MAZGALIN ARDINDAN

                                                  

ŞİİRLER

 

 

ahmet nacar

 

MİSYON YAYINLARI

ŞİİRLER

 Metin Kutusu: Misyon Yayınları,
bir Beka Yayıncılık Ltd. Şti.
organizasyonudur.

 

  

 

 

Mazgalın Ardından

Ahmet Nacar

 

Yayına Hazırlayan

Osman Arpaçukuru

 

Kapak

Ahmet Mayalı

 

Baskı ve Cilt

Bayrak Matbaası

 

 

1. Basım: Mayıs 2004

 

      

 

MİSYON YAYINLARI

Çatalçeşme Sok. Üretmen Han No: 18

Tel.&Faks: 0212 512 51 66 - 512 45 43

Cağaloğlu – İstanbul

 

MAZGALIN ARDINDAN

                                                  

ŞİİRLER

  

ahmet nacar

MİSYON


AHMET NACAR

1968 yılında Kahramanmaraş’ın Beşenli köyü’nde doğdu. Merkez Sütçü İmam Lisesi’ni okudu. Edebiyatla ilgilenmeye ortaokul yıllarında başladı. Askerlik görevinden sonra bir süre esnaflık yaptı. Evli, iki kızı ve dört erkek çocuğu vardır. Yayınlanan ilk kitabıdır. Şiirleri çeşitli dergilerde yayınlanmaktadır.

 


İÇİNDEKİLER

 

 


BİRİNCİ BÖLÜM

“Tel Örgüler ve Türküler”

1.     Zindan/11

2.    Umut Çizgisi/14

3.    Ayrılıp Öte/15

4.    Neyleyim/16

5.     Gönül/17

6.    Hal Veren Yoktur/18

7.    Yollar/19

8.    Özlem/21

9.    Sana Doğru/22

10.   İltica-I/23

11.   Bizim Müslüman/26

12.   Nedamet mi?/28

13.   Yandım/30

İKİNCİ BÖLÜM

“Beni Hasretin Büyütür”

14.   Efendim/35

15.   Liman/38

16.   Mazgalın Ardından/40

17.   Yerin Altında/43

18.   İltica-II/44

19.   Nur Gibi/46

20.  Al/48

21.   Yere Düşünce/49

22.  Adımlar/52

23.  Tasadan Aşka/55

24.  Onlar/59

25.   Yetmiyor muydum/61

26.  Seni Sevdim Diye/64

27.  Pranga/66

28.  İnce Bir Sızı/68

29.  Sürgün/70

30.  Hayallerin Kıyısından/75

31.   Derin Bir Kuyuda/79

32.  Çocuk İçimi Yazdı/82

33.  Beni Hasretin Büyütür/86

34.  Masmavi/88

35.   Süreçte/90

36.  Derin Çizgiler/95

37.  Yıldırımlar/96

38.  Küçük ve Sevecen/97

39.  Sen Varken/98

40.  Serüven/99

41.   Zindanında Özgürdüm/103

42.  Ölüm Kadar/105

43.  Ey Savaş/109

44.  Sevdanın Çocuğu/115

45.   Kaderim Dedim/124


 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


“Dest bûsi arzusıyla ger ölsem dostlar

Kûze eylen topragum sunun onunla Yâre Su”[*]

 


 

 

 

 

 

 

 

Birinci Bölüm

TEL ÖRGÜLER

VE

TÜRKÜLER

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

ZİNDAN

Şu mahpus odası bir dar pantolon

Zar zor giydirirler çıkaramazsın

Birkaç adım atar düşer kalırsın

Sonra kalkar duruşuna çatarsın

 

Bir mezar gibidir titreşir için

Toprağı noksandır havası serin

Bir nefes çekince kurtlanır için

Çizgiler siliktir bakışlar derin

 

Altı cihet beton hergün aynı yer

Geceler ruhunu çarmıha gerer

Uykunu yüklenir kaçar saatler

Zaman öğüt verir sabret ağam der

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karavana gelir, nedir bu dersin

Önce dudak büker sonradan yersin

Semaver suyundan bir çay içersin

Hayal kurar memlekete gidersin

 

Bir ezan okursun ruhun incelir

Ardından usulca sukûnet gelir

Yüreğin kıpırdar dilin şenlenir

Hüzünler dağılır selamet gelir

 

Bir yukarıya çık bir aşağı in

Duruşu soğuktur üşür gözlerin

Kilidi şakırdar ham zincirlerin

Çırpınır göğsünde saklı yüreğin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tebessüm ne gezer sarı duvarda

Nefrettir bu çile iman olmazsa

Burda geçen süre bir yüktür cana

Her gün isyan yürür damarlarına

 

Burası zindandır  daralmış mekan

Rabbe kul değilse kaybolur insan

Eksilmez başından fırtına boran

Gülemezsin ağam mevsimler hazan

 

                                             Ocak 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

UMUT ÇİZGİSİ

Sevdamın yeşillenen dallarına tutunup

Yücelsem maveranın esrarlı baharına

Dua dua göklerin ağuşunda kaybolup

Sarmalasam sevgimi kaderin kararına

 

Ölümün gezindiği karanlık odalardan

Bir pencere açarak koklasam ışıkları

Bir hayal tasarlayıp ıpıssız adalardan

Avuçlasam yeniden ağaran şafakları

 

Yakarışım sanadır betonlar arasında

Rahmetinle iniver gönlümün bağlarına

Ruhum hırpalanıyor gücüm son sınırında

Bir ışık hüzmelendir sevgimin dağlarına

 

                                                Mart 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AYRILIP  ÖTE

Bir gece yarısı bölündü uykum

Sorgusuz sualsiz alıp gittiler

Elveda dostlarım ben artık yokum

Zalimler gönlüme hüzün diktiler

 

Hafızam karıştı yumuldu gözüm

Namlular peşimde adımlıyorum

Derin bir hasreti kuşandı özüm

Şimdi bir tutsağım sayıklıyorum

 

Kalbimden söküldü bir bir ağaçlar

Bir çöle dönüştü zümrüt yamaçlar

Suya hasret şimdi toprağım taşım

Binlere bölündü vefasız başım

 

                                     Mart 2002

 

 

 

 

 

 

NEYLEYİM

Issız bir ormanda tek başınayım

Bana uzanmayan dalı neyleyim

Bağlandı burada kolum kanadım

Bana açılmayan yolu neyleyim

 

Gecenin koynundan düştüm gündüze

Ağır adımlarla girdim dehlize

Şimdi uzaktayım çoğaldı derdim

Gönlüme kokmayan gülü neyleyim

 

Zikrini unutur nefse uyarsam

Sevgi kadehine nefret koyarsam

Aşka isyan eder karşı çıkarsam

Bana yar olmayan dili neyleyim

 

                                Nisan 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

GÖNÜL

Derdim benden derman ister

Kalbim sızlar, nidem gönül

Göğsüm titrer gözüm taşar

Sinem nâçâr, nidem gönül

 

