Zübeyr zikredilmeden
Talha zikredilemez.
Ve Talha
zikredilmeden Zübeyr de zikredilemez.
Resûlullah (s.a.v.)
hicretten önce sahâbîlerini birbirlerine kardeş yaparken, Zübeyr ve Talha'yı
kardeş yapmıştı.
Şu hadisinde olduğu
gibi daima Resûlullah (s.a.v.) onlardan birlikte söz ederdi:
"Talha ve Zübeyr
cennetteki komşularımdır."
Her ikisinin de
Resûlullah (s.a.v.)'le soy ve akrabalık bağları vardır. Talha'nın soyu, Mürre
b. Ka'b'ta Resûlullah'la birleşir. Zübeyr'in soyu ise, Kusay b. Kilâb'ta
Resûlullah (s.a.v.)'in soyu ile birleşir. Aynı zamanda annesi Safiye, Resûlullah
(s.a.v.)'in halasıdır.
Talha ve Zübeyr'in
her biri özellikleri bakımından insanların birbirlerine en çok benzeyenleri
idiler.
Yetişmede,
zenginlikte, cömertlikte, kuvvetli dindarlıkta ve çok cesur olmada aralarındaki
benzerlik büyüktü. Her ikisi de ilk müslümanlardan cennetle müjdelenen on kişiden
ve Ömer'in kendisinden sonra halife seçmekle vekil kıldığı altı kişilik şûra
görevlilerindendir.
Başlarına gelenler de tam benzeşiyor, hatta aynı…
Söylediğimiz gibi, Zübeyr
erken dönemde müslüman oldu. İslâm'a koşan, Dâru'l-Erkam'daki ilk yedi
müslümandan biriydi.
O zaman on beş
yaşındaydı. Böylece genç yaşta iyilik, aydınlık ve hidâyetle rızıklandı.
Gençliğinden beri
süvari ve önde olan biriydi. Hatta tarihçiler, İslâm'da çekilen ilk kılıcın,
Zübeyr'in kılıcı olduğunu söylerler.
İslâm'ın ilk
günlerinde müslümanlar Dâru'l-Erkam'da gizlenen bir azınlık idiler. Bir gün
Resûlullah'ın öldürüldüğü haberi yayıldı. Bunun üzerine Zübeyr, genç yaşına
rağmen kılıcını çekerek, Mekke sokaklarından bir tufan gibi geçti.
Önce haberin
doğruluğunu araştırdı. Haberin doğru olması hâlinde o onların ya da onlar onun
işini bitirinceye kadar bütün Kureyşliler'in boyunlarını kılıçtan geçirmeye
karar vermişti.
Mekke'nin yukarı
kısmında Resûlullah (s.a.v.) onunla karşılaştı ve ona ne olduğunu sordu. Zübeyr
ona haberi bildirdi. Resûlullah ona hayır duada bulunup kılıcı için galibiyet
diledi.
Zübeyr, kavmi
arasında şerefli biri olmasına rağmen Kureyş'in işkence ve eziyetinden nasibini
aldı.
Ona işkence etmeyi
üstlenen amcası idi. Onu bir hasırın içine sarıp, nefesini sıkıştırmak için
ateşle duman yapıyor ve işkence altındayken:
"Muhammed'in
Rabbini inkâr et, seni bu azabtan kurtarayım." diyordu. O zamanlarda sadece
yeni gelişmekte, taze bir genç olan Zübeyr, amcasına dehşet veren bir meydan
okumayla cevap veriyordu:
"Hayır..!
Allah'a yemin ederim
ki, asla küfre geri dönmeyeceğim.."
Zübeyr, Habeşistan'a
birinci ve ikinci hicreti yaptıktan sonra Resûlullah (s.a.v.)'le birlikte bütün
hadiseleri yaşamak için döner. Hiçbir savaşı kaçırmaz.
Yaraları iyileştikten
sonra bedeninde kalan izleri oldukça çoktu. Bunlar Zübeyr'in yüceliğini ve
kahramanlığını ifade eden izlerdi.
Vücudunda âdeta yer
bulamayan bu izleri gören bir arkadaşına kulak verelim. O bize şöyle anlatıyor:
"Zübeyr b. Avvâm
ile bazı seferlerde birlikte oldum ve vücudunu gördüm. Kılıçlarla yarılmıştı.
Göğsünde ise, vurma ve yaralamalardan oluşan kör gözleri andıran izler gördüm.
Ona: "Vallahi senin vücudunda kimsede görmediğimi
gördüm." dedim.
