"İnananlardan
Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi bu uğurda canını
vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir." (Ahzab,
Resûlullah
(s.a.v.) bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra sahâbîlerinin yüzlerine baktı ve
Talha'yı işaret ederek şöyle dedi:
"Allah'a verdiği sözü
yerine getirip, yeryüzünde yürüyen bir adama bakmaktan mutluluk duyacak biri
varsa, Talha'ya baksın..!"
Orada Resûlullah (s.a.v.)'in Talha b. Ubeydullah'a
verdiği müjde kadar hiçbir müjdeyi ashab temenni etmiyor ve onun için kalpleri
arzuyla çarpmıyordu..
Bundan böyle
hayatının nasıl olacağından ve akıbetinden emindi artık...
Allah'a
verdiği sözü tutmuş olanlardan biri olarak, hiçbir fitne ve fesada düşmeden
yaşayacak ve ölecekti...
Resûlullah
(s.a.v.) onu cennetle müjdeledi.
Öyleyse bu müjdenin sahibinin hayatı nasıldı?
Basra'ya ticaret için
gittiğinde oranın seçkin rahiplerinden biriyle karşılaşmıştı. Rahip ona, salih
peygamberlerin haber verdiği Harem beldesinde çıkacak olan peygamberin zamanının
geldiğini ve günlerinin yaklaştığını haber vermişti...
Talha'yı onun cemaatini kaçırmamakla uyardı.
Çünkü o hidâyet, rahmet ve kurtuluş cemaatiydi.
Talha Basra'da yolculukla
geçirdiği yıllardan sonra vatanı Mekke'ye döndüğünde, ahalisinin arasında bir
didişmenin varolduğunu gördü... Onlardan birine veya bir cemaate her
rastladığında Muhammedü'l-emin'den, ona gelen vahiyden, özellikle Araplar ve
bütün insanlar için taşıdığı ilâhi haberden bahsettiklerini duydu.
Talha ilk önce Ebû Bekir'i
sordu. Onun çok yakın bir zamanda kafilesi ve ticaret mallarıyla döndüğünü, iman ederek Muhammed (s.a.v.)'in yanında
yer aldığını öğrendi.
Talha kendi kendine sordu,
Muhammed ve Ebû Bekir..?? Allah'a yemin ederim ki, ikisi dalalet üzere asla
birleşmezler. Muhammed kırk yaşına geldi, bu hayatı boyunca bir tek yalanına
şahit olmadık... Allah a yalan söyleyip de, beni peygamber yapıp, bana vahiy
gönderdi mi diyecek?
İşte kabul edilmesi zor olan
budur...
Ve Talha hızla Ebû Bekir'in
evine gitti...
Aralarındaki konuşma çok
sürmedi. Çünkü Resûlullah (s.a.v.)'le karşılaşmak ve ona biat etmek arzusu
kalbinin vuruşlarından daha hızlıydı..
Ebû Bekir, Resûlullah
(s.a.v.)'e onunla birlikte gitti. Müslüman oldu ve mübarek kafiledeki yerini
aldı..
Böylece Talha
ilk müslümanlardan olmuştu.
Kavminin ileri
gelenlerinden biri olmasına, zenginlik ve başarılı ticaretine rağmen Kureyş'ten
kendine düşen işkence payını gördü. "Kureyş Aslanı" diye adlandırılan
Nevfel b. Huveylid ona ve Ebû Bekir'e işkence etmekle görevlendirildi. Ancak
onların işkencesi pek uzun sürmedi. Çünkü Kureyş kendinden utandı ve yaptığının
akıbetinden korktu.
Müslümanlar
hicretle emrolunduklarında Talha Medine'ye hicret etti. Bedir Savaşı dışında bütün
savaşlarda Resûlullah (s.a.v.)'la birlikte oldu. Çünkü o sırada Resûlullah
(s.a.v.) onu Saîd b. Zeyd'le birlikte Medine dışına bir göreve göndermişti.
