11- ALLAH’IN BAZI İSİMLERİNİN

ALEMDEKİ TECELLİLERİ

 

 

  ALLAH (C.C.)

 “Allah ki Ondan başka ilah yoktur.” [1]

 Esma-i Hüsna’nın ve Allah’ın mükemmel sıfatlarının ta-mamını ifade eden “ALLAH” ismi Allah’in Zatına ait bir isimdir. Bu nedenle Allah ismi İsm-i Azam’dır denilmiştir. Diğer isimler sadece ifade ettikleri manalara işaret eder, “ALLAH” ismi ise bütün güzel isimleri ve bütün mükemmel sıfatları ifade eder. Bu yüzden bu mübarek isim Cenab-ı Hakk’in zatına işaret etmekle birlikte Uluhiyetinin de unvanıdır.

 Bütün bunlara dayanarak diyebiliriz ki, “La ilahe illal-lah” sözü Esma-i Hüsna’nın sayısınca sözleri içerir. Mesela; “La halika illallah, La Kerime, La Razıka, La Kayyuma illallah” gibi… Maneviyatta ilerlemiş bir kişi bu mübarek kelimeyi söylerken i-çindeki binlerce kelimeleri de söylemiş olur. Bu sebeple “ALLAH” isminin aleme tecellisi üzerinde düşünen bir kişi bütün isimlerin aleme tecellilerini her varlıkta tek tek görür, hisseder.

 

  RAHMAN (C.C.)

 Cenab-ı Hak bizim için kainatı Rahman isminden te-celli eden rahmetin binlerce hediyeleriyle doldurmuş, adeta rah-metiyle, kainatı insan için içinde milyonlarca güzel yiyeceğin bulunduğu mükemmel bir sofra şeklinde yaratmıştır. Bu konuda şunları söyleyebiliriz:

 Şu koca kainatı şenlendiren, karanlık varlıkları aydın-latan, sınırsız ihtiyaçlar içinde yuvarlanan aciz varlıkları terbiye eden, bütün kainatı insan için çalıştıran, yardımına koşturan, bu fani, ölümlü insanı sonsuz bir hayata aday eden ve Allah’a muha-tab ve dost yapan elbette Rahman’ın rahmetidir.

 Güneş’i ve Ay’ı, maddeleri ve elementleri, bitkileri ve hayvanları büyük bir örgünün ipleri gibi bin bir ismiyle dokuyan ve hayata hizmetçi yapan ayrıca bütün annelerin mükemmel şefkatleriyle kendi şefkatini gösteren ve bütün canlıları insan ha-yatına itaat ettiren şüphesiz ki yine Rahman’ın rahmetidir.

 İnsanı eksiksiz bir şekilde yaratan, muhtaç olduğu rızkı ona istemeden veren ve O’nu “Allah insanı Rahman suretin-de yarattı.” Hadisinde buyrulduğu üzere maddi ve manevi her ha­liyle Rahman ismini gösterir bir biçimde inşa eden yine Rah-man’ın rahmetidir.

 Ve son olarak da “Seni ancak alemlere bir rahmet o-la­rak gönderdik.” [2] ayetinde ifade edildiği gibi ahir zaman insanının dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmesi için bir kılavuz, bir rehber, en büyük Kuran öğretmeni, en büyük şefaatçi ve kai-nat O’nun aşkına yaratılan, gelişiyle kararmış ve katılaşmış kalp-leri nurlandıran; hüzünlü ve çaresiz gönüllere neşe ve mutluluk saçan Zatın yani İnsanlığın efendisi Hz. Muhammed Aleyhisselam’ın insanlık alemine gönderilmesi Rahman’ın kainata yansıyan en büyük rahmetidir. 

 İşte Rahman isminin alemdeki tecellisi olan rahmet, atom­dan güneşe, en kıymetliden en aşağısına kadar kainattaki her bir varlıkta böyle açık bir şekilde görünmektedir. Bu yüzden Rahman ismine de İsm-i Azam diyenler olmuştur.

 

RAHİM (C.C.)

Allah (c.c.) her bir varlığa sınırsız şefkati ve merhame-tiyle muamele etmektedir. Bunun en güzel delili gerek bitki, ge-rek hayvan gerekse insan olsun bütün annelerin o Rahim şefkat-leriyle süt gibi hoş bir gıdayı aciz yavrularına vermeleri, onların mutlu olmalarından dolayı huzur bulmaları ve onların rahatları için canlarını feda eder derecede fedakarlık yapmalarıdır. Mesela; Aç bir aslan zayıf yavrusunu nefsine tercih ederek elde ettiği bir eti kendi yemeyip yavrusuna yedirir, korkak bir tavuk, yavrusunu korumak için köpeğe, aslana saldırır; bir incir ağacı, yavrusu olan meyvelerini beslemek için kendi çamur yer, meyvelerine süt verir.

 İşte Allah (c.c.)’ın Rahim ismi annelerin kalplerinde böyle tecelli etmektedir. Bunun yanında dünyadaki tüm varlıkların birbirlerine karşı yardımlaşma içinde olmaları, insanların birbirle-rine davranışlarında iyilik duygusuyla hareket etmeleri, birinin başına gelen musibet ve kötü durum karşısında o kişiye acıma duygusuyla bakmaları ve onun sıkıntısına ortak olmaları; anne-ba-banın çocuklarına karşı, çocukların anne-babalarına karşı ve tüm insanların birbirlerine karşı şefkat ve merhametle muameleleri hep yine Rahim isminin tecellilerindendir. Rahim ismi kısa olan dünya hayatında bu şekillerde tecelli ettiği gibi bir çok yönü de ahirette tecelli edecektir. Çünkü Rahim isminin affetmek, merhamet ve şefkat etmek gibi manaları bu geçici dünyada tamamen görünmediği için bu isim ahirette daha geniş bir şekilde müminler üzerinde tecelli ederek onları sonsuz bir azaptan kurtaracak-tır. Demek ki Rahim olan Allah’ın şefkati dünyayı güzelleştirmekle birlikte parmağını Cennet’e doğru uzatmış, onu göstermekte ve güzelleştirmektedir.

 “ Allah (c.c.) gökleri ve yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Bunlardan birisini yeryüzüne indirmiştir. İşte bunun sayesinde bir anne çocuğuna karşı şefkat duyar, hayvanlar, kuş-lar birbirlerine şefkat duyarlar. Allah (c.c.) geri kalan doksan do-kuz rahmeti ise kıyamet günü için kendine saklamıştır. Kıyamet gününde onları bu rahmetle yüze tamamlayacak.”

 

  KERİM (C.C.)

Alemlerin Rabbi olan yüce Allah (c.c.) kullarına karşı sınırsız derecede cömerttir, ikramı ve ihsanı boldur. Bunu görmek için yeryüzüne bakmak yeterlidir.

 Evet Allah (c.c.), en fakir ve en zayıftan tutun da, en güçlüye, en değerli varlığa kadar herkese muhtaç olduğu her şeyi karşılıksız vermektedir. Hastalara şifa, açlara rızık, insanlara hoş-larına giden süslü elbiseler ve daha saymayacağımız nice ikram-lar, cömertliği sonsuz olan Rabbimizin Kerim isminin te­cellisi olarak kullarına ihsan ettiği nimetlerdir. Kainattaki bütün varlıkların vazifelerini aksatmadan yapmaları yine insanlar için Allah (c.c.)’ın büyük bir ikramıdır. Mesela; her gün Güneş’in doğması gündüzün olması, akşam batması gecenin olması, bulutların oluşması, yağmu-run yağması, rüzgarın esmesi ve daha insanın her an ihtiyaç duyduğu bir soluk nefes gibi, hava gibi, su gibi sayamayacağımız her şey Cenab-ı Hakk’ın kullarına karşı Kerim isminin tecellisi o-larak verdiği ikramlarıdır. Aynı şekilde, bahar mevsiminde bütün ağaçların cennet hurileri gibi çiçek ve meyvelerle süslenmiş elbi-selerini giymeleri ve insanlara el gibi uzanmış dallarıyla farklı farklı lezzetlerdeki türlü türlü meyvelerin insanlara verilmesi, in-sanlar için gayet zararlı bir böcek konumundaki arının eliyle in-sanlara çok lezzetli ve bir o kadar da şifalı balın yedirilmesi, a-kılsız, şuursuz ipek böceğinin eliyle insanlara en güzel ve en yu-muşak kumaş olan ipekten elbisenin giydirilmesi gerçekten kainat-ta müthiş bir kerem ve ikramın olduğunu bir kez daha göster-mekte ve bu kerem, ikram ve ihsanın da Cenab-ı Hakk’ın Kerim isminden tecelli ettiğini bir kez daha tasdik etmektedir.

