MAZGALIN ARDINDAN
ŞİİRLER
ahmet nacar
MİSYON YAYINLARI
ŞİİRLER
Mazgalın Ardından
Ahmet Nacar
Yayına Hazırlayan
Osman Arpaçukuru
Kapak
Ahmet Mayalı
Baskı ve Cilt
Bayrak Matbaası
1. Basım: Mayıs 2004
MİSYON YAYINLARI
Çatalçeşme Sok. Üretmen Han No: 18
Tel.&Faks: 0212 512 51 66 - 512 45 43
Cağaloğlu – İstanbul
MAZGALIN ARDINDAN
ŞİİRLER
ahmet nacar
MİSYON
AHMET NACAR
1968 yılında Kahramanmaraş’ın Beşenli köyü’nde doğdu. Merkez Sütçü İmam Lisesi’ni okudu. Edebiyatla ilgilenmeye ortaokul yıllarında başladı. Askerlik görevinden sonra bir süre esnaflık yaptı. Evli, iki kızı ve dört erkek çocuğu vardır. Yayınlanan ilk kitabıdır. Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanmaktadır.
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
“Tel Örgüler ve Türküler”
1. Zindan/11
2. Umut Çizgisi/14
3. Ayrılıp Öte/15
4. Neyleyim/16
5. Gönül/17
6. Hal Veren Yoktur/18
7. Yollar/19
8. Özlem/21
9. Sana Doğru/22
10. İltica-I/23
11. Bizim Müslüman/26
12. Nedamet mi?/28
13. Yandım/30
İKİNCİ BÖLÜM
“Beni Hasretin Büyütür”
14. Efendim/35
15. Liman/38
16. Mazgalın Ardından/40
17. Yerin Altında/43
18. İltica-II/44
19. Nur Gibi/46
20. Al/48
21. Yere Düşünce/49
22. Adımlar/52
23. Tasadan Aşka/55
24. Onlar/59
25. Yetmiyor muydum/61
26. Seni Sevdim Diye/64
27. Pranga/66
28. İnce Bir Sızı/68
29. Sürgün/70
30. Hayallerin Kıyısından/75
31. Derin Bir Kuyuda/79
32. Çocuk İçimi Yazdı/82
33. Beni Hasretin Büyütür/86
34. Masmavi/88
35. Süreçte/90
36. Derin Çizgiler/95
37. Yıldırımlar/96
38. Küçük ve Sevecen/97
39. Sen Varken/98
40. Serüven/99
41. Zindanında Özgürdüm/103
42. Ölüm Kadar/105
43. Ey Savaş/109
44. Sevdanın Çocuğu/115
45. Kaderim Dedim/124
Birinci Bölüm
TEL ÖRGÜLER
VE
TÜRKÜLER
ZİNDAN
Şu mahpus odası bir dar pantolon
Zar zor giydirirler çıkaramazsın
Birkaç adım atar düşer kalırsın
Sonra kalkar duruşuna çatarsın
Bir mezar gibidir titreşir için
Toprağı noksandır havası serin
Bir nefes çekince kurtlanır için
Çizgiler siliktir bakışlar derin
Altı cihet beton hergün aynı yer
Geceler ruhunu çarmıha gerer
Uykunu yüklenir kaçar saatler
Zaman öğüt verir sabret ağam der
Karavana gelir, nedir bu dersin
Önce dudak büker sonradan yersin
Semaver suyundan bir çay içersin
Hayal kurar memlekete gidersin
Bir ezan okursun ruhun incelir
Ardından usulca sukûnet gelir
Yüreğin kıpırdar dilin şenlenir
Hüzünler dağılır selamet gelir
Bir yukarıya çık bir aşağı in
Duruşu soğuktur üşür gözlerin
Kilidi şakırdar ham zincirlerin
Çırpınır göğsünde saklı yüreğin
Tebessüm ne gezer sarı duvarda
Nefrettir bu çile iman olmazsa
Burda geçen süre bir yüktür cana
Her gün isyan yürür damarlarına
Burası zindandır daralmış mekan
Rabbe kul değilse kaybolur insan
Eksilmez başından fırtına boran
Gülemezsin ağam mevsimler hazan
Ocak 2002
UMUT ÇİZGİSİ
Sevdamın yeşillenen dallarına tutunup
Yücelsem maveranın esrarlı baharına
Dua dua göklerin ağuşunda kaybolup
Sarmalasam sevgimi kaderin kararına
Ölümün gezindiği karanlık odalardan
Bir pencere açarak koklasam ışıkları
Bir hayal tasarlayıp ıpıssız adalardan
Avuçlasam yeniden ağaran şafakları
Yakarışım sanadır betonlar arasında
Rahmetinle iniver gönlümün bağlarına
Ruhum hırpalanıyor gücüm son sınırında
Bir ışık hüzmelendir sevgimin dağlarına
Mart 2002
AYRILIP ÖTE
Bir gece yarısı bölündü uykum
Sorgusuz sualsiz alıp gittiler
Elveda dostlarım ben artık yokum
Zalimler gönlüme hüzün diktiler
Hafızam karıştı yumuldu gözüm
Namlular peşimde adımlıyorum
Derin bir hasreti kuşandı özüm
Şimdi bir tutsağım sayıklıyorum
Kalbimden söküldü bir bir ağaçlar
Bir çöle dönüştü zümrüt yamaçlar
Suya hasret şimdi toprağım taşım
Binlere bölündü vefasız başım
Mart 2002
NEYLEYİM
Issız bir ormanda tek başınayım
Bana uzanmayan dalı neyleyim
Bağlandı burada kolum kanadım
Bana açılmayan yolu neyleyim
Gecenin koynundan düştüm gündüze
Ağır adımlarla girdim dehlize
Şimdi uzaktayım çoğaldı derdim
Gönlüme kokmayan gülü neyleyim
Zikrini unutur nefse uyarsam
Sevgi kadehine nefret koyarsam
Aşka isyan eder karşı çıkarsam
Bana yar olmayan dili neyleyim
Nisan 2000
GÖNÜL
Derdim benden derman ister
Kalbim sızlar, nidem gönül
Göğsüm titrer gözüm taşar
Sinem nâçâr, nidem gönül
Sargı merhem, fayda vermez
Bekle derim visal ermez
Dostum gelip beni sormaz
Derdim yakar, nidem gönül
Yaprak çiçek güler bana
Koyun kuzu meler bana
Zaman, toprak eler bana
Yolum şaşar nidem gönül
Mart 2002
HAL VEREN YOKTUR
Gün altına düşen bir çiçek gibi
İçin için yandım yel veren yoktur
Kanadı kırılan bir leylek gibi
Çırpındım çırpındım el veren yoktur
Bir bulut isterim gökyüzü uzak
Bahçeme uğrayıp gül veren yoktur
Çaresiz kalmışım her yanım tuzak
Arkama yaslanıp bel veren yoktur
Beton zeminlerde titrer üşürüm
Altıma yaymaya çul veren yoktur
İçimde bir yığın hüzün taşırım
Derdimi sorup da hal veren yoktur
