• Yalanlamak Suretiyle
Küfre Düşmek:
• Tasdiklemekle Beraber Yüzçevirme ya da Kibirden Dolayı
İnkâr Etmek:
a) İtikâdî Nifak (Büyük Nifak):
• Allah’tan Başkası Adına Yemin Etmek:
• Kadı Veya Hâkimin Hak’tan Başkasıyla Hüküm Vermesi:
Tekfirde Söz İle Söyleyeni Ayırmak:
Hamd, Alemlerin Rabbi
Allah’a mahsustur. Salâtü Selâm, Rasûlullah’ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete
kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun...
Tevhidin şirkle olan savaşı,
Nûh Aleyhisselâm’ın kavmini,
putlardan sakındırıp sadece Allah’a ibadete davet ettiği günden beri devam
etmektedir.
Nûh Aleyhisselâm’dan sonra da Rasüller geldi ve gönderildikleri
toplumları yalnız Allah’a ibâdet etmeye davet edip tapınageldikleri şeylerin
ibâdete layık olmadıklarını onlara anlattılar. Bu hak batıl mücadelesi,
Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem
gelinceye kadar da böylece devam etti. Allah Resûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem kendisine nübüvvet verilmeden önce de
çevresinde “sâdıkû’l-emîn/doğru ve güvenilir” olarak bilinmesine rağmen onları
tevhide, yalnız Allah’a kul olmaya davet ettiğinde, “yalancılık ve sihirbazlıkla”
suçlandı.
İşte bu, toplumlarını şirkten arındırarak tevhid
inancına çağıran her peygamberin karşılaştığı bir durumdur. Bu mücadele her
zaman varolmuştur.
Tevhid inancının varlığı ile yokluğu arasında
tehlikeli bir nokta olması hasebiyle şirk ve çeşitleri hakkında kardeşlerimizi
biraz daha aydınlatmayı hedef edinerek risâlemizi sunuyor ve Allah’tan başarı
diliyoruz.
“Allah,
kendisine ortak koşanları bağışlamaz. Bundan öte dilediğine, dilediği kimse
için bağışlar. Her kim Allah’a ortak koşarsa, şüphesiz büyük bir iftirada
bulunmuştur” (Nisâ, 4/48).
“Şüphesiz kim
Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun gideceği yer
Cehennemdir. Zalimlere orada bir yardımcı da yoktur.” (Mâide, 5/72).
İnsanın, Allah azze ve celle’ye karşı açıkça isyanı olduğu için şirk, en büyük bir
suçtur. Bu hal üzere ölen kimse ebediyen Cehennemde kalacaktır. (Allah korusun).
“Şüphesiz
kitap ehli ve müşriklerden Kafir olanlar, Cehennem ateşinde ebedi olarak
kalacaklardır. Onlar insanların en kötüleridirler” (Beyyine, 98/6).
Öyleyse şirk nedir?
Şirk; Allah’a zatında, sıfatlarında, hükmünde,
ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu kabul
etmektir. Küfür nasıl imanın zıttı ise, şirk te tamamen Tevhidin zıttıdır.[1]
Birşeyi Allah’a denk tutup ona ibadet etmek, İlah’mışcasına
ona itaâtte bulunmak, hem onun hem de Allah’ın emirlerini denk görerek ortak koşmak,
veya o şeyi Allah hükmünün önüne geçirmektir. Bazı hallerde Allah’ın
hükümlerinin geçerli olamayacağına inanmak ta bu kabildendir. Kişi bu durumda
geçerli gördüğü kanunları Allah’ın hükümlerine tercih ettiği için
bilerek-bilmeyerek şirke düşmüş olur. Şüphesiz bu kelimenin tek anlamıyla, şirkin
en ağırı olup bu durumdaki kimse İslâmdan çıkmış ve bu durum üzere ölen kimse
de ebedî cehennemde kalmak üzere müşrik olarak ölmüştür. (Allah korusun).
Bunun da bazı kısımları vardır; [2]
Allah’ın hükmünden başkasını kabul etmek, meşrû
görmek veya onun Allah’ın hükmünden üstün yönleri olduğuna inanmaktır. Hüküm ve
hakimiyet yalnızca Allah’a has bir haktır. (Hiçbir mahlûkun hükme ehliyeti
yoktur. İnsan yalnızca Allah’ın hükümlerini uygulamakla memurdur),
“Hüküm
yalnız Allah’ındır” (Yûsuf, 12/40).
Allah’a isyan olan bir ameli helal görecek kadar
alim veya şeyhlerine uyanlar (Allah
korusun) bu sınıftadırlar.
“(Yahudiler)
Allah’ı bırakıp alimlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini
ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler”
(Tevbe, 9/31)
Allah Resûlü Sallallahu
Aleyhi Vesellem Tirmîzi’de yer alan sahih bir hadiste bu ayeti Adiy b.
Hâtim’e, “Hıristiyanlar alimlerine helali
haram, haramı da helal kılmalarında itaât ediyorlardı. Kim Allah’tan başkasına şeriat
koyma, (hayata tümüyle yön verme) hakkı iddia ederse Allah’tan indirileni inkar
etmiştir” -şeklinde açıklamış, sonra da şu ayeti okumuştur,- “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler, işte
onlar kafirlerin ta kendileridirler” (Mâide, 5/44).
Emir ve yasaklama hakkı, sadece Allah’ındır,
“Bilesiniz
ki, yaratmak ta, emretmek te O’na mahsustur” (A’raf, 7/54).
“Bilesiniz
ki, ... O’na mahsustur” ifâdesi, bu hakkın başkasına nisbetin asla mümkün
olmadığına açık bir delildir. Ayette görüldüğü üzere yaratma ve emretme hakkını,
Allah’tan başkasına nisbet eden kimse İslâm milletinin dışına çıkmış, müşrik
olmuştur.
Yarattıkları üzere yegâne tasarruf sahibi olan
yalnız Yaratıcıdır, Allah azze ve celle’dir.
Yarattıklarının yararına olanı en iyi bilen de sadece O’dur. O’ndan başkası hiç
bir şey yaratmamıştır.
