Saadet Asrından Günümüze Kuranı Kerim
3. Hükmü Aleyhlerine Görerek Karşı Çıkmak
1. Allah'ın İndirdiği Bir Kitap'tir
5. İnzar Edici, Uyarıp-Korkutucu Bir Kitap'tır
7. Mübindir (Apaçık ve Aşikardır)
8. Burhandır (Delil, Hüccet Ve Kesin Kanıttır)
14. Değişmez Ve Değiştirilemez Bir Kitap'tır
15. Hak Ve Güncel Bir Kitap'tır
19. Diğer Kitaplardaki Hakkı Doğrulayan, Tasdik Ve Teyid
Eden Bir Kitap'tır
Kur'an-I Kerım'ın Indırılış Gayesi
1. İnsanlara Dünlerim, Bugünlerini Ve Yarınlarını
Bildirmek İçin
2. İnzar Etmek, Uyarıp-Korkutmak İçin
3. Hak İle Batılı Ayırmak İçin
4. İhtilafları Sonuçlandırmak İçin
5. Zulmetten Nura Çıkarmak İçin
6. Sırat-I Müstakime Ulaştırmak İçin
7. Kendisiyle Hükme Dilmesi İçin
8. Kendisine Tabi Olunup, Yaşanması İçin
9. Allah Adına Sorumluluk Yüklemek İçin
10. Mü'minlere Veli Olması İçin
11. Ferdi Ve Toplumsal Hastalıklara Şifa, Fertlere Ve
Toplumlara Rahmet Olması İçin
12. Sakınanlara Ve Sakınacak Olanlara Hayır Olması İçin
13. İslam'ın İlgi Sahasındaki Her Sahada Kesin Kanıt
Olması İçin
14. Kıyamete Kadar Bütün Kitaplardak I Hakkı Doğrulamak,
Tasdik Ve Teyid Etmek İçin
15. Mü'minlerin İmanını Arttırmak İçin
16, Mü'minlerin Kalplerini Yatıştırmak, Mutmainle Ştirmek
İçin
18. Örnek Ve İbret Alınması İçin
19. Mü'min Ve Müslimleri Müjdelemek İçin
Kur'an-I Kerim'den Faydalanabilme Şartları
1. Allah'ın Adıyla Gereği Gibi Okumak Ve Dinlemek
2. Allah'a Dua Ve Tevekkül Etmek
3. Kitab'a Bir Bütün Olarak Yaklaşmak
4. İlahi Hitabın Yakınlığını İdrak Etmek
5. İlahi Vahye Muhatap Olmanın Sorumluluğunu Duymak
6. Vahye Karşı Hiçbir Kuşku Duymamak
9. İlahi Vahye Ters Düşmekten Sakınmak, Muttaki Olmak
10. Söyleyeni Ve Söyleneni Dikkate Almak
Kuran-I Kerimle İlgili Bazı Güncel Sorular
1. Arapça Bilmemek, İlahi Mesajı Anlamaya Engel Midir?
2. Kur'an Ve Sünnet, Ayrılmaz Bir Bütün Müdür?
4. Peyderpey İndirilmesi Ve Nüzul Sırasını Dikkate Almak
Kur'an-I Kerim Araştırmalarında Program Ve Metod
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla
Hamd, sena ve
övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri
yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren
Allah (c.c)'a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin
Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetince
sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Mukammed Mustafa'ya,
aline, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmeti üzerine olsun.
Bilmiyorum, sizlerin
de dikkatini çekti miri Eric Van Danikan
isimli bir sapığın yazdığı "Tanrıların arabaları " isimli kitap,
dünyada satış rekorları kırmıştır. Uzaylıların dünyaya geldikleri ütopyasını
savunmaya çalışan, bazı tarihi ve coğrafî oluşumları kendi fantazisine göre
yorumlayan bu sapığa, dünya kamuoyunda
önemli bir ilgi gösterilmişi.
Batıl zanlara karşı
varsayımlardan, hak ve hakikate karşı ise yoksayımlardan hareket edilerek
yazılan ve hiçbir ilme dayanmayan bu mesnetsiz kitap insanların oldukça
ilgisini çekmiştir.
Mesnetsiz bir kitaba
böyle bir ilgi gösterildiğine göre, bu sapığın elinde geçerli bir mesnet,
mesela uzaylılannd) kendisine verdikleri bir parça göktaşı veya yüksek teknikte
hazırlanmış bir eşya olsaydı, bu adama yaklaşım herhalde çok daha farklı
olurdu.
Adam elindeki mesneti
ileriye sürerek.,
İşte bu elimdeki
cihaz, uzaylıların varlığına kesin
kanıttır. Çünkü hiçbir insan, dünyadaki hiçbir teknoloji bunu yapamaz. Diğer elimdeki kitap ise uzaylıların dünyaya verdikleri mesajdır.,
deseydi, herhalde bu kitabı dünyada okumayan kalmazdı.
Herkes merak eder, herkes
okumak isterdi uzaylıların mesajını!.
Fakat aynı dünya
insanlarının karşısına, bir elinize Kur'an-ı Kerim'i ve bir elinize de ufak
bir taşı alarak çıksanız ve bütün dünya insanlarına.,
Elimde gördüğünüz şu
küçücük taş, yegane Yaratıcı olan Allah'ın varlığına kesin kanıttır. Çünkü hiçbir insan, dünyadaki hiçbir
teknoloji bunu yaratamaz. Diğer elimdeki Kitap ise, bu Yaratıcı 'nın dünya
insanlarına verdiği mesajdır.,
deseniz, acaba herkes bu mesajı
merak eder ve herkes bu mesajı okumak ister miydi?
Batıl bir ütopya olan
uzaylıların mesajına gösterilebilecek ilgi, alemlerin yaratıcısının Kitab'ına
karşı gösterilir miydi?
Ne gariptir ki hayır!.
Peki nedendir.?
Birçok şeye merakla
yönelen dünya insanları, alemlerin Yaratıcısı olan Allah (c.c.)'ın mesajına neden
aynı merakla yönetmiyorlar?
Bu konuda
gayrimüslimlerin Kur'an-ı Kerim'e karşı ilgisizliğinden önce, çok daha tuhaf
olan müslümanların ilgisizliklerini sorgulamamız gerekmez mi? Çünkü müslümanlar
veya müslüman olduklarını iddia edenler dahi, Kur'an-ı Kerime karşı
göstermeleri gereken ilginin ne yazık ki oldukça uzağında değiller mü.
İnsanların hal ve
davranışlarıyla ilgili birçok nedeni merak eden ve anlayabilen bizler, bunun,
bu ilgisizliğin nedenini gerçekten yeterince anlayamıyoruz.
"Nasıl
olur?"
"insanlar
kendilerini ve bütün alemleri yaratan Allah (c.c.)'ın Kitab'ına karşı nasıl
böyle ilgisiz olabilirler?" soruları, bizlerde yankılanmasına rağmen,
açıkça ve yeterince cevaplandırabildİğimiz sorular değildir. Fakat yine de her
şer, her kötü yaklaşımda olduğu gibi, bu yaklaşımda da şeytan ve dostlarının
önemli bir fonksiyonu olduğu açıktır. Nitekim evrensel olan İlahi gerçekleri
kapsayan Kur'an-ı Kerim gibi eşsiz bir Kitap, şeytani otoritelere bağımlı
basin-yayın faaliyetleri tarafından bütün dünya insanlarına "Pamuk
prenses ve yedi cüceler" gibi eskimiş ve masalımsı bir Kitap olarak
empoze edilmektedir!.
Sonuç olarak nedeni
veya nedenleri ne olursa olsun, kendilerini İslam'a nisbet eden geniş kitleler
de dahil olmak üzere dünya insanları Kurandan ve Kur'an'ın mesajından
uzaklaştırılmıştır. Bu kitap çalışmasında,
bütün bir insanlığın her zaman ve
her mekanda muhtaç olduğu Kur'an-ı Kerim gerçeğine dikkat çekmek, bu yüce Kitab'ı aslına uygun olarak tanımak
ve tanıtmak istiyoruz.
Böylesi bir
amaç istikametinde hazırladığımız
"Kurana Yönelirken"
isimli bu kitap çalışması, bizim kanaatimize göre günümüz insanlarının
faydalanabilecekleri değerli bir çalışmadır. Tabi ki bu çalışmaya değer katan
gerçekler, işlediğimiz konulardaki önemine binaen dikkatlerinize sunduğumuz ve
oldukça yoğun olan ayet-i kerimelerdir.
Kur'an-ı Kerimin
sahibine hamd, bu yüce Kitab'ı sahiplenerek yaşayanlara selam ediyoruz..
Mehmed ALAGAŞ
Nisan/1992
"Ondört asır
önceki en önemli olay nedir?" sorusuna verilecek en kısa cevap, Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderilmesi ve Kur'an-ı Kerim'in
indirilmesidir. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) yeryüzündeki kullarına
merhamet etmiş ve İlahi hitabıyla muhatap aldığı bütün bir insanlığı, yanlışlardan
doğruya, kötülüklerden iyiliğe, zulümden adalete, batıldan hakka ve hakikate
davet etmiştir. Bu İlahi davetin ne derece etkin olduğu ise, vahiy öncesi ve
vahiy sonrası dönemleri arasındaki muhteşem farklılıkta görülmektedir. İlahi
vahye muhatap olan ve bu hitaba teslim olan insanlar, en kısa ifadesiyle
zilletten izzete hicret eden ve bu hicretle kemale ulaşan insanlardır.
İnsanlar üzerindeki bu
muhteşem farkın, bu muhteşem değişimin en önemli nedeni, hiç şüphesiz ki
Efendimiz (s.a.v.) den önce İlahi vahiydir. Zaten ahlakı "Kuran
ahlakı" olan Resulullah (s.a.v.)'i de değiştiren, kendisini kemal bir
mertebeye ulaştıran en önemli etken, şanı yüce Rabbimizin kelamı olan İlahi
vahiydir. Saadet asrındaki insanların tüm değişimlerini, onurlu kimliklerle
izzetli yaşamlara kavuşmalarını, nasıl ki bu İnsanların İlahi vahye
bağlılıklarımla açıklıyabiyorsak; daha sonraki dönemlerde gözlenen bütün
yozlaşmaların, bütün gerilemelerin nedenini de, bu insanların İlahi vahiyden
uzaklaşmaİarıyla açıkhyabiliriz.
Çünkü biliyor ve iman
ediyoruz ki İlahi vahiy kendisine bağlanan bütün insanları ileriye, ilerinin
ve ilericiliğin en kemal noktasına ulaştırmaktadır. Nitekim 20. asırda yaşarken
21. asrı dikkate alarak değil, 14. asırda yaşarken kıyameti ve ahireti dikkate
alarak ilericiliğin en kemal noktasına ulaşan insanlar, İlahi vahyin zaman ve
mekan konusundaki engin boyutunu idrak eden müslümanlardır.
Kur'an-ı Kerim
kendisine yeterince yönelen, kendisine teslim olan müslümanları, kesinlikle ve
kesinlikle ihtilaflara veya olumsuz durumlara sürükleyebilecek bir Kitap
değildir. İslam tarihinde gördüğümüz bazı ihtilaflarda, ihtilafa düşen
taraflar, kendi görüşlerine Kur'an-ı Kerim'den mesnet getiriyorlarsa;
taraflardan birisi veya her ikisi, mutlaka ve mutlaka Kur'an-ı Kerim'i eksik
veya yanlış anlamaktadır.
Ondört asırdır
Kur'an-ı Kerim'in harf ve lafız olarak tahrif edilememiş olması, müslümanların
ondört asır boyunca Kur'an-ı Kerim gerçeğiyle birarada yaşadıklarına işaret
değildir. Kur'an-ı Kerim Rabbimiz tarafından korunmamış olsaydı, hiçbir
şüpheniz olmasın ki bugün ellerimizde birbiriyle çelişen birçok Kur'an olurdu.
Ondört asırdır Efendimiz (s.a.v,)'e nisbet edilen batıl görüşler, Kur'an-ı
Kerim'e de nisbet edilir, b'irçok hadis kitabında kendisine yer bulan
iftiralar, korunmasız olan Kur'an'da da kendisine yer bulabilirdi. Ne var ki
şeytan ve dostları, İlahi koruma altındaki Kur'an-î Kerim'e uzanamamışlar ve bu
yüce Kitab'ı tahrif edememişlerdir.
Şeytan ve dostlarının
Kur'an-ı Kerim'in tahrifatına yönelik yaklaşımları, genellikle Kur'an'ın
yaşantıya yönelik boyutlarında olmuştur. Kur'an-ı Kerim berrak bir Kitap olarak
ondört asır boyunca müslümanların arasında veya erişebilecekleri bir yerde
olmasına karşın, pratik anlamda müslümanların yaşantısından gün be gün
uzaklaşmıştır.
Ehl-i Kitab'ın
kendilerine verilen İlahi Kitap'lara yönelik batıl yaklaşımları, benzer
boyutlarda müslümanlar arasında, da meydana gelmiştir. Bunlardan bazısına kısa
başlıklar halinde değinmemiz, günümüz müslümanlannın aynı yanılgılardan
sakınabilmeleri için yararlı olabilecektir.,
Bektaşilere nisbet
edilen bir kıssa vardır. Bektaşinin birisi "İçkiliyken namaza yaklaşmayınız"
buyruğunun sadece "Namaza yaklaşmayınız" kısmını alarak, İlahi buyruk
gereği namaz kılmadığım savunurmuş!. Bu zihniyetin günümüzdeki açık bir
tezahürü ise özellikle bazı.resmi din görevlilerinde gözükmektedir.
"Sizden olan ulul emre itaat edin" buyruğunun "Sizden olan"
kısmını gözardı ederek "Ulul emre yani emir sahiplerine itaat edin"
diyen bu satılmışlar, müslümanları tağuti otoritelere itaate ve kafirlerin
velayetini kabule davet etmektedirler!.
Müslümanlar için kara
mizah konusu olan bu gibi yaklaşımlar, ne yazık ki farklı boyutlarda hem geçmiş
ve hem de günümüz rnüslumanlarında da bulunmaktadır. Müslümanların tarihini
incelediğimiz zaman, bektaşi kıssasında veya günümüzdeki resmi din anlayışında
olduğu gibi ayet-i kerimeye karşı bölücü yaklaşım olmasa da, Kur'an-ı Kerim'in
bütünlüğüne karşı birçok bölücü yaklaşımlarda bulunulmuştur.
Bu gibi batıl
yaklaşımlar fırka veya grup taassubundan kaynaklandığı gibi, siyasi
otoritelerden de kaynaklanmıştır. Fırka veya grup taassubunda olanlar, kendi
görüşlerini destekleyen ayetleri ön plana çıkarıp, birçok ayet-i kerimeyi
gözardı ederlerken; siyasi otoritelerin tesirinde kalan veya bunlann güdümünde
olan kimseler ise mevcut siyasi otoritenin rengine göre Kur'an-i Kerim'e
yaklaşmışlar ve bazı ayetleri bayraklaştirmalannın yanısıra birçok ayet-i
kerimeyi gözardı etmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de bölücü yaklaşımlarla ilgili
olarak, şu ayet-i kerimeler zikredilmektedir.
Hani sizden
"Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan
çıkarmayın" diye kesin söz almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız,
hala da şahidlik etmektesiniz.
Sonra (yine) siz,
birbirinizi öldürüyor, bir yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve,
düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde
de onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram kılınmıştı.
Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz?
Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında aşağılık olmaktan başka
değildir: kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır.
Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildi?:
işte bunlar, ahirete
karşılık dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azablan hafifletilmez
ve kendilerine yardım da edilmez.[1]
Parça ayırıcılarına
indirdiğimiz gibi,
Ki onlar Kur'an'ı
parça-parça kıldılar.[2]
Ancak onlar, işlerini
kendi aralarında (farklı) ki-tablar halinde parçalayıp-bölündüler; her bir
grup, kendi ellerindeki olanla yetinip-sevinmektedir.[3]
AyeH kerimelerde de
beyan edildiği gibi Kitab'a karşı bölücü yaklaşım demek, Kitab'ın bir kısmına
inanıp, bir kısmına inanmamak veya Kitab'ın bir kısmına teslim olup, bir
kısmına teslim olmamak demektir. Herhangi bir insan veya herhangi bir grup,
Kur'an-ı Kerim'ın yansını veya bir bölümünü değil, bir ayet-i kerimesini dahi
'bilerek gözardı etse, Kur'an-ı Kerim'e bölücü yaklaşanların durumuna düşmektedir.
Kur'an-ı Kerim'e karşı
bölücü yaklaşımların geçmişten günümüze birçok örneklerini görebilmsmiz
mümkündür. Asr-ı saadet döneminden sonra rahatça gözlemleyebileceğimiz ilk
olay, Kur'an-ı Kerim'in İslam devletiyle ilgili siyasi yönünün peyderpey
gözardı edilmesidir. Tabi ki bunun önemli bir nedeni, devletin din kontrolünden
çıkıp, dinin devlet kontrolüne girmesidir. Çünkü asrı saadet dönemindeki din
vakıası, devletin üzerinde ve devlete vaziyet eden bir vakıa olmasına rağmen,
daha sonraki dönemlerde din deviete değil, devlet dine müdahit bir konuma
getirilmiştir.
Dinin devlete
yeterince müdahil olmaması, devleti zulme sürüklediği ve dini, devlet gücünden
uzaklaştırdığı gibi; devletin dine müdahalesi ise, dinin kısırlaşmasına ve
yozlaşmasına neden olmuştur. Nitekim bizlere miras olarak intikal eden
geleneksel fıkıhta, İslam'ın siyasi yönüne yok denilebilecek kadar az yer
verilmesi, İslam gerçeğinin uzun asırlardır siyasi otoritelerin baskısı altında
olduğuna açık bir delildir. Abdest suyunun yüzlerce halini dikkate alan ve bu
hususlaıda yüzlerce görüş ileri süren birçok din adamı, her nedense siyasi
otoritelerin birçok İcraatlarına karşı genel bir suskunluğu tercih etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerim müslümanların nasıl ve kimler tarafından idare edildiğine,
devlet yapısının hangi esaslara göre teşekkül ettiğine, abdest suyundan çok
daha fazla Önem vermesine rağmen; Kur'an-ı Kerim'İn bu önemli boyutu, ne yazık
ki uzun asırlardır gözardı edilmiştir.
Fırka veya grup
taassubuyla Kur'an-ı Kerime bölücü yaklaşımların örnekleri ise müşahhas bir
şekilde zamanımızda da gözükmektedir. Bir grup, iman ayetlerinin siyasi olmayan
bölümüne önem verip, gündemlerine sadece bu ayet-i kerimeleri getirirlerken,
diğer gruplar ise sadece siyasi, ekonomik veya ahlaki ayet kerimelere önem vermekte
ve Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünü gözardı etmektedirler.
Müslümanların
bölünmesinde Önemli bir neden olan bu gibi gruplara vaziyet eden bölücü
alimler(!), günümüz müslümanlan için hiç şüphesiz ki bölücü eşkiyadan daha
tehlikelidirler..
İlahi mesajın insanlar
tarafından anlaşılması çağlara göre değişebilen bir hadisedir. Kur'an-ı Kerim
lafız olarak .. aynı kalmasına ve sonraki dönemlere aynı lafızla intikal etmesine
rağmen, bu İlahi kelamın insanlara verdiği anlamlarda Önemli değişiklikler
olmuştur. İlahi mesajın İlahi anlamım tahrif edenler, hiç şüphesiz ki bu
mesajın, İlahi anlamından rahatsız olan şeytan ve dostlarıdır. Nitekim onlar
Kur'an-ı Kerimden duydukları bu rahatsızlığı, Kur'an-ı Kerim nazil olurken
şöyle dile getirmişlerdir.
Onlara ayetlerimiz
apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki:
"Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim
onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem, benim için olacak şey
değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem,
kuşkusuz ben, büyük günün azabından korkarım.[4]
"Bundan başka bir
Kur'an getir veya onu değiştir" diyenler, İlahi kelamın İlahi manasından
rahatsız olanlardır. İlahi kelamın değiştirilmesine ilişkin bu teklifleri reddedildiği
için, lafzını değiştiremedikleri İlahi kelamın, batıl tevil ve yorumlarla
manasını değiştirmeye çalışmışlardır. Nitekim geçmiş tarihteki Yahudiler de,
İlahi kelama karşı bu batıl yaklaşımda bulunan kimselerdir.,
Onlardan zulme
sapanlar, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de
bunun üzerine zulme sapmaları dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azab' indirdik.[5]
İlahi kelamın manasına
İlişkin yapılan bu tahrifatlar, şeytan ve dostları tarafından yapıldığı gibi,
yeterli ilmi olmayan veya fırka taassubuna kapılan kimseler tarafından da
yapılmıştır. Nitekim bazı ayet-i kerimelerin iki ayrı fırkaya göre yorumu veya
açıklanması, ayet-i kerimler aynı olmasına rağmen birbiriyle çelişen
açıklamalardır. Kur'an-ı Kerim'de hiçbir çelişkinin olmadığını dikkate alırsak,
bu çelişkili açıklamalarda bulunan taraflardan birisi veya her ikisi mutlaka
ve mutlaka Ailah'm ayetlerini gerçek manasından çarpıtmaktadırlar. Oysa bütün
müslümanlar bu konuda önemle uyarılmakta ve böylesi yönelişlerde bulunanlar
tehdit edilmektedir,
Bizim ayetlerimiz
konusunda çarpıtma yapanlar, Bize gizli kalmazlar, öyleyse ateşin içine
bırakılan mı daha hayırlıdır yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Siz
dilediğinizi yapın. Çünkü O, yapmakta olduklarınızı gerçekten görendir.[6]
İlahi gerçeklerin
çarpıtılmasına ilişkin yaşadığımız toplum''an birçok örnekler vermemiz
mümkündür. Meseleye sosyal bir örnek verecek olursak, mesela güzel bir gerçeği
ifade eden "Hay'dan gelen, Hu'ya gider" özdeyişi vardır. Hay ve Hu,
Allah (c.c.)'ın birer ismi olduğu için bu özdeyişin manası, "Dönüş
Ailah'adtr" gerçeğinin bir başka ifadesi olan "Allah'tan gelen,
Allah'a gider" şeklindedir. Fakat ne var ki bu sözün yaşadığımız
toplumdaki yozlaşmış manası "Hampadan (bedavadan) gelen, hampaya
gider" şeklindedir.
Bir gerçeği ifade eden
bu özdeyişin manasında yapılan açık tahrifat, Kur'an-i Kerim'de bulunan birçok
ayet kerimeye karşı da yapılmaktadır.
Bu hususta çok açık ve
canlı örnekler görmek istiyorsanız, yaşadığımız coğrafyadaki siyasi otoriteye
bağımlı din adamlanna, tağutun hükümlerini korkuyla kutsayan sapık hocalara,
devlet ve hükümetle ilgili bazı ayet-i kerimelerin manasını sormanız yeterli
olacaktır.
Allah'ın hükümlerini
nasıl çarpıtmaya çalıştıklarını görecek ve yüzlerine tükürmemek için kendinizi
zor tutacaksınız.
İyi niyetli olmalanna
rağmen kötüyü tanımayan bazı kimselerin aklına şu soru gelebilecektir.,
"Doğruyu,
gerçeği, güzeli ve adaleti ifade eden Allah'ın ayetlerinden, kimler, neden
rahatsız olsunlar ki?."
Neden olacak ki!
Haksız çıkar
sahipleri, İlahi hükümler çıkarlarına dokunduğu için rahatsızlık
duymaktadırlar!.
Doğruya göre yanlış, güzele
göre çirkin, hakka göre batıl, adalete göre zulüm olan çıkar ve menfaatlerine
düşkün bütün müstekbirler, bu çıkarlannı reddeden İlahi hakikatlerden
rahatsızlık duymaktadırlar. Çünkü İlahi hükümler, bu kimseleri yaptıkları
kötülüklerden nehyetmekte ve bununla beraber yapmadıkları iyilikleri İse
emretmektedir.,
Biz ona 'iki yol-iki
amaç' gösterdik.
Ancak o, sarp olan
yokuşa göğüs germedi.
Sarp yokuşun ne
olduğunu sana öğreten nedir?
Bir boynu çözmek (bir
köleye özgürlük vermek)ür;
Ya da açlık gününde
doyurmaktır.
Yakın olan bir yetimi,
Veya sürünen bir
yoksulu.[7]
Bu ayet-i kerimelerde
zikredilen eylemleri dikkate alırsak, dünya müstekbirierinin neden telaşa
kapıldıklarını anlayabiliriz. Çünkü beyan edilen bu İlahi gerçeklerde, insanları
köleleştiren müstekbirlerden, insanlan köleleştirmek bir yana, kölelere
Özgürlük vermeleri, açlık ve kıtlık günlerini bayram günleri olarak kabul eden
ve bu kıtlık günlerinde karaborsa ile mallarına mal katan müstekbirlerden,
böylesi günlerde yetimlere ve yoksullara yardım etmeleri istenmektedir!.
Fiyatlar düşer
endişesiyle bolluk günlerinde dahi Allah'ın nimetlerini denize döken müstekbir
zihniyetinden, kıtlık günlerinde böyle bir teslimiyeti beklemek tabi ki zordur.
Nitekim böylesi adi zihniyetlere sahip olan kimseler, siyasi veya ekonomik
çıkarlarına dokunan İlahi bir hükümle karşılaştıklan vakit, kuyruklarına
basılan köpekier gibi feryat etmektedirler.
Zaten geçmiş tarihte
peygamberlere ve peygamberi davetlere karşı çıkılması da, genelde bu
nedenledir.,
Andolsun, Biz
İsrailoğullarından kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Onlara
ne zaman nefislerinin hoşuna gitmeyen bir şeyle bir peygamber geldiyse, bir
bölümünü yalanladılar, bir bölümünü de öldürdüler.[8]
Halkında müslüman olan
ülkelerde yaşayan, siyasi veya ekonomik çıkarlar için müslüman gözüken münafıklar
da, Kur'an-ı Kerime pazarlıkçı bir mantıkla yaklaşan kimselerdir. Kendi menfaatlerine
destek olarak yorumladıkları ayet-i kerimelere koşar adım yaklaşırlarken,
aleyhlerine olan bütün ayet-i kerimelerden yine koşar adım uzaklaşırlar. ,
Aralarında hükmetmesi
için onlar Allah'a ve Rasulüne çağırıldıkları zaman, onlardan bir grup yüz
çevirir.
Eğer hak onların
lehlerinde ise, ona boyun eğerek gelirler.[9]
"Alacaklarına
karşı kartal, borçlarına karşı kör karga" tabiri, sanki bu münafıklar için
söylenmiştir!. Nitekim İlahi hükümlere karşı çıkanlar, İlahi hükümleri
çarpıtmak ve değiştirmek isteyenler, işte bunlar, bu sapıklardır.
Kitab'ı parçalara
ayırmak başlığında belirttiğimiz yaklaşımların doğal bir neticesi olan bu
durum, özellikle siyasi iktidarlara bağlı din adamianndan kaynaklanan bir durumdur.
Din adına görüş beyan
etmeyi veya fetva vermeyi bir geçim vasıtası kabul eden bu kimseler, bağlı
olduklan siyasi iktidarların çıkarlarına dokunan ayet-i kerimeleri ve İlahi
hükümleri büyük bir ustalıkla gizlemektedirler.,
Allah'ın indirdiği
Kitab'tan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir karşılığı)
satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah
da kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acıklı bir
azab da vardır.
