MUKSİRÛN

(Çok Hadis Rivayet Eden Sahâbîler)

 

 

 

 

Binden fazla hadis rivayet eden sahâbîlere denir. Çok ha­dis rivayet edenler için de kullanılır.

Hadis: Rasûlullah’ın sözleri, fiilleri, takrirleri (onaylamaları) ve hâlleridir. Sünnet diye de isimlendirilir. Kur’an’dan sonra dinin ikinci kaynağı olduğu hakkında ittifak vardır. Asr-ı Saadet’te Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın kendisi, Müs­­lümanlar için dinin kaynağı iken, vefatından sonra bu görev onun hadislerine geçmiştir. Bu sebeple hadis ilmi, Al­lahu Teâlâ’ya yaklaşmaya vesile olan en faziletli ilimlerden biridir. Çünkü bu ilim, Nebi’nin yolunu anlatarak diğer ilimlere kaynaklık eden bir ilimdir.

Hadis ilmi, tarifinden de anlaşıldığı gibi diğer dinî ilimler içinde kapsamı en geniş olanıdır. Kur’an ayetlerinin 6000 ci­va­rında olduğu düşünülecek olursa, hadislerin tekrarlarla bir­likte yüz binlerle ifade edilmesi bunu göstermektedir. Kur’­an’ın ve ona bağlı olarak dinin doğru anlaşılabilmesi için ge­rekli en detaylı bilgiler hadislerde bulunmaktadır. Fıkhî iç­tihatların kaynağı hadisler olduğu gibi, tefsir ilminin en doğru yorumları, ayetlerin iniş sebepleri, nasıhmensuh gibi birçok bilgiler hadislerde yer almaktadır. Bunlara ilave­ten Allah’ın sıfatları, evrendeki mahlukat, ölüm ve sonrasın­daki karşılaşılacak durumlar, Nebiler ve önceki ümmetlerin kıssaları, bizzat Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yaşantısı, savaşları, hükümleri, mucizeleri, hutbeleri, aile fertleri, onların faziletleri vb. gibi pek çok ayrıntı ancak hadis­lerde mevcuttur.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), sağlığında hadis öğrenim ve öğretimini teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:

1. “Benden bir ayet de olsa tebliğ edin, hadislerimi nakle­din ve benim adıma yalan söylemeyin.”[1]

2. “(Veda Hutbesi’nde)Sizden burada bulunanlar bu­lunmayanlara tebliğ etsin.”[2]

3. “Allah, benim sözümü işitip de benden işittiği gibi (baş­kasına)  tebliğ eden kişinin yüzünü ağartsın.”[3]

Sadece teşvik etmekle kalmamış, hadislerine ilgi duyan­lar hakkında: “Allah’ım! (Benden sonra gelip hadislerimi ve sünnetimi rivayet ederek insanlara öğreten) halifelerime rahmet et!”[4] diye dua etmiş ve onları ‘halifelerim’ diye nite­lendirerek onore etmiştir.

Şüphesiz ki hadis rivayetinde ilk ve en önemli tabaka sa­hâbe tabakasıdır. Onlar gerek Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayattayken, gerekse vefatından sonra hadislerin muhafazası ve duydukları şekliyle harfi harfine rivayeti için harikulâde gayret sarfetmişlerdir. Onların bu gayretleri, hata yapma korkusuyla fazla rivayetten kaçınmaları, ravilerin durum­larını titizlikle araştırmaları ve hadisi, bizzat Rasûlullah’tan işiten sahâbîden almak için uzun ve meşakkatli yolculuklara katlanmaları gelecek nesiller için örnek olmuş ve bu ilme temel teşkil etmiştir.

Şüphesiz ki bu titizliğin sebebi; sahâbîlerin, nakle­decek­leri her hadisin her bir harfinin ümmet için ne büyük bir öne­me sahip olduğunun bilinci içinde olmalarıdır. Hatta İbni Ömer ve İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) gibi pek çok sa­hâbî, hadisin manasını değiştirmeyecek tarzdaki lafızların yer değiştirilmesi, eş anlamlı iki kelimeden birinin diğerinin ye­rine kullanılması gibi hatalara dahi müsamaha göstermi­yorlardı.[5]

Sahâbenin hadis rivayetindeki ihtiyatlarının en belirgin gös­tergesi, az hadis rivayet etmeleri ve mecbur kalmadıkça rivayette bulunmamalarıdır. Muksirûndan olan Ebu Hureyre, İbni Ömer ve Ebu Said el-Hudrî gibi sahâbîlerin çokça riva­yet­ten kaçındıkları bilinen bir gerçektir.[6]

Sahâbîlerin kendileri çok hadis rivayetinden kaçındıkları gibi, başkalarını da bundan menederlerdi. Bunların başında da Dört Raşit Halife gelmektedir.[7]

Hadislerin muhafazası için sahâbe tarafından benim­se­nen diğer bir tedbir de rivayet edilen hadislerin kabulünde gös­terdikleri ihtiyattır. Bu ihtiyat şahit istemek, yemin ettirmek vb. şekillerde uygulanmıştır. Özellikle Raşit Halifelerin hadis kabulündeki titizlikleri çok tesirli olmuştur.[8]

Sahâbenin, hadislerin kabulüne dair yukarıda zikredilen tat­bikatları onların daimi tutumları değildi, bunları ihtiyaç ol­duğunda yapıyorlardı. Çünkü gayeleri kesin kanaate ulaşa­rak mutmain olmak, gelecek kuşaklara örnek olmak ve hadisle­rin gelişi güzel rivayet edilmesine mani olmaktı.

Bütün bu ihtiyatların uygulanmasıyla ehil olmayanlara ve dini tahrif etmek isteyenlere meydan verilmemiş ve büyük oranda arzulanan neticeye ulaşılmıştır. Bu işe ehil olanlar ise Allah’ın kendilerine verdiği bu nimeti iyiye kullanarak ümme­tin hayrına olmak üzere hadisleri dinlemiş, ezberlemiş ve işit­tikleri gibi kendilerinden sonra gelenlere aktararak vazifele­rini hakkıyla yapmışlardır, Allah onlara hayırla karşılık versin!

Sahâbeden en fazla rivayette bulunanlara ‘çokça yapanlar, çoklaştıranlar’ manasında ‘muksirûn (en çok rivayette bulunanlar)’ denilmiştir. Muksirûn sahâbîler 9 kişidir ki, İb­nu’l Cevzî’nin Müsnedü’l-Bâki adlı eserinde bildirdiği gibi onların isimleri ve rivayet ettikleri hadis sayısı şöyledir:

1. Ebu Hureyre........................................5374 hadis

2. Abdullah bin Ömer.............................2630 hadis

3. Enes bin Malik...................................2286 hadis

4. Aişe binti Ebu Bekir...........................2210 hadis

5. Abdullah bin Abbas............................1660 hadis

6. Cabir bin Abdullah.............................1540 hadis

7. Ebu Said el-Hudrî...............................1170 hadis

8. Abdullah bin Mes’ud............................848 hadis

9. Abdullah bin Amr bin As......................700 hadis

Şimdi bunların hayatına sırasıyla göz atalım.

º


 

 

Ebu Hureyre

(Radıyallahu Anh) (5374)

 

 

 

 

İsmi hakkında en çok ihtilaf edilen sahâbîdir. Kendisinin ve babasının isimleri hakkında 40’tan fazla rivayet vardır. An­cak en meşhur rivayete göre adı Abdurrahman bin  Sahr’dır. Cahiliyede adı Abduşşems idi. Bir rivayete göre Müslüman olduğunda Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından Abdurrahman olarak değiştirilmiştir. İsmi hakkında bu kadar ihtilaf olmasının sebebi, gerek sahâbîler arasında ve ge­­rek diğer dönemlerde ismi ile anılmaması, bilakis ‘kediciğin babası’ manasına gelen künyesi ile anıl­ması ve meşhur olmasıdır. Bu lakabından sorulduğunda şöyle yanıtlamıştı: “Ailemin koyunlarını güderdim. Benim küçük bir kediciğim vardı. Geceleyin onu bir ağaca koyar, gündüz olunca da ya­nımda götürür onunla oynardım. Bu yüzden bana Ebu Hu­reyre künyesi verildi.”[9]

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) Yemenli olup Devsî kabilesindendir.[10] Kendi ifadesine göre yetim olarak büyümüştür. Annesi Meymûne binti Sahib’dir. Önceleri küfür üzere kalmayı yeğledi. Oğlu Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) Ra­sû­lul­lah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan annesinin Müslü­man olması için dua talep etmiş, o da onun için dua etmişti. Bunu annesine haber vermeye giden Ebu Hureyre (Radı­yallahu Anh) eve varınca annesinin kelime-i şehadetine tanık olmuş ve sevinçten ağlamıştı. Bu müjdeli haberi Rasûlullah (Sal­lal­la­hu Aleyhi ve Sellem) a ulaştırmış ve kendi­siyle annesini mü’­min­lere, mü’minleri de kendilerine sevdirmesi için dua etmesini istemiş, müteakiben Rasûlullah (Sallallahu Aley­­hi ve Sellem) bu duayı yapmıştı. Ebu Hureyre (Radıyal­la­hu Anh) bu­nun için: “Beni duyan ve gören her mü’min sevmiştir.” demektedir.[11]

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) hicrî 7.yılda Hayber gazvesi esnasında Yemenli Müslümanlarla birlikte Medine’ye gelmiş ve Müslüman olmuştur. Müteakiben Suffe ashâbı ara­sına katılmış ve bu ilim yuvasında dinini öğrenmiştir.[12] Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) fakirlik ve ihtiyacın bütün şiddetine katlanarak Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a biat ettiği andan itibaren uyku zamanları dışında ondan he­men hemen hiç ayrılmadı ve irtihaline kadar Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte yaşadığı 4 yıl böyle geçti. Öyle bir 4 yıl ki; dinleme, itaat edip yapma ve her türlü gü­zel­lik­lerle dopdolu, kendi içinde geniş ve uzun, adeta tek başına bir ömür… Kendini İslâm’a adayan bu gencin hafızası kuvvetliydi, kendisini meşgul edecek çoluk çocuğu yoktu, Ra­sû­lullah’ın da “Amin!” diyerek duasına katıldığı Allah’tan istediği şeylerin içinde ‘unutulmayacak bir ilim’ de vardı.[13] Ra­sûl­ullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a: “Senden çok şey­ler işi­tiyorum fakat unutuyorum.” diye şikayetlenince, Ra­sûlul­lah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun ridasını yaydı, sonra uçlarından tutarak Ebu Hureyre’nin kalbinin üzerinde topladı ve o bundan sonra işittiklerini unutmadı.[14] Kendisi­nin ne ekecek bir toprağı ne de meşgul olacağı bir ticareti vardı. Bu nedenle yolculukta da, yerleşik halde de Ra­sû­lullah’ın yanından ayrılmıyordu. İşte bu sebeple o kadar çok hadis öğrenip ezberledi ki, birçok değerli sahâbî: “Bütün bu hadisleri nereden buldu, ne zaman duyup ezberledi?” diyecek kadar hayrete düştü. Doğrudan Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan ilim aldığı gibi Ebu Bekir, Ömer, Ubeyy bin Ka’b, Usame bin Zeyd, Aişe ve daha birçok büyük sahâbîden de ilim almış ve bunları zaptederek rivayet etmiştir.