 Evet Allah (c.c.) Kerim’dir, ikramı ve ihsanı bol olandır. Onun keremini ve ikramını anlatmaya gücümüz yetmez. Bu yüzden hiç değilse “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanın” hadisine göre hareket edip, Allah’ın Kerim isminin tecellisi olarak bize ikram ettiği mad-di-manevi her türlü nimetleri biz de başkalarına ikram edelim ve her anımızı Ona karşı minnet ve şükür içinde geçirelim. Böylece hem Kerim isminin alemdeki tecellilerini görmüş oluruz, hem de bu güzel ismi ruhumuzun aynasında, kendi üzerimizde göstermiş oluruz.

 

  HAKİM (C.C.)

Cenab-ı Hak, şu kainatı mükemmel bir hikmetle idare etmektedir. Bunun delili ise her şeyin bir fayda ve hayra dayana-rak yaratılmasıdır.

 Mesela; insanın bütün organlarında, kemiklerinde, da-marlarında hatta bedeninin bütün hücrelerinde bir fayda ve bir hikmetin gizlenmesi; bazen bir tek uzvunu kaybetmiş insanın ha-yatının sekteye uğraması örneğin, bir elinizi, bir ayağınızı, bir gözünüzü kaybettiğinizi veya vücudunuzdaki damarlardan herhangi birinin çalışmadığını düşünün… bütün bunlar gösteriyor ki Allah (c.c.) insanı ve insanın bedenini Hakim isminin tecellisi olan hik-metle idare etmektedir.

 Kainattaki bütün varlıkların yaratılışında mükemmel bir dengenin ve düzenin bulunması ve aynı düzenle çalışmaları yine Allah’ın Hakim isminden yansıyan hikmetin göstergeleridir. Mesela; Dünyanın Güneş’e karşı uzaklığının hep aynı olması -ki Dünya Gü-neş’e bir derece yaklaşacak olsa Dünya ve Dünyadaki varlıklar ya-nar, kavrulur; bir derece uzaklaşacak olsa Dünya bir buz kütlesi haline gelir ki iki halde de Dünyada hayat biter- bütün gök ci-simlerinin hareketlerinde, Allah (c.c.)’ın onlar için belirlediği sını-rın dışına çıkmamaları, yeryüzündeki her varlığın insanın yararı için kendilerine yüklenmiş vazifeleri aksatmadan yerine getirme-leri, koca bir ağacın hayat programının küçücük çekirdeğinde yerleştirilmiş olması, insanın zevki için yeryüzünde yaratılan türlü türlü çiçeklerin, bitkilerin, en büyüğünden en küçüğüne kadar farklı farklı hayvanların yaratılışlarındaki eşsiz güzellik ve bütün bu varlıkların insan için çalışmaları yine Allah’ın bu varlıklarda tecelli ettirdiği hikmetini göstermektedir.

 “ Allah (c.c.)’ ın sanatıdır ki her şeyi hikmetle, yerli ye-rinde ve sapasağlam yaratmıştır.” [3]

 “ O her şeyi en güzel şekilde yarattı.” [4]

 Cenab-ı Hak sanki içindeki bütün varlıklarla beraber şu kainat sarayını yarattıktan sonra her bir varlığı bir model yaparak her sene, her gün, her an o varlıklara hikmetiyle süslü değişik şekillerde elbiseler giydiriyormuş gibi onları değiştirmekte ve yenilemektedir. Her kış ağaçlar ve bitkiler vazifelerini tamam-lar bir anlamda ölür, her bahar mevsiminde yeniden başka çiçek-lerle, başka yapraklarla, başka meyvelerle Allah’ın hikmetini gös-termek üzere geçen senekinden farklı bir elbise giyerek yeniden dirilir.

 Evet işte tüm kainattan, içindeki en küçük varlığa ka-dar her şeyi hikmetle yaratan, hikmetle çalıştıran ve hikmetle idare eden Allah (c.c.), Hakim isminin tek sahibidir ve yaratmak da, çalıştırmak da, yok etmek de O’nun işidir.

“O yüce Allah’tır ki, gökleri ve yeri hakkıyla yaratmış-tır. Ve O’nun ol diyeceği gün her şey hemen oluverir. O’nun sözü haktır. Ve sura üfürüleceği gün mülk O’nundur. Gizli olanı da açık olanı da bilendir. O Hakim’dir, her şeyden haberdardır.[5]

 

 HAFİZ (C.C.)

Ağaç, çiçek ve otların çeşitli tohumlarından bir avuç a-lıp, farklı cinsteki bu farklı tohumları karanlıkta, basit ve cansız toprak içine gömüp, onu akılsız, şuursuz ve yüzünü nereye çevir-seniz oraya giden basit su ile suladığımızda, o birbirine karışmış farklı tohumların Allah (c.c.)’ın Hafiz isminin tecellisiyle hatasız bir şekilde birbirinden ayrılıp, hangi meyvenin tohumuysa o mey-veyi verdiğini görürüz. Mesela; incir ağacının tohumunu, menekşe çiçeğinin tohumunu, domates meyvesinin tohumunu hep birlikte aynı toprağa gömüp, aynı suyla suladığınızda, bakarsınız ki, incir tohumu incir ağacı olup, o meyveyi verir, menekşe tohumu menekşe çiçeği verir, domates tohumu domates meyvesi verir. Bunun sebebi Allah (c.c.)’ın, Hafız isminin tecellisi olarak her meyvenin, her çiçeğin ve her ağacın hayat programını tohumuna yerleştirip, orada saklamış olmasından dolayıdır.

 Her bahar ve her yaz mevsiminde yaratılan meyvelerin ve çiçeklerin hayat programları çekirdeklerinde ve tohumlarında saklanıp, kışın o meyvelerin ve çiçeklerin ölümünden sonra onlar sonraki baharda tohumlarıyla yeniden diriltilmektedirler. İşte ay-nen bunun gibi insanın her yaptığı işi ve ameli de amel defter-lerinde kaydedilip, saklanmaktadır. Bundan anlıyoruz ki, Allah (c.c.)’ın Hafiz isminin küçük bir tecellisi bu dünyada ağaçların meyvelerin-de, meyvelerin çekirdeklerinde, çiçeklerin tohumlarında, insanların hafızalarında göründüğü gibi, en büyük tecellisi kıyamette, haşir-de, amel defterleri açıldığında, insanın her yaptığı hareketinin, söylediği her sözünün, attığı her adımının hatta düşündüğü her düşüncenin bir sinema ekranı gibi tek tek gösterileceği zaman görünecektir. Evet Allah Hafiz isminin tecellisi olarak insanın her yaptığı amelini kaydetmekte ve kıyamete kadar o kayıtları sakla-maktadır.

“Artık her kim zerre kadar bir hayır işlemiş ise onu görecek ve her kim zerre kadar bir şer işlemiş ise onu göre-cektir.”[6]

 Evet Allah (c.c.)’ın Hafiz ismi kainatta ve insan üzerin-de kısaca bu şekillerde tecelli etmektedir. Daha bunu genişlete-bilmemiz için kainatın tamamından en küçük atoma kadar, insanın en küçük hücrelerine kadar her şeyi incelememiz gerekir ki bu bizim işimiz değildir. Bu yüzden bütün varlıklarda Hafiz isminin tecellisini göremiyorsak da en azından, kendimize, hafızamıza, en küçük hücrelerimize -özellikle DNA hücrelerimize- bakıp bu tecelliyi görebiliriz. Her fiilimizin kaydedildiğini anlayabilir ve yaşamımızda biraz daha dikkatli olabiliriz.

 “Hayır bilakis siz dini yalanlıyorsunuz. Hiç şüphe yok ki üzerinizde hafızlar (bekçiler) vardır. Çok değerli yazıcılar vardır. Her ne yaparsanız bilirler. “[7]

 

  RABB’UL-ALEMİN (C.C.)

Rabb’ul Alemin, ‘Alemlerin Rabbi’ anlamına gelmektedir. Bü­tün alemlerin Rabbi yani alemlerin sahibi ve bütün o alemleri idare ve terbiye eden tek yönetici ise sadece Allah (c.c.)’tır.

 “ Hamd Alemlerin Rabbi Allah (c.c.)’a mahsustur. “[8]

 Şu kainatta birbiri içinde milyonlarca alemler ve küçük kainatlar vardır. Bu alemlerin ve kainatların idare ve yönetilmesi-nin şartları farklı farklı olduğu halde, öyle mükemmel bir terbiye ile idare edilmektedir ki, sanki bütün kainat bir kitabın sayfası, bütün alemler o sayfanın birer satırı gibi Allah’ın kudret kalemiyle her an yazılmakta ve böylece Allah (c.c.) bütün alemleri Rablı-ğıyla nasıl idare ettiğini aklı olan herkese göstermektedir.

 Zerrelerden Güneş sistemine, Samanyolu dairesine, in-sanın vücudundaki bir hücreden yeryüzü hazinesine, kainatın tama-mına kadar bakteriler, hayvanlar, bitkiler, dağlar, denizler, ele-mentler her şey birer alemdir. Ve bu alemlere hükmeden de bu alemlerin idare ve terbiyesi elinde olduğundan dolayı ‘RAB­B’UL-ALEMİN’ olan Allah (c.c.)’tır. Mesela; hayvanlar aleminin sınırsız ihtiyaçlarını görüp, onları rahmetiyle rızıklandıran ve o hayvanlar alemindeki küçük yavruların güçsüzlüklerini görüp, onları merhametiyle idare eden sadece bu hayvanlar alemine hükmeden ve bütün alemler gibi bu alemi de idare eden Allah (c.c.)’tır.