Eylül 2001
YOLLAR
Ömrün önü sıra uzar da gider
Gönlümü kendine bağlayan yollar
Sanmam bu gidişler mezarda biter
Ebedî âleme açılan yollar
Ömrün önü sıra uzar da gider
Düşlere girer de hasret giderir
Vuslata merdiven sağlayan yollar
Bir kor olur bazen ateş içerir
Derinden kalpleri dağlayan yollar
Düşlere girer de hasret giderir
Düzü bulmak için zora dayanır
Derin denizleri sığlayan yollar
Günaha dalanı her an uyarır
Şeytan’ın yolunu tıkayan yollar
Düzü bulmak için zora dayanır
Bir kul duasından Rabbin katına
Coşkun ırmak gibi çağlayan yollar
Boşa geçip giden kul hayatına
Dertli dertli bakıp ağlayan yollar
Bir kul duasından Rabbin katına
Ağustos 2001
ÖZLEM
Bir haber yok mudur Maraş ilinden
Burda sızlanıyor yaralı gönlüm
Sıla türküleri düşmez dilimden
Bir yılını daha yitirdi ömrüm
Havası başkaydı suyu bir başka
Gün olur dönerim bir gün Maraş’a
Duam yükseliyor gönlümden Arş’a
Dört mevsim açılır ruhumda gülüm
İçten içe büyür özlemim, gamım
Kavuşmak yakındır gayrı sanırım
Bıraksalar yayan bile gelirim
Bekliyorum biter elbet sürgünüm
Şubat 2001
SANA DOĞRU
Yürekten vuruldum senin ulvî aşkına
İkliminde nefesinle ölmeye geldim
Şu fani alemin meçhul sokaklarında
Kaybolan izini bulup sürmeye geldim
Umutların gölgesinde serinliyorken
Ay çehreni denetleyip gülmeye geldim
Vuslatına yüreğimle savruluyorken
Özlenen sevgiyi sende bulmaya geldim
Sana gönlümü vermişim dağlar, ne yazar
Merhametli ağuşunda kalmaya geldim
Dağlarına tırmanırken sönse ışıklar
Yıldızlanan düşüncene dalmaya geldim
Nisan 2000
İLTİCA - I
Göz gözü görmüyor her taraf duman
Bize bir yol göster güzel Allah’ım
Canımız yanıyor halimiz yaman
Acımızı dindir güzel Allah’ım
Münkirler sevinip mutlu oluyor
Zalimin yaptığı öyle kalıyor
Sevgimizden sezgimizden çalıyor
Elini kırıver güzel Allah’ım
Adını anarız dava açarlar
Adalet nerede zulüm saçarlar
Yerlere düşürür sonra kaçarlar
Bizleri sen kurtar güzel Allah’ım
Her köşe bucakta bizi ararlar
Çevremizi silahlarla sararlar
Yumruk çakar kafamızı kırarlar
Bize sukûnet ver güzel Allah’ım
Bizler günahkarız suçumuz büyük
Sevabımız nedir avuçta tek tük
Sen her şeyden yüce, bizlerse küçük
Bizleri sevindir güzel Allah’ım
Ülfet, aramızda yeşersin artık
Nefret yosunları erisin artık
Kalbimiz pasını gidersin artık
Bizi mağfiret et güzel Allah’ım
Muhabbet yayılsın biz dost olalım
Birlik olup nur deryana dalalım
Doğru yolda eğrilmeden kalalım
Sen bizi nurlandır güzel Allah’ım
Sözün güzeline uyandan eyle
Nasihat dinleyip tutandan eyle
Kur’anı bizlere kumandan eyle
Katından bir zafer güzel Allah’ım
Kasım 2001
BİZİM MÜSLÜMAN
Camide beş vakit okunur ezan
Oyunda oynaşta bizim müslüman
Eriyip küçülmüş kalbinde iman
Delilsiz dalaşta bizim Müslüman
Gönlünden bir hayli ıramış Kur’an
Batıla ram olmuş bizim müslüman
Çiçeği kurumuş bahçesi talan
Şeytan’a ram olmuş bizim müslüman
Tilkiler, elinden her yıl oy alır
Uyanmaz bir türlü bizim Müslüman
Eller, aya çıkar o yaya kalır
Çobansız bir sürü bizim Müslüman
Mevlanın yolları apaçık durur
Eğriye adımlar bizim Müslüman
Çürümüş fikirler beynine vurur
Dostunu çalımlar bizim Müslüman
Öğüdü dinlemez nefsine uyar
Derin kuyularda bizim Müslüman
Para denen şeyi kalbine koyar
Uçuruma kayar bizim Müslüman
Ne çare sözlerim fayda vermiyor
Makama takılmış bizim Müslüman
Zevkten başkasına aklı ermiyor
Kazığa kakılmış bizim Müslüman
Mart 2001
NEDAMET Mİ?
Varlığın sırrına erişmek için
Kendi fıtratımla barışmak için
Hakk’ın ırmağına barışmak için
Girmişim bu yola pişman değilim
Gayemdir Kur’anı ruhuma almak
Yakîn bir iman ile sonsuza dalmak
Ölüm bile olsa bu yolda kalmak
Kıramaz azmimi pişman değilim
Hislerim yeşerir zikre dalınca
Yıldızlar gülümser ufkun ucunda
Yorgunluğum biter Rabbe varınca
Zaman böyle geçsin pişman değilim
Zülüm dalga dalga yayılsa arza
Acılar birikip mekan daralsa
Ulaşırım elbet kutlu sabaha
Umutla doluyum pişman değilim
İster yokuş olsun isterse uzun
Fark etmez yürürüm gönlümde sukûn
Bir ömür önüme engeller dolsun
Sabırla yıkarım pişman değilim
Âtî’de saklıdır derdin ilacı
Ölümle son bulur bu derin sancı
Ruhum bir yolcudur bedenim hancı
Konup göçüyorum pişman değilim
YANDIM
Ne gündüzü yaşadım
Ne geceyi kuşandım
Günahlara dalarak
Yandım Allah’ım yandım
Kitabı anlamadım
Masivaya aldandım
Kuyularda kalarak
Yandım Allah’ım yandım
Resulüne uymadım
Nur deryana dalmadım
Çölde susuz kalarak
Yandım Allah’ım yandım
Kardeşleri bıraktım
Yaşantımı kararttım
Dostları unutarak
Yandım Allah’ım yandım
Duygusuzca yatarım
Şükürsüzce kalkarım
Başı boş takınarak
Yandım Allah’ım yandım
Mescide yolum düşmez
Başım diktir eğilmez
Kendimi kandırarak
Yandım Allah’ım yandım
Aralık 2001
İkinci Bölüm
BENİ HASRETİN BÜYÜTÜR
EFENDİM
Mahmud’u olmuşsun iki alemin,
Seni methediyor cihan Efendim.