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) çok hadis rivayet ettiği için her dönemde tartışma konusu olmuştur. Halbuki rivayet ettiği hadislerin yalnızca 180 kadarında tek kalmış, kalanlarına ise diğer sahâbenin rivayetleri şahitlik etmiştir. O, Ra­sû­lullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan hadis öğrenmeye çok istekliydi. Bunun  için birkaç örnek zikredelim:

1. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir ganimet dağıtımı esnasında: “Dostlarının istediği şu ganimetlerden sa­na da vermemi istemiyor musun?” buyurmuş, Ebu Hurey­re (Radıyallahu Anh): “Ben senden Allahu Teâlâ’nın sana öğ­rettiklerinden bir şeyler öğretmeni istiyorum.” demiş­tir.[15]

2. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh), Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a kıyamet gününde şefaatiyle mes’ud ola­cak kişiyi sorduğunda Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem): “Ya Eba Hureyre! Hadis bellemek için sende gördü­ğüm bu şiddetli arzuya göre bunu senden evvel kimsenin bana sormayacağını zaten tahmin ediyordum. Onlar hâlis olarak ‘La İlahe İllallah’ diyen kimselerdir” buyurdu.[16]

3. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: “İnsanlar ‘Ebu Hureyre çok hadis rivayet edip duruyor.’ deyip duruyor­lar. Halbuki Allah’ın Kitabı’ndaki şu iki ayet[17] olma­saydı hiçbir hadis nakletmezdim. Muhacir kardeşlerimizi çarşılarda alışveriş, Ensar kardeşlerimizi de bahçelerindeki işleri meşgul ederdi. Ebu Hureyre ise karın tokluğuna Rasûlullah’tan ayrılmazdı da, onların bulunmadıkları meclislerde bulunur ve onların belleyemedikleri sözleri bellerdi.”[18]

4. Aişe (Radıyallahu Anha) Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) yi çağırıp kendisinin duymadığı bazı hadisleri rivayet etmesini eleştirince Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh): “Ey ana­cı­ğım! Ayna, sürme ve Rasûlullah’a güzel görünme ar­zusu seni alıkoyuyordu ama vallahi beni ondan alıkoyan bir şey yoktu.” diye cevap verdi.[19]

Hadis öğrenmeye böyle düşkün olan Ebu Hureyre (Ra­dı­yallahu Anh) onun rivayetine de çok şiddetliydi. Asım bin Kuleyb şöyle anlatmaktadır: “Babam, Ebu Hureyre’nin hadis rivayetini dinlemiş, o (Radıyallahu Anh) hadis rivayetine: ‘Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: ‘Kim bile bi­le benim hakkımda yalan konuşursa, ateşteki yerine hazırlansın!’ ’ diyerek başlardı.”[20]

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) nin, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den işittiği hadisleri yazıp yazmadığı husu­sunda birbirine muhalif haberler bulunmakla beraber, on­dan hadis rivayet eden birçok tabiîn bunları kitap ve sahife­lerde toplamıştır. Mesela, bunlardan Beşir bin Nehik, Ebu Hureyre’ den işittiği bütün hadisleri yazıp bunları ona arz ederek rivayet hakkını aldığını zikretmektedir.[21] Meşhur öğrencilerinden Hemmam bin Münebbih’in yazdığı ‘es-Sa­hife es-Sahiha’ isimli Ebu Hureyre’ye ait 140 kadar hadisi ihtiva eden kitap Ebu Hureyre’den yazılan hadis kitaplarının en mühimidir. İmam Ahmed, Müsned’inde (2/312-319) bir tek isnad zinciri altında bu hadisleri sıralamıştır.

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) nin eleştirildiği diğer bir ci­het de Emevîlere hizmet ettiği hususudur. Bunun sebebi de, Muaviye’nin onu iki defa Medine valiliğine ataması, Mer­van Medine’den ayrılınca da onun yerine vekillik yapmasıdır. Halbuki o, bir seferinde Mervan’ın yanına girmesine müsaade etmemiştir.[22] Mervan’ın yerine vekil olduğu zaman­larda onların yaşadığı lüks hayatı kınarcasına bir eşeğe binerek yola çıkar ve: “Yoldan çekilin, Emîr geldi.” derdi. Mervan’ın vekilliğini yaptığı diğer bir sırada, sırtında bir bağ odun olduğu halde çarşıya girdi ve: “Emîr için yolu açın.” diye seslenerek yol aldı.[23]

Gene, Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) nin rivayet ettiği: “Ben Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan iki kap ilim belledim ve bunlardan sadece birini neşrettim. Diğerine gelince, onu neşretseydim şu boğazım kesilirdi.”[24] manasın­da­ki hadisten, her ne kadar ilimden nasibi olmayan bazı cahiller kendileri için delil çıkarıyorlarsa da onun bu hadisini, diğer bazı fiilleri şerh etmektedir. Şöyle ki; Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh): “Ey Allah’ım! Beni (hicrî) 60 yılına ulaştırma ve çoluk çocuğun emîrliklerini bana gös­terme!” diye dua ederdi. Bu hadisi Hafız İbni Hacer, İbni Ebi Şeybe’ye dayandırmaktadır. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilen merfû bir hadiste Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ümmetimin helâki, Kureyş’ten bazı oğlanların eliyle olacaktır.”[25] buyurmaktadır ki bütün bunlardan, oğlancıklar (babadan oğula geçen saltanat) yöneti­minin başlangıç yılının hicrî 60 yılı olacağına işaret etmektedir. Gerçekten de öyle olmuştur. O yıl Yezîd bin Muaviye halifeliğe geçmiş ve 64 yılına kadar kalmıştır. Sonra onun oğlu Muaviye halifeliğe geçti, o da birkaç ay sonra öldü. Bütün bunlardan, Ebu Hureyre’ nin neşretmediği ilmin, Kâ’be’ye saldırmaya bile cüret eden Emevîlerin dalâletine işaret ettiği anlaşılmaktadır.

Son derece yumuşak ve mu’tedil bir kişi olan Ebu Hu­reyre (Radıyallahu Anh) üstün bir takvâya ve zühde sahipti: İbni Sa’d’ın sahih bir senetle rivayet ettiğine göre İkrime, Ebu Hureyre’nin her gün yüksek miktarda tesbih çektiğini ve: “Günahım miktarınca tesbih çekmekteyim.” diye söylediğini bildirmiştir. Zehebî de, Siyer’de en-Nehdî’den şöyle rivayet etmektedir: “Ebu Hureyre’ye yedi kez misafir oldum. O, hanımı ve hizmetçisi geceleyin birbirini takip ederek kalkar­lardı. Birisi namazını kılar, sonra diğerini uyandırırdı. O kal­kar kılar, sonra diğerini uyandırırdı.”

İbni Hazm, el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm adlı kitabında şöyle demektedir: “Kendilerinden orta miktarda fetva rivayet edilen­ler 13 kişidir ki, onlardan birisi de Ebu Hureyre (Ra­dı­yallahu Anh) dir. Diğerleri ise Ebu Bekir, Osman, Sa’d bin Ebi Vakkas, Ümmü Seleme, Enes, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Mu­se’l-Eşarî, Muaz bin Cebel, Cabir bin Abdillah, Sel­man-ı Farisî, Abdullah bin Amr ve Abdullah bin Zübeyr (Radıyallahu An­hum) dir. Bunlardan her birinin fetvalarından küçük bir cüz oluşturulması mümkündür.[26]

Sahâbe-i Kirâm arasında 5374 adetle en çok hadis rivayet eden[27] Ebu Hureyre’nin 326 hadisini Buhârî ve Müslim ittifaken, 93’ünü Buhârî ve 98’ini Müslim münferiden rivayet et­mişlerdir. Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından Bahreyn va­liliğine, Osman (Radıyallahu Anh) döneminde Mekke kadılı­ğına ve Muaviye tarafından Medine valiliğine tayin edi­len fâ­kih, müçtehit ve çok ilim belleyen hafızların seyyidi Ebu Hu­reyre’den toplamı 800’ü aşan sahâbî ve tabiîn talebe ilim al­mıştır.

Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) bir rivayete göre hicrî 59 yılında 78 yaşında olduğu halde Akik mevkiindeki evinde vefat etmiş, oradan Medine’ye getirilmiştir.

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

 

º



 

 

1

Abdullah bin Ömer

(Radıyallahu Anhuma) (2630)

 

 

 

 

Babası Ömer’ül-Fâruk (Radıyallahu Anh), annesi Osman bin Maz’un (Radıyallahu Anh) un kız kardeşi Zeynep’tir. Aynı ana babadan olan kız kardeşi Hafsa (Radıyallahu Anha) Ra­sû­lullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın eşlerindendir. Ömer’in 12-13 çocuğu olup onlar içinde en çok bilinenler Abdullah ve Hafsa’dır. Abdullah (Radıyallahu Anhuma) Ku­reyşli olup Ebu Abdurrahman diye künyelenmiştir. Daha çok İbni Ömer diye meşhur olan Abdullah (Radıyallahu Anhuma), nübüvvetin 1. veya 2. senesinde dünyaya gelmiş, bulûğ çağına ermeden babası ile beraber Müslüman olmuş, dolayısıyla şirki hiç tatmamıştır. On yaşındayken babası Ömer (Ra­dıyallahu Anh) ile hicret etmiştir. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) Uhud günü harpten önce or­duyu tef­tiş ettiğinde o sıralar 14 yaşında olan Abdullah bin Ömer’in karşısına gelmiş ve onun harbe katılmasına izin vermemiş, bir sene sonraki hicrî 4. yılın Şevval ayında yapı­lan Hendek harbine katılmasına ise izin vermiştir.[28] İbni Ömer (Radıyallahu An­hu­ma) bu harpten itibaren bütün muha­rebelere iştirak etmiş, Rıdvan Biatı’nda bulunmuş, Ömer devrindeki fetihlerin hepsine katılmıştır. Hicretin 27. yılında Afrika, Tunus, Cezayir ve Ma­rakeş seferlerine, hicretin 30. yıl­ın­da Horasan ve Tabe­ristan seferlerine, Ebu Eyyûb el-Ensarî ile Bizans seferine ka­tılmış, Ali (Radıyallahu Anh) döne­minde vukû bulan dahilî olaylar ile Cemel ve Sıffîn fitnele­rine katılmamıştır. Yermuk, Kâ­disiye, Celûla savaşla­rına, Fars seferlerine ve Mısır’ın fethine de katıldı.