Allah’tan başkası, yaratılmış olduğundan
acizdir, kendinde bile bilmediği sayısız husus vardır. İnsan bunu bile
bilmekten âcizken yaratılmışlara uygun ve yararlı olanı nereden bilebilir ki?
Bu da gösteriyor ki, insanlar tarafından hayata bir sistem olarak yön vermesi
üzere konulan bütün kanun ve düzenler batıldır. Hiçbirisiyle hüküm vermek asla
câiz değildir. Hakimiyet ancak Allah’ındır, O’ndan başkasının, kendinden bir
hüküm getirme hakkı asla yoktur. (En maddesel konularda bile insan, dün inkar
ettiğini bugün ikrar veya dün ikrar ettiğini bugün inkar ediyorsa bu âciz
haliyle -Yaratıcısını ve de O’nun hükümlerini inkar ederek- ortaya koyacağı
hayat sistemi elbette batıl olacak ve elbette her şeyi ilmiyle kuşatan hiçbir
noksanlığı olmayan yüceler yücesi Allah’ın kanunları yegâne, alternatifsiz doğrular
olacaktır). Allah’tan başkasının kanunlarına Kur’âni ifadeyle, “Cahiliyye
hükümleriyle hükmetme” denilmektedir. Burada Allah azze ve celle, kendi hükmü dışında geçerli veya hayırlı olabilecek
bir hükmün olmadığını açık ve kesin olarak bildirmiştir. [3]
Hastalıktan şifa, musibetten afiyet, rızık genişliği
vb. gibi ancak Allah’ın kâdir olduğu hususlarda ister Peygamber veya alim
olsun, ister salih bir kul olsun mahluklardan medet ummak ya da Allah’a yapılan
duâda onlara seslenip aracılar kılmak bu kabildendir. Zira onlar da duâyı yapan
gibi yaratan değil amellerini kesbeden kullardır. Şifa bulmak veya nazar
vs.’den korunmak için muska vb. şeyler edinmek te böyledir, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, “şüphesiz, muska ve temîmeler şirktir”
ve “Kim boynuna muska takarsa Allah ona
afiyet vermesin” buyurmuştur.[4]
Duâ ibadettir ve de tüm ibâdetler ancak Allah’a mahsus kılınmalıdır. Allah’a
ibâdette hiçbir şey, hiçbir kimse ortak edilemez,
“De ki:
ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, ilâh’ınızın sadece bir
ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih amel
yapsın ve Rabbine ibâdette hiçbir şeyi ortak koşmasın” (Kehf, 18/110)
“Allah’ı bırakıp
ta sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma. Eğer bunu yaparsan, o
taktirde sen mutlaka zalimlerden (müşriklerden) olursun” (Yûnus, 10/106). [5]
Genellikle amellerde ortaya çıkan ve kişinin
tümden Allah’a itaattan yüzçevirmesi, uzaklaşması şeklindeki şirktir. Amelini
dünyevî çıkarlar için yapan Allah’ın rızasını gözetmeyen kişi bu şirke düşmüş
olur, ki bu itikadî bir şirktir.
“Kim,
(yalnız) dünya hayatını ve onun zinetini istemekte ise, onların işlerinin karşılığını
orada onlara tam olarak veririz ve onlar orada hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte
onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir;
(dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir, halen yapmakta oldukları şeyler zaten
batıldır” (Hûd, 11/15-16). [6]
Başkasını Allah’ı sever gibi ya da O’ndan daha
fazla sevmekledir. Bu da şirktir. Sevgi ihlasla boyun eğmenin bir
göstergesidir.
“İnsanlardan
bazısı Allah’tan başkasını Allah’a (haşa) eşler ve benzerler edinir de onları,
Allah’ı sever gibi severler. İman edenler ise daha çok Allah’ı severler” (Bakara,
2/165). [7]
Birleşme anlamına gelen ittihâd sözcüğü ile de
dile getirilen hulûl inancı (Allah’ın -hâşâ!- kulda çözülmesi), tasavvufa
sonraları İran ve Hrıstiyan kültürleri ile yeniplatoncu felsefenin de
etkileriyle ve özellikle şii tarikatlar kanalıyla girdi. Aşırı şiiler, Allah’ın
önce Ali Radıyallahu anh’a sonra da
imamlara ve öteki şiâ ulularına hulûl ettiğini öne sürerler. Bu akımın önemli
temsilcilerinden olan (Ben İlâhım) sözünden dolayı idam edilen Hallâc-ı Mansûr,
tutkularına hakim olarak nefsini eğiten kimsenin insâni niteliklerden sıyrılarak
arınıp saflaşacağını, böylece Allah’ın o kula hulûl edeceğini savunur. Yaygınlaşan
ve geniş bir yandaş kitlesince benimsenen bu düşünceler İbn-i Arâbi’nin
sistematize ederek hararetle savunduğu Vahdeti Vücûd adı verilen tasavvuf akımının
kökleşmesine yol açtı. Bu inançla insan ve Allah’ın bir bütün (?!) olarak değerlendirildiği,
Allah’ın -hâşâ!- kulunda çözüleceği böylece aynı vasıflarla muttasıf olabileceği
öne sürülmüştür ki, bu da maalesef bir çok tarikat tarafından öğretilegelmiştir.[8]
Allah’ın Rububiyeti gereği O’na mahsus olan
kâinattaki tasarruf ve tedbiri bir takım salih kimselere nisbet etmek, onların
da bu hususta güç sahibi olduğuna inanmaktır. Bu salih insanların elbette diğer
insanlardan faziletli yanları olabilir ancak bu Allah’a mahsus olan vasıflara
nisbet edilmelerine varacak şekilde değildir. Peygamber de olsa bu böyledir.
Örneğin mutlak gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Dolayısıyla Allah’tan başkasının
gaybı bildiği iddiası kişiye, Allah adına bilmediği bir şeyi söylediği için
büyük bir sorumluluk getirir, sahibini küfre götürür (Allah korusun),
“...Eğer
gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık
dokunmazdı, ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim” (A’raf, 7/188).[9]
Allah’a ve ahirete olan iman zayıflığının veya
batıl inancın bir neticesi olarak kişinin; Allah’tan başkasının fayda ya da
zarar verebileceğine inanması, korkuda başkalarını Allah’a denk tutmasıdır. Beşeri
sistemlerin baskısından korkarak farzları terketmek de böyledir. Doğrusu insan
Allah’tan korkmalı ve bu korkusu onu daha fazla itaâta sevketmelidir.
