KUR'AN'A YÖNELİRKEN.. 3

Başlarken. 3

Saadet Asrından Günümüze Kuranı Kerim.. 3

1 . Kitabı Parçalara Ayırmak. 4

2 . Hükmü Çarpıtmaya Çalışmak. 5

3. Hükmü Aleyhlerine Görerek Karşı Çıkmak. 6

4. Hükmü Gizlemek. 6

5 . Kitabı Terketmek. 7

Sonuç. 8

Kuran-I Kerim Nedir?. 8

1. Allah'ın İndirdiği Bir Kitap'tir 8

2. Azizdir 8

3. Zikirdir 9

4. Nurdur 9

5. İnzar Edici, Uyarıp-Korkutucu Bir Kitap'tır 9

6. Hidayet Ve Rahmettir 9

7. Mübindir (Apaçık ve Aşikardır) 9

8. Burhandır (Delil, Hüccet Ve Kesin Kanıttır) 10

9. Mufassaldır 10

10.  Çelişkisiz Bir Kitap'tır 10

11. Basairdir 10

12. Beyandır 10

13. Hezl, Şaka Değildir 10

14. Değişmez Ve Değiştirilemez Bir Kitap'tır 11

15. Hak Ve Güncel Bir Kitap'tır 11

16. Hüküm Ve Hikmettir 11

17. Tebliğdir 11

18. Furkandır 11

19. Diğer Kitaplardaki Hakkı Doğrulayan, Tasdik Ve Teyid Eden Bir Kitap'tır 11

20.  Hayırdır 12

21. Şifadır 12

22. Müjdedir 12

Kur'an-I Kerım'ın Indırılış Gayesi 12

1. İnsanlara Dünlerim, Bugünlerini Ve Yarınlarını Bildirmek İçin. 13

2. İnzar Etmek, Uyarıp-Korkutmak İçin. 14

3. Hak İle Batılı Ayırmak İçin. 15

4. İhtilafları Sonuçlandırmak İçin. 15

5. Zulmetten Nura Çıkarmak İçin. 15

6. Sırat-I Müstakime Ulaştırmak İçin. 16

7. Kendisiyle Hükme Dilmesi İçin. 16

8. Kendisine Tabi Olunup, Yaşanması İçin. 17

9. Allah Adına Sorumluluk Yüklemek İçin. 17

10. Mü'minlere Veli Olması İçin. 17

11. Ferdi Ve Toplumsal Hastalıklara Şifa, Fertlere Ve Toplumlara Rahmet Olması İçin  17

12. Sakınanlara Ve Sakınacak Olanlara Hayır Olması İçin. 17

13. İslam'ın İlgi Sahasındaki Her Sahada Kesin Kanıt Olması İçin. 18

14. Kıyamete Kadar Bütün Kitaplardak I Hakkı Doğrulamak, Tasdik Ve Teyid Etmek İçin  18

15. Mü'minlerin İmanını Arttırmak İçin. 18

16, Mü'minlerin Kalplerini Yatıştırmak, Mutmainle Ştirmek İçin. 19

17. Mucize Olması İçin. 19

18. Örnek Ve İbret Alınması İçin. 19

19. Mü'min Ve Müslimleri Müjdelemek İçin. 20

20. İman Edilmesi İçin. 20

Kur'an-I Kerim'den Faydalanabilme Şartları 21

1. Allah'ın Adıyla Gereği Gibi Okumak Ve Dinlemek. 21

2. Allah'a Dua Ve Tevekkül Etmek. 23

3. Kitab'a Bir Bütün Olarak Yaklaşmak. 24

4. İlahi Hitabın Yakınlığını İdrak Etmek. 27

5. İlahi Vahye Muhatap Olmanın Sorumluluğunu Duymak. 28

6. Vahye Karşı Hiçbir Kuşku Duymamak. 29

7. Düşünmek, Akletmek. 30

8. İman Ve Teslimiyet 32

9. İlahi Vahye Ters Düşmekten Sakınmak, Muttaki Olmak. 33

10. Söyleyeni Ve Söyleneni Dikkate Almak. 35

Kuran-I Kerimle İlgili Bazı Güncel Sorular 36

1. Arapça Bilmemek, İlahi Mesajı Anlamaya Engel Midir?. 36

2. Kur'an Ve Sünnet, Ayrılmaz Bir Bütün Müdür?. 41

3. Tefsirlerden Faydalanmak. 42

4. Peyderpey İndirilmesi Ve Nüzul Sırasını Dikkate Almak. 43

Kur'an-I Kerim Araştırmalarında Program Ve Metod. 44


KUR'AN'A YÖNELİRKEN

 

Başlarken

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve biz­leri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (c.c)'a mahsus­tur.

Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetince sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Mukammed Mustafa'ya, aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.

Bilmiyorum, sizlerin de dikkatini çekti miri  Eric Van Danikan isimli bir sapığın yazdığı "Tanrıların arabaları " isimli kitap, dünyada satış re­korları kırmıştır. Uzaylıların dünyaya geldikleri ütop­yasını savunmaya çalışan, bazı tarihi ve coğrafî olu­şumları kendi fantazisine göre yorumlayan bu sapığa, dünya kamuoyunda  önemli bir ilgi gösterilmişi.

Batıl zanlara karşı varsayımlardan, hak ve haki­kate karşı ise yoksayımlardan hareket edilerek yazılan ve hiçbir ilme dayanmayan bu mesnetsiz kitap insan­ların oldukça ilgisini çekmiştir.

Mesnetsiz bir kitaba böyle bir ilgi gösterildiğine göre, bu sapığın elinde geçerli bir mesnet, mesela uzaylılannd) kendisine verdikleri bir parça göktaşı veya yüksek teknikte hazırlanmış bir eşya olsaydı, bu adama yaklaşım herhalde çok daha farklı olurdu.

Adam elindeki mesneti ileriye sürerek.,

İşte bu elimdeki cihaz, uzaylıların varlığına ke­sin  kanıttır.   Çünkü  hiçbir insan,   dünyadaki hiçbir teknoloji  bunu yapamaz. Diğer elimdeki kitap  ise uzaylıların dünyaya verdikleri mesajdır., deseydi, her­halde bu kitabı dünyada okumayan kalmazdı.

Herkes merak eder, herkes okumak isterdi uzaylıların mesajını!.

Fakat aynı dünya insanlarının karşısına, bir eli­nize Kur'an-ı Kerim'i ve bir elinize de ufak bir taşı alarak çıksanız ve bütün dünya insanlarına.,

Elimde gördüğünüz şu küçücük taş, yegane Ya­ratıcı olan Allah'ın varlığına kesin kanıttır.   Çünkü hiçbir insan, dünyadaki hiçbir teknoloji bunu yarata­maz. Diğer elimdeki Kitap ise, bu Yaratıcı 'nın dünya insanlarına verdiği mesajdır.,  deseniz,  acaba herkes bu mesajı merak eder ve herkes bu mesajı okumak is­ter miydi?

Batıl bir ütopya olan uzaylıların mesajına göste­rilebilecek ilgi, alemlerin yaratıcısının Kitab'ına karşı gösterilir miydi?

Ne gariptir ki hayır!.

Peki nedendir.?

Birçok şeye merakla yönelen dünya insanları, alemlerin Yaratıcısı olan Allah (c.c.)'ın mesajına ne­den aynı merakla yönetmiyorlar?

Bu konuda gayrimüslimlerin Kur'an-ı Kerim'e karşı ilgisizliğinden önce, çok daha tuhaf olan müslümanların ilgisizliklerini sorgulamamız gerekmez mi? Çünkü müslümanlar veya müslüman olduklarını id­dia edenler dahi, Kur'an-ı Kerime karşı göstermeleri gereken ilginin ne yazık ki oldukça uzağında değiller mü.

İnsanların hal ve davranışlarıyla ilgili birçok ne­deni merak eden ve anlayabilen bizler, bunun, bu ilgi­sizliğin nedenini gerçekten yeterince anlayamıyoruz.

"Nasıl olur?"

"insanlar kendilerini ve bütün alemleri yaratan Allah (c.c.)'ın Kitab'ına karşı nasıl böyle ilgisiz olabi­lirler?" soruları, bizlerde yankılanmasına rağmen, açıkça ve yeterince cevaplandırabildİğimiz sorular de­ğildir. Fakat yine de her şer, her kötü yaklaşımda ol­duğu gibi, bu yaklaşımda da şeytan ve dostlarının önemli bir fonksiyonu olduğu açıktır. Nitekim evrensel olan İlahi gerçekleri kapsayan Kur'an-ı Kerim gibi eş­siz bir Kitap, şeytani otoritelere bağımlı basin-yayın faaliyetleri tarafından bütün dünya insanlarına "Pa­muk prenses ve yedi cüceler" gibi eskimiş ve masalım­sı bir Kitap olarak empoze edilmektedir!.

Sonuç olarak nedeni veya nedenleri ne olursa ol­sun, kendilerini İslam'a nisbet eden geniş kitleler de dahil olmak üzere dünya insanları Kurandan ve Kur'an'ın mesajından uzaklaştırılmıştır. Bu kitap ça­lışmasında,   bütün bir insanlığın her zaman  ve her mekanda  muhtaç olduğu  Kur'an-ı Kerim gerçeğine dikkat çekmek,  bu yüce Kitab'ı aslına uygun olarak tanımak ve tanıtmak istiyoruz.

Böylesi  bir  amaç   istikametinde   hazırladığımız

"Kurana Yönelirken" isimli bu kitap çalışması, bizim kanaatimize göre günümüz insanlarının faydalanabilecekleri değerli bir çalışmadır. Tabi ki bu çalışmaya değer katan gerçekler, işlediğimiz konulardaki önemi­ne binaen dikkatlerinize sunduğumuz ve oldukça yo­ğun olan ayet-i kerimelerdir.

Kur'an-ı Kerimin sahibine hamd, bu yüce Kitab'ı sahiplenerek yaşayanlara selam ediyoruz..

Mehmed ALAGAŞ Nisan/1992

 

Saadet Asrından Günümüze Kuranı Kerim

 

"Ondört asır önceki en önemli olay nedir?" sorusuna verilecek en kısa cevap, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesi ve Kur'an-ı Kerim'in indi­rilmesidir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) yeryüzündeki kullarına merhamet etmiş ve İlahi hitabıyla muhatap aldığı bütün bir insanlığı, yanlışlardan doğruya, kötülüklerden iyiliğe, zulümden adalete, batıldan hakka ve hakikate davet etmiştir. Bu İlahi davetin ne derece etkin olduğu ise, vahiy öncesi ve vahiy sonrası dönemleri arasındaki muhteşem farklılıkta görül­mektedir. İlahi vahye muhatap olan ve bu hitaba teslim olan insanlar, en kısa ifadesiyle zilletten izzete hicret eden ve bu hicretle kemale ulaşan insanlardır.

İnsanlar üzerindeki bu muhteşem farkın, bu muhte­şem değişimin en önemli nedeni, hiç şüphesiz ki Efendi­miz (s.a.v.) den önce İlahi vahiydir. Zaten ahlakı "Kuran ahlakı" olan Resulullah (s.a.v.)'i de değiştiren, kendisini ke­mal bir mertebeye ulaştıran en önemli etken, şanı yüce Rabbimizin kelamı olan İlahi vahiydir. Saadet asrındaki insanların tüm değişimlerini, onurlu kimliklerle izzetli yaşamlara kavuşmalarını, nasıl ki bu İn­sanların İlahi vahye bağlılıklarımla açıklıyabiyorsak; daha sonraki dönemlerde gözlenen bütün yozlaşmaların, bütün gerilemelerin nedenini de, bu insanların İlahi vahiyden uzaklaşmaİarıyla açıkhyabiliriz.

Çünkü biliyor ve iman ediyoruz ki İlahi vahiy kendisi­ne bağlanan bütün insanları ileriye, ilerinin ve ilericiliğin en kemal noktasına ulaştırmaktadır. Nitekim 20. asırda yaşarken 21. asrı dikkate alarak değil, 14. asırda yaşar­ken kıyameti ve ahireti dikkate alarak ilericiliğin en kemal noktasına ulaşan insanlar, İlahi vahyin zaman ve mekan konusundaki engin boyutunu idrak eden müslümanlardır.

Kur'an-ı Kerim kendisine yeterince yönelen, kendisi­ne teslim olan müslümanları, kesinlikle ve kesinlikle ihtilaf­lara veya olumsuz durumlara sürükleyebilecek bir Kitap değildir. İslam tarihinde gördüğümüz bazı ihtilaflarda, ihti­lafa düşen taraflar, kendi görüşlerine Kur'an-ı Kerim'den mesnet getiriyorlarsa; taraflardan birisi veya her ikisi, mut­laka ve mutlaka Kur'an-ı Kerim'i eksik veya yanlış anla­maktadır.

Ondört asırdır Kur'an-ı Kerim'in harf ve lafız olarak tahrif edilememiş olması, müslümanların ondört asır bo­yunca Kur'an-ı Kerim gerçeğiyle birarada yaşadıklarına işa­ret değildir. Kur'an-ı Kerim Rabbimiz tarafından korunma­mış olsaydı, hiçbir şüpheniz olmasın ki bugün ellerimizde birbiriyle çelişen birçok Kur'an olurdu. Ondört asırdır Efendimiz (s.a.v,)'e nisbet edilen batıl görüşler, Kur'an-ı Kerim'e de nisbet edilir, b'irçok hadis kitabında kendisine yer bulan iftiralar, korunmasız olan Kur'an'da da kendisine yer bulabilirdi. Ne var ki şeytan ve dostları, İlahi koruma altındaki Kur'an-î Kerim'e uzanamamışlar ve bu yüce Kitab'ı tahrif edememişlerdir.

Şeytan ve dostlarının Kur'an-ı Kerim'in tahrifatına yö­nelik yaklaşımları, genellikle Kur'an'ın yaşantıya yönelik boyutlarında olmuştur. Kur'an-ı Kerim berrak bir Kitap olarak ondört asır boyunca müslümanların arasında veya erişebilecekleri bir yerde olmasına karşın, pratik anlamda müslümanların yaşantısından gün be gün uzaklaşmıştır.

Ehl-i Kitab'ın kendilerine verilen İlahi Kitap'lara yöne­lik batıl yaklaşımları, benzer boyutlarda müslümanlar arasında, da meydana gelmiştir. Bunlardan bazısına kısa baş­lıklar halinde değinmemiz, günümüz müslümanlannın aynı yanılgılardan sakınabilmeleri için yararlı olabilecektir.,

 

1 . Kitabı Parçalara Ayırmak

 

Bektaşilere nisbet edilen bir kıssa vardır. Bektaşinin birisi "İçkiliyken namaza yaklaşmayınız" buyruğunun sadece "Namaza yaklaşmayınız" kısmını alarak, İlahi buyruk gereği namaz kılmadığım savunurmuş!. Bu zihniye­tin günümüzdeki açık bir tezahürü ise özellikle bazı.resmi din görevlilerinde gözükmektedir. "Sizden olan ulul emre itaat edin" buyruğunun "Sizden olan" kısmını gözardı ederek "Ulul emre yani emir sahiplerine itaat edin" di­yen bu satılmışlar, müslümanları tağuti otoritelere itaate ve kafirlerin velayetini kabule davet etmektedirler!.

Müslümanlar için kara mizah konusu olan bu gibi yaklaşımlar, ne yazık ki farklı boyutlarda hem geçmiş ve hem de günümüz rnüslumanlarında da bulunmaktadır. Müslümanların tarihini incelediğimiz zaman, bektaşi kıssa­sında veya günümüzdeki resmi din anlayışında olduğu gibi ayet-i kerimeye karşı bölücü yaklaşım olmasa da, Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğüne karşı birçok bölücü yaklaşımlarda bulunulmuştur.

Bu gibi batıl yaklaşımlar fırka veya grup taassubun­dan kaynaklandığı gibi, siyasi otoritelerden de kaynaklan­mıştır. Fırka veya grup taassubunda olanlar, kendi görüşle­rini destekleyen ayetleri ön plana çıkarıp, birçok ayet-i kerimeyi gözardı ederlerken; siyasi otoritelerin tesirinde kalan veya bunlann güdümünde olan kimseler ise mevcut siyasi otoritenin rengine göre Kur'an-i Kerim'e yaklaşmış­lar ve bazı ayetleri bayraklaştirmalannın yanısıra birçok ayet-i kerimeyi gözardı etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de bölü­cü yaklaşımlarla ilgili olarak, şu ayet-i kerimeler zikredil­mektedir.

Hani sizden "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbi­rinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye kesin söz al­mıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hala da şahidlik etmektesiniz.

Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve, düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde de onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü in­kar mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların ce­zası, dünya hayatında aşağılık olmaktan başka değil­dir: kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildi?:

işte bunlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azablan hafifletilmez ve kendilerine yardım da edilmez.[1]

Parça ayırıcılarına indirdiğimiz gibi,

Ki onlar Kur'an'ı parça-parça kıldılar.[2]

Ancak onlar, işlerini kendi aralarında (farklı) ki-tablar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.[3]

AyeH kerimelerde de beyan edildiği gibi Kitab'a kar­şı bölücü yaklaşım demek, Kitab'ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmamak veya Kitab'ın bir kısmına teslim olup, bir kısmına teslim olmamak demektir. Herhangi bir insan veya herhangi bir grup, Kur'an-ı Kerim'ın yansını veya bir bölümünü değil, bir ayet-i kerimesini dahi 'bilerek gözardı etse, Kur'an-ı Kerim'e bölücü yaklaşanların durumuna düş­mektedir.

Kur'an-ı Kerim'e karşı bölücü yaklaşımların geçmişten günümüze birçok örneklerini görebilmsmiz mümkündür. Asr-ı saadet döneminden sonra rahatça gözlemleyebilece­ğimiz ilk olay, Kur'an-ı Kerim'in İslam devletiyle ilgili siyasi yönünün peyderpey gözardı edilmesidir. Tabi ki bunun önemli bir nedeni, devletin din kontrolünden çıkıp, dinin devlet kontrolüne girmesidir. Çünkü asrı saadet dönemin­deki din vakıası, devletin üzerinde ve devlete vaziyet eden bir vakıa olmasına rağmen, daha sonraki dönemlerde din deviete değil, devlet dine müdahit bir konuma getirilmiştir.

Dinin devlete yeterince müdahil olmaması, devleti zulme sürüklediği ve dini, devlet gücünden uzaklaştırdığı gibi; devletin dine müdahalesi ise, dinin kısırlaşmasına ve yozlaşmasına neden olmuştur. Nitekim bizlere miras ola­rak intikal eden geleneksel fıkıhta, İslam'ın siyasi yönüne yok denilebilecek kadar az yer verilmesi, İslam gerçeğinin uzun asırlardır siyasi otoritelerin baskısı altında olduğuna açık bir delildir. Abdest suyunun yüzlerce halini dikkate alan ve bu hususlaıda yüzlerce görüş ileri süren birçok din adamı, her nedense siyasi otoritelerin birçok İcraatlarına karşı genel bir suskunluğu tercih etmişlerdir. Kur'an-ı Ke­rim müslümanların nasıl ve kimler tarafından idare edildi­ğine, devlet yapısının hangi esaslara göre teşekkül ettiği­ne, abdest suyundan çok daha fazla Önem vermesine rağmen; Kur'an-ı Kerim'İn bu önemli boyutu, ne yazık ki uzun asırlardır gözardı edilmiştir.

Fırka veya grup taassubuyla Kur'an-ı Kerime bölücü yaklaşımların örnekleri ise müşahhas bir şekilde zamanımızda da gözükmektedir. Bir grup, iman ayetlerinin siyasi olmayan bölümüne önem verip, gündemlerine sadece bu ayet-i kerimeleri getirirlerken, diğer gruplar ise sadece si­yasi, ekonomik veya ahlaki ayet kerimelere önem ver­mekte ve Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünü gözardı etmekte­dirler.

Müslümanların bölünmesinde Önemli bir neden olan bu gibi gruplara vaziyet eden bölücü alimler(!), günümüz müslümanlan için hiç şüphesiz ki bölücü eşkiyadan daha tehlikelidirler..

 

2 . Hükmü Çarpıtmaya Çalışmak

 

İlahi mesajın insanlar tarafından anlaşılması çağlara göre değişebilen bir hadisedir. Kur'an-ı Kerim lafız olarak .. aynı kalmasına ve sonraki dönemlere aynı lafızla intikal et­mesine rağmen, bu İlahi kelamın insanlara verdiği anlam­larda Önemli değişiklikler olmuştur. İlahi mesajın İlahi anla­mım tahrif edenler, hiç şüphesiz ki bu mesajın, İlahi anlamından rahatsız olan şeytan ve dostlarıdır. Nitekim onlar Kur'an-ı Kerimden duydukları bu rahatsızlığı, Kur'an-ı Kerim nazil olurken şöyle dile getirmişlerdir.

Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi ola­rak değiştirmem, benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime is­yan edersem, kuşkusuz ben, büyük günün azabından korkarım.[4]

"Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiş­tir" diyenler, İlahi kelamın İlahi manasından rahatsız olan­lardır. İlahi kelamın değiştirilmesine ilişkin bu teklifleri red­dedildiği için, lafzını değiştiremedikleri İlahi kelamın, batıl tevil ve yorumlarla manasını değiştirmeye çalışmışlardır. Nitekim geçmiş tarihteki Yahudiler de, İlahi kelama karşı bu batıl yaklaşımda bulunan kimselerdir.,

Onlardan zulme sapanlar, sözü kendilerine söyle­nenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulme sapmaları dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azab' indirdik.[5]

İlahi kelamın manasına İlişkin yapılan bu tahrifatlar, şeytan ve dostları tarafından yapıldığı gibi, yeterli ilmi olmayan veya fırka taassubuna kapılan kimseler tarafından da yapılmıştır. Nitekim bazı ayet-i kerimelerin iki ayrı fırka­ya göre yorumu veya açıklanması, ayet-i kerimler aynı ol­masına rağmen birbiriyle çelişen açıklamalardır. Kur'an-ı Kerim'de hiçbir çelişkinin olmadığını dikkate alırsak, bu çe­lişkili açıklamalarda bulunan taraflardan birisi veya her ikisi mutlaka ve mutlaka Ailah'm ayetlerini gerçek manasından çarpıtmaktadırlar. Oysa bütün müslümanlar bu konuda önemle uyarılmakta ve böylesi yönelişlerde bulunanlar tehdit edilmektedir,

Bizim ayetlerimiz konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar, öyleyse ateşin içine bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz dilediğinizi yapın. Çünkü O, yapmakta oldukları­nızı gerçekten görendir.[6]

İlahi gerçeklerin çarpıtılmasına ilişkin yaşadığımız toplum''an birçok örnekler vermemiz mümkündür. Mese­leye sosyal bir örnek verecek olursak, mesela güzel bir gerçeği ifade eden "Hay'dan gelen, Hu'ya gider" özdeyişi vardır. Hay ve Hu, Allah (c.c.)'ın birer ismi olduğu için bu özdeyişin manası, "Dönüş Ailah'adtr" gerçeğinin bir başka ifadesi olan "Allah'tan gelen, Allah'a gider" şeklindedir. Fa­kat ne var ki bu sözün yaşadığımız toplumdaki yozlaşmış manası "Hampadan (bedavadan) gelen, hampaya gider" şeklindedir.

Bir gerçeği ifade eden bu özdeyişin manasında yapı­lan açık tahrifat, Kur'an-i Kerim'de bulunan birçok ayet kerimeye karşı da yapılmaktadır.

Bu hususta çok açık ve canlı örnekler görmek isti­yorsanız, yaşadığımız coğrafyadaki siyasi otoriteye bağımlı din adamlanna, tağutun hükümlerini korkuyla kutsayan sa­pık hocalara, devlet ve hükümetle ilgili bazı ayet-i kerimelerin manasını sormanız yeterli olacaktır.

Allah'ın hükümlerini nasıl çarpıtmaya çalıştıklarını gö­recek ve yüzlerine tükürmemek için kendinizi zor tutacaksınız.

 

3. Hükmü Aleyhlerine Görerek Karşı Çıkmak

 

İyi niyetli olmalanna rağmen kötüyü tanımayan bazı kimselerin aklına şu soru gelebilecektir.,

"Doğruyu, gerçeği, güzeli ve adaleti ifade eden Al­lah'ın ayetlerinden, kimler, neden rahatsız olsunlar ki?."

Neden olacak ki!

Haksız çıkar sahipleri, İlahi hükümler çıkarlarına do­kunduğu için rahatsızlık duymaktadırlar!.

Doğruya göre yanlış, güzele göre çirkin, hakka göre batıl, adalete göre zulüm olan çıkar ve menfaatlerine düşkün bütün müstekbirler, bu çıkarlannı reddeden İlahi haki­katlerden rahatsızlık duymaktadırlar. Çünkü İlahi hüküm­ler, bu kimseleri yaptıkları kötülüklerden nehyetmekte ve bununla beraber yapmadıkları iyilikleri İse emretmektedir.,

Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik.

Ancak o, sarp olan yokuşa göğüs germedi.

Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir?

Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)ür;

Ya da açlık gününde doyurmaktır.

Yakın olan bir yetimi,

Veya sürünen bir yoksulu.[7]

Bu ayet-i kerimelerde zikredilen eylemleri dikkate alırsak, dünya müstekbirierinin neden telaşa kapıldıklarını anlayabiliriz. Çünkü beyan edilen bu İlahi gerçeklerde, insanları köleleştiren müstekbirlerden, insanlan köleleştirmek bir yana, kölelere Özgürlük vermeleri, açlık ve kıtlık günlerini bayram günleri olarak kabul eden ve bu kıtlık günlerinde karaborsa ile mallarına mal katan müstekbirlerden, böylesi günlerde yetimlere ve yok­sullara yardım etmeleri istenmektedir!.

Fiyatlar düşer endişesiyle bolluk günlerinde dahi Al­lah'ın nimetlerini denize döken müstekbir zihniyetinden, kıtlık günlerinde böyle bir teslimiyeti beklemek tabi ki zor­dur. Nitekim böylesi adi zihniyetlere sahip olan kimseler, siyasi veya ekonomik çıkarlarına dokunan İlahi bir hüküm­le karşılaştıklan vakit, kuyruklarına basılan köpekier gibi feryat etmektedirler.

Zaten geçmiş tarihte peygamberlere ve peygamberi davetlere karşı çıkılması da, genelde bu nedenledir.,

Andolsun, Biz İsrailoğullarından kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Onlara ne za­man nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir pey­gamber geldiyse, bir bölümünü yalanladılar, bir bölü­münü de öldürdüler.[8]

Halkında müslüman olan ülkelerde yaşayan, siyasi veya ekonomik çıkarlar için müslüman gözüken münafık­lar da, Kur'an-ı Kerime pazarlıkçı bir mantıkla yaklaşan kimselerdir. Kendi menfaatlerine destek olarak yorumladıkları ayet-i kerimelere koşar adım yaklaşırlarken, aleyhle­rine olan bütün ayet-i kerimelerden yine koşar adım uzak­laşırlar. ,

Aralarında hükmetmesi için onlar Allah'a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz çevirir.

Eğer hak onların lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.[9]

"Alacaklarına karşı kartal, borçlarına karşı kör karga" tabiri, sanki bu münafıklar için söylenmiştir!. Nitekim İlahi hükümlere karşı çıkanlar, İlahi hükümleri çarpıtmak ve değiştirmek isteyenler, işte bunlar, bu sapıklardır.

 

4. Hükmü Gizlemek

 

Kitab'ı parçalara ayırmak başlığında belirttiğimiz yak­laşımların doğal bir neticesi olan bu durum, özellikle siyasi iktidarlara bağlı din adamianndan kaynaklanan bir durum­dur.

Din adına görüş beyan etmeyi veya fetva vermeyi bir geçim vasıtası kabul eden bu kimseler, bağlı olduklan siyasi iktidarların çıkarlarına dokunan ayet-i kerimeleri ve İlahi hükümleri büyük bir ustalıkla gizlemektedirler.,

Allah'ın indirdiği Kitab'tan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir karşılığı) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başka­sı değildir. Allah da kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acıklı bir azab da vardır.

Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar.[10]

Halkında müslüman olan ülkelerde hakkın ortaya çık­masını istemeyen siyasi iktidarlar, neye iman ettiğini bil­meyen ve bedeli ucuz olan din adamlannı açık teklif ve gizli tehdit yoluyla satın alarak hakkı gizlemişlerdir. Mesela yaşadığımız coğrafyada bazı camilere giden birçok insan, genelde aynı konulan içeren vaazlarla, hutbelerle karşılaşmaktadır. Nitekim Ödemiş'te karşılaştığım ve konuştuğum bir insan bana şunları söylemişti.,

Mehmed efendi!. Bizim caminin hocası gerçekten keramet ehli!. Son bir yıldır gittiğim bütün cuma namazlarında, vaaz vermek için Kur'an-ı Kerim'i açıyor ve hep aynı sahifeler, aynı ayet-i kerimeler denk geliyor. Bunun bir hikmeti olmalı değil mi?

Tabi ki bu gibi olaylarda hikmeti değil, insanların içi­ne düştüğü zilleti aramak gerekir! Aslında böylesi din adamlarının elinde Kur'an-ı Kerim büyük bir yüktür. Vaaz ve hutbelerde dile getirdikleri bazı ayet-i kerimeleri küçük bir kitapçık halinde bastırsalar, bunlar için yeterli olacaktır. Halka açıklayamadıkları ayet-i kerimeleri neden bastınyor-lar, niye israfa giriyorlar ki!.

Siyasi otoritelerin haksız çıkarlan uğruna hak ve ger­çeği gizleyen kimselerde, İmandan bir kırıntı, küçük bir iz var ise; aşağıdaki ayet-i kerimeleri tekrar tekrar okumaları ve biraz da olsa kendilerine gelmeleri gerekmektedir.,

Hani kendilerine Kitab verilenlerden: "Onu mut­laka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyecek­siniz" diye kesin söz almıştı. Fakat onlar, bunu arka­larına attılar ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne kötüdür.[11]

Ey Kitab ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor ve siz de bildiğiniz halde hakkı gizliyorsunuz?[12]

Gerçek, apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve in­sanlar için Kitab'ta açıkladığımız hidayeti gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de la­net ediciler lanet eder.[13]

İnsanlara iletiimesi gereken hak ve hakikati onlardan gizlemeye çalışmak,hiç şüphesiz ki Allah'a gizli kalan bir mesele değildir.

Nitekim Allah'ın ayetlerini, rahmet ve hidayetini gizleyenler, gizledikleri rahmetten mahrum kalacaklardır..

 

5 . Kitabı Terketmek

 

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen aşağıdaki ayet, Resulullah (s.a.v.)'e ümmet olduklarını iddia eden bütün insanların endişeyle okumalan ve düşünmeleri gereken bir ayet-i ke­rimedir, ,

Ve peygamber dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim , bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir Kitab) olarak bıraktılar.[14]

Acaba Efendimiz (s.a.v.) de, kendisine ümmet olduk­larını iddia eden birçok kavmi, birçok topluluğu işaret ederek.,

Ya Rabbi! Bana ümmet olduklarını iddia eden bun­lar, Kur'an-ı Kerim'i terkedilmiş bir Kitap olarak bıraktılar., diyecek mi?

Tabi ki, tabi ki diyecek!

Çünkü müslüman olduklannı iddia etmelerine rağ­men uzun yıllardır Kur'an-ı Kerim'i rafa kaldıran, Kur'an-ı Kerim ile hiçbir ilişkileri bulunmayan insanlar, toplumlar, devletler, hükümetler yok mu?

Bunlar Kur'an-ı Kerim'i ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini terkeden insanlar, terkeden toplumlar değil mi?

Kitab'ı terketme vakıası, halkında müslüman olan ül­kelerde öylesine vahim boyutlara ulaşmıştır ki, bu durum hiç yadırgan mamakta ve hatta gayet doğal bir durum ola­rak anlaşılmaktadır!.

Mesela Türkiye coğrafyasında yaşayan ve müslüman olduklarını iddia eden resmi veya gayriresmi birçok insana "Kur'an-ı Kerim'i okuyor ve Allah'ın hükümlerini dikkate alıyor musunuz?" dediğinizde, şaşırmaktalar ve "Kardeşim ben hoca değilim ki, Kur'an-ı Kerim'i niye okuyayım!" di­yebilmektedirler!. Kur'an-ı Kerim'le herhangi bir ilgileri bu­lunmayan bu şaşkınların "Hoca" derken kastettikleri insan­lar ise, genel olarak halkı din adına aldatan bel'amlardır.

Netice olarak birçok coğrafyada yaşanan Kitab'ı ter­ketme vakıası bazılanmıza şiddetli bir vakıa gibi gelse de, Kur'an-ı Kerime karşı diğer batıl yaklaşımlarla mukayese edildiğinde, zarar boyutunda pasif bir yaklaşımdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'i ellerinden düşürmeyen bel'amları ve diğer din tüccarlarını dikkate aldığımızda.

"Keşke bunlar da Kur'an-ı Kerim'i terketseler,

Kur'an-ı Kerime o pis ellerini sürmeseier.." düşünce­sine kapılıyoruz..

 

Sonuç

 

Saadet asrından günümüze Kur'an-ı Kerime yönelik bu batıl yaklaşımları kısaca değerlendirdikten sonra, günümüzde nelerden sakınmamız gerektiği de kısmi bir açıklık kazanmıştır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Asr-ı saadet dönemi­ni saadetli kılan gerçek, hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim gerçeğidir. Günümüz müslüman lannm da tekrar böyle bir döneme, böyle bir saadete ulaşabilmeleri, Kur'an-ı Kerime saadet asrının müslümanlan gibi yönelmeleriyie mümkün olacaktır.