Onlar, hidayete
karşılık sapıklığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Ateşe karşı
ne kadar dayanıklıdırlar.[10]
Halkında müslüman olan
ülkelerde hakkın ortaya çıkmasını istemeyen siyasi iktidarlar, neye iman
ettiğini bilmeyen ve bedeli ucuz olan din adamlannı açık teklif ve gizli
tehdit yoluyla satın alarak hakkı gizlemişlerdir. Mesela yaşadığımız coğrafyada
bazı camilere giden birçok insan, genelde aynı konulan içeren vaazlarla,
hutbelerle karşılaşmaktadır. Nitekim Ödemiş'te karşılaştığım ve konuştuğum bir
insan bana şunları söylemişti.,
Mehmed efendi!. Bizim
caminin hocası gerçekten keramet ehli!. Son bir yıldır gittiğim bütün cuma
namazlarında, vaaz vermek için Kur'an-ı Kerim'i açıyor ve hep aynı sahifeler,
aynı ayet-i kerimeler denk geliyor. Bunun bir hikmeti olmalı değil mi?
Tabi ki bu gibi
olaylarda hikmeti değil, insanların içine düştüğü zilleti aramak gerekir!
Aslında böylesi din adamlarının elinde Kur'an-ı Kerim büyük bir yüktür. Vaaz ve
hutbelerde dile getirdikleri bazı ayet-i kerimeleri küçük bir kitapçık halinde
bastırsalar, bunlar için yeterli olacaktır. Halka açıklayamadıkları ayet-i
kerimeleri neden bastınyor-lar, niye israfa giriyorlar ki!.
Siyasi otoritelerin
haksız çıkarlan uğruna hak ve gerçeği gizleyen kimselerde, İmandan bir
kırıntı, küçük bir iz var ise; aşağıdaki ayet-i kerimeleri tekrar tekrar
okumaları ve biraz da olsa kendilerine gelmeleri gerekmektedir.,
Hani kendilerine Kitab
verilenlerden: "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu
gizlemeyeceksiniz" diye kesin söz almıştı. Fakat onlar, bunu arkalarına
attılar ve ona karşılık az bir değeri satın aldılar. O aldıkları şey ne
kötüdür.[11]
Ey Kitab ehli, neden
hakkı batıl ile örtüyor ve siz de bildiğiniz halde hakkı gizliyorsunuz?[12]
Gerçek, apaçık
belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için Kitab'ta açıkladığımız hidayeti
gizlemekte olanlar; işte onlara, hem Allah lanet eder, hem de lanet ediciler
lanet eder.[13]
İnsanlara iletiimesi
gereken hak ve hakikati onlardan gizlemeye çalışmak,hiç şüphesiz ki Allah'a
gizli kalan bir mesele değildir.
Nitekim Allah'ın
ayetlerini, rahmet ve hidayetini gizleyenler, gizledikleri rahmetten mahrum
kalacaklardır..
Kur'an-ı Kerim'de zikredilen
aşağıdaki ayet, Resulullah (s.a.v.)'e ümmet olduklarını iddia eden bütün
insanların endişeyle okumalan ve düşünmeleri gereken bir ayet-i kerimedir, ,
Ve peygamber dedi ki: "Rabbim
gerçekten benim kavmim , bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir Kitab) olarak bıraktılar.[14]
Acaba Efendimiz
(s.a.v.) de, kendisine ümmet olduklarını iddia eden birçok kavmi, birçok
topluluğu işaret ederek.,
Ya Rabbi! Bana ümmet
olduklarını iddia eden bunlar, Kur'an-ı Kerim'i terkedilmiş bir Kitap olarak
bıraktılar., diyecek mi?
Tabi ki, tabi ki
diyecek!
Çünkü müslüman
olduklannı iddia etmelerine rağmen uzun yıllardır Kur'an-ı Kerim'i rafa
kaldıran, Kur'an-ı Kerim ile hiçbir ilişkileri bulunmayan insanlar, toplumlar,
devletler, hükümetler yok mu?
Bunlar Kur'an-ı
Kerim'i ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini terkeden insanlar, terkeden toplumlar
değil mi?
Kitab'ı terketme
vakıası, halkında müslüman olan ülkelerde öylesine vahim boyutlara ulaşmıştır
ki, bu durum hiç yadırgan mamakta ve hatta gayet doğal bir durum olarak
anlaşılmaktadır!.
Mesela Türkiye
coğrafyasında yaşayan ve müslüman olduklarını iddia eden resmi veya gayriresmi
birçok insana "Kur'an-ı Kerim'i okuyor ve Allah'ın hükümlerini dikkate
alıyor musunuz?" dediğinizde, şaşırmaktalar ve "Kardeşim ben hoca
değilim ki, Kur'an-ı Kerim'i niye okuyayım!" diyebilmektedirler!.
Kur'an-ı Kerim'le herhangi bir ilgileri bulunmayan bu şaşkınların
"Hoca" derken kastettikleri insanlar ise, genel olarak halkı din
adına aldatan bel'amlardır.
Netice olarak birçok
coğrafyada yaşanan Kitab'ı terketme vakıası bazılanmıza şiddetli bir vakıa
gibi gelse de, Kur'an-ı Kerime karşı diğer batıl yaklaşımlarla mukayese
edildiğinde, zarar boyutunda pasif bir yaklaşımdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'i
ellerinden düşürmeyen bel'amları ve diğer din tüccarlarını dikkate aldığımızda.
"Keşke bunlar da
Kur'an-ı Kerim'i terketseler,
Kur'an-ı Kerime o pis
ellerini sürmeseier.." düşüncesine kapılıyoruz..
Saadet asrından
günümüze Kur'an-ı Kerime yönelik bu batıl yaklaşımları kısaca değerlendirdikten
sonra, günümüzde nelerden sakınmamız gerektiği de kısmi bir açıklık
kazanmıştır.
Daha önce de
belirttiğimiz gibi Asr-ı saadet dönemini saadetli kılan gerçek, hiç şüphesiz
ki Kur'an-ı Kerim gerçeğidir. Günümüz müslüman lannm da tekrar böyle bir döneme,
böyle bir saadete ulaşabilmeleri, Kur'an-ı Kerime saadet asrının müslümanlan
gibi yönelmeleriyie mümkün olacaktır.
Saadet asnndaki seçkin
müslümanlar,
Kur'an-ı Kerim'in ne
olduğunu, neden indirildiğini ve Kur'an-ı Kerim'den nasıl
faydalanabileceklerini bilen müslümanlardı. Kur'an-ı Kerim gerçeğine bu kutlu
müslümanlar gibi yaklaşmamız, hiç kuşkusuz bizleri de içinde bulunduğumuz
birçok olumsuzluktan kurtaracak ve özlem duyduğumuz kimliklere yaklaştıracaktır.
Netice olarak bütün
bunlann gerçekleşebilmesi için Kur'an-ı Kerim'i aslına uygun olarak yeniden
tanımamız ve bu tertemiz kaynağa, bu tertemiz Kitaba anndınlmış bir bilinçle
yaklaşmamız gerekmektedir. Dolayısıyie "Kur'an-ı Kerim nedir, niye indirilmiştir
ve Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilme şartlan nelerdir?." gibi sorular,
Özenle ve dikkatle cevaplandırmamız gereken sorulardır.
"Kur'an-ı Kerim
nedir?" ve "Niye indirilmiştir?" sorularını, bu kitap çalışmasının
hacmini büyütmemek için konuyla ilgili ayet-i kerimeleri zikrederek kısaca
cevaplandıracağız. Tabi ki bu cevaplar, mesele hakkında genel bir izlenim
edinebilmek için yeterli olmasına rağmen, yine de sizlerin konularla ilgili
ayet-i kerimeleri düşünerek genişletebileceğiniz cevaplardır.
Kur'an-ı Kerim'den
faydalanabilme şartlarını ise bu konudaki yanılgilan gözönüne alarak, biraz
daha geniş bir çerçevede değerlendireceğiz.
"Kur'an-ı Kerim
nedir?" sorusu, bazı kimseler tarafından yadırganabilecek gereksiz bir
sorudur. Oysa Kurana yönelen veya yönelmek isteyen bütün insanlar için
"Kur'an-ı Kerim nedir?" sorusu, sorulması gereken Rabbani bir
sorudur. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde bu soru muhatap alınmakta ve bu
soruya birbirini bütünleyen değişik cevaplar verilmektedir. Şanı yüce Rabbimiz
Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde Kur'an'm ne olup/ne olmadığını beyan
ederek, bilinmesi gereken bu konuya dikkatimizi çekmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in ne
olduğunu yeterince bilmeyen bir kimsenin, bu yüce Kitap'tan yeterince
faydalanabilmesi tabi ki mümkün değildir. Öncelikle Kur'an-ı Kerim'in ne
olup/ne olmadığını bilmeleri gerekir ki, Kur'an-ı Kerim'i ellerine aldıkları
zaman ne ile muhatap olduklarını ve ne okuduklarını idrak edebilsinler.
Bu sorulan en açık bir
şekiide cevaplayan yegane kaynak Kur'an-ı Kerim olduğu için, yine Kur'an-ı
Kerime yönelecek ve sadece konuyla ilgili ayet-i kerimeleri vererek meseleye
kısa bir açklık getireceğiz.,
Kur'an-ı Kerim hataya
veya yanlışa düşebilecek olan herhangi bir yaratılmışın değil, herşeyi yaratan
ve herşeyi hakkıyle bilen Allah (c.c.) katından ve O'nun izniyle indirilen bir
Kitap'tır.,
Allah'tan başka bir
hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir.
Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak
indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[15]
Bu Kur'an, Allah'tan
başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak o, önündekileri
doğrulayan ve Kitab'ı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur,
alemlerin Rabbindendir.[16]
Batıl, ona önünden de
ardından da gelemez. (Çünkü Kur'an,) Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen
(Allah)tan indirilmedir.[17]
Kur'an-i Kerim her
harfiyle, her ayetiyle, her süresiyle aziz olan; eleştirilerek çürütülmesi,
geçersiz kılınması, mağlup edilmesi mümkün olmayan izzetli bir Kitap'tır.,
Şüphesiz, kendilerine
zikir gelince ona (karşı) küfre sapanlar (ateşin içinde bırakılırlar); oysa o,
aziz (şerefi yüksek, üstün) bir Kitab'dır.[18]
Tüm dünya insanlanna
kendileriyle ilgili olarak açıklanması, bildirilmesi ve hatırlatılması gereken
gerçekleri, bildiren ve hatırlatan bir Kitap'tır.,
Andolsun, size, (bütün
durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitab indirdik. Yine de
akıllanmayacak mısınız?[19]
Ve hiç şüphesiz o
(Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan)
sorulacaksınız.[20]
Oysa o (Kur'an),
alemlere bir zikir (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir
şey değildir.[21]
Kur'an-ı Kerim
zulümden ve zulmün karanlığından en ufak bir gölge taşımayan, aydınlanması ve
aydınlatılması gereken herşeyi kendi hakikati ile aydınlatan bir Kitap'tır.,
Ey insanlar,
Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur
(Kur'an) indirdik.[22]
Ey Kitab Ehli, Kitab
lan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan geçiveren
elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab da geldi.[23]
Bütün bir insanlığı
uyanlması gereken meselelerde uyaran, korkutulması gereken meselelerde korkutan
bir Kitap'tır.,
Alemlere
uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.[24]
Bundan önce de bir
rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı var. Bu da zulmedenleri
uya-rıp-korkutmak ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere, (kendinden
önceki Kitab'ları) doğrulayıcı ve arapça bir dil ile olan bir Kitab'dır.[25]
Kendisine inananları
ve kendisine uyanları doğru yola ileten, müminler ve müsîimler için rahmet olan
bir Kitap'tır.,
Bu, kendisinde şüphe
olmayan, muttakiler için de kılavuz (yol gösterici) olan bir Kitab'dır.[26]
Allah, rızasına
uyanları bununla (Kur'anla) kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle
karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltipiletir.[27]
Ve gerçekten o (Kur
an), müminler için bir hidayet ve bir rahmettir.[28]
Bu (Kur'an), insanlar
için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayetlerdir, kesin bir bilgiyle inanan
bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.[29]
Bütün bir insanlığa
gönderilen Kur'an-ı Kerim, bu insanların anlayabileceği açıklıkta mesajlar
içeren ve işaret ettiği herşeye aynı açıklığı getiren aşikar bir Kitaptır.,
Ey Kitab Ehli,
Kitab'tan gizlemekte olduklarınızın çoğunu size açıklayan ve bir çoğundan
geçiveren elçimiz geldi. Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab da geldi.[30]
Apaçık olan Kitab'a
andolsun;[31]
Allah'tan başka bir
hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab'ı açıklanmış olarak indirmiştir.
Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak
indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[32]
İslam'ın ilgi sahasındaki
bütün meselelerde, çürütülmesi ve reddedilmesi mümkün olmayan sağlam bir
hüccet, kesin bir kanıttır.,
Ey insanlar,
Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size apaçık bir nur
(Kur'an) indirdik.[33]
De ki: "2n 'üstün
ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete
yöneltip-iletirdi.[34]
Yoksa O'ndan başka
ilahlar mı edindiler? De ki: "Kesin kanıt (burhan)ınızı getirin, işte
benimle birlikte olanların zikri (Kitab'ı) ve benden öncekilerin de
zikri." Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı yüz
çevirmektedirler.[35]
Onların sana
getirdikleri hiç bir örnek yoktur ki, Biz (ona karşı) sana hakkı ve en güzel
açıklama tarzını getirmiş olmayalım.[36]
Kuran-ı Kerim, birçok
meseleye sadece bir yerde değinen ve sadece orada açıklık getiren bir Kitap
değildir. Herhangi bir meseleye muhtelif yerlerde değinen ve aynı meseleye
değişik yerlerde, değişik boyutlardan fasıllar ve bölümler halinde açıklık
getiren bir Kitap'tır.,
Andolsun, onların
kıssalarında temiz akıl sahihleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an)
düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı,
her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir
hidayet ve rahmettir.[37]
Bilen bir kavim için,
ayetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) 'fasıllar halinde açıklanmış' Arapça
Kur'an olan Kitab'dır;[38]
Kendi bütünlüğünde
yüzlerce meseleye değinen ve bu meselelere açıklık getiren Kur'an-ı Kerim, meselelere
yaklaşımında, gözettiği maslahatlarda, beyan ettiği görüşlerde kesinlikle ve
kesinlikle ihtilafa düşmeyen, birbirine aykırı olmayan çelişkisiz bir
Kitaptır.,
Onlar hala Kur'an'ı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.[39]
Kur'an-ı Kerim herkes
tarafından görülebilen ve görülmesi gereken şeyleri apaçık bir şekilde ortaya
koyarak gösteren Kitap'tır.,
Bu (Kur'an), insanlar
için basiret (görülebilecek ayet)lerdir, kesin bir bilgiyle inanan bir kavim
için de bir hidayet ve bir rahmettir.[40]
İnsanlara iletilmesi
ve açıklanması gereken bütün gerçekleri yeterince ve gerektiği gibi açıklayan,
apaçık bir Kitap'tır.,
Elif, Lam, Ra, (Bu,)
Ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi olan ve her şeyden haberdar
bulunan (Allah) tarafından birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış bir Kitab'tır.[41]
Kur'an-ı Kerim,
insanlar tarafından ciddiye alınmayacak bir latife, gülümsenebilecek bir şaka
değildir., O (Kur'an), bir şaka değildir.[42]
Herhangi bir kişi,
herhangi bir parti veya herhangi bir devlet tarafından, sözleri ve hükümleri
değiştirilebilecek bir Kitap değildir.,
Rabbinin sözü, doğruluk
bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır, O'nun sözlerini değiştirebilecek
yoktur. O, işitendir, bilendir.[43]
Kur'an-ı Kerim tüm
dünya insanları için her zamanda ve her mekanda güncel olan bir Kitaptır.
Zamanımızdaki insanlar için geçmişte indirilmesine rağmen, hem geçmişten, hem
günümüzden ve hem de gelecekten bahseden evrensel boyutuyla, geçmişe nisbet
edilebilecek masalımsı bir Kitap değildir.,
Ona ayetlerimiz
okunduğu zaman: "Geçmişlerin uydurma-masallarıdır" dedi.[44]
Kur'an-ı Kerim
bazılarının zannettiği gibi sadece hikmet veya beşeri kanun kitaplannda olduğu
gibi sadece hüküm değil; hüküm ile hikmetin bir arada olduğu, hikmetinde
hüküm, hükmünde hikmet olan eşsiz bir Kitap'tır.,
Hiç şüphesiz o, bizim
katımızda olan Ana Kitaptadır; çok yücedir, hüküm ve hikmet doludur. Bunlar
hikmetli Kitab'ın ayetleridir.[45]
Kur'an-ı Kerim
insanlara ulaştırılması, insanlara iletilmesi, insanlara bildirilmesi gereken
bütün gerçekleri tebliğ eden ve tebliğ edilmesi gereken bir Kitap'tır.,
İşte bu (Kur'an)
uyarılıp-korkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu
bilsinler ve temiz akıl sahihleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir
bildirip'duyurma (bir belağ) dır.[46]
Biz onların neler
söylemekte olduklarını daha iyi biliriz ve sen onların üzerinde bir zorba da
değilsin; şu halde, Benim kesin uyarımdan korkanlara Kur'an ile öğüt ver.[47]
Furkan yani ayırdedici
olan Kur'an-ı Kerim, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, güzeli çirkinden,
iyiyi kötüden ayıran bir Kitap'tır.,
Alemlere
uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir. Hiç şüphesiz
o (Kur'an), ayırdeden bir sözdür.[48]
Kur'an-ı Kerim, din
adına ileri sürülen geçmişteki ve günümüzdeki bütün kitaplarda bulunan hakkı ve
gerçeği tasdik ederek doğrulayan, teyid ederek kuvvetlendiren bir Kitap'tır.,
Ey kendilerine Kitab
verilenler birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adamlarını
(o gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel,
yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın
emri yapılagelmiştir.[49]
Bu Kur'an, Allah'tan
başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak o, önündekileri
doğrulayan ve Kitab 'ı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur,
allmlerin Rabbindendir,[50]
Andolsun, onların
kıssalarında temiz akıl sahib-leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an)
düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden Öncekilerin doğrulayıcısı,
her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir
hidayet ve rahmettir.[51]
Allah'ın azabından
sakınan ve sakınacak olan bütün mü'minler, bütün müslümanlar için başlı başına
hayır olan bir Kitap'tır.,
(Allah'tan)
Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır"
dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret
yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahihlerinin yurdu ne güzeldir.[52]
Kur'an-ı Kerim
müsîümanlar için ferdi ve toplumsal bütün dertlere derman, bütün hastalıklara
şifa olan bir Kitap'tır.,
Ey insanlar,
Rabbinizden size bir öğüt, sinelerde olana bir şifa ve mü'minler için bir
hidayet ve rahmet geldi.[53]
Kurandan mü'minler
için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan
başkasını arttırmaz.[54]
Kur'an-ı Kerim'in
insanları davet ettiği yol, bütün insanlar için cennet yoludur. Kur'an-ı Kerim
insanlan bu yola davet etmekte ve davetine icabet eden bütün insanlan ("Ya
çıkarsa" ihtimaSine bağlı olan safsatalarla değil) kesinkes var olan
cennet gerçeği ile müjdelemektedir.,
Her ümmet içinde kendi
nefislerinden onların üzerinde bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde
bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı,
müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.[55]
De ki: "İman
edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu
(Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir.[56]
Bundan önce de bir
rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı var. Bu da zulmedenleri uyarıp-korkutmak
ve ihsanda bulunanlara bir müjde olmak üzere, (kendinden önceki Kitab'ları)
doğrulayıcı ve arapça bir dil ile olan bir Kitab'dır.[57]
Kur'an-ı Kerim'in ne
olduğunu/ne olmadığını açıklayan bu gerçekleri dikkate almadan Kur'an-ı
Kerim'e yönelenier, netice olarak ne olduğunu bilmedikleri İlahi mesajın
oldukça uzağında kalacaklardır.
"Kur'an-ı Kerim
nedir?" sorusunu, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen bu gerçekleri dikkate
alarak kısaca cevaplan dırdığımız zaman, hiç şüphesiz ki nasıl bir Kitaba
yöneldiğimizi ve nasıl bir Kitap ile muhatap olduğumuzu daha iyi anlamış
olacağız.
Kuran gerçeğini
tanımakla ilgili olarak cevaplandırmamız gereken ikinci soru, Kur'an-ı
Kerim'in indiriliş gayesidir.
Kur'an-ı Kerim'in
indiriliş gayesi nedir?
Tabi ki bu soru da
nefs ve nevamızdan sorduğumuz bir soru değildir. Çünkü müslümanlar olarak
sormamız gereken Rabbani sorulan öğreneceğimiz öncelikli kaynak, Kur'an-ı
Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim'de sorusu zikredilerek veya zikredilmeyerek beyan
edilen her cevap, bizler tarafından dikkate alınması gereken bir sorunun
cevabıdır. Mesela konumuzla ilgili olarak bir Örnek vermemiz gerekirse,
Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde açık olarak "Ey Mu-hammed veya ey
insanlar! Biz bu Kitab'ı neden indirdik biliyor musunuz?"' sorusu
olmamasına karşın, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde bu gizli sorunun açık cevaplan
bulunmaktadır. Bu cevaplarla karşılaştığımız zaman anlamamız gereken ilk
gerçek; verilen cevaptan önce, bu cevabın işaret ettiği sorunun, bizler
tarafından sorulması gereken bir soru olduğudur. Dolayısıyle konuyla ilgili
cevap bilincinden önce, soru bilincine ulaşmamız gerekmektedir.
Konuyla ilgili olarak
sormamız gereken soruları bilmemiz, bu soruların cevabına çok daha fazla nüfuz
etmemizi sağlayacaktır.
Nitekim bizlere boş ve
faydasız bilgi vermekten münezzeh olan şanı yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'in
birçok yerinde, Kur'an'ın indiriliş gayesini beyan etmektedir.
O halde neden?
Şanı yüce Rabbimiz
Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebini neden bildiriyor?
Kur'an'ın indiriliş
gayesini bilmemiz, bizler için neden gerekli? Veya,
Kur'an'ın indiriliş gayesini
bilmeseydik ve bu gerçek bildirilmeseydi ne olurdu?
"Kur'an-ı
Kerim'in indiriiiş gayesi bildiriimeseydi ne olurdu?" sorusunun cevabı
aşikardır. Bu yüce Kitab'm İndiriliş gayesini bilmeyenlerin, idrak
edemeyenlerin yaptıkları gibi.,
Kur'an-ı Kerim'i
kıraatle okuma yarışmaları düzenlenecek,
güzel sesli hafızların
okudukları cehennem azabıyla ilgili ayet-i kerimeler, manevi bir zevk ve
gönüllere huzur veren bir gafletle dinlenecek, sağlıklarında Kur'an-ı Kerim'den
bihaber olan ölülerin arkasından okutularak, bağışlanmaz günahlar için
mağfiret, sapık yoilarda ölenler için hidayet temennisinde bulunulacak,
Rabbimizin koruması
sanki yeterli değilmiş gibi, işlemeli kılıflara konulara!: çocukların ve aklı
başında olmayan yetişkinlerin erişemeyecekleri raflara kaldırılacak, dinin
herşeyi kuşatan bütünlüğüne değil, kendi grup veya fırkalarının dar çerçevesine
talip olan kimseler tarafından bazı kısmi hükümler alınarak, yollarına ve
yöntemlerine mesnet olarak ileri sürülecek, ya da bel'amların veya tağuttan ve
açlıktan korkan namaz kıldırma memurlarının yaptıkları gibi, çağdaş putların
önünde eğilen beller, tağuta kafa sallamıyı alışkanlık haline getiren başlar
düzelmeden, düzeltilmeden, gereğini yapmadıklan Kafirun suresini büyük bir
utanmazlıkla okumaya devam edeceklerdi!. Evet,
Kur'an-ı Kerim'in
indiriliş sebebi bildirilmeseydi, bunu bilmeyenlerin yaptıkları gibi Kurana
böylesi cahili ve batıl yönelişler olacaktı.
Ancak bildirilmiştir, beyan
edilmiştir Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebi!.
Ve bildirilme nedeni
de, Kurana karşı böylesi cahili yönelişlerin, böylesi batıl yaklaşımların
olmaması içindir.
Yaşadığımız coğrafyada
Kur'an-ı Kerim çalışma-larını sürdüren ve değişik bölgelerde bulunmalarına
rağmen konuşmalarında ve yazılannda "Kurana yönelmek" gibi aynı
ifadeyi savunan kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bu kardeşlerimizin sormaları ve
açıklık getirmeleri gereken bir soru vardır.,
Neden Kurana
yöneleceğiz veya Kur'an-ı Kerim'i ne için okuyacağız?
İşte bu güzel
sorulara, Kur'an-ı Kerim'in indiriliş sebebini açıklayan ayet-i kerimelerle
güzel cevaplar verilmektedir.
Kur'an-ı Kerim neden
ve ne için indirilmişse, bu yüce Kitab'a onun için yönelmemiz, onun için
okumamız, onun için araştırmamız gerekmektedir..
Mesela yeni bir alet
veya yeni bir makinayla karşılaşan bir insan "Bu hangi gaye için
yapılmış?" sorusunu sorar.
Yerinde ve doğru bir
sorudur bu!
Karşılaştığı aletin
veya o makinanın ne için yapıldığını sormakla, onları ne için
kullanabileceğini öğrenmek istemektedir. Buzdolabında kurabiye pişirmeye kalkışmamak
için, mutlaka böylesi sorulann mutlaka sorulması gerekmektedir. Çünkü herhangi
bir alet veya herhangi bir maki-na, ancak ve ancak yapılış maksadına uygun
olarak kullanıldığı zaman, gerçek fonksiyonunu icra edebilecek ve olumlu
sonuçlar verebilecektir.
Yukarıdaki çok basit
örnekten de anlaşılacağı üzere, Kur'an-ı Kerime yöneimek isteyen
kardeşlerimizin de, Kur'an'in indiriliş sebebine uygun Rabbani yönelişlerde
bu-Iunmaiarı gerekmektedir. Şanı yüce Rabbimiz Kur'an-ı Ke-rim'i hangi Rabbani
gayelerle indirmişse.,
Kur'an-ı Kerime bu
Rabbani gayeler istikametinde yönelmek, bu gayeler istikametinde okumak, bu
gayeler istikametinde araştırmak, bütün kardeşlerimizi rahmetle ve olumlu
sonuçlarla ' karşılaştıracaktır.
Konumuzun başında yer
alan " Kur'an-ı Kerim'in indiriliş gayesi nedir?" sorusunun Önemine
ilişkin bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, bu önemli sorumuzun Kur'an-ı
Ke-rim'deki cevaplannı kısaca açıklayabiliriz.
Tarih, insaniar ve
toplumlar için önemli bir hadisedir. "Geçmişleri olmayan milletlerin,
gelecekleri de yoktur" sözü, birçok anlamda doğru bir sözdür. Ağacı dik
tutan gerçek, nasıl ki toprağın altındaki kökleri ise, toplumları tekamül
ettiren Önemli bîr gerçek de, bu toplumların tarihidir. Nitekim toplumların
tarihi derinliği, bu açıdan önem kazanmaktadır.
Müslümanlar hangi
ırktan, hangi kavimden olurlarsa olsuniar, bu müslümanlann tarihi, mensup
oldukları kavimlerinin tarihi değil, ırkı veya kavmi ne olursa olsun bütün müslümanlann
tarihidir. Dolayısıyle müslümanlara tarihi bilinç veren Kur'an-ı Kerim, bu
tarihe Adem (a.s.)'dan başlamaktadır. Nitekim müslümanlann tarihi, Adem (a.s.)
ile başlayan muhteşem bir tarihi derinliğe sahiptir.
