AMR b. ÂS

Mısır'ı Romalılardan Kurtaran Kahraman

Kureyş'ten üç kişiydiler. Resûlullah (s.a.v.)'i, davetine şiddetle karşı koymakla ve arkadaşlarına eziyet etmekle çok yordular…

Resûlullah (s.a.v.) onlara dua ediyor ve ken­dilerine azabını indirmesi için Rabbine ni­yazda bulunuyor…

Dua edip dururken vahiy bu âyeti keri­mey­le kalbine indi:

"Bu işten sana hiçbir şey düşmez. (Allah), ya onların tevbesini kabul eder, yahut onlara, zalim olduklarından dolayı azab eder."  (Âl-i İmrân, 128)

Resûlullah (s.a.v.) bu âyetten bunun, on­lara beddua etmemesi gerektiği ve işlerini yal­nızca Allah'a bırakması yönünde bir emir oldu­ğunu anladı.

Ya zulümlerine devam edecekler, onun azabına duçar olacaklar veya tevbe edecekler, tev­belerini kabul edecek ve O'nun rahmeti onlara erişecekti…

Amr b. Âs, o üç kişiden biriydi…

Allah, onları İslâm'a hidâyet ederek, onlar için tövbe ve rahmet yolunu seçti…

Amr b. Âs, kahraman bir müslümana ve İslâm'ın cesur komutanlarından bir komutana dönüşüvermişti…

Amr'ın bazı durumlardaki tutumunu kabul­lenmememize rağmen o da sahabî olarak ver­dikçe vermiş, savunmuş ve savaşmıştır. Göz­lerimizi ve kalplerimizi almaya devam edecek­tir.

Burada, özellikle Mısır'da İslâm'ı, dimdik ve yüce bir din olarak gören Resûlü'nde de indi­rilmiş bir rahmet, katıştırılmış bir nimet, basi­retle Allah'a davet eden, hayata birçok olgun­luğu bahşeden yüce, doğru bir resûl olarak kabul eden insanlar vardı…

Bu imanı taşıyan kimseler, İslâm'ı Mısır'a, Mısır'ı da İslâm'a hediye etmeyi kaderin sebep kıldığı -ki ne büyük bir sebep- adama minnet borçlu kalacaklardır…

O, Amr b. Âs'tır...

 

 


Tarihçiler Amr'ı "Mısır Fâtihi" diye anmaya alıştılar.

Bizce bu vasıfta ileri gitme ve yanlışlık var. Belki Amr'dan "Mısır'ı Kurtaran Kişi" diye söz etmemiz en uygunudur.

İslâm, modern anlamdaki fetih ile ülkeleri fethetmiyordu. Aksine insanları ve ülkeleri kötü eziyetlerle ezen iki imparatorluğun ta­sallu­tun­dan kurtarıyordu. O ikisi, İran ve Roma İm­pa­ratorluklarıydı... Özellikle Mısır... İslâm öncüleri ona göründükleri gün, Romalı­ların yağmasıydı... Ahalisi ise çaresiz karşı ko­yuyorlardı…

Ülkenin ufuklarından mü'min birliklerin:

"Allahu Ekber..!!

 Allahu Ekber..!!"

nidaları duyulduğu zaman, doğan fecre doğ­­ru büyük bir coşkuyla koştular ve onu ku­cakladılar. Onda Kayser ve Rumlardan kurtu­luşu buluyorlardı.

Demek Amr b. Âs ve adamları Mısır'ı fet­hetmediler. Onlar, geleceklerinde hakla bulu­şabilmeleri için Mısır'ın önünü açtılar. Ölçüle­rini adaletle belirlesinler, kendilerini ve gerçe­ğini Allah'ın kelâmı ve İslâm prensipleri ışı­ğında bulabilsinler diye...

Allah ondan razı olsun, Mısır halkını ve Kıb­tîleri savaştan uzak tutmaya ve savaşı sa­dece ülkeyi işgal eden ve ahalinin mallarını çalan Roma askerleri ile sınırlı tutmaya azami dikkat gösteriyorlardı.

Onun için, onun o gün, hıristiyanların li­der­lerine ve büyük piskoposlarına konuştu­ğunu ve şöyle dediğini görüyoruz:

"Muhakkak ki Allah, Muhammed'i hak ile gön­­derdi ve onunla emretti. O peygamberlik gö­revini yerine getirdi. Bizleri apaçık ve dos­doğru yolda bıraktıktan sonra gitti…

Bize, insanların özürlerini kabul etmeyi emretti. Biz sizi İslâm'a davet ediyoruz.

