USÛLÜ’’I-HADİS ŞERHİ 3

Takdim.. 3

Giriş. 3

Hadis'in Tarihçesi 3

Hadisin Önemi Ve Teşri'deki Yeri 4

Hadisin Tedvini 4

Hadis   Literatürü. 6

Hadis  İlimleri 6

İmam Bırgivî 7

(V. 981/1573) 7

Kitap Hakkında. 8

Şerhu Usûli'l-Hadis Li'l-Birgivî 8

Mukaddime. 8

Okuyucuya. 8

Birinci Bölüm.. 9

Hadis. 9

Sahabe. 9

Tabi'in. 9

Haber, Eser, Sünnet 10

Muhaddis, Hafız. 10

Hüccet, Hakim.. 10

İkinci Bolum.. 10

Kaynağına Göre Hadisler Merfu' Hadis. 10

Mevkuf Ve Maktu'  Hadisler 11

Üçüncü Bölüm.. 11

Senedine Göre Hadisler Sened, İsnad, Metin. 11

Muttasıl Hadis. 12

Munkatı'  Hadis. 12

Dördüncü Bolum.. 12

Senedinde Kopukluk Bulunmasına Göre Hadisler (Munkait  Hadisin Kısımları) 12

Mu'allak Hadis. 12

Mürsel Hadis. 12

Mu'dal Hadis. 13

Munkat1'  Hadis. 13

Mu'an'an Hadis. 13

Müennen Hadis. 13

Mudelles Hadis. 14

Beşi Nci Bölüm.. 15

Müsned Hadis. 15

Altıncı  Bölüm.. 15

Ravinin Kusurlarına Göre Hadisler Muzdarip Hadis. 15

Müdrec Hadis. 16

Şazz Hadis. 16

Münker Hadis. 17

Muallel Hadis. 18

Yedinci     Bölüm.. 18

Sıhhat Derecesine Göre Hadisler 18

Sahih Hadis. 18

Sıhhat Şartları 18

Sahih Lizatihi 19

Sahih Liğayrihi 19

Sahih Hadisin Mertebeleri 19

Şeyheyn'in Sıhhat Şartları 20

Hasen Hadis. 20

Hasen ve Zayıf Hadislerle Amel Etmek. 20

Hadis Tashihi 21

Sekizinci  Bölüm.. 21

Adalet, Zabt Ve Şartları A-Adaletve  Şartları 21

Ravi'nin Adaleti 22

B- Zabt Ve Şartlar 22

Dokuzuncu  Bölüm.. 23

Adaleti Zedeleyen Kusurlara Göre Hadisler 23

Mevzu Hadis: Ravinin Yalan Söylemesi 23

Hadis Uydurmanın Sebepleri Ve Hükmü. 23

Mevzu Hadisi Tespit Etmenin Yolları 23

Metruk Hadis: Ravinin Yalanla İtham Edilmesi 24

Ravinin Fas1k Olmasi 24

Mübhem Hadis: Ravinin Bilinmemesi 24

Cerh Ve Ta'dil 25

Merdut Hadis: Ravinin Bid'atçl Olması 25

Bid'atın Anlamı 26

Bidat'çının Hadisi 26

Onuncu  Bölüm.. 26

Zabtı Zedeleyen Kusurlar 26

1-2 -Aşırı Dalgınlık ve Yanılgı 27

3- Sikalara Muhalefet 27

4- Evhamlı Olmak. 27

5- Hıfzının Zayıf Olması 27

Onbirinci Bölüm.. 28

Ravi Sayısına Göre Hadjsler Garib Hadis. 28

Aziz Hadis. 28

Meşhur Hadis. 28

Haber-İ Vahid. 28

(Garîb, Aziz ve Meşhur Hadisler) 28

Mütevatir Hadis. 29

Garib, Aziz Ve Meşhur Hadise Genel Bakış. 29

Ferd-i Mutlak. 29

Ferd-i Nisbi 29

Zayif Hadis. 30

Hatime. 30


USÛLÜ’’I-HADİS ŞERHİ

 

Takdim

 

Haberleri isnadlarıyla birlikte rivayet etme özelliği ilk defa müslümanlar tarafından kullanılmıştır. Muhaddislerin icat ettiği bu isnad sistemi, ebediyyet vasfıyla mümtaz olan yüce dinimizi sömürge ve tahriflere maruz kalmaktan mu­hafaza etmiş, edebiyat başta olmak üzere sosyal içerikli ilimlere büyük Ölçüde tesir etmiştir.

Mesuliyet bilinci içerisinde mevzuyla ilgili veya diğer İslamî ilimlerde eksikliğini gidermek için öğrenim talebinde olan kimse, "nereden" ve "kimden" öğreneceğine dikkat et­mek zorundadır. Yeryüzünü Allah Rasulü (ASV)'nün sün­netine dair yazdıkları eserlerle dolduran ve yaşadıkları tak­va hayatıyla da davamıza ışık tutan büyük seleflerimiz ve asil haleflerinden hadis ilimlerini öğrenmek bizim için bir

zaruret ve aynı zamanda bir şereftir.

Elinizdeki kitap, şeriate düşkünlüğü ile bilinen XIV. yüz­yıl âlimlerinden mutasavvıf, aydın, İmam Birgivî'nin konuyla ilgili temel kaideleri ihtiva eden veciz üslubuyla ha­zırlamış olduğu Usûlü'l-Hadis metni üzerindeki Davud-i Karsî'nin, selefimizin hadis ilimleri hakkındaki eserlerini tahlilî bir yöntem ile inceleyerek hazırladığı şerhi'nin tercü­mesidir Neticesiz tartışmalarla okuyucuyu gereksiz yere oyalamadan değişik müelliflerin fikirlerini karşılaştırmış ve yer yer şahsi görüşlerini de belirtmiştir. Dolayısıyla bu ki­tap, iyi bir araştırmanın dikkatli bir hulasasıdir. Zaten tabi­atı gereği mevzu, nakil ve hulasa çıkarmayı gerekli kılmak­tadır. Çünkü ecdadımızın yerleştirmiş olduğu muhkem prensiplere yeni bir şey eklemek hiç kimsenin haddi değil­dir. Bu anlayış çerçevesinde hazırlanmış kitabın çevirisini yaparken:

Düzenleme şekli açısından klasik olan kitabın yapısını değiştirerek okuyucunun daha rahat faydalanabilmesi için, alışık olduğu üzere, konulara göre bölüm ve paragraflara ayırdık.

Metin ile şerhi birbirinden ayırarak okuyucuyu iki ze­min arasında götürüp getirmek yerine, çevirinin de karakterine daha uygun olan ikisini tek parça halinde sunmaya çalıştık.

Metni gibi şerhi de veciz olan kitabın hadis kısımlarına diğer kaynaklardan misaller getirerek ve faydalı olur düşüncesiyle nüsha muharriri Mustafa Şevket Efendinin bazı haşiyelerini yer yer dipnot şeklinde ekleyerek konuların da­ha rahat anlaşılmasına çalıştık.

Dil bakımından edebi ve sanat eserlerinin tam tercümesi çok nadir olduğu için kitapta tek kelime veya cümleyle an­latılması zor olan cümle ve kavramlara parantez içinde ya da dipnot şeklinde açıklık getirdik.

Kitabı okurken okurun mevzuya karşı yabancılık çek­memesi amacıyla kitabın başına diğer kaynaklardan derlediğimiz 'hadisin tarihçesi, 'hadisin önemi ve teşrideki yeri', 'hadisin tedvini1, 'hadis literatürü1 ve 'hadis ilimleri' konula­rından oluşan giriş bölümünü ekledik.

Kültür ve düşünce sistemini yabancılardan alarak yer­yüzünde bir bedbaht gibi yaşamayı düşünmek bile istemeyen müslüman kimse hadis usûlü ve hadis metinlerinden oluşan sahih hadis kitaplarını mutlaka incelemelidir. Ancak bu sayede en doğru şekliyle Asr-ı Saadet'i görebilecek ve o Büyük Peygamber (ASV) ile ashabı (RA)'ın hayatlan üzeri­ne ebediyete namzet bir toplum oluşturmaya manen teşvik edildiğini anlayacaktır.

Böyle bir çalışmaya cüret etmekle haddimizi aştığımıza ve fazlasıyla taksirat yaptığımıza inanıyor; Allah (Celle Ce-laluhu)'dan mağfiret ve rahmet, üstadlanmızdan da şefkat ve hüsnü niyet diliyoruz.

Başarı Allah (Celle Celaluhu)'dandır.

Mütercim 03. 06. 2002 /ELAZIĞ

 

Giriş

 

Hadis'in Tarihçesi

 

Hadis kelimesi "eski" anlamındaki kadîm'in zıddı, tahdis mastarından isim olup haber manasına gelirken, Rasulullah (ASV)'Ia birlikte farklı bir anlam kazamış, adeta Allah(Celle Celaluhu)'m ezeli kelamı olan Kur'an-i Kerim'in açıklaması kastedilerek Rasulü Ekrem (ASV)'in sözlerine, fiillerine ve tasvip ettiği şeylere denilmiştir. Hadis âlimleri Rasulü Ekrem (ASV)'in yaratılışıyla ilgili özelliklerini ve ahlaki vasıflarını da hadisin kapsamına almışlardır.

Kendi sözleri hakkında hadis kelimesini ilk defa Rasulü Ekrem (ASV)'in kullandığı anlaşılmaktadır. Nitekim Ebu Hureyre'nin kıyamet gününde kendisinin şefaatine kimin nail olacağını sorması üzerine Allah'ın Rasulü (ASV): "Ey Ebu Hüreyre, hadise olan merakını bildiğim için bu hadis hakkında ilk soruyu senin soracağını tahmin ediyordum." de­miştir. [1]

Bazı âlimler, hadis teriminin kapsamını genişleterek sa­habe ve tabi'în'in şahsi fetvalarını da bu kapsama almışlar.

Rasulullah (ASV)'a ait olana merfu', sahabeye ait olana mevkuf, tabiîn'e ait olana da maktu1 demişlerdir. Sonraları bu terimlerin hepsine 'haber' kelimesi kullanılmaya başla­nınca bazı âlimler sadece merfu' rivayetlere hadis demişler­dir. Yine ilk devirlerde, bu anlamdaki 'haber' kelimesi yeri­ne 'eser' kelimesi de kullanılmıştır.

Hadis ile sünnet'in kapsamlan konusunda farklı görüş­ler bulumakla beraber eş anlamlı olarak kullanılması daha fazla rağbet görmüştür. Ibni Teymiye gibi bazı âlimler sün­net ve hadisin çerçevesini daha da genişleterek Rasulullah (ASV)'m ahlakını, şemailini, bi'setten önce söylediklerini ve yaptıklarını bu çerçeve içine almışlardır.

 

Hadisin Önemi Ve Teşri'deki Yeri

 

"İnsanlar için bir hidayet ve rahmet" kaynağı olmakla, ih­tilafa düştükleri konularda onlan aydınlatan Kur'an-ı Ke-rim'in kendisine nazil olduğu bir peygamber' in sözü olarak hadisler, üstün bir değer ifade eder. Bunun yanında Kur'an'ı herkesten iyi anlayan ve ayetlerindeki ilahi maksadın ne ol­duğunu en iyi bilen Allah Rasulü (ASV)'nün görüşü olarak da büyük önem taşır. Allah Rasulü (ASV)'nün insanlara sözleriyle açıkladığı, fiilleriyle uygulanışım gösterdiği ilahi emirlerin başında namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler gelir. Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılı­nacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekat'ın hangi mallardan ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı gibi hususlar Kur'an'da yer almayıp hadislerle açıklık kazanmıştır. İslam  hukukunun birçok meselesi hadislerden verilen bilgilerle çözüme kavuşturulmuştur. Bu bakımdan hadis, Kitab'm yardımcısıdır. Bunu üç maddede özetleyebiliriz.

1) Hadis, Kitab'ın mübhem ve mücmellerini açıklar, ge­nel hükümlerim özelleştirir, cumhura göre nasih ve mensu-hu bildirir. Bu madde için yukarıda zikrettiğimiz namaz, oruç, hac ve zekatı misal olarak verebiliriz.

2) Hadis, Kur'an'da asılları sabit olan farzlara tamamla­yıcı hükümler getirir. Buna örnek olarak liân'ı zikredebilriz. Kur'an, liân'ı bütün teferruatıyla bildirmiş, sünnet de li-ândan sonra karı-kocanın birbirinden ayrılacağım, çünkü aile hayatının temelini oluşturan güvenin kalmadığını açık­lamıştır.

3) Hadis, Kur'an'da bulunmayan bir kısım hükümleri açıklar. Mesela ehlî eşeklerle yırtıcı kuşların etinin yenmesi­ni haram kılan ve diyetlerle ilgili birçok hükümleri tesbit eden hadisler gibi.

Kur'an-ı Kerim'de temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen ahiret hayatıyla ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mizan, cennet ve ce­hennemdeki hayat gibi konular da hadis sayesinde öğreni-lebilmektedir.

Ahlaki faziletler, manevi ve ruhi gelişimi sağlayacak İslami adab, davranışlar biçimi ve kurallar gibi Müslüman'ın şahsiyetini oluşturan ve tüm hayatım ibadete çevirmeye müsait olan konularda okunan vahy'in (Kur'an'm) Müslü­manlar arasında gözler önünde yaşayan vahye dönüşmesi itibariyle hadise bakıldığında, kalplere kuvvet veren önem­li bir güç kaynağıdır. Bunun yanında aile hayatı için davraniş biçimleri, içtimaî ve ticari münasebetleri düzenleyen hükümler, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler gibi konularda da hadisler oldukça önem arz etmektedir.

Allah Rasulü (ASV) 'ne otuzdan fazla ayette, özellikle de

"Rasul'ün size verdiğini alın, yasakladığından da sakının [2]şeklindeki kesin bir talimatın bulunması, Rasulullah (ASV)'m ortaya koyduğu uygulamanın benimsenme­si gerektiğini göstermektedir.

"Hayır! İş bildikleri gibi değil. Rabbine and olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp da, son­ra verdiğin hükümden içlerinden hiç bir darlık duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar [3]ayeti de Allah ile Peygamberin verdiği hükümle­re Müslümanların aykırı davranma serbestiyetinin bulun­madığını göstermektedir.

"And olsun ki sizin için Allah'ı ve ahiret gününü arzu eden ve Allah'ı çokça anan kimseler için Allah'ın Rasulünde pek güzel bir örnek vardır.[4] ayeti ise Hazreti Peygamber (ASV)'in söz ve fiillerinin Müslümanlar için vazgeçilmez bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır.

İmam Şafiî dahil olmak üzere Hassan b. Atiyye'ye [5] varıncaya kadar İslam âlimlerinin büyük bir kıs­mı Kur'an'ı vahy-ı metluv (okunan vahiy), bunun karşılığın­da hadis veya sünneti de vahy-ı gayri metluv (okumayan va­hiy) saymışlardır. Ancak hadisler; lafız olarak Allah (c.c)'a ait olmaması, mu'dz olmaması, bizzat Rasulullah (ASV)'ın emriyle tamamının yazıya geçirilmemesi ve ibadet maksa­dıyla ezberlenip okunmaması bakımından Kur'an'dan ay­rılmaktadır.

Son asrın İslam âlimi Üstad Bediüzzaman'ın bu konuda­ki açıklamasının özü şudur:

"Vahiy iki kısımdır: Biri, vahy-ı sarihi'dir ki Rasulü Ek­rem (ASV)'m onda müdahelesi yoktur. Kur'an ve bazı kudsî hadisler gibi.

İkincisi, vahy-ı zımni'dir. Şu kısmın özü vahiy ve ilham'a dayanır; fakat açıklaması Rasulü Ekrem (ASV)'e aittir. O, vahiy'den gelen öz hadiseyi açıklayıp tasvir ederken Rasu­lü Ekrem (ASV), bazen ilhamla veya vahiyle veya da kendi ferasetiyle beyan eder. Kendi içtihadıyla yaptığı açıklamayı ya peygamberlik vazifesi noktasında Yüce Allah'ın gücüyle, yahut insan olması noktasında örf, adet ve avamın anlayış seviyesine göre beyan eder.[6]

Hadisin Tedvini

 

Arapların ezberleme yetenekleri, eskiden beri şiir, hita­bet ve neseb bilgileri gibi kültürlerini şifahi yolla nakletme geleneğine sahip olmakla çok gelişmişti. Allah (c.c) ile devamlı irtibatta bulunduğunu bildikleri Rasulü Ekrem (ASV)'e samimiyetle bağlandıklan için O'nun her buyruk ve hareketi­ni büyük bir dikkatle takip ederek hafızalarına nakşediyorlar­dı. Yazılı kaynaklara önem veren çağdaş zihniyetin aksine o günün insanları fevkalâde bir hafıza gücüne sahipti. Sade ve tabiî yaşayışları sebebiyle zihinleri berraktı. Hz. Peygamber (ASV)' in bazı önemli sözlerini üçer defa tekrarlaması ve keli­meleri sayılacak derecede yavaş telaffuz etmesiyle dinleyici­ler, söylediklerini kolayca ezberleyebiliyorlardı. Bunun yanın­da Abdullah b. Amr b. As gibi okuma-yazma bilen genç ve dikkatli sahabilerle hafızasının zayıflığından şikayet edenlere hadisleri yazma iznini vermiştir.

Kur'an'm ihmal edileceği düşüncesiyle hadislerin yazılma­sına karşı olan sahabiler (ra.m), sonradan dikkatsiz ve sami­miyetsiz ravileri görünce talebelerine hadis yazdırmışlardır.

Hadislerin tedvin'ini hızlandıran sebeplerin başında Hz. Osman(r.a.)'ın şehid edilmesinden sonra Hariciye gibi siyasi mazheplerin, 1. y.y'dan sonra da Kaderiye, Müşebbihe gibi batıl itikadi mezheplerin ortaya çıkması gelir. Bu fırka ve mez­hep taraftarlarının, işlerine gelmeyen hadisleri inkâr etmeleri, görüşlerini takviye etmek maksadıyla hadis uydurmaları, ha­dis toplamakla meşgul kişileri konu üzerine düşünmeye ve önlem almaya sevk etmiştir. Hicri 1. y.y'in ilk yarısından itiba­ren rivayette isnad konusu gündeme gelmiş, bunun sonucun­da raviler titizlikle takip edilmiş; yaşayışları, dindarlık ve dü­rüstlükleri, bid'atla ilgileri bulunup bulunmadığı, yalan söyleyip söylemedikleri, hafızalarının zayıf olup olmadığı araştı­rılmış ve böylece Hicri 1. y.'da cerh ve ta'dil ilmi

Hadis malzemesinin daha büyük bir tarzda toplanması işine Emeviler idaresinin Ömer b. Abdülaziz döneminde başlanmıştır. Halife; âlimlere, valilere ve Medine valisi Ebu-bekir b. Hazm'a gönderdiği yazıda âlimlerin ölüp gitmesiy­le hadisin yok olmasından endişe duyduğunu bu sebeple hadislerin araştırılıp yazılmasını istediğini bildirmiştir. Em­ri ilk yerine getiren ve hadisin ilk müdevvini olarak tarihi yerini alan zat Muhammed b. Müslim b. Şihab ez-Ziih-ri(v.l24)'dir. Bu zatın yazdığı hadis mecmuaları çoğaltılarak değişik bölgelere gönderilmiştir.

Hadisleri bablara göre sıralamaya kimin daha önce baş­ladığı bilinmemekle beraber rivayetlere göre ilk çalışmayı el-Musannef diye anılan eserleriyle Mekke'de İbni Cüreyre [7] Yemen'de Ma'mur b. Raşid, Basra'da İbni Ebu Arube ile Rabi b. Sabih, Kufe'de Süfyan es-Sevri, Medine'de Malik b. Enes, Horasan'da Abdullah b. Mübarek, Rey'de Cerir b. Abdulhamid, Şam'da Valid b. Müslim gibi muhaddisler yapmıştır. Bu y.y.'m güvenilir ravi ve isabetli tenkitçileri arasında Abdurrahman el-Evzai, Şu'be b.Haccac, Hamad b. Seleme ve Leys b. Said bulunmaktadır.

2 y.y ile 3. y.y'm ilk yarısında getirilen hadis kitaplarının çoğunda hadisler, sahabeye ait görüşler ve tabi'în'in fetvala­rından ayrılmamıştır. Malik b. Enes'in 'el-Muvatta' adlı ese­ri bu tür eserlerin belirgin özelliğini taşımaktadır.

Hicri 3.(M 9.) yy'da hadis kitaplarındaki en yaygın şekil, hadislerin ravi adlanna ve konularına göre tasnif edilmesi­dir. Bu müsnedlerin ilk musannifleri hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber Ebu Davud et-Teyalisi(v.204)'nin elMüsned'i ile Mekke'de kaleme alınan ilk müsnedlerden Abdul­lah b. Zubeyr el-Humeydi (v.834)'nin el-Müsned'i ve en hacim­li hadis külliyatından Ahmed b. Hanbel (v.241)'in el-Müsned'i günümüze ulaşmıştır. Bu yüzyılın tasnif edilen en önemli ha­dis kitapîan olarak Kütüb-i Sitte kabul edilmektedir.

Hicri 4. (M 10.) y.y'da artık hadislerin kitaplarda toplanma­sı dolayısıyla, orijinal kitap telifi yerine mevcut hadis kitapla­rından derlemeler yapılmıştır. Bu yüzden 4. y.y'm başı; müte-kaddimin döneminin sonu, müteahhirin devrinin başlangıcı olarak kabul edilir. Dönemin en tanınmış muhaddisi Ebu Ya'la el-Mevsilî (v. 304)'dir. îbni Cerir et-Taberi bir müsned ve usûl kitabı olan Tehzibu'l-Âsâr'ını yazmıştır. İsmail, el-Müs-tahrec adlı eseriyle ilk "müstahrec" türü çalışmayı başlatmış­tır. Ebu Cafer et-Tahavi, İbni Hibban, Taberani ve Darekutni devrin önde gelen muhaddislerindendirler.