İbni Kesir’in verdiği bilgilere göre orta boylu ve iri cüsseli bir adam olan İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) in saçları omuzlarına kadar uzanırdı. Saçlarını sarıya boyar, bıyıklarını derince kısaltırdı. Babası Ömer (Radıyallahu Anh) ve daha sonra da halife Osman (Radıyallahu Anh) onu kadılığa tayin etmek istedilerse de o kabul etmedi. Allah (Azze ve Celle) ın: “Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe asla birre (iyiliğe) eremezsiniz.”[29] ayetini kendisine şiar edinmişti. Bu sebeple malı ve kölelerinden beğendiklerini Allah için sadaka olarak verirdi. Bu huyunu öğrenen köleleri onun görüp beğeneceği şeyler yaptığı için “Kölelerin sana hile yapıyorlar.” dendi­ğinde: “Bizi Allah yolunda aldatan kimseye biz de Allah için aldanırız.” Di­ye cevap verirdi. Vefatına kadar 1000 civarında köle âzât et­mişti ki, en değerli öğrencisi Nâfi de onun âzâtlıların­dandır. Gerek maaşından, gerekse ganimet ve hediye­lerden kendine gelen yüz binlerce dirhemi Allah yo­lunda harcamıştır. Kendine verilen hediyeleri: “Ben kimse­den bir şey istemem ama Allah’ın bana nasip ettiği şeyi de geri çevirmem.” diyerek alır ve onların çoğunu da sadaka yapardı.[30] Bize İbni Ömer’in birçok hâlini bildiren âzâtlısı Nâfi şöyle demektedir: “Öyle olurdu ki bir günde 30.000 dirhem dağıtır, sonra bir ay boyunca ağzına bir parça et dahi koymazdı.”[31]

İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) gençliğinde mescitte yatardı. Bir gece rüyasında şunları gördüğünü anlatmakta­dır: “İki melek beni yakalayıp cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüştü ve iki de boynuzu vardı. Onun içinde tanıdık bazı kimseleri gördüm. ‘Eûzu bil­lahi min’ennâr.’ diyerek ateşten Allah’a sığındım. Bu sırada bizi üçüncü bir melek karşıladı ve bana: ‘Korkma!’ dedi. Ben rü­yamı Hafsa’ya anlattım. O da Rasûllullah’a arz etti. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Abdullah ne iyi bir adamdır, şayet bir de gece namazı kılsa!’ buyurdu.” Abdullah’ın oğlu Salim dedi ki: “Abdullah bundan sonra gecenin (çoğunu ibadetle geçirir ve) az bir kısmında uyurdu.”[32] Diğer bir rüyasını ise şöyle anlatmaktadır: “Elimde ipekten dokunmuş kalın bir kumaş vardı. Benim cennette gitmek istediğim bir yer olunca, o kumaş parçası oraya uçardı. Rüyamı Hafsa’ya anlattım. Hafsa da Nebi’ye arz etti. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Ben Abdullah’ı salih bir adam görüyorum.’ bu­yurdu.”[33]

Fitne dönemlerinde Medine’ye hangi emîr gelirse gelsin, İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) gider, onun arkasında namazını kılar ve zekatını ona öderdi. Bu hususta şöyle söylerdi: “Kim ‘Hayya ale’s-salâh (haydin namaza)!’ derse onun çağrısına icabet ederim ama her kim ‘Haydi Müslüman karde­şini öldürmeye ve malını almaya!’ derse onun çağrısına icabet et­mem.”[34] Bununla beraber zalime karşı durmaktan ve hakkı söylemekten geri kalmazdı. Nitekim Zalim Haccac’ın birçok hareketini yüzüne karşı tenkit et-miş, bir seferinde kendisini ziyarete geldiğinde Haccac ile konuşma­mış ve onu görmemek için gözlerini kapatmıştı.[35] Ölüm döşeğindeyken de Ali (Radıyallahu Anh) ye karşı taşkınlık eden guruba ve Hac­cac’a karşı savaşmadığı için duydu-ğu üzüntü ve pişmanlığı dile getirmiştir.[36]

Fakir ve gariplerin babası olan Abdullah bin Ömer (Ra-dıyallahu Anhuma) son derece zühd sahibiydi. Adaleti sever, övülmekten hoşlanmaz, sade giyinir ve misafirsiz yemeğe otur­mamayı tercih ederdi. İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh): “Dün­yaya karşı Kureyşli gençler arasında kendi nefsine en hâkim olan kişi İbni Ömer’dir.” demektedir. Cabir (Radıyal-lahu Anhuma) ise: “Hepimiz dünyaya meylettik, dünya da bi-ze meyletti, ancak İbni Ömer müstesna.” dedi. İbni Ömer hakkında tabiîn imamlarının büyüklerinden Said bin Mü­seyyeb: “İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) in vefat ettiği gün dünyadaki herkes Allah’ın huzuruna onun ameli gibi bir amelle çıkabilmeyi arzulamıştı.” demiştir.[37] Ebu Seleme bin Abdullah ise: “İbni Ömer, fazilet ve üstünlükte babası Ömer gibi olduğu halde vefat etti.” demektedir.

İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) in en belirgin ve meş­hur hâli ise her hareketinde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a adım adım uymaya gayret etmesidir. Öyle ki, Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın boyandığı boya ile saçlarını boyar, altında dinlendiği ağacın altında dinlenir, kay­lûle (öğle uykusu) yaptığı yerde kaylûle yapar, namaz kıl­dığı yerde namaz kılar, vakfe yaptığı yerde vakfe ya­pardı.[38]

İbni Hazm, el-İhkâm adlı kitabında şu açıklamada bulunmaktadır: Sahabeden çokça fetva verenler yedi kişidir ki, on­lar Ömer bin el-Hattab, oğlu Abdullah, Ali, Aişe, İbni Mes’ud, İbni Abbas ve Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anhum) tir. Bu faziletli insanların fetvaları oldukça fazladır. Sadece İbni Abbas’ın fetvaları yirmi ciltte toplanmıştır.[39] İbni Ömer ise, İmam Malik’in bildirdiğine göre, altmış yıl fetva vermekle ve Müslümanların dinî meselelerini çözmekle meşgul olmuştur.

Abdullah bin Ömer (Radıyallahu Anhuma) muksirûnun ikin­cisi olarak 2630 adet hadis rivayet etmiştir.[40] Zehebî, İbni Ömer’in, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin dışında kendilerinden ilim aldığı kişileri 15 kişi kadar saymaktadır ki, bunların içinde Ebu Bekir, Ömer, Osman, Sa’d bin Ebi Vak­kas, İbni Mes’ud, ablası Hafsa ve Aişe (Radıyallahu Anhum)  bulunmaktadır. Kendisinden ilim alıp hadis rivayet edenlerin sayısı ise 227’yi bulmakta, bunların içinde oğulları Hamza, Bilal, Zeyd, Salim, Abdullah, Ubeydullah ve Ömer ile babasının âzâtlısı Eslem, Enes bin Sîrîn, Hasan, Said bin Cübeyr, Said bin Müseyyeb, Tâvûs, Urve, Atâ, İkrime, Mücahid, Zührî ve âzâtlısı Nâfi bulunmaktadır. Hadis isnadında İbni Ömer, ondan Nâfi, ondan Malik bin Enes se­nedi en kuvvetli senet kabul edilmektedir. İbni Ömer’in hadisle­rinden 168 adedini Buhârî ve Müslim ittifaken, 81’ ini Buhârî ve 31’ini Müslim münferiden rivayet etmişlerdir.

Abdullah bin Ömer (Radıyallahu Anhuma) hicrî 74 yı­lında hac dönüşünde Haccac’ın düzenlediği bir suikastta ze­hirli bir hançerle ayak parmakları arasından yaralandı ve bu yara sebebiyle aynı yıl İmam Malik’e göre 86, Zehebî’ye göre 84 yaşında olduğu halde doğduğu yer olan Mekke’de vefat etti ve Fahn mahallesindeki ‘Muhacirler Kabristanı’na defnedildi. Onun defniyle beraber Hicaz bölgesinin fıkhının temel taşı da defnedilmiştir.

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

 

 

 

 

 

º


 

 

2

Enes bin Malik

(Radıyallahu Anh) (2286)

 

 

 

 

Babasının adı Malik olup İslâm’a girmeden müşrik olarak ölmüştür. Annesi ise, kadın sahâbîlerin en hayırlılarından biri olan Ümmü Süleym’dir. Bu kadın, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicret ettiğinde ilk Müslüman olan ve Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın en çok ziyaret ettiği kadınlardandır. Enes (Radıyallahu Anh) hakkında İmam Ze­hebî şunları söylemektedir: İmam, fetva ehli, Kur’an öğre­ti­cisi, hadisçi, İslâm’ın çokça bilgi aktaran bir ferdidir. Hic­retten on yıl önce dünyaya geldiği sabit olmuştur. Künyesi Ebu Hamza olup Ensar’dan, Hazrec kabilesinden, Beni Nec­car’dandır ve Medinelidir. Ensar-ı Kirâm’ın hepsi gücü nis­betinde Muhacirlere ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ye bir şeyler verdiğinde Ümmü Süleym (Radıyallahu Anha) fakirlikten dolayı bir şey veremedi ve oğlu Enes’i Nebi (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ye getirerek ona hizmet etmesi için bıraktı. Böylece küçük Enesçik hicretin başında 10 ya­şında olduğu halde mahlukatın efendisine hizmet etme şerefine erişmiş ve Rasûlullah’ın vefatına kadar 10 sene bu görevine de­vam etmiştir. İbni Sa’d’ın rivayet ettiğine göre Enes (Ra­dıyallahu Anh) daha 12 yaşında olduğu halde Rasû­lullah’a hizmet için onunla birlikte Bedir Savaşı’na çıktı. Meğâzî yazarları küçük yaşta olmasından ve bizzat savaşmadı­ğından do­layı onu Bedir ashâbından saymamışlar­dır. O gün Enes, ordunun malzemelerinin bulunduğu yerde kaldı. Sonra sırasıyla Uhud, Hendek, Beni Kureyza, Beni Mustalik ve Hayber harple­rine, Mekke ve Tâif’in fethine ka­tıldı. Buhârî, Musa bin Enes’ten, Enes (Radıyallahu Anh) in Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile birlikte sekiz sa­vaşa katıldığını rivayet et­mektedir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan sonra Medine’de ikamet etti. Daha sonra çeşitli beldelerin fetihlerine katıldı. Osman ve Ali dönem­lerindeki fitneleri önlemek için çaba sarfetti, önleme imkanı bulamayınca da bir kenara çekildi. En son Basra’ya yerleşti ve hayatının sonuna kadar orada ikamet etti.

Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) Ensar’ın en çok mal ve evlat sahibi olanlarındandır. Bunun sebebi şudur: Enes (Ra­dıyallahu Anh) annesi ve teyzesi Ümmü Haram (Radı­yal­lahu Anhuma) ile birlikte evlerinde bulunuyorken Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) onları ziyaret etmişti. Kendisine ik­ram edilen yiyeceği, oruçlu olması sebebiyle geri çeviren Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) evin bir köşesinde na­file namaz kıldı ve ev halkına dua etti. Ümmü Süleym (Ra­dıyallahu Anha): “Ya Rasûlallah! Benim bir hassâcığım (hiz­metçim) var, Enes. Onun için Allah’a dua ediversen.” deyince Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dünya ve ahiretin hiçbir hayrını terk etmeksizin Enes’e dua etti ve dua­sını: “Ey Allah’ım! Enes’i mal ve evlat ile rızıklandır ve ona verdiğin şeyleri bereketlendir.” diye bitirdi. Enes (Radıyallahu Anh) di­yor ki: “İşte bu dua sebebiyle ben malca Ensar’ın en zenginlerindenim. Kızım Ümeyye’nin bana söylediğine göre Hac­cac’ın Basra’ ya geldiği tarihe kadar (ki bu sene hicrî 75 senesidir) sulbî evladımdan yüz yirmi küsûr kişi toprağa verilmiş­tir.[41] Ebu’l Aliye: “Enes’in senede iki defa meyve veren bir bostanı vardı. Bu bostanda bir de Reyhan vardı ki ondan misk kokusu elde ederdi.”[42] demektedir.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) i çok severdi: Ona “Ey oğulcuğum!” diye hitap eder,[43] yapmadığı bir şey için “Bunu niçin yapmadın?”, yaptığı bir şey için de “Bunu niçin böyle yaptın?” demezdi.[44] Enes (Radıyallahu Anh) ile bazen “Ey iki kulaklı!” diye­rek şakalaşırdı.[45] Enes (Radıyallahu Anh) küçük bir çocuk olduğu halde güvenilir bir sırdaş idi. Bu hususta kendisi şöyle demektedir: “Allah’ın Nebi’si bana gizlice bir sır söy­ledi. Artık ben o sırrı hiç kimseye söylemedim. Andolsun ki onu benden annem Ümmü Süleym (Radıyallahu Anha) sordu da ben bu sırrı ona da haber vermedim.” Bunun üze­rine annesi Enes’i, Rasûlullah’ın sırrını yaymaması husu­sunda tenbih­le­miştir.[46]

Enes (Radıyallahu Anh) Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) döneminde zekat âmili olarak Bahreyn’e tayin edilmiş ve Osman (Radıyallahu Anh) ın vefatına kadar bu göreve de­vam et­miştir. Hicrî 69 yılında Basra’da vukû bulan, toplam iki yüz bin kişinin hayatına mal olan ve üç sene süren Carif Tâunu’nda Enes (Radıyallahu Anh) in çocuk ve torunların­dan 70 kişinin öldüğü rivayet edilmiştir.

Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) ibadetlerine ehemmi­yet gösterirdi. Onun namazı hakkında;

1. Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh): “Namazı, Ümmü  Süleym’in oğlunun namazından daha çok Rasûlullah’ın nama­zına benzeyen birini görmedim.”[47]

2. Enes bin Sîrîn: “Enes (Radıyallahu Anh) yolculukta da, ikamet halinde de insanların en güzel namaz kılanıydı.”

3. Sümâme: “Enes, namaz kılarken kıyamı çok uzatmasından dolayı ayakları kan dolardı.” demektedirler. Kendisinin hac için ihrama girdiğini görenler, gösterdiği titizlik nedeniyle ihramdan çıkıncaya kadar onunla konuşmadıklarını, onun sadece Allah’ın zikriyle meşgul olduğunu anlatmaktadırlar. Ömrünün son 1-2 senesinde artık oruç tutmaya güç getiremediği ve kazâ edemeyeceğine de kanaat ettiği için her gün bir fakiri doyurur ve kendisi orucunu yerdi.[48]

Rasûlullah ile beraber geçirdiği 10 senelik birliktelik ken­di­sine çok şey öğretmişti. Bu sebeple Ashâb-ı Kirâm arasında en geniş ilmi olan ve en çok rivayet eden kimseler arasındadır. Rivayet ettiği hadis sayısı 2286 olup[49] bunların 128’ini Buhârî ve Müslim ittifaken, 80’ini Buhârî ve 70’ini Müs­lim mün­feriden rivayet etmiştir. Rasûlullah’ın dışında Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ubeyy bin Ka’b (Radıyallahu Anhum) gibi sa­hâbîlerden rivayette bulunmuş, kendisinden de başta oğul­­ları (özellikle Musa) olmak üzere Hasan Basrî, Zührî, Katade, Sabit el-Bennânî, Humeyd Tavil, Süleyman Teymî, Yah­ya bin Said el-Ensarî ve emsallerinin içinde bulun­duğu yaklaşık 100 kişi rivayette bulunmuştur. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) tan rivayet ettiklerine özen gösterir ve hadisi bitirdiğinde: “Yahut da Rasûlullah’ın buyurduğu gibi.” derdi.[50]

Enes bin Malik (Radıyallahu Anh) in vefat tarihi hakkında bir çok ihtilaf olmakla beraber hicrî 93 yılında 103 yaşında olduğu hâlde vefat ettiği hakkında cumhur-u ulema görüş belirtmiştir. Cabir bin Zeyd ile aynı hafta vefat ettikleri rivayet edilmiştir. Enes (Radıyallahu Anh) in, ömrünün sonlarında: “İki kıbleye doğru namaz kılanlardan benden başka kimse kal­madı.” [51] dediği sabittir. Cenazesi götürülürken talebeleri­nin ellerinin üzerinde gitmiş, halkın yanaşmasına fırsat kalma­mıştır. Ali bin el-Medînî ve başkalarından Basra’da vefat eden sahâbîlerin en sonuncusu olduğu rivayet edilmiş­tir. O vefat ettiğinde Mevriku’l-Acelî: “Bugün ilmin yarısı gitti.” dedi. “Bu nasıl oluyor?” diye sorulduğunda ise: “Hevasına mağlup olan bir adam Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan rivayet edilen bir hadis hususunda bize muhalefet ettiğinde: ‘Gel, onu bizzat kendisinden duyana gidelim.’ derdik.” diye cevap verdi.[52]

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

 

 

º



 

 

3

Aişe binti Ebi Bekir

(Radıyallahu Anhuma) (2210)

 

 

 

 

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın eşlerinden olan bu temiz validemiz hicretten hemen sonra onunla evlen­miş ve vefatına kadar yaklaşık 10 sene nikahı altında kalmıştır. Bu süre zarfında keskin zekası, ince anlayışlılığı ve ilme olan düşkünlüğü neticesinde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den çok hadis ezberledi ve onları fıkhetti. Rivayet et­tiği hadislerin sayısı 2210’a ulaşmıştır.[53] Bunlardan 74 adedini Buhârî ve Müslim ittifaken kitaplarına almıştır. Bu hadislerin çoğunun Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın ev hâline ve diğer sahâbîlerin kendisinin yanında olmadığı anlara taalluk ettiği düşünülürse Aişe validemizin fıkhının ge­nişliği ve dine olan katkısının büyüklüğü anlaşılır. Onun ilmin­den istifade eden öğrencilerin sayısı, çoğunluğu sa­hâbe ve tabiînin önde gelenlerinden olmak üzere 211’e ulaşmış­tır.

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın eşleri içinde en fâkih ve Rasûlullah’a en sevgili olan Aişe (Radıyallahu Anha), hicrî 57 veya 58 yılında 65 yaş civarında iken Me­di­ne’de vefat etti ve Cennetü’l-Bâki’ye defnedildi.

Aişe validemiz (Radıyallahu Anha) hakkında daha geniş bil­i için ‘Rasûlullah’ın Hanımları’ kısmına bakılabilir.

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

 

 

 

 

º


 

 

4

Abdullah bin Abbas

(Radıyallahu Anhuma) (1660)

 

 

 

 

Babası Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın am­ca­sı Abbas bin Abdulmuttalib (Radıyallahu Anh), annesi ise Mü’min­lerin Annesi Meymûne (Radıyallahu Anha) nin kız kardeşi olan Ümmü’l-Fadl (Radıyallahu Anha) dır. Künyesi Ebu Ab­bas olup hicretten üç sene önce, müşriklerin Hâşim oğullarıyla ilişkiyi kesip onlara ambargo uyguladığı dö­nemde Hâşim oğulları vadisinde dünyaya gelmiştir.

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) beyaz tenli, iri cüsseli, uzun boylu, dolgun yüzlü, sarı saçlı, güzel görünüşlü, güler yüzlü ve parlak biriydi. Saçları sıktı ve saçına kına sürerdi. Atâ (Rahmetullahi Aleyh) onun hakkında: “Her ne zaman on dördüncü gecesinde gökte ayı görsem İbni Abbas’ın yüzünü hatırlarım.” derdi. Çok zekî ve hafızası müthiş kuvvetli olup şu üstün özelliklerin sahibiydi:

1. Sahabe olma şerefine ermiş,

2. Rasûlullah’la akrabalık şerefine nail olmuş,

3. Eşine ender rastlanır ilmî bir kudret verilmiş,

4. Bunlarla beraber takvâ şerefine sahip olmuştur ki, o (Radıyallahu Anhuma) gündüzleri oruçla, geceleri namazla geçiren, seherlerde istiğfar edip Allah korkusundan dolayı gözyaşı döken bir zâttı. İbni Ebi Müleyke şöyle anlatmaktadır: “İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) ile Mekke’den Medine’ye yolculuk ettim. Konakladığımızda gece yarısından sonra kal­kar, tane tane Kur’an-ı Kerim okur ve okurken çokça ağ­lar­dı.” Mesruk (Rahmetullahi Aleyh) ise onun hakkında: “Ben İbni Abbas’ı gördüğümde ‘İnsanların en güzeli’, konuşmaya başladığında ‘İnsanların en fasihi’, bir konu hakkında açıklama­larda bulunduğunda da ‘İnsanların en bilgilisi’ derdim.” demektedir. İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) ‘el-Hibr (En Yüksek Bilgin)’, çok fazla ilim sahibi olması nedeniyle ‘Bah­ru’l-İlim (İlim Denizi)’ ve özellikle de tefsirdeki üstün­lüğü sebebiyle ‘Sultanu’l-Müfessirîn (Müfessirlerin Sultanı)’ gibi en yüksek lakaplarla şöhret bulmuştur. Haftada bir gün tef­sir, bir gün fıkıh, bir gün meğâzî (savaş), bir gün şiir ve arap dili ve diğer bir gün de eyyam-ı Arap (Arap tarihi) ders­leri verdiği anlatılmaktadır. En değerli öğrencilerinden Mücahid (Rah­me­tullahi Aleyh) şöyle söylemiştir: “Bir kimse­nin ‘Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu’ diye başlayarak söylediği sözler (hadisler) dışında İbni Ab­bas’ın fetvalarından daha güzel fetva duymuş değilim.” İbni Hazm’ın el-İhkâm ad­lı eserinde bildirdiğine göre Müslümanla­rın ileri gelen  imamlarından Ebu Bekir Muhammed bin Musa, İbni Abbas (Ra­dıyallahu Anhuma) ın fetvalarını yirmi ciltlik bir kitapta toplamıştır.[54] İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) a bu yüce il­mî mertebeye nasıl ulaş­tığı sorulduğunda kendisi: “Soran bir dil ve düşünüp muha­keme eden bir kalp ile.” diye cevap vermiştir. Gene ondan şöyle rivayet edilmiştir: “Benim bir me­seleyi Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin ashâbı içinden otuz kişiye sorduğum olurdu.” Kendisinin belirttiği bu sebeplerden daha önemlisi de Nebimiz Muhammed (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) in amca oğlu için yaptığı dualar olsa gerek. Çünkü Allahu Teâlâ onun duasını bir kaç istisna dışında daima kabul ederdi: Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir seferinde İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) ı bağrına basmış ve: “Ey Al­lah’ım! Buna hikmeti öğret!” diye dua etmişir.[55] Hadisi riva­yet eden Buhârî (Rahmetullahi Aleyh) hadiste geçen hikmeti “Nübüvvet (peygamberlik) dışında rey ve içtihatta isabet etmektir.” diye tefsir etmiştir. Bu hadis Buhârî’nin Sahihi’ nde aynı senetle “Buna Kitabı öğret!” şeklinde de gelmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sel­lem) bir başka sefer de kendisine su hazırlayan İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) için: “Ey Allah’ım! Onu dinde fâ­kih (bilgin, ince anlayışlı) kıl!” diye dua etmiştir.[56]

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) Rasûlullah vefat etti­ğinde 13 yaşındaydı. Teyzesi olan Rasûlullah’ın eşlerinden Meymûne (Radıyallahu Anha) sebebiyle Rasûlullah’ın evinde kalma fırsatını bulmuş ve ondan evinin dışında istifade imkanı bulduğu gibi evinin içinde de istifade etmiştir. Nebi’ nin yakın alâkası ve terbiyesi ile yetişmesi de İslâmî ilimlerde otorite olmasına katkıda bulunan etkenlerdendir.