İşlerini
bitirip Medine'ye döndüklerinde, Resûlullah (s.a.v.) ve ashabı Bedir'den dönüyorlardı.
İlk savaşında Resûlullah (s.a.v.)'la birlikte cihad etme ecrini kaçırmış olmak
onları çok üzmüştü.
Fakat
Resûlullah (s.a.v.) onların da savaşanlar gibi ecir ve sevap kazandıklarını
bildirip onlara tam bir iç huzuru armağan etmiş oldu. Aynı zamanda savaşa
katılanlar gibi savaşın ganimetlerinden de onlara pay ayırdı.
Kureyş'in bütün kibir ve şiddetine tanık olmak için
Uhud savaşı gelir. Bedir'in intikamını almak ve müslümanları kesin bir
yenilgiye uğratıp, geleceğini güvence altına almak için geldi. Öyle bir
yenilgi ki, Kureyş onu kolay bir iş ve kaçınılmaz bir kader sanıyordu..!
Öğütücü bir savaş başladı ve çok geçmeden yeryüzünü acılı ürünüyle
kapladı... Ve devran müşriklerin aleyhine döndü...
Müslümanlar onların geriye çekildiklerini görünce, ganimetlerden
nasiplerini toplamak için silahlarını bıraktılar ve okçular yerlerini terk ettiler…
Aniden Kureyş askerleri arkadan dolanıp bir anda savaş alanına döndüler
ve savaşın kontrolünü ellerine geçirdiler.
Savaş
bütün kasveti, şiddeti ve öldürücülüğüyle yeniden başladı. Bu aniden geriye dönüş,
müslümanların saflarının dağılmasına neden oldu...
O an Talha,
savaşın Resûlullah (s.a.v.)'in bulunduğu tarafına baktı ve onun putperestlik ve
şirkin gücüne hedef olduğunu görünce hemen yanına koştu.
Allah ondan razı olsun, kısa olmasına rağmen çok
uzayan bir yolu aşmaya koyuldu..! Öyle bir yol ki her karışında şimşek gibi onlarca
kılıç ve onlarca çılgın mızrak vardı!
Uzaktan Resûlullah
(s.a.v.)'in şakağından kan aktığını ve zorlandığını görünce çılgına döndü. Bir
veya iki sıçrayışta o tehlikeli yolu geçip, kendini Resûlullah (s.a.v.)'in
önünde korktuğu şeyle karşı karşıya buldu...
Müşriklerin kılıçları ona doğru savruluyor ve
etrafını kuşatıp zarar vermeye çalışıyordu.
Talha kükreyen bir
ordu gibi keskin kılıcını sağa sola savurarak vuruşmaya başladı... Resûlullah
(s.a.v.)'in kanının aktığını ve acıdan inlemeye başladığını gördü. Ona destek
oldu ve onu, ayağının kaymış olduğu çukurdan çıkardı.
Sol eli ve göğsü ile Resûlullah (s.a.v.)'i koruyor ve
güvenilir bir yere doğru çekiliyordu. Mübarek sağ eliyle ise, savaş alanını
çekirgeler gibi doldurup Resûlullah (s.a.v.)'in etrafını saran müşriklerle
kılıcıyla vuruşuyordu!
Bırakalım da Ebû
Bekir es-Sıddîk (r.a.) bize hadiseyi kendisi anlatsın. Aişe (r.a.) diyor ki:
"Uhud
savaşından söz edildiğinde Ebû Bekir şöyle diyordu: O tamamıyla Talha'nın günüydü.
Resûlullah (s.a.v.)'e ilk gelen bendim. Resûlullah bana ve Ubeyde b. Cerrâh'a
şöyle dedi: "Kardeşinizi götürünüz."
Gördük ki,
vücudunda yetmiş kadar yara vardı. Parmağı da kesilmişti. Onu tedavi ettik."