Sargı merhem, fayda vermez

Bekle derim visal ermez

Dostum gelip beni sormaz

Derdim yakar, nidem gönül

 

Yaprak çiçek güler bana

Koyun kuzu meler bana

Zaman, toprak eler bana

Yolum şaşar nidem gönül

 

                         Mart 2002   

 

 

 

 

 

 

 

 

HAL VEREN YOKTUR

Gün altına düşen bir çiçek gibi

İçin için yandım yel veren yoktur

Kanadı kırılan bir leylek gibi

Çırpındım çırpındım el veren yoktur

 

Bir bulut isterim gökyüzü uzak

Bahçeme uğrayıp gül veren yoktur

Çaresiz kalmışım her yanım tuzak

Arkama yaslanıp bel veren yoktur

 

Beton zeminlerde titrer üşürüm

Altıma yaymaya çul veren yoktur

İçimde bir yığın hüzün taşırım

Derdimi sorup da hal veren yoktur

 

                                     Eylül 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YOLLAR

Ömrün önü sıra uzar da gider

Gönlümü kendine bağlayan yollar

Sanmam bu gidişler mezarda biter

Ebedî âleme açılan yollar

Ömrün önü sıra uzar da gider

 

Düşlere girer de hasret giderir

Vuslata merdiven sağlayan yollar

Bir kor olur bazen ateş içerir

Derinden kalpleri dağlayan yollar

Düşlere girer de hasret giderir

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Düzü bulmak için zora dayanır

Derin denizleri sığlayan yollar

Günaha dalanı her an uyarır

Şeytan’ın yolunu tıkayan yollar

Düzü bulmak için zora dayanır

 

Bir kul duasından Rabbin katına

Coşkun ırmak gibi çağlayan yollar

Boşa geçip giden kul hayatına

Dertli dertli bakıp ağlayan yollar

Bir kul duasından Rabbin katına

 

                              Ağustos 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖZLEM

Bir haber yok mudur Maraş ilinden

Burda sızlanıyor yaralı gönlüm

Sıla türküleri düşmez dilimden

Bir yılını daha yitirdi ömrüm

 

Havası başkaydı suyu bir başka

Gün olur dönerim bir gün Maraş’a

Duam yükseliyor gönlümden Arş’a

Dört mevsim açılır ruhumda gülüm

 

İçten içe büyür özlemim, gamım

Kavuşmak yakındır gayrı sanırım

Bıraksalar yayan bile gelirim

Bekliyorum biter elbet sürgünüm

 

                                  Şubat 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

SANA DOĞRU

Yürekten vuruldum senin ulvî aşkına

İkliminde nefesinle ölmeye geldim

Şu fani alemin meçhul sokaklarında

Kaybolan izini bulup sürmeye geldim

 

Umutların gölgesinde serinliyorken

Ay çehreni denetleyip gülmeye geldim

Vuslatına yüreğimle savruluyorken

Özlenen sevgiyi sende bulmaya geldim

 

Sana gönlümü vermişim dağlar, ne yazar

Merhametli ağuşunda kalmaya geldim

Dağlarına tırmanırken sönse ışıklar

Yıldızlanan düşüncene dalmaya geldim

 

                                          Nisan 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLTİCA - I

Göz gözü görmüyor her taraf duman

Bize bir yol göster güzel Allah’ım

Canımız yanıyor halimiz yaman

Acımızı dindir güzel Allah’ım

 

Münkirler sevinip mutlu oluyor

Zalimin yaptığı öyle kalıyor

Sevgimizden sezgimizden çalıyor

Elini kırıver güzel Allah’ım

 

Adını anarız dava açarlar

Adalet nerede zulüm saçarlar

Yerlere düşürür sonra kaçarlar

Bizleri sen kurtar güzel Allah’ım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Her köşe bucakta bizi ararlar

Çevremizi silahlarla sararlar

Yumruk çakar kafamızı kırarlar

Bize sukûnet ver güzel Allah’ım

 

Bizler günahkarız suçumuz büyük

Sevabımız nedir avuçta tek tük

Sen her şeyden yüce, bizlerse küçük

Bizleri sevindir güzel Allah’ım

 

Ülfet, aramızda yeşersin artık

Nefret yosunları erisin artık

Kalbimiz pasını gidersin artık

Bizi mağfiret et güzel Allah’ım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Muhabbet yayılsın biz dost olalım

Birlik olup nur deryana dalalım

Doğru yolda eğrilmeden kalalım

Sen bizi nurlandır güzel Allah’ım

 

Sözün güzeline uyandan eyle

Nasihat dinleyip tutandan eyle

Kur’anı bizlere kumandan eyle

Katından bir zafer güzel Allah’ım

 

                               Kasım 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

BİZİM MÜSLÜMAN

Camide beş vakit okunur ezan

Oyunda oynaşta bizim müslüman

Eriyip küçülmüş kalbinde iman

Delilsiz dalaşta bizim Müslüman

 

Gönlünden bir hayli ıramış Kur’an

Batıla ram olmuş bizim müslüman

Çiçeği kurumuş bahçesi talan

Şeytan’a ram olmuş bizim müslüman

 

Tilkiler, elinden her yıl oy alır

Uyanmaz bir türlü bizim Müslüman

Eller, aya çıkar o yaya kalır

Çobansız bir sürü bizim Müslüman

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mevlanın yolları apaçık durur

Eğriye adımlar bizim Müslüman

Çürümüş fikirler beynine vurur

Dostunu çalımlar bizim Müslüman

 

Öğüdü dinlemez nefsine uyar

Derin kuyularda bizim Müslüman

Para denen şeyi kalbine koyar

Uçuruma kayar bizim Müslüman

 

Ne çare sözlerim fayda vermiyor

Makama takılmış bizim Müslüman

Zevkten başkasına aklı ermiyor

Kazığa kakılmış bizim Müslüman

 

                                    Mart 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

NEDAMET Mİ?

