İslam Devleti

Müslümanların Medine’de toplanıyor olmaları, kimi putperest çevrelerin dikkatini çekti. Bu çevreler onlara karşı diş bilemeye başladılar. Aynı şekilde Mekke'deki putperest Kureyş kabilesi de Müslümanlara kin besliyordu. Zira bu insanlar, onların içlerinde doğup yetişmişlerdi, onların çocukları sayılırlardı. Ama şimdi bu insanlar Kureyş'in inancına ters bir inançla ortayay çıkmışlardı. Onların bu inançları, putların ilahlığını reddediyor, putperestleri küfürle niteliyor ve işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermeyen, Allah karşısında insana hiçbir fayda sağlamayayan putlarla alay ediyordu. Daha sonra Mekke’nin sa­kinleri, bu davetin Müslüman sahiplerine ve davetlerine karşı koyunca, Müslümanlar mu­halefet göstererek, kavimlerini bırakıp muha­cir olarak yurtları Mekke’yi terkettiler.

Resûlullah, Medine’de, Mekkeli muhacir­ler, Medineli ensar ve Müslüman olup Allah’a daveti kabul eden diğer bazı Müslümanlar arasında kardeşlik tesis etti. Bu kardeşlik hangi konumda olursa olsun iki muhacir, iki ensarî yada bir muhacir ve bir ensarî arasında olabiliyordu. Yani kardeşlik farklı gruptaki Müslümanlar arasında oldu. Bazılarının yanlış anladığı gibi sadece ensar ya da muhacirler arasında olmadı. Ancak çoğunluk bu şekilde, her iki grup arasında oldu.  İslam cemaatini aydınlatıcı tavır bu görüntüdedir.

Yapılan kardeşlik anlaşması, kardeşliğin üzerine bina edildiği vahdet bağını imanla sağlamlaştırdı: “Mü’minler ancak kardeştirler” (Hucurât 26/10) Bu ayetteki birlik bağını vah­detten çıkma dışında hiçbir şey koparamaz. Bu uhuvetten, milletleri, muhitleri, dilleri ve bölgeleri farklı da olsa, fertleri birbirlerine sıkı şekilde sarılmş bir ümmet ortaya çıktı. Bu saydığımız unsurlar cahiliye asabiyetinden ve ümmeti parçalamaya çağırmaktan başka bir şey değildir. “Hakikaten bu (bütün peygam­berler ve onlara iman edenler) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir.” (Enbiya 21/92)

Alemlerin Rabbi’nden, Rasule teşri ayet­leri vahiy yoluyla inmeye başladı. Rasul, onları uygulamaya koydu ve ümmet de bundan kendisini mes’ul bilerek hareket etti. Bütün insanlık için çıkarılmış en hayırlı, fertleri da­yanışma içerisinde, mensupları birbirine sıkı şekilde bağlı ve birbirini seven  bir ümmeti olan İslam devleti kuruldu.  Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle diyordu: “Sizden biriniz ken­disi için sevdiğini kardeşi için sevmedikçe tam iman etmiş sayılmaz.” “Mü’minlerin, bir­birleriyle yardımlaşma, birbirlerini sevme ve birbirlerine merhamet etmedeki misali tek bir cesed misalidir. Bir uzvu hastalıktan şika­yet ettiğinde bütün beden uykusuzluk ve ateşten şikayet eder.”

Rasûlullah (s.a.v.)’ın emrinde kurulan İs­lam devleti Allah’a davet ediyordu. Kendisine savaş açan ve davetine engel olanlara karşı Allah yolunda cihad ediyordu. Hiçbir kuvvet ona karşı savaşmakla güç yetiremedi. Hatta arkalarını dönüp kaçtılar ve önünde hezimete uğradılar.  Aynı şekilde hiçbir devlet de bu davetin karşısında duramadı. Onlar ya daveti kabul ediyorlardı ya da ehl-i kitap ve onlara tabi olanlardan olduklarında cizye vererek boyun eğiyorlardı. Ya da memleketlerini Müslümanlara terkedip kaçıyorlardı.

Nebi ve rasullerin sonuncusu olan Mu­hammed (s.a.v.)’in sevk ettiği bir ordu önünde durabilmek hangi kuvvetin haddine! Tarihin bir benzerini bilmediği, mensupları cennet arzusuyla Allah yolunda şeha­dete koşan ve fertleri birbirine kenetlen­miş, birbirlerini sevmiş ve kardeşini kurtar­mak için canını ortaya koymuş bir güç karşı­sında durmak hangi gücün haddine!

İşte bu İslam devleti, içinde Kureyş kabi­lesi gibi hasımlarının da bulunduğu, bütün düşmanlarına karşı zafer kazanmayı, saltana­tını ve sınırlarını genişletmeyi başarabildi. Ra­sûlullah, Bedir gazvesiyle Kuryş’e karşı zafer kazandı, Yahudileri Medine’den sürdü, Hay­ber ve Vadi’l-Kura’da onlara karşı zafer elde etti. Fedek ve Teyma Yahudileri ise bo­yun eğip cizye vermeyi kabul ettiler.

Aynı şekilde İslam Devleti, Mu’te ve Te­bük savaşında Bizans imparatorluğunun da temellerini sarstı.  Araplar nezdinde Rum­ların ko­numu zayıfladı ve Araplar onlara hiz­met et­mekten kurtuldular.

Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında İslam Devleti’nin hakimiyeti, Arap Yarmadası’nın büyük çoğunluğunu içine aldı. Çok geçme­den Hz. Peygamber hicri 11 yılında bu dünya hayatından ayrıldı.

 

G G