Kur'an-ı Kerim'in
verdiği tarih bilincine iman ve teslimiyetle yaklaşmak, günümüz müslümanları
için oldukça gerekli bir yaklaşımdır. Çünkü müslümanlar olarak, kendimizi
sadece bugüne göre tanımlayandayız. Mensup olduğumuz kavimlerin tarihi ise,
bizler için net ve yeterli olan bir tarih değildir. Kendi tarihlerini Orta
Asya'ya veya Osmanlılara nisbet edenler, kısır bir tarihi yöneliş
içindedirler. Oysa herhangi bir müslümanın geçmiş tarihine yönelmesi demek,
Adem (a.s.) ile başlayan bütün bir tarihe yönelmesi demektir.
Kur'an-ı Kerim'in verdiği
bu tarihe iman ve teslimiyetle yaklaşan bir müslüman, yirmi yaşında olsa dahi,
binlerce yıllık bir tarihi olgunluğa, binlerce yıllık bir yaşam tecrübesine
ulaşabilmektedir. Nitekim bu müslümanlar kendilerini tanımlarken, Adem (a. s.)
dan Resulullah (s.a.v.)'e kadar bütün peygamberleri, bütün ümmetleri içine alan
tarihi bir genişlikte tanımlamaktadırlar.
Çünkü,
Kur'an-ı Kerim'in
geçmişle ilgili verdiği bütün haberler, bütün kıssalar, bütün olaylar,
Kur'an-ı Kerime iman bilinciyle yaklaşan müslümanlar için, adeta kendilerinin
ya-şadıklan olaylardır.,
Dünyaya Adem (a.s.) ve
Havva validemizle birlikte indirilmiş,
Nuh tufanını, Nuh
(a.s.) birlikte yaşamış,
Nemrud'un ateşine
İbrahim (a.s.) birlikte atılmış,
Kızıldeniz'i Musa
(a.s.) ile birlikte geçmiş gibidir bu müslümanlar!.
Böylesi bir tarihi
derinliğin ne anlama geldiği ise, ancak ve ancak bu imani bilince uiaşan
müsîümanlann hissedebilecekleri bir anlamdır.
Kur'an-ı Kerim sadece
müsîümanlann değil, müşriklerin ve kafirlerin tarihini de vermekte, onların da
ne yapıp, neyle karşılaştıklarını beyan etmektedir.
İnsanlara sadece
geçmişlerini değil, geçmişleriyle beraber bugün içinde bulunduklan durumu ve
geleceklerini de beyan eden Kur'an-ı Kerim, en kısa ifadesiyle bütün bir
insanlığın evrensel tarihidir.
İnsanların geçmişte ne
yaptıklarını, neyle karşılaştıklarını,
bugünkü yönelişleriyle
hangi durumlarda olduklarını
ve yarınlarda neyle
karşılaşacaklarını açıkça beyan eden Kur'an-ı Kerim, insanlığın evrensel
tarihini merak edenler ve öğrenmek isteyenler için yegane kaynaktır. Çünkü tüm
insanlara kendilerini ve içinde bulunduklan hayatı tanıtmak, bu insanlara
geçmişlerini, yaşadıklan durumu ve bu yaşantılanyla muhtemel akibetlerini
bildirmek için indirilen Kur'an-ı Kerim, bütün bu konulara açıklık getirmektedir.,
Andolsun, size, (bütün
durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde bulunduğu bir Kitab indirdik. Yine
de akıllanmayacak
mısınız'?[58]
Eğer hak, onların heva
(istek ve tutku)lanna uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların
içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğrardı. Hayır, biz onlara kendi
zikirlerini getirmiş bulunmaktayız, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz
çevirmektedirler.[59]
Ve hiç şüphesiz o
(Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan)
sorulacaksınız.[60]
Günümüz insanlarının
uyarılıp-korkutulduğu bir çok şeyler vardır. Hakim otoritelerden ve bu
otoritelerin hazırladığı kanun kitaplarından kaynaklanan uyarıp-korkutmalar,
genel olarak bu siyasi otoritelerin çıkarlannı gözeten, bunların zulümlerine ve
bu zulümlerin devamına olanak sağlayan uyanp-korkutmalardır.
İnsanların din adına
yüz yüze getirildiği uyanp-korkutulmalar ise, bunları gündeme getiren fırka
veya grupların keyfiyetine göre değişmektedir. Gerçi bunların yaptıkları şey
uyarıp-korkutma değil, en doğru ifadesiyle uyutup korkutmadır. Resmi din
anlayışının köpekleri olan bel'amlar, insanları özellikle tağut ile uyutup,
tabut ile korkuturlarken, birçok batıl gruplara mensup olan kimseler ise
insanları liderleriyle, şeyhleriyle veya bilmem hangi ölünün manevi tokatıyla
korkutabilmektedirler!.
Oysa herhangi bir
uyanp-korkutmanm hak olabilmesi için, insanlann uyarılıp-korkutulduğu
mercinin, bu yetkiye, bu güce sahip olması gerekmektedir. Mesela günümüzdeki
insanları açlık ile korkutan merciler, insanlara rızık vermeye mutlak muktedir
olan merciler değildir.
Fakat ne gariptir ki, insanlara
rızk verici yani Rezzak olan Allah (c.c), insanları açlık ile korkutmazken,
kendi nzıkları için
dahi Allah'a muhtaç olan yaratıklar, insanları açlık ile
korkutabilmektedirier!.
Nitekim üç kuruş maaş
için tağuta kulluk yapan birçok zavallıda, bu açlık korkusu bulunmaktadır.
Bütün dikkatlerini kendilerine bir lokma ekmek uzatan ele yönelten bu
zavallılar, eli ve ekmeği yaratan Allah'tan değil, o elin sahibinden
korkmaktadırlar!.
Birçok batıl tarikate
mensup kimseler ise "Benim şeyhim, beni her yerde işitiyor, beni her yerde
görüyor" diyerek, şeyhlerinden korkup sakınmakta ve tavırlarına bu
korkuyla istikamet vermektedirler. Bu gibi hadiselere hüsnüzanla yaklaşan bazı
kimseler "Bu müridler, şeyhlerinden böyle sakındıkları için kötülüklere
yönelmiyoriar, bu iyi bir şey değil mi?" demektedirler.
Açık yüreklilikle
belirtelim ki, bu iyi bir şey değil!.
Çünkü Allah katında
makbul olan ibadetler, Alİah için yapılan ibadetlerdir. Her şeyi, her yerde
hakkıyle gören ve işiten Rabbimizin bu sıfatlarını bir yaratılmışa nisbet
ederek şirk içine düşen insanlar, bu şirki yöneliş ile hangi iyiliği yaparlarsa
yapsınlar, hangi kötülükten sakınırlarsa
sakınsınlar, Rabbimiz
katında makbul değiidir. Çünkü öncelikle sakınılması gereken en büyük kötülük
şirktir.
Şeyhlerinin
kendilerini gördüğünü,
kendilerini işittiğini
kabul ederek kötülüklerden sakınmaya çalışan kimseler, bu rabıtayı neden Allah
ile yapmıyorlar ki?
Gerçekten korkmaları, korkup
sakınmaları gereken merci, kendilerini hakkıyle gören, hakkıyle işiten ve
Kahhar olan Allah {c.c.) değil mi?
Yoksa bu kimseler İçin
sadece Allah korkusu yeterli olmuyor mu!.
Oysa kendilerini ve
bütün dünya insanlarını uyarıp-korkutma meselesinde, müslümanlar için yegane
kaynak olan Kur'an-ı Kerim; bütün bir insanlığı beşeri tehditlerle değil, Allah
(c.c.)'ın İlahi tehditleriyle uyanp-korkutma için indirilmiştir.
Alemlere
uyarıcı-korkutucu olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir,[61]
İşte bu (Kur'an),
önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekilerini
uyarıp-korkutman için indirdiğimiz kutlu Kitab'tır. Ahirete iman edenler buna
inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.[62]
Bu indirdiğimiz
mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki
esirgenirsiniz.[63] (Bu,) Bir Kitab'tır ki onunla uyarıp korkutman
için ve müminlere bir öğüt olmak üzere sana indirildi. Öyleyse bundan dolayı
göğsünde bir sıkıntı olmasın.[64]
işte bu (Kur'an)
uyanlıp-k'orkutulsunlar, gerçekten O'nun yalnızca bir tek ilah olduğunu
bilsinler ve temiz akıl sahibleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir
büdirip-duyurma (bir belağ) dır.[65]
"Bana göre, sana
göre, bize göre, size göre.." tartışmalarına girmeden. Hak ile batılın, doğru
ile yanlışın, iyi ile kötünün birbirinden kesinlikle ayrılabilmesi için,
hakkın, doğrunun ve iyinin mutlak gerçekliğine sahip olan bir kaynak
gerekmektedir.
Beşeri değer
ölçülerinin hiçbirinde böylesi bir mutlaklık olmadığı için, bir değer ölçüsüne
göre iyi kabui edilen bir şey, farklı bir değer öiçüsüne göre kötü kabul
edilebilmektedir.
Müslümanlara Kur'an-ı
Kerim ile mutlak değer ölçüleri verilmeseydi, hiç şüphesiz ki birer yaratık
olan müslü-manlar da beşeri yaklaşımlardan kaynaklanan birçok yanılgılara
düşebilecekler ve sonuçlanmaz tartışmalar arasında boğulab ileceklerdi.
İşte bütün müslümanlan
bu gibi yanılgılardan kurtaran, nelerin hak,
nelerin batıl olduğunu
açıklayan yegane kaynak, 'Fur-kan' yani hak ile batılı ayırma vasfına sahip
olan ve hak ile batılı ayırmak için indirilen Kur'an-ı Kerim'dir.,
Alemlere uyarıcı korkutucu
olsun diye, Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.[66]
Müslümanlar veya müsîüman
olduklanni iddia edenler arasında, din adına yapılan birçok tartışmalar
vardır. Falancaların kitablanna veya filancaların görüşlerine dayanan
ihtilaflar devamlı tartışılmakta ve insanlan değişik düşüncelere
sevketmektedir.
Kur'an-ı Kerim'in
önemli bir indiriliş gayesi de, bu gibi ihtilaflara son vermek içindir. Din
adına ihtilafa düşülen konuiar, müslümanlann pratik yaşantısı için gerçekten
önemli konular ise, Kur'an-ı Kerim zaten bu konulan gündemine almakta, bu
konulardaki hakkı ve hakikati bildirerek ihtilaflara son vermektedir.
Şayet ihtilafa düşülen
konular,
Kur'an-ı Kerim'in
öncelikli gündemine girmeyen konular ise, müslümanlar Kur'an-ı Kerim'in
öncelik vermediği bu konuları gündemleri dışına çıkararak yine ihtilaftan ve
ihtilafın olumsuz sonuçlarından kurtulmaktadırlar. Yeter ki ciddi aynlıklara
neden olabilecek bütün ihtilaflarda, bu ihtilaflara son vermek için indirilen
Kur'an-ı Kerime yönelebil-sinler.,
Biz Kitab'ı ancak,
hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavime rahmet ve
hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik.[67]
Kur'an-ı Kerim'in en
belirgin vasıflarından birisi, kendisine inanan ve kendisine tabi olan
insanları zulmün karanlığından, hakkın nuruna, nurun aydınlığına
kavuşturma-sıdir. Tabi ki ayet-i kerimelerde sözü edilen karanlıklar ve
aydınlıklar, güneşe veya elektriğe bağlı şeyler değildir. Haram ve helallere
dikkat etmeden güneşlenen nice insan vardır ki, güneş tepelerinde olmasına
rağmen, bu insanlar zuimün koyu bir karanlığı içindedirler. Buna karşılık toplu
iğne deliği kadar bir yerden dahi ışık almayan hücrelerde öylesi müslümanlar
vardır ki, bu müslümanlar nurun aydınlığı içinde pırıl pınldırlar.
Ayet-i kerimelerde
sözü ediien karanlıklar ve aydınlıklar, böylesi gerçeklerdir. Nitekim
insanların dünyasını aydınlatan veya karartan durumlar, bu gerçeklerden kaynaklanan
durumlardır.
Mesela yüzlerce
lambayla ışıklandırılan bir yerde otururken aldığı kötü bir haber üzerine
"Bir anda dünyam karardı" diyen insanlar, karanlığın bu gerçek
boyutunu dile getirmektedirler.
İşte insanları zulmün
karanlığından, hakikatin aydınlığına davet eden Kur'an-ı Kerim, insanları
böylesi gerçek karanlıklardan, nurun gerçek aydınlığına iletmek için gönderilmiştir.
Allah, rızasına
uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle
karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltipiletir.[68]
Elif, Lam, Ra. Bu bir
Kitab'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye
layık olanın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.[69]
İnsanlar bütün bir
tarihi süreçte birçok sapık yollara girmelerine rağmen, bu sapık yolların
davetçileri hiçbir zaman "Bizim sapık yolumuza gelin" dememişlerdir.
Bu gibi davetler hangi iğrenç amaçlarla ve hangi sapık yollara yapılırsa
yapılsın, "Bizim doğru yolumuza gelin" gibi ortak ifadelerle gündeme
gelmiştir.
Dünya tarihinde
defalarca yaşanan bu durum, günümüzde de pek değişmemiştir. Doğru yol adına
partiler kurulmakta, doğru yol adına insanlar sapık vadilere davet
edilmektedir. Din adına insanlan kendi yollarına çağıran birçok fırkada da aynı
çelişkiler, aynı karışıklıklar bulunmaktadır. Netice olarak insaniarı doğru
yola çağıran çığırtkanların çoğaldığı yaşadığımız zamanda, neyin doğru, neyin
eğri olduğu birbirine karışmaktadır.
Peki doğru yo! nedir?
Nasıl ve neye göre
tesbit edilecektir?
İşte bizleri ve bütün
dünya müslümanlarını bu çelişkilerden kurtaracak, hangi yolun doğru,
hangi yolların eğri
olduğunu gösterecek yegane Kitab, Kur'an-ı Kerim'dir.
Çünkü doğru yolun ne
olduğunu, ne olmadığını açıkça beyan eden Kur'an-ı Kerim, kendisine inanan ve
kendisine tabi olan insanları doğru, dosdoğru bir yola ulaştırmak için
indirilmiştir.,
Allah, rızasına uyanları
bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan
nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip iletir.[70]
Elif, Lam, Ra. Bu bir
Kitab'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye
layık olanın yoluna çıkarman için onu sana indirdik.[71]
Şüphe yok ki, bu
Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için
gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.[72]
İnsanların ferdi ve
toplumsal düzlemdeki yaşantılan-nın düzenli ve ahenkli olabilmesi için, bu
yaşantıya müdahale eden, bu yaşantıya şekil veren hüküm ve prensiplerin
bulunması gerekmektedir.
Bu hükümler ve
prensipler, insan fıtratını ve İlahi ya-salan dikkate almayan bazı çevrelerin,
bazı sınıfların çıkar ve menfaatlerine göre belirlendiği zaman; bu hükümlerin
yürürlükte olduğu toplumlarda, zulümler, haksızlıklar ve kargaşalar birbirini
izlemektedir.
Bir sınıfın veya bir
zümrenin menfaatini gözeten hükümler, birçok sınıf ve zümrenin haklanna tecavüz
etmektedir. Çünkü insanların nasıl ve ne şekilde yaşamalan gerektiğine dair
hüküm koyan seçkin ve seçilmiş kimselerin, menfaatte sınır tanımayan
tamahkarlıkları, seçilmemiş insanlardan oluşan bütün bir topluma çıkarcı
mantıkla yaklaşmakta ve onların haklarını hiçe saymaktadır.
İşte bütün bu
zulümlerden beri olan Kur'an-ı Kerim'in önemli bir indiriliş gayesi de, tüm
dünya insanlarını, belli zümrelerin menfaatini gözeten beşeri hükümlerin
zulmünden kurtarıp, İlahi hükümlerin adaletine kavuşturmaktır.
Çünkü Kur'an-ı
Kerim'de ferdi ve toplumsal düzlemde vazedilen tüm hükümler, belli bir zümrenin
değil, bütün bir insanlığın maslahatını, bütün bir insanlığın kurtuluşunu
gözeten hükümlerdir. Adaleti müşahhas hale getiren bu hükümler karşısında,
müslim veya gayrimüslim olan bütün insanlar, tercih ettikleri konuma göre
eşittirler.
Bununla beraber şu
hususun da dikkate alınması gerekir ki, bütün bunlan vazeden Kur'an-ı Kerim,
bu hükümler mevlid ve kandil günlerinde kıraatle okunsun diye
indi-rilmemiştir. Adaletle ilgili hükümleri kıraatle okurken, zulümle ilgili
hükümleri yaşayan kimseler, Kur'an-ı Kerim'e batıl bir yaklaşım içindedirler.
Çünkü Kur'an-ı Kerim, kendisiyle hükmediimesi için indirilen bir Kitab'tır.,
Şüphesiz, Allah'ın
sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitab'ı hak
olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.[73]
Günümüzde Kur'an-ı
Kerim'e sadece okumak için yönelenler olduğu gibi, sadece araştırmak ve
bilgilenmek için yönelenler de bulunmaktadır.
Oysa bütün bunların
fevkinde olan Kur'an-ı Kerim., kendisine uymamız, kendisine tabi olmamız, bizlere
beyan ettiği gerçekleri yaşamamız için indirilmiştir.,
Bu indirdiğimiz
mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki
esirgenirsiniz.[74]
Rabbinizden size
indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz'?[75]
llah adına sorumluluk
yüklemek, günümüz müslümanları için önemli bir problemdir. Çünkü yaşadığımız
coğrafyada İslam'a talip olan insanlara Allah adına birbiriyle çelişen birçok
mükellefiyetler yüklenmektedir.
"Allah için ne
yapmam gerekir?" sorusunu soran bir insan, bu sorusuna değişik gruplardan,
değişik cevaplar alabilmektedir.
Hatta ve hatta
Allah'ın nehyettiği,
Allah'ın yasakladığı
birçok davranış, insanlara Alİah adına ve Allah nzası için yüklenebiimektedir!.
Alİah adına ve Alİah
rızası için neleri yükleneceğimizi ve çevremizdeki insanlara neieri
yükleyeceğimizi, bizlere ancak Kuran-ı Kerim bildirmektedir.
İnsanlara Allah adına
yüklenebilecek sorumluluklar, ancak ve ancak Allah'ın verdiği sorumluluklar
olmalıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim, Allah'ın rızasına talip olan insanlara,
Allah adına sorumluluk yüklemek için indirilmiştir.
Çünkü Allah'a karşı
sorumlu olacağımız ve sorgulanacağımız yegane Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir.,
Ve hiç şüphesiz o
(Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kur'an dan)
sorulacaksınız.[76]
Bu indirdiğimiz
mübarek bir Kitab'tır. Şu halde ona uyun ve korkup-sakının. Umulur ki
esirgenirsiniz.[77]
İnsanlar için dost ve
dostluk, gerçekten önemli bir hadisedir. Bir insanın gerçek dosttan veya
dostluktan beklediği şeyler, kendisine yardımcı olması, kendisini kötülükler
karşısında uyarması, kendisini iyiliklere ve güzelliklere davet etmesidir.
Dostluğa bu gerçek boyutundan yaklaştığımız zaman, mutlak veli olan Allah'a
hamdolsun ki, Kur'an-ı Kerim bütün müminler için gerçek bir dosttur.
Bizleri bilmediğimiz
kötülüklerden, bilmediğimiz yanlışlıklardan sakındıran ve bizleri doğrunun,
iyiliğin ve güzelliğin görkemli zirvesine davet eden Kur'an-ı Kerim,
müminlerin gerçek bir velisi, gerçek bir dostudur.
Nitekim mü'miniere
veli olması için indirilen ve kendisine uyan müslümanlara gerçek bir veli olan
Kur'an-ı Kerim, yaşadığı coğrafyada tek başına kalan bir müslüman için dahi
yeterli bir veli, yeterli bir dosttur.
Rabbinizden size
indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?[78]
Günümüzdeki bazı
müslümanlar veya müslüman olduklarını iddia edenler, birçok konuda hidayetten
ve rahmetten uzaklaşarak, çeşitli dertlere kapılmışlarsa, hiçbir şüphemiz
olmasın ki bunun en önemli nedeni Kur'an-ı Ke-rim'i yeterince dikkate
almamaları ve bu yüce Kitaba yeterince teslim olmamalarıdır. Çünkü Kur'an-ı
Kerim kendisine inananlar ve kendisine teslim olanlar için hidayet, rahmet ve
şifa niteliğindedir.
Bütün bir İnsanlığın
bunlara muhtaç olduğunu hak-kıyle bilen şanı yüce Rabbimiz, bu yüce Kitab'ı
insanların hidayete ve rahmete kavuşmaları, ferdi ve toplumsal hastalıklarına
şifa bulmalan için indirmiştir.,
Kur'an'dan müminler
için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan
başkasını artırmaz.[79]
Yaşadığımız toplumda
Kur'an-ı Kerime iman ettiğini söylemesine rağmen Kur'an'dan bihaber olan ve her
konuşmalarında "Allah müsSümanlara hayırlısını versin" diyen insanlarla
sık sık karşılaşmaktayız.
Bu insanlara "Be
kardeşim, Allah bizlere büyük bir hayır vermiş, başlı başına hayır olan bir
Kitab indirmiş. Önce bu hayıra yönelelim, sonra başka hayırian dileyelim"
dediğimiz zaman, başlarını kaşıyarak ve soru dolu gözlerle bize bakarak ne
dediğimizi anlamaya çalışıyorlar.
Oysa ne dediğimiz
açıktır!.
Müslümanları her türlü
şerre karşı uyaran ve her türlü hayra davet eden Kur'an-ı Kerim, kendisine
yönelen müslümanlar için büyük, çok büyük bir hayırdır.
Kur'an-ı Kerim
kendisine uyan ve Allah'ın tehditlerinden sakınan bütün dünya müslümanları
için, hayrın ve hayırlı olanın ta kendisidir.,
(Allah'tan)
Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, "Hayır"
dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret
yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahihlerinin yurdu ne güzeldir.[80]
Dinle ilgili birçok
tartışmalarda, tartışan taraflar kendilerine göre çok değişik deliller,
kanıtlar ileri sürmektedirler. Bu tartışmalarda ileri sürülen açıkça
İspatlanmamış beşer kaynaklı bütün görüşler veya bütün yorumlar, doğru veya
isabetli olsalar bile dünya müslümanlannı bağlayıcı kesin deliller değildir.
Çünkü İslam'ın ilgi
sahasındaki bütün meselelerde dünya müslümanlannı bağlayıcı olan kesin
kanıtlar, Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği kanıtlardır.
Nitekim Kur'an-ı
Kerim'in önemli bir indiriliş gayesi, İslam'ın ilgi sahasındaki her meselede
kesin kanıt olması içindir.,
Ey insanlar, Rabbinizden size 'kesin bir kanıt (burhan)' geldi ve size
apaçık bir nur (Kur an) indirdik.[81]
Dine nisbet edilen
veya dinle ilgili olan birçok kitap bulunmakta ve bu kitaplardan bazıları dine
kaynak olarak ileri sürülmektedir.
Hadis kitaplan da
dahil olmak üzere, menşei itibariyle semavi veya beşeri olan bütün bu
kitapların sağlamasını yapacak olan,
bu kitaplardaki hakkı
tasdik ederek doğrulayacak,
teyid ederek
güçlendirecek olan yegane Kitap, Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü Kur'an-i Kerim
kendinden öncekileri, yanındakileri ve önündekileri istisnasız olarak reddetmek
için değil, bütün bunlardaki hak ve doğru boyutlan tasdik ve teyid etmek için
indirilmiştir.,
Ey kendilerine Kitab
verilenler birtakım yüzleri silip de arkalarına çevirmeden ya da cumartesi adamlarını
(o gün yasağı çiğneyenleri) lanetlediğimiz gibi onları da lanetlemeden evvel,
yanınızdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimize (Kur'an'a) iman edin. Allah'ın
emri yapılagelmiştir.[82]
İşte bu (Kur'an),
önündekileri doğrulayıcı ve şehirler anası (Mekke) ile çevresindekilerini
uyarıp-korkutman için indirdiğimiz kutlu Kitab'tır. Ahirete iman edenler buna
inanırlar. Onlar namazlarını (özenle) koruyanlardır.[83]
Andolsun, onların
kıssalarında temiz akıl sahib-leri için ibretler vardır. (Bu Kur'an)
düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı,
her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir
hidayet ve rahmettir.[84]
Şanı yüce Rabbimiz
peygamberler göndermeyip, insanlara okuyabilecekleri Kitaplar indirmeseydi,
hiç kuşkusuz ki temiz akıl sahibi olan ve düşünebilen bütün insanlarla
birlikte yine Allah'a iman edecektik.
Bütün bu alemlerin bir
Yaratıcısı, bir yaşanası olduğunu aklımızla ve kalbimizle tasdik edecektik.
Fakat, bir Yaratıcıya
inanmamıza rağmen belkide boynumuz bükük, kalbimiz buruk olacaktı!.
Yaşlı gözlerimizi
semaya döndürerek "Ey ismini bilmediğimiz Yaratıcı! Sen'in üzerine yemin
ederiz ki Sen varsın. Bizleri ve bu alemleri yaratan, bu alemlere intizam
veren, bu alemleri yaşatan Sensin. Fakat bizleri ne İçin yarattığını, bizlerden
ne yapmamızı ve nasıl yaşamamızı istediğini bilmiyoruz, bilemiyoruz Ey
Yaratıcı!. Bizleri bu dehşetli bilinmezlikler içersinde başıboş mu
bırakıyorsun?" diyebilecektik.
Ancak Allah'a
hamdolsun ki, şanı yüce Rabbimiz bizleri böylesi burukluklar, böylesi
çaresizlikler içersinde bırakmamıştır. Ezelde ve ebedde varolan Rabbimiz,
bizlere varlığını müjdelemiş ve bizleri İlahi vahyi ile muhatap etmiştir. Hiç
şüphesiz ki bu hadise, bizlerin imanının arttıran, bizlerin imanını
kuvvetlendiren bir hadisedir. Nitekim mü'minlerin imanını arttırmak için inen
her ayet, her sure, mü'minlerin imanını ayet ayet, sure sure güçlendiren mucizelerdir.,
Bir sure
indirildiğinde onlardan bazısı: "Bu, hanginizin imanını arttırdı"
der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler.[85]
Ölüm korkusunu yaşayan
herhangi bir hastaya, güvenilir bir doktor "Hiç korkma ölmeyeceksin.
Hastalığın önemli değil" dediği zaman, doktora güven duyan hastanın iç
dünyası değişmekte ve ölüm korkusunu terkederek yaşama sevincini teneffüs
etmektedir.
Beşeri bir sözün,
beşer üzerindeki etkisine ilişkin olarak verdiğimiz bu basit örneği dikkate
aldıktan sonra, İlahi kelamın müminler üzerindeki muhteşem etkisini daha rahat
anlıyabiliriz, Çünkü mü'minlerin muhatap olduğu söz, herhangi bir beşerin sözü
değil, herşeyi hakkıyle biien ve herşeye muktedir olan Alİah (c.c.)'ın sözüdür.
Dolayısıyle İlahi
vahyin vazettiği her hüküm, beyan ettiği her hakikat, va'dettiği her nimet,
bütün bunlara muhatap olan müminleri sağlamlaştıran, mutmainleştiren İlahi
gerçeklerdir.
