AHİRETE
İMAN VE MÜSLÜMANIN HAYATINDAKİ ETKİSİ
Ahiret’e
İman Ve Müslüman Üzerindeki Etkisi
Ahiret
Gününe İman’ın Müslüman Üzerindeki Etkileri
Ba’s
(Yeniden Diriliş) Ve Haşr
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat
âhiret gününe itikad eder ve inanırlar. Bunun anlamı da kıyamet gününe yüce
Allah’ın kitabında, Rasûlünün de (sünnetinde) ölümden sonrasından itibaren
cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme gireceği zamana kadar meydana
gelecek şeylere dair vermiş oldukları haberlerin tümüne tam tasdik ve eksiksiz
inanmaktır.
Yüce Allah, Kitab-ı
Kerîm’inde âhiret gününü vurgulu bir şekilde çokça sözkonusu etmiş, her yerde
onu dile getirmeye önem vermiş, herbir münasebetle ona dikkat çekmiş, gerçekleşeceğini
kesin ifadelerle vurgulamış, onu çokça hatırlatmış, ahiret gününe iman ile
Allah’a iman etmeyi birbirine bağlı olarak zikretmiştir. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
”Onlar sana indirilene de senden önce indirilene de iman
ederler. Onlar âhirete de şüphe etmeksizin inanırlar.” (el-Bakara, 2/4)
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat
kıyametin kopma zamanının Allah tarafından bilindiğine, Allah’tan başka
kimsenin onu bilmediğine inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Saatin (kıyametin ne zaman kopacağının) ilmi muhakkak
Allah’ın indindedir.” (Lukman, 31/34)
Yüce Allah kıyametin
kopuş zamanını kullarından saklı tutmuş olmakla birlikte kopmasının artık yaklaştığına
delâlet eden birtakım emare, alâmet ve şartlar kılmıştır.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat
ayrıca kıyametin kopacağının emareleri olan küçük ve büyük alametlerinin tümüne
inanırlar. Çünkü bunlar da âhirete imanın kapsamı içerisindedirler.[1]
Bunlar kıyametten
oldukça uzun zaman önce ortaya çıkan alâmetlerdir. Bunlar alışılagelen türden
olurlar. Kimileri de büyük alâmetlerle birlikte de ortaya çıkabilir. Kıyametin
küçük alâmetleri oldukça çoktur. Bunlardan sahih olarak bilgisi ulaşanların bir
bölümünü hatırlatalım:
Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in
gönderilmesi, onunla nübuvvet ve risaletin sona ermesi, vefat etmesi,
Beytu’l-Makdis’in fethedilmesi, fitnelerin ortaya çıkması, yahudi ve
hristiyanlar gibi geçmiş ümmetlerin izinden gidilmesi, deccallerin ve
peygamberlik iddiasında bulunanların ortaya çıkması.
Rasûlullah, -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında
hadis uydurulması, sünnetinin reddedilmesi, yalanın artması, haberlerin
nakledilmesinde işin sağlam tutulmaması, ilmin kaldırılması ve küçük kimselerde
ilim arama cihetine gidilmesi, cahillik ve fesadın ortaya çıkması, salihlerin
gitmesi, İslam’ın ilmiklerinin tek tek çözülmesi, sair ümmetlerin Muhammed -sallahu aleyhi ve sellem-’in aleyhine
birbirlerini çağırmaları, sonra da İslam’ın ve müslümanların garib olmaları.
Öldürmenin çoğalması,
belâ ve sıkıntıların çokluğundan ötürü ölümün temenni edilir hale gelmesi,
kabirdekilere gıbta edilmesi, belaların şiddeti dolayısıyla kişinin ölmüş
birisinin yerinde olmayı temenni etmesi, ani ölümler, zelzele ve hastalıklar
dolayısıyla ölümlerin çoğalması, erkeklerin sayıca azalıp kadınların çoğalması,
kadınların çıplakmış gibi giyinip çıkmaları, yollarda dahi zinanın yaygınlaşması,
insanları sopalayan polis ve benzeri güçlerin zalimlere yardımcı olmaları.
Çalgıcılığın, içkinin,
zinanın, faizin, ipek giyinmenin ortaya çıkması, bunların helal kabul edilmesi,
yerin dibine geçen kara parçalarının, insanların suretlerinin değişmesinin ve
iftiraların çıkması.
Emanete riayet
edilmemesi, ehil olmayanların iş başına getirilmeleri, insanların ayak takımından
olanlarının liderlik etmeleri, aşağılık kimselerin, hayırlı kimselerin üstüne çıkmaları,
cariyenin efendisini doğurması, yüksek bina yapmakla yarışılması, mescidlerin
süslü püslü olmasıyla insanların öğünmeleri, putlara ibadet edilinceye ve ümmet
arasında şirk ortaya çıkıncaya kadar zamanın değişikliğe uğraması.
Yalnızca tanıdık
kimselere selam verilmesi, ticaretin çoğalması, çarşıların birbirine çok yakın
olması, insanların ellerinde pekçok malın bulunmasına rağmen şükredilmemesi,
çokça cimrilik gösterilmesi, yalan şahitliğin çoğalması, hak şahitliğin
gizlenmesi, hayasızlığın ortaya çıkması, düşmanlıkların, nefretleşmelerin, kin
tutmaların, akrabalık bağının kesilmesinin ve kötü komşuluk ilişkisinin başgöstermesi.
Zamanın yakınlaşması,
zamanın bereketinin azalması, hilallerin kalın gözükmesi, kapkaranlık gece
parçaları gibi fitnelerin ortaya çıkması, insanların birbirine yabancılaşması, İslam’ın
teşvik ettiği sünnetlere aldırış edilmemesi, yaşlıların gençlere benzemeye çalışması.