Abdullah bin Abbas (Radıyallahu Anhuma) Mekke’nin fethine kadar annesi Ümmü’l-Fadl (Radıyallahu Anha) ile be­raber Müslüman olmalarına karşın hicret edemeyip Mekke’de kalmak zorunda kalan mustaz’aflardandı. Mekke’nin fet­hinden sonra babasıyla birlikte Medine’ye hic­ret etmiştir.[57] Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın vefatından sonra da Ömer, Ali, Muaz, Ebu Zerr, Ubeyy bin Ka’b ve Zeyd bin Sabit (Radıyallahu Anhum) gibi sahâbîlerin alimlerinden hadis dinleyip ilmini genişletmiş, Ömer (Radıyallahu Anh) ta­rafından yaşı küçük olmasına rağmen çoğunluğu Bedir halkından olan şûra meclisine dahil edilmiş, Ali (Radıyallahu Anh) tarafından Şam valiliğine tayin edilmiş­tir. Ama o bunu kabul etmemiş ve daha sonra görevinden azletme imkanı doğması için Muaviye’yi vali tayin etmesini teklif etmiştir. Ali (Radıyallahu Anh) bunu kabul etmedi ve İbni Abbas (Ra­dı­yallahu Anhuma) ı daha sonra Basra valili­ğine tayin etti. İbni Abbas bu görevini Sıffîn Vak’ası’na kadar sürdürmüştür. Bu vak’a esnasında yerine vekil bırakarak Sıffîn’e gitmiş ve halifenin yanında İslâm ordusunun sol cephe komutanı olarak savaşa iştirak etmişti. Karşılıklı iki hakemin tayin edilmesi sırasında da Ali (Radıyallahu Anh) ye Amr bin As ile baş ede­meyeceğini savunarak Ebu Muse’l-Eşarî (Radıyallahu Anh) nin yerine kendisinin veya Ahnef (Radıyallahu Anh) in hakem tayin edilmesini teklif etmişti. Ali (Radıyallahu Anh) de onun gibi düşünüyordu ancak etrafın­daki Kûfeliler onu vazgeçirdiler. İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) Sıffîn olayından sonra yeniden Basra valiliğine gönderildi. Daha sonra gönüllü olarak bu görevinden ayrıl­mış ve Hicaz (Arabistan) a dönmüştür. Abdülmelik bin Mervan ile Abdullah bin Zübeyr arasında fitne çıktığı zaman Ali (Radıyallahu Anh) nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye ile beraber Mekke’ye göçmüş ve ısrarlara rağmen Abdullah bin Zübeyr’e bey’at etmeyip tarafsız kalmıştı. Nihayet taraftarla­rıyla Tâif’e göçmüş, orada ilim ve tedrisatla meş­gul olup siyasî işlere karışmamıştır.

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) ın ilmi hakkında çok şeyler söylenmiştir: Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından Be­dir ihtiyarlarıyla beraber şûra heyetine çağrılırdı. Buna içerle­yen bazıları Ömer (Radıyallahu Anh) e sitem etmişlerdi. Bir keresinde Ömer (Radıyallahu Anh)﴾  إِذَا جَاءَ نَصْرُ اللهِ ﴿ (Nasr sû­resi) kavlinin içerdiği mânâyı sormuş ve şûra heyetinden tam bilgiyi alamayınca İbni Abbas’a sormuştu. O da, bu sûrenin Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın eceli olduğunu, Allah’ın onun ecelini bu sûreyle haber verdiğini belirtince Ömer de onu tasdik etmiştir. Böylece daha bıyıkları yeni terleyen bu genci neden onlarla beraber bulundurduğunu göstermiştir.[58] Kur’an’ın en önemli bilginlerinden olan İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) Nebi döneminde çocuk yaşta bulunan İbni Abbas için: “O, Kur’an’ın tercümanıdır.” derdi. İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) kendisine bir ayet hak­kında soran Amr bin Habeşî’ye: “İbni Abbas’a git. O, Allah’ın Nebi’sine inzal ettiği Kur’an’ı geride kalanların en iyi bilenidir.” demiştir.[59] İbni Abbas’ın kendisi de Kur’an’daki dört kelime hariç diğerlerini bildiğini ifade etmiştir. Ali bin Ebi Talib (Radıyallahu Anh) onu hac emîri olarak görevlendirdiği yıl insanlara bir hutbe irad etmiş, bir yandan Nûr sûresinin ayetlerini okumuş, bir yandan da bunların tefsirini yapmıştı. Ebu Vâil (Radıyallahu Anh) diyor ki: “Arkadaşım onu dinle­yince şöyle söyledi: « Sübhanallah, bu adamdan ne bilgiler çıkıyor. Bu konuşmayı Türkler dinleselerdi muhakkak Müslü­man olurlardı.»”[60] Gene Ali (Radıyallahu Anh) den izin is­teyerek Hâricîlerle konuşmak üzere gittiğinde onların Ali’yi tenkit ettikleri meselelere karşı ortaya koyduğu delillerle herkesi büyülemişti. Neticede 2.000 Hâricî ikna olmuş ve Ali (Ra­dıyallahu Anh) ye düşmanlık beslemekten vazgeçmiş, ge­ri kalan 4.000 kişi ise sapık olarak öldürülmüşlerdir.[61]

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) ayetleri bazen dinî, bazen lugavî, bazen de tarihî bir yolla izah etmeye çalışmıştır. Bunlardan başka olarak Arap şiirinden deliller getirdiği rivayeti de vardır. O kadar çok rivayet etmiştir ki sanki gâip haberlerin bir menbaı olarak ortaya çıkmış, görüşleri tefsir ilminde ilk başvurulan kaynak haline gelmiştir. Kendisi Abbasîle­rin atası olması sebebiyle bilhassa Abbasî halifelerine yaklaşmak ve menfaat elde etmek için kendisinden muhtelif tariklerle rivayette bulunanlar çoğalmıştı. Neticede aynı mesele hakkında muhtelif  görüşler ve rivayetler zuhûr etmiş ve tefsirde karışıklık ortaya çıkmıştır. Bunların ayırt edilmesi için alimlerin görüşlerine başvurulmalıdır. İbni Ab­bas’tan yazılı bir mecmua olmamakla beraber öğrencilerine yazdırdığı hakkında rivayetler vardır. İbni Mes’ ud ve İbni Ab­bas (Radıyal­la­hu Anhuma) kadar tefsire dair rivayetleri yaygın olan başka sahâbî yoktur. Fâkih sahâbenin en çok fetva veren ve en genç olanı İbni Abbas’tır.

İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) 1660 adet hadis riva­yet etmiştir.[62] Bunlardan 75 adetini Buhârî ve Müslim müttefiken, 120 adetini Buhârî, 9 adetini de Müslim münferi­den tahriç etmişlerdir. Kendisinden hadis rivayet edenler ise, başta oğlu Ali ve yeğeni Abdullah, âzâtlıları İkrime, Miksem ve Kureyb, kardeşi Kesir olmak üzere, Urve bin Zübeyr, Tâvûs, Ebu Şa’sa, Said bin Cübeyr, Mücahid, Ebu’l-Aliye, Atâ bin Yesar, Atâ bin Ebi Rabah, Hasan Basrî, İbni Sîrîn, İbni Ebi Müleyke, Amr bin Dinar, Dahhak bin Muzâhim ve bunların dışında pek çok kişidir. Tehzib’de İbni Abbas’tan hadis nak­letmiş 187 kişinin adı geçmektedir.

Son dönemlerinde gözlerini kaybeden bu büyük alim, hicrî 68 yılında 71 yaşında, Tâif’te, kıyamete kadar yaşayacak bir ilim ve nâmı arkasında bırakarak Rabbine kavuştu. Cenaze namazını: “Bugün bu ümmetin rabbânîsi (üstün se­vi­yedeki din bilgini) öldü.” diyen Ali (Radıyallahu Anh) nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye kıldırdı.

 Allah ondan razı olsun ve bizleri ona komşu kılsın.

 

 

 

 

 

 

 

º



 

 

5

Cabir bin Abdullah

(Radıyallahu Anhuma) (1540)

 

 

 

 

Ashab-ı Kirâm arasında bu isimle üç zât vardır. Burada adı geçen Cabir’in babası Abdullah bin Amr bin Haram (Ra­dıyallahu Anh) dır ki, Uhud’da şehit düşen yetmiş kişiden bi­ridir. Cabir (Radıyallahu Anhuma) Ensar’dan olup ikinci Akabe biatında çocuk olduğu halde babasıyla birlikte, hazır bulunan 70 civarındaki Ensar grubu arasındaydı. Künyesi Ebu Abdullah olup annesi de binti Akabe’dir. Bedir ve Uhud’a ka­tılmamış ancak daha sonraki savaşlardan 19’una katılmış ve Rıdvan Biatı’nda da bulunmuştur. Babasının ve­fatı üzerine geride kalan 6 kız kardeşine bakma yükümlülüğü üzerine kalmış ve kardeşlerini çekip çevirecek ve on­ları terbiye edecek dul bir kadınla evlenmiştir.[63]

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Cabir’in babası Abdullah bin Amr’ı severdi. Uhud’da şehit olması sebebiyle arkasından ağlayan Cabir’i ve halasını teskin etmiş ve şehidin kaldırılana kadar melekler tarafından kanatlarıyla gölgelendirildiğini haber vermiştir.[64] Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu şehidin vefakar oğlu Cabir (Radıyallahu Anhuma) i de sever, onu kollar ve yardım ederdi: Bir gazâ dönüşünde ordunun gerisinde kalan Cabir’in devesinin yorgun­luk sebebiyle yavaşladığını öğrenince kendi devesin­den inerek çengelli değneği ile devesini çekmiş ve: “Haydi, şimdi bin!” demişti. Az önce devesine yol yürütmek için çırpı­nan Cabir (Ra­dıyallahu Anhuma) kendi ifadesiyle, bu sefer devesini Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın devesini geçmekten men etmeye başlamıştı. Yol boyunca çeşitli meselelerden konuştular, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona nasi­hat­larda bulundu ve ondan devesini kendi­sine satmasını istedi. Cabir (Radıyallahu Anhuma) in ücretsiz olarak vermek isteme­sini kabul etmeyerek ısrar etti ve de­veyi satın aldı. Medine’ye vardıklarında Cabir (Radıyallahu Anhuma) deveyi Ra­sûlullah’a götürdü. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hem deveyi hem de vaat ettiği ücreti ona verdi ve ilaveten ganimetten de pay verdi.[65] Cabir bin Abdullah (Radıyallahu Anhuma) Veda Haccı esnasında hastalanmıştı. Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem), onu hiçbir bineğe binmeden yürüyerek ziyarete gelirdi.[66] Gene bir seferinde Ebu Bekir (Ra­dıyallahu Anh) ile ziyarete geldikle­rinde Cabir (Radı­yal­lahu Anhuma) i bayılmış olarak buldular. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) abdest alıp abdest suyundan üzerine dökün­ce ayıldı. Karşısında Nebi’yi gören Cabir (Radıyallahu An­huma): “Ya Rasûlallah! Malımda nasıl tasarruf etmemi em­redersin?” diyerek vasiyeti sordu. Bunun üzerine miras paylarının bildirildiği Nisâ sûresi 11. ayet indirildi.[67]

Şehit olan babası geriye 6 adet kız çocuğu ve bir miktar borç bırakmıştı. Hurma mahsûlünün kesim ve toplama za­manı geldiğinde Cabir (Radıyallahu Anhuma) Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yanına giderek kendisi ile ala­caklılar arasında aracı olmasını talep etti. Çünkü  biliyordu ki bahçedeki bu mahsûl borçları kapatmaya yetmezdi ve alacaklılar da borcu sebebiyle onun üzerine üşüşmüşlerdi. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona gidip her cins hur­mayı ayrı ayrı toplayıp yığmasını emretti. Bu işleri yaptı­ğın­da Cabir (Radıyallahu Anhuma) ona haber verdi. Nebi (Sal­­lal­lahu Aleyhi ve Sellem) hurma harmanlarının yanına geldi ve burada alacaklıların Cabir’e yaptığı ısrarı görünce en büyük harmanın etrafında üç kere dolaştı ve yanına oturdu. Sonra ala­caklılar çağrılarak alacaklarına mukabil onlara ölçüp ölçüp hurma verdi. “Borç ödensin de kız kardeşle­rime tek bir hur­ma kalmamasına razıyım.” diye düşü­nen Cabir (Ra­­dı­yal­lahu Anhuma) diyor ki: “Nihayet Allah babamın borç­larını tamamen ödedi. Allah’a yemin ederim ki hurma yı­­ğınlarının hepsi olduğu gibi duruyordu. Ben şaşkınlıktan Rasûlullah’ın yanına oturduğu yığına bakıp duruyordum. Sanki ondan bir tek hurma eksilmemiş gi­biydi.”[68]

Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın sağlığında dizi­nin dibinden ayrılmayan Cabir bin Abdullah (Radıyallahu Anhuma) bizzat ondan ilim almış, onun vefatından sonra da ashâbın alim zâtlarından ilim öğrenmeye devam etmiş ve bu sayede kendi döneminde Medinei Münevvere’nin meşhur fetva ehlinden birisi olmuştur. Nitekim kendisinden orta mik­tarda fetva rivayet edilen 13 sahâbeden birisidir.[69]

Cabir bin Abdullah (Radıyallahu Anhuma) ilahî hükümle­rin yerini bulmasını, cezaların olduğu gibi tatbik edilmesini isterdi. Kendisi coşkun bir imana sahipti. Emri bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münkeri en iyi şekilde yerine getirenlerdendi. Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a sevgisi sonsuzdu ve sünnetin tatbikinde örnek bir insandı. Dürüstlüğü ve adaleti darb-ı mesel olmuştu. Sıffîn Vak’ası’nda Ali (Radıyallahu Anh) nin maiyyetinde harp etmiştir. Ömrünün sonlarında gözlerine ârız olan bir illet sebebiyle âmâ olmuştu.