Sensiz gidemeyiz Arş-ı Ala’ya,
Tarafından bize eman Efendim.
Dalgalı bir denizdeyiz bu günler,
Aguşun ki bize liman Efendim.
Ömrümüze bahar ılık nefesin,
Sensiz kalmak bize hazan Efendim.
Sözlerin çağları aşıp gidiyor,
Sana boyun eğdi zaman Efendim.
Çok savaşlar gördük, yandık, yıkıldık,
Varlığın bizlere kalkan Efendim.
İşkence, zindanlar çevirdi bizi,
Sensin sancımıza derman Efendim.
Sensiz yaşar isek bu köhne çağda,
Nur bahçemiz olur talan Efendim.
Kutlu medeniyet devrinden kalan,
Mirasın bizlere irfan Efendim.
Sevgin bizi çölden çöle düşürdü,
Hasretindir bizi yakan Efendim.
Aydınlık bir yolu gösterdin bize,
Bu vechile sana şükran Efendim.
Kelimeler nedir seni anlatsın,
Bulunmaz bu çağda sûhân Efendim.
Aynalar kırılsın gam yemeyiz ki,
Sensin çehremize hasan Efendim.
Bir başka sevdayı çekemeyiz biz,
Sensin gönlümüze sultan Efendim.
Başka söze yol yok, imanımız tam,
Seni anlatıyor Kur’an, Efendim.
Haziran 2001
LİMAN
Diz çöküp derdine her gün ağlasan,
Yaşlı gözlerini kurutur liman.
Matemle geçirse ömrünü insan,
Mahzun gönüllere huzurdur liman.
Geceyi gündüze katıp şaşırsan,
Körelen gözlerin nurudur liman.
Yollarda yorulsan aşka sığınsan,
Gönül kalesinin surudur liman.
Denizlerde geze geze bulansan,
Berrak vechesiyle durudur liman.
Sen bir misafirsin olmasın tasan,
Ahiret yurdunun yoludur liman.
Etrafın ıslansa yağmurdan, yaştan,
Issız kucağıyla kurudur liman.
Derin sonsuzlara kayıp tutunsan,
Dırat-ı sebâtın dalıdır liman.
Istırap içinde çaresiz kalsan,
Derman çiçeğinin bû’rudur liman.
Aşka ermek için bir gün vurulsan,
Ravza-i Rasul’un gülüdür liman.
Ağustos 2001
MAZGALIN ARDINDAN
…..
Ağlayan güneş var bahçemde
Kavrulan yağmur…
Yolun son noktasındayım,
Ne otobüs var ne de tren…
Işıldayan yanlızca umutlarımdır yüzüme
Usul usul şekillenir duvarlar…
Düşler kadar uzaktır kapının ötesi,
Allah bilir, burdan kaç mil çeker.
Saçlarım söz geçiremiyor ellerime
Başım düşer, kanayan yerlerine tuz basarım.
Yer emer yüreğimin sesini
Betonlar kırmızıya çalar uyandığımda.
Güneşi ne doğarken görürüm, ne batarken,
Yalnızca bir salkım gibi tepedeyken.
Her saat yuvasına dönen karıncadır
Ömrüm, özgürlüğün yolcusu.
Bir gül dalı kırıldığında bülbüle bak
Toprağa beler kanatlarını.
Cesaretim nerde ancak kendimle yumruklaşırım,
Bir gün çenem kırılır, bir gün parmaklarım.
Burda ayazlar perdeli, ufuklar üzgün,
Sözlerim, derin anlamların peşine takılır.
Kitaplar gibi sayfalarım kabarır
Duygularım bir sağanak olur.
Aşkı usulca koyarım penceremin önüne,
Hadi uç derim dayanamaz geri alırım koynuma.
Hey benim düşlerimde benden kaçan benliğim,
Şimdi, hadi kaç, kurtul elimden.
Paslı zincirler seni çekip çevirecek
Duvarlar öğretecek ismini yeniden…
Mart 2002
YERİN ALTINDA
Kar düşer, toprak sıcak, taşlar üşür.
Yatan biri var, toprağı teni ile bölüşür.
Ayazların nefretinden otlar kurur, kırılır.
Yaprakların dalında baykuşlar ötüşür.
Bir keskin yel yıkar, duvarların duruşunu.
Serçeler daldan dala sıçrar gülüşür.
Sımsıcak koynudur kış yatan baharın,
Orda ömür hayat bulur depreşir.
Kış geldi diye ürkme yerin altından,
Orda kul yaptıklarıyla oynar, sevişir.
Ekim 2001
İLTİCA - II
Nasıl geleyim sana yollar yokuş karanlık;
Gözüm perdeli şimdi hayal, gerçek karışık.
Vurur gözüme gece, yaprak düşer dalından,
Boğar akşamın sesi içim yanar derinden.
İzler kaybolur gider bana kalır şaşkınlık;
Durum zorlaşır, bana, bela olur yalnızlık.
Her dem düşlerim seni, çizgi çizgi tüterim,
Nâlan olurum birden gülde, bülbül biterim.
Dağlar âhımı dinler, taşlar uçar âhımdan,
Neler düşüyor bana karlar erir nârımdan.
Yaban hayretler için başım döner bulanır,
Sızlar yüreğim şimdi derdim derde ulanır.
Donar kanımda umut, başka bahar gelir mi,
Hasret sensizlik sıkar, aşkla özlem biter mi?...
Ocak 2002
NUR GİBİ
Anılarım sende kalsın senle olayım her gün
Bakışların aksın üstüme yağmur gibi.
Gülüşlerin gözlerimin ışıldayan yıldızı
Hayalin dursun önümde bir nur gibi.
Bir yol bulup yürür aşkım göklere
Sonsuzluk hayallerimi elimde kavurur gibi.
Dilimi tutayım diye senden ıradım
Dönemiyorum, dizlerim yorulur gibi.
Latif bir ses süzülür penceremden
Beynimin içinde hoş bir seda olur gibi.