 Evet Cenab-ı Hakk’ın yarattığı on sekiz bin mi, yirmi sekiz bin mi sayısını bilemeyeceğimiz kadar alem vardır. Ve Rab-b’ul-Alemin isminin tecellileriyle bütün bu alemlerin idaresi de Al-lah (c.c.)’a aittir. Her şeyin yerli yerince yaratılması, yerli yerin-ce hareket etmesi, görevini tamamlayanların gidip, yerlerine ye-nilerinin gelmesi elbette yine Allah (c.c.)’ın alemler üzerindeki Rablığının göstergeleridir. Bir zerreyi idare edemeyen bir Rab, Güneş’i de idare edemez, insanın bir hücresini idare edemeyen bir Rab insanı da idare edemez. En küçük bir varlıktaki Rablık damgasını göremeyen bir insan ise en büyük bir varlıktaki Rab-lık damgasını da göremez. İşte bu yüzden Hz. İbrahim, insanlara karşı Rablığını iddia eden Nemrud’un sahtekarlığını Kuranda anla-tıldığı şekilde şöyle yüzüne vuruyordu:

 “Görmedin mi Allah (c.c.) kendisine mülk verdiği için İb-rahim ile Rabbi hakkında mücadelede bulunanı? İbrahim ona ‘ Be-nim Rabbim hem diriltir, hem öldürür’ deyince o ‘ben de diriltir ve öldürürüm’ demişti. İbrahim: ‘Şüphe yok ki Allah Güneş’i doğu-dan getirir, haydi sen de onu batıdan getir’ deyince o kafir şa-şırıp kalmıştı.” [9]

 Evet bir Güneş’i idare edemeyen bir Rab, daha on se-kiz bin alemi nasıl idare edebilir? İnsanları ve daha başka canlı-ları nasıl diriltip öldürebilir? Bu yüzden Hz. İbrahim gibi Hz. Mu-sa da, Fravun’a hakkı anlatmak için geldiğinde başka bir şey de-ğil de; “Ey Fravun! Şüphesiz ki ben Rabb’ul-Alemin (Alemlerin Rab-bi) tarafından gönderilmiş bir Peygamberim.” [10] demişti. Ve Hz. Musa’ya iman eden sihirbazlar da; “Biz Rabb’ul-Alemine (Alemlerin Rabbine) iman ettik.” [11] demişlerdi.

  Evet Alemlerin Rabbi, sahibi, yöneteni sadece Allah (c.c.)’tır. Ve mülkünde de hiçbir ortağı yoktur. Bizler sadece, te-cellilerini her an gözlerimizle gördüğümüz Rabbul-Alemin olan Rab-bimize iman edip, onun hükümlerine boyun eğmeliyiz.

 “Muhakkak ki Rabbiniz o Allah (c.c.)’tır ki, gökleri ve yeri altı gün içinde yarattı. Sonra Arş üzerine istiva buyurdu. Ge-ceyi gündüze örter, o onu kışkırtarak takip eder. Güneşi de, Ay’ı da yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yaratmıştır. İyi bilme-lidir ki, yaratmak da, emir de ona mahsustur. Rabb’ul Alemin (Alemlerin Rabbi) olan Allah (c.c.) ne yücedir.” [12]

 

  RABB (C.C.)

 Şu kainatı içindeki bütün varlıklarla birlikte terbiye e-den Rabb isminin sahibi olan yüce Allah (c.c.)’tır.

 Cenab-ı Hak her varlık için bir mükemmellik noktası belirlemiş ve varlıklara o noktaya ulaşmaları için bir istek ver-miştir. Her şey sanki manevi bir emir almış gibi o noktaya doğru hareket etmektedir. Bu hareketleri sırasında onlara yardım eden ve yollarındaki engelleri kaldıran elbette Allah’ın terbiye ve ida-residir.

 Evet kainata dikkatli bir şekilde baktığımızda, insan gruplarının belli kanun ve kurallara göre yaşadıkları gibi kainatın zerrelerinin de Allah (c.c.)’ın kanunlarına göre hareket etmekte olduklarını görür ve onlara verilmiş olan vazifelerini yapmaya doğ-ru koşmakta olduklarına şahit oluruz.

 Mesela; akşam vakti, Güneş dünyadaki vazifesini tamam-lar ve başka vazifeler için ufuktan kaybolur, kainatı gece kaplar. Allah Rablık kanunuyla beyaz olan gündüz sayfasını kapatıp, siyah olan gece sayfasını açar. Mevsimlerin değişmesiyle, yazın yemyeşil sayfasını kapatıp, kışın soğuk beyaz sayfasını açar.

 Evet bütün varlıklar vazifelerini yaparak mükemmellik noktasına ulaşmaktadırlar. Güneş, ısıtma ve aydınlatma vazifelerini ya­par, ağaçlar, meyve verme vazifesini yapar, bitkiler kainatı süs­­leme vazifelerini yapar ve böylece mükemmel bir varlık olur. İşte Rabb isminin tecellileriyle bütün bu varlıkları yaratan, bun-lara vazifelerini yükleyen, bu varlıkları vazifelerinde çalıştıran ve çalıştırırken bunları terbiye ve idare eden sadece Allah (c.c.)’tır.

 

FETTAH (C.C.)

 Cenab-ı Hak Fettah isminin tecellisiyle basit bir mad-de­den bir tek “OL” emriyle her tarafta farklı farklı şekiller açar. Kai­­nat bahçesindeki bütün varlıklar Allah (c.c.)’in Fettah is-miyle şahsiyet kazanıp, bir çiçek gibi varlık aleminde açmışlardır.

 Evet yeryüzünde dört yüz bin çeşit canlı türü vardır. Allah (c.c.) bu canlılar için gayet süslü, ölçülü ve farklı şekiller belirlemiş ve onlar için Fettah ismiyle hayat yolunu açmıştır.

 “Annelerinizin karnında sizi üç karanlık içinde, bir ya-ratılıştan diğerine çevirerek yaratıyor. İşte Rabbiniz olan Allah (c.c.) Odur; bütün mülk Ona aittir. Ondan başka hiçbir ilah yok-tur. O halde yüzünüz nasıl haktan çevrilir. “ [13]

 “Ne yerde ve ne de gökte hiçbir şey Allah (c.c.)’tan gizli kalmaz. Annelerinizin karnında size dilediği gibi şekil veren Odur. Ondan başka ilah yoktur…” [14]

 Ayetlerin ifadesine göre tevhidin en büyük delili var-lıkların şekillerini açmaktır. Yani, basit bir maddeden üç karanlık devre içinde bütün annelerin rahimlerinde insanların suretlerini ve şekillerini gayet ölçülü, farklı, süslü ve çok düzgün bir şekilde şaşırmadan ve karıştırmadan açmak ve yaratmak olan Fetta­hi­yet yani, her şeyi en uygun şekilde açma fiili Allah (c.c.)’ın Fettah isminin tecellisidir ve bu da tevhidin en büyük delilidir.

 Allah (c.c.) Fettah isminin tecellisiyle annelerin karınla-rında şekilleri ve suretleri açtığı gibi, o suretlerin sahiplerine bir de hayat yolu açmakla birlikte, bu hayat yolundaki bütün ka-pa­lı kapıları da açar. Öyleyse bütün kapalı kapıların anahtarları Allah (c.c.)’ın Fettah isminde gizlidir. Ve bundan dolayı bu güzel isim üzerinde çokça düşünmek gerekmektedir.

 

 REZZAK (C.C.)

 Hayırlar ve güzelliklerle süslenmiş olan vücut elbisesini insana giydiren Allah (c.c.) ona bir de mide verdiği için Rezzak ismiyle bütün yiyecekleri bir sofra gibi onun önüne sermiştir.

 İnsan ve insan gibi yer üstünde ve yer altında, havada ve denizde bulunan diğer bütün canlıların özellikle zayıf yavrula-rın hem mideleri için gerekli olan maddi rızıklarını hem de kalp ve ruhları için gerekli olan manevi bütün rızıklarını Rezzak ismiyle kuru ve basit bir topraktan şefkatle veren Allah (c.c.)’tır.

 “Şüphesiz ki, rızkı veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah (c.c.)’tır.” [15]

 “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek, Allah (c.c.)’a ait olmasın. Allah (c.c.) onların rahim-lerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de…” [16]

 “Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen ni-ce canlının ve sizin rızkınızı Allah verir…” [17]

 Evet yukarıdaki ayetlerin ifadelerine göre Allah (c.c.) en küçük bir mikroptan en büyük insana kadar bütün varlıkların yaşamları için gerekli olan rızkı kendi üzerine almıştır.

