını ileri süren
dokrin.
(Dual Economy) 1. Birden çok üretim tarzına ait özellikleri içeren yapı ve ilişkilere sahip toplumsal formasyon. 2. Her birinin değişik toplumsal ve birbirinden kısmen bağımsız tarihsel süreçleri, kendilerine özgü iç dinamikleri ve kurumlan olan İki ayrı sektörün, içinde varlığını sürdürebildiği ekonomik sistem. Genellikle geleneksel ve modern sektörlerin birarada bulundukları toplumsal formasyonlar İççin kullanılır.
(Stop And Go Polîcy) Seçim ekonomisi. Seçimle işbaşına gelen hükümetlerin seçim öncesi dönemlerde, seçmen çoğunluğunun desteğini sağlamaya yönelik olarak ekonomik faaliyetleri canlandırıcı, alımgücü-nü artırıcı politikalar uygularken; seçim sonrası dönemlerde bunun tersine daraltıcı, kemer sıkmaya yönelik ekonomi politikaları uygulamaları.
(Statıc Analysıs) Bkz. statik anaiz
(Stagnatıon) 1. Ekonomik faaliyet düzeyinde ciddi
bir yavaşlama, yatırımlarda duraklama ve halta gerilemenin sözkonusu olduğu
durum.
2. Bir ekonomide sermayenin marjinal etkinliğinin, bütün sektörlerde cari faiz haddinin düşebileceği en düşük sınırın bile allında kalması dolayısıyla, yeni yatırım yapmanın tüm cazibesini yitirdiği ortam.
(Stagflatıon) Stagflasyon. Enflasyonla İşsizliğin bir arada yaşandığı durum; enflasyon ortamında durgunluk. İngilizce stagnalion (durgunluk) ve inf-lation (enflasyon) kelimelerinin biraraya getirilmesi ile oluşturulan bu terimle, klasik Keynesgİl makro iktisadî çözümlemede ele alındığının tersine, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki deneyimlerden de yararlanılarak, enflasyonla işsizliğin her zaman birbirlerine alternatif olmadığı, aynı anda iç İçe bulunabilecekleri ifade edilmektedir.
(Desensıtı .Atıon) 1. Bireylerin baskı, kültürel
asimilasyon veya kille iletişim araçları yoluyla, davraniş, ilişki ve
değerlerle olan bağlantılarının koparılması yahut zayıflatılması.
2. Kişinin şiddetli kaygı duyduğu durumlarda rahatlatılması için kullanılan ve duygusal tepkiyi ortaya çıkaran durumlarla kişiyi tekrar tekrar karşı karşıya getirerek, söz-konusu tepkinin zayıflatılması temeline dayanan psikoterapi yöntemi.
(Sentıment/Emotıon) His. Bireyin nesne, olay ya da diğer İnsanlarla olan İlişkilerinin sonucunda iç dünyasında meydana gelen ve çoğu kez fizyolojik temelleri ve kaynaklan bilinmeyen sevinç, hüzün, burukluk gibi izlenimler.
(Affıuatıon) Duygu alış verişinde bulunmak, moral destek almak gibi amaçlarla başka insanlarla beraber olma ve onlarla yakın ilişkiler kurma ihtiyacı.
(Sensaiıon/Perceptıon) Bkz. algılama
(Dualısm) İkicilik. înanç-bilgi, ruh-beden, zihin-madde, maddî-manevî gibi son tahlilde birbirine indirgeneme-yen, dolayısıyla da birbirinden türetilemeyen ya da birbiriyle açıklanamayan iki ayrı özün veya iki nihaî prensibin her şeyin temelini oluşturduğunu savunan felsefî görüş; varoluşu ikilemler halinde anlama ve anlamlandırma temeline dayalı yaklaşım.
(World Bank) 1944'te Bretton Woods Konferansları sırasında IMF ile birlikte kurulmasına karar verilerek 1946'da faaliyete geçen, amacı üye ülkelerin imar ve kalkınmaları için sermaye yatırımlarını yönlendirmek ve özendirmek olan; üye ülkelerin oy hakkı ile sermayesine katkı oranlarının, dünya ticaretindeki paylarıyla belirlendiği uluslararası finans kuruluşu. Resmi adı Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) olan, ancak daha yaygın şekilde Dünya Bankası olarak anılan sözkonusu banka, kuruluşunu
İzleyen yıllarda daha çok Batı Avrupa'nın imar sorunlarıyla ilgilenmiş, daha sonraları azgelişmiş ülkeleri de İlgi alanına dahil etmiştir. 1980'li yıllarda dış ödeme sorunlarının çözümü İçin azgelişmiş ülkelere kendi önereceği iktisadî program paketini uygulamaları karşılığında parasal yardımlarda bulunan Dünya Bankası, Özel sektörün geliştirilmesi ve yabancı sermayenin özendirilmesi politikası çerçevesinde ekonomik, teknik, malî, finansal ve siyasal açıdan titizlikle İncelettiği azgelişmiş ülke yatırım projelerine düşük faizli, belirlidir süresi geri ödemesiz, uzun vadeli proje kredileri vermektedir.
(World Vıew) Bir kişi, grup veya toplumun varoluşun niteliğine ve hayatın anlamına İlişkin sorulara verdiği bilinçli veya bilinçsiz cevapların tümü. Bkz. ideoloji, din.
(World System Approach) Azgelişmişliğin nedenlerini, merkez-çevre İlişkisi çerçevesinde azgelişmiş ülkelerin tarihsel süreç içinde dünya kapitalist sisteminin öngördüğü işbölümünde almış oldukları rollerle açıklayan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre azgelişmişlik, sanayileşmiş kapitalist ülkelerin (merkez) dünya çapında genişleyip azgelişmiş ülkeler (çevre) üzerinde askerî, siyasî, İktisadî ve kültürel açılardan hegemonya kurmaları sonucu ortaya çıkan bir süreçtir. Bkz. merkez çevre, bağımlılık kuramları, azgelismişlğin Gelişmesi. Dünyevileşme Bkz. Laiklik
(Duopoly) Mal veya hizmet piyasasında sadece iki satıcının bulunduğu; mal veya hizmet arzının sadece İki firma tarafından belirlendiği piyasa. Kısmen tekel, kısmen de rekabetin bulunduğu düopol piyasasında, mal veya hizmet satıcılarından herbirinin, alacağı bir karara diğer satıcıların göstereceği tepkiyi dikkate alarak davranışlarını düzenlemesi sözkonusudur. Bkz. tekel, tam rekabff piyasası, düopson, monop-son.
(Duopsony) Bir mal veya hizmet talebinin sadece iki alıcı tarafından belirlendiği piyasa. Tam rekabetten sapma niş, ilişki ve değerlerle olan bağlantılarının koparılması yahut zayıflatılması. Kişinin şiddetli kaygı duyduğu durumlarda rahatlatılması için kullanılan ve duygusal tepkiyi ortaya çıkaran durumlarla kişiyi tekrar tekrar karşı karşıya getirerek, söz-konusu tepkinin zayıflatılması temeline dayanan psikoterapi yöntemi.
(Sf.Ntıment/Emotıon) HİS. Bireyin nesne, olay ya da diğer insanlarla olan İlişkilerinin sonucunda iç dünyasında meydana gelen ve çoğu kez fizyolojik temelleri ve kaynaklan bilinmeyen sevinç, hüzün, burukluk gibi izlenimler.
(Affîlıatıon) Duygu alış verişinde bulunmak, moral destek almak gibi amaçlarla başka insanlarla beraber olma ve onlarla yakın ilişkiler kurma ihtiyacı.
(Sensatıon/Perceptıon) Bkz. Algılama
(Düalısm) İkicilik. înanç-bilgi, ruh-beden, zihîn-madde, maddî-manevî gibi son tahlilde birbirine indirgeneme-yen, dolayısıyla da birbirinden türetilemeyen ya da birbiriyle açıklanamayan iki ayrı özün veya İki nihaî prensibin her şeyin temelini oluşturduğunu savunan felsefî görüş; varoluşu ikilemler halinde anlama ve anlamlandırma temeline dayalı yaklaşım.
(Affınıty) Hısımlık Evlilik ilişkisiyle bir araya gelen eşlerin akrabalarının arasındaki kaynaşmadan doğan yakınlık.
(World Bank) 1944'te Bretton Woods Konferansları sırasında IMF ile birlikte kurulmasına karar verilerek 1946'da faaliyete geçen, amacı üye ülkelerin imar ve kalkınmaları İçin sermaye yatırımlarını yönlendirmek ve özendirmek olan; üye ülkelerin oy hakkı ile sermayesine katkı oranlarının, dünya ticaretindeki paylarıyla belirlendiği uluslararası finans kuruluşu. Resmi adı Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) olan, ancak daha yaygın şekilde Dünya Bankası olarak anılan sözkonusu banka, kuruluşunu izleyen yıllarda daha çok Batı Avrupa'nın İmar sorunlarıyla İlgilenmiş, daha sonraları azgelişmiş ülkeleri de ilgi alanına dahil etmiştir. 1980'li yıllarda dış Ödeme sorunlarının çözümü için azgelişmiş ülkelere kendi önereceği İktisadî program paketini uygulamaları karşılığında parasal yardımlarda bulunan Dünya Bankası, Özel sektörün geliştirilmesi ve yabancı sermayenin özendirilmesi politikası çerçevesinde ekonomik, teknik, malî, finansal ve siyasal açıdan titizlikle incelettiği azgelişmiş ülke yatırım projelerine düşük faizli, belirİİbir süresi geri Ödemesiz, uzun vadeli proje kredileri vermektedir.
(World Vıew) Bir kişi, grup veya toplumun varoluşun niteliğine ve hayatın anlamına ilişkin sorulara verdiği bilinçli veya bilinçsiz cevapların tümü. Bkz. ideoloji, din.
(World System Approach) Azgelişmişliğin nedenlerini, merkez-çevre ilişkisi çerçevesinde azgelişmiş ülkelerin tarihsel süreç İçinde dünya kapitalist sisteminin öngördüğü işbölümünde almış oldukları rollerle açıklayan yaklaşım. Bu yaklaşıma göre azgelişmişlik, sanayileşmiş kapitalist ülkelerin (merkez) dünya çapında genişleyip azgelişmiş ülkeler (çevre) üzerinde askerî, siyasî, iktisadî ve kültürel açılardan hegemonya kurmaları sonucu onaya çıkan bir süreçtir. Bkz. merkez çevre, bağımlılık kuramları, Azgelişmişlğin Gelişmesi.
Bkz. laiklik
(Duopoly) Mal veya hizmet piyasasında sadece iki satıcının bulunduğu; mal veya hizmet arzının sadece iki firma tarafından belirlendiği piyasa Kısmen tekel, kısmen de rekabetin bulunduğu düopol piyasasında, mal veya hizmet satıcılarından herbirinin, alacağı bir karara diğer satıcıların göstereceği tepkiyi dikkate alarak davranışlarını düzenlemesi sözko-nusudur. Bkz. tekel, tam rekabet piyasası, düopson, monopson.
(Duopsony) Bir mal
veya hizmet talebinin sadece iki alıcı tarafından belirlendiği piyasa. Tam
rekabetten sapma
örneklerinden biri olan
düopson piyasasında çok sayıda satıcı karşısında yalnız iki alıcı mevcut olup
fiyat bunlar tarafından belirlenir. Düopol piyasasında sancının konumu İle
düopson piyasasında alıcının konumu benzer olup, birincisinde çok sayıda
alıcıya karşılık İki satıcı; ikincisinde İse çok sayıda satıcıya karşılık İki
aİıcmın bulunması sözkonusudur. Bkz. Tekel, Tam Rekabet Piyasası, Düopol,
Monopson.
(Drıvf.) 1. Açlık, analık, cinsellik gibi,
kişiyi varolan organik gerilimi hafifletecek ya da ortadan kaldıracak etkinliklerde
bulunmaya iten güç. Bkz. güdü.
2. Organizmayı bir davranışa veya faal çabaya iten güç.
(Dream Analysıs) 1. Rüya tabiri; düşün yorumlanması.
2. Kişinin duygusal veya ruhsa! problemlerinin nedenlerini anlamak için gördüğü düşlerin içerik çözümlemesine tâbi tutulması. Bu yöntem aynı zamanda psikanalizde bir tedavi yöntemi olarak da kullanılmaktadır.
(Fantasy) Bkz. Fantazi
(Utopıa) Bkz. ütopya
(Inff.Rıor Goods) Bkz. aşağı maıiar
(Philosopııy) Bkz. Felsefe
(Tıougıt) 1. Sözlü veya yazılı olarak başka öznelere
de aktarılabilirle, devredilebilirle veya iletilebiime özelliğine sahip
zihinsel ürün.
2. Düşünme ediminin İçeriği; düşünenin, düşünüleni, kendisi aracılığıyla düşünebildiği şey; düşünen öznenin düşünülen nesne hakkında ürettiği şey.
(Thınkıng) İnsanı diğer canlılardan ayıran, gerçekliği kavrayıp kavramsaliaştırabilmesini ve eşyanın hakikatini anlamasını sağlayan ycü. Düşünme yetisinin, insanı öteki yaratıklardan ayırdığı ve onu üstün kıldığı gene! kabul görmekle birlikte bu yelinin sadece beynin bir fonksiyonu olup olmadığı tartışmalıdır.
(Ideology) bkz. İdeoloji
(General Debts -Of Ottoman State-) Genel borçlar, kamu yükümlülükleri. 19. yüzyıl ortalarından itibaren koşulların zorlamasıyla dış borçlanmanın başladığı Osmanlı Devletinde, malîİktisadî dengenin son derece bozulmuş olması sonucu aynı yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde altından kalkılamaz boyutlar kazanmış Osmanlı borçlarına verilen genel ad.
Osmanlı Devletinin 19 yüzyıl sonlarında dış borçlarım ödeyemez duruma gelmesi üzerine alacakh Batılı ülkelerin yoğun baskısıyla yapılan görüşmeler sonucunda, sözkonusu borçların ödenmesini sağlamak üzere kurulmuş, devletin gelir kaynaklarının önemli bir kısmına el koyma yetkisiyle donatılmış İdare. Osmanlı borçlarının tümüyle tasviyesi, devlet içinde devlet haline gelen bu kurum tarafından da sağlanamamış, devletin yıkılmasından sonra borçların kalan bölümü yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nce üstlenilmiş ve ödemeler 1954 yılına kadar sürmüştür.
(Norm) Bkz. norm
Millî gelirdeki bir önceki döneme göre toplam artış oranına nominal büyüme oranı; fiyat artışlarından arındırılmış büyüme oranına da reel büyüne oranı denir.
(Economıc Modernızation) Bkz. Çağdaşlaşma
(Economıc Determınısm) Bkz. Ekonomik Belirlenimcilik
(Economıc Hegemony) 1. iktisadî hegemonya. Egemen bir
siyasî-askerî ya da ekonomik güç tarafından, bir ya da birden çok ülkenin
ekonomisi, yahut belirli bir piyasa
üzerinde kurulan, karşı durulması güç, kısıtlayıcı etkiler bütünü.
2. Piyasada güçlü işletmelerin zayıf işletmeler üzerinde kurduğu; düşük fiyat, damping vb. araçlarla bu İşletmelerin etkinliğini kırmaya yönelik denetim gücü. Bkz. Hegemonya, Egemenlik.
(Economıc Ecology) Bkz.Ekolojf
(Economıc Progress) Bkz. Ekonomik Kaıjkınma
(Homo Economıcus) İktisadî adam. Homo ekonomicus. Faaliyetlerinde menfaat duygusunu ve dolayısıyla bireysel çıkarlarını herşeyîn üstünde tutan, en çok kâr veya faydayı sağlamaya yönelik en uygun araçları seçmeyi temel prensip kabul eden, yaptığı rasyonel tercihlerle tatmin düzeyini maksimumlaştırmaya çalışan birey tipi. Klasik iktisadî düşüncenin yarattığı, kafası ekonomik çıkarlara ayarlı bir sembol insan olan homo ekonomicus, klasik ve neoklasik iktisadî çözümlemelerin merkezi varsayimlanndandır. Bkz. sosyal insan.
(Organı-Zation For Economıc Cooperatıon And Develop-Ment) Bkz. oecd
(Economıc Developıment) Ekonomik gelişme. Ekonominin mal ve hizmet üretim kapasitesinin yükselmesi ve millî gelirin artması gibi ekonomik büyümeyi oluşturan nicel faktörlerin yamstra, sanayi altyapısının kurulması, tarımda modern teknolojinin kullanılması, emek ve sermaye verimliliğinin artırılması, ekonomide dışa bağımlılığın azaltılması, kişi "başına düşen millî gelirin yükseltilmesi, kentleşmenin hızlanması, sağlık ve eğitim hizmetlerinin yaygınlaştırılması ve gelir dağılımının İyileştirilmesi gibi nitel ağırlıklı faktörlerin de dahil olduğu iktisadî İyileşme-gelişme süreci.
(Economıc Categorıes) 1. Emek, üretim, tüketim, mübadele,
dağıtım, bölüşüm gibi temel iktisadî ilişkilerin kuramsal ifadesi olan genel
soyut kavramlar.
2. Belirli eylemler ve ekonomik ilişkilerin ortak özelliklerini ifade eden mantıksal soyutlamalar.
(Economıc Crsıs) Bkz.
iktisadî bunalım
(Economıc Goods) Bkz. Mal
(Economıc Struggle) Marksist iktisat teorisinde sınıf mücadelesinin özel bir biçimi olarak; işçilerin emeklerini patronlara daha avantajlı şartlar altında satmalarına, ekonomik durumlarında bir İyileştirmeye ve sömürünün sınırlandırılmasına yönelik olarak verdikleri mücadele.
(Economıc Practıse) Bkz. Pratik
(Economıc And Socıal Formatıon) Marksist terminolojide sosyal gelişimin bir aşamasına karşılık gelen ve; soyut düzeyde, bir üretim tarzı ile o üretim tarzına ait üstyapının karmaşık bileşiminden oluşan özgül yapıyı; daha somut düzeyde ise, belirli bîr toplumda biri egemen, diğerleri ona tâbi birden çok üretim tarzının ve onların üstyapılarının oluşturduğu karmaşık bileşimi ifade eden kavram.
(Economısm) 1. Olay, olgu ve süreçlerin karmaşık
bir İlişkiler ağı çerçevesindeki karşılıklı etkileşimlerini sadece ekonomik
görünümlerine veya iktisadî temellerine indirgeyerek çözümlemeye çalışan
yaklaşım.
2. Üstyapının bir gölge fenomen olarak kavranması; değişen altyapının kendine uygun üstyapı kurumlarını otomatik biçimde ve zorunlu olarak üreteceği inancı. Bkz. ekonomik beiirıünimcilik.
(Kcopolıtıcs) Ekolojik ve sosyal sistemlerin birbirleriyle olan ilişkilerini, ekolojik dengeye siyasal müdahalelerin imkân ve sınırları İle, bu müdahalelerin meşruluğunu irdeleyen disiplin.
(Ecosystem) İçerisindeki canlıların, kendisiyle etkileşimde bulunmak suretiyle hayat şartlarını düzenlediği doğal çevre.
(Imperfect Competıtıon) Az sayıda alıcı veya satıcının bulunup fiyatları etkileyebilmcsi, ürünün homojen olmaması, bilgi akışının sınırlı olması ya da piyasaya giriş Çıkışta kimi engeller bulunması gibi tam rekabet piyasasının teorik varsayımlarından bir veya birkaçının gerçekleşmediği piyasa. Örn. Düopol, oligopol piyasaları. Bkz. tam rekabet
(Externalıty) Bkz.
dıssaluk
(Hand Labor) Bkz. emek
(Elastıcıty) Bkz. Esneklik
(Crıtıcal Ratıonausm) Bilimsel bilginin sanıldığının tersine, doğruların biriktirilmesi İle değil, rasyonel eleştiri mekanizmasının bir sonucu olan yanlışlama metodu kullanılarak yanlışların elenmesi yoluyla ilerlediğini savunan yaklaşım. Bkz. yanlışlamacılık.
(Crıtîcal Realısm) Öznelerin algısına bağımlı olmayan bir nesnel dünyanın varlığını kabul eden ancak, bu nesnel dünyanın bilgisinin elde edilişinde kullanılan araçların nesnel biigi elde etmeyi her zaman mümkün kılamayabileceğini savunan yaklaşım.
(Elite) 1. Seçkin. Bir toplumda itibarlı ve
etkin mevkilerde bulunan ve loplumun eğilim, ekomomi, siyaset, askeriye, din,
sanat vb. alanlarıyla ilgili etkinliklerin denetimini elinde tutan azınlık,
2. Bir grubun içinde yönlendirici gücü elinde tutan ve üstün özellikler atfedilen kişi veya kişiler. Bkz. eıitizm, elit
(Cırcula'flon Of Elıtes) Toplumsal istikrar ve sosyal değişimin temel mekanizması olarak hem yönetici elit gruplarının kendi içlerinde nitelik açısından yenilenmek için. hem de yönetici olmayan elitlerle yönetici olan elitler arasında karşılıklı gidiş gelişleri sağlamak için gerekli olan siyasal hareketlilik. (K Pareto)
(Elitism) Seçklndlik Yöneten ve yönetilen ayrımının siyasal toplumun temel niteliğini oluşturduğu, biçim ve hacmi ne olursa olsun bütün toplumlarda iktidarın küçük bir azınlığın tekelinde bulunduğunu savunan görüş. Toplumdaki elitleri daha çok psikolojik ve biyolojik faktörlerden hareketle tanımlamaya çalışan, sözkonusu seçkinlerin varlığını sadece bir kaçınılmazlık şeklinde değerlendirmekle kalmayıp, daha da ileri giderek elitizmin gerekip arzulanan bir yönetim tarzı olduğunu savunan, öncülüğünü N. MachiavelK, G, iMosca ve V. Pareto'nun yaptığı yaklaşıma klasik elit kuramı; başlıca temsilcileri arasında C. W. Mills ve P. Sweezy'nin yeraldığı, toplumlardaki elitlerin ortaya çıkışını ekonomik ve sosyal faktörlere bağlayan ve elitizmin kaçınılmazlığını kabul etmekle beraber bunun arzulanan, istenen veya toplumun yararını gözeten bir yönetim tarzı olmadığını savunan görüşe de radikal elitizm denir- Bkz. klasik elit kuramı, demokratik eUtizm,
(Scıentıfıc Organı-Zatıon Of Labor) Bkz. bîümsel işletme
(Labour Product1v1ty) Bkz. Emeğin Verimliliği
(Labour Productıvıty) 1. Belirli yoğunluktaki bir emeğin,
belirli bir süre içindeki değer yaratma kapasitesi.