Ancak yırtıcı
hayvanlardan veya bir zalimden korkmak gibi doğal korkuya gelince şer’an
mümkündür ve bu da şirk sayılmaz. Allahu Teâla, Musâ Aleyhisselâm’ı şu ayette bu tür bir korkuyla vasfetmiştir,
“...Etrafını
kollayarak, korkuyla oradan ayrıldı” (Kasas, 28/21). [10]
Tevekkül, sebepleri yerine getiren insanın,
Allah’ı vekil kılması, O’ndan işinde muvaffakiyet vermesini istemesi ve yalnız
O’na güvenmesidir,
“Sen,
ölümsüz ve dâima diri olan Allah’a tevekkül et...” (Furkân,25/ 58).
Bunun için Allah’tan başkasına veya sebeplere
tevekkül etmek caiz değildir.
Şirk olan tevekkül ise; Ancak Allah’ın kudreti
dahilinde olan şeylerde Allah’tan başkasına kalben tevekkül edip bağlanmaktır
veya Allah’tan başkasını rızık alıp veren olarak görmektir.
Küçük şirk konusuna geçmeden önce çokların
bilmeden düştüğü bazı önemli ve de hassas noktalara değinmekte yarar var,
bunlar;
Şifayı mutlak sûrette doktor veya ilaca bağlamak.
Din ve dünya işlerinde başarılı olmayı Allah’ın yardım ve izni olmaksızın yalnız
zekâ, gayret ve çalışmaya bağlamak. Kulların kanun, hüküm koyabileceklerine
dair inanış. Ölüm nedenlerini mutlak surette trafik kazalarına veya yanlış ilaç
kullanımına vs.’ye bağlamak vb. gibidir.
Bu izafetleri mutlak olarak yapmaktan çok sakınmalıdır. [11]
Küçük şirk, İslam dairesinden çıkarmayacağı gibi
tevhidin aslına da zarar vermez. Ancak bu tevhidin kemaline aykırıdır. Küçük şirk,
büyük şirke yol açan vesiledir. Bunun da bazı kısımları vardır. Bunların başlıca
olanlarını Allah’ın yardımıyla zikretmeye çalışacağız. [12]
Allah’tan başkasına yemin etmek gibi kişinin
lisanıyla işleyebileceği şirk türüdür. “..senin sayende”, “-Allah’tan başkası
için- hâkimler hâkimi” gibi sözler ve de kişiyi Abdu’n-nebî, Abdu’l-hüseyin
gibi isimlerle Allah’tan başkasının kulluğuna nisbet etmek bu kabildendir.
“Kur’an evliya çarpsın!”, “ekmek mushaf çarpsın!” vb. sözler de bu sınıftandır.
Bunların tümünden sakınmalıdır. [13]
Bazı şeyleri uğurlu yahut uğursuz saymak gibi
inanışlardır. Bazı hayvanları, kuşları veya günleri uğursuz saymak; uğursuz
olduğu inancıyla bazı şeyleri terk etmek, kahinlere gitmek onları tasdik etmek,
kayıp şeyleri bulmak üzere onlardan yardım istemek, fal bakmak veya baktırmak,
niyet çekmek, türbelere para atmak, ip bağlamak (itîkad edilmemesi koşuluyla!)
böyledir.
“...Sizin
uğursuzluğunuz sizinle beraberdir...” (Yâ’sîn, 36/19),
Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem, “Uğura inanmak
şirktir” buyurmuştur.[14]
Riyâ, şöhret sevgisi, bazı amelleriyle dünya ve
dünyalığı ahirete tercih edercesine arzu etmek gibi hususlar kalbî şirktir.
Bunu dört şekilde inceleyebiliriz;
1. Dünyevi bir menfaat sağlamak
için amel yapmaktır. Kişi, amelinin ecrini dünyada alır ahirette ise bir nasibi
yoktur. Bu da büyük şirktir.[15]
2. İnsanların hoşnutluğu
için yapılan Allah’ın azabından sakınma
hedefi güdülmeyen amellerdir.
3. Mal edinebilmek,
evlenebilmek için hacca gitmek, ganimet için cihâda gitmek veya makam elde etme
gayesiyle İslâmi ilimler okumak bu tür şirktendir. Burada da hedef Allah’ın rızası
değil, hevâ ve hevestir.
4. Başkalarının rızasının
gözetilmediği halde huşû ve takvâsızlıktan dolayı ifsad edilmiş amellerdir,
“... “Allah
ancak müttakîler (takvâ sahiplerin)’den kabul eder”” (Mâide, 5/27).
Bu amel de kişiye ahirette bir yarar sağlamaz. İyi
ve kötü amel birbirine karışmış, kötü olan galip gelmiştir.
Doğruluklarına kalben itikâd edilmesi halinde
bunlar büyük şirke dönüşür ki Allah azze ve celle hepimizi bunlara düşmekten
korusun (Âmin). [16]
İbn Abbâs Radıyallahu
anhümâ, “Allah ve sen dilersen” gibi bir sözün “Allah ve falanca dilerse”
anlamında olduğunu söylemiş ve bunun gizli şirk olduğunu belirtmiştir. Bu ifadenin
yerine “önce Allah, sonra da falanca dilerse” kullanılması gerekir. “Önce
Allah, sonra da senin sayende” demeli Allah’a hiçbir varlık denk tutulmamalıdır.
Buna düşen Yine “Allah’a ve sana
güveniyorum” değil, “önce Allah’a, sonra da sana güveniyorum” denmelidir. Zira
“ve” edatı eşitliği gerektirir. “Sonra” kullanarak derece farkını ispat etmek şarttır.
