Kureyş'ten üç kişiydiler. Resûlullah (s.a.v.)'i, davetine şiddetle karşı
koymakla ve arkadaşlarına eziyet etmekle çok yordular…
Resûlullah
(s.a.v.) onlara dua ediyor ve kendilerine azabını indirmesi için Rabbine niyazda
bulunuyor…
Dua edip dururken
vahiy bu âyeti kerimeyle kalbine indi:
"Bu
işten sana hiçbir şey düşmez. (Allah), ya onların tevbesini kabul eder, yahut
onlara, zalim olduklarından dolayı azab eder." (Âl-i İmrân,
Resûlullah (s.a.v.)
bu âyetten bunun, onlara beddua etmemesi gerektiği ve işlerini yalnızca
Allah'a bırakması yönünde bir emir olduğunu anladı.
Ya
zulümlerine devam edecekler, onun azabına duçar olacaklar veya tevbe edecekler,
tevbelerini kabul edecek ve O'nun rahmeti onlara erişecekti…
Amr b. Âs, o üç kişiden biriydi…
Allah, onları İslâm'a hidâyet
ederek, onlar için tövbe ve rahmet yolunu seçti…
Amr b. Âs, kahraman bir
müslümana ve İslâm'ın cesur komutanlarından bir komutana dönüşüvermişti…
Amr'ın bazı durumlardaki
tutumunu kabullenmememize rağmen o da sahabî olarak verdikçe vermiş, savunmuş
ve savaşmıştır. Gözlerimizi ve kalplerimizi almaya devam edecektir.
Burada,
özellikle Mısır'da İslâm'ı, dimdik ve yüce bir din olarak gören Resûlü'nde de
indirilmiş bir rahmet, katıştırılmış bir nimet, basiretle Allah'a davet eden,
hayata birçok olgunluğu bahşeden yüce, doğru bir resûl olarak kabul eden
insanlar vardı…
Bu imanı taşıyan
kimseler, İslâm'ı Mısır'a, Mısır'ı da İslâm'a hediye etmeyi kaderin sebep kıldığı
-ki ne büyük bir sebep- adama minnet borçlu kalacaklardır…
O, Amr b. Âs'tır...
Tarihçiler Amr'ı
"Mısır Fâtihi" diye anmaya alıştılar.
Bizce bu vasıfta
ileri gitme ve yanlışlık var. Belki Amr'dan "Mısır'ı Kurtaran Kişi"
diye söz etmemiz en uygunudur.
İslâm,
modern anlamdaki fetih ile ülkeleri fethetmiyordu. Aksine insanları ve ülkeleri
kötü eziyetlerle ezen iki imparatorluğun tasallutundan kurtarıyordu. O
ikisi, İran ve Roma İmparatorluklarıydı... Özellikle Mısır... İslâm öncüleri
ona göründükleri gün, Romalıların yağmasıydı... Ahalisi ise çaresiz karşı koyuyorlardı…
Ülkenin ufuklarından
mü'min birliklerin:
"Allahu
Ekber..!!
Allahu Ekber..!!"
nidaları
duyulduğu zaman, doğan fecre doğru büyük bir coşkuyla koştular ve onu kucakladılar.
Onda Kayser ve Rumlardan kurtuluşu buluyorlardı.
Demek Amr b. Âs ve
adamları Mısır'ı fethetmediler. Onlar, geleceklerinde hakla buluşabilmeleri
için Mısır'ın önünü açtılar. Ölçülerini adaletle belirlesinler, kendilerini ve
gerçeğini Allah'ın kelâmı ve İslâm prensipleri ışığında bulabilsinler diye...
Allah ondan razı olsun, Mısır halkını ve Kıbtîleri
savaştan uzak tutmaya ve savaşı sadece ülkeyi işgal eden ve ahalinin mallarını
çalan Roma askerleri ile sınırlı tutmaya azami dikkat gösteriyorlardı.
Onun
için, onun o gün, hıristiyanların liderlerine ve büyük piskoposlarına konuştuğunu
ve şöyle dediğini görüyoruz:
"Muhakkak ki Allah, Muhammed'i hak ile gönderdi ve onunla emretti. O peygamberlik görevini
yerine getirdi. Bizleri apaçık ve dosdoğru yolda bıraktıktan sonra gitti…
Bize, insanların
özürlerini kabul etmeyi emretti. Biz sizi İslâm'a davet ediyoruz.