Saadet asnndaki seçkin müslümanlar,

Kur'an-ı Kerim'in ne olduğunu, neden indirildiğini ve Kur'an-ı Kerim'den nasıl faydalanabileceklerini bi­len müslümanlardı. Kur'an-ı Kerim gerçeğine bu kutlu müslümanlar gibi yaklaşmamız, hiç kuşkusuz bizleri de içinde bulunduğumuz birçok olumsuzluktan kurtaracak ve özlem duyduğumuz kimliklere yaklaştıracaktır.

Netice olarak bütün bunlann gerçekleşebilmesi için Kur'an-ı Kerim'i aslına uygun olarak yeniden tanımamız ve bu tertemiz kaynağa, bu tertemiz Kitaba anndınlmış bir bilinçle yaklaşmamız gerekmektedir. Dolayısıyie "Kur'an-ı Kerim nedir, niye indirilmiştir ve Kur'an-ı Kerim'den fayda­lanabilme şartlan nelerdir?." gibi sorular, Özenle ve dikkat­le cevaplandırmamız gereken sorulardır.

"Kur'an-ı Kerim nedir?" ve "Niye indirilmiştir?" sorula­rını, bu kitap çalışmasının hacmini büyütmemek için konuyla ilgili ayet-i kerimeleri zikrederek kısaca cevaplandıra­cağız. Tabi ki bu cevaplar, mesele hakkında genel bir izlenim edinebilmek için yeterli olmasına rağmen, yine de sizlerin konularla ilgili ayet-i kerimeleri düşünerek genişle­tebileceğiniz cevaplardır.

Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilme şartlarını ise bu konudaki yanılgilan gözönüne alarak, biraz daha geniş bir çerçevede değerlendireceğiz.

 

Kuran-I Kerim Nedir?

 

"Kur'an-ı Kerim nedir?" sorusu, bazı kimseler tarafın­dan yadırganabilecek gereksiz bir sorudur. Oysa Kurana yönelen veya yönelmek isteyen bütün insanlar için "Kur'an-ı Kerim nedir?" sorusu, sorulması gereken Rabba­ni bir sorudur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde bu soru muhatap alınmakta ve bu soruya birbirini bütünleyen değişik cevaplar verilmektedir. Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde Kur'an'm ne olup/ne olmadı­ğını beyan ederek, bilinmesi gereken bu konuya dikkatimi­zi çekmektedir.

Kur'an-ı Kerim'in ne olduğunu yeterince bilmeyen bir kimsenin, bu yüce Kitap'tan yeterince faydalanabilmesi tabi ki mümkün değildir. Öncelikle Kur'an-ı Kerim'in ne olup/ne olmadığını bilmeleri gerekir ki, Kur'an-ı Kerim'i el­lerine aldıkları zaman ne ile muhatap olduklarını ve ne okuduklarını idrak edebilsinler.

Bu sorulan en açık bir şekiide cevaplayan yegane kaynak Kur'an-ı Kerim olduğu için, yine Kur'an-ı Kerime yönelecek ve sadece konuyla ilgili ayet-i kerimeleri vererek meseleye kısa bir açklık getireceğiz.,

 

1. Allah'ın İndirdiği Bir Kitap'tir

 

Kur'an-ı Kerim hataya veya yanlışa düşebilecek olan herhangi bir yaratılmışın değil, herşeyi yaratan ve herşeyi hakkıyle bilen Allah (c.c.) katından ve O'nun izniyle indiri­len bir Kitap'tır.,

Allah'tan başka bir hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[15]

Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak o, önündekileri doğrulayan ve Kitab'ı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, alemlerin Rabbindendir.[16]

Batıl, ona önünden de ardından da gelemez. (Çünkü Kur'an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen (Allah)tan indirilmedir.[17]

 

2. Azizdir

 

Kur'an-i Kerim her harfiyle, her ayetiyle, her süresiy­le aziz olan; eleştirilerek çürütülmesi, geçersiz kılınması, mağlup edilmesi mümkün olmayan izzetli bir Kitap'tır.,

Şüphesiz, kendilerine zikir gelince ona (karşı) küfre sapanlar (ateşin içinde bırakılırlar); oysa o, aziz (şerefi yüksek, üstün) bir Kitab'dır.[18]

 

3. Zikirdir

 

Tüm dünya insanlanna kendileriyle ilgili olarak açık­lanması, bildirilmesi ve hatırlatılması gereken gerçekleri, bildiren ve hatırlatan bir Kitap'tır.,

Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitab indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız?[19]

Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.[20]

Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikir (öğüt, hatırlat­ma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değil­dir.[21]

 

4. Nurdur

 

Kur'an-ı Kerim zulümden ve zulmün karanlığından en ufak bir gölge taşımayan, aydınlanması ve aydınlatılması gereken herşeyi kendi hakikati ile aydınlatan bir Kitap'tır.,

Ey insanlar, Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur (Kur'an) indir­dik.[22]

Ey Kitab Ehli, Kitab lan gizlemekte olduklarını­zın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Ki­tab da geldi.[23]

 

5. İnzar Edici, Uyarıp-Korkutucu Bir Kitap'tır

 

Bütün bir insanlığı uyanlması gereken meselelerde uyaran, korkutulması gereken meselelerde korkutan bir Kitap'tır.,

Alemlere uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.[24]

Bundan önce de bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı var. Bu da zulmedenleri uya-rıp-korkutmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde ol­mak üzere, (kendinden önceki Kitab'ları) doğrulayıcı ve arapça bir dil ile olan bir Kitab'dır.[25]

 

6. Hidayet Ve Rahmettir

 

Kendisine inananları ve kendisine uyanları doğru yola ileten, müminler ve müsîimler için rahmet olan bir Kitap'tır.,

Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de kılavuz (yol gösterici) olan bir Kitab'dır.[26]

Allah, rızasına uyanları bununla (Kur'anla) kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle ka­ranlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltipiletir.[27]

Ve gerçekten o (Kur an), müminler için bir hida­yet ve bir rahmettir.[28]

Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayetlerdir, kesin bir bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.[29]

 

7. Mübindir (Apaçık ve Aşikardır)

 

Bütün bir insanlığa gönderilen Kur'an-ı Kerim, bu in­sanların anlayabileceği açıklıkta mesajlar içeren ve işaret ettiği herşeye aynı açıklığı getiren aşikar bir Kitaptır.,

Ey Kitab Ehli, Kitab'tan gizlemekte olduklarını­zın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Ki­tab da geldi.[30]

Apaçık olan Kitab'a andolsun;[31]

Allah'tan başka bir hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[32]

 

8. Burhandır (Delil, Hüccet Ve Kesin Kanıttır)

 

İslam'ın ilgi sahasındaki bütün meselelerde, çürütülmesi ve reddedilmesi mümkün olmayan sağlam bir hüccet, kesin bir kanıttır.,

Ey insanlar, Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur (Kur'an) indir­dik.[33]

De ki: "2n 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip-iletirdi.[34]

Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesin kanıt (burhan)ınızı getirin, işte benimle birlik­te olanların zikri (Kitab'ı) ve benden öncekilerin de zikri." Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz çevirmektedirler.[35]

Onların sana getirdikleri hiç bir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel açıklama tarzı­nı getirmiş olmayalım.[36]

 

9. Mufassaldır

 

Kuran-ı Kerim, birçok meseleye sadece bir yerde de­ğinen ve sadece orada açıklık getiren bir Kitap değildir. Herhangi bir meseleye muhtelif yerlerde değinen ve aynı meseleye değişik yerlerde, değişik boyutlardan fasıllar ve bölümler halinde açıklık getiren bir Kitap'tır.,

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahih­leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden önceki­lerin doğrulayıcısı, her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıkla­ması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.[37]

Bilen bir kavim için, ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça Kur'an olan Kitab'dır;[38]

 

10.  Çelişkisiz Bir Kitap'tır

 

Kendi bütünlüğünde yüzlerce meseleye değinen ve bu meselelere açıklık getiren Kur'an-ı Kerim, meselelere yaklaşımında, gözettiği maslahatlarda, beyan ettiği görüşlerde kesinlikle ve kesinlikle ihtilafa düşmeyen, birbirine aykırı olmayan çelişkisiz bir Kitaptır.,

Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşku­suz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bu­lacaklardı.[39]

 

11. Basairdir

 

Kur'an-ı Kerim herkes tarafından görülebilen ve gö­rülmesi gereken şeyleri apaçık bir şekilde ortaya koyarak gösteren Kitap'tır.,

Bu (Kur'an), insanlar için basiret (görülebilecek ayet)lerdir, kesin bir bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.[40]

 

12. Beyandır

 

İnsanlara iletilmesi ve açıklanması gereken bütün ger­çekleri yeterince ve gerektiği gibi açıklayan, apaçık bir Kitap'tır.,

Elif, Lam, Ra, (Bu,) Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve her şeyden ha­berdar bulunan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab'tır.[41]

 

13. Hezl, Şaka Değildir

 

Kur'an-ı Kerim, insanlar tarafından ciddiye alınmaya­cak bir latife, gülümsenebilecek bir şaka değildir., O (Kur'an), bir şaka değildir.[42]

 

14. Değişmez Ve Değiştirilemez Bir Kitap'tır

 

Herhangi bir kişi, herhangi bir parti veya herhangi bir devlet tarafından, sözleri ve hükümleri değiştirilebilecek bir Kitap değildir.,

Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır, O'nun sözlerini değişti­rebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.[43]

 

15. Hak Ve Güncel Bir Kitap'tır

 

Kur'an-ı Kerim tüm dünya insanları için her zamanda ve her mekanda güncel olan bir Kitaptır. Zamanımızdaki insanlar için geçmişte indirilmesine rağmen, hem geçmiş­ten, hem günümüzden ve hem de gelecekten bahseden evrensel boyutuyla, geçmişe nisbet edilebilecek masalımsı bir Kitap değildir.,

Ona ayetlerimiz okunduğu zaman: "Geçmişlerin uydurma-masallarıdır" dedi.[44]

 

16. Hüküm Ve Hikmettir

 

Kur'an-ı Kerim bazılarının zannettiği gibi sadece hik­met veya beşeri kanun kitaplannda olduğu gibi sadece hü­küm değil; hüküm ile hikmetin bir arada olduğu, hikmetin­de hüküm, hükmünde hikmet olan eşsiz bir Kitap'tır.,

Hiç şüphesiz o, bizim katımızda olan Ana Ki­taptadır; çok yücedir, hüküm ve hikmet doludur. Bunlar hikmetli Kitab'ın ayetleridir.[45]

 

17. Tebliğdir

 

Kur'an-ı Kerim insanlara ulaştırılması, insanlara iletil­mesi, insanlara bildirilmesi gereken bütün gerçekleri tebliğ eden ve tebliğ edilmesi gereken bir Kitap'tır.,

İşte bu (Kur'an) uyarılıp-korkutulsunlar, gerçek­ten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahihleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip'duyurma (bir belağ) dır.[46]

Biz onların neler söylemekte olduklarını daha iyi biliriz ve sen onların üzerinde bir zorba da değilsin; şu halde, Benim kesin uyarımdan korkanlara Kur'an ile öğüt ver.[47]

 

18. Furkandır

 

Furkan yani ayırdedici olan Kur'an-ı Kerim, hakkı ba­tıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden, iyiyi kötüden ayıran bir Kitap'tır.,

Alemlere uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir. Hiç şüphesiz o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür.[48]

 

19. Diğer Kitaplardaki Hakkı Doğrulayan, Tasdik Ve Teyid Eden Bir Kitap'tır

 

Kur'an-ı Kerim, din adına ileri sürülen geçmişteki ve günümüzdeki bütün kitaplarda bulunan hakkı ve gerçeği tasdik ederek doğrulayan, teyid ederek kuvvetlendiren bir Kitap'tır.,

Ey kendilerine Kitab verilenler birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adam­larını (o gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel, yanınızdakini doğrula­yıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Al­lah'ın emri yapılagelmiştir.[49]

Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak o, önündekileri doğrulayan ve Kitab 'ı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, allmlerin Rabbindendir,[50]

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahib-leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden Önceki­lerin doğrulayıcısı, her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıkla­ması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.[51]

 

20.  Hayırdır

 

Allah'ın azabından sakınan ve sakınacak olan bütün mü'minler, bütün müslümanlar için başlı başına hayır olan bir Kitap'tır.,

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davra­nışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahihlerinin yurdu ne güzel­dir.[52]

 

21. Şifadır

 

Kur'an-ı Kerim müsîümanlar için ferdi ve toplumsal bütün dertlere derman, bütün hastalıklara şifa olan bir Kitap'tır.,

Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet geldi.[53]

Kurandan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını arttırmaz.[54]

 

22. Müjdedir

 

Kur'an-ı Kerim'in insanları davet ettiği yol, bütün in­sanlar için cennet yoludur. Kur'an-ı Kerim insanlan bu yola davet etmekte ve davetine icabet eden bütün insanlan ("Ya çıkarsa" ihtimaSine bağlı olan safsatalarla değil) kesin­kes var olan cennet gerçeği ile müjdelemektedir.,

Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerinde bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üze­rinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.[55]

De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslü­manlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indir­miştir.[56]

Bundan önce de bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı var. Bu da zulmedenleri uya­rıp-korkutmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde ol­mak üzere, (kendinden önceki Kitab'ları) doğrulayıcı ve arapça bir dil ile olan bir Kitab'dır.[57]

Kur'an-ı Kerim'in ne olduğunu/ne olmadığını açıkla­yan bu gerçekleri dikkate almadan Kur'an-ı Kerim'e yönelenier, netice olarak ne olduğunu bilmedikleri İlahi mesajın oldukça uzağında kalacaklardır.

"Kur'an-ı Kerim nedir?" sorusunu, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu gerçekleri dikkate alarak kısaca cevaplan dırdığımız zaman, hiç şüphesiz ki nasıl bir Kitaba yöneldi­ğimizi ve nasıl bir Kitap ile muhatap olduğumuzu daha iyi anlamış olacağız.

 

Kur'an-I Kerım'ın Indırılış Gayesi

 

Kuran gerçeğini tanımakla ilgili olarak cevaplandır­mamız gereken ikinci soru, Kur'an-ı Kerim'in indiriliş gaye­sidir.

Kur'an-ı Kerim'in indiriliş gayesi nedir?

Tabi ki bu soru da nefs ve nevamızdan sorduğumuz bir soru değildir. Çünkü müslümanlar olarak sormamız ge­reken Rabbani sorulan öğreneceğimiz öncelikli kaynak, Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'de sorusu zikredilerek veya zikredilmeyerek beyan edilen her cevap, bizler tara­fından dikkate alınması gereken bir sorunun cevabıdır. Mesela konumuzla ilgili olarak bir Örnek vermemiz gerekir­se, Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde açık olarak "Ey Mu-hammed veya ey insanlar! Biz bu Kitab'ı neden indirdik bi­liyor musunuz?"' sorusu olmamasına karşın, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde bu gizli sorunun açık cevaplan bu­lunmaktadır. Bu cevaplarla karşılaştığımız zaman anlama­mız gereken ilk gerçek; verilen cevaptan önce, bu cevabın işaret ettiği sorunun, bizler tarafından sorulması gereken bir soru olduğudur. Dolayısıyle konuyla ilgili cevap bilincin­den önce, soru bilincine ulaşmamız gerekmektedir.

Konuyla ilgili olarak sormamız gereken soruları bil­memiz, bu soruların cevabına çok daha fazla nüfuz etmemizi sağlayacaktır.

Nitekim bizlere boş ve faydasız bilgi vermekten mü­nezzeh olan şanı yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde, Kur'an'ın indiriliş gayesini beyan etmektedir.

O halde neden?

Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebi­ni neden bildiriyor?

Kur'an'ın indiriliş gayesini bilmemiz, bizler için neden gerekli? Veya,

Kur'an'ın indiriliş gayesini bilmeseydik ve bu gerçek bildirilmeseydi ne olurdu?

"Kur'an-ı Kerim'in indiriiiş gayesi bildiriimeseydi ne olurdu?" sorusunun cevabı aşikardır. Bu yüce Kitab'm İndi­riliş gayesini bilmeyenlerin, idrak edemeyenlerin yaptıkları gibi.,

Kur'an-ı Kerim'i kıraatle okuma yarışmaları düzenle­necek,

güzel sesli hafızların okudukları cehennem azabıyla il­gili ayet-i kerimeler, manevi bir zevk ve gönüllere huzur veren bir gafletle dinlenecek, sağlıklarında Kur'an-ı Kerim'den bihaber olan ölü­lerin arkasından okutularak, bağışlanmaz günahlar için mağfiret, sapık yoilarda ölenler için hidayet temennisinde bulunulacak,

Rabbimizin koruması sanki yeterli değilmiş gibi, işle­meli kılıflara konulara!: çocukların ve aklı başında olmayan yetişkinlerin erişemeyecekleri raflara kaldırılacak, dinin herşeyi kuşatan bütünlüğüne değil, kendi grup veya fırkalarının dar çerçevesine talip olan kimseler tarafından bazı kısmi hükümler alınarak, yollarına ve yöntemlerine mesnet olarak ileri sürülecek, ya da bel'amların veya tağuttan ve açlıktan korkan namaz kıldırma memurlarının yaptıkları gibi, çağdaş putla­rın önünde eğilen beller, tağuta kafa sallamıyı alışkanlık haline getiren başlar düzelmeden, düzeltilmeden, gereğini yapmadıklan Kafirun suresini büyük bir utanmazlıkla okumaya devam edeceklerdi!. Evet,

Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebi bildirilmeseydi, bunu bilmeyenlerin yaptıkları gibi Kurana böylesi cahili ve batıl yönelişler olacaktı.

Ancak bildirilmiştir, beyan edilmiştir Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebi!.

Ve bildirilme nedeni de, Kurana karşı böylesi cahili yönelişlerin, böylesi batıl yaklaşımların olmaması içindir.

Yaşadığımız coğrafyada Kur'an-ı Kerim çalışma-larını sürdüren ve değişik bölgelerde bulunmalarına rağmen ko­nuşmalarında ve yazılannda "Kurana yönelmek" gibi aynı ifadeyi savunan kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bu kardeşle­rimizin sormaları ve açıklık getirmeleri gereken bir soru vardır.,

Neden Kurana yöneleceğiz veya Kur'an-ı Kerim'i ne için okuyacağız?

İşte bu güzel sorulara, Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebe­bini açıklayan ayet-i kerimelerle güzel cevaplar verilmekte­dir.

Kur'an-ı Kerim neden ve ne için indirilmişse, bu yüce Kitab'a onun için yönelmemiz, onun için okumamız, onun için araştırmamız gerekmektedir..

Mesela yeni bir alet veya yeni bir makinayla karşıla­şan bir insan "Bu hangi gaye için yapılmış?" sorusunu so­rar.

Yerinde ve doğru bir sorudur bu!

Karşılaştığı aletin veya o makinanın ne için yapıldığı­nı sormakla, onları ne için kullanabileceğini öğrenmek is­temektedir. Buzdolabında kurabiye pişirmeye kalkışmamak için, mutlaka böylesi sorulann mutlaka sorulması gerek­mektedir. Çünkü herhangi bir alet veya herhangi bir maki-na, ancak ve ancak yapılış maksadına uygun olarak kulla­nıldığı zaman, gerçek fonksiyonunu icra edebilecek ve olumlu sonuçlar verebilecektir.

Yukarıdaki çok basit örnekten de anlaşılacağı üzere, Kur'an-ı Kerime yöneimek isteyen kardeşlerimizin de, Kur'an'in indiriliş sebebine uygun Rabbani yönelişlerde bu-Iunmaiarı gerekmektedir. Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Ke-rim'i hangi Rabbani gayelerle indirmişse.,

Kur'an-ı Kerime bu Rabbani gayeler istikametinde yönelmek, bu gayeler istikametinde okumak, bu gayeler istikametinde araştırmak, bütün kardeşlerimizi rahmetle ve olumlu sonuçlarla ' karşılaştıracaktır.

Konumuzun başında yer alan " Kur'an-ı Kerim'in in­diriliş gayesi nedir?" sorusunun Önemine ilişkin bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, bu önemli sorumuzun Kur'an-ı Ke-rim'deki cevaplannı kısaca açıklayabiliriz.

 

1. İnsanlara Dünlerim, Bugünlerini Ve Ya­rınlarını Bildirmek İçin

 

Tarih, insaniar ve toplumlar için önemli bir hadisedir. "Geçmişleri olmayan milletlerin, gelecekleri de yoktur" sözü, birçok anlamda doğru bir sözdür. Ağacı dik tutan gerçek, nasıl ki toprağın altındaki kökleri ise, toplumları tekamül ettiren Önemli bîr gerçek de, bu toplumların tari­hidir. Nitekim toplumların tarihi derinliği, bu açıdan önem kazanmaktadır.

Müslümanlar hangi ırktan, hangi kavimden olurlarsa olsuniar, bu müslümanlann tarihi, mensup oldukları kavim­lerinin tarihi değil, ırkı veya kavmi ne olursa olsun bütün müslümanlann tarihidir. Dolayısıyle müslümanlara tarihi bi­linç veren Kur'an-ı Kerim, bu tarihe Adem (a.s.)'dan başla­maktadır. Nitekim müslümanlann tarihi, Adem (a.s.) ile başlayan muhteşem bir tarihi derinliğe sahiptir.

Kur'an-ı Kerim'in verdiği tarih bilincine iman ve tesli­miyetle yaklaşmak, günümüz müslümanları için oldukça gerekli bir yaklaşımdır. Çünkü müslümanlar olarak, kendi­mizi sadece bugüne göre tanımlayandayız. Mensup olduğu­muz kavimlerin tarihi ise, bizler için net ve yeterli olan bir tarih değildir. Kendi tarihlerini Orta Asya'ya veya Osmanlı­lara nisbet edenler, kısır bir tarihi yöneliş içindedirler. Oysa herhangi bir müslümanın geçmiş tarihine yönelmesi demek, Adem (a.s.) ile başlayan bütün bir tarihe yönelme­si demektir.

Kur'an-ı Kerim'in verdiği bu tarihe iman ve teslimiyet­le yaklaşan bir müslüman, yirmi yaşında olsa dahi, binler­ce yıllık bir tarihi olgunluğa, binlerce yıllık bir yaşam tecrü­besine ulaşabilmektedir. Nitekim bu müslümanlar kendilerini tanımlarken, Adem (a. s.) dan Resulullah (s.a.v.)'e kadar bütün peygamberleri, bütün ümmetleri içine alan tarihi bir genişlikte tanımlamaktadırlar.

Çünkü,

Kur'an-ı Kerim'in geçmişle ilgili verdiği bütün haber­ler, bütün kıssalar, bütün olaylar, Kur'an-ı Kerime iman bilinciyle yaklaşan müslümanlar için, adeta kendilerinin ya-şadıklan olaylardır.,

Dünyaya Adem (a.s.) ve Havva validemizle birlikte indirilmiş,

Nuh tufanını, Nuh (a.s.) birlikte yaşamış,

Nemrud'un ateşine İbrahim (a.s.) birlikte atılmış,

Kızıldeniz'i Musa (a.s.) ile birlikte geçmiş gibidir bu müslümanlar!.

Böylesi bir tarihi derinliğin ne anlama geldiği ise, an­cak ve ancak bu imani bilince uiaşan müsîümanlann hissedebilecekleri bir anlamdır.

Kur'an-ı Kerim sadece müsîümanlann değil, müşrikle­rin ve kafirlerin tarihini de vermekte, onların da ne yapıp, neyle karşılaştıklarını beyan etmektedir.

İnsanlara sadece geçmişlerini değil, geçmişleriyle be­raber bugün içinde bulunduklan durumu ve geleceklerini de beyan eden Kur'an-ı Kerim, en kısa ifadesiyle bütün bir insanlığın evrensel tarihidir.

İnsanların geçmişte ne yaptıklarını, neyle karşılaştıklarını,

bugünkü yönelişleriyle hangi durumlarda olduklarını

ve yarınlarda neyle karşılaşacaklarını açıkça beyan eden Kur'an-ı Kerim, insanlığın evrensel tarihini merak edenler ve öğrenmek isteyenler için yegane kaynaktır. Çünkü tüm insanlara kendilerini ve içinde bulunduklan ha­yatı tanıtmak, bu insanlara geçmişlerini, yaşadıklan durumu ve bu yaşantılanyla muhtemel akibetlerini bildirmek için indirilen Kur'an-ı Kerim, bütün bu konulara açıklık ge­tirmektedir.,

Andolsun, size, (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitab indirdik. Yine

de akıllanmayacak mısınız'?[58]

Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)lanna uya­cak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğrardı. Ha­yır, biz onlara kendi zikirlerini getirmiş bulunmakta­yız, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çevirmektedir­ler.[59]

Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.[60]

 

2. İnzar Etmek, Uyarıp-Korkutmak İçin

 

Günümüz insanlarının uyarılıp-korkutulduğu bir çok şeyler vardır. Hakim otoritelerden ve bu otoritelerin hazırladığı kanun kitaplarından kaynaklanan uyarıp-korkutmalar, genel olarak bu siyasi otoritelerin çıkarlannı gözeten, bunların zulümlerine ve bu zulümlerin devamına olanak sağlayan uyanp-korkutmalardır.

İnsanların din adına yüz yüze getirildiği uyanp-korkutulmalar ise, bunları gündeme getiren fırka veya grupların keyfiyetine göre değişmektedir. Gerçi bunların yaptıkları şey uyarıp-korkutma değil, en doğru ifadesiyle uyutup korkutmadır. Resmi din anlayışının köpekleri olan bel'amlar, insanları özellikle tağut ile uyutup, tabut ile korkuturlarken, birçok batıl gruplara mensup olan kimseler ise insanları liderleriyle, şeyhleriyle veya bilmem hangi ölü­nün manevi tokatıyla korkutabilmektedirler!.

Oysa herhangi bir uyanp-korkutmanm hak olabilme­si için, insanlann uyarılıp-korkutulduğu mercinin, bu yetki­ye, bu güce sahip olması gerekmektedir. Mesela günü­müzdeki insanları açlık ile korkutan merciler, insanlara rızık vermeye mutlak muktedir olan merciler değildir.

Fakat ne gariptir ki, insanlara rızk verici yani Rezzak olan Allah (c.c), in­sanları açlık ile korkutmazken,

kendi nzıkları için dahi Allah'a muhtaç olan yaratık­lar, insanları açlık ile korkutabilmektedirier!.

Nitekim üç kuruş maaş için tağuta kulluk yapan bir­çok zavallıda, bu açlık korkusu bulunmaktadır. Bütün dikkatlerini kendilerine bir lokma ekmek uzatan ele yönelten bu zavallılar, eli ve ekmeği yaratan Allah'tan değil, o elin sahibinden korkmaktadırlar!.

Birçok batıl tarikate mensup kimseler ise "Benim şeyhim, beni her yerde işitiyor, beni her yerde görüyor" diyerek, şeyhlerinden korkup sakınmakta ve tavırlarına bu korkuyla istikamet vermektedirler. Bu gibi hadiselere hüsnüzanla yaklaşan bazı kimseler "Bu müridler, şeyhlerinden böyle sakındıkları için kötülüklere yönelmiyoriar, bu iyi bir şey değil mi?" demektedirler.

Açık yüreklilikle belirtelim ki, bu iyi bir şey değil!.

Çünkü Allah katında makbul olan ibadetler, Alİah için yapılan ibadetlerdir. Her şeyi, her yerde hakkıyle gö­ren ve işiten Rabbimizin bu sıfatlarını bir yaratılmışa nisbet ederek şirk içine düşen insanlar, bu şirki yöneliş ile hangi iyiliği yaparlarsa yapsınlar, hangi kötülükten sakınırlarsa

sakınsınlar, Rabbimiz katında makbul değiidir. Çünkü ön­celikle sakınılması gereken en büyük kötülük şirktir.

Şeyhlerinin kendilerini gördüğünü,

kendilerini işittiğini kabul ederek kötülüklerden sakın­maya çalışan kimseler, bu rabıtayı neden Allah ile yapmıyorlar ki?

Gerçekten korkmaları, korkup sakınmaları gereken merci, kendilerini hak­kıyle gören, hakkıyle işiten ve Kahhar olan Allah {c.c.) de­ğil mi?

Yoksa bu kimseler İçin sadece Allah korkusu yeterli olmuyor mu!.

Oysa kendilerini ve bütün dünya insanlarını uyarıp-korkutma meselesinde, müslümanlar için yegane kaynak olan Kur'an-ı Kerim; bütün bir insanlığı beşeri tehditlerle değil, Allah (c.c.)'ın İlahi tehditleriyle uyanp-korkutma için indirilmiştir.

Alemlere uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir,[61]

İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şe­hirler anası (Mekke) ile çevresindekilerini uyarıp-korkutman için indirdiğimiz kutlu Kitab'tır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.[62]

Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.[63]  (Bu,) Bir Kitab'tır ki onunla uyarıp korkutman için ve müminlere bir öğüt olmak üzere sana indiril­di. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olma­sın.[64]

işte bu (Kur'an) uyanlıp-k'orkutulsunlar, gerçek­ten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahibleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir büdirip-duyurma (bir belağ) dır.[65]

 

3. Hak İle Batılı Ayırmak İçin

 

"Bana göre, sana göre, bize göre, size göre.." tartışmalarına girmeden. Hak ile batılın, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün birbirinden kesinlikle ayrılabilmesi için, hakkın, doğrunun ve iyinin mutlak gerçekliğine sahip olan bir kaynak gerekmektedir.

Beşeri değer ölçülerinin hiçbirinde böylesi bir mutlaklık olmadığı için, bir değer ölçüsüne göre iyi kabui edilen bir şey, farklı bir değer öiçüsüne göre kötü kabul edilebil­mektedir.

Müslümanlara Kur'an-ı Kerim ile mutlak değer ölçü­leri verilmeseydi, hiç şüphesiz ki birer yaratık olan müslü-manlar da beşeri yaklaşımlardan kaynaklanan birçok yanıl­gılara düşebilecekler ve sonuçlanmaz tartışmalar arasında boğulab ileceklerdi.

İşte bütün müslümanlan bu gibi yanılgılardan kurta­ran, nelerin hak,

nelerin batıl olduğunu açıklayan yegane kaynak, 'Fur-kan' yani hak ile batılı ayırma vasfına sahip olan ve hak ile batılı ayırmak için indirilen Kur'an-ı Kerim'dir.,

Alemlere uyarıcı korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.[66]

 

4. İhtilafları Sonuçlandırmak İçin

 

Müslümanlar veya müsîüman olduklanni iddia eden­ler arasında, din adına yapılan birçok tartışmalar vardır. Falancaların kitablanna veya filancaların görüşlerine daya­nan ihtilaflar devamlı tartışılmakta ve insanlan değişik dü­şüncelere sevketmektedir.

Kur'an-ı Kerim'in önemli bir indiriliş gayesi de, bu gibi ihtilaflara son vermek içindir. Din adına ihtilafa düşü­len konuiar, müslümanlann pratik yaşantısı için gerçekten önemli konular ise, Kur'an-ı Kerim zaten bu konulan gün­demine almakta, bu konulardaki hakkı ve hakikati bildire­rek ihtilaflara son vermektedir.

Şayet ihtilafa düşülen konular,

Kur'an-ı Kerim'in öncelikli gündemine girmeyen ko­nular ise, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'in öncelik vermediği bu konuları gündemleri dışına çıkararak yine ihtilaftan ve ihtilafın olumsuz sonuçlarından kurtulmaktadırlar. Yeter ki ciddi aynlıklara neden olabilecek bütün ihtilaflarda, bu ihti­laflara son vermek için indirilen Kur'an-ı Kerime yönelebil-sinler.,

Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavime rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirme­dik.[67]

 

5. Zulmetten Nura Çıkarmak İçin

 

Kur'an-ı Kerim'in en belirgin vasıflarından birisi, ken­disine inanan ve kendisine tabi olan insanları zulmün ka­ranlığından, hakkın nuruna, nurun aydınlığına kavuşturma-sıdir. Tabi ki ayet-i kerimelerde sözü edilen karanlıklar ve aydınlıklar, güneşe veya elektriğe bağlı şeyler değildir. Ha­ram ve helallere dikkat etmeden güneşlenen nice insan vardır ki, güneş tepelerinde olmasına rağmen, bu insanlar zuimün koyu bir karanlığı içindedirler. Buna karşılık toplu iğne deliği kadar bir yerden dahi ışık almayan hücrelerde öylesi müslümanlar vardır ki, bu müslümanlar nurun ay­dınlığı içinde pırıl pınldırlar.

Ayet-i kerimelerde sözü ediien karanlıklar ve aydın­lıklar, böylesi gerçeklerdir. Nitekim insanların dünyasını aydınlatan veya karartan durumlar, bu gerçeklerden kay­naklanan durumlardır.

Mesela yüzlerce lambayla ışıklandırılan bir yerde otu­rurken aldığı kötü bir haber üzerine "Bir anda dünyam karardı" diyen insanlar, karanlığın bu gerçek boyutunu dile getirmektedirler.

İşte insanları zulmün karanlığından, hakikatin aydınlı­ğına davet eden Kur'an-ı Kerim, insanları böylesi gerçek karanlıklardan, nurun gerçek aydınlığına iletmek için gön­derilmiştir.

Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yolla­rına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltipiletir.[68]

Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitab'tır ki, Rabbinin iz­niyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgü­ye layık olanın yoluna çıkarman için onu sana indir­dik.[69]

 

6. Sırat-I Müstakime Ulaştırmak İçin

 

İnsanlar bütün bir tarihi süreçte birçok sapık yollara girmelerine rağmen, bu sapık yolların davetçileri hiçbir za­man "Bizim sapık yolumuza gelin" dememişlerdir. Bu gibi davetler hangi iğrenç amaçlarla ve hangi sapık yollara ya­pılırsa yapılsın, "Bizim doğru yolumuza gelin" gibi ortak ifadelerle gündeme gelmiştir.

