Hamd alemlerin rabbi Allah’a mahsustur. Salat ve selam nebilerin ve rasullerin efendisi, sonuncusu Hz. Muhammed’e, ailesine, sahabelerine ve kıyamete kadar O’nun yolunda yürüyenlere olsun.

Muhakkak ki tarih bir ibrettir. Akıl sahibi insan orada hayrın ve hakkın yollarını görür ve bu yollarda yürümeye başlar. Ümmeti bu yollara çağırır, insanlara, bu yollarda yürüyenlerin ne derece mutlu olduklarını ve akıbetlerinin ne kadar güzel olduğunu beyan eder. Bununla birlikte akıl sahibi insan uçurumları ve insanın ayağını kaydıran zeminleri de bilir ve bunlardan da uzaklaşır. Ümmeti de bu kaygan zeminlere girmeleri bu uçurumlara yaklaşmaları halinde helak olacakları ve uçuruma yuvarlanacakları hususunda uyarır. Tabi buna ek olarak da onlar için kötü akıbet (son)vardır.

Çünkü, nice akıl sahibi insanlar vardır ki ümmetini hayırlara yönlendirmiş, onları izzete ve şerefe götürmüştür. Böylece o ümmetin makamı yücelmiş ve diğer insanlara önderlik etmiştir.  Bütün insanlığa hayır ve mutluluk sunmaya başlamıştır.

Cahil insan ise tarihteki kötü ve şerli olaylara bakar, bunları kendine örnek alır. Servet elde etmek, makam ve iktidar sahibi olmak gayesiyle bu yollarda yürür. Ayrıca servetler biriktirmek, başkaları üzerinde iktidar sahibi olmak hırsıyla da ümmeti peşinden gitmeye çağırır. İsterse bu yaptıkları fesada, anarşiye ve haramların çiğnenmesine yol açsın, bunlara aldırış etmez.

Nice cahil insanlar vardır ki, sadece şöhret veya servet yahut makam uğruna ümmetini cinayetler işlemeye ve başka ümmetleri yok etmeye sürüklemiştir. Böylece ümmetini, diğer ümmetler nezdinde zelil etmiş ve insanlar arasındaki değerini düşürmüştür. İnsanlar, işledikleri cinayetler, yaptıkları bozgunlar ve münkerler sebebiyle o ümmete uğursuz gözüyle bakmaya başlamışlardır.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"Mülk elinde olan Allahı yücedir. O, her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, her şeye galiptir, çok affedendir"[1]

Dolayısıyla bizim tarihimizi iyi okumamız gerekmektedir. Hakka davet edenleri, iman ehli insanları, mücahitlerin komutanlarını tanımalı, izlerini takip etmeli ve yürüdükleri yollardan gitmeliyiz. Çocuklarımızı buna göre yetiştirmeli, o insanların hayatlarını öğretmeliyiz. Çocuklarımıza onları örnek almalarını öğütlemeliyiz. Bu hususta çocuklarımızı takip etmeli, yanlış yapmaları halinde hesaba çekmeliyiz.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"İlk iman eden muhacirler ve ensar ile iyilik yaparak onlara tabi olanlardan Allah razı oldu. Onlar da Allah’tan razı oldular. Allah, onlar için altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur"[2]

Bunun yanında -tarihimizi okurken- batıla davet edenleri, heva sahibi, menfaatçi insanları, arzularının peşinden gidenleri, mücrimlerin ve günahkarların önderlerini de iyi tanımamız gerekir. Onlardan uzaklaşmalı, ha­yatımızı onların hilafına tanzim etmeliyiz. Çocuklarımızı onlardan nefret etme duygusuyla yetiştirmeliyiz. Onların siretlerinin ne derece kötü olduğunu çocuklarımıza öğretmeliyiz. Böylece çocuklarımızdan o tür yollardan uzak­­laş­malarını istemeli, bu hususta onları göz önünde tutmalı ve yapmaları halinde hesaba çekmeliyiz.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"Zalimler ise, kendilerine verilen refahın peşinde koştular ve suçlular (mücrimler) oldular"[3]

"Kalbini bizi anmaktan uzaklaştırdığımız, arzu­larına uyan ve işi gücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma"[4]

"Ey iman edenler! Yahudileri ve hris­ti­yanları dost edinmeyin. Onlar, birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz onlardan olur. Muhakkak ki Allah, zalim kavmi hidayete erdirmez."[5]

İşte bu kısa tarihi inceleme neticesinde kardeşlerimizi tanıyacak ve onlarla yardımlaşacağız. Onlardan almamız gereken örnekleri de alacağız. Nitekim düşmanlarımızı da iyi bilecek ve onlardan uzaklaşacağız. Almamız gereken tedbirleri de alacağız.