Daha sonraki çalışmalara kaynaklık eden önemli dirayet kitapîan da bu dönemde telif edilmiştir. İbni Ebi Hatim'in el-Cerh ve't-Ta'diI'i ile Ramhurmuzi'nin el-Muhaddisu'I-Fasıl Beyne' r-Ravi Ve'l-Vai adlı ilk usûlü hadis çalışması, İb­ni Abdi'nin zayıf raviler hakkındaki el-Kamil fi Duafai'r-Ri-cal'i, Hattabi'nin i'lamu's-Sünen adlı sahasında ilk şerh ça­lışması, Halef el-Vasıti'nin Etrafu's-Sahihayn adlı ilk 'etraf Örneği ve Hakim en-Nisaburi'nin usûlü hadise dair ilk ve önemli kaynaklardan Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis adlı kitabı bu tür eserlerdendir.

Hicri 5. (M 11.) y.yda yapılan çalışmaların temel özelliği değişmemiştir. Yüzyılın ilk yarısında Ahmed b. Huseyn el-Beyhaki Ma'rifetu's-Sünen ve'1-Asâr adlı eserinde Şafiî fıhinin dayandığı yirmi bin küsur hadisi, sahabe ve tabizîn sözünü toplamış; Hatıb el-Bağdadî de dirayetü'l-hadis'in çeşitli dallarında eser yazmış, el-Camirli Ahlaki' Ravi ile el-Kifaye fi İlmi'r-Rivaye adlı muhteşem eserlerini kaleme almış ve bu iki âlim döneme damgalarını vurmuşlardır.

Asrın ikinci yansında ise Hasan b. Ahmed es-Semerkan-di(v.49I)'nin Bahru'I-Esanid Fi Sıhahi'l-Mesanid (günümüze ulaşmamıştır) adlı eseri ile Beğavi'nin Kütüb-i Sitte başta ol­mak üzere sahih kaynaklardan seçtiği hadisleri "Sıhah" ve "Hısan" başlığıyla bir araya getirdiği eserleri oldukça önem­lidir. Hatıb et-Tebrizi ve Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi asrın diğer muhaddislerindendirler.

Hicri 7. (M 12.) yy.'dan itibaren hadis çalışmaları eskiye göre azalmıştır. İbnu's-Salah eş-Şehrezurî, usûlü hadis çalış­malarının mihverini teşkil eden ünlü Mukaddime'sini kale­me almıştır. Asrın en velud âlimlerinden İmam Nevevi, da­ha çok içtimaî ve ahlakî mahiyetteki hadisleri ihtiva etmesi özelliğiyle günümüzde de elden düşmeyen Riyazu's-Sali-hin adlı eseri ile dua ve zikir konusunda hadisleri bir araya getiren el-Ezkar'mı kaleme almış, ayrıca usûlü'I-hadis ala­nında da önemli eserler yazmıştır. Munziri, et-Terğib ve't-Terhib'ini, Radiyuddin es-Sağani, Buharî ve Müslim'den seçtiği hadislerinin topladığı ve uzun yıllar ders kitabı ola­rak okutulan Meşariku'l-Envari'n-Nebeviyye adlı eserini bu çağda yazmıştır. Ebu'l-Fida'nın İbni Kesir'in Kütüb-i Sitte başta olmak üzere birçok eseri esas alarak yazdığı fakat gözlerini kaybettiği için sonunu getiremediği, buna rağmen 35463 rivayeti topladığı Canıiu'I-Mesanid  ve's-Sünen adlı eseri büyük bir gayretin mahsulüdür. Suyuti, Cemu'1-Ceva-mi' adlı eseriyle İbni Kesir'in başlattığı çalışmayı ilerletmiş­tir.

Hicri 9. (M.15.) y.y'ın göze çarpan çalışmalarından biri 'zevaid' kitaplarının tasnifidir. Çağının yegane hadis hafızı olarak bilinen İbni Hacer el-Askalani'nin tanınmış müsned-lerden Kütüb-i Sitte'de yer almayan hadisleri bir araya ge­tirdiği el-Metalibu'1-Aliye'si ile Nureddin el-Heysani (v.807)'nin Mecmeu'z-Zevaid'i bu türün örneklerindendir, ibni Hacer'in Fethu'1-Bari ile el-İsabe Fi Temyizi's-Sahabe adlı eserleri oldukça önemlidir. Muhammed b. Abdurrah-man'in (v.902) Mekasidu'l-Hasene' si ile İsmail b. Muham­med el-Aclûnî ( v.H62)'nin Keşfü'1-Hafa ve Müzilü'l-Libas Ammeştehere Mine'l-Ehadisi Ala Elsineti'n-Nas adlı eserle­ri, yaygın hadisleri, hikmetli sözleri ve mevzu' hadisleri bir araya getirmiştir. Celaleddin es-Suyuti'nin vefatı nedeniyle tamamlayamadığı 200000 civarında hadisi bir araya getir­meye çalıştığı el-Camiu's-Sağir adlı eseri dönemin önemli hadis çalışmalarıdır. Muttaki el-Hindi'nin Kenzu'l-Ummâl fi Süneni '1-Ekval ve'1-Ef'al adlı eseri dönemin en hacimli ha­dis metinleri mecmuasıdır.

 

Hadis   Literatürü

 

Rasulü Ekrem (ASV)'in sözlerinin yazıya geçirilmesiyle ortaya çıkan 'sahifeler', hadis literatürünün ilk yazılı örne­ğini teşkil etmiştir. Hadislerin Asr-ı Saadet devrinden itiba^, ren sözlü ve yazılı olarak tesbit edilmesi faaliyeti, müslmanian değişik türde çalışmalar yapmaya sevk etmiştir.

Önceleri herhangi bir sistem gözetilmeden hadislerin ay­nen tespiti en Önemli mesele iken sonraki dönemlerde hadis malzemesinden daha kolay faydalanma ve aranan hadisle­re daha çabuk ulaşma gibi ihtiyaçları farklı metodlarla aşa­ğıda sıralayacağımız türlerden kitap telifini zaruri kılmıştır.

1-Sahifeler: Muhtelif vesilelerle Rasulü Ekrem (ASV) ta­rafından yazdırılan mektup, musalahananleler ve ahidna-meîerle bazı sahabiler tarafından kaleme alman sahifeler, Asr-ı Saadet devrinin ilk belgeleridir. En önemlileri; Abdul­lah b. Amr, Sa'd b. Ubade, Muaz b. Cebel, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Abbas ve Enes b. Malik'e ait olan sahifelerdir.

2-Cüz'ler: Sahabeden veya daha sonra gelen birinden ri­vayet edilen hadislerin bir araya toplanmasıyla oluşan kitaplardır.

3-Sahih Hadis Kitapları: Hadislerin tedvini tamamlan­dıktan sonra ya konularına göre veya ravi adlarına göre tas­nif edilmeye başlanmıştır. Sahih-î Buhari ve Kütüb-i sittenin diğer kitapları gibi.

4-Müsnedı!er: İslam'a giriş sırası esas alınarak sahabe adla­rına veya nesebine göre hadislerin zikredildiği kitaplardır. En önemlileri; Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, İmam Malik'in el-Muvatta'ı, Humeydi ve Baki b. Mahled'in Müsnedleridir.

5-Mecmu'lar: Şeyhlerin veya şehirlerin yahut kabilelerin adlarına göre hadislerin alfabetik olarak sıralandığı kitap­lardır. En meşhurları; et-Taberi'nin el-Kebir, el-Vasit ve es-Sağir adlı mecmualarıdır.

6- Câmi'ler: Sekiz tane olduğu kabul edilen bütün hadis kitablarını içine alan kitaplardır. Buhari'nin el-Câmiu's-Sa-hih'i gibi.

7-  Müstedrekler: Bir müellifin, şartlarına uygun olduğu halde kitabına almadığı hadislerin toplandığı kitaplara ve­rilen addır. En meşhuru; el-Hakim Ebu Abdillah en-Nisabu-ri'nin sahihayn üzerine yaptığı müstedrektir.

8- Müstahrecler: Muhaddisin herhangi bir kitabın hadis­lerini o kitabın müellifinin senedleriyle değil kendine ula şan başka senedlerle rivayet etmesidir. Ebubekir el-İsma ili'nin Buhari üzerine yaptığı müstahrec gibi.

9-Sünenler ve Ahkâm Kitapları: Öncelikle ahkâma dair hadisleri fıkıh kitaplarındaki sıraya göre derleyen kitaplar­dır. Sünen-i İbni Mace gibi.

 

Hadis  İlimleri

 

Bizim konumuz olan usûl-i hadis ilmi, hadisin metin ve ravisini çeşitli yönleriyle incelemeye tabi tuttuğundan asır­lardan beri üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu nedenle çok geniş ve önemli bir alan kapsayan bu ilim alanını oluş­turan ilim dallan vardır. Önemlileri şunlardır.

1-Cerh ve Ta'dil İlmi: Kavileri sıka veya zayıf oluşlarına göre ele alan bir dal­dır. Hakim en-Nisaburi'den itibaren ele alınmıştır. Bu ilme dair ilk usul kitabı Taceddin es-Sübki'nin el~Kaide fi'1-Cerhi ve't-Tadü'dir. Derlitoplu kitaplar arasında İbni Sa'd ez-Zühri'nin 15 ciltlik et-Tabakat'ı vardır.

2-Muhtelefü'I-Hadis İlmi:  Aralarında birleşme imkânı olmakla beraber dış görünüşü bakımından tezat teşkil ediyormuş gibi görünen hadisle­ri inceleyen ilim dalıdır. Bu sahada İmam Şafiî (İhtilafü'l-Hadis), İbni Kuteybe (Te'vilu muhtelifü'l-hadis), Ebu Yah­ya Zekeriya b. Yahya es-Saci ve Ibnü'l Cevzi eser yazmışlar.

3-İlelü'I-Hadis İlmi: Hadisin sıhhatini zedeleyen ve ancak hadis otoriteleri ta­rafından anlaşılan gizli sebeplerden bahseden bir ilimdir. Bu alanda Darekutni (El-İlelü'1-Varide Fil-Ehadisi'n-Nebe-viyye), İbnü'l-Medeni, İmam Müslim, ibni Ebi Hatim ve Ib-nü'1-Cevzi eser yazanlar arasındadırlar.

4- Garibü'I-Hadis İlmi: Hadis metinlerinde geçen nadir(garip) kelimeleri incele­yen bir ilimdir. Bu konuda İbni Esir (En-Nihaye Fi Garibi'l-Hadis), Suyuti (Ed-Durru'n-Nesir Telhisu Nihayeti İbni Esir), İbni Kuteybe ve Zemahşeri eser yazanların başlıcalarıdır.

5-Esbâbu Vurudi'l-Hadis İlmi: Hadislerin hangi sebeple, nerede ve ne zaman söylendi­ğini araştıran ilimdir. Bu alandaki eserler; Suyutî'nin Esba-bu Vurudi'l-Hadis, İbni Hamza el-Hüseyni'nin El-Beyan Fi Ta'rifi Vurudi'l-Hadis belli başlı olanlardır.

6- Nasih ve Mensûh İlmi: Bir kısmı nasih, bir kısmı da mensûh olduğu için arala­rını telif imkânı bulunmayan gibi görünen hadisleri incele­yen ilimdir. Bu alanda yazılan meşhur eserler; Ebubekir el-Esrem'in (v.26I) Nasihü'l-Hadis ve Mensuhuhu, Hazimi'nin el-İ'tibar Fi Beyani'n-Nasihi ve Mensuhihi Mine'1-Asar ve İbnü'l-Cevzi'nin Ahbaru Ehli'r-Rusuh'udur.

 

İmam Bırgivî

 

(V. 981/1573)

 

Çeşitli sahalarda eser veren 14.yüzyıl büyük İs­lam alimi olup asıl adı Takiyüddin Muhammed' dir. Birgili"[8] diye de bilinmektedir. 10 c.evvel 929 (27 Mart 1523) tarihinde Balıkesir'de doğdu. Zaviye mensubu âlim ve faziletli bir kişi olan babası Pir Ali, Balıkesir'de Müderristi.

Birgivî, ilk tahsilini babasının yanında yaptı. Arapça, Mantık ve diğer ilimler okudu; Kur'an'ı ez­berledi. Daha sonra İstanbul'a giderek Küçük Şem-seddin'den ders aldı. Haseki Medresesi'ne girdi; dönemin tanınmış âlimlerinden Ahizâde Mehmed Efendi ve Abdurrahman Efendi'nin öğrencisi oldu. İcazet alarak müderrislik payesini aldı. Bir süre medreselerde müderrislik yaptı. Burada camilerde vaaz veriyor, bid'atlarla mücadele ediyor ve halkı Kur'an ve Sünnete uymaya davet ediyordu. Kabir­ler üzerinde türbe yapılması,  mum  yakılması  ve ücret   karşılığında   Kur'an   okunması   gibi   yaygın bid'atlarla mücadele etti.Para vakf etmenin caiz olmadığını savunurken Şeyhülislam Ebussuud Efen­di ve diğer âlimlerle münakaşaya girdi.

Halkın bid'atları terketmesinden ümidini kesen Birgivî, Birgi medresesinde ömrünün sonuna kadar ülkenin her ta­rafından gelen talebelere ders verdi; irşad ve telif faaliyetle­rini sürdürdü ve bu sebeple Birgivî nisbetiyle meşhur oldu.

Birgivî, şeriatı korumak için her bid'atm şiddetle aleyhin­de bulunmuş tavizsiz bir ilim adamıdır. Nitekim dönemin­de çok yaygın anlayışa rağmen hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine devlet ileri gelenleri de dahil olmak üzere her seviyedeki yöneticilerde ve görev­lilerde gördüğü kusurları cesaretle tenkit etmiştir. Nitekim Sadrazam Sokullu Mehmed Paşaya, adaletsizliklerle müca­dele etmesi için tavsiyelerde bulunmuştur. Bazı haksız men­faatler elde ettiği, devlet işlerinde nüfuz sağladığı gerekçesiy­le 2. Selim'in hocası Abdullah Efendiyi de ikaz etmiştir.

Dini konularda son derece titiz olan Birgivî şeriat'ten kıl kadar ayrılmayı bile hazmetmeyerek yazdığı risalelerde bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamıştır. Yazdığı et-Tarikatü'1-Mulıammediyye'nin sarihlerinden ünlü muta­savvıf Abdulğani en-Nablusi(v.U43/1731) Birgivî'nin Ehl-i Sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil, tasavuf adına bir yığın hurafe çıkaranları tenkit ettiğini belirtir.

Kaynaklardan Birgivî'nin çok yoğun bir tasavvufî hayat yaşadığı görülmektedir. Bununla birlikte, daha sonraki bir­çok Osmanlı ilim ve devlet adamının, imparatorluğun içine düştüğü gerilemenin sebepleri olarak gösterdiği sosyal ve ahlaki bozulmaları Birgivî'nin daha o zamanlarda görmesi, dönemin Osmanlı uleması içinde sosyal gelişmeleri takip eden az sayıdaki aydınlardan biri olduğunu gösterir.

Birgivî, İslam ilimleri alanında büyük bir hizmet ifa et­miş ve haklı olarak yaygın bir şöhrete kavuşmuştur. İslam dininin iki ana kaynağı Kur'an ve Sünnet'in dili olan ve İs­lam medeniyetinin müşterek lisanı haline gelen Arapça'nın, Arap olmayan müslüman milletler tarafından öğrenilebil­mesi için büyük gayretler sarf etmiştir.

981 yılı c.evvel(Eylül-1573)'de vebaya yakalanarak 52 ya­şında vefat etti ve Birgi'de defnedildi.

Eserleri: Çeşitli ilmi sahalarda, çoğu Arapça olmak üzere tespit edilebilmiş altmışa yakın eserlerinin başlıcaları:

1- Avâmil(Nahiv),

2- İzharü'l-Esrar(Nahiv)

3- İmtihanü'l-Ezkiyal(Nahiv)

4- Et-Tarikarü'1-Muhammediyye (Ahlak-Tasavvuf)

5- Vasiyetname (Fıkıh)

6- Ahvalu Etfali'l-Muslimin (Akaid)

7- Tefsirü'l-Sûreti'l-Bakara(Tefsir)

8- Risale Fi Usûli'l-Hadis [9]

 

Kitap Hakkında

 

Şerhu Usûli'l-Hadis Li'l-Birgivî

 

Davud-î Karsî (v.H69/1756) öğrencilerine Sahih-i Buhari'yi okutmadan önce hadis usûlü'ne dair bilgi vermek için Birgi-vî'nin konuyla ilgili Arapça risalesini şerh etmiştir. Süleyma-niye Kütüphanesinin çeşitli bölümlerindeki 17 ve Beyrut Dev­let Kütüphanesindeki üç nüshasının yaraşıra dünyanın çeşit­li kütüphanelerinde birçok nüshası bulunan şerhin aynca bir­çok baskısı yapılmıştır.[10]

Eser, hem ilim erbabının hem de öğrencilerin ilgisini çekmiş, bu sebeple tercüme edilmiş ve üzerine haşiyeler yazılmıştır. Galata kadılarından Babakalelİ Abdulaziz Efen­dinin Mukarribu't-Talibin adıyla yazdığı eserin Türkçe ter­cümesi yapılmıştır. (İstanbul-290h.) İstanbullu Mustafa Şevket Efendi ile Medine Mahmudiye Medresesi müderris­lerinden Yusuf Şükrü el-Harputî tarafından yazılan haşiye de basılmıştır.(İstanbuI-293)

Elinizdeki kitap, Mustafa Şevket Efendinin orjinal hattıy­la 1326. hicri yılında hazırlayıp üzerinde haşiye yazdığı nüs­hanın tercümesidir. Usûlü'l-Hadis risalesinin sarihi Davud-i Karsı 18. y.y. Osmanlı ulemasmdandır. Davud b. Muham-med el-Karsî el-Hanefi olarak ismi kaynaklarda geçmekte­dir. Temel medrese eğitimini Kars yöresinin tanınmış âlim­lerinden aldıktan sonra İstanbul'a gelerek ruûs imtihanında başarılı olduğu halde, zahidane bir hayat yaşamış olmasın­dan dolayı resmi makamlardan ve resmi görevlerden uzak kaldığı, kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre Mısır'a gidip ders vermiş, 1153 h.de İstanbul'a dönmüş, Birgi Ulu Camiî Medresesinde müderrislik yapmıştır. Çeşitli ilmi sahalarda yazdığı eserlerin bazılarının muhtevasından onun batini fikirler karıştırılmış tasavvufî anlayışlarla mü­cadele ettiği, bunlara karşı Asr-ı Saadetin 'ihsan' anlayışım savunduğu anlaşılmaktadır. 1169 h.yılmda vefat etti; vasiye­ti gereği Birgivı'nin yanına defnedildi.

Çeşitli sahalarda yazdığı eserlerden, kaynaklardan şu ana kadar 24 tanesi tespit edilebilmiştir.

 

Mukaddime

 

İlmiyle amel eden, alimleri ve adil muhaddisleri aziz kı­lan, birbirinden kopmadan ardısıra gelenlerle kopuk olarak gelen ve hadis ilimlerine vakıf hafızları yüksek kılan Al-lah(c.c.)'a hamd, nebilerin ve rasullerin Efendisine, âline, as­habına ve takipçilerine salat ve selam olsun.

Rahmeti bol olan Allah(c.c.)'ın fakir kulu Davud bin Mu­hammed el-Karsî el-Hanefi -Allah(c.c) onu gizli ve açık lüt-funa mazhar kılsm-der ki:

"Buhari-yi Şerif (Sahilvi Buhari) kitabını ders olarak okutmak istediğim sırada ona başlamadan önce USÛL-İ HADİS'ten bir risale okutmanın daha uygun olacağını anla­dım. Çünkü Buhari'yi okumak usûl-i hadisi bilmeyi gerek­tirir. Usûl-i hadis risalelerinden de bundan(Birgivi'nin usûl-i hadis'i) daha güzelini bulamadım. Çünkü bu(risale), dü­zenleme şekli açısından en güzeli, araştırma şekli açısından eksiksiz olanı ve lazım olan esasları ihtiva açısından en kap-samlısıdır. (K.nnnklardan) edindiğim bilgilere göre bu risa­le, İmam-ı Ailame, fazilet ve keramet sahibi, asrının eşsiz araştırmactfl vo inceleyicisi Muhammed el-Birgivî Efendi rahmetullahi aleyhi-nindir. Lakin bu risale (mücmel anla­tım tarzı nedeniyle) ne bana ne de talebelere ikna edici gel­mediği için talebeler, meselelerin kaynağını ve ihtiva etme­diği, kaideleri de usûl kitaplarından derleyerek, onu kısaca açıklayacak şekilde şerh etmemi istediler. Ayağımı kaydır­maktan, hak'tan yanlışa meyletmekten koruması ve kötü olan sözlü ve fiili çekişmelerden uzak tutması için Al-lah(c.c.)'a yakararak şerhine başladım.

Feryat ve bağrışma günü olan kıyamet gününde fayda­lanabileceğim en iyi mühimmat olması dileği ile...

( Davud b. Muhammed el-Karsî el-Hanefi )

 

Okuyucuya

 

inananda, pratiğinde ve sözünde sadık olan ilim okuyu­cusu; öğrenimiyle Allah(c.c.)'a yakınlaşmayı amaçlayan, Allah (c.c.)'tan sevap dileyen ve O'nun azabından korkan kişidir. Öğrendikleriyle amel ederek farzları, vacipleri, müekked sün­netleri yerine getiren, kebairleri terk eden, genel ve büyük maslahat amacı olmadan çirkinliğine rağmen yalan söyleme-yen insandır.