Allah Rasûlü Sallallahu
Aleyhi Vesellem, bunun keffâretini şöyle bildirmiştir,
“Kim Lât
ve Uzza’ya yemin ederse (hemen ardından) “Lâ İlâhe İll’allah” desin. Kim
arkadaşına, “Gel! bahis -iddialaşmak ve kumar- oynayalım derse, sadaka versin”[17]
Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem, her tür şirkten şu duâyla Allah’a sığınmamızı bizlere öğretmiştir,
“Rabbimiz,
bilerek sana ortak koşmaktan sana sığınırız, bilmediğimizden de bağışlanmamızı
dileriz”[18]
• Sihir: Kalp ve bedene hastalık,
ölüm vb. gibi fiziksel etkiler meydana getirebilen, eşlerin arasını açan ve
cinlerle küfre düşmeye karşılık işbirliği içinde bulunan kimselerin bazı muska,
üfürük, tılsım vs. ile yaptığı bir fiildir. Bu, ameli küfür olduğu gibi bu işlerle
uğraşanlar da kâfirdir.[19]
•
Kâhinlik:
Medyumluk olarak da isimlendirilen kehânet, geleceği bildirme iddiasıdır. Kâhin
veya medyum, Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği gaybî şeyleri, geleceği
bildiğini iddia eder ki, bu haliyle Allah’ı inkar ederek kafir olmuş olur.
Sözlerini doğrulayan da küfre düşer.[20]
• Sihri
çözmek:
Sihre maruz kalan kimseyi Allah’ın izniyle kurtarmak biri meşrû diğeri ise
haram olmak üzere iki yolla mümkündür:
a) Sihri, sihirle çözmek;
bu küçük küfürdür.
b) Sihri Kur’ân ve
Sünnette sabit olan duâları okuyarak (rukye ile) çözmektir ki, bu câizdir.
• Falcılık
ve astroloji:
Bazı yıldız ve burçları, yeryüzünde meydana gelen olaylara etkili kabul etmektir
ki, kişi isterse bunun Allah’ın izni’yle olabileceğine inansın şirktir.
Sahibini İslâmdan çıkarır.
Kur’ân’dan öğrendiğimiz kadarıyla yıldızların
yaratılma gayesi; gökyüzünü süslemek, yolcuların yollarını belirlemesi ve
“Mele-i A’la”yı dinlemeye kalkan şeytanların taşlanmasıdır. Ancak yıldız
hareketlerinin dünya olaylarıyla karşılaştırması yapılarak benzerlikler
bulunmaya gidilirse bu, tevhid akidesinin kemâline aykırı olmakla birlikte
sahibini küfre götürmeyen küçük şirk olur.
•
Nazarlıklar, muskalar: Mavi boncuk gibi ister belli vasıflardaki taşlar ve ayet,
hadis yazılı olsun kağıtlar birlikte değerlendirilirler. Çünkü bunlar konuya
delil teşkil edebilecek naslarda umûmen ele alınmıştır. Bunları iki şekilde
inceleyebiliriz,
a) Kur’an’dan olmayanlar: Nisbî veya küllî etkisine inanan büyük şirke düşer.
Maalesef bunların koruduğuna inanmak veya bir musibetten kurtulmayı bunlara bağlamak
vb. gibi çarpık inanışlar halk arasında yayılagelmiş, böylece fâsid itikadlara
zemin hazırlanmıştır. Bunlardan şiddetle sakınmalıdır.
b)
Kur’an’dan olanlar:
Mütekaddim ulemâdan muhtevanın yalnızca Kur’an ayetleri olması şartıyla bunun
câiz olduğuna dâir bazı rivâyetler söz konusu ise de asıl olan delillerin
umûmiliği nedeni ile bunun haram oluşudur. Bundan kaçınmalıdır.
• Okuma
(Rukye):
Kur’ân veya Sünnette yer alan; cin ibtilâsı vs. hastalara şifa için okunan
zikir ve duâların tümüne verilen addır.
Rukyenin meşrû olabilmesi için; a) Allah’tan başkasına güvenip ondan
medet ummak gibi haram şeyler içermemesi, b)
Mânasının anlaşılır olması, c)
Arapça olması (bilmeyen şifa için kendi dilinde duâda bulunur), d) Allah’ın izni olmadıkça şifanın hasıl
olmayacağına inanılması şeklinde bazı
kâideler vardır.
Şifa için bilezik, ip veya değişik vasıflardaki
taş vs. edinmek gibi mezkûr kâidelerin dışında olan rukye, haram olur.
Zarar ve yarar ancak Allah’ın izniyledir. Allah
bütün yaratılmışlar üzerinde tek kuvvet ve kudret sahibidir. Her kim böyle şeylerin
hayır ve şerre neden olduğuna inanırsa büyük şirke, bu yalnız bir şüpheden
ibaretse küçük şirke düşmüş olur.
Müslümanların bir çok fitne, felaket, belâya
maruz kalması, kanlarının ucuz olması, zillet içinde bulunmalarının başlıca
nedeni İslâm topraklarında maalesef her çeşidiyle yaygın olan şirkî unsurlardır.
Akidelerinin berraklığını gideren şirkî ögeler ve gerçek tevhid akidesinden yüz
çevirmelerinden dolayı Allah’ın üzerlerine boşalttığı türlü azaplara müstehak
olmuşlardır.
İslâm’dan olmadığı halde İslâm zannedilerek rağbet
gören bid’at ve hurafeler bunun vecîz bir göstergesidir. Oysa İslâm bunları ve
bunlara götüren yolları yıkıp tevhid akidesini ikâme etmeye gelmişti!..
Müslümanlar neredeyse kendilerinden önceki müşrik
kavimler gibi dinlerini oyun ve eğlece edinme tehlikesiyle karşı karşıya
geldiler.
Ölmüş salihleri yüceltmeye, onlar için kurban
kesmeye, duâlarında onlardan medet ummaya, kabirlerini bayram yerlerine çevirip
onları tavaf etmeye başladılar. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem’in, “Allah katında malukâtın en şerlileri”
olarak tanımladıkları kimseler gibi kabirleri ziyaret etmek için sefer eder,
oraları mescide çevirir ve onları takdis eder oldular!
Tüm bunlardan daha korkunç olan da, Allah’ın
indirdiğiyle hükmetmeyi terkettiler!.. Beşerî sistemlerle yaşar onları
destekler oldular. Onu sever ve savunur oldular! Her ne kadar değişik adlar
kullansalar da onlar gibi faiz yemeye başladılar!..