Kur'an-ı Kerim
geçmişten ve gelecekten örnekler vererek, sırat-ı müstakime davet ettiği bütün
müslümanlan, bu müstakim yolda mutmainleştirmektedir.,
Sana peygamberlerin
haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler
aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve müminlere bir Öğüt ve uyan gelmiştir.[86]
De ki: "İman edenleri
sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı)
hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir.[87]
Bütün dünya
insanlanna, bu insanlann ulaşamaya-caklan geçmişten ve bilemeyecekleri
gelecekten haberier veren Kur'an-ı Kerim, bu yönü ile apaçık bir mucize niteliğindedir.
Kur'an-ı Kerim'in ondört asır önce verdiği birçok gerçeğin yeni yeni
anlaşılması, bazı haberlerin vuku bulması ve birçok haberin vuku bulacak
olması, Kur'an-ı Kerim'in mucizevi yönüne açık işaretlerdir.
Tabi ki bütün bunlann
fevkinde alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'in kelamını içeren İlahi bir
Kitab'ın indirilmiş olması, başlı başına bir mucize olmaktadır..
Dediler ki: "Ona
Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirmeli değil miydi?" De ki:
"Ayetler yalnızca Allah'ın kalındadır. Ben ise, ancak apaçık bir
uya-ncı-korkutucuyum."
Kendilerine okunmakta
olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara (apaçık bir ayet ve mucize olarak) yetmiyor
mu? Hiç şüphe yok, bunda iman etmekte olan bir kavim için gerçekten bir rahmet
ve bir öğüt (zikir) vardır.[88]
Doğru tecrübelere
sahip olmak demek, yaşanan olaylardan doğru örnekler ve doğru ibretler almak demektir.
Daha önce yaşanmış veya henüz yaşanmakta olan olaylara ve tavırlara bu dikkatli
bilinçle yönelen insanlar, sadece kendi yaşadıklarından değil, başkalarının
yaşadıklarından da önemli tecrübelere sahip olan insanlardır.
İnsan tekamülüyle
ilgili bu gerçeği dikkate alan Kur'an-ı Kerim, muhatap aldığı bütün bir
insanlığa sahiplenmeleri gereken örnekleri ve sakınmaları gereken ibretleri
zikrederek, bu insanlığı kemale davet etmektedir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'den
örnek ve ibret alan müslümanlara göre "Tarih tekerrürdür" ifadesi,
kendileri için serlerin değil, hayırların bir tekerrürü manasınadır.
Çünkü bu müslümanlar,
ömek ve ibret alınması için indirilen Kur'an-ı Kerime, ömek ve ibret alıcı bir
dikkatle yönelmektedirler.,
Andolsun, size
açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir Örnek ve takva sahihleri
için de bir öğüt indirdik.[89]
Andolsun, onların
kıssalarında temiz akıl sahihleri için ibretler vardır. (Bu Kur'an)
düzüp-uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden Öncekilerin doğrulayıcısı,
her şeyin 'çeşitli biçimlerde açıklaması' ve iman edecek bir topluluk için bir
hidayet ve rahmettir.[90]
İslam'ı yaşamak ve
yaşatmak için mücadele veren birçok müslümanın içinde bulunduğu durum,
genellikle gayri-müslimierin şaşkınlıkla karşıladıklara durumlardır. Gayrimüslimler
kendileri için birer felaket kabul ettikleri yoksulluklar, sıkıntılar,
İşkenceler ve ölümler karşısında, müslümaniann huzurlu ve soğukkanlı
mutmainliklerine pek bir anlam veremezler.
Yoksulluklar ve
sıkıntılar içinde Allah'a kulluk eden, işkenceler altında Allah'ı zikreden
müslümanlara baktıkları zaman, bu müslümaniann gözlerinde gördükleri ışıltılar,
gayrimüslimleri şaşkına çevirmektedir!. Çünkü "Müslümanların gözlerindeki
bu ışıltı nedir ve nereden kaynaklanmaktadır?" sorusu, gayrimüslimlerin
cevaplandırarak anlayabilecekleri bir soru değildir.
Oysa müslümaniann
gözlerine ve bakışlanna aydınlık veren bu ışıltı, Kur'an-ı Kerim'in cennet
müjdesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu müslümanlar hangi sıkıntıyı yaşıyor
olurlarsa olsunlar, Allah'a kulluk yaparak yaşadıkları ve bu kulluk üzere
öldükleri zaman, cennet ile, ebedi cennet hayatı İle müjdelenmektedirler.
Kur'an-ı Kerim' bütün
dünya müslümanlannı, bu müslümaniann tüm hücrelerini sevinçle titretecek
Allah'ın hoşnutluğu ve cennet gerçeğiyle müjdelemektedir.,
Şüphe yok ki, bu
Kur'an, en doğru yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere, onlar için
gerçekten büyük bir ecir olduğunu müjde verir.[91]
Her ümmet
içinde kendi nefislerinden onların üzerinde bir şuhid getirdiğimiz gün,
seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her
şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak
indirdik.[92]
Kur'an-i Kerim'in
indiriliş gayesine ilişkin başlıklar şimdilik 19'da bitti. Fakat bizler bu
başlıklan 19'da bıraktığımız zaman, gözleri 19'dan başka bir şeyi görmeyen 19
cular, bundan da bazı şeyler çıkarabileceklerdir!.
Bunların durumunu
dikkate alarak ve bu kimseleri de muhatap alarak başlıklan yirmiye
tamamlıyoruz.,
Rabbimizin bizlere
büyük bir lutfu olan aklımız, hiç şüphesiz ki Kur'an-i Kerime her yönelişimizde
kullanmamız gereken ve kullanabileceğimiz bir nimettir.
Ancak şu hususa dikkat
etmemiz gerekir ki,
yaratılmış birer beşer
olan bizlerde bulunan bu akılı, İlahi vahiy karşısında mihenk taşı kabul ederek
kesin yargılarda bulunduğumuz zaman, bu akılı ilahlaştırmaya çalışmış oluruz.
Çünkü "İslam akıl dinidir" diyerek, her İslami. gerçeği akıla göre
kabul edip, akıla göre reddeden kimseler, akılı putlaştırarak açık bir
sapıklığa giren kimselerdir.
Oysa bizler müminiz ve
İlahi gerçeklere iman etmekle mükellefiz.
Peki neyle iman
edeceğiz?
Elimizle ayağımızla,
dilimizle dudağımızla veya sadece kalbimizle mi?
Aktan» iman vakıas,
kabında bir sorumluluğu bir mükellefiyeti yok mu?
Vardır, elbetteki
vardır!.
Çünkü müminler, hem
kalpIeriyle ve rıyle iman eden kimselerdir..
Akü sahibi olan
müminler, hiç kuşkusuz ki ilahi kümlere,
ilah,gerçeklere terşı "Hikmetinden gerçeklere körükörüne
yaklaşmazlar Rr, hikmet, anlamaya
çalkar, Fakat her gerçeği ve her çeğin hikmetini illa beşer aklının büiün İlahi hakikatleri
kuşatabilecek nitelikte olmadığıdır.
Sözümüz bu noktaya
geldiği zaman bazılarımızın aklına "Allah hiçbir nefse güç
yetiremeyeceğini yüklemez. Dolayısıyle Allah (c.c.) bizleri aklımızla
kavrayamayacağımız İlahi gerçeklerle sorumlu tutmaz" diyebileceklerdir.
Elbetteki sorumlu
tutmaz!.
Zaten aklımızla
kuşatamadığımız İlahi gerçeklere karşı bizlere yüklenen sorumluluk, bu
gerçekleri illa idrak etmemiz veya hikmetini kavramamız değil, bu gerçeklerin
hak olduğunu tasdik ederek iman etmemizdir.,
Sana Kitab'ı indiren
O'dur, O'ndan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri
de benzeşen (müteşabih)lerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve
karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih
olanına > jîar. Oysa onun yorumunu Allah' tan başkası bilmez. İlimde
derinleşenler ise; "Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin
katındandır." derler. Temiz akıl sahihlerinden başkası Öğüt
alıp-düşünmez.[93]
Allah'ı razı etmek
istediğimiz her eylem, her çalışma ve her araştırma için, indiriliş gayesini
dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'e yönelmek durumundayız.
"Kur'an-ı
Kerim'in indiriliş gayesi nedir?" sorusuna, başlıklar halinde zikrettiğimiz
cevaplan veren Kur'an-ı Kerim, bizlerden bu cevaplar istikametinde yönelişler
beklemektedir. Çünkü "Kur'an-ı Kerim'e neden yöneleceğiz?" sorusunun da
yeterli bir açıklaması olan bu cevaplar, bizlerin muhtaç olduğu ve bizler için
gerekli olan cevaplardır.
Nitekim bu cevaplan
tek tek dikkate aldığımız zaman, Kur'an-ı Kerim'e bu cevaplar istikametinde
yönelmemiz gerektiği de açıklık kazanmaktadır.,
Geçmişimizi,
bugünümüzü ve muhtemel akibetimizi Öğrenmek için, kendimizi ve dünya
insanlarını Allah adına uyarıp-korkutmak için, hak ile batılı ayırmak için, ihtilaflarımıza
çözüm getirmek için, zulmün karanlığından, hakkın aydınlığına çıkabilmemiz
için, neyle ve nasıl hükmedileceğini bilmemiz için, neleri yaşayacağımızı
anlayabilmemiz için, Allah adına sorumluluk yüklenmek ve yüklemek için, kendimize
veli edinmek için, ferdi ve toplumsal hastalıklarımıza şifa bulmak için, hayırlara
kavuşmak için, İslam adına kesin kanıtlara sahip olabilmek için, dine nisbet
edilen kitaplardaki doğruyu tasdik, yanlışı tekzip edebilmemiz için, iman etmek
ve imanımızı arttırmak için, kalplerimizi mutmainleştirmek için, mucizelere
şahit olabilmemiz için, hak davranışlardan örnek, batı davranışlardan ibret
alabilmemiz için, müjdelenmek ve müjdelemek için..
Evet, bütün bunlar
için yöneleceğimiz kaynak, bu gayelerle indirilmiş yegane Kitab olan Kur'an-ı Kerim'dir.
Kur'an-ı Kerim'in ne olduğunu
ve ne için indirildiğini idrak eden müslümanların bu temiz kaynaktan faydalanabilmeleri,
yine bu konuda beyan edilen şartları bilmeleri ve bu şartlara riayet
etmeleriyle gerçekleşebilecektir. Çünkü bilindiği gibi Kur'an'a yönelen ve
Kur'an'ı okuyan herkesin, Kur'an-ı Kerim' den faydalanabilmesi mümkün olmamaktadır.
Hatta ve hatta
Kur'an-ı Kerime cahili yönelişlerde bulunan kimselerin, bu gibi yönelişleri
kendilerinin zulüm ve küfürlerine neden olabilmektedir. Gerçek bir hidayet
rehberi olan Kur'an-ı Kerim'e yönelmelerine rağmen, bu yönelişleri Rabbani
olmadığı için, doğru ayetlerden yanlış sonuçlar çıkararak sapıklığa
meyletmektedirler!.
Kur'an-ı Kerim ve
indiriliş gayesi nedir başlıklarında verdiğimiz ayet-i kerimeleri yeterince
dikkate alırsak, bu yüce Kitap'tan naşı! faydalanabileceğimize ilişkin birçok
gerçekleri görmemiz mümkündür. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in bir hikmeti veya bir
vaadi, kimleri, hangi vasıftaki insanlan muhatap alarak zikrediiiyorsa,
sözkonusu hikmet veya vaad ile karşılaşabilmek için, zikredilen o vasıflar
öncelikli şarttır.
Mesela Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurulmaktadır.,
Kur'an'dan mü'minler
için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz. Oysa o, zalimlere kayıplardan
başkasını artırmaz.[94]
Bu ayet-i kerimede
Kur'an'ın şifa olduğu beyan edilmektedir. Kur'an-ı Kerim ferdi ve toplumsal
birçok hastalığa gerçekten şifadır. Ancak bu konuda şunu sormamız gerekir.,
Kur'an-ı Kerim herkes
için şifa mıdır?
Elbetteki değil!.
Kur'an' Kerim müşrik,
kafir ve münafık zihniyete sahip olanlar için bir şifa değil, başlı başına bir
derttir. Nitekim yaşadığımız dünyadaki emperyalist zihniyet, Kur'an-ı
Kerim'den bu nedenle kaçmaktadır. Onların emperyalist çıkarlarına köstek değil
destek olsaydı, hiç şüpheniz olmasın ki Kur'an-ı Kerime doğru koşacaklar ve bu
Kitab'ı baştacı yaparlardı!.
Peki Kur'an-ı Kerim
kimlere şifadır?
İşte bu sorunun
cevabı, yine aynı ayet-i kerimede bulunmaktadır.
Kur'an'dan mü'minler
için şifa ve rahmet olan şeyleri indirmekteyiz..
Kuran' Kerim, müminler
için şifadır. Meselenin konumuzla ilgili boyutunu değerlendirecek olursak,
Kur'an1 Kerim'in şifa vasfıyla karşılaşabilmemiz ve bu İlahi şifadan
faydalanabilmemiz için öncelikli şart, Kur'an' Kerime gereği gibi iman etmemizdir.
Çünkü Kur'an' Kerim, kendisine
iman eden ferdler, kendisine iman eden cemaatler için şifadır.
İşte Kur'an-ı
Kerim'den faydalanabilme meselesine, yine Kur'an-ı Kerim'de zikredilen bu
gerçeklerle yaklaşacak ve bu gerçekleri dikkate alarak genel başlıklar halinde
değerlendirmeye çalışaşacağız.,
Okumak,
gerçekten güzel bir
eylemdir. Bundan beşyüz yıl evvel yaşamış değerli bir düşünürün kitabını
okuyan insan, onunla konuşmanın, onu dinleminin anlamlı zevkini yaşayabilmektedir.
Kur'an-ı Kerim ile
muhatap olmak,
bu yüce Kitab'ı okumak
ise, hiç şüphesiz ki diğer kitaplarla mukayese edilemeyecek bir hadisedir!.
Çünkü Kurana yönelen
ve Kur'an'ı okuyan bir insan, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)'ın kelamına
muhatap olan ve Onu dinleyen bir insandır.
Cahiliyenin yerleşip
kökleştiği günümüz toplumlarında, insanları cahiliyenin pisliklerinden
kurtarabilecek, insanları arındırabilecek yegane Kitab, Kur'an-ı Kerim'dir..
Birçok görece
yayınların emperyalistlerin elinde olduğu ve değişik yayınlarla her türlü
melanetin aşılandığı bu gibi ülkelerde Kur'an-ı Kerim'i okumak, Kur'an-ı
Kerim'in mesajını dinlemek, boğulma tehlikesini yaşayan tüm insanlar için
temiz, tertemiz bir nefes almak gibidir.
Nitekim Mekke cahiliyesinin
en koyu döneminde nazil olan ilk vahiy, 'Oku' emri ile başlamakta ve okumanın
büyük önemine dikkat çekmektedir.,
Yaratan Rabbinin
adıyla oku.
O, insanı bir kan
pıhtısından yarattı.
Oku, senin Rabbin en
büyük kerem sahibidir;
Ki O, kalemle öğretendir,
insana bilmediğini öğretti.[95]
Bu ayet-i kerimelere
dikkat edersek,
İlahi vahiy bilmeyi ve
bildirmeyi, öğrenmeyi ve öğretmeyi, kaleme yani yazmaya ve okumaya
bağlamaktadır. Bazılarımız "Konuşarak ve dinleyerek de öğrenme sağlanabilir"
diyeceklerdir.
Elbetteki konuşarak ve
dinleyerek de Öğrenme sağlanabilir!.
Ancak, konuşmaya ve
dinlemeye bağlı öğrenme, yaşanılan zaman ve mekana bağlı bir öğrenmedir.
İnsanlar konuşarak veya dinleyerek, yaşadıkları zaman ve mekandakilerden
faydalanabilirler. Yazmanın veya okumanın ise zaman ve mekan boyutlan daha
geniştir. Okuyarak, yüz yıl önce yaşamış bir düşünürü dinlemeniz mümkün
olduğu gibi; yazarak, yüz yıl sonraki insanlara da bir mesaj götürmeniz
mümkündür.
İlmi çalışmalarda açık
bir olumsuzluk olan nakil ve ri-vayetlerdeki tahrifatlar ise, sözlü
rivayetlerde, yazılı rivayetlerden çok daha kolay gerçekleştiği için, bu gibi
çalışmalarda da yazılı rivayetlere daha çok itibar edilmektedir.
Okumanın ve yazmanın
önemine böylece dikkat çeken îlahi vahiy, bütün müslümanlan Kur'an-i Kerim'i
rasgele veya bilinçsizce bir okumaya değil, gereği gibi okumaya davet
etmektedir.,
Kendilerine verdiğimiz
Kitab'ı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de onu
inkar ederse, artık onlar kayba uğrayanların ta kendileridir.[96]
Kur'an-ı Kerim'i
gereği gibi okumanın ne olduğu ve ne anlama geldiği ise, yine Kur'an-i Kerim'de
beyan edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okumanın öncelikli şartı,
kovulmuş şeytandan Allah'a sığınarak, Allah'ın adıyla okunmasıdır.,
Öyleyse Kur'an
okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah 'a sığın.[97]
Şeytan aleyhillane
gerçekten lanetlenmiş, gerçekten kovulmuş bir yaratıktır.
Tabi ki şeytanın
kovulmuş olması,
bizim yanımızdan, bizim
çevremizden değil, Rabbimizin katından kovulduğuna işaret etmektedir.
Dolayısıyle bizler, bu lanetli yaratığı bütün bir yaşantımızda yanımızdan
kovmakla ve ondan Allah'a sığınmakla yükümlüyüz.
Kur'an-ı Kerim'i
okurken şeytan aleyhillaneden Allah'a sığınma vakıası ise, düşünmemiz gereken
bir vakıadır!.
Rabbimiz bizlere bunu
neden emrediyor? Kur'an-ı Kerim okurken neden şeytanı yanınızdan kovun ve
şeytandan Bana sığının buyuruyor? Veya, şeytandan Allah'a sığınmasak ne olur?
Şeytandan Allah'a
sığınmayan bir insan, Kur'an-ı Ke rim'i okuyamaz mı?
Kur'an-ı Kerim'in
harflerini, kelimelerini görüp, bunları telaffuz edemez mi?
Elbetteki eder!.
Nitekim şeytandan
Ailah'a sığınmaları bir yana, bizatihi şeytanlaşan bel'amiar dahi, toplumların
karşısında şakır şakır Kur'an-ı Kerim okumaktadırlar!. O halde neden,
Kur'an-ı Kerim okurken
şeytan aleyhillaneden Allah'a sığınmamız neden emredilmektedir?
İşte bu sorulann en
açık cevabı,
Kur'an-ı Kerim'i
anlayabilmemiz ve bu anlayışla Kur'an-ı Kerim'den faydalanabilmemiz içindir.
Çünkü şeytan aleyhillaneden Allah'a sığınmadığımız zaman, bu lanetli yaratık
Kur'an-ı Kerim'i okumamıza değil, anlamamıza engel olacaktır. Verdiği ve
vereceği vesvelerle hükmü çarpıtmamıza, hak olan hükümlere batıl yorumlar
getirmemize neden olabilecektir!.
Nitekim Adem (a.s.)'a
da yaklaşımı böyledir!.
"Bu ağaca
yaklaşmayın" İlahi hükmüyle muhatap olan Adem (a.s.)'a ve Havva validemize
vesvese verirken;-İlahi hükmü inkar ettirmemiş, fakat bu hükme batıl ve şeytani
bir yorum getirmiştir. Şeytan aleyhillanenin "Rabbi-nizin size bu ağacı
yasaklaması, sizin iki melek olmamanız ve cennette ebedi kalmamanız
içindir" vesvesesiyle karşılaşan Adem (a.s.) ve Havva validemiz, bu
şeytani vesvese ile ağaca yaklaşmışlardır.
İşte Kur'an-ı Kerim'i
okurken şeytanın bu gibi vesveselerinden ve tüm şeytani yaklaşımlarından
sakınabilmemiz için, şeytandan Allah'a sığınmamız emredilmekte ve bunun açık
bir gereklilik olduğuna İşaret edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'i okurken buna
dikkat ettiğimiz gibi, dinlerken de dikkat etme ve kovulmuş şeytandan Allah'a
sığınarak dinleme durumundayız.
Kur'an-ı Kerim
okunurken, kafirlerin ve müslümanların okunan Kitaba karşı iki ayrı
yaklaşımları bulunmaktadır. Bu yaklaşımların hangisinden sakınacağımız ve
hangisini örnek alacağımız ise aşikardır.,
İnkar edenler dediler
ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki
üstün gelirsiniz.[98]
Kur'an okunduğu zaman,
hemen onu dinleyin ve susun. Umulur ki esirgenmiş olursunuz.[99]
Bu İlahi hükümleri
dikkate aldığımız zaman, Kur' anı Kerim'i bir belam, bir müstekbir dahi okusa,
Kur'an-ı Kerim okunurken susmak ve sadece okunan Kur'an'i dinlemek
durumundayız. Böyle bir durumda susup dinleyerek değer verdiğimiz şey, hiç
şüphesiz ki Kur'an'ı okuyan bel'amiar değil, okunan Kur'an-ı Kerim'dir.
Bu bel'amların hak
hükümlere getirdikleri batıl yorumları ise dinleme zorunluluğumuz olmadığı
gibi, bunlardan ve ayetler hakkında alaylı tartışmalarda bulunanlardan
uzaklaşmamız ve onlann meclislerini terketmemiz emredii-mektedir.,
O, size Kitab'ta:
"Allah'ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini
işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın,
yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah,
münafıkların da, kafirlerin de tümünü cehennemde toplayacak olandır.[100]
Ayetlerimiz konusunda
'alaylı tartışmalara dalanlar' -onlar bir başka söze geçinceye kadar onlardan
yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık
zulmeden toplulukla beraber oturma.[101]
Netice olarak bu yüce
Kitab'tan faydalanabilmemiz için Kur'an-ı Kerim'i gereği gibi okumamız ve
gereği gibi dinlememiz emredilmektedir.
Ancak Kur'an-ı Kerim'i
gereği gibi okuduklannı zanneden günümüzdeki bazı şaşkınlara şu hususu da
hatırlatmak isteriz ki; okumakla ilgili ayet-i kerimelere dikkat edilirse,
"Oku" emrinden sonra "Üfle" emri yoktur. Dolayısıyle
Kur'an-ı Kerim okuyup üflememiz İçin değil, okuyup anlamamız, okuyup yaşamamız,
yaşayıp anlatmamız için indirilen bir Kitap'tır.
Kur'an-ı Kerim'i bu
bilinçle okuduğumuz zaman, İlahi mesajı anlayabilmemiz ve Kur'an-ı Kerim'den
faydalanabilmemiz mümkün olacaktır.
Bütün bir insanlık
için hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim, hiç şüphesiz ki bütün bir insanlığın
öğüt alıp, faydalanabileceği yüce bir Kitap'tır.
İnsanlığın ve tüm
insanlann öğüt almasıyla ilgili olan bu husus, Kur'an-ı Kerim'de şöyle
zikredilmektedir.
Gerçek (şu ki), o (Kur
an), elbette bir öğüttür.
Artık kim dilerse,
öğüt alıp düşünür.
Allah dilemedikçe,
onlar öğüt almrzlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O'dur,
mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O'dur.[102]
Şanı yüce Rabbimiz
Kur'an-ı Kerim'in başlı başına bir öğüt olduğunu beyan ederek, bu yüce
Kitap'tan öğüt almayı kişinin dilemesine bağlamasına rağmen, kişinin bu hayrı
dileyerek öğüt almasını da kendi dilemesine bağlamaktadır. Nitekim bir başka
yerde zikredilen 'Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz" İlahi buyruğu da,
şer olmayan hayırlı dileklerle ilgiii olup, bu hayırlı dilemeyi de kapsamına
almaktadır.
Kur'an-ı Kerime karşı
tüm hayırlı yönelişler, bütün hayırların gerçek sahibi olan Allah (c.c.)'ın
dilemesiyle gerçekleşmesine rağmen, insanlann bu hayırlı dilemeye layık
olmaları, kişilerin tercih ve yönelişleriyle ilgili bir hadisedir, Müslümanlar
her konuda olduğu gibi Kur'an-ı Kerim'in hayrı ile karşılaşma konusunda da,
Aüah'a dua ve tevekkül erme durumundadırlar.
Allah'tan müstağni
tavırlarla veya yönelişlerle, haynn ta kendisi olan Kur'an-ı Kerim'i anlamamız
ve bu hayırlaria karşıiaşabilmemiz mümkün değildir. Çünkü başlı başına bir
hayır olan Kur'an'ı ve Kur'an'ın beyanını öğretebilecek yegane mutlak merci,
bu Kur'an'ın sahibi olan Allah (cc.)'dir.,
Rahman (olan Allah).
Kur'an'ı öğretti, însanı yarattı.
Ona beyanı öğretti.[103]
Onu (Kur'an'ı, kavrayıp
belletmek için) aceleye kapılıp, dilini onunla hareket ettirip durma.
Hiç şüphesiz, onu
(kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş)tir.
Şu halde, biz onu
okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle.
Sonra onu açıklamak
bize ait (bir iş)tir.[104]
Bu ayet-i kerimelerde
beyan ve açıklamanın Rabbi-mize ait olduğu zikredilmektedir. Meselenin bu
yönüne daha iyi nüfuz edebilmemiz için, bir gerçeği ifade eden cümleler ile bu
cümlelerin anlamlarına ilişkin kısa bir açıklama getirmemiz gerekecektir.
Öncelikle şu gerçeğin dikkate alınması gerekir ki; somut olan her cümlenin, bu
cümleyi kullanan mercide soyut olan anlamı vardır. Mesela boş işlerle uğraşan
veya değerli vakitlerini boşa harcayan bir kardeşimizle karşılaştığımız zaman,
bu müslümana şunu diyebiliyoruz.,
Cennette dahi, Allah'ı
hoşnut edebileceğin böylesi vakitler yoktur!.
Söylediğimiz bu söz,
kelimelerden meydana gelen somut bir cümledir. Somut olarak kısaca ifade
ettiğimiz bu cümlenin, hiç şüphesiz ki bizim iç dünyamızda oldukça yoğun olan
ve bizleri harekete sevkeden soyut bir manası vardır.
Ancak iç dünyamızdaki
oldukça geniş olan bu anlamları ifade ederken, sekiz kelimelik bir cümle
kullanıyoruz..
Cennette dahi, Allah'ı
hoşnut edebileceğin böylesi vakitler yoktur!.
İşte bu cümleyle
karşılaşan müslüman, somut olan bu cümlenin soyut manasını düşünerek kendi iç
dünyasında bu cümleye anlam kazandırmaktadır.
Şayet bu müslüman ile,
kelime ve kavramları aynı manada kullanıyorsak ve önemli meselelere ortak bir
bakışımız varsa; bu cümle onda da yankılanmakta ve bizim iç dünyamızdaki anlamına
yakın veya daha derin bir anlam meydana getirebilmektedir.
Fakat dikkat edilirse
verdiğimiz bu örnek, yaratılmış insanlar arasında yaşanan ve yaşanmakta olan
bir örnektir. Aynı hadiseyi yegane Yaratıcı olan Ailah (c.c.) ile yaratılmış olan
insanlar arasında düşündüğümüz zaman, meselenin boyutlan, aklımızla ve
düşüncemizle ulaşamayacağımız bir yükseklik kazanmaktadır.