Yırtıcı hayvanların,
cansız varlıkların insanlarla konuşması, altından bir dağ arkasında Fırat’ın
suyunun çekilmesi, mü’minin gördüğü rüyanın doğru çıkması.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in
Medine’si ise pislikleri dışarıya atan bir şehirdir. Orada yalnızca takva
sahibi salih kimselerin kalması, Arab yarımadasının tekrar yemyeşil bahçelere
ve ırmaklara dönüşmesi, insanların kendisine itaat edecekleri Kahtân
kabilesinden bir kişinin ortaya çıkması.
Rumların çoğalması ve
müslümanlarla savaşmaları, müslümanların taş ve ağaç: “Ey müslüman! İşte bir
yahudi, gel onu öldür” diyecek şekilde yahudilerle savaşmaları.
Kostantiniye (İstanbul)
nasıl fethedildiyse, Roma da fethedilmedikçe kıyamet kopmayacaktır.
Ve daha başka sahih
hadislerle sabit olmuş pekçok alâmet de vardır. [2]
Bunlar kıyametin yaklaştığının
delilidirler. Bu alâmetler ortaya çıktığı takdirde kıyamet de onların akabinde
olur. Ehl-i sünnet, Peygamber -sallahu
aleyhi ve sellem-’den geldiği şekilde bu alâmetlere inanırlar. Bazıları:
Mehdi’nin ortaya çıkması,
Mehdi’nin adı Muhammed b. Abdullah olup, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ehl-i beytindendir. O doğu tarafından
ortaya çıkacak, yedi yıl hükümdarlık yapacaktır. Önceleri zulüm ve haksızlıkla
dolup taşan yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Ümmet onun döneminde hiçbir şekilde
görmediği nimetlere kavuşacaktır. Yer bitkilerini, mahsullerini çıkartacak,
sema yağmur yağdıracak, mal sayısız hesapsız olarak verilecektir.
Mesih, Deccal’in ortaya
çıkması, Meryem oğlu İsa Mesih -aleyhisselam-’in
Şam’ın doğu tarafında el-Menâretu’l-Beyda’nın yakınlarında inmesi, İsa Mesih,
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın
şeriatı ile hükmeden ve onunla amel eden birisi olarak inecektir, Deccal’i
öldürecek ve yeryüzünde İslam ile hükmedecektir. O hak üzere savaşan ve Deccal
ile savaşmak üzere toplanmış bulunan yardıma mazhar (Tâife-i Mansûra) kesimin
üzerine inecek, namazın kılınacağı vakit ineceği zaman da bu kesimin kumandanı
arkasında namaz kılacaktır.
Ye’cuc ile Me’cuc’un çıkması,
biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında üç kara parçasının yerin
dibine geçmesi, Duhân (duman)’ın çıkması, güneşin batı’dan doğması,
Dâbbetu’l-arz’ın çıkıp insanlarla konuşması ve insanları önüne katıp sürecek
büyük bir ateşin ortaya çıkması.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat
Allah ve Rasûlünün haber vermiş olduğu, ölümden sonra ortaya çıkan bütün gaybî
hadiselere de inanırlar: Ölüm sekerâtı, ölüm meleklerinin hazır bulunması,
mü’minin Rabbine kavuşması dolayısıyla sevinmesi, ölüm esnasında şeytanın
bulunması, ölüm esnasında kâfirin imanının kabul edilmeyişi, Berzah âlemi,
kabir nimeti, azabı ve fitnesi (sorusu), meleklerin sorgulaması, şehidlerin
Rableri nezdinde diri olup rızıklandırıldıkları, bahtiyar kimselerin ruhlarının
nimet görüp, bedbaht kimselerin ruhlarının ise azab gördüklerine inanılması
gibi.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat
ayrıca hayy ve kayyum olan Allah’ın, hayatı ve hayat sahiblerini yok edeceği
büyük kıyametin gerçekleşeceği güne de iman ederler. Daha sonra yüce Allah
kulları tekrar diriltecek, onları kabirlerinden kaldıracak, sonra da onları
hesaba çekmek için huzurunda durduracaktır.
Sur’a üfürülmesine de
iman ederler. Sur’a iki defa üfürülecektir
Birincisi; Âlemin değişikliğe
uğrayacağı ve düzeninin bozulacağı fez’a (korku ve dehşet) üfürüşüdür. Varlıkların
yok olması ve baygın düşmeleri ile herşeyin helâk olması bununla olacaktır.
İkincisi ise öldükten
sonra dirilip kabirlerden kalkıp âlemlerin Rabbinin huzuruna durulmak üzere
gelinmesi için gerçekleştirilecek üfürüştür.
Öldükten sonra dirilişe,
kabirlerden kalkmaya, yüce Allah’ın kabirdekileri dirilttiğine de iman ederler.
İnsanlar âlemlerin Rabbinin huzuruna çıplak, elbisesiz, sünnetsiz olarak
kalkarlar. Güneş onlara oldukça yaklaşacak, kimisi ağzına kadar tere
gömülecektir. İlk diriltilecek olan ve kendisi için yerin yarılarak üzerinden
açılacağı ilk kişi Peygamberimiz Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-’dir.
O dehşetli günde
insanlar etrafa savrulan çekirgelermiş gibi tek bir anda kabirlerinden çıkacaklar,
davetçiye doğru hızlıca koşacaklardır. Herbir hareket dinmiş olacak, korkunç
sessizlik adeta herkesi kaplayacaktır. O sırada amel sahifeleri yayılacak,
gizli saklı ne varsa açığa çıkaracak, üstü örtülü olan şeyler görünecek,
kalblerde gizlenen şeyler açığa çıkacak. Kıyamet gününde yüce Allah arada bir
tercüman bulunmaksızın kulları ile konuşacak, herkes kendisinin ve babasının
ismiyle çağırılacak.