Betonlar oluk oluk aktarır yağmuru
Susuzum ey Yâr çiçeklerim kurur gibi.
Nerde keyfim, tenim titrek, saçlarım kirli,
Ruhum şimdi kıskaçlarda kıvranır gibi.
Temmuz 2001
AL
Al, gözyaşlarım sende kalsın;
Çiçeklerin solduğunda sularsın.
Al, son hasretim umutlarımla geldim;
Belki bir gün ahdime karar kılarsın.
Al, bir yudum çay gecemi doldurur;
Gönlümün sıcaklığında gün sayarsın.
Al, benim yoğrulan ömür teknesinde;
Sevgini yüreğinle getirir katarsın.
Al, sende kalsın bu son sözlerim,
Senden ırak düştüğümde sayıklarsın.
Ağustos 2001
YERE DÜŞÜNCE
Bu yağmur kimseyi üşütmez
Bırak ıslansın saçların
Ceylanları zincirleme
Sonra çöller çamurdan geçilmez olur
Yılanlar zehirli değildir insanlar kadar
Zamanı öldürdün fahişe bir gülüşle
Siyaha sırtını döndüğünde
Kapılar bir vize alır sabahtan
Bahar aylarına gidilir eşiklerden
Kapılar açıldığında
Yağmuru kovamazsın sokağından,
Sakalını yolarken tararsın saçlarını
Bana dön en meşgul olduğun anda
Her saatin bin yıl gibi geçtiğini yaz
Okursan notlarımı yanakların kabarsın
Yüreğine sevgiler tünesin korktuğunda
Ey dost! Bunca önden gidişim çığırdır,
Tutun izlerimin kancalarına
Sakın yabana atma çok söz gördüm diye
Ve çamurlu bir günde yere düşme
Beyaz kaftanın çamur aldığında
Gözler sende kalır belki alınırsın
Ben bunu dünden bilirim
Seni düşürmek, çok düşen vardır yere
Bu yağmur üşütmez senin gibi civanları
Yere düşmedikten sonra
Şubat 2002
ADIMLAR
Sana patikalardan ulaştım bir gece
Bir ışık kondurmak için saçlarına
Zorluğun ayazlarına katlandım
Sesin delemiyordu duvarları
Bir pabuç bırakmak için ayaklarına
Ellerim karanlığı yokluyordu
Yalnızlığın tırnağına takılmıştı yüreğin
Issızlığı hafızana aldıramıyordun
Taşlar kırılıyordu bakışlarında
Sen zamanın terk edilen çocuğuydun
Sessizce yatıyordun düştüğün yerde
Zorluğun yapraklarıyla doyuyordun
Bütün gücünle tırmanırken merdivenleri
Yükün ağırlaşıyordu eğriliyordun
Bir omuz veriyordum tam düşecekken
Sana gecenin son çeyreğinde yetiştim
Nefesimi kattım sesine, bedenine sarıldım
Yere düşüp tekme yeme diye
Biz aynı safın ferdiyiz, ayaktayız
Bakışlarımız yönelsin menzile
İnan kanımız yerde kalmaz ölsek bile
Biz çöllerin ceylanıyız, alışkınız koşmaya
Bir damla sudur ellerimizi açtığımızda
Bir âminin ardından sûkun bulması kalbimizin
Nisan 2001
TASADAN AŞKA
Gönüllerde yeşerir aşk
Geceler dökülür kadehlere
Çiçekli yollardan gidilir
Duruşundan korkarken sevgilinin
Ellerinde ışıldar yüreğin
Bir ay gibi ondördünde
Öyle sözlerde kalır mı aşk
Can gerek hasrete alışmak
Aşkın en derin koyunda gizli
Kadehlere gecenin aksi düşer
Aşk bir sana koşar, bir bana
Bir buse kondurur yanağıma senden
Geçerken pencerenin önünden
Lambaların yorulmuş sen ayaktasın
Ilık nefesin kaplar bakışlarımı
Hasret ne kadar yaktı beni de
Sözler kaçıyor hafızamdan
Anılarım matemli türkülerle oynuyor
Çiçekli yollardan giderdim iklimine
Sanal bakışmalardan ilerdeydim
Ta kendisiydin ellerini tuttuğumda
Koşardım delicesine peşinden
Ulaştığımda yüreğim fırlardı birden
Gönlüne usulca sokuluverirdim
Ben burdayım kısacık koşuyorum
Duvarların üstünden turnalar uçuruyorum
Bir gün bir beyaz haberle gelirler sana
Sen benim, ben senim dediğimizde
Yıllar ne kadar katmerlense de
Bizi yıpratamaz her halde saatler
İşte böyle bu serüven de biter
Zincirler de kırılır, kadehler de
Su akar kan yerine yollardan
Her çılgınlık dizgin tutar bir gün
Her öksüz aşık susar
Hasret sıyrılırken göğsümüzden
Mart 2002
ONLAR
Elmanın yarısını saklarken
Toprağa avuç avuç tohum atarlar
Yapraklar ağırdan düşerken kaldırımlara
Gülmeden önce gözyaşlarını sayarlar
Gerek duymazlarsa ayrılmazlar hüzünden
Islanmadan kabuklarında
Yastık yerine taşlara basarlar başlarını
Uykuları at sırtında mızganmak gibidir
Seherin fısıltısıyla secdeye varırlar
Yarın derken tasalanmadan yürürler
Güneşin altında taş bağlarlar karınlarına
Bir lokma ekmek düşmez günler geçer de
Şubat 2002
YETMİYOR MUYDUM
Bana bu aymazlığı yapmayacaktın
İncir çekirdeklerini ezmeyecektin
Kaldırımlara tükürürken
Gözlerimi unutmayacaktın
Nasıl koptun dalından
Güneşi hor görmeyecektin
Bulutları savmayacaktın başından
Toprağı bu kadar kurutmayacaktın
Saçlarını yakmayacaktın aslanım,
Tırnaklarını uzatıp böyle
Dostunu kanatmayacaktın
Kaldırımlarda sekerek gitmeyecektin
Taşlara tırmanmayacaktın böyle
Yağmuru avuçlayıp ateşe atmayacaktın
Baharın gözlerine katran püskürtüp
Çiçekleri üzmeyecektin
Yıllarını kıymet bilmeyenlere vermeyecektin
Mahrem duygularını çözmeyecektin
Çamaşırlarını ortaya dökmeyecektin
Şimdi işler karıştı seçilmiyor nefesin
Artık aramızda uzun bir çöl var
Yollar uzuyor kayboluyor izler
Bu havayı kirletmeyecektin
Bir lağım olmamalıydı gidişin
Kuşları vurmayacaktın
Karıncaları kavanoza koymayacaktın
Akreplere et vermeyecektin
Bir tebessüm çok mu geldi üstüne
Ağustos 2000
SENİ SEVDİM DİYE
Gecelerim daraldı
Ellerim bağlandı
Ruhuma bir paslı
Hançer saplandı
Seni sevdim diye, seni...