İlim talebesi, ilme başlaması itibariyle, Rasul-i Ek-rem(ASV)'m hakkında: "Denizdeki balıktan yuvasındaki karın­caya kadar her şey ilim talebesi için bağışlanma dileğinde bu­lunur" ve ilminin sonucu itibariyle de; "Alim'in abid üzerinde­ki fazileti benim en düşüğünüz üzerindeki faziletim gibidir" de­diği kimsedir. Zamanımızın (1151h.) 'ilim ehli' adı altında geçi­nen çoğu okumuş ve okumakta olan insanları, saydığımız Özelliklerde olmadıkları, 'yalancı' sınıfına girdikleri için mu­sannif sadece 'sadık' olanları muhatap almaktadır. Çünkü böylelerine ilim öğretmek caiz değildir. Aksi halde vebal öğ­retene aittir. Böylelerinden ilme başlanın noktasında olanlar için Hazreti Peygamber(ASV); "Mücevherleri domuzların boy­nuna takmayın", okumuş olanlar için de; "kıyamet günü insan­lardan azabı en şiddetli olan, ilmi kendisine fayda sağlamayan alimdir." buyurmuştur.

Musannif (Birgivî), 'Hadisü'I-Erbain' adlı eserinin şerhinde de; "ilmini kötülüğe vesile yapan fasık talebelere zamanımı­zın) kadı(müftü)'lan gibi- ilim öğretmek caiz değildir." demiştir.

Asıl konuya geçmeden, okuyucunun bilmesi gereken üç şey vardır:

Birincisi: Mutlak bilinmez bir şey olmaktan çıkıp; icmai olarak bilinmesi için ilmin tarifini;

İkincisi: Amacını diğer ilimlerin amacından ayırdetmesi ve başka konularla gayretini tüketmemesi için okuduğu ilmin konusunu;

Üçüncüsü; Çabasının heder olmaması, azim ve gayretinin artması için okuduğu ilmin amacım bilmesi lazımdır.

O halde bilinmesi gereken bu üç şeyi açıklayalım:

Usûlü'l-Hadis: Kabul ve red açısından hadis ile ravi'nin du­rumunu inceleyen ilimdir. (Usûl-i hadis ilmine dirayetü'1-ha-dis veya mustalahü'l-hadis de denilir.)

Konusu, yine kabul ve red açısından hadis ve ravi'deki za­tî arazlardır.[11]

Amacı, makbul hadis ile amel edebilmek için makbul ha­dis ve ravi ile merdut hadis ve ravi'yi tanıyıp birbirinden ayır­maktır.

FurûıT'-Hadis: Peygamber(ASV)'dan hadisleri aktarma il­midir. (Ezbere dayalı olan) bu ilme rivayetü'l-hadis ilmi de de­nilir.

Konusu, Peygamber olması açısından Rasulullah (aleyhis-salatu vesselam)'m zatıdır.

Amacı, iki dünya saadetidir.

 

Birinci Bölüm

 

Hadis

 

Hadis'in sözlük anlamı; eski olanın zıddı, yeni olan şey'dir. Ya da 'haber' az veya çok olan söz'dür. Nitekim Kur'an-ı Kerim' de;         

"Kur'an gibi bir söz getirsinler. diyor.

Hadis'in ıstılahı manası: RasululIah(ASV)'m sözleri, fiil­leri ve takrirleridir.

Takrir'in manası şudur: Rasulullah(ASV)'m huzurunda biri bir fiil işler veya bir söz söyler, Rasulullah(ASV) da bundan haberdar olur, karşı çıkmaz ve sükût eder. Bu şekil­de, söz konusu söz veya fiilin iyi ve Rasulullah(ASV) 'in iz­ni dâhilinde olduğu anlaşılmış oluyor. Çünkü Rasulullah(ASV), kötülüğe karşı asla susmazdı. Bu şekilde­ki takrir de hadis'in tarifi dahilindedir.

Aliyyü'1-Kari de Sahavi'den naklederek hadis'in tarifini bu şekilde vermektedir. Fakat Sahavi, Rasulullah(ASV)'m sıfatlarını da hadis' in tarifine dahil etmiştir. Ama gerçek olan şudur ki; Rasulullah (ASV)'m ihtiyari özellikleri söz, fi­il veya takrir'e girmektedir. İhtiyari olmayan zaruri olan özellikleri ise hem konumuzun dışında hem de onlara uymak bizim için mümkün değildir.

Bazı muhaddislere göre bu üç kısım (söz, fiil ve takrir) sahabe ve tabi'inden olursa yine hadistir. Bu durumda hadis dokuz kısma ayrılmış oluyor. (Rasulullah( ASV), sahabe ve tabi' in' in söz, fiil ve ikrarları) Sıfat'ı da buna eklersek ha­dis on iki kısma çıkar.

 

Sahabe

 

Hayatında Rasulullah(ASV)'ı gören, tanıyan; ya da RasuIullah(ASV)'ın kendisini gördüğü bütün mü'min insanlara sahabe denir.[12]  (Ta'rif in ikinci kısmı tartışmalıdır.)

Buhari'ye göre bir mü'minin sahabe olması için rüryet(Rasulullah(ASV)'ı görme) ve bir saat dahi olsa sohbet şarttır.

Bazı muhaddislere göre inanç ve ahkam Rasulullah(ASV)'a tabi olarak uzun süre meclisinde oturması şarttır.

Bazı usulcülere göre meclisinde uzun süre oturmakla birlikte kendisinden hadis rivayet etmek de şarttır.

Son iki görüşe göre Rasulullah(ASV)'a elçi olarak gelip durmadan giden mü'min kimse sahabe'ye dahil değildir. [13]

 

Tabi'in

 

Hayatında sahabeyi gören ya da sahabe'nin kendisini gördüğü bütün mü'min insanlara tabi'in denir.

Kimisi "uzun müddet beraber kalmaları lazımdır", kimi­si, sahabeden hadis işitmesi lazımdır", kimisi de "en az tem­yiz yaşında (4 veya 5) olması lazımdır" demiştir.

Hem cahiliyye hem İslam dönemini yaşayıp Müslüman olan fakat Hz. Peygamber(ASV)'i göremeyenlere muhadra-mun denilir ki, sahih görüşe göre bunlar da tabi'indendirler. Askalani'ye göre, Resul-i Ekrem(ASV), onları Mi'rac gece­sinde gördüğü için onlar da sahabe'dendir.

Sahabe ve tabi'ine selef, tabi'inden sonrakilere de halef denir.

 

Haber, Eser, Sünnet

 

Cumhur'a göre haber, eser ve sünnet, hadis'in muradif i

(eşanlamlısı)dir.

Kimine göre Rasulullah(ASV)'tan başkasına ait olan söze

haber denildiği için farklıdır.

Kimine göre haber ve eser, hadisten daha geneldir. Kimine göre eser, sahabe'nin sözüdür. Kimine göre de eser selefin sözüdür.

 

Muhaddis, Hafız

 

Hadis'in usûl ve furû'unun çoğunu bilen kimseye muhaddis denir. Müfessir, fakih ve benzerleri gibi.. .Çünkü her ilimde önemli olan o ilmin çoğunu bilmektir.

Hadisin usûl ve furû'unun çoğunu hıfzeden, ezberleyen kimseye de hafız denir. Hafız, bazen muhaddis anlamında da kullanılır.

Suyûtî'nin Tedrib'de söylediğine göre 'muhaddis'; isnad-ları, illetleri, sened ricâli'nin isimlerini, âli ve nazil senedları.[14] bilen bununla birlikte çok hadis metnini hıfzeden, Kü-tüb-i Sitte'yi, Ahmet b. Hanbel'in Müsned'ini, Sünen-i Bey-haki'yi, Mu'cem-i Taberani'yi işiten (okuyan veya dinleyen) ve bütün bunlara ek olarak hadis cüz'lerinden bin cüz bilen kimsedir. Bu, muhaddis'in en düşük derecesidir. Hafız ise onun üstüdür.

Bu tarifteki özellikler genel olarak kabul edilirse muhad­dis'in asla; özel olarak kabul edilirse şu an için olmamasını gerektirir.

Aliyyü'l-Kari'nin naklettiğine göre de muhaddis; hadisi rivayet itibariyle dinleyip alan ve dirayet itibariyle de ona itina gösteren kimsedir. Hafız ise kendisine ulaşan hadisi ri­vayet eden, bilmesi gerekeni de hıfzeden kimsedir.

Bu ise hem tarif-i bilmechûldür (bilinmeyen şeylerle ta­rif etmek), hem de rivayet ve dirayet olarak hadis hamilinin (bilenin) hem muhaddis hem de hafız olmasını gerektirir.

Bazılarına göre hafız, yüz bin hadis bilen kimsedir.

 

Hüccet, Hakim

 

Aliyyü'l-Kari'nin naklettiğine göre bazı alimlere göre ha­fız; yüz bin hadis bilen, hüccet, üç yüz bin hadis bilen, ha­kim ise bütün mervi (rivayet edilen) hadisleri metniyle, se­nediyle, tarihiyle, cerh ve tadil'iyle bilen kimsedir.

Bence tarifteki hâkimden amaç Buhari'dir. Çünkü Aska-lani'nin de dediği gibi "Buhari'nin bilmediği hadis, hadis de­ğildir" deniliyor.

 

İkinci Bolum

 

Kaynağına Göre Hadisler Merfu' Hadis

 

RasululIah(ASV)'a dayandırılan hadislere merfu hadis denir. Bu hadisin muttasıl veya munkatı olması, isnad ede­nin sahabe, tâbi'in ve sonrakilerden olması durumu değiş­tirmez.

Raf (Rasulullah (ASV)'a isnad) bazen sarih (açık) olur. Mesela:

"Rasulullah

(ASV) şöyle buyurdu" veya

"Rasulullah (ASV) şöyle yaptı veya

"Rasulullah(ASV) şöyle tasvip etti" gibi.

Bazen da raf sarih'in hükmünde olur. Mesela; kıyamet, haşir, hesap, ceza v.s. ahiret halleri, peygamberlerin kıssala­rı gibi geçmiş zamanla ilgili haberler ya da kıyametin ala­metleri ve gelecekle ilgili haberler gibi kendisine aklın etki edemeyip Allah(c.c.)'in bildirmesine bağlı olduğu açık olan konular, sahabe veya tabi'inden nakledilirse onu Rasulullah(ASV)'tan aldıklarına hükmederiz. Çünkü Rasulullah(ASV)'dan başka, sahabelerin onlara vakıf olma­sı mümkün değildir.

Ama akılla tespiti mümkün olabilen ilahiyyat ve nebeviyyat [15]gibi ilâhi vahye bağlı olmayan konular, Rasulullah(ASV)'dan almış olmaları ihtimal dahilinde olsa dahi, is­ter sahabeden ister tabi'înden gelmiş olsun, onlan kendi içtihadlarıyla söylediklerine hükmederiz. Günümüz (h!150'li yılları) bidatçılarmm şeyhleri hakında iddia ettikleri gibi "bu bilgiyi Levh-ı Mahfuz'dan almış olabilirler" denilemez. Çünkü bize göre bu, sıradan bir muhal ve pek nadir olan bir durumdur. Burada asıl olan, böyle bir şeyin olmaması­dır. Ama olduğu iddia edilirse, dört mezhebin birisinden seri bir delil ya da sahabe ve müctehidlerden bir rivayet ge­rekir ki, ortada ne delil ne de rivayet vardır. O zaman böyle bir iddia ihtimal dahilinde olmadığı için ne şer'i delil ne de rivayette söz edilmemiştir. Bize düşen dalalette olup dalal­ete düşüren, haddini aşmış şeyhlere değil Kitap ve Sünnet'e tabi olmaktır.

 

Mevkuf Ve Maktu'  Hadisler

 

Senedi sahabe'ye dayandırılan hadise mevkuf hadis de­nir. Askalani, vakfın da kat' gibi ancak sarih olabileceğini tasrih etmiştir.

Mesela;

"Tbni Abbas şöyle yaptı, şöyle ikrar etti veya şöyle dedi" gibi siğalarla rivayet edilen hadisin hepsi mevkuftur.

Tabi'in olmayanlara dayandırılan hadis'e de bazan mak­tu' denildiğini Askalanî tasrih etmiştir.

Muhaddisler arasında meşhur olan, maktu' hadis'e aynı zamanda Mevkuf da denilmesidir.

"Falan kimse Zühri (tabi'in'dendir) üzerine vakfetti" denildiği Takrib'de belirtilmiştir.

Ama mevkuf hadis'e maktu' denilemez.

Askalanî'nin söylediğine göre bazıları maktu'u munkatı' hadis için, bazıları da munkatı'-ı maktu' hadis için kullanırlar.

Maktu' hadis'e misal: Cabir (r.a.)'in Sünen-i Nese'î ile Sünen-i İbni Mace' deki

"Rasulullah (A.S.V) döneminde biz at etini yerdik" hadisi gibi.

Ebubekir İsmaili ile Ebubekir Berkani, bu gibi hadislerin mevkuf olduğunu, söyleyenlerin de sözlerinin ekseriyetin sözüne muhalif ve sevabdan çok uzak addetmişler.

Takrib ve Tedrib' de denilmiştir ki; sahabenin: (Biz böyle derdik)   ya   da (biz şöyle yapar) ya da  (biz şöyle uygun görürdük) şeklindeki sözleri, eğer Rasulullah (a.s.m)'ın za­manına dayandınlmazsa cumhura göre mevkuf; dayandınlırsa maktu' olur.

Kimine göre Rasulullah (a.s.v)'m zamanına ister dayandirilsin ister dayandırılmasın mutlak olarak mevkuf, kimi­sine göre de merfu'dur.

Kimine göre ise eylemde (fiilde) kapalılık varsa mevkuf; yoksa merfu'dur.

Tabi'in'in bu şekildeki sözleri ise, sahabe zamanına dayan­dınlmazsa sadece maktu'dur. Sahabe zamanına dayandırılır ise onun hem mevkuf hem de maktu' olma ihtimali vardır.

Sahabe'nin:  (sununla emrolunduk) (şundan yasaklandık)  (şu sünnettendir) şeklindeki sözleri, cumhur göre mer­fu'dur. Kimine göre de mevkuf'dur.

Ama tabi'in'in bu şekildeki sözlerinin hem merfu' hem de mevkuf olma ihtimali vardır.

Esbab-ı nüzul gibi kendisinde akıl yürütme ihtimali ol­mayan sahabe'nin tefsiri merfu'dur. Akıl yürütme ile elde edilebilen tefsir veya konular ise mevkuftur. Bununla ilgili tabi'in'e ait olan da sahabeninki gibidir.

 

Üçüncü Bölüm

 

Senedine Göre Hadisler Sened, İsnad, Metin

 

Sened: Muhaddislerin ıstılahında sened, hadis'i rivayet eden kişidir. Sened'e tarik de denilir. Bazan sened, metni ha­ber vermenin yollan anlamına da gelir. Sened, Arapların (falan kimse sened'dir) yani güvenilirdir, sözün­den alınmıştır. Çünkü hadis hafızlan hadis'in sahih ve zayıf olmasında senede güvenirler.

İsnad: İsnad da sened anlamındadır. Bazan isnad, senedi zikretme anlamında yani metni rivayet etmenin yolları an­lamında da kullanılır.

Hadis, sahibine dayandığı için isnad  (dayanım) anlamındaki den alınmıştır.

Metin: Hadis'in metni, isnad'm bittiği yerden başlayan sözdür. Fiili ve takriri hadis de bu tarifin kapsamına girer.

Metin, oldukça sert; yerden yüksek anlamına gelen 'den alınmıştır. Çünkü hadisi rivayet eden, söyleyene (RasuluUah (a.s.v.)'a yükseltip onunla takviye eder. Ya da gayede   (ilerleyip)   uzaklaşmak   anlamına   gelen

'den alınmıştır. Çünkü sened'in gayesi hadis metnidir.

Tedrib

Senedine göre hadisler iki kısma ayrılır:

Muttasıl ve munkati'

 

Muttasıl Hadis

 

Ravilerinden tek bir kişinin bile düşmediği hadistir.

Ravî: Aliyyü'l-Kari'nin Cezeri'den naklettiğine göre ravi; senediyle hadisi nakleden kimsedir. Senedsiz hadisi nakle­dene ise "muharric" denir. Ravi ile muharric bazan birbiri­nin yerinde de kullanılırlar.

 

Munkatı'  Hadis

 

Cumhura göre munkati' hadis; senedinin başından, orta­sından veya sonundan bir ravi, birkaç veya bütün ravilerin düştüğü hadistir. -Takrib ve Tedrib-

Mesela:      

"Onun başına Ebubekir'i geçirirseniz O (Ebubekir) kuvvet­li ve emindir." Bu hadis senedinin iki yerinde inkıta' vardır:

1- Abdurrezak Sevri'den duymuş değil, Numan b. Ebi Şeybe'den duymuştur.

2- Sevri de Ebu İshak'tan değil, Şureyh'ten duymuştur. -EI-Baisü'1-Hasis, s.51[16]

 

Dördüncü Bolum

 

Senedinde Kopukluk Bulunmasına Göre Hadisler (Munkait  Hadisin Kısımları)

 

Mu'allak Hadis

 

Senedinin başından (ravi tarafından) bir veya birkaç ra-vi'nin düştüğü munkatı' hadise muallâk hadis denir.

Askalanî ve Nevevî, düşen ravilerin "art arda olması" şar­tına önem vermemişler. Fakat Suyutî bunu şart koşmuştur.

Muallâk Hadis'in şekli şöyledir: Senedinin başından bir­kaç ravi atlatılır, sahabe de zikredilerek, hadis üst ravilere nispet edilir.

Sahih-i Buhari'de pek çok olan muallak hadisler iki tür­lüdür. Bir kısmı kitabının bir başka yerinde mevsul olarak yer almış olanlardır ki, Buhari fazla uzar endişesiyle sened-de tasarruf ederek kısaca zikretmektedir. Diğeri ise, sırf mu­allak olanlardır ki, Buhari bunları cezm siğası ile irad et­mektedir. Böylece hadisin, adı zikredilmeyen ravilerden ke­sin surette rivayet edilmiş olduğu anlaşılır.[17]

Bazıları bütün senedi düşmüş hadislere muallak hadis diyorlar. Mesela 

"Peygamber (ASV) şöyle buyurdu" dememiz gibi.

Kesinlik bildiren (falan kimse rivayet etti) ve (falan kimse dedi) şeklindeki ifadelerle (Şeyhayn'in kitaplarından) söylenen hadisleri, söyleyene daya­narak sahih olduğuna hükmederiz. Kesinlik taşımayan (rivayet edildi) ve  (denildi) gibi ifadelerle söylenirse sahih değildir.

Sahihayn (Buhari ve Müslim) gibi Sahih olması gereken kay­naklardaki mu'allel hadiste de sahih hükmü vardır. - Takrib ve Tedrib-

 

Mürsel Hadis

 

Senedinin sonundan (Rasulullah a.s.v'm tarafından) sade­ce bir ravi (sahabe)'nin düştüğü munkati' hadistir.

Senedin sonu sahabeden, başı da tabi'inden olduğu için musannif, el-Hullase adlı kitabında: "Muhaddislere göre mürsel, tabi'in'in Rasulullah (ASV)'tan rivayet ettiği hadise denir" demiştir.

Takrib'de de şöyle diyor: "Mürsel; Tabi'in-i Kebir'in 'Rasulullah (ASV) şöyle buyurdu' şeklindeki sözleridir. Ama Tabi'in-i Sağir'den hadis[18] ravilerinin çoğu Tabiî olduğu için bu şekildeki sözleri Munkatı'dır. Fıkıh'ta ve Hatib'e göre meş­hur olan mürsel; Tabi'în'in ve öncekilerin: (Rasulullah a.s.v şöyle buyurdu) şeklindeki sözleridir."

Mürsel hadisin şekli şöyledir: Bilinen bir sahabeye bağ­lamadan sahabe ismi düşürülür, baştaki raviler zikredilerek hadis Rasulullah (ASV)'a dayandırılır . Mesela:

"Rasulullah (ASV) etin canlı hayvan karşılığı satışını ya­sakladı."

Bir tabi'in olan Said, bu hadisi kimden duyduğunu söy­lemeden doğrudan doğruya Rasulullah (ASV)'dan rivayet ediyor. -Tedrib, s.141 [19]

Böyle hadisler Buharî'de çoktur.

Hatib ve usûlilerin cumhuru gibi Hullase ve Tedrib'de belir­tilmiştir- bazı muhaddislere göre mürsel, muttasıl'm zıddı olan genel manadaki murtkaö' anlamındadır.[20] Bu yüzden Muhtas-arü'l-Münteha'da  İbni  Hadb: "Mürsel,   sahabe  olmayanın (Rasulullah a.s.v şöyle buyurdu) şeklinde­ki sözleridir." demiştir.

Sahabe ve diğer sıka'ların mürsel hadis rivayet etmeleri cumhura göre sahihtir. Ancak sıka olmayandan hadis irsal ettikleri bilinirse sahih değildir. Muhaddislerin cumhur ve Şafiilere göre sahabe ve sıka dışındakilerin mürsel hadis ri­vayetleri mutlak olarak zayıftır. Hanefilere göre de hicri ilk üç asırda, sonra gelenlerinki mutlak olarak zayıftır. -Takrib ve Tedrib-

Mürsel hadisin genel manadaki munkatı hadisin kısım­larından biri olması muhaddislerce daha meşhurdur.

 

Mu'dal Hadis

 

Askalani ve Nevevi gibi bazı muhaddislere göre senedi­nin herhangi bir yerinden ardı ardına birden fazla ravinin düştüğü hadise mu'dal hadis denir.