Tüm
savaş ve olaylarda Talha, safların en önünde Allah'ın rızasını arıyor,
Resûlü'nün bayrağını koruyordu.
Talha müslüman
toplumun içinde yaşıyor, ibadet edenlerle Allah'a ibadet ediyor, mücahidlerle
Allah yolunda cihad ediyor ve kardeşleriyle birlikte el ele tüm insanlığı karanlıktan
aydınlığa çıkarmak için gelen yeni dinin esaslarını yerleştirmeye çalışıyordu.
Rabbine karşı olan
vazifesini yerine getirdikten sonra Rabbinin faziletiyle, kârlı ticaretini ve
başarılı işlerini arttırmasını dileyerek işine koyuluyordu.
Talha (r.a.)
müslümanların zengin ve serveti çok olanlarındandı…
Bütün serveti ise,
Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte bayrağını taşıdığı dinin hizmetindeydi!
Ondan hesap edilemeyecek
ölçüde infak ederdi. Allah da malını hesap edilemeyecek derecede artırırdı.
Resûlullah (s.a.v.) ona şu lakapları vermişti:
"Talhatu'l-hayr" (Hayırsever Talha), "Talhatu'l-cûd" (Cömert
Talha), "Talhatu'l-feyyâz" (Taşan
Talha). Bu lakaplar ona çok olan cömertliğine övgü olarak verilmişti.
Çok defa tüm
servetini bir kerede dağıtırdı. Kerem sahibi Allah ise ona bunu kat kat geri verirdi.
Eşi Su'da bint Avf
onu bize şöyle anlatır:
"Bir gün
Talha'nın yanına gittim ve onu çok düşünceli gördüm. Ona neyin var? diye sordum.
Şöyle cevap
verdi: "Yanımdaki mal... Beni düşündürecek ve sıkıntıya sokacak kadar çoğaldı."
Ona şöyle dedim:
"Neyin var?! Onu dağıt."
Kalkıp
insanları çağırdı. Ondan bir dirhem kalmayıncaya kadar onlara paylaştırmaya başladı..."
Bir defasında
da çok yüksek bir fiyatla bir arazisini sattı. Mal yığınına baktığında gözleri
yaşla doldu ve şöyle dedi:
"Evinde
malların çoğaldığı ve ne yapacağını bilemeyen bir adam, Allah'a yemin ederim
ki, gaflet içindedir…
Sonra
birkaç arkadaşını çağırdı ve bu mallarını onlarla birlikte taşıyıp, yanında
onlardan bir dirhem kalmayıncaya kadar Medine sokaklarında ve evlerinde dağıttı.
Cabir b.
Abdullah, Talha'nın cömertliğini şöyle anlatıyor:
"Talha
b. Ubeydullah'tan başka, istenmeden çok veren birini daha görmedim."
Ailesine
ve akrabalarına çok iyilik yapardı. Çok olmalarına rağmen hepsine yardım ederdi.
Onun hakkında şöyle denilmişti:
"Teym
oğullarından kendisinin ve ailesinin ihtiyacını karşılamadığı muhtaç hiç kimse
bırakmadı.
Onların dullarını
evlendirir, güçsüz olanlarına hizmet eder ve alacaklılarının borçlarını
öderdi."
Saib b. Zeyd der ki:
"Yolculukta da yerleşik hâlde de Talha b.
Ubeydullah'a arkadaşlık ettim. Yiyecek, giyecek ve parada ondan daha çok
cömert olanını görmedim."
Osman (r.a.)'ın
hilafeti zamanındaki bilinen fitne meydana gelir…
Talha, Osman (r.a.)'a
karşı olanların yanında yer alır. Talep ettikleri ıslahat ve değişimlerin birçoğunu
destekler.
