RASÛLULLAH
SEVGİSİ VE ALÂMETLERİ
1)
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Bütün Yaratılmışlardan Daha Çok Sevmenin Gereği
A-
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Öz Canımızdan Daha Çok Sevmemizin Gereği
B-
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Baba Ve Evlattan Daha Çok Sevmenin Gereği
D-
Yaratılmış Herhangi Bir Varlığı Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'den Daha Çok Sevenlere Tehdit
2)
Rasûlullah’ı Sevmenin Semereleri
A-
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Sevmek İmanın Tadını Elde Etmenin Sebeplerindendir
B-
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Seven Âhirette Onunla Birlikte Olacaktır
3) Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i Sevmenin Alâmetleri
2.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in
Yanlarına Gelişi Dolayısıyla Ensarın Sevinci
3.
Ensarın Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'in
Arkadaşlığından Mahrum Kalmaktan Korkmaları
4.
Bir Sahabinin Cennette Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem'i Görememekten Korkması
6.
Ensarın Rasûlullah Sallallahu Aleyhi
Vesellem'i Koyun Ve Deve Sürülerine Tercih Etmeleri
7.
Ömer El-Faruk'un Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem'e Yakın Yerde Defnedilme Arzusu
10.
Ebu Bekir Es-Sıddîk'in Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem'e Çabuk Kavuşma İsteği
Allah
Rasûlü Uğruna Canı Ve Malı Feda Etmek.
1.
Ebu Bekir Es-Sıddîk'in Rasûl-i Ekrem Adına Korkarak Ağlaması
3.
Ensardan Onbir Kişinin Ve Talha Radıyallahu
Anh'ın Allah Rasûlü Uğrunda Kendilerini Feda Etmeleri
4.
Ebu Talha'nın Göğsünü Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in Göğsüne Siper Etmesi
Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Emirlerine
Uymak, Yasaklarından Kaçınmak
1.
Ensardan Bir Kesimin, Rükû Halinde İken Ka’be'ye Doğru Dönmekte Ellerini Çabuk
Tutmaları
4-
Şarabın Haramlığı İlan Edilince Medine Sokaklarında Akan Şaraplar
6-
Ashab-ı Kiram'ın Allah Rasûlünün Emrine Uyarak İpek Kullanmayışları
8-
Rasûl-i Ekrem'in Tehdidini Duyunca Bir Kadının Bileziklerini Çıkarıvermesi
Allah
Rasûlünün Sünnetini Desteklemek Ve Şeriatini Korumak
4-
Zor Şartlara Rağmen Ebu Bekir Es-Sıddîk'in Zekât Vermeyenlerle Ve Mürtedlerle
Savaşması
6-
Yermûk Savaşında Dörtyüz Müslümanın Ölmek Üzere Bey'atleşmeleri
7-
ez-Zübeyr'in, İslam Ordusuna İçerden Kapısını Fethetmek Üzere Büyük Kalenin
Burcuna Çıkması
9-
Müslümanların Allah Yolunda Canlarını Feda Etme İştiyakları
Prof. Dr. Fadl İlâhî
Çeviren
M.Beşir Eryarsoy
Şüphesiz hamd Allah'a mahsustur, O'na hamdeder,
O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin
kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz.
Saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur, O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur ve yine şehadet ederim
ki, Muhammed O'nun kulu ve rasûlüdür. Allah'ın salât ve selamları, bereketleri,
ona, aile halkına, ashabına ve ona uyanlara olsun.
İmdi, şüphesiz kişinin görevlerinden birisi de
Rasûl-i Ekremi Sallallahu aleyhi vesellem
bütün yaratılmışlardan daha çok sevmesidir. Bunun dünya hayatında ve âhirette
pek büyük semereleri vardır. Fakat Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’i sevdiğini iddia edenlerin birçoğu bu
hususta aşırıya gidebilmekte, çoğu kimse de onu sevmenin anlamını oldukça
daraltmaktadır.
Onu sevmenin ehemmiyeti, semereleri ve gerçek
manası hakkında kendimi ve kardeşlerimi uyarmak; basiretlerinin açılmasına yardımcı
olmak arzusu içinde -yüce Allah'ın yardımı ile- aşağıdaki sorulara cevap aramak
ve bu konuya açıklık getirmek istedim:
1. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i sevmenin
hükmü nedir?
2. Dünya ve âhirette bu
sevginin semereleri nelerdir?
3. Onu sevmenin alâmetleri
nelerdir?
4. Ashab-ı Kiram’ın -Allah
onlardan razı olsun- hayatında bu alâmetler nasıl zahir oluyordu?
5. Ve biz ne durumdayız?
Bu konuyu aşağıdaki şekilde üç bahis halinde ele
aldım:
Birinci
bahis:
Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'i
bütün yaratılmışlardan daha çok sevmenin gerekliliği
İkinci
bahis:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
sevmenin semereleri.
Üçüncü
bahis:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
sevmenin alâmetleri.
Yüce Allah'ın lütfuyla daha önceden benim bu
konuda Suud-i Arabistan Genel Güvenlik Bölümüne bağlı Dini İşler Dairesinde bir
bültende konu ile ilgili yayınlarım olduğu gibi, bazı yayıncılar da o bültenden
naklederek bunları yayınlamışlardı. Bundan dolayı tekrar onları gözden
geçirmeyi uygun gördüm. Bunun sonucunda bazı hususları eklediğim gibi, bazı
düzeltmeler de yaptım. Pek yüce ve kudreti sonsuz yüce Allah'tan benim bu
amelimi rızasına nail olmak için ihlaslı kılmasını, bana ve bu bahsi okuyanlara
hiçbir malın ve evladın fayda vermediği bir günde faydalı kılmasını, hepimize
yüce zatının sevgisini ve Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in muhabbetini ihsan buyurmasını, sonsuz nimetlerin bulunduğu
cennetlerde bizi de onunla birlikte nimetlendirmesini niyaz ederiz. Şüphesiz ki
O herşeyi işitendir, duaları kabul buyurandır.
Yüce Allah Rasûlullah’a, onun aile halkına,
ashabına ve ona uyanlara salât ve selâmlar buyursun, bereketler ihsan eylesin.
Şüphesiz ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i sevmek imandandır. Kulun Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i kendi öz
canından, babasından, çocuklarından, aile halkından, malından ve bütün insanlardan
daha çok sevmesi gerektiğine delil teşkil eden pekçok nas bulunmaktadır. Onu
böyle sevmeyen bir kimse dünyada da âhirette kendisini Allah'ın cezasına maruz
bırakmaktadır. İşte aşağıda kısmen geniş bir şekilde bu nasların bazılarını
sözkonusu ediyoruz:
İmam Buhârî, Abdullah b. Hişam Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem ile birlikte idik. O sırada Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'ın elini tutmuştu. Ömer Radıyallahu anh ona:
"Ey Allah'ın Rasûlü, şüphesiz ben seni
kendi öz canım dışında, herşeyden daha çok seviyorum" dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu:
"Canım
elinde olana yemin ederim ki, kendi öz nefsinden dahi beni çok sevmedikçe
olmaz."
Bunun üzerine Ömer ona:
"Şu anda -Allah'a yemin ederim- seni öz canımdan
dahi daha çok seviyorum." Bunun üzerine Nebi Sallallahu aleyhi vesellem:
"Şimdi
oldu ey Ömer"
diye buyurdu.[1]
Büyük ilim adamı Aynî, Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Nefsim
elinde olana yemin ederim ki kendi öz canından bile daha çok sevmedikçe
olmaz" buyruğunu açıklarken: "İmanın
kâmil olmaz..."[2]
demektedir.
Yine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Şimdi oldu ey Ömer" buyruğunu:
"Yani imanın kemale erişti."[3]
diye açıklamaktadır.
"Nefsim
elinde olana yemin ederim ki..." buyruğunda dikkati çeken bir husus da onun
yemin etmesidir. O yemin etmese dahi bütün söylediklerinde doğru olduğuna göre
ya yemin ederse durum ne olur? Çünkü yemin bilindiği gibi sözü pekiştirmeyi
ifade eder.[4]
İmam Buhârî, Ebu Hureyre Radıyallahu anh'dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Nefsim
elinde olana yemin ederim ki, sizden herhangi bir kimse beni babasından ve çocuğundan
daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz."[5]
Görüldüğü gibi; doğru sözlü ve doğru sözlü olduğu
tasdik edilmiş bulunan, vahiy ile konuşan o yüce zatın (salât ve selam ona)
hadiste görüldüğü gibi yemin etmektedir.
Acaba "anne" de "valid:
baba" lafzının kapsamına girmekte midir? Hafız İbn Hacer bu soruya şu
sözleri ile cevap vermektedir: "Eğer "vâlid: doğuran" lafzı ile
çocuğu olanı kastediyorsa elbetteki geneldir yahutta iki zıttan birisini
zikretmekle yetinilerek diğerini sözkonusu etmeye gerek olmadığı gibi, burada
da onlardan birisinin anılması ile yetinilmiştir. Bu durumda sözü edilen, örnek
olmak üzere anılmış ve bütün sevgili ve değerli varlıklar kastedilmiş olur.
Sanki: "Ve beni değerli bütün varlıklarımdan
daha çok sevmedikçe..." demiş gibi olur."[6]
İmam Muslim'in rivayetine göre Enes Radıyallahu anh şöyle demiştir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
buyurdu ki: "Kul beni eşinden, malından ve bütün insanlardan daha çok
sevmedikçe iman etmiş olamaz."[7]
Yüce Allah baba, evlat, kardeş, eş veya aşiretten
herhangi birisini yahutta herhangi bir mal, ticaret ve meskenleri yüce
Allah'tan, Rasûlünden ve onun yolunda cihad etmekten daha çok seven kimseleri
ilahî ceza ile tehdit ederek şöyle buyurmaktadır:
"De
ki: 'Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, soy ve sopunuz,
elinize geçirdiğiniz mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza
giden meskenler size Allah'tan, Rasûlünden ve onun yolundaki cihaddan daha
sevgili ise, o halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah fâsıklar
topluluğuna yol göstericilik yapmaz." (et-Tevbe, 9/24)
Hafız İbn Kesîr âyeti tefsir ederken şunları
söylemektedir: "Yani bu şeyleri eğer "Allah'tan,
Rasûlünden ve onun yolundaki cihaddan" daha çok seviyor iseniz, onun
başınıza getireceği cezayı ve ibretli intikamı "bekleyedurun" demektir."[8]
Mücahid ve el-Hasen -yüce Allah'ın rahmeti
üzerlerine olsun- yüce Allah'ın: "Allah'ın
emri gelinceye kadar" buyruğunu: "Dünyada ya da âhirette onun
cezasını (bekleyedurun) diye açıklamışlardır."[9]
Büyük ilim adamı Zemahşerî, âyetin tefsirinde:
"Bu âyet-i kerime oldukça ağır hüküm ihtiva etmektedir. Ondan daha ağır
hüküm ihtiva eden bir âyet göremezsiniz."[10]
demektedir.
İmam Kurtubî diyor ki: "Âyet-i kerimede
Allah'ı ve Rasûlü sevmenin vücubuna delil vardır. Bu hususta hiçbir görüş ayrılığı
yoktur. Ayrıca bu sevgi, sevilen herşeyden daha önce gelmelidir."[11]
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in bizim sevgimize ihtiyacı olmadığını söylemeye gerek
yoktur. Bizim onu sevmemiz, onun makamını yükseltmez, onu daha da yüceltmez.
Sevmeyişimiz de onun makamını, şerefini alçaltmaz. Hem nasıl böyle olmasın ki?
O alemlerin Rabbinin sevdiğidir.
Hatta bu kadar da değil. Aksine ona uyanı Allah sever
ve günahlarını bağışlar. Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"De
ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah gafûrdur, rahîmdir." (Âl-i İmran, 3/31)
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in sevgisinden ancak onu sevenler yararlanır ve bu sayede
böyle bir kimse dünya ve âhirette mutluluğu elde eder. Bu bağlamda bundan bir
dereceye kadar tafsilatlı bir şekilde sözetmek uygun düşecektir.
Yüce Rabbimiz imanın tadını elde etmek için
birtakım sebepler takdir buyurmuştur. Bunlardan birisi de Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'i bütün yaratılmışlardan
daha çok sevmektir. Buhârî ve Muslim'in Enes Radıyallahu anh'dan rivayetlerine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Üç
husus vardır ki, bunlar kimde bulunursa imanın tadını alır: Allah'ı ve Rasûlünü
onların dışındaki herbir şeyden daha çok sevmek, sevdiği kimseyi ancak Allah
için sevmek ve ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi tekrar küfre geri dönmekten
hoşlanmamak."[12]
İlim adamlarının -Allah'ın rahmetleri üzerlerine
olsun- açıkladığı gibi imanın tadının anlamı, itaatlerden lezzet almak, din uğrunda
zorluklara katlanmak ve bunu dünyanın geçici menfaatlerine tercih etmek
demektir.[13]
Bu ne güzel ve ne şerefli bir meyvedir! Allah'ım,
bundan bizi mahrum buyurma, Kabul buyur, ey âlemlerin Rabbi!
Rasûl-i Ekrem'i -Rabbimizin salât ve selâmları
üzerine- seven bir kimse, âhirette onunla birlikte olacaktır.
İmam Muslim'in rivayetine göre Enes b. Malik Radıyallahu anh şöyle demiştir: Bir adam
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e
gelerek:
“Ey Allah'ın Rasûlü kıyamet ne zamandır”, diye
sordu. Nebi Sallallahu aleyhi vesellem:
"Kıyamet
için ne hazırladın ki?" diye sordu. Adam:
“Allah'ın ve Rasûlünün sevgisi”, dedi.
Peygamber:
"Şüphesiz
ki sen sevdiklerinle beraber olacaksın" diye buyurdu.
Enes Radıyallahu
anh dedi ki: Müslüman olduktan sonra, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in: "Şüphesiz
ki sen sevdiklerinle beraber olacaksın" sözünden dolayı sevindiğimiz
kadar hiçbir şeye sevinmedik.
Enes Radıyallahu
anh dedi ki: İşte ben Allah'ı, Rasûlünü, Ebu Bekr'i ve Ömer'i -Allah
ikisinden de razı olsun- seviyorum. Her ne kadar onların amelleri gibi amelde
bulunamadı isem de onlarla birlikte olacağımı ümit ediyorum."[14]
Buhârî ve Muslim'in rivayet ettikleri bir başka
hadiste Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh
şunları söylemektedir: Bir adam Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'e gelerek şöyle dedi:
“Ey Allah'ın Rasûlü, bir topluluğu sevmekle
birlikte onlar gibi ameller yapamayan kimse hakkında ne dersin?” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Kişi sevdiği ile beraberdir."
diye buyurdu.[15]
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in: "Kişi sevdiği
ile beraberdir" sözünden kasıt, cennette onunla birlikte olacağıdır.[16]
Allahu Ekber! Rasûl-i ekrem'i seven kimsenin
mükafatı ne kadar üstün, ne kadar büyüktür!
