Yedinci Bölüm

Yıl 1967!

Araplar ve İsrail arasındaki çekişmeler büyük bir sava-Şi doğurdu. İsrail; Mısır, Suriye, Ürdün' e karşı savaşırken, 48 savaşından bu yana Filistin'in geri kalan topraklannı da işgal etti. Böylece Filistin, tamamıyla işgal edilmiş oldu.

İsrail, savaştığı kukla Arap devletlerini altı günde mağ­lup ettiği için, "Altı Gün Savaşı" diye de bilinen bu savaşta çok geniş Arap topraklarım ele geçirdi. İslam'ı tebliğ ve ir-şad ile Allah'a kulluk görevini yapmaya çalışan İhvan- ı Müslimin gibi hareketlere aslan kesilen Mısır ve onun ko­numunda olan Suriye, Ürdün; Siyonistlerce yenilgiye uğra­yıp utandırıldılar.

Bu savaşlarda dini ve hamasi edebiyattan geri durma­yan öte yandan da halka ve şuurlu Müslüman kitleye zul­meden kukla yönetimler; İsrail ile savaşı Allah için, din için değil "Arap Milliyetçiliği" adına yaptılar. Gaye kutsallıktan beşeriliğe inince de yenilmek mukadder oldu. Fakat yine de ikinci sınıf insan muamelesi yaptıkları İhvan fertleri, savaş

cephelerine koşmaktan geri durmadılar. Ama takdirin önüne geçilemedi. İçinde iyilerin de olduğu toplumlar musibe­te uğrayıp yenildiler.

Galibiyet sarhoşluğuyla coşan Siyonist Yahudiler, kim­sesiz kalan Filistinlileri tamamen ezdiler. Filistin'in tamamı­nı işgal etmenin yanı sıra Mısır'ın Gazze şeridini, Ürdün'ün Batı Şeria'sını, Suriye'nin de Golan Tepelerini işgal ettiler. Bu savaşta mukaddes Kudüs şehri de işgal edildiği için, Mescid- i Aksa da Yahudi işgaline uğradı. O gün bugündür, Siyonistlerin Mescid- i Aksa'yı işgali devam etmektedir.

Hâlbuki Kudüs şehri 1947 "Taksim planı"na göre Bir­leşmiş Milletlere bağlı uluslararası özel bölgeydi. Ancak Birleşmiş Milletleri dinleyen kimdi? Arz-1 Mev'ud ütopya­sı Nil'den Fırat'a uzanırken geri çekilmek İsrail için olacak

şey miydi?

İsrail'in Gazze dâhil tüm Filistin'i işgal etmesi bir müd­det çalışmalarını sekteye uğratsa da, Ahmed Yasin faaliyet­lerinden vazgeçmedi. "Sakat bir adam ne yapabilir?" deme­di. Daha fazla gayret ve azim zamanı olduğunu biliyordu.

O sıralarda İsrail işgaline karşı Filistinliler Örgütlenme­ye başlamışlardı. Her kesimden örgütlenmeler - işgale kar­şı- filizleniyordu. 1965 yılında gözaltına alınıp tutuklanma­sıyla beraber daha da tanınan Ahmed Yasin, halkın nazarın­da bir yol gösterici oldu. Halkın teveccühü arttıkça işgale karşı halkın şuurlandırılmasındaki emeği daha bir artıyor­du.

Yardım, irşad ve tebliğ faaliyetlerini yıllardır sistemli ve düzenli bir şekilde sürdürüyor; sohbetleri aracılığıyla insanları, vatanlarını işgalden kurtarma mücadelesine davet ediyordu. İşgalci İsrail'den gelecek tehlike konusunda işga­le rağmen halkı uyarmaktan geri kalmıyordu.

Fakat şimdi şartlar değişmişti. Bilfiil işgali yaşayan ko­numundaydı. Her gün işgalci İsrail askerleriyle karşı karşı­ya olma, ortamı farklı ve hareketli kılmıştı. Çalışmalarını daha düzenli bir örgütlenmeyle yapmalıydı. Teşkilatlı İsra­il'e karşı, teşkilatlı bir çalışma ortaya koymalıydı.