Dünya tarihinde defalarca yaşanan bu durum, günü­müzde de pek değişmemiştir. Doğru yol adına partiler ku­rulmakta, doğru yol adına insanlar sapık vadilere davet edilmektedir. Din adına insanlan kendi yollarına çağıran birçok fırkada da aynı çelişkiler, aynı karışıklıklar bulun­maktadır. Netice olarak insaniarı doğru yola çağıran çığırt­kanların çoğaldığı yaşadığımız zamanda, neyin doğru, ne­yin eğri olduğu birbirine karışmaktadır.

Peki doğru yo! nedir?

Nasıl ve neye göre tesbit edilecektir?

İşte bizleri ve bütün dünya müslümanlarını bu çelişki­lerden kurtaracak, hangi yolun doğru,

hangi yolların eğri olduğunu gösterecek yegane Kitab, Kur'an-ı Kerim'dir.

Çünkü doğru yolun ne olduğunu, ne olmadığını açık­ça beyan eden Kur'an-ı Kerim, kendisine inanan ve kendi­sine tabi olan insanları doğru, dosdoğru bir yola ulaştır­mak için indirilmiştir.,

Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yolla­rına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip iletir.[70]

Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitab'tır ki, Rabbinin iz­niyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgü­ye layık olanın yoluna çıkarman için onu sana indir­dik.[71]

Şüphe yok ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için ger­çekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.[72]

 

7. Kendisiyle Hükme Dilmesi İçin

 

İnsanların ferdi ve toplumsal düzlemdeki yaşantılan-nın düzenli ve ahenkli olabilmesi için, bu yaşantıya müda­hale eden, bu yaşantıya şekil veren hüküm ve prensiplerin bulunması gerekmektedir.

Bu hükümler ve prensipler, insan fıtratını ve İlahi ya-salan dikkate almayan bazı çevrelerin, bazı sınıfların çıkar ve menfaatlerine göre belirlendiği zaman; bu hükümlerin yürürlükte olduğu toplumlarda, zulümler, haksızlıklar ve kargaşalar birbirini izlemektedir.

Bir sınıfın veya bir zümrenin menfaatini gözeten hü­kümler, birçok sınıf ve zümrenin haklanna tecavüz etmektedir. Çünkü insanların nasıl ve ne şekilde yaşamalan gerektiğine dair hüküm koyan seçkin ve seçilmiş kimsele­rin, menfaatte sınır tanımayan tamahkarlıkları, seçilmemiş insanlardan oluşan bütün bir topluma çıkarcı mantıkla yak­laşmakta ve onların haklarını hiçe saymaktadır.

İşte bütün bu zulümlerden beri olan Kur'an-ı Kerim'in önemli bir indiriliş gayesi de, tüm dünya insanlarını, belli zümrelerin menfaatini gö­zeten beşeri hükümlerin zulmünden kurtarıp, İlahi hüküm­lerin adaletine kavuşturmaktır.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'de ferdi ve toplumsal düzlemde vazedilen tüm hükümler, belli bir zümrenin değil, bütün bir insanlığın maslahatını, bütün bir insanlığın kurtuluşunu gözeten hükümlerdir. Adaleti müşahhas hale getiren bu hükümler karşısında, müslim veya gayrimüslim olan bütün insanlar, tercih ettikleri konuma göre eşittirler.

Bununla beraber şu hususun da dikkate alınması ge­rekir ki, bütün bunlan vazeden Kur'an-ı Kerim, bu hüküm­ler mevlid ve kandil günlerinde kıraatle okunsun diye indi-rilmemiştir. Adaletle ilgili hükümleri kıraatle okurken, zulümle ilgili hükümleri yaşayan kimseler, Kur'an-ı Kerim'e batıl bir yaklaşım içindedirler. Çünkü Kur'an-ı Kerim, ken­disiyle hükmediimesi için indirilen bir Kitab'tır.,

Şüphesiz, Allah'ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitab'ı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.[73]

 

8. Kendisine Tabi Olunup, Yaşanması İçin

 

Günümüzde Kur'an-ı Kerim'e sadece okumak için yö­nelenler olduğu gibi, sadece araştırmak ve bilgilenmek için yönelenler de bulunmaktadır.

Oysa bütün bunların fevkinde olan Kur'an-ı Kerim., kendisine uymamız, kendisine tabi olmamız, bizlere beyan ettiği gerçekleri yaşamamız için indiril­miştir.,

Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.[74]

Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz'?[75]

 

9. Allah Adına Sorumluluk Yüklemek İçin

 

llah adına sorumluluk yüklemek, günümüz müslümanları için önemli bir problemdir. Çünkü yaşadığımız coğrafyada İslam'a talip olan insanlara Allah adına birbiriy­le çelişen birçok mükellefiyetler yüklenmektedir.

"Allah için ne yapmam gerekir?" sorusunu soran bir insan, bu sorusuna değişik gruplardan, değişik cevaplar alabilmektedir.

Hatta ve hatta Allah'ın nehyettiği,

Allah'ın yasakladığı birçok davranış, insanlara Alİah adına ve Allah nzası için yüklenebiimektedir!.

Alİah adına ve Alİah rızası için neleri yükleneceğimizi ve çevremizdeki insanlara neieri yükleyeceğimizi, bizlere ancak Kuran-ı Kerim bildirmektedir.

İnsanlara Allah adına yüklenebilecek sorumluluklar, ancak ve ancak Allah'ın verdiği sorumluluklar olmalıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim, Allah'ın rızasına talip olan insan­lara, Allah adına sorumluluk yüklemek için indirilmiştir.

Çünkü Allah'a karşı sorumlu olacağımız ve sorgulana­cağımız yegane Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir.,

Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kur'an dan) sorulacaksınız.[76]

Bu indirdiğimiz mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki esirgenirsiniz.[77]

 

10. Mü'minlere Veli Olması İçin

 

İnsanlar için dost ve dostluk, gerçekten önemli bir hadisedir. Bir insanın gerçek dosttan veya dostluktan beklediği şeyler, kendisine yardımcı olması, kendisini kötülükler karşısında uyarması, kendisini iyiliklere ve güzelliklere davet etmesidir. Dostluğa bu gerçek boyutundan yaklaştığımız zaman, mut­lak veli olan Allah'a hamdolsun ki, Kur'an-ı Kerim bütün müminler için gerçek bir dosttur.

Bizleri bilmediğimiz kötülüklerden, bilmediğimiz yan­lışlıklardan sakındıran ve bizleri doğrunun, iyiliğin ve güzel­liğin görkemli zirvesine davet eden Kur'an-ı Kerim, müminlerin gerçek bir velisi, gerçek bir dostudur.

Nitekim mü'miniere veli olması için indirilen ve ken­disine uyan müslümanlara gerçek bir veli olan Kur'an-ı Kerim, yaşadığı coğrafyada tek başına kalan bir müslüman için dahi yeterli bir veli, yeterli bir dosttur.

Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?[78]

 

11. Ferdi Ve Toplumsal Hastalıklara Şifa, Fertlere Ve Toplumlara Rahmet Olması İçin

 

Günümüzdeki bazı müslümanlar veya müslüman ol­duklarını iddia edenler, birçok konuda hidayetten ve rah­metten uzaklaşarak, çeşitli dertlere kapılmışlarsa, hiçbir şüphemiz olmasın ki bunun en önemli nedeni Kur'an-ı Ke-rim'i yeterince dikkate almamaları ve bu yüce Kitaba yete­rince teslim olmamalarıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerim kendisi­ne inananlar ve kendisine teslim olanlar için hidayet, rahmet ve şifa niteliğindedir.

Bütün bir İnsanlığın bunlara muhtaç olduğunu hak-kıyle bilen şanı yüce Rabbimiz, bu yüce Kitab'ı insanların hidayete ve rahmete kavuşmaları, ferdi ve toplumsal has­talıklarına şifa bulmalan için indirmiştir.,

Kur'an'dan müminler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını artırmaz.[79]

 

12. Sakınanlara Ve Sakınacak Olanlara Ha­yır Olması İçin

 

Yaşadığımız toplumda Kur'an-ı Kerime iman ettiğini söylemesine rağmen Kur'an'dan bihaber olan ve her konuşmalarında "Allah müsSümanlara hayırlısını versin" diyen insanlarla sık sık karşılaşmaktayız.

Bu insanlara "Be kardeşim, Allah bizlere büyük bir hayır vermiş, başlı başına hayır olan bir Kitab indirmiş. Önce bu hayıra yönelelim, sonra başka hayırian dileyelim" dediğimiz zaman, başlarını kaşıyarak ve soru dolu gözlerle bize bakarak ne dediğimizi anlamaya çalışıyorlar.

Oysa ne dediğimiz açıktır!.

Müslümanları her türlü şerre karşı uyaran ve her tür­lü hayra davet eden Kur'an-ı Kerim, kendisine yönelen müslümanlar için büyük, çok büyük bir hayırdır.

Kur'an-ı Kerim kendisine uyan ve Allah'ın tehditlerin­den sakınan bütün dünya müslümanları için, hayrın ve hayırlı olanın ta kendisidir.,

(Allah'tan) Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davra­nışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahihlerinin yurdu ne güzel­dir.[80]

 

13. İslam'ın İlgi Sahasındaki Her Sahada Ke­sin Kanıt Olması İçin

 

Dinle ilgili birçok tartışmalarda, tartışan taraflar kendilerine göre çok değişik deliller, kanıtlar ileri sürmektedirler. Bu tartışmalarda ileri sürülen açıkça İspatlanmamış beşer kaynaklı bütün görüşler veya bütün yorumlar, doğru veya isabetli olsalar bile dünya müslümanlannı bağlayıcı kesin deliller değildir.

Çünkü İslam'ın ilgi sahasındaki bütün meselelerde dünya müslümanlannı bağlayıcı olan kesin kanıtlar, Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği kanıtlardır.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'in önemli bir indiriliş gayesi, İslam'ın ilgi sahasındaki her meselede kesin kanıt olması içindir.,

Ey insanlar,  Rabbinizden size  'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur (Kur an) indirdik.[81]

 

14. Kıyamete Kadar Bütün Kitaplardak I Hak­kı Doğrulamak, Tasdik Ve Teyid Etmek İçin

 

Dine nisbet edilen veya dinle ilgili olan birçok kitap bulunmakta ve bu kitaplardan bazıları dine kaynak olarak ileri sürülmektedir.

Hadis kitaplan da dahil olmak üzere, menşei itibariy­le semavi veya beşeri olan bütün bu kitapların sağlamasını yapacak olan,

bu kitaplardaki hakkı tasdik ederek doğrulayacak,

teyid ederek güçlendirecek olan yegane Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an-i Kerim kendinden önce­kileri, yanındakileri ve önündekileri istisnasız olarak red­detmek için değil, bütün bunlardaki hak ve doğru boyutlan tasdik ve teyid etmek için indirilmiştir.,

Ey kendilerine Kitab verilenler birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adam­larını (o gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel, yanınızdakini doğrula­yıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Al­lah'ın emri yapılagelmiştir.[82]

İşte bu (Kur'an), önündekileri doğrulayıcı ve şe­hirler anası (Mekke) ile çevresindekilerini uyarıp-korkutman için indirdiğimiz kutlu Kitab'tır. Ahirete iman edenler buna inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.[83]

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahib-leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden önceki­lerin doğrulayıcısı, her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıkla­ması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.[84]

 

15. Mü'minlerin İmanını Arttırmak İçin

 

Şanı yüce Rabbimiz peygamberler göndermeyip, in­sanlara okuyabilecekleri Kitaplar indirmeseydi, hiç kuşku­suz ki temiz akıl sahibi olan ve düşünebilen bütün insanlar­la birlikte yine Allah'a iman edecektik.

Bütün bu alemlerin bir Yaratıcısı, bir yaşanası olduğunu aklımızla ve kalbimizle tasdik edecektik.

Fakat, bir Yaratıcıya inanmamıza rağmen belkide boynu­muz bükük, kalbimiz buruk olacaktı!.

Yaşlı gözlerimizi semaya döndürerek "Ey ismini bil­mediğimiz Yaratıcı! Sen'in üzerine yemin ederiz ki Sen varsın. Bizleri ve bu alemleri yaratan, bu alemlere intizam veren, bu alemleri yaşatan Sensin. Fakat bizleri ne İçin yarattığını, bizlerden ne yapmamızı ve nasıl yaşamamızı is­tediğini bilmiyoruz, bilemiyoruz Ey Yaratıcı!. Bizleri bu dehşetli bilinmezlikler içersinde başıboş mu bırakıyorsun?" diyebilecektik.

Ancak Allah'a hamdolsun ki, şanı yüce Rabbimiz bizleri böylesi burukluklar, böylesi çaresizlikler içersinde bırakmamıştır. Ezelde ve ebedde va­rolan Rabbimiz, bizlere varlığını müjdelemiş ve bizleri İlahi vahyi ile muhatap etmiştir. Hiç şüphesiz ki bu hadise, biz­lerin imanının arttıran, bizlerin imanını kuvvetlendiren bir hadisedir. Nitekim mü'minlerin imanını arttırmak için inen her ayet, her sure, mü'minlerin imanını ayet ayet, sure sure güçlendiren mucizelerdir.,

Bir sure indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı" der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.[85]

 

16, Mü'minlerin Kalplerini Yatıştırmak, Mut­mainle Ştirmek İçin

 

Ölüm korkusunu yaşayan herhangi bir hastaya, gü­venilir bir doktor "Hiç korkma ölmeyeceksin. Hastalığın önemli değil" dediği zaman, doktora güven duyan hasta­nın iç dünyası değişmekte ve ölüm korkusunu terkederek yaşama sevincini teneffüs etmektedir.

Beşeri bir sözün, beşer üzerindeki etkisine ilişkin ola­rak verdiğimiz bu basit örneği dikkate aldıktan sonra, İlahi kelamın müminler üzerindeki muhteşem etkisini daha ra­hat anlıyabiliriz, Çünkü mü'minlerin muhatap olduğu söz, herhangi bir beşerin sözü değil, herşeyi hakkıyle biien ve herşeye muktedir olan Alİah (c.c.)'ın sözüdür.

Dolayısıyle İlahi vahyin vazettiği her hüküm, beyan ettiği her hakikat, va'dettiği her nimet, bütün bunlara muhatap olan müminleri sağlamlaştıran, mutmainleştiren İlahi gerçekler­dir.

Kur'an-ı Kerim geçmişten ve gelecekten örnekler ve­rerek, sırat-ı müstakime davet ettiği bütün müslümanlan, bu müstakim yolda mutmainleştirmektedir.,

Sana peygamberlerin haberlerinden -kalbini ken­disiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve müminlere bir Öğüt ve uyan gelmiştir.[86]

De ki: "İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indir­miştir.[87]

 

17. Mucize Olması İçin

 

Bütün dünya insanlanna, bu insanlann ulaşamaya-caklan geçmişten ve bilemeyecekleri gelecekten haberier veren Kur'an-ı Kerim, bu yönü ile apaçık bir mucize niteli­ğindedir. Kur'an-ı Kerim'in ondört asır önce verdiği birçok gerçeğin yeni yeni anlaşılması, bazı haberlerin vuku bul­ması ve birçok haberin vuku bulacak olması, Kur'an-ı Ke­rim'in mucizevi yönüne açık işaretlerdir.

Tabi ki bütün bunlann fevkinde alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'in kelamını içeren İlahi bir Kitab'ın indirilmiş ol­ması, başlı başına bir mucize olmaktadır..

Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mu­cizeler) indirmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnız­ca Allah'ın kalındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uya-ncı-korkutucuyum."

Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indir­memiz onlara (apaçık bir ayet ve mucize olarak) yet­miyor mu? Hiç şüphe yok, bunda iman etmekte olan bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır.[88]

 

18. Örnek Ve İbret Alınması İçin

 

Doğru tecrübelere sahip olmak demek, yaşanan olaylardan doğru örnekler ve doğru ibretler almak demek­tir. Daha önce yaşanmış veya henüz yaşanmakta olan olaylara ve tavırlara bu dikkatli bilinçle yönelen insanlar, sadece kendi yaşadıklarından değil, başkalarının yaşadıkla­rından da önemli tecrübelere sahip olan insanlardır.

İnsan tekamülüyle ilgili bu gerçeği dikkate alan Kur'an-ı Kerim, muhatap aldığı bütün bir insanlığa sahip­lenmeleri gereken örnekleri ve sakınmaları gereken ibret­leri zikrederek, bu insanlığı kemale davet etmektedir.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'den örnek ve ibret alan müslümanlara göre "Tarih tekerrürdür" ifadesi, kendileri için serlerin değil, hayırların bir tekerrürü manasınadır.

Çünkü bu müslümanlar, ömek ve ibret alınması için indirilen Kur'an-ı Kerime, ömek ve ibret alıcı bir dikkatle yönelmektedirler.,

Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce ge­lip geçenlerden bir Örnek ve takva sahihleri için de bir öğüt indirdik.[89]

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahih­leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an) düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden Önceki­lerin doğrulayıcısı, her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıkla­ması' ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir.[90]

 

19. Mü'min Ve Müslimleri Müjdelemek İçin

 

İslam'ı yaşamak ve yaşatmak için mücadele veren bir­çok müslümanın içinde bulunduğu durum, genellikle gayri-müslimierin şaşkınlıkla karşıladıklara durumlardır. Gayri­müslimler kendileri için birer felaket kabul ettikleri yoksulluklar, sıkıntılar, İşkenceler ve ölümler karşısında, müslümaniann huzurlu ve soğukkanlı mutmainliklerine pek bir anlam veremezler.

Yoksulluklar ve sıkıntılar içinde Allah'a kulluk eden, işkenceler altında Allah'ı zikreden müslümanlara bak­tıkları zaman, bu müslümaniann gözlerinde gördükleri ışıl­tılar, gayrimüslimleri şaşkına çevirmektedir!. Çünkü "Müs­lümanların gözlerindeki bu ışıltı nedir ve nereden kaynaklanmaktadır?" sorusu, gayrimüslimlerin cevaplandı­rarak anlayabilecekleri bir soru değildir.

Oysa müslümaniann gözlerine ve bakışlanna aydınlık veren bu ışıltı, Kur'an-ı Kerim'in cennet müjdesinden kay­naklanmaktadır. Çünkü bu müslümanlar hangi sıkıntıyı ya­şıyor olurlarsa olsunlar, Allah'a kulluk yaparak yaşadıkları ve bu kulluk üzere öldükleri zaman, cennet ile, ebedi cennet hayatı İle müjdelenmektedirler.

Kur'an-ı Kerim' bütün dünya müslümanlannı, bu müs­lümaniann tüm hücrelerini sevinçle titretecek Allah'ın hoş­nutluğu ve cennet gerçeğiyle müjdelemektedir.,

Şüphe yok ki, bu Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için ger­çekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.[91]

Her  ümmet   içinde  kendi   nefislerinden   onların üzerinde bir şuhid getirdiğimiz gün, seni de onlar üze­rinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.[92]

Kur'an-i Kerim'in indiriliş gayesine ilişkin başlıklar şimdilik 19'da bitti. Fakat bizler bu başlıklan 19'da bıraktığımız zaman, gözleri 19'dan başka bir şeyi görmeyen 19 cular, bundan da bazı şeyler çıkarabileceklerdir!.

Bunların durumunu dikkate alarak ve bu kimseleri de muhatap alarak başlıklan yirmiye tamamlıyoruz.,

 

20. İman Edilmesi İçin

 

Rabbimizin bizlere büyük bir lutfu olan aklımız, hiç şüphesiz ki Kur'an-i Kerime her yönelişimizde kullanma­mız gereken ve kullanabileceğimiz bir nimettir.

Ancak şu hususa dikkat etmemiz gerekir ki,

yaratılmış birer beşer olan bizlerde bulunan bu akılı, İlahi vahiy karşısında mihenk taşı kabul ederek kesin yar­gılarda bulunduğumuz zaman, bu akılı ilahlaştırmaya çalış­mış oluruz. Çünkü "İslam akıl dinidir" diyerek, her İslami. gerçeği akıla göre kabul edip, akıla göre reddeden kimse­ler, akılı putlaştırarak açık bir sapıklığa giren kimselerdir.

Oysa bizler müminiz ve İlahi gerçeklere iman etmek­le mükellefiz.

Peki neyle iman edeceğiz?

Elimizle ayağımızla, dilimizle dudağımızla veya sade­ce kalbimizle mi?

Aktan» iman vakıas, kabında bir sorumluluğu bir mükellefiyeti yok mu?                                       

Vardır, elbetteki vardır!.

Çünkü müminler, hem kalpIeriyle ve rıyle iman eden kimselerdir..

Akü sahibi olan müminler, hiç kuşkusuz ki ilahi kümlere,  ilah,gerçeklere terşı "Hikmetinden gerçeklere körükörüne yaklaşmazlar  Rr, hikmet, anlamaya çalkar, Fakat her gerçeği ve her çeğin hikmetini illa  beşer aklının büiün İlahi hakikatleri kuşatabilecek nitelikte olmadığıdır.

Sözümüz bu noktaya geldiği zaman bazılarımızın aklı­na "Allah hiçbir nefse güç yetiremeyeceğini yüklemez. Dolayısıyle Allah (c.c.) bizleri aklımızla kavrayamayacağımız İlahi gerçeklerle sorumlu tutmaz" diyebileceklerdir.

Elbetteki sorumlu tutmaz!.

Zaten aklımızla kuşatamadığımız İlahi gerçeklere kar­şı bizlere yüklenen sorumluluk, bu gerçekleri illa idrak et­memiz veya hikmetini kavramamız değil, bu gerçeklerin hak olduğunu tasdik ederek iman etmemizdir.,

Sana Kitab'ı indiren O'dur, O'ndan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; di­ğerleri de benzeşen (müteşabih)lerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına > jîar. Oysa onun yorumunu Allah' tan baş­kası bilmez. İlimde derinleşenler ise; "Biz ona inan­dık, onun tümü Rabbimizin katındandır." derler. Te­miz akıl sahihlerinden başkası Öğüt alıp-düşünmez.[93]

Allah'ı razı etmek istediğimiz her eylem, her çalışma ve her araştırma için, indiriliş gayesini dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'e yönelmek durumundayız.

"Kur'an-ı Kerim'in indiriliş gayesi nedir?" sorusuna, başlıklar halinde zikrettiğimiz cevaplan veren Kur'an-ı Kerim, bizlerden bu cevaplar istikametinde yönelişler beklemektedir. Çünkü "Kur'an-ı Kerim'e neden yöneleceğiz?" sorusunun da yeterli bir açıklaması olan bu cevaplar, bizle­rin muhtaç olduğu ve bizler için gerekli olan cevaplardır.

Nitekim bu cevaplan tek tek dikkate aldığımız za­man, Kur'an-ı Kerim'e bu cevaplar istikametinde yönelme­miz gerektiği de açıklık kazanmaktadır.,

Geçmişimizi, bugünümüzü ve muhtemel akibetimizi Öğrenmek için, kendimizi ve dünya insanlarını Allah adına uyarıp-korkutmak için, hak ile batılı ayırmak için, ihtilaflarımıza çözüm getirmek için, zulmün karanlığından, hakkın aydınlığına çıkabilme­miz için, neyle ve nasıl hükmedileceğini bilmemiz için, neleri yaşayacağımızı anlayabilmemiz için, Allah adına sorumluluk yüklenmek ve yüklemek için, kendimize veli edinmek için, ferdi ve toplumsal hastalıklarımıza şifa bulmak için, hayırlara kavuşmak için, İslam adına kesin kanıtlara sahip olabilmek için, dine nisbet edilen kitaplardaki doğruyu tasdik, yanlışı tekzip edebilmemiz için, iman etmek ve imanımızı arttırmak için, kalplerimizi mutmainleştirmek için, mucizelere şahit olabilmemiz için, hak davranışlardan örnek, batı davranışlardan ibret alabilmemiz için, müjdelenmek ve müjdelemek için..

Evet, bütün bunlar için yöneleceğimiz kaynak, bu gayelerle indirilmiş yegane Kitab olan  Kur'an-ı Kerim'dir.

 

Kur'an-I Kerim'den Faydalanabilme Şartları

 

Kur'an-ı Kerim'in ne olduğunu ve ne için indirildiğini idrak eden müslümanların bu temiz kaynaktan faydalana­bilmeleri, yine bu konuda beyan edilen şartları bilmeleri ve bu şartlara riayet etmeleriyle gerçekleşebilecektir. Çünkü bilindiği gibi Kur'an'a yönelen ve Kur'an'ı okuyan herkesin, Kur'an-ı Kerim' den faydalanabilmesi mümkün olmamakta­dır.

Hatta ve hatta Kur'an-ı Kerime cahili yönelişlerde bulunan kimselerin, bu gibi yönelişleri kendilerinin zulüm ve küfürlerine neden olabilmektedir. Gerçek bir hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim'e yönelmelerine rağmen, bu yönelişleri Rabbani olmadığı için, doğru ayetlerden yanlış sonuçlar çıkararak sapıklığa meyletmektedirler!.

Kur'an-ı Kerim ve indiriliş gayesi nedir başlıklarında verdiğimiz ayet-i kerimeleri yeterince dikkate alırsak, bu yüce Kitap'tan naşı! faydalanabileceğimize ilişkin birçok gerçekleri görmemiz mümkündür. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in bir hikmeti veya bir vaadi, kimleri, hangi vasıftaki insanlan muhatap alarak zikrediiiyorsa, sözkonusu hikmet veya vaad ile karşılaşabilmek için, zikredilen o vasıflar öncelikli şarttır.

Mesela Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır.,

Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan başkasını artırmaz.[94]

Bu ayet-i kerimede Kur'an'ın şifa olduğu beyan edil­mektedir. Kur'an-ı Kerim ferdi ve toplumsal birçok hastalı­ğa gerçekten şifadır. Ancak bu konuda şunu sormamız ge­rekir.,

Kur'an-ı Kerim herkes için şifa mıdır?

Elbetteki değil!.

Kur'an' Kerim müşrik, kafir ve münafık zihniyete sa­hip olanlar için bir şifa değil, başlı başına bir derttir. Nite­kim yaşadığımız dünyadaki emperyalist zihniyet, Kur'an-ı Kerim'den bu nedenle kaçmaktadır. Onların emperyalist çıkarlarına köstek değil destek olsaydı, hiç şüpheniz olma­sın ki Kur'an-ı Kerime doğru koşacaklar ve bu Kitab'ı baştacı yaparlardı!.

Peki Kur'an-ı Kerim kimlere şifadır?

İşte bu sorunun cevabı, yine aynı ayet-i kerimede bu­lunmaktadır.                                                         

Kur'an'dan mü'minler için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz..

Kuran' Kerim, müminler için şifadır. Meselenin ko­numuzla ilgili boyutunu değerlendirecek olursak, Kur'an1 Kerim'in şifa vasfıyla karşılaşabilmemiz ve bu İlahi şifadan faydalanabilmemiz için öncelikli şart, Kur'an' Kerime gere­ği gibi iman etmemizdir.

Çünkü Kur'an' Kerim, kendisine iman eden ferdler, kendisine iman eden cemaatler için şifadır.

İşte Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilme meselesine, yine Kur'an-ı Kerim'de zikredilen bu gerçeklerle yaklaşacak ve bu gerçekleri dikkate alarak genel başlıklar halinde de­ğerlendirmeye çalışaşacağız.,

 

1. Allah'ın Adıyla Gereği Gibi Okumak Ve Din­lemek

 

Okumak,

gerçekten güzel bir eylemdir. Bundan beşyüz yıl ev­vel yaşamış değerli bir düşünürün kitabını okuyan insan, onunla konuşmanın, onu dinleminin anlamlı zevkini yaşa­yabilmektedir.

Kur'an-ı Kerim ile muhatap olmak,

bu yüce Kitab'ı okumak ise, hiç şüphesiz ki diğer ki­taplarla mukayese edilemeyecek bir hadisedir!.

Çünkü Kurana yönelen ve Kur'an'ı okuyan bir insan, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın kelamına muhatap olan ve Onu dinleyen bir insandır.

Cahiliyenin yerleşip kökleştiği günümüz toplumların­da, insanları cahiliyenin pisliklerinden kurtarabilecek, insanları arındırabilecek yegane Kitab, Kur'an-ı Kerim'dir..

Birçok görece yayınların emperyalistlerin elinde oldu­ğu ve değişik yayınlarla her türlü melanetin aşılandığı bu gibi ülkelerde Kur'an-ı Kerim'i okumak, Kur'an-ı Kerim'in mesajını dinlemek, boğulma tehlikesini yaşayan tüm insan­lar için temiz, tertemiz bir nefes almak gibidir.

Nitekim Mekke cahiliyesinin en koyu döneminde na­zil olan ilk vahiy, 'Oku' emri ile başlamakta ve okumanın büyük önemine dikkat çekmektedir.,

Yaratan Rabbinin adıyla oku.

O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.

Oku, senin Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Ki O, kalemle öğretendir, insana bilmediğini öğretti.[95]

Bu ayet-i kerimelere dikkat edersek,

İlahi vahiy bilmeyi ve bildirmeyi, öğrenmeyi ve öğret­meyi, kaleme yani yazmaya ve okumaya bağlamaktadır. Bazılarımız "Konuşarak ve dinleyerek de öğrenme sağla­nabilir" diyeceklerdir.

Elbetteki konuşarak ve dinleyerek de Öğrenme sağla­nabilir!.

Ancak, konuşmaya ve dinlemeye bağlı öğrenme, yaşanılan zaman ve mekana bağlı bir öğrenmedir. İnsanlar konuşarak veya dinleyerek, yaşadıkları zaman ve mekandakilerden faydalanabilirler. Yazmanın veya okuma­nın ise zaman ve mekan boyutlan daha geniştir. Okuya­rak, yüz yıl önce yaşamış bir düşünürü dinlemeniz müm­kün olduğu gibi; yazarak, yüz yıl sonraki insanlara da bir mesaj götürmeniz mümkündür.

İlmi çalışmalarda açık bir olumsuzluk olan nakil ve ri-vayetlerdeki tahrifatlar ise, sözlü rivayetlerde, yazılı rivayet­lerden çok daha kolay gerçekleştiği için, bu gibi çalışma­larda da yazılı rivayetlere daha çok itibar edilmektedir.

Okumanın ve yazmanın önemine böylece dikkat çeken îlahi vahiy, bütün müslümanlan Kur'an-i Kerim'i rasge­le veya bilinçsizce bir okumaya değil, gereği gibi okumaya davet etmektedir.,

Kendilerine verdiğimiz Kitab'ı gereği gibi oku­yanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu inkar ederse, artık onlar kayba uğrayanların ta kendi­leridir.[96]

Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okumanın ne olduğu ve ne anlama geldiği ise, yine Kur'an-i Kerim'de beyan edil­mektedir. Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okumanın öncelikli şartı, kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak, Allah'ın adıyla okunmasıdır.,

Öyleyse Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şey­tandan Allah 'a sığın.[97]

Şeytan aleyhillane gerçekten lanetlenmiş, gerçekten kovulmuş bir yaratıktır.

Tabi ki şeytanın kovulmuş olması,

bizim yanımızdan, bizim çevremizden değil, Rabbimizin katından kovulduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyle bizler, bu lanetli yaratığı bütün bir yaşantımızda yanımız­dan kovmakla ve ondan Allah'a sığınmakla yükümlüyüz.

Kur'an-ı Kerim'i okurken şeytan aleyhillaneden Al­lah'a sığınma vakıası ise, düşünmemiz gereken bir vakıa­dır!.

Rabbimiz bizlere bunu neden emrediyor? Kur'an-ı Kerim okurken neden şeytanı yanınızdan ko­vun ve şeytandan Bana sığının buyuruyor? Veya, şeytandan Allah'a sığınmasak ne olur?

Şeytandan Allah'a sığınmayan bir insan, Kur'an-ı Ke rim'i okuyamaz mı?

Kur'an-ı Kerim'in harflerini, kelimelerini görüp, bun­ları telaffuz edemez mi?

Elbetteki eder!.

Nitekim şeytandan Ailah'a sığınmaları bir yana, biza­tihi şeytanlaşan bel'amiar dahi, toplumların karşısında şa­kır şakır Kur'an-ı Kerim okumaktadırlar!. O halde neden,

Kur'an-ı Kerim okurken şeytan aleyhillaneden Allah'a sığınmamız neden emredilmektedir?

İşte bu sorulann en açık cevabı,

Kur'an-ı Kerim'i anlayabilmemiz ve bu anlayışla Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilmemiz içindir. Çünkü şey­tan aleyhillaneden Allah'a sığınmadığımız zaman, bu lanet­li yaratık Kur'an-ı Kerim'i okumamıza değil, anlamamıza engel olacaktır. Verdiği ve vereceği vesvelerle hükmü çar­pıtmamıza, hak olan hükümlere batıl yorumlar getirmemi­ze neden olabilecektir!.

Nitekim Adem (a.s.)'a da yaklaşımı böyledir!.

"Bu ağaca yaklaşmayın" İlahi hükmüyle muhatap olan Adem (a.s.)'a ve Havva validemize vesvese verirken;-İlahi hükmü inkar ettirmemiş, fakat bu hükme batıl ve şey­tani bir yorum getirmiştir. Şeytan aleyhillanenin "Rabbi-nizin size bu ağacı yasaklaması, sizin iki melek olma­manız ve cennette ebedi kalmamanız içindir" vesvesesiyle karşılaşan Adem (a.s.) ve Havva validemiz, bu şeytani vesvese ile ağaca yaklaşmışlardır.

İşte Kur'an-ı Kerim'i okurken şeytanın bu gibi vesveselerinden ve tüm şeytani yaklaşımlarından sakınabilmemiz için, şeytandan Allah'a sığınmamız emredilmekte ve bunun açık bir gereklilik olduğuna İşaret edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'i okurken buna dikkat ettiğimiz gibi, dinlerken de dikkat etme ve kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak din­leme durumundayız.

