MUKADDİME
Sahâbî, sözlük bakımından ‘bir arada bulunmak, sohbet veya arkadaşlık etmek’ manasına gelen َصحِبَ (sahibe) fiilinden alınma bir kelime olup bu fiilin ismi mensubudur. Cem’isi (çoğulu) ise ‘sahâbe’dir. Aynı fiilden ismi fail olan ve ‘bir arada yaşayan, dost, arkadaş’ anlamına gelen ‘sâhib’ kelimesinin çoğulu ‘sahb’, cem’u’l-cem’i (çoğulunun çoğulu) olan ‘ashâb’ da aynı manada kullanılır.
Hafız İbni Hacer el-Askalânî, sahâbeyi: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile mü’min olarak karşılaşıp Müslüman olarak vefat eden kimselerdir.”[1], İmam Buhârî ise: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bir arada bulunan veya onu gören Müslüman kimselerdir.”[2] diye tarif etmişlerdir.
Yüce Allah sahâbeyi, hiç kimsenin kendilerine erişmesine imkan bulunmayan bir meziyet ile mümtaz kılmıştır. Onlar, İslâm’daki ilk ve en faziletli cemaattir. Çünkü onlar hem zaman hem de fazilet itibariyle öne geçmiş, Allah’ın Nebisi’ni görmüş, Kur’an’ın ona nüzûlüne tanık olmuşlardır. Allah onlarla İslâm’ı aziz, küfrü de zelil kılmıştır. Onlar Rasûl’ü desteklemiş, canlarını ortaya koyarak onu korumuş, ona gereken şekilde saygı göstermiş ve yardımcı olmuşlardır. Sahâbenin büyüklerinden İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) bu hususta şunları söylemektedir: “Yüce Allah kulların kalplerine baktı; Muhammed’i seçti ve onu risaletiyle Nebi (Peygamber) olarak gönderdi. Sonra kulların kalplerine bir daha baktı ve onun için birtakım sahâbîler (arkadaşlar) seçti. Onları dininin yardımcıları ve Nebisi’nin destekleyicileri kıldı...”[3]
Yüce Allah, sahâbeye bu Kur’an’ı tek bir harf dahi kaybolmayacak şekilde ezberleyip bellemeyi ilham etmiştir. Onlar, Kur’an’ı derleyip topladılar ve kendilerinden sonra gelenlere onu kolaylaştırdılar. Onlar, Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nın Nebi oluşundan ebedî âleme göç edinceye kadar onunla birlikte olan, onun tebligatını, sözlerini, nasihatlerini işiten, hareketlerini gören, tavsiye ve emirlerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren mü’minlerdir. Bu itibarla sünnetin râvîleri olmuşlardır. Sünneti aksettiren hadisleri Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den öğrenmiş ve kendilerinden sonraki tabiîn nesline rivayet etmişlerdir. Böylelikle bu dinin dimdik ayakta durmasında ve temellerinin yere sağlamca yerleştirilmesinde onların çok büyük payı olmuştur. Bunu onlardan başkasının elde edebilmesi imkansız bir şeydir.
Sahâbenin faziletleri aklen ve naklen sabittir. Ehl-i Sünnet alimleri de bu hususta görüş birliğine vararak icma etmişlerdir. Bunun nedenlerinden bazıları şunlardır: Bir kere sahâbe, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin terbiye ettiği bir nesildir. Ondan ilim, ahlâk ve fazilet öğrenmiş, onun terbiyesi altında yetişmişlerdir. Bunun yanı sıra İslâm dini ve Allah’ın Elçisi uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler, yerlerinden yurtlarından, işlerinden güçlerinden, çoluk çocuklarından, ana, baba ve akrabalarından ayrı düşmüşlerdir. Allah’ın Elçisi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin etrafında halka oluşturmuşlar, kanlarını, canlarını ve mallarını Allah yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. İslâm uğruna bunun gibi eşi görülmemiş fedakarlık örnekleri gösterdiklerinden dolayı üstün ve faziletli bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Sahâbe, Kur’an-ı Kerim’de ve Nebi’nin hadislerinde övülen bir nesildir. Bunlardan birkaçını zikretmemiz yerinde ve yeterli olacaktır inşaallah:
1. Allah (Azze ve Celle) Muhacirler ve Ensar ile onlara tâbî olanlardan razı olmuştur:
“ (İslâm dinine girme hususunda) öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte, büyük kurtuluş budur.”[4]
2. Allah (Azze ve Celle) Rıdvan Biatı’nda bulunanlardan razı olmuştur:
“Andolsun ki, (Hudeybiye’de) o ağacın altında (ölünceye kadar savaşacaklarına dair) sana biat ederlerken Allah o mü’minlerden razı olmuştur. (Allah) onların kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle mükafatlandırmıştır.”[5]
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) da bu hususta şöyle buyurmuştur: “İnşaallah ağacın altında biat edenlerden hiç biri cehenneme girmez.”[6] İmam Nevevî, bu hadisi şerhederken şöyle demektedir: “O biat edenlerden hiç biri kesinlikle cehenneme girmeyecektir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘inşaallah’ sözünü şüphe (ihtimal) için değil, teberrük için kullanmıştır.”[7] Nitekim bu hadis Ebu Dâvud ve Tirmizî’ de ‘inşaallah’ lafzı olmaksızın gelmiştir.[8]