Varlığın sırrına erişmek için

Kendi fıtratımla barışmak için

Hakk’ın ırmağına barışmak için

Girmişim bu yola pişman değilim

 

Gayemdir Kur’anı ruhuma almak

Yakîn bir iman ile sonsuza dalmak

Ölüm bile olsa bu yolda kalmak

Kıramaz azmimi pişman değilim

 

Hislerim yeşerir zikre dalınca

Yıldızlar gülümser ufkun ucunda

Yorgunluğum biter Rabbe varınca

Zaman böyle geçsin pişman değilim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Zülüm dalga dalga yayılsa arza

Acılar birikip mekan daralsa

Ulaşırım elbet kutlu sabaha

Umutla doluyum pişman değilim

 

İster yokuş olsun isterse uzun

Fark etmez yürürüm gönlümde sukûn

Bir ömür önüme engeller dolsun

Sabırla yıkarım pişman değilim

 

Âtî’de saklıdır derdin ilacı

Ölümle son bulur  bu derin sancı

Ruhum bir yolcudur bedenim hancı

Konup göçüyorum pişman değilim

 

 

 

 

 

 

 

 

YANDIM

Ne gündüzü yaşadım

Ne geceyi kuşandım

Günahlara dalarak

Yandım Allah’ım yandım

 

Kitabı anlamadım

Masivaya aldandım

Kuyularda kalarak

Yandım Allah’ım yandım

 

Resulüne uymadım

Nur deryana dalmadım

Çölde susuz kalarak

Yandım Allah’ım yandım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kardeşleri bıraktım

Yaşantımı kararttım

Dostları unutarak

Yandım Allah’ım yandım

 

Duygusuzca yatarım

Şükürsüzce kalkarım

Başı boş takınarak

Yandım Allah’ım yandım

 

Mescide yolum düşmez

Başım diktir eğilmez

Kendimi kandırarak

Yandım Allah’ım yandım

 

                     Aralık 2001


 

 

 

 

 

 

 

 

İkinci Bölüm

BENİ  HASRETİN  BÜYÜTÜR


 

 

 

 

 

 

EFENDİM

Mahmud’u olmuşsun iki alemin,

Seni methediyor cihan Efendim.

 

Sensiz gidemeyiz Arş-ı Ala’ya,

Tarafından bize eman Efendim.

        

Dalgalı bir denizdeyiz bu günler,

Aguşun ki bize liman Efendim.

 

Ömrümüze bahar ılık nefesin,

Sensiz kalmak bize hazan Efendim.

 

Sözlerin çağları aşıp gidiyor,

Sana boyun eğdi zaman Efendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çok savaşlar gördük, yandık, yıkıldık,

Varlığın bizlere kalkan Efendim.

 

İşkence, zindanlar çevirdi bizi,

Sensin sancımıza derman Efendim.

    

Sensiz yaşar isek bu köhne çağda,

Nur bahçemiz olur talan Efendim.

 

Kutlu medeniyet devrinden kalan,

Mirasın bizlere irfan Efendim.

 

Sevgin bizi çölden çöle düşürdü,

Hasretindir bizi yakan Efendim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aydınlık bir yolu gösterdin bize,

Bu vechile sana şükran Efendim.

 

Kelimeler nedir seni anlatsın,

Bulunmaz bu çağda sûhân Efendim.

 

Aynalar kırılsın gam yemeyiz ki,

Sensin çehremize hasan Efendim.

 

Bir başka sevdayı çekemeyiz biz,

Sensin gönlümüze sultan Efendim.

 

Başka söze yol yok, imanımız tam,

Seni anlatıyor Kur’an, Efendim.

 

                                 Haziran 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

LİMAN

Diz çöküp derdine her gün ağlasan,

Yaşlı gözlerini kurutur liman.

 

Matemle geçirse ömrünü insan,

Mahzun gönüllere huzurdur liman.

 

Geceyi gündüze katıp şaşırsan,

Körelen gözlerin nurudur liman.

 

Yollarda yorulsan aşka sığınsan,

Gönül kalesinin surudur liman.

 

Denizlerde geze geze bulansan,

Berrak vechesiyle durudur liman.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen bir misafirsin olmasın tasan,

Ahiret yurdunun yoludur liman.

 

Etrafın ıslansa yağmurdan, yaştan,

Issız kucağıyla kurudur liman.

 

Derin sonsuzlara kayıp tutunsan,

Dırat-ı sebâtın dalıdır liman.

 

Istırap içinde çaresiz kalsan,

Derman çiçeğinin bû’rudur liman.

 

Aşka ermek için bir gün vurulsan,

Ravza-i Rasul’un gülüdür liman.

 

                                 Ağustos 2001

 

 

 

 

 

 

MAZGALIN ARDINDAN

      …..

 

Ağlayan güneş var bahçemde

Kavrulan yağmur…

 

Yolun son noktasındayım,

Ne otobüs var ne de tren…

 

Işıldayan yanlızca umutlarımdır yüzüme

Usul usul şekillenir duvarlar…

 

Düşler kadar uzaktır kapının ötesi,

Allah bilir, burdan kaç mil çeker.

 

Saçlarım söz geçiremiyor ellerime

Başım düşer, kanayan yerlerine tuz basarım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yer emer yüreğimin sesini

Betonlar kırmızıya çalar uyandığımda.

 

Güneşi ne doğarken görürüm, ne batarken,

Yalnızca bir salkım gibi tepedeyken.

 

Her saat yuvasına dönen karıncadır

Ömrüm, özgürlüğün yolcusu.

 

Bir gül dalı kırıldığında bülbüle bak

Toprağa beler kanatlarını.

 

Cesaretim nerde ancak kendimle yumruklaşırım,

Bir gün çenem kırılır, bir gün parmaklarım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Burda ayazlar perdeli, ufuklar üzgün,

Sözlerim, derin anlamların peşine takılır.

 

Kitaplar gibi sayfalarım kabarır

Duygularım bir sağanak olur.

 

Aşkı usulca koyarım penceremin önüne,

Hadi uç derim dayanamaz geri alırım koynuma.

 

Hey benim düşlerimde benden kaçan benliğim,

Şimdi, hadi kaç, kurtul elimden.

 

Paslı zincirler seni çekip çevirecek

Duvarlar öğretecek ismini yeniden…

 

                                         Mart 2002

 

 

 

 

 

 

YERİN ALTINDA

Kar düşer, toprak sıcak, taşlar üşür.

Yatan biri var, toprağı teni ile bölüşür.

 

Ayazların nefretinden otlar kurur, kırılır.

Yaprakların dalında baykuşlar ötüşür.

 

Bir keskin yel yıkar, duvarların duruşunu.

Serçeler daldan dala sıçrar gülüşür.

 

Sımsıcak koynudur kış yatan baharın,

Orda ömür hayat bulur depreşir.

 

Kış geldi diye ürkme yerin altından,

Orda kul yaptıklarıyla oynar, sevişir.

 

                                      Ekim 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İLTİCA - II

Nasıl geleyim sana yollar yokuş karanlık;

Gözüm perdeli şimdi hayal, gerçek karışık.

 

Vurur gözüme gece, yaprak düşer dalından,

Boğar akşamın sesi içim yanar derinden.

 

İzler kaybolur gider bana kalır şaşkınlık;

Durum zorlaşır, bana, bela olur yalnızlık.

 

Her dem düşlerim seni, çizgi çizgi tüterim,

Nâlan olurum birden gülde, bülbül biterim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dağlar âhımı dinler, taşlar uçar âhımdan,

Neler düşüyor bana karlar erir nârımdan.

 

Yaban hayretler için başım döner bulanır,

Sızlar yüreğim şimdi derdim derde ulanır.

 

Donar kanımda umut, başka bahar gelir mi,

Hasret sensizlik sıkar, aşkla özlem biter mi?...