O da bana:
"Vallahi içlerinde hiçbir yara yoktur ki, Allah yolunda ve Resûlullah'la
birlikte olmasın." dedi."
Uhud
savaşında Kureyş askerleri Mekke'ye dönmek için geriye kaçtıktan sonra
Resûlullah (s.a.v.), müslümanlarda hâlâ kuvvet olduğunu görsünler de Medine'ye
gelerek savaşı yeniden başlatmayı düşünmesinler diye Kureyş askerlerini takip
etmeleri için Ebû Bekir ve onu görevlendirmişti.
Ebû Bekir ve
Zübeyr, yetmiş müslümanın başına geçtiler. Onlar galip olan bir ordunun peşine
düşmüş olmalarına rağmen ancak es-Sıddîk ve Zübeyr kullandıkları ince savaş taktiği
nedeniyle Kureyş'in, müslümanların uğradıkları zararı tespit etmede
yanıldığını ve bu güçlü öncü kuvvetin, gelen bir ordunun ilk kuvvetlerinden
başka bir şey olmadığını sanmalarına yol açtı. Böylece Kureyş Mekke'ye doğru
daha hızla hareket etmeye başladı ve adımlarını çabuklaştırdı!
"Yermük" savaşında Zübeyr tek başına bir orduydu.
Başında bulunduğu savaşlarda müslüman askerlerin, dağları andıran Rum ordusu
karşısında geriye çekildiğini görünce "Allahu ekber..!" diye bağırdı.
Kılıcıyla vuruşarak, yürüyen dağları tek başına yarıp geçti. Sonra alev alev
parlayan kılıcıyla, düşüp kalkmadan, dehşet veren o safların arasından tekrar
geriye döndü.
Allah ondan razı olsun,
şehâdeti çok arzulayan, Allah yolunda ölmeye sevdalı olan birisiydi.
Şöyle diyordu:
"Talha
b. Ubeydullah, Muhammed (s.a.v.)'den sonra peygamber olmadığını bildiği hâlde
çocuklarını peygamber isimleriyle adlandırıyordu.
Ben de şehid olmaları
ümidiyle, çocuklarımı şehid isimleriyle adlandırıyordum."
Şehid sahâbî Abdullah b.
Cahş'ın adına teberrüken çocuğuna Abdullah b. Zübeyr adını verdi.
Şehid sahâbî Münzir b. Amr
adına, çocuğuna Münzir adını verdi.
Şehid sahâbî Urve b. Amr
adına, çocuğuna Urve adını verdi.
Yüce şehid Hamza b.
Abdülmuttalib adına çocuğuna Hamza adını verdi.
Oğlu
Ca'fer'i, şehid sahâbî Ca'fer b. Ebû Tâlib'in adıyla adlandırdı.
Oğlu
Mus'abı, şehid sahâbî Mus'ab b. Ümeyr'in adıyla adlandırdı.
Oğlu Hâlid'i, şehid
sahâbî Hâlid b. Saîd'in adıyla adlandırdı.
Böylece...
Ecellerinin geldiği gün şehid olmaları temennisiyle çocuklarına şehitlerin adlarını
verdi.
Hayat tarihçesinde
onun için şöyle denildi:
"O ne emirlik
yaptı, ne cizye topladı, ne de başka bir şey yaptı; sadece Allah yolunda savaştı…"
Savaşçı olarak
özelliği, kendine olan tam güveninde ortaya çıkıyordu.
Savaşta beraberinde
yüz bin kişi olsa bile onu tek başına savaşıyormuş gibi görürdün.
Savaşçı olarak
üstünlüğü, kararlılığına ve sinirlerinin kuvvetli oluşunda ortaya çıkıyordu.
Uhud
savaşında müşriklerin, dayısı Hamza'nın cesedini zalimce parçaladıklarını
gördü. Korkunç bir intikam dışında başka bir şey düşünmeksizin kılıcının
kabzasını sımsıkı kavrayıp dişlerini birbirlerine kenetleyerek onun önünde
bir dağ gibi durdu. Hemen ardından Resûlü (s.a.v.) ve müslümanları sadece intikamı
düşünmekten alıkoyan vahiy indi.
Benî Kurayza'nın
muhasarası uzayıp teslim olmadıkları zaman Resûlullah (s.a.v.) onu Ali b. Ebû
Tâlib ile birlikte gönderdi. Aşılmaz surların karşısında durup Ali'yle birlikte
şöyle diyordu:
"Vallahi ya
Hamza'nın tattığını tadarız ya da onların kalelerini açarız."