Kendisinde kulların
amellerinin tartılacağı, iki kefesi bulunan Mizan’a, amel defterlerinin açılmasına,
kimisinin kitabını sağ tarafından, kimisinin sol tarafından ya da sırtının arka
tarafından alacağına da inanırlar.
Sırat ise cehennem
üzerinde kurulmuş olacaktır. İyiler onun üzerinden geçecek, günahkârların ise
ayağı kayacaktır.
Cennet ile cehennem
yaratılmışlardır, şu an da vardırlar, ebediyyen yok olmazlar. Cennet muvahhid
ve takva sahibleri mü’minlerin yurdu, cehennem ise müşrik, yahudi, hristiyan,
münafık, inkârcı, putperest ve kâfirler ile günahkârların yurdudur. Günahkârların
ateşinin sonu gelecektir, kâfirlerin ateşi ise bitmeyecek, sonu gelmeyecektir.
Cennet ebediyyen yok olmayacaktır. Allah her ikisini de mahlukattan önce yaratmıştır.
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in
ümmetinin kıyamet gününde hesaba çekilecek ilk ümmet olduğuna, cennete girecek
ilk ümmet olduğuna, cennetliklerin yarısını onların teşkil edeceklerine,
onlardan yetmişbin kişinin hesabsız olarak cennete gireceklerine de inanırlar.
Muvahhidlerin ebediyyen
cehennemde kalmayacaklarına inanırlar. Bunlar ise Allah’a ortak koşmak dışında
işlemiş oldukları birtakım masiyetler dolayısıyla, cehenneme girmiş olan
kimselerdir. Çünkü cehennemden çıkmamak üzere, cehennemde ebedi kalacak olanlar
müşriklerdir.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Havz’ının
kıyamet gününün Arasat’ında bulunacağına da inanırlar. Bu Havzın suyu sütten
daha beyaz, baldan daha tatlıdır. Kokusu miskten güzeldir, kablarının sayısı
semadaki yıldızlar kadardır. Eni ve boyu bir aylık mesafedir. Ondan bir defa
içen, bir daha ebediyyen susamayacaktır. Ancak din hakkında bid’atler ortaya
koyanlar bundan mahrum edileceklerdir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Benim havzım bir aylık mesafe kadardır. Suyu sütten beyazdır,
kokusu miskten hoştur. Üzerindeki testiler semanın yıldızları gibidir, ondan
bir defa içen bir daha ebediyyen susamaz.”[3]
“Sizden önce Havz’a gidecek olan ben olacağım. Benim yanıma
gelecek olan ordan içer, ordan bir defa içen de ebediyyen susamayacaktır. Benim
yanıma benim kendilerini tanıdığım, kendilerinin de beni tanıdıkları birtakım
kimseler de gelecek, sonra benimle onlar arasına engel konulacaktır.”
Bir rivayette de şöyle
denilmektedir:
“Ben: Onlar bendendir diyeceğim, bana: Sen, senden sonra
neler uydurup, ortaya çıkardıklarını bilmiyorsun denilecek, bu sefer ben de:
Benden sonra değişiklikler ortaya koyanlar benden uzak olsunlar, benden uzak
olsunlar diyeceğim.”[4]
Peygamberimizin şefaatine
ve Makam-ı Mahmud’un ona ait olduğuna da iman ederler. O hem Mevkıf’te bulunan
kimseler arasında hüküm verilmek üzere şefaat edecektir, hem de cennet ehlinin
cennete girmeleri için şefaatte bulunacaktır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- da cennete girecek ilk kişidir.
Amcası Ebu Talib’e de azabının hafifletilmesi için şefaatte bulunacaktır.
Bu üç şefaat Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem-’e mahsustur.
Ondan başka hiçbir kimsenin bu tür bir şefaati yoktur.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in cennete
girmiş ümmetinden bazı kimselerinin derecelerinin daha yüksek derecelere çıkartılması
için de şefaati olacaktır. Cennete hesabsız girmiş, ümmetinden bir kesime de şefaatte
bulunacaktır.
Yine O -sallallahu aleyhi ve sellem- iyilikleri
ile kötülükleri birbirine eşit durumda olan kimselere cennete girmeleri için şefaatte
bulunacağı gibi, cehenneme götürülmeleri emredilmiş daha başka kimselerin de
oraya girmemeleri için şefaatte bulunacaktır.
Ümmetinden azabı haketmiş
kimselere azablarının hafifletilmesi, muvahhid günahkârların cehennemden çıkartılması
için de şefaat edecek ve onun şefaati ile cennete gireceklerdir.
Bu şefaatlerde ise
melekler, peygamberler, şehidler, sıddîklar, salihler ve mü’minler de onunla
ortaktırlar. (Yani onların da bu türden şefaatleri olacaktır.) Sonra yüce Allah
cehennem ateşinden herhangi bir şefaat ile değil de kendi lütuf ve rahmeti ile
birtakım kimseleri de çıkartacaktır. Kâfirler için ise şefaat sözkonusu
olmayacaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
”Artık şefaat edenlerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 74/48)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şu
buyruğunda da belirttiği üzere kıyamet gününde mü’minin ameli de kendisine şefaat
edecektir:
“Oruç ve Kur’ân kıyamet gününde kula şefaat edeceklerdir.”
