MECUSİLER

 

 

Müslümanlar, Allah’ın dinine davet etmek ve o bölgeleri fethetmek için Pers topraklarına girdiler. O bölgenin halkı da İslam’ı kabul etti ve imana yöneldi. Halkın eski dini Mecusilik yok oldu. Hakim olan Kisra devleti de yıkıldı gitti. Nitekim bu devlet mazisinde dünyanın en büyük iki devletinden biriydi. Bu devletler pers ve Bizans imparatorluklarıydı.

Mecusi din adamları, eski itikadlarını devam ettirmeleri halinde halklarından kopacaklarını, halkın inancını ve gidişatını etkilemekten uzak kalacaklarını anladılar. Kisra’la­rın görüşü de bu yöndeydi. Belki de aralarında görüşmeler,  ortak planlar kurmalar da oldu. Kendilerini müslümanmış gibi gösterip, gerçekte eski itikadları üzere kalmanın faydalı olacağı görüşüne vardılar. Bu düşüncelerini de uygulamaya koydular. Kendilerini İslam dinini kabul etmiş gibi gösterdiler. Böylece yurtlarında kalmayı garanti ettiler. Çünkü halkın inandığı dinin aynısına mensub olduklarını gösteriyorlardı. Bunun yanında cahiliye döneminde kendilerine tabi olan halklarıyla bağlarını devam ettirdiler. Artık halklarının önünde bazı şâzz fikirleri gündeme getiriyor ve bazı özel fikirleri yaymaya çalışıyorlardı.

Bu arada Abdullah b. Sebe’in fikirleri gölgeye ulaşmıştı. Abdullah b. Sebe’in fikirleri İslam akidesini kökünden yıkmayı, ümmeti parçalamayı hedefliyordu. İlke olarak Müslümanlardan bazı fertleri beşerin üzerinde bir mertebeye çıkarmayı diğer bir kısmını da tenkid edip aşağılamayı benimsemişti. Bundan maksadı ümmetin fertleri arasında ihtilaf çıkarmaktı. Bunun içinde İbn Sebe’ Rasulul­lah’ın ehli beytinden bazı fertleri propagandalarında kullanmaya başladı. Bunların ilki de Ali b.Ebi Talib idi. O’nun risaletin esası, Ra­su­lullah’tan sonra gelen vasiy (imam) olduğunu söylüyordu. Ali’den sonra da oğulları geliyordu. Onlar ümmetin imamları, davetin esasları ve insanların önderleriydiler. Hz. Ali’den önce hilafete gelenleri tenkid etmeye başladı. Çünkü onları Hz. Ali’nin hakkını gaspedenler olarak görüyordu. Kastettiği insanlar da Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dı.

Nitekim bu Yahudi cahiliye asabiyetini (ırkçılığı, kavmiyetçiliği) kışkırtmaya da çalıştı. Haşimoğulları ile Ümeyye oğulları arasında geçmişte olan ihtilafı kışkırttı. Halbuki her iki kabile de Abdumenaf oğullarındandı, Haşim de, Ümeyyenin amcasıydı. Fitneler çıkarmaya ve iftiralar atmaya başladı.

İşte bu fikirler İran topraklarına ulaşınca Mecusi rahipler ve Kisra’nın çocukları içlerindeki yaraya merhem buldular. Bu fikirleri be­nim­seyip, bunları başkalarına aktarmayı görev edindiler. Çocuklarının ve torunlarının zi­hinlerinde bu fikirlerin yerleşmesi için ellerinden gelen çabayı gösterdiler. Bu fikirler küçük bir topluluk arasında yavaş yavaş yayılmaya başladı. Sadece bu fikirlerin üzerinde dursa da sayıları artmaya devam ediyordu. Raşid hilafetin sonlarına doğru İslam toplumu içinde fitneler ortaya çıkmaya başladı. Fitneler ümeyyeoğulları döneminde de devam etti. Ancak etkisi geniş çaplı değildi, çünkü bu fitneleri ortaya çıkaranların ve alevlendirenlerin sayısı pek azdı.

Fitne önderleri tabilerinin az olması hasebiyle hayal ettikleri hedeflerine ulaşamayacaklarını anladılar. Ancak bu esnada Abbasilerin daveti ortaya çıktı. Bunun üzerine bu fit­neciler Abbasilerin yanında yer almayı uygun gördüler. Böylece güçlenecekler, tabileri artacak, onları destekleyenler çoğalacaktı. Kollarını sıvayıp bu işe atıldılar. Neticesinde ümey­ye­oğulları devleti zayıfladı ve yıkıldı. Yerine Ab­basi devleti kuruldu, ümmet de onun etrafında toplandı.

Fitneciler kuruluş aşamasındaki Abbasi devletinin güçlü olduğunu görünce, devlet zayıf kalsın diye fitneler yaymaya başladılar. Bu şekilde hedeflerine ulaşma imkanı bulacaklardı. Ancak devletin kurulmasını ve otoritesini bütün bölgelere yaymasını beklerlerse o zaman hiçbir şey yapamayacaklardı. Bilakis Abbasiler onlar yakalayacak ve yok edeceklerdi.