2. Birim zamanda sabit bir emek miktarının üretime yapabileceği katkı düzeyi,
(Labok) 1. İnsanoğlunun, tabiattaki kaynaklan
insanların İhtiyaçlarına cevap verir hale getirmek üzere dönüşüme uğratmak
amacına yönelik olarak ortaya koyduğu beyin ve kol gücü.
2. Mal, hizmet veya düşünce üretmeye yönelik her tür çaba. Değer yaratmayı hedefleyen maddî-manevî faaliyet. Kol gücüne dayanan emeğe kol emeği ya da el emeği; fikir üretmeye, düşünsel eserler vermeye yönelik, kafa gücüne dayalı çabaya da zihin etneğt ya da beyin emeği; belirti bir piyasada, veri bir dönemde, çeşitli ücret düzeylerinde çalışmaya hazır işgücü miktarına emek arzı; bu koşullarda istihdam edilmek istenen emek miktarına emek talebi; emek arz ve talebinin karşı karşıya gelerek ücretlerin belirlendiği ortama da emek pazan denir.
(Sl'pply Of Labour) Bkz. Emek
(Labour Theory Of Value) Bkz. Değer Teorileri
(Labour Market) Bkz.
EMEK
(Demand For Labour)
Bkz. Emek
(Labourer Class) Bkz.
Proı.Eterya
(Retırement Fund) Memur ve hizmetli statüsüne sahip devlet personelinin sakatlık, ihtiyarlık ve ölüm
sigortalarını
karşılayan, bu konularla İlgili yasalarda öngörülen tüm işlemleri yürüten,
tüzel kişiliğe sahip sosyal güvenlik kurumu.
(Issue) Bkz. Emisyon Hacmi
(Money İn Cırculatıon) Merkez bankası tarafından piyasaya sürülmüş, veri zaman ve mekânda dolaşımdaki para miktarı; tedavüldeki banknotlar. Tedavüle çıkarılmış sabit ve nominal değerli iktisadî kıymetlerin piyasadaki toplam değerlerinin ulaştığı düzey. Banknotlar, tahviller ve bonolar ile hisse senetlerinin yeni bir değer olarak ilk kez piyasaya sürülmesine de emisyon denir.
(Imperıalıst
Integratıon) 1. Sömürgeci
bütünleşme. Sömürgeci güçlerin bağımlılık ve sömürü ilişkilerini sürdürmek,
egemenliklerini perçinlemek yönünde güç birliği yapmaları.
2. Marksist
İktisat kuramına göre, tekelci devlet kapitalizmi aşamasında daha geniş
boyut-larda yeni bir emperyalist bütünlük oluşturmak amacıyla emperyalistler
arasında yeni ilişkiler geliştiren bütünleşme süreci.
(Imperialısm) 1. Sömürgecilik Zor, tehdit ve
saldırgan metodlar kullanmak suretiyle, sömürü temeline dayalı ve yayılmacı
amaçlarla, değişik düzeylerde kendisine bağımlı ulusal birimleri merkezî bir
gücün denetiminde biraraya getirmeyi amaçlayan siyasal anlayış ve eylem tarzı.
2. Egemen
bir gücün, medenileştirme, modernleştirme veya dinî misyon iletme gibi
gerekçeler ileri sürerek, diğer ülkelerin doğal kaynaklarını sömürme ve onları
ekonomik, kültürel, bilimsel veya siyasal açıdan kendisine bağımlı hale getirme
politikası.
3. Serbest girişimlerin, kârları sermaye harcamalarına kaydırması sonucunda etki alanını iyice genişleten kapitalizmin tekelci aşaması.
(Theory Of Imperialısm) Neo-Marksistyen çerçevede, kapitalizmin en ileri aşamasında dünya ölçeğinde genişlemesi ve dünya mal ve hizmet piyasalarında, kendisini yeniden üretmesine imkân verecek şekilde ege-
menlik kurmak suretiyle kendi İçsel çelişkilerini hafiflettiğini, ancak bütün bunların sadece kapitalizmin kendi kaçınılmaz sonunu geciktirdiğini ileri süren kuram.
(Empırıcısm) Bkz.
Deneycilik
Bkz. Değerleme Ölçüleri
(Most Favoured Natı-On Clause) Bir devletin, gümrük konusunda üçüncü bir devlete tanıyacağı en düşük tarifeyi, ona da tanıyacağına ilişkin, bir devlete karşı taahhütte bulunması kuralı. İki ya da daha fazla ülke arasında varılan anlaşma gereğince, tarafların diğer ülkelere tanıdıkları gümrük tarifesi avantajlarını birbirlerine de tanımalarını öngören, söz konusu ülkelerin birbirlerine karşı tarife ayırımcılığı yapmalarını önlemeye yönelik İlke.
(Subsıstence Level) Bkz. Asgarî Geçim Düzeyi
(İndex) Bkz. İndeks
(Endogeneous Varıable) İçsel değişken. Bir olay, durum ya da sürecin çözümlemesinde kullanılan modelin işleyişinde doğrudan etkili olduğu düşünülen, dışardan veri olarak alınmayan ve sözkonusu model çerçevesinde değeri açıklanabilen değişken. Bkz. egzojen değişken.
(Inductıon) Bkz.
Tümevarım
(Industry) Bkz. Sanayi
(İndustrıal Psychology) Psikolojinin verilerini kullanarak personel seçimi ve eğitimi, çalışma şartlarının iyileşlirilip iş veriminin artırılması, İş kazalarının önlenmesi, iş tatmini ve denetleme gibi endüstri ortamının getirdiği problemlere çözüm arayan psikoloji disiplini.
(İndustrıal Democracy) İşçilerin yoğun olduğu sanayi bölgeleri ve İşyerlerinde, demokrasinin temel ilkelerine uygun olarak İdarî ve ekonomik kararlanan, çalışanların da katılımıyla belirlenmesi; demokratik yöntemlerin global siyasal kararların yanısıra yerel, idarî kararların alınmasında da kullanılmasını Öngören demokrasi anlayışı. bkz. demokrasi, yerf.l demokrasi, demokratik eıitizm.
(Inflatıon) 1. Fiyatlar genel seviyesinin etkili ve
sürekli biçimde yükselmesi; bu nedenle de paranın satmalma gücünün sürekli
düşmesi.
2. Tedavüldeki para miktarı ile malların ve satın alınabilir hizmetlerin toplamı arasındaki sapmanın büyümesinden meydana gelen ve fiyatların toptan yükselişi biçiminde kendini gösteren İktİsadî-parasal süreç. Enflasyonun, gelir dağılımını dar ve sabit gelirliler aleyhine bozmak, reel gelir oranını düşürerek tasarruflar üzerinde caydırıcı etkide bulunmak, döviz kurlarında gerekli ayarlamaların yapılmaması durumunda ithalatı teşvik edip ihracatı engelleyerek ödemeler dengesini bozmak gibi olumsuz sonuçları vardır. Taleplerdeki aşırı artış sonucu meydana gelen enflasyona talep enflasyonu; üretimde kullanılan girdilerdeki maliyet artışlarından kaynaklanan enflasyona maliyet enflasyonu; gelirlerin üretimdeki artışa oransız olması, kamu gelirlerinin sürekli artan kamu harcamalarını karşılayamaması, kamuya ait İşletmelerin zararlarının sübvanse edilmesi ve yatırımların finansmanının emisyon hacmi şişirilerek karşılanması sonucu fiyatlar genel düzeyindeki sürekli ve hızlı artışa kronik enflasyon; enflasyonun baş döndürücü bir hızla yükselmesi ve yabancı paralara oranla ulusal paraya olan talebin görece azalması nedeniyle paranın bir değer ölçüsü ve tasarruf aracı olmaktan çıkmasına hiper enflasyon; herhangi bir üretim kesiminde faktör ve mal fiyatlarıyla maliyetlerinin diğer kesimlere göre anî ve aşırı artışına da enflasyon şoku denir.
(Inflatıonary Shock) Bkz. Enflasyon
(Inflatıonary Gap) Tam istihdam düzeyinde bulunan bir ekonomide toplam talebin toplam arzı aşması durumunda arada meydana gelen açık. Böyle bir durumda ekonomide âtıl kapasite yoksa talep artışının arzın artınlarak karşılanması mümkün olmadığından dolayı, bu açık sonuçta enflasyonist etki yaratacaktır.
(Informatıon) Her türlü bilgi ve haber ile bu bilgi ve haberlerin iletilmesini, depolanmasını ve pazarlan-masım sağlayan araçların oluşturduğu bütün. Bkz. bilgi, bilgi
(Informatıon Socıety) Bkz. Bilgi Toplumu
(Engel's La W) Tüketicilerin gelir düzeyleri yükseldikçe beslenme ile ilgili harcamalarını azaltarak, giyim ve konut harcamalarını sabit tutmaları, buna karşılık kültür ve sağlık harcamalarını artırmaları kuralı.
İslâm tarihinde, hicret sırasında, Hz. Peygambere ve iMekke'den göç eden diğer Müslümanlara kucak açıp onları misafir eden; beslenme ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesi
ve farklı bir ortamda yeni bir yaşamın kurulabilmesinde onlara yardımcı olan, sahip oldukları hemen herşeyi onlarla paylaşan Medine'li Müslümanların genel adı.
Kendi fildişi kulesinde toplum üzerine tezler ileri süren, halkıyla bütünleşememiş; entellektüel olmaya özenen, ancak bunun gerektirdiği nitelikleri taşımayan, erdemden yoksun kişi. Ucuz yargılara prim veren, yüzeysel teori mimarı. Entellek-tüelliğin gerektirdiği kültürel birikim, zihinsel manipülasyon yapabilme yeteneği veya teorik-felsefî argüman üretebilme gücünden yoksun olduğu halde, bir entellektüel edasıyla konuşma, açıklama veya yorum yapma, fikir üretme şeklinde ifadesini bulan sahte aydın tavrına da entel takılına denir. bkz.
sahte avdın, aydın, aydın yabancılaşması, aydın despotizmi, çevre aydını.
Bkz. Entel Entellektüel (Intellectual) Bkz. Aydın
(Intellectual Environment) Bkz. Çevre
(Înventory) 1. Dar anlamda mal stokunun, yan mamul
veya mamul malların, hammadde ya da diğer malzemenin sayim-döküm ve
değerlendirilmesi işlemi.
2. Geniş anlamda bir işletmenin belirli bir tarihteki varlıkları ile kaynaklarının (aktifleri ile pasiflerinin) sayılıp değerlendirilmesi; bunun sonucunda elde edilen kesin miktar ve değerlerin ayrıntılı olarak tespit edilip İlgili çizelgelerde gösterilmesi.
(Epıdemology) Doğal felâket ve hastalıkların genel olarak toplumlar üzerinde, özel olarak da belirli etnik veya toplumsal altgruplar üzerindeki etkilerini, hastalıkların ırk, toplum yahut gruplar arasındaki dağılımını inceleyen bîlimdalı.
(Epıstemology) Bilgibilim. Bilginin doğası, kaynağı, sınırları, doğruluğu, güvenilirliği, geçerliliği ile, elde edilme ve aktarılma biçimlerini İnceleme, araştırma ve sorgulamayı konu edinen disiplin.
(Epıstemologıcal Idealısm) Bilginin nesnesi İle öznesinin, yani bilinen şey ile İnsan zihninin, birbirlerinden bağımsız varlıklarının olmadığını savunan görüş.
(Epıstemologıcal Break) Kuramsal üretim sürecinde bilim öncesi kavramsal sistem ve'açıkla-ma biçiminden, bilimsel açıklama biçimine geçerken meydana gelen köklü kopuş. Althusser'e göre, bu kopma sırasında sadece yeni kavramlar ortaya çıkmakla kalmaz, aynı zamanda mevcut kavramlara yüklenilen anlamlar da köklü dönüşüme uğrayarak değişik bir sorunsal oluştururlar (L. Althusser). Bkz. sorunsal, bilimsel devrim, algı dönüşümü, paradigma.
(Epıstemologıcal Monısm) Bİlgibilimsel tekçilik. İnsan zihninin nesnel dünyayı herhangi bir aracıya gerek kalmaksızın bilebileceğini; gerçekliğin bilgisinin temas yoluyla dolaysız bir biçimde elde edilmesinin mümkün olduğunu savunan görüş. Bkz. se?gi, sezgicilik,
(Epıstemological Plura-Lısm) Bilgibilimsel çoğuicukık Meşru ve sağlam bilginin kaynağının tek bir unsura indirgenemeyeceğîni, değişik bilişsel kategorilerin bilgi üretimine kaynaklık edebileceğini kabul eden görüş. Bkz. anarşist bîIjGi kuramı, deneycilik.
(Epıstemologıcal Realısm) Bilgîbüimsel gerçekçilik. Bilginin nesnesinin, bilen öznenin zihninden bağımsız, onun dışında nesnel bir varlığı olduğunu savunan görüş. Bkz. gerçekçilik, epistemolojik idealizm.
(Puberty) Erinlik Hem ruhsal, hem de biyolojik olarak cinselliğin-farkedildiği; cinsel organların üremeye ilişkin fonksiyonlarının işlerlik kazandığı dönem.
(Ergonomıcs) İşgücü ve sermayenin verimliliğini artırmak için en uygun fiziksel ortamın yaratılması, insan gücünün üretim sürecinde verimli olarak kullanılmasını sağlamanın koşulları ve bunun için gerekli mekân düzenlemesi, uygun yöntem tespiti gibi konuları inceleyen bilim dalı.
(Puberty) Bkz.
Ergenlik
(Power) Bkz. İktidar
(Erotıcısm) Cinsellik sömürüsü. Söz, yazı, resim ya da giyim kuşam yoluyla cinsel dürtüleri uyarmaya yönelik etkinliklerde bulunma. Düşünce ve eylemlerde kadınlık veya erkeklik imajlarını, yahut cinsel arzu uyarımını Öne çıkarma.
(Flexıble Constıtutıon) Bkz. anayasa
(Flexıble Exchange Rate System) Bir ülke parasının diğer ülke paralan karşısındaki fiyatının piyasada döviz arz ve talebi tarafından serbestçe belirlendiği, döviz arz ya da talebinde meydana gelebilecek değişmelere göre düşüp yükselebildiği sistem. Dalgalı kur sistemi, değişken kur sistemi ya da yüzen kur sistemi olarak da anılan bu sistem saf biçimiyle" hiç bir ülkede uygulanamamakta, uluslararası dengeleri sarsmaya başladığında başta merkez bankaları olmak üzere çeşitli araçlarla denge döviz kurlarına müdahale edilmektedir.
(Elastıcity) Elastikiyet. Geniş anlamda bir şeyin, kendisiyle İlişkili başka bir şeyde meydana gelen bir değişmeye karşı gösterdiği tepki, duyarlılık derecesi. Bir değişkenin başka bir değişkende meydana gelen % değişme karşısında .gösterdiği % değişim düzeyi. Bu çerçevede bir değişkendeki bir birimlik % değişim karşısında Öteki değişkenin de % bir birim değişmesi halinde esneklik birime eşit; etkilenen değişkenin % bir birimden daha büyük oranda değişmesi halinde esneklik birimden büyük, sözkonusu değişkenin % bir birimden daha küçük oranda değişmesi durumunda İse esneklik birimden küçüknt. Benzer şekilde bir değişkendeki bir birimlik % değişim sonucunda öteki değişkenin sabit kalması durumunda esneklik sıfır, etkilenen değişkenin çok büyük ölçekte değişmesi durumunda da esneklik sonsuzdur. Kısaca esneklik sıfır ile sonsuz arasında değişebilir. Bu çerçevede, bir malın fiyatındaki göreli bir değişme karşısında başka bir malın talep miktarında meydana gelen göreli değişime çapraz talep esnekliği, belirli bir malın fiyatındaki değişmeler karşısında sözkonusu malın arzmdaki değişme eğilimine arzın fiyat esnekliği dedir.
(Aesthetıcs) 1. Üretim, tüketim veya bir ihtiyacın
giderilmesinde kullanılmanın gerekliliklerinden öte, uyum, içdü-zen, insan
algılarına çekici görünme gibi özelliklere sahip olma durumu.
2. Sanata konu olan güzelliğin İncelendiği felsefe dalı.
(Aesthetıc Judgement) 1. Tüm doğal ve insanî etkinlikler veya
durumlar hakkında verilebilecek güzel ve çirkin yargılarından her biri.
2. Göze hoş görünüp görünmemesi, İzleyende bırakacağı olumlu yahut olumsuz izicnime göre bir şeyi çirkin ya da güzel olarak niteleyen yargı.
Adını kurucusundan alan itikadî İslâm mezheplerinden biri. Allah'a iman konusunda sadece kal İle tasdik etmenin yeterli olduğunu; imanın artıp azalabilir bir nitelik taşıdığını; Allah'ın hem kendisinin aynı olmayan, hem de kendinden gayri olmayan sıfatlarının bulunduğunu; insan aklının yalnız başına doğru bilgiye ulaşamayacağından dolayı vahiy olmadan ontolojik anlamda sorumluluğunun da olmayacağını; kendisine vahiy ulaşan insanın sorumlu olmasının nedeninin de ancak cüz-i (göreli) irade ile açıklanabileceğini; evrenin yapı-taşlanm oluşturan cevherlerin varolma ve varlıklarını devam ettirebilmelerinin Allah'ın onları her an varedip etmemesine bağlı olduğunu savunan itikadî mezhep. Bkz. matukidiük.
(Slıdıng Scale System) Genellikle ücretle geçinenler ile diğer dar ve sabit gelirli kesimlerin hayat pahalılığı karşısında saünalma güçlerinin korunması amacıyla geliştirilen ve enflasyonun belirli oranlara ulaşması durumunda ücretlerin de herhangi bir sözleşmeye gerek kalmadan aynı oranda artırılmasını öngören ücret ayarlama sistemi. Ücretlerin . enflasyonla eşit oranda ve otomatik olarak ayarlanması.
(Egalıtarıanısm) Bütün insanların eşit haklara sahip olduğunu, dolayısıyla toplumsal ilişkilerde eşitsizlik sonucu getiren tüm sınıfsal farklılıkların yok edilmesi veya en azından asgariye indirilmesi gerektiğini ileri süren yaklaşım. Bkz. Hakkaniyet, Adalet.
(Unequal Exchange App-Roach) Aynı emek-zamana maiolan belirli bir malın ücretlerdeki farklılıktan ötürü azgelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla daha ucuz olduğu noktasından hareketle, gelişmiş ülkelerle azgelişmiş ülkeler arasındaki ticarette az gelişmişlerin daha fazla emek-zaman karşılığında daha az emek-zaman satın aldıkları, dolayısıyla görünürdeki haklı fiyat İlişkisinin altında azgelişmişler zararına işleyen eşitsiz bir mübadelenin söz konusu olduğunu ileri süren yaklaşım.
(Incommensurabinty) 1. Mimaride ortak bir ölçüye sahip
olmamak anlamına gelen ve 20. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki bilim felsefesi
tartişmalarında da kullanılmaya başlanan, farklı bilgi kümelerinin, aralarında
ortak bir değerlendirmeyi mümkün kılacak ölçütlerin olmaması nedeniyle hiç bir
bakımdan karşılaştırılamyacaklannı ifade eden kavram.
2. Ikİ teorinin karşılaştmlabilmesine imkân verecek teoriler arası geçerliliği olan ortak ölçütlerin bulunmaması nedeniyle, bilimsel açıdan doğruluk veya yanlışlık gibi yargıların teoriler arası geçerlilik taşımadığını, ancak belirli bir teori çerçevesinde anlamlı olabileceğini ifade etmek üzere kullanılan terim.
(Sımultaneous
Varıatıon) 1. Birlikte değişme;
aynı zamanda yahut eşzamanlı olarak gerçekleşen değişim.
2. İlke olarak aynı nedenden kaynaklanan iki veya daha çok olgu ya da istatistiksel serinin, aynı zaman dilimi içinde, aynı yahut ters yönlerde değişme göstermesi.
(Sımultaneıty / Synchronısm) Aynı zaman dilimi içinde yeralma; eşzamanda olma ve yokolma; birlikte başlama ve bitme. Bkz. ardzamanlüjk.
(Ethımology) KökbÜim. Dilin gramer yapısı ve kelimelerin hangi kökenden geldiklerini inceleyen bilim dalı.
(Etıology) Nede nb i Hm. Fiziksel veya zihinsel bozuklukların nedenlerini yahut belirli bir bozukluğu ortaya çıkaran koşulları inceleyen disiplin.
(Ethnıc Group) Dil, kültür, gelenek ve görenek bakımından birbirine bağlı ve genellikle aynı soydan gelen bireylerin oluşturduğu, görece küçük ölçekli insan topluluğu.
(Etnography) Belirli bir toplumun kültürel değer ve ürünlerini inceleyen, kültürel antropolojinin bir alt dalı.