Mu'dal, ism-i meful olup den yani (zorlaştırdı, yordu) demektir. Sanki onu rivayet eden muhaddis, zorlaş­tırmış ve kendisinden rivayet eden kimse de o hadisten hiç faydalanamamıştır.

Mesela: A'meş'in Şa'bi'den rivayet ettiği hadis gibi:

"Kıyamet günü insana falan falan işi yaptın denecek, fa­kat o inkar edecek, bunun üzerine ağzı mühürlenecek."

Şa'bi bunun Enes'ten, Enes de Rasulullah (ASV)'den ri­vayet etmiştir. Fakat A'meş, hadisin isnadından Enes'i ve Rasulullah (ASV)'i düşürmek suretiyle hadisi mu'dal yapmistir. -İhtisaru Ulumi'l-Hadis, s.55[21]

 

Munkat1'  Hadis

 

Senedinden bir ya da art arda olmadan senedin değişik yerlerinde birden fazla ravinin düştüğü hadise munkatı' ha­dis denir.

Bu hadis çeşidi mu'daldan farklı, mürsel ve mu'allaktan da bir yönüyle daha hastır.

Aliyyü'1-Kari diyor ki: "Munkatı' hadisin tarifi konusun­da sahih olan, cumhurun görüşüdür. (Yani senedinin herhangi bir yerinden ravisinin düştüğü hadistir.) Fakat mun­katı' daha çok tabi'in olmayanın sahabiden yaptığı rivayet­ler için kullanılıyor.

Mesela: "Malik, İbni Ömer'den (r.a.ma) rivayet eder ki..." gibi.

Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburi'ye göre de: Tabii'ye varmadan düşmüş veya mübhem olarak zikredilmiş "bir adam"m senedine karıştığı hadistir.

Mesela (Malik bir adam­dan, o da ibni Ömer'den...) gibi.

 

Mu'an'an Hadis

 

Takrib'de diyor ki: Mu'an'an hadis -isnadında O harfi olan gibi isnadından cehalet (bilinmezlik) olsa dahi cumhura göre iki şartla muttasıldır:

1-Mu'an'an'in ( CP harfini kullanarak rivayet eden ravi) müdellis olmaması.

2-Ravi ile kendisinden rivayet edilenin, birbiriyle karşı­laşmış olmaları mümkün olacak şekilde zamanlamanın uy­gun olması.

Buhari, Sahih-i Buhari Mecmu'asmda karşılaşmanın tes­pit edilmiş olmasını şart koşmuştur.

Bazıları uzun süre beraberliği, bazıları da öteden beri birinin diğerinden hadis rivayet etmekle bilinmiş olmasını şart koşmuşlar.

Bazılarına göre mu'an'an hadis, mutlak olarak (isnadın­da cehalet bulunsun veya bulunmasın) mürseldir. Hakim Nisaburi'ye göre de sadece isnadında cehalet bulunduğu zaman munkatı'dır.

 

Müennen Hadis

 

Hadisin muttasıl olmasında şeddeli olan  de zikre­dilen şartlarla   gibidir.

Mesela: (falan kimse, fala­nın kendisine şunu haber verdiğini bize anlattı) gibi.

Bazılarına göre ise müennen olan haberin aynısı başka bir yoldan da duyulduğu ortaya çıkmadıkça bu haber munkatı'dır.

Biz, müennen haberi günümüzde icaze'lerde kullanıyoruz.

Bu ikinci anlamıyla munkatı' hadis, genel manadaki munkatı' hadisin bir kısmıdır. O zaman "munkatı" kelime­si, iki manadan birisini belirleyici karine'nin bulunmasıyla hem genel hem de özel mana için ortak olarak kullanılan bir kelimedir. "Tasavvur" kelimesi gibi. Çünkü "tasavvur" ke­limesi de iki mana için kullanılır:

Birincisi: Tasavvur ve tasdik diye iki kısma ayrılan "ilim" kelimesinin muradifi (eş anlamlısı) olan genel mana­sıyla tasavvur. Bu anlamda tasavvur mutlak olarak bir şeyi idrak etmek demektir. Buna mutlak tasavvur ya da bir şeyin idraksiz tasavvuru denir.

İkincisi: ilmin kısımlarından birini oluşturan tasdikin zıddı olan özel manasıyla tasavvur. Buradaki tasavvur, nisbet-i tamme-i haberiye [22]olmayanı idrak ya da üzerinde bir hükme varmadan bir şeyi idrak etmek demektir. Buna sade 'tasavvur1 ya da bir şeysiz 'şartlı tasavvur denir.

Mutekaddimin (hukema)e göre tasavvur; nisbet-i habe­riye olmayanın idrakidir. Tasdik ve aynı zamanda hüküm; nisbet-i haberiyenin idrakidir. Müteahhirin (imam ve ona tabi olanlar)e göre ise tasavvur, hükme varmadan bir şeyi idrak etmektir. Tasdik de hükme vararak bir şeyi idrak et­mektir. Hüküm ise bir durumu bir başka duruma olumlu veya olumsuz olarak dayandırmaktır. Konuyla ilgili detay­lı açıklama "Tenzih" üzerinde yazdığımız şerhte mevcuttur.

 

Mudelles Hadis

 

Ravi'nin, hadis aldığı şeyhinin ismini terk ederek, şeyhi­nin işitmediği halde işitmiş vehmini veren bir ifadeyle ha­dis rivayet etmesidir. Mesela; kendisinden işitmediği halde

 (falan kimse şöyle dedi) ya da (falandan şöyle rivayet edildi) demesi gibi.

Bu işleme, isnadda tedlis denir. Akşamın evvelinde oldu­ğu gibi karanlığın aydınlıkla karışması anlamına gelen (vJ3j| 'ten alınmıştır. Senedden düşürülen ravi ile karan­lık, gizlilikte ortak oldukları için bu isim verilmiştir. Ya da ma­lın aybrnı örtmek anlamındaki mistir ki, müşteri gibi hadisin dinleyicisine de işin aslı gizli kalması münasebetiyle bu ismi almıştır.

Müdellis, bir üst raviden işitmiş vehmini veren ifadeler­le değil (bana haber verdi) ya da (bana anlattı) ya da (ondan işittim) gibi açıkça işit­tiğini belirten ifadelerle hadisi rivayet etmesi halinde yalan­cı duruma düşeceği için böyle ifadeleri kullanmaktan kaçı­nıyor. -Askalanî-

İsnadda tedlis bütün muhaddislerce verilmiştir. Çoğuna göre tahrimen mekruh, bazısına göre de haramdır.

Ancak kötü amaçlar dışında, sahih bir amaçla yapılması halinde yerilmez ve mekruh olmaz.

Sahih amaçlar; ravinin şeyhi hafızlarca bilinir ve sıka ol­duğu halde dinleyicilerce bilinmiyor ve şeyhinin şeyhi hem hafızlarca hem dinleyicilerce sıka ve biliniyorsa hadisi tak­viye etmek; şeyhinden çok hadis rivayet ettiği için, ravinin aynı ismi tekrar etmekten kaçınması; senedi kısa tutmak; şeyhi sıka fakat yaşça kendisinden küçük olduğu inatçı ve kıskançlarca hadisin kabul edilmemesi endişesi v.s... gibi durumlardır.

Fasid amaçlar, şeyhine ait hadisin zayıflığını örtmek, şeyhinden hadis almaya tenezzül etmemek, şeyhinin zayıflığını, düşmanlık v.s gibi dinde hiyanet zayıflığım örtmek, düşmanlık v.s ise dinde hıyanet olduğu için bu tür işler cum­hura göre tahrimen mekruh, bazılarına göre de haramdır.

Mesela: Haşrem der ki: "Süfyan b. Uyeyne'nin yanında idik. "Zühri şöyle dedi" diye bir rivayette bulundu. Kendi­sine: "Bunu ondan mı duydun?" diye soruldu. Şöyle cevap verdi. "Bunu Abdurrezzak bana Ma'mer'den o da Zühri'den nakletti..." -Tedrib, s.140[23]

Tedlis'in ikinci kısmı, Tedlisü't-Tesviye'dir. Bu da ravi-nin, şeyhinin değil, zayıf olduğu için şeyhinin şeyhini veya onun da bir üstünü isnadda terk ederek sıka olduğu için şeyhinden veya şeyhinin şeyhinden hadis rivayet etmesidir. Bunu yapmakla senedin tümünü sikalardan seçerek aynı seviyeye getiriyor. Sadece bu amaç için tedlis yapılırsa, mekruhtur. Ama genelleştirilirse isnadda tedlis gibi (sahih ve fasid amaçlara göre) hükmü değişir.

Mesela: İshak b. Rahveyn, Bakiye'den rivayet eder. Baki­ye: "Bana Ebu Vehbi'l-Esedi haber verdi" diyor. O, Nafi'den, o da Ibni Ömer'den rivayet ediyor:

"Bir kimsenin görüşünün özünü bilmedikçe Müslüman­lığını övmeyin."

Bu hadisi Bakiye Ubeydullah b. Amr'dan, o da İshak b. Ebi Ferre'den... rivayet etmiştir. Bakiye İshak'ı atlatmak is­tiyor. Fakat "Ubeydullah Nafi'den" dese yaptığı tedlis belli olacağı için Ubeydullah'ın bu meşhur adını ve künyesini değiştirerek meşhur olmayan "Ebu Vehbi'l-Esedi" şeklinde sokuyor. -Tedrib, s.141 [24]

Tedlis'in üçüncü kısmı olan Tedlisü'ş-Şuyuh (şeyhlerle tedlis); ravinin, kendisi üzerine dikkati çekmek için şeyhini ya da şeyhinin şeyhini tanımayan bir isim, künye veya nis-betle vasıflandırarak isnada zikretmesidir. Bu kısım da bi­rinci kısım gibi (amaca göre hükmü) değişir.

Mesela: Kıraat imamlarından Ebu Bekir b. Mücahıd'in "Abdullah b. Ebi Abdillah bana söyledi..." diye rivayeti gi­bi. Bu zattan maksadı meşhur sünen sahibi Ebu Davud'un oğlu Abdullah'tır. Fakat meşhur isim ve künyesi yukarıda­ki gibi değil de şöyledir: Ebubekir b. Ebi Davud [25]

Tedlisin birinci kısmı çok, diğer kısımları azdır. Bazıları üçüncü kısmını tedlis olarak kabul etmemişler.

Tedlis ile tanınmış bir ravinin işitme ihtimalini taşıyan bir ifadeyle rivayet ettiği başka bir hadis munkatı'dır. Cezm (kesinlik) bildiren bir ifadeyle rivayet ettiği hadis ise mutta­sıldır. Sahihayn'de böyle hadisler sayılmayacak kadar çok­tur. Bunun için ravinin tedlisi gayrı sikalardan rivayet edil-memişse cumhura göre hadisi cerhetmez. Ama gayri sika­lardan ise za'fiyeti gizlediği için cerheder. -Tedrib-

 

Beşi Nci Bölüm

 

Müsned Hadis

 

İmam, Hakim ve çoğu muhakkikin'e göre merfu' hadisin senedi muttasıl olunca buna müsned hadis denir. Bu durum­da merfu', hadisten daha hastır.

Hatib-i Bağdadî ve ona tabi olanlara göre, mevkuf veya maktu' olsun mutlak olarak muttasıl hadise denir. Bu durum­da merfu' mevkuf ve maktu'dan daha has olur.

İbni Abdi'1-Berr ve ona tabi olanlara göre, mürsel olsun, mu'dal olsun, munkati' olsun, mu'allak veya muttasıl olsun merfu1 hadise müsned denir. Bu durumda da merfu'a müsavi olur.

İmam Nevevi, Takrib'de bu sikalarla beraber bu üç mezhe­bi zikreder. Aliyyü'1-Kari de İbni Hamza'dan nakleder.

Fakat benim araştırmama -veya mahakkikîn'lerin arasm-dakine- göre bilinen ve sabit olan, ilk tariftir. Bunun için Ha­kim: "Müsned, ancak merfu' olan muttasıl hadis için kullanı­lır." diyor. Nuhbe'de de; "Zahiren muttasıl olan bir senedle sa­habeye ait merfu' hadise müsned denir." diyor.

Bazen da müsned; sahabe'nin isnad ettiği hadislerin içinde toplatıldığı kitaba denir. (Müsned-i İmam Ahmed gibi)-Tedrib-

 

Altıncı  Bölüm

 

Ravinin Kusurlarına Göre Hadisler Muzdarip Hadis

 

Hadisi rivayet ederken ravi, hadisin isnad veya metnin­de takdim, tehir, ekleme, eksiltme yapmak; bir ravinin yeri­ne diğer bir raviyi, bir metnin yerine diğer bir metni getir­mek suretiyle değişiklik yaparsa, değişik bir şekilde rivayet edilen bu hadise muzdarip hadis denir.

Hadiste yapılan takdim, tehir, ekleme ve eksiltme hadi­sin senedinde veya ikisinde ya da bir kısmı senedinde bir kısmı metninde olsun ya da bir ravi'den veya iki raviden veya daha fazla raviden olsun, durum değişmez. -Takrib-

Muzdarip hadis, ravilerden birinin hıfz, mervi anhu ile fazla beraberlik veya diğer tercih yönleriyle diğer ravilere tercih edilememesi durumunda oluşur. Eğer bir ravi diğer­lerine tercih edilirse o zaman hadis muzdarip değil, ileride de geleceği gibi, tercih edilen mahfuz; diğeri de şazz veya münker olur.

Izdırap, sıhhat ve hüsn'ün şartı olan zaptın yokluğunu andırdığı için hadisin zayıf olmasını gerektirir. -Takrib-

Fakat Tedrib'de bazı sikalardan naklederek; "izdırap, sahih ve hasen hadiste de bulunur. Sahihayn'dekiler de bu kabil­dendirler." diyor. Bana göre belki de bu, ihtilaf sikalardan olduğu zamandır.

Dilbilimi alimleri dışında kasten hadisin metnini değiş­tirmek, kısaltmak veya bir ifadeyi başka bir ifadeyle değiş­tirmek hiç kimse için caiz değildir Hadisle ilgisi olmayan şeylerin dışında alimler, hadisten hiçbir şey çıkarmadıkları, bunu yaparken de hadisin ne manası ne de kapsam alanı değişmediği için bu, onlar için caizdir. Çünkü Arap olma­yanlara kendi dilleriyle İslam şeriatını açıklamak icmayla caiz görülmüştür.

Hadisi hem kısaltmanın hem de sadece manasıyla riva­yet etmenin caiz olmadığını söyleyenler olmuştur. Kimi de mutlak olarak ikisinin de caiz olduğunu söylemiştir. Kimi de sadece manasıyla rivayet etmenin "müfredat" ta caiz ol­duğunu söylemiştir.

Fakat evla olan hadisi asıl ifadeleriyle rivayet etmektir. Çünkü hadiste öyle nükteler olur ki bazen dinleyen, rivayet edenden onları daha iyi anlar. Rasulullah (ASV):

"Kendisine hadis ulaşan niceleri vardır ki beni dinleyenden daha iyi idrak ederler." demiştir. Müctehid imamlar gibi.

Kâdî Iyâd'a göre yapamadığı halde güzelleştirmek için hadisle oynayanlar, böyle bir şeye cür'et etmesinler diye sa­dece manasıyla rivayet kapısını kapatmak lazımdır. Askalani de aynı görüştedir.

Tsnaddakl ızdırab'm misali: Hz. Ebubekir (r.a): "Ya Rasu­lullah,  seni yaşlanmış     görüyorum"  dediğinde Rasulullah(ASV): "Beni Hud ve benzeri sureler

ihtiyarlattı/' buyurdular. Dârekutni diyor ki: Sadece Ebu İshak tarikinden gelmekte ve bu rivayette on türlü ihtilaf ol­duğu için hadis muzdariptir. -Tevzühu'l-Efkar, c.2, s.47

Metindeki ızdırab'm misali: Katade, Evza'i'ye yazdığı bir mektupta Enes b. Malik (r.a)'in kendisine şunu rivayet etti­ğini haber vermiştir.

"Rasulullah (ASV)'m, Ebubekir, Ömer ve Osman'ın arka­sında namaz kıldım; namazın ne başında ne de sonunda

besmele okumuyorlardı."

Bu hadiste muzdarip olan metin, ravi'nin besmelenin okunmadığını söylediği hadisin ikinci yansım teşkil eden kısımdır. Zira Buhari ve Müslim'in muttefikan ihraç ettikle­ri aynı mevzudaki diğer bir rivayette besmelenin okunup okunmaması diye bir mesele yoktur.

Bu rivayette ravi "kıraat'e diyerek    başlıyorlardı" demekle iktifa etmekte ve namaza başlandığında okunan surenin Fatiha suresi olduğu kastedilmektedir. İş bu kada­rıyla kalsaydı elbette muttefakun aleyh olan hadis tercih edilmekle iş biterdi. Biz birinci hadise muzdariptir demiyo­ruz. Fakat yine Enes (r.a)'ten gelen üçüncü bir rivayete gö­re, ona besmele ile namaza başlama meselesinde sorulan bir suale cevaben bu hususta Rasulullah (ASV)'tan mervi her­hangi bir şey bilmediğini söylemiştir. Böyle değerli bir kimse­nin tereddüdü, önemsenmeyecek bir terddüt değildir. Böyle­ce besmelenin kıraat edilip edilmeyeceği hususunda rivayet­lerin birini tercih etmek çok güç ve imkansız bir duruma gel­miş oluyor. Hadisin ikinci yarısına muzdarip deyişimizin esas sebebi tercihe imkan olmayışıdır. Muzdarip hadis, muallel ha­disin bir nevi olduğu için buna hayret etmemek lazım.[26]

 

Müdrec Hadis

 

Ravi, hadisin lafızları arasına sahih bir amaç ve maslahat için kendi sözlerini veya başkasına ait sözleri- yerleştirirse bu, müdrec hadis olur. Ekleme genelde hadisin başında bazen da ortası veya sonunda olur.

Buradaki sahih amaç ve maslahatlar; şeri'at'e uygun bir hükmün çıkarılmasını beyan etmek, mücmel bir ifadeyi açık­lamak, kendi hak sözüne hadisi delil yapmak, v.s... gibi du­rumlardır. Batıl ehlinin iddia ettiği bir manaya hadisi delil yapmak, batıl mezhebini açıklamak, hak'tan yoksun meşrebi­ni takviye etmek gibi fasit amaçlar -haram olduğu için[27] ko­numuzun dışındadır.

Müdrec,  ism-i mekan olup harf-i cerr-i mah-zuftur. Yani "İçine başka bir şey karışmış" demektir. Bu açıklamadaki hadise, müdrec hadisin birinci kısmı olan Müdrecü'l-metn denir. İşaret ettiğimiz gibi bu, üç kısımdır. [28]

Mesela:

"Allah (c.c)'a ortak koşmadan ölen cennete girer. Allah (c.c)'a ortak koşarak ölen de cehenneme girer."

Ibni Mes'ud bu hadisi bir defasında merfu olarak rivayet etmiştir. Aynı zat başka bir rivayette bu hadis metninin ya­nsının kendisine ait olduğunu ifade etmiştir. Bir başka riva­yette de ikinci kısmın kendisine ait olduğunu söylemiştir. -Tedrib, s.296 [29]

Müdrec hadisin ikinci kısmı Müdrecü'l-İsnad'dır. Bu da beş çeşittir:

1- Ravi'nin, yanında ayrı ayrı isnadlarda bulunan iki hadis metnini birbirine katarak tek bir isnadla rivayet etmesidir.

2- Bir hadisi, metninde bulunmayanı diğer bir hadisten ekleyerek öz isnadıyla rivayet etmesi.

3- Yanında eksik bir senedle bulunan bir hadisi vasıtanın (aracıyı) düşürmesiyle tam olarak rivayet etmesi.

4- Bir cemaat'm, isnadında ihtilaf ettikleri hadisi, ihtilâf yönünü belirtmeden ittifaklı bir şekilde rivayet etmesi.

5- İsnad'ı zikrettikten sonra, herhangi bir nedenle, metne geçmeden kendine ait bir şey konuşur, onu dinleyen de ko­nuşmasını hadisten zannederek o şekliyle rivayet eder.

Askalanî ve Suyutî müdrec hadisin bu sekiz kısmını be­yan etmişler. Ancak Suyuti sekizinci kısmı zikretmemiştir.

Takrib'de idrac'm bütün kısımlarının cumhur'a göre ha­ram olduğunu belirtmiştir.

Tedrib'de -ve bana göre- garip (bilinmeyen) bir şeyin açıklaması için idrac yasaklanamaz.

Bana göre doğru olan musannifin görüşüdür ki, o da sa­hih bir amaç için idrac'ın yasaklanmamasıdır,

Askalani, idrac'ın dört yolla bilinebileceğini söylemiştir.

a) Hadise idrac edilen kısmın başka bir rivayetle açıklığa çıkarılması.

b) Ravi'nin idrac ettiğine dair açıklama yapması

c) Hadis imamlarının hadiste idrac olduğuna dair açıkla­ma yapmaları.

d) idrac edilen kısmın Rasulullah (ASV) tarafından söy­lenmiş olmasının muhal olması.

 

Şazz Hadis

 

Lügatta şazz, cemaatten ayrılan fert demektir. Muhta-ru's-Sıhah'ta yani (ondan münferid kaldı)  ve (cemaatten çıktı)  ötre ve esresiyle" şeklinde geçiyor.[30]

Muhaddislerin ıstılahında ise, metin veya senediyle si­kaların rivayet ettiklerine muhalif olan hadise şazz hadis denir.

Sıka; adil ve zabit olan muhaddise denir, tedrib

Şazz hadisin ravisi, sıka veya diğerleri olmasından daha geneldir.

Eğer ravisi sıka değilse buna mutlak olarak şazz-ı mer-dut denir. Ameli olsun itikadi olsun asla onunla amel edilmeyip "merdut"(redddedilmiş) ismiyle anılır.

