3- VARLIKLARIN HAKİKATİ                                                             ESMA-İ HÜSNAYA DAYANIR

 

 

  Cenab-ı Hak kainatta bulunan bütün varlıkları yaratmış ve hepsine kabiliyetlerine göre çalışacakları vazifeler yüklemiştir. Bütün varlıklar da Allah’ın kendilerine yüklemiş olduğu vazifeleri eksiksiz yapmaktadırlar.[1] Varlıkların vazifelerini yapmaları ise Al-lah’ın onlar için tayin ettiği mükemmellik mertebesidir. Çünkü mü-kemmel bir varlık olmak verilen vazifeyi yapmakla olur. Evet işte varlıkların kabiliyetlerine göre böyle düzenle çalışması, onları ida-re eden bir Zatın bulunduğunu gösteriyor ki O Zat bütün var-lıkların Rabbi olan Allah’tır.

 “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder. O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” [2]

 Bu ayetin manasından anlıyoruz ki her şey Cenab-ı Hak-kı biliyor ve Onun için çalışıyor. Ve sanki her şeyde Cenab-ı Hak-ka karşı açılan bir pencere vardır ki özüne indiğinizde kesinlikle Allah’ı görürsünüz. Bunu örneklendirmeye gerek duymuyoruz, çünkü bu asrın bilimi bu gerçeği tereddüt bırakmayacak şekilde gözler önüne sermiştir. Her şeyi Allah yaratmıştır ve her şey özünde Onun isimlerine dayanır ve Onu gösterir. “NUR” ismine dayanan Güneş’in her gün Dünyayı ısıtabilmesi ve aydınlatabilmesi için Dünyada bulunan denizler kadar gaza, ağaçlar kadar oduna bunun ya-nında bütün dünyanın sahip olduğu madenler ka­dar kömüre ihtiyaç vardır ki, Güneşin günlük bu kadar ihtiyacını Allah, NUR isminin tükenmez hazinesinden temin etmektedir. Bu sebeptendir ki Güneş Allah’ın NUR ismini gösteriyor ve Ona dayanarak ayakta duruyor. Bahsinde olduğumuz Güneş gi­bi, bütün varlıkların hakikati de Allah’ın isimlerine dayanır. Gü­neş’in ısıtıcı ve aydınlatıcı özelliğinin NUR ismine dayanması gibi varlıklardaki bütün özellikler ve bu özelliklerle ilgili olan bi­lim dalları da yine Allah’ın bir ismine dayanır. Mesela; tıp ilmi, şi­fa veren Allah’ın “ŞAFİ” ismine, geometri ilmi, her şeyi ölçüyle takdir eden Allah’ın “MUKADDİR” ismine, hukuk ilmi, her şeye hükmeden ve adaletten şaşmayan Allah’ın “HÂKİM ve ADİL” isimlerine ve bunlar gibi bütün ilim dalları Allah’ın isimlerine da­yanır ve o isimlerle zirveye çıkar. Hatta evliyadan bazı yüksek şah­siyetler madde hakkında; “Hakiki haka-ik-ı eşya, Esma-i İla­hiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikın gölgeleridir…” demişlerdir.

 Evet maddenin hakikati Allah’ın isimlerine dayanmak-tadır. Yani dünya dünya olmanın ötesinde sanki Allah’ın isimlerin-den oluşan bir nur yığınıdır. Zaten bazı hadislerde nakledildiği gibi ilk yaratılan şey Hz. Muhammed’in nuru ve kainatın ham mad-desi de yine O (a.s.m.)’ nun nurudur. Bunu şöyle açıklayabiliriz:  

 Kainattaki canlı-cansız yaratılan her şeyin ham madde-si birdir, her şey aynı şeyden yaratılmıştır, yani atom dediğimiz gözle görülmeyecek kadar küçük olan yapıdan.[3] Atom bölündüğün-de ortaya enerji çıkar ki, enerji nurdur. Öyleyse her şeyin temeli nurdan yaratılmıştır. O nurun özü ise Nur-u Muhammedî (a.s.m.)’dır ve O nurun kaynağı da Cenab-ı Hakkın Zatıdır. O mukaddes Zat ise bütün mukaddes sıfatların ve bütün güzel isimlerin kaynağıdır.

 “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi diledi-ğinde ona sadece "Ol!" der, o da hemen oluverir.” [4]

 Evet varlıkların hakikatinin Allah’ın isimlerine dayandığı-nı şöyle bir örnekle anlamaya çalışalım:

 Maharetli bir heykeltıraş güzel bir kadının heykelini yapmak istese, öncelikle yapacağı heykelin şekillerini ve boyutunu bazı hatlarla belirler. Bu belirlemeyi ise gayet ince hesaplarla mükemmel bir düzen içerisinde yapar. Sonra o heykeldeki geometrik hatları ve sınırları ilim ve hikmet pergeliyle gayet ölçülü bir şekilde tayin eder. İlim ve hikmet pergeli o heykelin üzerinde göz, kulak, burun hatlarıyla açık bir şekilde kendini göstermeye başlar. Ve pergelin hareketleriyle oluşan azalar, ustaca ve mükemmel bir şefkatle düzenlenir. Öyleyse o ilim ve hikmet pergelini ustalık ve şef-kat manaları çeviriyor ki, bu vasıflar ustanın ne kadar maharetli ve ne kadar şefkatli olduğunu gösteriyor.