(Ethnology) Bkz. Kültürel Antropoloji
(Ethnomethodology) Bireylerin gerçekliği kavrarken, veya zihinlerinde yeniden kurarken, çok sıradan ve rutin hale gelmiş günlük ilişkilerde bile sorgulamadan, çoğunlukla da bilinçsiz olarak kabul ettikleri kural, inanç ve değerleri çözümlemeyi konu edinen disiplin;
(Ethnocentrıcısm) îçinde yaşanılan sosyal ve kültürel ortamın referans merkezi kabul edilerek diğer toplumlar ve onlara ait ürünlerin bu referans sistemine olan yakınlık veya uzaklık, uyuşma veya çelişme durumuna göre sınıflandırılması, değerlendirilmesi veya anlamlandırılması.
(Ethology) Hayvanların davranışlarını,, kendi doğal çevrelerinde ve deney düzeneğine sokmadan karşılaştırmalı olarak inceleyen bilim dalı.
(Theory Of Cırculatıon Of State) Bkz. Tavırlar Teorisi
(Euler Theory) Bir üretim faaliyeti sonucunda elde edilen üründen, bu ürünün üretilmesinde kullanılan faktörlerin, marjinal verimliliklerine göre pay aldıklarını ve geriye herhangi bir artık kalmadığını; üretim faktörlerinin üretimden aldıkları payların toplamının, üretilen ürüne eşit olduğunu savunan kuram.
Bkz. europara
(Eurodollars) ABD sınırları dışındaki bireyler ya da finansal kuruluşlarca tutulan dolar fonlarının genel adı. Deyim, Avrupa ve ABD piyasaları arasındaki faiz farkı nedeniyle ABD'den Avrupa'ya akan dolar fonları için kullanılmaya başlanmış, 1960 yıllardan sonra sözkonusu fonların önemli meblağlara ulaşması nedeniyle yaygın kullanımı olan parasal bir terim olarak literatüre girmiştir.
(Eurocurrency) Bkz. Europara
(Euromoney) Devletsiz para. Kaynaklandığı ülke dışında tedavül eden, herhangi bir millî para otoritesinin denetiminde olmayan ve uluslararası finans kuruluşlarınca alim-satımı yapılan, konvcrtibl paraların genel adı. Eurodöviz olarak da anılan bu tür paraların alım-satıma konu olduğu piyasalara europazar; bu paraların ahnvsatımım yapan ya da europara cinsinden finansal hizmet sunan bankalara da euro-bank denir.
(Euromarket) Bkz.
Europara
(Affaırmatıon) Bkz. Olumlama.
(Marrıagh) Kadın ve erkeğin, .hem sosyal hem de hukukî açıdan, İçinde yaşadıkları toplumda egemen olan ku-railara uygun olarak karşılıklı yükümlülükler üstlenmek suretiyle hayatlarını birleştirmeleri, aile kurup bir arada yaşamaya başlamaları. Bu çerçevede, tek bir kadın İle tek bir erkeğin evlenmesine tekeşlilik veya monogami; birden fazla eş sahibi olmaya İzin veren evlenme biçimine çokeşlilik ya da poligami; erkeğin aynı anda birden fazla eş sahibi olmasını mümkün kılan evlenme biçimine çokkarilılık; bir kadının aynı anda birden fazla erkekle evlenmesine de çokkocalılık denir. Bkz. boşanma, aile.
(Cosmology) Bkz. kozmoloji
(Evolutıon) TekâmüL Mükemmelleşme. Basit, sade ve biçimsiz olandan, belirgin ve karmaşık olana, İlkelden mükemmele doğru doğrusal, düzenli ve ilerlemeci nitelikteki değişim.
(Theory Of Evolutıon) Bkz. evrimcik
(Evolutıonısm) Hayatın temel işleyiş yasasının evrim olduğunu ve her toplumun sürekli bir evrim sürecinin ürünü olarak ortaya çıktığını ileri süren görüş. Hayatın başlangıcı, türlerin kökeni ve canlıların yaşam serüvenini evrimci bir bakış açısıyla izah eden ve C. Danvin tarafından sistemleştiri-len kurama evrim kuramı; doğal ayıklanma ile bir türün diğerine dönüştüğünü savunan evrim görüşüne biyolojik evrimcilik denir. Bkz. sosyal evrimcilik, darwinizm, evrim.
Planlanan; arzu edilen; gerçekleştirilmesi istenen bir olgu ya da olayın gerçekleşmesinden önceki durumu. Yapılması düşünülen.
Fülileşmiş, gerçekleşmiş; bir olgu ya da olayın gerçekleşmesinden sonraki durumu. Düşünülenin tahakkuk ettirilmiş şekli.
(Actıon Research) Sosyal yapı ve İlişkilerin niteliğini anlamak, bilimsel çalışmalara katkıda bulunmak gibi amaçlardan çok, pratik, uygulanabilir, somut çözümler getirecek sonuçlar elde etmeye yönelik olarak yapılan veya yaptırılan toplumsal araştırmalar.
(Dialectıcs) Bkz. Diyalektik
(Dıalectıc Materıausm) Bkz. Diyalektik Materyalizm
(Fabıanısm) Romalı devlet adamı F. Maksimdden esinlenerek 19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de Fabîan Derneği olarak ortaya çıkan, sosyalizmi mümkün olan en iyi şekilde adalet ve mutluluğu sağlamak olarak algılayan, özünde reformist, sosyalizmin teorik sorunlarıyla fazla ilgilenmeyen ve îngilız İşçi Paftisi'nin çekirdeğini oluşturan devrim karşıtı bîr akım.
(Interest) 1. Kapitalist öğretiye göre üretim
faktörlerinden biri olan sermayenin fiyatı; sermayeyi belirli bir dönemde
kullanmanın bedeli. Paranın fiyatı.
2. Riba.
Hiçbir şey karşılığında alınıp verilen birşey, her türlü emeksiz kazanç; alın
teri harcamadan elde edilen fazlalık.
3.
Borç-alacak ilişkisinde borçlunun, vadesi dolan borcunu ödeyememesi durumunda
sürenin uzatılmasına karşılık ödemeyi taahhüt ettiği fazlalık.
4.
Bankaların tasarruf sahiplerinden vadesiz olarak veya belirli vadelerle
topladığı paralar karşılığında vade sonunda ana paraya ek olarak ödemeyi
garanti ettiği miktar.
5.
Alış-verişte risk unsuruna yer vermeyip, her hal-ü kârda kullanılan sermaye
karşılığında belirli bir fazlalığın Önceden garanti edilmesi, bu ilişkinin
ortaya çıkardığı fazlalık.
6. Marksist iktisat kuramına göre, paranın fiyatı gibi görünen, ancak gerçekte üretim alanında gerçekleşen bir artı değer parçasından başka bir şey olmayan fazlalık; artı değerin değişikliğe uğramış şekli.
(Interest Arbıtrage) Bkz. arbitraj
(Interest Rate) Faiz miktarının belirlenmesi için ana paranın kendisi ile çarpıldığı % değer. Faiz haddi.
(Interest Free Bankıng
/ Non-In-Terest Bankıng) 1. İslâm
bankacılığı Kapitalist sistemin
temel
kurumlarından birisi olan ve paranın kullandırılarak karşılığında faiz alınıp
verilmesi ilkesiyle çalışan bankacılığa alternatif olarak Müslümanlârca
geliştirilen ve faaliyetlerinde faizsiz İşlem yapma, ya da faiz alıp vermekten
kaçınma prensibiyle çalışan bankacılık.
2. Emek sahibi veya girişimci İle sermaye sahibini mudaraba İşlemi çerçevesinde bîraraya getirerek, sermayenin yatırıma yönlendirilmesine aracılık eden ve temel gelir kaynağı, aracılık ettiği faaliyetler sonucunda doğan kârdan kendisine ayırdığı pay olan bankacılık sistemi.İslâm'da faizin kesin oiarak yasaklanmış olmasından hareketle ekonomik faaliyetlerin mümkün olduğu ölçüde faize bulaşmadan yürütülebilmesini sağlamak yönündeki çabaların sonucu olarak 20. yüzyılın ortalarında îslâm dünyasında teorik temelleri atılan ve uygulamalı örneklerine 60'lı yıllardan İtibaren rastlanmaya başlayan faizsiz bankacılık; bir yandan mevcut kapitalist sistemin faize dayalı bankacılığına alternatif oluşturması, îslâmî bir yapılanmaya geçiş sürecinde iktisadî sosyal açıdan Önemli bir işlev üstlenmesi ve Müslümanların tasarruflarını işleterek onlara belirli miktarlarda kazanç sağlaması., gibi olumlu, diğer yandan da faizsiz bankacılık adı altında esasen pratikte faizden başka bir şey olmayan kâr ortaklığı yoluyla örtük olarak faizli bankacılık yapmak, îslâmî kaygılarla sistemin dışında duran sermayeyi kapitalist sistem içine çekerek, mevcut yapının daha iyi işlemesine katkıda bulunmak ve sonuçta Müslümanların kapitalist sisteme entegre olmalarında aracı işlevi görmek., gibi olumsuz eleştiriler almaktadır.
(Factor Analysîs) Bir bütün içinde yeralan ve aynı sonuca katkıda bulunduğu düşünülen İç içe geçmiş değişkenlerin, sözkonusu sonuca olan katkı düzeylerinin belirlenebilmesi amacıyla, aralarında korelaüf ilişki bulunan faktörlerin bir araya getirilip belirli kümelerde toplanmasını sağlayan ve sonucu tek tek faktörlere değil, belirli değişken gruplarına İndirgeyen istatistik yöntemi.
(Factor Endowment Theory) Bkz. Heckschler-Ohıin Teoremi
(Factorıng) Uluslararası ticarette ihraç edilen malın özürlü olmaması şartıyla ihracatçının İhracattan doğan alacağının büyük bir kısmının malın yüklenmesinden hemen sonra, kalan kısmının da para ithalatçıdan tahsil edildiğinde factor adı verilen bir aracı banka tarafından ödenmesini sağlayan dış ticaret finansman tekniği.
(Phallıc Stage) Freud'a göre dışkd dönemden sonra gelen ve çocuğun ilgisinin cinsel organlarına kaydığı dönem. Bkz. ağızcıl »önem, oral dönem, dışkıl dönem.
(Fanat1sm) Bir felsefî, siyasal, ideolojik görüşe veya bilimsel iddiaya karşı sorgu ve eleştirisiz tam teslimiyet; bir görüş veya tavrın şiddete bile başvuracak ölçüde savunuculuğunu yapmak. Benimsenen bir görüş, düşünce veya tavrın tartışmaya açılmadan, bütün eleştirilerin dışında tutularak savunulması. Ateşli taraftarlık; körü körüne bağlılık. Böyle bir tavır içinde olan kişiye de fanatik denir.
(Fantasy) Düşlem. Kişinin bazı arzu ve isteklerini sanki gerçekleşmişcesine hayal etmesi, bir bakıma uyanıkken rüya görmesi olayı; olmasını istediği şeyleri gözünde canlandırması. Düş kurma ve kendine bir hayal dünyası yaratma.
(Assumptıon) Bkz. varsayım
(Psychology Of Dıfferences) Değişik insan gruplarının psikolojik farklılıklarını inceleyen disiplin.
(Relıgıous Precept) îslâm hukuna göre, hem ifade hem de mânâ olarak Kur'an ve Sünnete dayandığı kesin olan ve mükelleften bir şeyin yapılmasını isteyen hüküm. Gerekli şartları taşıyan her mükellefin bizzat sorumlu olduğu farzlara ferz-ı ayn; topluluğun bir kısmının yerine getirmesi durumunda bütün mükelleflerin sorumluluğunun kalktığı, yerine getirilmemesi durumunda ise her mükellefin tek tek sorumlu olduğu farzlara da farz-ı kifaye denir. Bkz. vacip, sünnet, haram, Mekruh, Mubah, Mendup, Müstehap.
(Vıcıous Cırcle Theory) Kısır döngü kuramı. Kapalı çember kuramı. Azgelişmişlik sürecim sürekli olarak kendini tekrar eden ve her defasında yine başlangıç noktasına dönülen; her başlangıcın gelişmeyi engelleyici faktörler nedeniyle dairesel bir yol izleyip yeniden aynı noktaya gelinmesi nedeniyle kalkınma serüveninin önünün sürekli tıkandığı bir süreç olarak açıklayan kuram. Fasit daireyi oluşturan aşamalar şöylece sıralanmaktadır: Düşük gelir düzeyi, düşük tasarruf ve talep düzeyi, düşük yatırım düzeyi, yetersiz sermaye oluşumu, düşük verimlilik, düşük gelir düzeyi.
(Fascısm) Çoğunlukla toplumsal, ekonomik, ve siyasal kriz dönemlerinde ve karizmatik liderlerin çevresinde gelişen, toplumdan topluma değişmekle beraber temelde ırkçı ideolojilerden beslenen, baskıcı ve totaliter bir nitelik taşıyan yönetim biçimi.
(Cost-Benefıt Analysıs) Herhangi bir sürecin başlatılması, belirli kararların alınması yahut bir projenin uygulanmasından önce sözkonusu projenin getirişi ve götürüşünün; düşünülen kararlann muhtemel sonuçlarının hesaplanması, fayda ve maliyetinin çözümlenmesi.
(Utılıty) 1. Yarar. Bir mal veya hizmetin insan
ihtiyaçlarını giderebilme niteliği.
2. Bir varlık, bilgi veya ürünün İnsan, hayvan yahut doğaya olan olumlu katkısı.
(Utılıtarıanısm) 1. Tüm İnsanî etkinliklerin temeline
faydayı yerleştiren, insanı faaliyette bulunmaya yönelten temel güdünün fayda
olduğunu- savunan yaklaşım.
2. Yasama,
yürütme ve yargı etkinliklerinin amacının son tahlilde, daha fazla sayıda
İnsana daha fazla mutluluk sağlamak olduğunu savunan görüş.
3. Üretim, tüketim, paylaşım., vb. tüm iktisadî faaliyetlerin amacının, mal ve hizmetlerden elde edilecek faydanın maksimumlaştınlması olduğunu İleri süren yaklaşım.
(Federal State) Devletçiklerin merkezî bir otorite etrafında toplanmasıyla meydana gelen, İdare ve devletler hukuku bakımından modern siyasal ihtiyaçlara cevap verebilen birleşik devlet tipi. Federal devlet sisteminde içişleri, anayasa tarafından yetkinin federasyona üye devletler ve federal devlet arasında bölüştürülmesi; dışişleri de yetkinin yalnızca federal devletin elinde bulundurulması suretiyle yürütülür.
Bir federal devlet çatısı alünda örgütlenmiş, içişlerinde bağımsız, dışişlerinde federal devlet yasalarına tâbi olan devletçiklerden her biri.
(Federatıon) 1. Dayanışma amacıyla birden fazla
devletin bir birlik devleti içinde birleşmesi.
2. Aynı alanda faaliyet gösteren millî veya milletlerarası nitelikteki çeşitli kuruluşların aynı çatı altında toplanmak suretiyle oluşturdukları birlik.
(Phılosophy) 1. Hikmet sevgisi. însan, toplum ve evren
hakkında kûîlî, bütünsel, kapsayıcı bir izah denemesi.
2. însan
zihninin eşyayı yorumlaması; insan aklının varlık ve oluşu sorgulaması;
hakikati arama yolunda üretilen bilgiler bütünü.
3. Bîr şeyin
bizzat kendisinin sorgulanması. Örn. konuşmanın konuşulması, düşünmenin
düşünülmesi, tartışmanın tartışılması.
4. Modern anlamda bütün bilim dallarının, düşünce tarihinin değişik aşamalarında kendisinden çıktığı ana disiplin.
(Phılosophıcal Value) Bkz. değer
(Femınısm) Kadın hakları savunuculuğu. Erkek egemenliğine ve erkek-egemen ilişki ve düzenlemelere karşı kadınların haklarını savunan, cinsiyet ayrımına karşı çıkarak erkeğe tanınan hak ve yetkilerin kadına da tanınması gerektiğini ileri süren yaklaşım.
(Feudâlısm) 1. Derebeylik Siyasî ve askerî gücü
elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine yahut İmtiyazına sahip bir senyörler
(derebeyler) sınıfı ile bu sınıfın otoritesine bağımlı bir köleler sınıfının
toplumsal yapının temel ikiliğini oluşturduğu sosyal düzen.
2. Batı dünyasının tarihsel serüveni İçinde geçirdiği toplumsal aşamalardan biri olan ve siyasal liderlerin, toprak sahiplerinin ve toprakta çalışan köylülerin karşılıklı ekonomik ve siyasal bağımlılık ilişkisi içinde bulun-iuğu, dolayısıyla servetin ve siyasal iktidarın tarıma dayalı olduğu bir tür iktisadî-sosyal sistem. Ortaçağın karakteristik sistemi olarak öne çıkan, Osmanlı toplumunda da geçerli olup olmadığı konusunda yoğun tartışmaların cereyan ettiği feodal toplum yapısının geçim tarzını oluşturan feodal üretim biçiminde temel üretim aracı toprak; toprak üzerinde mutlak mülkiyete sahip olan efendi senyör, toprağa bağlı yaşayan ve onunla birlikte alınıp saülabilen işçi ve köleler olan sertler sistemin üç temel unsurunu oluşturmaktadır.
(Forecast) Bkz. Öngörü
(Indıvıdual) Bkz. Birey
1. Düzenin
bozulması; yozlaşma; denge veya itidalden sapma. Yok oluş.
2. Toplumun belirli bir kesiminin neva ve heveslerinin önplana çıkarılması sonucu meydana gelen karışıklık.
(Annulment/Abolıshment) Bir hukukî ilişkinin sona erdirilmesi; sözleşmeye dayalı bîr hukuksal işlemin isteyerek ortadan kaldırılması.
(Conquest) 1. Bir topluluğun silah zoruyla ve savaşarak başka bir topluluğun mal, mülk ve toprağına elkoyması. 2. İslâm terminolojisinde, İslâmın mesajının İnsanlığa ulaştırılmasina engel olan yönetimlere karşı savaşılarak Darül islâmın genişletilmesi.
(Fetlsh) insanüstü ya da doğaüstü nitelikler taşıdığına inanılan nesne.
(Fetıshısm) Kendisinde olağanüstü nitelikler olduğu varsayılan kişi veya nesnelere aşın sevgi ve saygı beslemek, onlara bağlanmak, tapınmak, kulluk etmek. Bkz. meta fetişizmi, DEVLET FETİŞİZMİ.
(Judgements Of Islamıc
Law) 1. islâm ümmetinin karşısına
çıkan problemlere ilişkin yetkin ve yetkili kişilerce gösterilen çözüm yolu.
2. Fakihlerin günlük sorunların çözümüne ilişkin, doğaldan nasslardan aldıkları veya İçtihatla oluşturdukları hükümlerin her biri.
(Islamıc Law) 1. İnsanın ieh ve aleyhinde olanları
bilmesi.
2.
Bilinen
hükümlerden yola çıkarak bilinmeyen hakkında yargıya varmak.
3. İbadet, ceza ve uygulamaya yönelik şer1! hükümleri ayrıntılı delilleri İle beraber bilmek. Fıkıh ilmine fetva verecek düzeyde vakıf olan kişiye de faklh denir.
(Methodology Of Islamıc Law) îslâm hukuk metodolojisi. îslâm hukukunun kaynaklarından nasıl, hangi araç ve yöntemlerle şer!î hüküm çıkarılabileceğini İrdeleyen disiplin.
(Opportunıty Cost) Bkz. alternatif malüyet
(Idea) Doğrudan algı veya duyumsal süreçlere dayanmadan oluşan bilinçsel veya zihinsel ürün.
(Consensus) Bkz.
Konsensüs
(Leasıng) Bkz. Lfasıng
(Fınancal Tables) Bkz.
Mali Tablolar
(Fınancıal Aıd) Bkz. Diş yardım
(Fınance) 1. Bir işin yapılabilmesi için gerekli
malî-parasal kaynakların genel adi; bu kaynakların sağlanma yöntemi.
2. Bir
girişimin, bir devlet ya da mahallî idare hizmetinin, yatırım, üretim veya
satış faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi veya mevcut bir hizmetin
geliştirilmesi İçin gereken parasal kaynakların sağlanması, biriktirilmesi,
ödenmesi İşlemlerinin tümü.
3. Bir işletmeye, faaliyetine devam edebilmesi, plan ve programlarında öngörülen hedeflere varabilmesi için gereken malî şartların temin edilmesi.
(Equ1ubrıum Of The Flrim) Modern mikro-ekonomik analizde bir üretici birimin belli koşullar çerçevesinde ürettiği ek bir birimin getirişi (marjinal gelir) ile o birimin maliyeti (marjinal maliyet) arasındaki eşitlik durumu. Bu durumda firmanın toplam geliri İle toplam maliyeti arasındaki fark alternatif durumlara göre mümkün en yüksek farktır, ki bu durumda firma kârını maksimumlaştırmaktadır.
(Prıce) Herhangi bir mal veya hizmetin bir biriminin elde edilmesi için ödenen bedel; mal ve hizmetlerin para birimi ile ölçülen değişim değeri. Bu çerçevede bir mal veya hizmetin piyasadaki bir biriminin parasal ifadesine mutlak fiyat; başka bir mal veya hizmetin fiyatı cinsinden ifadesine de nisbî fiyat veya göreli fiyat denir.
(Prıce Polıcy) Devlet veya ekonominin yönetiminden sorumlu birimlerin, piyasanın genel seyrini etkilemek, yönlendirmek, fiyatları istenilen düzeyde tutmak veya piyasada arz ve talebe göre serbestçe oluşan fiyatların istenmeyen sonuçlar doğurmasını önlemek amacıyla aldığı kararlardan oluşan politika.
