HAYBER'E HAREKET

Kaynukâ oğulları, Nadîr oğulları ve Kurayza oğulları Yahudileri Medine'den sürüldükten sonra Hayber'i yerleşim yeri edinmişlerdi. Buradan Müslümanlara yönelik komplolar ve ihanetler planlayıp yürütmeye başladılar. Onlara yakın bir mevkide yaşayan Gatafân kabilesi de onlarla birlikte hareket ediyordu. Bu kabile henüz ne Mekkelilerle ne de Müslümanlarla bir ittifak ve anlaşma yapmamıştı. Bu yüzden Müslümanlar için her zaman tehlike kaynağıydı. Mekkelilerin yaşadıkları güney bölgesinde güven ve emniyetin sağlandığı gibi Hayber ve Gatafân'ın bulunduğu kuzey bölgesinde de güven ve emniyetin sağlanması gerekiyordu.

Hicrî yedinci sene, Muharrem ayında Resû­lullah (s.a.v.) bir grup ashabıyla Medine'den hareket ederek, Hayber'le Gatafân arasında bir yerde karargâh kur­du. Hayber, Hicaz bölgesindeki Yahudi şehirlerinin en zengini, ürünü ve suyu en bol olanıydı. Aynı zamanda en sağlam kaleleri durumundaydı. Hayber, tek bir şehirdi; fakat bu tek şehir çeşitli kalelerden meydana ge­liyordu.

Resûlullah (s.a.v.) onların gücünü, kuvvetini anlamak için onları silahlı çatışmalarla yoklamaya başladı. Fakat Hayberliler, sığındıkları kalelerinden dışarı çıkmadıkları gibi Müslümanlarla yakın bir çarpışmadan da kaçındılar. Bunun yerine kale içinden Müslümanları günlerce ok yağ­muruna tuttular. Müslümanlar atılan oklardan do­layı büyük zorluk ve sıkıntılar yaşadılar.

Resûlullah (s.a.v.) sancağı önce Hz. Ebû Bekir'e ve ardından Hz. Ömer'e verdi; fakat her iki­si­ne de fetih nasip olmadı. Bunun üzerine şöy­le buyurdu:

"Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, Allah ve Resûl'ü onu sever, o da Allah'ı ve Resûl'ünü sever!... Allah, fethi onun eliyle gerçekleştirecektir."

Sancak Hz. Ali'nin nasibiydi! Birliğinin başında kalelere doğru yaklaştı. Sonra kalelerden birinin kapısına dayandı. Kalenin başkanı ve kumandanı Merhab, kaleden dışarı çıkarak Hz. Ali'ye saldırdı. Bir yandan da:

Hayber halkı iyi bilir ki, ben Merhab'ımdır!

Silahlanmışım, kahramanlığı denenmişimdir

Kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile

Bir darbede vurup yere sermişimdir!

Diyerek şiirler okuyor ve övünüyordu. Hz. Ali onun karşısına dikilip, şiirine şiirle karşılık verdi:

Anam bana Haydar adını takmıştır

Ormanların heybetli aslanı gibiyimdir!

Sizi çarçabuk tepeleyici er kişiyimdir

Birbirlerine kılıç sallamaya, vuruşmaya devam ettiler. Derken Merhab, Hz. Ali'ye güçlü bir darbe indirdi. Hz. Ali bu darbeyi kalkanıyla karşıladı. Darbeden dolayı kalkanı parçalanınca, kenara atılmış bir kapıyı kaldırıp onu kalkan gibi kullanmaya başladı. Ardından Merhab'ın tepesine onun kendisine vurduğundan daha güçlü ve ağır bir darbe indirdi. Kılıç, Merhab'ın siperlendiği kalkanını ve demirden miğferini kesip, başını ikiye ayırdı, dişlerine kadar indi!

Hz. Ali'nin Merhab'ı öldürmesi, Müslümanların zaferlerinin, Yahudilerin de bozgunlarının anahtarı oldu. Akabinde Yahudilerin kaleleri birbiri ardınca düşmeye başladı. Nihayet büyük bir hezimete uğradılar; pek çoğu kaçtı, kaçamayanlar Müslümanların eline esir düştüler. İslâm ordusu, onların mallarına, hazinelerine ve erzaklarına sahip oldu.

Yahudi lider Huyey bin Ahtab'ın kızı Safiyye de bu esirler arasındaydı. Müslüman olduktan sonra Resûlullah (s.a.v.) ona evlilik teklifinde bulundu; ardından evlilik gerçekleşerek Hz. Pey­gamber'in (s.a.v.) pâk hanımları arasına katıldı.

Hayber'in fethinin gerçekleştiği gün, uzun yıllardır hicret ettikleri Habeşistan'da yaşayan muhacirler de Cafer bin Ebû Tâlib'in başkanlığında Medine'ye geri dönmüşlerdi. Resûlullah (s.a.v.) fethin ve Habeşistan muhacirlerinin geri dönüşlerinin aynı günde gerçekleşmiş olmasından do­layı büyük sevinç duymuş ve bu mutluluğunu, "Ben hangisine; Hayber'in fethine mi yoksa Cafer'in gelişine mi sevineceğimi bilemiyorum!" sö­züyle dile getirmişti.