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'i sevmenin birtakım alâmetleri vardır. Bu ümmetin ilim
adamları bunları sözkonusu etmişlerdir. Mesela Kadı Iyad şunları söylemektedir:
"Onun sünnetine destek olmak, şeriatini koruyup kollamak, o hayattayken
huzurunda bulunmayı ve uğrunda canını ve malını vermeyi temenni etmek de onu
sevmekten ileri gelir."[17]
Hafız İbn Hacer diyor ki: "Sözü geçen
sevginin belirtilerinden birisi de kişiye şunun teklif edilmesidir: Eğer
maksatlarından herhangi birisini elden kaçırmak yahutta Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'i -eğer
mümkün olsaydı- görmekten mahrum edilmek arasında birisini seçmesi istenir de o
da mümkün olduğu takdirde onu görmekten mahrum kalmayı, maksatlarından herhangi
birisinden mahrum kalmaktan daha ağır buluyorsa, sözü geçen onu daha çok
seviyor demektir, değilse hayır. Bu hiç şüphesiz varlık ve yokluğa münhasır bir
şey değildir. Bunun bir benzeri onun sünnetine destek vermek, şeriatini koruyup
kollamak, ona muhalif olanların kökünü kazımak için de sözkonusudur. Bunun
kapsamına iyiliği emredip, kötülükten alıkoymak da girer."[18]
Büyük ilim adamı Aynî diyor ki: "Şunu bil
ki, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
sevmek, ona itaat etmeyi istemek ve ona muhalefeti terketmektir. Esasen bu da İslâmın
farzlarındandır."[19]
İlim adamlarının sözünü ettikleri hususlardan şu
sonuca varıyoruz: Aşağıdaki hususlar Rasûl-i Ekrem'i sevmenin alâmetleri arasındadır:
1. Onu görmeyi, onun
sohbetinde bulunmayı çokça arzu etmek ve bunlardan mahrum olmayı, dünya hayatında
bunların dışında her ne olursa olsun herhangi bir şeyi kaybetmekten daha ağır
bir musibet görmek.
2. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem uğrunda canı
ve malı feda etmek için tam hazırlıklı olmak.
3. Emirlerine uymak,
yasaklarından sakınmak.
4. Sünnetine yardımcı
olmak, şeriati koruyup kollamak.
Her kimde bu alâmetler bulunursa, o Rasûl-i
Ekrem'i sevmekten ötürü yüce Allah'a hamdetsin ve bu hususta kendisine sebat
vermesini dilesin. Bunu büsbütün ya da kısmen kaybetmiş olan bir kimse ise yüce
Allah'ın huzuruna selim kalp ile giden müstesnâ, hiçbir malın ve evladın fayda
vermeyeceği günden önce kendisini hesaba çeksin. O günde insanların hiçbir şeyi
Allah'a gizli kalmayacaktır. Sakın Allah'ı ve mü'minleri aldatabileceğini düşünmesin,
öyle bir işe de kalkışmasın. Çünkü yüce Allah'ı aldatmaya çalışan bir kimse
ancak kendisini aldatır.
"Allah'ı
ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar ama kendilerinden başkasını aldatamazlar da
yine farkına varmazlar." (el-Bakara, 2/9)
Yüce Allah'ın yardımı ile ashab-ı kiramın
Rasûl-i Ekrem Muhammed Mustafa'ya duydukları sevgiyi sözkonusu etmekle
birlikte, bizim mevcut halimize de işaret ederek bu hususu sözkonusu edeceğim.
Olur ki, yüce Allah bizim halimizi ıslah eder ve bizi doğru yola iletir. Herbir
alâmeti yüce Allah'ın izniyle ayrı bir başlık altında ele alacağım:
Bilindiği gibi kişinin temenni edip, sevebileceği
en ileri şey, sevdiği kimseyi görmek ve onun sohbetinde bulunmak saadetine erişmektir.
Rasûl-i Ekrem Muhammed Mustafa'yı (Allah'ın salât ve selâmları ona) seven bir
kimse, hiç şüphesiz onu görmek için iştiyak duyar, onun sohbetinde bulunmayı
arzu eder. Dünya ve âhirette onunla birlikte olmayı çok ister. Böyle bir
mutluluğa erişmeyi büyük bir şevk ve ihtimam ile bekler. Eğer böyle bir
mutluluk ile bütün dünya nimetleri arasında tercih yapması istenecek olsa, bu
mutluluğa başka hiçbir şeyi tercih etmez. Onun onurlu yüzüne bakmakla şerefleneceği
vakit sevinir, onun sohbetinde bulunmak saadeti ile sürur duyar. Onu görmekten
ve arkadaşlığından mahrum edilmek korkusu onu üzer, ondan ayrılık onu ağlatır.
Aşağıda, dediğimiz hususların açıkça görüleceği şekilde,
Allah Rasûlünü samimi olarak sevenlerin gözkamaştırıcı bazı tutumlarını
kaydedeceğiz:
İmam Buhârî'nin rivayetine göre Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in eşi Âişe Radıyallahu anha dedi ki: Bir gün biz
Ebu Bekir Radıyallahu anh'ın odasında
öğle sıcağının başladığı bir sırada oturmakta iken birisi Ebu Bekir'e: İşte
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
başını sarmalamış olarak geliyor, dedi. O saat Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in bize geldiği bir vakit değildi.
Bunun üzerine Ebu Bekir dedi ki: Anam, babam ona
feda olsun! Allah'a yemin ederim, bu saatte mutlaka önemli bir iş için gelmiş
olmalıdır.
(Âişe Radıyallahu
anha devamla) dedi ki: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem geldi, izin istedi, Ebu Bekir ona izin verdi, o da içeri
girdi. Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem, Ebu Bekir'e: "Yanında
kim varsa dışarı çıkar" diye buyurdu. Ebu Bekir: Yanımda olanlar
-babam sana feda olsun- senin aile halkındır, ey Allah'ın Rasûlü, dedi.
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem: "Hicret için
bana izin verildi" diye buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekir sordu: Babam
sana feda olsun! Ben de seninle birlikte olacak mıyım? Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Evet dedi.[20]
Ebu Bekir es-Sıddîk bu yolculuğu kuşatacak korku
ve tehlikeleri bilmeyen birisi değildi. Fakat bu durum onun sevgili dostu
Rasûl-i Ekrem ile birlikte arkadaşlık arzusunu etkilemedi ya da azaltmadı.
Allah Rasûlü kendisine isteğinin olumlu karşılandığını bildirince, böyle bir
mutluluğa nâil olmanın sevinciyle ağlamaya başladı.
Hafız İbn Hacer dedi ki: "İbn İshak
rivayetinde şunu da ilave etmektedir: Âişe Radıyallahu
anhâ dedi ki: Ebu Bekir'in ağladığını gördüm. Ben ise kimsenin sevinçten ağlayacağını
o zamana kadar bilmiyordum."[21]
Ensar-ı Kiram, sevgili Rasûl-i Ekrem'in yurtlarına
hicret ettiğini işittiler. Bu sebeple onu karşılama şevkini duydular. Sünnet ve
sîret kitapları, onların Allah Rasûlünü karşılama şevklerini ve kendilerinin
yanına varmaktan dolayı duydukları sevinci tasvir eden ifadeleri bize kadar
saklamış bulunuyor. Mesela, İmam Buhârî bize Urve b. ez-Zübeyr Radıyallahu anh'dan onların Rasûl-i
Ekrem'i el-Harre denilen yerde nasıl beklediklerini rivayet etmektedir. Onun
rivayetinde şu ifadeler yer alır:
"Medine'de müslümanlar Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in Mekke'den
çıktığını işittiler. O bakımdan her sabah Harre denilen yere çıkıyorlar ve öğle
sıcağı onları geri dönmek zorunda bırakıncaya kadar onu bekliyorlardı. Bir gün
uzunca bekleştikten sonra geri döndüler. Evlerine vardıklarında yahudilerden
bir adam, yahudi kalelerinden birisi üzerinde bir hususa bakmak üzere çıkmıştı.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
ve ashabını beyaz elbiseleriyle -ve bazen serabın onların görülmesini
engelleyerek- gelmekte olduklarını gördü. Yahudi sesi çıkabildiği kadar bağırmaktan
kendisini alıkoyamadı: Ey araplar topluluğu! İşte sizin beklediğiniz, şan ve şerefiniz(e
sebep) geliyor.
Müslümanlar hemen silahlarına koşuştular.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
Harre'nin sırtlarında karşıladılar. Onlarla sağ tarafa doğru yöneldi ve nihayet
onlarla Amr b. Avf oğulları diyarında konakladı."[22]
Allahuekber! O sevgili Rasûlü karşılamaya ne
kadar da şevkli, istekli idiler! Her sabah Harre'ye onun gelişini bekleyerek çıkıyorlar
ve güneşin sıcağı şiddetleninceye kadar orada oturduktan sonra evlerine geri
dönüyorlardı.
İbn Sa’d'ın zikrettiği rivayette şöyle
denilmektedir: "Güneş onları yaktı mı evlerine geri dönerlerdi."[23]
Hakim'in rivayetinde: "Öğle sıcağı
kendilerini rahatsız edinceye kadar onu bekliyorlardı" demektedir.[24]
Yine İmam Buhârî, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in Ensar
tarafından Medine'de nasıl karşılandığını anlatmaktadır. Enes Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet ediyor: Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem Harre'nin yan tarafında konakladı. Sonra ensara haber
gönderdi, onlar da Allah'ın Peygamberi ile Ebu Bekir'in yanına geldiler. Onlara
selam verdiler ve: "İkiniz de emniyet içerisinde ve size itaat edilenler
olarak bineklerinize bininiz."
Bunun üzerine Allah'ın Peygamberi ve Ebu Bekir
bineklerine bindi, silahlılar etraflarını kuşattı. Medine'de: Allah'ın
Peygamberi geldi, Allah'ın Peygamberi geldi denildi. Bulundukları yerden bakıp:
"Allah'ın Peygamberi geldi" diyorlardı. O da Ebu Eyyub Radıyallahu anh'ın evine yakın bir yerde
konaklayıncaya kadar yoluna devam etti.[25]
İmam Ahmed’in, bize Enes Radıyallahu anh'dan rivayet ettiğine göre Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile Ebu Bekir
es-Sıddik Radıyallahu anh'i karşılayanlar,
ensardan beşyüz kadar kişi idiler. Onların yanına varınca ensar: "İkiniz de emniyet altında ve size
itaat edilenler olarak yürüyünüz" dediler.[26]
Aynı şekilde yine İmam Ahmed Medine halkının şerefli
Rasûlünü nasıl karşıladıklarını Ebu Bekir es-Sıddîk Radıyallahu anh'ın anlatımıyla şöylece nakletmektedir:
"Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem -ben de onunla birlikte- devam ettik.
Nihayet Medine'ye geldik. İnsanlar onu karşıladı. Yola ve damlara çıktılar.
Hizmetçiler ve çocuklar yolda hızlıca koşarak: "Allahuekber! Rasûlullah
geldi! Muhammed geldi!" diyorlardı. (Ebu Bekir Radıyallahu anh) dedi ki: Herkes Allah Rasûlü hangilerine misafir
olacak diye birbirleriyle çekişiyorlardı...[27]
Enes b. Malik Radıyallahu anh bu mübarek günde gördüklerini şu sözleriyle dile
getirmektedir: "Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem ile Ebu Bekir'in Medine'ye girdikleri günden daha nurlu ve
daha güzel hiçbir gün asla görmedim."[28]
el-Berâ b. Âzib Radıyallahu anh da Medinelilerin Rasûl-i Ekrem'in yanlarına gelişleri
dolayısıyla duydukları sevinci şöylece dile getirmektedir:
"Medinelilerin Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dolayısıyla
duydukları sevinci başka hiçbir sebep dolayısıyla duyduklarını görmedim."[29]
Yüce Allah ensarı Allah Rasûlüne kendi yurtlarında
sahabi olmakla şereflendirdikten sonra, bu pek büyük nimet ve pek üstün şereften
mahrum kalırlar korkusuyla onu çokça sakınır ve esirgerlerdi. Buna delillerden
birisi de İmam Muslim'in Ebu Hureyre Radıyallahu
anh'dan Mekke’nin fethini zikrederken şöyle dediğine dair rivayetidir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
yoluna devam etti ve nihayet Mekke'ye vardı. ez-Zübeyr Radıyallahu anh'ı iki cenahtan birisine kumandan olarak gönderdi.
Halid Radıyallahu anh'ı da diğer
cenaha kumandan gönderdi. Ebu Ubeyde Radıyallahu
anh'ı ise zırhları olmayan birliğin kumandanı olarak göndermişti. Vadinin
iç tarafından ilerlediler. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem de bir birlikteydi.
(Ebu Hureyre devamla) dedi ki: Baktı ve beni
gördü. Ebu Hureyre, dedi. Ben: Buyur ey Allah'ın Rasûlü dedim. Peygamber: "Bana ensardan olmayan kimse
gelmesin" dedi. Sonra da: "Safa'da
sizinle görüşmek üzere (geliniz)" diye buyurdu
(Ebu Hureyre devamla) dedi ki: Biz de yola
koyulduk. Bizden herhangi bir kimse birisini öldürmek isterse mutlaka
öldürürdü. Onlardan hiçbir kimse bize karşı hiçbir şey yapamazdı.[30]
(Ebu Hureyre) dedi ki: Ebu Süfyan gelip: Ey Allah'ın Rasûlü Kureyşlilerin bütün
yeşillikleri[31] mübah
görüldü. Artık bugünden sonra Kureyş olmayacaktır.
Daha sonra: "Kim
bir Kureyşlinin evine girerse o emniyet altındadır" dedi.
Ensar dedi ki: Artık Rasûlullah kendi şehrine rağbet
edecek ve kendi aşiretine şefkat ve merhamette bulunacaktır.
Ebu Hureyre Radıyallahu
anh dedi ki: Derken vahiy geldi. Vahiy gelmesi sona erince Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Ey ensar topluluğu" diye buyurdu.
Onlar: Buyur, ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Peygamber: "Artık bu adam kendi şehrine rağbet edecektir" dediniz.
Ensar: Evet böyle oldu, dediler.
Peygamber buyurdu ki: "Asla! Şüphesiz ki ben Allah'ın kulu ve Rasûlüyüm. Allah'a ve
sizin diyarınıza hicret ettim. (Benim için) hayat sizin hayatınız, ölüm de
sizin ölümünüzdür."
Ağlayarak ve şöyle diyerek ona yöneldiler:
Allah'a yemin ederiz. Söylediğimiz o sözleri sadece Allah'ı ve Rasûlünü
kaybetmek istemeyişimizden dolayı söyledik.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurdu: "Gerçekten
Allah da, Rasûlü de sizin doğru söylediğinizi biliyor ve sizin mazeretinizi
kabul ediyor."[32]
İmam Nevevî hadisi açıklarken şunları
söylemektedir: "Onlar Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in Mekkelilere karşı şefkatini ve onları öldürmekten uzak
kalmasını görünce, artık onun tekrar Mekke'de kalacağını ve sürekli orada
ikamet edeceğini, yanlarından ayrılıp Medine'yi terkedeceğini sandılar. Bu ise
onlara çok ağır geldi. Yüce Allah Peygamberine vahyetti, O da bu hususu onlara
bildirdi ve onlara şu anlamdaki sözler söyledi:
"Ben,
Allah için ve sizin diyarınıza orayı vatan edinmek için hicret ettim. Yüce
Allah için yaptığım hicretimden geri dönmeyeceğim ve orayı terketmeyeceğim.
Aksine ben sizinle birlikte kalacağım. Hayatım sizin hayatınız, ölümüm sizin
ölümünüzdür. Yani ben ancak sizin yanınızda yaşayacağım ve ancak sizin yanınızda
öleceğim."
Allah Rasûlü onlara bu sözleri söyleyince ağladılar,
özür dilediler ve: Allah'a yemin olsun ki biz, az önceki sözlerimizi sadece sana
olan düşkünlüğümüz, senin arkadaşlığını arzulayışımız ve senden faydalanalım,
senin bereketinden yararlanalım, bizi dosdoğru yola iletesin diye ve yanımızda
kalmayı sürdürmen için söyledik. Çünkü yüce Allah: "Ve şüphesiz ki sen dosdoğru yola iletirsin." (eş-Şura,
42/52) diye buyurmuştur.