Kur'an-ı Kerim okunurken, kafirlerin ve müslümanların okunan Kitaba karşı iki ayrı yaklaşımları bulunmaktadır. Bu yaklaşımların hangisin­den sakınacağımız ve hangisini örnek alacağımız ise aşi­kardır.,

İnkar edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz.[98]

Kur'an okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.[99]

Bu İlahi hükümleri dikkate aldığımız zaman, Kur' anı Kerim'i bir belam, bir müstekbir dahi okusa, Kur'an-ı Kerim okunurken susmak ve sadece okunan Kur'an'i dinle­mek durumundayız. Böyle bir durumda susup dinleyerek değer verdiğimiz şey, hiç şüphesiz ki Kur'an'ı okuyan bel'amiar değil, okunan Kur'an-ı Kerim'dir.

Bu bel'amların hak hükümlere getirdikleri batıl yo­rumları ise dinleme zorunluluğumuz olmadığı gibi, bunlar­dan ve ayetler hakkında alaylı tartışmalarda bulunanlardan uzaklaşmamız ve onlann meclislerini terketmemiz emredii-mektedir.,

O, size Kitab'ta: "Allah'ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğru­su Allah, münafıkların da, kafirlerin de tümünü ce­hennemde toplayacak olandır.[100]

Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara da­lanlar' -onlar bir başka söze geçinceye kadar onlar­dan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplu­lukla beraber oturma.[101]

Netice olarak bu yüce Kitab'tan faydalanabilmemiz için Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okumamız ve gereği gibi dinlememiz emredilmektedir.

Ancak Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okuduklannı zan­neden günümüzdeki bazı şaşkınlara şu hususu da hatırlat­mak isteriz ki; okumakla ilgili ayet-i kerimelere dikkat edi­lirse, "Oku" emrinden sonra "Üfle" emri yoktur. Dolayısıyle Kur'an-ı Kerim okuyup üflememiz İçin değil, okuyup anlamamız, okuyup yaşamamız, yaşayıp anlatmamız için indirilen bir Kitap'tır.

Kur'an-ı Kerim'i bu bilinçle okuduğumuz zaman, İlahi mesajı anlayabilmemiz ve Kur'an-ı Kerim'den faydalanabil­memiz mümkün olacaktır.

 

2. Allah'a Dua Ve Tevekkül Etmek

 

Bütün bir insanlık için hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim, hiç şüphesiz ki bütün bir insanlığın öğüt alıp, faydalanabileceği yüce bir Kitap'tır.

İnsanlığın ve tüm insanlann öğüt almasıyla ilgili olan bu husus, Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir.

Gerçek (şu ki), o (Kur an), elbette bir öğüttür.

Artık kim dilerse, öğüt alıp düşünür.

Allah dilemedikçe, onlar öğüt almrzlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.[102]

Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'in başlı başına bir öğüt olduğunu beyan ederek, bu yüce Kitap'tan öğüt al­mayı kişinin dilemesine bağlamasına rağmen, kişinin bu hayrı dileyerek öğüt almasını da kendi dilemesine bağla­maktadır. Nitekim bir başka yerde zikredilen 'Allah dile­medikçe siz dileyemezsiniz" İlahi buyruğu da, şer olma­yan hayırlı dileklerle ilgiii olup, bu hayırlı dilemeyi de kapsamına almaktadır.

Kur'an-ı Kerime karşı tüm hayırlı yönelişler, bütün hayırların gerçek sahibi olan Allah (c.c.)'ın dilemesiyle ger­çekleşmesine rağmen, insanlann bu hayırlı dilemeye layık olmaları, kişilerin tercih ve yönelişleriyle ilgili bir hadisedir, Müslümanlar her konuda olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'in hayrı ile karşılaşma konusunda da, Aüah'a dua ve tevekkül erme durumundadırlar.

Allah'tan müstağni tavırlarla veya yönelişlerle, haynn ta kendisi olan Kur'an-ı Kerim'i anlamamız ve bu hayırlaria karşıiaşabilmemiz mümkün değildir. Çünkü başlı başına bir hayır olan Kur'an'ı ve Kur'an'ın beyanını öğretebilecek ye­gane mutlak merci, bu Kur'an'ın sahibi olan Allah (cc.)'dir.,

Rahman (olan Allah). Kur'an'ı öğretti, însanı yarattı.

Ona beyanı öğretti.[103]

Onu (Kur'an'ı,  kavrayıp  belletmek için) aceleye kapılıp, dilini onunla hareket ettirip durma.

Hiç şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş)tir.

Şu halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.

Sonra onu açıklamak bize ait (bir iş)tir.[104]

Bu ayet-i kerimelerde beyan ve açıklamanın Rabbi-mize ait olduğu zikredilmektedir. Meselenin bu yönüne daha iyi nüfuz edebilmemiz için, bir gerçeği ifade eden cümleler ile bu cümlelerin anlamlarına ilişkin kısa bir açık­lama getirmemiz gerekecektir. Öncelikle şu gerçeğin dik­kate alınması gerekir ki; somut olan her cümlenin, bu cümleyi kullanan mercide soyut olan anlamı vardır. Mese­la boş işlerle uğraşan veya değerli vakitlerini boşa harca­yan bir kardeşimizle karşılaştığımız zaman, bu müslümana şunu diyebiliyoruz.,

Cennette dahi, Allah'ı hoşnut edebileceğin böylesi vakitler yoktur!.

Söylediğimiz bu söz, kelimelerden meydana gelen somut bir cümledir. Somut olarak kısaca ifade ettiğimiz bu cümlenin, hiç şüphesiz ki bizim iç dünyamızda oldukça yo­ğun olan ve bizleri harekete sevkeden soyut bir manası vardır.

Ancak iç dünyamızdaki oldukça geniş olan bu anlam­ları ifade ederken, sekiz kelimelik bir cümle kullanıyoruz..

Cennette dahi, Allah'ı hoşnut edebileceğin böylesi va­kitler yoktur!.

İşte bu cümleyle karşılaşan müslüman, somut olan bu cümlenin soyut manasını düşünerek kendi iç dünyasında bu cümleye anlam kazandırmaktadır.

Şayet bu müslüman ile, kelime ve kavramları aynı manada kullanıyorsak ve önemli meselelere ortak bir bakışımız varsa; bu cümle onda da yankılanmakta ve bizim iç dünyamızdaki anlamı­na yakın veya daha derin bir anlam meydana getirebil­mektedir.

Fakat dikkat edilirse verdiğimiz bu örnek, yaratılmış insanlar arasında yaşanan ve yaşanmakta olan bir örnektir. Aynı hadiseyi yegane Yaratıcı olan Ailah (c.c.) ile yaratılmış olan insanlar arasında düşündüğümüz zaman, meselenin boyutlan, aklımızla ve düşüncemizle ula­şamayacağımız bir yükseklik kazanmaktadır.

Çünkü harf ve sözlerden meydana gelen İlahi kela­mın Rabbani manası, bu İlahi kelamı buyuran ve bu kela­mın sahibi olan Rabbimizde bulunan bir manadır. Karşı­mızdaki bir yaratılmışın ne demek istediğini, söylediği cümledeki anlam genişliğini düşünerek ve aklederek bula­bilmemiz mümkün olsa dahi, İlahi kelamın oldukça geniş ve derin olan Rabbani manasına, sadece kişisel cehdimizle ulaşabilmemiz kesinlikle mümkün değildir.

Nitekim birçok ayet-i kerimenin içerdiği yoğun ger­çekleri yüzlerce yıl düşünsek dahi, Rabbimizin yardımı olmadığı sürece bu ayet-i kelimelerdeki Rabbani manalara yeterince ulaşabilmemiz ve bu gerçeklere nüfuz edebilmemiz mümkün olmayacaktır.

Çünkü İlahi kelamın, manası da İlahidir!.

Dolayısıyle bu manaya ulaşabilmemiz, bu Rabbani manayı anlayabilmemiz, sadece kişisel cehdimizle değil,

kişisel cehdimizle beraber,

İlahi kelamın ve ilmin gerçek sahibi olan şanı yüce Rabbimize, yürekten dua ve tevekkül etmemizle mümkün olacaktır.

 

3. Kitab'a Bir Bütün Olarak Yaklaşmak

 

Günümüz müslümanlarının veya kendilerini müslü-manlığa nisbet eden kimselerin yaşadıkları birçok ihtilaf ve çelişkilerin önemli bir nedeni, Kur'an-ı Kerime bir bütün olarak yaklaşmamalandır. İhtilafa düşen grupların, birbirleriyle çekişen fırkaların bu durumları, hiç  şüphesiz  ki  tüm  müslümanlan   vahdete  davet eden Kur'an-ı Kerim'den değil, bu Kur'an-ı Kerime eksik veya bölücü bir mantıkla yaklaşmalarından kaynaklanmak­tadır. Daha kısa bir ifadeyle, Kur'an-ı Kerim'e bölücü yak­laşanlar, netice olarak Kur'an-ı Kerim'i değil, kendilerini bölmekte ve kendileri bölünmektedirler!.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir kısmını bayraklaştmp, bir kısmını gözardı eden kimseler, bu yüce Kitab'a bölücü bir mantıkla yaklaşan ve bölük börçük olan kimselerdir. Oysa Kur'an-ı Kerim geçmiş Ehl-i Kitab'ın bu batıl yakla­şımlarını zikretmekte ve günümüz müslümanlannı bu ko­nuda önemle uyarmaktadır.,

Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüpçıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde de onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram, kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü in­kar mı ediyorsunuz'? Artık sizden böyle yapanların ce­zası, dünya hayatında aşağılık olmaktan başka değil­dir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.[105]

Bu ayet-i kerimeyi okuyan bazı kimseler Kur'an-ı Ke­rim'e bir bütün olarak inandıklarını söyleyerek, bu ayet-i kerimedeki batıl yaklaşımdan beri olduklarını ileri sürecek­lerdir!.

Şayet bu kimseler, inanç ile pratiği birbirinden ayırmayan kimselerse, onları böylesi bir baül yaklaşımdan tabi ki beri tutarız. Ancak, Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak inandıklarını söyle­melerine rağmen, pratik yaşantılarında Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak yönelmiyorlarsa, kendi grup veya fırkalarını destekleyen ayet-i kerime­leri ön plana çıkarıp, dikkate almaları gereken birçok ayet-i kerimeyi gözardı ediyorlarsa, bu kimseler de Kur'an-ı Kerim'e bölücü bir mantıkla yaklaşmaktadırlar.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak yaklaşmak demek, hem itikadi ve hem de ameli düzlemde bir bütün olarak yaklaşmak ve bununla beraber, herhangi bir konudaki birkaç ayet-i kerimeyi değil, o konuyla ilgili bütün ayet-i kerimeleri dikkate almak demektir.

Dolayısıyle böyle bir yaklaşım, hem itikadi ve pratik düzlemlerde ve hem de Kur1 an'a yönelik tüm araştırmalarda esas kabul edilmesi gere­ken bir yaklaşımdır.

Kur'an-ı Kerime yaklaşımla ilgili bu meseleyi bir ör­nek vererek değerlendirmemiz, oldukça önemli olan bu meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecektir. Mesela hidayet yani doğru yola erişme meselesini ele alalım. Her­hangi bir insan, hidayet meselesiyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şu ayet-i kerimelerie karşılaşabilir.,

Allah kime hidayet verirse o artık hidayeti bul­muştur; kimi de şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da hüs­rana uğrayanlardır.[106]

De ki: "En 'üstün ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete yöneltip-iletirdi.[107]

İnsanların hidayet bulmasıyla ilgili olarak sadece bu ayet-i kerimelerle karşılaşan insan, hidayet meselesinde kısaca şu sonuca varabilir.,

"Hidayetin gerçek sahibi olan AIlah(c.c.) dilediğine hidayet eder, dilediğini de şaşırtıp-saptırır. Dolayısıyle müşriklerin, kafirlerin ve bütün sapıkların içinde bulunduklan durum ve bunların hidayete ulaşamamaları, Allah'ın bunlar hakkında hidayeti dilemeyip, sapıklığı dilemesi ne­deniyledir! ."

Hidayetle ilgili olarak bunları söyledikten sonra, yukarıdaki iki ayet-i kerimeyi de açık bir delil olarak zikrede­rek, bu görüşünü pekiştirir!.

Artık bu insana bir şey anlatmanız oldukça zordur. Çünkü hidayet meselesini, Kur'an-ı Kerime göre değerlen­dirdiğini zannetmekte ve bu görüşüne sımsıkı sarılmakta­dır!.

Kur'an-ı Kerime vakıf olmayan kimseler tarafından itirazsız kabul edilebilecek olan bu görüş('), Kur'an-ı Ke-rim'in bütünlüğüne göre hem eksik ve hem de yanlış bir görüştür. Nitekim bu Önemli konuda Kur'an-ı Kerim'in bü­tünlüğüne yöneldiğimiz zaman, hidayet meselesiyle dolay­sız ilgili olan 160'tan fazla ayet-i kerimeyle karşılaşıyoruz, Bütün bu ayet-i kerimeler, meseleye değişik boyutlardan yaklaşmakta ve meseleyi genel bir açıklığa kavuşturmaktadır.

Hidayet, hiç şüphesiz ki Hadi, yani yegane hidayet edici olan Allah (c.c.)'a aittir. Hadi olan Rabbimizin dilediğine hidayet ermesi ise, yine Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen gerçekler­dendir. Ancak Rabbimizin bu dilemesiyle ilgili olarak şu soruyu sormamız gerekir.,

Dilediğine hidayet eden Rabbimizin bu dilemesi, mes­netsiz, hikmetsiz veya tesadüfi bir dileme midir?

Mesela Musa (a.s.)'ın çocukluk ve ergenlik yıllarını ge­çirdiği Firavunun sarayında, Firavun da dahil olmak üzere binlerce insan vardı. Bu binlerce kişinin ismi küçük bir ka­ğıda yazılarak torbaya atıldı ve çekiien kurada Musa (a.s.)'ın ve daha birkaç kişinin ismi çıktığı için mi bunlara hidayet edildi?

Musa (a.s.)'a hidayet edilmesi, tesadüfi bir şans mıy­dı?

Şam yüce Rabbimizi hiçbir kuşku duymadan tenzih ederiz ki, Rabbimizin bir kişi hakkında hidayeti dilemesi, kesinlikle ve kesinlikle tesadüfi değildir.

Çünkü Hadi olan, dilediğine hidayet edecek olan Rabbimizin bir diğer sıfatı da Adi, yani adalet sıfatıdır. Dolayısıyle Rabbimizin her dilemesinde zulümden en ufak bir iz olmadığı ve ola­mayacağı gibi, her dilemesi de bir adaletin tecellisidir.

Firavunun sapıklığı, Musa (a.s.)'ın ise hidayeti haket-mesi, Rravun'un ve Musa (a.s.)'ın eylem ve yönelişleriyle ilgili bir hadisedir. Nitekim hidayet meselesini Kur'an-ı Ke-rim'in bütünlüğünde değerlendirdiğimiz zaman, meselenin tüm gerçek boyutları ortaya çıkmaktadır. Hadi olan şanı yüce Rabbimiz, hidayetten uzaklaşanların,

sapıklığı hakedenlerin, hangi eylem ve yönelişlerle bu duruma düştüklerini, dolayısiyle kimlere hidayet etmediğini ve etmeyeceğini açıkça beyan etmektedir.,

Allah, kendisine mülk verdi diye, Rabbi konu­sunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" de­mişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim : "Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (haydi) sen de onu batıdan getir" deyince, a küfre sapan böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.[108]

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını in-fak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Söyleşinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağa­nak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler, Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez.[109]

Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve peygambe­rin hak olduğuna şahid oldukları halde, imanların­dan sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir"? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete eriştir­mez.[110]

Bu, gerektiği gibi şahidliği yapmalarına veya ye­minlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden kork­malarına daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının ve dinleyin. Allah, fasıklar topluluğunu hidayete erdir­mez.[111]

Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymak­tadırlar.[112]

Allah'ın ayetlerine inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için acıklı bir azab vardır.[113]

"Onu ve kavmini, Allah'ı bıkakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, onlara şeytan yapmakta olduk­larını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alı­koymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.[114]

Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle der­ler:) "Biz, bunları bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsın­lar diye ibadet ediyoruz." Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hü­küm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete eriştirmez.[115]

Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü' min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı kendi aley­hinedir; ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size va'dettiklerinin bir bolümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, Ölçüyü taşıran, çok yalan söyleyeni hidayete erdirmez. [116]

Sadece bir kısmını zikrettiğimiz bu ayet-i kerimeler­de, kimlere hidayet edilmediği ve edilmeyeceği beyan edilmektedir.

Ayet-i kerimelere dikkat edilirse, insanları hidayetten uzaklaştıran eylem ve yönelişler, insanların insiyatifinde olan ve insanların kişisel tercihleriyle gerçekleşen kendi eylem ve yönelişleridir.

Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de hidayeti hake-den, hidayete layık olan kimselerin de eylem ve yönelişlerini belirtmekte ve hidayeti isteyen herkesi bu eylem ve yönelişlere davet etmektedir.

Dediler ki: 'Yahudi veya Hıristiyan olun ki hida­yete eresiniz." De ki: "Hayır, (biz) Hanif (Muvahhid) olan ibrahim'in dini (üzereyiz); o müşriklerden değil­di.[117]

Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) her nerede olursanız yüzünüzü onun yön' çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı (kullanabilecekleri) de­lilleri olmasın. Onlardan korkmayın, benden korkun, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hi­dayete erersiniz.[118]

Andolsun , biz sizi bir parça korku , açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmek­le imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.

Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki; "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüle­riz."

Rablerinden (olan bir salat) bağışlama ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.[119]

Eğer seninle, çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim et­tim." Ve kendilerine Kitab verilenlerle ümmilere, de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdüerse, artık yanlızca sana düşen duyurup-bildirme (tebliğ) dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.[120]

Bu (Kur'an), insanlar için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.[121]

İman edenler ve imanlarına zulüm katmayanla? işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişizdiri.[122]

Musa'nın kabaran öfkesi (gazabı) yatışınca Lev­haları aldı. (Onlardan biri) Nüshasında "Rablerin-den korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır" (yazılıydı).[123]

De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamberine iman edin, O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmak­tadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.[124]

Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerinde bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üze­rinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.[125]

De ki:" Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yine de yüz çevirirseniz, artık onun (pey­gamberin) sorumluluğu kendisine yükletilen, sizin de sorumluluğunuz size yükletilendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.[126]

Müminler için bir hidayet ve bir müjdedir.[127]

İhsan yapmakta olanlara bir hidayet ve bir rah­mettir.[128]

Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar, temiz akü sahihleridir.[129]

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da vasi­yet ettiğimizi sizin için de teşri etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırmakta olduğun şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendiline yöneleni hidayete eriştirir.[130]

Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet (hiç kim­seye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun kal­bini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir.[131]

Netice olarak, hidayet meselesini zikrettiğimiz bu ayet-i kerimeleri dikkate alarak değerlendirecek olursak, şunları söyleyebiliriz. ,

Yegane Hadi olan Allah (c.c.) dilediğine hidayet eder. Şanı yüce Rabbimizin haklarında hidayet dilemediği ve hidayet etmediği kimseler; Allah'ın ayetlerine inanmayan, şeytanı dost edinen, zulmeden, haddi aşan, kafir, müşrik, yalancı, fasık ve zalim olan kimselerdir.

Rahman olan Rabbimizin hidayet ettiği kimseler ise; Allah'a içten yönelen, sadece Allah'tan korkan, Allah'a. Resulüne ve Kitab'ma iman edip, teslim olan, sözün en güzeli olan Kur'an'a uyan, ihsanda bulunan, Allah'ı birle­yen ve karşılaştığı musibetlere Allah için sabreden kimse­lerdi. .

İşte hidayet meselesindeki bu kısacık değerlendirme, kısa olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünü dik­kate alan bir değerlendirmedir. Bölücü veya kısır bir yakla­şımla kaleme alman çitler dolusu eserden, çok daha kıy­metli ve hak bir değerlendirmedir.

Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak yaklaşmak mesele­sine metod bazında bir diğer örnek verecek olursak, Kur'an-ı Kerim insan gerçeğini değişik surelerde, muhtelif ayet-i kerimelerle beyan etmektedir. Bazı ayet-i kerimeler­de kalbe ve kalbi durumlara açıklık getirilirken, bazı ayet­lerde ise nefse, duyu organlarına, akıla, düşünceye, insa­nın psikolojik ve sosyolojik yönlerine açıklık getirilmektedir.

İşte Kur'an-ı Kerim'e göre insanı tanımlayabilmek için, bütün bu gerçekleri dikkate almamız ve bu gerçekleri yerli yerine koymamız gerekmektedir. Çünkü bu konuyla ilgili bütün gerçekleri tesbit etmek ne kadar önemliyse, bu gerçekleri yerli yerine koymak da o kadar önemlidir.

Yaklaşımla ilgili bu gerçekleri dikkate almayan her­hangi bir kimse, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu gerçeklerden sadece bir tanesini, mesela kalp gerçeğini alıp, insan gerçeğini sadece kalbe göre tanımlarsa, bu tanım eksik ve yanlış bir tanım olacaktır.

Bir diğer yanlış yaklaşım ise kaiple ilgiü gerçekleri Kur'an-i Kerim'den alıp, insanın diğer yönlerine kişisel gö­rüş ve yorumlarla tanım getirmeye çalışmaktır. Oysa böy­lesi yaklaşımlarla tanımlanan insanda, herhangi bir canlılık emaresi olmayacaktır. Nitekim bu gibi kısır yaklaşımlarla tanımlanan insan veya müslüman kimliği, toplumların diril­mesine vesile olabilecek canlı bir kimlik değildir.

Netice olarak Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak yak­laşmak demek, örnek verdiğimiz meselelerde olduğu gibi her meselede Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünü dikkate almak ve bu bütünlüğe teslim olmak demektir.

 

4. İlahi Hitabın Yakınlığını İdrak Etmek

 

İnsanlar, kendilerine bir yakınlan tarafından gönderil­miş bir mektubu okurken, mektubu yazan kimseyle adeta birlikte olurlar,

Mektupta okuduklan satırlar, herhangi bir gazetede okuduklan satırlar gibi değildir. Çünkü kendilerine mektup gönderen kimseyi tanıdıkları gibi, ellerindeki mektubun kendilerine gönderildiğini, mek­tuptaki ifadelerin kendilerini muhatap aldıklarını bilmekte ve bu bilinci hissetmektedirler. Tabi ki bu bilinçle okunan mektup, bu bilinçle okunan ifadeler, çok daha iyi anlaşılan ifadelerdir.

Bütün dünya insanlarına gönderilen İlahi mesaja da, insanlann böyle yaklaşmalan gerekirken, ne yazık ki bu bi­linçli yaklaşım yoktur.

Kur'an-ı Kerim'deki İlahi hitap, bu  hitaba iman etmeyen insanlar için sanki uzaklar­dan, çok çok uzaklardan gelen bir hitaptır. Nitekim Allah'ın ayetlerine iman etmeyen kimselerin İlahi hitaba kar­şı bu uzaklıkları, Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan edilmekte­dir.,

Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık, onlar derlerdi ki: "Onun ayetle­ri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arap­ça olmayan bir dil) mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise ku­laklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yer­den seslenilir.[132]

Ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi onlara, o iman etmeyenlere, sanki uzaklardan, çok uzaklardan seslenilmektedir!. Dolayısıyle kendilerinden uzak kabul ettikleri bu hitabı dil kate almalan, bu hitapla titremeleri ve titreyerek kendileri­ne gelmeleri mümkün değildir.

Tabi ki Allah'ın ayetlerine inanan, bu ayetiere teslim olan müminlerin, İlahi hitaba karşı yaklaşımları böyle değildir. Bu müslümanlar, kendilerini yaratan ve yaşatan Rablerinin, kendilerine şah damarların­dan daha yakın olduğunu bilen ve bu gerçeğe iman eden müslümanlardır. Dolayısıyle kendilerine şah damarlarından daha yakın olan Rablerinin hitabı, bu müminler için yakın, çok yakın bir hitaptır!.

Musa (a.s.) Sina dağında İlahi kelama muhatap oldu­ğu zaman, bu kelama olan yakınlığını nasıl hissetmişse, Kur'an-ı Kerime gereği gibi iman eden müsiümanlar da, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen her İlahi hitabı aynı yakınlıkta hissetmektedirler. Çünkü bu müslümaniara göre kendileri­ni muhatap alan İlahi bir hitap ile, Sina dağında veya Kur'an-ı Kerim'in sayfalarında karşılaşmak arasında önemli bir fark yoktur. Her iki hitap da zamandan ve mekandan münezzeh olan ve bizlere şah damanmızdan daha yakın oian Rabbimizin hitabıdır.

Bizleri muhatap alan İlahi hitabı daha iyi anlayabil­memiz için, bu İlahi hitabın bizlere olan yakınlığını idrak etmemiz gerekmektedir. Çünkü şanı yüce Rabbimiz bizlere uzaklardan, çok uzaklardan değil, yakınımızdan, çok yakınımızdan, şahdamarımızdan seslenmektedir..

 

5. İlahi Vahye Muhatap Olmanın Sorumlulu­ğunu Duymak

 

Değişik dertler içersinde boğulmama mücadelesi ve­ren ve kendilerini birçok şeye karşı sorumlu kabul eden günümüz müsiümanlarına, belki de tekrar tekrar hatırlatıl­ması gereken bir soru vardır.,

İlahi vahye veya Kur'an-ı Kerime karşı sorumluluğu­muzun idrakinde miyiz?

Bu soruya açıklık getirmek isteyen bazı kimseler, bu soruya "Nasıl veya kimler gibi sorumlu olmak?" sorusuyla karşılık verebilirler. Bu kimselere "Peygamberler veya sid-dıklar gibi sorumlu olmak.." cevabını vererek, onların da Kur'an-ı Kerime karşı peygamberler veya sıddıklar gibi so­rumluluk duymalarını istemeyeceğiz!. Bu kimselere verece­ğimiz cevap, belki de bu kimseleri şaşırtacak bir niteliktedir.,

Kur'an-ı Kerime karşı dağlar, taşlar gibi sorumlu ol­mak!.

Evet, bu yüce Kitab dağlara indirilseydi, dağlann duyacağı sorumluluğu duymak!.

Şanı yüce Rabbimiz, verdiğimiz bu cevapla ilgili oia-rak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır.,

Şayet biz bu Kur'an'ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye, insanlara Örnekleri böyle vermekteyiz.[133]

 

Kur'an-i Kerim'de verilen hiçbir örnekte abartma veya mübalağa olmadığı gibi, bu örnekte de hiçbir müba­lağa yoktur. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) Kur'an-ı Ke-rim'İ, yeryüzünde büyük ve müstakim olarak bildiğimiz dağların üzerine indirseydi, hiçbir şüphemiz yoktur ki ou müstakim dağları Allah korkusundan parça parça olmuş görürdük!.

Peki neden?

Dağlar Allah korkusu ile neden parça parça olacak­lardı?

Bunun nedeni tabi ki açıktır!.

Kur'an-ı Kerim dağlann üzerine indirilseydi, dağlar kendilerine inen bu Kur'an-ı Kerim'e muhatap ve bu Kur'an-ı Kerimle mükellef olacaklardı. Bu yüce Kitap on­lara emanet edilecek ve onlar bu yüce Kitap'tan sorulacak­lar, sorguya çekileceklerdi.

Böyle bir durumda dağlarda meydana gelen müthiş korku, kendilerine indirilen, kendilerine emanet edilen bu Kitab'ın gereğini yapamama korkusudur.

"Ya bu İlahi Kitab'ın gereğini yapamazsak, ya bu emanetin hakkını veremezsek Allah'ın karşısında durumu­muz ne olur?" endişesi, onlardaki Alİah korkusunu çığ gibi büyütecek ve bu korku ile parça parça olmalarına neden olacaktı.

Fakat Kur'an-ı Kerim dağlara indirilmemiştir!.

Rabbimizin teklif ettiği emaneti yüklenmekten sakı­nan dağlar, böyle bir İlahi sorumlulukla da karşı karşıya gelmemişlerdir.

Bu yüce Kitab, İlahi emanet teklifini kabul eden insanlara, bütün bir insanlığa indirilmiştir. Nitekim bütün bir insanlık, kendilerine indirilen bu yüce Kitab'tan sorulacaklar, sorumlu tutulacaklar, sorguya çekileceklerdir..

Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kurandan) sorulacaksınız. günümüzdeki insanlar ve Özellikle müslümanlar, bu ayet-i kerimenin yeterince idrakinde midir?

Kendilerine indirilen bu Kur'an-ı Kerim'den sorumlu olduktan bilerek, bütün bir hayatlarını bu bilince göre mi tanzim ediyorlar?

Kur'an-ı Kerim'deki cennet ayetlerini dikkate aiarak, ölümden sonra yeniden diriltileceğimize ve sonra da nefislerimizin arzuladığı her şeyin bulunduğu cennete girivereceğimize inanma!: ve bu inançla sevinip, bu inançla avun­mak, bize indirilen Kur'an-ı Kerim'in sorumluluğunu duymak mıdır?

Elbetteki hayır!.

Şayet böyle bir yaklaşım doğru bir yaklaşım olsaydı, Kur'an-ı Kerim'in üzerlerine indirileceği dağlar, Allah korkusuyla parça parça değil, cennet sevinciyle zevkten dört-köşe olurlardı!.

Oysa Kur'an-ı Kerim ile muhatap ve mükellef olma­nın sorumluluğunu duymak demek,

cennet sevincinden önce cehennem korkusunu hisse­debilmek, bu korkuyu yaşayabilmek demektir.

Çünkü bizlere indirilen ve kendisine uymakla, gereği­ni yapmakla mükellef olduğumuz bu İlahi Kitap, bizleri uyaran ve cehennem azabiyla tehdit aderek korkutan bir Kitap'tır.

Bu Kitap'tan ve bu Kitap'taki uyarılardan müstağni olmamız, olabilmemiz ise kesinlikle mümkün değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi, hiçbir kişi veya hiçbir merci, bizleri bu İlahi tehditlerden ve bu tehdit­lerin sahibi olan Alİah (c.c.)'dan bağımsız kılamaz.,

Sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıl­dık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva (istek ve tutku)larına uyma.

Çünkü onlar, Allah'tan (gelecek) hiçbir şeye karşı kesin olarak seni bağımsız kılamazlar. Hiç şüphesiz zalimler birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakile-rin velisidir.

Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilmemiz için, Kur'an-ı Kerim'e bu sorumluluk bilinciyle yaklaşma­mız kaçınılmaz bir şarttır. Çünkü bu yüce Kitap'taki İlahi uyanları anhyabilmemiz, bu İlahi uyanlann bizleri muhatap aldığını bilmemiz ve bu sorumluluğu yaşayabilmemizle mümkündür.

Netice olarak İlahi vahye karşı sorumlulukla yaklaş­mak demek,

İlahi vahyin her uyarısını, her ikazını büyük bir endişeyle dikkate almak ve "Ya bu hükmün gereğini yapamazsam!" korkusunu duymak, bu korkuyu yaşamak demektir.

Nitekim bütün cennet yolculan, cehennemden gereği gibi korkan, cehennemden ge­reği gibi sakınan yolculardır. Çünkü cennete sadece cen­neti severek değil, cehennemden korkup, cehennemden sakınarak girebileceğiz. Cehennemden uzaklaşabilmek İçin gösterdiğimiz ve göstereceğimiz her gayret,

bizleri cennete yaklaştıran gayretler olacaktır.

 

6. Vahye Karşı Hiçbir Kuşku Duymamak

 

İlahi vahye karşı, tasdik ve inkar gibi belirgin olan iki ayrı yaklaşım vardır. Bu yaklaşımlardan bir üçüncüsü ise, tasdik ile inkarın bulanık bir mozaiği oian kuşku yaklaşımı­dır. Tasdik ve inkarı birbirini kesen iki ayrı daire olarak düşünecek olursak, birbirini kesen bu iki dairenin ortak düzlemi, tasdik ile inkarın birbirine karıştığı şüphe veya kuşku düzlemidir.

İlahi vahye kuşku duyan insanlarda ne netleşmiş bir tasdik ve ne de netleşmiş bir inkar vardır. Kur'an-ı Kerim kendisine yönelik bu üç ayrı yaklaşımdan sadece kuşkudan uzak tasdiği kabul etmekte, inkarla birlikte kuşkulu yakla-şımlan ise reddetmektedir.,

Senden, yalnızca Allah'a ve ahiret gününe inan­mayan, kalpleri kuşkuya kapılıp da kuşkularında ka­rarsızlığa düşenler izin ister.[134]

Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuş­maktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır.[135]

 (Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle bir­likte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendi­nizi fitneye düşürdünüz, (müslümanları acıların ve yı­kımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve islam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntu­lar yanıltıp aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan Ölüm) geliverdi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Al­lah'ın adını kullanarak) aldatmış oldu.[136]

Yukarıdaki ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi Al­lah'ın ayetlerini inkar etmek İle bu ayetlerden kuşku duy­mak arasında belirgin bir fark yoktur. Nitekim cehenne­me, sadece cehennemi inkar edenler değil, cehennemden kuşku duyanlar da girecektir.,

"Onu tutun da cehennemin orta yerine sürükleyin;"

"Sonra kaynar suyun azabından başının üstüne dökün;"

"(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) oldukça üs­tün, oldukça onurluydun,"

"Gerçekten bu, sizin kuşkuya kapılmakta olduğu­nuz şeydir.[137]

İnkarla birlikte kuşkulu yaklaşımları da reddeden Ku'ran'ı Kerim, Rabbimizin bütün beyaniannın hak ve ger­çek olduğunu bildirmekte, dünya müslumanlarını İlahi vah­ye karşı hiçbir kuşku duyulmaması konusunda açıkça uyar­maktadır.,

Gerçek (hak) Rabbindendir. Şu halde sakın kuş­kuya kapılanlardan olma.[138]

Allah'tan başka bir hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab 'ı açıklanmış olarak indirmiştir. Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[139]

Vahye karşı hiçbir kuşku duymamak demek, vahyin doğruluğundan kuşku duymamak olduğu gibi, vahyin neticesinden de kuşku duymamaktır. Nitekim Al­lah'a ve Resulüne iman eden müminlerin, İlahi vahye yaklaşımlarında ve İlahi emirleri yaşamalarında hiçbir kuşkula­rı yoktur.