Bu acı tablo karşısında, vaziyetin derdini taşıyan
her müslümana, “Ey Rabbimiz! Bize yalnız Senin Hükümleri’nle yaşayabilmek için
gayret edeceğimiz bir basiret, bir güç ver. Bizleri şirkin her türlü kirinden,
tevhidin nûruyla temizle ve bizi dosdoğru yola ilet! Şüphesiz Sen her şeye gücü
yetensin!” diye yalvararak duâ silahına sarılmak ve “Bismillah!” demek düşer![21]
Şer’î ahkâmdan birisi de
tekfir meselesidir, yani birinin küfrüne hükmetmektir. Bir söz ve davranış için
nasıl delil olmaksızın şirk veya küfür hükmü verilemiyorsa, muayyen bir şahsın
tekfîrinde de bir takım şer’î kurallar vardır. Yine muayyen bir kişi kast
edilerek delilsiz onun irtidad (dinden dönmek) ettiğine hüküm vermek de
böyledir. Kişinin şahsı kastedilerek onun İslâmdan çıktığına veya küfrüne katî
olarak hükmetmek, çok sakıncalı ve tehlikesi büyük olan bir ameldir.
Tekfir ve ona mâni olan şartlarda değişik görüşler
öne sürülmüştür. Fiili tanımlama ve fâile hüküm vermede Şer’î delil doğrultusunda
hareket eden ve hakka bağlanma konusunda Rabb’lerinin kendilerine hidâyet ettiği
Ehl-i Sünnet ve’l Cemâat; bu konuda da Şer’î delilleri esas alarak fiilin
hükmünü, küfre götüren ya da götürmeyen şeyler olarak belirtmişler, asla bağlı
kalmışlardır. Yine aynı esaslar doğrultusunda kişinin şahsını tekfir etme ve
etmeme konusunda şartlar belirlemişlerdir. Bununla beraber “Aynî tekfir”i
(belli bir kişi hakkında kafir hükmü verme) imkansız görmenin aksine, bunun
ancak hâkim veya kadı tarafından gerçekleştirileceğini, onların yetkisi
dâhilinde olduğunu beyan etmişlerdir.
Aynı şekilde “Aynî tekfir”de gösterdikleri bu
titizliği umumun söz konusu olduğu zamanlarda da sürdürmüşlerdir. Ayrıca İslam’a
girdiğini izhar eden kimsenin müslüman olduğunda tereddüt etmemişlerdir.
Bilâkis, muhaliflerinin yaptıkları gibi nasları
(Şer’î delilleri) parçalarcasına karşı karşıya getirmeyip, her konuda sadece
hakka ittibâ etmişlerdir. [22]
a) Sözcük
olarak:
Örtmek, gizlemektir. Zırhını elbisesinin altına giyip örtene “Kad Kefera
der’ahu”, “zırhını gizledi” denilir. “Silahını kuşanıp gizlenen adam” denildiği
gibi. Hakkın gizlenmesi söz konusu olduğu için imânın zıt anlamlısı olan küfür
kelimesi kullanılmıştır.
b) Terim
olarak:
Küfür; İslam terminolojisinde, kendisi olmadan imânın tamam olmayacağı şeyi
inkâr etmektir. Bilinmesi zorunlu, kat’iyet ifâde eden farz veya haram olan bir
hükmü inkâr etmek, şehâdet kelimesinin (Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü
enne Muhammede’n-Abdûhu ve Rasûluhu) delâlet ettiği mânâyı inkâr etmek gibi
küfürdür. Meselâ namazın farziyetini ya da fâizin haramlığını inkâr etmek gibi.
Şer’î delillerde küfür sözcüğü bazen “İslâm’dan
çıkartan”, bazen de “İslam’dan çıkartmayan ameller” gibi iki manaya delâlet
eder. Dolayısıyla imânın olduğu gibi küfrün de dereceleri, şubeleri vardır.
Usûlden olan bir şeyin inkarında küfrü gerektiren ve kâfirlerin özelliklerinden
olan hasletler vardır. [23]
Ebedî Cehenneme götüren, imândan eden; kendisi
olmadan imânın tamam olmayacağı esasları veya onlardan herhangi birini inkâr
etmektir. Beş kısma ayrılan büyük küfür itikâdî, sözle ya da davranışla
olabilir. Bu kısımlar[24];
Peygamberlerin yalancılığına, gerçeği olduğundan
farklı gösterdiklerine itikât etmek ve onların Allah Celle Celalühü’nün helal
ve haram kıldığının aksine emir ve nehiyde bulundukları gibi boş iddiaları
savunmak, kabul etmek bu sınıftandır. Buna Allahu Teâla’nın:
“Allah’a
karşı yalan uydurandan veya kendine gelen hakkı yalanlayandan daha zâlim kim
olabilir? Kâfirlerin sanki Cehennemde barınacak yeri mi yok?” (Ankebut, 29/68)
âyeti celîlesi işâret etmektedir. [25]
“Onlara; ‘Sana rezil ve bayağı kişiler tâbi olmuşken biz sana imân eder miyiz?’
dediler” (Şuâra, 26/111) âyetinde Allahu Teâla’nın Nuh Aleyhisselâm’la
ilgili olarak bildirdiği gibi; Hak ehlini, kibirle hakir görmelerinden dolayı aşağılayarak
Peygamberin getirmiş olduğunun hak olduğunu bildikleri halde uymaya râzı
olmamak, yüz çevirmek şeklinde ortaya çıkan küfürdür.
İblis küfrünü Allah’ın emri’ni inkârdan ziyâde;
kibir ve itatten yüz çevirme şeklinde ortaya koymuştur. Geçmiş ümmetlerin çoğu
böylece inkâr edip yüz çevirmişlerdir. “...