İşte onların: "Bizim söylediğimiz sözler
sadece seni sakındığımız ve esirgediğimizdendi" şeklindeki sözlerinin
anlamı budur. Yani bizler senin bizden ayrılmanı ve bizden başkalarının arasında
kalmanı istemedik, bu hususta kıskançlık ettik.
Onların ağlamalarının sebebi ise, onlara
söyledikleri ve ona kendisinden utanılacak şeylerin haklarında kendisine
bildirilmiş olmasından korkmalarıdır.[33]
Sevgisinde gerçekten samimi olan birisini daha
görüyoruz. Bu kişi kendisinin ve sevgili Rasûl-i Ekrem'in -Rabbimin salât ve
selâmları üzerine olsun- ölümünü hatırlıyor, kendisi de cennete girecek olsa
dahi, Allah Rasûlünün diğer peygamberlerle birlikte olacağından mertebesinin
yüksekliği dolayısıyla onun güzel yüzünü cennette görememekten korkuyor.
İmam Taberânî bu sevenin kıssasını Ebu Bekir
es-Sıddîk'in kızı Âişe-i Sıddika Radıyallahu
anhumâ'dan şu sözleriyle rivayet etmektedir.
Bir adam Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e gelip:
“Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Şüphesiz ki sen benim
için kendi öz canımdan da sevgilisin. Şüphesiz ki sen benim için çocuklarımdan
daha sevgilisin. Ben evde bulunurken seni hatırlıyorum, gelip seni görmeden
edemiyorum. Benim de öleceğimi, senin de öleceğini hatırlayınca biliyorum ki
sen cennete gireceğin vakit, diğer peygamberlerle birlikte yükseklerdesin. Ben
ise cennete girecek olsam dahi, seni görmeyeceğimden korkuyorum.”
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem ona cevap vermedi. Nihayet Cebrail Aleyhisselam: "Kim
Allah'a ve Rasûle itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği
peygamberler, sıddiklar, şehidler ve salihlerle birliktedirler..." (en-Nisa,
4/69) âyetini indirdi."[34]
Sevgili Nebimize samimi bir şekilde sevgi
besleyen birisi Ondan birşeyler isteme fırsatını yakaladı. Bu kişi Eslemli
Rabia b. Kâ’b Radıyallahu anh'dı. İsteği
neydi? İmam Muslim bize onun kıssasını kendisinden şu sözleriyle anlatmaktadır:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
ile birlikte gece kalırdım. Ona abdest suyunu getirir, ihtiyaçlarını karşılardım.
Bir gün bana: "İste" dedi.
Ben ona cennette sana arkadaş olmayı istiyorum, dedim. Peygamber "yahut başka bir şey iste" dediyse
de ben: İstediğim budur dedim. Şöyle buyurdu: "O halde çokça secde etmekle, bana yardımcı ol" diye
buyurdu.[35]
İşte samimi olarak seven bir kimse! Bir şeyler
istemek fırsatını yakaladı mı, birinci defasında da, ikincisinde de onunla
arkadaşlıktan başka bir şeyi seçmemekte tereddüt göstermez. Hatta onun yerine
başka bir şey istemek hatırına bile gelmez.
Böyle bir tercihte bulunmakta Eslemli Rabia b.
Ka’b Radıyallahu anh yalnız başına değildi.
Aksine Muhammed Mustafa'yı gerçek anlamıyla sevenlerin hepsi böyleydi. Huneyn
gazvesinde ensar Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in birlikteliği ile koyun ve deve sürüleri arasında seçim
yapmakta serbest bırakıldılar. Onlar insanların dünya metâını alarak
dönmelerine, kendileri de yüce Peygamber ile birlikte evlerine gitmeye razı
oldular. Sünnet ve sîret kitapları bu olayı bize tafsilâtlı bir şekilde
anlatmaktadır.
İmam Buhârî, Abdullah b. Zeyd b. Âsım Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: Yüce Allah Rasûlüne (Allah'ın salât ve selâmı ona) Huneyn
günü ganimet ihsan edince ganimeti, insanlar arasında kalpleri İslâma ısındırılacaklara
paylaştırdı, ensara bir şey vermedi. İnsanlara isabet eden kendilerine düşmediğinden
ötürü sanki içten içe rahatsız oldular. Bu sebeple Peygamber onlara hitapta
bulunarak şöyle buyurdu:
"Ey
ensar topluluğu! Ben sizleri sapık buldum da Allah benimle size hidayet vermedi
mi? Sizler darmadağınık iken Allah benimle kalplerinizi birbirinize kaynaştırmadı
mı? Sizler fakir ve yoksulken Allah benimle sizi zengin etmedi mi?"
Peygamber her ne dediyse onlar da: Allah ve
Rasûlünün üzerimizdeki minneti çok daha fazladır[36]
dediler. Bu sefer (Peygamber) şöyle buyurdu:
"İsteseydiniz
sen bize şöyle şöyle geldin... diyebilirdiniz"[37]
Peki
insanlar koyunları ve develeri[38]
alıp giderken sizler Rasûlullah ile birlikte evlerinize geri dönmeye razı olmaz
mısınız?
Eğer
hicret olmasaydı ben ensardan bir kişi olurdum ve eğer insanlar bir vadiden
yahut bir yoldan gidecek olurlarsa, elbette ki ben de ensarın gittiği vadiden
ve yoldan giderim. Ensar iç elbisedir, sair insanlar ise dış elbisedir.[39]
Sizler benden sonra bencilliklerle karşılaşacaksınız.[40]
Havz’ın etrafında benimle karşılaşıncaya kadar sabrediniz."[41]
Ebu Saîd Radıyallahu
anh'ın hadisinde şu fazlalık vardır: "Allah'ım
ensara, ensarın oğullarına, ensarın oğullarının oğullarına rahmet buyur."
Ebu Said dedi ki: Sakalları ıslanıncaya kadar
hepsi ağladı ve: Kısmet ve nasip olarak Rasûlullah’ın birlikteliğine razıyız,
dediler.[42]
İmam İbnu'l-Kayyim diyor ki: Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem onlara yaptığı
uygulamada farkına varamadıkları hikmeti onlara açıklayınca, itaatla boyun eğerek
sözlerinden geri döndüler ve en büyük ganimetin onların paylarına düşen
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
ile birlikte geri dönmek olduğunu anladılar. Böylelikle koyun, deve, kadın ve
çocuk esirler almamak karşılığında elde ettikleri pek büyük mükâfat ve
hayattayken de, ölümünden sonra da Rasûl-i Ekrem'in komşuluğuna nail olarak
teselli buldular."[43]
Gerçekten samimi; bir başka seveni görüyoruz. O
Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh'dır.
Ölümlü dünyadan kalıcılık yurduna göç ederken onun için en önemli iş Muhammed
Mustafa'ya yakın, ona komşu olarak defnedilmektir.
İmam Buhârî'nin, Amr b. Meymûn'dan naklettiğine
göre Ömer b. el-Hattab Radıyallahu anh
dedi ki:
"Ey Ömer'in oğlu Abdullah! Mü'minlerin
annesi Âişe Radıyallahu anha'ya git
ve Ömer'in sana selâmı var, de fakat mü'minlerin emiri deme. Çünkü bugün ben
mü'minlerin emiri değilim ve de ki: "Ömer b. el-Hattab iki arkadaşıyla
birlikte defnedilmek için izin istiyor."
Abdullah selam verdi, izin istedi, sonra da Âişe
Radıyallahu anhâ'nın yanına girdi.
Onu oturmuş ağlıyor gördü. Dedi ki: "Ömer b. el-Hattab'ın sana selamı var.
İki arkadaşıyla birlikte defnedilmek için senden izin istiyor."
Âişe Radıyallahu
anhâ dedi ki: "Ben onu kendim için istiyordum. Fakat andolsun ki,
bugün onu kendime tercih edeceğim."
Abdullah geri dönünce: İşte Ömer'in oğlu
Abdullah geliyor, dediler.
Ömer: Beni kaldırın, dedi.
Bir adam onu kendisine yaslayarak kaldırdı.
Ömer: Ne haber? diye sordu. Abdullah: Arzu ettiğin oldu ey mü'minlerin emiri,
izin verdi, diye cevap verdi.
Ömer şöyle dedi: Allah'a hamdolsun. Benim için
bundan daha önemli bir şey yoktu. Benim işim bitince beni taşıyıp götür. Sonra
Âişe’ye selâm ver ve de ki: Ömer b. el-Hattab izin istiyor. Şayet benim için izin
verirse beni oraya girdiriniz. Eğer beni kabul etmezse, siz de beni müslümanların
kabristanına geri götürünüz.[44]
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'i samimi olarak seven Ebu Bekir es-Sıddîk Radıyallahu anh'ın O’nun sözlerinden artık
ecelinin yaklaştığı sonucunu çıkarınca kendisini tutamayarak ağlamaya başladığını
görüyoruz.
İmam Buhârî onun bu kıssasını Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu anh'ın şu sözleriyle bizlere
rivayet etmektedir:
"Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem insanlara bir konuşma yaptı ve şöyle
dedi: "Allah bir kulunu dünya ile nezdindekiler arasından birisini tercih
etmekte serbest bıraktı. O kul da Allah'ın nezdinde bulunanları seçti."
(Ebu Said) dedi ki: Bunun üzerine Ebu Bekir Radıyallahu
anh ağladı. Bizler Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in seçimde serbest bırakılan bir kula dair haber
vermesinden ötürü onun ağlamasına hayret ettik. Meğer seçmekte serbest bırakılan
kişi Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem imiş ve meğer Ebu Bekir Radıyallahu
anh bizim en bilgilimiz imiş."[45]
Muaviye b. Ebi Süfyan Radıyallahu anh'dan gelen bir başka rivayette şöyle demektedir:
"Bunu Ebu Bekir Radıyallahu anh'dan
başkası anlamadı. Bunun üzerine ağladı ve: Babalarımız, annelerimiz, evlatlarımız
sana fedâ olsun dedi.[46]
Yine Ebu Bekir es-Sıddîk Radıyallahu anh'ı Rasûl-i Ekrem'i Rabbinin rahmetine intikal
etmesinden sonra hatırladıkça ağladığını görüyoruz. Buna tanıklık eden
delillerden birisi İmam Ahmed'in, Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın şöyle dediğine dair rivayetidir: Ben Ebu Bekir
es-Sıddîk Radıyallahu anh'ı bu minber
üzerinde şöyle derken dinledim: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i geçen sene bugün gibi... dinledim
dedi, sonra da Ebu Bekir'in gözleri yaşardı ve ağlamaya başladı.
Daha sonra dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle
buyururken dinledim: "İhlâs (tevhid)
kelimesinden sonra size âfiyet gibi bir şey verilmiş değildir. Bu sebeple
Allah'tan afiyeti dileyiniz.”[47]
Bir başka rivayette şöyle denilmektedir: Gözyaşları
onu üç defa konuşturtmadı. Sonra dedi ki... diye hadisin geri kalan bölümünü
zikretti.[48]
Buna delalet eden hususlardan birisi de İmam
Ahmed'in, Âişe Radıyallahu anhâ'dan şöyle
dediğine dair rivayetidir: Ebu Bekir Radıyallahu
anh'ın ölüm vakti yaklaştığında: Bugün ne günüdür? diye sordu. Vefatında
bulunanlar pazartesi günü dediler. Şöyle dedi: “Eğer bu gece ölürsem beni yarına
bekletmeyiniz. Şüphesiz benim en sevdiğim gün ve gece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e en yakın
olacağım gün ve gecedir."[49]
Allahuekber! Gün ve gecelerin sevgisi Allah
Rasûlü Muhammed Mustafa'ya yakınlıklarına göre tespit ediliyor.
İşte Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'i gerçekten sevenler sevgilerinde, onu görmeye şevklerinde,
onun arkadaşlığını isteyişlerinde, onu görmekten ötürü sevinmelerinde, onunla
birliktelikleri dolayısıyla neşelenmelerinde, onun arkadaşlığını herşeye tercih
etmelerinde, onu kaybetmekten korkmalarında, ondan ayrılmaktan ötürü ağlayışlarında,
böyle idiler.
Ya biz nasılız? Biz daha başka şeyler de sevip
bu sevginin yerine onları oturtmadık mı? Bizim çoğumuz -Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i sevmek
iddialarına rağmen- bu başka şeyleri görmek ya da dinlemek için pekçok malı ve
vakti feda edebilmekte, bunları izlemek uğrunda Allah'ın ve insanların birçok
hakkını zayi etmektedir. Bunları görmekten ötürü sevinmekte, pek az bir şeyi
dahi kaçıracak olurlarsa, üzülüp kederlenmektedirler. Bunlar sevdiklerinin bir
kısmının yerin dibine geçirilmeye ve o şeyleri sevenlerin bazılarının domuzlara
ve maymunlara dönüştürülmeye sebep olabileceğini unuttular yahut unutmuş
görünüyorlar.
Nitekim hevâdan konuşmayan yüce Peygamber de
bunu haber vermektedir. İmam İbn Mâce, Ebu Malik el-Eş'arî Radıyallahu anh'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Şüphesiz
ümmetimden birtakım insanlar içki içecekler ve ona kendi isminden başka isimler
verecekler. Tepeleri üzerinde çalgı aletleri çalınacaktır. Yerin dibine
geçirilecekler ve onlardan maymunlar ve domuzlar yaratılacaktır."[50]
Bizim durumumuz bu iken, acaba "Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'i bütün
insanlardan ve herşeyden daha çok seviyoruz" sözümüz doğru kabul
edilebilir mi? Yahutta bu gizliyi de, açığı da bilen Allah nezdinde bize bir
fayda sağlayabilir mi?
Samimi bir seven sevdiği uğrunda rahatını, canını
ve sahip olduğu şeyleri, feda etme imkânını bulacağı fırsatı elbette ki pek
büyük bir şevk ve istekle arzular. Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'i samimiyetle seven ashab-ı kiram onun uğrunda fedakârlık
örneklerinin en göz kamaştırıcılarını vermişlerdir. Onlardan sonra gelenler
arasından onu sevenler de kalplerinde o pek büyük mutluluğu ve çok değerli
arzuyu ele geçiremediklerinden ötürü anlatılamayacak çapta bir hasret
hissederler.
Aşağıda fedakârlığın, sevgi ve bağlılığın, iman
ve ihlâsın gerçekten insanı şereflendiren bazı tavır ve tutumlarını sözkonusu
edeceğim. Âlemlerinin Rabbinin habibi kendi habiblerine duydukları sevgide
samimi olan o hayırlılara ait tavırlardır, bunlar.
Sürâka b. Mâlik Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile Ebu Bekir es-Sıddîk'a hicret yolculuğu
sırasında yetişiyor. Onlara yaklaştığında Ebu Bekir es-Sıddik ızdırapla ağlıyor
fakat kendi adına korktuğu için değil, Allah’ın Rasûlü Muhammed Mustafa için
korktuğundan ötürü ağlıyordu. İmam Ahmed bu olaydan bize el-Berâ b. Âzib Radıyallahu anh'dan naklen şöylece
sözetmektedir: Ebu Bekr Radıyallahu anh
dedi ki:
"Biz yola koyulduk. Kavmimiz ise bizi arayıp
duruyorlardı. Bize sadece atı üzerindeki Sürâka b. Malik b. Cu’şum yetişebildi.
Ben:
“Ey Allah'ın Rasûlü! İşte bizi takip eden bu
adam bize yetişti yetişecek” dedim.
O: "Üzülme
şüphesiz Allah bizimle beraberdir" diye buyurdu.