Mü'rnin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşku­ya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıy­la cihad ettiler, işte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir.

"Bu vahiy doğrudur, hakür amma!.. Bunun gereğini yaparsak acaba iyi olur mu?" gibi sorular, vahye karşı kuş­ku duyanların sorulandır.

Böylesi kuşkucu yaklaşımlar ise, hikmetini anlayamadığımız veya aklımızın henüz eri­şemediği birçok İlahi hüküm karşısında bizim durmamıza, duraksamamıza neden olabilecektir.

Mesela şanı yüce Rabbimiz Musa (a.s.)'a şu hükmünü bildirmiştir.,

Andolsun, Biz Musa'ya vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan.[140]

Bu hükümle muhatap olan Musa (a.s.)'ın ve İsrailoğullannın gitmeleri gereken istikamette koca bir deniz bulunmaktadır!.

Vahyedilen İlahi hükümde ise, denizle karşılaşıldığı zaman "Denizde kuru bir yol aç­mak" gibi, beşeri aklın kavramakta zorluk çekeceği bir olaydan bahsedilmektedir. Oysa insan aklına göre bir de­nizin geçilmesi, geçilebilmesi için, ya büyük köprüler veya büyük gemiler bulunmalıdır!. Peki Musa (a.s.) veya onunla birlikte yürüyüşe geçe­cek olanlar, meselenin bu yönünü düşünüp, bu boyutunu hiç dikkate almadılar mı?

Bu durumu dikkate alarak meselenin vehametini hiç akletmediler mi?

"Onlar bunu akletmediler mi?" diyorum,

çünkü zamanımızda bunu akledebilecek birçok akıllılar(!) vardır. Bunlar bu vahim durumu aklederek; "Ya Musa!. Sen bize yola çık diyorsun, diyorsun amma, önü­müzde koca bir deniz var! Bu denizi nasıl aşabilecek ve mutlaka bizim peşimize düşecek olan Firavun ve askerle­rinden nasıl kurtulabileceğiz?" sorusunu sorabilirler ve bunu akletmenin verdiği bilinçle yerlerinde oturabilirlerdi!.

Çünkü bu akıllılar İçin " Kullarımı geceleyin yürü­yüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yeti­şilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan." hük­mü, yeterli ve açık bir hüküm değildir!.

Bunların akıllı olduklan dikkate alınarak hükme açık­lık getirilmeli, denizle karşılaştıklan zaman, denizde nasıl kuru yol açılacağının akli ve ilmi açıklanması yapılmalıydı!.

Oysa biliyoruz ki,

Kur'an-ı Kerim'deki birçok İlahi hükümde olduğu gibi, bu İlahi hükümde de söz konusu detaylar, söz konusu ayntılar yoktur. Gayet kısa ve Öz bir emir buyurulmaktadir.,

"Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara deniz­de kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan."

İşte bu İlahi hükümle muhatap olan Musa (a.s.)'da herhangi bir durma veya duraksama yoktur. Çünkü İlahi vahye hem iman eden ve hem de İlahi vahyin pratikteki sonucundan herhangi bir kuşku duymayacak kadar akıllı bir müslümandı.

Çünkü İlahi vahye karşı kuşku duymamak, vahyin bildirdiği istikamette koca bir deniz dahi olsa, bu denize doğru kuşku duymadan yürümek demektir.

Bazı kimseler "Musa {a.s.) ile birlikte denize doğru yürüyen müminler, daha önce birçok mucizeye şahit oldukları için yürümüşlerdi, yürüyebilmişlerdi." diyebilecek­lerdir.

Ebetteki doğruluk taşıyan bir sözdür bu!. Ancak   bu   yaklaşım,   günümüz   müminleri   ile   o müminleri birbirinden ayırmamızı gerektirmez ki!.

Musa (a.s.) ile birlikte olan müminler o mucizelere şahit olurken, bizler de aynı mucizelerle Kur'an-ı Kerim'de muhatap olmuyor muyuz?

Kur'an-ı Kerim bizlere hem o mucizeleri ve hem de daha birçok mucizeyi anlatmıyor mu? Anlatılan bütün bu mucizeler, hem bu mucizeleri yaşayanlar ve hem de bunlara iman eden biz müminler için apaçık bir hak, apaçık bir gerçek değil mi? Yoksa, yoksa kuşku duyan mı var!..

 

7. Düşünmek, Akletmek

 

Kur'an-ı  Kerim'den yeterince  faydalanabilmek için, bu yüce Kttap'ta beyan edilen birçok İlahi gerçeğin ferdi ve toplumsal düzlemdeki doğruluğunu, gerçekliğini,

hikmetlerini nasıl anlayabileceğiz? Tabi ki istihareye yatarak veya Alİah (c.c.)'ın bütün bu gerçekleri kalbimize ilham etmesini bekleyerek değil!.

Bazı kimseler bu ifadelerimize tepki göstererek "Al­lah (c.c.) hem istiharelerle ve hem de kalbe ilham yoluyla bizlere ilim öğretmeye muktedirdir" diyebileceklerdir. Rabbimizin buna ve bununla beraber herşeye muktedir olduğu­na zaten iman ediyoruz.

Ancak,

Rabbimizin herşeye muktedir olması, her şeyi gerçekleştireceğine delalet değildir. Nitekim herşeye muktedir olan Rabbimiz, konumuzla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ayetleri anlayabilmemiz için; tevekküllü bir bekleyiş içine girmemizi veya istihareye yat­mamızı değil, bizlere verdiği akıl ile bu ayet-i kerimeleri düşünmemizi emretmektedir.,

Onlar hala Kur'anı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşku­suz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar), bu­lacaklardı.[141]

De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demi­yorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"[142]

Bu, Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık.[143]

Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize ver­di; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.[144]

 (Onları) Apaçık deliller ve Kitab'larla (gönder dik). Sana da zikri (Kuranı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.[145]

Andolsun, biz bu Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye, oysa bu, onların daha da uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor.[146]

Yukarıdaki ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı gibi, Allah'ın ayetieriyle muhatap olan insanların, bu ayetleri düşünmeleri akletmeye çalışmaları emredilmekiedir..

İnsanlara özgü bir eylem olan düşünmek, her şekliyle sağlıklı kabul edebileceğimiz bir eylem değildir. Düşünerek doğruyu bulmak mümkün olduğu gibi, yine düşünerek yanlışlara varmak da mümkündür.

Çünkü nice düşünce metodları vardır ki, bu gibi metodlarla doğrulara değil, en kısa yoldan yanlışlara vanlabilmektedir. Nitekim bütün bir ömürleri bo­yunca düşünceye ağırlık veren birçok düşünürün içine düş­tüğü sapıklıklar, bunun açık örneklerindendir. Kur'an-ı Kerim'de Velid bin Mugire'yle ilgili olarak nazil olan ve günümüzdeki birçok Velid bin Mugire'nin yaklaşımlannı da muhatap alan ayet-i kerimelerde, yine bu gerçek beyan edilmektedir.,

Hayır; çünkü o, bizim ayetlerimize karşı  'kesin bir inatçıdır.

Onu   alabildiğine   sarp   bir   yokuşa   sardırıp süreceğim.

Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tesbit etti. Kahrolası, nasıl bir Ölçü koydu1? Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu? Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.

Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istik-bar).

Böylece: "Bu yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" dedi.

"Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.[147]

Velid bin Mugire'nin Efendimiz (s.a.v.)'e ve ayet-i ke­rimelere isnat ettiği iftira, düşünmeden söylenen bir iftira değildir. Ayet-i kerimelerde de beyan edildiği gibi, bu iftira bir düşüncenin, sapık bir düşüncenin mahsulüdür.

Bu ayet-i kerimeler aynı zamanda, doğru ve yanlış düşünce metoduyla ilgili bazı önemli gerçekleri de içer­mektedir. Sağlıklı bir düşünce, gerçek ölçülere dayanan bir düşüncedir. Düşüncede kalkış noktası itibariyle kabul edi­len ölçüler, yanlış ölçüler ise; bu ölçülerden hareket eden düşünceler ne kadar yoğunîaşırsa yoğunlaşsın, bu düşünce­lerle doğruyu bulmak, bulabilmek mümkün değildir.

Değerlendirmede esas alınacak ölçünün, hem ölçülecek şeye uygun olması ve hem de doğru olması gerekmektedir. Nitekim sağlıklı düşünce, hem metod bazında ve hem "de ölçü bazında bu gerçeklere dikkat eden düşüncedir.

Bir diğer önemli husus ise bir vakıaya veya bir görü­şe karşı, Velid bin Mugire mantığı ile yani ön yargılarla yaklaşmamaktır.   Mesela  bizler,   Kur'an-ı  Kerime   iman eden müminler olarak, bu yüce Kitab'ta beyan edilen r görüşün hak olduğu konusunda kesin inanca sahib beraber, diğer insanlardan böyle imani bir yaklaşım değil, sadece ön yargılı yaklaşmamalarını bekleme duru­mundayız.

Şayet ayet-i kerimelere ön yargıdan uzak olarak doğ­ru veya yanlış olabileceği gibi iki ayrı boyuttan yaklaşılsa dahi, bu iki boyuttan yaklaşmak bile insanların doğruyu bulmasına yeterli olabilecektir. Nitekim bir mü'min olarak bizler dahi, birçok ayet-i kerimede beyan edilen bir gerçe­ğin addım düşündüğümüz zaman; yanlışın yanlışlığını kav­rayarak, söz konusu ayet-İ kerimenin gerçekliğini ve doğ­ruluğunu daha kesin olarak anlıy ab iliyoruz.

Hak olan bir şeye, batıl önyargısıyla yaklaşmak ve batıl bir mana yüklemeye çalışmak nasıl ki sağlıklı bir dü­şüncenin ürünü değilse, batıl bir şeye hak mana yüklemeye çalışmak da aynı şekildedir.

Mesela İslam'ı laikleştiren düşünceler ne kadar yanlış ise, laikliği İslamüeştirmeye çalışan düşünceler de o kadar yanlıştır. Çünkü sağlıklı düşünmek, herhangi bir olguya is­tek ve eğilimlerimize göre mana yüklemeye çalışmak de­ğil, o olgunun gerçek manasını kavramaya çalışmaktır.

Son cümleyi önemine binaen bir kez daha tekrar et­mek istiyorum.,

"Sağlıklı düşünmek, herhangi bir olguya olumlu veya olumsuz manalar yüklemeye çalışmak değil, o olgunun gerçeğini, gerçek manasını kavramaya çalışmaktır."

Düşündüğünü iddia eden ve gerçekten düşünen bir­çok insanın yanılgılara düşmelerinin önemli bir nedeni, bu gerçeği dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır. Nite­kim İslam gerçeği konusunda yanlış ve yanılgılara düşen kimseler; İslam gerçeğini, bu dinin özüne göre anlamaya ve tanımlamaya çalışan değil, İslam gerçeğine, kendi kişi­sel görüşleriyle tanım getirmeye çalışan kimselerdir.

Oysa herhangi bir olgunun, kendi özüne göre tanımlanması, her temiz aklın ka­bul ettiği ve kabul edeceği bir gerçektir. Çünkü tüm haya­tımız boyunca karşılaştığımız ve değerlendireceğimiz bütün şeyler, bizlerin vereceği anlamlarla değil, varoluşlan itiba­riyle kendi özlerinde bulunan keyfiyetleriyle anlam kaza­nan şeylerdir. Nitekim eşyayı özüne göre, fiili faile göre, faili yaratılışa göre değerlendirmek, doğru bir değerlendir­me olacaktır.

Bunları dikkate alarak düşünmekle mükellef olduğu­muz bir ayet-i kerimeyle karşılaştığımız zaman, bu ayet-i kerimeye karşı yönelişimiz.,

bu ayet-i kerimeye güzel bir mana vermek için değil, bu ayet-i kerimenin gerçek ve güzel manasını kavra­mak için olmalıdır.

Çünkü bizlerde, biz yaratılmışlarda, bu ayet-i kerimelerin güzelliğine güzellik, gerçekliğine gerçeklik katabilecek hiçbir şey yoktur. Bu ayet-i kerimeler, bizlerin tanımlamasıyla tanımlanabile­cek,   bizlerin   anlam   yüklemesiyle   anlam   kazanabilecek ayetler değildir.

Bu ayetlerin anlamı, bu ayetlerin güzelliği, zaten bu ayet-i kerimelerin özünde bulunmaktadır. Netice olarak, herhangi bir ayet-i kerimeyle karşılaştığımız zaman, bu ayet kerimeyi güzel bir şekilde yorumlamak, bu ayete güzel bir mana vermek için değil,

bu ayet-i kerimedeki gerçek ve güzel manayı kavra­mak İçin düşünmeliyiz.

Böylesi bir düşünce yöntemi ise, tanımlayıcı değil, arayıcı bir düşünce yöntemidir. Kur'an-ı Kerim'den faydalanmak isteyen günümüz müslümanlanna gerekli olan ve bütün müslümanlarının muhtaç olduğu düşünce yöntemi de,

arayıcı olan böylesi bir yöntemdir. Düşünsel faaliyetlerle ilgili bu yönteme dikkat edildiği zaman, birçok ihtilaflar giderilebilecek ve Kur'an-ı Kerim'in gerçekliğinde vahdet sağlanabilecektir. Çünkü Allah'ın ayetleri hakkında ihtilafa düşenler, bu ayetleri türlü türlü yorumlayanlar; Allah'ın ayetlerini kendilerine göre tanımla­yanlar, kendilerine göre yorumlayanlardır.

Oysa Allah'ın ayetlerine tanımlayıcı değil, arayıcı bir düşünce yöntemiyle yöneldiğimiz zaman, aradığımız ve bulduğumuz şeyler farklı veya çelişkili olma­yacaktır.

Aynı ayet-i kerimeler,

bizlere aynı mesajı, aynı gerçeği verecek ve bizleri aynı yola davet edecektir..

 

8. İman Ve Teslimiyet

 

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ayet-i kerimeleri anla­mak ile, bu ayet-i kerimelere iman edip, yaşamak arasın­da bir ilişki var mıdır?

Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen gerçekler,

sadece akılla ilgili olan akli gerçekler olsaydı, bu sorüya "Anlamak ayn şeydir, iman edip, yaşamak ayn şev­dir" diyerek cevap verebilirdik. Ancak,

Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen İlahi gerçekler, hem aklımızı ve hem de kalbimizi muhatap alan ger­çeklerdir. Bu gerçeklere iman etmeden, bu gerçeklere ye­terince nüfuz edebilmemiz mümkün değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim bizlere bir kıssa, bir vakıa bildirdikten son­ra, bizleri şu gerçekle ikaz etmektedir.,

Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayet­ler vardır.[148]

Ayet-i kerimeye dikkat edilirse, bizlere bildirilen her­hangi bir vakıadaki ayetleri, işaretleri görebilmemiz veya anlayabilmemiz, iman vasfına bağlanmaktadır.

Bildirilen bu gibi vakıalarda, iman edenlerin görebilecekleri, iman edenlerin anla­yabilecekleri ayetler bulunmaktadır. İman etmeyenler ise bu ayetlerle, bu işaretlerle bizatihi karşılaşsalar dahi, bu ayetleri, bu gerçekleri göremeyeceklerdir.,

Yeryüzüne bir bakmadılaı mı ki, Biz onda her güzel çiftten nice ürünler bitirdik.

Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır; ancak on­ların çoğu mümin değildirler.[149]

Nitekim doğru yolu kavrama ve doğru yolu bulma anlamına gelen hidayet vakıası da, iman ile gerçekleşen bir vakıadır. Bir hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim ile hi­dayet bulmak, yine bu yüce Kitaba iman etmekle mümkündür.

Ve gerçekten o, mii'minler için bir hidayet ve bir rahmettir.[150]

Bu (Kurarı), insanlar için basiret (nuruyla Al­lah'a yönelten ayetlerdir, kesin bir bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.[151]

Ayet-i kerimelere karşı imani yaklaşım, hem aklın yolunu açmakta ve hem de aklın uzana­madığı gerçekleri tasdik ederek, bu gerçekleri kişiye ka­zandırmaktadır.,

Sana Kitab'ı indiren     O'dur.  O'ndan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım   ayetler muhkem dir; di­ğerleri de benzeşen (müteşabih)lerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını   yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun yorumunu Allah'tan baş­kası bilmez, ilimde derinleşenler ise; "Biz ona inan­dık, onun tümü Rabbimizin katındandır." derler. Te­miz akıl sahihlerinden başkası öğüt alıp düşünmez.[152]

Kur'an-ı Kerim'e yönelen ve yönelmek isteyen her müslüman için, bu yüce Kitap'tan faydalanabilmeleri için iman ve imanla birlikte teslimiyet vazgeçilmez şartlardan­dır. Çünkü birçok İlahi gerçeğe karşı kalplerin açık, kalple­rin duyarlı, kalplerin yumuşak olması, ancak ve ancak bu gerçeklere iman ve teslimiyetle gerçekleşmektedir.

Kalplerin İlahi gerçeklere nüfuz etmesi, nasıl ki kalp­lerin yumuşamasıyla gerçekleşebiliyorsa; bu yumuşamanın gerçekleşmesi de, İiahi hükümlere iman ve bu hükümleri yaşamakla gerçekleşmektedir. Diğer bir ifadeyle Kur'an-ı Kerim'i anla­manın, İlahi gerçeklere nüfuz etmenin en kısa ve kaçınıl­maz yolu, bu gerçekleri yaşamaktır.

Nitekim aşağıdaki ayet-i kerime, meselenin bu önem­li boyutuna dikkat çekmektedir.,

İman etmekte olanların, Allah'ın ve haktan inmiş olanların zikri için kalplerinin 'saygı dolu bir korku ite yumuşaması' zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine Kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, I öylece kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu da fasık olanlardı.[153]

Bu ayet-i kerimede kendilerine Kitab verilen ve bir süre sonra kalpleri katılaşan kimselerden bahsedilmektedir. İlahi Kitaba karşı kalpleri katılaşan bu insanlar, hiç şüphe­siz ki daha önce İlahi Kitaba karşı kalpleri yumuşatılan veya yumuşak olan insanlardı. Çünkü kalblerin katılaşabil-mesi için, öncelikle yumuşak olması gerekmektedir.

İşte İlahi Kitaba karşı Rabbimizin lutfuyla kalbleri yu­muşak olan bu insanlann, kalplerinin katılaşmasına önemli bir neden, ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi bu insan­lann fasıklığıdır. Kitab'ın gereğini yapmayıp, Kitab'ı yaşa­madıkları için, kalpleri bu Kitaba karşı katılaşmaktadır.

Kalplerin Kitaba karşı katılaşması ise,

bazılarının zannettiği gibi mistik veya tasavvufi bir se­viye kaybetmek değil, bizzat ilmi bir seviye kaybetmektir. Çünkü kalplerin İlahi Kitaba karşı yumuşak olması demek, İlahi Kitap'taki gerçeklere açık olması, bu gerçekleri du­yumsaması, hissedebilmesi demektir. Nitekim İslam'a göre alim kişi, İlahi yerçeklere sadece akli olarak değil, hem akli ve hem de kalbi olarak yönelen kişidir.

Mesela Allah'tan korkup-sakıniimasına dair zikredilen bütün İlahi gerçeklere sadece akli olarak yaklaşan kişinin, bu gerçeklere nüfuz edebilmesi ve Allah'tan gereği gibi korkup-sakınabilmesi mümkün değildir. Çünkü korkmak, sevmek, istemek, nefret etmek gibi fiiller, aklın değil kal­bin fiilleridir. Akıl bütün bu gerçekleri genel bir soyutlukla bilmeye yetkin olmasına rağmen,  bu  gerçekleri somut veya müşahhas bir hale getirebilecek vasıflara sahip değil­dir. Oysa korku veya sevgi fiilinin müşahhas hale getiril­mesi, aklın bu fiilleri yeterince kavrayabilmesi için açık bir gerekliliktir. Bu fiillerin aklın gözlemleyebileceği bir mü-şahhaslığa getirilmesi ve hissedilmesi ise, kalbin vasıflan dandır.

Kalbinde Allah korkusu bulunmayan bir insan, ne kadar akıllı olursa olsun, yaşamadığı bu korkuyu yeterince tanunlayabilmesi ve anlayabilmesi mümkün de­ğildir.

Nitekim Kur'an-ı Kerime göre alim kişi, sadece Al­lah'tan gereği gibi korkulacağını bilen değil, Allah'tan gere­ği gibi korkan kişidir.

Tabi ki kalbin önemine binaen zikrettiğimiz bu yakla­şımları, aynı boyuttan aklın önemine binaen de zikredebili­riz. Allah'tan korkup-sakınmaya dair İlahi gerçekleri aklet-meyen bir insanın da, Allah'tan gereği gibi korkup-sakınabileceğini düşünemeyiz. Çünkü herhangi bir insanın Allah'tan gereği gibi korkup sakınabilmesi için, konuyla il­gili ayet-i kerimelere hem akli ve hem de kalbi olarak yö­nelmesi gerekmektedir.

İnsanların hem aklını ve hem de kalbini muhatap alan İlahi gerçeklere, akli ve kalbi olarak yönelmek,

aklın ve kalbin ahenkli yardımlaşmasını sağlayacaktır. Allah'tan gereği gibi korkup sakır bilmek arzu ettiğimiz bir kimlik ise, bu kamil kimliğe uzanan merdivenin basamakla-n, birbirini takip eden akli ve kalbi basamaklardır.

Nitekim Allah'tan gereği gibi korkan ve bu konuda kamil bir kimliğe ulaşan alim kimseler, aklederek korkan,

korktukça akleden kimselerdir.

 

9. İlahi Vahye Ters Düşmekten Sakınmak, Muttaki Olmak

 

Bu meselelerin başında zikrettiğimiz "Kur'an-ı Ke-rim'den gereği gibi faydalanabilmek" başlığı ile, hiç şüphe­siz ki sadece Kur'an-ı Kerim ilimlerine vakıf olmayı veya sadece bilgilenmeyi kastetmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı Ke-rim'den gereği gibi faydalanabilmek demek,

Öncelikle kendi nefsimiz için,

bugünümüz ve akıbetimiz için faydalanabilmemiz de­mektir. Tabi ki bunun da gerçekleşmesi, İlahi vahiyde be­yan edilen ikaz ve uyanları, gereği gibi dikkate aimamızla mümkündür.

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ikaz ve uyarıları gereği gibi dikkate almak ne demektir?

Bunun en kısa yolu,

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ikaz ve uyan niteliğinde­ki bütün ayet-i kerimeler ile, Öncelikle kendimizin muhatap olduğunu idrak etmemizdir. Karşılaştığımız ayet-i kerimeler firavunun veya Nemrud'un bir yaklaşımından, bir fiilinden bahsetse dahi, kendimize yönelmemiz ve "Acaba bu Fira-vuni yaklaşımdan, bu firavuni fiilden bizlerde bir iz var mı?" sorusunu, kendi nefsimize endişeyle sormamız gere­kir.

Bu soruyu kendimize sormamız, hiç şüphesiz ki ken­dimizi firavun gibi kabul etmemizin değil, firavun gibi ol­maktan sakınmamızın bir tezahürüdür.

"Bu yapılıyor mu, bütün ayet-i kerimelere böyle yak­laşılıyor mu?" sorusunu sormayacağız. Çünkü Firavuni yaklaşımların zikredildiği ayet-i kerimelere değil,

bizatihi rnüslümanların uyarılıp-ikaz edildiği ayet-i ke­rimelere dahi yeterince duyarlı bir yaklaşım yoktur. İkaz ve uyan niteliğinde bir ayet-i kerimeyle karşılaşıldığı za­man, akıllara hemen başkalan gelmekte ve "İşte bu ayet-i kerimeler falancalan veya filancaları muhatap alıyor" deni­lebilmektedir!.

Tabi ki böylesi yaklaşımlar ile Kur'an-î Kerim'den fay­dalanabilmemiz,

uyarılmamız gereken konularda uyanlıp, sakındırılma-mız gereken konularda sakınmamız mümkün değildir. Peki ne olacak?

Bütün bir Kur'an-ı Kerim'le muhatap olduğumuzun idrakine varabilmek için, her ayet-i kerimenin başına adı-mızı soyadımızı yazmamız mı gerekli?

Müslüman olduklarını iddia etmelerine rağmen, in­sanları Allah adına fakat Allah'ın razı olmayacağı yollara davet eden kimselerin; "Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbi-ne çağır ve sakın müşriklerden olma. ayet-i kerimesini dikkate almalan, kendi durumlarını ve Al­lah adına yaptıklan davetleri dehşetli bir endişeyle değer fitri için, bu İlahi gerçeğin şöyle mi buyurulması gerekirdi..

Ey Süleyman, Ey Hasan, ey Hüseyin!./Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden ab koymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakm müşriklerden olma.

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen .ayet-i kerimeler bu şekil­de 'Kişiye özel' olsaydı, hiç şüphesiz ki bu kimseler kendilerini bizatihi muhatap'alan, bu ayet-i kerimeden daha fazla etkilenirler, kendi durumlarını ve davetlerini daha bir ciddi sorgulama gereği duyarlardı.

Fakat bu gerekli mi?

Ayet-i kerimeleri dikkate almamız için, ayet-i kerime­lerin başında illa ismimiz zikredilmeli mi?

Müminleri veya müslimleri muhatap alan bütün ayet-i kerimelerle, bir mü'min ve bir müslim olarak zaten muhatap değil miyiz?

Bu ayet-i kerimeler zaten bizi muhatap almıyor mu?

Bizİeri uyanp, bizleri ikaz etmiyor mu?

Lütfen kendimize gelelim!.

Müslümansak veya müslüman olduğumuzu iddia edi­yorsak, bütün müslümanlan bağlayıcı olan Kur'an-ı Ke­rime bu sorumluluk bilinciyle yönelmek durumundayız. Çünkü ayet-i kerimelerin başında isimlerimiz yazılı olmasa da, bu ayet-i kerimelerden ve bütün bu ayet-i kerimeleri kapsayan Kur'an-ı Kerim'den sorulacak, sorguya çekilece­ğiz.,

Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kur'an dan) sorulacaksınız.[154]

Sorulacağımız, sorguya çekileceğimiz bu İlahi Kitaba Rabbani yakla­şım, hiç şüphesi ki bu sorumluluk bilinciyle korkup sakı­nan muttakilere özgü bir yaklaşımdır.

Nitekim birçok İlahi gerçeği kavrayarak öğüt alabil­mek, muttaki olmak şartına bağlanmıştır.,

Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce ge­lip geçenlerden bir örnek ve takva sahihleri için de bir öğüt indirdik.[155]

"Kur'an-ı Kerim nedir?" başlığını değerlendirirken, bu yüce Kitab'ın başlı başına bir hayır olduğunu belirtmiştik. Gerçi bunu günümüz müslümanlan da bilmektedir. Bu müslümanlara "Kur'an-ı Kerim hayır mıdır, şer midir?" de­sek, belki de bu soruya kızacaklar ve "Elbetteki hayırdır" diyeceklerdir. Ancak Kur'an-ı Kerim'in hayır olduğuna iman eden bütün müslümanlara şunu sormak istiyoruz,,

"Başlı başına hayır olan Kur'an-ı Kerim'in, size, sizin yaşantınıza, sizin düşüncelerinize, sizin eylemlerinize şimdiye kadar ne hayrı oldu?"

İşte bu soruya yeterli ve olumlu cevap veremeyen kimseler, başlı başına hayır olan Kur'an-ı Kerim'in haynna ulaşamayan, bu hayırdan nasiplenemeyen kimselerdir.

Bu hayra ulaşmak, bu hayırdan nasiplenmek ise, bizleri uyan sakındıran İlahi hükümlerden, gereği gibi uyanlıp sakınmayla yani muttaki olmakla gerçekleşe­bilmektedir.

 

10. Söyleyeni Ve Söyleneni Dikkate Almak

 

Kur'an-ı Kerim hiç şüphesiz ki İlahi bir kelamdır.

Bazılarımızın aklına "Kur'an-ı Kerim'de birçok beşe­rin, mesela Firavun'un bir sözü de aktarılmaktadır. Bu gibi sözler de İlahi kelam mıdır?" sorusu gelebilir.

öncelikle şu hususun açıklık kazanması gerekir ki İla­hi kelamdan anlamamız gereken şey, Rabbimizin sadece kendi zatından veya İlahi olaylardan bahsettiği kelamı de­ğildir. Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de kendi zatın­dan bahsettiği gibi, bizlere gerekli olan beşeri olaylardan ve beşer sözlerinden de bahsetmektedir. Bu gibi sözler asıl menşei itibariyle beşeri olsa dahi, rivayet İlahi kelamia ya­pıldığı için bunların tümü İlahi kelamın kapsamına girmek­tedir.

Ancak, Kur'an-ı Kerim'in tümü İlahi kelam olmasına rağmen yine de bu durumlan dikkate almamız, sözü söyleyen ile sözü rivayet edeni birbirinden ayırmamız faydalı olacaktır. Zaten bu başlıkta dikkat çekmek istediğimiz hu­sus da budur.

Kur'an-ı Kerim'i okumalarına rağmen, bu yüce Ki-tap'taki birçok İİahİ gerçeği farkedemeyen Kimselerin içine düştükleri yanılgı, karşılaştıkları bir sözün kimin, ne za­man, ne derede, nasıl ve kime söylendiğini yeterince dikkate almamalandır.

İlahi kelam anlayışındaki sapmanın veya yanılgının genel boyutu ise İlahi bir sözün beşer sözü olarak algılanmaşıdır.

Mesela şanı yüce Rabbimizin Kur'an-ı Kerimce farklı muhataplara sorduğu birçok önemli sorular bulunmaktadır. Meselemizle ilgili olarak bunlardan sadece birkaçını zikre­delim.,

"Sağ elindeki nedir ey Musa[156] (Allah) Dedi ki: "Ey İblis, kudretimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"[157]

Kur'an-ı Kerim'de bu gibi sorularla karşılaşan birçok kardeşimiz, bu soruları gayet tabi karşılayarak okumaya devam etmektedirler. Bu soruları tabi karşılamalarının ne­deni, kendilerinin birer beşer olması ve beşere göre böyle­si soruların gayet doğal olmasıdır. Nitekim gündelik yaşan­tılarında buna benzer birçok soruyu, kendileri de sormaktadır. Ancak Önemle dikkate alınması gereken hu­sus,

bu soruları soran bir beşer değil, herşeyi hakkıyle gören, hakkıyle işiten, hakkıyla bilen Allah (cc.)'dır.

O halde şanı yüce Rabbimiz, cevabını bildiği bu gibi soruları neden soruyor?

Kendi zatı için mi, yoksa bizler için mi? Elbetteki bizler için!.

Bizlerin sorması gereken soruyu bizler adına sorarak, bizlere bu önemli cevabı iletmek için. Nitekim bu sorularla birlikte cevaplarını da değerlendirdiğimizde, bizlere gerekli olan gerçekleri kavrayabilmemiz mümkün olmaktadır., "Sağ elindeki nedir ey Musa?" Dedi ki:  "O,  benim asaradır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmek­teyim, onda benim için daha başka yararlar da var.[158]

Musa (a.s.)'ın elindeki asayla ilgili bir soru ve bu soru­ya verilen cevap!.

Belki de bu husus bazılarımıza pek önemli gelmeye­cektir. Oysa gelişen olayları dikkate aldığımız zaman, bu asa ile gerçekleşen mucizeler bulunmaktadır. Şanı yüce Rabbimiz şayet bu soruyu sormayıp, asanın mahiyetine ilişkin bu açıklığı getirmeseydi, birçok insan söz konusu mucizeleri asaya nisbet ederek, asayı kutsallaştırabilirler ve ömürleri boyunca bu asayı arayabilirlerdi!.

Musa (a.s.)'m eylemlerini mucizeye,

mucizeyi de asaya nisbet edecekler ve gönüllerinden böyle bir asaya sahip olmayı geçirerek "Bizim de öyle bir asamız olsaydı, bizler de şunu şunu yapabilirdik" diyebile­ceklerdi!.

Oysa dikkate alınması gereken mesele, öyle bir asaya sahip olmak değil, it o asayı tutan ellere, o asayı tutan gönüllere sahip ol­maktır. Asa sahibi gibi Rabbe yönelmek ve onun gibi Rabbe teslim olmaktır. Dolayısıyle özlem duymamız gereken şey, o asa gibi bir asaya sahip olmak değil, o asanın sahi­bi gibi olabilmektir.

Çünkü Musa (a.s.)'ın verdiği cevapta da belirtildiği gibi, Musa (a.s.)'ın1 elindeki asa, her çobanın benzer maksatlarla kullandığı alelade bir asadır. Gerçekleşen mucizeler Musa (a.s.)'dan olmadığı gibi. asadan da değildir.

Dikkat edilirse "Rabbimiz asayı niye sordu, as ıin mahiyeti neden açıklandı?" sorusu ile kısaca açıkladığımız bu gerçekleri görebilmemiz mümkün oluyor. Tabi ki bu sorulan çoğaltarak, daha Tok gerçeği de anlayabilmemiz mümkündür.

Mesela Musa (a,s.) İsrailoğullarıyla birlikte Kızıldeniz'e vardığı zaman, şanı yüce Rabbimiz kendisine şöyle buyur­maktadır.,

Bunun üzerine Musa'ya: "Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.[159]

Şimdi kendimize şu soruyu soralım.,

Bu mucizede, bu muazzam hadisede, koskoca denizi yaran, asa mıdır, Musa mıdır, yoksa Rahman mıdır?

Hiç şüphesiz ki her şeye Kadir ve Rahman olan Rabbimizdir.