Son olarak yüce ve kudret sahibi Allah’tan bize rüşdümüzü ilham etmesini, bizi doğru yola iletmesini ve amellerimizi rızasına halis kılmasını niyaz ediyoruz.

Son duamız:

Alemlerin rabbi Allah’a hamdolsun!

 

 


 

 

 

 

 


Rasüllerin ve nebilerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v), nebilerin ve rasullerin bi’setinin fetreti yaşadığı merhaleden sonra gönderildi.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"Ey Kitab ehli! Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz diye, peygamberlerin arasının kesildiği bir devirde size gerçekleri açıklayan peygamberimiz geldi. İşte size müjdeci ve uyarıcı geldi. Allah her şeye kadirdir"[6]

Hz. Muhammed (s.a.v), İsa (a.s)’ın doğumundan 571 sene sonra gönderildi. Hz. İsa ise 33 yıl yaşadı. 57133=538 İsa’nın göğe yükseltilmesi ile Hz. Muhammedin doğumu. Hz. Muhammed’de 40 yaşında peygamber olarak gönderildi. 538+40=578.

Hz. Muhammed (s.a.v) bütün insanlığa peygamber olarak gönderildi. Allah’u teala buyuruyor ki: "(Ey Muhammed)! Biz, seni bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler"[7]

Bundan önce ise nebiler ve rasuller sadece kendi kavimlerine gönderilirlerdi. O peygamberin daveti de o kavmin anlayışına, örf-adetlerine ve ihtiyaç duyduğu hususlara göre olurdu. Son davet ise bütün insanlık için gönderildi. Geçmiş bütün hükümleri neshe­den genel bir şeraitle geldi. Bundan dolayı artık dünyada hiçbir kavmin ne daveti ne de şeriatı kalmıştır. Yeryüzünün sakinleri değişik çevrelere mensup olmalarına, temayüllerinin farklılığına rağmen İslam’ı bir akide ve hayat düzeni olarak benimsemek zorundadırlar.

Rasulullah davetine Mekke’de başladı. Allah’ın ayetleri de açık, seçik manalarla iniyordu. İnsanı, kendini ve kendi içinde cereyan eden şeyleri, kainatı ve kainatta olanları düşünmeye, tefekkür etmeye davet ediyordu. Çünkü tefekkür eden, tefekkür ettiklerini ölçüp biçen ve bunlardan ibret alan kişi Allah’a hakiki bir şekilde iman eder. İmanı kalbe yerleşir, akli delillerle sebat kazanır. Allah’ın yolundan ayrılmaz. Artık hiçbir kuvvet onu imanından kaydıramaz. Bilakis imana davet eder ve bu uğurda canı ve sahip olduğu her şeyle cihad eder, mücadele verir.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"Yeryüzünde iman ehli için birçok ayetler vardır. Nefislerinizde de… hâla görmeyecek misiniz?"[8]

Yaratılmış olan insan, bedenine yerleşmiş olan ruhu,… damarlarda dolaşan ve vücudun gıdasını veren kanı… Hissetmeyi sağlayan sinir sistemini… Türlü fikirler üreten ve idrak etmeyi sağlayan aklı… gözün görme enerjisini… Kulağın duyma özelliğini,.. Koku almayı… Ve bütün bunların doğumdan ölüme kadar kesilmeden devam etmesini.. düşünsün. Evet yaratılmış olan insan bütün bunların kaynağının kim olduğunu tefekkür etsin? Acaba bunları var eden o mahluku yaratan yüce hâlık’(yaratıcıdan) başkası mıdır? Kadir olan, nimetler veren, aziz ve hakim olan Allah ne yücedir!!.

Ayrıca Allah’u teala şöyle buyurmaktadır:

"Gökleri, yeri ve aralarında bulunanları altı günde yaratan ve sonra arşa istiva eden Allah’tır. Allah’tan başka ne bir dostunuz ne de bir şefaatçiniz vardır. Hiç düşünmez misiniz?"[9]

"Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeylerle denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her türlü canlıyı yaymasında, rüzğarı ve yerle gök arasında emre hazır olan bulutları çeşitli yönlere çevirmesinde, aklını kullanan bir topluluk için ibretler vardır"[10]

Şüphe yok ki bu uçsuz bucaksız gökleri yeryüzü ve onun genişliğinin, gündüz vakti doğup dünyayı aydınlatan, akşam vakti batıp her tarafın karanlığa boğulmasına yol açan -böylece değişmeyen ve asla bozulmayan bir düzen içinde gece gündüzün oluşmasına se­bep olan- güneşin yaratılmasını düşünen…

Aynı şekilde gökten inip, kuraklık isabet ettikten sonra yeryüzünün dirilmesine (yeşer­mesine), canlıların hareketlenmelerine, ot­la­rın bitip ağaçların yeşermesine sebep olan suyu düşünen insan…

Evet insanlardan bu apaçık olayları, bu zahir delilleri, ayetleri tefekkür eden kişi sağlam bir inanç, değişmez bir yakin ile Allah’a iman eder. O’na hakkıyla ibadet eder ve kendisine indirmiş olduğu şeriata tabi olur.