Bu fitneciler kabirleri -özellikle de ümey­ye­oğullarının kabirlerini- deşmeye başladılar. Ölülerin cüsseleri çıkarıyor ve çarmıhlara ge­riyorlardı. Çok çirkin olan bu işler, insanlarda infial oluşturuyordu. Bu yüzden kabirlerde yatanların kim olduklarını gizliyorlar ve deşilmemesi için kabirde yatanın isminin yerine başka isimler söylüyorlardı. Bunlardan bir tanesi de Halid b.Yezid’in kabriydi. Fitneciler gelip kabirde yatanın kim olduğunu sorunca bölgede (Humus şehri) bulunanlar. Halid b. Velid’e ait olduğunu söylediler. Onlar da kabri deşmediler. Yaygın olan da bu kabrin Halid b.Velid’e ait olduğudur. Halbuki Halid b. Velid h.21’de Medine’de vefat etmiş ve Baki’ mezarlığına defnedilmişti.

Kabirlerin deşilmesi, cüsselerin çıkarılıp çarmıha gerilmesi, hatta bazen kemiklerin çıkarılması, (nitekim Muaviye’nin, Abdülmelik b.Mervan’ın ve Hişam b. Abdülmelik’in kemikleri çıkarılmıştı) gibi çirkin olaylar insanların ağrına gitmeye başladı. Olanlardan haberleri bulunmamasına rağmen insanlar Abbasiler hakkında konuşmaya başladılar. Çünkü yapılanlar onların adına yapılıyordu.

Abbasi devleti otoritesini kurup, güç ve kuvvetini toplayınca fitneciler köşelerine çekildiler. Yöneticiler dalgınlığına gelen fırsatlarda yaptıkları kışkırtmalar dışında bir şey yapamadılar.

Abbasi devleti gerilemeye ve zayıflamaya başlayınca Bağdat’ta ve bazı bölgelerde fitneler tekrar baş göstermeye başladı. Sonunda Büveyhiler, h. 334 yılında Cemâziyel-ula’da Abbasi devletine el koydular. Büveyhiler Kis­ra’­nın torunlarıydı, çünkü soyları Kisra Yezdü­cerd’e dayanıyordu. Bundan sonra artık her yıl Muharrem ayının onunda genelde bütün şehirlerde özellikle de Bağdat’ta fitneler oluyordu. Muizzu’ddevle b. Büveyh her yılın başında çarşıların kapatılmasını, kadınların kıl abalar giymelerini, yüzlerini açarak ve saçlarını dağıtarak sokaklara çıkmalarını, yanaklarını döverek Hz. Hüseyn’in arkasından ağıt yakmalarını emrediyordu.

Kisranın çocuklarının Mecusiliklerini gizleyip, kendilerini müslümanmış gibi göstermelerini bir hedef için yaptıklarının en büyük delili şudur:

Onlar Abbasi hilafetini ele geçirip nüfuz ve iktidar sahibi olduklarında isimlerini değiştirip kendilerine Mecusi isimler koydular.

Ahmed Muizzud-devle b. Büveyh oğlunun adını Bahtiyar koydu. Rüknüddevle b. Büveyh de oğlunun adını Penah Şir koydu. Ortaya şu isimler çıkmaya başladı. Firuz şâh b.Merzubân Ebu Kel’ciyâr b. Penahüsrev. Rüstem b. Ali, Fulâstûn b.Merzubân, Hüsrev Firuz b.Merzubân, Keyhusrev b. Merzuban, Behrâm b. Merzuban, Kemire b. Merzuban, Hüsrev şâh b. Merzuban, Şir azil b.  Pena­hüsrev Adudûddevle, Selâr Ebu Harb b. Şirâzil  Şerefüddevle… behâuddevle’nin vezirinin adı da Sabur b. Azdişir idi.

Sonraları Büveyhilerin iktidarları zayıfladı ve nüfuzları yok oldu. Yerlerine Selçuklular geldi, Abbasi hilafetini onlar ele geçirdiler.

Büveyhiler fitneler çıkarmaya ve Müslüman toplum içinde ihtilaflar meydana getirmeye devam ettiler. Ancak iktidarlarının sona ermesiyle etkileri azaldı. Ümmetin bazı önderleri onların niyetlerini kısmen de olsa anladı.

Kisranın torunları ve Mecusi rahipler az olmaları ve kendi halklarını etkilemeleri zor olduğu için hedeflerine ulaşmanın mümkün olmadığını anladılar. Her ne kadar asabiyeti, hile olarak mut’a nikahını ve genelde de kadını araç olarak kullansalar da davet ettikleri hiçbir şeyi ne aklı selim ne de sağlıklı bir fikir kabul eder. Bundan dolayı en iyi çözüm -on­lar için- İslam düşmanlarıyla yardımlaşmak onların hizmetinde bulunmaktı.