 

                                                Ocak 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

NUR GİBİ

Anılarım sende kalsın senle olayım her gün

Bakışların aksın üstüme yağmur gibi.

 

Gülüşlerin gözlerimin ışıldayan yıldızı

Hayalin dursun önümde bir nur gibi.

 

Bir yol bulup yürür aşkım göklere

Sonsuzluk hayallerimi elimde kavurur gibi.

 

Dilimi tutayım diye senden ıradım

Dönemiyorum, dizlerim yorulur gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Latif bir ses süzülür penceremden

Beynimin içinde hoş bir seda olur gibi.

 

Betonlar oluk oluk aktarır yağmuru

Susuzum ey Yâr çiçeklerim kurur gibi.

 

Nerde keyfim, tenim titrek, saçlarım kirli,

Ruhum şimdi kıskaçlarda kıvranır gibi.

 

                                       Temmuz 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AL

Al, gözyaşlarım sende kalsın;

Çiçeklerin solduğunda sularsın.

 

Al, son hasretim umutlarımla geldim;

Belki bir gün ahdime karar kılarsın.

 

Al, bir yudum çay gecemi doldurur;

Gönlümün sıcaklığında gün sayarsın.

 

Al, benim yoğrulan ömür teknesinde;

Sevgini yüreğinle getirir katarsın.

 

Al, sende kalsın bu son sözlerim,

Senden ırak düştüğümde sayıklarsın.

 

                                           Ağustos 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YERE DÜŞÜNCE

Bu yağmur kimseyi üşütmez

Bırak ıslansın saçların

 

Ceylanları zincirleme

Sonra çöller çamurdan geçilmez olur

 

Yılanlar zehirli değildir insanlar  kadar

Zamanı öldürdün fahişe bir gülüşle

 

Siyaha sırtını döndüğünde

Kapılar bir vize alır sabahtan

 

Bahar aylarına gidilir eşiklerden

Kapılar açıldığında

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yağmuru kovamazsın sokağından,

Sakalını yolarken tararsın saçlarını

 

Bana dön en meşgul olduğun anda

Her saatin bin yıl gibi geçtiğini yaz

 

Okursan notlarımı yanakların kabarsın

Yüreğine sevgiler tünesin korktuğunda

 

Ey dost! Bunca önden gidişim çığırdır,

Tutun izlerimin kancalarına

 

Sakın yabana atma çok söz gördüm diye

Ve çamurlu bir günde yere düşme

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Beyaz kaftanın çamur aldığında

Gözler sende kalır belki alınırsın

 

Ben bunu dünden bilirim

Seni düşürmek, çok düşen vardır yere

 

Bu yağmur üşütmez senin gibi civanları

Yere düşmedikten sonra

 

                                             Şubat 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ADIMLAR

Sana patikalardan ulaştım bir gece

Bir ışık kondurmak için saçlarına

Zorluğun ayazlarına katlandım

 

Sesin delemiyordu duvarları

Bir pabuç bırakmak için ayaklarına

Ellerim karanlığı yokluyordu

 

Yalnızlığın tırnağına takılmıştı yüreğin

Issızlığı hafızana aldıramıyordun

Taşlar kırılıyordu bakışlarında

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen zamanın terk edilen çocuğuydun

Sessizce yatıyordun düştüğün yerde

Zorluğun yapraklarıyla doyuyordun

 

Bütün gücünle tırmanırken merdivenleri

Yükün ağırlaşıyordu eğriliyordun

Bir omuz veriyordum tam düşecekken

 

Sana gecenin son çeyreğinde yetiştim

Nefesimi kattım sesine, bedenine sarıldım

Yere düşüp tekme yeme diye

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Biz aynı safın ferdiyiz, ayaktayız

Bakışlarımız yönelsin menzile

İnan kanımız yerde kalmaz ölsek bile

 

Biz çöllerin ceylanıyız, alışkınız koşmaya

Bir damla sudur ellerimizi açtığımızda

Bir âminin ardından sûkun bulması kalbimizin

 

                                                      Nisan 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TASADAN AŞKA

Gönüllerde yeşerir aşk

Geceler dökülür kadehlere

Çiçekli yollardan gidilir

 

Duruşundan korkarken sevgilinin

Ellerinde ışıldar yüreğin

Bir ay gibi ondördünde

 

Öyle sözlerde kalır mı aşk

Can gerek hasrete alışmak

Aşkın en derin koyunda gizli

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kadehlere gecenin aksi düşer

Aşk bir sana koşar, bir bana

Bir buse kondurur yanağıma senden

 

Geçerken pencerenin önünden

Lambaların yorulmuş sen ayaktasın

Ilık nefesin kaplar bakışlarımı

 

Hasret ne kadar yaktı beni de

Sözler kaçıyor hafızamdan

Anılarım matemli türkülerle oynuyor

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çiçekli yollardan giderdim iklimine

Sanal bakışmalardan ilerdeydim

Ta kendisiydin ellerini tuttuğumda

 

Koşardım delicesine peşinden

Ulaştığımda yüreğim fırlardı birden

Gönlüne usulca sokuluverirdim

 

Ben burdayım kısacık koşuyorum

Duvarların üstünden turnalar uçuruyorum

Bir gün bir beyaz haberle gelirler sana

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen benim, ben senim dediğimizde

Yıllar ne kadar katmerlense de

Bizi yıpratamaz her halde saatler

 

İşte böyle bu serüven de biter

Zincirler de kırılır, kadehler de

Su akar kan yerine yollardan

 

Her çılgınlık dizgin tutar bir gün

Her öksüz aşık susar

Hasret sıyrılırken göğsümüzden 

 

                                    Mart 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ONLAR

Elmanın yarısını saklarken

Toprağa avuç avuç tohum atarlar

Yapraklar ağırdan düşerken kaldırımlara

 

Gülmeden önce gözyaşlarını sayarlar

Gerek duymazlarsa ayrılmazlar hüzünden

Islanmadan kabuklarında

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yastık yerine taşlara basarlar başlarını

Uykuları at sırtında mızganmak gibidir

Seherin fısıltısıyla secdeye varırlar

 

Yarın derken tasalanmadan yürürler

Güneşin altında taş bağlarlar karınlarına

Bir lokma ekmek düşmez günler geçer de

 

                                               Şubat 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YETMİYOR MUYDUM

Bana bu aymazlığı yapmayacaktın

İncir çekirdeklerini ezmeyecektin

Kaldırımlara tükürürken

Gözlerimi unutmayacaktın

 

Nasıl koptun dalından

Güneşi hor görmeyecektin

Bulutları savmayacaktın başından

Toprağı bu kadar kurutmayacaktın

 

Saçlarını yakmayacaktın aslanım,

Tırnaklarını uzatıp böyle

Dostunu kanatmayacaktın

Kaldırımlarda sekerek gitmeyecektin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Taşlara tırmanmayacaktın böyle

Yağmuru avuçlayıp ateşe atmayacaktın

Baharın gözlerine katran püskürtüp

Çiçekleri üzmeyecektin

 

Yıllarını kıymet bilmeyenlere vermeyecektin

Mahrem duygularını çözmeyecektin

Çamaşırlarını ortaya dökmeyecektin

Şimdi işler karıştı seçilmiyor nefesin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Artık aramızda uzun bir çöl var

Yollar uzuyor kayboluyor izler

Bu havayı kirletmeyecektin

Bir lağım olmamalıydı gidişin

 

Kuşları vurmayacaktın

Karıncaları kavanoza koymayacaktın

Akreplere et vermeyecektin

Bir tebessüm çok mu geldi üstüne

 

                                Ağustos 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SENİ SEVDİM DİYE

Gecelerim daraldı

Ellerim bağlandı

Ruhuma bir paslı

Hançer saplandı

Seni sevdim diye, seni...