Kıyamet gününde ölüm
getirilecek ve Peygamber -sallallahu
aleyhi ve sellem-’ın şu buyruğunda haber verdiği üzere boğazlanacaktır:
“Cennet ehli cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten
sonra ölüm getirilecek ve nihayet cennet ile cehennem arasında bırakılacaktır,
sonra da kesilecektir. Daha sonra bir münadi şöyle seslenecektir: Ey
cennetlikler! Artık ölüm yoktur ve ey cehennemlikler artık ölüm yoktur. Bunun
üzerine cennetliklerin sevinçlerine sevinç katılır, cehennemliklerin
kederlerine de keder katılır.”[5]
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Muhakkak ki bize kavuşacaklarını ummayanlar, dünya
hayatıyla yetinip, ona bağlananlar ve (bunca) âyetlerimizden habersiz
bulunanlar (var ya) işte onların kazandıkları yüzünden varacakları yer ateştir." (Yunus, 10/7-8);
"Kim Allah'a kavuşmayı ümit ediyorsa, bilsin ki
muhakkak Allah'ın belirlediği vade elbette gelecektir." (el-Ankebut, 29/5);
“O gün ki ne mal ne de evlat fayda vermez. Ancak Allah’a
temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa ererler).”
“İşte o, hak gündür. Bundan sonra dileyen Rabbine varan bir
yola gider.” (Nebe,
78/39)
Âhiret gününe imanın
anlamı onun kaçınılmaz olarak geleceğine inanmak ve buna uygun olarak gereğince
amel etmek demektir. Kıyâmetin kopmasından önce kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak
kıyametin büyük ve küçük alâmetlerine iman, ölüme, ölümden sonra kabir sorgusu,
azab ve nimetine, Sûra üfürüleceğine, yaratılmışların kabirlerinden çıkacaklarına,
kıyametin durak (hesap) yerindeki dehşetli ve korkulu hallere, mahşer ile
ilgili tafsilatlı hususlara, sahifelerin (amel defterlerinin) açılacağına,
mizanların ve sıratın ortaya konulacağına, havza, şefaate ve diğer hususlara,
cennete ve en yüksek mertebesi yüce Allah'ın yüzüne bakmak olan nimetlerine,
cehenneme ve en ileri derecesi yüce Allah'ı görmek nimetinden gözlerinin
perdeli olması hali olan azabına iman etmek, âhirete imanın kapsamı
içerisindedir.
Ahiret günü, ölüm anında
kişinin cennet veya cehenneme yerleşmesine kadar geçen süreyi temsil eden
önemli bir meseledir. Biz burada bizleri gafletlerimizden uyandırıp, salih
amellerle bu güne hazırlanmamızı teşvik amacıyla, kısaca bu korkunç günün
meselelerini özetledik. Umulur ki bu dünyamızda o gün bize fayda sağlayacak
ameller hazırlarız. Ayrıca bu imanın nefislerimiz üzerindeki etkisine değindik.
Bunun üzerimizde bir etkisi var mı, yok mu? Eğer varsa Allah’a hamd olsun. Şayet
yoksa bunu elde etmeye çalışmalıyız...
Yardım istenecek Allah’tır. [6]
Ahiret gününe iman’ın aşağıda
saydığımız gibi birçok etkileri vardır.
1- Güzel bir hayat
Ahiret gününe yakînen
inanan bir kimse hiç kuşkusuz Allah’a itaat ve yakınlık için çalışıp, tüm günah
ve kötülüklerden uzaklaşacak ve böylece güzel ve mutlu bir hayat yaşayacaktır. Şair
şöyle diyor:
Mutluluk mal biriktirmek
değil, takva sahibi olmaktır.
2- Söz ve davranışlarda ölçü
Hiç şüphesiz ki ahiret
gününe inanan bir insan tüm söz ve davranışlarında ölçülü olur ve ancak doğru
olanı söyler ve yapar.
3- Salih amelleri çoğaltmak
Bu korkunç günde
olacakları ve bunlardan kurtuluşun ancak salih amellerle olacağını bilen bir
kimse tüm gayretiyle namaz, sadaka, oruç emri bi’l-maruf, nehyi ani’l-munker ve
insanlara iyi davranmak gibi salih amel çeşitlerine yönelir.
4- Ahireti dünyaya tercih
Hiç kuşkusuz Allah’ın
müminler için hazırladığı daimi nimetleri ve kafirler için hazırladığı sürekli
azabı bilen bir kimse bu dünyayı hakir görür, bu dünyanın geçici olduğunu bilir
ve ona karşı zühd sahibi olur. Dünya nedeniyle gam ve kedere kapılmaz. Çalışma,
gayret ve özveriye layık olan ahireti kazanmaya çalışır. [7]
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği sizin ruhunuzu
alır, sonra da Rabbinize döndürüleceksiniz.” (es-Secde, 32/11);
Ölüm her insanın mutlaka
tadacağı dünyadan ayrılma merhalesi ve ahiret gününün başlangıç noktasıdır.
Allah yarattığı her canlı için ölümü kaçınılmaz bir son olarak yazmıştır.
Ölümde O’nun kudretine, tekrar dirilmeye ve Alemlerin Rabbinin huzuruna çıkarılmaya
dair büyük bir delil vardır. Allahu Teâla şöyle buyurdu:
“Her canlı ölümü tadacaktır. Herhalde kıyamet günü yaptıklarınızın
karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete
konursa o, gerçekten en büyük başarıdır. Bu dünya hayatı ise aldanma metaından
başka bir şey değildir.” (Âl-i İmran, 3/185)
Yüce Allah peygamberine
hitaben şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak sen de öleceksin, hiç şüphesiz onlar da
öleceklerdir."