Bugüne kadar İhvan tecrübesiyle nice'aşamalar katet-mişti. Bu tecrübeyi daha da ilerletmeyi düşündü. Dostları ve yakın çevresiyle istişareler sonucu şimdiye kadar ki der­nek faaliyetlerini, İSLAM MERKEZİ adı altında daha kap­samlı bir örgütlenmeye büründürdü. 1968 yılında kurduğu İslam Merkezi hareketi, ileride HAMAS'm temelini oluştu­racak bir mecradaydı.

İsrail'in işgaline rağmen bu merkezde o güne kadarki çalışmalardan daha sistemli ve programlı çalışmalar yürüt­tü. Bu merkezi kurmaktaki gayesi, başta Filistinli gençler ol­mak üzere insanların İslami kültürlerini kaybedip asimile olmalarını önlemek, buna yönelik eğitim faaliyetleri yap­maktı. Zira bu insanların karanlık talihini ancak ilim ve eği­timle aydınlığa çevireceğini biliyordu.

Nitekim bu amaçla verdiği dersler ve sohbetler netice­sinde Ahmed Yasin, artık iyice tanındı. Filistin'in her tara­fında adı duyuldu. O, artık ŞEYH AHMED YASİN'di. Bir aydınlatma, bir irşad ve tebliğ vazifesini gören, direnişçi ye­tiştiren, şuur aşılayan, Filistinlilerin işgale karşı uyanmalarında büyük rolü olan bir semboldü.

Şeyh Ahmed Yasin, sadece yardım ve eğitim çalışmala­rıyla yetinmiyordu. Gazze'de işgale karşı direniş gösteren guruplarla da temasa geçiyor, irtibatlar kuruyordu. İşgale karşı direniş konusunda; tüm gruplarla ortak bir noktada buluşuyor, ortak bir endişeyi paylaşıyordu.

Bu çalışmaları ve faaliyetlerinden memnun olanlar ol­duğu gibi, rahatsız olanlar da vardı. Önceleri rahatsız olan sadece Mısır yönetimiyken; Gazze'nin işgalinden sonra ra­hatsız olan, işgalci İsrail yönetimiydi. Bu sebeple İslam Merkezi'ni kapatıp Şeyh Yasin'in faaliyetlerini sekteye uğ­ratmak istedi.

Fakat tüm baskılara rağmen İslam Merkezi'nin kapatıl­masından sonra, aynı çalışma ve faaliyetler "Ed- Dava ve'l Cihad", "İsra Topraklarındaki Birlikler" ve en son "İslam Cemiyeti Hareketi" gibi adlar altında yine devam etti. İşga­li ve Yahudi'yi halka tanıtan ve Kudüs için direniş göster­melerini isteyen sohbetleriyle Şeyh Yasin, halkın gönlünde

taht kurdu.

- ... Selahaddin Eyyubi, dedi Şeyh Ahmed Yasin. Ku­düs, haçlı işgali altındayken yıllarca gülmedi. Her daim ağ­layıp durdu. Bu durum çevresindekilerin gözünden kaçma­dı. Nedenini merak edip dururlardı.

Bir gün bir hatip; sohbetinde, gülmenin ve tebessüm et­menin gereğinden bahseden nasihatlerde bulundu. Namaz­dan sonra o İslam hadimi büyük kumandan, yanından ge­çen hatibin elinden tuttu ve tarihe mal olacak şu sözleri

söyledi: "Hocam! Zannedersem nasihatlerinizle beni kastetti­niz. Ama Allah aşkına söyler misiniz? Peygamber aleyhisse-latu vesselamın miracının ilk durağı olan mescit, düşmanla­rın elinde esirken ben nasıl gülerim?"

Kardeşlerim! O büyük insan kadar yüreği yanan kişiler olmasak da, maalesef Aksa'mız bugün esir, bugün Yahudi çizmesi altında... Peki, Selahaddin Eyyûbbi ne yaptı da Ku­düs'ümüzü İslam'a armağan etti? Merak etmiyor musu­nuz? Söyleyeyim; Mescid- i Aksa'yi haçlı zulmünden kurta-f rana kadar hep bir çadırda yaşadı. Bu hareketiyle şunu de-ı mek istiyordu: Allah'ın evi esirken benim nasıl evim olabi-. ' lir ki?