 Sonra o usta, heykelin şekillerini şefkatli ustalığıyla güzelleştirmeye başlar. Güzel bir kadına yakışan en güzel hal te-bessüm hali olduğu için ona tebessüm halini verir. Burada ise güzele güzelliği lütfettiğinden dolayı lütuf ve kerem pergeli ça-lışmaktadır. Güzeli yapan da güzel olduğu için o usta bu sayede maharetleriyle halka kendini tanıtmak ve sevdirmek istemekte ve bunun için de o heykeli merhametinin gereği olarak tüm ni-met çeşitleriyle süslemektedir. Ve o heykelin ellerini, kucağını ve ceplerini değerli nimetlerle doldurur. Bu da her şeyden müstağni olan o ustanın manevi güzelliğini ve her yönden mükemmel bir Zat olduğunu gösterir. Evet güzellik ve mükemmellik ise her yön-den kendini göstermek ve sevdirmek ister. Bu yüzden o heykele takılan sevimli nimetler ve güzel süsler, o manevi güzelliğin yan-sımaları olarak muhataplarına güzel bir ikramdır.

 Evet aynen bu örnekteki gibi, her şeyi mükemmel sanat-larla yaratan ve Sani’ isminin sahibi olan Allah (c.c.), cenneti ve dünyayı, gökleri ve yeri, bitkileri ve hayvanları, cinleri ve in-sanları, ruhları ve melekleri, küçük ve büyük bütün maddelerin şekillerini oluştururken isimlerinin tecellileriyle önce onların sınır-larını belirliyor, sonra çok ince hesaplarla o sınırları düzenliyor ve sanki bir anlamda varlıkların iskeletini çıkarıyor. Böylece var-lıklara “Mukaddir, Munazzım, Musavvir” gibi isimlerini okuturuyor. Her şeyin boyutunu öyle bir şekilde belirliyor ki, böylece “A-lim ve Hakim” isimlerini gösteriyor. Sonra ilim ve hikmet cet-veliyle o boyutlar içinde yapacağı varlığın şeklini oluşturmaya baş-lıyor. Ve o şekli öyle bir sanatkarlık ve kerem ile yapıyor ki, böylece “Sani’ ve Kerim” isimlerini gösteriyor. Sonra sanatının ve rahmetinin fırçasıyla eğer insan ise onu göz, kulak, burun vs. u-zuvlarla süslüyor. Eğer yeryüzünü yapıyorsa onu; madenler, bitkiler ve hayvanlarla, eğer cenneti yapıyorsa onu; bağlar, saraylar ve hurilerle süslüyor vs…

 Evet Allah (c.c.) varlıkları öyle bir lütuf ve kerem ile süslüyor ki, böylece “Latif ve Kerim” isimlerini gösteriyor. Bu lü-tuf ve kerem manalarını tecelli etmeye yönelten şey ise Allah’ın kendini kullarına tanıtmak ve sevdirmek istemesidir ki, böylece “Latif ve Kerim” isimlerinin arkalarında “Vedud ve Ma’ruf ” isim-lerini okutturur. Sonra o süslü varlıkları, lezzetli meyveler ve çok hoş neticelerle süsleyip, o süsleri nimete ve o hoş lütufları rahmete çeviriyor. Böylece “Mün’im ve Rahim” isimlerini okuttu-ruyor. Bu lütuf, kerem ve rahmet manalarını tecelli etmeye yö-nelten şey elbette Allah’ın Zatının güzelliği ve mükemmelliği olduğu için böylece “Cemil” ismini okutturuyor. Cemal ise sebepsiz sevilir bu yüzden de Cemil olan Allah Cemalini gösterip kendini bildirmek ve sevdirmek istiyor. Demek ki; Allah (c.c.), Zatındaki mükemmel güzelliğinden dolayı, varlıklara rahmet ve şefkat etmek istiyor ve böylece “Rahman ve Hannan” isimlerini tecelli ettiriyor. Rahmet ve şefkat ise, nimeti ve merhameti göstererek “Rahim ve Mün’im” isimlerini tecelli ettiriyor. Nimet ve merhamet ise, kendini tanıtma ve sevdirme hallerini gerektirip “Vedud ve Ma’ruf isimlerini tecelli ettiriyor. Kendini bildirip, sevdirme hali ise, lütuf ve keremi harekete geçiriyor ve böylece “Latif ve Kerim” isimlerini okutturuyor. O lütuf ve kerem hareketi ise alemi rah-metin süsleriyle süsleme ve Allah’ın nuruyla nurlandırma fiillerini hareketlendirerek “ Müzeyyin ve Münevvir” isimlerini okutturuyor. Varlıklardaki o süs ve parlak güzellik ise sanatkarlık ve iyilikse-verlik manalarını gerektiriyor ki böylece “Sani’ ve Muhsin” isim-lerini varlıkların güzel yüzlerinde okutturuyor. Sanatkarlık ve iyilikseverlik ise müthiş bir ilim ve hikmeti gerektirir ki böylece “Alim ve Hakim” isimlerini okutturur. Bu ilim ve hikmet ise, varlıkları düzenleme, şekillendirme ve gayet ince ölçülerle meydana getirme fiillerini gerektiriyor ki böylece “Musavvir ve Mukaddir” isimlerini varlıkların her halleriyle ve şekilleriyle okutturuyor ve gösteriyor.