(General Prıce Level) Teorik açıdan belirli bir dönemde bir ekonomideki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının tartılı ortalaması. Fiyat genel düzeyi, belli bir yılın baz olarak alınması ve cari yıldaki fiyatların baz yılı
fiyatlarıyla karşılaştırılması yoluyla ölçülür.
(Feasabılıty) Gerçekleştirilebilir, ulaşılabilir olma durumu. Yapılabilirlik. Bîr projenin gerçekleştirilebilir ya da uygulanabilir olup olmadığının belirlenmesi amacıyla yapılan teknik, malî, hukukî ve İdarî incelemeler İle piyasa ve kuruluş yeri araştırması gibi çalışmaların tümüne de fizibilite çalışması denir.
(Feasabılıty Study) Bkz. fizibilite
(Metaphysıcs) Bkz. metafizik
(Physıcal Anthropology) Bkz. Antropoloji
(Physıcal Realıty) Gerçekliğin maddî eşya dünyasını kapsayan, elle tutulup gözle görülebilir, algı ve gözlem vasıtalarının işlerlik alanına giren nesnelerden oluşan bölümü. Bkz. Metafizik Gerçeklik, Gerçeklik.
(Physiocracy) Toprağın yegane zenginlik kaynağı, dolayısı ile gerçek üretken faaliyetin de lanmla uğraşmak olduğunu; diğer mesleklerin varlıklarını tarıma bağlı olarak sürdürmeleri nedeniyle bunların net hasıla üretmeyen kısır meslekler olduğunu savunan 18. yüzyıl iktisat ekolü. Başlıca temsilcilerini, fizyokratlar olarak da anılan, 18. yüzyılda yaşamış F. Quesnay, M. Rİviere, D. Nemours gibi bir grup Fransız iktisatçısının oluşturduğu fizyokrasi okuluna göre, yeryüzünde kendiliğinden işleyen doğal bir düzen vardır; mülkiyet hakkı da doğanın insanlara tanıdığı doğal haklardan biridir; insanların doğal haklarını kullanmalarının engellenmemesi gerekir; devletin temel işlevi doğal düzeni korumaktır. Fizyokratların bu görüşlerinin, liberalizmin temel sloganı olan bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler1 e. ilham kaynağı olduğu; sözkonusu fikirlerin A. Smİth başta olmak üzere tüm klasik iktisatçıları etkilediği kabul edilir. Ayrıca, fizyokratların ileri gelenlerinden F. Quesnay'in, bir ekonominin değişik kesimleri arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemeye tâbi tuttuğu ekonomik tablo'sunun, makro ekonomi modeli oluşturma denemelerinin ilki olduğu ve genel denge modellerine kaynaklık ettiği kabul edilmektedir.
(Physıologıcal Needs) Bkz. İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı
(Physıologıcal Psychology) însan davranışlarını belirleyen, etkileyen yahut insan davranışları arasında korelatif bir İlişki kurulabilen, fizyolojik veya kimyasal faktörleri inceleyen psikoloji dalı.
(Free On Board) Güvertede teslim. Bir malın alım-satırmnda, satıcının, malın gemiye yüklenmesine kadar oluşması muhtemel tüm zarar ve masrafları üstlenmesini ifade eden uluslararası taşımacılık deyimi.
(Phobıa) Belirli bir duruma veya belirli bir nesneye karşı duyulan, mantıklı bir açıklaması olmayan ve kontrol edilemeyen şiddetli korku.
(Fıjnd) Belirli bir faaliyetin gerçekleştirilebilmesi için biriktirilen veya ayrılan parasal veya parasal olmayan kaynakların tümü.
(Funcnon) Bkz. işlev
(Functıonal Dıstrjbut On Of Income) Gelirin üretim faktörleri arasında, gördükleri fonksiyonlara göre bölüşülmesi. Belirli bir dönemde bir ekonomide yaratılan toplam gelirin emek, sermaye, toprak ve müteşebbisten oluşan üretim faktörleri arasındaki dağılımı. Buna göre toplam gelirden emek sahibinin aldığı paya ücret, sermaye sahîbininkine faiz, toprak sahibininkine rant, girişimcininkine de kâr denir.
(Forfaıtıng) Genellikle dış ticaret işlemlerinden kaynaklanan vadeli alacakların bir banka veya uzman bir fî-nans kuruluşu tarafından satın alınması esasına dayalı bir ticaret finansman tekniği. Buna göre ihracatçı vadeü olarak yaptığı dışsatımdan doğan alacak hakkım temsil eden bono, poliçe vb. senetleri forfaiter adı verilen banka veya finans kurumuna devretmekte, böylece hem alacağının ödenmemesi riskinden kurtulmakta, hem de nakit kaynak temin etme imkânına kavuşmaktadır.
(Formal Group) Bkz. Grup
(Formal Logıc) Her
türlü mantıksal kurgu ve çıkarımın temelini oluşturan üç ilkenin oluşturduğu
formel çerçeve. Sözkonusu mantık ilkeleri şunlardır:
1. Özdeşlik
(Ayniyet) İlkesi; A kendisidir; A, A'dır.
2.
Çelişmezlik İlkesi: A, non-A (A değil) değildir.
3. Üçüncü İhtimalin Yokluğu İlkesi A ve non-A arasında üçüncü bir ihtimal yoktur. Bu ilkeler bir cümlede şöyle özetlenebilir: Bir şey kendisinin aynısıdır; ya vardır veya yoktur; ya kendisidir veya değildir; bir şeyin aynı anda, hem var hem yok, hem kendisi hem de başka bir şey olması mantıksal olarak mümkün değildk. Diyalektik mantıkta ise bu ilkelerin tersi savunulmaktadır. Bkz. diyalektik MANTIK.
(Formal Organızatıon) Bkz. örgüt
Gündemdeki bir konunun daha önce ayarlanmamış konuşmacılar tarafından tartışıldığı ve toplantıda bulunan herkesin konuyla ilgili konuşma hakkına sahip olduğu toplantı.
(Fractıon) Bkz. Hizip
(French Revolutıon) 1789'da Fransa'da, yükselen burjuva sınıfının toplumsal dengelerde yeni ve üstün bir yer elde etmek amacıyla harekete geçmesiyle başlayan, konjonktürel toplumsal faktörlerin de yardımıyla gerçekleşerek, sonuçta topyekün toplumsal yapının değişmesine yolaçan devrim. Öte yandan, Fransız devrimi, merkezî krallıkların egemenliklerinin zayıflayarak milliyetçilik fikirlerinin yayılması ve millî devletlerin doğması; özgürlük, eşitlik, adalet vb. söylemlerinin güçlenmesi; insan, toplum ve evren tasavvurunun laikleşmesigıbi dünya çapındaki süreçlere esin kaynağı olmuştur.
(Freudısm) S. Freud'un görüşleriyle biçimlenen psikoloji ekolü. Buna göre yaşamın değişik aşamalarında etkilenme biçimi değişse de özelde bireylerin etkinliklerinin, genelde uygarlıkların oluşumunun itici gücü bastırılmış cinsel isteklerdir. Bu çerçevede, kişiyi eyleme sevkeden sözkonusu cinsel enerjiye libido; ruhun haz elde etme isteğine içben (İd); bu isteğin aklî manipülasyonlarla örgütlenmesine ben (ego); sözkonusu manipülasyonlann toplumsal düzeyde kabul edilebilirliğine de üstben (süperego) denmektedir. Örn. Cinsel istek içben'e, cinsel beraberlik ben'e, evlilik de üstben'e karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle Freudizme göre ruhsal yapı id, ego ve süperego olmak üzere üç bölgeye ayrılır. İçgüdülerin yeraidiğı bölge id; kişinin tüm düşünce ve davranışlarını gü-düleyen bilinç alanı ego; bütün toplumsal, kültürel, ahlakî ve geleneksel yasaklayıcı kuralların bulunduğu sansür bölgesi İse süperego'dur. İnsanın sağlıklı yaşayabilmesi sözkonusu üç alanın birbiriyle uyumuna bağlıdır. Uyuşmanın bozulması nevrozların ortaya çıkması demektir.
(Frıedmanısm) Bkz.
parasalcıuk
(Freudısm) Bkz. Freudizm
(Fundamentalısm) Yirminci yüzyılın
başlarında, Kitab-ı Mukaddes'in nihaî otorite olduğunu kabul ederek modernist ve bilimsel eleştirilere karşı çıkan Hıristiyan hareketi, özellikle 1960'İİ yıllardan sonra Batılılaşma, modernleşme ve laikleşmeye karşı çıkan ve sağlam, güvenilir ve bağlayıcı nitelikteki bilgilerin, İslâmın kaynak kitaplarında mevcut olduğu için, hakikatin modern literatürde deşil bu kaynaklarda aranması gerektiğini savunan yaklaşıma da islâm nmdamentalizmi denmektedir.
(Futurology) Bkz. gelecekbiıim
(Guarantee) Bkz. Teminat
(General Agreement On Tarıffs And Trade) Bkz. Gümrük Tarifeleri Ve Ticaret Genel Anlaşması
(Involuntary Unemployment) Bkz. issizlik
(Gross Natıonal Product) GSMH. Belirli bir dönemde bir ekonomide üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerlerinin brüt toplamı. Bir ülkede üretilen nihaî mal ve hizmetlerin toplam değerine dış ekonomik İlişkilerden elde edilen net döviz kazancının eklenmesi İle elde edilen hasıla. Matematiksel ifadesi ile GSMH = yurt İçi GSMH + dış dünyadan elde edilen faktör gelirleri- dış dünyaya yapılan toplam faktör ödemeleri. GSMH'dan sermaye mallarının yıpranma ve eskime payının düşülmesiyle elde edilen değere de safî mİlK hasıla denir. Matematiksel ifadesiyle SMH=GSMH-Amortismanlar.
(Immovable) Taşınmaz. Hareketsiz. Nitelik ve değerine zarar vermeden kolaylıkla yerinin değiştirilmesi ' mümkün olmayan, veya taşınması imkânsız olan mallar. Örn. Ev, arazi, dükkan.
Genellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde ve hızlı sanayileşen bölgelerde görülen, kırsal bölgeden kente göç edenlerin, -çoğunlukla da kendilerine ait olmayan araziler üzerinde, altyapı hizmetlerinden yoksun olarak inşa ettikleri derme çatma evler. Bu evlerin oluşturduğu yerleşim bölgelerine de gecekondu bölgesi denmektedir.
(Valıdıty) Geçerli olma durumu. Bir ölçme aracının yahul, ölçme biçiminin, ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uygun olma yeteneği. Örn. Uzunluğun metre ile, ağırlığın terazi ile ölçülmesi gibi. Bkz. güvenilirlik.
(Invalıdıty) Geçersiz olma hali. Bir ölçüm aracının yahut ölçme biçiminin ölçülmek İstenen şeyi ölçmeye uygun olmaması. Örn. Terazinin mesafe ölçmek için uygun bir araç olmaması, anketin bilinçli olarak gerçek düşüncesini gizleyen birisinin düşüncelerini öğrenmek İçin uygun bir araç olmaması.
(Ad Hoc Hyphothesıs) Ad hoc hipotez. Durumu kurtarmaya yönelik olmak üzere eldeki kuramı kavramsal manevralarla, ya da duruma uygun düzeltmeler yardımı ile, çelişki oluşturan olgu karşısında savunmayı, ayakta tutmayı amaçlayan hipotez. Bkz. hipotez.
(Temporary Unemployment) Bkz. işsizlik
(Subsıstence Economy) 1. Üretici birimlerin üretimlerini
pazar İçin değil, kendi ihtiyaçları için yaptığı, sözkonusu birimlerin tüketim
için de pazara bağımlı olmadığı ve dar bir işbölümüyle üretimin tamamlandığı
ekonomi.
2. Ekonomik değişimin pazarının olmadığı ekonomiler. Bkz. Pazar Ekonomisi.
(Cost Of Lıvıng Index) insanların belirli bir yaşam düzeyini sürdürebilmeleri İçin yapmaları gereken harcama miktarlanndaki değişmelerin İncelenebilmesi amacıyla kullanılan; beslenme, giyinme, barınma ve kültürel İhtiyaçlarla ilgili harcamaların dahil edildiği endeks.
(Futurology) Fütüroİoji Değişik oranlarda tüm disiplinlerin verilerini kullanmak suretiyle, daha çok kurgusal nitelikte ve İnsanlığın geçirdiği tarihsel seyri de dikkate alarak yapılan, gelecek ile ilgili öndeyilerin oluşturduğu bilgiler bütünü.
(Tradıtıon) Bir topluluğun kendinden önceki nesillerden devralıp kısmen dönüştürerek sonraki nesillere devrettiği, inanç, kurum ve seremonileri de içeren her türlü toplumsal pratik. En evrensel anlamda, insanı İlâhî olana bağlayan İlkeler.
(Tradıtıonalısm) Gelenek taraftarlığı. Tra-dİsyonaUzm. Toplumdaki inanç, kurum ve kuralların meşruluklarını, geçmiş dönemlerde de uygulanmış olmalarına dayandıran davranış veya düşünüş biçimi. Geleneksel olanı modern olana tercih etme tavrı. Gelenekler ya da geleneksel değerlerin korunup yaşatılması gerektiğini savunan yaklaşım.
(Tradıtıonal Value) Bkz. Değer
(Tradıtıonal Authorıty) Weber'ci sosyolojide meşru güç kullanım biçiminden biri olan ve iktidar veya güç kullanımının meşruluğunun, geleneksel olarak hep öyle yapılıyor olmasıyla temellendirildiği otorite. Buna göre iktidarın meşruluğu, elde ediliş yöntemi ve nasıl değişeceği geçmişteki uygulamalar tarafından belirlenir. Bkz. Karî Matik Otorite, Yasal-Ussal Otorite, Otorite, İktidar.
(Profıt Sharıng Certıfıcate) Köprü, baraj vb. gibi mülkiyeti kamuya ait altyapı tesislerinin gelirlerine gerçek ve tüzel kişilerin ortak olmasını sağlayan; belirli miktarlarda anapara yatırılarak alınıp belirli bir dönem boyunca ilgili tesisten elde edilen gelirlerden, konulan anapara oranında pay alınmasını sağlayan ve dönem sonunda ana-, paranın geri alınabilmesinin mümkün olduğu bir tür iç borçlanma senedi.
(Income Table) Bir işletmenin, belli bir hesap döneminde katlandığı tüm gider ve zararlarla, aynı dönemde sağladığı gelir ve kârları, ayrıntılı ve birbirleriyle karşı-laştırılabilir bir sistematik içinde sunan, dönemin faaliyet sonucunu da kâr veya zarar olarak belirten finansal tablo.
(Income Theory) Uluslararası ticareti ülkelerin talep yapılarına göre açıklayan ve gelir düzeyleri benzer yapıda olan ülkelerin talep yapılarının da birbirine benzer nitelikte olacağım, dolayısıyla gelir düzeyleri birbirine yakın olan gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkelerin daha çok kendi aralarında ticaret yapacaklarını İleri süren görüş.
(Încome Tax) Genellikle bir yılda olmak üzere, gerçek kişilerin belirli bir dönemde elde ettikleri gelir ve "kazançların net tutarı üzerinden, yükümlüsünün kişisel ve ailevî durumu da gözonüne alınarak, artan oranlı tarifeye göre alınan sübjektif ve dolaysız vergi. Bkz. vergi.
(Accıdental Samplıng) Bkz. Örnekleme
(Stages Of Development) Marksist iktisat terminolojisinde, belirli bir ekonomik ve sosyal formasyon içinde yeralan belirgin ve göreli özerk tarihsel evrelere verilen ad. Her üretim tarzında varolduğu kabul edilen başlangıç, serpilme ve olgunluk, düşüş ve geçiş aşamaları. Bu . çerçevede örneğin kapitalizmin gelişim aşamaları ticarî kapitalizm, smaî kapitalizm ve tekelci kapitalizm (emperyalizm) olarak sıralanmaktadır. Bkz. aşamalar kuramı.
(Developmental Psychology) Değişik yaş gruplarında görülen olgunlaşma aşamalarını belli bir sistematik çerçeve içinde inceleyen psikoloji dalı.
(Sociology Of Development) Ulusal düzeydeki sosyal değişimin anlam, nitelik ve içeriğiyle; dünya sisteminde meydana gelen değişikliklerin sözkonusu küçük toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini inceleyen disiplin.
(Developıng Countrıes) Sanayileşme yarışında gelişmiş kapitalist ülkelerin gerisinde kalmış, sömürgecilik sürecinde kaynaklarına el konulduğu için gelişememiş ya da gelişmeleri engellenmiş ülkeler İçin, azgelişmiş, gerikalmış ya da gelişmemiş gibi olumsuz çağrışımları olan nitelemelerin yerine ikame olarak kullanılan deyim. Kavram, geri kalmışlık çemberini kırmaya çalışan ülkelerin kalkınma çabalarını vurgulamak üzere de kullanılmaktadır.
Bkz. Cemaat
Cinsiyet rollerinin kültürel olarak ayrıştırılması. Kadın ve erkek arasındaki farklılığın biyolojik unsurların yanında toplumsal ve kültürel olarak oluşturulan yönü; kadın ve erkeğe toplumsal ve kültürel oiarak yüklenen cinsiyet rolleri.
(Sociology Of Gender) Kadın ve erkek arasındaki farklılığın kültürel ve toplumsal olarak nasıl kurulduğunu, kadın ve erkeğin toplumsal yapı içindeki durumlarını, kadınlık ve erkeklik kimliğinin oluşum sürecini İnceleyen sosyoloji dalı.
(General Equılıbrıum) Ekonominin tüm kesimleri ile ekonomik birimlerin ürettiği mal ve hizmetlerin arz, talep ve fiyatlarının birbiriyle tutarlı olması, bir eksiklik veya fazlalığın olmaması durumu. Bu tutarlılığın matematiksel yöntemlerin de yardımı İle sağlanmaya çalışıldığı kurama genel denge kuramı, bu amaçla yapılan çözümlemelere de genel denge analizleri denir.
(General Equılıbrıum Analysıs) Bkz. Genel Denge
(Theory Of General Equılıbrıum) Bkz. Genel Denge
(Generalizatıon) 1. Tek tek bireyler ya da bireysel
olaylarda bulunan özelliklerin tüm bireyler yahut bireylerin toplamından
oluşan küme İçin de geçerli olduğunun kabul edilmesi.
2. Bir organizmanın, şartlandığı durumlara benzeyen durumlara da benzer tepkiler göstermesi.
(Extented Famıly) Bkz.
Aile
(Bureaucracy) Bkz. bürokrasi
İktisadî kaynaklar ile siyasal iktidarın paylaşımının henüz hiyerarşik ve otoriter bir nitelik kazanmadığı, üyelerinin her konuda eşit olduğu, kandaşlık bağıyla birbirlerine bağlı İnsan topluluğu. (LHMorgari) Bkz. askerî demokrasi, aşiret, barbarlık.
(Interpellatıon) Parlamenter sistemde yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından birisi olarak, millet meclisinde bakanlar kurulunun genel politikasının veya bir bakanın bakanlığı ile ilgili İşlerden dolayı siyasî sorumluluğunun tartışıldığı, güvenoylamasıyla sonuçlanan genel görüşme. Bkz. güvenoyu.
(Realısm) 1. Realizm. Bilgi öznesinin zihinsel
tasavvurlarından bağımsız olarak, bir nesneler dünyasının varolduğunu ve bu
dünyanın, insanın sahip olduğu bilgi edinme araç ve yöntemleriyle
bilinebileceğini savunan görüş. Bkz. gerçeküstücülük..
2. Zihinsel olana değil, algıla nabilir-gözlemlenebilir olana göre davranma; olguları kuramlara tercih etme. Bkz. deneycilik.
(Realıty) Realite. Varoluş dünyası. Gerçekten varolma. Zihinsel bir tasan veya zihinsel bîr yaratma ürünü olmayıp, zihnin dışında, onun bilip bilmemesine bağlı olmaksızın mevcut olma durumu. Kişiden kişiye değişmeyen, değer yargılarına bağlı olmayan gerçekliğe nesnel gerçeklik veya objektif realite; değer yargılarına bağlı olması nedeniyle farklı kişilerce değişik biçimde algılanabilen gerçekliğe de öznel gerçeklik ya da sübjektif realite denir. Bkz. Mutlak Gerçeklik, Göreli Gerçeklik, Olgusal Gerçeklik, Potansiyel Gerçeklik, Metafizik Gerçeklik, Fiziksel Gerçeklik.
(Realıty Prıncıple) İçbenin isteklerinin karşılanmasında fiziksel ve sosyal koşulların dikkate alınması. (Freud) Bkz. haz ilkesi.
(Realıty Judgement) Gerçekliğin algılanması, kavranması, kavramsaüaştınlması ve yorumlanmasında, bir şeyin gerçekliğinin bulunup bulunmadığının tespitinde kullanılan doğru-yanltş ya da gerçek-yalan nitelemesi ile ifade edilen yargı. Bkz. estetik yargısı.
(Surrealısm) Sürrealizm. Siyasal, sosyal ahlakî veya estetik bir kaygı taşımadan, düşüncenin tamamen özgürleştirilerek insan zihninin engelleyici mekanizmalardan arındırılması sonucu üretilecek düşünsel ve sanatsal ürünlerin ancak insanın gerçekliğini yansıtabileceğini savunan, 20. yüzyılın İkinci çeyreğinde, daha çok sanat ve edebiyat alanında etkili olmuş akım. Bkz. gerçekçilik.