İslam ümmetinin içinde ve Müslümanların arasında yaşadıkları müddetçe bunu pekâlâ yapabilirlerdi.

Putperest Moğollar doğudan hareket edip İslam alemi üzerine yürüdüler. Fitne önderleri Moğol kumandanı azgın Hulağü ile yardımlaştılar. İbn’ul-Alkami onunla bir araya geldi. her zaman da Moğolların destekçisi oldu. Moğollar da h.656’da Muharrem ayının on dokuzunda İslami hilafetin başkenti Bağdat’a girdiler. Fitneciler Tatar komutan Timur­lenk’le de bağlantı kurdular. Ona birçok hediye sundular. Timur da fikirlerini benimsedi ve Müslüman beldelere saldırdı. Bir çok katliamlar yaptı, Müslümanlara acılar yaşattı. Bu durum Timür h.807’de ölene kadar devam etti.

Yine onlardan biri olan İsmail Safevi (Şah İsmail) h.907’de Safevi devletini kurdu.  Merkezleri İran'ın kuzeydoğusunda bulan Tebriz’di. Bu devletin tek işi Osmanlı devletine karşı savaşmaktı. Aralarındaki çatışmalar uzun süre devam etti. Savaşların çoğunda Osmanlılar galib geliyordu.

Haçlı Portekiz’liler güney tarafından İslam alemine saldırdılar ve Medine’yi işgal etmekle tehdit ettiler. Safevilerin onlara karşı tavrı yumuşak olmuştu. Osmanlılara karşı savaş adı altında onlarla yardımlaşmakda istiyorlardı. Müslümanlara karşı Portekizlilerle kısmen de olsa yardımlaşmalar oldu.

Ardından Portekiz’lilere karşı Avrupa’yla yardımlaşma umuduyla İngilizlerle ittifak kurdular. Asıl hedefleri olan Müslümanlara karşı savaş gayesini gerçekleştirmek istiyorlardı. O gün Müslümanları temsil eden devlet Osmanlı imparatorluğuydu.

Geçen bu uzun tarih neticesinde fitneciler, sadece ismen müntesibi oldukları Müslümanlar arasında- sayıları az olduğu için hedeflerini gerçekleştiremeyecekleri kanaatine vardılar. Bu yüzden başarı getirecek yolun fitneler ve İslam ümmeti içinde ihtilaflar oluşturmak olduğu neticesine vardılar.

Haçlılar böyle bir ihtilafın kaim olduğunu görünce iki taraf arasındaki ihtilaftan faydalanmayı istediler. Böylece hem siyasi hem iktisadi yönden istifade edeceklerdi. Çünkü iki fırka da zayıflayacak Haçlılar da diledikleri gibi at koşturacaklardı. Tabii kaynakları -özellikle de petrolü istedikleri gibi kullanacaklardı- insan gücünü de istedikleri tarafa yönlendireceklerdi.

Şu var ki, iki fırkadan birinin sayısı az, gücü de zayıftı. Birbirlerine denk değillerdi. Bu yüzden sayısı az olan fırkayı desteklemek gerekiyordu. Böylece diğerinin gücüne yaklaşabilirdi. Ayrıca iki grup arasındaki kayıplar ancak bu yolla ağır olabilirdi.

Haçlıların günümüzde yapmaya çalıştıkları ve planlarını kurdukları şey de budur. Bazen fırkalardan biri bir hata işler, çünkü diğer güce denk olma ve daha büyük kayıplar verdirme adına destek almaktadır. Bundan dolayı da haçlı planlarını unutmaktadır. Haçlıların hedeflerini unutup mazide olan ihtilafları hatırlamaktadır. Bu yüzden dikkatli ve uyanık olmak gerekir.

Sözümüzün çoğu fitne önderleri hakkında oldu. Bunlar söylediğimiz gibi Kisraların ve Mecusi rahiplerin torunlarıydı. Kendini Müslüman gösterip, batınında başka türlü -yani Mecusi- olanlar da onlardı. Halkın geneline gelince onlar, Müslümanların topraklarına gir­diği ilk günden iman ettiler ve İslam’a boyun eğdiler. Bundan dolayı halkın bu hususa dikkat etmesi gerekir. Akidesini muhafaza etmeye çalışmalıdır. Kendi kavminden olsalar bile fitnecileri dinlememeli, iftira ettikleri yalanlara kulak asmamalıdır. Çünkü konu akide ve iman konusudur. Cahiliye davası olan asabiyet ve kavmiyetçilik konusu değildir. Halk vakıayı anlayıp gerçeği öğrenince,  kendisinin İslam ümmetinin bir parçası olduğunu anlayacaktır. Bundan dolayı kardeşleriyle çalışması gerekmektedir.

Allah’u teala buyuruyor ki:

"İşte sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de Rabbinizim. O halde bana itaat edin"[1]

 


 

 

 



[1]    Enbiya suresi, 92.