Peki, denizin yanlması Musa'dan veya asadan değilse, şanı yüce Rabbimiz Musa (a.s.)'a neden "Asanla denize vur" diye vahyediyor?

Musa (a.s.) asasıyla denize neden vuruyor?

Diyelim ki, bu sorulan düşünmenize ve araştırmanıza rağmen, yeterli bir cevap bulamadınız. Böyle bir durumda bu soru­ya açıklık getirebilecek ikinci bir soruyu sorabilirsiniz.,

"Asanla denize vur" buyruğu vahyedilmeseydi ve Musa (a.s.) asasıyla denize vurmadan deniz yanlsaydı, ne olurdu?

İşte bu gibi  sorularla  şu gerçeklere  de varmanız mümkün olabilecektir.,

Herhangi bir mucizeyi dolaysız olarak gerçekleştirmeye mutlak muktedir olan Rabbimiz, bazı mucizeleri salih kullannın elleriyle gerçekleştirerek, diğer insanların bu sa­lih kullan dikkate almalarını ve onlara itaat etmelerini dile­mektedir.

Tabi ki bu yaklaşım, sadece mucizeler için değil, bütün İlahi gerçekler için de geçerlidir. Çünkü mucizeler Allah'a ait olduğu gibi, bü­tün İlahi gerçekler de Allah'a aittir. Dolayısıyle günümüzde­ki herhangi bir müslüman, bizlere gerekli olan bazı İlahi gerçekleri, hem yaşıyor ve hem de bizlere ilettiyorsa, yukandaki prensibi dikkate alarak bu müslümana olumlu yak­laşmamız gerekir.

"Bu gerçek, Rabbimizin gerçeğidir" diyerek, bu ger­çeği dile getiren rrüslümanı hiç önemsememek, doğru bir yaklaşım değildir. Bu gerçekler hiç şüphesiz ki şanı yüce Rabbimize ait gerçeklerdir ama, şanı yüce Rabbimizin bu gerçekleri bir müslüman vasıtasıyla bizlere iletmesinde, o müslümana Rabbani düzlemde bir değer verildiğine ve do­layısıyle bizlerin de değer vermesi gerektiğine işaret et­mektedir.

Sorularla ilgili bir diğer örnek olan, Şanı yüce Rabbi­mizin şeytan aleyhillaneye sorduğu sorular da, bizlerin dikkate alması ve cevaplarını bilmemiz gereken sorulardır.,

(Allah) Dedi ki: "Ey İblis, kudretimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"

Dedi ki: "Ben ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." .

(Allah) Dedi ki: "Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın."

"Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerindedir.[160]

"Şeyfn ve Dostları" kitabında geniş olarak açıkladığı­mız gibi; Rabbimizin sorduğu bu sorular; , İbiis'in neden secde etmediğini ve sapıklığa nasıl düştüğünü anhyarak böylesi sapıklıklardan nasıl korunabileceğimiz bilincine va­rabiliyoruz. Bu sorulardan anlamamız gereken ikinci husus ise herhangi bir kimseyi yargılamazdan önce onu sorgula­ma adabıdır. Şanı yüce Rabbimiz şeytan aleyhillanenin ne­den secde etmediğini hakkıyle bilmesine rağmen onu la­netlemeden önce bu hususu yine de sorması,

birbirlerini gıyablannda sorgusuz sualsiz yargılayan günümüz müslümanlannın Özenle dikkate almalan gere­ken bir yaklaşımdır.

Görüldüğü gibi birçok gerçekleri anlayabilmemiz, biz­leri bu gerçeklere ulaştırabilecek ciddi sorularla mümkün olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de karşılaştığımız bütün sözle­rin, bütün buyrukların., kimin taralından, nasıl, nerede,

ne zaman ve kimlere söylendiğini dikkate alarak so­racağımız sorular, hiç şüphesiz ki bizleri önemli gerçeklere götürebilecek sorulardır. Ancak bütün bu sorularda özen göstermemiz gereken husus-, daha önce de belirttiğimiz gibi, sorduğumuz soruların cevabını kendimizde değil, ayet-i kerimelerde aramamızdır.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'e sorduğumuz bir sorunun ce­vabını Kur'an-ı Kerimde bulamayıp, cevapsız bırakmamız, bu soruyu kendi nefs ve nevamıza göre cevaplamamızdan çok daha iyidir.

Kısaca açıklamaya çalıştığımız bu hususlan dikkate alarak Kur'an-ı Kerim okuyan kardeşlerimizin, karşılaştıkla­rı ayet-i kerimelere göre soracaktan.,

Rabbimiz bunu neden sordu, sormasaydı veya bu mesele açıklık kazanmasaydı ne olurdu,

İlahi vahyin açıklık kazandırmadığı bu meselede, han­gi yorumlarda bulunulurdu,

Rabbimizin buyruğu böyle olmayıp, bunun muhalifi olan şu şekilde olsaydı ne olurdu?., gibi sorular, bizleri güzel cevaplara ve gerçeklere iletebilecek soru­lardır.

 

Kuran-I Kerimle İlgili Bazı Güncel Sorular

 

1. Arapça Bilmemek, İlahi Mesajı Anlamaya Engel Midir?

 

Günümüz müslümanlarımn ifrat ve tefride düştüğü önemli meselelerden birisi de, bu dil meseledir. Bu konuda birbirleriyle çekişen her iki tarafın da dikkate alınması ge­reken doğru görüşleri olmasına rağmen, meseleye bağnaz yaklaşanlar bu doğrularla birlikte birçok yanlışları da savu­nabilmektedirler.

Arapça bilmekten başka sermayeleri olmayan bazı kimseler, arapçayı tabulaştırarak kendilerini daha bir de­ğerli gösterme gayretindedirler. Bu kimselere göre arapça bilmeyenlerin İlahi mesajı anlamalan mümkün olmadığı gibi, İlahi mesajın farklı bir dile, mesela türkçeye çevrilme­si de mümkün değildir!.

"İlahi mesaj arapçadan başka bir lisan ile anlaşılmaz" diyen bu kimselere öncelikle şunu sormak istiyoruz.,

İlahi mesajı anlamak için düşünmenin gereği, birçok ayet-i kerimede vurgulanmıştır.  Sizler tah'ın ayetlerini arapça olarak düşünüp, arapça olarak mı anlıyorsunuz?

Oysa bizler biliyoruz ki herhangi bir insan iki-üç lisan bilse dahi, iç dünyasındaki düşüncelerini kendi ana dilinde ifadelendireceği için, bu düşüncelerden kaynaklanan anla­yışları da kendi ana dilinde olacaktır. O halde türkçe olarak düşünülen, türkçe olarak anlaşılan, anlaşılabilinen şey, türkçe  olarak neden  açıklanmasın,  neden  kaleme

alınırlasın ki!

Meseleye bağnaz yaklaşanlar yine "I uh.." diyerek tercümelerin yapılmasına karşı çıkacaklar ve "Efendim, Kur'an-ı Kerim birçok dil inceliklerinin bulunduğu, ifade ve belagat yönünden edebi bir şaheserdir. Dolayısıyle hiçbir dile çevrilemez" diyebileceklerdir.

Kur'an-ı Kerim'in ifade ve belagat yönünden edebi bir şahaser olduğunu zaten inkar edecek değiliz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in tercümesinin yapılmasını isteyenler ve yapanlar da "Bizler bu tercümeye söz konusu dil incelikle­rini ve edebi güzellikleri de yansıttık!" gibi bir iddiada bu-lunmadıklan gibi, "Artık tercümesi yapıldı, asıl metinlere hiç gerek kalmadı!" gibi yaklaşımlarda da bulunmuyorlar. Çünkü tüm dünya insanlannı ilgilendiren öncelikli mesele, Kur'an-ı Kerim'deki edebi güzelliklerin yansıtılmasın­dan çok daha önemli olan, Kur'an-ı Kerim'deki İlahi mesa­jın genel olarak yansıtılması meselesidir. Nitekim günümüz insanına ve bütün bir insanlığa gerekli olan öncelikle bu İlahi mesajdır. Şanı yüce Rabbimizin insanları değişik renklerde ve farklı dillerde yarattığı nasıl bir gerçek ise; bütün bir insanlığa gönderilen bu evrensel mesajın, farklı dillerdeki insanların dillerine tercüme edilmesi ve edileceği de açık bir gerçektir.

Çünkü insanların arapçadan başka bir dili kulianmala-n, Kur'an-ı Kerim'de yadırganarak reddedilen cahili veya batıl bir durum değildir. Değişik dilleri kullanan dünya in­sanları yine kendi dillerini kullanacaklar ve bu insanlara ile­tilmesi gereken İlahi mesaj, bu insanlara kendi dillerinde iletilecektir.

İlahi mesaja muhatap olan dünya insanlannın yaşa­dıkları bu realiteyi dikkate almadan arapçayı yücelten kimseler, aslında arapçayı değil, kendilerini yüceltmek iste­mektedirler.

Çünkü bunlar, sadece arapça bilerek alimlik vasfını kazanan kimse­lerdir!. Nitekim yaşadığımız toplumdaki insanlar, kendileri­ne bu şekilde empoze edilen alimlik anlayışını kabul ede­rek; "Falanca çok derin hoca, ayetleri okuyup, su gibi tercümesini yapıyor" gibi ifadelerle, arapça bilmekle alimli­ği aynı kefeye koymaktadırlar. Oysa Arapça bilmek alimlik olsaydı, arapların hepsini alim kabul etmemiz gerekmez miydi!.

Herhangi bir kardeşimiz, arapçayı tabuiaştırarak kendilerini alim kabul eden ve genellikle resmi din anlayışının savunucusu olan bu kimse­lere.,

"Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de tağuta kulluktan sakın­mamızı ve ancak bizden olan ulu-1 emre itaat etmemizi bu­yuruyor. Sizlerin itaat ettiği kişi ve merciler küfür üzere ol­duğuna göre, sizlerin bu durumu nedir?" diye sorduğunda, arapça alirni birçok zevat bu gence parmağını sallamakta ve "Haddini bil!. Sen arapçamn A'sını bilmeden Kur'an'dan hüküm mü çıkarıyorsun?" demektedirler!.

Oysa tevhid ve şirkin özünü ifade eden bu gibi ger­çekleri dile getirmek; Kur'an-i Kerim'den hüküm çıkarmak değil, Kur'an-ı Kerim'deki açık ve muhkem hükümleri be­yan etmektir. Henüz bunun idrakinde olmayan kimseler değil arapça bilmek, arap filolojisinde profesör dahi olsa­lar, İslam'a göre alim değil, ne yazık ki cahil kimselerdir.

Arapçayı kutsallaştırarak, insanları kutsal Kitab'tan uzaklaştıran bu kimselere, gayet doğal olarak haklı tepkilerde, haklı eleştirilerde bulu­nan ve bu bağnaz düşünceleri reddeden müslümaniar bu­lunmaktadır. Ancak arapçayı tabulaştıran bu anlayışa haklı tepkilerle birlikte, ölçüsüz tepkilerde bulunanlar da olmuş­tur. Bu kimseler Kur'an-ı Kerim'in arapça indirildiği gerçe­ğini neredeyse unutup, türkçe mealleri asıl yerine koyma­ya kalkışmışlardır!.

Arapçayı tabulaştırmak,

İlahi bir Kitab olan Kur'an-ı Kerim'in, lisanını da İlahi zannetmek tabi ki yanlıştır. Çünkü arapça da, diğer lisanlar gibi beşeri bir lisan, beşeri bir dildir.

Ancak, şu hususun Önemle dikkate alınması gerekir ki.,

Arapça da, diğer diller gibi beşeri bir dil olmasına rağmen, İlahi vahyi arapça olarak Rabbimiz indirmiştir. Daha açık bir ifadeyle İlahi vahyin arapçasını, her hatadan münezzeh olan Rabbimiz belirlemiştir. Dolayısıyle Rabbimizin ifade ettiği bu arapça metin, her türlü hatadan ve eksiklikten münezzeh olan İlahi bir metindir.

Farklı dillerdeki mealleri veya tercümeleri hazırlayan­lar ise, bir insan veya bir beşerdir.

Dolayısıyle bu gibi tercümelerde bazı noksanlıkların istisna da olsa bazı yanılgıların bulunması ve bulunabileceği doğaldır. Bütün bunlan dikkate almadan tercümelere asıl metinmiş 'gibi yönelmek, hiç şüphesiz ki bazı yanılgılara neden olabilecektir.

Mesela birçok mealde, Alak suresinin 15 ve 16. ayet-i kerimeleri şu şekilde tercüme edilmiştir.,

Fakat o buna bir son vermeyecek olursa, andol-sun, onu alnının perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O yalancı, günahkar olan perçeminden.[161]

Şimdi herhangi bir kardeşimiz insanîann nasıl haşro-lunacağına dair "Rabbimiz suçlu günahkarlan alnının per­çeminden yakalayacağına göre, insanlar saçlı olarak haşre-dileceklerdir" diyerek doğru veya yanlış olabilecek bu görüşü beyan ettikleri zaman, mealden kaynaklanan bir yanılgıya düşerler. Çünkü ayet-i kerimenin metninde "Alnı­nın perçeminden değil" "Alnından yakalarız" ifadesi vardır. Bu mealleri hazırlayan kimselerin yanılgıya düşmelerinin nedeni ise, bu olaya beşeri bir anlayışla yaklaşmalarıdır.

Çünkü bu kimselerin anlayışına göre bir insanın al­nından yakalanabilmesi için tutulabilecek bir perçem bu­lunması gereklidir!. Meseleyi kendilerine göre değerlendir­dikleri için, Allah (c.c.) bir insanı alnının perçeminden değil, sadece alnından yakalayabileceğini dikkate almalmaktadırlar.

Kur'an-ı Kerim tercümelerini araştırma amacıyla okuyan müslümanlanr., meallerde az da olsa bu veya benzeri yanılgılann ve eksikliklerin bulunabileceğini dikkate almala­rı, gerektiği zaman değişik meallere ve Özellikle gramerle ilgili tefsirlere başyurmalan gerekir.

Arapçayı tabulaştıran kimseler, meal zafiyetlerine iliş­kin bu ifadelerimizi belki de hoşnutlukla karşılayacaklar ve "Biz size demedik mi?" diyeceklerdir.

Fakat onların dikkatini çekeriz ki, meal okuyan müs-lümanlan bu yanılgıya düşürenler, bu yanılgıya öncelikle kendileri düşen arapça bilenlerdir. Çünkü bu mealleri ve tercümeleri, arapça bilen kimseler hazırlamaktadırlar!. Demek ki sadece arapça bilmekle, İlahi   mesajı   anlamak   mümkün   değildir.   Nitekim Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ve özellikle kafirleri muhatap alan "Bunun benzeri bir ayet veya sure getiremezsiniz" manasındaki ayet-i kerimeleri, İlahi mesajın hiçbir dile çevrilemeyeceğine delil olarak gösterenler de, arapça bile­rek Kur'an-ı Kerim'i anladıklarının değil, arapça bilmeleri­ne   rağmen   İlahi   mesajı   anlıyamadıklarınm   bir   diğer örneğini sergilemektedirler.

Arapça meselesinde ifrat ve tefride uzanan bu iki ayrı yaklaşımı genel olarak verdikten sonra meseleyi kendi gerçekliğinde ve itidalli bir şekilde sonuca bağlamamız ge­rekir.

Öncelikle İlahi mesaj ve İlahi vahiy kavramlarının, meselemizle ilgili boyutuna kısa bir açıklık getirmeliyiz. İla­hi mesaj derken kastettiğimiz şey, Rabbimizin bütün bir insanlığa gönderdiği mesajı olup, menşei itibariyle İlahi va­hiydir.

Vahiy veya vahyetmek, şanı yüce Rabbimizin insan, melek, arı, yer, gök gibi birçok yaratılmışla bir iletişim şeklidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin meleklere, anlara, yerlere vahyettiği gibi, peygamberlere ve peygam­ber olmayan bazı insanlara da vahyettiği bildirilmektedir. Meseleyi fazla genişletmeden, konumuzla ilgili olarak şunu sormamız gerekir., İlahi vahyin, bir lisanı, harf ve kelimelere bir ihtiyacı var mıdır?

Bu soruyu tartışmamıza pek gerek yoktur. İlahi va­hiy, kullandığımız beşVri lisanlardan, harf ve kelimelerden münezzehtir. Şanı yüce Rabbimiz istediği yaratılmışa, iste­diği gerçeği, hiçbir kelimeye ve hiçbir beşeri lisana gerek duymadan vahyedebilir.

İlahi vahyin bir Kitap olarak biz insanlara, harf ve ke­limelerden meydana gelen bir lisanla gönderiîmesi ise, harf ve kelimelere İlahi vahyin ihtiyacı olduğu için değil, böyle bir ifadeye bizlerin ihtiyacı olduğu içindir. Çünkü in­sanlar kendilerine vahyedilen, ancak vahyedemeyen yara­tıklar olduğu için, kendilerine vahyediien gerçekleri diğer insanlara vahiy yoluyla değil, ancak harf ve kelimelerden meydana gelen bir dil, bir lisan yoluyla iletebilirler.

İlahi vahyin beşeri bir lisan ile ifadesi ise, bu ifadelen­dirmeyi Rabbimiz yaptığında hem mana ve hem de lafız olarak İlahi, bir insan yaptığında ise rnana olarak İlahi, la­fız olarak beşeridir. Mesela şanı yüce Rabbimiz bütün pey­gamberlerine vahyetmesine rağmen, bütün peygamberleri­ne Kitab vermemiştir. Kendilerine Kitab verilmeyen peygamberler, kendilerine vahyedilen gerçekleri, kullandık­tan lisan ile kavimlerine ileten peygamberlerdir. Kendileri­ne Kitap verilen peygamberler ise, İlahi vahyin kendi, sanlanyla müşahhas ifadesine sahip olan peygamberlerdir. Nitekim elimizdeki Kuran-ı Kerim de, İlahi vahyin Rabbimiz tarafından belirlenen arapça bir ifadesidii. Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi, Rabbimiz tarafından arap­ça olarak indirilmiştir.,

Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.[162]

İşte böylece biz onu (Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik..[163]

Böylece biz onu, Arapça bir Kur'an olarak indir­dik.[164]

Bu ayet-i kerimelerde dikkat etmemiz gereken husus; İlahi Kitab'm asıl itibariyle arapça değil, arapça olarak gönderildiğidir. Şanı yüce Rabbimiz hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i başka bir dil ile de gönderebilirdi. Nitekim Fussilet suresi 44. ayet-İ kerimede beyan edilen "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık,.." ifadesi de, Kur'an-ı Kerim'in başka bir lisan, başka bir dil ile de gönderilebileceğine işaret etmektedir.

Kur'an-ı Kerim ve Kur'an-ı Kerim'in asıl menşei olan İîahi vahiy konusunda bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra, meselemizin asıl boyutuna yönelebiliriz. Hepimiz biliyor ve iman ediyoruz ki, Kur'an-ı Kerim bütün bir insanlığa gönderilen İlahi bir mesaj olup, menşei itibariyle İlahi vahiydir. İlahi vahyin arapça metnini şanı yüce Rabbimiz belirlediği için, Kur'an-ı Kerim'i meydana getiren bu arapça metin, her türlü ha­tadan ve noksandan münezzeh olan İlahi bir metindir. Kur'an-ı Kerim'in ifadesi olan bu İlahi metni,

aynı özelliklerini koruyarak bir başka dile, bir başka lisana çevirebilmemiz, tercüme edebilmemiz, kesinlikle ve kesinlikle mümkün değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim gibi hem lafız ve hem de mana olarak İiahi olan bir Kitab'i, aynı ilahilik vasfını koruyarak başka bir dile tercüme ede­bilmek, her türlü hatadan ve noksanlıktan münezzeh ola­rak başka bir lisanda ifadelendireb ilmek, biz mahiuklann değil,

alemlerin Rabbi oian Allah'ın gerçekleştirebileceği bir iştir.

Ancak şunu sormamız gerekir., Yapılan ve yapılacak olan tercümelerin de, hem lafız ve hem de mana olarak İlahi olması şart mı?

Farklı dilleri konuşan dünya insanlarının, Kur'an-ı Ke­rim'in gereğini yapabilmeleri, yaşayabilmeleri için, kendi dillerine yapılan tercümelerin de hem lafız ve hem de mana olarak İlahi olması gerekli mi?

Tabi ki değil!.

Çünkü Kur'an-ı Kerimle muhatap olan ve farklı dille­ri konuşan dünya insanlanna öncelikle iletilmesi gereken, İlahi vahyin bizatihi kendisi veya İlahi oian arapça ifadesi değil, bu İlahi vahyin beyan ettiği İlahi manalar, İlahi me­sajlardır. Netice itibariyle manası İlahi olan bu mesajlar, manasına bağlı kalınarak ve gerekirse dip notlar düşülerek farklı dillere tercüme edilecek ve tüm dünya insanlanna bu şekilde iletilecektir.

Bu tercümeleri yapacak olan müslümanların, arap-çayla birlikte dünya siyasetine, toplumsal gerçeklere ve po­zitif ilimlere de vakıf olmaları, şeytandan ve şeytani vesve­selerden Allah'a sığınıp, Allah'a samimi bir şekilde tevekkül etmeleri, bu tercümelerin oldukça sıhhatli olmasını sağlayabilecektir. Böylesi bir dikkatle hazırlanan tercüme ve çe­virilerle karşılaşan dünya müslümanian için, okudukları meallerdeki ayet-i kerimeler, lisan, lafız ve ifade olarak beşeri, mana olarak İlahidir.

Nitekim bütün bir insanlığa gönderilen Kur'an-ı Ke-rim'de de, dünya insanlarının kullandıklan değişik lisanlarla ilgili olan bu probleme, aynı istikamette yaklaşılmaktadır.,

Hiç şüphesiz ki,

Kur'an-ı Kerim'deki İlahi mesaj ile bütün bir insanlığı sorumlu tutan Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'den farklı dilleri konuşan insanların, kendi dillerinde gönderilmeyen Kur'an-ı Kerim'e karşı bazı istifhamlarda veya itirazlarda bulunacaklarını hakktyle biliyordu.

Çünkü arapların yaşamadığı bu durumu, arap oimayan ve arapça bilmeyen bütün toplumlar, bütün insanlar yaşayacaktı!.

Evrensel olan İlahi mesajla muhatap olan dünya İn-sanlan, kendi dillerinde olmayan Kur'an-ı Kerim'e bir ya­bancı gibi yaklaşacaklar ve kendilerine çelişkili gelen bu durumla iîgili bazı sorular sorabileceklerdi!. İşte,

arap toplumlarının yaşamadığı fakat arap olmayan bütün toplumların yaşayacağı bu duruma aşağıdaki ayet-i kerimede değinilmekte ve konuya genel bir açıklık getiril­mektedir. ,

Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık, onlar derlerdi ki: "Onun ayetle­ri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arap­ça olmayan bir dil) mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise ku­laklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. îşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.[165]

Ayet-i kerimeye dikkat edersek, "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsay­dık, onlar derlerdi ki.," İlahi hitabıyla, Kur'an-ı Kerim'in gönderildiği lisandan başka bir lisanı konuşan bütün top­lumların muhtemel istifhamlan ve itirazlan muhatap alın­maktadır.

Peki bu istifhamlar veya itirazlar genel olarak neler­dir?

Kendi dillerinde gönderilmeyen İlahi bir Kitaba karşı, dünya insanlarının muhtemel soruları veya itirazları neler olabilirdi?

öncelikle bu sorulann veya itirazların neler olabilece­ğini düşünerek, bunlardan bazı örnekler verelim. Mesela bu insanlar diyebilirdi ki.,

Bizim lisanımızda olmadığı için anlıyamayacağımız bu İlahi Kiiab iie bizier nasıl muhatap ve mükellef olabiliriz?

Bizlerin bu lisanı bilmesi ve öncelikle bu lisanı öğ­renmemiz gerekmez mi?

Bu İlahi Kitab'ın, bizim lisanımızda gönderilmesi ge­rekmez miydi?

Şimdi dikkatlice düşünelim!.

Kur'an-ı Kerim'den farklı dilleri konuşan insanlar, kendi dillerinde gönderilmeyen İlahi Kitaba karşı böylesi itirazlarda bulunabileceklerine rağmen, İlahi vahiy bu itirazlara neden yer vermiyor?

Mesela söz konusu ayet-i kerime "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kıhay dik, onlar derlerdi ki: Bizim lisanımızda olmadığı için anlıyamayacağımız bu Kitab ile bizler nasıl muhatap ve mükellef olabiliriz? gizlerin bu lisanı bilmesi veya bu Kitab'ın, bizim lisanımızda gönderilmesi gerekmez miy­di?...." şeklinde neden değil?

Çünkü bu itirazların hepsi batıl itirazlar olup, ayet-i kerimede batıl itirazlara değil, hak olan tek is­teğe, hak olan tek beklentiye yer verilmektedir.

"Bizim lisanımızda olmadığı için anlıyamayacığımız bu Kitab'la muhatap ve mükellef olamayız" itirazı, batıl bir itirazdır. Çünkü arapça bilmeyen dünya insanlan, Kur'an-ı Kerim'in arapçasım bilmekle, arapçasını anlamakla değil, bu Kur'an'ın belli bir dil ile sınırlandırılmayacak olan ev­rensel mesajını anlamak ve bu mesajı yaşamakla yükümlü­dürler.

"Bizlerin, bu lisanı bilmesi veya bu Kitab'ın, bizim li­sanımızda gönderilmesi gerekmez miydi?" itirazı da, batıl bir itirazdır. Çünkü evrensel İlahi mesajı içeren Kur'an-ı Kerim hangi toplumun lisanıyla gönderilirse gönderilsin, diğer toplumlar için yine farklı bir dilde olacaktır. Bütün toplumların arapça bilmesini gerekli görmek ise, toplumla­ra yüklenemeyecek ve yüklenmeyen bir mükellefiyettir.

Bu durumda haklı ve makul olan tek bir istek, tek bir beklenti kalmaktadır. Nitekim ayet-i kerimede de zikredilen bu istek, bu beklentidir.,

"Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil) mi?"

Arapça bilmeyen toplumların, arapça olan Kur'an-ı

Kerim karşısında makul ve haklı olabilecek yegane istekleri budur. Bu isteğin günümüzdeki ifadesi ise şöyle olabilir.

"Bizler bu İlahi Kitab'la madem muhatabız, bu Kitab madem ki bizlere de gönderildi, bu Kitab'ın ayetleri bizlere (bizim dilimizle) açıklanmalı değil mi? Acem olana, Arapça (Acemi olmayan bir dil) mı?"

İşte yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimede geçen ve sureye ismini veren 'Fussilet' kelimesi, günümüz alimlerinin Kur'an-ı Kerim lisanını bilmeyen toplumlanna karşı sorum­luluklarını bildirmektedir. Arapça bilen ve bununla beraber İlahi mesajı kavrayan kimselerin, yaşadıkian toplumun lisa­nı ile bu İlahi mesajı açıklamaları, tercüme etmeleri, ilet­meleri gerekmektedir.

İlahi mesaj her topluma kendi lisanlanyla iletildiği ve açıklandığı zaman, Kur'an-ı Kerim'in iman eden bütün dünya müslümanlan için şifa ve hidayet sıfatı da tecelli edecektir. Nitekim ayet-i kerimede, arapça olan Kur'an-ı Kerim'in sadece araplar için değil, ırkı veya dili ne olursa olsun bütün müminler, bütün dünya müslümanlan için bir hidayet ve şifa olduğu zikredilmektedir.,

De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. îman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür, işte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.[166]

Arap veya acem, iman eden bütün müslümanlar için hidayet ve şifa olan Kur'an-ı Kerim, iman etmeyenler için ise (bunlar arapça bilen veya arap olan kimseler olsalar dahi) bir kör­lük, bir sağırlıktır.

"Arapça  bilmeden  İlahi  mesaj  anlaşılamaz!"  diyen kimseler, insanlar ile İlahi mesaj arasına aşılmaz engelleı koymaktadırlar. Oysa günümüzde arapça bilmemelerine rağmen okudukları ve tefekkür ettikleri İlahi mesajı, arap­ça bilen birçok kimseden daha iyi anlayan ve anlatan müslümanlar bulunmaktadır. Bu müslümanlann gündeme getirdikleri İlahi gerçekleri "Bunlar arapça bilmiyorlar" di­yerek düşünmeden reddetmek, reddeden bu kimseleri aşa­ğıdaki ayet-1 kerimede zikredilen inkarcıların durumuna dü­şürebilecektir.,

Onu (Kur'anı) Arapça bilmeyen birine de indir­miş olsaydık,

Böylece  onlara  karşı  onu   okusaydı,  yine  ona iman edecek değillerdi.[167]

Bu meseleyi daha fazla genişletmeden, arapça bilen bir din adamı ile, arapça bilmeyen bir kardeşimiz arasında geçen olayı zikrederek bitirmek istiyo­ruz.

Meallerden ve özellikle gramer ağırlıklı tefsirlerden faydalanarak Kur'an-ı Kerim'de değişiK meseleleri araştıran ve bu araştırmaları ile bazı İlahi gerçekleri kavrayan bir kardeşimiz, arapçaya oldukça önem veren bir din adamıy­la karşılaşır. Önceleri kardeşimize ve bu kardeşimizin gün­deme getirdiği İlahi gerçeklere büyük bir saygıyla yaklaşan bu din adamı, kardeşimizin arapça bilmediğini Öğrenince tevazulu tavrını hemen değiştirir!. Ona arapçanın önemini uzun uzun anlattıktan sonra "Arapça bilmeden Kur'an-ı Kerim'i anlamak, Kur'an-ı Kerim'de» insanlara şu mesaj ve­riliyor demek caiz değildir!" der. Kardeşimiz ise Kur'an-ı Kerim'deki gerçekleri ve insanlara iletilmesi gereken me­sajları anlıyabilmek için arapça bilmenin farz olduğuna

dair, Kur'an-ı Kerim'den bir delil getirmesini ister. Kardeşi­mize Kur'an-ı Kerim'in arapça olarak indirildiğini beyan eden ayet-i kerimelerden birisini delil olarak ileri sürerek.,

Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de "Biz bu Kur'an'i arap­ça olarak indirdik" buyuruyor, der. Kardeşimiz ise "Ben bu ayet-i kerimeden hiçbir şey anlayamadım" karşılığını verir. Tabi ki cevabını hemen tekrarlar. Kardeşimiz yine "Anla­yamadım" der. Cevabını üç-dört kez tekrarlamasına rağ­men kardeşimizin hala "Anlayamadım" demesine kızarak, şöyle der.,

Neden anlayamadım diyorsun, nasıl anlamazsın!. Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de "Biz bu Kur'an'ı arapça ola­rak indirdik" buyuruyor, der. Kardeşimiz ise tebessüm ede­rek şu cevabı verir.,

Bak mübarek! Senin bana üst üste söylediğin ayet-i kerimenin arapça aslı değil, türkçe meali. Ben bu meal ile Rabbİmin buyruğunu anlamadığımı söylediğim zaman kızı­yorsun ve bana "Nasıl anlamazsın" diyorsun!. Anladığımı söylesem, senin İddian çürümüş olmayacak mı?.

Evet, verdiğimiz örnekten de anlaşılacağı gibi bu mesele, itidalli yaklaşılması gereken bir meseledir. Netice olarak türkçe veya başka dillerdeki mealleri asıl yerine koyup "Bu mealler ile herşey anlaşılabilir" demek ne kadar yanlış ise, "Mealler ile hiçbir şey anlaşılamaz" demek de o kadar yan­lıştır.

Çünkü Kur'an-ı Kerim'in İlahi mesajı, değişik dilleri konuşan dünya insaniannın kendi dillerine tercüme edildiği zaman, bu insanlar tarafından genel ve yeterli olarak anla­şılabilecek apaçık bir mesajdır. Zaten dünya insanlarına ile­tilmesi gereken,

İlahi vahyin evrensel mesajıdır..

Bununla beraber şu hususu da önemle belirtmek iste­riz ki, ırkları veya kullandıkları dil ne olursa olsun, dünya müslümanlannın öğrenmeleri gereken ikinci lisan öncelikle arapça olmalıdır. İkinci lisandaki öncelikli tercih arapça ol­duğu zaman, hem Kur'an-ı Kerim orijinal metninden anlaşılabile­cek ve hem de birbirleriyle iletişim kurmaları gereken dün­ya müslümanlan arasında, ortak bir lisan düzlemi oluşabi­lecektir.

 

2. Kur'an Ve Sünnet, Ayrılmaz Bir Bütün Mü­dür?

 

Öncelikle şu gerçeği kabul etmemiz gerekir ki sün-net-i seniye, Kur'an-ı Kerim'den kaynaklanan ve Kur'an-ı Kerİm'in açık bir ifadesidir. Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayan ve en güzel tatbik eden şahsın Efendimiz {s.a.v.) olduğu, dünya müslümanlannın tartışmadan kabul edecekleri bir gerçekdir.                                                        

Bütün bir risalet dönemi boyunca Kur'an-ı Kerim'i önemle dikkate alan Efendimiz (s.a.v.), yaşayan bir Kur'an-ı Kerim gibiydi. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) validemiz, Efendimiz (s.a.v.)'in ahlakını "Onun ahlakı, Kur'an ahla­kıdır" ifadesiyle tanımlarken, aynı gerçeğe işaret etmekte­dir.

Kur'an-ı Kerim'i bir ahlak haline getirmek ise, hiç şüphesiz ki Kur'an'ı anlamak ve Kur'an'ı yaşamakla gerçekleşen bir hadisedir.

İşte Kur'an-ı Kerim'i bizlerden daha iyi anlayan ve bizlerden daha iyi yaşayan Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetine yönelirken, öncelikle bu iki husustan faydalanma bilinciyle yönel­memiz gerekir. Dolayısıyle Kur'an-ı Kerim'i anlamak ve ya­şamak için sünnet-i seniyeyi, sünnet-i seniyeyi anlamak ve yaşamak için Kur'an-ı Kerim'i dikkate alan müslümanlar, doğru bir yöneliş içinde bulunan müslümanlardır.