Siz de bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz...” (İbrahim, 14/10) âyetinde olduğu gibi. Bunların kıssalarını Allahu
Teâla bizlere bildirmektedir. [26]
Kendisinden istenilen; Peygamberin getirdiğine şeksiz,
şüphesiz yakîn içinde ittibâ etmek olduğu halde, tereddüt edip ne yalanlaması,
ne de tasdik etmesi olmadan vuku bulan küfür şeklidir. Kim Peygamberin getirdiği
Hakk’ın aksi olabileceğine itikat ederse, bu şüphesi onu küfre düşürmüş olur. [27]
Tasdik veya yalanlama olmadan Peygamber’den (ya
da O’nun getirdiği Hak’tan) kulak ve kalbini çevirmesi, O’nu dost edinmemekle
beraber, düşmanlık da beslememesi; ancak dinlemekten de kaçınmasıdır. Böylece
Hakkı terkeder, amel etmediği gibi öğrenmez de. Ve Hakk’ın söz konusu olduğu
yerlerden de kaçar. İşte bu şekildeki yüz çevirmesiyle küfre düşmektedir. [28]
Bu da kişinin görünüşte Peygambere uyduğunu
ortaya koymakla beraber, kalben O’na karşı çıkması, inkar etmesidir. İmânını
izhar edip küfrünü gizlemektedir. Allahu Teâla onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Bir kısım
insanlar vardır ki: ‘Biz Allah’a ve ahiret gününe imân ettik’ derler. Halbuki
onlar, mü’min değillerdir” (Bakara, 2/8)
İnançta ve amelde olmak üzere nifâk iki çeşittir[29]:
O, küfrünü kalbinde gizleyerek imânı dili ve
organlarıyla ortaya koymaktır. Sahibi ise Cehennemin en alt tabakasına
gireceklerdendir. Zirâ o, Allah’ın göndermiş olduğu Hakkın tamamını ya da bir kısmını
yalanlamış ve Rasûlü’nün temiz dini’nin üstün gelmesini çirkin bulmuş, yine o
Rasûlün ortaya koyduğu Hakkın tamamını ya da bir kısmını yalanlamak ve benzeri
küfrî amellerde bulunmak suretiyle inkâra gitmiş, kâfir olmuştur. [30]
Bir amelin Şeriat’e muhâlif olarak yapılmasıyla
ortaya çıkan nifak şeklidir ki, sahibi İslâm’dan çıkmış olmaz. Örneğin konuştuğunda
yalan söylemek sözünde durmamak, emânete hiyânet etmek, anlaşmazlık halinde aşırı
gitmek ve anlaşma yaptığında onu bozmak vb.
Buraya kadar kendisiyle kulun kâfir olacağı
durumlar zikredildi. Ancak daha iyi anlaşılması için büyük küfrü üçe ayırarak
misaller verebiliriz[31]:
Başlıcaları aşağıdaki şekiller olmakla beraber
daha fazla sebepleri vardır:
• Allah’ın varlığında ve birliğinde şüphe etmek.
• Allah Rasûlü Aleyhi’s-Salâtû Vesselâm’ın Peygamberliğinde ya da son Peygamber
olduğunda şüphe etmek.
• Sâbit olduğu tartışılmaz olan; ahiret günü,
Cennet, Cehennem, sevap, cezâ, cin, melekler ya da isrâ, mîraç gibi kavramlarda
şüphe etmek.
• Kur’ân’dan, bir harf de olsa inkâr etmek ya da
O’nda fazlalık olduğuna inanmak.
• İslam Şeriatı dışında başka bir düzeni (kısmen
de olsa) kabul etmek ve onun insanlığın yararına olduğuna itikad etmek,
inanmak.
• Allahu Teâla’nın kullarına hulul ettiğine
(girdiğine) inanmak ve O’na (hâşâ!) ortağı, eşi veya çocuğu olduğu şeklinde
kesinlikle münezzeh olduğu sıfatları isnat etmek (Allah korusun!).
• Beş vakit namaz, zekât ve bunun gibi dinen
bilinmesi katî olan şeylerin vucubiyetini inkâr etmek.
• Dinde helal olduğu katî olarak bilinen; alış-veriş,
nikâh gibi konuların haram olduğuna ya da haksız yere adam öldürme, zinâ ve
faiz gibi haramlığı kati olan şeylerin helal olduğuna itikat etmek.
• Allahu Teâla’nın; bildirmesiyle kendisini
mükellef kıldığı bir konuda Peygamberin onu gizlediğine ya da müslümanlardan
bazısına bildirip diğerlerine bildirmediğine itikat etmek.
• Ne olursa olsun Peygamberlerden birini ya da
onlardan sabit olan herhangi bir şeyi yalanlamak. [32]
Bazı misaller verelim:
• Allah Teâla’dan başkasına secde etmek.
• Kur’ân-ı Kerim’i ya da Hadis-i Şeriflerin yazılı
bulunduğu kağıtları pisliklere atmak.
• Evliya ve sâlihlerin kabirlerinde tavaf vs.
yapmak. [33]
• Allahu Teâlâ’ya, Peygamberlerinden birine ya
da İslam dinine sövmek.
• Zorluk ve sıkıntılı anlarda bunu gidermesi
için kabir ehli evliya ve salîh kimselere yalvarıp onlardan medet ummak (batıl
olan tevessül).
• Kur’ân-ı Kerim’le ya da O’ndan herhangi bir
ayetle alay etmek, Rasûlullah’ı alaya almak, ya da Allah azze ve celle’nin isimlerinden biriyle de olsa eğlenmek, Cenneti,
Cehennemi vb. konuları hafife almak. Örneğin:
“Allah bana Cenneti verse girmem”, “Bu konuda
bana Enbiyâlar ya da Peygamberler şahitlik etseler, şahitliklerini kabul
etmem”, “Namaza başladığımdan beri hiç hayır görmedim” vb. gibi insanların
dillerindeki bu sözler küfre götürmektedir. Özellikle zamanımızda çocukların
dilinde dolaşan böylesine ilginç sözleri maalesef engelleyen çoğu defa
bulunmamaktadır.