 Mesela; rızka muhtaç olan ağaçlar hareketsiz bir şekilde yerlerinde sabit durdukları halde rızıklarının onların ayakla-rına gelmesi, aciz minik yavruların ihtiyaç duydukları rızıklarının ağızlarına akması ve o yavruların biraz büyüyüp, güçlendikten son-ra sütün kesilmesi rızıklarının onlara başka yerlerden başka şe-killerde verilmesi açıkça Rezzak isminin alemdeki tecellilerini gös-termektedir.

 Rızık iki çeşittir. Birincisi yaşamak için gerekli olan gerçek rızıktır ki bu “Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yok-tur ki, onun rızkını vermek, Allah (c.c.)’a ait olmasın.” ayetiyle Al-lah’ın yükümlülüğü altına alınmıştır. Hatta Allah (c.c.) bu çeşit rız-kı vereceğini o kadar güzel bir şekilde söz vermiştir ki; bedende oluşan yağların vücutta depolanması insanın yirmi günden fazla yemek yemeden yaşamasını sağlar. Öyleyse yirmi-otuz günden ön­ce vücutlarında depolanmış olan rızıkları bitmeden açlıktan ölenler rızıksızlıktan değil, kötü alışkanlıklarından ve alışkanlıklarını terk etmelerinden kaynaklanan bir hastalıktan dolayı ölürler.

 İkinci rızık çeşidi ise, alışkanlıkların ve israfların zaru-ret halini almasından doğan rızıktır ki bu rızık çeşidi Allah (c.c.)’in yükümlülüğü altında değil, belki Allah (c.c.)’in ihsanıdır. İsterse verir, istemezse vermez.

 İşte bu ikinci kısım rızkı iyi kullanmak gerekir. Kanaatle çalışmak ve rızkı helal yollardan kazanmak bu rızkı iyi yönde kullanmakla beraber, Allah (c.c.)’a karşı fiille yapılan bir duadır ve dünya ve ahiret mutluluğunun da anahtarıdır. İsraf ve hırs ile helal yönden çalışmayı bırakıp, her yola başvurup, tembelce ve zalimce hayatını geçirmek ise bu rızkı kötü yönde kullanmaktır. Bu da insanın hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını zehir-ler ve öldürür.

 Evet bunların dışında midenin rızık istediği gibi kalp, ruh, akıl, göz, kulak ve ağız gibi duyu ve duygular da manevi rızık is­ter. Bu duyguların ihtiyaç duydukları rızıklarını da yine Allah (c.c.) Rezzak isminin tecellisiyle rahmet hazinelerinden te-min etmektedir. Mesela; gözün rızkı güzele bakmaktır; Cenab-ı Hak da kainatta yarattığı sınırsız güzelliklerle gözlere rızıklarını peşinen vermiştir.

 İşte Rezzak ismi canlıların üzerinde bu şekillerde te-celli etmektedir. Bu yüzden helal yönde çalışıp maddi rızkımıza fiili duada bulunmakla birlikte; helal güzelliklere bakıp, helal söz-ler dinleyip, helal yollardan ruhumuzu ve kalbimizi rahatlatmaya ça­lışarak manevi rızkımıza şükürde bulunmamız gerekir. Ancak bu şekilde dünya mutluluğunun ve imanın tadına varmış oluruz. Ahiret ise Allah (c.c.)’in rahmeti ve ihsanıyladır.

 


NUR (C.C.)

 “Allah göklerin ve yerin nurudur…” [18]

 Yeryüzünde bulunan bütün maddeler Güneş’in aynasıdır. Güneş ısısıyla, ışığıyla ve ışığındaki yedi rengiyle maddelere yan-sır ve onları aydınlatır, ısıtır ve renklendirir. İşte aynen bunun gibi Güneş de Allah (c.c.)’ın NUR isminin aynasıdır.

 Evet, Allah (c.c.)’in Nur isminin aynası olan Güneş’in nurlu ve parlak olmasından dolayı ışığının yansımasının, Allah (c.c.)’in izni ile denizin yüzüne ve bütün kabarcıklarına girmesi, bir tek cam parçasına girmesi kadar kolaydır. Aynı şekilde, Nurların Nuru olan Allah (c.c.)’ın nurani ilmi ve gücüyle gökleri, yeri, Güneş’i ve yıl-dızları yaratması ve döndürmesi de; Allah’a göre sineklerin ve zerrelerin yaratılması ve döndürülmesi kadar kolaydır.

 Allah (c.c.)’ın Nur isminin tecellisinin başka bir yönü de; Allah (c.c.)’ın her şeye her şeyden daha yakın olmasıdır. Meselâ, Güneş, bir tek madde iken nurlu olmasından dolayı ışığıyla her parlak maddenin yanında bulunmaktadır. Bu da gösteriyor ki, nur ve nurlu varlıklar için maddi sınırlamalar olamaz, uzak ve yakın, az ve çok kavramları onlar için birdir, eşittir, mekân onları bağlamaz. Nur isminin tecellilerinden biri olan meleklerin bu nuranilikleriyle çok uzak yerlerde aynı anda bulunabilmeleri -örneğin Hz. Azrail (Aleyhisselam)’ın aynı anda farklı memleketlerdeki milyonlarca insanın canını alması gibi- ve çok fazla işi aynı anda yapabil-meleri -Hz. Mikail (Aleyhissela) tarafından yön­lendirilen hava olaylarıyla, aynı anda bir yerde havanın sıcak olması, başka bir yerde soğuk olması gibi- bunun bir göstergesidir.

 İşte güneş ve melekler gibi aciz ve Allah (c.c.)’in emir-lerine göre hareket eden nuranî varlıklar Allah (c.c.)’ın Nur ismi-nin tecellisiyle nurlu olmalarından dolayı aynı anda farklı yerlerde bulunabiliyor ve bir çok işi aynı anda yapabiliyorlarsa; acaba maddeden ve maddi sınırlardan münezzeh, bütün nurlar ve bütün nurlu varlıklar O (c.c.)’nun Nur isminin bir gölgesi olan ve yine Nur isminin tecellisiyle her şeye her şeyden daha yakın olan Allah (c.c.)’ın nurani ilmi, nurani kudreti, nurani rahmeti ve inaye-tinden hangi madde saklanabilir, hangi iş O (c.c.)’na ağır gelebilir, O (c.c.)’ndan ne gizlenebilir ve O (c.c.) kime uzak kalabilir ?

 Evet O (c.c.), Nur isminin tecellisi ile, ilmi, kudreti, hikmeti ve rahmetiyle farklı yerlerdeki farklı kullarının dualarını aynı anda duyar, onları aynı anda görür ve ihtiyaçlarına aynı an-da cevap verir. Her an onların yanındadır.

 “Kullarım sana benden sorarlarsa şüphesiz ki ben çok yakınım. Banan dua ettiği zaman dua edenin duasına icabet ede-rim…” [19]

 

CEVVAD (C.C.)

 Şu dünyanın yüzünü süslü sanatlarla süslemek, Ay’ı ve Güneş’i dünya için bir lamba yapmak, yeryüzünü ziyafet için ha-zırlanmış bir sofra gibi en güzel yiyecek çeşitleriyle doldurmak ve insanın göz zevki için yeryüzünü rengarenk bitkilerle donatmak kesinlikle sınırsız bir cömertliğin işaretleridir.

 Evet yeryüzünü dikkatli bir şekilde seyrettiğimizde Al-lah (c.c.)’in Cevvad isminin tecellisi olarak yeryüzünün sınırsız bir cömertlikle idare edildiğini görürüz. Mesela, kışın kuru bir odun parçası olan bir ağacın dallarındaki incecik bir sapta yazın çok güzel çiçekler açması, sonra o çiçeklerin meyve olması ve bu meyveleri ağacın hiçbir karşılık beklemeden insanlara uzatması ger­çekten o ağacın çok cömert bir Zat adına insanlara mey­velerini verdiğini göstermektedir.

 Ve yeryüzünde bulunan bütün hayvan çeşitlerinin bir faydaya dayanarak hiç bir karşılık istemeden insanın emrine veril-mesi ve onun için çalıştırılması mesela, insanın göz zevki için on beş günlük ömrü olan kelebeklerin yaratılması, işte bütün bun­lar Allah (c.c.)’in ne kadar cömert olduğunu göstermektedir.

 Bunun yanında her bir insanın duyu ve duygularının ek-siksiz bir şekilde yaratılması ve hayatı için gerekli olan hiçbir şeyin insanın vücudunda eksik bırakılmaması ve maddi-manevi ih-tiyaç duyduğu her şeyin istemeden ona ikram ve ihsan edilmesi gerçekten Allah (c.c.)’in Cevvad isminin tecellisi olarak insanlara karşı ne kadar cömert olduğunu göstermektedir.