(ez-Zümer, 39/30);
"Senden önce hiçbir beşere ebedilik vermedik. Sen
ölürsen eğer onlar ebedi mi kalacaklar?" (el-Enbiya, 21/34)
Ölüm; Eş, dost, mal,
makam, gibi tüm dünya bağlarından ayrılıktır. İnsanlar ölüm esnasında melekleri
görürler ve şayet mümin iseler cennet ile kafir iseler de azap ile
müjdelenirler. Ruh boğaza ulaştığı zaman artık onun için tevbe kapısı kapanır
ve amelleri mühürlenir. Müslümanların, ameli salihe yardımcı olması nedeniyle
daima ölümü hatırlamaları gerekir. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Lezzetleri yıkanı bol bol anın: Ölüm”[8]
Ölen kimsenin kıyameti
kopmuştur.
İnsan ölümü hatırlamaktan
hoşlanmasa da, bu gün pekçoklarının yaptığı gibi onu tamamen unutmamalıdır.
Yahut hatırlayıp da ondan yani anlamından gafil olmamaktır. Kimsenin tatmak
istemediği ve başa gelenlerin en büyüğü ve en zorlu olan bir iştir ölüm. Allahu
Teala şöyle buyurmaktadır;
“Ölüm sarhoşluğu birgün gerçekten gelir de, ‘İşte (ey insan)
bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir’ denir.” (Kaf, 50/19)
“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi
bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O
size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a, 62/8) [9]
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Kul kabrine yerleştirilip, arkadaşları onu bırakıp
gittiklerinde, kendisi henüz ayaklarının seslerini duymakta iken ona iki melek
gelir, onu (kabirde) oturtur ve şöyle derler: Sen -Muhammed Sallallahu aleyhi
vesellem'i kastederek- bu adam hakkında ne diyordun? Mü'min kimse: Ben şehâdet
ederim ki o Allah'ın kulu ve rasûlüdür, der. Melekler ona: Cehennemde kalacağın
yere bir bak. Yüce Allah şimdi o kalacağın yerden bedel olarak cennetten sana
bir yer vermiştir. O bu iki yeri de bir arada görür."
Katade dedi ki: Bize
nakledildiğine göre kabrinde ona yeri genişletilir. -Sonra Enes'in naklettiği
hadisi aktarmaya devam ederek- dedi ki:
Münafık ile kafire gelince ona da: Sen bu adam hakkında ne
diyordun? diye sorulur, o şöyle der: Bilmiyorum, ben insanların söylediklerini
tekrarlıyordum. Ona hiçbir şey bilmez, anlamaz olasıca, denilir ve demirden
balyozlarla ona indirilen bir darbe neticesinde öyle bir feryadı basar ki,
insanlarla cinler dışında etrafındaki herkes onun bu feryadını duyar."[10]
Kabir, yeraltındaki dar,
karanlık ve ürkütücü bir yalnızlık evidir. O’nun hakkında Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem “Asla kabirdekinden daha korkunç bir manzara
görmüş değilim.”[11] buyurmuştur.
İnsan dar bir çukurdan
ibaret olan kabrine konulup üzerine toprak örtüldükten, ailesi ve malı ondan
uzaklaştıktan sonra, amelin olmadığı, fakat imtihan ve fitnenin ve dolayısıyla
da nimet veya azabın olduğu berzah hayatı başlar. İki melek gelerek onu Rabbi,
dini ve peygamberinden sorguya çekerler. Eğer müminlerden ise Allah onun sabit
kılar ve doğru cevabı ona ilham eder. Kafir ise dünyada bu cevapları bilsede
orada cevap veremez. Mümin kabrinde de mutludur ve cennetteki makamını oradan
izler. Kafir de cehennemdeki yerini oradan görüp daha da mutsuz olur. Kabri onu
kemikleri birbirine girecek kadar çok sıkıştırır ve onun için cehennem çukurlarından
bir çukur görevi yapar.
Abdullah b. Ömer Radıyallahu anh'ın rivayet ettiği hadis
te buna delildir. Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem buyurdu ki:
"Sizden herhangi bir kimse öldüğü takdirde ona kalacağı
yer sabah-akşam gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise cennet ehlinden (birisi
olarak), eğer cehennem ehlinden ise (cehennem ehlinden) birisi olarak ona yeri
gösterilir ve: Ancak, Kıyamet gününde Allah seni tekrar dirilteceği vakte kadar
senin kalacağın yer burasıdır, denilir."[12]
"İnsan hiç bizim kendisini bir nutfeden yarattığımıza
bakmaz mı? Böyleyken o apaçık bir hasım olup çıkıyor. Kendi yaratılışını
unutarak bize bir misal getirerek dedi ki: 'Çürümüş haldeki kemikleri kim
diriltecek?' De ki: 'Onları ilk defa yaratan kim ise O’ onları
diriltecektir."
(Yasin, 36/77-79)
"Peki, göklerle yeri yaratmış ve onları yaratmaktan
dolayı yorulmamış olan Allah'ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmezler
mi? Evet, muhakkak ki O, herşeye güç yetirendir..." (el-Ahkaf, 46/33)
Sur’a birinci üflenişte
yeryüzünde bulunan her canlı ölüverir. Sonra ikinci üflenişte, yeryüzünde ölü
olan tüm insanlar dirilir ve kabirlerinden aniden doğruldukları gibi çırılçıplak
olarak kalkarlar, fakat o günün şiddetinden dolayı kimse kimseye bakamaz.
“Sûr’a üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere
göklerde ve yerde, kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra ona bir daha
üflenince, hemen ayağa kalkıp, bakakalacaklardır.” (Zümer, 39/68)
Sonra herkes kendi telaşında
olduğundan kimse kimseyle ilgilenmez.
Allahu Teâla şöyle
buyurdu:
“İşte o günde kişi kardeşinden, annesinden babasından eşinden
ve çocuklarından kaçar. O gün, onlardan her birinin, başından aşacak işi vardır.”