İşte onlar, işte biz!.. Allah'ın dinini böyle korudular ve ilahi yardımlara böyle mazhar oldular. Şimdi sıra bizde kar­deşlerim! Allah'ın dinine, mabedine sahip çıkmanın sırası... Çok şeyler yapabiliriz, Zor olmayan şeyler... Öncelikle Allah'ın dinini öğrenmeli, kitabını bilmeli, çocuklarımıza da öğretmeliyiz. Ailelerimize ve hayatımıza onunla yön vermeliyiz.

Sonra, bu uğurda didinip gayret etmeli, yapamiyorsak edenlere yardımcı olmalıyız. Birlik ve beraberliğimizi mu­hafaza ederek muhtaç ve yoksullarımızı, ihtiyaç sahipleri­mizi, esir ve şehid ailelerimizi sahiplenmeliyiz. O zaman bağrımızdan kahramanlar çıkacaktır..."

İslam Merkezi'ni ve sonrasında açılan diğer teşkilatlan

kapatmakla Şeyh Yasin'in faaliyetlerini engellemeyeceğini

Ipılayan İsrail, onu nedensiz ve sebepsiz bir şekilde birçok

defa tutukladı. Her tutuklayışta çeşitli sorgu ve işkence tek­nikleri uyguladılar. Bir türlü faaliyetlerinden vazgeçireme-dikleri gibi yıldıramadilar da. Her ne kadar felçli olsa da sağlıklı birçok insandan daha sağlam bir iman ve bir ruha sahipti.

Bu yıllarda bazı Filistinli grupların yaptıkları birtakım eylemler, Filistin sorununu dünya kamuoyunun gündemin­den düşürmüyordu: 1972'de Tel- Aviv havaalanından Belçi­ka'ya ait bir yolcu uçağının Filistinli gerülalarca kaçırılma­sı, 1973'te de Münih olimpiyat oyunlarında İsrailli atletlerin öldürülmesi gibi bazı eylemler, Filistinli grupların eylemle­riydi.

Şeyh Ahmed Yasin ise farklı bir metodla; önce insanla­rı eğitmekle, İslami bir şuur aşılamakla işe başlamıştı. Bu doğrultuda bitmek bilmeyen enerjisi ve durmak bilmeyen çalışmalarıyla eğitim ve yardım faaliyetlerini devam ettiri­yordu. Tüm taciz, gözaltı, tehdit, baskın ve korkutmalara rağmen işgalci İsrail'e karşı sohbetleri ve dersleriyle halka direniş ruhu aşılamaya devam ediyordu.

Bir gün bürosundayken kapısı çalındı. Merakla başını kaldırdığında 23 yaşlarında yağız bir Arap delikanlısını gördü karşısında. Delikanlının yüzü yabancı gelmedi. Göz­lerinin içi gülüyordu.

- Hocam! deyip Şeyh Yasin'in ellerine yöneldi. Şeyh Yasin onu tanımıştı:

- Abdulaziz sen ha!

Kendisine sarılan genç Abdulaziz Rantisi'yi gördüğüne sevinmişti.

- Dur bakalım! Sana şöyle bir bakayım. Talebesini neşe içinde süzdü.

- Seni kavuşturan Allah'a hamd olsun, dedi. Ne zaman geldin?

-Dün akşam...

- Ya okul! Okulunu ne yaptın?

- Kahire Tıp Fakültesinden başarıyla mezun oldum.

- Demek ki bir doktor duruyor karşımda, öyle mi? Hem de şuurlu, mümin ve gayretli bir doktor...

Utangaç bir tavırla:

- Sayenizde efendim, dedi Rantisi

Rantisi'nin dönüşüne sevinen Şeyh Yasin, onunla uzun uzun konuştu, hasret giderdi. Mısır'daki dostlarından se­lamlar aldı. İhvan'ın son durumunu, Mısır yönetiminin bas­kılarını, Rantisi'nin doktora tahsili için planlarını zevkle dinledi.

Zamanla Rantisi Mısır'da çocuk sağlığı üzerinde uz-manlaştı. İhtisasını tamamladıktan sonra 1976'dan itibaren tekrar Gazze'ye döndü. Han Yunus'taki Nasır Hastanesin­de uzman doktor olarak çalıştı.

