4- İNSANI HAYVANDAN AYIRAN ÖZELLİKLER

 

 

 “Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu ce­hen­nem için yarattık. Onların kalbleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat on­larla görmez­ler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmez­ler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.”[1]

  Cenab-ı Hak bütün varlıkları, sınırsız ilmi ve kudretiyle hari­ka bir şekilde yaratmıştır. Allah (c.c.)’ın bu mucize ilmi ve kudreti, bütün varlıklar içerisinde özellikle canlılarda; canlılar içerinde de özellikle hayvanlarda ve insanlarda açık ve net bir şekilde gö­rünmektedir.

  Hayvan ve insan dediğimiz bu iki varlık, yaratılış yönüyle ve bazı özellikleriyle birbirlerine çok benzerler. Onları birbirinden ayıran özellikler, Cenab-ı Hak tarafından onların ruh alemlerine yer­leştirilmiştir. Kendi ruh alemini çözemeyen bir insan, hayatı­nın gayesini de anlayamadığı için, insani hayat felsefesinden uzak; hayvani bir yaşam sergiler. Mesela; hayatın, sadece bu dün­ya hayatından ibaret olduğunu zanneder; hayattaki tüm ça­bası dünya lezzetlerini tatmak içindir ve artık bundan sonra­sını hiçlik, yani yokluk olarak görür. Bu haldeki bir insan, başı­boş ve çaresiz bir varlık olmakla birlikte, yalnızca et ve kemikten oluşan bir madde yığınıdır. Hayvandan tek farkı ise konuşuyor olma­sıdır.[2]

 Fakat aslında işin hakikati de böyle değildir. İnsan ile hayvan arasında çok büyük farklılıklar vardır. Bunlardan bazıları şunlar­dır:

 Cenab-ı Hak sonsuz gücü ve kudretiyle bir tek şeyden çok şeyleri yaptığı ve onunla çok vazifeleri gördür­düğü, hatta bir sayfada bin kitabı yazdırdığı gibi, insanı da, bu varlık alemin­deki

diğer bütün canlılar içerisinde özellikle hayvanlara karşı, en anlayışlı ve en kapsamlı varlık olarak yaratmıştır.

 İnsan, sahip olduğu üstün duygu ve yete­nekleriyle tek ba­şına kainattaki bütün varlıkları temsil eder. İşte bu insanı hay­vandan ayıran ve hatta onu hayvanlara karşı üstün kılan bir özel­liktir ki, insan bütün canlıların tesbihlerini ve zikirlerini anlar.

Yani insan; kendi konuşmalarını anladığı gibi, iman kulağıyla diğer bütün varlıkların tesbihlerini de anlar. Bundan anlıyo­ruz ki, her şey sağır bir adam gibi yalnız kendi söylediklerini anlı­yorken, insan; bütün varlıkların kendilerine has dilleriyle söyle­dikleri zikirleri ve tesbihleri de anlar. Buna dayanarak diyebiliriz ki; bütün varlıkların değeri kendilerine göre olduğu için çok küçük ve azdır. İnsanın değeri ise, diğer bütün varlıklarla ilgili olup, onların fonksiyonlarını da kendinde gösterebildiği için çok büyük ve çok geniştir.

Mesela; bir güvercinin değeri, Allah (c.c.)’ın katında, güvercin kadardır. Çünkü güvercin sadece Allah (c.c.)’ın ona verdiği güvercinlik görevini ve güvercinlere ait ibadetleri yapmaktadır. Bunun dışında ilim öğrenmek, tefekkür etmek, alemi araştır­mak, top­lumun ıslahı için çalışmak, dil ile, kalp ile, beden ile ve mal ile ibadet yapmak gibi geniş vazifeleri yoktur. Bu vazifelerin sahibi insan­dır. İnsan hem güvercinlerin, hem bütün kuşların, hem bütün hayvanların, hem bütün canlıların ve hem de bütün varlıkların çalışmalarına ortak olduğu gibi kainattaki çalışma­sıyla da Allah(c.c.)’ın katında bütün varlıkları temsil etmektedir. Bu yüzden insanın değeri; kainattaki bütün varlıklardan büyük ve yüksektir. Bir insan; bir kişi, bir şahıs iken, varlılardan bir cemaat gibidir.

 İnsanlardaki, hayvanlardan farklı olan başka bir özellik de Al­lah (c.c.)’ın, onun kuvve-i şeheviye[3], kuvve-i akliye[4] ve kuvve-i gada-biye[5] denilen kuvvelerine ve hislerine, yaratı­lışı yönüyle bir sınır koyma-mış; serbest bırakmış ol­masıdır. Hay­vanların kuvveleri ve hisleri ise sınırlıdır.