 

İnsanlar öfkelendi

Zindanlar alkışlandı

Ve dünya çalkalandı

Başımız yumruklandı

Seni sevdim diye, seni...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sabra doğru uzandım

Betonlar arasında

Gökyüzü güldü bana

Ulaştım sabahıma

Seni sevdim diye, seni...

 

Yolcuyum senden yana

Hasretin kucağında

Uzun uzun düşündüm

Sensizlik ölüm bana

Seni sevdim diye, seni...

 

                       Şubat 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PRANGA

Zaman iki türlü anlarsan gülüm

Biri bahar gibi yemyeşil durur

Biri sonbahardır tel tel dökülür

İkisi bir anda meydana inmez

Zaman iki türlü anlarsan gülüm

 

Gün gelir insana isyanlar vurur

Ruhun sürüklenir bilmezsin gülüm

Kanlı bıçağını bileyler zulüm

Başın yerlerdedir gönlün eğilmez

Gün gelir insana isyanlar vurur

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alnını oyarken soğuk taşlara

Özenir durursun uçan kuşlara

Bir kadre düşünce avuçlarına

Bu hasret kûy’unda ahların dinmez

Alnını koyarken soğuk taşlara

 

Elini zincirler gulyabanîler

Tıkarlar kutuya çalar sirenler

Gözlerin çaresiz kendine döner

Gecedir her taraf ışıklar yanmaz

Elini zincirler gulyabanîler

 

                              Nisan 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İNCE BİR SIZI

Mevsim kış, üşürüz

Ağaçlar yalnız

Güneşe uzanır hayallerimiz

Kaldırımlar boş

Kargalara teslim sokaklarımız

 

Dağlara kar yağar

Suskun tavşanlar

Gün ortası söylenir türkülerimiz

Yuvasız kuşlar

Çakallara teslim yamaçlarımız

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çatılara yel vurur

Bacalar dumansız

Cebimiz kadar evlerimiz

Pencereler örtük

Ayazlara teslim damlarımız

 

Mevsim kış üşürüz

Dağlara kar düşer

Yapraklar kırılır

Ölümle burun burunayız

Toprağa teslim ayaklarımız

           

                        Nisan 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SÜRGÜN

1-

Aşkımın gül bahçesi bir doluya tutuldu

Birer birer döküldü tomurcuklar dalından

Hayallerim öfkenin avucunda boğuldu

Bir sürgünü kuşandım yolum uzun ve yokuş

Önü çile ve hüzün, sonu kutlu bir varış

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2-

Saçlarım başımda mı yoksa avucumda mı

Bir kâbus gibi çöktü üstüme alınyazım

Bana toslayan boşluk, gecenin ucunda mı

Birbirine karıştı kışım, baharım, yazım

Nasıl bir gün son bulur, bu sürgünle bu çöküş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3-

Mevsim birden değişti şimdi üşür ağaçlar

Yere vuruldu başımdaki fikirler

Sımsıcak yüreğimi yumrukladı ayazlar

Koklayanı bayılttı elimdeki çiçekler

Unutuverdi beni bir tebessüm, bir gülüş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4-

Yağmurum! Yağmaz mısın bir duaya yönelsem

Şefkatinle bürüsen bir sağanakla tenimi

Bir an uğrayıp gitsen inan artık gam yemem

Nemlerine sürerim titreyen ellerimi

Tutuversin elimi candan sıcak bir tutuş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

5-

Bir yıldız bana gülse, uyanıversem birden

Tutsaklığın dudağı kelepçemden öperken

Sıladan koparılmış bir yolcuyum şimdiler

Çelik kafeslerdeyim çileye namzet asker

Yalnız göğe yükselir yüreğimden haykırış

 

                                              Mart 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

HAYALLERİN KIYISINDAN

1-

 

Sen o zaman anla hayatı

Aşkın kanadı kırılırsa

Bir akşam yolda kalırsa

Sararan yapraklar

İçli içli denetlerse bulutları

Kendini sen o zaman tanı

Ellerinle yeniden yokla başını

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2-

 

Sen o zaman anla hayatı

Zaman duvarına asılı kaldığında

Ellerin uzanamazsa başına

Üşürsen bir yaz ortasında

Güneşten ürkersen

Kendini sen o zaman tanı

Ellerinle yeniden topla taşları

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3-

 

Sen o zaman anla hayatı

Usulca sokulduğunda yatağına

Yastığına öfkelenmeden koyduğunda başını

Bir ucundan tuttuğunda hayallerin

Çiçeklerinden kokladığında bahçelerin

Kendini sen o zaman tanı

Kllerinle yanaklarından topla yaşını

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4-

 

Sen o zaman anla hayatı

Bir kelebek yorgun düşerse

Bir geçitte kıstırılıp tutulursa

Kapılar kapanırsa üstüne

Gece çöktüğünde

Kendini sen o zaman tanı

Ellerinle topla  düşürdüklerini

 

                           Nisan 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DERİN BİR KUYUDA

Ufuklar nasıl seyredilir

Dağ nasıl güler çehreme

Güneşin saçları kısalmış

Bir kuyuda üşümekteyim

Yüreğim betonlara serilmiş

 

Ağaçlar nasıl yeşerir

Avuçlarımda kar nasıl erir

Mevsimlerin miadı dolmuş

Bir zaman diliminde eskidim

Umudum zincirlere vurulmuş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yollar nasıl uzar gider

Çocuklarla evler nasıl dolar

Bir merdivende yorulmuşum

Gökyüzünün bakışları kararmış

Düşlerim hasretlere takılmış

 

Yıldızlar nasıl doğar

Gece nasıl sabaha çıkar

Bu menzilden nereye gidiyorum

Saatler bayılmış

Saçlarıma çiçekler dizilmiş

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaldırımlarda nasıl yürünür

Dolmuş parası nasıl ödenir

Şimdi neyle hayalleniyorum

Sular nasıl durulur

Ceplerime kilit vurulmuş

 