Sonra kendilerini tek başlarına kalenin içine attılar.
Dehşet veren korkusuz bir güçle, kalede gizlenenlerin yüreklerine korku
saldılar ve müslümanlara kalenin kapısını açtılar.
"Huneyn" savaşında
Hevazin'in lideri ve şirk ordularının komutanı Mâlik b. Avf'ı gördü. Huneyn'de
onlar yenilgiye uğradıktan sonra onu, yenilgiye uğrayan askerlerinin ve ashabından
oluşan büyük bir topluluğun ortasında duruyor gördü. Tek başına o topluluğu
yardı. Tek başına birliklerini dağıttı ve savaştan dönen müslümanların ileri
gelenlerinin bazıları için yattıkları pusu yerlerinden onları uzaklaştırdı.
Resûlullah onu çok
seviyor ve onu överek şöyle diyordu:
"Her
peygamberin bir havarisi vardır; benim havarim de Zübeyr b. Avam'dır."
Bu ne onun, Peygamber'in halasının oğlu olması ve ne
de Ebû Bekir'in kızı Esma'nın kocası olduğu için değil; aynı zamanda onun çok vefakâr,
saygın bir cesur, iyi bir cömert ve malını ve canını Allah yolunda feda etmiş
biri olmasındandı.
Hasan b. Sâbit şu
sözlerle onu çok iyi anlatır:
Peygamberin zamanında
Ve onun hidâyetinde
yaşadı
Havarisiydi; fiilleri
sözlerini doğrulardı
Onun çizgisinde ve
yolunda yürüdü
Haklı olanı korurdu,
çünkü
En doğru olan hak idi
O ünlü bir süvari ve
her yere koşan
Bir kahramandı
O bir gün bile
yerinde durmazdı
Resûlullah (s.a.v.)'e
çok yakın biriydi
O İslâm'a yardım eden
soylu şeref sahibiydi
O nice zorlukları
kılıcıyla yok etti
Resûlullah
için bu yaptıklarının karşılığını
Allah da ona
çokça verirdi.
İnce hasletleri,
üstün özellikleri olan birisiydi. Cömertliği ve cesareti yarışan iki at gibiydi.
Ticaret hayatında
başarılıydı. Serveti çok büyüktü. Fakat İslâm için tümünü harcadı ve borçlu
olarak öldü.
Allah'a olan güveni
(tevekkülü) cömertliğinin, cesaretinin ve fedakârlığının kaynağıydı.
Can
verirken, oğlu Abdullah'a borçlarını ödemesi için vasiyet ediyor ve şöyle diyordu:
"Borçlar sana
ağır gelirse, sahibimden yardım iste."
Abdullah ona sordu:
"Hangi sahibi kastediyorsun?"
Ona şöyle cevap
verdi: "Allah... O sahiplerin ve yardım edenlerin en iyisidir."
Sonraları Abdullah
şöyle diyordu: "Vallahi borcundan dolayı bir zorlukla karşılaştığımda:
"Ey Zübeyr'in
sahibi! Onun borcunu öde." derdim; öderdi."
Talha'yı anlatırken
zikrettiğimiz gibi, "Cemel Vakası" Zübeyr'in hayatının son dönüm
noktası oldu.
Hakikati gördükten
sonra bu savaştan elini çekince, fitne ateşinin devam etmesini isteyenlerden
biri onun peşine düştü. Hain katil, Rabbinin huzurunda namaz kılarken onu yaraladı.
Katil,
Zübeyr'e yaptığı ihanetin haberini iletmek ve işlediği cinayetten sonra
kılıcını takdim etmekle ona bir müjde
götürdüğü zannıyla İmam Ali'ye geldi.
Fakat Ali, Zübeyr'in
katilinin kapıda izin istediğini öğrendiğinde kovulmasını emrederek şöyle
haykırdı:
"Safiye'nin
oğlunun katilini cehennemle müjdele."
Ona Zübeyr'in
kılıcını getirdiklerinde onu aldı ve şöyle diyerek ağlamaya başladı:
"Bir kılıç ki,
vallahi sahibi daima onunla Resûlullah (s.a.v.)'den tehlikeleri uzaklaştırmıştır!"
Sözlerimizin sonunda,
Zübeyr için İmam'ın sözlerinden daha büyük ve daha güzel ona gönderilecek bir
selâm var mıdır?
Yaşamından sonra
ölümünde de Zübeyr'e selâm olsun...
Selâm, yine selâm
Resûlullah'ın havarisine…