Genç yaşta iman edip ümmetin de alimlerinden olan bu sahâbî oğlu sahâbî (Radıyallahu Anhuma) den 1540 adet hadis rivayet olunmuştur.[70] Bunlardan 58 adetini Buhârî ve Müslim ittifaken, 26 adetini Buhârî, 126 adetini Müslim mün­feri­den sahihlerinde rivayet etmişlerdir. Kendisinden rivayet edenlerin başında Said bin Minâ, Ebu Zübeyr, Ebu Süfyan, Talha bin Nâfi, Hasan Basrî, Muhammed bin Mün­kedir, Şa’bi, Tâvûs, Atâ ve daha birçok büyük tabiîn gelmektedir.

Bir asra yakın ömür süren Cabir bin Abdullah (Radı­yal­lahu Anhuma) hicrî 78 yılında 94 yaşında ölmüştür. Kendisi Medine’de vefat eden son sahâbîdir. Cenaze namazını Medine Valisi Eban bin Osman kıldırmıştır.

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

º


 

 

6

Ebu Said el-Hudrî

(Radıyallahu Anhuma) (1170)

 

 

 

 

Ebu Said künyesiyle meşhur olan bu sahâbînin adı Sa’d bin Malik’tir. Babası Malik bin Sinan (Radıyallahu Anh) Uhud Gazâsı’nın mübarek şehitlerindendir. Böylece sahâbî oğlu ol­duğu ortaya çıkan Ebu Said (Radıyallahu Anhuma) En­sar’dan ve Medine’nin meşhur iki kabilesinden biri olan Haz­rec’dendir. Kendisi Uhud Savaşı’na yaşça küçük olduğu için katılamamış ancak Uhud’dan sonraki tüm savaşlara katılmış ve Rıdvan Biatı’nda da bulunmuştur.[71]

Genç ashâbın en fâkihlerinden olan Ebu Said (Radı­yallahu Anhuma) Ensar’ın faziletli ve alim şahsiyetlerinden biriydi. Hanzala bin Ebi Süfyan’ın bildirdiğine göre Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın ashâbının başından geçen durum­lar hakkında Ebu Said (Radıyallahu Anhuma) den daha bilgili birisi yoktu. İmam Zehebî onun hakkında şu bilgi­leri vermektedir. Medine’nin fetva makamı olup kendilerin­den orta miktarda fetva rivayet edilenlerdendir.[72] Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan pek çok hadis rivayet etmiş ve rivayetlerinde güzel bir üslup izlemiştir. Yine Ebu Bekir, Ömer ve sahâbeden bir guruptan (Radı­yallahu Anhum) hadis rivayet etmiştir.” Rivayet ettiği hadis sayısı 1170 olup[73] bun­ların 43 adetini Buhârî ve Müslim ittifaken, 26 adetini Bu­hârî ve 52 adetini de Müslim münferiden riva­yet etmişlerdir. Ebu Said (Radıyallahu Anhuma) çok talebe yetiştirmiş, ilmin yayılmasında vazifesini hakkıyla yerine getirmiş­tir. Kendisinden ise İbni Abbas, İbni Ömer, Cabir, Ebu Umame ve Ebu’t-Tufeyl (Radıyallahu Anhum)  gibi ashâbdan büyük zât­lar ile Said bin Müseyyeb, Tarık bin Şihab, Şa’bi, Nâfi ve Ubeyd bin Umeyr gibi tabiîn büyüklerin­den rivayette bulunan öğrencileri vardır.

Ebu Said (Radıyallahu Anhuma) Müslümanların arasında çıkan savaşlarda taraf olmayan nâdir sahâbîlerdendir. Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasına aldırmamak üzere Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a bey’at eden 5 sa­hâ­bîden biriydi. (Diğerleri: Sehl bin Sa’d, Ebu Zerr, Ubade bin Samit ve Muhammed bin Mesleme’dir.) Bu sebeple hakkı söylemekten çekinmezdi: Muaviye döneminde Medine valisi olan Mervan bin Hakem ile bir bayram günü musal­laya kadar geldiler. Mervan namazdan önce hutbe irad et­mek için minbere doğru gitmek istediyse de Ebu Said el-Hudrî bu hareket nebevî sünnete aykırı olduğu için onu na­maz kıldırması için mihraba doğru çekti. Bunun üzerine Mervan: “Senin o bildiğin terkolundu.” dediğinde Ebu Said (Radıyallahu Anhuma): “Hiç de öyle değil, nefsim elinde olana yemin ede­rim ki benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız.” dedi ve onlarla namazı kılmadan dönüp gitti.[74]

Ashab-ı Suffe’den olan Ebu Said (Radıyallahu Anhuma) hicrî 74 yılında 86 yaşında Medine’de vefat etmiştir.

Allah ondan razı olsun.

 

 

 

 

 

 

 

º


 

 


 

 

7

Abdullah bin Mes’ud

(Radıyallahu Anh) (848)

 

 

 

 

Babası Mes’ud bin Ebu Abdurrahman Gafil el-Huzelî olup cahiliye döneminde vefat etmiştir. Annesi ise Ümmü Abd (Radıyallahu Anha) dır. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve bazı sahâbîlerce annesine izafeten İbni Ümmü Abd diye de çağrılırdı. Künyesi Ebu Abdurrahman’dır. İs­lâm’dan önce dürüst bir genç olarak tanınan Abdullah, İs­lâm’ın yayılışını işitir işitmez Müslüman olan ilklerdendir. Hat­ta bu hususta kendisi şöyle demektedir: “Ben Müslümanla­rın altıncısıyım. O zaman yeryüzünde altı kişiden başka Müslüman yoktu.”[75] Evvela Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye hicret etmiştir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) u Mekke’de Zübeyr (Radıyal­la­hu Anh) ile kardeş kılmıştı.[76] Kendisi Ashâb-ı Suffe’den olup hazarda ve seferde Nebi’den hiç ayrıl­mamış, daima onun hiz­metinde bulunmuştu. Bu sebeple fıkıhta, hadiste ve Kur’an kıraatında en yüksek payeyi kazanmış­tır. Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahu Anh) zayıf bünyeli ve cılız bacaklı olmasına rağmen Habeşistan’a ve Medine’ye olmak üzere iki hicret gerçekleştirmiş, Bedir’den itibaren bütün savaşlara katılmış, Rasûlullah’ın vefatından sonra da Şam böl­gesi fetihlerine iştirak etmiştir. Bir gün Rasûlullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) ın isteği üzerine bir ağaca tırmanmış, bazı sahâbî ar­kadaşları bacağının inceliğin­den dolayı gülüşmüşlerdi. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Kıyamet gününde mîzanda Uhud dağından daha ağır gelecek olan bir ayağa mı gülüyorsu­nuz?” buyurdu.[77]

İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) ilimde önder, ümmetin de kurrâ ve fâkihlerindendir. Bizzat Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın ağzından yetmiş küsûr sûre ezberlemiştir. Sahâbîler Allah’ın Kitabı’nı en iyi bilenlerden birinin de Abdul­lah olduğunu bilmekteydiler.[78] Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Kur’an’ı şu dört kişiden alı­nız: Abdullah bin Mes’ud, Huzeyfe’nin âzâtlısı Salim, Muaz bin Cebel ve Ubeyy bin Ka’b’dan.”[79] Yine İbni Mes’ud (Ra­dıyallahu Anh) şöyle söylemektedir: “Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ile söylüyorum ki, Allah’ın Ki­ta­bı’n-dan nerede ve ne hakkında indirildiğini bilmediğim hiçbir sûre yoktur. Eğer Allah’ın Kitabı’nı daha iyi bilen, ken­disine ulaşabileceğim biri­sinin olduğunu bilsem muhakkak ona giderdim.”[80] Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin: “Se­ni alıkoymadıkça evimin örtüsünü kaldırabilir ve fısıltıları dinleyebilirsin. Bu girme iznindir.” dediği[81] ve annesiyle birlikte Ne­bi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nin evine çok sık ve rahat bir şekilde girmesi sebebiyle Ebu Musa (Radıyallahu Anh) nın Nebi’nin ev halkından zannettiği[82] İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh), bu büyük ve önemli fırsatı kendi lehine değerlendirerek ilimde büyük payelere ulaşmıştı. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın: “İlmi dört kişiden alınız.”[83] dediği kişilerden bi­risi de oydu. (Diğerleri Ebu’d-Derda, Sel­man-ı Fârisî ve Abdullah bin Selam’dır.) Ebu Mes’ud (Radıyallahu Anh), İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) hakkında: “Rasûlullah’ın kendinden sonra geride Allah’ın Kitabı’nı on­dan daha iyi bilen bir kimse bıraktığını bilmiyorum.” demiş­tir.[84] Rasûlullah (Sallal­lahu Aleyhi ve Sellem), İbni Mes’ud’un Kur’an okuyuşunu çok beğenir, bazen ona Kur’an okutur[85] ve: “Kim yeni indiği tazelikte Kur’an oku­mayı arzularsa Ümmü Abd’ ın oğlunun kıraati ile okusun.”[86] di­yerek onu taltif ederdi.