Bir ırmağa nasıl girilir

Akıntıya düşmeden nasıl yüzülür

Düşlerim duvarlara asılmış

Yanımdan yağmur usulca uzaklaşır

Islaklığım ranzalardan sızıyor

 

                                   Eylül 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇOCUK İÇİMİ YAZDI

Çocuk içimi yazdı

Dişimi kopardı ağlayınca

Gülbenek yanağında

Resmim vardı

Her mırıldanışta alnımdan öperdi

 

Çocuk içimi yazdı

Mısra mısra, beyit beyit kotardı

Her bakıştan sonra nazlandı

Ellerim okşarken saçlarını

Hem harçlığını aldı, hem ağladı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk içimi yazdı

Çiçek çiçek döşendi yollarıma

Gözlerime sımsıcak kondu

Bir kelebek oldu

Bir yıldız oldu geceyi kaçırdı

 

Çocuk içimi yazdı

Gamlarımı düğümledi

Bir silgi aldı eline

Kağıtlarımı sildi

Çocuğun ellerinde dudaklarım kapandı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk içimi yazdı

Masamın bir kenarına

Altından bir ev yaptı

Bir ters bakışla

Uçurdu, tozu dumana kattı

 

Çocuk içimi yazdı

Annesinin ayaklarına dolandı

Annesini düşürdü

Elimden tuttu

Annesini kaldırdı beni düşürdü

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çocuk içimi yazdı

Hiçbir şey bırakmadı yüreğimde

Bir çığlıkla sokağa fırlattı

Arkasından hiç tasalanmadı

Fıkır fıkır güldü, çember çevirdi

 

Çocuk içimi yazdı

Kağıt kalem kullanmadı

Çehreme baktı sustu

Ağladı başını koynuma soktu

Çocuk içime girdi

Ben oldu saklandı

 

                        Eylül 2001

 

 

 

 

 

 

 

BENİ HASRETİN BÜYÜTÜR

Meme verir

Isıtır kucağında

Geceleri ışık tutar

Çiçek koyar yanağıma

Uzaklara çıktığımda

Azık koyar

Heybeme nar, elma, ayva koyar

Kör duvarlar gelirken üzerime

Beni hasretin büyütür

Yalnızlığıma dost olur

Türkü söyleriz

Hayaller kurarız

Mutluluk denizine yelken açarız

İnsanlar küçülürken evlerinde

Kör dalaşlarla gün tüketirken

Yarınlar için bu günlerde

Beni hasretin büyütür

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Derman isterim dert verir

Sükûn isterim endişe verir

Çevirir dört bir yanımdan

Sabah akşam öper alnımdan

Beşiğe koyar sallar

Kucağında mışıl mışıl uyutur

Tenimi paklar

Saçımı tarar

Ruhuma iz bırakır

Uçurumlardan tutar

Taşlar ufalanırken başımda

Beni hasretin büyütür

 

                            Kasım 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MASMAVİ

Bir deniz olsam

Avuçlarımda birküçük ada

Saçları yemyeşil

Sıra sıra palmiyeler

Yalasam usul usul yapraklarını

Kumsallarından gönlüme inci götürsem

Güneş ışıklarını süzerken

Damla damla göğe yükselsem

Bir deniz olsam

Damla damla çöllere insem

Yemyeşil yeşersem

Ceylanlar türese üzerimde

Dünyanın çoraklaşan gözünde

Açılsam çiçek çiçek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mor gölgemin altına bir yıldız otursa

Mavileşsem güneş doğmadan

Çırpıntılarıma martılar da karışsa

Kumsallarda nazlanıp

Ağaçlara el sallayıp yürüsem

İçin için işlesem yapraklara

Dallarda deniz olsam

Gölge gölge gezinsem dağlarda

Bir deniz olsam

Ve üstümde yeşil yelkenli bir gemi

Yolcuları mercandan olsa

 

                                         Mart 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

SÜREÇTE

Yokuş bir yolda vuruldum sevdaya

Başımın üstünde fırıl fırıl dönüyor taşlar

Ne zormuş bedel ödemek

Ne zormuş yürümek ağırdan ağıra

 

Ey sevgili!..

Ne kadar nerdesin

Gözümü caydırıyor perdeler

Bir tek nefesin can veriyor

Hergün bin kez yıkılan hayallerime

Ne zormuş umut vermek

Yükselen gürültüler hengamında

Tutuk adımlarla yürümek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ey sevgili !..

Bana benden yakın dur

Çiçeklenen dallarımda

Her sabah yeniden kur dünyamı

Kapını aç! Yalnız ve yorgunum

Ah ne zormuş beklemek

Sanki o gün gelmeyecek

Ne zormuş güneşe gülmek

Bir ay ışığında ısınmak

Ne zormuş dallara tünemek

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ey sevgili !..

Kara gündüzlerin son çeyreğinde

Duvarlar ruhumu sıkar

Baharı unuttu gözlerim

Yağmurun ipliklenişini

Hayal meyal hatırlıyorum

Duy sesimi

Ah ne zormuş anılarla yaşamak

Hasret kıskacında bayılmak

Ne zormuş belki ölmekten de…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ey sevgili!..

Yalvarışlarım kısılıyor

Gözlerimden oku çırpınışlarımı

Bir el ver ellerime

Tutunayım, bırakmayayım

Bozulsun bedelsiz sukûtum

Sokaklardan çıkayım

Ah ne zormuş dertlenmek

Kapı kapı derman istemek

Ne zormuş

Bir kez isyan etmek

Arkasından susmak ve düşünmek

Ne zormuş siperde durmak

Ayları yılları eskitip atmak

Ne zormuş…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ey Sevgili!..

Kurtar beni bu yokuşlardan

Gide gide bir çöl oldum

Bir damla yağmur indir

Dilim şenlensin

Gönlüm yeşersin

Bir kez daha seni anayım

Gayrı beni koyma tek başıma

Zor geliyor yılları çürütmek

Adım adım ayaklarına varmak

Zor geliyor

Sabır indir üstüme derinlerden

Bir ses duyup ferahlayayım

Ah ne zormuş sensiz kalmak

Ölmekten daha da…

 

                          Mayıs 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DERİN ÇİZGİLER

Işıktır bana her gece

Bir mum gibi

Küçük de olsam alınmam

Ellerimde anılarım

Büyür ve güler yüzüme

Merhaba derim

Hiç tasalanmadan

Darağacında bile

Sukûn içinde serinlerim

Gam yemem

Allah için

Ben şarkımı söylerim

Derin çizgiler gider önümden

 

                                  Ocak 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YILDIRIMLAR

Çok yıldırımlar düştü

Başımın üstüne

Kaç elma olgunlaştı

Kestane pişirdiğim sabahlarda

Gün doğarken

Yıldırımlar düştü

Siyahlaşan dağların doruklarına

İnceden bir yağmur çiselerken

Düşen yıldırımlar da düştü

Hiç kimse ağlamadı arkasından

Sessizce girdi toprağa

Ellerini koynuna sokarak

Bir daha ardına bakmayarak

Çok yıldırımlar düştü

Kalkmamak üzere toprağa

 