Bize kim icabet ederse bizdendir. Lehimize olan şey onun lehine, aleyhimize olan şey de onun aleyhinedir.

Kim bizim İslâm'a yaptığımız davete icabet etmezse ondan cizye -yani vergi- alırız ve onu korumaya ve kollamaya gayret gösteririz.

Peygamberimiz bize Mısır'ın fetholunacağını bildirmiş ve halkı hakkında hayırla vasiyette bulunmuş ve şöyle demiştir: "Mısır, benden sonra tarafınızdan fetholunacaktır. Kıbtîler hakkında ha­yır tavsiye ediniz. Onların zimmeti ve akrabalıkları vardır.

Eğer siz, davet ettiğimiz şeyde bize icabet ederseniz, bu sizin için zimmet üzerine zimmet olur."

Amr sözlerini bitirdi. Bazı piskopos ve ra­hipler bağırarak dediler ki:

"Peygamberinizin size vasiyet ettiği akra­ba­lık çok uzak bir akrabalıktır. Bu gibi şeye an­cak peygamberler ulaşır..."

Amr ile Mısır Kıbtîleri arasında arzulanan anlayış için bu iyi bir başlangıçtı. Roma lider­leri bunu önlemeye uğraşsalar bile…

 

 


Amr b. Âs, İslâm'a ilk girenlerden değildi. O Hâlid b. Velîd ile birlikte Mekke'nin fethi ön­cesinde müslüman oldu.

Ne gariptir ki, onun İslâm'ı, Habeşistan'da Necaşî'nin eliyle oldu. Çünkü Necaşi, Amr'ı, Ha­beşistan'a sık sık gelip, kendisine hediyeler getirdiği için tanır ve sayardı. O memlekete yaptığı son ziyaretlerinde tevhide ve güzel ahlâka çağıran, Arap yarımadasındaki Hz. Peygam­ber haber konusu oldu...

Habeşistan Kralı, Amr'a, Allah'ın hak pey­gamberi olduğu hâlde ona neden iman edip tâbi olmadığını sordu.

Amr de Necaşi'ye sordu:

"O, böyle midir?"

Necaşi ona şöyle cevap verdi:

"Evet… Sözümü dinle ve ona uy ey Amr. Val­­lahi o hak üzeredir ve kendisine karşı ge­lenlere üstün gelecektir."

Ve Amr, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olmak üzere istikametini Medine'ye doğru çe­virdi. Vatanına bir an önce ulaşmak için de bir ge­miye bindi."

Medine'ye götüren yolda Hâlid b. Velîd ile karşılaştı. Hâlid, Resûlullah (s.a.v.)'e biat et­mek üzere Mekke'den geliyordu.

Resûlullah (s.a.v.) onların geldiklerini görür görmez yüzü nurlandı ve ashabına şöyle dedi:

"Mekke sizi ciğerpareleriyle vurdu."

"Hâlid yaklaştı ve biat etti…

Sonra Amr yaklaştı ve biat etti. Ve dedi ki:

"Ya Resûlullah!

Allah'ın, benim eski günahlarımı bağışla­ma­sı kaydıyla sana biat ediyorum."

Resûlullah (s.a.v.) ona şöyle buyurdu:

"Ey Amr! 

Biat et. Muhakkak ki İslâm, kendinden ön­cekileri siler."

Amr, biat edip, dehasını ve şecaatini yeni dinin hizmetine koydu. Resûlullah (s.a.v.) Al­lah'a kavuştuğunda, Amr, onun Umman vali­siydi.

Hz. Ömer (r.a.)'ın hilafeti zamanında da Şam savaşları ve daha sonra Mısır'ın Romalı­ların egemenliğinden kurtarılışında bilinen tecrübe ve maharetinin hepsini göstermiştir...


Amr b. Âs, keşke ne olurdu da içindeki komutanlık sevgisine karşı koyabilseydi..?!

O zaman, bu sevgi yüzünden düştüğü zor durumların hakkından çok daha iyi gelebilirdi.

Amr'ın komutanlık sevdası, yeteneklerle taşan doğası gereği kendiliğinden ortaya çıkan bir şeydi.