Gerilim
(Tensîon) Bir ihtiyacın giderilememesi, beklentilerin gerçekleşememesi veya sınırlama ya da engellemeler yüzünden istenilen biçimde davranılamaması sonucu meydana gelen duygusal yoğunlaşma.
(Guerılla) Bkz. çete
(Feedback) Bir sistemde sistemin ürettiği kimi sonuçların veya çıktıların bazı özelliklerinin sözkonusu sistemin yeniden üretilmesi sürecinde düzenleyici bir işlev yerine getirmesi durumu.
(Regressıon) Bir ruhsal çatışmanın, önüne geçilemeyecek ve kişinin çevresiyle uyumunu imkânsızlaştıracak düzeye ulaşması durumunda; artık daha kompleks davranışlara gücü yetmeyen sözkonusu kişinin kolaylıkla intibak edebileceği ilkel davranış Örneklerine dönmesi. Örn. Arzulan engellenen yetişkin bir kişinin çocuklar gibi davranması, çocukça tepki göstermesi.
(Gresham Law) "Kötü para iyi parayı kovar " cümlesinde ifadesini bulan, İngiliz düşünürü Gresham'ın iktisat literatürüne kazandırdığı ilke. Buna göre piyasada iki farklı paranın birlikte bulunması durumunda değeri düşük olan para tedavülde kalırken değeri yüksek, sağlam para saklanır; sonuçta kötü para iyi parayı piyasadan kovmuş olur.
(Food And Agrıcultural Organı Zatıon) Tarımsal alanlarda yaşam standardını yükseltmeye ve dünya gıda sorununun çözümüne yönelik çalışmalar yapmak; ihtiyaç içindeki ülkelere teknik yardım sağlamak; tarım orman ve balıkçılık konularında verimi artına araştırmalar yapıp İstatistikler yayınlamak amaçlarına yönelik olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesinde. 1945!te kurulmuş olan Örgüt.
(Gıffen Goods) Bkz. Gıffen paradoksu
(Giffen Paradox) Glffen çelişmesi
Arz-talep kanununda ifadesini bulan genel kuralın aksine, bazı malların fiyatları yükselirken taleplerinin de yükselmesi şeklinde ortaya çıkan paradoksal durum. Bu tür paradoksal durumlar daha çok sınırlı bir gelir düzeyine sahip kesimlerde zorunlu gıda maddelerinin fiyatlarının artması durumunda, diğer tüketim maddelerine ayrılabilecek gelirin İyice azalması nedeniyle, sözkonusu olmaktadır. Bu şekilde, fiyatları artarken tüketim talepleri de yükselen mallara giffen malları denir.
(Input) Belirli bir ürünün üretilmesi için kullanılan faktörlerden her biri. Üretim sürecinin çıktı üretebilmesi için kullanılması zorunlu hammadde, emek veya mali kaynak.
(Input-Output Analysıs) Nihaî mal ve hizmetlere yönelik talepte bîr değişiklik öngörüldüğünde, bu değişikliğin dolaylı ve dolaysız olarak ekonominin tüm sektörlerinde nasıl bir etki yaratacağının hesaplanabilmesi amacıyla, nihaî mal ve hizmet talebiyle bunlar İçin gerekli hammadde, emek vb. temel girdiler arasındaki bağlantıların, kısaca ekonomideki tüm üretim ilişkilerinin yapısının irdelenip çözümlenmesi.
(Enterprıse) Teşebbüs. Faaliyete girişme. Kâr etmek amacıyla, bir üretim faaliyetini organize etme; bir çıktı üretmeye yönelik olarak, emek, sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getirme.
(Entrepreneur) Müteşebbis. Temelde kâr elde etmek olmak üzere değişik amaçlarla, gerekli riski göze alarak, toprak, emek veya sermaye gibi üretim faktörlerini bir araya getiren, mal veya hizmet üretimi için gerekli ortamı hazırlayan kişi.
(Mystery) Sır. Duyu ve algıların ötesinde, bilgisine aklî yöntemlerle ulaşılamayan, insana kapab olan şey.
(Mystıcısm) 1. Mistisizm. Bilinçli olarak bütün
açıklamaların sonunda anlaşılamaz, bilinemez noktalar bırakma, merak konusu
olan belirli şeyleri açıklamaktan kaçınma.
2. Tasavvuf. Ruh terbiyesiyle manevî hiyararşide duygusal ve sezgisel süreçleri kullanarak İlerleme; kendisini bu yolla ruhen temizleme esasına dayalı Allah'a ulaşma yolu.
(Latıent Functıon) Bkz. işlev
(Hıdden Unemployment) Bkz. İşsizlik
Açıklık politikası Genel olarak sosyalist sistemin demokratikleştirilmesi olarak nitelenen, Mikhail Gorbachev'İn Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliğine getirilmesinden sonra, 80'li yılların İkinci yarısında SSCB'de yürürlüğe konan politika. Demir perdelerin kaldırılması ve uluslararası ilişkilerde tarafların birbirlerini olup bitenlerden haberdar etmeleri İlkesine dayalı, basın, sanat ve bilimsel faaliyetlere daha fazla özgürlük tanınmasını, sansürün hafifletilmesini, eleştirilere ve muhalif görüşlere hoşgörü ile yaklaşılmasını öngören açıklık politikası.
(Gossen Laws) Marjinalizmin
öncüsü . kabul edilen Gossert İn sübjektif fayda kuramını oluşturan kanunlar.
Gossen kanunları şu şekilde özetlenebilir.
1. Azalan
marjinal fayda kanunu: Belirli bir ihtiyacın tatmininde kullanılan bir malın
türdeş birimleri tüketildikçe İhtiyacın şiddeti azalırken, tüketilen her ek
birimden elde edilen fayda azalır.
2.
İhtiyaçların optlmal dağılımı kanunu: Sonsuz olan ihtiyaçlar, birden fazla
İhtiyacın giderilmesi halinde, tüketicinin
tatmininin
belirli bir noktada ençoklaşmasına imkân verecek bir optimallikte dağılmıştır.
3. Sübjektif değer kanunu: Fayda kıtlıktan doğar ve mal ancak doyum için gereken miktardan daha az İse sübjektif bir değere sahiptir.
(Mıgratıgn) Bir yerleşim biriminden, gruptan ya da belli bir siyasal sınırı olan toprak parçasından başka bir birime doğru, kısmen sürekli birey veya kitle hareketi. Bir ülke sınırlarının içinde kalmak şartı ile meydana gelen nüfus hareketine içgöç nüfusun ülke sınırları dışına akmasına da dışgöç denir.
(Nomad) Bkz. göçebecİIİk
(Nomadısm) Sabit bir mekâna yerleşmeyip, iklim ve coğrafî şartlara bağlı olarak daha avantajlı yerleşim birimlerine periyodik aralıklarla göç etme esasına dayalı yaşam tarzı. Bu yaşam tarzını benimseyen kişilere de göçebe yahut göçer denir. Anadolu dilinde göçerlere yöruk denmektedir.
(Nomadısm) Bkz. göçebeciiik
(Epıphenomenon) Herhangi bir sürecin işleyişine kayda değer bir katkısı olmayan, sözkonusu sürecin bir yan ürünü olarak meydana gelen şey.
(Shadow Cabınet) Bazı Batı ülkelerinde, bir nevi hükümet gibi çalışan, iktidara en yakın olan muhalefet partisinin, bir yandan muhalefet görevini yaparken diğer yandan da iktidara gelmesi halinde gerekecek olan hükümet elemanlarını hazırlamak amacıyla kurduğu çalışma grubu.
(Relatıvısm) Rölativizrn izafiyet. Her türlü bilgi, yasa, İlke ya da açıklama modelinin mutlak olmayıp değişken bir nitelik taşıdığını, bu nedenle de ancak kısmî, zaman içinde değişmeye mahkûm, geçici bir değer taşıdığını savunan yaklaşım.
(Paradox Of Relatıvıty) Bir yargı, değer, bilgi veya kavrayışın göreceliliğini dile getiren ifadenin bizzat kendisinin mutlaklık içeren bir nitelik taşıması. Örn. Değer yargılan görecelidir ifadesinin İçerdiği yargının göreceli olmadığının kabul edilmesi.
(Relatıve Realıty) İzafî gerçeklik. Gerçekliği kendisinden kaynaklanmayıp, mutlak'a göre varlık ve anlam kazanan, mutlak varlığın dışındaki herşeyi, kısaca tüm yaratılmışlar alemini içine alan gerçeklik kategorisi.
(Kelatıve Autonomy) Bkz. devletin görece Özerkliği
(Relatıve Deprıvatıon) Nesnel ölçütleri olmayan, durumdan duruma değişen ve bireylerin referans gruplarıyla kendilerini kıyasladıklarında sahip olamadıkları şeylerden dolayı hissettikleri yoksunluk duygusu.
(Phenomenon) Fenomen. Somut, algılanabilir bir biçimde ve anlaşılabilir kategorilerle ifade edilebilecek biçimde varolan.
(Phenomenology) Fenomenolojİ. Duyu organları aracılığı ile kavranabilen gerçekliğin dışında gerçeklik ve sağlam bilgi olmadığını, bu yüzden bilginin alanının fenomenlerin bilgisi İle sınırlanması gerektiğini savunan yaklaşım.
(Invısıble Hand) 1. Liberal iktisat düşüncesine göre,
iktisadî hayatın düzenlenmesi sırasında fiyat mekanizması aracılığıyla kendini
gösteren ve piyasadaki dengeyi sağlayan düzenleyici güç.
2. Toplumu oluşturan bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda, kendi menfaatlerine en uygun olanı elde etmeye çabalarken, aynı zamanda ve otomatik olarak toplumun çıkarlarına da hizmet etmiş olacakları görüşünden hareketle; her bireyin, kendi çıkarları için çalışırken, İçendi niyeti olmaksızın, doğal olarak toplumun yararına da hizmet etmiş olmasını sağlayan, görünmeyen güç (A. Smitb). Buna göre bireyler kendileri için en iyi olana ulaşmaya çabalarken görünmez el sayesinde, toplum menfaati için çalıştıkları zamana oranla bile, daha fazla bir toplumsal faydanın gerçekleşmesini sağlamış olurlar.
(Opınıon) 1. Bir olay, kişi veya etkinlikle
İlgili, değişime ve itiraza açık, olgusal olarak doğru la namayabilen tavır
veya inançlar.
2.
Mantıksal
bir temele dayanan, fakat akla yatkın itiraza da açık olan önerme veya
düşünce.
3. Kanı. Lehte veya aleyhte bîr tutuma eşlik edecek biçimde benimsenen ifade.
(Luxury Consumptıon) Toplumsal hiyerarşide sınıf değiştirerek üst katmanlara tırmanan tüketicilerin, malların fiyatlannın yükselmesi karşısında taleplerini azaltmak yerine artırmaları; daha ucuz ve tasarruf sağlayıcı maddelerle ihtiyaçlarını giderebilecekleri halde, daha pahalı maddeleri tercih etmeleri şeklinde ortaya çıkan, gösteriş amacıyla yaptıkları tüketim. Bkz. Tüketim.
(Lump-Sum Tax) Gerçek vergi tabanı aranmaksızın ve vergi mükellefinin özel bireysel durumu dikkate alınmaksızın, kanunla belirlenmiş kriterlere ve yöntemlere göre genel takdirle bütün bir mükellef grubu için belirlenen vergi türü. Bkz. vergi.
(Observatıon) Bilgi edinmek amacıyla, bilinçli, planlı ve sistemli bir şekilde olay, nesne veya İlişkilerin duyu organları aracılığı ile incelenmesi. Bkz. deney, kuram.
(Grammatıcal Expressıons) Dilin ifade yapısı ya da kavramsal düzeni ile ilgili ifadeler. Bu İfadelerin kanıtlanmalarının, sağlanabilirliklerinin İstenmesi veya bir gramatik İfadenin inanıyorum ki Ön takısı İle başlaması anlamsızdır. Bkz. ifadelerin gramatik ayırımı.
(Grammar) Bir dil içinde yeralan kelimelerin anlamlı cümleler biçiminde birleştirilmesini sağlayan dilbilgisi kurallarının toplamı.
(Grammatıcal Error) Bkz. gramer Kaydırmacası
(Grammar Shıftıng) Belirli bir gramerde sorulmuş bir soruya farklı bir gramerde cevap verilerek, soru ile cevabın düzlemlerinin kaydırılması. Örn. Hipotetik bir soruya hipotetik olmayan bir cevap vermek; dinî bir soruya teorik bir cevap aramaya çalışmak; tarihî açıklama gerektiren bir soruya dinî bir gramerde cevap vermeye çalışmak gibi. Bu şekilde, belirli bir gramerin sorusuna farklı bir gramerde cevap arama yanlışına gramer hatası Ha denir.
(Strıke) 1. Ücretlilerin, çalışma ve ücret
şartlarında bir düzelme elde etmek amacıyla hep birlikte işi durdurmaları eylemi.
2. Emek piyasasında işçi ile işverenlerin ücretler, sosyal haklar ve diğer çalışma koşulları ile İlgili olarak yaptıkları pazarlık sonunda anlaşmaya varamamaları durumunda İşçilerin toplu halde işi bırakmaları. Bkz. lokavt, toplu sözleşme.
(Group) Birbirine ortak değerlerle bağlı, birliktelik duygusu taşıyan insanlardan oluşan topluluk.
Belirli bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmiş, bağlayıcı kuralları, hiyerarşik yapı ve iktidar ilişkilerini düzenleyen bir lideri olan gruba formelgrup; kendiliğinden oluşan ve kuralları bağlayıcı olmayan gruba da İnformel grup denir. Bkz. Cemaat, Toplum.
(Group Norm) Bir grup, sınıf, kültür veya toplumun çoğunluğu tarafından yaygın biçimde paylaşılan değerler, davranışlar veya ortak beklentiler.
(Gnp) Bkz. Gayri Safî Millî Hasıla
(Balance Of Power) 1. Gücün karşıt taraflar arasında
dengeli bir biçimde dağılması. Belirli bir alanda birbirine rakip güçlerin,
yelpazenin belirli kanatlarını işgal etmek suretiyle oluşturdukları dengeli
bütünlük.
2. Uluslararası ilişkilerde, zamanla değişse de ülke veya diğer uluslararası aktörlerin güçlerinin dengelendiği fiilî durumlar, ya da bu durumlar sonucu ortaya çıkan politikalar. Bkz. dehşet dengesi.
(Motive) Kişinin enerjisini belirli bir amaca yönelten davranışının, bilinçli yahut bilinçsiz nedeni. Bir İhtiyacın giderilmesi veya bir amacın gerçekleştirilmesine yönelik davranışın meydana gelmesini sağlayan güç. Bkz, dürtü.
(Command Democracy) Demokratik süreçlere alışmamış bir toplumda demokrasinin bazı unsurlarının kullanıldığı, demokrasiye geçişte mülayim bir diktatörlük olarak görülebilecek yönetim biçimi.
(Command Economy) Örgütlenme, İşbölümü ve denetimin merkezi bir otorite tarafından yapıldığı, fiyatlar genel düzeyi, ihracat, ithalat, kâr oranı vs. ile İlgili kararların sözkonusu otorite tarafından belirlendiği ekonomi. Bkz. Serbest Piyasa Ekonomisi.
(General Agreement On Tarıffs And Trade) kinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ticaretin önündeki engelleri ortadan kaldırmak, tercihli ticaret anlaşmasını önlemek ve devletlerarası ticareti liberalize etmek amacıyla 1947 yılında yapılan uluslararası ticaret anlaşması, özünde bîr anlaşma olan GATT, sayılan amaçların gerçekleştirilmesine yönelik faaliyetlerde bulunmak ve yükümlülüklere uyulup uyulmadığını denetleme zorunluluğu nedeniyle pratikte bir kuruluş kimliği kazanmıştır. 1960'h yıllarda oldukça etkin bir işlev gören kuruluş, 1970'li yıllarda yeni korumacı eğilimlerin güçlenmesi ve kotalar, çifte vergilendirme, tercihli ticaret anlaşmaları gibi yeni ticarî engellerin İhdas edilmesiyle etkinliğini önemli ölçüde yitirmiştir.
(Customs Unıon) Üye ülkelerin kendi aralarındaki gümrük tarifeleri ya da vergilerini kaldırıp, üçüncü ülkelere karşı da ortak gümrük tarifesi uygulamalarını öngören iktisadî bütünleşme biçimi.
(Customs Tarıff) İthal edilen mallar üzerinden alınması gereken yergi miktarı veya oranlarını gösteren liste, vergi cetveli.
(Customs Duties) İthalat, ihracat ya da transit geçiş nedeniyle gümrük sınırlarını aşan mallardan alınan vergiler.
(Scapegoat) 1. Saldırganlık duygularının asıl
hedeflerine yöneltilemediği durumlarda bu duyguların yöneltilerek tatmin
edildiği kişi, grup veya nesneler.
2. Felâket derecesinde kötü sonuçlar doğuran olayların sorumluluğunun, sözkonusu olayları ortaya çıkaran siyasal, kültürel, tarihsel, ekonomik vs. faktörlere dağıtılması yerine, kolaycılığa kaçarak tek bir faktöre yüklenilmesi durumunda, tüm günahların yüklendiği sözkonusu kişi ya da nesneye verilen sembolik isim. Örn. îkinci Dünya Savaşını hazırlayan koşullar, egemen güçler arasındaki paylaşım mücadelesi ve Almanların koyu milliyetçi eğilimleri., gibi faktörleri dikkate almadan, savaşın tüm sorumluluğunun A. Hitle?e yüklenmesi.
(Letter Of Credence) Bir kişinin diplomatik temsilci olarak atanmasını tayin edildiği devlete duyuran, temsilcinin resmî sıfatını belirten ve kendisine itimat edilmesini isteyen resmî mektup. Büyükelçi ve ortaelçilerin güven belgesi devlet başkanından devlet başkanına; işgüderlerin (maslahatgüzar) güven belgesi ise dışişleri bakanından dışişleri bakanına hitaben yazılır.
(Reliabılity) 1. Güvenilir olma hali. Kendisine can
ve mal emanet edilebilir olma. Bir kişinin, kendisinden zarar gelmeyeceğine ve
emanete hıyanet etmeyeceğine dair çevresinin güvenini kazanmış olması.
2. Bir ölçüm aracının veya ölçme tekniğinin ölçülen şeyi benzer şartlar altında her zaman aynı şekilde ölçmesi özelliği; ölçüye konu olan şeyin değişmemesi kaydıyla^ tekrarlanan ölçüm sonuçlarının aynı olması ya da birbiriyle uyuşması durumu. Bkz. geçerlilik.
(Safety Needs) Bkz. İhtiyaçlar hiyerarşisi Kuramı
(Vote Of Confıdence) Parlementer sistemlerde, yasamanın yürütmeyi denetleme yollarından biri olarak, hükümetin faaliyette bulunabilmek için yasama organından yetki olabilmesi amacıyla yasama meclisinde yapılan oylama. Güvenoyu alamayan hükümet düşürülür, yerine güvenoyu alabilen yeni bir hükümet getirilir; böylece, hükümet meclis tarafından denetlenir.
(Free On Board) Bkz. Fob
(Habıtat) Bir organizmanın ya da organizmalar topluluğunun oluşup gelişmesini mümkün kılan çevre şartlarının bütünü. Bkz. çevre.
1. Yerleşik
hayat. Uygarlık.
2. Her toplumun, bedeviyet dönemini atlattıktan sonra içinden geçeceği toplumsal aşama. Bilimler, sanatlar, vb. medeniyet eserlerinin gelişeceği; buna karşılık asabiyetin zayıflamasından dolayı insan ilişkilerinde samimiyetten uzaklaşılacağı ve bürokratik, formel ilişkilerin egemen olacağı öngörülen toplumsal gelişim evresi. Ha-dariyetin en üst noktasında toplumu birarada tutan dinamikler anlamını kaybedeceğinden toplumsal çözülmenin başlayacağı, giderek bu sürecin medeniyetin topyekün çöküşü ile sonuçlanacağı ileri sürülmektedir.
(Castratıon Complex) Toplumsal yasaklara uyulmaması durumunda verilebilecek bir ceza olarak, cinsel organların kaybedilmesi ihtimalinin yarattığı korkunun bireyde ortaya çıkardığı karmaşa. Bkz. odip karmaşası.
HADİS Söz, eylem, onay, ahlakî ve fiziksel özellik olarak Hz. Muhammed'e İzafe edilen her türlü yazılı metin. Gerçekle İlişkisi olmayan, tamamen gerçekdışı olarak uydurulan hadise mevzu hadis; gerek rivayet gerekse anlam yönünden doğruluğu sabit olan hadise sahih hadis; yalan söylemesi mümkün olmayan bir kalabalık tarafından rivayet edilen hadise müte-vatir hadis; anlamı Kuran-ı Kerim'le çelişen, yahut rivayet zinciri sağlam olmayan hadise de zayıf hadis denir.
(Memory) 1. Bellek. Zihnin geçmiş deneyimleri,
bilgi, olay ve görüntüleri yeniden
çağırma, hatırlama işlevi.
2. Bilgi ve
deneyimlerin depolanıp korunduğu yer.
(Amnesıa) Amnezi Kişinin kimliğini, aşina olduğu kişi ve durumları, geçmişte yaşadığı koşullan unutması ya da hatirlayamaması şeklinde beliren bir psikolojik rahatsızlık türü.
(Arbıtratıon) Anlaşmazlık durumunda olan iki veya daha fazla tarafın sözkonusu ihtilafta taraf olmayan üçüncü bir kişinin kararına uyma noktasında anlaşmalarıyla meydana gelen uyuşmada, üçüncü şahsın işlevi. Bir anlaşmazlığın giderilmesi ya da bir organizasyonun kurallara uygun işlemesini sağlama görevi.