Bu arada yine üniversite tahsili için Mısır'a giden bir di­ğer talebesi İsmail Ebu Şenneb de o yıllarda Gazze'ye dön­müştü. İsmail, Mısır'ın Mansura Üniversitesi Mühendislik Fakültesinden mezun olmuş, Gazze Belediyesi'nde "Proje mühendisi" olarak çalışmaya başlamıştı.

Şeyh Yasin, emeklerinin karşılığını gördükçe, Allah'a

Şükrediyordu. İnançlı, dindar ve tahsilli gençlerle Filistin'in istikbalini parlak görüyordu. Zira bu gençlerin Filistin da­vasını İslami bir duyarlılıkla sahiplenmeleri, ekilen tohum­ların boşa gitmediğini gösteriyordu.

İsmail Ebu Şenneb'in mezuniyet dönüşü anlattıklarıyla iftihar etmişti Şeyh Yasin:

-  Efendim, diye başlamıştı anlatmaya İsmail. Mezun oluncaya kadar Mısır Hükümeti biz-Filistinli öğrencilere çok çektirdi. Her zorluğa rağmen neticede üstün başarıyla mezun olduğumda da, o zorluklan yaşatan onlar değiller­miş gibi, fakültede asistan olarak kalmamı istediler. Birçok arkadaşa da bu teklifi yaptılar. Güya Gazze'ye dönersem kendime ve istikbalime yazık edermişim. Mısır'da hayat şartlan daha iyiymiş. Kariyer yapma imkânım da söz konu­suymuş. Ama tüm teklifleri reddettim hocam. Vatanım işgal altındayken kariyer benim neyime! Ben halkıma hizmet için durmayıp döndüm. Sizinle beraber direnmek için...

O gün İsmail'i bağrına basmıştı Şeyh Yasin. Mutlu ol­duğu ender günlerden birini yaşamıştı.

Şeyh Yasin, eğitim çalışmalarına, sohbetlerine bazen İs­mail'i, bazen de Rantisi'yi götürüyor; onlarla iftihar ediyor­du. Gençlerle yaptığı ders halkalarında onlara görev veri­yor, bunun gençler için teşvik edici olacağım umuyordu.

Bazı projelerin gerçekleşebilmesi için birtakım düşün­celerini uygulamak adına İsmail Ebu Şenneb'i çağırmıştı. İs­mail'i içeri girer girmez heyecanlı gören Şeyh Yasin;

- Hayırdır İsmail? dedi.

- Efendim, haberleri dinlemediniz mi?

Haberleri dinlediği ve neden heyecanlı olduğunu tah­min ettiği halde sordu:

- Ne olmuş haberlere?

İsmail heyecanla anlatmaya koyuldu.

- Filistinli bazı solcu gerillalar Air France uçağını Ugan­da'nın Entebbe Hava Limam'na kaçırarak indirmişler. Uçaktaki İsrail yolcularını da rehin almışlar. Gayeleri Filis­tin sorununa dünyanın dikkatini çekmekmiş...

İsmail, Şeyh Yasin'in hiç konuşmadığım fark etti.

- Efendim! Neden susuyorsunuz?

- Haberi ben de dinledim, dedi Şeyh Yasin. Elbette gün­demi takip etmek, gündemden haberdar olmak gerekir. La­kin Kudüs'ün özgürlüğü, Filistin'in özgürlüğünün gölge­sinde kalmamalı.

- Anlamadım efendim! Gülümsedi Şeyh Yasin.

- Yani asıl olan, dedi. Sol anlayışa veya batılı anlayışla­ra göre değil, İslami ve İlahi anlayışa dayalı bir mücadele yapmamızdır. Çünkü Kudüs bunun sembolüdür. Onların eylemlerinin ses getiriyor olması dışında, İslami endişeler­den uzak bir anlayışla olması sadece üzüntü vericidir. Keş­ke ölümleri ve o çaptaki fedakârlıkları Allah için olsaydı! Neticede hidayeti veren Allah'tır.

Düştüğü yanılgıyı anlayan İsmail Ebu Şenneb Şeyh Ya-

sin'i doğruladı.

- Doğru efendim, keşke öyle olsaydı. (Kısa bir sükûttan sonra) Beni çağırtmışsımz efendim, dedi.