İnsanlar öfkelendi
Zindanlar alkışlandı
Ve dünya çalkalandı
Başımız yumruklandı
Seni sevdim diye, seni...
Sabra doğru uzandım
Betonlar arasında
Gökyüzü güldü bana
Ulaştım sabahıma
Seni sevdim diye, seni...
Yolcuyum senden yana
Hasretin kucağında
Uzun uzun düşündüm
Sensizlik ölüm bana
Seni sevdim diye, seni...
Şubat 2000
PRANGA
Zaman iki türlü anlarsan gülüm
Biri bahar gibi yemyeşil durur
Biri sonbahardır tel tel dökülür
İkisi bir anda meydana inmez
Zaman iki türlü anlarsan gülüm
Gün gelir insana isyanlar vurur
Ruhun sürüklenir bilmezsin gülüm
Kanlı bıçağını bileyler zulüm
Başın yerlerdedir gönlün eğilmez
Gün gelir insana isyanlar vurur
Alnını oyarken soğuk taşlara
Özenir durursun uçan kuşlara
Bir kadre düşünce avuçlarına
Bu hasret kûy’unda ahların dinmez
Alnını koyarken soğuk taşlara
Elini zincirler gulyabanîler
Tıkarlar kutuya çalar sirenler
Gözlerin çaresiz kendine döner
Gecedir her taraf ışıklar yanmaz
Elini zincirler gulyabanîler
Nisan 2000
İNCE BİR SIZI
Mevsim kış, üşürüz
Ağaçlar yalnız
Güneşe uzanır hayallerimiz
Kaldırımlar boş
Kargalara teslim sokaklarımız
Dağlara kar yağar
Suskun tavşanlar
Gün ortası söylenir türkülerimiz
Yuvasız kuşlar
Çakallara teslim yamaçlarımız
Çatılara yel vurur
Bacalar dumansız
Cebimiz kadar evlerimiz
Pencereler örtük
Ayazlara teslim damlarımız
Mevsim kış üşürüz
Dağlara kar düşer
Yapraklar kırılır
Ölümle burun burunayız
Toprağa teslim ayaklarımız
Nisan 2000
SÜRGÜN
1-
Aşkımın gül bahçesi bir doluya tutuldu
Birer birer döküldü tomurcuklar dalından
Hayallerim öfkenin avucunda boğuldu
Bir sürgünü kuşandım yolum uzun ve yokuş
Önü çile ve hüzün, sonu kutlu bir varış
2-
Saçlarım başımda mı yoksa avucumda mı
Bir kâbus gibi çöktü üstüme alınyazım
Bana toslayan boşluk, gecenin ucunda mı
Birbirine karıştı kışım, baharım, yazım
Nasıl bir gün son bulur, bu sürgünle bu çöküş
3-
Mevsim birden değişti şimdi üşür ağaçlar
Yere vuruldu başımdaki fikirler
Sımsıcak yüreğimi yumrukladı ayazlar
Koklayanı bayılttı elimdeki çiçekler
Unutuverdi beni bir tebessüm, bir gülüş
4-
Yağmurum! Yağmaz mısın bir duaya yönelsem
Şefkatinle bürüsen bir sağanakla tenimi
Bir an uğrayıp gitsen inan artık gam yemem
Nemlerine sürerim titreyen ellerimi
Tutuversin elimi candan sıcak bir tutuş
5-
Bir yıldız bana gülse, uyanıversem birden
Tutsaklığın dudağı kelepçemden öperken
Sıladan koparılmış bir yolcuyum şimdiler
Çelik kafeslerdeyim çileye namzet asker
Yalnız göğe yükselir yüreğimden haykırış
Mart 2000
HAYALLERİN KIYISINDAN
1-
Sen o zaman anla hayatı
Aşkın kanadı kırılırsa
Bir akşam yolda kalırsa
Sararan yapraklar
İçli içli denetlerse bulutları
Kendini sen o zaman tanı
Ellerinle yeniden yokla başını
2-
Sen o zaman anla hayatı
Zaman duvarına asılı kaldığında
Ellerin uzanamazsa başına
Üşürsen bir yaz ortasında
Güneşten ürkersen
Kendini sen o zaman tanı
Ellerinle yeniden topla taşları
3-
Sen o zaman anla hayatı
Usulca sokulduğunda yatağına
Yastığına öfkelenmeden koyduğunda başını
Bir ucundan tuttuğunda hayallerin
Çiçeklerinden kokladığında bahçelerin
Kendini sen o zaman tanı
Kllerinle yanaklarından topla yaşını
4-
Sen o zaman anla hayatı
Bir kelebek yorgun düşerse
Bir geçitte kıstırılıp tutulursa
Kapılar kapanırsa üstüne
Gece çöktüğünde
Kendini sen o zaman tanı
Ellerinle topla düşürdüklerini
Nisan 2000
DERİN BİR KUYUDA
Ufuklar nasıl seyredilir
Dağ nasıl güler çehreme
Güneşin saçları kısalmış
Bir kuyuda üşümekteyim
Yüreğim betonlara serilmiş
Ağaçlar nasıl yeşerir
Avuçlarımda kar nasıl erir
Mevsimlerin miadı dolmuş
Bir zaman diliminde eskidim
Umudum zincirlere vurulmuş
Yollar nasıl uzar gider
Çocuklarla evler nasıl dolar
Bir merdivende yorulmuşum
Gökyüzünün bakışları kararmış
Düşlerim hasretlere takılmış
Yıldızlar nasıl doğar
Gece nasıl sabaha çıkar
Bu menzilden nereye gidiyorum
Saatler bayılmış
Saçlarıma çiçekler dizilmiş
Kaldırımlarda nasıl yürünür
Dolmuş parası nasıl ödenir
Şimdi neyle hayalleniyorum
Sular nasıl durulur
Ceplerime kilit vurulmuş
Bir ırmağa nasıl girilir
Akıntıya düşmeden nasıl yüzülür
Düşlerim duvarlara asılmış
Yanımdan yağmur usulca uzaklaşır
Islaklığım ranzalardan sızıyor
Eylül 2001
ÇOCUK İÇİMİ YAZDI
Çocuk içimi yazdı
Dişimi kopardı ağlayınca
Gülbenek yanağında
Resmim vardı
Her mırıldanışta alnımdan öperdi
Çocuk içimi yazdı
Mısra mısra, beyit beyit kotardı
Her bakıştan sonra nazlandı
Ellerim okşarken saçlarını
Hem harçlığını aldı, hem ağladı
Çocuk içimi yazdı
Çiçek çiçek döşendi yollarıma
Gözlerime sımsıcak kondu
Bir kelebek oldu
Bir yıldız oldu geceyi kaçırdı
Çocuk içimi yazdı
Gamlarımı düğümledi
Bir silgi aldı eline
Kağıtlarımı sildi
Çocuğun ellerinde dudaklarım kapandı
Çocuk içimi yazdı
Masamın bir kenarına
Altından bir ev yaptı
Bir ters bakışla
Uçurdu, tozu dumana kattı