Yukarıda sayılan şeyleri şakayla da olsa
söylemek alaya almak, eğlenmek; küçümsemek (tahkir) hafife almak (istihfâf)
olduğundan kişiyi mürted (dinden çıkmış) yapar. O halde kendisinden bu tip
sözler sadır olan kimse derhal tevbe edip, Kelime-i Şehâdet getirmeli, ayrıca
pişmanlık duyup bir daha böylesine korkunç hataya kesinlikle düşmemeye azim ve
gayret göstermeli, bu böylece bilinmelidir. [34]
Bu, kâmil müslüman olabilmek için mutlaka
gerekli olan şeylerin inkârıdır. Öyle ki, o şey olmadan kâmil müslüman olmak
mümkün olamaz. Bu tür küfürde kişi Cehenneme müstehak olur; ancak orada ebedî
kalmaz. Bu bütün mâsiyetleri de kapsar. Nasıl tâat ve ibâdetler imân olarak
tesmiye olursa, aynı şekilde mâsiyetler de küfür olarak isimlendirilir. Bu
duruma düşen hakikatta olmasa da hükmen müslüman olarak kalır. Bunlardan kaçınmaya
şiddetle gayret göstermeli, Allah’tan bizleri hak üzere sabit eylemesini niyaz
etmeliyiz. Bir çok çeşidi olan bu küfür hallerinden bazıları[35]:
Bu, nimeti inkâr ya da o nimeti Allah’tan başkasına
nisbet ederek ortaya çıkan küfürdür. Bu gibi kimseler hakkında Allahu Teâla: “Onlar, Allah’ın nimetlerini bilir, fakat
inkar ederler. Onların çoğu kâfirdir” (Nahl, 16/83) buyurmaktadır.
Kişinin “Ben bu varlığımı atalarımdan miras aldım”,
“Falanca olmasaydı böyle olmazdı” demesi gibi. Bu gibi sözleri birçok insandan
duyarız. Onlar bu nimetleri ihsan edenin Allah Celle Celalûhü olduğunu bildikleri halde O’na hamd etmemekte ve
nimetleri saydıkları kimselere nisbet etmektedirler. Çocuklara Abdulharis
(Haris’in kulu), AbdurResûl (Peygamber’in kulu) gibi isimler koymak da
böyledir. Zirâ onu yaratan Allah Celle
Celalûhu olduğu halde, O’nun kulu olduğu halde başkasının kulu olarak izâfe
yapılmaktadır. [36]
Aynı şekilde temizlenmeden önce hayızlı
mahremiyle ilişkide bulunması da böyledir.
Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem: “Her
kim tersten (makattan) ya da hayızlıyla ilişkide bulunursa, Muhammed’e
indirileni inkâr etmiştir.” buyurmaktadır.[37]
Resûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem: “Müslümana sövmek
fısk, onunla savaşmak küfürdür”[38]
ve “Benden sonra birbirlerinin boynunu
vuran kâfirler olmayın”[39]
buyurmuştur.
Buna düşen müslümanlar imânlarını
kaybetmedikleri için, İmamların ittifâkıyla dinden çıkmaz. Zirâ Allahu Teâla: “Eğer
müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa, aralarını bulup barıştırın. Eğer
onladan biri, diğerine saldırmaya devam ederse, saldıran taraf Allah’ın hükmüne
dönünceye kadar onlarla savaşın...” (Hucurât, 49/9) buyurmaktadır. [40]
“Her kim
Allah’tan başkası adına yemin ederse şirke ve küfre düşmüştür”[41]
Hadisi şerifinin küçük küfre delâlet ettiğini
belirten Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat, aynı şekilde bu duruma düşen kişinin İslam’dan
çıkmayacağı görüşü üzerindedir. [42]
Allah’ın huzuruna çıkarılacağını (likâ) bildiği
halde, bazı konularda Allah’ın indirmiş olduğu hakkın dışında hüküm vermesi de
onu milletten çıkarmayacağı gibi, küçük küfre düşürür. Ancak her kim Allah’ın
kullarına olan hükmünü ilğa (ortadan kaldırmak) eder, tağutların hükmüyle O’nu
değiştirir ve bunu helal görürse, işte o milletten çıkaran büyük küfre düşmüş
olur.
Küçük küfrün birçok çeşidi olup belli bir sınırı
yoktur. Zira ameli olup büyük küfürden olmayan, fakat küfür sözcüğü kullanılan
her bir iş küçük küfürdür. Bu hale düşen kimseye “amelî kâfir” denildiği gibi,
büyük küfre düşen de “itikâdî kâfir” olmuştur. Başta zikrettiğimiz gibi
müslüman bu sayılanların hepsinden kaçınıp, dinini öğrenmesi yolunda sahih
kaynaklara başvurup, Allah’tan onu hak üzere sâbit kılmasını niyaz etmesi lâzımdır,
ta ki Allahu Teala’nın insan için takdir ettiği şerefe ulaşsın. Hidâyet yalnızca
Allah’tandır.
Bir de kişinin büyük küfre girdiği birtakım haller
vardır ki, buna rağmen küfrüne hükmedilmemektedir:
• Kasıtsız olarak, dil sürçmesiyle küfre götüren
bir söz söylemesi; irâdesi dışında olduğundan, sahibi kâfir olmamaktadır.
• Uyumak, bayılmak veya sarhoşluk gibi aklın
aktivitesini giderecek konumda iken, sâdır olan küfrî amel veya sözler de kişiyi
küfre düşürür.
• Kalbi imanla mamur olduğu halde ölüm vb. gibi şeylerle
hakikaten tehdit edilip, küfre zorlanan (ikrah) kimseden ortaya çıkan ve küfre
delâlet eden bir haraket de onu kâfir yapmaz. Çünkü o kimse hakkında Allahu
Teâla;
“Kalbi
imanla mamur olduğu halde, inkâra zorlanan hariç,...” (Nahl, 16/106)
buyurmaktadır.
Ancak kendisinde küfre götüren bir davranış olup
da bunu şaka, eğlence olsun diye yaptığını söyleyen kimse zahiren ve batınen
(içinden ve dışından) küfre düşmüş olur: Ciddi de olsa, şaka da olsa
kendisinden küfrî davranışlar sadır olan kâfirdir. Bu konuda cahille
(cehaletinden böyle bir davranışta bulunan ile), şaka yapan aynıdır. Allahu
Teâlâ;
“Onlara
(münâfıklara) niçin alay ettiklerini sorsan: ‘Yemin olsun ki biz, lafa dalmış eğleniyorduk’
derler. Onlara de ki: “Allah ile âyetleri ve Peygamberiyle mi alay ediyordunuz?”