 “Allah O’dur ki sizin için gökten bir su indirdi. Size ondan bir içecek vardır ve ondan bitkiler yetişir, onda hayvanları-nızı otlatırsınız. Onunla sizin için ekin, zeytin, hurma ağaçları, ü-zümler ve meyvelerin hepsinden yetiştirir. Şüphe yok ki bunda düşünecek bir kavim için elbette bir ibret vardır. O denizi emrinize vermiştir ki, ondan taze bir et yiyesiniz ve ondan giye-ceğiniz bir ziynet çıkarasınız. Gemileri de orada yara yara gider bir halde görürsün. Hem lutfunu isteyesiniz, hem de gerektir ki şükredesiniz. Ve her yerde sabit dağlar yarattı ki sizi sallayıp, muzdarip etmesin diye ve nehirler ve yollar da vücuda getirdi ki doğru yolu bulasınız…” [20]

 CEMİL (C.C.)

  Kainatta var olan son derece süslü ve güzel varlıklar, ışık güneşi gösterdiği gibi, manevi bir güzelin benzeri olmayan eşsiz güzelliğini göstermektedir.

 Güzel varlıkların ecelleri geldiğinde ölmeleriyle beraber arkalarından gelenlerin de aynen kendileri gibi güzel olmaları o varlıkların, güzelliğin gerçek sahibi olmadıklarını, bilakis sınırsız derecede güzel olan bir zatın güzelliğini göstermek için bu aleme geldiklerini göstermektedir. Çünkü güzelliğin kurallarından birisi de güzelin ölümsüz olmasıdır. Fani, geçici, zayıf ve ölüme mahkum olan varlıklar gerçek güzel olamazlar. Bu fani varlıkların üzerlerin-de görünen güzellikler onların değil, Mukaddes bir güzelliğe sa-hip olan Allah (c.c.)’ın Cemil isminin tecellisidir. İşte bu sırrı an-lamış olan Hz. İbrahim Aleyhisselam “Ben batan şeyleri sevmem ” [21] dedikten sonra “ Ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yarata-na çevirdim ve ben müşrüklerden değilim.” [22] diyerek yeryüzündeki her güzelliğin geçici her sevgilinin ölüme mahkum olduğunu ifade ettikten sonra gerçek güzelin ve her şeye güzelliği veren Zatın Allah olduğunu vurgulayarak ‘ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim’ demişti.

 Evet demek ki gerçek güzelliğin sahibi, Cemil isminin sahi­bi olan Allah (c.c.)’tır. Her güzelin, güzelliğini göstermek iste-mesi kaidesiyle Allah da kendi güzelliğini görmek ve göstermek istemektedir. Bu yüzden de Cemil ismini varlıklar üzerinde tecelli ettirerek hem bizzat kendisi güzelliğini varlık aynalarında gör-mekte, hem de bu aynalarda yansıyan güzelliği insanlara göster-mektedir. Ve Cemil olan Allah insanlara güzelliğini sadece varlık aynalarında göstermekle kalmayıp, ahirette müminlere Cemalini gösterecektir.

 

ŞAFİ (C.C.)

  Cenab-ı Hak insanın göz, kulak, akıl, kalp gibi duyu ve duygularla süslenmiş olarak üzerine giydirdiği vücut elbisesinde güzel isimlerini göstermek için bir çok hale çevirerek daima onu değiştirir. Mesela; Rezzak ismini göstermek için insana açlık verir, şafi ismini göstermek için hastalık verir vs…

 Evet Şafi olan yüce Allah büyük bir eczane olan yer-yüzünün her tarafına bir ilaç yerleştirmiş, her derde bir der-man yaratmıştır. Tedavi için o ilaçları almak ve onları kullanmak doğ­rudur. Fakat şifayı Şafi olan Allah (c.c.)’tan bilmek gerekir. Hastalığı veren O (c.c.) olduğu gibi, şifayı veren de O (c.c.)’dur. Bu yüzden maddi-manevi herhangi kötü bir hastalık için ümitsiz-liğe düşmemek, Allah (c.c.)’a uzanmış elleri geri çekmemek gere-kir. Yeryüzündeki her ağaca, her bitkiye, her taşın altına, zararlı olarak gördüğümüz her hayvana bile Cenab-ı Hak Şafi ismiyle bir şifa yerleştirmiş olabilir. Şifanın sebebi olan ilacı arayıp, Şa-fi olan Allah (c.c.)’a daima duada bulunmak ve O’na tutunmak gerekir. Çünkü, ilaçlara tesiri veren ve o ilaçlarla şifayı yaratan ancak Şafi olan Allah (c.c.)’tır.

 “Hastalandığımda şifa veren O’dur.” [23]

 

  11- İSM-İ AZAM

 Allah'in (C.C.) Kur'ân ve hadislerde geçen güzel isim-lerinin mânâca en geniş olanıdır. İsm-i A'zam, diğer isimlerin de mânâlarını içinde toplar.

 İsm-i A’zam gizlidir. Canlıların ömründe ecel, insanların içinde veli kullar, Ramazan ayında Kadir gecesi gizli olduğu gibi Allah’ın bütün isimleri içinde de İsm-i Azam gizlidir.

 “Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resülullah aleyhis-salâtu vesselâm şöyle yalvardılar: "Allahım! Ben, senin pak, gü­zel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği taktirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum."

 Hz. Aişe'nin belirttiğine göre, bir başka gün Aleyhissa-lâtu vesselam'ın, kendisine "Ey Aişe! Kendisiyle dua edildiği taktir-de icabet ettiği ismi, Allah'ın bana gösterdiğini sen biliyor mu-sun?" diye sormuştu. Hz. Aişe der ki: "Ben: "Ey Allah'in Resülü! Annem babam sana feda olsun, onu bana da öğret!" dedim. "Ey Aişe onu sana öğretmem uygun düşmez!" buyurdu. Bu cevap üze-rine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp, başını öptüm ve: "Ey Allah'ın Resülü! Onu bana öğ-ret" diye ricada bulundum. O yine: "Onu sana öğretmem uygun olmaz, ey Aişe! Onunla senin dünyevî bir şey talep etmen uygun-suz olur" buyurdu." Hz. Aişe devamla der ki: "Ben de kalkıp ab-dest aldım, sonra iki rekât namaz kıldım, sonra: "Allahım! Sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum. Sana Birrurrahîm isminle dua ediyorum. Sana bildiğim ve bilmedi-ğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle" diye dua ettim." Aişe devamla der ki: "Bu duam üzerine Resülullah aley­hissalâtu vesselâm güldü ve: "İsm-i âzam, senin yaptığın şu duanın içinde geçti" buyurdu."

 Hz. Aişe (radiyallahu anha)’dan rivayet edilen bu ha-disten anladığımıza göre Rasulullah Aleyhissalatu Vesselam efen-dimiz Allah (c.c.)’ın İsm-i Azamını biliyordu fakat Kadir gecesinin ramazanın kaçıncı günü olduğunu söylemediği gibi İsm-i Azamı da söylememiştir. Rivayet edilen buna benzer bir hadiste de şöyle gelmiştir;

 “Hz. Büreyde (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah A-leyhissalâtu Vesselâm, bir adamın şöyle söylediğini işitti: "Allah'ım, şehâdet ettiğim şu hususlar sebebiyle senden talep ediyorum: Sen, kendisinden başka ilah olmayan Allah'sın, birsin, Samed’sin (hiçbir şeye ihtiyacın yok, her şey sana muhtaç), doğurmadın, doğ-madın, bir eşin ve benzerin yoktur."

Bunun üzerine Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular:

 "Nefsimi kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun, bu kimse, Allah'tan İsm-i Âzàmı adına talepte bulundu. Şunu bilin ki, kim İsm-i Âzamla dua ederse Allah ona icâbet eder, kim onunla talepde bulunursa (Allah ona dilediğini mutlaka) verir. " [24]

Buna benzer birkaç hadis daha vardır. Ve o hadilerde Allah’ın daha farklı isimleriyle dua eden sahabelere de Rasulullah İsm-i Azamıyla dua ettiklerini söylemiş ve dualarının kabul oluna-cağını haber vermiştir. O zaman biz bundan şunu anlıyoruz ki, her insana göre İsm-i Azam değişmektedir. Yani, Allah’ın her is-minin bir a'zamlık mertebesi vardır ki o mertebe insan için İsm-i Azam yerine geçer. Bu yüzden herkesin İsm-i A'zamı aynı değil, farklı farklıdır. İmam Azam, İmam Gazali, Celaleddin Su­yuti, Abdulkadir Geylani, Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük zatlar İsm-i Azamı farklı farklı görmüşlerdir. Meselâ: İmam Azam “ADL ve HAKEM” isimlerini ve Abdulkadir Geylani, “ HAYY” ismini İsm-i A-zam olarak görmüştür. Hz. Ali ise İsm-i Azamı altı isimde zikret-miştir. İmam Gazali Cennet’ül Esma ismindeki risalesinde, Hz. Ali’-nin zikrettiği ve İsm-i Azamı içine alan bu altı ismi şerhetmiş-tir. Bu isimler; "Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl, Kuddus" isimle-ridir. Biz de burada bu güzel isimleri biraz tanımaya çalışalım:

 

 KUDDUS (C.C.)