(Abese,
80/34-37)
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"Sizler çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceksiniz."[13]
Tepelerine güneş yaklaştırılır
ve boğulacak gibi olurlar. Belli bir süre boyunca hep dehşet ve üzüntü yaşarlar,
Ebu Hureyre Radıyallahu anh'ın
rivayet ettiği hadise göre Rasûlullah Sallallahu
aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar kıyamet gününde o kadar çok terleyeceklerdir
ki, onların terleri yerin içine yetmiş arşın kadar gidecektir. (Oraları ıslatacaktır)
ve kulaklarına varıncaya kadar da onları (bir gem gibi) gemleyecektir..."[14] ancak insanlardan bir
grup hariç. Onlar Rahmet’in gölgesiyle gölgelenir ve Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Havzından
içerler. "Benim Havzımın boyu bir
aylık mesafedir. Suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Üzerindeki
testileri semanın yıldızları gibidir. Ondan bir defa içen bir kimse bir daha
ebediyyen susamaz."[15]
Bu kimseler sadık ve
gerçek müminlerdir. Allahu Teâla bizi ve sizi onlardan kılsın! [16]
Hesab
Peygamber şöyle
buyurmaktadır:
"Kıyamet gününde kâfir getirilir ve ona: Ne dersin? Eğer
yer dolusu kadar altının olsa bunu (kurtulmak için) fidye olarak verir miydin?
diye sorulacak. O: Evet diye cevap verecek. Bu sefer şöyle denilecek: Senden
bundan daha basit ve kolay olan bir şey istenmişti. Bir rivayette: Ben senden bundan daha basit bir şeyi, sen
Adem'in sulbünde iken istemiştim. Bana hiçbir şeyi ortak koşmamanı (istemiştim),
fakat sen şirk koşmaktan başka bir şey kabul etmedin." [17]
Bu şekilde meşekkat ve sıkıntıyla
dolu zaman boyunca Peygamber Sallallahu
aleyhi vesellem bu meşekkatin son bulması için şefaat eder ve Allahu Teâla
O’nun şefaatini kabul ederek hesabı başlatır. Hesap anı başlar başlamaz her
insan bu dünyada yaptıklarını görmeye başlar. Küçük-büyük tüm davranışları karşısına
çıkar.
Allahu Teâla şöyle
buyurdu:
“Vay halimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir
şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş! Böylece yaptıklarını
karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49)
O halde amellerimizi
görecek ve onlardan hesaba çekileceğiz. Namaz, zekat, oruç ki eksiklerimizi ve
günahlarımızı göreceğiz ve bunların hesabını vereceğiz. Malımızı nereden kazandığımız
ve nereye harcadığımızdan, ömrümüzü nasıl geçirdiğimizden, gençliğimizden hasıl
her şeyden sorguya çekileceğiz. O halde bu sorgu için cevaplar hazırlayalım ve
bu cevapların doğru olması için çalışalım.
O gün müminlerin yüzleri
ay gibi beyaz ve parlak, kafirlerin yüzleri ise karanlık geceler gibi kara ve
asık olacaktır. Allahu Teâla şöyle buyurdu;
“O gün bir takım yüzler sevinçli güleç ve müjdelidir. Bir
takım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür. İşte onlar
kafirler ve facirlerdir.” (Abese, 80/42) [18]
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şefaat
hadisinde şunları söylemektedir:
"Sonra köprü getirilir, cehennemin iki tarafı üzerine
yerleştirilir." Bizler:
“Ey Allah'ın Rasûlü
köprü nedir?” diye sorduk. Şöyle buyurdu:
"(O) üzerinde sebat edilemeyen kaygan bir yerdir.
Üzerinde kancalar, kelepçeler ve nice dikenler vardır. Bunların bükülmüş
dikenleri bulunur ki, bu tür dikenler Necid'de olur ve onlara es-Sa'dân adı
verilir. Mü'min bu köprü üzerinden şimşek gibi, rüzgar gibi, asil atlar ve
develer gibi (hızlıca) geçecek. Kimisi esenlikle kurtulacak, kimisi yara bere
almış olarak kurtulacak, kimisi de cehenneme itilmiş olacaktır ve nihayet onların
sonuncuları sürüklene sürüklene geçecektir." [19]
Sırat, cennete
gideceklerin üzerinden geçecekleri köprüdür. İnsanlar amellerine göre Sırat’ın
üzerinden geçeceklerdir. Kimisi bir göz açıp kapar gibi, kimisi şimşek gibi,
kimisi rahat esen rüzgar gibi, kimisi asil bir at gibi, kimi binek devesi gibi,
kimisi koşarak, kimisi yürüyerek, kimisi sürünerek geçecektir. Onlardan
kimileri kancalarla yakalanıp cehenneme atılacaklardır. Herkes ameline göre
oradan geçecektir; ta ki günahlarından ve kirlerinden temizlensin. Sırat’ı
geçebilen kimse cennete girmeye hazır olur. Sırat’ı geçtikleri takdirde, cennet
ile cehennem arasındaki bir köprüde durdurulurlar ve birinin diğerindeki hakkı
kıyas yolu ile alınır. Nihayet tertemiz edilip, arındırıldıktan sonra cennete
girmek üzere kendilerine izin verilecektir.
“İçlerinden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu,
Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız,
zalimleri de dizüstü çökmüş olarak orada bırakırız.” (Meryem, 19/71-72) [20]
Müminler itminan ve
güven içinde hazla sırat’ı geçip cennete yönelirler. Melekler cennetin kapılarını
açar ve müminleri karşılarlar. Böylece cennet ehli cennete girmiş olur.