(Truth) 1. Özbilgi. Apaçıklık. Doğruluk; doğru
olma durumu. Bir şeyin gerçekte varolması; gerçeğe uygun olması, doğasının
bilgisi.
2. Doğru olduğuna, sorgulama yapmaya gerek duymayacak derecede kesin olarak inanılan olgu, durum, ya da inanç.
(Sovereıgnıty) Bkz. Egemenlik
(Equıty) Hakka saygı duyulması, adalet ilkesi çerçevesinde doğan hakkın, hak sahiplerine verilmesi. Bkz. Sosyal Hakkaniyet, Adalet, Eşîtükçilik.
(Calıphate) İslâm devlet başkanlığı. Hz. Peygamberin, dinin uygulanması, korunması ve insanlara tebliğ edilmesi ilkelerine dayalı olarak yürüttüğü devlet başkanlığı görevinin, onun ölümünden sonra Müslümanlar tarafından kurumlaştınlmış şekli.
(Demagogy) Bkz. demagoji
(People's Democracy) İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyet denetimine giren Çekoslavakya, Bulgaristan; Romanya ve Polonya gibi ülkeler için Stalin tarafından önerilen; Sovyet Komünist Partisi ve Sovyet yönetiminin direktifleri doğrultusunda faaliyette bulunacak tek bir siyasi partinin veya tek bir siyasî partiyle uzlaşabilecek partilerin koalisyonunun iş başında bulunduğu yönetim biçimi.
(Populısm) Bkz. popülizm
(Referendum) Halk oyuna sunma; halkın görüşünü alarak uygulamayı bu sonuca göre belirleme. Bir ülke yönetiminin önemli gördüğü siyasi, kültürel, iktisadî vb. konularda bir karar alabilmak İçin halkın oyuna başvurması. îç sorunlarla ilgili halkoylamasına referandum, dış sorunlarla ilgili olana ise plebisit denir.
(Hallucınatıon) Bkz. varsam
Bâtıldan hakka yönelmek, hak dini benimsemek yahut tevhid inancı üzere olmak anlamında Hz. İbrahim'in dinine ve geleneksel biçimde Hz. ibrahim'in dinini izleyenlerin çizgisine verilen ad.
İslâm hukukuna göre, Müslüman ve mükellef insanlara Allah'ın yapılmasını kesin olarak yasakladığı eylem ya da etkinlik.
(Theory Of Substantıal Motıon) 17. yüzyılda yaşamış olan ünlü İran!lı düşünür Molla Sadrının sistemleştirdiği; hareketin, varlığın özünde meydana geldiğini, bu nedenle de geçici olmadığını savunan felsefî görüş. Buna göre, varlıklar sürekli olarak kategorik düzeyde sahip oldukları imkânların birinden diğerine geçtikleri için her an bir sönüş ve doğuş, oluş ve yokoluş sürecindedir-ler. Bu sürecin sürekliliğini sağlayan mutlak İradedir. Değişme ve hareket varlığın görünüşünde değil, özünde, arazda değil cevherdedir, bu anlamda eşya, varlık âlemi her an yeniden yaratılmaktadır.
(Negatîon) Bkz. olumsuzlama
(Pleasure Prıncıple) Ben, içbeîı ve üstben arasındaki ilişkiler gelişmeden önce içben'İn sadece haz verene ve dolayımsız olarak yönelmesi. (Freud) Bkz si.
(Pleasure-Paın Prıncıple) Haz-elem prensibi. İnsan davranışlarının temel itici gücünün haz ve elem olduğunu, bu sebeple haz veren eylemlere yönelmek, elem veren eylemlerden İse kaçınmanın en temel davranış biçimi olduğunu İfade eden prensip.
(Hedonısm) Hedonizm. Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihaî anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.
(Treasury Bıll) Genellikle bütçe gelirlerinin bütçe harcamalarını karşılayamamasından kaynaklanan bütçe açıklarını finanse etmek amacıyla devlet tarafından çıkarılan, vadesi bir yılı aşmayan borç senetleri. Benzer şekilde, çeşitli faaliyetlerin finansmanında kullanılmak üzere devlet tarafından çıkarılan uzun vadeli (vadesi bir yılı aşan) borç senetlerine de hazine tahvili ya da devlet tahvili denir.
(Treasury Bond) Bkz. Hazine Bonosu
(Heckscher-Ohlın Theo-Rem) Faktör donanımı teorisi. Uluslararası ticareti, üretim faktörlerinin ülkeler arasındaki dağılımındaki orantısızlıkla açıklayan kuram. Ülkelerin sahip olduğu üretim faktörlerinin göreceli miktarları, uluslararası ticarette bunların hangi sektörlerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduklarını belirlemektedir. Buna göre, bir ülke en fazla sahip olduğu faktörü nisbî olarak yoğun biçimde kullanan malları ihraç, en az sahip olduğu faktörleri yoğun olarak kullanan malları ise ithal eder. Başka bir deyişle sermaye yönünden zengin bir ülke sermaye-yoğun, emek yönünden zengin bir ülke ise emek-yoğun mallar İhraç eder.
(Hedgıng) Döviz piyasasındaki muhtemel kur değişikliklerinin getireceği zarardan korunabîlmek İçin başvurulan
İşlem. Buna göre gelecekte döviz ihtiyacı olan kişi belirli bir vade sonunda teslim almak üzere bugünkü kura belirli bir fark ekleyerek borsaya yaünr. Böylece geçen süre zarfında meydana gelebilecek artıştan az bîr maliyetle korunmuş olur. Bu çerçevede karşılığı belirli bir vade sonunda teslim edilmek üzere döviz satımının yapıldığı piyasaya gelecekte teslim piyasası; satılan dövizin hemen teslim edildiği piyasaya da anında teslim döviz piyasası denir.
(Hedonısm) Bkz. hazcılık
(Hegemony) Siyasal, sosyal ve kültürel araçlar kullanılarak bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu, kısmen rızaya dayalı egemenlik.
(Hermeneutıcs) Bkz. yorumsama
(Excıteiment) Organizmada genel uyanlmışlık hali yaratıcı ve güdüleyid özelliği olan, genellikle yüz ve vücut hareketleriyle İfade edilen, his boyutu taşıyan hal. Heyecan genellikle, vücutta kan dolaşımının hızlanması, rengin kızarması, kalp atışlarının belirgin hale gelmesi biçiminde kendisini belli eder.
Erdemliler ittifakı M. 580'li yıllarda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonucunda ortaya çıkan anarşi ortamında, can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla, tolumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan ve Hz. Peygamberin de bir ara toplantılarına katıldığı barış cemiyeti. Erdemliler ittifakı, sadece tarihsel bir kurum değil, aynı zamanda, farklı dünya görüşlerine sahip olsalar da, temel ahlâkî ilkelerde anlaşan insanların zulmü engellemek için uzlaşmalarının bir toplumsal zorunluluk olduğunun ifadesidir.
(Donatıon) 1. Karşılıksız yardım. Birini zor
durumdan kurtarma, daha iyi duruma gelmesine katkıda bulunma gibi amaçlarla karşılık beklemeden yapılan aynî veya nakdî
yardım.
2. Geri Ödemesiz olarak verilen dış yardım.
1. Geniş
anlamda Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmesi engellenen kişilerin,
kulluklarını daha İyi yaşayabilecekleri, güvenli ve serbest ortam veya
mekânlara yaptıkları göç.
2. Dar anlamda Hz. Muhammed'İn, M. 622 yılında müşrikler tarafından yapılan zulmün dayanılmaz boyutlara ulaştığı Mekke'den, îslâmî tebliğin daha rahat yapılabileceği, Müslümanlar açısından daha emin bir yer olan Medine'ye yaptığı göç.
(Nıhılism) Nihilizm. Bütün toplumsal amaç, değer ve ahlâkî yargıları ve hayatın anlamına İlişkin öne sürülen bütün öğretileri yadsıyan, sosyal, siyasal ve ahlakî gerekçelerle yapılan tüm baskılara karşı koymayı en temel fazilet olarak gören yaklaşım.
1. Şer'î
hile. Yapmacık olarak kanunlara uydurma. Normalde yasalara aykırı olan bir
İşin, yapay ek İşlemlerle görünürde yasallaştırılması.
2. Bilinçli olarak gayri meşru bir amacı gerçekleştirir'ken, göstermelik işlemlerle Şeriat'e uygun davranıyor gözükmek. Şeriat'ın özüne aykırı bîr fiili, yapay ve yüzeysel kotarmalarla Şeriat'e uygun hale getirme çabası.
(Protectıonısm) Bkz.
korumacılık
(Hyper Înflatıon) Bkz. enflasyon
(Hypnotısm) Bazı ruhsal rahatsızlıkların giderilmesi veya tamamen gösteri amacıyla, telkin yeteneği güçlü ya da bu konularda özel yetenekli kişilerce türlü telkinler yoluyla deneklerin uyku İle uyanıklık arası bir haleti nahiyeye sokularak İstenen herşeyi yapar, verilen her talimatı dinler hale getirilmesi.
(Hypnosıs) İnsan zihninin bir kısım faaliyetlerini bir başkasının yönlendirmesi, bu nedenle insanın zihni üzerindeki denetimini kısmen veya tamamen kaybetmesi durumu.
(Hypothesıs) Bir bilimsel araştırmanın sonucu hakkında henüz İspatlanmamış, fakat hem araştırmacının alanını somutlaştıran, hem de eldeki olgu ve ilişkileri belli bir mantıksal kurguyla bir araya getirmeye yarayan öneri. Bkz. varsayım, Aksiyom, Teorem.
(Emotion) Bkz. duygu
(Equıty Share) 1. Bir sermaye şirketinin kuruluşuna,
isler para ister mal koyarak katılan her şahsa, yaptığı bu katkı karşılığında
verilen senet.
2. Sermayesi paylara bölünmüş ticarî ortaklıklar tarafından çıkarılan, şirket sermayesinin birbirine eşit paylara bölünmüş dilimlerinden herbirini temsil eden, ortaklığın sahip olduğu sermaye üstünde tek ve bölünmez bir hak sağlayan ve sahiplerinin sorumluluğunun, üstünde yazılı değerle sınırlı olduğu, İsme yahut hamiline yazılı olabilen menkul değer.
(Hıerarchy) 1. Sıradüzeni. Silsile-i meratip. Bir
bütünlüğü oluşturan parçalar ya da bir sistemin elemanları arasındaki sıra
düzeni; bir düzenekte yeralan varlıkların önemlerine göre sıralanmaları.
2. Sosyal ve teknik işbölümünün fonksiyonu olarak birbirlerine tâbi derecelerden, kademelerden oluşan yerleşik düzen.
(Factıon) Fraksiyon. Geniş bir grubun içinde bulunmakla beraber, grubun amaçlan ile yer yer çelişen amaçlar taşıyan, grubun genelinin onaylamadığı davranışlarda bulunan altgrup.
(Factıonısm) Siyasal partilerin veya toplumsal grupların İçinde, parti veya topluluğun kararını etkileyebilecek düzeyde etkin bir altgrubun, kendi amaçlarını gerçekleştirmek İçin yaptığı faaliyetler.
(Service) însan ihtiyaçlarının giderilmesine ve yaşamın kolaylaştırılmasına yönelik olarak insanlar tarafından üretilen yahut organize edilen; elle tutulup gözle görülmeleri veya saklanmaları mümkün olmayıp, üretildikleri anda tüketilmeleri sözkonusu olan, taşımacılık, haberleşme, turizm., gibi beşerî faaliyetler. Bkz. meta, mal. Hizmet Borsası Bkz. Borsa
(Service Class) Hizmet sektöründe çahşan ve taşıdığı nitelikten dolayı ayn bir İktidar ve baskı alanı oluşturan insan topluluğu.
(Service Sector) Fiziksel varlığı olmayan ya da sonucu maddî olarak ortaya çıkmayan; üretildiği anda tüketilen; beslenme, bannma ve seyahat gibi insan ihtiyaçlarının doğrudan veya dolaylı olarak giderilmesine yönelik beşerî faaliyetlerin üretilip organize edildiği sektör. Örn. taşımacılık, turizm, konaklama.
(Hobby) Kişinin hayatını kazanmak amacıyla çalıştığı işi, sürekli uğraşı veya yapmak zorunda olduğu şeyler dışında kalan; dinlenme, eğlenme, yaşamı monotonluktan kurtarma., aracı olarak gördüğü şeyler. Yapılmaktan zevk alman tatlı uğraş.
(Holding) 1. Aynı sermaye grubuna bağlı, değişik
alanlarda faaliyet gösteren şirketlerin tek çatı altında toplanması ve
yönetiminin merkezileştirilmesi ile oluşan ana şirket.
2. Kapitalist sistemde büyük tekelci imparatorluklann oluşturulması İçin başvurulan örgütlenme biçimlerinden biri olan ve biçimsel olarak bağımsızlıklarını koruyan birçok firma üzerinde hukukî ve malî denetimi merkezileştirmeye İmkân veren İştirak şirketi.
Sosyal insan. Kendi bireysel çıkarlarını ikinci plana İterek toplumsal çıkarlan öne çıkaran, kişisel menfaat duygusundan büyük ölçüde arınmış, vatandaşı oiduğu devlete veya içinde yaşadığı topluma elinden geldiği ölçüde hizmet etmeyi kendine birincil amaç edinmiş, sosyalist toplum mode linin hayal ettiği sembolik insan tipi. Bkz. ekonomik insan.
(Law) Bir toplumda yaşayan gerçek ve tüzel kişileri bağlayıcı niteliğe sahip hak, yetki ve sorumluluklarla kişi ve ku-rumlararası ilişkileri düzenleyen, kamu otoritesinin deneüedi-ği, yaptırım gücüne sahip yazılı yahut sözlü kuralların tümü.
(State Of Law) 1. Bütün devlet organlarının hukuk kurallarına, hukuk kurallarının da anayasal hükümlere uygun olarak oluşturulup işletildiği; yönetimin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargı denetimine tâbi olduğu devlet. 2. Kişilerin gücünün, yasaların üzerinde olmadığım ve yasalar karşısında statüsü ne olursa olsun toplumun bütün bireylerinin eşit olduğunu ifade eden hukukun üstünlüğü İlkesinin titizlikle korunduğu, istisnasız herkesin yasal düzenlemelerle kayıtlanıp sınırlandığı, keyfî tasarruflara izin vermeyen devlet.
(Dogmatısm Of Law) 1. Hukuksal kural ve düzenlemelerin,
temel hukuk ilkelerine uygun olup olmadıklarına bakılmaksızın, yorum esneklikleri
ve toplum ihtiyaçlarının giderilmesinde birer araç oldukları gözardı edilerek,
birer baskı aracı olarak kullanılmaları.
2. Belirli tarihsel-sosyal şartlar altında insanlar tarafından üretilmiş hukuksal kuralların, her türlü sorgulamanın üzerinde görülmesi; hukukî düzenlemelerin tabulaştmlması. Bkz. bilimsel dogmatizm.
(Phılosophy Of Law) Hukuksal norm ve bilgilerin kaynak ve nitelikleriyle, elde ediliş biçimlerini irdeleyip sorgulamayı; hukuk-felsefe, hukuk-ahlâk, hukuk-bilim vb. hukuk ile diğer disiplinler arasındaki ilişkileri incelemeyi konu edinen disiplin.
(Recognıtıon De Jure) Tanıyan devlet tarafından, tanınan devlet ya da hükümetin, uluslararası topluluğa aktif katılımını gerçekleştirmesi için uluslararası hukuk tarafından belirlenen gereklilikleri yerine getirdiğinin resrnî olarak beyan edilmesi.
(Legal Judgement) İnsanî etkinliklerin yasalara uygunluk, toplumsal bütünlüğün korunması, barış ve huzur içinde yaşanması, can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi açılardan değerlendirilerek, sözkonusu etkinlik veya eylemlerin yasal-yasa dışı; yahut meşru-gayri meşru olarak nitelendirildiği yargılar,
(Superstıtutıon) Uydurma. Gerçek bir dayanağı olmadığı halde, dinsel bir emir ya da yasakmış gibi kabul edilen, kutsallık ve bağlayıcılık atfedilen inanç ve öğretiler.
(Antagonısm) Antagonizma Kişiler, gruplar ve toplumlar arasında gerçekleşen ve bir tarafın kazancının ancak diğer tarafın kaybına bağlı olduğu İlişki. Tarafların birbirine düşmanca duygular beslemesi. Hasımlık.
(Temperament) Mizaç. Olay ve durumlara karşı tavır ve tutumları belirleyen ve doğuştan gelmekle beraber toplumsallaşma sürecinde biçimlenen duyarlılıklar.
(Coup D'etat) 1. Ku de ta. Devletin meşru anayasal sistemini savunan hükümet güçlerinin, kitlesel desteği olmayan dar bir elit tarafından anî, beklenmedik şekilde ya da zor kullanılarak yönetimden uzaklaştırılması. 2. Ülkenin karar alma organlarının görevlerini yerine getirmediği gerekçesiyle, anayasal düzeni korumak amacıyla ordunun yönetime el koyması. Askerî darbe.
(Humanısm) İnsanperestllk. Beşerperestlik.
İlâhî nitelikte ve öte dünya ile ilgili olanın değil, bu dünya ve insanla ilgili olanın yüceltildiği bir genel eğilimin uç noktasını teşkil eden ve İnsanı, kendi üzerinde sınırlayıcı hiçbir otoriteye İhtiyacı olmayan, kendine yeterli bir ontik kategori olarak tanımlayıp, onu hakikatin yegâne ölçüsü ve kaynağı kabul ederek evrenin merkezine yerleştiren, İnsanmerkezci ve in-sanbiçimci dünya görüşü. Bkz. insanmerkezcilik, İnsanbiçimciıik, Bireycilik, Sekülarizm, Aydınlanma.
(Free Enterprıse) Bkz.
Serbest girişim
(Freedom) Bkz. özgürlük
Bkz. Uluslararası Para Fonu
(Iq Test) Bkz. zeka Testi
(Dıvergent Processes) Ortak bir noktadan yoia çıktıkları ya da aynı merkezden kaynaklandıkları halde, farklı amaçlar taşımaları yahut değişik yöntemler izlemeleri nedeniyle giderek birbirlerinden uzaklaşan, dolayısıyla aralarındaki mesafe gittikçe açılan süreçler.
(Race) Renk, boy, ses, vücut yapısı vb. gibi kalıtımla gelecek kuşaklara aktarılabilen özellikler bakımından benzeşen ve insan topluluklarının dikey olarak sınıflandırılmasına İmkân veren kategoriler.
(Racsm) Davranışların, eylemlerin, dünya ve toplumdaki her türlü gelişme ve değişmenin, egemenlik ilişkisinin ırk faktörüne bağlanarak açıklanması; bîr ırkı diğerlerinden ayırıp ona üstünlük atfederek anlayış ve eylemlere meşruluk kazandırma. Kendi ırkını diğer ırklardan üstün görerek onlar üzerinde hegemonya kurmayı meşru sayıp bu uğurda mücadele verilmesini Öngören ideoloji.
îslâm tarihinde ortaya çıkan siyasî-itikadî ekollerden biri. Kur'an'ın mahlûk (yaratılmış) olduğunu; büyük günah işleyen kişinin tövbe etmesi durumunda affedilerek Cennet'e girebileceğini; devlet başkanlığı için ehliyet ve seçim gibi şartların gerekliliğini savunan, kendilerinin dışında kalan cemaatler İle, uygulamaları tümüyle onaylanmayan idarecilerin yönetimi alünda da yaşanabileceğini kabul eden Hariciİİğin bir alt kolu.
İzin vermek. Medrese gibi geleneksel eğitim-öğretim kurumlarında yetişen öğrencilerin hocalarından; çıraklık yahut kalfalık eğitimini tamamlamış zanaat erbabının ustalarından bağımsız olarak ders verebilecek veya çalışabilecek düzeye geldiklerinin onaylanması, bu konuda kendilerine yetki verilmesi; bu yetki yahut onayı gösteren belge, diploma.
İslâm hukuk metodolojisinde, dört temel hüküm elde etme yöntemlerinden üçüncüsü. Buna göre, herhangi bir çağda, be-İİrlİ bir konuda verilen bir şer'î hüküm üzerine tslâm âlimlerinin ve ümmetin ittifak etmesi, görüş birliği sağlaması durumunda, o uygulama ya da görüş kesinlik ve bağlayıcılık kazanır. Bkz. kur*an, sünnet, kıyas.
(Cıvıl War) Bir devletin çatısı altında yaşayan farklı siyasî, etnik, coğrafî veya ideolojik grupların mevcut yönetimi ele geçirmek yahut onu tamamen değiştirip yerine yeni bir yönetim kurmak amacıyla yaptıkları silahlı mücadele. Bkz. savaş. İçben (İd) Bkz. Freudizm
(Introspectıon) İntrospeksİyon. Psikolojide deneklerden, kendilerine gösterilen bir uyarıcıya ilişkin duygularım ayrıntılı olarak anlatmaları veya yazmalanmnın istendiği, bu suretle bireyin iç dünyasında olup bitenler hakkında fikir edinilmesinin amaçlandığı bir bilgi edinme tekniği.
(Introspectıonısm) 20. yüzyılın başlarında içebakış tekniğini kullanan bir grup deneysel psikologun benimsediği; duyumu, bilincin önemli bir psikoloji öğesi olarak ele alma ve zihinsel içeriğini çözümleme temeline dayanan bakış açısı. İnsanın ruh dünyasında meydana gelen değişimleri öğrenme ve çözümlemenin en etkin yolunun içebakış yöntemini kullanmak olduğunu savunan psikoloji ekolü.