                                  Şubat 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

KÜÇÜK VE SEVECEN

Annemin ninnileri kulağımda

Eski defterlerimi açıyorum duvarlara

Duvarlar düz ve sarı

Yatağım demir

Burası beton bir kutu

Gökyüzü dikdörtgen

Ben yuvarlak bir karınca

Bir yangının tam kenarında

Umut bir damla su

Bir çöl yolculuğunda

Bir ağaç kovuğunda sıcak bir hayat

Sen bilirsin

İster al koynuna

İster at bir ırmağa

Annemin ninnileri kulağımda

Ölene dek annemin dudağında

Öyle kalacağım

Küçük ve sevecen

                 

                     Mart 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEN VARKEN   

Gidişinden bir iz düşer

Yaprak yaprak çıkarım merdivenlerden

Tutuşur yüreğim

Üzerime kıvrılan zamanı yakarım

Hele bir de sesini duyunca

Duvarlar nasıl yıkılır

Böyle işte tatlı gelir sıkıntılar

Sonunda sen olunca

Düşer miyim uçurumlara

Geniş kanatların süzülürken

Korkar mıyım göklere bakmaya

Dağların saçlarını yolmayı

Bırakır mıyım hiç?

 

                             Şubat 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SERÜVEN

1-

Kızgın bakışların altındayım

Zaman öfkesini benden alıyor

Dağları ufalayan rüzgar

Sessizce giriyor can evime

Sonsuza uçuşan hayallerim

Gönlümün mevsiminden saatler çalıyor

Yalnızlığımı paylaştığım anılarım

Bir şarkı nakaratı gibi

Geçmeyen saatlerin kulağında dolaşıyor

Aşkın

Nefretin

Çilenin ifadesini

Hissiz duvarların teninden söküyorum

Ve öylece alıyorum hafızama

Belleğimde beni dürten çizgilere

Yeniden yol veriyorum

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

2-

Ümitler merdivenin en üst basamağına yerleşiyor

Adımlıyorum

Ansızın bir sis çöküyor

Ruhumun bağlandığını

Kafeslere alındığını görüyorum

Öfkeden sertleşen zeminler

Çirkin bakışlarıyla tartaklıyorlar düşüncelerimi

Gökyüzüne çevrilen bakışlarım

Masum ve yalnız

Büyüyen bir sevinci taşıyor yüreğime

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3-

Aşka uzanan bir avluda

Nemlenen gözlerimi yumuyor

Vuslatın tatlı hayaliyle avunuyorum

Zamanı düşünüyorum

Sarsıntıları sindire sindire yaşıyorum

Aynı kaderi paylaştığım

Kıvılcım fidanları

Birer matemli türkü tutturup

Voltama eşlik ediyorlar

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

4-

Ey güzel!

Seni sevdim diye çıldırıyor insanlar

Sana meftun olan yüreğimi

Sana koşan adımlarımı zincirliyorlar

Seni sevdim diye sürükleniyorum

Bu kadar daralıyorum

Bu lav deresinden

Böyle kavrularak geçiyorum

Merhametin bir katre su

Çatlayan dudağıma

Sonsuzluk okyanusu

Ezelden ebede ışıldayan çizgide

Merhametin en muhkem melce...

           

                                    Mart 2001

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ZİNDANINDA ÖZGÜRDÜM

Burdan ayrılıyorsun

Yüreğime derin acılar kazdın

Böyle bırakıp öyle mi

Giderken izlerini kaybediyorsun

Tepeler yükseliyor

Beni düşünmüyorsun

İçimin Everest’iydin

Altında ıslandığım yağmurumdun

Çiçektin kırlarımda

Gün gün saatlerimi temizleyen

Benden beni alıp

Beni bensiz bırakıp

Senle götüren...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Işıktın akşamlarımı çevreleyen

Bir kuş olup uçtuğunda

Nasıl savruldum peşinden

Denizinde sandaldım

Yüzüme yelken açan

Sözler nasıl  yorumlarsa

Sırlarını düşüncelerin

Sen de beni yorumlardın

Derin derin

Kıskanç bir bakışın vardı

Hapsolurdum günlerce

Ve öyle kara gözlüm

Zindanında özgürdüm

 

                       Mart 2002


 

 

 

 

 

 

 

 

ÖLÜM KADAR

1-

Ölüm kadar sevebilir misin beni;

Ölüm kadar anlayabilir misin,

Kıyıları bulanmış denizler,

Evleri boşalmış şehirler kadar tanıyabilir misin?

 

Söyle!

Ölüm kadar yakın olabilir misin,

Ölüm kadar dalabilir misin yüreğime?

 

Söyle!

Ölüm kadar ümit verebilir misin,

Ölüm kadar doldurabilir misin içimi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Söyle!

Ölüm kadar içime sarkıp

Beni benden uzaklaştırabilir misin

Kaçırabilir misin beni benden?

 

Söyle!

Ölüm kadar açık olabilir misin bana,

Kırılmadan çıkabilir misin kabuğundan

Sen sen olarak

Durabilir misin yani?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Söyle!

Ölüm kadar dondurabilir misin hislerimi

Ölüm kadar yeşertebilir misin?

 

Söyle!

Kaybolsam;

Yani çöllerde izimi kaybetsem

Arayıp bulabilir misin beni ölüm kadar?


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Söyle!

Bir oda tutsam

Şu kozmopolit şehirde

Bir gece ansızın ama ansızın

Girebilir misin kapımdan

Ölüm kadar böyle

Kıvrak ve atik olabilir misin?

 

Söyle!

Ölüm kadar hazmedebilir misin beni

Eritebilir misin beni ölüm kadar!

 

                                        Nisan 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

EY SAVAŞ

Bir avuç…

Topu topuna bir avuç…

Zehirli bir ur gibi

Coğrafyamın ortasına konmuş

Kan içiyor

Can biçiyor

Tanklar birer gladyatör

Dünya arenada seyirci

Alkışlar kopuyor her ölüm için

Bir avuç…

Topu topuna bir avuç yahudi

Zehirli bir ur gibi...

Taşlara karşı füzeler

Nasıl bir adalet bu,

Ey Savaş!

Çocuklara kurşun

Evlere roketler vurur

Nasıl bir kıyım bu, Ey Dünya!