Eğer ravisi sıka ise merdut değildir. Bu durumda ravisi-nin hıfz ve zabtının fazlaliğıyla veya ravilerin çokluğuyla veya ravisinin fakihliğiyle veya senedinin üstünlüğüyle ve­ya Buhari gibi ümmetçe makbul telakki edilen bir kitapta bulunmasıyla...v.s. yönlerden birisiyle tercih imkanı varsa hadislerden biri tercih edilir. Yoksa (yorum yapılmadan) te­vakkuf edilir (yorum yapılmaz).

Racih (tercih edilen) hadis'e genelde hatalardan korun­duğu için "mahfuz" denir. Mecruh (tercih edilmeyen) ha­dis'e de, racih hadisle mukabelede bulunması karinesiyle şazz-ı makbul denir. Fakat üzerine başka hadis tercih edil­diği ve 'şazz' ismiyle anıldığı için onunla amel edilmez.

Şazz hadise misal; W^jfy£15i,İblpU "Teşrik günleri, yiyip içme günleridir."

Bu hadis bütün yollardan böyle rivayet edilmiş olduğu halde Musa b. Ali b. Rebah, babasından, o da Ukbe b. Amr'den VjrvjflftSğjİZllftyjfafjt    "Arefe ve teşrik günleri yiyip içme günleridir." diye rivayet etmiştir. Bu ila­veli rivayet şazz'dır. -Tecrid Mukaddimesi, s.119 [31]

 

Münker Hadis

 

Hıfzının zayıflığından ya da cehaletinden ya da fışkın­dan ya da bid'atçılığından vs. zayıf olan bir ravinin, diğer zayıf bir raviye metin ve senediyle muhalif olarak rivayet ettiği hadise münker hadis denir.

Fakat ikinci ravinin zayıflığı birincininkinden az olduğu için ikincisi tercih edilir.

'Münker'in zıddı' ma'ruf tur. Muhaddisler münkeri red, merfu'u da kabul ettikleri için bu hadisler böyle isimlendirilmişler.

Münker de, maruf da metin ve sened itibariyle zayıf ha­dislerdir. Lakin münkerdeki zayıflık ma'ruf'taki zayıflıktan daha fazladır.

O halde şazz ve münker tercih edilmeyenler; mahfuz ve ma'ruf tercih edilenlerdir. Çünkü şazz ve münker'in ravisi sıka değil, ma'ruf ve mahfuzun ise ravisi sıkadır. Fakat mahfuz zayıf değil, ma'ruf ise münkere oranla tercih edilen bir zayıftır.

Bu ıstılah'a göre bu dört kısım (şazz, münker, mahfuz, maruf) arasında tümel bir farklılık vardır.

Bütün bunlar, Şerhu'n-Nuhbe'dekilere muvafık sözlerdir. Ancak Nuhbe diyor ki: "Şazz, makbul ravinin evla olana muvafık olarak rivayet ettiği (hadis)dir."

Bu durumda tarif şazz-ı merdud'u kapsamıyor. Oysa ki o da şazz'ın bir kısmıdır.-Takrib ve Tedrib-

Münker hadise misal:

"Her kim namazı kılar, zekatı verir, hacc eder, oruç tutar, misafirini ağırlarsa cennete girer."

İbni Ebi Hatim'e göre bu hadis münkerdir. Çünkü başka yollardan bu hadis merfu değil İbni Abbas'm sözü olarak ri­vayet edilmiştir. -Şerhu'n-Nuhbe, s.14 [32]

Bazıları şazz ve münker'in tarifinde "muhalefet" kaydı­nı itibara almamışlar. Münker'in tarifi zaten bellidir. (O da, zayıf ravi'nin tek başına rivayet ettiği hadistir.) [33]Şazz'ı da; sıka'nın tek başına rivayet ettiği, kimsenin bu rivayetine ta­bi olmadığı hadis" olarak tarif etmişler. Bu, Hakim Nisabu-ri ve ona tabi olanların görüşüdür.

Bazıları da şazz'da "muhalefetti itibara almadıkları gibi ravi'nin sıka olmasını da itibara almamışlar. Bununla birlik­te ravi'nin infiradı'na (tekliğine) itibar etmişlerdir. Bu da Ebu Ya'la Halili ve ona tabi olanların görüşüdür.

Bazıları da münkerde "ravi'nin zayıf olması"m itibara al­mamışlar. Ama infirad'ı itibara almışlar. Bu da Berdicî ve ona tabi olanların görüşüdür. Bunlar: "Şazz ve münker, ri­vayetinde münferid kalan bir ravi'nin rivayet ettiği ve her birisinin 'makbul' ve 'merdut' diye iki kısma ayrıldığı hadis­lerdir." demişler. Buna muhalif olarak İbnu's-Salah ve Ne-vevi'ye göre şazz ile münker birdir. Çünkü: "Şazz ve mün­ker, sikaların rivayetine muhalif olarak rivayet edilen ferd hadislerdir, ikisi de merduttur." demişler.

Yine bu son görüşe göre (Berdicî'ye) göre münker, anla­tılan tarifle sınırlı değil, belki daha geniştir. Bu durumda fısk, unutkanlık ve aşırı yanılmayla tenkit edilen hadis, di­ğerine muhalif olmamakla birlikte münker kısmına girer. Çünkü bu ıstılah, birincisinden daha geniştir. -Et-Takrib-

Askalanî'ye göre, bazen şazz; bütün hallerinde ravisinin hıfzının yetersiz olduğu hadis anlamına da gelir.

 (Bütün bunlar birer ıstılahtır ve bu) ıstılahlarda tartışma olmaz. Sikalardan hiç biri diğerinin ıstılahını kötüleyemez. Çünkü her ekol, kitap ve Sünnet'e muhalif olmadığı müd­detçe -bazı zındıkların ıstılah'ı gibi ki, bunlar dini zaruret dışında yalan emaresidir- ıstılah yapma hakkına sahiptir. Lakin cumhur'un ıstılahı daha önde ve önemlidir.

 

Muallel Hadis

 

İsmi mef'ul siğasiyla muallele, bazen ma'Iul da denir. İçinde ta'lil veya illet bulunan şey demektir. Muhaddislerin ıstılahında ta'lil; içinde hadisi cerhedemeyip sıhhatine zarar veren illet ve sebeplerin bulunduğu isnad -takrib'e göre-bazen de metindir. İllet ise, hadisin sıhhatini cerhetmeyip onunla amel edilmesine mani olamayan gizliden zarar ve­ren sebeplerdir.

O halde mu'allel hadis; görünürde kusursuz olan, ama isnadında veya metninde sıhhatine zarar veren bir ille bulu­nan hadistir.Bu illet, sıhhat şartlarına sahip hadislere sızdı­ğı için her sıka değil, onu ancak hadis ilmini dirayet ve ri­vayetinde maharet ve temkini tam olanlar tanıyabilir. Bu yüzden Buharî, Ahmed b. Hanbel ve Darekutnî gibi pek azı dışında kimse bu konuda konuşmamıştır. Çünkü bu, bütün hadis metodlarmı toplayıp ravilerinin zaptı, sağlamlığı ve adaleti üzerine mütalaa etme yoluyla öğrenilir.

Bazen illet, hadisi zedeleyici sebepler için de kullanılır. Kavinin yalancılığı, gafleti, hıfzının yetersizliği vs. zayıflık sebepleri gibi.

Bazen de zararsız ve cerhedici olmayan sebepler için kullanılır. Sıka'nın muttasıl olarak rivayet ettiği hadisi mür-sel olarak rivayet etmek gibi. -Tedrib-

Mesela:

"Ben günde yüz defa Allah (c.c)'a tevbe istiğfar ede­rim."

Bu hadisi bir Medine'li bir Küreliden rivayet etmiştir. Malum olduğu üzere Medine'liler Kufe'lüerden rivayet et­tikleri zaman hata ederler. -Ma'rifetu Ulumi'l-Hadis, s.115 [34]

 

Yedinci     Bölüm

 

Sıhhat Derecesine Göre Hadisler

 

Bu bölümde işlenecek konularla makbul ve merdut ha­disler tanınacağı için bu konular iyice kavranmalıdır. Bunları öğrenmek öncekilerin bilinmesine dayandığı için sonra­ya bırakıldı.

Bütün geçen kısımları kapsayan hadisin üç kısmı vardır: .   

1- Sahih

2- Hasen

3- Zayıf hadisler

Çünkü bir hadis ya makbuldür ya da merduttur. Makbul hadis iki (sahih ve hasen), merdut hadis de bir tane (zayıf) dır. Mevzu hadis ise aslında hadis olmayıp uydurma, kimi­ne göre de zayıf hadisin en beteri olduğu için bu bölümde­ki hadis kısımlarından biri olarak sayılmıştır.

 

Sahih Hadis

 

Senedi, Rasulullah (ASV)'a -veya onunla birlikte sahabe ve tabi'în'e- kadar muttasıl olarak âdil ve zabit râvilerin nakliyle sabit olan hadise sahîh hadis denir.

Sabitliği kat'î (kesin) mütevatirde olduğu gibi- veya zannî, -sahih ligayrihi'de olduğu gibi- gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş olsun sikaya göre fark etmez. Bu yüzden, zayıf hadisin zayıflığı realitede olması şart, sahih'in sıhhati ise şart değildir. Çünkü cumhür'a göre, sikada hata ve unut­kanlık olabilir.

Yukarıdaki tarifle zayıflığı bilinen ya da kendisi tanın­mayan ya da hali (durumu) bilinmeyen sahabe dışındaki çünkü cumhura göre tüm sahabeler adildirler- râvilerin ha­disi ile hadislerde çok hata yapan -ya da hatalarıyla doğru­ları eşit olan, -Burası ihtilaflıdır. Sahih olan, ihtiyaten tarif dışı bırakmaktır- gafillerin hadisi ve bütün kısımlarıyla munkatı' hadis kapsam dışı kalır.

Sahihayn'deki munkatı' -sahih olduğunu söyleyenlere göre de mürsel ve muallak- hadis, başka senedlerle muttasıldır. Çünkü muhakkikin'e göre ümmet, sahihayn'in sıhha­ti üzerine ittifak etmiştir.

 

Sıhhat Şartları

 

Tarife göre sıhhat şartlan üçtür:

1- Râvi'lerin adil olması.

2- Râvi'lerin zabit olması.

3- Sonuna kadar senedin muttasıl olması.

Bu şartlar bir hadisin doğruluğu konusunda kuvvetli zann (zann-ı galib)i gerektirdiği ve sadece hüsnüzann ile herkesten din öğrenilmeyeceği için uydurma ve bid'atçı şeyhlerin mukallidlerinin çoğu dalalete sapmıştır.

Askalânî ve Nevevî mu'allel ve şâzz'ı da tarif dışı bırak­mak için, bu üç şarta iki şart daha eklemişler:

4-Hadiste illet'in olmaması.

5-Hadiste şâzz'hğm olmaması.

Musannif, bu iki şartı zikretmemiştir. Çünkü şâzz'ın merdut olanı "adi ve zabt" kaydıyla tarif dışı kalır. Şâzz'ın merdut olmayanı ile muallel de, bu üç şarta sahip iseler usûli'lerin cumhuru ve muhaddislerden bazı muhakkikîn'e göre sahih liğayrihi'dir.

Sahihayn'den gelen şâzz-ı gayri merdut ile muallel ha­disler de bu türdendirler. Çünkü zahiren illeti giderildiği zaman, râvisinin sadece kendisinden daha güvenilir olan râvi'ye ya da sayıca fazla olan râvilere muhalefet etmesiyle ya da râvisinin münferid kalmasıyla hadis zayıf sayılmaz. Böyle bir hadis sahihtir, fakat onunla amel edilmez. Çünkü tüm (fakihlere) göre neshedilmiş sahih gibi, İmam Ebu Ha-nife'ye göre ravisi fakih olmayan sahih gibi, üzerine başka hadisler tercih edilmiş ya da zarar görmüştür. Çünkü her sahihle amel edilir diye bir kaide yoktur.

(Saydığımız beş şart dışında bazdan hadisin sıhhati için başka şartlar da ileri sürmüşler):

Kimine göre güvenilir olması için râvisinin meşhur ol­ması.

Kimine göre râvisinin hadisin manalarını biliyor olması.

Ebu Hanife'ye göre hadisi bazen "sadece manasıyla" ri­vayet ettiği için râvisinin fakih olması.

Şeyheyn'e göre zann-ı galib'i ifade etmesi için senedin sonuna kadar râvilerinin ikişer kişi olması.

Buhari'ye göre râvisinin, hadisi şeyhinden dinlemiş olması. Çünkü o, "şeyhinden dinlemiş olması mümkündür" gibi ihtimallere itibar etmez.

Cumhur'a göre bu şartlar muteber değildir.

Çünkü ilk üçü 'zabt' kuralına dahildir.

Şeyheyn'in sahihayn'inde ferdi hadisler bulunduğu ve tek bir sıka haberinin Rasulullah (ASV) ve ashabına zann-ı galibi ifade ettiği için dördüncüsü iftiradır.

Beşincisi ise mutlak değil, Buhâri'nin meşhur 'camia'sın-daki şartıdır.

Mütevatir hadis sahih olduğu halde bu şartlardan hiç bi­ri onun için şart değildir. Fakat sıkanın yanında olsa bile, araştırma sonucu mütevatir hadisin de bu şartlardan hali olmadığı anlaşılır.

Sıhhati bozacak bir maddeden söz edebilmek için de onun gerçekleşmiş olması şarttır. -Tedrib'den özetlenerek-

 

Sahih Lizatihi

 

Dört büyük halife, dört mezhep, altı hadis imamı gibi hadisin bu üç şartı da derece derece olup bazısı diğerlerin­den üstündür. Bu üç özellik, kemal derecesinde bir hadiste bulunursa bu hadis sahih lizatihidir. Çünkü onun sıhhati, zatı itibariyledir.

 

Sahih Liğayrihi

 

Bu üç özellikte bir nevi kusur olup sened çokluğu veya başka yollarla telafi edilmişse bu hadis sahih liğayrihidir. Çünkü onun sıhhati (zatı itibariyle değil) sened çokluğu iti­bariyledir.

 

Sahih Hadisin Mertebeleri

 

Sahih hadisin bu üç özelliği derece derece olduğu için muhaddisler sahih hadisi yedi dereceye ayırmışlar:

1- Şeyheyn'in ittifak ettiği hadisler. Buna "muttefekun aleyh" denir ve bu sahih hadisin en üst derecesidir.

2- Buhâri'nin rivayet ettiği hadisler.

3- Müslim'in rivayet ettiği hadisler .

4- Buharı ve Müslim'in şartlarını taşımakla beraber ki­taplarında olmayan hadisler.

5- Buhâri'nin şartlarım taşımakla beraber kitabında ol­mayan hadisler.

6- Müslim'in şartlarını taşımakla beraber kitabında ol­mayan hadisler.

7- Buhâri ve Müslim'in şartlarını taşımadan diğer imamlarca sahih kabul edilen hadisler. -Takrib ve Tedrib-

Fakat mütevatir, meşhur ve altı imamın hadisleri bu derecelenmeye halel getiriyor. Çünkü bunlar birbirleriyle çakıştıkları zaman, üstün olan diğerine tercih edilir.[35]

Askalâni'ye göre buradaki tercih sıralaması saydığımız sıhhat şartlarına göredir. Fakat kısımlardan bazısı başka özelliklerle üsttekilere tercih edilirse alttakiler, üsttekilerin ustune çıkar

Bu konuda Aliyyü'l-Kâri'nin muhakkik İbni Hü-mam'dan naklettiğinin Özü şudur: 'Bu taksimler mukallidler içindir. Sıka ve müctehidler ise, bu veya başka şartlarla onlara göre tercih edilenler dışında (dereceleme şekliyle) hadisi takdim etmezler.

 

Şeyheyn'in Sıhhat Şartları

 

(Buhâri ve Müslim, hadisin sıhhat şartlan olan adalet, zabt ve ittisal gibi şartlar dışında da mecma'larında bazı şartlar aramışlar):

İkisine göre de, ricalinin mutlak sıka olduğu üzerine itti­fak edilmiş olması ya da isnadının meşhur sahabelere kadar muttasıl olması.

Buhâri'ye, göre râvi'nin hadis aldığı kimse ile karşılaşıp ondan hadis dinlemesi (mülakat ve sema').

Müslim'e göre râvi'nin, mervi anhu (kendisinden rivayet edilen) ile aynı çağda yaşamış olması, öğrenci ve şeyhler arasında onunla karşılaşıp ondan hadis dinlemiş olmasının imkân dahilinde olması.

Sikalardan bazılarının, Şeyheyn'in bazı ricalini zayıf ola­rak telakki etmelerine birkaç şekilde cevap verilir:

1-Bu zayıf saymalar, Şeyheyn'in mecmu'alarını tasnif­ten sonra olduğu için tasnif zamanındaki icma'a münafi değildir.

2- îcma'dan maksat bütünün icma'ı değil, çoğunluğun ic­maldir. (Şeyheyn de çoğunluğa itibar etmişler.)

3-Ya da onların tashih hareketi diğer bütün muhaddisle-rinkinden önce olduğu için başkasının tashihi onlarınki ile kiyaslanamaz.

Bu sebeplerden dolayı Buharı ve Müslim'in kitapları

Kur'an-i Azim'den sonra en sahih kitaplar olduğu konusunda ittifak edilmiş ve ümmet onları kabul etmiştir. İksinin bütün hadislerinin sahih olduğuna hükmederiz. Diğerlerin hadisle­ri ise ancak sikalardan birisinin nassıyla olduğu zaman sahih olduğuna hükmederiz. Buhârî'nin Mecmu'u, Müslim'in Meo mu'undan önce gelir. Çünkü Buhâri'nin ilmi daha geniş, şart­lan daha güçlü, zaman olarak daha önde, kitabındaki ittisal (raviler arasındaki birleşim) daha sağlam, ricali daha güveni­lir ve tenkit edilen hadis sayısı daha azdır.[36] İmam Suyuti Tedrib'de, sikalardan naklen tahkik etmiştir.

 

Hasen Hadis

 

Hasen hadis iki kısımdır:

a) Hasen Lizatihi: Hadisin sıhhat şartlarmdaki sözü edi­len kusur, sened çokluğu veya başka yollarla giderilmemiş­se buna hasen lizatihi denir. Çünkü böyle kusurlu şartlara sahip olması zatı itibariyledir.

Mesela:

"Ümmetime zorluk çıkarmayacağını bilseydim her na­mazda onlara misvak emrederdim/' hadisinin senedi şöyledır

Seneddeki Muhammed b. Amr'a her ne kadar birçok ha-disçi sıkadır diyorlarsa da hıfz, zabt ve itkan bakımından müttehem (itham edilmiş)dir. Buna göre mezkur hadis liza­tihi hasen ve liğayrihi sahihtir. -Tedribü'r-Ravi, s.37[37]

b) Hasen liğayrihi: Zayıf hadisteki zayıflık durumu se­ned çokluğu veya başka yollarla -sahih hadisle takviyesi gi­bi- giderilebilmişse bu hadise hasen liğayrihi hadis denir. Çünkü hasen olması, başka şeyler itibariyledir.

Buraya kadarki açıklamalardan anlaşıldığına göre sahih hadis, kusursuz bir şekilde ya da kusurlu olmakla birlikte kusuru telafi edilmiş, sıhhat şartlarına sahip olan hadistir. Hasen liğayrihi aslında zayıf olduğu gibi, hasen lizatihi de aslında sahihtir. Buna göre hasen lizatihi ile hasen liğayrihi sahih, hadisten ayrılmış oldular. Bu yüzden Askalânî, sahih hadisi değil, makbul hadisi bu dört kısma (sahih lizatihi ve liğayrihi ile hasen lizatihi ve liğayrihi) ayırmıştır.

Muhaddislerin zahiri sözlerinden anlaşılan şudur: Ha­sen lizatihi veya liğayrihi hadis; adalet zabt ve ittisal özelliğinde kusur bulunan hadistir. Bu bölümlendirmeden ve cami'a ile mani'a olmayan[38] tariflerden de anlaşıldığı gibi, Suyutî Tedrib'de, Aliyyü'1-Kâri de Şerhu'n-Nuhbe'de nakletmiştir-Fakat gerçek olan, hasen lizatihideki telafi edilme­miş ile sahih liğayrihideki telafi edilmiş kusur, sadece zabt özelliğindedir. Diğer özellikleri (adalet ve ittisal) ise sahih lizatihideki gibi eski (kusursuz) durumu üzerindedir. Zayıf ve hasen liğayrihideki kusur ise sıhhatin zikredilen tüm özelliklerinde mevcuttur. -Şeyhü'I-İsIam Ibni Hacer el-Askalanî bu şekilde belirtmiştir.

Gerçek olanın bu olduğu, adalet ve ittisalde fazlalık ve eksikliğin olamamasıyla sabittir. Çünkü bir hadiste ittisal

(veya adalet) ya vardır ya da yoktur. Zabtta ise fazlalık ve eksiklik olabilir.

 

Hasen ve Zayıf Hadislerle Amel Etmek

 

Sahih hadis gibi hükümlerde hasen hadisle delil getirile­bilir. Zayıf hadisle ise, Cumhura göre, ancak amellerin fazi­letleri ve nasihatlerde amel edilebilir, akaid ve hükümlerde amel edilmez. Kimine göre nasihatlerde olsun hükümlerde olsun mutlak olarak zayıfla amel edilebilir.[39]

Askalâni'ye göre üç şartla zayıf hadisle amel edilebilir.

1- Zayıfhğınm şiddetli olmaması. Böylece yalan ve çirkin hatalarla itham olunmuş zayıf hadisler dışlanmış olur.