Nihayet bize yaklaştı, bizimle onun arasında bir
yahut iki ya da üç mızrak boyu bir uzaklık kaldı. Ben: Ey Allah'ın Rasûlü! İşte
bizi takip eden bu adam bize yetişti, dedim ve ağladım.
Peygamber: Niye
ağlıyorsun? diye sordu. Ben şöyle dedim: Allah'a yemin ederim kendim için ağlamıyorum,
senin için ağlıyorum, dedim.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem Suraka'ya beddua ederek: "Allah'ım, dilediğin şekilde onun şerrini bizden uzaklaştır" diye
yalvardı.
Atının ayakları sert bir arazide karnına kadar
gömüldü... deyip, hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.[51]
Sevgisinde samimi bir diğer kişiyi görüyoruz. Bu
da çarpışma alanında Allah Rasûlü ile birlikte yanyana durmak için tam anlamıyla
hazır olduğunu ortaya koymaktadır. İmam Buhârî bize onun başından geçen bu
olaydan Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'ın
rivayeti ile sözetmektedir. Abdullah Radıyallahu
anh diyor ki:
"Ben Mikdad b. el-Esved Radıyallahu anh'ın bir konumuna tanık
oldum. Böyle bir konumda olmak için herşeyi fedâ etmek isterdim:[52]
Peygamber Sallallahu aleyhi
vesellem müşriklere beddua ederken geldi ve şöyle dedi: Bizler Musa Aleyhisselam'ın kavminin dediği gibi:
Sen ve Rabbin gidin ve savaşın, demiyoruz. Fakat bizler senin sağında, solunda,
önünde, arkanda savaşıyoruz.
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem'in yüzünün aydınlandığını ve bundan dolayı sevindiğini
gördüm. Abdullah onun söylediği sözleri kastetmektedir.[53]
Bu rivayette Mikdad'ın Allah Rasûlü uğrunda
fedakârlıklarda bulunmaya hazır olmasının yanında Abdullah b. Mesud Radıyallahu anh'ın böyle şerefli bir
konumda olma arzu ve isteğini de görüyoruz. Bu da onun şu ifadelerinde ortaya çıkmaktadır:
"Ben el-Mikdad b. el-Esved Radıyallahu
anh'ın bir konumuna tanık oldum. Böyle bir konumda olmak karşılığında herşeyi
vermeyi arzu ederdim."
Hafız İbn Hacer bunu açıklarken şunları
söylemektedir: "Yani eğer bu sözü söyleyen kimse böyle bir konum ile bunun
karşılığında ne olursa olsun birtakım şeyler elde etmek arasında tercihte
serbest bırakılırsa elbetteki böyle bir konumda olmayı daha çok severdi."[54]
Uhud savaşında bazı okçuların yanlışlık yaptığı
görülür. Bunun üzerine yerlerini bırakırlar. Mekkeli Kureyş ordusundan bir
birlik Halid b. el-Velid'in komutası altında müslümanların arkasından dolanıp
gelirler. Bunun sonucunda müslüman saflarda gedikler ve çalkantılar ortaya çıkar.
Öyle bir an gelir ki, Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem ile birlikte sadece oniki kişi kalır. Müşrikler de
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'e
ve bu oniki kişiye yaklaşırlar.
Peki, Peygamberi samimiyetle seven bu hayırlı
insanlar, sevdikleri o yüce zatı savunmak için neler yaptılar? Bunun için İmam
Nesâî'nin, Câbir b. Abdullah Radıyallahu
anhuma'dan naklettiği şu rivayeti okuyalım:
"Uhud gününde insanlar gerisin geriye kaçınca
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
bir kenarda ensardan oniki kişi ile birlikte bulunuyordu. Aralarında Talha b.
Ubeydullah Radıyallahu anh da vardı.
Müşrikler onlara yetiştiler. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem onlara doğru dönüp: "Bunlara
karşı kim bizi savunacak?" diye sordu.
Talha: Ben, diye cevap verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Olduğun yerde kal" diye buyurdu.
Bu sefer ensardan bir adam: Ben, ey Allah'ın
Rasûlü, dedi. Peygamber: "Sen (çık)"
diye buyurdu.
Öldürülünceye kadar çarpıştı. Sonra yine müşriklerin
yaklaştıklarını gördü ve: "Bunlara
karşı kim bizi savunacak?" diye sordu. Talha yine: Ben dedi. Peygamber
Sallallahu aleyhi vesellem: "Yerinde kal" diye buyurdu. Bu
sefer ensardan bir başka adam: Ben dedi. Peygamber: "Sen (çık)" diye buyurdu. O da öldürülünceye kadar çarpıştı.
Peygamber bu sözleri söyleyip durdu, yine onların
karşısına ensardan bir adam çıkıyor ve öldürülünceye kadar kendisinden
öncekinin savaşması gibi savaşıyordu. Nihayet Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile Talha b. Ubeydullah Radıyallahu anh başbaşa kaldılar.
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem:
"Bunlara karşı kim çıkar?"
diye sordu. Talha: Ben dedi. Talha onbir kişinin çarpıştığı şekilde çarpıştı.
Nihayet eli isabet aldı, parmakları kesildi ve: Ah dedi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle
buyurdu: "Eğer bismillah demiş
olsaydın, insanlar sana bakıp dururken melekler seni yukarı doğru
yükselteceklerdi" diye buyurdu. Daha sonra yüce Allah müşrikleri geri
püskürttü."[55]
Allahu ekber! Peygamberi seven onbir kişi,
âlemlerin Rabbinin de, kendilerinin de habibi uğrunda canlarını feda ediyorlar.
Onikinci kişi de Talha b. Ubeydullah -Allah ondan da, diğerlerinden de hep
birlikte razı olsun- Peygamberi savunması pek kolay olmuyor. Onbir kişinin çarpışması
gibi çarpıştı. Bunun neticesinde eli çolak kaldı. Çünkü o eliyle Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i koruyordu. İmam
Buhârî'nin rivayetine göre Kays şöyle demiştir: Ben Talha'nın Uhud günü
Peygamberimizi kendisiyle koruduğu çolak elini[56]
gördüm."[57]
Muhammed'in Rabbine yemin ederim ki, yüce Allah'ın
en sevdiği ve yaratılmışların en yücesi uğrunda savunma yaparken çolak kalan bu
el, ne kadar mutlu, ne kadar temizdir! Bu elin sahibi ne kadar bahtiyardır!
Yüce Peygamberi savunurken etkilenen ve çolak
kalan sadece eli değildi. Vücudunun hertarafı yara almıştı. Çünkü bedeninde
yaklaşık yetmiş yara vardı. İmam Ebu Davud Tayalisî, Âişe'den o Ebu Bekir es-Sıddîk
Radıyallahu anhuma'dan şöyle dediğini
rivayet etmektedir: "Daha sonra yerdeki çukurlardan birisinde bulunan
Talha'nın yanına gittik. Mızrak, ok ve kılıç darbelerinin açtığı yetmiş küsur
yahut biraz az veya biraz daha fazla yara aldığını gördük."[58]
Ebu Bekir es-Sıddîk Radıyallahu anh Uhud gününü hatırladı mı ağlar, sonra da şöyle
derdi: "O gün bütünüyle Talha'nın günü idi."[59]
Allah ondan da, Ebu Bekir es-Sıddîk'dan da, Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'i samimi olarak seven herkesten de razı olsun.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'i samimiyetle seven bir başkasının, göğsünü Allah
Rasûlü’nün göğsüne siper ettiğini görüyoruz. Oklar gelip, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in göğsüne
isabet edecek yerde, ona isabet ediyordu. Bu da aynı şekilde Uhud savaşında
olmuştu. Buhârî ve Muslim, Enes b. Malik Radıyallahu
anh'dan şöyle dediğini rivayet etmektedirler:
"Uhud gününde bulunanların bir kısmı
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem'in
yanından uzaklaşıp, geri çekildiler. Ebu Talha ise, bir kalkan ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i koruyordu.
(Enes devamla) dedi ki: Ebu Talha Radıyallahu anh oldukça güzel ok atan
birisi idi. O gün elinde iki ya da üç yay kırdı.
Herhangi bir kimse beraberinde bir ok torbası
olduğu halde geçiyor ve ona: Ebu Talha'nın önüne bu okları saç, diyordu.
(Enes devamla) dedi ki: Allah'ın Peygamberi ise
yüksekten savaşçılara bakarken, Ebu Talha Radıyallahu
anh şöyle diyordu: Ey Allah'ın Peygamberi, annem-babam sana feda olsun. Sen
bakma. Bunların attıkları bir ok sana isabet etmesin. Benim göğsüm, senin göğsüne
siperdir."[60]
Allahu ekber! Seven neler yapar, neleri temenni
eder, neler ister?
Büyük ilim adamı Aynî, Ebu Talha'nın: "Göğsüm
senin göğsüne siperdir" sözünü açıklarken şunları söylemektedir: “İşte
benim göğsüm, senin göğsünün önünde. Yani ben senin önünde öyle duruyorum ki, eğer
ok gelecek olursa benim göğsüme isabet eder, senin göğsüne isabet etmez.”[61]
Şeyh Muhammed Fuad Abdu'l-Baki diyor ki: Cümle,
bir dua cümlesidir. “Yani oklar, sana değil de, bana isabet etsinler diye Allah
benim göğsümü oklara daha yakın kılsın."[62]
demektir.
İbn İshak bize bir başka samimi seven ile ilgili
rivayeti şu sözleriyle aktarmaktadır:
"Ebu Dücane, vücudunu Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e kalkan yaptı.
Oklar onun sırtına düşüyordu, O ise Allah Rasûlünün üzerine abanmış bir halde
duruyordu. Nihayet ona isabet eden oklar bir hayli çoğaldı."[63]
Bir başka rivayette: "O ise hareket etmiyordu" denilmektedir.[64]
Allahu ekber! Ebu Dücane'yi Rasûlullah'ın önünde
kalkan görevi yapmaya iten, onun üzerine abanmasına, sırtına düşen oklara
hareket etmeksizin katlanmasına iten sebep nedir? Şüphesiz ki bu sebep Allah’ın
Rasûlü Muhammed Mustafa'ya karşı duyulan samimi bir sevgidir. Bu o sevgili uğruna
canı dahi feda etmek için duyulan şiddetli bir arzudur.
Sîret ve tarih kitapları bizlere Rasûl-i Ekrem'i
samimi bir şekilde seven başka bir isimden de sözetmektedir. Bu kişi Rasûlullah
Sallallahu aleyhi vesellem'i
savunarak kendisini feda etmiştir. Bu dünyadan göç etme vakti gelince de yanağı
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in
ayağı üzerindedir. Bu olay da aynı şekilde Uhud gazvesinde olmuştur.
İmam İbn İshak dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem müşrikler
tarafından etrafı kuşatılınca: "Bize canını satacak bir kimse var mı?"
dedi.
Ziyad b. es-Seken Radıyallahu anh ensardan beş kişi ile birlikte ayağa kalktı.
Bazıları da bu kişinin Umare b. Yezid b.
es-Seken olduğunu söylerler.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in önünde birer birer savaştılar. Hepsi de onun önünde,
onun uğrunda öldürüldü. Nihayet onların sonuncusu Ziyad ya da Umare idi. O da
oldukça ağır yaralar alıncaya kadar çarpıştı. Daha sonra müslümanlardan bir
kesim geldi, müşrikleri onun etrafından uzaklaştırdılar. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem: "Onu
bana yaklaştırınız" diye buyurdu.
Onu Allah Rasûlüne yaklaştırdılar. Ayağını başının
altına yastık gibi koydu.
Yanağı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in ayağı üzerinde olduğu halde ruhunu
teslim etti.[65]
Allahu ekber! Ne kadar hoş, ne kadar tatlı bir
ölüm.
İşte Uhud savaşı! Yaralılardan samimi bir şekilde
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i
seven bir başka kişi! Mızrak, kılıç ve ok darbeleriyle yetmiş küsur yarası var.
Bu dünya ve bu dünyadaki aile, mal ve metadan ayrılışı için sadece birkaç
dakikası var. Peki neyi düşünüyordu? Hatırını meşgul eden neydi? Bu hususta İmam
Hakim'in Zeyd b. Sabit Radıyallahu anh'dan
şöyle dediğine dair rivayetini okuyalım:
Uhud günü Rasûlullah beni Sa’d b. er-Rabi Radıyallahu anh'ı aramak için gönderdi
ve bana dedi ki: "Şayet onu görürsen, benden ona selam söyle ve de ki ona:
Rasûlullah sana kendini nasıl
buluyorsun, diye soruyor."
Zeyd dedi ki: Ölüler arasında dolaşmaya başladım.
Son nefeslerini veriyordu. Mızrak, kılıç ve ok darbeleriyle açılmış yetmiş
küsur yarası vardı. Ona: Ey Sa’d! Rasûlullah’ın sana selamı var ve sana:
Kendini nasıl hissediyorsun bana bildir, diyor.
Sa’d dedi ki: Selam Allah'ın Rasûlüne ve sana
olsun. Ona de ki: Şu anda cennetin kokusunu alıyorum. Kavmim ensara da de ki:
Sizde gözünüzü kırpacak kadar bir güç varken Rasûlullah’a bir zarar isabet
ederse, Allah nezdinde hiçbir mazeretiniz kabul edilmez.
(Zeyd b. Sabit) dedi ki: "Ve ruhunu teslim
etti. Allah'ın rahmeti üzerine olsun."[66]
Allah Rasûlünü samimiyetle seven bu sahabi hayatının
son demlerinde neler düşündü? Hatırını meşgul eden neydi? Kavmiyle vedalaşırken
dünyadan, dünyadaki aile, çocuk ve mal mülkten ayrılırken kavmine ne tavsiyede
bulundu?
Hatırını meşgul eden husus, kendisinin de
alemlerin Rabbinin de sevdiği Peygamberin selâmeti, esenliği idi. Kavmine yaptığı
vasiyet: Her birilerinin kendilerini Rasûl-i Ekrem'e feda etmeleri idi.
Ya biz böyle miyiz? Biz neyi düşünüyoruz? Pek çoğumuzun
hatırını meşgul eden nedir? Bizler arkadaşlarımızdan birisini doğuya ya da batıya
gitmek için uğurlarken birbirimize neleri tavsiye ediyoruz? Bunu açıkça ifade
etmek dahi İslâma müntesip bir kişiye yakışmaz.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'e duyulan sevginin ikinci alâmeti ile ilgili açıklamalarımı,
O’na samimiyetle sevgi besleyen bir başka kişinin bir olayını anlatarak sona
erdirmek istiyorum. Bu kişinin bütün ihtimamı Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in rahatı ve selâmeti içindi. Uyuklamanın
etkisi ile yana kayınca bineğinden düşmemesi için onu korumak üzere gece
boyunca onunla birlikte yol aldı. İmam Muslim'in rivayetine göre Ebu Katade Radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bize bir
hutbe irad etti ve şöyle buyurdu: "Sizler
bu akşam ve geceniz boyunca yol alırsanız inşaallah yarın suya ulaşırsınız."
İnsanlar da biri diğerine bakmaksızın yollarına
koyuldular.
Ebu Katade dedi ki: Nihayet Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem de gece yarısına
kadar yoluna devam etti. Ben de onun yanında bulunuyordum.
(Ebu Katade) dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem uyukladı.
Bineğinden yana sarktı, ben gidip, uyandırmadan onu doğrultmaya çalıştım ve
nihayet bineği üzerinde mutedil bir şekilde durdu.
Sonra yine yola koyuldu ve nihayet gecenin büyük
bir bölümü geçmişken yine bineğinden yana sarktı. Tekrar uyandırmadan ona
destek oldum ve nihayet bineği üzerinde doğru bir şekilde durdu.