Nasıl bir hile taşır bu oyun

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Topu topuna bir avuç yahudi

Morfin enjekte etmiş

Dünyanın damarlarına,

Kum serpmiş gözlerine

Bir kürek harç koymuş

Salyalı ağızlarına

Kibrit çalmış Ramallah’a

Gazze’ye roketler yağdırmış

Yahudi bir, Müslüman bin

Ama denge Yahudi’den yana basar

Lobiler Yahudi’den yana çalışır

Müslüman ayrık

Müslüman mazlum...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Yahudi oynatır parmağıyla taşları

Dünya onun tasında kızarır

Yahudi bin gülen

Bin ağlatan Yahudi

Yavşaklar ondan yana

Kan içerler Cenin’de

Can biçerler Beyt’ül-Lahim’de

El-Halil’de annem ağlar

Nablus’ta çocuklarım vurulur

Sokaklar yanarken

Perdesini çeker pencerelerinin...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kan şehrinin askerleri yürür

Beşiklerin üzerine

Yavrusunu kucaklayan anne vurulur

Asfaltların kenarı kırmızı

Ey Savaş!       

Çekil git buralardan

Ellerini çek üzerimden

Gözlerimden  uzaklaş

Ben de dünyanın bir çocuğuyum

Neden kazanlarda kavrulurum

Merhametin bu mu senin?

Senin bu tavrına asiyim

Çekil git bahçemin kenarından...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ve

Fedailer,

Can yüklenip inerler sokaklara

Dişe diş başa baş

Savaş mı biz de varız

Kavgada en öndeyiz

Korkmuyoruz öldürülmekten

Ölüm en iyi silahtır bize

Filistin’in kurtuluşudur ölmek…

Köşeler ölümdür

Dönen her yahudiye

 

Ey paraya meftûn olanlar!

Siz tutunun kadınlarınızın eteğine

Eflasyonla savaşın

Gaybı taşlayın köşelerinizden

Buz dolabınızdan bir bardak su için

Ardından gerinin koltuklarınızda...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ey Kudüs!

Hüznünü göm yüreğine

Yas tutma çocuklarına

Sabrın zirvesindesin

Bir çelik  parçasın örsün üstünde

Ey Yahudi!

Dişlerin sökülecek yakında

Gözlerine mil çekilecek

Ellerin Kudüs’ten, Nablus’tan çekilirken

Bu dünya sana dar gelecek

Şimdiki gibi... 

    

                              Ocak 2002

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEVDANIN ÇOCUĞU

Sen…

gündüzün başlangıcında uykudasın

hayatın baharında

kalbini kurşunlamışlar

avuç avuç kan damlıyor yarandan

ıstırabın çehresini bilmiyorsun

gözlerin hani

baktığın yerde çiçekler açıyor mu

kalkmıyorsun yerinden

sana vakit henüz erken

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

yürümeden yorulmuşsun

sandelyeler dikkatini çekiyor

ellerine buz tutuşturmuşlar

sıcak bir bakış gönderemiyorsun dostuna

yapayalnız geçiyorsun sokakları

arabalar saçlarını yolmuş

gömleğin yırtılmış

kuşlar kapmış dişlerini

ha bire geviş getiriyorsun

sana haber veren yok mu gülden?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

bir hayalin peşindesin

bir türlü bırakamıyorsun

o gidiyor sen gidiyorsun

dönemiyorsun

hafızanı paketlemişler

öksüzlüğünü takmıyorsun

gece, tırnaklarıyla yırtıyor tenini

hesap soran nerde senden?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

sırtını dönmüşsün kendine

karşında yüreğin yok

çehrene bakamıyorsun

düz bir yoldasın

ama yalpalıyorsun

âsânı keçiler kaçırmış

taşlar ufalanıyor başında

neden sesin kısıktır halen

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

kafanı koymuşsun kütüğe

maveradan gelen mektubu yırtmışsın

almadığın incilerin hesabını veriyorsun

bak öteler kızıyor gibi

toprak diş gıcırdatıyor

sonra gözlerin çırpınıp

bulutlar hızlıca kaçarlar üzerinden

başın düşer toprak olur birden

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

avucunda duran

dağ gibi çekirdekleri ıslatamıyorsun

bir çöldesin sanki

patırdıyorsun

dudakların çatlamış

bir damla bulut yutamıyorsun

sözler bile ölmüş dilinde

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

daralan hayatın sokağında

sıkıştırıyorsun kendini

kendinle vuruşuyorsun

tırnaklarınla taşları tırmalıyorsun

başka yere yol açamıyorsun

haberin yok gibi dünden

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

ben ne diyeyim

sensiz kalmışsın

içi boşalmış bir kütüksün

gürüldüyorsun

lakin fareler kaçışmıyor

ha bire dişliyorlar etini

kemiklerin sızlıyor

soğuk terler domuruyor teninden

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sen…

ışıtmıyorsun

karartıyorsun kendini

ortaya çıkamıyorsun

kapanıp odana

kaçıyorsun ağaçlardan

rüzgara dayanamıyorsun

koklamak erken mi sümbülden

bu kadar sığ mısın ha

bu kadar cüce

vay be…

sen hangi telden çalıyorsun da

yıllar geçti  anlamadım dilinden

 

                                 Mart 2000

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KADERİM DEDİM

Çile sürer

anlamın kıyısında

hüzündür bağrımda filizlenen

her gün tuttuğum her an

gönlümün şefkatinde yapraklanan

ne sızılardır

varolurken

taşların arasından püskürmek

geceyi kaçırmak

bir ay olup dağlara uzanmak

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kıstırılan canıma

yıldırımlar tutulur ıslak zeminlerde

ayaklarımdan akrepler tırmanır

çile sürer.

Bileklerime paslı zincirler dolanır

ağzıma kilit vurulur

önce darağacı gösterilir

kapılar vurulur üstüme

medya salya sümük saldırır

sonra “ne yaptın” denilir

susarım…

ya da hoşlarına gitmeyen sözler ederim

köpürür hiddetlenirler

... devamına  

hücreme dönerim

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

gel gitler başlar

güldürür celseler

bakıyorum da oyunda oynaşta adamlar

sonuç yok

bir kutunun içinde gider gelirim

aylar geçer

yıllar uzar da

“ne olacak” diye sorarım

“bekliyoruz” derler

“şunlar, şunlar gerek”

hay anasını

hangi çağda yaşıyoruz be

lan oğlum ne yaptın da

bu kadar namlu ölüm kustu üstüne

şu kalın duvarlar yıkıldı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İçimde küçük bir çekirdek yarılır

içinden bir lav yayılır

yakar yüreğimin başını

o zaman sezgilerim yanılmaz

zindanlar bırakmayacak beni

gökyüzü unutacak

birikimler yığılacak

demirle aynı odayı paylaşacağım

her gün yeni hayallerle uyanacağım

parçalanmış binlerce kederle

uyku için depreşeceğim

kabulleniyorum artık

bu benim kabahatim

bu benim kaderim

çizgilerin en neti ve en kalını

tutup gittiğim yol

sonsuzluğun adresi...   

                                    

                    Mayıs 2001 



[*] Bu beyit “çile ve aşk” şairimiz Fuzûlî’nin  “Su Kasidesi” isimli şiirinden alınmıştır