2- Kendisiyle amel edilen bir asim (sahih veya hasen ha­dis gibi) kapsamında olması.

3- Zayif hadise 'sabit hadis itibariyle değil ihtiyatla yak­laşmak. Bunun için; "zayıfla, ihtiyatlı olunduğu zaman hükmedilebilir.' denilmiştir.

Sahih ve hasen hadisi kesinlik bildiren 'rivayet etti' dedi' gibi) ifadelerle; zayıfı da kesinlik bildirme­yen (  rivayet edildi' 'denildi' gibi) ifadelerle rivayet etmek güzel olur.

 

Hadis Tashihi

 

Cumhur, muteahhirin sikalardan bazılarının hadisin tas­hih, tahsin (hasen yapma) tad'if (zayıf yapma) ve tercih gü­cüne sahip olduklarını kabul etmiştir.

Cumhura göre bir kitaptan bir hadisle amel etmek veya delil getirmek isteyen; o kitabın, kendisi veya sikalardan bi­risinin, sahih esaslarla iyice karşılatirmış güvenilir nüsha­sından hadisi almalıdır. Eğer o nüshayı güvenilir ve gerçek­leşmiş bir esasla karşilaştinrsa onun için yeterli olur. Her ki­taptan bütün konular için metod budur.Ulemâ; şer% akli ve Arabi ilimlerde bunun üzerine ittifak etmişler. Bu şekilde karşılaştırılması yapılan nüsha, sıhhati veya zann-ı galibiy-le kesinlik ifade eder. O halde muhaddislerden asabiyetiyle bilinen Şerzime'nin; "en az rivayet edilenlerden olsa bile, yanında rivayet edilmediği müddetçe hiçbir müslümana (Rasulullah a.s.v şöyle buyurdu) demesi caiz değildir." sözüne itibar yoktur. Çünkü bu, Müslüman­ların icmamı bozmaktır.

Tirmizi ve başkalarının (bu hasen, sahih hadistir) ya da (hasen, gariptir)ve benzeri sözle­rinin manası; 'Bazılarına göre hasen, diğer bazılarına göre sahihti' ya da 'bir isnad itibariyle hasen, diğer isnad itiba­riyle sahihtir1 yahut kimine göre 'zatı itibariyle hasen, diğer yönleri itibariyle sahihtir1 demektir.

 

Sekizinci  Bölüm

 

Adalet, Zabt Ve Şartları A-Adaletve  Şartları

 

Zikredilen kısımların (lizatihi ve liğayrihi sahih ile ha-sen) mahiyetinin anlaşılması için 'adalet' ve 'zabt' kavram­larının muhaddislerin ıstılahında ne anlama geldiğine bak­mak lazım.

Sözlükte adalet vezni gibi 'nin mastarıdır.  adaletle vasıflandı demektir. 'Adi'ise  vezninden " üzerine adalet işledi " demek   olan mastarıdır. "Adalet" ve "adi nin zıttıdırlar. (yoldan saptı) ve (hükümde ona zulmetti) denilir. "Adl"gibi 'den dönmek ve meyletmek manasmdadır. Muhtaru's-Sihâh-

Istılâhi olarak ise adalet; kişinin özünde kök salan, Allah (c.c)'ı, Rasûlünü (a.s.v) ve O'na indirileni tanımaktan ve Allah(c.c)'a ve Rasulü (a.s.v)'ne olan nihayet derecedeki sevgi ve korkudan kaynaklanan, insanı takva ve kişiliğe teşvik eden bir melekedir.

TAKVA:Sözlük olarak boyun eğmek demektir. denilir. Yani, korunmada ileri gitti.

Şer'i olarak ise, takvanın genel ve özel olmak üzere iki manası vardır. Genel manası, ahirette zarar veren şeylerden korunmaktır. Bu anlamdaki takvada fazlalık ve eksiklik ola­bilir. En düşüğü şirkten korunmak; en yükseği de kişinin, içindeki gizli duygulan hak'tan başka şeylerle uğraşmaktan koruması ve bütün beşeriyetiyle başkasından ilişkisini kes-mesidir. İşte bu, Allah (c.c)'ın ayette "Allah'tan hakkıyla korkunuz" dediği hakiki takvadır.

Şer'i olarak takvanın özel manası ise -ki bilinen, mutlak ve karinesiz olarak zikredildiğinde kastedilen manadır-azabı gerektiren fiil ve terk-i fiillerden korunmaktır.

Muhaddislere göre -ve aynı zamanda şeraitte- takva; gizli ve açık şirkten, haram işleme ya da vacibi terk etmede­ki fısktan ve küfre götürmeyen itikadi bidatlerden korun­maktır.

Takvada kebair'den korunmak şarttır. Küçük günahlar­dan ise, ihtilaflı olmakla birlikte muhaddislerce tercih edi­len görüşe göre korunmak şart değildir. Çünkü kebairden korunanın küçük günahları affedilir ve o kimse azaba müs­tahak olmaz. -Beydavı ve Cevhere sahibi-

Buna rağmen, ayetteki kebairden maksat şirkin çeşitleri olduğu ve kebairin sayısı yedi, yetmiş; yediyüz gibi kesin bilinmediği için küçüklerden de korunmanın şart olduğunu ileri sürenler olmuştur.

Ancak küçük günahları işlemek devamlı hale gelince o da büyük günah olur. Çünkü Rasulullah (ASV): "Küçük gü­nahlarda ısrar etmek küçük değil, büyük günahlardan tevbe etmekle de günah kalmaz" diyerek küçük günahlarda ıs­rar etmenin kebairden olduğunu belirtmiştir. Aynı zaman­da korunmanın en iyisi küçük günah ve şüphelerden de ko­runmayı gerektirir.

Fakat zamanında şüpheli şeylerin genelleşmesi ve onlar­dan korunmanın zorlaşmasından dolayı bütün şüphelerden korunmak imkansız hale gelmiştir. Bu durumda "Taat, takat miktannca yapılır" kuralınca harama yakın bü­yük şüphelerden başkası konumuzun dışında kalır ve tüm haram ve tahrimi mekruhlardan korunma gereği belirlen­miş olur.

Bu söylediklerimiz bize göre olandır. Asıl ilim ise Allah (c.c) katındadır. Rasulullah (ASV)'ın "Kötü olana düşmekten korunmak amacıyla kötü olmayanı terk etmedikçe kul, muttakilerden olamaz" hadisi de söylediklerimize delalet et­mektedir.

KİŞİLİK (MÜRÜVVET): Adaleti oluşturan özelliklerden kişilik ise; sokakta yemek, içmek, yollarda bevletmek v.b. kötülerle arkadaşlık, çocuk ve güvercinlerle oynamak, fazla gülmek gibi düşük davranışlardan kaçınmaktır. Aynı za­manda bütün insanların ıslahı için çalışmak, kardeşlerin taşkınlıklarına sabretmek, ehil olana ihsanda bulunmak gi­bi şerefli vasıflarla donanmaktır. Hasılı kişilik, şer'an mendup olanı yapıp tenzihen mekruh olanı terk etmektir.

Aliyyü'l-Kari'ye göre takva, şeriat'm zemmettiği (yerdi­ği) şeylerden sakınmak; kişilik ise Örfün zemmettiği şeyler­den sakınmaktır. Muhtaru's-Sıhah'ta: "Kişilik, kişinin insa­niyetini güçlendirmesidir" diyor.

 

Ravi'nin Adaleti

 

Râvi'lerde aranan adalet, köleleri de kapsadığı için şahit­likte aranan adaletten daha geneldir. Çünkü, Ebu Yusuf'un el-Bahr adlı eserinde naklettiği üzere, şehadette aranan ada­lete göre şahitlik yapacak kişinin kebairden korunması, kü­çük günahlarda ısrar etmemesi ve zahiri bir kişiliğe sahip olması şarttır. Şahidin buradaki adaleti, müslümanm üzeri­ne yapılan şahitliğin kabul olmasının vücub şartıdır.[40]

Şehadetin kabul şartı ise akl-ı kamil ve velayettir. O hal­de akl-i kamil ve velayete sahip olamadıkları için deli, ço­cuk ve kölenin şehadeti kabul edilmez. Fasıkin, zalimin, Hattabi ve avanelerinin insanların ölümünü istedikleri için ölümü bekleyen kefen satıcısının, batılı izleyenin, dan­sözün, sövücünün, özürsüz olarak farzları tehir edenin, bir ay boyunca cemaatı terk edenin, müzik meclislerinde otura­nın, müzisyenin, amire karşı çıkanın, tutucufmutaas-sıp)'nun, [41] avreti açanın, faiz ve yetim malını yemekle meş­hur olanın ve kumar oynayanın takvası olmadığı için şeha­deti makbul değildir.

Baba ve atalarının mesleği olmaması itibariyle kendileri­ne layık olmayan tabaklama, hacamat ve dokumacılık gibi düşük sanat ehlinin, nafile sadakada cimrilik yapanın, insanlardan görünebilecek şekilde yolda yiyen, içen ve bevledenin, iç elbiselerle dolaşanın, basitlik sayılabilecek yer­de başı açık dolaşanın, günümüzdeki şarlatanlar gibi ha­yası az olanın, mizah yapmada aşırıya kaçanın, kötülerle arkadaşlık yapanın, kuş/güvercinlerle oynayanın tümü işledikleri bu fiillerde devam ettikleri durumda kişilikleri zedelendiği için şehadetleri makbul değildir.

Hasılı delinin, çocuğun, kölenin, bir sefer dahi olsa keba-ir işleyenin ve tekrar tekrar kişiliği terk edenin, el-Bahr ve fıkıh kitaplarının genelinde geçtiği gibi, fakihlerin yanında şehadetleri makbul değildir.

Muhaddislerin yanında ise köle dışındakilerin (çocuk ve delinin) şehadeti makbul değildir. Fakat Tedrib ve hadis ki­taplarının genelinde geçtiği gibi muhaddisler, sadece Hatta-bilerin değil, bid'atçı inanca sahip hiçbirinin şehadetini ka­bul etmezler.

Bana göre bu durumda iki adalet arasında (ravinin ada­leti ile şahidin adaleti) umum ve husus min [42]vardır. Hak olan da muhaddislerin görüşüdür. Çünkü Tarikat-ı Muhammed iye'd e (Birgivî'nin bir kitabıdır. Mut.) tahkik edildiği gibi, inançtaki bid'atlar küfürden sonra kebairin tü­münden daha büyük günahlardır. (Şahitlikte) kebairden ko­runmak ise ittifakla şart koşulmuştur. Ve yine bunlar (keba-ir, bozuk kişilik vs.) adaleti düşürdüğü halde inançtaki bidatı düşürmemesinin bir manası yoktur. Keşke Hattabi'ler-den başka bidatçılann şehadetini caiz gören olmasaydı. Umarım musannif da bidatçılann şehadetine itibar etmedi­ği için rivayetteki adaletin şehadetteki adaletten daha genel olduğunu söylemiştir.

 

B- Zabt Ve Şartlar

 

Zabt, ravinin dilediği zaman söyleyebileceği şekilde işit­tiği ve rivayet ettiği hadisi göğsünde veya kitabında yitir­meden tahriften korumasıdır.

Yeri itibariyle zabt ikiye ayrılır: Biri, hatırlama ve tekrar ile kalbi unutmaktan korumak olan göğüs zabtıdır. Diğeri ise hadisin tashihinden sonra, rivayet edeceği vakte kadar onu kendi yanında yazarak muhafaza etmek olan kitap zaptıdır.

Hadisi, asıl rivayet şekli olan lafzıyla rivayet edecekse, Aliyyül-Kari'nin de dediği gibi, hadisin yazılı olduğu defter veya kitabını emin olmadığı ellere emaneten bırakamaz, di­ğerlerine bırakabilir. Ama, muhakkikin'in de caiz gördüğü "manasıyla" rivayet edecekse, İmam Nevevî'nin de dediği gibi manasını zabt ve bu manayı ifade edecek lafzı da bil­mesi lazımdır.

 

Dokuzuncu  Bölüm

 

Adaleti Zedeleyen Kusurlara Göre Hadisler

 

Saydığımız bu dört kısmı (lizatihi ve liğayrihi sahih ve hasen) ve hadisin zayıf kısımlarını tanımak için adalet ve zabt ile ilgili zedeleyici unsurların belirtilmesi lazımdır.

Hadis alimleri, adaleti zedeleyen kusurları beş maddede toplamışlar:

1- Râvi'nin yalan söylemesi. Genel olarak ya da hadis ilimlerinde yalanın fazlasıyla çirkin olması, hatta bazıları­nın yalanı küfür olarak telakki etmeleri nedeniyle yalancı­nın rivayet ettiği hadis asla kabul edilmemiş ve râvi'nin ya­lan söylemesi" maddesi adaleti zedeleyen kusurların ilki kabul edilmiştir.

2- Râvi'nin yalanla itham edilmesi.

3- Râvi'nin fasık olması.

4- Râvi'nin bilinmemesi.

5- Râvi'nin bidat ehli olması.

 

Mevzu Hadis: Ravinin Yalan Söylemesi

 

Muhaddislerin ıstılahında râvinin yalan söylemesi, Rasulullah (ASV)'ın hadislerinde bile söylediği yalanları­nın tespitli olmasıdır. Râvinin hadis dışında söylediği ya­lanlan ise fasık oluşu kısmına girer. Hadislerin herhangi bi­rinde ravinin yalan söylediği sikalar tarafından tespit edil­diği zaman bu ravi yalanla zedelenmiştir. Yalanla zedelen­miş ravinin yalanı ister söz konusu hadiste olsun ister bir başka hadiste olsun, bütün hadislerinin uydurma olması ih­timaliyle, bu hadise mevzu veya uydurma denir.

Muhaddislerin, ıstılahlarında mevzu hadis dedikleri işte budur. Yoksa meşhur olduğu üzere bir hadisin "mev­zu" olması için yalan ve uydurmanın söz konusu hadisin kendisinde olması şart değildir. Musannif bu inceliği mu­haddislerin, "ömründe tek bir defa, tek bir hadiste yalan söyleyenin geçmiş ve gelecek bütün hadislerinin düşmesi (iptal edilmesi) vaciptir. Tevbe edip kendini düzeltse da­hi, ceza olarak, yaptığı fesadın büyüklüğünü idrak etme­si için ebediyen onun rivayetleri kabul edilmez. Yoksa bu durum kıyamete kadar sürüp giden bir metod halini alır" sözünden çıkarmıştır. Bu açıklama, Tedrib veya rastlama­dığımız tafsilatlı kitaplarda yer almaktadır. Yoksa en-Nuhbe, el-Elfiye, et-Takrib ve şerhleri gibi meşhur kitap­lara göre mevzu hadis, yalan ve uydurmanın bizzat ken­disinde bulunduğu hadistir.

Yalan yere şahitlik yapanın durumu ise, dinde devam eden bir alışkanlık halini almayacağı için tevbeden sonra başka bir davada şahitliği kabul edilebilir. Muhaddislerin cumhuruna göre bu böyledir. Çünkü Nevevî gibi bazıları "tercih edilen, tevbeden sonra şahitliği gibi, rivayetinin de kabul edilmesidir" görüşündedirler.

 

Hadis Uydurmanın Sebepleri Ve Hükmü

 

Bidat ehli olanlar, ümmeti dalalete sürüklemek için; mü­nafık ve zındıklar, dini hafife almak ve ümmeti yoldan çı­karmak için hadis uydururken, mutasavvıflar, bazı surele­rin faziletlerinde olduğu gibi terğib (teşvik) ve terhib (kor­kutma) için; hikayeci ve dilenci vaizler de mal biriktirmek için uydururlar. Bütün bunlar İslam dinini değiştirme, Pey­gamber (ASV)'e iftira ve Müslümanları şaşırtma olduğu için Müslümanların icma'ı ile haramdır.

Bunun için Rasulullah (ASV): "Benim üzerime yalan uy­duran ateşten yerini hazırlasın." buyurmuştur. Bu hadis mütevatirdir.

İslam'ı hafife almak ve Müslümanları İslam'dan caydır­mak için hadis uydurmak küfür; terğib, terhib ve mal topla­mak için uydurmanın da küfründen korkulur bir durum­dur. Hatta bunun da küfür olduğunu söyleyenler olmuştur.

Müslimin rivayet ettiği "Yalan olduğuna inandığı halde benim adımdan hadis rivayet eden, yalancılardan birisidir" hadisi gereğince bildiği halde, uydurma olduğunu belirt­meden mevzu hadis rivayet etmek de haramdır. Bu yüzden bu tür hadisleri kitaplarında zikreden Beydavî gibi müfes-sirlere itirazlar yapılmıştır. Bana göre, "Bu hadisleri zikreden alimler veya bazı sıka'lar, söz konusu hadislerin mevzu değil; sahih, hasen ya da zayıf olduğuna inandıkları ya da mevzu olduğunu bilmedikleri için zikretmişler" demek doğru olur. Çünkü hadisin sıhhati vb. durumu, sikalara gö­re, zann-ı galip itibariyledir. Kimisine göre sahih olan nice hadis vardır ki, başkasına göre sahih değil, bir başkası da onun varlığından haberdar değildir.

 

Mevzu Hadisi Tespit Etmenin Yolları

 

1-Hadisi uyduranın itirafı.

2-Rivayet ederken hadisi uyduranın durumu ve rivayet tarzı. Mesela doğumundan önce vefat etmiş birisinden ha­dis rivayet etmesi gibi.

3-Hadisin metin durumu. Kelime ve manaların zayıflığı, nass'lara ve akla aykırılığı, mütevatir olmadığı halde dinin bir temeliymiş gibi insanlara aktarması üzerine İslam davetçilerini çaba harcamış gibi gösteren meseleleri içermesi, küçük hatalar üzerine şiddetli azap tehdidinde ve az amel­ler üzerine büyük mükafatlar va'dinde ifrata varması gibi. Mesela:

"Kediyi sevmek imandandır."

Es-Sağani ve diğerlerinin dediği gibi uydurmadır. "İman hasletlerindendir" demek daha doğrudur. Bununla beraber diğer iyi vasıflarda olduğu gibi imanı olmayanlarda da bu­lunabilir. "İman alametlerindendir" diye takdir edilmez. Sa'd-ı Taftazani ile Seyyid-i Cürcanî böyle takdir etmişler.[43]

Bunun gibi hadisler hikayecilerin vaazlarında çoktur.

İmam Cevzî: "Makul olana ters, menkul olana muhalif ya da temel esaslarla çakışan hadisi gördüğümde bunun mevzu olduğunu anlarım' diyen kişi ne güzel söylemiş" de­miştir.

Fakat gerçek olan, hadis ilminde uzmanlaşmış, derin tenkit gücüne sahip olanlar dışında, bu belirtilerle amel ederek hadisin mevzu olduğuna hükmedilemez. Buna rağ­men konuyla ilgili hüküm verirken bazen yanılır. Bunun için, İmam Cevzi'nin mevzu olduğuna hükmettiği hadisle­re hadis tenkit alimleri itiraz ederek bunlardan bazılarının sahih, bazılarının hasen ve bazılarının zayıf olduğunu söy­lemişlerdir.

Aliyyü'1-Kâri: "Mevzu olduğuna (muhaddislerin) ittifak ettikleri hadisleri bir fasikül (cüz')'de kısaca bir araya getir­dim" diyor. Bu açıklamalar Takrib, Tedrib, Nuhbe ve Aliy-yü'1-Kâri'nin konuyla ilgili hulasasıdır.

 

Metruk Hadis: Ravinin Yalanla İtham Edilmesi

 

Râvinin yalanla itham edilmesi, Rasulullah (ASV)'m ha­dislerinde yalanı tespit edilmemiş olsa da sözlerinde yalan­cılıkla tanınıp meşhur olmasıdır. Yalan ithamıyla zedelen­miş ravinin hadisine metruk denir. "Falanın hadisi metruk­tür" denildiği gibi. Yani asla delil olamaz. Çünkü sıhhat ih­timalini taşıdığı gibi, uydurma ihtimalini de taşıdığı için akaid ve hükümlerde terki vaciptir. Bu da mevzu hadisin has olmayıp amm (genel) olduğunu göstermektedir.

Mesela:

"Ne bir hileci, ne bir cimri, ne de idaresindekilere kötü muamele eden bir kimse cennet'e girebilecektir." Bunu yal­nız Sadaka rivayet etmiştir. Hem bu hem de şeyhi Ferkad çok zayıftırlar. -Tecrid Mukaddimesi, s.123 [44]

Bu gibi kimseler yalandan tevbe ederek doğruluk ve tak­va ile durumlarını değiştirip salih insanların amelleriyle do-nanırlarsa, sıhhat ve hasen şartlarını taşımak kaydıyla, sika­ya göre hadislerine güvenilebilir ve delil olarak kullanılabi­lir. Çünkü tevbesinin makbul olduğu üzerine ittifak vardır. Fakat önceden yalancı olması sonradan da yalan söyleme vehmini doğurur. -Tedrib-

 

Ravinin Fas1k Olmasi

 

Muhaddislere göre râvi'nin fışkından maksat akidedeki fısk değil ameldeki fısktır. Çünkü muhaddiselerin ıstılahın­da akidedeki fısk bid'at kısmına girmektedir.

Sözlük olarak fısk, dan herhangi bir şeyden çıkmak demektir. olarak ise fısk; fiili, sözlü veya itikadi olarak Allah (c.c)'m itaatından çıkmaktır. "Fısk" kelimesi asileri, bid'atçıları ve kâfirleri kapsayacak kadar geniş kapsamlıdır. Fakat şer'i olarak, yalancılar dışındaki isyankârlar için daha fazla kullanılmakta ve şer'i örte onlara has bir terimdir.