 “Yeri de döşeyip, düzenledik. Biz ne güzel donatıcıyız.”[25]

 Bu ayetin bir nüktesi ile Kuddus isminin bir tecellisi şöyle ki:

 Bu kainat ve yeryüzü, hiç durmadan çalışan bir fabri-ka, ya da daima dolup, boşalan bir misafirhane gibidir. Fabrikalar ve misafirhaneler devamlı çalıştıkları ve devamlı dolup boşaldıkla-rı için çok fazla kirlenir ve eğer temizlenmezlerse kokuşmuş maddeler birikir ve oralar süprüntü ve enkazlarla dolu bir çöplük halini alır. Bu şekilde insan oralarda duramaz, dursa da pislikten boğulur.

 Halbuki bu kainat fabrikası ve yeryüzü misafirhanesi o kadar temiz ve parlaktır ki, içlerinde faydası olmayan, gereksiz hiçbir madde bulunmaz.

 Öyleyse bu fabrikanın öyle temiz bir sahibi vardır ki, bu koca fabrikayı küçücük bir oda gibi süpürtür, temizler ve dü-zenler. Ve ortalıkta temizlikten hiçbir kalıntı da bırakmaz.

 Mesela; bir insan ayda bir kez de olsa yıkanmasa ve küçücük evini, odasını süpürmeyip, temizlemese çok kirlenir. Bu halinden hem kendi zarar görür, ham de çevresindekilere zarar verir. Demek ki, içinde yaşadığımız bu büyük alem sarayı da de-vamlı temizlenmektedir. Eğer yeryüzü temizlenmese bir yıl belki de daha az bir sürede yeryüzünde yaşayan binlerce canlı türü pislikten ve pis kokudan boğulacaklardı. Ayrıca gökyüzünde vazife-lerini tamamlayıp, ölen yıldızların ve diğer gökcisimlerinin dağlar büyüklüğündeki enkazları başımıza düşecek, dünyamızın ve bizim başımızı kıracaklardı. Halbuki, dünya kurulduğundan beri nice gök-cisimleri ve nice yıldızlar ölüp, yerlerine yenileri geldiği halde ibret olsun diye gönderilen bir kaç tanesi dışında başımıza hiç-bir taş düşmemiştir, düşenler de kafamızı kırmamıştır.

 Aynı şekilde her sene yeryüzünde milyonlarca insanın hayvanın ve bitkinin ölmesiyle karalar ve denizler öyle kirlenecek-ti ki canlılar, değil bu dünyayı sevmek belki de yeryüzünün bu kötü halinden dolayı ondan nefret edip kaçacak yer arayacaklardı.

 Evet bir kuşun kanatlarını, bir yazarın sayfalarını te-miz­lediği gibi Cenab-ı Hak da KUDDUS ismiyle bu yeryüzünü ve kainatı öyle temizlemektedir ki ahiretin sınırsız güzelliklerini gör-meyen ve aleme imanla bakmayan insanlar dünyanın bu temizliği-ne ve güzelliğine aşık olmaktadırlar.

 Öyleyse bu büyük alem sarayı ve kainat fabrikası Allah (c.c.)’in KUDDUS isminin azami derecede büyük bir tecellisini gös­termektedir ki, denizde etle beslenerek yaşayan temizlikçi bir hayvandan tutun da, karaları temizleyen kartallara, kurtlara, karıncalara ve cenazeleri toplayıp morga koyan sağlık memurlarına kadar birçok canlı KUDDUS isminin emrinde çalışmaktadır.

 Bunun gibi insan bedenindeki kanın içinde bulunan alyu-var ve akyuvar hücreleri de bedendeki hücreleri temizledikleri gibi nefes de kanı temizler. Ve bu şekilde KUDDUS isminin em-rinde çalışarak onu gösterir.

 Gözkapakları gözü temizlemekle, sinekler kanatlarını bir-birine çarparak kendilerini temizlemekle, hava her an yenilenerek kendini temizlemekle ve yeryüzüne üflediği rüzgarla, oradaki tozu ve toprağın üzerindeki süprüntüleri süpürmekle ve bulut yeryüzüne su serperek toprağı yatıştırmakla KUDDUS isminin emrinde çalışmakta ve onu göstermektedir. Yağmur ve rüzgardan sonra yeryüzü ve gökyüzü pırıl pırıl olur.

 İşte kainatı ve yeryüzünü tertemiz tutan bu kadar bü-yük, geniş ve mükemmel bir temizlik Allah (c.c.)’ın Kuddus ismi gibi bir İsm-i Azam’in tecellisidir. Ve bu isim maddi kirleri yok ettiği gibi kötü huylar, batıl inançlar, günahlar ve bidatlar gibi manevi kirleri de yok eder. Temizliğin bu yüksek münasebetinden dolayıdır ki Hz. Peygamber Aleyhissalatu Vesselam efendimiz

“Temizlik imandandır” buyurarak temizliği imanın nurundan saymış; Yüce Rabbimiz de “Allah çok tevbe edenleri de sever, çok te-mizlenenleri de sever ” [26] buyurarak temizliği Allah’ın sevgisini ka-zanmanın vesilelerinden biri olarak göstermiştir.

 

ADL (C.C.)

  “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri yanımızda olmasın. Her şeyi biz belirli bir miktarla indiririz.” [27]

 Canlı bir bedenin hücrelerinden, kandaki alyuvar ve akyuvarlardan ve atomların hareketlerinden ve değişimlerinden tutun da denizlerin içine giren ve çıkana… yer altındaki suların artıp, eksilmelerine… hayvanların ve bitkilerin doğum ve ölümleri-ne… sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde varlıkların bozulup, yeni-den yapılmasına… yıldızların ve diğer gökcisimlerinin ha­reketleri-ne… ölüm ve hayatın, ışık ve karanlığın, soğuğun ve sıcağın değiş-melerine ve çarpışmalarına kadar her şey o kadar ince ve hassas bir ölçüyle düzenlenmiştir ki, insanın aklı baktığı hiçbir yerde is-raf ve hiçbir faydasız iş göremediği gibi her şeyde mükemmel bir denge ve düzen görür.

 “…O rahmanın yarattığında hiçbir nizamsızlık göremez-sin, şimdi gözünü çevir bir bak, hiçbir çatla görebilir misin? ” [28]

 Güneşin etrafında dönen on iki gezegenin dengelerine bir bakın. Acaba bu denge Gündüzün güneşi gösterdiği gibi ADL isminin sahibi olan Allah’ı göstermiyor mu? Ve özellikle güneşin etrafında dönen on iki gezegenden biri olan dünyamızın bir sene-de yirmi dört bin senelik bir dairede gezmesine rağmen o hızıy-la yeryüzündeki hiçbir varlığı dağıtmaması, sarsmaması ve uzaya fırlatmaması yine ADL isminin bir tecellisi olarak yaratılışındaki ve idare edilmesindeki ölçüyü ve dengeyi göstermektedir. Eğer dünyanın hızı birazcık daha fazla ya da eksik olsaydı içindeki varlıkları havaya fırlatıp, uzaya dağıtırdı. Bir an olsun dengesini bozsa, başka bir gezegenle çarpışarak kıyameti koparırdı.

 Ve bunun gibi herhangi bir canlının vücudundaki hücre-lerin ve kan damarlarının ve kandaki alyuvar ve akyuvarların ve onlardaki zerrelerin o kadar ince ve hassas denge ve düzenleri vardır ki bu her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında ve bir şey başka bir şeye engel olmayan bütün varlıkları bir tek varlık gibi kolay bir biçimde idare eden Allah (c.c.)’ın ADL ismini göstermektedir.

 Evet kainattaki bütün varlıkların dengelerini sağlayan mükemmel adalet, Allah’ın ADL isminin en büyük tecellisidir. Bu-nun için Allah insanlara da adalet ve ölçüyle muamele etmeyi emretmektedir.

 “Gökyüzünü yükseltip nizam ve ölçü verdi. Ta ki ölçüde sınırı aşmayın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yerine getirin ve ahi-retteki mizanınızı ziyana düşürmeyin.” [29]

 Evet bu ayetlerde Allah’ın dört kez ‘mizanı’ zikretme-si, kainattaki mizanın yani ölçünün ne kadar önemli olduğunu gös-termektedir. Hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de gerçekten zulüm ve mizansızlık yani ölçüsüzlük ve dengesizlik yoktur. Bu da Allah’ın ADL isminin kainatta çok güzel bir şekilde işlediğini ve tecelli ettiğini göstermektedir.

 

HAKEM (C.C.)