Çocuk içimi yazdı
Annesinin ayaklarına dolandı
Annesini düşürdü
Elimden tuttu
Annesini kaldırdı beni düşürdü
Çocuk içimi yazdı
Hiçbir şey bırakmadı yüreğimde
Bir çığlıkla sokağa fırlattı
Arkasından hiç tasalanmadı
Fıkır fıkır güldü, çember çevirdi
Çocuk içimi yazdı
Kağıt kalem kullanmadı
Çehreme baktı sustu
Ağladı başını koynuma soktu
Çocuk içime girdi
Ben oldu saklandı
Eylül 2001
BENİ HASRETİN BÜYÜTÜR
Meme verir
Isıtır kucağında
Geceleri ışık tutar
Çiçek koyar yanağıma
Uzaklara çıktığımda
Azık koyar
Heybeme nar, elma, ayva koyar
Kör duvarlar gelirken üzerime
Beni hasretin büyütür
Yalnızlığıma dost olur
Türkü söyleriz
Hayaller kurarız
Mutluluk denizine yelken açarız
İnsanlar küçülürken evlerinde
Kör dalaşlarla gün tüketirken
Yarınlar için bu günlerde
Beni hasretin büyütür
Derman isterim dert verir
Sükûn isterim endişe verir
Çevirir dört bir yanımdan
Sabah akşam öper alnımdan
Beşiğe koyar sallar
Kucağında mışıl mışıl uyutur
Tenimi paklar
Saçımı tarar
Ruhuma iz bırakır
Uçurumlardan tutar
Taşlar ufalanırken başımda
Beni hasretin büyütür
Kasım 2001
MASMAVİ
Bir deniz olsam
Avuçlarımda birküçük ada
Saçları yemyeşil
Sıra sıra palmiyeler
Yalasam usul usul yapraklarını
Kumsallarından gönlüme inci götürsem
Güneş ışıklarını süzerken
Damla damla göğe yükselsem
Bir deniz olsam
Damla damla çöllere insem
Yemyeşil yeşersem
Ceylanlar türese üzerimde
Dünyanın çoraklaşan gözünde
Açılsam çiçek çiçek
Mor gölgemin altına bir yıldız otursa
Mavileşsem güneş doğmadan
Çırpıntılarıma martılar da karışsa
Kumsallarda nazlanıp
Ağaçlara el sallayıp yürüsem
İçin için işlesem yapraklara
Dallarda deniz olsam
Gölge gölge gezinsem dağlarda
Bir deniz olsam
Ve üstümde yeşil yelkenli bir gemi
Yolcuları mercandan olsa
Mart 2002
SÜREÇTE
Yokuş bir yolda vuruldum sevdaya
Başımın üstünde fırıl fırıl dönüyor taşlar
Ne zormuş bedel ödemek
Ne zormuş yürümek ağırdan ağıra
Ey sevgili!..
Ne kadar nerdesin
Gözümü caydırıyor perdeler
Bir tek nefesin can veriyor
Hergün bin kez yıkılan hayallerime
Ne zormuş umut vermek
Yükselen gürültüler hengamında
Tutuk adımlarla yürümek
Ey sevgili !..
Bana benden yakın dur
Çiçeklenen dallarımda
Her sabah yeniden kur dünyamı
Kapını aç! Yalnız ve yorgunum
Ah ne zormuş beklemek
Sanki o gün gelmeyecek
Ne zormuş güneşe gülmek
Bir ay ışığında ısınmak
Ne zormuş dallara tünemek
Ey sevgili !..
Kara gündüzlerin son çeyreğinde
Duvarlar ruhumu sıkar
Baharı unuttu gözlerim
Yağmurun ipliklenişini
Hayal meyal hatırlıyorum
Duy sesimi
Ah ne zormuş anılarla yaşamak
Hasret kıskacında bayılmak
Ne zormuş belki ölmekten de…
Ey sevgili!..
Yalvarışlarım kısılıyor
Gözlerimden oku çırpınışlarımı
Bir el ver ellerime
Tutunayım, bırakmayayım
Bozulsun bedelsiz sukûtum
Sokaklardan çıkayım
Ah ne zormuş dertlenmek
Kapı kapı derman istemek
Ne zormuş
Bir kez isyan etmek
Arkasından susmak ve düşünmek
Ne zormuş siperde durmak
Ayları yılları eskitip atmak
Ne zormuş…
Ey Sevgili!..
Kurtar beni bu yokuşlardan
Gide gide bir çöl oldum
Bir damla yağmur indir
Dilim şenlensin
Gönlüm yeşersin
Bir kez daha seni anayım
Gayrı beni koyma tek başıma
Zor geliyor yılları çürütmek
Adım adım ayaklarına varmak
Zor geliyor
Sabır indir üstüme derinlerden
Bir ses duyup ferahlayayım
Ah ne zormuş sensiz kalmak
Ölmekten daha da…
Mayıs 2001
DERİN ÇİZGİLER
Işıktır bana her gece
Bir mum gibi
Küçük de olsam alınmam
Ellerimde anılarım
Büyür ve güler yüzüme
Merhaba derim
Hiç tasalanmadan
Darağacında bile
Sukûn içinde serinlerim
Gam yemem
Allah için
Ben şarkımı söylerim
Derin çizgiler gider önümden
Ocak 2002
YILDIRIMLAR
Çok yıldırımlar düştü
Başımın üstüne
Kaç elma olgunlaştı
Kestane pişirdiğim sabahlarda
Gün doğarken
Yıldırımlar düştü
Siyahlaşan dağların doruklarına
İnceden bir yağmur çiselerken
Düşen yıldırımlar da düştü
Hiç kimse ağlamadı arkasından
Sessizce girdi toprağa
Ellerini koynuna sokarak
Bir daha ardına bakmayarak
Çok yıldırımlar düştü
Kalkmamak üzere toprağa
Şubat 2002
KÜÇÜK VE SEVECEN
Annemin ninnileri kulağımda
Eski defterlerimi açıyorum duvarlara
Duvarlar düz ve sarı
Yatağım demir
Burası beton bir kutu
Gökyüzü dikdörtgen
Ben yuvarlak bir karınca
Bir yangının tam kenarında
Umut bir damla su
Bir çöl yolculuğunda
Bir ağaç kovuğunda sıcak bir hayat
Sen bilirsin
İster al koynuna
İster at bir ırmağa
Annemin ninnileri kulağımda
Ölene dek annemin dudağında
Öyle kalacağım
Küçük ve sevecen
Mart 2002
SEN VARKEN
Gidişinden bir iz düşer
Yaprak yaprak çıkarım merdivenlerden
Tutuşur yüreğim
Üzerime kıvrılan zamanı yakarım
Hele bir de sesini duyunca
Duvarlar nasıl yıkılır
Böyle işte tatlı gelir sıkıntılar
Sonunda sen olunca
Düşer miyim uçurumlara
Geniş kanatların süzülürken
Korkar mıyım göklere bakmaya
Dağların saçlarını yolmayı
Bırakır mıyım hiç?