Bizatihi onun dış görünüşü, yürüyüş ve ko­nuşma üslubu komutanlık için yaratıldığını ima ediyordu.

Öyle ki, Mü'minlerin emiri Ömer (r.a.)'ın bir gün onun geldiğini gördüğü ve gülümseyip şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Ebû Abdullah'ın yeryüzünde ancak komu­tan olarak yürümesi gerekir."

Gerçekten de Ebû Abdullah, nefsinden bu hakkı esirgemiyordu.

Hatta korkunç hadiseler müslümanların ba­şı­na geldiğinde, Amr, bu hadiselerde zekası, dehası ve üstünlüğü ile övünen, kendine gü­venen kudretli bir komutan gibi çalışıyordu.

Fakat kendisinde güvenilirlik vasfı vardı ki, valilerini seçmekte sertliği ve titizliği ile bilinen Ömer b. Hattâb onu Filistin ve Ürdün, sonra da yaşadığı sürece Mısır valiliğine atamıştır.

Mü'minlerin emiri, valilerinden, en azından halka yakın olmak için konforda, zenginlikte belli bir düzeyde kalmalarını istiyordu. Amr'ın bu yaşam sınırını aştığını bildiği hâlde onu görevde tutmakta sakınca görmemişti...

Deriz ki: Halife, Amr'ın çok zenginleştiğini öğrendiğinde bile onu azletmedi. Onun azle­dilmesi yerine, Muhammed b. Mesleme'yi gön­derip mallarının ve eşyalarının tümünü onunla bölüşmesini emretti. Yarısı kendisinde kalacak, diğer yarısını da Muhammed, Medi­ne'ye hazineye getirecekti.

Eğer Mü'minlerin emiri, Amr'ın komutanlık ve yöneticilik sevdasının, onun, sorumlulukla­rında aşırıya gitmesine sebep olabileceğini bil­seydi, onun olgun vicdanı onu bir an bile vali­likte bırakmazdı.

Amr (r.a.) keskin zekâlı, düşünmeden doğru karar verebilen ve uzak görüşlü biriydi.

Mü'minlerin emiri Ömer (r.a.) çaresiz biri­sini gördüğü vakit hayretle yumruklarını sıkar ve şöyle derdi:

"Sübhânallah...!

Bunu yaratan ile Amr b. Âs'ı yaratan aynı İlâh'tır…!"

Ayrıca o, oldukça cesur ve atılganlık sahi­biydi.

Bazı durumlarda cesaretini dehasıyla bir­leştirirdi ki, o zaman onun korkak ve çekingen olduğu sanılırdı. Oysa bu hilenin ve tedbirin genişliğinden ileri gelirdi. Amr da bunu, kendi­sini korkunç zor durumlardan kurtarmak için çok iyi kullanırdı.

Mü'minlerin emiri Ömer (r.a.), onun bu yeteneklerini bilir ve hak ettiği değeri verirdi.

Mısır'a vali olarak göndermeden önce onu Şam'a gönderen Mü'minlerin emiri'ne, Şam'­daki Roma ordularının başında bir "Artapon" (cesur ve dahi bir komutan) var denildiği vakit Ömer (r.a.)'ın cevabı şöyle idi:

"Roma Artapon'unu Arap Artapon'u ile vur­duk. Bakalım iş nereye varacak?!"             

Arapların Artapon'u ve korkunç dâhisi olan Amr b. Âs'ın ezici galibiyetiyle sonuçlandı. Roma Artapon'unu ordusunu hezimete terk ederek Mısır'a doğru kaçmıştı. Amr, birazdan ona yetişecek ve o topraklar üzerine İslâm sancağını yükseltecekti.

 

 


Amr'ın zekâ ve dehasıyla zirvelere çıktığı hadiseler ne kadar çoktur...

Eğer, Ebû Musa ile arasında geçen hakem olayında her ikisi Ali ve Muaviye'yi azledilme­sine ve seçimin müslümanlar arasında şûra yoluyla yapılmasına anlaştıkları vakit Ebû Mu­sa'ya karşı olan tutumunu saymazsak… Ebû Musa an­laş­ma­yı uygulamış, Amr ise kaçın­mıştı…

Dehasına ve anında doğru karar verebilme yeteneğini görmek istersek, Mısır'da Romalı­larla savaştığında "Babilion Kalesi" komutanı veya başka bir tarihî rivayete göre bahsedece­ğimiz Yermük'te Roma Artapon'unu ile arala­rında geçen davranışa bakmak yeterlidir.