Cennet nedir: O, hakiki
ve ebedi nimettir. Lezzet ve güzellikler diyarıdır. Oranın nimetlerine beşer
hayalinin dahi ulaşması mümkün değildir. Bu konuda Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in şu sözü
kifayet eder: “Orada gözlerin görmediği,
kulakların işitmediği ve insanların hayal edemeyeceği nimetler vardır.”
İnsan dünyada birtakım
nimetlere sahip olur. Fakat bunlar ölümün anılmasıyla lezzetini kaybeder. Oysa
ki cennet nimetlerinin lezzeti bakidir. Çünkü orada ölüm yoktur. İnsan dünyada
belli bir süre sonra çeşitli nimetlerden usanabilmekte ve onun değiştirilmesini
temenni etmektedir. Fakat cennette usanmak ve bıkkınlık yoktur. Bilakis Allahu
Teâla cennet ehlinden şöyle bahsetmektedir:
“Orada ebedi kalacaklar. Oradan hiç ayrılmak istemezler.” (Kehf, 18/108)
O halde koşun bu cennete
müslüman kardeşlerim!..
Allahu Teâla şöyle
buyurdu:
“Rabbinizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberine
inananlar için hazırlanmış olup, genişliği gökle yerin genişliği kadar olan
cennete koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah, büyük
lütuf sahibidir.” (Hadid,
57/21) [21]
Cehennem
Kafirlerin de sorguları
sona erip, aynı müminler gibi cehennemin üzerindeki köprüyü geçmek istedikleri
zaman melekler onlara müsade etmez ve hepsini şiddet kullanarak cehenneme
sevkederler.
Cehennem nedir:
Cehennem; zillet, azap, utanç ve iniltiler yurdudur. Oradakiler sürekli olarak
azap görürler. Oradaki azaplar da çeşitlidir, yakıcı ateş, yılanlar, akrepler,
mideleri yakan kaynar suların içirilmesi. Allah bizi oraya düşmekten korusun!
Azabı öyle şiddetlidir
ki insanların onun en hafif azabına dahi katlanmaları mümkün değildir. Sahih
hadiste de geldiği gibi oranın en hafif azabı şu adamın azabıdır ki ayağının
altındaki ateş nedeniyle beyni kaynar.
Allahu Teala cehennem
hakkında şöyle buyurmaktadır;
“...Cennetteki bir kimse, ateşte daimi olan, kaynar su
içirilip de bağırsakları parça parça dökülen kimse gibi olur mu hiç?” (Muhammed, 47/15)
“Azgınlar orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya
da bir içimlik içecek tadmazlar, ancak dünyada yaptıklarına uygun karşılık
olarak kaynar bir su ve irin tadarlar.” (Nebe, 78/23-26)
“Ardından da (o inatçı zorbaya) cehennem vardır; orada
kendisine irinli su içirilecektir. Onu yudumlamaya çalışacak fakat boğazından
geçiremeyecek ve ona her yandan ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki
azaptan kurtulsun.) Bundan öte de daha şiddetli bir azap vardır.” (İbrahim, 14/16-17)
Cehennem ehli ölmek, yok
olmak ya da oradan çıkmak isterler de seslenirler. Kendilerine, konuşmayın siz
orada öylece kalacaksınız denilir.
“Onlar üstelik o saati (kıyameti) de yalan saydılar. Biz
ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırladık. Cehennem ateşi
uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu
işitirler. Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları
zaman, oracıkta yokoluvermeyi isterler. (Onlara şöyle denilir): Bu gün bir kere
yok olmayı istemeyin; aksine birçok defalar yok olmayı isteyin!” (Furkan, 25/11-14)
O halde ondan kurtulmak
için çalışalım.
Oradan kurtulmak ise;
günahlardan uzaklaşmak ve farzları yerine getirmekle mümkündür. Allahu Teala
bizleri buna muvaffak kılsın!
Yine Allahu Teâla bizi,
sizleri ve tüm müslümanları rızasına ve cennete girmeye muvaffak kılsın, şeytanın,
nefsin ve kötü kimselerin yollarına uymaktan muhafaza eylesin. Hamd alemlerin
Rabbine, salat ve selam Peygamberimiz Muhammed’in ailesinin ve tüm arkadaşlarının
üzerine olsun. [22]
Allahu Teâla, şöyle
buyurur;
“... Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa
ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” (Haşr, 59/7).
“Ey iman edenler! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman
(onların çağrılarına) uyun...” (Enfâl,8/ 24)
Rasûlullah şöyle
buyurur;
“Size neyi emrettiysem onu alın, neyi de yasakladıysam hemen
onu bırakın”[23]
Bir başka hadis-i şerif şöyledir;
“Sizlere bildirilmedik, ne cennete yaklaştıran ne de
cehennemden uzaklaştıran hiçbir şey kalmadı”[24]
“Kim sünnetimden yüzçevirirse benden değildir”[25]
Bu ve benzeri bir çok
ayet ve hadis Kur’an ve sünnete uymayı emretmekte, dinde yenilik ve hurafe çıkarmayı
reddetmektedir.
Bu yüzden Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem‘in
sünnetlerinden bazılarını hatırlatmayı uygun gördük;
Öncelikle Rasûlullah’ı
seven bir kimsenin O’nun ahlakıyla ahlaklanması gerekir. O’nun ahlakı için
Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ve sen elbettte büyük bir ahlaka sahipsin” (Kalem, 68/4).
O’nun ahlakından şöyle öğütler
verebiliriz:
Kötü işleri terketmek:
Çirkin ve kötü olan tüm söz ve davranışlardan uzaklaşmayı kapsar. Toplum içinde
fısıltıyla konuşmak ta böyledir.