 Evet insandaki kuvveler Allah (c.c.)’ın iradesiyle sınır­landırılmamıştır. Bu yüzden insanın her bir kuvvesi sı­nırsız mesafelerde gezer, sonsuzluğa kadar gider. Bununla birlikte insan Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinin, üzerine yansıdığı bir ayna gibi olduğu için kuvvelerine ve hislerine de sınırsız yetenekler verilmiştir. Mesela, insan, kuvve-i şeheviye yönüyle, bütün dünya içindeki­lerle birlikte ona verilse, hırs ile ‘Daha yok mu?’ diyecek kadar açgözlü, kendi men­faatine zarar gelmemesi için, binlerce kişi­nin zararını vicdanına kabul ettirecek kadar bencil ve zalim bir varlıktır. Kuvve-i akliye yönüyle kainatın kendi başına olduğunu düşünüp, yaratıcıyı inkar edecek kadar asi; kuvve-i gadabiye yönüyle, dünyada kendinden zayıf olan insanlara hayatı ve dün­yayı zehir edecek kadar gaddar bir varlıktır. İşte dünyadan bu haldeki birçok fravunlar, nemrutlar, şeddatlar gelip, geçmiştir. Hala da böyle insanlar dünyada hüküm sürmektedirler. Ayrıca dünyada bu kuvvelerini hak yoluna yönelten bir çok alim, hu­kukçu, doktor ve yöneticiler de bulunmaktadır. Evet insan bunlar gibi hem kötü ahlakta, hem de güzel ahlakta sınırsız bir şekilde ilerleyebilir öyle ki; kötü ahlakta ilerleyip, bencil, zalim ve gaddar bir Ebu Cehil derecesine de düşebilir; güzel ahlakta yükselip, Hz. Ebu Bekir (r.a.) gibi sıddıklar (doğrular) mertebe­sine de çıkabilir.

 İnsanları hayvanlardan farklı kılan diğer bir özellik de; insanların, hayvanların aksine; hayatları için gerekli olan her şeye karşı cahil olmalarıdır.

 İnsan, dünyada, hayatı için her şeyi öğrenmeye mecburdur.

Hayvanların durumu ise böyle değildir. Bir hayvan daha dün­yaya geldiği andan itibaren az şeye muhtaçtır ve muhtaç ol­duğu şeyleri ve tüm hayat şartlarını da bir-iki ay, belki bi-iki gün, hatta biriki saat gibi kısa bir sürede hemen öğrenir. Hay­vanlar sanki başka bir alemde olgunlaşıp, dünyadaki görevlerini öğ­renip, daha sonra bu aleme gelmiş gibidirler. İnsan ise çok farklıdır. Bir-iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede an­cak kar ve zararını öğrenir, yirmi senede ancak yaşam gücünü kazanır. Bütün bu hallerinde de insan, hep yanında bulunan birilerine muhtaçtır.

  Bundan anlıyoruz ki, insanın dünyadaki gerçek gö­revi, öğrenerek olgunlaşmaktır. Ve hep birilerine muhtaç olduğu için dua ile isteyerek kulluk yapmaktır. Hayvanın gerçek vazifesi ise yeteneklerine göre çalışmaktır. Mesela, yük taşımaya yeteneği olan bir hayvan yük taşır, süt verme yeteneği olan bir hayvan süt verir, bazı hayvanların derisinden ve yünlerinden insanlar için el­bise yapılır, bazı hayvanlar insanlara sırf besin kaynağı olmalarak yenmek için yaratılmıştır vs… Hayvanların ilim öğ­renmek, dua etmek, tefekkür etmek, doğruyu-yanlışı ayırt et­mek gibi vazifeleri yoktur. Onlar sadece insana hayatı kolaylaş­tırmak için yaratılıp, insanın emri altına verilen düşünmeden yaşayan acizane varlıklardır. İşte insan ile hayvanın bir farkı da burada ortaya çıkmaktadır ki; o da hayvanla­rın düşünmemesi­dir. Akıllarını başka şeylere rabtedip, hayatın acıla­rını, hüzünle­rini ve sıkıntılarını görmezden gelmeye çalışan insanlar, aslında bir yerde, akıllarını atıp, hayvan olmaya çalışan ruhsuz varlıklar­dır. Mesela; malını-mülkünü ya da yakın akrabalarını kaybeden birinin, acılarını unutmak ve onları düşünmemek için kendini alkole vermesi gibi… Fakat şunu unutmamak gerekir ki, insan düşünmeden yaşayamaz. Geçmiş zamanın üzüntüleri ve sıkın­tıları her zaman için insana acı verir. Geleceğin endişesi de aynı şekilde insanı sıkan başka bir düşüncedir. İnsan geçmişin ve geleceğin kıskacından asla kendini kurtaramaz. İçinde bulun­duğu zaman ise, insanı çevreleyen zaman üçgeninin bir başka boyutudur. Ne zaman ki kaçıp kurtulmayı denese, zaman yine bir ahtapot gibi bütün bedenini ve ruhunu sarar. Hz. Ebu Hureyre’den nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle anlatılır:

“Hz. Peygamber (a.s.m.) bir gün, yere çubukla kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın orta­sından itiba­ren o ortadaki hatta dayanan bir kısım küçük çizgiler attı. Rasulullah (a.s.m.)  bu çizgilerini şöyle açıkladı: ‘Şu çizgi in­sandır, şu onu saran kare çizgisi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu musi­bet oku yolunu şaşırarak insana değmese bile, diğer biri de­ğer. Bu da değmezse ecel oku değer.’ ”

 İşte insan için, bir hayvan olmak da o ka­dar kolay bir mevzu değildir. Çünkü hayvanlarda ne geçmişin üzün­tüsü, ne geleceğin endişesi, ne sonsuz emeller, ne de onu çe­peçevre kuşatan bir ecel korkusu yoktur. O, bulunduğu zama­nın lezzetini, gerçekten hakiki bir lezzet olarak tadar ve gerisini unutur…

 İnsanı hayvandan ayıran bir başka husus ta şudur ki; insanın fertleri arasında şekil itibarıyla çok az farklı­lıklar olmasına kar­şı­lık ruh ve maneviyat itibarıyla dağlar kadar farklılıklar vardır.

Mesela; herkesin iki eli, bir ağzı, iki gözü, bir midesi, bir kalbi vs. olduğu halde bir kişinin sevdiği bir yemeği başka biri sev­meyebilir.

Birinin ilgi duyduğu bir sanat dalı, başka birinin ilgisini çek­meyebilir. Birinin savunduğu bir düşünceyi, başka biri yanlış bulabilir…

Ancak hayvanlar böyle değildir. Onlarda şekil itibarıyla çok farklılıklar bulunduğu halde ruh itibarıyla bü­tün hayvanlar eşit­tir. Mesela; bir balık ile kuş şekilleri yönüyle görünüşte çok farklı varlıklar olmalarına rağmen, ruhen eşittirler. Çünkü hay­vanların ruhları yetenekleri yönünden sınırlandırıldığı için ge­nişleyemezler. Bu yüzden hayvanalrın en küçüğünün ruhu ile en büyüğünün ruhu aynı fonksiyonu gösterir, bu yüzden eşittirler. Mesela; bir deve ile karıncanın ruhu, sadece kendilerine has görevlerini yaptıkları için eşittir. İnsanın ruhu daha önce de bahsettiğimiz gibi serbesttir, istediği uzaklığa gidebilir, istediği fikrin peşinden koşabilir, istediği düşünceyi kabul edebilir, iste­diği inancı sahiplenebilir. Bu sebeple insandaki benlik duygusu da çok çabuk beslenip, hemencecik kendini gösterebilir. Böyle olduğu takdirde insan, nemrutlar, fravunlar gibi o kadar alçalır ki, değeri zerreye eşit olur. Fakat kulluk yoluna girip, benliğini o yönde erittiği tak­dirde, o kadar yüselir ki iki cihanın güneşi olur. –HZ. MUHAMMED (A.S.M.) GİBİ -

 “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşıma­yanların durumu, kitaplar yüklü eşeğin du­rumu gibidir.” [6]

 

 

 


 

 

 

 



[1]    Araf 179

[2]    İşin garibi bu haldeki birçok insan da maymundan yani bir hayvandan geldiklerini söylerler ve insanlara, alemi de, kendileri gibi bir madde yığını olarak tanıtırlar. Bunu yapmalarının tek se-bebi ise insanları gayesizleştirmek ve bu yolla onları da kendileri gibi hayvani bir hayata teşvik ederek, Allah (c.c.) ile olan bağlarını koparıp, onları iğrenç emellerine birer kukla yapmak-tır. Günümüzdeki bir çok insan da -özellikle gençler- maalesef onların tuzaklarına düşmektedirler.

[3]    Kuvve-i Şeheviye: Dünyevi zevkleri arzulama hissi. Mesela; insanı, cinsellik, yemek, içmek, uyumak, konuşmak gibi fiillere yönelten his.  

[4]    Kuvve-i Akliye: İnsandaki çok geniş olan akıl gücü.

[5]    Kuvve-i gadabiye: İnsandaki öfke ve hiddetle ilgili his.

[6]    Cuma 5