O bu tutumuyla
Osman'ın öldürülmesini istiyor ya da kabul ediyor muydu? Asla… Eğer kurbanı
Zinnureyn Osman (r.a.) olan çirkin cinayetin meydana geldiği fitnenin büyüyüp
sonuçta çılgın bir kin patlamasına dönüşeceğini bilseydi, iç huzuruyla buna
katılır mıydı?
Biz de deriz
ki: Fitnenin böyle bir noktaya varacağını bilseydi, ona karşı koyardı. Hem de
bir uyarı ve karşı koyma hareketi olması itibariyle onu destekleyen bütün
sahâbîlerle birlikte karşı koyardı.
Hz.
Osman çirkin bir yöntemle muhasara altına alınıp öldürüldükten sonra Talha'nın
bu tutumu hayatının dönüm noktası hâline geldi. Hz. Ali, Talha ve Zübeyr
kendisinden Mekke'ye gitmek için izin isteyinceye kadar Medine'de müslümanların
biatını kabul etmemişti.
Mekke'den
de Osman'ın intikamını almak için birçok kuvvetin toplanmakta olduğu Basra'ya
gittiler.
Osman'ın
intikamının alınmasını isteyenlerle Ali'yi destekleyenler "Cemel
Vakası"nda karşılaşmışlardı.
Ali (r.a.)
korkunç bir düşmanlıkla müslümanların ve İslâm'ın içinde bulunduğu zor durumu
her düşündüğünde, üzüntüsü çoğalıyor, gözyaşları dökülüyor ve hıçkırıkları
yükseliyordu.
Bu zor savaşa
mecbur kaldı.
Müslümanların
halifesi olması nedeniyle devlete karşı yapılan her- hangi bir başkaldırı ya da
şer'î hükümete karşı yapılan silahlı bir isyana müsamaha etmek ne hakkıydı ne
de bunu yapabilirdi…
Böyle bir
başkaldırıyı bastırmaya kalkıştığında da kardeşleri, dostları, arkadaşları ve
de Resûlullah (s.a.v.)'in ve dininin tâbilerine karşı koyması gerekiyordu.
Onlarla hep birlikte şirk ordularına karşı savaşmıştı. Tevhid bayrağının
altında birlikte, onları yoğurup arındıran sımsıkı bağlı kardeşler hâline
getiren savaşlar yaşamıştı.
Hangi savaştır şimdi
bu..?
Ve hangi zor
belâdır..?
İmam Ali bu savaştan
kurtulmak ve müslümanlarının kanının akmasını önlemek için başvurulabilecek
her türlü yola başvurdu.
Fakat büyük yönetici Ömer'in zamanında İslâm
devletinin hâkimiyeti altında zorlukla karşı karşıya kalmış olan İslâm'ın
aleyhindeki unsurlar çoktu. İşte bu unsurlar, fitne ağlarının dokusunu
sağlamlaştırıyor, onu besleyip, akışını kontrol altında tutarak gelişmesine çalışıyordu.
Ali (r.a.),
mü'minlerin annesi Aişe (r.a.)'yı, tahtırevanının içinde, şimdi onu öldürmek
için çıkan askerlerin başında görünce çok ağladı…
Askerlerin
ortasında Resûlullah (s.a.v.)'in havarileri Talha ve Zübeyr'i görünce, Talha ve
Zübeyr'i öne çıkmaları için çağırdı. Atlarının başları, diğerlerinden ileride
oluncaya kadar öne çıktılar.
Onlara dedi
ki:
"Ey
Talha! Hanımını evde saklayıp, Resûlullah (s.a.v.)'in hanımını savaşmak için
mi getirdin?
Ey Zübeyr! Allah için
sana soruyorum? Biz falanca yerdeyken Resûlullah (s.a.v.)'in sana uğrayıp da: "Ey
Zübeyr, Ali'yi sevmiyor musun?" dediği günü hatırlıyor musun?
Sen de şöyle
dedin: "Dayım oğlu, amcam oğlu ve dinimde olanı sevmez miyim?"