(Ebu Katade) devamla dedi ki: Sonra yine yoluna
devam etti. Nihayet seher vaktinin son
demlerinde bundan önceki iki sarkmasından daha aşırı bir şekilde sarktı. Az
kalsın düşecekti. Tekrar gittim ve ona destek verdim. Başını kaldırarak: "Bu kim?" diye sordu. Ben: Ebu
Katade, dedim. "Bu şekilde benim yanımda
ne zamandan beri yürüyorsun?" diye sordu. Ben: Geceden beri hep bu şekilde
yürüyorum, dedim. O da: "Peygamberini
koruduğun gibi Allah da seni korusun" diye buyurdu.[67]
Subhanallah! Ebu Katade Radıyallahu anh Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in sağ salim kalmasına ve aynı zamanda rahatına ne kadar düşkündü!
Onu korumak maksadıyla bütün bir gece gözünü ondan ayırmayarak yoluna devam
etti. Allah Rasûlü uyuklamanın etkisiyle devesi üzerinde her yana yattıkça, o
da onun altında binanın altındaki destek gibi ona destek veriyordu. Ancak
bununla birlikte Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in rahatına dikkat ederek onu uyandırmıyordu. Allah ondan
razı olsun, o da Allah'ın rızasıyla hoşnut olsun.
Sevenin sevdiğine itaatkâr olduğu hususunda iki
kişinin dahi görüş ayrılığı yoktur. Seven sevdiğini, yapmaya, onun
sevmediklerinden uzak kalmaya gayret eder. Bunu yaparken de anlatılamayacak
kadar bir lezzet, büyük bir tat alır. Aynı şekilde Allah Rasûlü Muhammed
Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem'i
seven bir kimse de bütün gayretiyle ona uymaya çalışır, emirlerini hemen yerine
getirmeye koşar, yasaklarından uzaklaşmak için elini çabuk tutar. Nebi Sallallahu aleyhi vesellem'i samimi bir şekilde
seven o hayırlı ashabının bu alanda nice göz kamaştırıcı tutumları vardır. Aşağıda
yüce Allah'ın lütfuyla bunların bazısını sözkonusu edeceğiz:
İmam Buhârî'nin rivayetine göre el-Berâ b. Âzib Radıyallahu anh şöyle demiştir:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
Medine'ye gelince, onaltı ya da onyedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru namaz
kıldı. Bununla birlikte Ka’be'ye yönlendirilmeyi arzu ediyordu. Bunun üzerine
yüce Allah: "Biz yüzünü göğe doğru
evirip çevirmeni elbette görüyoruz. Onun için andolsun, seni hoşnud olacağın kıbleye
döndüreceğiz." (el-Bakara, 2/144) buyruğunu indirdi ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem böylece
Ka’be'ye döndürüldü. Bir adam onunla birlikte ikindi namazını kıldı, sonra
gitti. Yolu ensardan (namaz kılmakta olan) bir topluluğun yanından geçti ve şöyle
dedi: Bu kişi şahitlik eder ki, Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem ile birlikte namaz kıldı ve onun (kıblesi) Ka’be'ye
döndürüldü."
Onlar da ikindi namazında rükûda iken Ka’be'ye
yöneldiler."[68]
Allah Rasûlüne -Rabbimin salât ve selâmı ona-
uymak için ellerini ne kadar da çabuk tuttular! Ondan gelen bir haberi duyar
duymaz ona sımsıkı sarılmakta tereddüt etmediler. Hatta başlarını rükûden kaldırmayı
dahi beklemediler. Onlar rükûda iken Allah Rasûlünün döndüğü yere -yüce
Ka’be'ye- dönüverdiler.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in emrine uymakta eli çabuk tutmak sadece namazda değildi.
Aksine onu samimiyetle sevenler (Allah onlardan razı olsun) ona tabi olmakta diğer
bütün alanlarda da böyle davranıyorlardı. İmam Ebu Davud, onun yolculukta
konaklama adabı ile ilgili verdiği emri uygulamakta ellerini ne kadar çabuk
tuttuklarını bize Ebu Seleme el-Huşeni Radıyallahu
anh'dan rivayetle şöylece anlatmaktadır:
"İnsanlar bir yerde konakladıkları vakit
vadilere ve yollara dağılırlardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Sizin
bu şekilde yollara ve vadilere dağılmanız ancak şeytandandır."
Bundan sonra Peygamber (ashabıyla) bir yerde
konaklayacak olurlarsa, mutlaka biri diğerinine sokulur, öyle ki: Üzerlerine
bir yaygı serilecek olursa hepsini de örter, denilecek şekilde konaklarlardı."[69]
Ashab-ı Kiram'ın sevdikleri ve beğendikleri bazı
şeyler kendilerine yasaklandı. Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in yasağından sonra onlar bu yasaklanan şeylerden hemen
uzaklaşmaktan başka bir tepki göstermediler. Bunlardan birisini İmam Buhârî,
Enes b. Malik Radıyallahu anh'dan
rivayet etmektedir. Buna göre Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem birisi gelerek: Eşekler yenilerek bitirildi, dedi.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem sesini çıkarmadı. Daha sonra ikinci bir defa ona gelerek: Eşekler
yenildi, bitirildi, dedi.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem yine sustu. Arkasından ona üçüncü bir defa daha gelerek: Eşekler
telef edildi, yok edildi, dedi.
Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bir münâdiye emir vererek insanlar arasında
şöyle seslendi: "Şüphesiz Allah ve Rasûlü sizlere evcil eşeklerin etlerini
yemeyi yasaklıyor."
Bunun üzerine kazanlar içlerinde etler kaynadığı
halde döküldü.[70]
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'i içten seven bu hayırlı insanlar bir çare aramayı, bir fırsat
bulmayı ya da bir istisnâ yapmayı düşünmediler. Onlar sevgide aranan temel şartlardan
birisinin, sevenin arzusunun sevdiğinin emrine uymak olduğunu tam anlamıyla
idrâk ediyorlarken, böyle bir şey düşünmeleri nasıl mümkün olabilirdi ki?
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'i samimiyetle seven o hayırlı insanlar yasaklandı diye
sevip arzu ettikleri şeylerden uzaklaşmakla kalmadılar. Uzun yıllardan beri alışageldikleri
pekçok şeyleri de terkettiler. Hatta bunları atalarından miras dahi almışlardı.
Fakat Rasûl-i Ekrem'e isyan etmek için geleneklerini yahut alışkanlıklarını
-günümüz müslümanlarının pekçoğunun yaptığı gibi- ileri sürmediler. Buna
delâlet eden tanıklardan birisi de İmam Buhârî'nin, Enes Radıyallahu anh'dan naklettiği şu rivayettir:
"Ebu Talha Radıyallahu anh'ın evinde bulunanlara sakilik yapıyordum. O gün
içtikleri şarap yarılmış taze hurma şarabı idi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bir münadiye: "Haberiniz olsun şarap haram kılındı" diye seslenmesini
emretti.
(Enes) dedi ki: Ebu Talha bana: Çık ve bu şarabı
dök, dedi. Ben de çıktım ve şarabı döktüm. O şarap Medine yollarında aktı
gitti."[71]
Orada Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i samimiyetle seven o zatların yaptıkları
tek iş, Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem'in emrini yerine getirmek üzere şarabı dökmekti. Bundan dolayı şarap
Medine sokaklarında aktı. Bu hususta Hafız İbn Hacer diyor ki: "Hadiste şuna
işaret vardır: Yanında şarap bulunan müslümanlar ardı arkasına şarabı döktüler.
Öyle ki dökülen bu pek çok şarap Medine sokaklarında aktı."[72]
Bütün bu işler şöyleydi böyleydi demeden,
herhangi bir tereddüt ya da soru sormaya gerek duymadan olup bitti. Yine İmam
Buhârî, Enes b. Malik Radıyallahu anh'dan
şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben ayakta Ebu Talha'ya filana ve filana
içki sunarken bir adam gelip: Haber size ulaştı mı? diye sordu. Onlar: Ne
haberi dediler. Adam: Şarap haram kılındı, dedi. Hepsi de: Ey Enes! Şu
testileri dök, dediler. (Enes devamla) dedi ki: O adamın getirdiği haberden
sonra şaraba dair ne bir soru sordular, ne de bir daha ona geri döndüler.[73]
Ya Rabbi! Bu ne mutlak bir teslimiyet ve ne
kadar mükemmel bir itaattir!
İşte yüce Rabbimizin: "Aralarında hükmetmek üzere Allah'a ve Rasûlüne davet olunduklarında
mü'minlerin sözleri ancak: 'İşittik ve itaat ettik' demektir. İşte bunlar
refâha erenlerin ta kendileridir." (en-Nur, 24/51) buyruğu bu samimi
sevenlere tıpatıp uymaktadır.
Ashab-ı Kiram'ın (Allah onlardan razı olsun)
Rasûl-i Ekrem'e tabi oluşları yalnızca normal, sıradan hallerde değildi. Onlar
aynı şekilde darlıkta, bollukta, savaş zamanlarında ve her zamanda, hayatın
herbir işinde böyle idiler. Rasûl-i Ekrem'in emrini uygulamak amacıyla düşmanlara
verdikleri sözlerini yerine getirmelerine dair İmam Ebu Davud ile İmam Tirmizi
bizlere Suleym b. Âmir'in şu sözlerini nakletmektedirler:
"Muaviye Radıyallahu anh ile Bizanslılar arasında bir andlaşma vardı. O
onların topraklarına doğru gidiyor ve nihayet antlaşma süresi sona erdi mi
onlara hücum ediyordu. Bineğin üzerinde bir adam: "Allahuekber, Allahuekber,
biz ahde vefalıyız, bizde ahdi bozmak yoktur" diyerek geldi.
Dönüp baktıklarında onun Amr b. Abse Radıyallahu anh olduğunu anladılar.
Muaviye Radıyallahu anh ona haber
göndererek sordu, o da şöyle dedi: Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'i şöyle buyururken dinledim: "Kimin bir başka kavim ile bir andlaşması
bulunursa süresi bitinceye yahutta onlara adaletli bir şekilde andlaşmalarını
bozduğunu bildirinceye kadar herhangi bir düğümü bağlamasın ve çözmesin."
Bunun üzerine Muaviye Radıyallahu anh geri döndü."[74]
İmam Taberî'nin rivayetine göre müslüman
askerler Yermûk'de konaklayınca müslümanlar düşmanlarına: Biz sizin kumandanınızla
konuşmak ve onunla karşılaşmak istiyoruz. Bizi bırakın da onun yanına gidip
konuşalım, dediler.
Müslümanların bu isteklerini kumandanlarına
bildirince onlara izin verdi.
Ebu Ubeyde ve Yezid b. Ebi Süfyan ona bir elçi
gibi gittiler. Yanlarında el-Haris b. Hişam, Dırar b. el-Ezver ve Ebu Cendel b.
Suheyl Radıyallahu anh da vardı. O
gün Kralın kardeşi[75]
karargahında hepsi de ipekten olmak üzere otuz çadır ve yukardan yere kadar
örten otuz tane de örtü vardı.
Müslümanlar buraya gelince bu çadırların içine
girmeyi kabul etmediler ve: "Biz ipeği helal görmüyoruz. O bakımdan yanımıza
sen çık” dediler.
O da (emri üzerine) hazırlanan yaygıların olduğu
yerde yanlarına çıktı. Bu durum Herakliyus'a ulaşınca şöyle dedi: Ben size
söylemedim mi? İşte bu zilletimizin başlangıcıdır. Artık bizim için şan yoktur. Doğan uğursuz bir
evlattan dolayı Rumların vay haline![76]
Bir başka rivayette şöyle denilmektedir: Ashab:
Bizim böyle bir yere girmemiz bize helal değildir. Bunun üzerine onlar için
yere ipekten yaygılar yayılmasını emretti. Yine: Biz bunların üzerine oturmayız
dediler. İstedikleri yerde onların yanında oturdu.[77]
Düşmanlarla karşılaşmak, bu hayırlı insanları o
Rasûl-i Kerim'e -salât ve selam ona- uymaktan alıkoymadı. Bu işte ilk anda düşmanlar
için bir fayda görülmesi ile -önceki örnekte görüldüğü gibi- kendilerinin
faydasına olması arasında fark yoktur. Bu ruhen zayıf, kıt akıllı ve kıt imanlı
bazı kimselere göre basit işlerden olsun, yahut büyük işlerden olsun onlar için
fark etmezdi. Onlar Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'e uymaktan nasıl yüz çevirebilirlerdi ki? Çünkü onlar
Rasûl-i Ekrem'in şöyle buyurduğunu dinlemişlerdi:
"Benim
emrime muhalefet edenlerin üzerine zillet ve küçülmüşlük yazıldı."[78]
Onlar sadece bunu dinlemekle kalmadılar. Bunu
iyice ezberlediler, anladılar, gereği gibi riayet ettiler, hayatlarında uyguladılar.
Keşke günümüz müslümanları bu gerçeği idrâk edebilse. Yüce Allah müslümanların
zaferini ya da yenilgiye uğramalarını birtakım sebeplere bağlamıştır. Bunların
en önemlileri: Rasûl-i Ekrem'e tabi olmak ve ona asi olmamaktır. Ona itaat eden
kimse aziz olur, yeryüzünde iktidar sahibi olur. Ona isyan eden bir kimse ise
zelil olur ve küçülür.
Belki de müslümanların bu gerçeği idrak
etmeleri, hayatlarında bunun gereğini yerine getirmeleri onları içinde
bulundukları bu aşağılık ve kaybolmuşluk halinden çıkartabilir.
Hiçbir seven, sevdiğinin emirlerini yerine
getirmekle kalmaz; aksine büyük bir şevkle onun hareketlerini yapıp ettiklerini
gözetir. Dikkatle onun yüzündeki değişiklikleri, gözlerinin işaretini takip
eder. Belki bu yolla sevdiğinin sevdiği bir işi tespit eder, o da hemen onu
yapar yahutta sevdiğinin nefret ettiği bir hususu öğrenir, ondan uzak kalır.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'i gerçekten samimiyetle seven o hayırlı insanlar da böyle
idi. Onlar emrini yerine getirmekle, yasaklarından kaçınmakla kalmadılar.
Aksine onun fiillerini takip ediyorlar, onun tasarruflarını gözetliyorlardı.
Bunu büyük bir sevgi, takdir ve iştiyakla yapıyorlardı. Çünkü ona uymayı
istiyorlardı. Onun herhangi bir işi yaptığını gördüklerinde çabucak onu
yaparlardı. Herhangi bir şeyden uzak kaldığını ya da terkettiğini görürlerse
onlar da hemen ondan uzaklaşırlardı.
Buna delâlet eden parlak örneklerden birisi de İmam
Ebû Dûvûd'un, Ebu Said el-Hudrî Radıyallahu
anh'ın şöyle dediğine dair rivayetidir:
"Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ashabına namaz kıldırmakta iken aniden
ayakkabılerını çıkardı ve onları sol tarafına bıraktı. Arkasındakiler bu işi
görünce, onlar da ayakkabılarını çıkardılar.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem namazını bitirince: "Ayakkabılarınızı
çıkarmaya sizi iten sebep nedir?" diye sordu.
Onlar: Biz senin ayakkabılarını çıkardığını
gördük. Bunun üzerine biz de ayakkabılarımızı çıkardık, dediler.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem dedi ki: "Şüphesiz
Cebrail bana geldi ve ayakkabımda bir pislik olduğunu bana bildirdi."