 “Rabbinin yoluna hikmetle çağır.” [30]

 Allah (c.c.) Hakem isminin tecellisiyle şu kainatı, her sayfasında yüzlerce kitap, her satırında yüzlerce sayfa, her ke-limesinde yüzlerce satır, her harfinde yüzlerce kelime olan bü-yük bir kitap haline getirmiştir. İşte bu kainat kitabının sayfala-rı, satırları, kelimeleri ve harflerine kadar hepsi gayet açık bir şekilde bu kitabı yazan Yazarı göstermektedir ki, bu büyük kita-bı inceleyen kişi, kitaptan çok kitabın yazarının varlığını görür ve birliğine şehadet eder.

 Mesela, her bir çiçek ve her bir meyvenin yaratılışında-ki hassas ölçü ve düzen, o ölçü ve düzen içindeki ince sanatlar, o sanatların içindeki çok hoş kokular ve gayet hikmetli lezzetler kendi varlıklarından çok çiçekler ve meyveler sayısınca HAKEM olan Allah’ın hikmetini ve varlıklar üzerinde nasıl hükmettiğini göstermektedir.

Aynı şekilde bir ağacın meyvesinin, bir tek çekirdeğinde Allah (c.c.), o ağacın bütün hayat programını ve fihristini yer-leştirmiştir. Bütün bunlardan anlıyoruz ki, kainattaki en küçük varlıktan en büyüğüne kadar her şeyin üzerinde hüküm sahibi olan ve her şeyi hikmetle yerli yerinde yaratan ve varlıkları en u-fak bir dengesizliğe bile ihtimal vermeyecek derecede hassas öl-çülerle yaratan ancak Hakem ve Hakim isimlerinin sahibi olan Allah (c.c.)’tır.

Evet Hakem ve Hakim ismi bütün bunların yanında Pey-gamber Aleyhissalatu Vesselam efendimizin peygamberliğine de işaret etmektedir.

Mesela, çok manalı bir kitap, onu ders verecek ve in-sanlara anlatacak bir öğretmen ve eşsiz bir güzellik, kendini gö-recek ve gösterecek bir ayna istediği gibi; elbette her harfinde yüzlerce manalar ve hikmetler bulunan bu kainat kitabını da muhatabı olan insanlara açıklayacak mükemmel bir rehber ve büyük bir öğretmenin insanlar arasında bulunması gerekir. Ki böyle-ce insanlara bu büyük kitapta bulunan yüksek hikmetleri, kainatın yaratılışındaki gayeleri, Allah’ın göstermek istediği eşsiz güzelliği-ni, Onun Rablığına karşı yapılması gereken kulluğu gösterip, öğreterek insanların bakışlarını Allah (c.c.)’a çevirip, onları Allah’a karşı kulluk yoluna çeksin.

 İşte saydığımız bütün bu görevleri en güzel şekilde yerine getiren en büyük öğretmen Rasul-ü Ekrem Aleyhissalatu Vesselam efendimizdir. Evet Güneş ışığı, ışık gündüzü gerektirdiği gi­bi kainattaki hüküm ve hikmetler de Peygamber Aleyhissalatu Vesselam efendimizin peygamberliğini gerektirir.

 Evet Allah’ın kainattaki hükmü, idaresi ve hikmeti varlık­ların en küçüğünden en büyüğüne ve varlıkların efendisi Hz. Muhammed Aleyhisselam’a kadar her şeyde açık bir şekilde görü-lür ve bunların hepsi de HAKEM ismini gösterir.

 

 FERD (C.C.)

“De ki Allah tektir.” [31]

 Bu ayetin küçük bir tefsiri ve Allah (c.c.)’ın VAHİD ve EHAD isimlerini içine alan FERD isminin bir tecellisi şudur:

 Ferd ismi kainatın tamamına ve içinde bulunan her bir varlığa çok geniş bir şekilde tecelli eder.

 Kainattaki varlıklar en küçüğünden en büyüğüne kadar büyük bir fabrikanın makineleri gibi birbirine yardım edip, birbi-rinin görevlerini tamamlamaya çalışarak hep birlikte tek vücut olarak aynen insan bedenindeki organlar gibi mükemmel bir bü-tünlük içinde hareket eder ve birbirinden ayrılamazlar.

 Bu da gösteriyor ki, en küçük bir varlığın dizgini elin-de olmayan bir İlah en büyük varlığın dizginini de elinde tutamaz, bütün varlıkları idare edemeyen bir Rab da bir tek varlığı idare edemez. İşte kainattaki varlıklar arasında görülen yardım-laşma, dayanışma ve birbirinin ihtiyaçlarına cevap verme, bütün bu varlıkları tek bir İlahın ve tek bir Rab’bın idare ettiğini gös-termektedir ki bu da Allah’in FERD isminin kainattaki açık bir tecellisi olmakla beraber tevhidin yani Allah’ın tekliğinin kainatta görülen en büyük damgasıdır.

 Aynı şekilde yeryüzündeki bütün canlıların her bir ferdini, her halleri ve her fiilleriyle hepsini bir anda görmeyen, bil-me­yen, hepsini bir anda yaratamayan ve idare edemeyen bir Zat yaratma yönünde hiçbir şeye karışmadığını göstermektedir. Oysaki yeryüzündeki binlerce hayvan ve bitki türünün bir anda öldürülüp, bir anda diriltilmesi, hepsinin aynı anda hiçbir karışık-lığa meydan vermeden mükemmel bir şekilde idare edilmesi, her bir ferdin ihtiyacının şaşırmadan tam zamanında hiç umulmadık yerden verilmesi gösteriyor ki bütün bunları yapan Zat bir anda her şeyle ilgilenmekte ve bir çiçeği yaratır gibi koca bahar mevsimini yaratmaktadır. Bu da Cenab-ı Hakkın FERD ismiyle her bir ferde hükmettiğini gösterir ki tevhidin bir delili de budur.

 Ve insan da FERD isminin tecellisini gösteren büyük bir aynadır. Hz. Adem’den bu zamana kadar gelen her bir insanın yü-zündeki göz, kulak, ağız gibi organları birbirine tamamen benze-diği halde, insanlar hiçbir zaman birbirine karıştırılmazlar. Mese-la, Ahmet Ahmet’tir, Ali Ali’dir, Ayşe Ayşe’dir vs… Hiçbir zaman Ahmet’e Ali, Ayşe’ye Leyla denmez…Allah (c.c.) FERD isminin te-cellisiyle her bir insanın yüzüne onları ayırt edecek bir işaret bırakmıştır. Öyleyse bir tek insanı yaratan ve idare eden Zat kim ise bütün insanları yaratan ve idare eden Zat da Odur. O Zat da elbette FERD isminin sahibi olan yüce Allah’tır ve tev-hidin delillerinden birisi de budur.

 Evet bir orduyu bir tek kumandanın idare ettiği gibi, kainattaki küçük-büyük bütün varlıkları da FERD ismiyle Cenab-ı Hak idare eder. Ordunun hareket ederken sanki arkasında büyük bir ordu varmış gibi kumandanına güvenip ona dayanması gibi bü-tün varlıklarda hareketlerinde Allah’a güvenip, Ona dayanır. Ve bu güvenle küçücük bir karınca büyük bir Fravun’u, bir sinek bir Nemrud’u, bir mikrop bir zorbayı mağlup etmekle birlikte, nohut tanesi kadar bir tohum dağ gibi bir ağacı omzunda taşıyabilir... İşte bütün bunlar bütün varlıklara hükmeden Zatın bir tek Zat olduğunu göstererek tevhidi tasdik etmekte ve Allah’ın FERD is-mine işaret etmektedir.

 “Sizin ilahınız ancak o Allah’tır ki ondan başka ilah yoktur. O her şeyi ilmen kuşatmıştır. “[32]

 

HAYY VE MUHYİ (C.C.)

 “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine, yeryüzünü ölü-münden sonra nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de di-riltecektir. O her şeye hakkıyla Kadirdir.” [33]

 “Allah Odur ki, Ondan başka ilah yoktur. O Hayy ve Kayyumdur. Onu ne uyuklama ne de uyku tutmaz, gafletin hiçbir çeşidi hiçbir zaman Ona arız olmaz.” [34]

 Bu ayetlerin bir manası ve Hayy ve Muhyi isimlerinin kainattaki en büyük tecellisi hayattır. Yani Cenab-ı Hakkın hem canlı olması hem de kainata hayat vermesidir.

 Öyleyse biz Allah’ın Hayy ve Muhyi isimlerini tanımak istiyorsak öncelikle hayatı tanımamız gerekir.