Çünkü harf ve
sözlerden meydana gelen İlahi kelamın Rabbani manası, bu İlahi kelamı buyuran
ve bu kelamın sahibi olan Rabbimizde bulunan bir manadır. Karşımızdaki bir
yaratılmışın ne demek istediğini, söylediği cümledeki anlam genişliğini
düşünerek ve aklederek bulabilmemiz mümkün olsa dahi, İlahi kelamın oldukça
geniş ve derin olan Rabbani manasına, sadece kişisel cehdimizle ulaşabilmemiz
kesinlikle mümkün değildir.
Nitekim birçok ayet-i
kerimenin içerdiği yoğun gerçekleri yüzlerce yıl düşünsek dahi, Rabbimizin
yardımı olmadığı sürece bu ayet-i kelimelerdeki Rabbani manalara yeterince
ulaşabilmemiz ve bu gerçeklere nüfuz edebilmemiz mümkün olmayacaktır.
Çünkü İlahi kelamın,
manası da İlahidir!.
Dolayısıyle bu manaya
ulaşabilmemiz, bu Rabbani manayı anlayabilmemiz, sadece kişisel cehdimizle
değil,
kişisel cehdimizle
beraber,
İlahi kelamın ve ilmin
gerçek sahibi olan şanı yüce Rabbimize, yürekten dua ve tevekkül etmemizle
mümkün olacaktır.
Günümüz
müslümanlarının veya kendilerini müslü-manlığa nisbet eden kimselerin
yaşadıkları birçok ihtilaf ve çelişkilerin önemli bir nedeni, Kur'an-ı Kerime
bir bütün olarak yaklaşmamalandır. İhtilafa düşen grupların, birbirleriyle
çekişen fırkaların bu durumları, hiç
şüphesiz ki tüm
müslümanlan vahdete davet eden Kur'an-ı Kerim'den değil, bu
Kur'an-ı Kerime eksik veya bölücü bir mantıkla yaklaşmalarından kaynaklanmaktadır.
Daha kısa bir ifadeyle, Kur'an-ı Kerim'e bölücü yaklaşanlar, netice olarak
Kur'an-ı Kerim'i değil, kendilerini bölmekte ve kendileri bölünmektedirler!.
Nitekim Kur'an-ı
Kerim'in bir kısmını bayraklaştmp, bir kısmını gözardı eden kimseler, bu yüce
Kitab'a bölücü bir mantıkla yaklaşan ve bölük börçük olan kimselerdir. Oysa
Kur'an-ı Kerim geçmiş Ehl-i Kitab'ın bu batıl yaklaşımlarını zikretmekte ve
günümüz müslümanlannı bu konuda önemle uyarmaktadır.,
Sonra (yine) siz,
birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüpçıkarıyor ve günah ve
düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde
de onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız, size haram, kılınmıştı.
Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz'?
Artık sizden böyle yapanların cezası, dünya hayatında aşağılık olmaktan başka
değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır.
Allah, yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.[105]
Bu ayet-i kerimeyi
okuyan bazı kimseler Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak inandıklarını
söyleyerek, bu ayet-i kerimedeki batıl yaklaşımdan beri olduklarını ileri
süreceklerdir!.
Şayet bu kimseler, inanç
ile pratiği birbirinden ayırmayan kimselerse, onları böylesi bir baül
yaklaşımdan tabi ki beri tutarız. Ancak, Kur'an-ı Kerim'e bir bütün olarak
inandıklarını söylemelerine rağmen, pratik yaşantılarında Kur'an-ı Kerim'e bir
bütün olarak yönelmiyorlarsa, kendi grup veya fırkalarını destekleyen ayet-i
kerimeleri ön plana çıkarıp, dikkate almaları gereken birçok ayet-i kerimeyi
gözardı ediyorlarsa, bu kimseler de Kur'an-ı Kerim'e bölücü bir mantıkla
yaklaşmaktadırlar.
Çünkü Kur'an-ı Kerim'e
bir bütün olarak yaklaşmak demek, hem itikadi ve hem de ameli düzlemde bir
bütün olarak yaklaşmak ve bununla beraber, herhangi bir konudaki birkaç ayet-i
kerimeyi değil, o konuyla ilgili bütün ayet-i kerimeleri dikkate almak
demektir.
Dolayısıyle böyle bir
yaklaşım, hem itikadi ve pratik düzlemlerde ve hem de Kur1 an'a yönelik tüm
araştırmalarda esas kabul edilmesi gereken bir yaklaşımdır.
Kur'an-ı Kerime
yaklaşımla ilgili bu meseleyi bir örnek vererek değerlendirmemiz, oldukça
önemli olan bu meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilecektir. Mesela
hidayet yani doğru yola erişme meselesini ele alalım. Herhangi bir insan,
hidayet meselesiyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şu ayet-i kerimelerie
karşılaşabilir.,
Allah kime hidayet
verirse o artık hidayeti bulmuştur; kimi de şaşırtıp-saptırırsa artık onlar da
hüsrana uğrayanlardır.[106]
De ki: "En 'üstün
ve apaçık' delil Allah'ındır. Eğer O dileseydi elbette tümünüzü hidayete
yöneltip-iletirdi.[107]
İnsanların hidayet
bulmasıyla ilgili olarak sadece bu ayet-i kerimelerle karşılaşan insan, hidayet
meselesinde kısaca şu sonuca varabilir.,
"Hidayetin gerçek
sahibi olan AIlah(c.c.) dilediğine hidayet eder, dilediğini de
şaşırtıp-saptırır. Dolayısıyle müşriklerin, kafirlerin ve bütün sapıkların
içinde bulunduklan durum ve bunların hidayete ulaşamamaları, Allah'ın bunlar
hakkında hidayeti dilemeyip, sapıklığı dilemesi nedeniyledir! ."
Hidayetle ilgili
olarak bunları söyledikten sonra, yukarıdaki iki ayet-i kerimeyi de açık bir
delil olarak zikrederek, bu görüşünü pekiştirir!.
Artık bu insana bir
şey anlatmanız oldukça zordur. Çünkü hidayet meselesini, Kur'an-ı Kerime göre
değerlendirdiğini zannetmekte ve bu görüşüne sımsıkı sarılmaktadır!.
Kur'an-ı Kerime vakıf
olmayan kimseler tarafından itirazsız kabul edilebilecek olan bu görüş('),
Kur'an-ı Ke-rim'in bütünlüğüne göre hem eksik ve hem de yanlış bir görüştür.
Nitekim bu Önemli konuda Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğüne yöneldiğimiz zaman,
hidayet meselesiyle dolaysız ilgili olan 160'tan fazla ayet-i kerimeyle
karşılaşıyoruz, Bütün bu ayet-i kerimeler, meseleye değişik boyutlardan
yaklaşmakta ve meseleyi genel bir açıklığa kavuşturmaktadır.
Hidayet, hiç şüphesiz
ki Hadi, yani yegane hidayet edici olan Allah (c.c.)'a aittir. Hadi olan
Rabbimizin dilediğine hidayet ermesi ise, yine Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen
gerçeklerdendir. Ancak Rabbimizin bu dilemesiyle ilgili olarak şu soruyu
sormamız gerekir.,
Dilediğine hidayet
eden Rabbimizin bu dilemesi, mesnetsiz, hikmetsiz veya tesadüfi bir dileme
midir?
Mesela Musa (a.s.)'ın
çocukluk ve ergenlik yıllarını geçirdiği Firavunun sarayında, Firavun da dahil
olmak üzere binlerce insan vardı. Bu binlerce kişinin ismi küçük bir kağıda
yazılarak torbaya atıldı ve çekiien kurada Musa (a.s.)'ın ve daha birkaç
kişinin ismi çıktığı için mi bunlara hidayet edildi?
Musa (a.s.)'a hidayet
edilmesi, tesadüfi bir şans mıydı?
Şam yüce Rabbimizi
hiçbir kuşku duymadan tenzih ederiz ki, Rabbimizin bir kişi hakkında hidayeti
dilemesi, kesinlikle ve kesinlikle tesadüfi değildir.
Çünkü Hadi olan, dilediğine
hidayet edecek olan Rabbimizin bir diğer sıfatı da Adi, yani adalet sıfatıdır.
Dolayısıyle Rabbimizin her dilemesinde zulümden en ufak bir iz olmadığı ve olamayacağı
gibi, her dilemesi de bir adaletin tecellisidir.
Firavunun sapıklığı,
Musa (a.s.)'ın ise hidayeti haket-mesi, Rravun'un ve Musa (a.s.)'ın eylem ve
yönelişleriyle ilgili bir hadisedir. Nitekim hidayet meselesini Kur'an-ı
Ke-rim'in bütünlüğünde değerlendirdiğimiz zaman, meselenin tüm gerçek boyutları
ortaya çıkmaktadır. Hadi olan şanı yüce Rabbimiz, hidayetten uzaklaşanların,
sapıklığı
hakedenlerin, hangi eylem ve yönelişlerle bu duruma düştüklerini, dolayısiyle
kimlere hidayet etmediğini ve etmeyeceğini açıkça beyan etmektedir.,
Allah, kendisine mülk
verdi diye, Rabbi konusunda İbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani
İbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben
de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) İbrahim : "Şüphe yok,
Allah güneşi doğudan getirir, (haydi) sen de onu batıdan getir" deyince, a
küfre sapan böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete
erdirmez.[108]
Ey iman edenler,
Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını
in-fak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.
Söyleşinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona sağanak
bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir
şeye güç yetiremez (elde edemez)ler, Allah, kafirler topluluğuna hidayet
vermez.[109]
Kendilerine apaçık
belgeler geldiği ve peygamberin hak olduğuna şahid oldukları halde, imanlarından
sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete eriştirir"? Allah,
zulmeden bir kavmi hidayete eriştirmez.[110]
Bu, gerektiği gibi
şahidliği yapmalarına veya yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden
korkmalarına daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının ve dinleyin. Allah,
fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.[111]
Bir kısmına hidayet
verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları
veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar.[112]
Allah'ın ayetlerine
inanmayanları Allah hidayete ulaştırmaz ve onlar için acıklı bir azab vardır.[113]
"Onu ve kavmini,
Allah'ı bıkakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, onlara şeytan yapmakta
olduklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan
dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.[114]
Haberin olsun; halis
(katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle
derler:) "Biz, bunları bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye
ibadet ediyoruz." Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf
ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan
kimseyi hidayete eriştirmez.[115]
Firavun ailesinden
imanını gizlemekte olan mü' min bir adam dedi ki: "Siz, benim Rabbim
Allah'tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o, size Rabbinizden apaçık
belgelerle gelmiş bulunmaktadır. Buna rağmen o eğer bir yalancı ise yalanı
kendi aleyhinedir; ve eğer doğru söyleyen ise, (o zaman da) size
va'dettiklerinin bir bolümü size isabet eder. Şüphesiz Allah, Ölçüyü taşıran,
çok yalan söyleyeni hidayete erdirmez. [116]
Sadece bir kısmını
zikrettiğimiz bu ayet-i kerimelerde, kimlere hidayet edilmediği ve
edilmeyeceği beyan edilmektedir.
Ayet-i kerimelere
dikkat edilirse, insanları hidayetten uzaklaştıran eylem ve yönelişler,
insanların insiyatifinde olan ve insanların kişisel tercihleriyle gerçekleşen
kendi eylem ve yönelişleridir.
Şanı yüce Rabbimiz
Kur'an-ı Kerim'de hidayeti hake-den, hidayete layık olan kimselerin de eylem ve
yönelişlerini belirtmekte ve hidayeti isteyen herkesi bu eylem ve yönelişlere
davet etmektedir.
Dediler ki: 'Yahudi
veya Hıristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, (biz)
Hanif (Muvahhid) olan ibrahim'in dini (üzereyiz); o müşriklerden değildi.[117]
Her nereden çıkarsan,
yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Siz de) her nerede olursanız yüzünüzü onun
yön' çevirin. Öyle ki, onlardan zulmedenlerin dışında insanların, size karşı
(kullanabilecekleri) delilleri olmasın. Onlardan korkmayın, benden korkun,
üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Umulur ki hidayete erersiniz.[118]
Andolsun , biz sizi
bir parça korku , açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden
eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
Onlara bir musibet
isabet ettiğinde, derler ki; "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na
dönücüleriz."
Rablerinden (olan bir
salat) bağışlama ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de
bunlardır.[119]
Eğer seninle,
çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi
Allah'a teslim ettim." Ve kendilerine Kitab verilenlerle ümmilere, de ki:
"Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete
ermişlerdir. Fakat yüz çevirdüerse, artık yanlızca sana düşen duyurup-bildirme
(tebliğ) dir. Allah, kulları hakkıyla görendir.[120]
Bu (Kur'an), insanlar
için bir beyan sakınanlar için de bir hidayet ve öğüttür.[121]
İman edenler ve
imanlarına zulüm katmayanla? işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete
ermişizdiri.[122]
Musa'nın kabaran
öfkesi (gazabı) yatışınca Levhaları aldı. (Onlardan biri) Nüshasında
"Rablerin-den korkanlar için bir hidayet ve bir rahmet vardır"
(yazılıydı).[123]
De ki: "Ey
insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisiyim. Ki göklerin ve
yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür.
Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamberine iman edin, O da Allah'a ve O'nun sözlerine
inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.[124]
Her ümmet içinde kendi
nefislerinden onların üzerinde bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde
bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitab'ı sana, her şeyin açıklayıcısı,
müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.[125]
De ki:" Allah'a
itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yine de yüz çevirirseniz, artık onun
(peygamberin) sorumluluğu kendisine yükletilen, sizin de sorumluluğunuz size
yükletilendir. Eğer ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz. Peygambere
düşen, apaçık bir tebliğden başkası değildir.[126]
Müminler için bir
hidayet ve bir müjdedir.[127]
İhsan yapmakta
olanlara bir hidayet ve bir rahmettir.[128]
Ki onlar, sözü
işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete
eriştirdikleridir ve onlar, temiz akü sahihleridir.[129]
O: "Dini dosdoğru
ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini
ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da vasiyet ettiğimizi
sizin için de teşri etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırmakta
olduğun şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve
içten kendiline yöneleni hidayete eriştirir.[130]
Allah'ın izni
olmaksızın hiçbir musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse,
onun kalbini hidayete yöneltir. Allah, her şeyi bilendir.[131]
Netice olarak, hidayet
meselesini zikrettiğimiz bu ayet-i kerimeleri dikkate alarak değerlendirecek
olursak, şunları söyleyebiliriz. ,
Yegane Hadi olan Allah
(c.c.) dilediğine hidayet eder. Şanı yüce Rabbimizin haklarında hidayet
dilemediği ve hidayet etmediği kimseler; Allah'ın ayetlerine inanmayan, şeytanı
dost edinen, zulmeden, haddi aşan, kafir, müşrik, yalancı, fasık ve zalim olan
kimselerdir.
Rahman olan Rabbimizin
hidayet ettiği kimseler ise; Allah'a içten yönelen, sadece Allah'tan korkan,
Allah'a. Resulüne ve Kitab'ma iman edip, teslim olan, sözün en güzeli olan
Kur'an'a uyan, ihsanda bulunan, Allah'ı birleyen ve karşılaştığı musibetlere
Allah için sabreden kimselerdi. .
İşte hidayet
meselesindeki bu kısacık değerlendirme, kısa olmasına rağmen Kur'an-ı Kerim'in
bütünlüğünü dikkate alan bir değerlendirmedir. Bölücü veya kısır bir yaklaşımla
kaleme alman çitler dolusu eserden, çok daha kıymetli ve hak bir
değerlendirmedir.
Kur'an-ı Kerim'e bir
bütün olarak yaklaşmak meselesine metod bazında bir diğer örnek verecek
olursak, Kur'an-ı Kerim insan gerçeğini değişik surelerde, muhtelif ayet-i
kerimelerle beyan etmektedir. Bazı ayet-i kerimelerde kalbe ve kalbi durumlara
açıklık getirilirken, bazı ayetlerde ise nefse, duyu organlarına, akıla,
düşünceye, insanın psikolojik ve sosyolojik yönlerine açıklık getirilmektedir.
İşte Kur'an-ı Kerim'e
göre insanı tanımlayabilmek için, bütün bu gerçekleri dikkate almamız ve bu
gerçekleri yerli yerine koymamız gerekmektedir. Çünkü bu konuyla ilgili bütün
gerçekleri tesbit etmek ne kadar önemliyse, bu gerçekleri yerli yerine koymak
da o kadar önemlidir.
Yaklaşımla ilgili bu
gerçekleri dikkate almayan herhangi bir kimse, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen
bu gerçeklerden sadece bir tanesini, mesela kalp gerçeğini alıp, insan
gerçeğini sadece kalbe göre tanımlarsa, bu tanım eksik ve yanlış bir tanım
olacaktır.
Bir diğer yanlış
yaklaşım ise kaiple ilgiü gerçekleri Kur'an-i Kerim'den alıp, insanın diğer
yönlerine kişisel görüş ve yorumlarla tanım getirmeye çalışmaktır. Oysa böylesi
yaklaşımlarla tanımlanan insanda, herhangi bir canlılık emaresi olmayacaktır.
Nitekim bu gibi kısır yaklaşımlarla tanımlanan insan veya müslüman kimliği,
toplumların dirilmesine vesile olabilecek canlı bir kimlik değildir.
Netice olarak Kur'an-ı
Kerim'e bir bütün olarak yaklaşmak demek, örnek verdiğimiz meselelerde olduğu
gibi her meselede Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğünü dikkate almak ve bu bütünlüğe
teslim olmak demektir.
İnsanlar, kendilerine
bir yakınlan tarafından gönderilmiş bir mektubu okurken, mektubu yazan
kimseyle adeta birlikte olurlar,
Mektupta okuduklan
satırlar, herhangi bir gazetede okuduklan satırlar gibi değildir. Çünkü
kendilerine mektup gönderen kimseyi tanıdıkları gibi, ellerindeki mektubun
kendilerine gönderildiğini, mektuptaki ifadelerin kendilerini muhatap
aldıklarını bilmekte ve bu bilinci hissetmektedirler. Tabi ki bu bilinçle
okunan mektup, bu bilinçle okunan ifadeler, çok daha iyi anlaşılan ifadelerdir.
Bütün dünya
insanlarına gönderilen İlahi mesaja da, insanlann böyle yaklaşmalan gerekirken,
ne yazık ki bu bilinçli yaklaşım yoktur.
Kur'an-ı Kerim'deki
İlahi hitap, bu hitaba iman etmeyen
insanlar için sanki uzaklardan, çok çok uzaklardan gelen bir hitaptır. Nitekim
Allah'ın ayetlerine iman etmeyen kimselerin İlahi hitaba karşı bu uzaklıkları,
Kur'an-ı Kerim'de şöyle beyan edilmektedir.,
Eğer biz onu A'cemi
(arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık, onlar derlerdi ki: "Onun
ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil)
mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin
ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür.
İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.[132]
Ayet-i kerimede de
beyan edildiği gibi onlara, o iman etmeyenlere, sanki uzaklardan, çok
uzaklardan seslenilmektedir!. Dolayısıyle kendilerinden uzak kabul ettikleri bu
hitabı dil kate almalan, bu hitapla titremeleri ve titreyerek kendilerine
gelmeleri mümkün değildir.
Tabi ki Allah'ın
ayetlerine inanan, bu ayetiere teslim olan müminlerin, İlahi hitaba karşı
yaklaşımları böyle değildir. Bu müslümanlar, kendilerini yaratan ve yaşatan
Rablerinin, kendilerine şah damarlarından daha yakın olduğunu bilen ve bu
gerçeğe iman eden müslümanlardır. Dolayısıyle kendilerine şah damarlarından
daha yakın olan Rablerinin hitabı, bu müminler için yakın, çok yakın bir
hitaptır!.
Musa (a.s.) Sina
dağında İlahi kelama muhatap olduğu zaman, bu kelama olan yakınlığını nasıl
hissetmişse, Kur'an-ı Kerime gereği gibi iman eden müsiümanlar da, Kur'an-ı
Kerim'de zikredilen her İlahi hitabı aynı yakınlıkta hissetmektedirler. Çünkü
bu müslümaniara göre kendilerini muhatap alan İlahi bir hitap ile, Sina
dağında veya Kur'an-ı Kerim'in sayfalarında karşılaşmak arasında önemli bir
fark yoktur. Her iki hitap da zamandan ve mekandan münezzeh olan ve bizlere şah
damanmızdan daha yakın oian Rabbimizin hitabıdır.
Bizleri muhatap alan
İlahi hitabı daha iyi anlayabilmemiz için, bu İlahi hitabın bizlere olan
yakınlığını idrak etmemiz gerekmektedir. Çünkü şanı yüce Rabbimiz bizlere
uzaklardan, çok uzaklardan değil, yakınımızdan, çok yakınımızdan, şahdamarımızdan
seslenmektedir..
Değişik dertler
içersinde boğulmama mücadelesi veren ve kendilerini birçok şeye karşı sorumlu
kabul eden günümüz müsiümanlarına, belki de tekrar tekrar hatırlatılması
gereken bir soru vardır.,
İlahi vahye veya
Kur'an-ı Kerime karşı sorumluluğumuzun idrakinde miyiz?
Bu soruya açıklık
getirmek isteyen bazı kimseler, bu soruya "Nasıl veya kimler gibi sorumlu
olmak?" sorusuyla karşılık verebilirler. Bu kimselere "Peygamberler
veya sid-dıklar gibi sorumlu olmak.." cevabını vererek, onların da
Kur'an-ı Kerime karşı peygamberler veya sıddıklar gibi sorumluluk duymalarını
istemeyeceğiz!. Bu kimselere vereceğimiz cevap, belki de bu kimseleri
şaşırtacak bir niteliktedir.,
Kur'an-ı Kerime karşı
dağlar, taşlar gibi sorumlu olmak!.
Evet, bu yüce Kitab
dağlara indirilseydi, dağlann duyacağı sorumluluğu duymak!.
Şanı yüce Rabbimiz,
verdiğimiz bu cevapla ilgili oia-rak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır.,
Şayet biz bu Kur'an'ı
bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile
baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte biz, belki düşünürler diye,
insanlara Örnekleri böyle vermekteyiz.[133]
Kur'an-i Kerim'de
verilen hiçbir örnekte abartma veya mübalağa olmadığı gibi, bu örnekte de
hiçbir mübalağa yoktur. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) Kur'an-ı Ke-rim'İ,
yeryüzünde büyük ve müstakim olarak bildiğimiz dağların üzerine indirseydi,
hiçbir şüphemiz yoktur ki ou müstakim dağları Allah korkusundan parça parça
olmuş görürdük!.
Peki neden?
Dağlar Allah korkusu
ile neden parça parça olacaklardı?
Bunun nedeni tabi ki
açıktır!.
Kur'an-ı Kerim dağlann
üzerine indirilseydi, dağlar kendilerine inen bu Kur'an-ı Kerim'e muhatap ve bu
Kur'an-ı Kerimle mükellef olacaklardı. Bu yüce Kitap onlara emanet edilecek ve
onlar bu yüce Kitap'tan sorulacaklar, sorguya çekileceklerdi.
Böyle bir durumda
dağlarda meydana gelen müthiş korku, kendilerine indirilen, kendilerine emanet
edilen bu Kitab'ın gereğini yapamama korkusudur.
"Ya bu İlahi
Kitab'ın gereğini yapamazsak, ya bu emanetin hakkını veremezsek Allah'ın
karşısında durumumuz ne olur?" endişesi, onlardaki Alİah korkusunu çığ
gibi büyütecek ve bu korku ile parça parça olmalarına neden olacaktı.
Fakat Kur'an-ı Kerim
dağlara indirilmemiştir!.
Rabbimizin teklif
ettiği emaneti yüklenmekten sakınan dağlar, böyle bir İlahi sorumlulukla da
karşı karşıya gelmemişlerdir.
Bu yüce Kitab, İlahi
emanet teklifini kabul eden insanlara, bütün bir insanlığa indirilmiştir.
Nitekim bütün bir insanlık, kendilerine indirilen bu yüce Kitab'tan
sorulacaklar, sorumlu tutulacaklar, sorguya çekileceklerdir..
Ve hiç şüphesiz o
(Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kurandan)
sorulacaksınız. günümüzdeki insanlar ve Özellikle müslümanlar, bu ayet-i
kerimenin yeterince idrakinde midir?
Kendilerine indirilen bu
Kur'an-ı Kerim'den sorumlu olduktan bilerek, bütün bir hayatlarını bu bilince
göre mi tanzim ediyorlar?
Kur'an-ı Kerim'deki
cennet ayetlerini dikkate aiarak, ölümden sonra yeniden diriltileceğimize ve
sonra da nefislerimizin arzuladığı her şeyin bulunduğu cennete girivereceğimize
inanma!: ve bu inançla sevinip, bu inançla avunmak, bize indirilen Kur'an-ı
Kerim'in sorumluluğunu duymak mıdır?
Elbetteki hayır!.
Şayet böyle bir
yaklaşım doğru bir yaklaşım olsaydı, Kur'an-ı Kerim'in üzerlerine indirileceği
dağlar, Allah korkusuyla parça parça değil, cennet sevinciyle zevkten dört-köşe
olurlardı!.
Oysa Kur'an-ı Kerim
ile muhatap ve mükellef olmanın sorumluluğunu duymak demek,
cennet sevincinden
önce cehennem korkusunu hissedebilmek, bu korkuyu yaşayabilmek demektir.
Çünkü bizlere
indirilen ve kendisine uymakla, gereğini yapmakla mükellef olduğumuz bu İlahi Kitap,
bizleri uyaran ve cehennem azabiyla tehdit aderek korkutan bir Kitap'tır.
Bu Kitap'tan ve bu
Kitap'taki uyarılardan müstağni olmamız, olabilmemiz ise kesinlikle mümkün
değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de beyan edildiği gibi, hiçbir kişi veya
hiçbir merci, bizleri bu İlahi tehditlerden ve bu tehditlerin sahibi olan
Alİah (c.c.)'dan bağımsız kılamaz.,
Sonra seni de bu
emirden bir şeriat üzerinde kıldık; öyleyse sen ona uy ve bilmeyenlerin heva
(istek ve tutku)larına uyma.
Çünkü onlar, Allah'tan
(gelecek) hiçbir şeye karşı kesin olarak seni bağımsız kılamazlar. Hiç şüphesiz
zalimler birbirlerinin velisidirler. Allah ise, muttakile-rin velisidir.
Kur'an-ı Kerim'den
faydalanabilmemiz için, Kur'an-ı Kerim'e bu sorumluluk bilinciyle yaklaşmamız
kaçınılmaz bir şarttır. Çünkü bu yüce Kitap'taki İlahi uyanları anhyabilmemiz,
bu İlahi uyanlann bizleri muhatap aldığını bilmemiz ve bu sorumluluğu
yaşayabilmemizle mümkündür.
Netice olarak İlahi
vahye karşı sorumlulukla yaklaşmak demek,
İlahi vahyin her
uyarısını, her ikazını büyük bir endişeyle dikkate almak ve "Ya bu hükmün
gereğini yapamazsam!" korkusunu duymak, bu korkuyu yaşamak demektir.
Nitekim bütün cennet
yolculan, cehennemden gereği gibi korkan, cehennemden gereği gibi sakınan
yolculardır. Çünkü cennete sadece cenneti severek değil, cehennemden korkup,
cehennemden sakınarak girebileceğiz. Cehennemden uzaklaşabilmek İçin
gösterdiğimiz ve göstereceğimiz her gayret,
bizleri cennete
yaklaştıran gayretler olacaktır.
İlahi vahye karşı,
tasdik ve inkar gibi belirgin olan iki ayrı yaklaşım vardır. Bu yaklaşımlardan
bir üçüncüsü ise, tasdik ile inkarın bulanık bir mozaiği oian kuşku yaklaşımıdır.