Ömer (Radıyallahu Anh), Ammar bin Yasir ile İbni Me­s’ud (Radıyallahu Anhuma) u Kûfe’ye gönderdiğinde yöre halkına yazdığı mektupta şöyle yazmıştı: “Ben size Ammar’ı emîr, İbni Mes’ud’u da muallim ve vezir olarak gönderdim. O ikisi, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Bedir’e ka­tılan ashâbının seçkinlerindendir. Onları dinleyin ve peşlerin­den gidin. Abdullah bin Mes’ud’dan faydalanma husu­sunda sizi kendime tercih ettim.”[87] Meşhur tabiîn imamla­rından Mesruk (Rahmetullahi Aleyh) ise: “Muham­med (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) in ashâbıyla yakın ilişkiler içinde bulundum ve içlerinde altı kişinin ilmin doruğuna ulaştığına tanık oldum. Bunlar Ömer, Ali bin Ebi Talib, İbni Mes’ud, Zeyd, Ebu’d-Derda ve Ubeyy (Radıyallahu Anhum) dir. Sonra bu altı kişi ile yakınlık kurdum ve bunların ilimleri­nin Ali ile İbni Mes’­ud’­da zirveye ulaştığını gördüm.” demekte­dir.[88] Kûfe halkı, İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) a öyle bir sevgi gösterdi ve ona öy­le bağlandı ki, onların bir insanı sevme konusundaki bu ittifakları olağanüstü boyuttaydı. Zira bu halk kavgacı ve isyankar bir yapıya sahip olup barış ve sükûnete hiç dayanamazlar. Nitekim Ali bin Ebi Talib döneminde yaptıkları tarih sayfalarında halen mevcut­tur. İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) kendisini Osman (Radıyallahu Anh) ın azletmesine kadar 17-18 yıl Kûfe’de görevini sürdürmüş, bunun neticesinde Hanefî mezhebinin itikadî ve kelamî kısmı dışında temelleri onunla Ali (Radıyallahu Anh) nin rivayetleri ve fetvaları üzere bina edilmiş­tir. Zaten her ikisi de sahâbenin en çok fet­va veren 7 kişisi arasında bulunmaktadır.[89] Bilindiği gibi Hicaz (Arabis­tan) fıkhı da Ömer, Aişe, İbni Ömer ve İbni Abbas (Radıyal­lahu Anhum) ın rivayet, hüküm ve fetvalarına dayan­maktadır. Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahu Anh): “Be­de­nine dövme yapan ve yaptıran, yüzünün tüyünü yolan, dişlerinin arasını ayırtarak Allah’ın yarattığını değiştiren kadın­lara Allah lanet etmiştir.” dediğinde Ümmü Ya’ kub isimli bir kadın: “Ben Kur’an’ı okudum ve bu söylediklerine rastlamadım.” diyerek itiraz etmişti. Bunun üzerine İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) eşsiz ilmiyle kadına şöyle cevap vermişti: “Sen Kur’an’da (...Ra­sûl size ne verdiyse onu alın ve size neyi yasak ettiyse on­­dan da sakının.)[90]ayetini okumadın mı? Şüphesiz ki Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu kişilere lanet etti.”[91]

Büyük bilginlerden olduğu herkesce bilinen İbni Mes’ ud (Radıyallahu Anh) az hadis rivayet ederdi. Bu da hadis metinleri hususundaki titizliğinden ve üstün takvâsından ileri gelirdi. Lafızların zabtına son derece ihtimam gösterir, rivayette şiddetli davranır, öğrencilerini de nasların lafızlarını zapt etmede gevşeklikten men ederdi. Amr bin Meymun (Rah­me­tullahi Aleyh) dan şöyle rivayet edilmiştir: “İbni Mes’ud (Ra­dıyallahu Anh) (her perşembe günü) ders yapardı. Onunla buluşmayı hiç kaçırmazdım. [Bir yıl boyunca Rasû­lullah (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) tan hiç hadis rivayet etmediği olurdu.] Herhangi bir şey hakkında kimseye ‘Rasûlullah şöyle buyurdu.’ dediğini işitmedim. Yalnız bir akşam ‘Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurdu.’ dedi ve hemen başını öne eğdi. Biraz sonra ona baktım ki, gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözleri yaşlarla dolup taşmış ve boyun damarları şişmiş vaziyetteydi. Müteakiben: ‘Rasûlullah (Sallallahu Aley­hi ve Sellem) böyle veya buna yakın buyurdu.’ dedi.”[92] Nitekim onun açtığı bu çığır gerek kendi talebeleri ve gerek diğer hadisçiler için zamanımıza kadar uyulan ilmî bir sünnet olmuştur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a devamlı refakati, kuvvetli hafızası ve üstün ilmine rağmen hadis rivayetindeki bu titiz­liği sebebiyle kendisinden yalnız 840 adet hadis rivayet edilmiş­tir.[93] Bunlardan 64’ünü Buhârî ve Müslim ittifaken, 21’ini Buhârî ve 35’ini Müslim münferiden sahihlerinde riva­yet etmiştir. Her biri ilimde ayrı birer şöhret olmuş Alkame, Esved, Mesruk, Ubeyde, Haris, Kadı Şüreyh gibi tabiîn imam­ları başta olmak üzere birçok öğrencisi kendisinden ilim almışlar ve bize ulaştırmışlardır. Allah onlara rahmet etsin.

Bütün bunlarla birlikte İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) un insan olmasının bir gereği olarak yaptığı bazı âşikâr hataları vardı. Onun ilimdeki yüksek derecesini ikrar ederek, ilmî emanet gereği bilinmesi gereken bu hataları belirtmemiz ge­rekmektedir:

1. Kur’an’ın toplanıp tek bir mushaf haline getirilmesinde Osman (Radıyallahu Anh) a muhalefet ederek kendi mushafını vermemiş ve öğrencilerine de vermemelerini emret­mişti.

2. Felâk ve Nâs sûrelerinin sûre olmadığını söylüyor, on­ları dua kabul ediyordu.

3. Rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ref’ulye-deyn yapmayı (elleri kaldırmayı) terk etmişti.

4. İslâm’ın ilk dönemlerinde cemaat iki kişi ise biri ima­mın sağında, diğeri solunda dururdu. Daha sonra bu durum nesholundu ancak İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) bunu terk etmedi.

5. Gene İslâm’ın ilk dönemlerinde yapılıp daha sonra nesholunan rükûdaki tatbik fiilini (ellerin dizlerin arasında birleştirilmesini) terk etmeyerek ısrarla devam ettirdi.

Güzel hâl ve hareketi, meslek ve meşrebi ve sîreti yönün­den ashâbdan Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ye en yakını olan[94] İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) ince yapılı, kısa boylu ve fazlaca esmer biri idi. İbadetlerine son derece düş­kün ve Sünnet-i Seniyye’nin yaşanan bir numûnesiydi. Bid’atlerle mücadele eder, sünneti yaşatmaya son derece gayret ederdi: İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) Kûfe’de mual­lim iken kendisine, mescitte bir gurup insanın toplanarak aralarındaki bir adamın yönlendirmesiyle toplu halde zikir yaptıkları ve bu zikirlerini yanlarındaki taşlarla saydıkları ha­beri ulaştı. Derhal mescide gidip hâllerine bizzat şahit olunca bu yaptıklarının bid’at olduğunu anlatarak, bu amelle­rinden sevap kazanamayacaklarını belirtmiş ve: “O taşlarla ancak günahlarınızı sayın! Yazıklar olsun size ey Ümmet-i Muhammed! Ne çabuk helak oldunuz? Nebinizin sahâbesi henüz aranızda bolca bulunmakta, onun elbiseleri eskimemiş, kapları kırılmamış (olduğu halde böyle yapıyorsu­nuz). Nefsim elinde olana yemin ederim ki, sizler kesinlikle ya Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in dininden daha doğru yolda olan bir din üzeresiniz veya bir dalâlet (sapıklık) kapısı açmaktasınız.” demiştir. Onlar: “Val­lahi biz sadece hayrı elde etmek için bunu yapıyorduk.” dedikle­rinde ise: “Hayrı isteyen niceleri var­dır ki onu hiç elde edemezler.” diye karşılık vererek onlardan yüz çevirmiştir.[95] Kûfe’de bıraktığı ilmin eserleri asırlarca silinmemiştir.

Kendisinin fakir olması sebebiyle eşi Zeynep (Radıyalla­hu Anha) in zekatını verdiği[96] İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) Rebze’de yalnız başına vefat eden Ebu Zerr (Radıyallahu Anh) in cenaze namazını kılarak defninde bulundu. Sonra Medine’ ye geldi ve orada hastalandı. Hicrî 32. yılda 60 yaş civarında Medine-i Münevvere’de vefat etti. Cenaze namazını bizzat halife Osman (Radıyallahu Anh) kıl­dırdı ve Cennetü’l-Bâki’ye defnedildi.

Allah ondan razı olsun ve makamını Firdevs Cenneti, bizi de kendisine komşu kılsın.

 

 

 

 

 

 

 

 

º


 

8

Abdullah bin Amr bin As (Radıyallahu Anh) (700)

 

 

 

 

Arap’ın en kurnazlarından olan Amr bin As’ın oğlu olan Ab­dullah, Kureyş kabilesindendir. Künyesi Ebu Muhammed olup annesinin adı Rayta binti Münebbih’tir. Babasından önce Müslüman olmuştur. Mekke fethinden evvel babasıyla beraber hicret etme şerefine nail olmuştur. Babasından 12 yaş küçük olduğu rivayet edilen Abdullah bin Amr (Radıyal­lahu Anh) uzun boylu ve kırmızı tenliydi. Bilekleri gayet güçlüydü.

Babası zeka, deha ve kurnazlıkta üstat olduğu kadar o da âbid, zâhid ve her şeyi âşikâr olmada yüce bir mevkîye sahip üstat idi. Sahâbîler arasında takvâca en üstün olanlardandı. Hatta her gece sabaha kadar namaz kılar ve Kur’ an’ı hatmeder, her gün oruç tutardı. Babası Amr bin As bu durumu Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a bildirdi­ğinde Abdullah (Radıyallahu Anh) ı çağırttı, kendisine gelen haberi ondan sorarak doğruladı ve Abdullah’ın: “Daha fazla­sına gü­cüm yeter!” diyerek yaptığı ısrarlara rağmen Kur’an’ı azamî 3 günde bir hatmetmesini emretti. Sebep olarak da 3 günden kısa sürede okuyanın Kur’an’ı anlamayacağını zikretti.[97] Oruç hakkında da azamî olarak Davud (Aleyhi’sSe­lam) un orucunu yani bir gün oruç tutup bir gün iftar etmeyi emretti ve bunun, oruçların en faziletlisi olduğunu belirtti. Gece namazı hususunda ise Allah’a en sevimli namazın Davud (Aleyhi’s-Selam) un namazı olduğunu, Davud (Aleyhi’s-Selam) un gecenin ilk yarısında uyuduğunu, müteaki­ben üçte birinde namaz kıldığını ve son altıda birinde gene uyuduğunu bildirmiş ve kendi sünnetinin ise gecenin bir kısmında namaz kılıp bir kısmında uyumak, bazen oruç tutup bazen tutmamak ve eşleriyle beraber olmak olduğunu söylemiş ve: “Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” buyurmuştur. Abdullah (Radıyallahu Anh) yaşlanıp da kendine nezrettiği bu ibadetleri yapmakta zor­landığında hayıflanır ve: “Keşke Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın bana verdiği ruhsatları kabul etseydim!” der dururdu.[98]

Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) ın üstünlüklerinden biri de ilme olan merakı ve tutkusuydu. Hicret ettikten sonra Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın dizinin dibinden ayrılmamış, bu sayede ondan birçok hadis işitmiş, ezberlemiş ve _diğer sahâbîlerden ayrı olarak da_ yazmıştır. Onun yaz­dığı bu hadis mecmuasının adı Sâdıka’dır. Nebi (Sallal­lahu Aleyhi ve Sellem) nin, kendisinin sözlerini yazma­sına ilk müsaade ettiği kişi olan Abdullah’ın ilmine muksirûnun ilki olan Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) de şahit­lik etmektedir. O: “Abdullah bin Amr’dan bildirilenler hariç tutulursa sahâbenin içinde benden daha çok hadis rivayet eden olmadı. Abdullah yazardı, ben ise yazmazdım.” demiştir.[99] Nebi (Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem) nin başlan­gıçta hadislerin yazılmasını nehyetmesinin gayesi, sahâbîlerin ilgilerinin sadece Kur’ an’a yönlendirilmesi ve Kur’an’ın yazılması sûretiyle Sünnet-i Nebevî ile karıştırılma­dan ayrı bir konuma kavuşturulması ve iyice kalplerde yer ederek öğrenilmesi, ezberlenmesidir. Bu amaca ulaşıldıktan ve Kur’an birçok sahâbî tarafından hıfzedilip öğrenildikten sonra karışma ihtimali ortadan kalkmış ve hadislerin yazılma­sına izin verilmiştir.

Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) ın rivayet ettiği ha­dis sayısı 700’dür.[100] Bunlardan 17’sini Buhârî ve Müslim ittifaken, 8’ini Buhârî ve 20’sini de Müslim münferiden riva­yet etmiştir. Oldukça fazla öğrencisi vardı. Zehebî’nin Si­yer’de bildirdiğine göre 82 kişi Abdullah’tan hadis rivayet etmiştir. Kendi dili Arapça’dan başka İbranice’yi de bilirdi. Tev­rat ve İncil’i tetkik etmiş ve onlarla Kur’an arasında mukayese yapmıştır.

Ali (Radıyallahu Anh) ile Muaviye arasında çıkan fitnede ba­basıyla beraber hareket ederek Muaviye’nin yanında bulunan Abdullah bin Amr (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: “Benim Sıffîn olayı ile de, Müslümanların birbirleriyle çarpışmalarıyla da ilgim yok, bunları onaylamıyorum. Keşke bu olay­lardan önce ölseydim. Vallahi bu olayda hiç kılıç sallama­­dım ve hiç ok da atmadım.”[101] Peki Abdullah (Radıyallahu Anh) bu fitneleri tasvip etmediği halde neden taraf olmuştu, hem de hak cephesine karşı? Bunun cevabını da yine kendisi vermektedir: Abdullah (Radıyallahu Anh) Muaviye’ nin yanında olduğu bir sırada yanlarına iki adam girip Ammar bin Yasir (Radıyallahu Anhuma) i hangisinin öldürdüğü hususunda münakaşa ettiler. Bunun üzerine Abdullah (Radıyal­lahu Anh): “Birbirinizi bundan dolayı tebrik edin. Çünkü ben Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın: ‘Am­mar’ı taşkın bir gurup öldürecek.’ buyurduğunu işit­tim.” dedi. Bunun üzerine Amr bin As’a, oğluna sahip olma­sını söyleyen Mu­viye: “Bizimle beraber işin ne öyleyse?” dediğinde Abdullah (Ra­dıyallahu Anh) onlarla bulunuş sebe­bini ve hâlini şöyle beyan etti: “Babam beni bir meselede Ra­sûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) a şikayet etti de o (Sal­lallahu Aleyhi ve Sel­lem) bana: ‘Sağ olduğu müddetçe babana itaat et!’ diye emretti. Ben bu emir sebebiyle bu­rada sizinleyim. Ancak çarpışmıyorum.”[102] Allah hatasını affedip niyetinden dolayı onu mükafatlandırsın.

Ömrünün sonunda gözSerini kaybeden bu büyük alimin vefat yeri ve tarihi hakkında çokça şeyler söylenmekle bera­ber hicrî 65 yılında 72 yaşında vefat ettiği ve evine defnedildi­ği bilgileri daha sahihtir. Mısır’da vefat ettiği söylendiği gibi Şam’da, Tâif’te ve Mekke’de vefat ettiği de söylenmektedir, Allahu a’lem.

Allah ondan razı olsun.

İslâm dininin ikinci kaynağı olan hadislerin binlercesini Rasûlullah’tan işittikleri şekilde rivayet edip bizlere ulaşmasını sağlayan muksirûna selam olsun...

Sayılarının 114.000’e ulaştığı rivayet edilen ve Allah’ın ken­dilerinden razı olduğunu bildirdiği ışık saçan sahâbenin tamamına selam olsun...

Allah (Azze ve Celle) hepsinden razı olsun...

 



[1]       Hatîbu’l-Bağdadî (Şerefu Ashâbi’l-Hadis) s.13,15

[2]      Buhârî 4096, Müslim 1679/29

[3]      Tirmizî 2795, İbni Mace 232

[4]      Şerefu Ashâbi’l-Hadis s.31

[5]      Dârimî 1/31/324, Hatîb (el-Kifaye fi İlmi’r-Rivaye) s.176, Müsned 2/88, Tabakât 2/373

[6]      İbni Mace 25-26,29, Dârimî 1/28/278-279,283-284

[7]      İbni Mace 28, Ahmed (Kitabu’l-İlel) 62-63, Şerefu Ashâbi’l-Hadis s.88

[8]      Buhârî 6190,6601, Müslim 1683/39, Ahmed 1/67-68

[9]      Tirmizî 4091

[10]     Tirmizî 4089

[11]      Müslim 2491/158

[12]     Ashâb-ı Suffe: Mescidi Nebevî’nin bitişiğindeki bir sofada ikamet edip yalnızca ilim ve ibadetle meşgul olan, fakir, evi barkı olmayan, özellikle civar beldelerden gelen Müslümanlardan oluşan ve sayısı bazen artıp bazen azalan bir cemaatin ismidir. Allah onlardan razı olsun.

[13]     Hâkim 3/508

[14]     Tirmizî 4085,4086

[15]     Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 2/593

[16]     Buhârî 255

[17]     (İndirdiğimiz açık delilleri ve Kitap’ta insanlar için beyan ettiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet eder. An­cak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar müstesna. Zira ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben çokça tevbeyi ka­bul eden ve esirgeyenim.)  (Bakara 159-160)

[18]     Buhârî 271

[19]     Hâkim 3/509

[20]     Ahmed 2/413

[21]     Ahmed bin Hanbel (Kitab’ul-İlel ve Marifeti’r-Rical) 1/42-43, Tabakât 7/1, 162, İbni Hacer (Tehzibu’t-Tehzib) 1/470

[22]     Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 2/213

[23]     Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 2/614

[24]     Buhârî 272

[25]     Buhârî 3377

[26]     İbni Hazm (el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm) 2/87, Cevâmîu’s-Sîre s.301-302

[27]     Cevâmîu’s-Sîre s.257

[28]     Buhârî 3837

[29]     Âl-i  İmrân 92

[30]     Büyük İslâm Tarihi 9/12

[31]     Mu’cem’ul-Kebir 12/260, Heysemî 9/347

[32]     Buhârî 3519, Müslim 2479/140

[33]     Müslim 2478/139

[34]     Tabakât 4/169

[35]     Tabakât 4/186

[36]     Tabakât 4/185, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 3/332

[37]     Büyük İslâm Tarihi 9/14

[38]     Buhârî 570, Tabakât 4/179

[39]     El-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm 2/87-88

[40]    Cevâmîu’s-Sîre s.257

[41]     Buhârî 1848, Müslim 2481/142-143

[42]     Tirmizî 4084

[43]     Müslim 2151/31

[44]    Müslim 2309/51

[45]     Tirmizî 4083

[46]    Müslim 2482/145-146

[47]     Tabakât 7/120

[48]    Buhârî 4201 (Tâlikan)

[49]    Cevâmîu’s-Sîre s.257

[50]     İbni Mace 24

[51]      Buhârî 4188

[52]     Mu’cemu’l-Kebir 1/250, Heysemî 9/325

[53]     Cevâmîu’s-Sîre s.257

[54]     El-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm 2/87-88

[55]     Buhârî 3530, Tirmizî 4075

[56]     Buhârî 295, Müslim 2477/138

[57]     Buhârî 4305

[58]     Buhârî 5058

[59]     El-İsâbe 3/324

[60]    Hâkim 3/537

[61]     Büyük İslâm Tarihi 7/452, Abdurrezzak, Ebu Nuaym, Beyhâkî

[62]     Cevâmîu’s-Sîre s.258

[63]     Buhârî 1940

[64]    Müslim 2471/129

[65]     Buhârî 1939, Nesâî 4613

[66]    Buhârî 5706, Tirmizî 4103

[67]     Buhârî 4289

[68]    Buhârî 2630

[69]    El-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm 2/87

[70]     Cevâmîu’s-Sîre s.258

[71]     Sahâbîler arasında Bedir ehli olmak, o da olmazsa Rıdvan Biatı’nda bulunmak bir üstünlük göstergesidir. Çünkü her iki tâife için de Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tan müjdeli haber gelmiştir: Bedir ehli hakkında: “…Allah’ın Bedir ehli hakkında bir bildiği var ki onlara: «Dilediğinizi yapın, ben sizi mağfi­ret ettim.» buyurdu.” (Buhârî 3983, Müslim 2494/161) hadisi, Rıdvan Biatı’nda bulunanlar hakkında: “(Rıdvan Biatı’nda) ağacın altında bey’at etmiş olanlar (Ashâb-ı Şecere) dan hiç kimse ateşe girmez.” (Ebu Dâvud 4653, Tirmizî 4113, Müslim 2496/163) hadisi vârid olmuştur.

[72]     El-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm 2/87

[73]     Cevâmîu’s-Sîre s.258

[74]     Müslim 889/9

[75]     Mu’cemu’l-Kebir 9/58, Keşfu’l-Estar 3/248

[76]     Buhârî (Edebü’l-Müfred) 568, Hâkim  3/314

[77]     Ahmed 1/114, Mu’cemu’l-Kebir 9/970

[78]     Buhârî 5094

[79]     Buhârî 5094, Müslim 2464/116

[80]    Buhârî 5095, Müslim 2463/116

[81]     Müslim 2169/16, İbni Mace 139

[82]     Buhârî 3535, Müslim 2460/110

[83]     Tirmizî 4054

[84]    Müslim 2461/113

[85]     Buhârî 5150, Müslim 800/247

[86]    İbni Mace 138

[87]     Tabakât 3/225, Hâkim 3/388

[88]    Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ 1/493

[89]    El-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm 2/78

[90]    Haşr 7

[91]     Buhârî 4846, Müslim 2125/120

[92]     İbni Mace 23, Hâkim 3/314

[93]     Cevâmîu’s-Sîre s.258

[94]    Buhârî 3554, Tirmizî 4057

[95]     Dârimî 1/23/210. Bu hadiste anlatılan durumun günümüzde mevcut olduğuna ve bazı cemaatlerin, net bir şekilde bid’at diye adlandırılan ve şiddetli bir üslupla yasaklanan bu ibadet şekline büyük önem vererek devam ettiklerine dikkat çeki­yor ve o kardeşlerimden Allah için, İbni Mes’ud’un sözlerine kulak vererek bu yaptıklarını terketmelerini, Kur’an ve sahih sünnette gelen meşru ibadet şekille­rine yönelmelerinin gereğini hatırlatıyorum. Çünkü Ehli Sünnet alimlerinin ittifak ettikleri kaidelerden biri de şudur:

‘İbadetlerin kabul şartı üçtür:

 1. Allah’a iman etmek ve O’nu birlemek,

 2. İbadetin ihlasla (yalnızca Allah için) yapılması,

 3. Sünnete uygun olması.’

 Ayrıca, sahih hadislerde Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allahu Teâlâ’nın, bid’at sahiplerinden o bid’atlerini terkedene kadar tevbe etmelerine engel olaca­ğını, her bid’atın dalâlet, her dalâletin de ateşte olduğunu ve bid’at amellerin reddo­lunacağını (kendilerinden kabul edilmeyeceğini) bildirmiştir. (et-Terğib ve’t-Terhib 1/110, Buhârî 2492, Müslim 867/43)

[96]    Buhârî 1389

[97]     Bizim de bundan hareketle Kur’an’ı anlayarak ve düzenli bir şekilde okumamız gerekir. Zaten Kur’an’dan uzak bir Müslüman düşünülebilir mi?

[98]    Buhârî 1087, 5147, Ahmed 2/158, Tirmizî 3119

[99]    Buhârî 267

[100]   Cevâmîu’s-Sîre s.258

[101]    Tabakât 4/266

[102]    Ahmed 2/164