İşte Rasulullah (s.a.v) kavmini Allah’a ibadet etmeye, putlara tapmayı, Allah’a şirk koşmayı, O’na bir şeyleri denk tutmayı terk etmeye davet etti. Onları atalarının taptıkları şeyleri bırakmaya çağırdı. Bunun yanında onları ahlaki faziletlere geçmişlerden kalan adetlerden ve düşmanlıklardan uzak durmaya davet etti.

Rasulullah (s.a.v) de kavmi içinde emanet doğruluk yüce bir ahlaka sahip ve karakterli biri olarak biliniyordu. Nitekim es-Sadık (doğru sözlü) ve el-Emin (Güvenilir) lakaplarıyla anılır olmuştu.

İslam davetine Kureyş’ten grup cevap verip iman ettiler. Diğer bir grup inatçılık ve asabiyetçilik yaparak ve de menfaatlerini kaybetme, makam-mevkilerini yitirme kaygısı, ayrıca atalarından miras aldıkları puta tapma adetini korumak için bu davete icabet etmeyip inkarcı (kafir) oldular.

Rasulullah (s.a.v) iman edenleri güzel ahlak hasletlerine sahip olmak ve Salih ameller işlemek üzere eğitmeye çalıştı. Mü’minlerin kalplerine imanın yerleşmesi ve şirkten uzaklaşmaları için çaba harcadı. Nihayetinde iman edenler bir ailenin fertleri gibi birbirine bağlı tek bir cemaat haline geldiler. İmanında samimi, Rabbine ve rasulüne itaat eden, tek derdi Allah’a davet etmek ve İslam’ı yaymak olan bir cemaat oldular.

Rasulullah’ın getirdiği daveti inkar eden ikinci fırka ise davetin önünde durmak için elinden gelen çabayı harcadı. Rasulullah’ın emin, sadık, iffetli ve şerefli bir insan olduğunu bilmelerine rağmen onun getirdiklerini inkar ediyorlardı. Bu fırka iman edenlerin üzerinde baskı kurmayı, onlara eziyet etmeye, bazı mü’minleri işkencelere tabi tutmaya, bazılarını da öldürmeye çalıştı. Öyle ki, bunun neticesinde bazı mü’minler Rasulullah’ın tavsiyesiyle Habeşistan’a hicret etmek zorunda kaldılar. Ancak bir müddet sonra tekrar memleketleri Mekke’ye döndüler.

Hac mevsimi geldiğinde Rasulullah (s.a.v) davetini kabilelere arzetti. Tebliğini, şiirlerin okunduğu genel toplantılarda insanlara sundu. Bunun üzerine Yesrib’in bazı ileri gelenleri islam’ı kabul ettiler. Nitekim daha sonra Rasulullah ve arkadaşı Ebu Bekir oraya hicret ettiler. İslam daveti Rasulullah’ın hicretiyle Medine-i münevvere ismini alan Yesrib’de yayılmaya başladı. Artık Medine’nin çoğunluğunu Müslümanlar oluşturuyordu. Geriye onlara düşmanlık yapan Evs ve Hazrec’den Müslüman olmayan birkaç kişi ile Müslüman olduğunu söyleyip küfrüne devam eden münafıklar kalmıştı. Münafıkların bir kısmı da Bedevilerdendi. Bunlara ek olarak bir de Yahudiler vardı. Yahudiler Medine’de birkaç kabileydi. Kaynuka oğulları Nadir oğulları, Kurayza oğulları…

Yahudiler de Rasulullah’la anlaşma yapmalarına rağmen en azılı düşmanlardandılar.

 


 

 

 



[1]   Mülk suresi, 1-2.

[2] Tevbe suresi, 100.

[3] Hud suresi, 116.

[4] Kehf suresi, 28.

[5] Maide suresi, 51.

[6] Maide suresi, 19.

[7] Sebe’, 28.

[8] Zâriyat, 20-21.

[9] Secde, 4.

[10]   Bakara, 164.