Roma Artapon'unu onunla konuşmak için onu davet ettiğinde bazı adamlarına da o ka­le­den çıktığı an üzerine bir kaya bırakmaları için emir vermişti. Kesin ölümü için her türlü hazırlık yapılmıştı.

Amr, hiçbir şeyden şüphelenmeden komu­tanın yanına girmiş ve toplantıları bitmişti.

Kaleden çıkacağı sırada surlar üzerinde şüp­heli hareketler gördü. Bu durum, içinde dik­kat hissini uyandırdı.

Derhal muhteşem bir şekilde davrandı.

Kale komutanının yanına, sanki onu hiçbir şey korkutmamış gibi emin adımlarla ve sakin bir tavırla geri döndü. Ona dedi ki:

"Aklıma bir şey geldi. Bilmeni istedim. Be­nimle birlikte, arkadaşlarım arasında İslâm'a ilk giren, Resûlullah'ın ashabından bir cemaat var.

 Mü'minlerin emiri onların görüşünü alma­dan hiçbir karar vermez. İslâm ordularından bir ordu gönderdiği vakit onun başına mutlaka onlardan birini atar. Onun için, onları sana ge­tireyim; senden benim duyduklarımı onlar da duysunlar ki onlar da bilgi sahibi olsunlar..."

Roma komutanına, Amr, hayatının fırsatını vermişti. O hâlde bu fikrini hemen kabul et­sindi ki, beraberinde müslüman liderler ve komutan ve adamların en iyileri olanlar için de hazırlık yapsındı. Bu, sadece Amr'ı öldürme­sinden daha iyi olacaktı...

Dikkat çekmeden, Amr'ın öldürülme hazır­lıklarının ertelenmesi için emir verdi.

Amr'ı törenle yolcu edip onunla hararetle tokalaştı.

Arapların dâhisi, kaleyi terk ederken gü­lüm­sedi.

Ertesi sabah Amr, ordusunun başında ka­leye geri döndü. Kahkaha atarak kişneyen atı­nın üzerinde, çalımlı...

Evet… O da sahibinin dâhiliğinden çok şey biliyordu.

 

 


Hicrî kırk üç yılında, Mısır valisi iken ölüm Amr b. Âs'ı yakaladı.

Yolculuk anında hayat yapraklarını seyre­derek, dedi ki:

"İlk önceleri kâfir idim. Resûlullah'a karşı insanların en şiddetlisiydim. O gün ölseydim, ateş bana vacip olurdu.

Sonra Resûlullah'a biat ettim. İnsanların içerisinde onun kadar bana hiç kimse sevgili değildi. Gözümde ondan daha yüce kimse yoktu. Onu övmem istense, beceremem. Çünkü gözlerimi ona karşı olan saygımdan dolayı onunla dolduramadım.

Eğer o gün ölseydim, cennet ehlinden ol­ma­yı arzulardım.

 Sonra saltanatla duçar oldum… Ve daha başka şeylere… Bilmiyordum, acaba o lehime mi idi, yoksa aleyhime mi...?"

 

 

Sonra gözlerini göğe doğru yalvarırcasına kaldırdı. Rahim ve Azim olan Rabbine müna­caat ederek diyordu ki:

"Allah'ım! Geçerli mazeretim yok ki, sen­den özür dileyeyim!

Eğer rahmetin bana yetişmezse helâk olanlardan olurum…"

Ruhu Allah'a yükselene kadar yalvarması ve tehlillerine devam etti. En son sözü "Lâ ilâhe illallah"... idi.

Amr'ın kalıntıları, ona İslâm'ın yolunu öğ­rettiği Mısır toprağının altındadır...

Sert toprağın üzerindeki, öğrettiği, karar verdiği ve hükmettiği meclisi, yüzyıllardır hâlâ eski caminin -Amr Camii- tavanı altında dur­maktadır. İçinde bir ve tek olan Allah'ın adının zikredildiği, etrafından ve minberi üzerinden Allah'ın sözlerinin ve İslâm'ın prensiplerinin ilan edildiği, Mısır'da yapılan ilk cami budur…