 Evet hayat şu kainatın yaratılışının en önemli gayesi ve en önemli neticesidir. Çünkü kainatı şenlendiren bitkiler, hay-vanlar ve insanlar gibi canlı varlıklardır. Yeryüzünü şenlendiren binlerce hayvan türü ve yeryüzünü renklendiren milyonlarca bitki türü bunun en güzel delilidir. Ve kışın görevlerini tamamlayıp, ölen bitkilerin ilkbaharda Allah’ın Hayy ve Muhyi isimlerinin te-cellisiyle yeniden canlanmaları ve bu halleriyle adeta bir anda yeryüzünü hareketlendirmeleri hayatın bu kainat için ne kadar ö-nemli bir tecelli olduğunu göstermektedir. Canlılar arasında ha-yatın tecelli ettiği en mükemmel varlık ise insandır. İnsan, vücudundaki duyu ve duygularıyla, ruhuna yerleştirilen çok ince his-leriyle, kalbiyle ve aklıyla en yüksek hayat mertebesindedir. Ve bu duygu ve yeteneklerini de ancak yaşadığı sürece kullanabilir. Mesela; ölü bir insan göremez, işitemez, sevemez, şefkat edemez, düşünemez vs…

 “Sen ölülere işittiremezsin...” [35]

 Bu da gösteriyor ki insan yaşıyorsa gerçek bir insan-dır. Yoksa et ve kemikten hatta bir müddet sonra sadece ke-mikten ibaret olan manasız bir madde yığınıdır. O madde yığınına anlam kazandıran ve o boş cesedi dolduran ve aydınlatan Allah’ın Hayy ve Muhyi isimlerinin tecellisi olan hayattır.

 Hayatın bir özelliği de Allah’ın birçok güzel isimlerinin tecellisini göstermesidir. Allah’ın Rahman, Rezzak, Kerim, Hakim, Mucib gibi birçok ismi ancak hayatla görülür. Mesela; cansız bir taş parçası acıkmadığı için rızık istemez, zor durumda kalmadığı için Allah’tan yardım beklemez, herhangi bir sıkıntısı olmadığı i-çin Allah’ın rahmetine sığınmaz, kainatın yaratılışındaki hikmetleri düşünmez bu yüzden de Allah’ın bu durumları gerektiren isimle-rinin tecellisi o taş üzerinde görünmez, o isimler orada gizlenir… Evet Hayy ve Muhyi isimlerinin tecellisi olan hayat sanki Allah’ın bütün güzel isimlerinin içine ekilip, o isimlerin meyvelerini veren çok verimli bir tarla gibidir. Bu hayat tarlasını en güzel kullanan ve en fazla kar eden canlı ise yine insandır. Kainattaki canlılar içerisinde rızka, rahmete, yardıma, şefkate ve daha sınırsız şeylere en fazla muhtaç olan varlık insandır. Bu yüzden yaşayan bir insanın üzerinde Allah’ın Hayy ve Muhyi isimlerinin tecellisini göründüğü gibi diğer bütün isimlerinin tecellisini de görünür.

 Evet en başta hayatın kainatın yaratılışının en önemli gayesi ve neticesi olduğunu söylemiştik. Yukarıda açıklamaya ça-lıştığımız bütün özellikler de gerçekten hayatın, kainatın yaratılı-şının gayesi olduğunu göstermektedir. Mesela, bir ağacın yetişti-rilmesinin gayesi meyvesidir, meyvenin neticesi ise içindeki çekir-dekler vasıtasıyla gelecekte bir ağaç olmasıdır. İşte bundan anlı-yoruz ki hayat, kainat ağacında yetişen bir meyvedir. Bu meyve ise içindeki iman ve kulluk çekirdeği vasıtasıyla müminlere yeni bir kainat ağacı yetiştirecek yani onlara sonsuz bir ahiret alemi-ni kazandıracaktır. Demek ki, hayat kainatın gayesi olduğu gibi, iman, ibadet, şükür ve sadece yaratıcıya bağlanma ve bu yollardan sonsuz ahiret mutluluğunu kazanma da hayatın gayesi ve ne-ticesidir. İşte Hayy ve Muhyi isimleri canlılar üzerinde böyle te-celli eder.

 

KAYYUM (C.C.)

Allah (c.c.) Kayyum’dur. Yani hem kendisinin varlığı son-suzdur, hem de bütün varlıkların hayatı Onunla devam eder ve varlıklar Onunla ayakta durur. Eğer Allah Kayyum isminin tecelli-sini bir an olsun varlıkların üzerinden çekse kainat mahvolur.

 “Bütün yüzler Hayy ve Kayyum olan Allah’a boyun eğ-miştir…” [36]

 Şu kainattaki gökcisimlerinin hiçbir bağ olmadan havada durmaları, öylece görevlerini yerine getirmeleri ve hayatlarını o çizgi üzerinde devam ettirmeleri onların Allah’in Kayyum ismine bağlı olduklarını göstermektedir. Eğer onların üzerinden bir an olsun Kayyum isminin tecellisi kalksa Dünyadan bin kat büyük o-lan milyonlarca gökcisimleri uzay boşluğuna dağılarak birbirlerine çarpıp, yok olacaklardı. Allah Kayyum ismiyle onları yerlerine öyle bir bağlamıştır ki, değil uzaya dağılmak, bir derece bile dengele-rini bozmaz, bir santim bile yerlerinden uzaklaşmazlar. Allah bü-tün o varlıkları direksiz ve dayanaksız uzay boşluğunda öylece durdurmaktadır.

 “Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyor-sunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.” [37]

 Bütün bunların yanında her bir canlının cesedindeki zerrelerin her bir organa ait bir topluluk ile küme küme toplan-maları ve o derece karışık olan insan vücudunda dağılmamaları Kayyum isminin tecellisi olduğu gibi mesela; konuşan bir insanın ağzından çıkan ses topluluklarını hava atomlarının toplayıp dinle-yicinin kulağına ulaştırırken o kadar hızlı hareket etmelerine rağmen hepsinin durumlarını koruyup, dağılmamaları ve bir komu-tanın emrinde hareket eden düzenli bir ordu gibi hep birlikte hareket etmeleri de yine Kayyum isminin tecellisidir. Her şey Kayyum (c.c.)’un tecellisiyle ayakta durmakta, varlığını devam et-tirmekte ve vazifelerini yerine getirmektedir.

 Evet Allah’ın Kayyum ismi de alemde bu şekillerde tecelli eder. Bu tecelliyi de her an her varlıkta görmek mümkündür. Yeter ki aleme hakikat gözlüğüyle bakılsın…

 

 İSM-İ AZAMIN ALTI İSMİNİN ÖZÜ

 İsm-i Azamın açıklamaya çalıştığımız altı ismi güneşin ışığındaki kainatı renklendiren yedi renk gibi birleşip, oluşturduk-ları kudsi renklerle alemi aydınlatıp, renklendirmektedirler.

 Kainattaki bütün varlıkları hiçbir dayanak olmaksızın mükem­­mel bir şekilde yerlerinde durduran ve onların varlıklarını de­vam ettiren Allah’ın Kayyum ismi; manasız cesetler gibi yerle-rinde duran ve hareket edemeyen varlıkları, acıyı da lezzeti de his­sedebilen anlamlı varlıklar haline getiren ve onlarla kainatı nurlandıran Hayy ismi; varlıkları bir “OL” emriyle farklı farklı ya­ratıp, onları yine tek bir emirle idare eden Allah’ın Ferd ismi; en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün varlıkları hikmetle dona­tıp, onlara hükmeden Allah’ın Hakem ismi; gökyüzündeki en büyük Samanyolu dairesinin hareketlerinden tutun da kanın içindeki en küçük hücrelerin hareketlerine kadar kainattaki bü­tün varlıkları müthiş bir ölçü ve dengeyle hareket ettiren Allah’ın Adl ismi ve kainattaki bütün varlıklara tertemiz bakan, çir­kin hiç­bir şeyi kainatın yüzünde göstermeyen ve bütün varlıkları gü­zel isimlerinin aynaları durumuna getiren Allah’ın Kuddus ismidir.

 İşte İsm-i Azamın açıklamaya çalıştığımız bu altı ismi kainatı ve bütün varlıkları farklı farklı güzel renklerdeki çeşit çeşit süs ve nakışlarla örülmüş yaldızlı bir perde gibi mükemmel bir şe­kilde sarmıştır. Ve varlıkların üzerinden bu süslü perde kalktığı takdirde kainat anlamını kaybeder ve adeta hiçbir şey ifade et­meyen siyah beyaz bir ekran haline gelir.

 



[1]    Bakara 255

[2]    Enbiya 107

[3]    Neml 88

[4]    Secde 7

[5]    Enam 73

[6]    Zilzal 7-8

[7]    İnfitar 9-12

[8]    Fatiha 2

[9]    Bakara 258

[10]   Araf 104

[11]   Araf 121

[12]   Araf 54

[13]   Zümer 6

[14]   Al-i imran 5-6

[15]   Zariyat 58

[16]   Hud  6

[17]   Ankebut 60

[18]   Nur 35

[19]   Bakara 186

[20] Nahl 10-15

[21]   Enam 76

[22] Enam 79

[23] Şuara 80

[24] Tirmizi, Ebu Davud

[25] Zariyat 48

[26] Bakara 222

[27] Hicr 21

[28] Mülk 3

[29] Rahman 7-9

[30] Nahl 125

[31]   İhlas 1

[32] Ta ha 98

[33] Rum 50

[34] Bakara 255

[35] Rum 52

[36] Ta-ha 111

[37] Rad 2