Daha sonra şunları söyledi:
"Sizden
herhangi bir kimse mescide geldiğinde ayakkabılarına baksın. Eğer ayakkabılarında
bir pislik ya da rahatsız edici bir durum varsa onu silsin ve onlarla namaz kılıversin."[79]
Allahu ekber! Rasûl-i Ekrem'e uymakta ellerini
çabuk tutmaya ne kadar dikkat ediyorlardı! Allah onlardan razı olsun. Mükâfatıyla
onları hoşnut etsin, bizi de onların yürüdükleri yolda yürütsün.
Rasûl-i Ekrem'e uymak sadece erkeklerin yaptığı
bir iş değildir aksine Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'i seven samimi mü'min hanımlar da böyleydi. Bunu ortaya
koyan delillerden birisi de İmam Ebû Dâvûd'un Abdullah b. Amr Radıyallahu anh'dan şöyle dediğine dair
naklettiği rivayettir:
"Bir hanım Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in yanına geldi. Beraberinde bir kız
çocuğu vardı. Bu kız çocuğunun elinde kalınca iki altın bilezik vardı.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem:
"Bunların
zekâtını veriyor musun?" diye sordu. Kadın: Hayır dedi. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
"Kıyamet
gününde bunların yerine Allah'ın sana ateşten iki bilezik takması hoşuna gider
mi?"
(Abdullah b. Amr) dedi ki: Kadın o bilezikleri çıkardı ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in önüne bırakarak:
Bunlar Allah ve Rasûlü içindir. dedi."[80]
Allahu ekber! Rasûl-i Ekrem'i seven o mü'min kadın
O’nun emrine uyarak bileziklerin zekâtını vermekle yetinmedi. Aksine onlardan
vazgeçti ve onları Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'e yüce Allah için bir sadaka olarak takdim etti. Allah
ondan razı olsun ve onu hoşnud etsin.
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem'in emrini yerine getirmek için mü'min bir hanımın bu derece
elini çabuk tutmasının az görülen bir durum ya da istisnai bir olay olduğunu
kimse zannetmesin. Hayır, Ka’be'nin Rabbine yemin olsun ki, o hanımların
sîretlerini tetkik eden bir kimse mü'min hanımlara egemen olan halin bu olduğunu
bilir.
Şimdi onlar hakkında İmam Ebû Dâvûd'un, Ebu Esid
el-Ensari Radıyallahu anh'dan yaptığı
şu rivayete kulak verelim. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem mescidden çıkarken yolda erkeklerin kadınlarla karıştıklarını
görünce şöyle buyurdu: "Geri
çekiliniz! Sizin yolun ortasında yürümek hakkınız yoktur. Siz yolun kenarlarında
yürümeye bakınız."
Bu sebeple herhangi bir kadın yürüdü mü duvara
yapışırdı. O kadar ki duvara yapıştığından elbisesi de duvara takılırdı.[81]
Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem sevmenin dördüncü alâmetine geçmeden önce kendimizi hesaba
çekmek üzere kısaca bir duralım: Erkeğimizle, kadınımızla ashab-ı kiram ve hanım
sahabiler gibi miyiz?
Bizden pek çok kimse sabahleyin ilk iş olarak
Rasûl-i Ekrem'in sünnetini traş etmiyor muyuz?
İslâma müntesip pek çok hanım, toplantılara ve
çarşı-pazara çıkmakla ona muhalefet etmiyorlar mı? Erkeğimizle kadınımızla bazılarımız
yabancı bir topluluğa gidecek olursa, müslüman mı, yahudi mi, hristiyan mı
bilinebiliyor mu?
Bilindiği gibi seven zamanını, gücünü, sahip
olduğu herşeyi ve hatta canını sevdiği kimsenin canını, malını feda ettiği şey
için feda eder. Allah Rasûlü Muhammed Mustafa (salât ve selâm ona) yüce Allah'ın
kendisine bağışladığı bütün gücünü, imkânlarını, malını, canını insanları
karanlıklardan aydınlığa, kullara kulluktan, kulların Rabbine ibadete çıkarmak
için feda etti. Allah yolunda Allah'ın adı en yüce, kafirlerin sözü ise en aşağılarda
olsun diye hakkıyla cihad etti. Yeryüzünde fitne yani şirk kalmasın ve din
bütünüyle Allah'ın olsun diye savaştı.
Onu sevenler bütün bu hususlarda onun gösterdiği
hidayet yolundan gider, onun yaşayışına uymaya çalışırlar. Yüce Allah'a
hamdolsun ki eskiden olduğu gibi hala ellerinde bulunan her türlü gücü, imkânı
o yüce Rasûlün uğrunda zamanını, malını, canını feda ettiği amaç için feda
edegeldiler ve bu uğurda mallarını, canlarını ortaya koydular. Aşağıda bunu
ortaya koyan o hayırlı kimselerin bazı konumlarını sözkonusu edeceğiz.
Daha önce de sözkonusu edildiği gibi Uhud
gazvesinde müslüman saflarda bir bozulma yaşanmış ve Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in öldürüldüğü
şayiası yayılmıştı. Bazı sahabiler bu facia haberinden etkilenerek çaresiz bir şekilde
oturmuşlardı. Enes b. en-Nadr Radıyallahu
anh bunların yanına gelerek onlara: Ne diye oturuyorsunuz, diye seslendi.
Onlar: Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem öldürüldü, dediler. Bunun üzerine Enes b. en-Nadr şöyle dedi:
"Ondan sonra hayatı neyleyeceksiniz? Kalkın
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem
ne uğrunda öldüyse siz de onun uğrunda ölünüz."[82]
Dini savunmak, yüce Allah'ın adını yüceltmek
için bizzat kendisi ne yaptı? İmam Buhârî, Enes Radıyallahu anh' dan bize şöyle dediğini anlatmaktadır:
"Uhud gününde müslümanlar geri çekildi.
Enes b. en-Nadr Radıyallahu anh dedi
ki: "Allah'ım, ben bunların -arkadaşlarını kastediyor- yaptıklarından
ötürü sana mazeret beyan ediyorum. Şunların da -müşrikleri kastediyor- yaptıklarından
uzak olduğumu bildiriyorum."
Daha sonra ileri atıldı. Sa’d b. Muaz Radıyallahu anh önüne çıktı. Enes: Ey
Sad b. Muaz, Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki, işte cennet. Gerçekten ben onun
kokusunu Uhud'un berisinden alıyorum.
Sa’d Radıyallahu
anh dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, ben onun yaptığını yapamadım.
Enes Radıyallahu
anh dedi ki: Vücudunda kılıç darbesi, mızrak dürtmesi yahut isabet eden
oklardan seksen küsur yara tespit etti, Onun öldürülmüş olduğunu, müşrikler
tarafından azalarının kesildiğini gördü, Onu ancak kızkardeşi parmak uçlarını
görünce tanıyabildi.
Enes Radıyallahu
anh dedi ki: "Mü'minler arasında
Allah'a verdikleri sözde içtenlikle sebat gösteren nice yiğitler vardır."
(el-Ahzab, 33/23) -sonuna kadar- âyetinin onun ve benzerleri hakkında indiğini
kabul ediyorduk.[83] -Allah
ondan razı olsun ve mükafatıyla onu hoşnud etsin-
Sevgisinde sadık bir diğeri, Rasûl-i Ekrem'in
risaletini tebliğ edince öldürülüyor. Fakat o âhiret yurduna intikal etmeden
önce bu büyük mutluluğa kavuşmanın sevinç ve neşesi ile içinde, duyduklarını açıklayabilme
fırsatını buluyor. Bu sadık sevenin haykırışı nedir? Şimdi onun başından geçen
olayı İmam Buhârî'nin, Enes Radıyallahu
anh'dan rivayet ettiği şekliyle okuyalım:
"Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem -Um Suleym'in bir kardeşi olan- dayısını
yetmiş suvari ile birlikte gönderdi. Um Suleym'in kardeşi Haram -ki o topal bir
adamdı[84]-
ve filanoğullarından bir adam gitti.
Haram dedi ki: Siz yakında durunuz, ben de onların
yanına gideyim. Eğer onlar bana eman verirlerse (siz... olursunuz)[85]
eğer beni öldürürlerse arkadaşınızın yanına gidersiniz.
Haram: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in risaletini (mesajını) tebliğ etmek
üzere bana eman verir misiniz? dedi.
Onlarla konuşmaya koyuldu.[86]
Onlar bir adama işaret edince o da arkasından dolanıp, ona mızrağını sapladı.
-Hadisin ravilerinden birisi olan- Hemmab dedi
ki: Zannederim mızrağı ona iyice sapladı, dedi.
(Haram): Allahuekber! Ka’be'nin Rabbine yemin
olsun ki boşardım, dedi.[87]
İşte sevdiği Rasûl-i Ekrem'in risaletini tebliğ
ederken canını feda etmeyi başarı kabul eden, sevgisinde sadık birisi.
Ka’be'nin Rabbine yemin ederim ki gerçek başarı
odur. Allah'ım, böyle bir başarıdan bizi mahrum eyleme! Âmin ya Rabbe'l-Alemin.
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem Rahmet-i Rahmana kavuşunca, ashabı en ağır sınavlarla karşı
karşıya kaldılar. Çünkü araplar irtidad etti. Sığınaklarında -Medine-i
Münevvere'de- müslümanlara hücum etmek istediler. Ashab-ı Kiram da Ammar b.
Yasir Radıyallahu anh'ın anlattığı şekilde
çobansız bir deve sürüsüne döndüler. Medine-i Münevvere -yine onun ifadesiyle-
içindekilere bir yüzükten bile daha dar gelmeye başladı.[88]
Bu derece zor haller ve ağır şartlara rağmen
daha önce Rasûlullah Sallallahu aleyhi
vesellem'in Allah'ın düşmanlarıyla Medine'den uzak diyarlarda savaşmak
üzere hazırlamış olduğu Üsame ordusunu gönderme emri verildi. Çünkü bu ordu
Allah Rasûlünün hastalığının ağırlaşması, sonra da Dar-ı Beka'ya Rabbinin
rahmetine intikal etmesi dolayısıyla bekletiliyordu.
Allah Rasûlünü en çok seven Ebu Bekir es-Sıddîk'in
Rasûl-i Ekrem'in bu emri karşısındaki tutumu ne idi? İmam Taberî'nin, Asım b.
Adiy'den yaptığı şu rivayete kulak verelim:
Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in vefatından iki gün sonra Ebu Bekir'in münâdîsi seslendi:
"Üsâme
(askerleriyle) gönderilsin! Sakın Üsâme askerlerinden herhangi bir kimse
Medine'de kalmasın. Mutlaka el-Curf[89]
denilen yerdeki karargahına gitsin."[90]
Üsâme, durumlardaki değişiklikleri gözönünde
bulundurarak Medine'de ordu ile birlikte kalmak için Ebu Bekir es-Sıddîk'tan
izin isteyince ona şu satırları yazdı:
"Benim için ilk iş olarak Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in emrini
yerine getirmekten daha uygun bir şey yoktur. Vahşi kuşların gelip beni
kapmaları bu işten (senin isteğini yerine getirmekten) daha çok hoşuma
gider."[91]
Arapların Rasûl-i Ekrem'in vefatını duymaları
dolayısıyla Medine'ye hücum etmeleri korkusuna işaret edilince Ebu Bekir es-Sıddîk
Radıyallahu anh buna şu sözleriyle
cevap verdi:
“Ben Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in gönderdiği bir orduyu alıkoyarsam pek
büyük bir cüretkârlık göstermiş olurum. Nefsim elinde olana yemin ederim ki
arapların üzerime gelmeleri Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in gönderdiği bir orduyu alıkoymaktan daha çok beni memnun eder."[92]
Taberî'de yer alan bir rivayete göre şunları
söylemiştir: "Ebu Bekir'in canı elinde olana yemin olsun ki, eğer yırtıcı
hayvanların beni parçalayacaklarını bilsem yine de Üsame birliğini Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in emrettiği şekilde
gönderirim. Çevremde benden başka kimse kalmayacak olsa dahi yine onu
gönderirim."[93]
Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a
yemin ederim ki, gerçekten o Peygamberi sevenlerin en büyüğüdür. Rasûl-i
Ekrem'e en büyük sevgiyi o beslemiştir. Sonra onun yürüyerek, Üsâme de binekli
olduğu halde orduyu uğurladığını görüyoruz. Abdurrahman b. Avf Radıyallahu anh da Üsame'nin bineğini
tutmuş çekiyordu. Bu sırada Üsâme ona: Ey Rasûlullah’ın halifesi, Allah'a yemin
ederim ya sen binersin yahut ben inerim."
Ebu Bekir şu cevabı verdi: “Allah'a yemin ederim
sen inmeyeceksin ve yine Allah'a yemin ederim ben de binmeyeceğim. Allah
yolunda bir an ayaklarımın tozlanmasının bana ne zararı var ki!"[94]
Üsâme'ye de şu tavsiyelerde bulundu:
"Allah'ın Peygamberinin sana verdiği emirleri
yerine getir. Önce Kudâalıların yurdundan başla, sonra Âbil'e git. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'in verdiği
hiçbir emri sakın eksik uygulama!"[95]
Bir başka rivayette şöyle demiştir:
"Emrolunduğun cihete doğru ordunla beraber
yola koyul ey Üsâme! Sonra da Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in sana emrettiği yere gazanı yap."[96]
Allah'a yemin ederim, Rasûl-i Ekrem'e duyulan
gerçek samimi sevgi: İşte budur! Allah'ın dinini savunmak, hak kelimesini de
Rasûl-i Ekrem'in emrettiği şekilde yükseltmek için Allah yolunda cihada çıkmak.
Rabbimin salât ve selâmı ona olsun.
Zekât vermeyenlerle savaşma konusu gündeme
gelince, samimiyetle Peygamberi seven bu yüce şahsiyetin şu ünlü sözleriyle
kararını ve azmini açıkladığını görüyoruz: "Allah'a yemin ederim, eğer
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem'e
verdikleri bir deve yularını[97]
bana vermeyecek olurlarsa, bunun için onlarla savaşırım."[98]
Daha sonra Ebu Bekir es-Sıddik mürted bazı
kabilelerin Medine-i Münevvere'ye hücum etmek istediklerini anlayınca kılıcını
çekerek bizzat üzerlerine çıktı. Mü'minlerin annesi Âişe-i Sıddıka Radıyallahu anha diyor ki: "Babam kılıcını
çekerek ve devesine binerek Zu'l-Kassa[99]'ya
çıktı."[100]
Ondan Medine'de kalması ve kendisinin yerine başkasını
göndermesi istenince şu sözüyle cevap verdi:
"Hayır, Allah'a yemin ederim bunu yapmam.
Andolsun bizzat ben size yardım edeceğim."[101]
Habib-i Ekrem'in getirdiği dinin kendisine
seslenmekte olduğunu gören o samimi seven nasıl oturabilirdi? Yüce Allah'ın
Rasûlü Mustafa'ya indirdiği şeriat-i garrânın kendisinin savaşa çıkmasını ve
yardımcı olmasını istediğini duyar da nasıl dışarı çıkmaz?
Biz nerede, bu tavır nerede? Hak dinin şu gün
yeryüzünün doğusunda da, batısında da imdadına yetişmemizi istediğini görmüyor
muyuz? İslam şeriatının uzak, yakın dünyanın dört bir yanından bize feryad
ederek seslendiğini duymuyor muyuz?
Bu feryadlara cevap veren var mı?
Nebi Sallallahu
aleyhi vesellem sevmek iddiasında olmakla birlikte, yüce Allah'ın
kendilerinden: "Onların kalpleri
vardır, fakat bunlarla anlamazlar, gözleri vardır fakat bunlarla görmezler,
kulakları vardır fakat bunlarla işitmezler." (el-Araf, 7/179) diye
sözünü ettiği kimselerden olmuş olanlar korkmazlar mı?