Şubat 2002
SERÜVEN
1-
Kızgın bakışların altındayım
Zaman öfkesini benden alıyor
Dağları ufalayan rüzgar
Sessizce giriyor can evime
Sonsuza uçuşan hayallerim
Gönlümün mevsiminden saatler çalıyor
Yalnızlığımı paylaştığım anılarım
Bir şarkı nakaratı gibi
Geçmeyen saatlerin kulağında dolaşıyor
Aşkın
Nefretin
Çilenin ifadesini
Hissiz duvarların teninden söküyorum
Ve öylece alıyorum hafızama
Belleğimde beni dürten çizgilere
Yeniden yol veriyorum
2-
Ümitler merdivenin en üst basamağına yerleşiyor
Adımlıyorum
Ansızın bir sis çöküyor
Ruhumun bağlandığını
Kafeslere alındığını görüyorum
Öfkeden sertleşen zeminler
Çirkin bakışlarıyla tartaklıyorlar düşüncelerimi
Gökyüzüne çevrilen bakışlarım
Masum ve yalnız
Büyüyen bir sevinci taşıyor yüreğime
3-
Aşka uzanan bir avluda
Nemlenen gözlerimi yumuyor
Vuslatın tatlı hayaliyle avunuyorum
Zamanı düşünüyorum
Sarsıntıları sindire sindire yaşıyorum
Aynı kaderi paylaştığım
Kıvılcım fidanları
Birer matemli türkü tutturup
Voltama eşlik ediyorlar
4-
Ey güzel!
Seni sevdim diye çıldırıyor insanlar
Sana meftun olan yüreğimi
Sana koşan adımlarımı zincirliyorlar
Seni sevdim diye sürükleniyorum
Bu kadar daralıyorum
Bu lav deresinden
Böyle kavrularak geçiyorum
Merhametin bir katre su
Çatlayan dudağıma
Sonsuzluk okyanusu
Ezelden ebede ışıldayan çizgide
Merhametin en muhkem melce...
Mart 2001
ZİNDANINDA ÖZGÜRDÜM
Burdan ayrılıyorsun
Yüreğime derin acılar kazdın
Böyle bırakıp öyle mi
Giderken izlerini kaybediyorsun
Tepeler yükseliyor
Beni düşünmüyorsun
İçimin Everest’iydin
Altında ıslandığım yağmurumdun
Çiçektin kırlarımda
Gün gün saatlerimi temizleyen
Benden beni alıp
Beni bensiz bırakıp
Senle götüren...
Işıktın akşamlarımı çevreleyen
Bir kuş olup uçtuğunda
Nasıl savruldum peşinden
Denizinde sandaldım
Yüzüme yelken açan
Sözler nasıl yorumlarsa
Sırlarını düşüncelerin
Sen de beni yorumlardın
Derin derin
Kıskanç bir bakışın vardı
Hapsolurdum günlerce
Ve öyle kara gözlüm
Zindanında özgürdüm
Mart 2002
ÖLÜM KADAR
1-
Ölüm kadar sevebilir misin beni;
Ölüm kadar anlayabilir misin,
Kıyıları bulanmış denizler,
Evleri boşalmış şehirler kadar tanıyabilir misin?
Söyle!
Ölüm kadar yakın olabilir misin,
Ölüm kadar dalabilir misin yüreğime?
Söyle!
Ölüm kadar ümit verebilir misin,
Ölüm kadar doldurabilir misin içimi?
Söyle!
Ölüm kadar içime sarkıp
Beni benden uzaklaştırabilir misin
Kaçırabilir misin beni benden?
Söyle!
Ölüm kadar açık olabilir misin bana,
Kırılmadan çıkabilir misin kabuğundan
Sen sen olarak
Durabilir misin yani?
Söyle!
Ölüm kadar dondurabilir misin hislerimi
Ölüm kadar yeşertebilir misin?
Söyle!
Kaybolsam;
Yani çöllerde izimi kaybetsem
Arayıp bulabilir misin beni ölüm kadar?
Söyle!
Bir oda tutsam
Şu kozmopolit şehirde
Bir gece ansızın ama ansızın
Girebilir misin kapımdan
Ölüm kadar böyle
Kıvrak ve atik olabilir misin?
Söyle!
Ölüm kadar hazmedebilir misin beni
Eritebilir misin beni ölüm kadar!
Nisan 2002
EY SAVAŞ
Bir avuç…
Topu topuna bir avuç…
Zehirli bir ur gibi
Coğrafyamın ortasına konmuş
Kan içiyor
Can biçiyor
Tanklar birer gladyatör
Dünya arenada seyirci
Alkışlar kopuyor her ölüm için
Bir avuç…
Topu topuna bir avuç yahudi
Zehirli bir ur gibi...
Taşlara karşı füzeler
Nasıl bir adalet bu,
Ey Savaş!
Çocuklara kurşun
Evlere roketler vurur
Nasıl bir kıyım bu, Ey Dünya!
Nasıl bir hile taşır bu oyun
Topu topuna bir avuç yahudi
Morfin enjekte etmiş
Dünyanın damarlarına,
Kum serpmiş gözlerine
Bir kürek harç koymuş
Salyalı ağızlarına
Kibrit çalmış Ramallah’a
Gazze’ye roketler yağdırmış
Yahudi bir, Müslüman bin
Ama denge Yahudi’den yana basar
Lobiler Yahudi’den yana çalışır
Müslüman ayrık
Müslüman mazlum...