Hadisteki yalan da şer'i olarak fıska dahildir. Fakat yalan itibariyle zedelenme, az önce geçtiği gibi, hadisi mevzu ve­ya metruk yapacak kadar, şiddetli ve asla kabul edilemez derecede hükmü farklıdır. Mevzu'dan farklı olarak met-ruk'un, diğer zayıf hadisler gibi sözü edilen şartlarla amel­lerin faziletlerinde hükmü kabul edilebilir. Aralarındaki ör­fi bir farklılık ve zedeleme şiddeti itibariyle muhaddisler fa-sıkın hadisini ayırarak uydurma hadislerin bir kısmı haline getirdiler. Fışkın çok çeşitliliğinden dolayı fasıkın hadisine ayrıca bir isim koymamışlar.[45] Bid'at da fıska dahildir; fakat zedelemesinin şiddetinden dolayı onu da ayrı bir kısım saymışlardır.

 

Mübhem Hadis: Ravinin Bilinmemesi

 

Râvinin bilinmemesi demek; onu belirleyen isim, künye, lakap v.s'nin sıkalarca bilinmemesi demektir. Bilinmemesi ise ismin çokluğundan veya çok ya da az hadis rivayet etti­ği için isminin zikredilmemesinden veya senedi kısa tut­maktan v.s'den kaynaklanan sebeplerden dolayıdır.

İsminin bilinmemesi, onun sıka olup olmadığı, değilse yalan konuşup konuşmadığı gibi bir dizi bilinmeyen nokta­lan beraberinde taşıdığı için zedelenme sebebidir.

Mesela: (bir adam açıkladı)

Râvisinin bilinmezlik durumuna uygun olarak böyle ha­dislere mübhem hadis denir. Akâid ve hükümlerde geçerli olması, râvisinin adalet ve zabtına bağlıdır. Râvisi de bilin­mediği için cumhura göre mübhem hadis makbul değildir.

Bu konuda Hatib şöyle diyor: "Bize göre meçhul, sıkanın kendisini tammadığı ve hadisi tek bir ravi tarafından bili­nen kimsedir. Mechuliyetini kaldıran da en az iki meşhur ravinin rivayetidir. Bu da makbuliyeti için yeterli olmayıp adalet ve zabtının da bilinmesi şarttır."

Kimine göre, rivayetlerini sadece adil olandan seçenin mübhem râvi'den rivayet etmesi durumunda makbul olur. Kimine göre mutlak olarak meçhul'un hadisi (mübhem ha­dis) makbuldür. -Tedrib-

Ancak mübhem kişi sahabe olunca, bütün sahabe adil olduğu için, hadisi makbuldür. Çünkü Rasulullah (ASV): "Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz" demiştir.

Mesala: (bir sahabe haber verdi) veya (sahabeden bir adam haber verdi) veya sahabeden olduğu bilinen bir adam için (bir adam haber verdi) sözleri gibi. Çünkü bu hadis, şartları içerisinde de­ğerlendirilerek kabul edilir.

Mübhem râvi'nin ta'dille adil olduğunu gösteren dü­zeltici bir ifadeyle "adil birisi", "zabit birisi", "sıka birisi", "hafız birisi" vb. sıfatlarla anılarak rivayet ettiğinin zikredildiği hadislerde ihtilaf vardır. Kimine göre ta'dil esas, mu­adil (tadili yapan) de sıka olduğu için makbuldür, sahih olan ise mübhemi isimlendirmeyene kadar makbul olmama­sıdır. Çünkü mübhem râvi, muadil'e göre sıka, başkasına gö­re ise mecruh (zedelenmiş) olabilir. Bunun yanında ismini açıklamaktan çekinmesi, tereddütün oluşmasına sebep olan bir şüphedir.

Ancak mübhem râvi'nin tadilini yapan mahir bir alim, ya da cerh ve tadil ilminde dört büyük imam gibi, kamil bir müctehid mezhebine ise, hadisi makbuldür. Fakat bu da söz konusu müctehidin muvafakati konusunda olup mutlak değildir. -Tedrib-

Askalâni'ye göre bu, hadisin konularında bile değildir. Aliyyü'l-Kari'ye göre de, makama uygun olduğu için istitradi[46] olarak bu noktaya burada değinildi.

 

Cerh Ve Ta'dil

 

Ta'dil, -yani falan kimse âdildir veya sıkadır demek- ve cerhi -yani falan kimse mecruhtur ya da hadisi mecruhtur demek- işin ehli ve sebeplerini bilen mahir bir alim yaparsa sebeplerini zikretmese de kabul edilir. Yoksa sebepleri zik­redilmeden kabul edilmezler.

Ta'dil'in sebepleri çok ve zikri meşakkatli olduğu için, sebeplerini zikretmeden de kabul edilebileceği meşhurdur. Cerh ise, râvi'nin tek bir durumunu açıklamakla olabildiği için sebebi zikredilmeden kabul edilemez. Ayrıca cerh'in se­beplerinde insanlar ihtilafa düştüğü için, gerçekte cerh ol­madığı halde birisi zannma dayanarak ravide cerh olduğu­nu ileri sürdüğünde, bunun raviyi zedeleyip zedelemediğinin bilinmesi için sebebini zikretmesi lazımdır. Bunun tersi­ni (yani ta'dilin sebebini zikredip cerhinkini terk etme) söy­leyenler de olmuştur. Çünkü adaletin sebeplerinde uydur­ma hareketler çoktur ve mu'addil de zahire bakar.

Kimine göre sebepleri tam açıklanmadığı zaman ne ta­'dil ne de cerh yapılamaz. Çünkü zedelemeyen sebeplerle cerh yapan olabildiği gibi güven vermeyen sebeplerle ta'dil yapanlar da vardır.

Hadislerde olduğu gibi cerh ve ta'dil de, bir tek sıka'nm haber vermesiyle sabit olur. En az iki kişinin haber verme­sini şart koşanlar da vardır.

Cerh ve ta'dil bir şahısta sözkonusu olduğu zaman, cer­hi yapanın konuyla ilgili bilgisi daha fazla olduğu için söz­konusu şahsın cerhi ta'dilinden önce gelir. Ama muadilin; "Cârih'in söz ettiği sebebi biliyorum. Bu şahıs o durumdan tevbe etmiştir." demesi durumunda ise, sözkonusu şahsın ta'dili Cerhinden önce gelir. Fakat mu'addil, güvenilir bir tarzla carihin sözettiği sebebi çürütmezse, mesela cârinin, "O adam falan gün haksız yere bir çocuk vurdu" demesi karşısında muadil de; "Dediğin günden sonra çocuğu sağ gördüm" şeklinde cevap vermesi gibi bir durum ortada yoksa cerh ve ta'dil eşit derecede birbiriyle çakışır.

Kimine göre hangisi fazlaysa o önce gelir.

Kimine göre hıfzı fazla olan Önce gelir.

Kimine göre de delili güçlü olan tercih edilir.

Merdut Hadis: Ravinin Bid'atçl Olması

 

Râvi'nin bid'atçı olması, Ehl-i sünnete göre, dört delilden birisi veya akim burhanlanyla Rasulullah (ASV)'dan bi­linen inancın tersi bir inanca, bir nevi şüphe ve tevil yoluy­la sahip olmasıdır. Raviyi bid'atçı yapan bu tevil Arap dili­nin meşhur kaidelerine ve yakini (kafi) olmayan, İslama muhalif olsa bile, meşhur olmayan arap dilinin bazı kaide­lerine muvafık olması yeterlidir. Çünkü, zayıf veya sağlam hiçbir kurala muvafık olmayan her türlü tevil caiz olursa yeryüzünde zındık denen kimse kalmaz. Bu durumda, "ilahlık iddiasında bulunan herkes davasında sadıktır" di­yenin sözü nasıl tevil edilebilir? Bu yüzden ehl-i sünnet; "Kesin deliller türemediği sürece, nasslara, zahirine göre anlam yüklenir. Ve nass'lardan, batıl ehlinin iddia ettiği ma­nalara yüz çevirmek ise küfürdür." demişlerdir."Et-Tarika" adlı kitapta: "Şüpheye tevil yaptıkları halde bazı bid'atçıla-n tekfir etmek vaciptir." denilmiş.

Bi'datçinm sahip olduğu bu ters inanç, inkâr ve inat tar­zında olursa hakkı inkar, yalanlama ve şeriatle istihza oldu­ğu için küfürdür ve konumuzun dışındadır. Konumuz, bid'atçi Müslüman ravidir. Kafir bid'atçmın hadisi ise Neve-vî'ye göre ittifakla, Askalânî'ye göre de cumhurun yanında asla kabul edilmez. Çünkü kimine göre, yalanın helal ol­duğu itikadında olmadığı sürece mezhebinin takviyesi için böyle hadisler makbul sayılabilir; kimine göre ise mutlak olarak makbuldür. Bana göre bu hadisi makbul sayanlar sadece amellerin faziletleri konusunda makul saymışlar, akaid ve hükümlerde değil. Çünkü burada adaletin ol­madığı ittifakla kabul edilmiştir.

 

Bid'atın Anlamı

 

"Et-Tarika" adlı kitapta "bidat" şöyle açıklanıyor: Söz­lükte bidat isim olup adette veya itikatta mutlak olarak sonradan ortaya çıkan şey demektir. Fakihler arası ıstılahta ise islamm ilk döneminden sonra, mutlak olarak ortaya çıkan şey demektir. Bunun için bid'ati;

a) Küfür

b) Haram

c) Mekruh

d) Mubah

e) Mustehab

f) Vacip

g) Farz, diye kısımlara ayırmışlardır.

Şer'i olarak bid'at: "Ne sözlü ne fiili ne açık ne de işaret olarak, şeriat sahibinin izni olmadan sahabeden sonra is-lamda yapılan fazlalaştırırla veya eksiltmelerdir."

Bu tarife göre bid'at, bazı itikat ve ibadetlerle sınırlı kalıp adetleri asla kapsamamaktadır. Rasulullah(ASV)'m " Bütün bidatlar dalalettir" sözündeki amacı da işte budur. Çünkü Rasulullah (ASV): "Dinimizde olmadığı halde onda yeni bîr şey çıkaranın yaptığı, merduttur." buyurmuştur.

Şer'i anlamdaki bid'attan ilk akla gelen itikadi bid'attır. İtikad'ın karşılığı ise Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadıdır. O halde muhaddisler bid'attan küfrü değil, ilk akla geleni (bidatin birinci anlamını) amaçlarlar.

 

Bidat'çının Hadisi

 

Bidatçmın hadisi ihtilaflı olduğu halde ihtiyati olarak reddedilmiştir. Burada dört görüş vardır:

1- Çoğu alime göre, bid'at'inm davetçisi olmaması şartıy­la bidat'çının hadisi kabul edilebilir. Ulemadan bir cemaat, bid'atını takviye etmeyen özellikte bir hadisin var olmasıy­la kayıtlı kılmıştır. Böyle bir hadis yoksa kabul edilmez.

2- Mezhebinin takviyesi için yalanı mubah görmüyorsa kabul edilebilir. Bu görüşün İmam Şafii'ye ait olduğu söy­leniyor.

3- Mutlak olarak kabul edilir.

4- Hiçbir suretle kabul edilemez.

Bu son görüş, îmam Malik'e nisbet edilir. Çünkü bid'at-çı, bid'atçılığıyla fasık olmuş ve fasıkm rivayeti de merdu-tur.

İmam Malik'in bu görüşü, Sahihayn ve başka kaynak­ların, bid'atının davetçisi olmayan bidatçıdan delil getirmeleriyle zayıf kılınmıştır.

Bana göre, "bidatçının hadisi kabul edilebilir" diyenlerin buradaki amacı, "akaid ve hükümlerde" değil "amellerin faziletleri" konusunda kabul edilebilir, demektir. Çünkü akaid ve hükümlerde adil ravinin hadisinden başkası kabul edilmez ve bid'atçı da bütün ulemaya göre adil değildir. Aynı şekilde "kabul edilmez" diyenlerin maksadı da "akaid ve hükümlerde kabul edilmez" demektir. Çünkü akaid ve hüküm dışındaki konularda ravinin adil olması tüm ule­maya göre şart değildir.

Şeyheyn'in sahih mecmualarının telifinden sonra bazı şeyhlerinin bidatçı çıkmaları -ya da bazılarınca bid'atçı çıkmaları-Sahihayn'e zarar getirmez. Çünkü Şeyheyn, sıka dışında başkasından sahihlerine hadis almamışlardır. Musannifin bid'atçmın hadisini merdut olarak kabul et­mesi ise dört mezhebi incelemesinden sonra elde ettiği tahkikattır.

 

Onuncu  Bölüm

 

Zabtı Zedeleyen Kusurlar

 

Zabtı zedeleyen kusurlar beş tanedir:

1- Aşırı dalgınlık (gaflet)

2- Fazla yanılma (galat)

3- Sıkalara muhalefet

4- Evhamlı olmak

5- Hafızanın zayıf olması

 

1-2 -Aşırı Dalgınlık ve Yanılgı

 

Aşm dalgınlık ve yanılma, birbirine yakın anlamlıdır.m Gaflet (dalgınlık), hadisi dinleme ve almadaki kusurdur. Yanılgı (galat) ise genelde hadisi dinleme ve aktarma (rivayet etme)daki kusurdur. Bazen de bunlar ters şekliyle kullanılırlar.

Aliyyü'l-Kari'ye göre gaflet ve yanılgıyı "aşirılık"la ya da "doğrularından daha fazla" olmasıyla ya da "eşit" ol-

Galattaki hata, fikir ve düşünceyi bir arada tutamamayla ilgilidir gaflet ise, hadisi alma ve aktarma esnasındaki zihnin anlama gücünü bozan şeylerle meşgul olmasıyla birlikte ihmalkârlığıdır. -M. Şevket-masıyla nitelemenin sebebi, insanın yanılgı ve unutkanlık­tan tamamıyla masum olmamasıdır. Böylelerinin hadisi

akaid ve hükümlerde merduttur ve bu hadislerin belli bir ismi yoktur.

 

3- Sikalara Muhalefet

 

Sikalara muhalefet ya metinde ya da isnadda olur. Bu da, ya ızdırap yoluyla, ya idrac yoluyla veya başka yollarla ol­duğu için -açıklamasını yaptığımız gibi- birkaç kısma ay­rılır. Ravinin sikalara muhalif olması, şazz'lığı gerektiren bir durumdur.

Sikalara muhalefetin zabtla ilgili zedeleyici kusur ol­masının sebebi, zabt ve hıfzının olmayışı, hatırlama ve tekrarın olmaması gibi sebeplerle hadisi bozmak ve değişmek­ten koruyamayışıdır.

Çoğu alime göre sikalara muhalefet, zedeleyici sebep değildir. Bu yüzden bu tür hadisleri sahih hadis kitaplarında ve sahihayn'de bulabilmek mümkündür.

 

4- Evhamlı Olmak

 

Ravinin evhamlı olması, rivayetinin vehmi üzerine kurulmuş olmasıdır. Bu da genellikle isnadda olur. Mevsul hadisi, mürsel; merfu' hadisi mevkuf yapmak; zayıf bir raviyi sıka bir raviye değiştirmek gibi.

Bu durum, metinde nadiren görülür. Zararlı şeylerden olan bir hadisi diğer bir hadise katmak vs. gibi.

Ravi'nin evhamlı  olması durumu, isnad ricalini ve

Askalani'ye göre böyle hadislere münker denir. -M. Şevket- değişik hadis metinlerini derinliğine incelemek, metinleri kapsayan isnad yollarını bir araya getirerek mecmua ve müsnedlerde inceden inceye araştırmak ve bütün hadis ravilerinin ihtilaflı noktaları ile zabt sağlamlıklarında tefek­kür etmekle öğrenilir. Bu şekilde tercih edilen hadis elde edilirken mevsul mu, mürsel mi vs. olduğu, ayrıca vehim yoluyla başkasının rivayeti de anlaşılmış olur.

Fakat ravi'nin vehmine vakıf olmak hadis ilimlerinin en kapalı ve en ince olanıdır. Bu ilim, ancak isnad ve metinler­de geniş kapsamlı bir hıfz; râvi'nin adalet, zabt ve diğer mertebelerinde, isnad ve metinlerin ihtilafında, ifa edecek­leri ilimde, incelemelerinde vs. hallerinde kendisine keskin bir anlayış ve parlak bir idrak bahşedilen kişilerde oluşur. Mutekaddiminden dört mezheb ve altı hadis imamı gibi. O yüzden, bu ilim erbabından olan mutekaddimin dışında, konuyla ilgili kimse konuşmamıştır.

Dinar ve dirhemlerin nakdindeki sarraf gibi, hadis ten­kitçisi de, hadiste bir kusur olduğunu bildiği halde, tenkit yaparken iddiasına delil getiremediği için ifadesi bazen ek­sik kalır. -Askalanî-

Vehİmli hadisin özel bir ismi yoktur.

 

5- Hıfzının Zayıf Olması

 

Hıfzının zayıf olması, ravinin isabetinin (doğrularının) hatalarından, hıfzının ve hatırlamasının yanılma ve unutkanlığından daha fazla olmasıdır. İster hataları -veya yanıl­ma ve unutkanlığı, doğrularından fazla olsun ister ikisi eşit olsun fark etmez.

Râvinin hıfzının zayıf olması ile aşın dalgınlık ve yanıl­ması arasındaki fark; buradaki yanılmanın çokluğu, râvinin doğruları, hıfzı ve hatırlaması itibariyledir. Ama aşırı dere­cede yanılması ise onun yapısı ve şahsi Özelliği itibariyledir.

Hıfzı zayıf ravilere, karıştırıcı anlamında (muhtelit) denir. Aliyyü'l-Kari'nin belirttiğine göre karıştırmasının ve zayıf hafızalı olmasının sebebi beceriksizlik, zarar görmek, hastalık, musibet, çocuğunun ölmesi, malının çalınması ve kitaplarının elinden çıkması gibi nedenlerden dolayı ak­lında oluşan karışıklık, davranış ve sözlerinde meydana gelen bozukluktur.

Hafıza yetersizliğinden kurtulmanın yegane çaresi (ha­dis rivayetinde), mutlak olarak (asla) hataya düşmemek ya da hatadan sonra kendisinden genellikle doğru olanı işit­mekle olabilir. Aynı şekilde yanılma ve unutkanlıktan kur­tulma da mutlak olarak (asla) hadis rivayetinde yanılgı ve unutkanlığa düşmemek ya da yanılma ve unutkanlık üze­rine (bundan sonra) râvinin hayatında hafıza gücü ve hatır­lamanın geneli eşmesiyle olabilir.

Hıfzı yetersiz olan ravi'nin hadisi merdut veya mütevak­kıftır.    Özel bir ismi yoktur.

Mutevakkıf:Hakkında söz söylenemeyen, başka hadise bağlı olan. (Mütercim)

 

Onbirinci Bölüm

 

Ravi Sayısına Göre Hadjsler Garib Hadis

 

Sahih hadisteki -Yani hasen veya zayıf olmayan, fakat meşhur olan bütün kısımları kapsaması için "sahih hadis" ifadesiyle kayıtlandırılmamasıydı. Aliyyü'l-Kâri'ye göre hadisin sıhhat, hüsn, zayıflık ve diğerleri ile merfu', mevkuf veya maktu' olma durumu göz önünde bulundurmaksızın mutlak olarak hadisteki- raviler, senedin başından sonuna kadar biri diğerinden rivayet etmesi suretiyle tek tek ya da senedin bazı yerlerinde râvi tek ise bu hadise garib denir, is­ter senedin sonuna kadar biri diğerinden rivayet etmesi şeklinde râviler tek tek olsun, ister senedin bazı yerlerinde ravi tek olsun -mesela iki râvi iki râviden, onlar da bir, o da iki, onlar da dört vb.'den rivayet etmesi gibi değişik şekilleri vardır- durum değişmez. Muhakkikin'e göre tek olan bu râvinin sahabe veya başkası olması durumu değiştirmez.

"Garib", acaib, hayret edilecek şey demektir. Arapların acaib bir seY getirdi)

sözünden alınmıştır ya da "garib" fert anlamındadır. Çünkü garib hadisin senedinde tek tek râviler vardır.

Mesela: İman, yetmiş küsur kısımdır. Haya da imandan bir kısım­dır/'

Bu hadisi Ebu Hureyre'den yalnız Ebu Salih, ondan da yalnız Abdullah b. Dinar rivayet etmiştir. [47]

 

Aziz Hadis

 

Râvisi senedin bütün mertebelerinde en az iki ya da bir mertebede iki -"garib" olmayacak şekilde- diğerlerinde iki­den fazla olan hadistir. Bu hadis neredeyse bulunamaz derecede az olduğu için ona bu isim verilmiştir. "Azız"  (azaldı demektir.)

Mesela:

"Ben sizden birinize babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli gelmedikçe o kişi tam manada iman etmemiştir." Bu hadisi Enes'ten Katade ve Abdulaziz, Katade'den Şu'be ve Said, Abdulaziz'den İsmail b. Uleyye ve A. Varis... rivayet etmişler. -Tedrib, s.375-[48]

Bazıları hadisin aziz olmasını sıhhat şartı olarak sanmışlar.

 

Meşhur Hadis

 

Mütevatir hadisin bütün özelliklerine sahip olmaması şartıyla senedinin bütün mertebelerinde Râvîleri ikiden faz­la olan hadistir.

Râvileri ikiden fazla olması nedeniyle bu ismi almıştır. Râviler arasında meşhur olduğu için ona muztefiz de denilir. yani "vadinin kenarından akmcaya kadar su çoğaldı" sözünden alınmıştır.

Askalâni'ye göre muhaddislerin yanında "meşhur", usûli'lerin yanında da "mustefiz"dir.