Çünkü Kur'an ve sünnet,

İslam'ı anlamak ve İslam'ı yaşamak isteyen dünya müslümanlan için, birbirinden aynlmaz ve ayrılmaması gereken bir bütündür. Kur'an-ı Kerim'i dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'den faydalanmak isteyen dünya müsiümanlannın, aynı şekilde sünnet-i seniyeyi de dikkate almaları ve sün­net-i seniyeden de faydalanmalan gerekir.

Ancak, sünnet-i seniyeden faydalanma meselesine, dünya müslümanlannın ortak ve netleşmiş bir yakla-şırnlan yoktur. Bu önemli konuda birbirinden oldukça fark­lı yönelişler, oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu farklı yönelişlerin birçok nedenleri olmasına rağmen, bizler meselenin Kur'an-ı Kerimle ilgili bazı boyutlarına değine­ceğiz.

Çoğumuzun gördüğü ve bildiği gibi,

Kur'an ve sünneti birbirinden ayırmayan ve ayırmak istemeyen dünya müslümanlan; Kur'an-ı Kerime nasıl yaklaşıyorlarsa, genel olarak sünnete de aynı şekilde yaklaş­maktadırlar. Oysa bu yaklaşım bazı durumlarda doğrulara, bazı durumlarda yanlış ve yanılgılara neden olan bir yakla­şımdır. Bunun nedeni ise, Kur'an ve sünnet arasındaki keyfiyet farklılıklandır. Kur'an ve sünnet, birbiriyle aynı olan iki vakıa olsalardı, elbetteki Kur'an ve sünnete aynı yaklaşımın hiçbir mahzuru olmayacaktı.

Ancak biliyoruz ve bilmemiz gerekir ki,

Kur'an ve sünnet aynı iki vakıa değildir. Birisi İlahi, diğeri ise beşeridir. SünneM seniye için "İlahidir" demek, bir beşer olan Efendimiz (s.a.v.)'i ilahlaştırmaya çalışmak olacaktır. Kur'an-ı Kerim'e beşerilik nisbet etmek ne kadar yanlış ise, sünnet-i seniyeye de İlahiiik nisbet etmek o ka­dar yanlıştır. Çünkü bazı yorumlan dikkate alarak her ikisi­nin de İlahi vahiyden kaynaklandığını kabul etsek dahi, sünnet-i seniyenin pratiğe yansıyan somutlaşmış şekli İlahi değil, beşeridir. Oysa Kuran-ı Kerim, hem kaynak itibariy­le ve hem de bir kelam olarak somutlaşmış şekliyle İlahi­dir.

Kur'an ve sünneti ayrı ayn mütalağa ettiğimiz za­man, bu iki kaynak arasındaki farklılıkları görebilmemiz mümkün olacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in birçok vasfı, sünnet-i seniyenin genel vasıflanndan değildir. Mesela Kur'an-ı Kerim'in zamandan ve mekandan münezzeh olan evrensellik vasfı, sünnetin geneli için yoktur. "Resulullah (s.a.v.)'in her fiili, her davranışı, evrensel davranışlardır" di­yemeyiz.

İşte bu gibi farklılıkları dikkate almadan Kur'an ve sünnete aynı yaklaşımda bulunmak, bu yaklaşımda bulu­nan müslümanlan bazı yanılgılara, bazı çıkmazlara götüre­cektir. Halbuki Kur'an ve sünnet arasındaki bazı farklılıkları dikkate almamız ve sünnet-i seniyeyi kendi bütünlüğünde tasnif ederek değerlendirmemiz gerekir.

Kur'an-ı Kerim'i anlamak meselesinde, bu husustaki hadis-i şeriflerden faydalanmamız gerekli olduğu gibi, Kuranı yaşamak veya diğer bir deyişle pratiğe geçirmek meselesinde de sünnet-i seniyeden faydalanmamız gereke fendimiz (s.a.v.) hangi İlahi hükümleri, hangi zaman, nerede, kimlere, nasıl ve ne şekilde jik etmiştir?" sorulan, bu konularda sormamız gereken önemli sorulardır. Nitekim bu sorularla Kur'an ve sünnetin bütünlüğüne yöneJüiğimiz zaman, karşılaşacağımız ilk ger­çek şudur.,

Kur'an-ı Kerim Efendimiz (s.a.v.)'e yaşanması gere­ken yüzlerce hüküm bildirmesine rağmen, bu hükümlerin pratiğe geçirilmesiyle ilgili bütün boyutlara müdahale etme­mektedir. Daha açık bir ifadeyle o meseledeki genel hü­küm veya hükümler bildirilmekte, bu hükümlerin pratiğe geçirilmesiyle ilgili olan bazı boyutlarda ki görüş, karar veya tercih Efendimiz (s.a.v.)'e bırakılmaktadır.

Bunun hikmetini anlamamız İse pek zor değildir!.

Çünkü hepimizin bildiği gibi Kur'an-ı Kerim evrensel bir Kitab'dır. Kıyamete kadar bütün zamanlarda ve bütün mekanlarda yaşanabilecek bir Kitab'dır. Evrensel olan bu Kur'an-ı Kerim şayet zamana, mekana, konuma ve muha­taba göre pratiği değişebilecek olan meselelerde, somut pratikle ilgili sadece bir hüküm vazetseydi veya bu konuda vazettiği genel hükmü sadece bir pratik ile somutlaştırsay-dı, farklı şartlarda yaşanması mümkün olmayacak olan bu Kur'an-ı Kerim'de evrensellik vasfı olmayacaktı!.

Tabi ki evrensel olan Kur'an-ı Kerim'de, evrenselliğe gölge düşürecek olan böylesi yaklaşımlar yoktur. Kur'an-ı Kerim zamana, mekana, konuma ve muhataba göre prati­ği değişebilecek olan meselelerde somut pratikle ügili ola­rak ya birden fazla hüküm vazederek, müslümanlann ön­derine bu hükümler arasında tercih hakkı vermekte veya o konudaki genel hükmünü bildirip, bu hükmün pratiğe geçirilmesi hususunda yine müslümaniann önderine görüş ve tercih hakkı bırakmaktadır.

Nitekim Resulullah (s.a.v.) İlahi hükmün pratiğe geçi­rilmesiyle ilgili olarak muhayyer bırakıldığı bütün mesele­lerde, İlahi mesajın gene! dünya görüşünü ve sınırlannı dikkate alarak, söz konusu hükümleri en güzel biçimde pratiğe geçirmiştir. Sünnet-i seniyenin önemli bir bölümü­nü teşkil eden bu pratikler, günümüzdeki müslüman ön­derlerin mutlaka ve mutlaka dikkate almaiari gereken pra­tiklerdir.

Ancak, yaşanan şartlara göre değişebilecek olan bu gibi pra­tiklere şabloncu bir zihniyetle yaklaşıp, Efendimiz (s.a.v.)'in bütün pratiklerini aynen tekrar etmeye kalkışmak, sünnet-i seniyeye bağlılık veya sünnet-i seniyeyi ihya etmek değil­dir. Çünkü bu gibi pratikler; zamana ve mekana göre de­ğişmeyecek olan (mesela namaz gibi) evrensel pratikler değil, zaman, mekan ve şartlar dikkate alınarak belirlenen pratiklerdir.

Netice olarak Efendimiz (s.a.v.)'in muhayyer bırakıldı­ğı her meselede olmasa da, pratikle ilgili birçok meselede günümüzdeki müslüman önderler de muhayyer bırakılmak­tadır. Efendimiz (s.a.v.) söz konusu hükümleri pratiğe geçi­rirken nasıl ki yaşadığı zamanı, şartlan ve muhataplan dik­kate almış ise, günümüzdeki müslüman önderlerin de aynı husustan dikkate almalan gerekmektedir.

İşte mesele bu noktaya geldiği zaman günümüzdeki müslümanlann ve özellikle müslüman önderlerin Efendi­miz (s.a.v.)'den örnek almalan gereken husus, Efendimiz (s.a.v.)'in bu pratiklerde kullandığı usuldür. Çünkü hiç şüphesiz ki Efendimiz (s.a.v.)'in pratik düzlemde muhayyer bırakıldığı meselelere gelişi güzel bir yaklaşımı yoktu. O ko­nudaki genel hükmü ve bu hükmün sınırlannı dikkate ala­rak gözettiği maslahatlar bulunmaktaydı. Resulullah (s.a.v.) bu gibi hükümleri pratiğe geçirirken maslahatların çatıştığı durumlarda, bazı maslahatlara öncelik verirken, bazı mas-lahatlan gözardı edebiliyordu. Nitekim usûlle ilgili olan bu ve bu gibi sorularla kavrayacağımız gerçek ise, henüz dün­ya müslümanlarının genel gündemine girmeyen Nebevi usuldür.

Oysa Efendimiz (s.a.v.)'in İlahi hükümleri pratiğe ge­çirirken kullandığı Nebevi usulü kavramak, günümüz müslümanlarının pratik meselesindeki önemü sorunlannı çö­zümleyecektir

Tabi ki bunun sağlanması,

Kuran ve sünnetin aynı gerçeklikte mütalaa edilmesi­ne ve Neb.evi usûlün Kur'an-ı Kerim ışığında tesbit edilmesine bağlıdır.

Kur'an-ı Kerim'deki birçok hükmü pratiğe geçirirken bizlere gerekli olan bu Nebevi usûl, aynı zamanda sünnet-i seniyeyi anlamak ve yaşamak hususunda da bizlere yar­dımcı olacaktır.

Çünkü Kur'ani bilinçle sünnet-i seniyeye bağlılık, aynı zamanda Efendimiz (s.a.v.)'in usûlüne de bağlılık­tır.

 

3. Tefsirlerden Faydalanmak

 

Kur'an-ı Kerim'le ilgili tefsirler, bilindiği gibi genel ola­rak ikiye aynlır. Bunlardan birisi rivayet, diğeri ise dirayet tefsirleridir.

Rivayet tefsirlerine nakli tefsirler de denilmektedir. Çünkü bu tefsirlerin içeriği, genel olarak nakillere dayanmaktadır. Rivayet tefsirlerinde esas alınan husus; ayet-i ke­rimelerin diğer ayet-i kerimelerle, Resulullah (s.a.v,)'in ve sahabenin bu konulardaki sözleriyle açıklanmasıdır. Hatta bu tefsire sahabelerin sözleriyle birlikte, tabiilerin de ilave edileceği kanaatinde olanlar vardır. Rivayet tefsirlerinde böylesi zengin nakiller olmakla beraber, bu nakillere İsraili-yatın ve bazı uydurma haberlerin de girmiş olması, rivayet tefsirlerinin zayıf yönünü oluşturmaktadır.

Dirayet tefsirleri ise sadece rivayetlerle sınırlı kalma­yıp, din, dil, edebiyat ve değişik ilimlere dayanılarak yapı­lan tefsirlerdir. Dirayet tefsirlerine aynı zamanda re'y tefsi-denilmesinin   nedeni,   bu   tefsirlerde   reye   de   yer verilmesidir. Re'y tefsirinin caiz olup/olmadığı meselesinde oldukça uzun tartışmalar yapılmıştır. Bununla beraber re'y tefsirleri mezmum ve memduh olmak üzere ikiye ayrılmış, memduh olan caiz görülürken, mezmum olanlar caiz gö­rülmemiştir.

Tefsirler hakkında bu çok kısa bilgiyle birlikte, bütün tefsirlerin yaşanılan çağa göre hazırlandığını da dikkate almamız gerekir. Daha önce de belirttiğimiz gibi İlahi mesaj, evrensel olan bir mesajdır. Müfessirlere düşen görev, söz konusu İlahi mesajı kendi zamanına ve kendi toplumuna iletmesidir. Bu mesaj iletilirken hiç şüphesiz ki yaşanılan zamanın ve içinde bulunulan toplumun birçok durumu dik­kate alınacaktır. Nitekim bütün müfessirlerin yaptığı da, evrensel olan İlahi mesajın özellikle yaşanılan zaman dili­mine yansıyan boyutuna, o çağdaki insanlann anlayışına göre açıklık getirmeleridir.

Bu gibi eserlerdeki bazı hükümlerin tefsirlerinden günümüzde de faydalanabilmemiz mümkün olmakla beraber, bütün hükümlerin tefsirine aynı yaklaşımda bulunamayız. Çünkü hiçbir tefsir, genel olarak evrensel değildir. Evren­sel olan İlahi mesajın yorumu veya tefsiri değil,

İlahi mesajın bizzat kendisidir.

İlahi mesaj kıyamete kadar bütün zamanlan ve me­kanları dikkate alırken, tefsirler genel olarak yaşanılan za­manı ve mekanı dikkate alırlar ve dikkate almak zorunda­dırlar..

Netice olarak tefsirlere bu bilinçle yaklaşmamız, yaşa­dığımız çağdaki insanlan İlahi mesajın asırlar önceki tefsi-riyle değil, bugünümüze ışık tutan apaçık içeriği ile karşı karşıya getirmemiz gerekir.

Çünkü altının çizilmesi gereken gerçek,

ayetin tefsiri ayet, vahyin yorumu vahiy değildir.

Ayetin tefsirini ayet,

vahyin yorumunu vahiy yerine koymak ve bu tefsirle­rin tefsirini, yorumların yorumunu yaparak insanlan bunlarla karşı karşıya getirmek, insanlara açıkça zulmetmek olacaktır.

Bütün tefsirler, bu tefsirlerdeki açıklamalarla sınırlı kalmamamız kaydıyle faydalanabileceğimiz eserlerdir. Özellikle gramer ağır­lıklı tefsirler, arapça bilmeyen müslümanlann sık sık müra­caat edecekleri ve faydalanabilecekleri tefsirlerdir. Ancak yukanda belirttiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim anlayışımızı bu gibi eserlerle, bu gibi tefsirlerle sınırlı tutmamamız gerekir.

Bunlarla sınırlı kalmamız,

Kur'an-ı Kerim'i anlamak değil, Kur'an-ı Kerim'den sadece geçmiş müfessirlerin ne anladığını anlamamızı sağlayacaktır. Böyle bir anlayış ise, günümüze uzanan ve gü­nümüz için kesinlikle yeterli olabilecek bir anlayış değildir. Çünkü günümüzde anlamamız ve günümüz insanlan-na anlatmamız gereken gerçekler, İlahi vahyin belli bir dö­nemdeki tefsiri veya yorumu değil,

İlahi vahyin evrensel mesajıdır.

 

4. Peyderpey İndirilmesi Ve Nüzul Sırasını Dikkate Almak

 

Kur'an-ı Kerim'in peyderpey indirilmesi, hiç şüphesiz ki birçok hikmetleri içermektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in kendisi bizatihi hak olduğu gibi, inişi ve indirilişi de hak­tır.,

Biz onu (Kur'an'ı) hak olarak indirdik ve o hak olarak indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve uya-np-korkutucu olarak gönderdik.[168]

Şanı yüce Rabbimiz dileseydi,

Kur'an-ı Kerim'i, Resulullah (s.a.v.)'e Hira mağarasın­da bir bütün olarak indirebilir ve Efendimiz (s.a.v.) Mek­ke'ye elinde bütün bir Kitab ile dönebilirdi.

Fakat biliyoruz ki müslümanlara ve bütün insanlara güç yetiremeyeceklerini yüklemekten münezzeh olan şanı yüce Rabbimiz, bu yüce Kitab'ı hikmetli bir ahenk dahilin­de peyderpey indirmiştir.

Konuyla ilgili ayet-i kerimelerde, Kur'an-ı Kerim'in hem peyderpey indirilmesi zikredilmekte ve hem de bu­nun bazı hikmetlerine açıklık getirilmektedir.,

Gerçek şu ki, Kur'an'ı senin üzerine 'safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil)' indiren biziz, Biz,[169]

Küfredenler dediler ki: "Kur'an ona tek bir defa­da, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böy­lece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düze­niyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.[170]

Onu bir Kur'an olarak, insanlara dura dura oku­man için (bölüm bölüm) ayırdık ve onu safha safha bir indirme ile indirdik.[171]

Sadece okunması için indirilmeyen, tüm müslümanlan beyan ettiği İlahi hükümlerle muhatap ve mükellef tutan Kur'an-ı Kerim ayetleri, öncelikle Efendimiz (s.a.v.)'i ve bu dönemdeki müslümanlan muha­tap almıştır.

Bu dönemdeki müslümanlara bulunduktan konumun fıkhını veren Kur'an-ı Kerim ayetleri, hiç şüphesiz ki bu müslümanlann içinde bulundukları konumu dikkate alıyor­du. Nitekim peyderpey indirilen Kur'an-ı Kerim ayetlerini nüzul sırasına göre inceleyecek ve bunun nedenlerini düşü­necek olursak, peyderpey indirilmesinin birçok hikmetleri­ni kavramamız mümkün olacaktır.

Medine döneminde nazil olan birçok ayet-i kerime­nin, Mekki dönemde neden nazil olmadığını araştıracak olursak, bu araştırmayla ilgili soracağımız sorular,

İslami hareketin gelişim seyri, müslümanlann içinde bulundukları konum ve yapıla-nyla cevaplanabilecek sorulardır.

Hiçbir nefse gücü yetmeyeceğini yüklemeyecek olan Rabbimiz, müslümanların içinde bulundukları konumu ve yapılarını dikkate alarak, bu müslümaniara güç yetirebilecekleri bir fıkhı yüklemiştir. Nitekim İlahi vahye muhatap olan müslümanların konumlan ve yapılan genişledikçe, müslümaniara İlahi vahiy tarafından yüklenen fıkıh da ge­nişlik kazanmıştır.

Yaptığımız ve yapacağımız bütün Kur'an-ı Kerim ça­lışmalarında; Kuranın peyderpey indirilmesiyle ilgili olan bu gibi gerçekleri ve bu gerçeklerin genel hikmetini mutla­ka dikkate almamız gerekmektedir.

Ancak, bu gerçekleri dikkate almak demek, hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i Mekki ve Medeni olarak ikiye ayırdıktan sonra, Medeni sureleri gözardı etmek veya gündemden çı­karmak değildir. Çünkü bu gerçeklerin ve nüzul sırasının dikkate alınması, genel olarak ferdi kulluğumuzla ilgili me­selelerde değil, özellikle İslami hareketin toplumsal boyu­tunda faydalanmamız gereken bir husustur.

Ferdi kulluğumuzla ilgili olan meselelerde ise, bir cemaate, bir devlete gerek duymadan yaşayabileceğimiz her hüküm, Medeni surelerin sonunda nazil olsa dahi, bulun­duğumuz konumda yaşamakla mükellef olduğumuz hükümlerdir.

Kur an-ı Kerim'in peyderpey indirilmesini ve nüzul sı­lasını dikkate alınması, daha önce de belirttiğimiz gibi İslami hareketin toplumsal boyutunda gerekli olan bir husus­tur. Nitekim nüzul sırasını ve Efendimiz (s.a.v.)'in hareket seyrini gözönüne alarak, hangi konumdaki müslümaniara toplumsal düzlemde nelerin yüklendiğini anlamamız, bu hikmetli gerçeği kavramamız. yaşadığımız çağdaki müslümanların içinde bulunduklan konumunu dikkate alarak, günümüzdeki bu müslüman­iara toplumsal düzlemde nelerin yüklenmesi gerektiğini de anlamamızı sağlayacaktır.

Kur'an-ı Kerim'e bu bilinçle yönelmek, hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i bölmek veya Kur'an'a bölücü bir yakla­şımda bulunmak değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in hikmetli bir seyir ile peyderpey indirilmesi, İslami hareketin toplum­sal boyutuyla ilgili birçok hükümlere, (itikadı değil, ameli düzlemde) peyderpey, evet, peyderpey yaklaşmamız gerektiğine işaret et­mektedir.

 

Kur'an-I Kerim Araştırmalarında Program Ve Metod

 

Araştırmalarda program ve metod, bütün araştırmacıların dikkate alması gereken önemli hususlardır. Sağlıklı ve disiplinli çalışmanın öncelikli şartı, kişinin kendisini ve yürüteceği çalışmayı, belli bir progra­ma bağlamasıdır. Çalışma veya araştırma metodu doğru olsa dahi, programsız yönelişlerle yeterli ve randımanlı so­nuçlar alabilmek mümkün değildir.

Yürüteceğiniz herhangi bir çalışmaya, üç ayda bitirmek niyetiyle programsız bir şekilde baş­layacağınıza, kendinizi ve çalışmanızı beş aya programlayarak baş­layınız. Hiç şüpheniz olmasın ki, programlı bir şekilde beş ayda bitireceğiniz bu çalışma, diğerinden daha önce bite­cektir. Çünkü üç ayda bitirilmeye niyetlenilen nice prog­ramsız çalışmalar vardır ki, bu çalışmalar üç yılda dahi biti­rilememiştir!.

Program yapmak demek, yapılacak çalışmayı tasnif ederek, bunu belirlenmiş sürelere bölmek demektir.  Mesela herhangi bir konuda Kur'ar Kerim araştırması yapacaksanız, araştırma konu nuzu dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'i baştan sona not ala rak okumanız gerekecektir. Okuma ve not alma süresini dört ay olarak düşünüyorsanız, hergün beş sayfa okumak üzere kendinize dört aylık bir takvim yapmanız veya her­hangi bir takvimin her sayfasına, o gün hangi sayfadan hangi sayfaya kadar okuyacağınızı not almanız gerekir. Yaptığınız bu işlem,

Kur'an-ı Kerim'i dört ayda okumak üzere kendinizi programlamanız demektir. Aldığınız notlan tasnif etmek için üç hafta ve bu tasnifleri değerlendirerek genel bir so­nuca varmak için de bir hafta belirlemişseniz, bütün araştırmanızı beş aylık bir programa dahil etmiş olursunuz.

Çalışmanızla ilgili bir program yaptıktan sonra, bu programa ne kadar çok önem verir ve ciddiye alırsanız, programın gereğini yapmanız o kadar kolay olur.

Programlı bir çalışmaya başladığınız zaman, gündelik nedenleri ne olursa olsun programın gerisinde kalmamaya çalışmalısınız. "Efendim üşütmüşüm, iki gün hasta yattım veya eve misafir geldi.." gibi gündelik mazeretler, progra­mın gerisinde kalmak için geçerli mazeretler değildir. Çün­kü programlı bir çalışmaya başlayacağınız zaman, üşütebi-leceğinizi, birkaç gün hasta yatabileceğinizi, eve misafir gelebileceğini önceden hesaba katarak, programınızı ona göre yapmanız ve yaptığınız programı üç-beş gün ilersin-den takip etmeniz gerekirdi. Mesela şahsım olarak yürüt­tüğüm bir programın, üç-beş gün ilersine uluştığım zaman, kalbi bir rahatlık hissediyorum. Çalışma programımın bir hafta önündeysem, o gün çalışmamı engelleyecek durum­larla karşılaşsam dahi, pek rahatsız olmuyorum. Yaptığımız çalışma programını, gereğini yapmak üzere hazırlıyorsak, bu programı ciddiye almamız ve kendi kendimize verdiğimiz söze gücü­müz nisbetince sadık kalmamız gerekir. Herhangi bir ko­nuda çalışma programı yaptıktan sonra, bu program sade­ce kağıt üzerinde kalıyorsa, kendimizin hazırladığı bir programa, yine kendimiz ihanet ediyorsak kendimize söz geçiremiyorsak, kendimize vaziyet edemiyorsak, yakın çevremize söz geçirebilmemiz veya onlara vaziyet edebilmemiz nasıl mümkün olacaktır ki!.

Meselenin bu yönünü dikkate almanız ve daha önce programlı bir çalışma yapmamışsanız veya kendinizi bu konuda hiç denememişseniz, ilk programınızı mümkün ol­duğu kadar hafif yapmanız yararlı olacaktır. Çünkü kendi­nize büyük bir program yapıp, bu programın altından kalkamayarak kendinize güveninizi yitireceğinize, öncelikle küçük ve hafif bir program yaparak kendinizi denemeniz ve bu programın gereğini yaparak kendinize güven kazan­manız, ilerki çalışmalannız için olumlu bir başlangıç ola­caktır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.), Tirmizi'deki bir rivayete göre aynı gerçekliğe işaret etmektedir.

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Resullullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin de bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işe karşı bu şevki duyan kişi işini yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse, muvaffak olacağını ümid edin, (çünki bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet (aşı­rılığa düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip (muvaffak olacak kimse­lerden) saymayın.[172]

Çalışma programıyla ilgili olarak bu kısa bilgiyi ver­dikten sonra, asıl konumuz olan araştırmalarda metod meselesine geçebiliriz.,

"Kur'an-ı Kerim araştırmalarında metod ne olmalıdır" sorusu, birçok müsiümanın gündemine giren ve değişik düzlemlerde tartışılan bir sorudur. Kur'an-ı Kerim araştır-malannda hiç şüphesiz ki birçok metodlar bulunmaktadır. Biz bu kitap çalışmasında söz konusu metodlara değil, kendimizin kullandığı ve oldukça da faydalandığımız bir metoda genel bir açıklık getireceğiz.

Şimdiye kadar kullandığımız metodun ilk üç bu kitab çalışmasında kısaca değindiğimiz üç meselenin anla­şılması ve bütün araştırmalarda dikkate alınmasıdır. "Kur'an-ı Kerim nedir?" başlığında verilenler, araştırma için yöneleceğimiz bu yüce Kitab'ı tanımamızı sağlayacak­tır. İndiriliş gayesini bilmemiz, Kur'an-ı Kerim'e yöneliş ve araştırma gayelerimizin, temelde ne olması gerektiğine açıklık getirecektir. Faydalanabilme şartlarında belirtilen prensipler ise Kur'an-ı Kerim çalışmalarımızda dikkate al­mamız gereken başlı başına prensiplerdir.

Bu üç şartı birbiriyle kaynaştırarak Kur'an-ı Kerim'e yönelen müslümanlar, bu şartlara riayet ettikleri sürece zaten genel bir yaklaşım metoduna sahip olmaktadırlar. Ni­tekim bu genel yaklaşım metodunun prensipleri, bizzat Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği, şart koştuğu bir prensiplerdir.

Bu metodu ve bu metoda ilişkin prensipleri dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'e araştırma gayesiyle yöneldiğimiz zaman; araştırma konumuzun, öncelikle çok genel konular olmamasına özen göstermeliyiz. Mesela araştırma konusu olarak seçeceğimiz "Müslümanlar ne yapmalı?" sorusu, ol-

dukça genel bir sorudur. Bu soru ile Kur'an-ı Kerim'e yö­neldiğimiz zaman, konuyla ilgili binlerce ayet-İ kerimeyi gözden kaçırmadan not alabilmemiz ve sıhhatli bir tasnif yapabilmemiz mümkün değildir. Böyle bir durumda çok genel olan bu sorudan vazgeçmemiz, bu soruyu gündemi­mizden çıkarmamız gerekmez.

Yapmamız gereken, bu genel soruyu kendi bünyesinde parçalara ayırmak ve parçaların cevabını araştırdıktan sonra, bu cevaplan bü­tünleştirerek genel sorumuzu cevaplandırmaktır. Bu husu­su örneklendirmemiz gerekirse "Müslümanlar ne yapmalı?" sorusunun bünyesinde şu sorular bulunmaktadır.,

Müslümanlar Allah'a karşı ne yapmalı?

Peygambere ve peygamber sünnetine karşı ne yap­malı?

Kur'an-ı Kerim'e karşı ne yapmalı?

Dine karşı ne yapmalı?

Kendi nefislerine karşı ne yapmalı?

Şeytana karşı ne yapmalı?

Müslümanlara karşı ne yapmalı?

Müstekbirlere karşı ne yapmalı?

Fasık ve münafıklara karşı ne yapmalı?

Ehl-i Kitaba karşı ne yapmalı?

Dünya ve ahirete karşı ne yapmalı?

Biraz daha fazlaîaştırab ileceğimiz bu gibi sorular, "Müslümanlar ne yapmalı?" genel sorusunun bünyesinde bulunan sorulardır.

Yapılan veya yapılacak olan Kur'an-ı Kerim araştır­ması, şayet bir ekip araştırması ise yukarıdaki sorular müsIlımanlar arasında taksim edilir. Herhangi bir sorunun bir­den fazla kişiye verilmesi,ve birden fazla kişi tarafından araştırılması; sonuçlar mukayeseli olarak karşılaştırılacağın­dan ve birinin eksiğini diğeri tamamlayabileceğinden, hayli verimli bir çalışma olabilecektir.

Bu sorulardan biri veya birkaçı ile Kur'an-ı Kerime yönelen kardeşlerimizin, Kur'an-ı Kerim'i baştan sona araştırma dikkatiyle okurlarken, sorulanyla ilgili bütün ayet-i kerimeleri Özenle not almalan gerekmektedir. Araş­tırma konumuzla ilgili olan Rabbani eylem ve yaklaşımlan not alırken, bu konudaki cahili eylem ve yaklaşımlan da not almamız, araştırma konumuzu her iki boyuttan değer­lendirmemizi sağlayacaktır. (Kaldı ki bizlere birçok cahili eylem ve yaklaşımı beyan eden Kur' an'ı Kerim ayetlerini yeterince düşündüğümüz zaman; bu ayet-i kerimelerde biz­ler için hem nehiyler ve hem de cahili eylemlerin zıddı olan Rabbani eylemler hususunda emirler bulunduğunu göreceğiz.)

Araştırmanın bu aşamasında dikkat edilmesi gereken husus, tesbit edilen ayetler üzerinde fazlaca durupdüşünülmemesidir. Belki bu husus bazı kardeşlerimize tu­haf gelecektir ama konuyla ilgili ayet-i kerimeleri tesbit ederken, ayetler üzerinde durulup düşünülmesi, bazı ayet­lere Kur'an-ı Kerim bütünlüğünün dışında anlam yüklen­mesine neden olmakta ve araştırma konusunu olumsuz yönde etkilemektedir. Oysa bu aşamada ayet-i kerimelerin konuyla ilgili olup-olmadıklarını dikkate almak, konuyla il­gili ayet-i kerimeleri not ederek geçmek yeterli olacaktır.

Konuyla ilgili ayet-i kerimeleri tesbit ederken, yorumlardan ve yoruma dayalı bağlantılardan da ka­çınmamız gerekir. Çünkü Kur'an-ı Kerim çalışmalannda, gücümüz nisbetince ayetlerin yorumuna değil, bizzat ayet­lere, ayet-i kerimelerin apaçık anlamına yer vermeliyiz. Dolayisiyle okuduğumuz ayet-i kerimelerde konumuzla ilgili müşahhas bir bağlantı varsa, sadece bu ayet-i kerimeleri not etmemiz, ön araştırma için yeterli olabilecektir.

Ayet-i kerimeler tesbit edildikten sonra bu ayet-i keri­melerin tasnif edilmesi gerekir. Birçok kardeşimize araştırmanın bu safhası oldukça zor ve karmaşık gelmektedir. Araştırmacı kardeşlerimizin bu aşamada karşıiaştıklan zor­luklar, konuyla ilgili bütün ayet-i kerimeleri dikkate alarak tasnif yapmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Nitekim konuyla ilgili üçyüz ayet-i kerime tesbit etmişlerse, bu üç-yüz ayet-i kerimenin genelini dikkate alarak tasnif etmeye çalışmak, zihnin sınırlarını zorlamakta ve araştırmacı kar­deşlerimizi içinden çıkılması zor durumlara getirmektedir.

Oysa tasnif işlemini yaparken, tesbit edilen bütün ayet-i kerimeleri dikkate almamıza ve hepsini birden tasnif etmeye çalışmamıza hiç gerek yoktur. Bir ayet-i kerimeyi veya anlam bütünlüğünü boz­mamak için siyakı ve sibakıyla aldığımız üç-dört ayet-i keri­meyi tasnif işleminde yerli yerine koymak, aslında konuyla ilgili üçyüz ayet-i kerimeyi yerli yerine koymaktır. Çünkü her ayet-i kerimenin birer birer veya siyak sibak bütünlü­ğünde tasnif edilmesi, aslında aynı metodla bütün ayet-i kerimelerin tasnif edilmesidir. Burada önemli olan husus, nasıl bir tasnif yapılacağı veya tasnif işleminin neye göre yapılacağıdır.

Kur'an-ı Kerim araştırmalarında iki türlü tasnif yap­mamız mümkündür. Bunlardan birincisi kendi tercihimize göre yapacağımız tasnif, ikincisi ise ayet-i kerimelerin ken­di kendilerini tasnif etmesidir. Birincisinde tasnif bölümleri önceden belli olmasına rağmen, ikincisinde bu şekilde bir ön belirleme yoktur. Tasnifle ilgili bu meseleyi tabi ki ör­neklendirerek açıklamamız gerekecektir.

Meseîa araştırma konumuz, müsiümanlann müstek-birlere karşı yaklaşım ve davranışları oiup, konuyla ilgili tesbit ettiğimiz ayet-i kerimeler dörtyüzelli olsun. Bu ayet-i kerimeleri kendi tercihimize göre tasnif etmemiz demek, tasnif işlemini önceden belirlediğimiz bölümlere göre yap­mak demektir. Ancak kendimizin belirleyeceği bu tasnif bölümlerinin, meselenin bütünlüğünü dikkate alan genel böiümler olmasına özen göstermeliyiz.

Meseleye bu bilinçle yaklaştığımız zaman, müsiüman­lann müstekbirlere karşı davranışlannı açıklayan ayet-i kerimeleri, öncelikle dört genel başlıkta tasnif etmemiz mümkündür.,

1. Müslüman önderin (Peygamberin, imamın, halife­nin, emirin veya daveti şahsında sembolleştiren mübelliğin) müstekbirlere karşı yaklaşım ve davranışlan..