Bir Yahudi oynatır parmağıyla taşları
Dünya onun tasında kızarır
Yahudi bin gülen
Bin ağlatan Yahudi
Yavşaklar ondan yana
Kan içerler Cenin’de
Can biçerler Beyt’ül-Lahim’de
El-Halil’de annem ağlar
Nablus’ta çocuklarım vurulur
Sokaklar yanarken
Perdesini çeker pencerelerinin...
Kan şehrinin askerleri yürür
Beşiklerin üzerine
Yavrusunu kucaklayan anne vurulur
Asfaltların kenarı kırmızı
Ey Savaş!
Çekil git buralardan
Ellerini çek üzerimden
Gözlerimden uzaklaş
Ben de dünyanın bir çocuğuyum
Neden kazanlarda kavrulurum
Merhametin bu mu senin?
Senin bu tavrına asiyim
Çekil git bahçemin kenarından...
Ve
Fedailer,
Can yüklenip inerler sokaklara
Dişe diş başa baş
Savaş mı biz de varız
Kavgada en öndeyiz
Korkmuyoruz öldürülmekten
Ölüm en iyi silahtır bize
Filistin’in kurtuluşudur ölmek…
Köşeler ölümdür
Dönen her yahudiye
Ey paraya meftûn olanlar!
Siz tutunun kadınlarınızın eteğine
Eflasyonla savaşın
Gaybı taşlayın köşelerinizden
Buz dolabınızdan bir bardak su için
Ardından gerinin koltuklarınızda...
Ey Kudüs!
Hüznünü göm yüreğine
Yas tutma çocuklarına
Sabrın zirvesindesin
Bir çelik parçasın örsün üstünde
Ey Yahudi!
Dişlerin sökülecek yakında
Gözlerine mil çekilecek
Ellerin Kudüs’ten, Nablus’tan çekilirken
Bu dünya sana dar gelecek
Şimdiki gibi...
Ocak 2002
SEVDANIN ÇOCUĞU
Sen…
gündüzün başlangıcında uykudasın
hayatın baharında
kalbini kurşunlamışlar
avuç avuç kan damlıyor yarandan
ıstırabın çehresini bilmiyorsun
gözlerin hani
baktığın yerde çiçekler açıyor mu
kalkmıyorsun yerinden
sana vakit henüz erken
Sen…
yürümeden yorulmuşsun
sandelyeler dikkatini çekiyor
ellerine buz tutuşturmuşlar
sıcak bir bakış gönderemiyorsun dostuna
yapayalnız geçiyorsun sokakları
arabalar saçlarını yolmuş
gömleğin yırtılmış
kuşlar kapmış dişlerini
ha bire geviş getiriyorsun
sana haber veren yok mu gülden?
Sen…
bir hayalin peşindesin
bir türlü bırakamıyorsun
o gidiyor sen gidiyorsun
dönemiyorsun
hafızanı paketlemişler
öksüzlüğünü takmıyorsun
gece, tırnaklarıyla yırtıyor tenini
hesap soran nerde senden?
Sen…
sırtını dönmüşsün kendine
karşında yüreğin yok
çehrene bakamıyorsun
düz bir yoldasın
ama yalpalıyorsun
âsânı keçiler kaçırmış
taşlar ufalanıyor başında
neden sesin kısıktır halen
Sen…
kafanı koymuşsun kütüğe
maveradan gelen mektubu yırtmışsın
almadığın incilerin hesabını veriyorsun
bak öteler kızıyor gibi
toprak diş gıcırdatıyor
sonra gözlerin çırpınıp
bulutlar hızlıca kaçarlar üzerinden
başın düşer toprak olur birden
Sen…
avucunda duran
dağ gibi çekirdekleri ıslatamıyorsun
bir çöldesin sanki
patırdıyorsun
dudakların çatlamış
bir damla bulut yutamıyorsun
sözler bile ölmüş dilinde
Sen…
daralan hayatın sokağında
sıkıştırıyorsun kendini
kendinle vuruşuyorsun
tırnaklarınla taşları tırmalıyorsun
başka yere yol açamıyorsun
haberin yok gibi dünden
Sen…
ben ne diyeyim
sensiz kalmışsın
içi boşalmış bir kütüksün
gürüldüyorsun
lakin fareler kaçışmıyor
ha bire dişliyorlar etini
kemiklerin sızlıyor
soğuk terler domuruyor teninden
Sen…
ışıtmıyorsun
karartıyorsun kendini
ortaya çıkamıyorsun
kapanıp odana
kaçıyorsun ağaçlardan
rüzgara dayanamıyorsun
koklamak erken mi sümbülden
bu kadar sığ mısın ha
bu kadar cüce
vay be…
sen hangi telden çalıyorsun da
yıllar geçti anlamadım dilinden
Mart 2000
KADERİM DEDİM
Çile sürer
anlamın kıyısında
hüzündür bağrımda filizlenen
her gün tuttuğum her an
gönlümün şefkatinde yapraklanan
ne sızılardır
varolurken
taşların arasından püskürmek
geceyi kaçırmak
bir ay olup dağlara uzanmak
Kıstırılan canıma
yıldırımlar tutulur ıslak zeminlerde
ayaklarımdan akrepler tırmanır
çile sürer.
Bileklerime paslı zincirler dolanır
ağzıma kilit vurulur
önce darağacı gösterilir
kapılar vurulur üstüme
medya salya sümük saldırır
sonra “ne yaptın” denilir
susarım…
ya da hoşlarına gitmeyen sözler ederim
köpürür hiddetlenirler
... devamına
hücreme dönerim
gel gitler başlar
güldürür celseler
bakıyorum da oyunda oynaşta adamlar
sonuç yok
bir kutunun içinde gider gelirim
aylar geçer
yıllar uzar da
“ne olacak” diye sorarım
“bekliyoruz” derler
“şunlar, şunlar gerek”
hay anasını
hangi çağda yaşıyoruz be
lan oğlum ne yaptın da
bu kadar namlu ölüm kustu üstüne
şu kalın duvarlar yıkıldı.
İçimde küçük bir çekirdek yarılır
içinden bir lav yayılır
yakar yüreğimin başını
o zaman sezgilerim yanılmaz
zindanlar bırakmayacak beni
gökyüzü unutacak
birikimler yığılacak
demirle aynı odayı paylaşacağım
her gün yeni hayallerle uyanacağım
parçalanmış binlerce kederle
uyku için depreşeceğim
kabulleniyorum artık
bu benim kabahatim
bu benim kaderim
çizgilerin en neti ve en kalını
tutup gittiğim yol
sonsuzluğun adresi...
Mayıs 2001