3. Allah (Azze ve Celle) Mekke’nin fethinden önce infak eden ve savaşanlara da, sonra infak eden ve savaşanlara da en güzel sonuç olan cenneti vaat etmiştir:
“...Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber, Allah hepsine de en güzel sonucu (cenneti) vaat etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”[9]
4. Tebuk Seferi’ne mazur olanlar ve üç sahâbî dışında bütün sahâbe katılmıştır. Allahu Teâlâ o sefere katılan sahâbeyi affetmiş ve daha sonra, kalan üç sahâbînin de tevbesini kabul etmiştir:
“Andolsun ki Allah, Müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra Nebi’yi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirler ile Ensar’ı affetti. Sonra da onların tevbesini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir. Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul etti)...”[10]
5. Allah (Azze ve Celle), sahâbîleri Kur’an’da anıp övdüğü gibi, onlardan önce indirilen Tevrat ve İncil’de de güzellikle anmış ve onlara senâda bulunmuştur:
“Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Beraberinde bulunanlar (ashâb) da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukûya varırken ve secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar; filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesinin üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah, onlardan inanıp iyi iş yapanlara mağfiret ve büyük bir mükafat vaat etmiştir.”[11]
6. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Allah’ın, İslâm’ın ilk gazvesi Bedir’e katılan sahâbeyi de bağışladığını bildirmiştir:
“Umulur ki Allah, Bedir ehlinin (samimiyetine) muttali olmuştur da: ‘İstediğinizi yapın, cennet size vacip oldu veya muhakkak ki sizi mağfiret ettim.’ buyurmuştur.”[12]
7. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetinin en hayırlı neslinin sahâbe nesli olduğunu bildirmiştir:
“Ümmetimin en hayırlısı benim çağımda yaşayanlar (sahâbe), sonra onları takip edenler (tabiîn), sonra onları takip edenler (tebe-i tabiîn) dir.”[13]
Sahâbe arasında vukû bulmuş savaşa kadar uzanan ihtilaf ve anlaşmazlıklara gelince, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak bizler, bunların içtihadî bir yorumdan kaynaklandığına inanırız. Onlar içtihat etmiş, bazısı isabet etmiş ve diğer bazısı yanılmıştır. Bizler içtihadında doğruya isabet edenin iki, hata edenin ise bir ecir kazandığına ve hata edenin Yüce Allah tarafından bağışlandığına inanırız.[14]
Bizler sahâbenin kusurlarını anmaktan uzak durmalıyız. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize, onlara ikramı, haklarının korunmasını ve sevilmelerini emretti. Hatta onların sevilmesini imanın, onlara buğzedilmesini münafıklığın alâmetlerinden kıldı ve onları seveni Allah’ın seveceğini, onlara buğzedene de Allah’ın buğzedeceğini bildirdi.[15] Bu sebeple bizler, onları sevmeli, hak ettikleri güzel bir övgüyle anmalı, kendilerinden Allah’ın razı olması için dua etmeli ve Yüce Allah’ın şu nasihatı gereği kalplerimizi onlara karşı kin ve haset duymaktan arındırmalıyız:
“Bunlar (Muhacirler ve Ensar) ın arkasından gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen çok şefkatli, pek merhametlisin.”[16] Cennetle müjdelenenlerden olan Sa’d bin Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh) bu hususta şöyle demiştir: “İnsanların üç mertebesi vardır. (Birisi Muhacirler ve diğeri Ensar olan) iki mertebe gitti, birisi kaldı. Sizin, (onlar için dua eden) kalan bu mertebede olmanız, sahip olduğunuz şeylerin en güzelidir. (Bu sebeple) onlar (Muhacirler ve Ensar) için mağfiret dileyin.”[17]
Sahâbeyi tanımak, onlara tâbî olabilmek ve yollarından gidebilmek açısından önem taşımaktadır. Bu sebeple ciltler dolusu siyer kitapları yazılmış ve bunların içinde ashâbın hayatı önemli ve kabarık bir yer işgal etmiştir. Onların arkasından gelenler olarak bizlere düşen, onları insan üstü bir varlık ve ulaşılması imkansız bir cevher olarak kabul etmeksizin uyulması gereken numûneler addetmek, hayatlarını okumak, bunlardan ibretler almak, inandıkları gibi inanmak, ilimleriyle ilimlenmek, amelleriyle amel etmek ve ahlâklarıyla ahlâklanmaktır. Bu şekilde davranmakla;
1. Allahu Teâlâ’nın razı olduğunu bildirdiği ve cennetini vaat ettiği kullarından olma yoluna girmiş oluruz:
“(İslâm dinine girme hususunda) öne geçen Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte, büyük kurtuluş budur.”[18] Bu ayetteki “...onlara güzellikle tâbî olanlar...” ifadesinden bu anlaşılmaktadır.
2. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın haber verdiği, cehenneme girmeksizin cennetle mükafatlandırılacak tek fırka (Fırka-i Naciye) olma yoluna girmiş oluruz: Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Hıristiyanlar da onlar kadar. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır ve onlardan birisi hariç hepsi cehennemdedir.” Ashâb: “Ya Rasûlallah! Onlar kimlerdir?” diye sorunca Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Benim ve ashâbımın üzerinde olduğu (yoldan gidenler)”[19] buyurdu.
3. Hatta sahâbîlerden elli kişiye verilen sevaba ulaşanlardan bile olabiliriz: Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Sizin arkanızda sabır günleri vardır. O günlerde sabretmek, ateş koru avuçlamak kadar zordur. (O günlerde) onlar arasında (iyi) amel işleyene, (şimdi) onu işleyen elli kişiye verilen sevap vardır.” buyurdu. “Ey Allah’ın Rasûlü! Onlardan elli kişinin sevabı mı var?” diye sorulunca Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “(Hayır) sizden elli kişinin sevabı.”[20] diye cevap verdi. Allah (Azze ve Celle) beni ve siz Müslüman kardeşlerimi, yaptığı salih amel sebebiyle sahâbeden elli kişiye verilen sevapla ecirlendirdiği, cehennemden koruduğu ve bağışladığı kullarından kılsın.
Bu kitapta size, onbinlerce sahâbenin[21] arasından ilim, fazilet ve fedakarlıkça en üstün olanlarından 30 sahâbenin hayatını Aşerei Mübeşşere, Rasûlullah’ın Hanımları ve Muksirûn (Çok Hadis Rivayet Edenler) şeklinde üç başlık altında sunmaya çalıştım. Bunu yaparken güç nisbetinde zayıf hadis ve bilgilerden uzak durarak yalnızca sahih olanları kullanmaya özen gösterdim. Çünkü ümmetin birliği ve aralarındaki ihtilafın asgarî düzeye indirilmesi için dinin zayıf hadis ve görüşlerden arındırılması gerektiğine inanıyorum. Kaynakça bölümünde görüleceği gibi bu kitabı hazırlarken sahâbe hakkında hazırlanmış birçok kitaptan istifade ettim. Bunlardan her birinin kendine mahsus özelliği ve güzelliğinin olduğunu gördüm. Allah onları hazırlayanlara hayırla mükafat versin! Hazırladığım bu kitabın sahâbe hakkında hazırlanmış diğer kitaplardan birtakım farklılıkları mevcuttur: Onlardan birisi yukarıda değinildiği gibi sahih rivayetlere ihtimam gösterilmesidir. Diğer bir fark, bu rivayetlerin kaynaklarının mümkün mertebe dipnot şeklinde gösterilerek araştırma yapmak isteyen okuyucuya yardımcı olma gayesi güdülmesidir. Üçüncü bir fark da, bazı mevzulara dikkat çekilmesidir ki, bununla onlardan daha fazla istifade edilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Bu otuz sahâbîyi seçme sebebim, bunların diğerlerine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile daha fazla bir arada bulunmuş, onunla daha sıkı ve yakın diyaloğa girmiş olmalarıdır. Bu seçkin sahâbîler Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber yaşayan onbinlercesini anlatmada örnek şahsiyetlerdir ve bütün ashâbı bunların şahsında anlatabiliriz. Sahâbenin tamamının imanını, teslimiyetini, sebatını, kahramanlığını ve Allah’a ve Rasûlü’ne olan dostluğunu bunların şahsında görebilir ve gösterebiliriz. Bu değerli sahâbîlerin şeref ve ibret dolu tabloları ne bir masaldır, ne de bir efsane. Bilakis bunlar, o yüce kimselerin şahsiyet ve hayatlarında şekil bulmuş, siyer ve hadis kitaplarında hâlihazırda kendine yer bulmuş hakikatlerdir. Onlar zirveleşenler ve ışık saçanlardır. İstedim ki; bize de örnek olsunlar, yolumuza ışık saçsınlar. Böylece, biz de onların yollarından gidebilelim, tâbî oldukları nûra onlar gibi tâbî olabilelim ve belki de, kendi dönemlerinin evvelindeki karanlık ve dalaletten daha şiddetli olan bu dönemimizde onların aydınlığa çıktıkları gibi biz de aydınlığa çıkabilelim.