Bize kim icabet
ederse bizdendir. Lehimize olan şey onun lehine, aleyhimize olan şey de onun
aleyhinedir.
Kim bizim İslâm'a
yaptığımız davete icabet etmezse ondan cizye -yani vergi- alırız ve onu korumaya
ve kollamaya gayret gösteririz.
Peygamberimiz bize Mısır'ın
fetholunacağını bildirmiş ve halkı hakkında hayırla vasiyette bulunmuş ve şöyle
demiştir: "Mısır, benden sonra tarafınızdan fetholunacaktır. Kıbtîler
hakkında hayır tavsiye ediniz. Onların zimmeti ve akrabalıkları vardır.
Eğer siz, davet
ettiğimiz şeyde bize icabet ederseniz, bu sizin için zimmet üzerine zimmet olur."
Amr sözlerini
bitirdi. Bazı piskopos ve rahipler bağırarak dediler ki:
"Peygamberinizin
size vasiyet ettiği akrabalık çok uzak bir akrabalıktır. Bu gibi şeye ancak
peygamberler ulaşır..."
Amr ile Mısır
Kıbtîleri arasında arzulanan anlayış için bu iyi bir başlangıçtı. Roma liderleri
bunu önlemeye uğraşsalar bile…
Amr b. Âs, İslâm'a
ilk girenlerden değildi. O Hâlid b. Velîd ile birlikte Mekke'nin fethi öncesinde
müslüman oldu.
Ne gariptir ki, onun
İslâm'ı, Habeşistan'da Necaşî'nin eliyle oldu. Çünkü Necaşi, Amr'ı, Habeşistan'a
sık sık gelip, kendisine hediyeler getirdiği için tanır ve sayardı. O memlekete
yaptığı son ziyaretlerinde tevhide ve güzel ahlâka çağıran, Arap
yarımadasındaki Hz. Peygamber haber konusu oldu...
Habeşistan Kralı,
Amr'a, Allah'ın hak peygamberi olduğu hâlde ona neden iman edip tâbi
olmadığını sordu.
Amr de Necaşi'ye
sordu:
"O, böyle
midir?"
Necaşi ona şöyle
cevap verdi:
"Evet… Sözümü
dinle ve ona uy ey Amr. Vallahi o hak üzeredir ve kendisine karşı gelenlere
üstün gelecektir."
Ve Amr, âlemlerin
Rabbi olan Allah'a teslim olmak üzere istikametini Medine'ye doğru çevirdi. Vatanına
bir an önce ulaşmak için de bir gemiye bindi."
Medine'ye götüren
yolda Hâlid b. Velîd ile karşılaştı. Hâlid, Resûlullah (s.a.v.)'e biat etmek
üzere Mekke'den geliyordu.
Resûlullah (s.a.v.)
onların geldiklerini görür görmez yüzü nurlandı ve ashabına şöyle dedi:
"Mekke sizi ciğerpareleriyle vurdu."
"Hâlid yaklaştı
ve biat etti…
Sonra Amr yaklaştı ve
biat etti. Ve dedi ki:
"Ya Resûlullah!
Allah'ın, benim eski günahlarımı bağışlaması kaydıyla sana biat ediyorum."
Resûlullah (s.a.v.)
ona şöyle buyurdu:
"Ey Amr!
Biat et. Muhakkak ki İslâm, kendinden öncekileri siler."
Amr, biat
edip, dehasını ve şecaatini yeni dinin hizmetine koydu. Resûlullah (s.a.v.) Allah'a
kavuştuğunda, Amr, onun Umman valisiydi.
Hz. Ömer (r.a.)'ın hilafeti zamanında da Şam savaşları
ve daha sonra Mısır'ın Romalıların egemenliğinden kurtarılışında bilinen tecrübe
ve maharetinin hepsini göstermiştir...
Amr b. Âs, keşke ne olurdu da
içindeki komutanlık sevgisine karşı koyabilseydi..?!
O zaman, bu sevgi yüzünden
düştüğü zor durumların hakkından çok daha iyi gelebilirdi.
Amr'ın
komutanlık sevdası, yeteneklerle taşan doğası gereği kendiliğinden ortaya çıkan
bir şeydi.