(Inward Lookıng Personalıty) Çevresi ile diyalog kurmada güçlük çeken, içine kapalı, kendisine bir şey sorulmadan, kendiliğinden konuşmamayı tercih eden, sosyal ilişkileri zayıf, dış dünya ile İletişim kurmada pasif davranan kişilik türü. Bkz. dışadönük kişiük, dışın yönlendirdiği Kişilik, İçin Yönlendirdiği Kişilik.
(Inward Lookıng Industr1alı-Zatıon) Bkz. ithal ikameci sanayileşme
(Content Analysıs) Muhteva analizi. Kitap, dergi, makale, konferans, radyo veya televizyon programı gibi ürünlerin ya da etkinliklerin içeriklerinin belirli ölçütler çerçevesinde sınıflandırılıp sistemli bilgiye dönüştürülmesi.
(Autısm) Bkz. otizm
(Insıght) Psikoterapide, bir kimsenin kendi güdülerini ve bunların kökenlerini anlaması. Kişilik bozukluklarını, hastanın sorunlarının derinde yatan nedenlerini açığa çıkararak ve uyumsuz savunma mekanizmalarından kurtulmasını sağlayarak iyileştirme esasına dayalı psikoterapi yöntemine de îç-görü tedavisi denir.
(Instınct) Canlı organizmalarda doğuştan gelen, yapısal nitelikli eylem dürtüsü. Bkz. dürtü, güdü.
(Instınctıve
Behavıour) 1. Davranışı başlatan
uyarıcı ortadan kalktıktan sonra da devam eden, karmaşık ve örgütlenmiş
davranış.
2. Organizmanın dış zorlama olmadan doğal biçimde sergilediği ve Önüne geçilmesi kolay olmayan davranış.
(Inner-Dırected Personalıty) Bkz. Kişilik
(Immanent) Mündemiç. Varlığın, nesnenin, birimin veya zihnin sınırları içinde bulunan, ayrıştınlamayan, aşkın olmayan. Bkz. aşkın.
(Intensıon) Bir olgu, kavram veya anlatımın kapsamına giren bir nesne, kavram veya olgunun sahip olduğu özellikler. Bkz. Kapsam.
(Internalızatıon)
1.
Benimseme, kendine ait kılma, içine sindirme, kendininleştirme.
2. Yeni
karşılaşılan bir bilgiyi, değeri veya normu; bağlayıcı, yönlendirici ve temel
bil İşse davranışsal süreçlerinin işleyişini biçimlendirecek unsurlardan biri
haline getirecek düzeyde benimseyerek, kendine maletme.
3. Bireyin, doğduğu toplum içinde ya da içinde yaşadığı toplumsal çevrede hazır bulduğu davranış kalıplarını; toplumsal etkinlikleri düzenleyen kuralları öğrenme ve benimseme süreci; bireyin toplumsallaşma sürecinde yaşadığı uyum mekanizması.
(Endogamy) Endogami. Dıştan evlenmenin tersine, bir grubun fertlerinin, dinsel, etnik, kültürel yahut ekonomik nedenlerden ötürü mensup oldukları grubun dışından evlenmelerini yasaklayan evlilik düzeni. Bkz. dıştan evlenme, evlilik.
îslâm hukuk terminolojisinde, ümmetin karşılaştığı ve çözümü doğrudan Kur'an ve Sünnette bulunmayan bir konuda, nassların çizdiği çerçeve içerisinde kalmak şartıyla bir çözüm üretmek veya bağlayıcı hüküm vermek amacıyla, gerekli bilgi donanımına sahip Müslüman hukuk bilginlerinin ellerinden gelen tüm çabayı göstermeleri; o uğurda içtenlikli olarak emek harcamaları. Ehliyetli îslâm âlimlerinin, temel kaynaklarda haklarında doğrudan hüküm bulunmayan konur larcla hüküm üretmeleri.
Bkz. İçben, Freudçuluk
(Admınıstratıon) Bkz. Yönetim
(İdeal La W) Toplumsal düzenin sağlanması için özlenen, olması istenen, en iyi olduğu düşünülen hukuk düzeni.
(İdeal Type) Toplumsal gerçekliğin anlaşılması için varsayımsal olarak kurulan kavram ve kategoriler. Bu analitik araçlar somut durumların, o durumla ilgili soyutlamalardan ne kadar saptığının ve gerçekliğe ne kadar benzediğinin anlaşılmasına katkıda bulunurlar. Webefe göre sosyal bilimlerdeki bir çok kavramın ideal tip soyutlamasıyla oluşturulmasından dolayı gerçekte tam karşılıklarının bulunması mümkün değildir.
(Idealısm) Evrendeki bütün varlıkların maddî olmayan bir özün tezahürü olduğunu kabul eden felsefî görüş. Materyalist ideolojinin tersine maddenin değil, maddî olmayanın Önceliğini, kendiliğindenliğini ve belirleyiciliğini kabul eden İdeoloji.
(Ideology) 1. Düşünyapı Dünya, evren, toplum ve
insanla ilgili duygu, düşünce ve inançlar toplamı.
2. Sınıflı toplumlarda egemen sınıfların çıkarına hizmet edecek şekilde çarpıtılmış gerçeklik kavrayışı.
(Ideologıcal Practıse) Bkz. Pratik
(Logıc Of Expressıon) İfadelerin, ifade haline dönüştürülmesindeki amaç ve temel değişmezlerle çelişmeden, belli bir dilin gramer kurallarına uygun olarak üretilmesi. Örn. bayatın anlamı yoktur ifadesi, gramatik açıdan doğru olmasına rağmen, söylenişindeki amaç ve anlamlılık İhracata yönelik sanayileşme kategorisiyle ilişkisi bakımından ifade mantığına aykırıdır. Bkz. Temel Değişmezler, Ortak Düzlem.
(Grammatıcal Dıscrımı-Natıon Of Expressıons) İfadelerin gerek kendi başlarına, gerekse birbirlerinin yerine yanlış kullanılmalarından doğan zihin karışıklığını önlemek amacıyla, değişik Ölçütler veya İlkeler yardımıyla, çeşitli İfade biçimlerinin, gramatik yapılan temel alınarak birbirinden ayrılması. Bkz. ifadelerin grüplandırilması, gramer kaydırmacasl
(Groupıng Of Sentences) Çeşitli ifade biçimlerinin, yerli yerinde ve doğru şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla, taşıdıkları temel nitelikler veya ortak özellikler ekseninde çeşitli gruplara ayrılması. Literatüre Şakir Kocabaşın kazandırdığı bu gruplandırmaya göre temel ve dinî ifadeler (TED ifadeler); mantıksal matematiksel ve biçimsel İfadeler (MMB ifadeler); P-İfadeleri; tecrübî ifadeler; teorik hipotetik ampirik İfadeler (THA İfadeler); tarihsel İfadeler; mecaz ve benzeşim ifadeleri (teşbihler) ve hayalî ifadeler olmak üzere dokuz grupta toplanabilecek olan bu ifade grupları, merkezinde temel ve dinî ifadeler grubunun bulunduğu ve dışa doğru, kendisinden önceki ifade grubunu da içerecek biçimde giderek genişleyen halkalar şeklinde şematize edilmektedir.
(Bankruptcy) 1. İddiaların gerçekleşmemesi; söz ile
eylemin, teori İle pratiğin birbirini tutmaması durumunu İfade etmek üzere
kullanılan deyim.
2. Borçlunun borçlarını Ödeme gücünden yoksun duruma düşmesi; ticarî yükümlülüklerini yerine getiremeyecek hale gelmesi. İflas durumunun mahkemece tespit edilmesi gerekir. Kural olarak yalnızca tacir sıfatını taşıyan gerçek ve tüzel kişiler iflas hükümlerine tabidirler;
(Export Orıented Industrıalızatıon) Dışadönük kalkınma. Ekonominin dış rekabet karşısında sıkı bir şekilde korunmasından vazgeçilerek dışa açılmayı, ekonominin göreli olarak üstünlüğe sahip olduğu üretim alanlarında uzmanlaşarak ihracatı artırmak suretiyle sanayileşmeyi öngören sanayileşme politikası. Ucuz kredi, vergi iadesi, serbest döviz kuru vb. malî-parasal araçlarla ihracatın teşvik edilmesini öngören ihracata dayalı sanayileşme stratejisi, ithal İkameci politikaların 1970'li yıllarda başarısızlığa uğraması sonucu, alternatif kalkınma stratejisi olarak azgelişmiş ülkelerin gündemine gelmiş, bu stratejiyi uygulayan G. Kore, Tayvan ve Singapur gibi Uzakdoğu ülkelerinin başarılı olmaları sonucu popülaritesi artmıştır. Türkiye'nin 1980 yılında ekonomide yapısal değişiklik yapılmasını öngören 24 Ocak Kararlan İle içine girdiği süreç, özünde ithâl ikameci kalkınma stratejisinden ihracata dayalı kalkınma stratejisine geçiştir.
(Revolutıon) Bkz.
devrim
(Probabılıty) Bkz. Olasılık
(Reservatıons) Antlaşmaya taraf olan bir devletin antlaşmanın bazı hükümlerini ortadan kaldırma, değiştirme ve uygulama alanını daraltma isteğini tek taraflı bir idare beyanı ile bildirmesi.
(Theory Of Hıe-Rarchy Of Needs) A. Maslotv tarafından geliştirilen ve insan ihtiyaçlarının birbirini önceleyen bir hiyerarşi gösterdiğini İleri süren kuram. Buna göre, insan İhtiyaçlarının temelinde yeme, içme, barınma gibi fizyolojik İhtiyaçlar yatmaktadır. İkinci sıradaki ihtiyaç güvenlik İktiyacıdır. Kişi yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını giderdikten sonra, korku ve baskıdan uzak, güvenlik içinde ve hayatının gelecek dönemleri için garanti içeren bir düzen İster. Bunu da elde edince bağlılık ve sevgi ihtiyaçları doğar. Bu aşamada insan hem sevme, hem de sevilme gereksinimi duyar. Sevgi ve bağlılığı elde ettikten sonra dördüncü aşama olarak saygınlık İhtiyacı olu-Şur. Bu aşamada insan statü sahibi olmayı, ilgi ve saygı görmeyi bekler. Bunu da elde edince kendini gerçekleştirme ihtiyacı ortaya çıkar. Bu son aşamada kişi, tüm yeteneklerini ve imkânlarını kullanarak kendisini gerçekleştirdiği duygusunu hissetmeyi arzular.
(Precautıonary Dıstraınt) Bir alacaklının gerektiğinde alacağım tahsil edebilmesine imkân sağlamak amacıyla borçlunun mallarına, bunların kaçırılma olasılığına karşı İcra Dairesi tarafından el konulması Borçlu-alacaklı İlişkilerinin düzenlenmesinde alacaklının m^dur duruma dü-şürülmemesi İçin ihdas edilmiş bir tür tedbir. Borçlunun mallarının paraya çevrilerek alacağın ödenmesinin sağlanması amacıyla ei konulmasına t a IğmÛ faadb; denir.
(Reserves) Bkz. Yedek akçeler
(Substıtute Goods) Aynı ihtiyacın karşılanmasına yönelik olarak üretilmiş, birbirinin yerine kullanılabilen, birbirine alternatif olarak tercih edilebilen mallar. Aynı ihtiyacın tatmin edilmesinde biri diğerinin yerine kullanılabileceği İçin İkame mallardan birisinin fiyatı düştüğünde buna bağlı olarak diğerininkine olan talebin azalması, veya tersinden, birisinin fiyatı yükseldiğinde ikame edilebilirlik oranına göre diğerine olan talebin artması beklenir. Bkz. Tamamlayıcı Mallar.
(Idb) Bkz. islâm kalkınma bankası
(Two Party System) Bkz. çok Partili Sistem
(Bılateral Monopoly)
Bkz. Tekel İki Yanlı Yardım (Bılateral Aıd) Bkz. Diş yardlm
(Dualısm) Bkz. Düaıizm
(Dilemma) Çıkmaz. Zorunlu olarak iki sonucu olan ve her iki sonucu da eşdeğer gerekçelerle kabul edilemez olan durum. Biri diğerine tercih edilemez iki istenmeyen sonucu olan.
(Dual Conscıousness) 1. İki farklı bilinç durumunun aynı
insanda ve birarada bulunması.
2. Kapitalist toplumlarda, eğitim sistemi aracılığı ile egemen kültürün biçimlendirdiği bilinç ile özellikle işçi sınıfının üretim sürecindeki konumu gereği edindiği ve egemen kültürle çelişen bilincin aynı anda ve birarada bulunması durumu.
(Ambıvalence) 1. Toplumsal geçiş ya da çözülme
dönemlerinde görülen ve davranışların olumlu ve olumsuz gelinlerinin
Ölçülememesi sonucu ortaya çıkan kararsızlık durumu.
2. Birbirinin zıt duyguların aynı anda ruhta doğması; birbiriyle çatışan psikolojik durumların halet-i ruhiyeye eşzamanlı olarak egemen olması. Nefretle sevginin, haz İle elemin birarada, içice bulunması.
(Secondary Group) Bireyin
birincil gruba
oranla, daha kısa
dönemlik, formel, zayıf ve çoğu zaman da yapay ilişkilerle bağlı olduğu
toplumsal grup.
(Secondary Öccupatıons) Bkz. iş
(Clımate) 1. Belirli bir bölgedeki, 25-30 yıl
gibi oldukça uzun dönemde ortaya çıkmış hava durumu ortalamaları; hava
koşullarında uzun dönemde görülen ve kısmî değişikliklerle her yıl kendisini
tekrar eden değişmeler.
2. Sosyal, siyasal, sanatsal veya kültürel ortamların gelişmesini sağlayan faktörlerin bütünü.
(Power) 1. Erk. Mülk. Saltanat Bir bireyin
yahut bireyler topluluğunun kendi İstekleri doğrultusunda, rızaları olup
olmadığına bakmaksızın diğer insanların davranışlarını etkileyebilme,
yönlendirebilirle veya denetleyebilmesi.
2. Toplumu yönetme, yönlendirme gücü; bu güç veya yetkiyi elinde bulunduran organ, hükümet.
(Power Elıte) Bir toplumun nabzını elinde tutan, sosyal kökenleri, çıkartan ve dünya görüşleri bakımından aralarında sıkı bir ilişki bulunan siyasal, ekonomik ve askerî liderler; toplumsal süreçlerin yönünün belirlenmesinde etkili ve yetkili çevreler. (C.W. Milli)
(Economıc Man) Bkz.
ekonomik insan
(Economıc Determınısm) Bkz. Ekonomik Be1iklenimci1ik
(Economıc Crısıs) Ekonomik kriz. Ekonomik bunalım. Ekonominin yeniden üretim sürecinde büyümenin durması sonucu, üretim düzeyi ile talep düzeyi arasında belirgin bir uyumsuzluğun ortaya çıktığı dönem. Şiddetli ekonomik düzensizlik ve dengesizlik durumu.
(Publıc Economıc Enterprıses) Bkz. Kamu İktisadî Teşebbüsleri
(Economıc Cycle) Marksist iktisat kuramına göre, kapitalist ekonomik yapılarda, genellikle on yıllık aralarla periyodik olarak tekrarlanan ve refah, buhran ve çöküş ile toparlanma olmak üzere üç evreden oluşan döngü.
(Economıc Lıberalısm) Bkz. liberalizm
(Economıc Regıme) Belirli bir iktisadî sistem çerçevesinde insanların ekonomik faaliyetlerini, üretim ve mübadele süreçlerindeki davranışlarını düzenleyen hukuksal kuralların bütünü.
(Economıcs) Bkz. Ekonomi bilimi
(Economıc Theory) Bkz. Ekonomi teorisi
(God) Emir ve yasaklarının dışına çıkılmayan; kendisine itaat ve kulluk edilen varlık, kişi veya güç. Tapılırcasına yüceltilen varlık. Tanrı. Bkz. put.
(Communıcatıon) Mesaj, mesajı gönderen ve alan olmak üzere temel üç unsuru olan ve bilgi, görgü, deneyim, duygu, görüntü, yazı veya sesin, birden fazla taraf arasında kullanılması İle oluşan etkileşim süreci. Bkz. kitle iletişimi,
(Progress) 1. Daha kötü, düşük veya ilkel olandan
daha İyi, yüksek veya daha yetkin olana doğru meydana gelen aşamalı değişme.
2. Belirli bir referans sistemine göre İstenen, hedeflenen ya da arzu edilen yöne doğru meydana gelen değişim. Bkz. evrim.
(Accıdent) 1. Araz. Bağımsız, kendine yeter varlığı olmayan, varlığı bîr başka varlığa bağımlı olarak varolabilen. 2. Bir nesnenin öze ilişkin olmayan, özden kaynaklanmayan ikincil derecedeki özellikleri. Bkz. Öz.
(Pırımtıve Socıety) 1. Modernleşmem iş ya da kurumlan
işlevsel olarak farklılaşmamış toplumlar.
2. Sanayi
Öncesi, yazıya geçmemiş ve basit teknolojileri olan toplumlar.
3. Evrimci yaklaşımlarda karmaşık toplumların evrimleşme sürecindeki ilk aşaması.
(Illusıon) Bkz. algı yanılması
(Refuge) Bir kimsenin yaşadığı, yahut vatandaşı olduğu ülkeden zorla smırdışı edilerek veya kaçarak yabancı bir devlete sığınması.
(Faıth) 1. Doğrulamak, onaylamak, inanmak.
2. Peygamberler
aracılığıyla Allah tarafından vahyedılen bilgilerin doğru olduğunun kabul
edilmesi. Allah'ın varlığına ve birliğine, peygamberlere, kutsal kitaplara,
ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna İnanmak. İman eden
kimseye de mümin denir.
3. Bir şeyi kalb ile tasdik ve dil İle ikrar etmek; söz ile ifade edip, gönülden de onaylamak.
Genellikle köylerde bir ailenin veya birarada yaşayan topluluğun bazı ortak İşlerinin birlikte yapılması, bu amaçla yapılan örgütlenme; gönüllü katılıma dayanan karşılıklı yardımlaşma sistemi.
(Image) İm. Duyumsal bir yaşantının beyinde temsil edilmesi.
(Imagınatıon) Muhayyile; tasavvurat. Hayal gücü ve hayal gücünü kullanma yeteneğinin çizdiği resimlerden oluşan dünya. İnsanın, istediği şeyleri gözünde canlandırabilirle yetisinin ürünlerini kapsayan evren.
(Imıtatıon) Bkz. Taklit
(Belıef) 1. Varlıkların bizzat varoluşlarına
veya varoluş biçimlerine İlişkin en temel önkabuller.
2. İfade
veya önermelerin doğruluk ya da yanlışhklannı dikkate alarak gösterilen
benimseyici yahut reddedici öntavır.
3. Bir şeyin öyle olduğuna ilişkin doğrudan, belirli nedenlere indirgenemeyen peşin kabul. Sorgulama düzleminin dışına çıkarılmış bilgi.
(Paradox Of Dısbelıef) İnançsızlığın da sürekliliğini sağlamanın belirli bir inancı gerektirmesi; bir şeyi İnkâr etmenin, başka bir şeyi kabul etmeyi zorunlu kılması. Mutlak anlamda bir şeye İnanmadan başka bir şeyi inkâr etmenin mümkün olmaması. Hiç bir şeye inanmamak gerektiğine inanmanın da kendi içinde bir inanç olması nedeniyle mutlak İnançsızlığın imkânsızlığını, ifade eden deyim. Bkz. paradoks.
(Belıeve) Bir ifade veya önermenin olduğu gibi kabul edilmesi, benimsenmesi. Bu şekilde benimsenen ve genellikle düşünsel süreçlere hareket noktası oluşturan kabullerin herbi-rine de inanç denir. Bkz. inanç.
(Index) 1. Endeks. İstatistiksel verilerin
zaman içinde gösterdikleri oransal değişimi ifade eden sayı. Bir göstergenin
baz alınan döneme göre içinde bulunulan dönemdeki değişimini gösteren rakam.
2. Dizin Aynı kategoride yeralan, aralarında bir ortak payda bulunan değerlerin rakamsal, alfabetik veya başka bir ölçüte göre sıraya dizilmiş şekli.
(Indetermınısm) Zorunsuzluk. Belirlenmezcilik. Determinizmi reddederek evrende meydana gelen herşeyin değişmez yasalarla açıklanamayacağını, nedensellik yasasına bağlı olmadan gerçekleşen olay, olgu ve süreçlerin de bulunabileceğini, İnsan iradesinin her zaman neden-sonuç zincirine bağlı olarak çalışmadığını ileri süren görüş.
(Reductıonısm) Karmaşık olay, ilişki veya düzenliliklerin daha basit faktör, ilişki veya düzenliliklerle açıklanabileceğini savunan yaklaşım. Çok sayıda etkenin rol aldığı bir sürecin çözümlemesini tek faktöre İndirgeyerek yapma. Örn. Bütün toplumsal kurumların ekonomik altyapıya indirgenmesi, bütün zihinsel etkinliklerin beynin birer fonksiyonu olarak görülmesi, bütün sosyal ilişkilerin psikolojik faktörlere veya İnsan davranışlarına İndirgenmesi.
Bir malın herhangi bir kişiden, belirli bir vade İle ve belirli bir fiyattan satın alındıktan sonra, aynı kişiye aynı malın peşin olarak daha ucuz bir fiyatla geri satılması. Bu tür bir alım-satım ilişkisinde müşteri (malı veresiye alıp peşin satan kişi) açısından asıl amaç ticarî bir alış-veriş yapmak değil, borç para bulmaktır. Tefeci piyasalarında sık sık rastlanabilen, esasen ortada gerçek bir alış-verişin sözkonusu olmadığı bu işlem, Örtük faiz İlişkisinin ilginç örneklerinden biri sayılabilir. Bkz. Faiz, Hile-1 Şeriyye.