Tasdik ve inkarı birbirini kesen iki ayrı daire olarak düşünecek olursak, birbirini
kesen bu iki dairenin ortak düzlemi, tasdik ile inkarın birbirine karıştığı
şüphe veya kuşku düzlemidir.
İlahi vahye kuşku
duyan insanlarda ne netleşmiş bir tasdik ve ne de netleşmiş bir inkar vardır.
Kur'an-ı Kerim kendisine yönelik bu üç ayrı yaklaşımdan sadece kuşkudan uzak
tasdiği kabul etmekte, inkarla birlikte kuşkulu yakla-şımlan ise
reddetmektedir.,
Senden, yalnızca
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya kapılıp da kuşkularında
kararsızlığa düşenler izin ister.[134]
Dikkatli olun;
gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler.
Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp kuşatandır.[135]
(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz
sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi
fitneye düşürdünüz, (müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını)
gözetip-beklediniz, (Allah'a ve islam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri
kuruntular yanıltıp aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan Ölüm) geliverdi; ve o
aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmış oldu.[136]
Yukarıdaki ayet-i
kerimelerden de anlaşıldığı gibi Allah'ın ayetlerini inkar etmek İle bu
ayetlerden kuşku duymak arasında belirgin bir fark yoktur. Nitekim cehenneme,
sadece cehennemi inkar edenler değil, cehennemden kuşku duyanlar da
girecektir.,
"Onu tutun da
cehennemin orta yerine sürükleyin;"
"Sonra kaynar
suyun azabından başının üstüne dökün;"
"(Azabı) Tad;
çünkü sen, (kendince) oldukça üstün, oldukça onurluydun,"
"Gerçekten bu,
sizin kuşkuya kapılmakta olduğunuz şeydir.[137]
İnkarla birlikte
kuşkulu yaklaşımları da reddeden Ku'ran'ı Kerim, Rabbimizin bütün beyaniannın
hak ve gerçek olduğunu bildirmekte, dünya müslumanlarını İlahi vahye karşı
hiçbir kuşku duyulmaması konusunda açıkça uyarmaktadır.,
Gerçek (hak) Rabbindendir.
Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[138]
Allah'tan başka bir
hakem mi ariyayım? Oysa O, size Kitab 'ı açıklanmış olarak indirmiştir.
Kendilerine Kitab verdiklerimiz, bunun gerçekten Rabbinden hak olarak
indirilmiş olduğunu bilmektedirler. Şu halde, sakın kuşkuya kapılanlardan olma.[139]
Vahye karşı hiçbir
kuşku duymamak demek, vahyin doğruluğundan kuşku duymamak olduğu gibi, vahyin
neticesinden de kuşku duymamaktır. Nitekim Allah'a ve Resulüne iman eden
müminlerin, İlahi vahye yaklaşımlarında ve İlahi emirleri yaşamalarında hiçbir
kuşkuları yoktur.
Mü'rnin olanlar, ancak
o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulü'ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya
kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler, işte onlar,
sadık (doğru) olanların ta kendileridir.
"Bu vahiy
doğrudur, hakür amma!.. Bunun gereğini yaparsak acaba iyi olur mu?" gibi
sorular, vahye karşı kuşku duyanların sorulandır.
Böylesi kuşkucu
yaklaşımlar ise, hikmetini anlayamadığımız veya aklımızın henüz erişemediği
birçok İlahi hüküm karşısında bizim durmamıza, duraksamamıza neden
olabilecektir.
Mesela şanı yüce
Rabbimiz Musa (a.s.)'a şu hükmünü bildirmiştir.,
Andolsun, Biz Musa'ya
vahyetmiştik: "Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir
yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan.[140]
Bu hükümle muhatap
olan Musa (a.s.)'ın ve İsrailoğullannın gitmeleri gereken istikamette koca bir
deniz bulunmaktadır!.
Vahyedilen İlahi
hükümde ise, denizle karşılaşıldığı zaman "Denizde kuru bir yol açmak"
gibi, beşeri aklın kavramakta zorluk çekeceği bir olaydan bahsedilmektedir.
Oysa insan aklına göre bir denizin geçilmesi, geçilebilmesi için, ya büyük
köprüler veya büyük gemiler bulunmalıdır!. Peki Musa (a.s.) veya onunla
birlikte yürüyüşe geçecek olanlar, meselenin bu yönünü düşünüp, bu boyutunu
hiç dikkate almadılar mı?
Bu durumu dikkate
alarak meselenin vehametini hiç akletmediler mi?
"Onlar bunu
akletmediler mi?" diyorum,
çünkü zamanımızda bunu
akledebilecek birçok akıllılar(!) vardır. Bunlar bu vahim durumu aklederek;
"Ya Musa!. Sen bize yola çık diyorsun, diyorsun amma, önümüzde koca bir
deniz var! Bu denizi nasıl aşabilecek ve mutlaka bizim peşimize düşecek olan
Firavun ve askerlerinden nasıl kurtulabileceğiz?" sorusunu sorabilirler
ve bunu akletmenin verdiği bilinçle yerlerinde oturabilirlerdi!.
Çünkü bu akıllılar
İçin " Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol
aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan." hükmü,
yeterli ve açık bir hüküm değildir!.
Bunların akıllı
olduklan dikkate alınarak hükme açıklık getirilmeli, denizle karşılaştıklan
zaman, denizde nasıl kuru yol açılacağının akli ve ilmi açıklanması
yapılmalıydı!.
Oysa biliyoruz ki,
Kur'an-ı Kerim'deki
birçok İlahi hükümde olduğu gibi, bu İlahi hükümde de söz konusu detaylar, söz
konusu ayntılar yoktur. Gayet kısa ve Öz bir emir buyurulmaktadir.,
"Kullarımı
geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten
korkmadan ve endişeye kapılmadan."
İşte bu İlahi hükümle
muhatap olan Musa (a.s.)'da herhangi bir durma veya duraksama yoktur. Çünkü
İlahi vahye hem iman eden ve hem de İlahi vahyin pratikteki sonucundan herhangi
bir kuşku duymayacak kadar akıllı bir müslümandı.
Çünkü İlahi vahye
karşı kuşku duymamak, vahyin bildirdiği istikamette koca bir deniz dahi olsa,
bu denize doğru kuşku duymadan yürümek demektir.
Bazı kimseler
"Musa {a.s.) ile birlikte denize doğru yürüyen müminler, daha önce birçok
mucizeye şahit oldukları için yürümüşlerdi, yürüyebilmişlerdi."
diyebileceklerdir.
Ebetteki doğruluk
taşıyan bir sözdür bu!. Ancak bu yaklaşım,
günümüz müminleri ile
o müminleri birbirinden ayırmamızı gerektirmez ki!.
Musa (a.s.) ile
birlikte olan müminler o mucizelere şahit olurken, bizler de aynı mucizelerle
Kur'an-ı Kerim'de muhatap olmuyor muyuz?
Kur'an-ı Kerim bizlere
hem o mucizeleri ve hem de daha birçok mucizeyi anlatmıyor mu? Anlatılan bütün
bu mucizeler, hem bu mucizeleri yaşayanlar ve hem de bunlara iman eden biz
müminler için apaçık bir hak, apaçık bir gerçek değil mi? Yoksa, yoksa kuşku
duyan mı var!..
Kur'an-ı Kerim'den yeterince faydalanabilmek için, bu yüce Kttap'ta beyan
edilen birçok İlahi gerçeğin ferdi ve toplumsal düzlemdeki doğruluğunu,
gerçekliğini,
hikmetlerini nasıl
anlayabileceğiz? Tabi ki istihareye yatarak veya Alİah (c.c.)'ın bütün bu
gerçekleri kalbimize ilham etmesini bekleyerek değil!.
Bazı kimseler bu
ifadelerimize tepki göstererek "Allah (c.c.) hem istiharelerle ve hem de
kalbe ilham yoluyla bizlere ilim öğretmeye muktedirdir" diyebileceklerdir.
Rabbimizin buna ve bununla beraber herşeye muktedir olduğuna zaten iman
ediyoruz.
Ancak,
Rabbimizin herşeye
muktedir olması, her şeyi gerçekleştireceğine delalet değildir. Nitekim herşeye
muktedir olan Rabbimiz, konumuzla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de zikredilen
ayetleri anlayabilmemiz için; tevekküllü bir bekleyiş içine girmemizi veya
istihareye yatmamızı değil, bizlere verdiği akıl ile bu ayet-i kerimeleri
düşünmemizi emretmektedir.,
Onlar hala Kur'anı
iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz
içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar), bulacaklardı.[141]
De ki: "Size
Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir
meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki:
"Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"[142]
Bu, Rabbinin dosdoğru
olan yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle
birer birer açıkladık.[143]
Geceyi, gündüzü,
güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır
kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler
vardır.[144]
(Onları) Apaçık deliller ve Kitab'larla
(gönder dik). Sana da zikri (Kuranı) indirdik ki, insanlara kendileri için
indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.[145]
Andolsun, biz bu
Kur'an'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye, oysa bu,
onların daha da uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor.[146]
Yukarıdaki ayet-i
kerimelerden de anlaşılacağı gibi, Allah'ın ayetieriyle muhatap olan
insanların, bu ayetleri düşünmeleri akletmeye çalışmaları emredilmekiedir..
İnsanlara özgü bir
eylem olan düşünmek, her şekliyle sağlıklı kabul edebileceğimiz bir eylem
değildir. Düşünerek doğruyu bulmak mümkün olduğu gibi, yine düşünerek
yanlışlara varmak da mümkündür.
Çünkü nice düşünce
metodları vardır ki, bu gibi metodlarla doğrulara değil, en kısa yoldan
yanlışlara vanlabilmektedir. Nitekim bütün bir ömürleri boyunca düşünceye
ağırlık veren birçok düşünürün içine düştüğü sapıklıklar, bunun açık
örneklerindendir. Kur'an-ı Kerim'de Velid bin Mugire'yle ilgili olarak nazil
olan ve günümüzdeki birçok Velid bin Mugire'nin yaklaşımlannı da muhatap alan
ayet-i kerimelerde, yine bu gerçek beyan edilmektedir.,
Hayır; çünkü o, bizim
ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır.
Onu alabildiğine sarp
bir yokuşa sardırıp süreceğim.
Çünkü o, düşündü ve
bir ölçü tesbit etti. Kahrolası, nasıl bir Ölçü koydu1? Yine kahrolası, nasıl
bir ölçü koydu? Sonra bir baktı. Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.
Sonra da sırt çevirdi
ve büyüklük tasladı (istik-bar).
Böylece: "Bu
yalnızca 'aktarılarak öğrenilen' bir büyüdür" dedi.
"Bu, bir beşer
sözünden başkası değildir.[147]
Velid bin Mugire'nin
Efendimiz (s.a.v.)'e ve ayet-i kerimelere isnat ettiği iftira, düşünmeden
söylenen bir iftira değildir. Ayet-i kerimelerde de beyan edildiği gibi, bu
iftira bir düşüncenin, sapık bir düşüncenin mahsulüdür.
Bu ayet-i kerimeler
aynı zamanda, doğru ve yanlış düşünce metoduyla ilgili bazı önemli gerçekleri
de içermektedir. Sağlıklı bir düşünce, gerçek ölçülere dayanan bir düşüncedir.
Düşüncede kalkış noktası itibariyle kabul edilen ölçüler, yanlış ölçüler ise;
bu ölçülerden hareket eden düşünceler ne kadar yoğunîaşırsa yoğunlaşsın, bu
düşüncelerle doğruyu bulmak, bulabilmek mümkün değildir.
Değerlendirmede esas
alınacak ölçünün, hem ölçülecek şeye uygun olması ve hem de doğru olması
gerekmektedir. Nitekim sağlıklı düşünce, hem metod bazında ve hem "de ölçü
bazında bu gerçeklere dikkat eden düşüncedir.
Bir diğer önemli husus
ise bir vakıaya veya bir görüşe karşı, Velid bin Mugire mantığı ile yani ön
yargılarla yaklaşmamaktır. Mesela bizler,
Kur'an-ı Kerime iman eden müminler olarak, bu yüce Kitab'ta
beyan edilen r görüşün hak olduğu konusunda kesin inanca sahib beraber, diğer
insanlardan böyle imani bir yaklaşım değil, sadece ön yargılı yaklaşmamalarını
bekleme durumundayız.
Şayet ayet-i
kerimelere ön yargıdan uzak olarak doğru veya yanlış olabileceği gibi iki ayrı
boyuttan yaklaşılsa dahi, bu iki boyuttan yaklaşmak bile insanların doğruyu
bulmasına yeterli olabilecektir. Nitekim bir mü'min olarak bizler dahi, birçok
ayet-i kerimede beyan edilen bir gerçeğin addım düşündüğümüz zaman; yanlışın
yanlışlığını kavrayarak, söz konusu ayet-İ kerimenin gerçekliğini ve doğruluğunu
daha kesin olarak anlıy ab iliyoruz.
Hak olan bir şeye,
batıl önyargısıyla yaklaşmak ve batıl bir mana yüklemeye çalışmak nasıl ki
sağlıklı bir düşüncenin ürünü değilse, batıl bir şeye hak mana yüklemeye
çalışmak da aynı şekildedir.
Mesela İslam'ı
laikleştiren düşünceler ne kadar yanlış ise, laikliği İslamüeştirmeye çalışan
düşünceler de o kadar yanlıştır. Çünkü sağlıklı düşünmek, herhangi bir olguya
istek ve eğilimlerimize göre mana yüklemeye çalışmak değil, o olgunun gerçek
manasını kavramaya çalışmaktır.
Son cümleyi önemine
binaen bir kez daha tekrar etmek istiyorum.,
"Sağlıklı
düşünmek, herhangi bir olguya olumlu veya olumsuz manalar yüklemeye çalışmak
değil, o olgunun gerçeğini, gerçek manasını kavramaya çalışmaktır."
Düşündüğünü iddia eden
ve gerçekten düşünen birçok insanın yanılgılara düşmelerinin önemli bir
nedeni, bu gerçeği dikkate almamalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim İslam
gerçeği konusunda yanlış ve yanılgılara düşen kimseler; İslam gerçeğini, bu
dinin özüne göre anlamaya ve tanımlamaya çalışan değil, İslam gerçeğine, kendi
kişisel görüşleriyle tanım getirmeye çalışan kimselerdir.
Oysa herhangi bir
olgunun, kendi özüne göre tanımlanması, her temiz aklın kabul ettiği ve kabul
edeceği bir gerçektir. Çünkü tüm hayatımız boyunca karşılaştığımız ve
değerlendireceğimiz bütün şeyler, bizlerin vereceği anlamlarla değil,
varoluşlan itibariyle kendi özlerinde bulunan keyfiyetleriyle anlam kazanan
şeylerdir. Nitekim eşyayı özüne göre, fiili faile göre, faili yaratılışa göre
değerlendirmek, doğru bir değerlendirme olacaktır.
Bunları dikkate alarak
düşünmekle mükellef olduğumuz bir ayet-i kerimeyle karşılaştığımız zaman, bu
ayet-i kerimeye karşı yönelişimiz.,
bu ayet-i kerimeye
güzel bir mana vermek için değil, bu ayet-i kerimenin gerçek ve güzel manasını
kavramak için olmalıdır.
Çünkü bizlerde, biz
yaratılmışlarda, bu ayet-i kerimelerin güzelliğine güzellik, gerçekliğine
gerçeklik katabilecek hiçbir şey yoktur. Bu ayet-i kerimeler, bizlerin
tanımlamasıyla tanımlanabilecek,
bizlerin anlam yüklemesiyle anlam
kazanabilecek ayetler değildir.
Bu ayetlerin anlamı,
bu ayetlerin güzelliği, zaten bu ayet-i kerimelerin özünde bulunmaktadır.
Netice olarak, herhangi bir ayet-i kerimeyle karşılaştığımız zaman, bu ayet
kerimeyi güzel bir şekilde yorumlamak, bu ayete güzel bir mana vermek için
değil,
bu ayet-i kerimedeki
gerçek ve güzel manayı kavramak İçin düşünmeliyiz.
Böylesi bir düşünce
yöntemi ise, tanımlayıcı değil, arayıcı bir düşünce yöntemidir. Kur'an-ı
Kerim'den faydalanmak isteyen günümüz müslümanlanna gerekli olan ve bütün
müslümanlarının muhtaç olduğu düşünce yöntemi de,
arayıcı olan böylesi
bir yöntemdir. Düşünsel faaliyetlerle ilgili bu yönteme dikkat edildiği zaman,
birçok ihtilaflar giderilebilecek ve Kur'an-ı Kerim'in gerçekliğinde vahdet
sağlanabilecektir. Çünkü Allah'ın ayetleri hakkında ihtilafa düşenler, bu
ayetleri türlü türlü yorumlayanlar; Allah'ın ayetlerini kendilerine göre
tanımlayanlar, kendilerine göre yorumlayanlardır.
Oysa Allah'ın
ayetlerine tanımlayıcı değil, arayıcı bir düşünce yöntemiyle yöneldiğimiz
zaman, aradığımız ve bulduğumuz şeyler farklı veya çelişkili olmayacaktır.
Aynı ayet-i kerimeler,
bizlere aynı mesajı,
aynı gerçeği verecek ve bizleri aynı yola davet edecektir..
Kur'an-ı Kerim'de
zikredilen ayet-i kerimeleri anlamak ile, bu ayet-i kerimelere iman edip,
yaşamak arasında bir ilişki var mıdır?
Kur'an-ı Kerim'de
beyan edilen gerçekler,
sadece akılla ilgili
olan akli gerçekler olsaydı, bu sorüya "Anlamak ayn şeydir, iman edip,
yaşamak ayn şevdir" diyerek cevap verebilirdik. Ancak,
Kur'an-ı Kerim'de
beyan edilen İlahi gerçekler, hem aklımızı ve hem de kalbimizi muhatap alan gerçeklerdir.
Bu gerçeklere iman etmeden, bu gerçeklere yeterince nüfuz edebilmemiz mümkün
değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim bizlere bir kıssa, bir vakıa bildirdikten sonra,
bizleri şu gerçekle ikaz etmektedir.,
Elbette, bunda iman
edenler için gerçekten ayetler vardır.[148]
Ayet-i kerimeye dikkat
edilirse, bizlere bildirilen herhangi bir vakıadaki ayetleri, işaretleri
görebilmemiz veya anlayabilmemiz, iman vasfına bağlanmaktadır.
Bildirilen bu gibi
vakıalarda, iman edenlerin görebilecekleri, iman edenlerin anlayabilecekleri
ayetler bulunmaktadır. İman etmeyenler ise bu ayetlerle, bu işaretlerle
bizatihi karşılaşsalar dahi, bu ayetleri, bu gerçekleri göremeyeceklerdir.,
Yeryüzüne bir
bakmadılaı mı ki, Biz onda her güzel çiftten nice ürünler bitirdik.
Hiç şüphe yok, bunda
bir ayet vardır; ancak onların çoğu mümin değildirler.[149]
Nitekim doğru yolu
kavrama ve doğru yolu bulma anlamına gelen hidayet vakıası da, iman ile
gerçekleşen bir vakıadır. Bir hidayet rehberi olan Kur'an-ı Kerim ile hidayet
bulmak, yine bu yüce Kitaba iman etmekle mümkündür.
Ve gerçekten o,
mii'minler için bir hidayet ve bir rahmettir.[150]
Bu (Kurarı), insanlar
için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayetlerdir, kesin bir bilgiyle inanan
bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.[151]
Ayet-i kerimelere
karşı imani yaklaşım, hem aklın yolunu açmakta ve hem de aklın uzanamadığı
gerçekleri tasdik ederek, bu gerçekleri kişiye kazandırmaktadır.,
Sana Kitab'ı
indiren O'dur. O'ndan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir
kısım ayetler muhkem dir; diğerleri de
benzeşen (müteşabih)lerdir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne (ve
karışıklık) çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar.
Oysa onun yorumunu Allah'tan başkası bilmez, ilimde derinleşenler ise;
"Biz ona inandık, onun tümü Rabbimizin katındandır." derler. Temiz
akıl sahihlerinden başkası öğüt alıp düşünmez.[152]
Kur'an-ı Kerim'e
yönelen ve yönelmek isteyen her müslüman için, bu yüce Kitap'tan
faydalanabilmeleri için iman ve imanla birlikte teslimiyet vazgeçilmez
şartlardandır. Çünkü birçok İlahi gerçeğe karşı kalplerin açık, kalplerin
duyarlı, kalplerin yumuşak olması, ancak ve ancak bu gerçeklere iman ve
teslimiyetle gerçekleşmektedir.
Kalplerin İlahi
gerçeklere nüfuz etmesi, nasıl ki kalplerin yumuşamasıyla gerçekleşebiliyorsa;
bu yumuşamanın gerçekleşmesi de, İiahi hükümlere iman ve bu hükümleri yaşamakla
gerçekleşmektedir. Diğer bir ifadeyle Kur'an-ı Kerim'i anlamanın, İlahi
gerçeklere nüfuz etmenin en kısa ve kaçınılmaz yolu, bu gerçekleri yaşamaktır.
Nitekim aşağıdaki
ayet-i kerime, meselenin bu önemli boyutuna dikkat çekmektedir.,
İman etmekte
olanların, Allah'ın ve haktan inmiş olanların zikri için kalplerinin 'saygı
dolu bir korku ite yumuşaması' zamanı gelmedi mi? Onlar, bundan önce
kendilerine Kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, I öylece
kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan çoğu da fasık
olanlardı.[153]
Bu ayet-i kerimede
kendilerine Kitab verilen ve bir süre sonra kalpleri katılaşan kimselerden
bahsedilmektedir. İlahi Kitaba karşı kalpleri katılaşan bu insanlar, hiç şüphesiz
ki daha önce İlahi Kitaba karşı kalpleri yumuşatılan veya yumuşak olan
insanlardı. Çünkü kalblerin katılaşabil-mesi için, öncelikle yumuşak olması
gerekmektedir.
İşte İlahi Kitaba
karşı Rabbimizin lutfuyla kalbleri yumuşak olan bu insanlann, kalplerinin
katılaşmasına önemli bir neden, ayet-i kerimede de beyan edildiği gibi bu insanlann
fasıklığıdır. Kitab'ın gereğini yapmayıp, Kitab'ı yaşamadıkları için, kalpleri
bu Kitaba karşı katılaşmaktadır.
Kalplerin Kitaba karşı
katılaşması ise,
bazılarının zannettiği
gibi mistik veya tasavvufi bir seviye kaybetmek değil, bizzat ilmi bir seviye
kaybetmektir. Çünkü kalplerin İlahi Kitaba karşı yumuşak olması demek, İlahi
Kitap'taki gerçeklere açık olması, bu gerçekleri duyumsaması, hissedebilmesi
demektir. Nitekim İslam'a göre alim kişi, İlahi yerçeklere sadece akli olarak
değil, hem akli ve hem de kalbi olarak yönelen kişidir.
Mesela Allah'tan
korkup-sakıniimasına dair zikredilen bütün İlahi gerçeklere sadece akli olarak
yaklaşan kişinin, bu gerçeklere nüfuz edebilmesi ve Allah'tan gereği gibi
korkup-sakınabilmesi mümkün değildir. Çünkü korkmak, sevmek, istemek, nefret
etmek gibi fiiller, aklın değil kalbin fiilleridir. Akıl bütün bu gerçekleri
genel bir soyutlukla bilmeye yetkin olmasına rağmen, bu gerçekleri
somut veya müşahhas bir hale getirebilecek vasıflara sahip değildir. Oysa
korku veya sevgi fiilinin müşahhas hale getirilmesi, aklın bu fiilleri
yeterince kavrayabilmesi için açık bir gerekliliktir. Bu fiillerin aklın
gözlemleyebileceği bir mü-şahhaslığa getirilmesi ve hissedilmesi ise, kalbin
vasıflan dandır.
Kalbinde Allah korkusu
bulunmayan bir insan, ne kadar akıllı olursa olsun, yaşamadığı bu korkuyu
yeterince tanunlayabilmesi ve anlayabilmesi mümkün değildir.
Nitekim Kur'an-ı
Kerime göre alim kişi, sadece Allah'tan gereği gibi korkulacağını bilen değil,
Allah'tan gereği gibi korkan kişidir.
Tabi ki kalbin önemine
binaen zikrettiğimiz bu yaklaşımları, aynı boyuttan aklın önemine binaen de
zikredebiliriz. Allah'tan korkup-sakınmaya dair İlahi gerçekleri aklet-meyen
bir insanın da, Allah'tan gereği gibi korkup-sakınabileceğini düşünemeyiz.
Çünkü herhangi bir insanın Allah'tan gereği gibi korkup sakınabilmesi için,
konuyla ilgili ayet-i kerimelere hem akli ve hem de kalbi olarak yönelmesi gerekmektedir.
İnsanların hem aklını
ve hem de kalbini muhatap alan İlahi gerçeklere, akli ve kalbi olarak yönelmek,
aklın ve kalbin
ahenkli yardımlaşmasını sağlayacaktır. Allah'tan gereği gibi korkup sakır bilmek
arzu ettiğimiz bir kimlik ise, bu kamil kimliğe uzanan merdivenin basamakla-n,
birbirini takip eden akli ve kalbi basamaklardır.
Nitekim Allah'tan
gereği gibi korkan ve bu konuda kamil bir kimliğe ulaşan alim kimseler, aklederek
korkan,
korktukça akleden
kimselerdir.
Bu meselelerin başında
zikrettiğimiz "Kur'an-ı Ke-rim'den gereği gibi faydalanabilmek"
başlığı ile, hiç şüphesiz ki sadece Kur'an-ı Kerim ilimlerine vakıf olmayı
veya sadece bilgilenmeyi kastetmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı Ke-rim'den gereği gibi
faydalanabilmek demek,
Öncelikle kendi
nefsimiz için,
bugünümüz ve
akıbetimiz için faydalanabilmemiz demektir. Tabi ki bunun da gerçekleşmesi,
İlahi vahiyde beyan edilen ikaz ve uyanları, gereği gibi dikkate aimamızla
mümkündür.
Kur'an-ı Kerim'de
zikredilen ikaz ve uyarıları gereği gibi dikkate almak ne demektir?
Bunun en kısa yolu,
Kur'an-ı Kerim'de
zikredilen ikaz ve uyan niteliğindeki bütün ayet-i kerimeler ile, Öncelikle
kendimizin muhatap olduğunu idrak etmemizdir. Karşılaştığımız ayet-i kerimeler
firavunun veya Nemrud'un bir yaklaşımından, bir fiilinden bahsetse dahi,
kendimize yönelmemiz ve "Acaba bu Fira-vuni yaklaşımdan, bu firavuni
fiilden bizlerde bir iz var mı?" sorusunu, kendi nefsimize endişeyle
sormamız gerekir.
Bu soruyu kendimize
sormamız, hiç şüphesiz ki kendimizi firavun gibi kabul etmemizin değil,
firavun gibi olmaktan sakınmamızın bir tezahürüdür.
"Bu yapılıyor mu,
bütün ayet-i kerimelere böyle yaklaşılıyor mu?" sorusunu sormayacağız.
Çünkü Firavuni yaklaşımların zikredildiği ayet-i kerimelere değil,
bizatihi
rnüslümanların uyarılıp-ikaz edildiği ayet-i kerimelere dahi yeterince duyarlı
bir yaklaşım yoktur. İkaz ve uyan niteliğinde bir ayet-i kerimeyle
karşılaşıldığı zaman, akıllara hemen başkalan gelmekte ve "İşte bu ayet-i
kerimeler falancalan veya filancaları muhatap alıyor" denilebilmektedir!.