 Evet işte Allah bu şekilde varlıklarda bütün isimlerini tecelli ettirmektedir. Yani bir anlamda varlıklar O’nun isimleriyle vardır. Allah isimlerini alemden çekecek olsa varlık denen bir şey de olmayacaktır. Her bir varlık üst üste yirmi kat elbise giy-miş gibi, dış görünüşünden tutun da en gizli haline kadar kat kat Allah’ın isimlerini giymiş, o isimleri göstermektedir. Hem öyle bir elbise ki her katı Allah’ın yirmiden fazla ismini gösterir. Mesela, bir insanın dış görünüşünden hislerine ve en gizli duygularına kadar her hali bir kitap gibi Allah’ın isimlerini göstermekte ve okutmaktadır. Şeklinin eksiksiz, bedeninin ve uzuvlarının mükemmel oluşunda “Musavvir ve Munazzım” gibi isimleri, bütün insanların uzuvlar yönünden eşit olmalarına yani, her insanda iki el, iki ayak, iki göz, bir mide olmasına rağmen suretlerinin mükemmel bir şe-kilde ayırt edilmesinde “Ferd” ismi, her insanın noksansız yara-tılışında ve his, duygu ve yeteneklerinin mükemmel oluşunda “Sa-ni’ ve Bari” gibi isimleri, Allah’ın insana yaşamı için gayet güzel ahlaklar ve huzuru için gayet sevimli evlatlar vermesinde “Vedud, Rahim, Mün’im, Rauf ” gibi isimleri… okunur.

 Evet insan ve bütün varlıklar Allah’ın, güzel isimlerini üzerine yazdığı madeni bir levha gibidir. Herhangi madeni bir levhanın üzerine işlenen yazıyı silmek için öncelikle o levhayı eri-terek yok etmek gerekir ki aynen bunun gibi varlıklarda işlenen güzel isimleri de silmek için öncelikle varlıkları yok etmek gere-kir. Mesela, “Hayy” ismini canlılardan silmek için dünyadan hayatı silmek gerekir ki o zaman ne hayat olur ne de dünya vs… Bundan anlıyoruz ki, varlıkları yokluk içinde var eden şey Allah’ın güzel isimleriyle yoğrulmuş olmalarıdır.

 “Doğrusu gökleri ve yeri yok olmaktan, Allah tutuyor. Andolsun ki eğer yok olurlarsa, onları O'ndan başka kimse tutamaz . Gerçekten O, Halimdir, çok bağışlayıcıdır.”[5]

 İşte bütün bunlar gösteriyor ki, varlıkların hakikati Allah’ın isimlerine dayanır. Hatta varlıkların özü Allah’ın isimlerinin tecellileridir. Bu yüzden her bir varlık, “O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.” Ayetinin sırrıyla kendilerine has dil-leriyle her an yeteneklerine göre Allah’ı zikir ve tesbih etmekte ve Kurandaki ayet sonlarında geçen “O Azizdir, Hakimdir”, “O Ğafurdur, Rahimdir”, “O Alimdir, Kadirdir” gibi zikirlerin tekrarla-rındaki sırrı göstermektedirler.

 

 

 

 

L


 

 

 

 



[1]    İnsan  haricindeki  bütün  varlıklar  yüklenen  vazifeyi yapma yönünde prog­ram­lanmış bir bilgisayar gibi kendilerine verilen görevleri yapmaktadırlar. İnsan ise her yönden Allah’a itaat edebildiği gibi, isyan etme hakkına da sahiptir. Bu yüzden üzerine yüklenen vazifeleri çoğu zaman ihmal eder.

[2]    İsra 44

[3]    Maddeleri farklı kılan şey atomun çekirdeğindeki protonların sayılarının farklı olmasıdır.

[4]    Bakara 117

[5]    Fatır 41