Yemâme savaşında yalancı Müseylime'nin adamları
bir bahçenin içine çekilmişler ve bahçe duvarının kapısını üzerlerine kapatmışlardı.
Gerçek sevenlerden birisi kapıyı müslümanlara açmak için kendisini bahçe duvarının
üzerinden atmalarını istedi. İmam Taberî bize onun kıssasını şöylece
anlatmaktadır:
"Daha sonra müslümanlar onların üzerine
yürüdüler. Nihayet onları bahçeye girmek zorunda bıraktılar. Bu “ölüm bahçesi”
diye bilinir. İçinde Allah'ın düşmanı yalancı Müseylime de vardı. el-Berâ (b.
Malik) Radıyallahu anh: "Ey
müslümanlar beni bahçeye onların üzerine atınız" dedi.
Bir başka rivayette: “Ey müslümanlar, beni onların
üzerine bahçeye fırlatınız, dedi."[102]
İnsanlar: Ey Berâ, bu işi yapma, dediler.
Kendisi: Allah'a yemin ederim mutlaka beni bahçenin içine, onların üzerine
atacaksınız. Bunun üzerine onu kaldırdılar. Duvarın üzerinden onlara bakıyordu.
Üzerlerine atıldı ve bahçe kapısına doğru onlarla çarpıştı. Nihayet kapıyı
müslümanlara açtı. Müslümanlar da bahçenin içerisine, üzerlerine girdiler.
Allah düşmanı Müseylime öldürülünceye kadar onlarla çarpıştılar."[103]
Allahuekber! el-Berâ Radıyallahu anh Allah yolunda canını nasıl da ucuz bir şeymiş gibi
feda etti! Halbuki onun canı gerçekten pahalıdır. Ka’be’nin Rabbine yemin
ederim ki o, bizim gibilerin binlercesinin canından değerli idi.
Yermûk savaşında samimi sevgi besleyenlerden
dörtyüz kişinin dini savunmak, yüce Allah'ın adını yüceltmek ve şirki
yeryüzünden kaldırmak için ölünceye kadar savaşmak üzere bey'atleştiklerini
görüyoruz. Hafız İbn Kesir, Ebu Osman el-Gassânî'den, onun, babasından şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Ebu Cehil'in oğlu İkrime Radıyallahu anh dedi ki: Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte pekçok yerde savaşmışken
bugün sizden mi kaçacağım?
Daha sonra: Kim ölünceye kadar savaşmak üzere
bey'at eder diye seslendi. Amcası el-Haris b. Hişam ve Dırar b. el-Ezver
müslümanların ileri gelenlerinden ve atlılarından oluşan dörtyüz kişi ile
birlikte ona bey'at etti. Halid'in çadırı önünde sebatla savaştılar. Nihayet
hepsi de ağır yaralar aldı, onlardan aralarında Dırar b. el-Ezver'in de bulunduğu
pekçok kişi öldürüldü. Allah hepsinden razı olsun.[104]
Mısır'da canını Allah'a bağışlayan, arkadaşlarıyla
birlikte, el-Berâ b. Malik'in Yemame'de yaptığının aynısını yapan gerçekten
samimi bir şekilde seven bir kişiyi daha görüyoruz. Bu fedakârlıklarda,
birbirlerine benzemelerinde garip kaçacak bir taraf yoktur. Çünkü onların hepsi
de aynı okuldan mezun olmuşlardır. Aynı kişiyi seven kimselerdir. Bu okul
Muhammedî okuldur. Bu sevdikleri kişi Rasûl-i Ekrem Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem'dir. İmam İbn
Abdi'l-Hakem bize onun ve diğer hayırlı arkadaşlarının olayını şöylece
anlatmaktadır: Amr b. el-Âs'ın kaleyi fethetmesi gecikince ez-Zübeyr Radıyallahu anh şöyle dedi: "Ben
canımı Allah'a adıyorum. Bu yolla da Allah'ın müslümanlara fethi nasip edeceğini
ümit ederim."
Sûk el-Hâmam tarafından kalenin üzerine bir
merdiven dayadı, sonra oraya çıktı. Onlara, tekbirini duydukları vakit hep
birlikte kendisine karşılık vermelerini söyledi.
Kaledekiler, ez-Zübeyr'i kılıcı elinde, kalenin
üzerinde tekbir getirdiğini duyuncaya kadar fark etmediler. Herkes merdivene koştu.
Öyle ki Amr kırılır korkusuyla onları önledi.
ez-Zübeyir ve onun arkasından gelenler içeri
hücum edince o da, beraberindekiler de tekbir getirdi. Müslümanlar da dışarıdan
tekbir getirdiler. Kalenin içindekiler ise, bütün arapların kalenin içinde
olduklarından şüphe etmediler. Bundan dolayı kaçışıp durdular.
ez-Zübeyr ve arkadaşları kalenin kapısına
giderek kapıyı açtılar. Böylece müslümanlar kaleyi ele geçirmiş oldular."[105]
Allah onlardan razı olsun, onları mükâfatıyla hoşnud
etsin. Bu dine fedakarlıkları, bu dini sevmeleri ne kadar da samimi idi!
Nihavend savaşında bir başka samimi seven
kimseyi görüyoruz. Yüce Allah'a müslümanlara zafer ile birlikte kendisine de şehadeti
lûtfetmesi için dua ediyor. Hafız Zehebî şunları anlatmaktadır:
Nihavend savaşında her iki ordu karşılaşınca
Numan b. Mukarrin Radıyallahu anh:
"Şayet ölürsem kimse dönüp bana bakmasın. Ben bir dua yapacağım, siz de
âmin diyeceksiniz dedi." Sonra şöyle dua etti: "Allah'ım, müslümanlara zafer vermekle birlikte bana da şehadeti
nasip et."
Herkes “âmin” dedi. İlk şehid Numan oldu.[106]
Allah ondan razı olsun ve ona verdiği mükafatla onu hoşnud etsin.
Bir başka rivayete göre dedi ki: "Allah'ım, dinini aziz kıl! Kullarına
yardım et, Numan'ı da senin dinini aziz kılmak ve kullarına yardım etmek üzere
bugünün ilk şehidi kıl!" [107]
Ne kadar üstün, ne kadar muhteşem bir dua! Böyle
bir şeyle ancak sabredenler karşı karşıya gelir ve ancak pek büyük pay sahibi
olanlar bununla karşılaşır.
Bu alâmete dair açıklamalarımı Ubâde b. es-Sâmit
Radıyallahu anh'ın Rasûl-i Ekrem'e
samimiyetle sevgi duyan müslümanların, şirk kalmayıncaya ve din yalnızca Allah'ın
oluncaya kadar Allah yolunda canlarını feda etmek isteklerini açıklarken
söylediği sözlerle bitirmek istiyorum. Ubâde Radıyallahu anh dedi ki:
"Aramızdan, sabah akşam kendisine şehadeti
nasip etmesi ve ülkesine, toprağına, ailesine ve çoluk çocuğuna geri
çevirmemesi için Allah'a dua etmeyen hiçbir kimse yoktur. Bizden hiçbir kimse
geride bıraktıklarını düşünmez. Çünkü bizim her birimiz hanımını, çocuklarını
Rabbine emanet bırakmıştır. Bizim bütün düşüncemiz gelecekte karşımıza çıkacak şeylerdir."[108]
Biz böyle miyiz?
Allah'ım hepimizi böyle kıl. Amin ya
Rabbe'l-Alemin.
Ben zayıf kuluna bu çalışmayı bitirme nimetini
ihsan eden Allah'a hamdolsun. Ondan bu çalışmayı kabul buyurmasını niyaz
ederim. Bu çalışmada birkaç nokta açıkça öne çıkmaktadır. Bunların bir bölümü şunlardır:
1. Rasûl-i Ekrem'i canımızdan,
çocuklarımızdan, babamızdan, eşimizden, malımızdan ve bütün insanlardan daha
çok sevme gerekir.
2. Şüphesiz onu sevmek,
dünyada imanın tadını almanın, âhirette de ona arkadaş olmanın
sebeplerindendir.
3. Onu sevmenin birtakım
alâmetleri vardır. Onların birkaçı şunlardır:
a- Onu görmeyi, onunla
arkadaşlık etmeyi çokça arzulamak. Bunlardan mahrum kalmayı, bu dünyada başka
herbir şeyi kaybetmekten daha büyük bir musibet görmek.
b- Onun uğrunda canı ve
malı feda etmeye tam anlamıyla hazır olmak.
c- Onun emirlerine uymak,
yasaklarından kaçınmak.
d- Sünnetini desteklemek, şeriatini
korumak.
4. Ashab-ı Kiram Radıyallahu anhum Rasûl-i Ekrem'e
duydukları sevgide gerçekten samimi idiler. Onun yüzüne bakmak, onunla birlikte
olmak, onlar için dünyadaki herşeyden daha çok sevilen bir şeydi. Onlar Rasûl-i
Ekrem uğrunda canlarını ve mallarını feda etmeyi bir saadet görüyorlardı. Aynı şekilde
onun emirlerini yerine getirmek, yasaklarından uzak kalmak için ellerini çabuk
tutuyorlardı. Onlar değerli olan canlarını onun sünnetine destek vermek ve yüce
Allah'ın üzerine indirdiği şeriatini korumak için ucuz bir değer gibi feda
ettiler.
Kendime ve müslüman kardeşlerime Nebi Sallallahu aleyhi vesellem sevmeleri
konusunda ashab-ı kiram'ın yolundan gitmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü sadece
iddiada bulunmak, ne ileri götürür, ne geri bırakır, sahibine de hiçbir fayda
vermez, hatta zarar verir.
Allah'ın salât ve selâmı, bereketleri
Peygambermizin üzerine, aile halkına, ashabına ve ona uyanlara olsun. Duamızın
sonunda söyleyeceğimiz söz: Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun, demektir.
1. Ebu Bekir Cabir
el-Cezâirî, Eyseru't-Tefâsîr, Baskı
yeri yok 1407
2. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1394
3. Ahmed Abdurrahman
el-Bennâ, Bulûğu'l-Emânî min
Esrari'l-Fethi'r-Rabbânî, Kahire tarihsiz
4. Hafız Zehebî, Tarihu'l-İslâm, Tahkik: Dr. Ömer
Abdu's-Selâm Tedmurî, Beyrut, 1407
5. Tarihu Halifet ibn-i Hayyât, Tahkik: Dr. Ekrem Ziya el-Umerî,
Riyad, 1405
6. İbn Cerir et-Taberî, Tarihu'l-Ümem ve'l-Mulûk, Tahkik: Prof.
Ebu'l-Fadl İbrahim, Beyrut tarihsiz.
7. Ebu Abdullah
el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi'l-Kur'ân,
Beyrut 1965
8. Ebu'l-Kasım Carullah
ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut
tarihsiz
9. İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, Tahkik: Dr. İhsan Abbas,
Dr. Nasiru'd-Din el-Esed, Pakistan, 1401
10. İbn Kayyim el-Cevziyye,
Zâdu'l-Meâd fi Hedyi Hayri'l-İbâd,
Beyrut-Kuveyt, 1407
11. Hafız Zehebî, Sîyeru A’lâmi'n-Nubelâ, Beyrut, 1402
12. İmam İbn Hibban
el-Bustî, es-Sîretu'n-Nebeviyye ve
Ahbâru'l-Hulefa, Beyrut, 1407
13. İbn Hişam, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Takdim ve notlar:
Taha Abdu'r-Rauf Sad, Mektebetu'l-Külliyât el-Ezheriyye, Tarihsiz.
14. Dr. Ekrem Ziya
el-Umerî, es-Sîretu'n-Nebeviyye es-Sahiha,
Medine, 1412
15. Nevevî, Şerhu Muslim, Beyrut, 1401
16. İmam el-Cevherî, es-Sıhah Tâcu'l-Luğa ve Sıhâhu'l-Arabiyye,
Tahkik: eş-Şeyh Ahmed Abdu'l-Ğafur Attar, Beyrut 1399
17. İmam Buhârî, Sahihu'l-Buhârî -Fethu'l-Bari ile birlikte-
Riyad, Riâsatu İdârati'l-Buhûs el-İlmiyye..., tarihsiz
18. Muhammed Nasıru'd-Din
el-Albânî, Sahihu Sünen-i Ebi Davud,
Riyad, 1409
19. Muhammed Nasıru'd-Din
el-Albânî, Sahihu Sünen-i İbn Mace,
Riyad 1986
20. Muhammed Nasıru'd-Din
el-Albânî, Sahihu Süneni'n-Nesai,
Riyad 1409
21. İmam Muslim b.
el-Haccac el-Kuşeyrî, Sahihu Muslim,
Tahkik: Muhammed Fuad Abdu'l-Baki, Riyad, Riasetu İdarati'l-Buhus..., 1400
22. İbn Sa’d, et-Tabakatu'l-Kübrâ, Beyrut, 1388
23. Bedru'd-Din el-Aynî, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahih’il-Buhârî,
Beyrut, Tarihsiz
24. İbnu'l-Cevzî, Garibu'l-Hadîs, Tahkik: Dr. Abdu'l-Muti
Emin Kalâcî, Beyrut 1405
25. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, Riyad, Riâsetu İdârâti'l-Buhûs...,
Tarihsiz
26. Ahmed Abdurrahman
el-Bennâ, el-Fethu'r-Rabbani li Tertibi
Müsnedi'l-İmam Ahmed b. Hanbel, Kahire Tarihsiz
27. Ebu'l-Kasım Abdurrahman
b. Abdillah b. Abdi'l-Hakem, Futuhu Mısr
ve Ahbaruhâ, Takdim ve tahkik: Prof. Muhammed Subeyh, Kahire Tarihsiz
28. İbnu'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut Tarihsiz
29. İbn Manzûr el-İfrıkî, Lisanu'l-Arab el-Muhit, Hazırlayan ve
tertipleyen: Yusuf Hayyat, Beyrut Tarihsiz
30. Nuru'd-Din el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid ve Membau'l-Fevâid, Beyrut,
1402
31. Muhammed Nesib er-Rıfaî'nin
ihtisar ve taliki ile Muhtasaru Tefsir-i İbn
Kesir, Riyad, 1408
32. Ebu Abdillah el-Hâkim, el-Müstedrek ale's-Sahihayn, Beyrut
Tarihsiz
33. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Tahkik: Şeyh Ahmed b.
Muhammed Şakir, Mısır Tarihsiz
34. Ebu Ya'lâ el-Mavsılî, Müsned, Tahkik ve tahric: Prof. Huseyn
Selim Esed, Dımaşk 1404
35. Yakut el-Hamevî, Mucemu'l-Buldan, Tahkik: Prof. Ferid
Abdulaziz el-Cundi, Beyrut 1410
36. Ahmed Abdurrahman
el-Bennâ, Minhatu'l-Ma'bud fi Tertib-i
Müsnedi't-Tayalisi Ebi Davud, Beyrut 1400
37. İmam Malik, Muvatta, Tahkik: Muhammed Fuad
Abdulbaki, Mısır 1370
38. İbnu'l-Esir, en-Nihâye fi Garibi'l-Hadisi ve'l-Eser,
Tahkik: Prof. Tahir Ahmed el-Zavi, Prof. Mahmud Muhammed et-Tanaci,
el-Mektebetu'l-İslamiyye, Tarihsiz
[1] Buhârî, Hadis no: 6632, XI, 523.