Tabi ki böylesi
yaklaşımlar ile Kur'an-î Kerim'den faydalanabilmemiz,
uyarılmamız gereken
konularda uyanlıp, sakındırılma-mız gereken konularda sakınmamız mümkün
değildir. Peki ne olacak?
Bütün bir Kur'an-ı
Kerim'le muhatap olduğumuzun idrakine varabilmek için, her ayet-i kerimenin
başına adı-mızı soyadımızı yazmamız mı gerekli?
Müslüman olduklarını
iddia etmelerine rağmen, insanları Allah adına fakat Allah'ın razı olmayacağı
yollara davet eden kimselerin; "Sana indirildikten sonra, sakın seni
Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbi-ne çağır ve sakın müşriklerden
olma. ayet-i kerimesini dikkate almalan, kendi durumlarını ve Allah adına
yaptıklan davetleri dehşetli bir endişeyle değer fitri için, bu İlahi gerçeğin
şöyle mi buyurulması gerekirdi..
Ey Süleyman, Ey Hasan,
ey Hüseyin!./Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden ab
koymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakm müşriklerden olma.
Kur'an-ı Kerim'de zikredilen
.ayet-i kerimeler bu şekilde 'Kişiye özel' olsaydı, hiç şüphesiz ki bu
kimseler kendilerini bizatihi muhatap'alan, bu ayet-i kerimeden daha fazla
etkilenirler, kendi durumlarını ve davetlerini daha bir ciddi sorgulama gereği
duyarlardı.
Fakat bu gerekli mi?
Ayet-i kerimeleri
dikkate almamız için, ayet-i kerimelerin başında illa ismimiz zikredilmeli mi?
Müminleri veya
müslimleri muhatap alan bütün ayet-i kerimelerle, bir mü'min ve bir müslim
olarak zaten muhatap değil miyiz?
Bu ayet-i kerimeler zaten
bizi muhatap almıyor mu?
Bizİeri uyanp, bizleri
ikaz etmiyor mu?
Lütfen kendimize
gelelim!.
Müslümansak veya
müslüman olduğumuzu iddia ediyorsak, bütün müslümanlan bağlayıcı olan Kur'an-ı
Kerime bu sorumluluk bilinciyle yönelmek durumundayız. Çünkü ayet-i
kerimelerin başında isimlerimiz yazılı olmasa da, bu ayet-i kerimelerden ve
bütün bu ayet-i kerimeleri kapsayan Kur'an-ı Kerim'den sorulacak, sorguya
çekileceğiz.,
Ve hiç şüphesiz o
(Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (Kur'an dan)
sorulacaksınız.[154]
Sorulacağımız, sorguya
çekileceğimiz bu İlahi Kitaba Rabbani yaklaşım, hiç şüphesi ki bu sorumluluk
bilinciyle korkup sakınan muttakilere özgü bir yaklaşımdır.
Nitekim birçok İlahi
gerçeği kavrayarak öğüt alabilmek, muttaki olmak şartına bağlanmıştır.,
Andolsun, size
açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahihleri
için de bir öğüt indirdik.[155]
"Kur'an-ı Kerim
nedir?" başlığını değerlendirirken, bu yüce Kitab'ın başlı başına bir
hayır olduğunu belirtmiştik. Gerçi bunu günümüz müslümanlan da bilmektedir. Bu
müslümanlara "Kur'an-ı Kerim hayır mıdır, şer midir?" desek, belki
de bu soruya kızacaklar ve "Elbetteki hayırdır" diyeceklerdir. Ancak
Kur'an-ı Kerim'in hayır olduğuna iman eden bütün müslümanlara şunu sormak
istiyoruz,,
"Başlı başına
hayır olan Kur'an-ı Kerim'in, size, sizin yaşantınıza, sizin düşüncelerinize, sizin
eylemlerinize şimdiye kadar ne hayrı oldu?"
İşte bu soruya yeterli
ve olumlu cevap veremeyen kimseler, başlı başına hayır olan Kur'an-ı Kerim'in
haynna ulaşamayan, bu hayırdan nasiplenemeyen kimselerdir.
Bu hayra ulaşmak, bu
hayırdan nasiplenmek ise, bizleri uyan sakındıran İlahi hükümlerden, gereği
gibi uyanlıp sakınmayla yani muttaki olmakla gerçekleşebilmektedir.
Kur'an-ı Kerim hiç
şüphesiz ki İlahi bir kelamdır.
Bazılarımızın aklına
"Kur'an-ı Kerim'de birçok beşerin, mesela Firavun'un bir sözü de
aktarılmaktadır. Bu gibi sözler de İlahi kelam mıdır?" sorusu gelebilir.
öncelikle şu hususun
açıklık kazanması gerekir ki İlahi kelamdan anlamamız gereken şey, Rabbimizin
sadece kendi zatından veya İlahi olaylardan bahsettiği kelamı değildir. Şanı
yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de kendi zatından bahsettiği gibi, bizlere
gerekli olan beşeri olaylardan ve beşer sözlerinden de bahsetmektedir. Bu gibi
sözler asıl menşei itibariyle beşeri olsa dahi, rivayet İlahi kelamia yapıldığı
için bunların tümü İlahi kelamın kapsamına girmektedir.
Ancak, Kur'an-ı
Kerim'in tümü İlahi kelam olmasına rağmen yine de bu durumlan dikkate almamız,
sözü söyleyen ile sözü rivayet edeni birbirinden ayırmamız faydalı olacaktır.
Zaten bu başlıkta dikkat çekmek istediğimiz husus da budur.
Kur'an-ı Kerim'i
okumalarına rağmen, bu yüce Ki-tap'taki birçok İİahİ gerçeği farkedemeyen Kimselerin
içine düştükleri yanılgı, karşılaştıkları bir sözün kimin, ne zaman, ne
derede, nasıl ve kime söylendiğini yeterince dikkate almamalandır.
İlahi kelam
anlayışındaki sapmanın veya yanılgının genel boyutu ise İlahi bir sözün beşer
sözü olarak algılanmaşıdır.
Mesela şanı yüce
Rabbimizin Kur'an-ı Kerimce farklı muhataplara sorduğu birçok önemli sorular
bulunmaktadır. Meselemizle ilgili olarak bunlardan sadece birkaçını zikredelim.,
"Sağ elindeki
nedir ey Musa[156] (Allah) Dedi ki:
"Ey İblis, kudretimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?
Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"[157]
Kur'an-ı Kerim'de bu
gibi sorularla karşılaşan birçok kardeşimiz, bu soruları gayet tabi
karşılayarak okumaya devam etmektedirler. Bu soruları tabi karşılamalarının nedeni,
kendilerinin birer beşer olması ve beşere göre böylesi soruların gayet doğal
olmasıdır. Nitekim gündelik yaşantılarında buna benzer birçok soruyu,
kendileri de sormaktadır. Ancak Önemle dikkate alınması gereken husus,
bu soruları soran bir
beşer değil, herşeyi hakkıyle gören, hakkıyle işiten, hakkıyla bilen Allah
(cc.)'dır.
O halde şanı yüce
Rabbimiz, cevabını bildiği bu gibi soruları neden soruyor?
Kendi zatı için mi,
yoksa bizler için mi? Elbetteki bizler için!.
Bizlerin sorması gereken
soruyu bizler adına sorarak, bizlere bu önemli cevabı iletmek için. Nitekim bu
sorularla birlikte cevaplarını da değerlendirdiğimizde, bizlere gerekli olan
gerçekleri kavrayabilmemiz mümkün olmaktadır., "Sağ elindeki nedir ey
Musa?" Dedi ki: "O, benim asaradır; ona dayanmakta, onunla
davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka
yararlar da var.[158]
Musa (a.s.)'ın
elindeki asayla ilgili bir soru ve bu soruya verilen cevap!.
Belki de bu husus
bazılarımıza pek önemli gelmeyecektir. Oysa gelişen olayları dikkate aldığımız
zaman, bu asa ile gerçekleşen mucizeler bulunmaktadır. Şanı yüce Rabbimiz şayet
bu soruyu sormayıp, asanın mahiyetine ilişkin bu açıklığı getirmeseydi, birçok
insan söz konusu mucizeleri asaya nisbet ederek, asayı kutsallaştırabilirler ve
ömürleri boyunca bu asayı arayabilirlerdi!.
Musa (a.s.)'m
eylemlerini mucizeye,
mucizeyi de asaya
nisbet edecekler ve gönüllerinden böyle bir asaya sahip olmayı geçirerek
"Bizim de öyle bir asamız olsaydı, bizler de şunu şunu yapabilirdik"
diyebileceklerdi!.
Oysa dikkate alınması
gereken mesele, öyle bir asaya sahip olmak değil, it o asayı tutan ellere, o
asayı tutan gönüllere sahip olmaktır. Asa sahibi gibi Rabbe yönelmek ve onun
gibi Rabbe teslim olmaktır. Dolayısıyle özlem duymamız gereken şey, o asa gibi
bir asaya sahip olmak değil, o asanın sahibi gibi olabilmektir.
Çünkü Musa (a.s.)'ın
verdiği cevapta da belirtildiği gibi, Musa (a.s.)'ın1 elindeki asa, her çobanın
benzer maksatlarla kullandığı alelade bir asadır. Gerçekleşen mucizeler Musa
(a.s.)'dan olmadığı gibi. asadan da değildir.
Dikkat edilirse
"Rabbimiz asayı niye sordu, as ıin mahiyeti neden açıklandı?" sorusu
ile kısaca açıkladığımız bu gerçekleri görebilmemiz mümkün oluyor. Tabi ki bu
sorulan çoğaltarak, daha Tok gerçeği de anlayabilmemiz mümkündür.
Mesela Musa (a,s.)
İsrailoğullarıyla birlikte Kızıldeniz'e vardığı zaman, şanı yüce Rabbimiz
kendisine şöyle buyurmaktadır.,
Bunun üzerine Musa'ya:
"Asanla denize vur" diye vahyettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik
yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.[159]
Şimdi kendimize şu
soruyu soralım.,
Bu mucizede, bu
muazzam hadisede, koskoca denizi yaran, asa mıdır, Musa mıdır, yoksa Rahman
mıdır?
Hiç şüphesiz ki her
şeye Kadir ve Rahman olan Rabbimizdir.
Peki, denizin yanlması
Musa'dan veya asadan değilse, şanı yüce Rabbimiz Musa (a.s.)'a neden
"Asanla denize vur" diye vahyediyor?
Musa (a.s.) asasıyla
denize neden vuruyor?
Diyelim ki, bu sorulan
düşünmenize ve araştırmanıza rağmen, yeterli bir cevap bulamadınız. Böyle bir
durumda bu soruya açıklık getirebilecek ikinci bir soruyu sorabilirsiniz.,
"Asanla denize
vur" buyruğu vahyedilmeseydi ve Musa (a.s.) asasıyla denize vurmadan deniz
yanlsaydı, ne olurdu?
İşte bu gibi sorularla
şu gerçeklere de varmanız mümkün
olabilecektir.,
Herhangi bir mucizeyi
dolaysız olarak gerçekleştirmeye mutlak muktedir olan Rabbimiz, bazı mucizeleri
salih kullannın elleriyle gerçekleştirerek, diğer insanların bu salih kullan
dikkate almalarını ve onlara itaat etmelerini dilemektedir.
Tabi ki bu yaklaşım, sadece
mucizeler için değil, bütün İlahi gerçekler için de geçerlidir. Çünkü mucizeler
Allah'a ait olduğu gibi, bütün İlahi gerçekler de Allah'a aittir. Dolayısıyle
günümüzdeki herhangi bir müslüman, bizlere gerekli olan bazı İlahi gerçekleri,
hem yaşıyor ve hem de bizlere ilettiyorsa, yukandaki prensibi dikkate alarak bu
müslümana olumlu yaklaşmamız gerekir.
"Bu gerçek,
Rabbimizin gerçeğidir" diyerek, bu gerçeği dile getiren rrüslümanı hiç
önemsememek, doğru bir yaklaşım değildir. Bu gerçekler hiç şüphesiz ki şanı
yüce Rabbimize ait gerçeklerdir ama, şanı yüce Rabbimizin bu gerçekleri bir
müslüman vasıtasıyla bizlere iletmesinde, o müslümana Rabbani düzlemde bir
değer verildiğine ve dolayısıyle bizlerin de değer vermesi gerektiğine işaret
etmektedir.
Sorularla ilgili bir
diğer örnek olan, Şanı yüce Rabbimizin şeytan aleyhillaneye sorduğu sorular
da, bizlerin dikkate alması ve cevaplarını bilmemiz gereken sorulardır.,
(Allah) Dedi ki:
"Ey İblis, kudretimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?
Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?"
Dedi ki: "Ben
ondan daha hayırlıyım; Sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın." .
(Allah) Dedi ki:
"Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık sen kovulmuş bulunmaktasın."
"Ve şüphesiz, din
(kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerindedir.[160]
"Şeyfn ve
Dostları" kitabında geniş olarak açıkladığımız gibi; Rabbimizin sorduğu
bu sorular; , İbiis'in neden secde etmediğini ve sapıklığa nasıl düştüğünü
anhyarak böylesi sapıklıklardan nasıl korunabileceğimiz bilincine varabiliyoruz.
Bu sorulardan anlamamız gereken ikinci husus ise herhangi bir kimseyi
yargılamazdan önce onu sorgulama adabıdır. Şanı yüce Rabbimiz şeytan
aleyhillanenin neden secde etmediğini hakkıyle bilmesine rağmen onu lanetlemeden
önce bu hususu yine de sorması,
birbirlerini
gıyablannda sorgusuz sualsiz yargılayan günümüz müslümanlannın Özenle dikkate almalan
gereken bir yaklaşımdır.
Görüldüğü gibi birçok
gerçekleri anlayabilmemiz, bizleri bu gerçeklere ulaştırabilecek ciddi
sorularla mümkün olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de karşılaştığımız bütün sözlerin,
bütün buyrukların., kimin taralından, nasıl, nerede,
ne zaman ve kimlere
söylendiğini dikkate alarak soracağımız sorular, hiç şüphesiz ki bizleri
önemli gerçeklere götürebilecek sorulardır. Ancak bütün bu sorularda özen
göstermemiz gereken husus-, daha önce de belirttiğimiz gibi, sorduğumuz
soruların cevabını kendimizde değil, ayet-i kerimelerde aramamızdır.
Çünkü Kur'an-ı Kerim'e
sorduğumuz bir sorunun cevabını Kur'an-ı Kerimde bulamayıp, cevapsız
bırakmamız, bu soruyu kendi nefs ve nevamıza göre cevaplamamızdan çok daha
iyidir.
Kısaca açıklamaya
çalıştığımız bu hususlan dikkate alarak Kur'an-ı Kerim okuyan kardeşlerimizin,
karşılaştıkları ayet-i kerimelere göre soracaktan.,
Rabbimiz bunu neden
sordu, sormasaydı veya bu mesele açıklık kazanmasaydı ne olurdu,
İlahi vahyin açıklık
kazandırmadığı bu meselede, hangi yorumlarda bulunulurdu,
Rabbimizin buyruğu
böyle olmayıp, bunun muhalifi olan şu şekilde olsaydı ne olurdu?., gibi
sorular, bizleri güzel cevaplara ve gerçeklere iletebilecek sorulardır.
Günümüz müslümanlarımn
ifrat ve tefride düştüğü önemli meselelerden birisi de, bu dil meseledir. Bu
konuda birbirleriyle çekişen her iki tarafın da dikkate alınması gereken doğru
görüşleri olmasına rağmen, meseleye bağnaz yaklaşanlar bu doğrularla birlikte
birçok yanlışları da savunabilmektedirler.
Arapça bilmekten başka
sermayeleri olmayan bazı kimseler, arapçayı tabulaştırarak kendilerini daha bir
değerli gösterme gayretindedirler. Bu kimselere göre arapça bilmeyenlerin
İlahi mesajı anlamalan mümkün olmadığı gibi, İlahi mesajın farklı bir dile,
mesela türkçeye çevrilmesi de mümkün değildir!.
"İlahi mesaj
arapçadan başka bir lisan ile anlaşılmaz" diyen bu kimselere öncelikle
şunu sormak istiyoruz.,
İlahi mesajı anlamak
için düşünmenin gereği, birçok ayet-i kerimede vurgulanmıştır. Sizler tah'ın ayetlerini arapça olarak
düşünüp, arapça olarak mı anlıyorsunuz?
Oysa bizler biliyoruz
ki herhangi bir insan iki-üç lisan bilse dahi, iç dünyasındaki düşüncelerini
kendi ana dilinde ifadelendireceği için, bu düşüncelerden kaynaklanan anlayışları
da kendi ana dilinde olacaktır. O halde türkçe olarak düşünülen, türkçe olarak
anlaşılan, anlaşılabilinen şey, türkçe
olarak neden açıklanmasın, neden
kaleme
alınırlasın ki!
Meseleye bağnaz
yaklaşanlar yine "I uh.." diyerek tercümelerin yapılmasına karşı
çıkacaklar ve "Efendim, Kur'an-ı Kerim birçok dil inceliklerinin
bulunduğu, ifade ve belagat yönünden edebi bir şaheserdir. Dolayısıyle hiçbir
dile çevrilemez" diyebileceklerdir.
Kur'an-ı Kerim'in
ifade ve belagat yönünden edebi bir şahaser olduğunu zaten inkar edecek
değiliz. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in tercümesinin yapılmasını isteyenler ve
yapanlar da "Bizler bu tercümeye söz konusu dil inceliklerini ve edebi
güzellikleri de yansıttık!" gibi bir iddiada bu-lunmadıklan gibi,
"Artık tercümesi yapıldı, asıl metinlere hiç gerek kalmadı!" gibi
yaklaşımlarda da bulunmuyorlar. Çünkü tüm dünya insanlannı ilgilendiren
öncelikli mesele, Kur'an-ı Kerim'deki edebi güzelliklerin yansıtılmasından çok
daha önemli olan, Kur'an-ı Kerim'deki İlahi mesajın genel olarak yansıtılması
meselesidir. Nitekim günümüz insanına ve bütün bir insanlığa gerekli olan
öncelikle bu İlahi mesajdır. Şanı yüce Rabbimizin insanları değişik renklerde
ve farklı dillerde yarattığı nasıl bir gerçek ise; bütün bir insanlığa
gönderilen bu evrensel mesajın, farklı dillerdeki insanların dillerine tercüme
edilmesi ve edileceği de açık bir gerçektir.
Çünkü insanların
arapçadan başka bir dili kulianmala-n, Kur'an-ı Kerim'de yadırganarak
reddedilen cahili veya batıl bir durum değildir. Değişik dilleri kullanan dünya
insanları yine kendi dillerini kullanacaklar ve bu insanlara iletilmesi
gereken İlahi mesaj, bu insanlara kendi dillerinde iletilecektir.
İlahi mesaja muhatap
olan dünya insanlannın yaşadıkları bu realiteyi dikkate almadan arapçayı
yücelten kimseler, aslında arapçayı değil, kendilerini yüceltmek istemektedirler.
Çünkü bunlar, sadece
arapça bilerek alimlik vasfını kazanan kimselerdir!. Nitekim yaşadığımız
toplumdaki insanlar, kendilerine bu şekilde empoze edilen alimlik anlayışını
kabul ederek; "Falanca çok derin hoca, ayetleri okuyup, su gibi
tercümesini yapıyor" gibi ifadelerle, arapça bilmekle alimliği aynı
kefeye koymaktadırlar. Oysa Arapça bilmek alimlik olsaydı, arapların hepsini
alim kabul etmemiz gerekmez miydi!.
Herhangi bir
kardeşimiz, arapçayı tabuiaştırarak kendilerini alim kabul eden ve genellikle
resmi din anlayışının savunucusu olan bu kimselere.,
"Allah (c.c.)
Kur'an-ı Kerim'de tağuta kulluktan sakınmamızı ve ancak bizden olan ulu-1 emre
itaat etmemizi buyuruyor. Sizlerin itaat ettiği kişi ve merciler küfür üzere
olduğuna göre, sizlerin bu durumu nedir?" diye sorduğunda, arapça alirni
birçok zevat bu gence parmağını sallamakta ve "Haddini bil!. Sen arapçamn
A'sını bilmeden Kur'an'dan hüküm mü çıkarıyorsun?" demektedirler!.
Oysa tevhid ve şirkin
özünü ifade eden bu gibi gerçekleri dile getirmek; Kur'an-i Kerim'den hüküm
çıkarmak değil, Kur'an-ı Kerim'deki açık ve muhkem hükümleri beyan etmektir.
Henüz bunun idrakinde olmayan kimseler değil arapça bilmek, arap filolojisinde
profesör dahi olsalar, İslam'a göre alim değil, ne yazık ki cahil kimselerdir.
Arapçayı
kutsallaştırarak, insanları kutsal Kitab'tan uzaklaştıran bu kimselere, gayet
doğal olarak haklı tepkilerde, haklı eleştirilerde bulunan ve bu bağnaz
düşünceleri reddeden müslümaniar bulunmaktadır. Ancak arapçayı tabulaştıran bu
anlayışa haklı tepkilerle birlikte, ölçüsüz tepkilerde bulunanlar da olmuştur.
Bu kimseler Kur'an-ı Kerim'in arapça indirildiği gerçeğini neredeyse unutup,
türkçe mealleri asıl yerine koymaya kalkışmışlardır!.
Arapçayı
tabulaştırmak,
İlahi bir Kitab olan
Kur'an-ı Kerim'in, lisanını da İlahi zannetmek tabi ki yanlıştır. Çünkü arapça
da, diğer lisanlar gibi beşeri bir lisan, beşeri bir dildir.
Ancak, şu hususun
Önemle dikkate alınması gerekir ki.,
Arapça da, diğer
diller gibi beşeri bir dil olmasına rağmen, İlahi vahyi arapça olarak Rabbimiz
indirmiştir. Daha açık bir ifadeyle İlahi vahyin arapçasını, her hatadan
münezzeh olan Rabbimiz belirlemiştir. Dolayısıyle Rabbimizin ifade ettiği bu
arapça metin, her türlü hatadan ve eksiklikten münezzeh olan İlahi bir
metindir.
Farklı dillerdeki
mealleri veya tercümeleri hazırlayanlar ise, bir insan veya bir beşerdir.
Dolayısıyle bu gibi
tercümelerde bazı noksanlıkların istisna da olsa bazı yanılgıların bulunması ve
bulunabileceği doğaldır. Bütün bunlan dikkate almadan tercümelere asıl metinmiş
'gibi yönelmek, hiç şüphesiz ki bazı yanılgılara neden olabilecektir.
Mesela birçok mealde,
Alak suresinin 15 ve 16. ayet-i kerimeleri şu şekilde tercüme edilmiştir.,
Fakat o buna bir son
vermeyecek olursa, andol-sun, onu alnının perçeminden tutup sürükleyeceğiz; O
yalancı, günahkar olan perçeminden.[161]
Şimdi herhangi bir
kardeşimiz insanîann nasıl haşro-lunacağına dair "Rabbimiz suçlu
günahkarlan alnının perçeminden yakalayacağına göre, insanlar saçlı olarak
haşre-dileceklerdir" diyerek doğru veya yanlış olabilecek bu görüşü beyan
ettikleri zaman, mealden kaynaklanan bir yanılgıya düşerler. Çünkü ayet-i
kerimenin metninde "Alnının perçeminden değil" "Alnından
yakalarız" ifadesi vardır. Bu mealleri hazırlayan kimselerin yanılgıya
düşmelerinin nedeni ise, bu olaya beşeri bir anlayışla yaklaşmalarıdır.
Çünkü bu kimselerin
anlayışına göre bir insanın alnından yakalanabilmesi için tutulabilecek bir
perçem bulunması gereklidir!. Meseleyi kendilerine göre değerlendirdikleri
için, Allah (c.c.) bir insanı alnının perçeminden değil, sadece alnından yakalayabileceğini
dikkate almalmaktadırlar.
Kur'an-ı Kerim
tercümelerini araştırma amacıyla okuyan müslümanlanr., meallerde az da olsa bu
veya benzeri yanılgılann ve eksikliklerin bulunabileceğini dikkate almaları,
gerektiği zaman değişik meallere ve Özellikle gramerle ilgili tefsirlere
başyurmalan gerekir.
Arapçayı tabulaştıran
kimseler, meal zafiyetlerine ilişkin bu ifadelerimizi belki de hoşnutlukla
karşılayacaklar ve "Biz size demedik mi?" diyeceklerdir.
Fakat onların
dikkatini çekeriz ki, meal okuyan müs-lümanlan bu yanılgıya düşürenler, bu
yanılgıya öncelikle kendileri düşen arapça bilenlerdir. Çünkü bu mealleri ve
tercümeleri, arapça bilen kimseler hazırlamaktadırlar!. Demek ki sadece arapça
bilmekle, İlahi mesajı anlamak
mümkün değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de zikredilen ve
özellikle kafirleri muhatap alan "Bunun benzeri bir ayet veya sure
getiremezsiniz" manasındaki ayet-i kerimeleri, İlahi mesajın hiçbir dile
çevrilemeyeceğine delil olarak gösterenler de, arapça bilerek Kur'an-ı Kerim'i
anladıklarının değil, arapça bilmelerine
rağmen İlahi mesajı
anlıyamadıklarınm bir diğer örneğini sergilemektedirler.
Arapça meselesinde
ifrat ve tefride uzanan bu iki ayrı yaklaşımı genel olarak verdikten sonra
meseleyi kendi gerçekliğinde ve itidalli bir şekilde sonuca bağlamamız gerekir.
Öncelikle İlahi mesaj
ve İlahi vahiy kavramlarının, meselemizle ilgili boyutuna kısa bir açıklık
getirmeliyiz. İlahi mesaj derken kastettiğimiz şey, Rabbimizin bütün bir
insanlığa gönderdiği mesajı olup, menşei itibariyle İlahi vahiydir.
Vahiy veya vahyetmek,
şanı yüce Rabbimizin insan, melek, arı, yer, gök gibi birçok yaratılmışla bir
iletişim şeklidir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de Rabbimizin meleklere, anlara,
yerlere vahyettiği gibi, peygamberlere ve peygamber olmayan bazı insanlara da
vahyettiği bildirilmektedir. Meseleyi fazla genişletmeden, konumuzla ilgili
olarak şunu sormamız gerekir., İlahi vahyin, bir lisanı, harf ve kelimelere bir
ihtiyacı var mıdır?
Bu soruyu tartışmamıza
pek gerek yoktur. İlahi vahiy, kullandığımız beşVri lisanlardan, harf ve
kelimelerden münezzehtir. Şanı yüce Rabbimiz istediği yaratılmışa, istediği
gerçeği, hiçbir kelimeye ve hiçbir beşeri lisana gerek duymadan vahyedebilir.
İlahi vahyin bir Kitap
olarak biz insanlara, harf ve kelimelerden meydana gelen bir lisanla
gönderiîmesi ise, harf ve kelimelere İlahi vahyin ihtiyacı olduğu için değil,
böyle bir ifadeye bizlerin ihtiyacı olduğu içindir. Çünkü insanlar kendilerine
vahyedilen, ancak vahyedemeyen yaratıklar olduğu için, kendilerine vahyediien
gerçekleri diğer insanlara vahiy yoluyla değil, ancak harf ve kelimelerden
meydana gelen bir dil, bir lisan yoluyla iletebilirler.