Kendisine verilen nimetlere şükretmek niyeti İle kişinin yediği, içtiği, giydiği veya kullandığından diğer insanlara dağıtması.
(Înformal Group) Bkz.
grup
(Înformal
Organızatıon) Bkz. Örgüt
(Commonwealth) Bkz. Commonweaith
(Deny) 1. İnanmama, bizzat yapılan veya
yapıldığına şahit olunan bir olay veya durumun sonradan yalanlanması, gizlenmesi.
2. İnsandaki duygusal çatışmalar ve ruhsal gerginliklerin yolaçtığı sıkıntıları hafifletebilmek İçin, sözkonusu çatışma ya da gerginlikleri yaratan faktörlerden en Önemli bir veya birkaçının unutulması yahut inkâr edilmesi hali. Örn. Biricik çocuğu Ölen bir annenin bunu bir türlü kabullenememesi ve sanki yaşıyormuş gibi sofradaki yerini, yatağını hazırlaması, ölümünden sözettirmemesi.
(Human Ecology) Bkz. ekoloji
(Human Rıghts) Her insanın doğuştan sahip olduğuna İnanılan ve dokunulmaz, devredilemez, vazgeçilemez nitelikte oldukları kabul edilen haklar. Örn. Yaşama, inanma, düşünme, düşündüğünü İfade etme, evlenme, can ve malını koruma hakkı.
(Human Relatıons School) E. Mayo başkanlığında yürütülen ve bir örgütün amacına ulaşması, üretimde verimliliğin artırılması için klasik örgüt kuramının sadece maddî bir kaynak olarak gördüğü insan unsurunun, maddî olmayan birçok boyutunun da önemli olduğu sonucuna vararak klasik örgüt kuramının eksikliklerini tamamlayan araştırmaların yapıldığı okul.
(Anthropomorphısm) 1. Antropomorfizm. Evrene veya İnsan
dışındaki varlıklara insanın özellik ve sıfatlarını yükleyen; her nesnede,
hatta soyutlamada, İnsanda varolana benzer unsurlar bulup arada paralellikler
kuran yaklaşım.
2. Tann'nın, insandan daha güçlü ve yetkin olmakla beraber, şekil ve nitelik bakımından temelde insana benzediğini kabul eden felsefî görüş. Tanrı'yı insan suretinde tasavvur etme. Bkz. Aydinlanma, İnsan Merkezcilik.
(Anthropology) Bkz. Antropoloji
(Anthropocentrıcısm) 1. Antropo-sentrisİzm. İnsanı evrenin
merkezine yerleştiren, İnsana ait değerlerin evrenin işleyişinde rrıerkezîbir
konuma sahip olduğunu savunan, varoluşu sadece İnsanın deneyimlerine indirgeyerek
sınırlayan yaklaşım. İnsanı tüm değerlerin referans kaynağı kabul etme
anlayışı.
2. Evrendeki tüm varlık ve bunlar arasındaki ilişkilerin, insanın bilgi, çıkar ve eğilimleri doğrultusunda kavranması, anlamlandırılması ve değerlendirilmesi.
(Suıcıde) Bir insanın kendi iradesi ile doğrudan veya dolaylı yollarla hayatına son vermesi; sonucunu bile bile kendisini ölüme götürecek etkinliklerde bulunması.
Başkalarının mutluluğu veya selameti için yapılan intihara altru-istik intihar; toplumsal çözülme veya anomi durumlarında sosyal kimliğin kaybolması sonucu meydana gelen İntihara anomik İntihar; kendini ispat etmek, başkalarına bağımlı olmadığını göstermek veya sorumluluğunun bir gereği oiduğu-nu düşünerek yapılan intihara da egolstik intihar denir.
(Introjectıon) Çevrenin düşüncelerini, davranışlarını ve kişilik özelliklerini benimsemek biçiminde gerçekleştirilen; normal düzeyde, çevreyle uyumu kolaylaştırırken, aşırıya kaçılması durumunda insanı özgünlükten, bağımsız kişilik ve yaratıcı güçten yoksun bırakan rahatlama mekanizması.
(Mortgage) Bkz. teminat
(Wıll) İstenç. Herhangi bîr konuda karar vermek veya bir eylem yahut etkinliği gerçekleştirmek için gerekli olan bilinçli muhakeme gücü ve kararlılığı; alternatifler arasında bilerek ve isteyerek seçim yapabilme yetisi. Bkz. küllî irade, cösö irade, millî irade.
(Freedom Of Wıll) Kişisel etkinliklerde insan iradesinin serbest, baskılardan ve denetimden uzak olması, însanın kendi adına, her türlü korku ve endişeden uzak biçimde karar verebilmesi, tercih yapabilmesi.
(Voluntarısm) İstenççilik. Eylem ve davranışların dışsal faktörler veya içinde yaşanan sistemden değil, bizzat bireylerin İradelerinden kaynaklandığını öne süren yaklaşım. Bkz. Belirlenimcilik.
(Voluntary Unemploynment) Bkz. işsizük
(Irangate) 1986 yılında Iran-îrak savaşının devam ettiği sırada, îslam Devrimi nedeniyle İlişkileri son derece gerginleşen ve sözkonusu savaşta İran'ın karşısında yeralan ABD'nin dönem başkanı R. Reagan'm yetkilendirdiği Beyaz Saray görevlilerinden ulusal güvenlik danışmanı J. Poindexer ve yardımcısı Albay O. North tarafından hazırlanıp yürütülen; İran'a Önce İsrail aracılığıyla, daha sonra da ABD'den doğrudan yapılan gizli silah satışından elde edilen paranın, ABD Kongresinin yasakladığı bîr yâruım şekli olarak, Nikaragua'da-ki kontra gerillalarına askerî yardım sağlama amacıyla kullanılması şeklinde gelişen ve basma yansımasıyla skandala dönüşerek dünya kamuoyunda yankılan uzun süre devam edçn olay.
(Irredantısm) Bir ülkenin, başka bir ülkede yaşayan, dil, din veya etnik köken bakımından kendisinden saydığı topluluklar üzerinde hak iddia etmesi.
(Guıdence) 1. Olgunlaştırmak; doğru yolu
göstermek; rehberlik, kılavuzluk etmek.
2. Bir din alimi, bir tasavvuf şeyhi ya da bir hocanın, birikim ve yetkinlik açısından daha alt düzeydeki İnsanları dînin ne olduğu, insanın dinin gereklerini nasıl yerine getirmesi gerektiği konularında aydınlatıp yönlendirmesi.
(Reactıon) 1. Geriye dönüş, eskiyi isteme; eski
şartlara yeniden dönülmesi taraftarlığı.
2. İslamî
yaşam tarzından cahi-liye yaşam tarzına geri dönme.
3. Seküler yaşam biçiminden îslamî yaşam biçimine dönme İsteği.
(Islamıc Bankıng) Bkz. Faizsiz bankacılık
(Islamıc Dinar) uluslararası Para Fonu'nun kullandığı özel çekme hakkı'na eşit, İslam Kalkınma Banka-sı'nın hesap birkni.
(Islamıc Phılosophy) 1. Felsefenin alanına giren soru ve
sorunlara Müslümanların Kur'an, sünnet ve diğer Islamî kültürel mirasın
ışığında getirdikleri cevapların oluşturduğu felsefe dalı.
2. Başta Kur'an ve hadis olmak üzere, Yunan, Hint, İran ve yerel sözlü düşünsel mirasın kaynaklık ettiği, 8. yüzyıldan İtibaren Müslümanların egemen olduğu topraklarda değişik milletlere mensup düşünürler tarafından ortaya konan varlık, bilgi, hukuk, eğitim vb. konulardaki bilgiler, görüşler, çözümlemelerden oluşan bütün.
(Islamıc Fundamentalısm) Bkz. Fundamentatizm
(Methodology Of Islamıc Law) Bkz. Fıkıh Usulü
(Islamıc Law) Bkz. Fıkıh
(Islamıc Development Bank) IDB. İslam ülkelerinin kalkınma çabalarına destek vermek, bunun İçin gerekli malî kaynağın sağlanmasına yardımcı olmak, üye ülkeler arasında ticaret, sanayi, İşgücü ve teknoloji alanlarındaki İşbirliğini güçlendirmek, Müslüman ülkelerde bankacılık ve kalkınmanın finansmanı alanlarında faizsiz çalışma sistemini yerleştirmek gibi amaçlarla, 1974'te İslam Konferansı toplantısında kurulmasına karar verilen, 1975 yılında da faaliyete geçen kalkınma bankası. Türkiye'nin de üyesi bulunduğu, merkezi Cidde'de bulunan sözkonusu bankanın başlıca sermayedarları arasında S. Arabistan, Libya, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye yeralmaktadır. Bankanın hesap birimi, değeri özel çekme hakkı (SDR)'na eşit olan İslam dinarıdır.
(Islamıc Conference Orga-Nızatıon) İslam ülkeleri arasında bilimsel, kültürel, iktisadi ve sosyal alanlarda işbirliği sağlamak, sözkonusu ülkelerin uluslararası toplantılarda dayanışma İçinde olmalarını temin etmek amacıyla 1949 yılında oluşturulmuş kuruluş.
(Islamıc Radıcalısm) 1. İslamî radikalizm. Müslümanların
yaşadığı coğrafyalarda kurulu bulunan, ancak kaynağını îslamî İlkelerden
almayan siyasal rejimlerin ve İslamî olmayan yapıların ortadan kaldırılıp
siyasal, kültürel, hukuksal ve ekonomik alanlarda köklü değişiklikler yaparak
İslamın yaşanabilir bir din haline gelebileceğini savunan görüş.
2. Özellikle 1979 İran îslam Devriminden fonra literatürde yoğun olarak kullanılmaya başlanan, İslam: baskın bir siyasal söylem "içinde ifade etme, siyasî otoritenin lölamileştirilme-sini öncelikli sorun olarak algılama ve ıslahatçı-reformist yöntemleri reddederek kökter.d lalamı çözümler peşinde olma tavrını ifade etmek üzere ku'ianüan kavram.
(Islamıc Insurance System) Kapitalist sistemin yaygın kurumlarından sigortaya alternatif olarak, islamî kaygılarla geliştirilen ve ortaklarının birbirlerine kefil olmaları esasına dayanan bir tür sigorta sistemi. Gerçek kişilerin yanısıra tüzel kişilerin de ortak olabilecekleri tekafül sistemine göre ortakların koydukları paylar ve toplanan primlerle oluşan sermaye İşletilir; faaliyet dönemi sonunda oluşan kâr, payları oranında ortaklara dağıtılır. Dönem sonunda İsteyen ortak anaparasını geri alabilir. Bu arada kâr payı dağıtımından bağımsız olarak, herhangi bir şekilde zarara uğrayan ortağa karşılıksız yardımda bulunulması ilkesi esastır.
(Stattstıcs) 1. Nesnel bir değerlendirmeye veya
somut bir rakamlandırmaya elverişli olan Özdeş veya benzer olguların nicel
yahut nitel özelliklerine göre sistemli olarak toplanması, gruplandınlması,
değerlendirilmesi ve bunlardan sonuçlar çıkarılması ile uğraşan disiplin.
2. Belirsizlik ve ras-lantısalhğın geçerli olduğu olay veya durumlar hakkında toplanan sayısal verileri yine sayısal yöntemlerle çözümleme, elde edilen bulgulardan yararlanarak süreklilik gösteren olayların gelecekteki seyrinin takip edilmesine İmkân verecek genellemelere ulaşmayı konu edinen bilimdalı.
(Demand) Bkz. Talep
(Wıll) Bkz. İrade
(Voluntarım) Bkz.
İradecilik
(Employment) Bir ülkedeki mevcut işgücünün ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli biçimde çalıştırılması Bu çerçevede, bir sektörde veya ekonominin genelinde belirli bir tarihte istihtam edilen işgücü miktarına istihdam hacmi; istihdam edilen işgücü miktarının toplam işgücüne oranına da istihdam oranı denir.
(Stabılıty) 1. Kararlılık. Stabilite. Bir dengeye
oturmuşluk hali. Şiddetli dalgalanmalardan uzak olma, sakinlik; dengeli.kararlı
oluş.
2. Ekonominin ödemeler dengesi, istihdam düzeyi, enflasyon oranı, faiz oranları ve döviz kurları gibi belli başlı göstergeleri arasında'uyumlu ve kararlı bir dengenin sözkonusu olması; önemli dalgalanma veya dengesizliklerin beklenmemesi. Sözkonusu kararlı dengenin sağlanmasına yönelik olarak alınan tedbirlere İstikrar tedbirleri; istikrar sağlamaya ve İyileştirici makro ekonomik hedeflere ulaşmak için alınması gereken önlemlerin tesbiti ve bunların uygulanmasından oluşan politikaya da istikrar politikası denir. îstik-rar politikalarının yaygın olarak bilinen amaçları enflasyonun düşürülmesi ve Ödemeler dengesinin iyileştirilmesi; bu amaçlara ulaşmak için öngörülen tedbirler de daraltıcı politikalar, yani krediler ve kamu harcamalarının kısılması, vergilerin artırılması, döviz kuru ve faiz oranlarının gerçekçi hale getirilmesi, ihracatın teşviki, dış borçların ertelenmesi veya yeni bir ödeme takvimine bağlanması., gibi tedbirlerdir.
(Stabılızatıon Polıcy) Bkz. İstikrar
(Stabılızatıon Measures) Bkz. İstikrar
(Invasıon) 1. Bir ülkeyi askerî güç kullanarak
veya silah zoruyla ele geçirme.
2. Belirli bir bölge veya kullanım alanının öncekinden farklı yeni bir topluluğun eline geçmesi.
(Rebellatıon) 1. Başkaldırı. Mevcut kural ve uygulamalara
uymamak ve gerekli mücadeleyi göze alarak bunu açıkça ilan etmek.
2. Yönetim biçimini veya yöneticileri değiştirmek amacıyla başkaldırma, silahlı mücadeleye girişme.
(Occupatıon) Bireylerin toplumsal işbölümü çerçevesinde yerine getirdikleri, karşılığında ücret verilsin veya verilmesin üretime katkı niteliği taşıyan her türlü etkinlik.Tarım, hayvancılık; madencilik gibi doğrudan hammadde elde etmeye yönelik işlere birincil işler; el sanatları, halıcılık, çömlekçilik, zanaatçılık gibi yoğun İnsan bilgi ve becerisi gerektiren işlere ikincil İşler; mal üretiminden ziyade servis üretiminin sözkonusu olduğu işlere üçüncül işler; bir işin yürütülebilmesi için gerekli bilgi, görgü ve deneyime de İş kültürü denir.
(Occupatıonal Culture)
Bkz. İş
(Comprador) Bkz. Komprador
(Dıvısıon Of Labour) Bir iş, hizmet veya üretimin her biri ayn ayrı birimler tarafından yapılan küçük parçalara ayrılarak yerine getirilmesi. İşin bölüşülmesi.
(Workıng Class) Emeğini belirli bir ücret karşılığı satafak geçinen, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmayan ve çoğunlukla da çalışma koşulları açısından sermayedar sınıfın insafına terkedilen ücretli insanlar topluluğu. Emeği ile, kol ve beden gücü ile ekmeğini kazanan sınıf.
(Labour Force) Bir ekonomideki fiilen çalışmakta ol^n nüfus ile, çalışabilecek durumda olup iş arayanların toplamı.
(Torture/Persecutıon) Bir
kişiye bir eylemi yaptığı veya bir sözü söylediğini kabul ettirmek; rızası
olmaksızın bir konuda konuşturmak; intikam almak; sadistçe duygularını tatmin
etmek gibi amaçlarla yapılan maddî ve manevî baskı veya eziyet. İnsanlık
haysiyetine yakışmayan biçimde gerek insan, gerekse insan dışındaki canlı
varlıklara reva görülen eza verici muamele.
(Operatıonal Defınıtıon) Deney veya gözlem yapabilmek amacıyla somut karşılıkları olmayan, karmaşık, genel ya da soyut kavramların gözlemlenebilir, algılanabilir veya ölçülebilir nitelik taşıyan somut kavramlara dönüştürülmesi ile elde edilen tanım. Örn. Meslek kavramının, sosyal hayatta karşılığı olan ve yaşı, cinsiyeti, eğitim durumu veya sayısı belirlenebilecek insanlardan oluşan akademisyenlik, bankacılık, avukatlık, doktorluk gibi alt kavramlarla tanımlanması.
(Fırm/Management) 1. însan ihtiyaçlarının giderilmesi
amacına yönelik faaliyet gösteren iktisadî birim.
2. Bir
ekonomik girişimin planlanıp üretime geçirilmesi için gerekli olan bilgi ve
süreçlerin tümü.
3. Ekonomi biliminin pratiğe uygulanan bölümü.
(Managerıal Economıcs)
1. İşletmelerle ilgili işin
niteliği, kuruluş, organizasyon, üretim, sermaye temini ve devri, hesap
işleri, idare, diğer işletmeler ve piyasalarla olan ilişkiler, izlenecek üretim
ve finansman politikaları ile kriz ve riskler dolayısıyla işletmenin
karşılaşabileceği sorunlara ilişkin konuları belirli yöntemlerle incelemeyi,
açıklamayı ve çözümlemeyi konu edinen bilim dalı.
2. işletmenin niteliğini, üretim bölüşüm sürecindeki İşlevini, karşılaşacağı sorunlar ile bunlara yönelik çözüm önerilerini irdeleyip tartışan sosyal bilim dalı.
(Functıon) Fonksiyon. Bir birimin içinde yeraldığı bütüne yaptığı katkı. Bu çerçevede, birimin katkısının bütünde yeralan diğer parçaların çalışmasına engel oluşturmasına olumsuz işlev; diğer birimlerin çalışmasını kolaylaştırıp bütünleştirmesine olumlu işlev; amaçlanmamış, çoğunlukla da farkedilmeyen katkıya gizli işlev; bilinçli ve amaçlı katkıya da açık işlev denir.
(Functıonalısm) Fonksiyonalizm. İşlevselcik.
Toplumu oluşturan unsurların her birinin kendine özgü bir işlevinin olduğunu, bütün bu unsurların karşılıklı bağımlılık ilişkişi içinde işlev gördüğü için hiç bir unsurun yalnız başına bütünü belirleyici bir özelliğe sahip olmadığını kabul eden yaklaşım.
(Functıonalısm) Bkz. işlevcilik
îslam düşünce tarihinde 12. yüzyıldan itibaren gelişen ve S. Suhreverdi'nin görüşlerini esas alan felsefe okulu. Buna göre, temel bilgi, kendisi mutlak nur olan yaratıcının, nefsini temizlemesi, günahlardan arındırması sonucu insanın kalbine yansıttığı sezgisel bilgidir. însan bu bilgi ile aydınlanır, elde edilen bu bilgi, aklî ve kavramsal bilgilerinin yardımı ile uygulanabilir hale getirilir.
(Unemployment) Toplam çalışabilir işgücünden belirli bir bölümünün iş bulamaması nedeniyle çalışma yaşamı dışında kalması. İşi olmama hali. Çalışamayacak durumda olma ile, iş aranmaması, işsizlik olgusunun kapsamı dışındadır. Bu çerçevede, işsizlik kapsamına giren nüfusun toplam işgücüne oranına İşsizlik oranı; mevcut ücret düzeyi ve çalışma koşullarında çalışmak istendiği halde iş bulunamamasına, başka bir deyişle bireylerin kendi iradeleri dışında işsiz kalmalarına açık işsizlik veya gayri iradî İşsizlik; geçerli ücret düzeyi veya çalışma koşulları beğenilmediği İçin iş bulunamaması durumuna iradî İşsizlik veya gönüllü işsizlik; emek piyasasındaki organizasyon ve bilgi eksikliği, işgücünün hareket yetersizliği gibi nedenlerle, iş arayanlarla işgücü talep edenler arasında uyum sağlanamaması sonucu ortaya çıkan işsizliğe geçici işsizlik; ekonomideki konjonktürel dalgalanmalara bağlı olarak ortaya çıkan, durgunluk dönemlerinde artıp canlılık dönemlerinde nisbeten azalan işsizlik türüne dönemsel İşsizlik veya konjonktürel işsizlik; üretim sürecinde istihdam edilmiş işçilerden bir kısmının, çalıştıkları işkolundan alınıp başka bir işkolunda istihdam edilmeleri durumunda ayrıldıkları işkolunun toplam çıktısında bir azalmanın sözkonusu olmamasıyla beliren işsizlik türüne de gizli işsizlik; hızlı nüfus artışı ile üretim faktörlerinin gelişimi arasındaki uyumsuzluk, toplam talepteki kaymalar, uluslararası rekabet ya da talep yetersizliğinin yanısıra sermaye donanımının yetersiz olmasından kaynaklanan ve sürekli bir nitelik taşıyan, iktisadî yapının ayrılmaz bir parçası haline geimiş işsizlik türüne de kronik İşsizlik veya yapısal İşsizlik denir.
İthal edilmek durumunda olunan malların yurtiçinde üretilmesini sağlayarak dışarıya bağımlılıktan kurtulmak suretiyle sanayileşmeyi Öngören politika. İthal ikamesine dayalı sanayileşme genellikle kendi yağıyla kavrulmayı ve İç piyasayı dış rekabetten koruyarak güçlendirmeyi amaçlayan azgelişmiş ülkelere özgü bir sanayileşme stratejisi olup, ihracata yönelik sanayileşmenin karşıtıdır.
(Nominal Value) Bkz. Değerleme ölçüleri
İnanma, bağlanma. Bir dinin inanılması zorunlu olan temel İlkeleri, bu ilkelere yürekten inanıp bağlanma.
(Isomorphısm) İki nesne kümesi yahut nesnelerle kavramlar arasında, birebir eşleşmeyi mümkün kılacak biçimde varolan denklik.