Bu satırların bir kitap haline gelmesine kadar yardım ve desteğini eksik etmeyen kardeşlerime teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim. Siz okuyucu kardeşlerimden de, bulduğunuz eksiklik ve hataları bir hediye ve nasihat olarak bana ulaştırmanızı, bulduğunuz doğru ve iyilik için de bana dua etmenizi istiyorum.
Yüce Allah’tan bizleri ve bütün Müslümanları kendisine kavuşuncaya kadar Ehli Sünnet inancı üzere sabit kılmasını ve durumumuzu düzeltmesini; bizlere hidayet etmesini ve hidayetten sonra kalplerimizi imandan kaydırmamasını; bizlere rahmetiyle muamele etmesini, lütuf ve ihsanından ikram etmesini; sevip razı olduklarını bizlere nasip etmesini; bizleri sözü dinleyip en güzeline tâbî olan ve bu dinin hayrına olan şeylerde muvafıklardan kılmasını; bizlere hakkı hak olarak göstermesini ve ona uymayı nasip etmesini, batılı da batıl olarak göstermesini ve ondan uzak durmayı nasip etmesini; amellerimizi sırf kendi rızası için hâlis yapmasını ve onları aleyhimize değil de lehimize delil kılmasını dileriz. Şüphesiz ki O, duaları işiten ve icabet eden, kullarına karşılıksız ve bolca verendir.
Allah’ım! Bizleri; Rasûlü’nü ve sahâbesini seven, onları savunan, öven, onlara dua edip yollarını takip eden kimselerden yap! Bizlerle onları Firdevs-i A’lâ’da bir araya getir! Yol göstericimiz, müjdeleyici ve uyarıcımız, önderimiz ve örneğimiz, Nebi ve Rasûlümüz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e, temiz ailesine, şerefli ashâbına ve kıyamet gününe kadar en güzel şekilde onlara uyan muvahhid kullarına salât ve selam et!
Koruması, iyiliği, ihsanı ve cömertliğiyle hepimizin sahibi ve yardımcısı Allah’tır. Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi’ne hamdetmektir.
CENGİZ ELİBOL
Ekim 2004 / Kayseri
[1] İbni Hacer (el-İsâbe fi Temyizi’s-Sahâbe) 1/4-5
[2] Buhârî 3410
[3] Ahmed (Müsned) 1/379, Ebu Nuaym (Ma’rifetü’s-Sahâbe) 1/142
[4] Tevbe 100
[5] Fetih 18
[6] Müslim 2496/163
[7] Nevevî (Müslim Şerhi) 5/2470
[8] Ebu Dâvud 4653, Tirmizî 4113
[9] Hadîd 10
[10] Tevbe 117-118
[11] Fetih 29
[12] Buhâri 3733, Müslim 2494/161
[13] Buhâri 2440-2441, Müslim 2533-2536
[14] Buhâri 7222, Müslim 1716/15
[15] Buhâri 3551, Müslim 75/129
[16] Haşr 10
[17] Hâkim (Müstedrek) 2/484
[18] Tevbe 100
[19] Tirmizî 2778-2779
[20] Ebu Dâvud 4341, İbni Mace 4014
[21] Ebu Zur’a er-Râzî: “Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde 114.000 sahâbe mevcuttu.” demektedir. (Ahmed Muhammed Şakir, el-Bâi-su’l-Hasîs s.137)