Mesela:

"Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emin ol­duğu kimsedir. Muhacir ise, Allah (c.c)'m haram kıldığı şey­lerden uzaklaşandır." Hadis; hadisçiler, âlimler ve halk arasında meşhurdur. -Tedrib, s.189-[49]

Sabit bir rsnad'ı olmadığı halde dillerde meşhur olana da "meşhur" ifadesi kullanılır. Sahavi'nin, "Ümmetimin alim­leri Beni İsrailin peygamberleri gibidir" hadisi ile "Ben adil melik Kisrâ'nın zamanında doğdum" hadisi ve Aliyyü'l-Kâri'nin "Kedi sevgisi imandandır" hadisi gibi.

 

Haber-İ Vahid

 

(Garîb, Aziz ve Meşhur Hadisler)

 

Bu üç hadise çoğulu olan "âhâd" denir. Bu hadislerden her biri "haber-i vahid"dir. Haber-i Vâhid: Sözlük anlamı bir şahsın rivayet ettiği haber demektir. Istılahı anlamı ise, mütevatir hadisin şartlanna haiz olmayan hadis demektir. Ona haber-i vahid denilmesinin sebebi genellikle tek kişinin haberi gibi zann'ı ifade etmesi itibariyledir. Ya da (aziz, meşhur ve garib'in bir kısmında olduğu gibi) sened mertebelerindeki birden fazla râvinin tek kişilik râvi mertebesini kapsaması itibariyledir. Ahad'm içinde hem makbul hem de merdut olanı vardır. Tümü de ahad olduğu için, muhakkikin'e göre hakikate yakın kuvvetli zannı ifade ederler.

 

Mütevatir Hadis

 

Senedinin bütün mertebelerinde râvilerin çokluğu, yalan üzerine sözbirliği edebileceklerini aklın kabul edemeyeceği derecede fazla olan hadise mütevatir denir.

Kimi ulema; "aklın böyle bir sözbirliğini bazen kabul edebileceği için bunun anlamı, "adet olarak mümkün olmaması" demektir, demişler. Bunun için bazıları, "yalan üzerine birleşmeleri usul ve adetin muhal gördüğü bir biçimde..." şeklinde izah etmişler. Aliyyü'l-Kâri'ye göre bu iki görüş doğrudur.

Fakat Sa'düddin diyor ki; doğruyu bulmanın ölçüsü il­min şüphe bırakmayacak şekilde vuku bulmasıdır. Bu da, 'kabul etmeme derecesi'nin adi (adet olarak) değil akli ol­masını gerektirir. Nitekim musannifin sözünden, bir cemaat olduktan sonra râvi sayısının şart olmadığını belirten cum­hurun görüşünden ve özü itibariyle hadisin "yakini" ifade etmesinden anlaşılan da budur.

"Mütevatir  (tevatür)'den alınmıştır. Tevatür, "aralıksız birbirini takip etmek" anlamına gelen (tetabu') manasındadır.

Buraya kadarki açıklamalardan hadisin bu dört kısmı arasında bir farklılık olduğu ortaya çıkmıştır.

Bir hadisin mütevatir olması için dört şart aranır:

1-Bütün muhaddislere göre hadisin kalabalık râviler tarafından rivayet edilmesi.

2-Bu râvilerin yalan üzerine sözbirliği etmelerinin aklen mümkün olmaması.

3-Senedin bütün mertebelerinde râvilerin kalabalık olması.

4-Râvilerin dayanaklarının akli isbata değil; görmek, işitmek gibi hisse dayalı olması. -Aliyyü'1-Kari-

Bu şartları göz önünde bulunduran İbnu's-Salah, müte­vatir hadisin neredeyse bulunmayacak derecede az ol­duğunu belirtmiş ve mütevatir olarak ancak,

"Benim üzerime yalan uyduran kimse ateşten yerini hazırlasın." hadisini bildiğini söylemiştir.

İbni Habban bu şartlara haiz mütevatir hadisin var ol­duğunu inkar etmiştir.

Askalâni ise, "mütevatiri hiç bulunmayacak derecede az ve inkar iddiaları, araştırma ve incelemenin azlığından kay­naklandığı için merduttur" demiş.

Sahavi ise: "Şeyhimiz, tevatür özelliğini taşıyan hadis­lerden şefaat, havuz, ru'yetullah ve imamlarin Kureyşten seçilmesi hadislerini zikretmiştir" diyor.[50]

Bana göre hadisin meşhur, aziz ve garib olması, sikaların hakkındaki malumatı itibariyle olduğu gibi, mütevatir ol­ması da şahısları itibariyledir.

Cumhura göre mütevatir hadis zaruri ilmi ifade ederken kimine göre de istidlali (delil ile anlamayı) ifade eder. Kimine göre ise burhan-ı akliyi (akli delili) ifade eder ve hadis olsun veya olmasın rical'inin sıfatı araştırılmaz, belki onunla amel edilir. Fakat (şu farkla ki) hadisin rical'inde kafir bulunmaz.

 

Garib, Aziz Ve Meşhur Hadise Genel Bakış

 

Garib hadise "ferd" de denilir. Askalâni'ye göre "garib" ile "ferd" hem sözlü hem ıstılahı olarak müteradif (eşanlamlı) kelimelerdir. Fakat "garib" "ferd-i nisbi" için; "ferd" de "ferd-i mutlak" için daha fazla kullanılır.

Aliyyü'l-Kâri'ye göre garib ve ferd sözcükleri temelde değil lugavi mananın mealinde mutefadiftirler. Çünkü lügat-larda ÇJ. 'nin karşılığı (uzaklaştı)drr. Gurbet de vatandan uzaklaşmaktır. Ferd ise teklik ve infirad'tır.

 

Ferd-i Mutlak

 

Senedin bütün mertebelerinde râvi bir ise buna ferd-i mutlak denir. Çünkü kâmil bir şekilde senedin tümünde bir râvi diğer bir râviden rivayet etmesi suretiyle ferdiyet var­dır. (Garib hadis konusunda geçen "iman yetmiş küsur kısımdır..." hadisi gibi)

 

Ferd-i Nisbi

 

Râvi, senedin sadece bir mertebesinde bir, diğer mer­tebelerde birden fazla ise buna ferd-i nisbi denir. Çünkü ferdiyet bir mertebe nisbetiyledir, diğer mertebelerinde yoktur.

Mesela: Bir hadisi İbni Ömer'den Nafi, ondan da Malik rivayet etmiştir. Bundan birçok râvi'ler, Mâlik'e uğramak-sızın doğrudan doğruya Nâfi'den rivayet ettikleri halde, yalnız bir râvi Mâlik yoluyla Nâfi'den rivayet ederse hadis garib olmuş olur. Bu hadis başka yollardan meşhur bile ola­bileceği için buna "nisbi ferd" veya "garib" adı verilir.[51]

Buna göre -hadisin "garib" veya "ferd" olması için râvi'nin senedin bir yerinde tek olması yeterlidir. Senedin diğer birkaç mertebesinde râvi sayısı birden fazla olsa bile durum değişmez.

"Aziz" hadiste râvi sayısının senedin bütün mer­tebelerinde en az iki olması şarttır. Bu da senedin sonuna kadar iki kişinin iki kişiden rivayet etmesi şeklinde ya da sarahaten (açıkça) veya iki kişi üçten, onlar da dörtten, on­lar da beşten vs. şeklinde zımnen (dolayısıyla) olur.

"Meşhur"  hadiste ise   senedin bütün  mertebelerinde râvi'nin açıkça ikiden fazla olması şartıdır. Eğer râvi sayısı bazı mertebelerde iki, bazılarında da ikiden fazlaysa bu, aziz hadise dahildir. Çünkü "iki", ikiden fazla olanın içinde "dolayısıyla" mevcuttur. Nitekim senedin bazı mer­tebelerinde râvi sayısı bir, diğerlerinde de iki veya daha faz­la olursa hadisin garib olması gibi. Çünkü bir, iki veya daha fazla olanın içinde dolayısıyla mevcuttur. O halde "aziz" hadis, senedinin bazı mertebelerinde râvi sayısı sarahaten iki olduktan sonra, diğer bütün mertebelerinde sarahaten veya zımnen iki olmasından daha geneldir demektir.

Bu açıklamadan muhaddislerin; "azınlık çoğunluğa hükmeder" sözünün manası anlaşılmış oldu. Yani azınlık çoğunluğa galabe çalar. Diğer ilimlerin tersine azınlık için çoğunluğun hükmü vardır. (Çünkü en az sened mer­tebesine göre hüküm verilmiş ve çoğunluk mertebeleri onun tesiri altında hükme bağlanmıştır. Diğer ilimlerde ise hüküm çoğunluğa göre verilir.)

Bu bölümün araştırmasından anlaşılmıştır ki, hadisin garib olması sahih olmasına engel değildir. Çünkü bu hadislerin rical'inden her biri sıka'dır. Zaten sahih hadiste tek kişi de olsa isnad'ı sahih olan hadistir. Mutezileden Ceb-bai ve bazı muhaddisler bunun tersini savunmuşlardır.

Çoğu muhaddise göre bazen "garib" denilince zedeleyi­ci kısımlardan "şazz" kastedilir. Şazz, münker ve muallel konusunda geçtiği gibi.

Bazen "şazz", sazlık anlamında değil, râvi'nin münferid olması anlamında "garabet" manasıyla kullanılır.

O halde garabet, hadisin sıhhatine engel olmadığı gibi cumhur'a göre şazz'hk da bu manasıyla hadisin sıhhatine engel değildir.

 

Zayif Hadis

 

Lizatihi ve liğayrihi olmak üzere sahih ve hasen hadis­lerin tüm kısımlarını izah ettikten sonra zayıf hadis de tanınmış oldu. Buna göre zayıf hadis; sahih ve hasen hadis­lerde aranan şartların tümü veya bir kısmına sahip olmayan hadistir. Detaylıca açıkladığımız gibi zayıf hadislerin kısım­ları çok ve çeşitlidir. Lizatihi ve liğayrihi diye kısımlara ay­rılan sahih ve hasen hadislerin de mertebeleri, tercih ve amel etme konusunda biri diğerinden üstün ve farklıdır.

Hadislerle delil getirmek ise, sahih ve hasen şartlarında ortak olduktan sonra onların adalet, zabt ve ittisal gibi değişik özellik ve dereceleriyle olur. (Hangi hadis, özellik­leri itibariyle tercihe layık ise o hüccet olarak kullanılır.)

 

Hatime

 

Kitabın başından buraya kadar açıklamasına çalıştığımız bu konular, Takrib (Nevevî), Tedrib (Suyutî), Nuhbe (As-kalânî) ve Elfiye gibi muteber kitaplardan hadis kısımlarının incelenmesinde bize müyesser olanıdır.

Memleketimiz insanı maddeyle uğraşmaktan hadisleri pek nadir okuduğu için, bu kitapta açıklananları öğrenmek onlar için her ne kadar zaruri olmasa da, din kardeşlerimiz ve ilm-i yakini elde etmede yardımcılarımız şu sıralarda bazı hadis kitaplarındaki karışıklıkları tashih etmekle meşgul olurken duydukları bu isimler (ıstılahlar) karşısında şaşınp kaldılar ve bizden bu isimleri ile onlann karşılığını açıklamamızı istediler. Biz de hem onların şaşırmışlığmi gidermek hem de kendileri ve başkaları için sadaka-yı câriye olması dileğiyle sözü edilen isimleri ve delalet ettik­leri manaları açıkladık.

Bu kitabın telifi hicri 10 c.ahir 1151 tarihinde Yusuf Aleyhisselam'ın Mısır'ında tamamlanmıştır.

"Allah'ım, Kainatın Efendisi hürmetine hayatımızı iman ve islam ile nihayete erdir. .." AMİN



[1] Buharı: İlim 35, Rikak 51

[2] el-Haşr/7

[3] Nisa /65

[4] Ahzab/21

[5] v.130/748

[6] Mektubat: 19. mektup

[7] v.I50

[8] Birgi: Aydınoğullan Beyliğinin İlk merkezi. İzmir ilinin ödemiş İlçesine bağlı bir bucak.

[9] İslam Ansiklopedisi, T.D.V. yay. c.6

[10] İstanbul I272'de iki defa, 1275,1288'de iki defa, 1293,1298,1312,1314,1326; Bulak 133

[11] ARAZ: Hadis ve ravi'nin zatında, önceden olmayıp sonradan mey­dana gelen durumlar. (M)

[12] Buna göre iman etmeden önce Rasulullah(ASV)'ı gören ya da ve­fatından sonra O'na iman eden ya da Rasulullah(ASV) hayattayken iman edip de O'nu görmeyen kimse sahabe değildir. Aynı şekilde Is-ra gecesinde O'nu Mescİd-i Aksa'da görüp arkasında namaz kılan peygamberler (Ahm.S) ve O'nu vefatı ile defni arasında görenler de sahabe değillerdir. - M. Şevket-

[13] Bir sahabe'nin sahabe olduğunu gösteren bazı özellikleri şunlar­dır: a) Tevatür, b) Sahabe olmasıyla meşhur olması, c) Bazı sahabe ve güvenilir tabi'inlerin haberleri d) Adaleti tespit edilir ve davası imkan dahilinde olursa sahabe olduğuna dair kendi haberi. -M. Şevket-

[14] Sened-i âli ve sened-i nazil: Senedi (ricali) bir diğer hadisin sene­dine göre az olan hadisin senedi sened-i ali; çok olan diğer hadisin se­nedi ise sened-i nazildir. Çünkü sened ricalinden her bir ravinin hata­lı olması mümkündür. Ravi zinciri ne kadar çok olursa hata ihtimali o kadar fazla olur; ne kadar az olursa, hata ihtimali de o kadar az olur. Bundan dolay: sened-i âliye daha fazla itibar edilmiş tir.-M.Şevket-

[15] İlahiyat: Hikmet ilminin dinden ve sadece Cenab-ı Hak'tan bahse­den kısmı. Nebeviyyat: Nebiye ait ve onunla alakalı ilimler. -Yeni Iügat-

[16] Hadis Usûlü, H. Karaman, s, 89

[17] Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları(terc.)s,179

 

[18] Tabi'în-i Kebir : Birçok sahabe ile karşılaşmış, arkadaşlık yapmış ve onlardan hadis rivayet etmiş Tabi'îdir. Kays b.Ebi Hazim, Said b. El Müseyyeb ve Hasan Basri gibi. Tabi'în-i Sağİr (küçük tabiin): Az sayıda sahabe ile karşılaşmış ya da bir cemaatle karşılaşmış fakat rivayetlerini tabi'în'den yapan kimsedir. Yahya b. Said el-Ensâri gibi. -M.Şevket-

[19] H.Karaman, Hadis Usûlü, s.91

[20] Allame ibni Hacer Askalani, muhaddislerin mürsel hadîs tarifinde-ki ifadelerin dört kısma ayrıldığını söylemiştir. Birincisi: "Tabi'in-i Ke-bir'in Rasulullah (a.s.v)'a dayandırması." Bu tarifle tabi'in-i sağirinki ta­rif dışı kalır. İkincisi: "Kebir" ile kayıtlandırılmadan 'Tabi'i'nin Rasulullah (ASV)'a dayandırması." Bu, cumhur'un tarifidir. Üçüncüsü: "Ravilerinden birisinin düştüğü hadistir." Bu da munkati ile aynı anlam­da ve çoğu usulcüierin mezhebidir. Dördüncüsü: İbni Hadb'in de tarifi olan "sahabe olmayanın itfiHj^JB (Rasulullah a.s.v şöyle buyurdu): d em esidir.

Rasulullah (ASV) ile kafir olarak görüşüp vefatından sonra Müslü­man olan kimseler ittifakla tabiin kabul edildikleri halde rivayet ettikle­ri hadisler "muttasıl" kabul edilmektedir. Bu ise, mürsel hadisin tarifiy­le çelişiyor. İbni Hacer bu çelişkiyi şu şekilde telafi etmektedir: Mürsel hadis; sahabenin sahabeden duyduğu hadisi, senedinde onun ismini zikretmeden doğrudan Rasulullah (asv)'dan rivayet etmesidir. Bu şekil­de sözü edilen tabiinler, Rasulullah (a.s.v)'ı görüp bizzat kendisinden rivayet ettikleri için hadislerinin mürsel olmayıp muttasıl olduğu is­pat edilmiştir. -M.Şevket-

[21] Dr. Subhi es-Salih, Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları (tere.) S.İ36

[22] Nisbet-i Tamme-i Haberiye: ıMant. Arkasının beklemesi gerekli olmayan söz. -Osmalıca Türkçe Ansiklopedik Lügat-

[23] Hayrettin Karaman, Hadis Usûlü, s.90

[24] A.g.e., s.90

[25] A.g.e., s.90

[26] A.g.e. s.152

[27] M.Şevket

[28] Metnin; 1- Başına 2- Ortasına 3- So­nuna başka sözün karıştığı hadis çeşitleri

[29] H.Karaman, Hadis Usûlü, s. 95

[30] Muhtar'da bizim bulduğumuz ibare şudur. (cumhur'dan münferid  kaldı ve düştü)...  ilh. Alıntıda bozukluk var. M. Şevket-

[31] Karine: Cümle ile beraber olup anlatılmak istenene delalet eden şey EI Muncid- (İp ucu)

Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, s.98

[32] Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, s.164

[33] M.Şevket

[34] Hadis ilimleri ve Hadis ıstılahları, s. 147

[35] Önce mütevatir, sonra meşhur, sonra da altı imanım rivayet ettikle­ri tercih edilir. Bu üç kısım zikredilen yedi şarttan önce getirilseydi daha uygun olurdu. Denilebilir kî mütevatir, sahihe dahil değildir. Dahil oldu­ğunu kabul etsek de muttefekun aleyhrin kapsamına girer. Aynı şekilde meşhur ve altı imamın rivayet ettikleri de bu kapsama girer. -M. Şevket-

Çünkü düşük derecedeki hadiste Öyle bir durum ortaya çıkar ki üstündekinin üstüne çıkar. Mesela Müslimde hadis, meşhur olup teva­türe ulaşmamıştır, lakin öyle karine ile donanır ki o karineyle sıhhat şar­tını arayanlarca mütevatire eş değer olur. Bu durumda Buhâri'nin hadi­si ferdi olduğu zaman Müslimin hadisi üste çıkar. -M. Şevket-

 

[36] Buhâri'de tenkit edilen hadis sayısı 78, Müslim'de 100, ikisinde müşterek olan 32 hadistir. -M. Şevket-

[37] Hadis ilimleri ve hadis ıstılahları, s.27

[38] Bir tarifin, anlamı alanına girenleri kapsamına Camia, girme­yenleri alan dışı bırakmasına da Mania denir. Şârih, buradaki tarifle­ri camia ve mania olmamakla eleştirmiştir. (M)

[39] Hatta konuyla ilgiîi zayıftan başkası yoksa zayıf, kıyasa tercih edilir. Kimine göre de mutlak olarak zayıfla amel edilmez. -M. Şevket-

 

[40] Şehadetin ehliyet şartı değildir. Çünkü fasık da şehadete ehil­dir. Hatta fasıkın şehadetiyle hükmedip infaz yapılabilir. Ancak ha­life, fasıkın şehadetiyle hüküm vermeyi yasaklarsa infaz yapılamaz. -M. Şevket-

[41] Kufe'de Hattab'a mensup RafiziJerin gulatlarmdandırlar. "Müslüman yalan yere yemin etmez" diyerek, şahitliğe layık oldu­ğuna yemin eden herkesin şehadetinin makbul olduğuna ve doğru veya yalancı olduğuna inanırlar. Bunun için onların şehadeti töhmet altındadır. -M. Şevket -

Haklı haksız demeden birbirine yardım eden kavim. -M. Şevket –

[42] Umum ve husus min vech: -mant- Bir maddede birleşip iki mad­dede ayrılan iki kelime arasındaki nisbettir. "Ravinin adaleti ile şahi­din adaleti" Hattabi'nin şahitliğini reddetmede birleşir, diğer bidatçı-larla köleninkinde ayrılırlar: Ravinin adaletine göre Hattabi dahil hiç­bir bid'atının şahitliği makbul değil, köleninki makbul; şahidin ada­letine göre de Hattabi dışındaki bid'atçilann şehadeti makbul, köle­ninki makbul değildir. (M)

[43] Aliyyü'1-Kari Mevzuatı, C  harfi, s.61

[44] Hayreddin Karaman, Hadis Usûlü, s.91

[45] Bazılarının ıstılahında fısk, gaflet ve aşırı yanılgı ile zedelenmiş hadise münker denir. En-Nuhbe'de de geçtiği gibi fasıkm hadisine "münker" denir. -M.Şevket-

[46] İstitraden: Edb. "Bir hadise anlatırken, söz gelimi, başka bir me­sele de anlatmak suretiyle" demektir.

[47] H. Karaman, Hadis Usûlü, s.105

[48] A.g.e, s.109

[49] Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları

[50] Şefaat Hadisi: RasuluIIah (a.s.v)'m Makam-ı Mahmud'da bütün müminler için şefaat etmesi ve ateşte kalması vacip oîanlar dışında her­kesin cehennemden çıkacağını anlatan hadistir.   

Havuz hadisi: "Benim havuzum bir aylık mesafe büyüklüğündedir. Köşeleri birbirine eşittir. Suyu gümüşten beyaz, kokusu miskten daha güzel, taslan yıldız sayısı kadardır. Ondan içen ebediyen susamaz.

Ru'yetullah hadisi: "Muhakkak ki siz şu kameri gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz. O'nu görmek için de izdiham çıkarmayacak­sınız. O halde sabah ve ikindi namazlarına dikkat edin. Çünkü bu iki namaz cennete girme ve Allah (c.c)'ı görmeye vesiledirler. -Et Tac, c.5, Kıyamet Bahsi-

İmamlann kureyşten seçilmesi: "Hükmederken adaletten ayrıl­madıkça imamlar Kureyşten olacaktir"-İ.Canan, Kütüb-ı Sitte, c.5, s.375-            

[51] H. Karaman, Hadis Usûlü, s. 105