-  Evet, Ebu Şenneb, dedi. Şeyh Yasin gülümseyerek... Bazı düşüncelerim var. Seninle bu konuda konuşmak iste­miştim. Artık iş hayatına atılmış bir mühendis, aynı zaman­da da bir davetçisin. Küçüklüğünden beri hep aktifliğini ve faaliyetlerini takdir etmişimdir.

- Estağfirullah efendim. Sayenizde... Her ne yapmışsak hepsi Allah rızası içindi.

İsmail'in mütevazı kişiliği Şeyh Yasinin hoşuna gidi­yordu.

-  Biliyorsun İsmail; "İslam Cemiyeti"mizin kurucuları arasında sen de varsın. Gayemiz bu cemiyette gençlerimizi, işgalcilerin fitne ve ifsad politikalarına karşı k orumak ve İs-lami bir kimlikle yetişmeleri için çalışmalarımızı daha da ilerletmektir.

Zira işgalci İsrail, sadece toprağımızı işgal etmekle kal­madı. İnsanlarımızın ve gençlerimizin zihinlerini, duygu ve düşüncelerini de işgal etmek istiyor. Kimi zaman bizzat kendisi, kimi zaman da gafil insanlarımız vasıtasıyla çeşitli oyun, eğlence ve yayınlarla düşük ahlâkı yaymaya çalışı­yor. Özellikle sinema ve spor gibi etkinlikleri toplumumu­zu bozmak için kullanıyor. Düşündüm ki sen, cemiyetimi­zin faaliyetleri doğrultusunda gençlerimizle planlı ve prog­ramlı bir şekilde ilgilenebilir, spor ve sinema gibi etkinlikle­ri lehimize kullanarak onları yönlendirebilirsin. Böylece de­ğişik alanlarda cemiyetimiz farklı faaliyetler yürüterek fert­lerini yetiştirir. Ne dersin Ebu Şenneb?

- Beni uygun görmenize sevindim efendim. Bu göreve layık olmaya çalışacağım. Buna emin olabilirsiniz.

- Allah yardımcın olsun. Zaman zaman gelişmeler üze­rine bir araya gelir, konuşuruz inşaallah.

İsmail Ebu Şenneb'in teşkilatçılık konusundaki başarı­sı, hemen kendini gösterdi. Birçok genç onun sayesinde sos­yal aktiviteler gibi faaliyetlerle İslam Cemiyeti'nin çalışma­larına katıldı. Mahalle mahalle örgütlü bir çalışma meyda­na geldi. Nizamlı ve düzenliydi.

Yine teşkilatçılık ruhuyla o tarihlerde Filistin Mühen­disler Sendikası'nm kurulmasına öncü oldu. Aynı zamanda bu sendikanın idare meclisine üye olarak, başkanlığa kadar her aşamada görev aldı.

Gazze'deki "İslam Cemiyeti"nin halka yönelik faaliyet­leri aksamadan sürüyordu. Halk cemiyetin şahs-1 manevi­si olarak Şeyh Yasin'i görüyordu. Şahsi veya umumi her so­runu dinleyen ve bunlarla ilgilenen Şeyh Yasin, yardımcı ol­maya çabalıyor, yol gösteriyordu.

Aynı şekilde Rantisi de çeşitli sağlık kuruluşlarında gö­rev yapıyordu. Bununla beraber Gazze İslam Üniversite-si'nde öğretim görevlisi olarak da çalışıyordu. Bu üniversi­tenin açılmasında emekleri çoktu. Hem sosyal hem de ilmi çalışmalarda yıldızı parlayan Rantisi, çocuk hastalığı ve irsi yollarla geçen hastalıklar konusunda profesörlüğe kadar, İslam Üniversitesi'nde kariyer yaptı. Davette, direnişte, fe­dakârlıkta kardeşlerinden geri durmadı.

Yine kimi mahallelerde veya semtlerde Kur1 an kursu, cami yahut bir hayır müessesesinin binası yapılırken, inşaatla ilgili projeler için ilk soluk alman yer, Ebu Şenneb'in mühendislik bürosuydu. Ücretsiz hazırlanan projelere yar­dımcı olmak halkın teveccühünü kazandırıyordu.