Bizatihi onun
dış görünüşü, yürüyüş ve konuşma üslubu komutanlık için yaratıldığını ima ediyordu.
Öyle ki, Mü'minlerin emiri Ömer (r.a.)'ın bir gün onun geldiğini gördüğü
ve gülümseyip şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Ebû
Abdullah'ın yeryüzünde ancak komutan olarak yürümesi gerekir."
Gerçekten de
Ebû Abdullah, nefsinden bu hakkı esirgemiyordu.
Hatta korkunç hadiseler müslümanların başına
geldiğinde, Amr, bu hadiselerde zekası, dehası ve üstünlüğü ile övünen, kendine
güvenen kudretli bir komutan gibi çalışıyordu.
Fakat
kendisinde güvenilirlik vasfı vardı ki, valilerini seçmekte sertliği ve
titizliği ile bilinen Ömer b. Hattâb onu Filistin ve Ürdün, sonra da yaşadığı
sürece Mısır valiliğine atamıştır.
Mü'minlerin emiri,
valilerinden, en azından halka yakın olmak için konforda, zenginlikte belli bir
düzeyde kalmalarını istiyordu. Amr'ın bu yaşam sınırını aştığını bildiği hâlde
onu görevde tutmakta sakınca görmemişti...
Deriz ki: Halife,
Amr'ın çok zenginleştiğini öğrendiğinde bile onu azletmedi. Onun azledilmesi
yerine, Muhammed b. Mesleme'yi gönderip mallarının ve eşyalarının tümünü
onunla bölüşmesini emretti. Yarısı kendisinde kalacak, diğer yarısını da
Muhammed, Medine'ye hazineye getirecekti.
Eğer Mü'minlerin
emiri, Amr'ın komutanlık ve yöneticilik sevdasının, onun, sorumluluklarında
aşırıya gitmesine sebep olabileceğini bilseydi, onun olgun vicdanı onu bir an
bile valilikte bırakmazdı.
Amr (r.a.) keskin
zekâlı, düşünmeden doğru karar verebilen ve uzak görüşlü biriydi.
Mü'minlerin emiri
Ömer (r.a.) çaresiz birisini gördüğü vakit hayretle yumruklarını sıkar ve şöyle
derdi:
"Sübhânallah...!
Bunu yaratan ile Amr
b. Âs'ı yaratan aynı İlâh'tır…!"
Ayrıca o, oldukça
cesur ve atılganlık sahibiydi.
Bazı
durumlarda cesaretini dehasıyla birleştirirdi ki, o zaman onun korkak ve
çekingen olduğu sanılırdı. Oysa bu hilenin ve tedbirin genişliğinden ileri
gelirdi. Amr da bunu, kendisini korkunç zor durumlardan kurtarmak için çok iyi
kullanırdı.
Mü'minlerin
emiri Ömer (r.a.), onun bu yeteneklerini bilir ve hak ettiği değeri verirdi.
Mısır'a vali
olarak göndermeden önce onu Şam'a gönderen Mü'minlerin emiri'ne, Şam'daki Roma
ordularının başında bir "Artapon" (cesur ve dahi bir komutan) var
denildiği vakit Ömer (r.a.)'ın cevabı şöyle idi:
"Roma
Artapon'unu Arap Artapon'u ile vurduk. Bakalım iş nereye varacak?!"
Arapların
Artapon'u ve korkunç dâhisi olan Amr b. Âs'ın ezici galibiyetiyle sonuçlandı.
Roma Artapon'unu ordusunu hezimete terk ederek Mısır'a doğru kaçmıştı. Amr,
birazdan ona yetişecek ve o topraklar üzerine İslâm sancağını yükseltecekti.
Amr'ın zekâ ve
dehasıyla zirvelere çıktığı hadiseler ne kadar çoktur...
Eğer, Ebû Musa ile arasında geçen
hakem olayında her ikisi Ali ve Muaviye'yi azledilmesine ve seçimin
müslümanlar arasında şûra yoluyla yapılmasına anlaştıkları vakit Ebû Musa'ya
karşı olan tutumunu saymazsak… Ebû Musa anlaşmayı uygulamış, Amr ise kaçınmıştı…
Dehasına ve anında
doğru karar verebilme yeteneğini görmek istersek, Mısır'da Romalılarla
savaştığında "Babilion Kalesi" komutanı veya başka bir tarihî
rivayete göre bahsedeceğimiz Yermük'te Roma Artapon'unu ile aralarında geçen
davranışa bakmak yeterlidir.