(Tevbe, 9/65) buyurmaktadır. [43]
Müslümanı tekfir konusu hassas ve tehlikeli bir
konudur. İmkan oldukça bundan kaçınmak ve delilsiz olarak bu yola girmemek
gerekir. Zirâ küfürle itham olunan zât buna lâyıksa yerinde olur, ama lâyık değilse
küfür hükmü, o ithâmı yapan kimseye döner. Bundan dolayı bu konu tehlikelidir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem:
“İnsan kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse,
ikisinden biri bu sözle uçuruma gider” buyurmuştur.[44]
Tekfir konusunda, küfrü gerektiren davranış ile;
o davranış kendisinden sadır olan kimseyi ayrı değerlendirmek gerekmektedir.
Kendisinde küfrî bir davranış ortaya çıkan kimsenin (doğrudan) kâfir olması
gerekmediği gibi, davranışın küfrü gerektirmesiyle, kişinin kendisi
kastedilerek kafir hükmü verilmesinin ayrı şeyler olduğunu açıklamak gerekir.
Meselâ: Allah’ın her yerde olduğunu, Kelâmullah’ın (Kur’ân) yaratılmış olduğunu
söylemek veya Allahu Teâla’nın ilâhi sıfatlarını nefyetmek küfürdür. İşte bu,
söz ya da amelin küfür olduğunu açıklama bâbındandır. Ancak söz konusu muayyen
bir kişi olursa, küfrüne hüküm vermede tevakkuf etmek, durmak ve küfürle itham
etmemek gerekir. Ta ki, ona gerçekler beyân edilsin, çünkü o nassları yanlış
anlamış, hadisin sahih olduğunu bilmemiş ya da te’vilci olabileceği gibi,
nassların anlaşılmasında mütemekkin ve ehil olmayabilir, câhil olabilir.
Münakaşa ve hüccet ikame (delil sunulması) olup
bu konuda kişinin tavrı şüpheye mahal vermeden ortaya çıktıktan sonra, konu değişir.
Çünkü bilgisizce te’vil yapan ve yanılgı içinde olan kimseyle, fâcir ve inatçı
kimse bir değildir.
Câhil ve benzeri insanların küfrüne hükmetmek,
onların rahatça anlayabilecekleri bir seviyede, şekilde deliller sunulup, izah
yapılmadan mümkün değildir, ta ki o delilleri kavrayıp anlasınlar. Özetle icma
ile küfür olduğu sabit olan sözlerde hüküm, “o sözün küfür içerdiği” yolunda olup,
onu her söyleyenin de kâfir olacağı anlamı çıkmaz; küfrüne açıkça hüküm vermek
için delil gösterip hakkında yeterli şartların olmasına dikkat edilmesi
gereklidir. Bu hiçbir zaman unutulmamalıdır. [45]
Tekfir ve diğer konularda olduğu gibi, fırkalar
arasında Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat yine orta yolu bulmuştur.
Tekfir meselesi Allah ve Rasûlü’nün yegâne yetki
sahibi olduğu bir konu olup, Allah ve Rasûlü’nün tekfir ettiklerinin dışında
kimse kâfir olamaz.
Birisinin küfrüne hüküm verecek olan kimse Allah
hakkında bilmediği bir sözü söylemekten korkarak defâlarca daha yavaş ve dikkat
ile hareket etmesi gerekir.
Ehl-i Sünnet Ve’l Cemâatin yegâne kaynağı
Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Nebeviyye ve Selef-i Salihîn’in anlayışıdır.
Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat kıble ehlinden kimsenin
küfrüne; delil getirmeden, onu hakka yöneltmeden, gerçekleri açıklayıp bozuk
zihinleri kuşatmış olan şüpheleri izâle etmeden hüküm vermemiştir. Bundan sonra
kişi, ısrar edip bulunduğu küfür ve nifaktan vazgeçmezse, bunun tedavi olması
gerekir. O da Şeriat’ın mürtedlerle ilgili olan hükmünü uygulamaktır. Yani
tevbe etmesi istenir, reddederse kâfir ve mürted olarak had uygulanır,
öldürülür. Ancak bu hadler İslam Devleti tarafından mahkeme kararıyla
uygulanabilir.
Tekfir, şiddetle kaçınılması gereken bir
konudur. Özellikle cehâletin arttığı günümüzde, İslâma hizmet etmenin yolu
insanları tekfir etmek değil onların da Allah’ın bizlere nasip ettiği hidâyet
nimetine erişmeleri için güzellikle davette bulunmaktır. Bugün her zamankinden
daha çok kaynaşmaya ihtiyacımız vardır. Bu yüzden Nebevî ahlakla zinetlenmiş
birer davetçi olmalıyız. Herkesin nefretini üzerinde toplayan ve kendinden başkasını
müslüman tanımayan “Hâricî” zihniyetiyle bu davaya hayır değil, ancak fitne
tohumları serpilir...
Gayretimizin, rızasına uygun olmasını ancak
Allah’tan dileriz. Şüphesiz bu yalnız O’ndan istenir ve O buna “Kâdir”dir, gücü
yetendir. [46]
[1] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[2] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[3] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[4] Sahihtir,
Tirmîzi.
[5] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[6] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[7] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[8] Bk.
Vahdeti Vucûd/Aliyü’l- Kâri, B. Larousse.
Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[9] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[10] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[11] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[12] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[13] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[14] Müslim.
Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[15] Bkz.
“Niyet ve Gayede Şirk”
[16] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[17] Buhari, Müslim.
[18] Sahihtir,
Ahmed.
Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[19] Bkz.
Bakara: 2/102.
[20] Bkz.
Tasarrufta Şirk.
[21] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[22] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[23] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[24] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[25] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[26] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[27] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[28] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[29] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[30] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[31] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[32] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[33] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[34] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[35] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[36] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[37] Sahihtir.
Ebu Dâvud.
Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[38] Buhari.
[39] Buhari,
Müslim.
[40] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[41] Sahihtir.
Ebu Dâvud.
[42] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[43] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[44] Buhari,
Müslim.
Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[45] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.
[46] Abdullah
Yolcu, Şirk, Küfür ve Çeşitleri, Guraba Yayınları El Broşürleri.