O da sana
şöyle dedi: "Ey Zübeyr! Allah'a yemin ederim ki, ona karşı savaşacak ve
ona zulmedeceksin!"
Zübeyr (r.a.) ise şöyle dedi: "Evet,
şimdi hatırlıyorum… Unutmuşum… Vallahi seninle savaşmayacağım."
Böylece Talha ve
Zübeyr, bu savaşa katılmaktan vazgeçtiler. Durum aydınlığa kavuşur kavuşmaz
vazgeçtiler. Ammâr b. Yâsir'in, Ali'nin saflarında savaştığını görünce de Resûlullah
(s.a.v.)'in Ammâr'a: "Seni isyan eden fırka öldürecek."
sözünü hatırladılar.
Öyleyse Talha'nın
katıldığı bu savaşta Ammâr ölürse, o zaman Talha âsi olacak…
Talha ve Zübeyr
savaştan çekildiler ve bu çekilmeyi hayatlarıyla ödediler. Fakat kendilerine
vermiş olduğu basiret ve hidayetle, Allah'a huzur içinde kavuştular.
Amr b. Cermuz adında bir adam Zübeyr'in peşine
düşerek, onu namaz kılarken haince öldürdü!
Talha'yı da
Mervan b. Hakem bir okla vurarak, hayatına son verdi.
Osman'ın öldürülmesi,
daha önce de söylediğimiz gibi hayatının dönüm noktası oluncaya dek Talha'nın
iç dünyasında etkisini sürdürdü.
Bütün bunlar savaşa
katılmaması ve ona teşvik etmemesine rağmen sadece aleyhindeki karşı koyma
hareketine destek olması nedeniyle olmuştu. Öyle ki, karşı koyma hareketinin
gelişip güçlenerek bu çirkin cinayete dönüşeceğinin bilinmediği bir zamanda
destek vermişti.
Savaş başlamadan önce
gözyaşlarının boğduğu ağlamaklı bir sesle şöyle dua edip yakarıyordu:
"Allah'ım bugün
Osman'a karşılık benim canımı al ki, senin rızana kavuşayım…"
Daha önce açıklamış olduğumuz gibi Ali, onunla ve
Zübeyr'le karşılaşınca Ali'nin sözleri onları aydınlığa kavuşturdu. Doğruyu gördüler
ve savaş alanını terk ettiler.
Fakat şehâdet onları
bekliyordu…
Evet... Şehâdet
Talha'nın nasibiyse, nerede olursa olsun birbirlerine kavuşacaklardı. Resûlullah
(s.a.v.) onun için şöyle demiyor muydu?
"Bu sözünü yerine
getirenlerden biridir. Kimi yeryüzünde yürüyen bir şehidi görmek mutlu
edecekse, Talha'ya baksın."
Şehid mukadder olan
büyük sonuna kavuştu ve "Cemel Vakası" bitti.
Mü'minlerin annesi
Aişe, hadiselerde acele ettiğini anladı ve bu kavgadan elini çekerek, Basra'dan
ayrılıp Mekke'ye, oradan da Medine'ye gitti. İmam Ali ise, ona yolculuğunda rahatlık
sağlayacak bütün imkânları sağladı.
Ali, savaşın şehitlerini
tespit ederken, kendi tarafında ve aleyhinde olanların hepsinin namazını kılıyordu.
Talha ve Zübeyr'i defnettikten
sonra şu sözlerle onlara veda etti:
"Ümit ederim ki, ben,
Talha, Zübeyr ve Osman, Allah'ın kendileri için: "Biz onların gönüllerinde
olan kini çıkardık; artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir."
(Hicr,
Sonra saflık, sevgi
ve iyilik dolu gözleriyle kabirlerini süzcerek şöyle dedi:
"Bu
iki kulağım, Resûlullah (s.a.v.)'in: "Talha ve Zübeyr cennetteki komşularımdır." dediğini işittiler."