2. Müslümanların müstekbirlere karşı ferdi yaklaşım ve davranışları

3. Müslümanların müstekbirlere karşı bir cemaat adı­na yaklaşım ve davranışlan

4. Müslümanların müstekbirlere karşı İslam Devleti adına yaklaşım ve davranışlan

Bu dört genel başiığı nereden çıkardığımız tabi ki bellidir. Çünkü "Müslümanların müstekbirlere karşı yakla­şım ve davranışlan ne olmalıdır?" sorusunda geçen "Müs­lümanlar" ifadesinde, müsiümanlann bu dört ayrı konumu da bulunmaktadır. "Müslümanlar" derken hem müslümanlann imamını, emirini veya davet adına ortaya çıkan seç­kin mübelliği, hem daveti kabul etmiş ferdi bir müslümanı, hem müslüman cemaati ve hem de müsiümanlann devleti­ni kastediyoruz. Bunlara yüklenen fıkıhlar arasında bazı farklılıklar varsa (ki apaçık bir şekilde vardır), tasnifi önce­likle bu bölümlere göre yapmamız oldukça yararlı olacak­tır.

İşte yaptığımız bu tasnif, önceden belirlediğimiz bö­lümlere veya diğer bir deyişle kendi tercihimize göre yaptığımız tasniftir. Nitekim konumuzla ilgili olarak tesbit ettiği­miz dörtyüzelli ayet-i kerimeyi, öncelikle bu başlıklara göre tasnif ediyoruz. Şayet herhangi bir ayet, birden fazla baş­lıkla ilgili ise, bu ayet-i kerimeyi her iki veya üç başlığa ayrı ayn not alıyoruz.

Kendi tercihimize göre bu genel tasnifi yaptıktan sonra, her bölümün kendi bünyesinde tasnif edilmesi ge­rekmektedir. Önceden yeterince belirleyemeyeceğimiz bu tasnif bölümlerini ayet-i kerimelerin insiyatifine bırakmak, en sıhhatli yoldur.

Bu ise oldukça basit bir yöntemdir.

Okuduğumuz ayet-i kelimelerdeki konumuzla ilgili be­yan edilen tavırları maddeler halinde yazarak, bu maddele­re söz konusu ayet-i kerimeleri not almaktır. Mesela müs­lüman önderin, müstekbirlere karşı tavnnı içeren ayet-i kerimeleri değerlendirirken, şu ayet-i kerimelerit arşılaşa-biliriz.,

Kavmi onunla çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah ko­nusunda çekişip-tartışmaya mı giriyorsunuz? Sizin O'na şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benîm hakkımda bir şey dilemesi başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de Öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"

"Hem siz, Onun kendileri hakkında hiç bir is-patlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koş­maktan korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştukları­nızdan korkarım1? Şu halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz?"[173]

Bu ayet-i kerimelerde verilen tavırlardan birisi, müslüman önderin müşrik müstekbirlerden ve onların Allah'a şirk koştukları şeylerden korkmaması ve bunu açıkça be­yan etmesidir. Hemen bir başlık açarak bu tavn şu şekilde not alabiliriz.,

Onlardan ve onların şirk koştukları şeylerden korkmamak:

Sonra diyelim ki şu ayet-i kerimelerle karşılaştık.,

Allah'tan başka taptıklarınız sizler gibi kullar­dır. Eğer doğru sözlüler iseniz, kemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tuta­cakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koş­makta olduklarınızı çağırın, sonra bir düzen (Tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın."[174]

Bu ayet-i kerimelerde peygamber veya peygamberi örnek alacak olan mübelliğler tarafından, müstekbirlerin yöneldikleri ve halka empoze ettikleri putların, gerçek veç­heleriyle ifşa edilmesi vardır. Bir başlık açarak bu maddeyi not ediyoruz.,

Sahte ilahların gerçek yüzünü ifşa etmek:

Ancak bu ayet-i kerimelere dikkat edersek, not aldığı­mız tavırla birlikte, onlardan hiç korkmamakla ilgili müs­tağni bir tavır da bulunmaktadır. Bu konuda daha önce aç­tığımız bîr başlık olduğu için, aynı başlığa bu ayet-i kerimeleri de not ediyoruz.,

Onlardan ve onlann şirk koştukları şeylerden

korkmamak: 6/80.81-7/194.195 Daha sonra şu ayet-i kerimelerle karşılaşabiliriz., Dedi ki: "Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuz­dan sürüp-çıkarmaya mı gelmiş bulunuyorsun?"

"Madem böyle, biz de sana buna benzer bîr sihir­le geleceğiz; şimdi sen, bir 'buluşma zamanı ve yeri' tesbit et, bizim de, senin de ona karşı olamayacağımız açık-geniş bir yer olsun" dedi.

(Musa) Dedi ki: "Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı kuşluk vakti (olsun)."[175]

Bu ayet-i kerimelerde mucizelerle veya İlahi gerçek­lerle insanlara ulaştırılması gereken genel tebliğin, zaman ve mekan tesbitiyle ilgili önemli ipuçları verilmektedir. Ni­tekim bunları da yeni açacağımız şu başlıkta not ediyoruz., Genel tebliğde zaman ve mekan tayini: 20/57...59 İşte bu şekilde bütün ayet-i kerimeleri yeni başlıklar açarak veya daha önceki başlıklara not ederek tasnif ettiği­miz zaman; yaptığımız bu tasnif, ayet-i kerimelerin içeriği­ne göre yapılan tasniftir.

Yaptığımız bu tasnif neticesinde onbeşe yakın başlık­la karşılaşabiliriz. Bundan sonra yapmamız gereken, söz konusu başlıkları hareket stratejisine göre ahenkli bir sıraya koymamızdır. Bunu genel bir espri içersinde gerçekleş­tirebilmemiz için, başlıklarda not ettiğimiz ayet-i kerimele­rin nüzul sıralannı ve gerekirse nüzul sebeblerini dikkate almamız, bizlere oldukça yararlı olacaktır.

İşte bu aşamalardan sonra, her başlığı, bu başlık altı­na not ettiğimiz ayet-i kerimelerin bütünlüğünde değerlen­direbiliriz.

Araştırma konumuzla ilgili ayet-i kerimeleri Kur'an-ı Kerim'den tesbit ederken, o aşamada ayet-i kerimeler üze­rinde fazlaca düşünülmemesi gerektiğini belirtmiştik. An­cak araştırma bu aşamaya geldiği ve bir başlık altında se-kiz-on ayet-i kerime not edildiği zaman, bu ayet-i kerimeleri diğer ayet-i kerimelerin bütünlüğünde gücümüz nisbetince düşünmemizde herhangi bir mahzur olmadığı gibi faydalı bir gerekliliktir. Kaldı ki konuyla ilgili ayet-i ke­rimeleri bir başlık altında not ettiğimiz zaman, genellikle bu ayet-i kerimelerin zaten birbirini açıkladığına da şahit olacağız. Bu açıklamalar İstikametinde düşünmek ve derin­leşmek ise, istikamette bir sapma meudana getirmeyeceği için oldukça yararlı olacaktır.

Bütün bunlarla beraber, başlıklarla ilgili özellikle ni­rengi yani merkez niteliğindeki ayet-i kerimelerin, gramer ağırlıklı tefsirlerden de faydalanılarak daha detaylı bir ince­lemeye tabi tutulması, hiç kuşkusuz konuyu daha geniş ve derin boyutlarda idrak etmemizi sağlayacaktır.

Konuyla ilgili başlıklar müstakil bir şekilde böylece değerlendirildikten sonra, bu* başlıklar kendi bütünlüklerin­de ve birbiriyle ilintili olarak değerlendirilir.

Müstekbirlere karşı hangi müslümanlann, hangi ko­numda, ne zaman, nasıl ve ne şekilde tavır gösterdikleri­nin topluca değerlendirilmesi, önceki tavırlarla sonraki ta-

vırlar arasındaki nitelik ve nicelik farklılıklarının dikkate alınması ve bütün bunlann hikmetleri üzerinde düşünülme­si; hiç şüphesiz ki meseleyi öncesi ve sonrasıyla anlamamı­zı ve genel boyutlanyla kavramamızı sağlayacaktır..

Kur'an-ı Kerim araştırmalarında kullanabileceğimiz en basit ve oldukça kullanışlı bir diğer metod ise,

soru-cevap ilişkisini kurarak araştırma konumuza bu sorular ve cevaplar istikametinde açıklık getirmemizdir.

Mesela yapacağımız araştırmanın konusu, infak me­selesinin Kur'an-ı Kerim'e göre genel bir değerlendirmesi olsun. Öncelikle Kur'an-ı Kerim'i, araştırma konumuzu dik­kate alarak baştan sona okuyor ve konumuzla ilgili bütün ayet-i kerimeleri not ediyoruz.

Diyelim ki aralannda pek bir nüans farkı bulunmayan benzer ayetleri çıkardıktan sonra tasnif ederek değerlendir­memiz gereken aşağıdaki 53 ayet-i kerime bulunmakta­dır.,

2/3-2/177-2/195-2/215-2/219-2/254-2/261...265

2/267.268-2/270-2/272...274-3/92-3/134-4/38.39-8/60

9/34.35-9/53.54-9/91.92-9/98.99-9/121-13/18-14/31 16/

75-17/100-23/60-25/67-34/39-35/29-36/47-47/38-57/7-

57/10-63/7-63/9...11-64/16- 70/24.25-76/8...10

Hepimiz biliriz ki herhangi bir konuya vakıf olabilme­miz için, bu konuyla ilgili iki şeyi bilmemiz gerekir. Bunlar­dan birincisi konuyla ilgili sormamız gereken soruiar, ikin­cisi ise bu soruların cevaplandır. Nitekim infak meselesine de yeterince vakıf olabilmemiz için, bu konudaki soruları­mızı ve bu sorulann cevaplannı bilmemiz gerekmektedir.

Peki konuyla ilgili sormamız gereken sorulan nasıl tesbit edeceğiz?

İşte bu önemli tesbiti bizim yapmamıza hiç gerek yoktur. Çünkü konuyla ilgili sormamız gereken sorulan, tesbit ettiğimiz ayet-i kerimelerden çıkarmamız gayet kolay bir yoldur.

Bizler biliyor ve iman ediyoruz kişanı yüce Rabbimiz bizlere gereksiz ve faydasız bilgi vermekten münezzehtir. Kur'an-i Kerim'de değişik konular­la ilgili beyan edilen gerçekler, bizlerin o konularda bilme­si gereken gerçeklerdir. Bu gerçekler Kur'an-ı Kerim'de beyan edilirken, çoğu zaman bir cevap niteliğinde beyan edilir. Bizlere açıkça beyan edilerek verilen bu cevaplar, bizlerin o konuda sorması gereken sorulann cevablandır. Dolayısıyle araştırma konumuzla ilgili verilen cevaplan dik­kate alarak, konumuzla ilgili sormamız gereken sorulan belirieyebilmemiz mümkündür. İşte bu soruları belirleyerek ayet-i kerimeleri tasnif etmemiz, sorulara göre bir tasnif olacaktır.

Şimdi infak meselesiyle ilgili olarak tesbit ettiğimiz bütün ayet-i kerimeleri, bu ayet-i kerimelerin içeriğinde bulunan sorulara göre tasnif edebiliriz.,

Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kı­larlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden in­fak ederler.[176]

Konumuzla ilgili tesbit ettiğimiz ayet-i kerimelerde, hiç şüphesiz ki birçok gerçekler bulunabilir. Ancak bizlerin önemle dikkat etmesi gereken husus, tesbit ettiğimiz ayet-i kerimelerdeki sadece konumuzla ilgili olan mesajı almak ve bu mesajı değerlendirmektir. Yukarıda okuduğumuz ayet-i kerimede infak meselesiyle ilgili olarak, nelerimizden infak edeceğiz sorusunun cevabı bulunmaktadır. Dola­yısıyle bu soruyu bir başlık yaparak, ayet-i kerimeyi bu başlığa not alıyoruz.,

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3 Okuduğumuz ayet-i kerimede infak eden kimsenin bazı vasıflan da zikredilmesine rağmen, bizler infakla mümin ve müslümanlann mükellef olduğunu dikkate ala­rak, bu başlığı açmaya gerek duymadan diğer ayet-i keri­melere geçiyoruz.

Yüzlerinizi doğudan ve batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, me­leklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlara, yetimlere, yoksulla­ra, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenene ve kö­lelere (Özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kı­lan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı za­manlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranı­şıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olan­lar da bunlardır.[177]

Bu ayet-i kerimedeki "..ona olan sevgisine rağ­men.." ifadesi, sevdiğimiz mallardan infak etmemiz gerek­tiğine işaret etmektedir. Dolayısıyle ilk sorumuza bu ayet-i kerimeyi de not ediyoruz.,

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177 Ayet-i kerimede aynca kimlere infak edeceğimiz bildi­rilmektedir. Yeni bir soru açarak bunu da not alıyoruz.,

Kimlere infak edeceğiz? 2/177 Bundan sonra aynı yaklaşımda bulunacağımız bütün ayet-i kerimeleri, bu açıklamaları yapmadan değerlendir­meye devam edeceğiz. Hangi ayet-i kerimelerden hangi sorulara not aldığımızı ve ne gibi yeni sorular tesbit ettiği­mizi dikkatle takip ediniz.,

Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ile­rinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever.[178]

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195

İnfak etmezsek ne olur? 2/195

Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Ha­yır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınla­ra, yetimlere, yoksullara ve yoloğluna (yolda kalmışa) dır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu kuşku­suz bilir.[179]

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215 (Bu ayet-i kerimede "Neyi infak edeceğiz?" sorusuna karşılık,  kimlere  infak edileceğinin bildirilmesi,  aynı za­manda "Neyi infak edeceğiz?" sorusuna da cevap niteliğin­dedir. İnfak edebileceğimiz şeyler, anne-babamıza, yakınla­rımıza, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış kimselere verebileceğimiz bütün şeylerdir.)

Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: " Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı) yarar­lar vardır. Ama günahları yararlarından daha bü­yüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan arta kalanı." Böylece Allah, size ayetle­rini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.[180]

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215-2/219

Ne kadar infak edeceğiz? 2/219

Ey iman edenler, onda hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafir ,r, onlar zulmedenlerdir.[181]

Ne zaman infak edeceğiz? 2/254

Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane' bulunan bir tek 'tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah ihsanı bol olandır, bilendir.

Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra in­fak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır, Allah hiç bir şeye ihti­yacı olmayandır, yumuşak davranandır.

Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inan-mayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını in­fak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. On­lar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet ver­mez.

Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı  kökleştirip-güçlendirmek   için   mallarını   infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağa­nak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağanak yağmur isa­bet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.[182]

înfak edersek ne olur? 2/261.262 Kabul edilmeyen infak? 2/262-264

Nasıl infak edeceğiz? 2Z262...265 Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanın­dan ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Al­İah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır.

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden ba­ğışlama ve bol ihsan (fazl) va'dediyor. Allah rahmetiy-le geniş olandır, bilendir.[183]

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177

2/215-2/219-2/267 İnfak etmeme nedeni? 2/268

Nafakadan her ne infak eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenle­rin yardımcıları yoktur.[184]

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177

Onların hidayete ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini hi­dayete eriştirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutlu­ğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratümaksızın- size eksiksizce Ödenecektir.

(Sadakalar) Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı cahil olan (kişi), on­ları zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanır­sın. Yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler. Hayır­dan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allak onu bilir.

Onlar ki, mallarını gece, gündüz; gizli ve açık in­fak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacak­lardır.[185]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272

İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 -2/273

Ne zaman infak edeceğiz? 2/254-2/274

Nasıl infak edeceğiz? 2/262-265-2/274

Sevdiğiniz şeylerden irfak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.[186]

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177 2/215-2/219-2/267-3/92

İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274-3/92

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öf­kelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan ba­ğışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.[187]

Ne zaman infak edeceğiz? 2/254-2/274-3/134 Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmaz­lar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir ar­kadaştır o.

Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın ken­dilerine verdiği nzıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir.[188]

Kabul edilmeyen infak? 2/262...264-4Z38 Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4Z39 Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın     bildiği     diğer     (düşmanları)     korkutup caydırasınız. Allah yolunda her ne infak  ederseniz, size 'eksiksiz olarak Ödenir'' ve siz haksızlığa uğratıl­mazsınız.[189]

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 -2/273-8/60 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272 2/274-3/92-8/60 Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginle­rinden ve (hıristiyan) rahiblerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alı-koyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar ise, onlara da acıklı bir azabı müj­dele.

Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırı-lacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bun­larla dağlanacak (ve:) "işte bu, kendileriniz için yığıp-sakladıklarınızda; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (deni­lecek).[190]

Alİah adına İnfak toplayıp, Alİah yolunda

kullanmayanların durumu? 9/34.35 De ki: "isteyerek ya da istemiyerek infak edin; siz­den kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu oldunuz."

infak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engel­leyen şey, Allah'ı ve Resulünü tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken in­fak etmeleridir.[191]

Kabul edilmeyen infak? 2/262-264-4/38-9/53.54 Allah'a ve Resulüne karşı 'içten bağlı kalıp hayra Çağıranlar' oldukları sürece; güçsüz-zayıflara, hastala­ra ve infak etmek için bir şey bulamayanlara bir so­rumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin . leyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

Bir de kendilerini bindirmen için sana her geliş­lerinde onlara: "Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerin­den dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dö­nenler üzeri de (sorumluluk) yoktur.[192]

Hangi müslümanlar İnfak meselesinde mazurdur? 9/91.92

Bedevilerden Öyleleri vardır ki, infak ettiğini bir cereme sayar ve sizi felaketlerin sanvermesini bekler. Kötü felaket onları sarıversin. Allah işitendir, bilen­dir.

Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah ka­tında bir yakınlaşmaya ve peygamberin dua ve bağış­lama dileklerine (bir yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah da onla­rı kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağış­layandır, esirgeyendir.[193]

Kabul edilmeyen infak? 2/262...264-4/38-9/53.54-9Z98

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99

Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yap­makta olduklarının daha güzeliyle onlara karşılığı vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır.[194]

Ne kadar infak edeceğiz? 2/219-9/121 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99-9/121

Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın  en  kötüsü onlar içindir.   Onların  barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!.[195]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18

İnfak etmezsek ne olur? 2/195-13/18 îman etmiş kullarıma söyle: "Onda ahş-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdikleri­mizden gizli ve açık infak etsinler."[196]

Ne zaman infak edeceğiz? 2/254-2/274-3/134-14/31 Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4/39-14/31

Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah'ındır; fakat onların çoğu bil­mezler.[197]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99- 13/18-16/75 Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215-2/219

2/267-3/92-16/75 Nasıl infak edeceğiz? 2/262.-265-2/274-4/39 14/31-16/75

De ki: "Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama endişesiyle gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. însak pek cimridir.[198]

İnfak etmeme nedeni? 2/268-17/100 Ve onlar gerçekten Rablerine dönecekler diye, ver­mekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler;[199]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99

13/18-16/75-23/60 Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4/39 14/31-23/60

Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yol olur.[200]

Ne kadar infak edeceğiz? 2/219-9/121-25/67 De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rız­kı dilediğine genişletir-yayar ve ona (karşı) kısar da. Her neyi infak ederseniz, O (Allah), onun yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en hayırlısıdır."[201]

İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/2743/92-8/60-9/99-9/121-34/39

Gerçekten Allah'ın Kitab'ını okuyanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdikleri­mizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.[202]

Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4/39 14/31-23/60-35/29

İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99-9/121-34/39-35/29

Ve onlara: "Size Allah'ın rızık olarak verdiklerin­den infak edin" denildiği zaman da, o küfre sapanlar iman edenlere dediler ki: 'Allah 'in, eğer dilemiş olsay­dı yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık içindesiniz.[203]

İnfak etmeme nedeni? 2/268-17/100-36/47 işte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye çağırılıyor sunuz; buna rağmen sizden kimi cimrilik et­mektedir. Kim cimrilik ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik etmektedir. Allah ise, Ğaniy (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; fakir olanlar ise, sizlersiniz. Eğer siz yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kav­mi getirip-değiştirir. Sonra onlar, sizin benzerleriniz de olmazlar.[204]

İnfak etmeme nedeni? 2/268-17/100-36/47-47/38

İnfak etmezsek ne olur? 2/195-13/18-47/38 Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18-16/75-23/60-47/38

Allah'a ve Resulüne iman edin . 'Sizi kendileri hakkında halifeler kılıp, size harcama yetkisi verdiği' şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlar için büyük bir ecir vardır.[205]

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215 /2/219-2/267-3/92-16/75-57/7

Size ne oluyor ki, Allah yolunda infak etmiyorsu­nuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. İçiniz­den, fetihden önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah, yap­makta olduklarınızı haber alandır.[206]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10 Ne zaman infak edeceğiz? 2/254-2/274-3/134/14/31-57/10 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99-9/121-34/39-35/29-57/10 Onlar ki:" Allah'ın Rasulü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağı­lıp gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.[207]

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7 İnfak etmeme nedeni? ^/268-17/l00-36/47 47/38-63/7 Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız, sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırıp-alikoymasın; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

Sizden birinize Ölüm gelip de: "Rabbim, beni ya­kın bir süreye (ecele) kadar geciktirse, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin.

Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yapmakta oldukla­rınızdan haberdar olandır.[208]

İnfak etmeme nedeni? 2/268-17/100-36/47-47/38/63/7-63/9 Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18

16/75-23/00-47/38^57/10-63/10 Ne zaman infak edeceğiz?-2/254-2/274-3/134/14/31-57/10-63/10.11

Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan kor-kup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri, tutu­mundan) korunuyorsa; işte onlar, felah (kurtuluş) bu­lanlardır. [209]                                           

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16 Ve onların mallarında belirli bir hak vardır; Yoksul ve yoksun olan(lar) için.[210]

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7-70/24.25

Kendileri, ona karşı duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.

"Biz size ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yedir­mekteyiz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne de bir te­şekkür. "

"Çünkü biz, oldukça asık suratlı, zorlu bir günde Rabbimizden korkmaktayız."

Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215/2/219-2/267-3/92-16/75-57/7-76/8

Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7-76/8

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18 16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25-76/9^0

Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4Z39/14/31-23/60-35/29-76/9.10

Bu tasnif işlemini dikkatle takip eden kardeşlerimiz, yaptığımız bu tasnifin gayet kolay olduğunu anlamışlardır. Ayetleri tek tek veya öncesi ve sonrasıyla ele alarak, ayet­lerde konumuzla ilgili hangi sorulann cevabı varsa; soruyu başlık yapıp, ayet numaralannı bu başlığa not ediyoruz.

Araştırma konumuzu bu şekilde değerlendirdiğimiz zaman, öncelikle araştırma konumuzla ilgili sorularda net-leşiyoruz. Mesela infak meselesiyle ilgili olarak sormamız gereken sorular şu şekilde ortaya çıktı.,

Allah adına infak toplayıp, Allah yolunda

kullanmaya nlann durumu?

Hangi müslümanlar infak meselesinde mazurdur?

Kabul edilmeyen infak?

Ne kadar infak edeceğiz?

İnfak etmezsek ne olur?

İnfak edersek ne olur?

İnfak etmeme nedeni?

Ne zaman infak edeceğiz?

Nelerimizden infak edeceğiz?

Kimlere infak edeceğiz? Neden (ne için) infak edeceğiz?

Nasıl infak edeceğiz?

İnfakla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'den çıkardığımız bu sorular, infak meselesinde mutlaka ve mutlaka sormamız gereken sorulardır. Çünkü infakla ilgili olarak tesbit ettiği­miz ayet-i kerimelerde, bu sorulann cevaplan verilmekte­dir. Sorularımızı bu şekilde tesbit ettikten sonra, ayet nu­maralarıyla birlikte bütün bu sorulate genel bir sıraya koyuyoruz.,

Neden (ne için) infak edeceğiz? 2/272-9/99-13/18 16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25-76/9.10 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274-3/92

8/60-9/99-9/121-34/39-35/29-57/10 Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215

2/219-2/267-3/92-16/75-57/7-76/8 Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195-2/215/2/273-8/60-63/7-76/8

Ne kadar infak edeceğiz? 2/219-9/121-25/67

Ne zaman infak edeceğiz? 2/254-2/274-3/134-14/31/57/10-63/10.11 Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4/39 /14/31-23/60-35/29-76/9.10

Hangi müslümanlar infak meselesinde mazurdur? 9/91.92

Kabul edilmeyen infak? 2/262..264-4/38-9/53.54-9/98

înfak etmeme nedeni? 2/268-17/100-36/47/47/38-63/7-63/9

İnfak etmezsek ne olur? 2/195-13/18-47/38 Allah adına infak toplayıp, Alİah yolunda kullanmayanların durumu? 9/34.35

Araştırmamız bu aşamaya gelinceye kadar, ayet-i ke­rimeler üzerinde uzun uzadıya hiç düşünmemiştik. Fakat bundan sonra her başlıktaki ayet-i kerimeleri, kendi bütün­lüklerinde dikkatlice düşünmemiz gerekir. Yukanda da gö­rüldüğü gibi infak meselemizle ilgili olan birçok soruya, genel olarak birden fazla ayet-i kerimeyle cevap verilmek­tedir. Bu ayet-i kerimeler, hem birbirini açıklayıcı ve hem de birbirlerinin anlam boyutlarını belirleyici bir niteliğe sa­hiptir. Dolayısıyie soruyla ilgili olan bir ayet-i kerime, o soruyla ilgili olan diğer ayet-i kerimeler dikkate alınarak düşünüldüğü zaman; hem o ayet-i kerimenin anlaşılması kolaylaşacak ve hem de sadece o ayet-i kerimeden mutlak ve genel bir hüküm çıkarma yanılgısına düşülmeyecektir.

İnfak meselesinde tesbit edilen sorular, kendi müsta­kil başlıklannda değerlendirildikten sonra, bütün bu sorular birbiriyle ilintili olarak nihai bir değerlendirmeye tabi tutu­lur. İnfak meselesini bu şekilde araştıran ve değerlendiren bütün kardeşlerimiz, infakla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'den kaynaklanan net ve genel bir bakışa sahip olabileceklerdir.

İşte Kur'an-ı Kerim'den kaynaklanan bu net bakış ile sünnet-i seniyeye yöneldiğimiz zaman, hem infakla ilgili sünnet-i seniyeyi daha iyi anhyabilecek ve hem de bu ko­nudaki Kurani bakışımız, peygamberi Örnekle müşahhaslık ve derinlik kazanacaktır.

Netice olarak Kur'an-ı Kerim araştırmalarında metod-la ilgili olan bu kısa açıklamalar, birçok kardeşimiz için şimdilik yeterli olabilecektir.

Yaşadığımız birçok ortak sorunlarımızı,

bütün bunlan dikkate alarak ve bu bilinçle Kur'an-ı Kerime götürdüğümüz zaman; hiç şüphesiz ki karşılaşacağımız ortak gerçeklerle Kur'an-ı Kerim'in hakikat atmosfe­rine girmemiz ve bu atmosferde vahdetle tanışmamız mümkün olacaktır.

Çünkü özlem duyduğumuz vahdetin ışık kaynağı olan Kur'an-ı Kerim, bizleri aynı gerçeğe, aynı hakikate, aynı yola davet edecektir..



[1] 2-Bakara 84..,86

[2] 15-Hicr 90.91

[3] 23-Mu minun 53

[4] 10-Yunus 15

[5] 7-A'raf 162

[6] 41-Fussilet 40

[7] 90-Beled 10...16

[8] 5-Maide 70

[9] 24-Nur 48.49

[10] 2-Bakara 174.175

[11] 3-AÎ-i İmran 187

[12] 3-Al-i İmran 71

[13] 2-Bakara 159

[14] 25-Furkan 30

[15] 6-En'am 114

[16] 10-Yunus 37

[17] 41-Fussilet 42

[18] 41-Fussilet 41

[19] 21-Enbiya 10

[20] 43-Zuhruf 44

[21] 68-Kalem 52

[22] 4-Nisa 174

[23] 5-Maide 15

[24] 25-Furkan 1

[25] 46-Ahkaf 12

[26] 2-Bakara 2

[27] 5-Maide 16

[28] 27-Neml 77

[29] 45-Casiye 20

[30] 5-Maide 15

[31] 43-Zuhruf2

[32] 6-En'am 114

[33] 4-Nisa 174

[34] 6-En'am 149

[35] 21-Enbiya24

[36] 25-Furkan 33

[37] 12-Yusuf 111

[38] 41-Fussilet 3

[39] 4-Nisa 82

[40] 45-Casiye 20

[41] 11-Hud 1

[42] 86-Tank 14

[43] 6-En'am 115

[44] 83-Mutaffifın 13

[45] 31-Lokman 2

[46] 14-İbrahim 52

[47] 50-Kaf 45

[48] 86-Tarık 13

[49] 4-Nisa 47

[50] 10-Yunus 37,

[51] 12-Yusuf 111

[52] 16-Nahl 30

[53] 10-Yunus 57

[54] 17-İsra 82

[55] 16-Nahl 89

[56] 16-Nahl 102

[57] 46-Ahkaf 12

[58] 21-Enbiya 10

[59] 23-Mü'minun 71

[60] 43-Zuhruf 44

[61] 25-Furkan 1

[62] 6-En'am 92

[63] 6-En'am 155

[64] 7-A'raf2

[65] 14-İbrahim 52

[66] 25-Furkan 1

[67] 16-Nahl 64

[68] 5-Maide 16

[69] 14-İbrahim 1

[70] 5-Maide 16

[71] 14-İbrahim 1

[72] 17-İsra 9

[73] 4-Nisa 105

[74] 6-En'am 155

[75] 7-A'raf 3

[76] 43-Zuhruf 44

[77] 6-En'am 155

[78] 7-A'raf3

[79] 17-îsra 82

[80] 16-Nahl 30

[81] 4-Nisa 174

[82] 4-Nisa 47

[83] 6-En'am 92

[84] 12-Yusuf 111

[85] 9-Tevbe 124

[86] 11-Hud 120

[87] 16-Nahl 102

[88] 29-Ankebut 50.51

[89] 24-Nur 34

[90] 12-Yusuf 111

[91] 17-İsra 9

[92] 16-Nahl 89

[93] 3-Al-i îmran 7

[94] 17-İsra 82

[95] 96-Alak 1...5

[96] 2-Bakara 121

[97] 16-Nahl 98

[98] 41-Fussilet 26

[99] 7-A'raf 204

[100] 4-Nisa 140

[101] 6-En'am 68

[102] 74-Müddessir 54...Ö6

[103] 55-Rahman 1...4

[104] 75-Kıyamet 16...19

[105] 2-Bakara 85

[106] 7-A'raf 178

[107] 6-En'am 149

[108] 2-Bakara 258

[109] 2-Bakara 264

[110] 3-Aİ-ı Imran 86

[111] 5-Maide 108

[112] 7-A'raf 30

[113] 16-Nahl 104

[114] 27-Neml 24

[115] 39-Zümer 3

[116] 40-Mü'min 28

[117] 2-Bakara 135

[118] 2-Bakara 150

[119] 2-Bakara 155... 157

[120] 3-A]-i İmran 20

[121] 3-Al-i İmran 138

[122] 6-En'am 82

[123] 7-A'raf 154

[124] 7-A'raf 158

[125] 16-Nahl 89

[126] 24-Nur 54

[127] 27-Neml 2

[128] 31-Lokman 3

[129] 39-Zümer 18

[130] 42-Şura 13

[131] 64-Teğabün 11

[132] 41-Fussilet44

[133] 59-Haşr 21

[134] 9-Tevbe 45

[135] 41-Fussilet 54

[136] 57-Hadid 14

[137] 44-Duhan 47...50

[138] 2-Bakara 147

[139] 6-En'am 114

[140] 20-Taha 77

[141] 4-Nisa 82

[142] 6-En'am 50

[143] 6-En'am 126

[144] 16-Nahl 12

[145] 16-Nahl 44

[146] 17-îsra 41

[147] 74-Müddessir 16...25

[148] 15-Hicr 77

[149] 26-Şuara 7.8

[150] 27-Neml 77

[151] 45-Casiye 20

[152] 3-Al-i İmran 7

[153] 57-Hadid 16

[154] 43-Zuhruf 44

[155] 24-Nur 34

[156] 20-Taha 17

[157] 38-Sad 75

[158] 20-Taha 17.18

[159] 26-Şuara 63

[160] 38:Sad 75...78

[161] 96-Alak 15.16

[162] 12-Yusuf 2

[163] 13-Ra'd 37

[164] 20-Taha 113

[165] 41-Fussilet 44

[166] 41-Fussilet 44

[167] 26-Şuara 198.199

[168] 17-İsra 105

[169] 76-İnsan 23

[170] 25-Furkan 32

[171] 17-İsra 106

[172] Tirmizi-Kıyamet 21

[173] 6-En'am 80.81

[174] 7-A'raf 194.195

[175] 20-Taha 57...59

[176] 2-Bakara 3

[177] 2-Bakara 177

[178] 2-Bakara 195

[179] 2-Bakara 215

[180] 2-Bakara 219

[181] 2-Bakara 254

[182] 2-Bakara 261...265

[183] 2-Bakara 267.268

[184] 2-Bakara 270

[185] 2-Bakara 272...274

[186] 3-Al-i İnıran 92

[187] 3-Al-i İmran 134

[188] 4-Nisa 38.39

[189] 8-Enfal 60

[190] 9-Tevbe 34.35

[191] 9-Tevbe 53.54

[192] 9-Tevbe 91.92

[193] 9-Tevbe 98.99

[194] 9-Tevbe 121

[195] 13-Ra'd 18

[196] 14-İbrahim 31

[197] 16-Nahl 75

[198] 17-Isra 100

[199] 23-Mü'minun 60

[200] 25-Furkan 67

[201] 34-Sebe 39

[202] 35-Fatır 29

[203] 36-Yasin 47

[204] 47-Muhammed 38

[205] 57-Hadid 7

[206] 57-Hadid 10

[207] 63-Münafıkun 7

[208] 63-Münafıkun 9...11

[209] 64.Teğabün 16

[210] 70-Mearic 24.25