Kötülüğü iyilikle
defetmek: Kötü bir davranışta bulunanı bağışlamalıdır. Eli altındakileri ise
azarlayıp kınamaktan kaçınmalı, onlara karşı vazifede kusur etmemeli, onların
hakkını kısıtlamamalıdır.
Fazla gülmekten kaçınmalı:
Özellikle kahkahayla gülmekten sakınmalı, çoğunlukla gülümsemeye, tebessüm
etmeye çalışmalıdır.
Düşkün ve zayıfların
ihtiyacını gidermede geç kalınmamalı: Ev işlerinde de aile efradına yardımcı
olmalıdır.
En güzeliyle giyinmeli:
Özellikle bayram ve namaz vakitlerinde imkan ölçüsünde güzel kıyafetler
seçmelidir.
Kibirle, aşırı yememeli:
Her şey yemekten kaçınmalı ve azla yetinmeyi bilmelidir.
Arsızlıktan kaçınmalı: Şakayla
da olsa, çirkin söz söylememeli, fazla şaka yapmamalı. İnsanları güldürmek uğruna
yalan konuşmamalıdır.
Cimrilikten uzak durmalı:
Cimrilik hem Allah katında hem de insanlar içinde kötü bir ahlâktır. Aynı
zamanda yiyecek, giyecek gibi dünya metâından olan şeylerde aşırı gitmemelidir.
Öfkeye dikkat etmeli:
Öfkelenip hiddetlenmekten ve de bunun türevlerinden şiddetle kaçınmalıdır.
Böyle bir durumda ise, Allah’a sığınmalı; ayaktayken oturulmalı veya abdest
almalıdır. Devamlı kayıt edildiğini hatırlayarak çok konuşmaktan sakınmalıdır.
Kur’an-ı Kerim okumalı:
Onu anlamaya ve düşünmeye çalışmalı, başkasının Kur’an okumasını da dinlemeli,
O’ndan uzaklaşmamalıdır.
İkram edilen güzel koku
geri çevrilmemeli: Sürekli güzel koku
kullanmalıdır. Özellikle namazlarda buna dikkat etmeli ve de misvak kullanmalıdır.
Çünkü abdest ve namaz öncesinde misvak kullanmak sünnettir.
Cesaretli olmalı: Kendi
aleyhine de olsa hakkı söylemekten çekinmemeli, başkalarının nasihatına kulak
vermelidir.
Eş ve çocuklar arasında
adaletli olunmalı: Birine diğerinden daha çok vermeli. Her şeyde onlara karşı
adaletli davranmalıdır.
İnsanların eziyetlerine
sabretmeli, onları hoş görmelidir: Onları bağışlamalı ki, Allah da bizi bağışlasın.
Kendin için ne seviyorsan, başkaları için de onu istemelisin.
Çokça selâmlaşmalı: Her
zaman için bir yere veya eve girerken, birisiyle karşılaşıldığında selâm
vermeye özen göstermelidir.
En güzeliyle selâm
vermeye çalışmalı: Sünnette olduğu üzere “Es-selâmû aleykûm ve Rahmetullahi ve
berekâtûh” şeklinde selâmın en güzelini vermeye çalışmalı, bunun yerine “günaydın”,
“hayırlı sabahlar” vs. gibi lafızlar kullanılmamalıdır.
Saç ve sakaldaki aklar
değiştirilmek istendiğinde: Kına kullanarak sarı veya kırmızıya değiştirilir.
Rasûlullah’ın emri doğrultusunda siyaha boyamaktan şiddetle kaçınmalıdır.
Sünnete sarılmalı: Ta
ki, Allah Rasûlü Sallallahu aleyhi
vesellem’in hakkında, “Ardınızdan sabır
günleri gelecektir. O gün -dine- sarılana sizlerden elli kişi sevabı vardır”
dediği kimselerden olalım. Sahabiler:
“ey Allah’ın Nebîsi!
onların kendi içinden elli kişi sevabı mı?” dediğinde Rasûlullah:
“Hayır! Sizden” buyurmuştur.[26]
Dünya için hırslanmamalı:
Dünya gidicidir. Câbir b. Abdullah Radıyallahu
anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Ölmüş dedemin yanına geldi ve
“Hanginiz bir dirheme bu onun olsun ister” dedi;
“Hiçbir şey karşılığında
onu istemeyiz” dediler. Allah Rasûlü de
“Allah’a yemin olsun ki; dünya, Allah katında bunun sizin
yanınızda değersiz olmasından daha aşağıdır” buyurdu.[27]
Bir diğer hadis-i şerif
de şöyledir:
“Allah katında dünyanın sinek kanadı kadar değeri olsaydı,
kâfir olan içecek bir yudum su bile bulamazdı”[28]
Allah’tan hepimizi
Kur’an ve Peygamberinin sünnetiyle amel etmekle rızıklandırmasını dileriz. [29]
[1] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[2] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[3] Buhârî.
[4] Buhârî
[5] Muslim
Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[6] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[7] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[8] Tirmizî.
[9] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[10] Buhârî, Muslim.
[11] Sahih,
Tirmizi.
[12] Buhârî,
Muslim.
Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[13] Buhârî,
Muslim.
[14] Buhârî,
Muslim
[15] Buhârî,
Muslim
[16] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[17] Buhârî,
Muslim
[18] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[19] Buhârî,
Muslim
[20] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[21] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[22] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.
[23] Sahihtir.
İbni Mâce.
[24] Sahihtir.
Taberâni.
[25] Buhari,
Müslim.
[26] Sahihtir.
İbnu Nasr.
[27] Müslim.
[28] Sahih-i
Câmi.
[29] Abdullah
Yolcu, Ahirete İman ve Müslümanın Hayatındaki Etkisi, Guraba Yayınları El
Broşürleri.