[2] Umdetu’l-Kârî, XXIII, 169
[3] Umdetu’l-Kârî, XXIII, 169
[4] Umdetu’l-Kârî, 1, 143
[5] Buhârî, Hadis no: 14, I, 58
[6] Fethu'l-Bârî, I, 59
[7] Muslim, Hadis no: 69, I, 67; hadisi aynı şekilde Hafız
Ebu Ya'lâ, Müsned'inde de rivayet etmiş bulunmaktadır. (Bk. Hadis no: 3895,
VII, 8)
[8] er-Rafiî, Muhtasaru Tefsir-i İbn Kesîr, II, 324.
[9] Kurtubî, VIII, 95-96
[10] Keşşâf, II, 181
[11] Kurtubî, VIII, 95. Ayrıca bk. el-Cezairî,
Eyseru't-Tefâsîr, II, 177
[12] Buhârî, Hadis no: 16, I, 60; Muslim, Hadis no: 43, I,
66, lafız Buhârî'ye ait.
[13] Bk. Nevevî şerhi, II, 13; Fethu'l-Bârî, I, 61
[14] Muslim, Hadis no: 2639, IV, 2032-2033. Buna yakın bir
hadisi de İmam Buhârî rivayet etmiş bulunmaktadır. Bk. Hadis no: 6167, X, 553
[15] Buhârî, Hadis no: 6169, X, 557; Muslim, Hadis no:
2640, IV, 2034, lafız Buhârî'ye ait
[16] Bk. Umdetu'l-Kârî, XXII, 197
[17] Nevevî şerhi, II, 16.
[18] Fethu’l-Bârî, I, 59.
[19] Umdetu’l-Kârî, I, 144.
[20] Buhârî, Hadis no: 3905, VII, 231
[21] Fethu'l-Bârî, VII, 235; Ayrıca bk. İbn Hişam, es-Siyretu'n-Nebeviyye,
II, 93
[22] Buhârî, Hadis no: 3906, VII, 239
[23] et-Tabakatu'l-Kübra, I, 233
[24] el-Müstedrek, III, 11
[25] Buhârî, Hadis no: 3911, VII, 250
[26] Bk. el-Fethu'r-Rabbânî li Tertibi Müsnedi'l-İmam Ahmed
b. Hanbel, Hadis no: 155, XX, 291, Hadisi İmam Buhârî'de et-Tarihu's-Sağir'de
rivayet etmiştir. (Bk. Fethu'l-Bârî, VII, 250) Şeyh Ahmed el-Benna, İmam
Ahmed'in naklettiği rivayetin senedinin sahih olduğunu belirtmektedir. (Bk.
Bulûğu'l-Emânî, XX, 292)
[27] Müsned, Hadis no: 3, I, 155; Şeyh Ahmed Muhammed Şakir
senedinin sahih olduğunu belirtmektedir. (Bk. Müsned, I, 154'teki not)
[28] Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Bk.
el-Fethu'r-Rabbânî, Hadis no: 152, XX, 290
[29] Bk. Buhârî, Hadis no: 3925, VII, 260
[30] Yani kimse kendisini savunmuyordu bile. (Nevevi şerhi,
XII, 127)
[31] Öldürülmekle Kureyş'in kökü kazındı ve onlar yok
edildiler, demek istiyor. Burada “onların yeşilleri”nden kasıt, cemaatleridir.
(Bk. Aynı yer)
[32] Muslim, Hadis no: 1780, III, 1405
[33] Bk. Nevevî şerhi, XII, 128-129.
[34] Mecmâu'z-Zevâid, VII, 7. Hadis hakkında Hafız Heysemî
şunları söylemektedir: "Taberânî, el-Mu’cemu's-Sağîr ile
el-Mu’cemu'l-Evsat'ta rivayet etmiş olup ravileri Abdullah b. İmran el-Âbidî
dışında Sahih'in ravileridirler. O da sika birisidir."
Hadisi
aynı şekilde İbn Merdûye, Ebu Nuaym, el-Hilye'de ve Dıya el-Makdisî,
Sıfatu'l-Cenne'de rivayet etmişlerdir. el-Makdısî: "Senedinde bir beis
görmüyorum" demiştir. (Bk. Zâdu'l-Mesir, II, 126'daki dipnot)
[35] Muslim, Hadis no: 489, I, 353
[36] Ebu Said Radıyallahu
anh'ın rivayetinde: Ey Allah'ın Rasûlü sana ne şekilde cevap verelim!?
Gerçek şu ki lütuf ve minnet Allah'ın ve Rasûlünündür, dediler. (Fethu'l-Bârî,
VIII, 50)
[37] İmam Ahmed'in zikrettiği Enes Radıyallahu anh'ın rivayetinde şöyle denilmektedir: "Bize
korkulu geldin. Biz sana güvenlik sağladık. Kovulmuş geldin, seni barındırdık.
Yardımsız geldin, biz sana yardımcı olduk demeyecek misiniz?”
Onlar:
"Hayır, asıl Allah'ın lütuf ve minneti bizedir, dediler." (a.g.e.,
VIII, 51)
[38] Zühri'nin
rivayetinde: "İnsanların malları alıp gitmeleri..." şeklindedir.
(Aynı yer)
[39] İç elbiseden kasıt, doğrudan tenin üzerine giyilen
elbisedir. Dış elbiseden kasıt ise onun üstündeki elbisedir. Bu tabir, onların
Peygamberimize aşırı derecede yakınlığını anlatmak üzere yapılmış bir
benzetmedir. Aynı şekilde onların özel sırlarını verdiği özel adamları olduğunu
ve onların diğerlerine göre ona daha yakın olduklarını da anlatmaktadır.
(a.g.e., VIII, 52)
[40] Tabir, ortak olan bir şeyin diğer ortaklar dışarda
tutularak tek bir kişiye münhasır kalınması anlamındadır. (A.g.e., VIII, 52)
[41] Buhârî, Hadis no: 4330, VIII, 47
[42] Fethu'l-Bârî, VIII, 52
[43] Fethu'l-Bârî, VIII, 49
[44] Buhârî, Hadis no: 3700, VII, 60-61
[45] Buhârî, Hadis no: 3654, VII, 12
[46] Bk. Mecmâu'z-Zevâid, IX, 42. Hadis hakkında Heysemî:
"Senedi hasendir" demektedir. (A.g.e., IX, 43)
[47] Müsned, Hadis no: 10, I, 158-159, Şeyh Ahmed Muhammed
Şakir senedinin sahih olduğunu belirtmiştir. (Bk. Müsned, I, 158'deki dipnot)
[48] A.g.e., Hadis no: 44, I, 173; Ahmed Muhammed Şakir
senedinin sahih olduğunu belirtmektedir. (Bk. Müsned, I, 173'deki dipnot)
[49] Müsned, Hadis no: 45, I, 173. Ahmed Muhammed Şakir
hadisin senedinin sahih olduğunu belirtmiştir.
[50] Sahihu Sünen-i İbn Mâce, Hadis no: 3247, II, 371
[51] Müsned, Hadis no: 3, I, 155; Ahmed Muhammed Şakir
senedinin sahih olduğunu belirtmektedir. (Bk. Müsned, I, 154'deki dipnot)
[52] Yani dünyevi şeylerden buna karşılık olacak herbir şey
demektir. (Fethu'l-Bârî, VII, 287)
[53] Buhârî, Hadis no: 3952, VII, 287
[54] Fethu'l-Bârî, VII, 287
[55] Sahihu Süneni’n-Nesâî, Hadis no: 2951, II, 661. Şeyh
el-Albani der ki: Hadis: "Parmakları kesildi" ifadesinden dolayı
hasendir. Ondan önceki rivayetin ise hasen olma ihtimali vardır. Hadis
Muslim'in şartına göre uygundur. (Aynı eser, II, 661) Hafız Zehebi de hadis
hakkında şunları söylemektedir: "Ravileri sikadırlar." (Siyeru
A’lâmi'n-Nubelâ, I, 27)
[56] Çolak: Parmakların ya da bazılarının çalışma
kabiliyetlerini ortadan kalkmış kimse demektir. (Fethu'l-Bârî, VII, 361)
[57] Buhârî, Hadis no: 4063, VII, 359
[58] Minhatu'l-Ma'bud fi Tertibi Müsnedi't-Tayalisi Ebi
Davud, rivayet no: 2346, II, 99. Ayrıca bk. Fethu'l-Bârî, VII, 82-83
[59] Bk. Minhatu'l-Ma'bud, II, 99
[60] Buhârî, Hadis no: 4064, VII, 361; Muslim, Hadis no:
1811, III, 1443, lafız Muslim'e ait
[61] Umdetu’l-Kârî, XVI, 274
[62] Muslim, III, 1443'deki not
[63] İbn Hişam, es-Siyretu'n-Nebeviyye, III, 30; Ayrıca bk.
İbn Hibban el-Bustî, es-Siyretu'n-Nebeviyye, s. 224; Zehebî, Tarihu'l-İslam
(Meğazi), s. 174-175
[64] İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 162; Ayrıca bk.
Zâdu'l-Meâd, III, 197
[65] İbn Hişam, es-Sîretu'n-Nebeviyye, III, 29; Ayrıca bk.
İbn Hibban, a.g.e., s. 223-224; Zehebî, a.g.e., s. 174
[66] Müstedrek, III, 201. Hadis hakkında İmam Hakim:
"Bu senedi sahih bir hadis olmakla birlikte Buhârî ve Muslim tarafından
rivayet edilmemiştir" demektedir. (Müstedrek, III, 201) Zehebi de bu
hususta ona muvafakat etmiştir. (Bk. et-Telhis, III, 201)
Buna
yakın bir rivayeti de İmam Malik, Muvatta (II, 465-466)'de, İmam İbn İshak (Bk.
İbn Hişam, es-Sîretu'n-Nebeviyye, III, 38-39) rivayet etmektedir. Bu rivayet
hakkında Dr. Ekrem Ziya el-Umerî (es-Sîretu'n-Nebeviyye's-Sahiha, II, 386'da):
"İbn İshak'ın, ravileri sika olan bir sened ile naklettiği
rivayetten" demektedir. (Mecmau'l-Bahreyn, II, 239; Şerhu'l-Mevahib, II,
44'e istinaden)
[67] Muslim, Hadis no: 681, I, 472
[68] Buhârî, Hadis no: 7252, XIII, 232
[69] Sahihu Sünen-i Ebi Davud, Hadis no: 2288, II, 498;
Rasûl-i Ekrem bir yolculukta bile, konaklandığı vakit müslümanların
dağılmalarına tahammül göstermemişti. Bugün -yüce Allah'ın rahmetiyle
esirgedikleri müstesnâ- herkes ne diye darmadağınıktır? Şekvamız Allah'adır. Ondan
yardım dileriz.
[70] Buhârî, Hadis no: 4199, VII, 467-468
[71] Buhârî, Hadis no: 2464, V, 112
[72] Fethu'l-Bârî, X, 39
[73] Buhârî, Hadis no: 4617, VIII, 277
[74] Sahihu Sünen-i Ebi Davud, Hadis no: 2397, II, 528;
Sahihu Süneni't-Tirmizi, Hadis no: 1285, II, 113-114 lafız Ebû Dâvûd'a ait.
[75] Kralın kardeşi Bizans ordusunun kumandanı idi. Adı da
Tozarik idi. (Bk. el-Bidaye ve'n-Nihaye, VII, 9)
[76] Taberî, Tarih, III, 403
[77] el-Bidaye ve'n-Nihaye, VII, 9-10
[78] Hadisi İmam Ahmed, Abdullah b. Ömer Radıyallahu anh'dan rivayet etmiştir.
(Bk. Müsned, Hadis no: 5115, VII, 122) Şeyh Ahmed Muhammed Şakir senedinin
sahih olduğunu belirtmiştir. (Bk. aynı yerdeki dipnot)
[79] Sahihu Sünen-i Ebi Davud, Hadis no: 605, I, 128
[80] Sahihu Sünen-i Ebî Dâvûd, Hadis no: 1382, I, 691; Şeyh
elAlbânî hadisin hasen olduğunu belirtmektedir. (Bk. Aynı yer)
[81] Sahihu Sünen-i Ebi Davud, Hadis no: 4392, III, 989.
[82] Bk. İbn Hişam, Sîre, III, 30; Ayrıca bk. İbn Hibban,
es-Sîretu'n-Nebeviyye, s. 225; İbn Hazm, Cevamiu’s-Sîre, s. 162
[83] Buhârî, Hadis no: 2805, VI, 21
[84] "Ki o topal bir adamdı" ibaresi ile ilgili
olarak İbn Hacer şunları söylemektedir: Göründüğü kadarıyla hadisteki "ki
o" ifadesi müstensih tarafından sehven öne alınmıştır. Doğrusu ise sonraya
alınmasıdır. İfadenin doğru şekli de şöyledir: Haram kendisi ve topal bir adam
gittiler..." (Fethu'l-Bârî, VII, 387)
[85] "Eğer bana eman verirlerse" ifadesi bir
başka rivayette: "Eğer bana eman verirlerse siz de benim yakınımda
olursunuz" şeklindedir. (Bk. Aynı yer)
[86] "Onlarla konuşmaya koyuldu" ifadesi
Taberî'nin rivayetinde şu şekildedir: "Haram çıktı: Ey Bi'ri'l-Meûne
ahalisi, dedi. Ben Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem'in size elçisiyim. Bu sebeple Allah'a ve Rasûlüne iman
ediniz." Evin içinden bir adam bir mızrakla çıktı ve o mızrağı böğrüne
sapladı, öbür böğründen çıktı. (Bk. Aynı yer)
[87] Buhârî, Hadis no: 4091, VII, 385-386
[88] İbn Hibban, es-Sîretu'n-Nebeviyye, s. 428
[89] el-Cuuf Medine'den Şam'a doğru üç mil uzaklıkta bir
yerdir. (Mu’cemu'l-Buldan, no: 3053, II, 149)
[90] Taberî, Tarih, III, 223
[91] Tarihu Halifetibn-i Hayyât, s. 100
[92] Zehebî, Tarihu'l-İslam, -Raşid halifeler dönemi-, s.
20-21
[93] Bk. Taberî, Tarih, III, 225
[94] Taberî, Tarih, III, 226
[95] Taberî, Tarih, III, 227
[96] Zehebî, Tarihu'l-İslâm, s. 20-21
[97] Deve yuları: Zekat olarak alınan devenin bağlandığı iptir.
Çünkü zekat sahibi deveyi teslim etmekle yükümlüdür. Bunun kabzedilmesi ise
ancak yular ile mümkün olur. (Bk. en-Nihaye fi Garibi'l-Hadis, III, 280)
[98] Muslim, Hadis no: 32, I, 52.
[99] Zu'l-Kassa: Nasır dedi ki: Zu'l-Kassa, Medine'ye
yirmidört mil uzaklıkta bir yer olup, Rebeze'ye giden yoldur.
(Mu’cemu'l-Buldân, no: 9720, IV, 416)
[100] el-Bidaye ve'n-Nihaye, VI, 355
[101] Taberî, Tarih, III, 247; Ayrıca bk. İbnu'l-Esîr,
el-Kâmil fi't-Tarih, II, 233; el-Bidaye ve'n-Nihaye, VI, 355
[102] Bk. İbn Hibban, es-Sîretu'n-Nebeviyye ve
Ahbâru'l-Hulefâ, s. 438.
[103] Taberî, Tarih, III, 290; Ayrıca bk. el-Kâmil, II, 246
[104] el-Bidaye ve'n-Nihaye, VII, 11-12; Ayrıca bk. Taberi,
Tarih, III, 401; el-Kâmil fi't-Tarih, II, 283
[105] Futuhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 52
[106] Tarihu'l-İslam, s. 225.
[107] Bk. el-Kâmil fi't-Tarih, III, 5
[108] Futuhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 54