Hastası olan herkes soluğu Doktor Abdulaziz Ranti-si'nin muayenehanesinde alıyor; bedava muayene, temin edilen ilaçlar nice gönüllerin sevgisini celb ediyordu.

Tüm bu çalışmalar Şeyh Yasin'in nezaretinde ve kont­rolünde İslam'a hizmet anlayışı çerçevesinde yapılıyordu. Hedeflenen ise; işgalci Siyonistlere karşı halkı şuurlandır-mak ve Allah'ın rızasını gözetmekti.

Radyosundan Manehem Begin'in başbakanlık ve Li-kud Partisi'nin genel başkanlığı görevinden istifa haberini duyan Şeyh Yasin, bir firavunun daha devrildiğini düşün­dü. Radyo, Begin'in yerine Izak Rabin'in geçtiğini söylüyor­du. Şeyh Yasin ise, 5- 6 yıl öncesini düşündü:

1977 seçimlerini Manehem Begin kazanmıştı. Bu du­rum, o zamanlar dahi Şeyh Yasin'i düşündürmüştü. Zira Begin, arz-ı mev'ud öğretisine taassupvari bir şekilde bağ­lıydı.

Hatırladığı kadarıyla ve bildiğine göre Irgun Örgütü­nün lideri iken İngiliz Manda yönetiminin Yahudi göçlerine göstermelik engel olma çalışmalarını dahi içine sindireme-miş ve İngilizlere savaş ilan etmişti. Bu niyetle 1946 Tem-muz'unda İngilizlerin kaldığı Kral Davud Oteli'ni bomba­latmış, 17 Yahudi'nin ölümünü de göze alarak, bu saldırıda 91 kişiyi öldürtmüştü. Hâlbuki devletleşme yolunda İsrail

en çok, İngilizlerden yardım görmüştü.

Yine 1982'de, Lübnan'daki Arafat'a bağlı Filistinli geril­laları yok etmek için Lübnan'ı uluslararası hukuku tanıma­dan ve tepkilerden çekinmeden işgal etmesi, kayda değer başka bir olaydı. Sabra- Şatilla katliamında 3500'ün üzerin­de Filistinlinin öldürülmesi de Begin iktidarının eseriydi. Arafat ve gerillalarını da Tunus'a sürgüne gönderen yine oydu.

Tüm bunlar o azgın Begin firavununun eserlerinden birkaçıydı. Şimdi ise eşi Eliza'nm ölümünden dolayı ikti­dardan inzivaya çekilen bir strateji kararı almıştı.

Şeyh Yasin, bu düşüncelerden sıyrılınca radyoyu kapat­maları için seslendi. Beyaz başörtüsüyle, diğer odadan sesi­ni duyan hanımı Halime, bir koşuda radyoyu kapatıverdi. Kocasıyla bir anlık göz göze gelen Halime Hatun, bakışları­nı yere çevirdi.

- Abdi nerede? diye soran kocasına;

- Şey! Bilmem, dedi. Dışarıda oynuyor olabilir.

- Sekiz yaşma girdi yaramaz değil mi?

- Evet! Sekiz yaşma girdi.

- Çok hareketli. Yerinde durmuyor.

Biraz soluklandıktan sonra hanımına bakarak devam etti:

- Biliyor musun Hatun! O yaşlarda ben de çok hareket­liydim. Ama insan takdirden kaçamıyor. Yine de önemli olan O'na kul olmak, O'nun için yaşamaktır. Allah kız-er-kek tüm çocuklarımızı salihlerden kılsın.

Böyle duada bulunurken gözleri kız çocuklarına takılınca, onlarla beraber gülümsedi. Hanımı:

- Âmin, dedi. Müsaadenizle mutfakta işim var. Eşinin arkasından bakarken evliliğini hatırladı. Felçli bir insanla evlenme cesaretini ve fedakârlığını gösteren kaç kadın vardı? Sadece İslami bir ahlak ve edep ile kocanın dindar ve sakat olanını sağlam olana tercih etmek... Her ka­dının yapacağı bir hareket değildi.

Hayatından hiç şikâyet etmeyen bu kadın edep ve ah­lak timsali olup Şeyh Yasin'in dayanağıydı. Çocuklarını en güzel şekilde yetiştirmeye çalışıyor, her amelinde ilahi rıza­yı gözetiyordu.