Roma Artapon'unu
onunla konuşmak için onu davet ettiğinde bazı adamlarına da o kaleden çıktığı
an üzerine bir kaya bırakmaları için emir vermişti. Kesin ölümü için her türlü
hazırlık yapılmıştı.
Amr, hiçbir şeyden
şüphelenmeden komutanın yanına girmiş ve toplantıları bitmişti.
Kaleden
çıkacağı sırada surlar üzerinde şüpheli hareketler gördü. Bu durum, içinde dikkat
hissini uyandırdı.
Derhal muhteşem bir
şekilde davrandı.
Kale komutanının
yanına, sanki onu hiçbir şey korkutmamış gibi emin adımlarla ve sakin bir tavırla
geri döndü. Ona dedi ki:
"Aklıma
bir şey geldi. Bilmeni istedim. Benimle birlikte, arkadaşlarım arasında
İslâm'a ilk giren, Resûlullah'ın ashabından bir cemaat var.
Mü'minlerin emiri onların görüşünü almadan
hiçbir karar vermez. İslâm ordularından bir ordu gönderdiği vakit onun başına
mutlaka onlardan birini atar. Onun için, onları sana getireyim; senden benim
duyduklarımı onlar da duysunlar ki onlar da bilgi sahibi olsunlar..."
Roma
komutanına, Amr, hayatının fırsatını vermişti. O hâlde bu fikrini hemen kabul etsindi
ki, beraberinde müslüman liderler ve komutan ve adamların en iyileri olanlar
için de hazırlık yapsındı. Bu, sadece Amr'ı öldürmesinden daha iyi olacaktı...
Dikkat çekmeden,
Amr'ın öldürülme hazırlıklarının ertelenmesi için emir verdi.
Amr'ı törenle yolcu
edip onunla hararetle tokalaştı.
Arapların
dâhisi, kaleyi terk ederken gülümsedi.
Ertesi sabah Amr,
ordusunun başında kaleye geri döndü. Kahkaha atarak kişneyen atının üzerinde,
çalımlı...
Evet… O da sahibinin dâhiliğinden
çok şey biliyordu.
Hicrî kırk üç
yılında, Mısır valisi iken ölüm Amr b. Âs'ı yakaladı.
Yolculuk anında hayat
yapraklarını seyrederek, dedi ki:
"İlk önceleri
kâfir idim. Resûlullah'a karşı insanların en şiddetlisiydim. O gün ölseydim,
ateş bana vacip olurdu.
Sonra
Resûlullah'a biat ettim. İnsanların içerisinde onun kadar bana hiç kimse
sevgili değildi. Gözümde ondan daha yüce kimse yoktu. Onu övmem istense, beceremem.
Çünkü gözlerimi ona karşı olan saygımdan dolayı onunla dolduramadım.
Eğer
o gün ölseydim, cennet ehlinden olmayı arzulardım.
Sonra
saltanatla duçar oldum… Ve daha başka şeylere… Bilmiyordum, acaba o lehime mi
idi, yoksa aleyhime mi...?"
Sonra gözlerini göğe
doğru yalvarırcasına kaldırdı. Rahim ve Azim olan Rabbine münacaat ederek diyordu
ki:
"Allah'ım!
Geçerli mazeretim yok ki, senden özür dileyeyim!
Eğer rahmetin bana
yetişmezse helâk olanlardan olurum…"
Ruhu Allah'a
yükselene kadar yalvarması ve tehlillerine devam etti. En son sözü "Lâ ilâhe
illallah"... idi.
Amr'ın kalıntıları,
ona İslâm'ın yolunu öğrettiği Mısır toprağının altındadır...
Sert toprağın
üzerindeki, öğrettiği, karar verdiği ve hükmettiği meclisi, yüzyıllardır hâlâ
eski caminin -Amr Camii- tavanı altında durmaktadır. İçinde bir ve tek olan
Allah'ın adının zikredildiği, etrafından ve minberi üzerinden Allah'ın sözlerinin
ve İslâm'ın prensiplerinin ilan edildiği, Mısır'da yapılan ilk cami budur…