İlahi vahyin beşeri
bir lisan ile ifadesi ise, bu ifadelendirmeyi Rabbimiz yaptığında hem mana ve
hem de lafız olarak İlahi, bir insan yaptığında ise rnana olarak İlahi, lafız
olarak beşeridir. Mesela şanı yüce Rabbimiz bütün peygamberlerine vahyetmesine
rağmen, bütün peygamberlerine Kitab vermemiştir. Kendilerine Kitab verilmeyen
peygamberler, kendilerine vahyedilen gerçekleri, kullandıktan lisan ile
kavimlerine ileten peygamberlerdir. Kendilerine Kitap verilen peygamberler
ise, İlahi vahyin kendi, sanlanyla müşahhas ifadesine sahip olan
peygamberlerdir. Nitekim elimizdeki Kuran-ı Kerim de, İlahi vahyin Rabbimiz
tarafından belirlenen arapça bir ifadesidii. Kur'an-ı Kerim'de de beyan
edildiği gibi, Rabbimiz tarafından arapça olarak indirilmiştir.,
Gerçekten biz, akıl
erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.[162]
İşte böylece biz onu
(Kur'an'ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik..[163]
Böylece biz onu,
Arapça bir Kur'an olarak indirdik.[164]
Bu ayet-i kerimelerde
dikkat etmemiz gereken husus; İlahi Kitab'm asıl itibariyle arapça değil,
arapça olarak gönderildiğidir. Şanı yüce Rabbimiz hiç şüphesiz ki Kur'an-ı
Kerim'i başka bir dil ile de gönderebilirdi. Nitekim Fussilet suresi 44. ayet-İ
kerimede beyan edilen "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan
Kur'an kılsaydık,.." ifadesi de, Kur'an-ı Kerim'in başka bir lisan, başka
bir dil ile de gönderilebileceğine işaret etmektedir.
Kur'an-ı Kerim ve
Kur'an-ı Kerim'in asıl menşei olan İîahi vahiy konusunda bu kısa açıklamayı yaptıktan
sonra, meselemizin asıl boyutuna yönelebiliriz. Hepimiz biliyor ve iman
ediyoruz ki, Kur'an-ı Kerim bütün bir insanlığa gönderilen İlahi bir mesaj
olup, menşei itibariyle İlahi vahiydir. İlahi vahyin arapça metnini şanı yüce
Rabbimiz belirlediği için, Kur'an-ı Kerim'i meydana getiren bu arapça metin,
her türlü hatadan ve noksandan münezzeh olan İlahi bir metindir. Kur'an-ı
Kerim'in ifadesi olan bu İlahi metni,
aynı özelliklerini
koruyarak bir başka dile, bir başka lisana çevirebilmemiz, tercüme edebilmemiz,
kesinlikle ve kesinlikle mümkün değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim gibi hem lafız
ve hem de mana olarak İiahi olan bir Kitab'i, aynı ilahilik vasfını koruyarak
başka bir dile tercüme edebilmek, her türlü hatadan ve noksanlıktan münezzeh
olarak başka bir lisanda ifadelendireb ilmek, biz mahiuklann değil,
alemlerin Rabbi oian
Allah'ın gerçekleştirebileceği bir iştir.
Ancak şunu sormamız
gerekir., Yapılan ve yapılacak olan tercümelerin de, hem lafız ve hem de mana
olarak İlahi olması şart mı?
Farklı dilleri konuşan
dünya insanlarının, Kur'an-ı Kerim'in gereğini yapabilmeleri, yaşayabilmeleri
için, kendi dillerine yapılan tercümelerin de hem lafız ve hem de mana olarak
İlahi olması gerekli mi?
Tabi ki değil!.
Çünkü Kur'an-ı Kerimle
muhatap olan ve farklı dilleri konuşan dünya insanlanna öncelikle iletilmesi
gereken, İlahi vahyin bizatihi kendisi veya İlahi oian arapça ifadesi değil, bu
İlahi vahyin beyan ettiği İlahi manalar, İlahi mesajlardır. Netice itibariyle
manası İlahi olan bu mesajlar, manasına bağlı kalınarak ve gerekirse dip notlar
düşülerek farklı dillere tercüme edilecek ve tüm dünya insanlanna bu şekilde
iletilecektir.
Bu tercümeleri yapacak
olan müslümanların, arap-çayla birlikte dünya siyasetine, toplumsal gerçeklere
ve pozitif ilimlere de vakıf olmaları, şeytandan ve şeytani vesveselerden
Allah'a sığınıp, Allah'a samimi bir şekilde tevekkül etmeleri, bu tercümelerin
oldukça sıhhatli olmasını sağlayabilecektir. Böylesi bir dikkatle hazırlanan
tercüme ve çevirilerle karşılaşan dünya müslümanian için, okudukları
meallerdeki ayet-i kerimeler, lisan, lafız ve ifade olarak beşeri, mana olarak
İlahidir.
Nitekim bütün bir
insanlığa gönderilen Kur'an-ı Ke-rim'de de, dünya insanlarının kullandıklan
değişik lisanlarla ilgili olan bu probleme, aynı istikamette yaklaşılmaktadır.,
Hiç şüphesiz ki,
Kur'an-ı Kerim'deki
İlahi mesaj ile bütün bir insanlığı sorumlu tutan Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'den
farklı dilleri konuşan insanların, kendi dillerinde gönderilmeyen Kur'an-ı
Kerim'e karşı bazı istifhamlarda veya itirazlarda bulunacaklarını hakktyle
biliyordu.
Çünkü arapların
yaşamadığı bu durumu, arap oimayan ve arapça bilmeyen bütün toplumlar, bütün
insanlar yaşayacaktı!.
Evrensel olan İlahi
mesajla muhatap olan dünya İn-sanlan, kendi dillerinde olmayan Kur'an-ı Kerim'e
bir yabancı gibi yaklaşacaklar ve kendilerine çelişkili gelen bu durumla
iîgili bazı sorular sorabileceklerdi!. İşte,
arap toplumlarının
yaşamadığı fakat arap olmayan bütün toplumların yaşayacağı bu duruma aşağıdaki
ayet-i kerimede değinilmekte ve konuya genel bir açıklık getirilmektedir. ,
Eğer biz onu A'cemi
(arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an kılsaydık, onlar derlerdi ki: "Onun
ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil)
mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman
etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı
bir körlüktür. îşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir.[165]
Ayet-i kerimeye dikkat
edersek, "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an
kılsaydık, onlar derlerdi ki.," İlahi hitabıyla, Kur'an-ı Kerim'in
gönderildiği lisandan başka bir lisanı konuşan bütün toplumların muhtemel
istifhamlan ve itirazlan muhatap alınmaktadır.
Peki bu istifhamlar
veya itirazlar genel olarak nelerdir?
Kendi dillerinde
gönderilmeyen İlahi bir Kitaba karşı, dünya insanlarının muhtemel soruları veya
itirazları neler olabilirdi?
öncelikle bu sorulann
veya itirazların neler olabileceğini düşünerek, bunlardan bazı örnekler
verelim. Mesela bu insanlar diyebilirdi ki.,
Bizim lisanımızda
olmadığı için anlıyamayacağımız bu İlahi Kiiab iie bizier nasıl muhatap ve
mükellef olabiliriz?
Bizlerin bu lisanı
bilmesi ve öncelikle bu lisanı öğrenmemiz gerekmez mi?
Bu İlahi Kitab'ın,
bizim lisanımızda gönderilmesi gerekmez miydi?
Şimdi dikkatlice
düşünelim!.
Kur'an-ı Kerim'den
farklı dilleri konuşan insanlar, kendi dillerinde gönderilmeyen İlahi Kitaba
karşı böylesi itirazlarda bulunabileceklerine rağmen, İlahi vahiy bu itirazlara
neden yer vermiyor?
Mesela söz konusu
ayet-i kerime "Eğer biz onu A'cemi (arapça olmayan bir dilde) olan Kur'an
kıhay dik, onlar derlerdi ki: Bizim lisanımızda olmadığı için anlıyamayacağımız
bu Kitab ile bizler nasıl muhatap ve mükellef olabiliriz? gizlerin bu lisanı
bilmesi veya bu Kitab'ın, bizim lisanımızda gönderilmesi gerekmez miydi?...."
şeklinde neden değil?
Çünkü bu itirazların
hepsi batıl itirazlar olup, ayet-i kerimede batıl itirazlara değil, hak olan
tek isteğe, hak olan tek beklentiye yer verilmektedir.
"Bizim
lisanımızda olmadığı için anlıyamayacığımız bu Kitab'la muhatap ve mükellef
olamayız" itirazı, batıl bir itirazdır. Çünkü arapça bilmeyen dünya
insanlan, Kur'an-ı Kerim'in arapçasım bilmekle, arapçasını anlamakla değil, bu
Kur'an'ın belli bir dil ile sınırlandırılmayacak olan evrensel mesajını
anlamak ve bu mesajı yaşamakla yükümlüdürler.
"Bizlerin, bu
lisanı bilmesi veya bu Kitab'ın, bizim lisanımızda gönderilmesi gerekmez
miydi?" itirazı da, batıl bir itirazdır. Çünkü evrensel İlahi mesajı
içeren Kur'an-ı Kerim hangi toplumun lisanıyla gönderilirse gönderilsin, diğer
toplumlar için yine farklı bir dilde olacaktır. Bütün toplumların arapça
bilmesini gerekli görmek ise, toplumlara yüklenemeyecek ve yüklenmeyen bir
mükellefiyettir.
Bu durumda haklı ve
makul olan tek bir istek, tek bir beklenti kalmaktadır. Nitekim ayet-i kerimede
de zikredilen bu istek, bu beklentidir.,
"Onun ayetleri
açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil) mi?"
Arapça bilmeyen
toplumların, arapça olan Kur'an-ı
Kerim karşısında makul
ve haklı olabilecek yegane istekleri budur. Bu isteğin günümüzdeki ifadesi ise
şöyle olabilir.
"Bizler bu İlahi
Kitab'la madem muhatabız, bu Kitab madem ki bizlere de gönderildi, bu Kitab'ın
ayetleri bizlere (bizim dilimizle) açıklanmalı değil mi? Acem olana, Arapça
(Acemi olmayan bir dil) mı?"
İşte yukarıda
zikrettiğimiz ayet-i kerimede geçen ve sureye ismini veren 'Fussilet' kelimesi,
günümüz alimlerinin Kur'an-ı Kerim lisanını bilmeyen toplumlanna karşı sorumluluklarını
bildirmektedir. Arapça bilen ve bununla beraber İlahi mesajı kavrayan
kimselerin, yaşadıkian toplumun lisanı ile bu İlahi mesajı açıklamaları,
tercüme etmeleri, iletmeleri gerekmektedir.
İlahi mesaj her
topluma kendi lisanlanyla iletildiği ve açıklandığı zaman, Kur'an-ı Kerim'in
iman eden bütün dünya müslümanlan için şifa ve hidayet sıfatı da tecelli
edecektir. Nitekim ayet-i kerimede, arapça olan Kur'an-ı Kerim'in sadece
araplar için değil, ırkı veya dili ne olursa olsun bütün müminler, bütün dünya
müslümanlan için bir hidayet ve şifa olduğu zikredilmektedir.,
De ki: "O, iman
edenler için bir hidayet ve bir şifadır. îman etmeyenlerin ise kulaklarında bir
ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür, işte onlara (sanki)
uzak bir yerden seslenilir.[166]
Arap veya acem, iman
eden bütün müslümanlar için hidayet ve şifa olan Kur'an-ı Kerim, iman
etmeyenler için ise (bunlar arapça bilen veya arap olan kimseler olsalar dahi)
bir körlük, bir sağırlıktır.
"Arapça bilmeden
İlahi mesaj anlaşılamaz!" diyen kimseler, insanlar ile İlahi mesaj
arasına aşılmaz engelleı koymaktadırlar. Oysa günümüzde arapça bilmemelerine
rağmen okudukları ve tefekkür ettikleri İlahi mesajı, arapça bilen birçok
kimseden daha iyi anlayan ve anlatan müslümanlar bulunmaktadır. Bu müslümanlann
gündeme getirdikleri İlahi gerçekleri "Bunlar arapça bilmiyorlar" diyerek
düşünmeden reddetmek, reddeden bu kimseleri aşağıdaki ayet-1 kerimede
zikredilen inkarcıların durumuna düşürebilecektir.,
Onu (Kur'anı) Arapça
bilmeyen birine de indirmiş olsaydık,
Böylece onlara
karşı onu okusaydı,
yine ona iman edecek değillerdi.[167]
Bu meseleyi daha fazla
genişletmeden, arapça bilen bir din adamı ile, arapça bilmeyen bir kardeşimiz
arasında geçen olayı zikrederek bitirmek istiyoruz.
Meallerden ve
özellikle gramer ağırlıklı tefsirlerden faydalanarak Kur'an-ı Kerim'de değişiK
meseleleri araştıran ve bu araştırmaları ile bazı İlahi gerçekleri kavrayan bir
kardeşimiz, arapçaya oldukça önem veren bir din adamıyla karşılaşır. Önceleri
kardeşimize ve bu kardeşimizin gündeme getirdiği İlahi gerçeklere büyük bir
saygıyla yaklaşan bu din adamı, kardeşimizin arapça bilmediğini Öğrenince
tevazulu tavrını hemen değiştirir!. Ona arapçanın önemini uzun uzun anlattıktan
sonra "Arapça bilmeden Kur'an-ı Kerim'i anlamak, Kur'an-ı Kerim'de»
insanlara şu mesaj veriliyor demek caiz değildir!" der. Kardeşimiz ise
Kur'an-ı Kerim'deki gerçekleri ve insanlara iletilmesi gereken mesajları
anlıyabilmek için arapça bilmenin farz olduğuna
dair, Kur'an-ı
Kerim'den bir delil getirmesini ister. Kardeşimize Kur'an-ı Kerim'in arapça
olarak indirildiğini beyan eden ayet-i kerimelerden birisini delil olarak ileri
sürerek.,
Allah (c.c.) Kur'an-ı
Kerim'de "Biz bu Kur'an'i arapça olarak indirdik" buyuruyor, der.
Kardeşimiz ise "Ben bu ayet-i kerimeden hiçbir şey anlayamadım"
karşılığını verir. Tabi ki cevabını hemen tekrarlar. Kardeşimiz yine "Anlayamadım"
der. Cevabını üç-dört kez tekrarlamasına rağmen kardeşimizin hala
"Anlayamadım" demesine kızarak, şöyle der.,
Neden anlayamadım
diyorsun, nasıl anlamazsın!. Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de "Biz bu
Kur'an'ı arapça olarak indirdik" buyuruyor, der. Kardeşimiz ise tebessüm
ederek şu cevabı verir.,
Bak mübarek! Senin
bana üst üste söylediğin ayet-i kerimenin arapça aslı değil, türkçe meali. Ben
bu meal ile Rabbİmin buyruğunu anlamadığımı söylediğim zaman kızıyorsun ve
bana "Nasıl anlamazsın" diyorsun!. Anladığımı söylesem, senin İddian
çürümüş olmayacak mı?.
Evet, verdiğimiz
örnekten de anlaşılacağı gibi bu mesele, itidalli yaklaşılması gereken bir meseledir.
Netice olarak türkçe veya başka dillerdeki mealleri asıl yerine koyup "Bu
mealler ile herşey anlaşılabilir" demek ne kadar yanlış ise, "Mealler
ile hiçbir şey anlaşılamaz" demek de o kadar yanlıştır.
Çünkü Kur'an-ı
Kerim'in İlahi mesajı, değişik dilleri konuşan dünya insaniannın kendi
dillerine tercüme edildiği zaman, bu insanlar tarafından genel ve yeterli
olarak anlaşılabilecek apaçık bir mesajdır. Zaten dünya insanlarına iletilmesi
gereken,
İlahi vahyin evrensel
mesajıdır..
Bununla beraber şu hususu
da önemle belirtmek isteriz ki, ırkları veya kullandıkları dil ne olursa
olsun, dünya müslümanlannın öğrenmeleri gereken ikinci lisan öncelikle arapça
olmalıdır. İkinci lisandaki öncelikli tercih arapça olduğu zaman, hem Kur'an-ı
Kerim orijinal metninden anlaşılabilecek ve hem de birbirleriyle iletişim
kurmaları gereken dünya müslümanlan arasında, ortak bir lisan düzlemi oluşabilecektir.
Öncelikle şu gerçeği
kabul etmemiz gerekir ki sün-net-i seniye, Kur'an-ı Kerim'den kaynaklanan ve
Kur'an-ı Kerİm'in açık bir ifadesidir. Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayan ve en
güzel tatbik eden şahsın Efendimiz {s.a.v.) olduğu, dünya müslümanlannın
tartışmadan kabul edecekleri bir gerçekdir.
Bütün bir risalet
dönemi boyunca Kur'an-ı Kerim'i önemle dikkate alan Efendimiz (s.a.v.), yaşayan
bir Kur'an-ı Kerim gibiydi. Nitekim Hz. Aişe (r.a.) validemiz, Efendimiz
(s.a.v.)'in ahlakını "Onun ahlakı, Kur'an ahlakıdır" ifadesiyle
tanımlarken, aynı gerçeğe işaret etmektedir.
Kur'an-ı Kerim'i bir
ahlak haline getirmek ise, hiç şüphesiz ki Kur'an'ı anlamak ve Kur'an'ı
yaşamakla gerçekleşen bir hadisedir.
İşte Kur'an-ı Kerim'i
bizlerden daha iyi anlayan ve bizlerden daha iyi yaşayan Efendimiz (s.a.v.)'in
sünnetine yönelirken, öncelikle bu iki husustan faydalanma bilinciyle yönelmemiz
gerekir. Dolayısıyle Kur'an-ı Kerim'i anlamak ve yaşamak için sünnet-i
seniyeyi, sünnet-i seniyeyi anlamak ve yaşamak için Kur'an-ı Kerim'i dikkate
alan müslümanlar, doğru bir yöneliş içinde bulunan müslümanlardır.
Çünkü Kur'an ve
sünnet,
İslam'ı anlamak ve
İslam'ı yaşamak isteyen dünya müslümanlan için, birbirinden aynlmaz ve
ayrılmaması gereken bir bütündür. Kur'an-ı Kerim'i dikkate alarak Kur'an-ı
Kerim'den faydalanmak isteyen dünya müsiümanlannın, aynı şekilde sünnet-i
seniyeyi de dikkate almaları ve sünnet-i seniyeden de faydalanmalan gerekir.
Ancak, sünnet-i
seniyeden faydalanma meselesine, dünya müslümanlannın ortak ve netleşmiş bir
yakla-şırnlan yoktur. Bu önemli konuda birbirinden oldukça farklı yönelişler,
oldukça farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu farklı yönelişlerin birçok
nedenleri olmasına rağmen, bizler meselenin Kur'an-ı Kerimle ilgili bazı
boyutlarına değineceğiz.
Çoğumuzun gördüğü ve
bildiği gibi,
Kur'an ve sünneti
birbirinden ayırmayan ve ayırmak istemeyen dünya müslümanlan; Kur'an-ı Kerime
nasıl yaklaşıyorlarsa, genel olarak sünnete de aynı şekilde yaklaşmaktadırlar.
Oysa bu yaklaşım bazı durumlarda doğrulara, bazı durumlarda yanlış ve
yanılgılara neden olan bir yaklaşımdır. Bunun nedeni ise, Kur'an ve sünnet
arasındaki keyfiyet farklılıklandır. Kur'an ve sünnet, birbiriyle aynı olan iki
vakıa olsalardı, elbetteki Kur'an ve sünnete aynı yaklaşımın hiçbir mahzuru
olmayacaktı.
Ancak biliyoruz ve
bilmemiz gerekir ki,
Kur'an ve sünnet aynı
iki vakıa değildir. Birisi İlahi, diğeri ise beşeridir. SünneM seniye için
"İlahidir" demek, bir beşer olan Efendimiz (s.a.v.)'i ilahlaştırmaya
çalışmak olacaktır. Kur'an-ı Kerim'e beşerilik nisbet etmek ne kadar yanlış
ise, sünnet-i seniyeye de İlahiiik nisbet etmek o kadar yanlıştır. Çünkü bazı
yorumlan dikkate alarak her ikisinin de İlahi vahiyden kaynaklandığını kabul
etsek dahi, sünnet-i seniyenin pratiğe yansıyan somutlaşmış şekli İlahi değil,
beşeridir. Oysa Kuran-ı Kerim, hem kaynak itibariyle ve hem de bir kelam
olarak somutlaşmış şekliyle İlahidir.
Kur'an ve sünneti ayrı
ayn mütalağa ettiğimiz zaman, bu iki kaynak arasındaki farklılıkları
görebilmemiz mümkün olacaktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in birçok vasfı, sünnet-i
seniyenin genel vasıflanndan değildir. Mesela Kur'an-ı Kerim'in zamandan ve
mekandan münezzeh olan evrensellik vasfı, sünnetin geneli için yoktur.
"Resulullah (s.a.v.)'in her fiili, her davranışı, evrensel davranışlardır"
diyemeyiz.
İşte bu gibi
farklılıkları dikkate almadan Kur'an ve sünnete aynı yaklaşımda bulunmak, bu
yaklaşımda bulunan müslümanlan bazı yanılgılara, bazı çıkmazlara götürecektir.
Halbuki Kur'an ve sünnet arasındaki bazı farklılıkları dikkate almamız ve
sünnet-i seniyeyi kendi bütünlüğünde tasnif ederek değerlendirmemiz gerekir.
Kur'an-ı Kerim'i
anlamak meselesinde, bu husustaki hadis-i şeriflerden faydalanmamız gerekli
olduğu gibi, Kuranı yaşamak veya diğer bir deyişle pratiğe geçirmek meselesinde
de sünnet-i seniyeden faydalanmamız gereke fendimiz (s.a.v.) hangi İlahi
hükümleri, hangi zaman, nerede, kimlere, nasıl ve ne şekilde jik
etmiştir?" sorulan, bu konularda sormamız gereken önemli sorulardır.
Nitekim bu sorularla Kur'an ve sünnetin bütünlüğüne yöneJüiğimiz zaman,
karşılaşacağımız ilk gerçek şudur.,
Kur'an-ı Kerim
Efendimiz (s.a.v.)'e yaşanması gereken yüzlerce hüküm bildirmesine rağmen, bu
hükümlerin pratiğe geçirilmesiyle ilgili bütün boyutlara müdahale etmemektedir.
Daha açık bir ifadeyle o meseledeki genel hüküm veya hükümler bildirilmekte,
bu hükümlerin pratiğe geçirilmesiyle ilgili olan bazı boyutlarda ki görüş,
karar veya tercih Efendimiz (s.a.v.)'e bırakılmaktadır.
Bunun hikmetini
anlamamız İse pek zor değildir!.
Çünkü hepimizin bildiği
gibi Kur'an-ı Kerim evrensel bir Kitab'dır. Kıyamete kadar bütün zamanlarda ve
bütün mekanlarda yaşanabilecek bir Kitab'dır. Evrensel olan bu Kur'an-ı Kerim
şayet zamana, mekana, konuma ve muhataba göre pratiği değişebilecek olan
meselelerde, somut pratikle ilgili sadece bir hüküm vazetseydi veya bu konuda
vazettiği genel hükmü sadece bir pratik ile somutlaştırsay-dı, farklı şartlarda
yaşanması mümkün olmayacak olan bu Kur'an-ı Kerim'de evrensellik vasfı
olmayacaktı!.
Tabi ki evrensel olan
Kur'an-ı Kerim'de, evrenselliğe gölge düşürecek olan böylesi yaklaşımlar
yoktur. Kur'an-ı Kerim zamana, mekana, konuma ve muhataba göre pratiği
değişebilecek olan meselelerde somut pratikle ügili olarak ya birden fazla
hüküm vazederek, müslümanlann önderine bu hükümler arasında tercih hakkı
vermekte veya o konudaki genel hükmünü bildirip, bu hükmün pratiğe geçirilmesi
hususunda yine müslümaniann önderine görüş ve tercih hakkı bırakmaktadır.
Nitekim Resulullah
(s.a.v.) İlahi hükmün pratiğe geçirilmesiyle ilgili olarak muhayyer
bırakıldığı bütün meselelerde, İlahi mesajın gene! dünya görüşünü ve
sınırlannı dikkate alarak, söz konusu hükümleri en güzel biçimde pratiğe
geçirmiştir. Sünnet-i seniyenin önemli bir bölümünü teşkil eden bu pratikler,
günümüzdeki müslüman önderlerin mutlaka ve mutlaka dikkate almaiari gereken
pratiklerdir.
Ancak, yaşanan
şartlara göre değişebilecek olan bu gibi pratiklere şabloncu bir zihniyetle
yaklaşıp, Efendimiz (s.a.v.)'in bütün pratiklerini aynen tekrar etmeye
kalkışmak, sünnet-i seniyeye bağlılık veya sünnet-i seniyeyi ihya etmek değildir.
Çünkü bu gibi pratikler; zamana ve mekana göre değişmeyecek olan (mesela namaz
gibi) evrensel pratikler değil, zaman, mekan ve şartlar dikkate alınarak
belirlenen pratiklerdir.
Netice olarak Efendimiz
(s.a.v.)'in muhayyer bırakıldığı her meselede olmasa da, pratikle ilgili
birçok meselede günümüzdeki müslüman önderler de muhayyer bırakılmaktadır.
Efendimiz (s.a.v.) söz konusu hükümleri pratiğe geçirirken nasıl ki yaşadığı
zamanı, şartlan ve muhataplan dikkate almış ise, günümüzdeki müslüman
önderlerin de aynı husustan dikkate almalan gerekmektedir.
İşte mesele bu noktaya
geldiği zaman günümüzdeki müslümanlann ve özellikle müslüman önderlerin Efendimiz
(s.a.v.)'den örnek almalan gereken husus, Efendimiz (s.a.v.)'in bu pratiklerde
kullandığı usuldür. Çünkü hiç şüphesiz ki Efendimiz (s.a.v.)'in pratik düzlemde
muhayyer bırakıldığı meselelere gelişi güzel bir yaklaşımı yoktu. O konudaki
genel hükmü ve bu hükmün sınırlannı dikkate alarak gözettiği maslahatlar
bulunmaktaydı. Resulullah (s.a.v.) bu gibi hükümleri pratiğe geçirirken
maslahatların çatıştığı durumlarda, bazı maslahatlara öncelik verirken, bazı
mas-lahatlan gözardı edebiliyordu. Nitekim usûlle ilgili olan bu ve bu gibi
sorularla kavrayacağımız gerçek ise, henüz dünya müslümanlarının genel
gündemine girmeyen Nebevi usuldür.
Oysa Efendimiz
(s.a.v.)'in İlahi hükümleri pratiğe geçirirken kullandığı Nebevi usulü
kavramak, günümüz müslümanlarının pratik meselesindeki önemü sorunlannı çözümleyecektir
Tabi ki bunun
sağlanması,
Kuran ve sünnetin aynı
gerçeklikte mütalaa edilmesine ve Neb.evi usûlün Kur'an-ı Kerim ışığında
tesbit edilmesine bağlıdır.
Kur'an-ı Kerim'deki
birçok hükmü pratiğe geçirirken bizlere gerekli olan bu Nebevi usûl, aynı
zamanda sünnet-i seniyeyi anlamak ve yaşamak hususunda da bizlere yardımcı
olacaktır.
Çünkü Kur'ani bilinçle
sünnet-i seniyeye bağlılık, aynı zamanda Efendimiz (s.a.v.)'in usûlüne de
bağlılıktır.
Kur'an-ı Kerim'le
ilgili tefsirler, bilindiği gibi genel olarak ikiye aynlır. Bunlardan birisi
rivayet, diğeri ise dirayet tefsirleridir.
Rivayet tefsirlerine
nakli tefsirler de denilmektedir. Çünkü bu tefsirlerin içeriği, genel olarak
nakillere dayanmaktadır. Rivayet tefsirlerinde esas alınan husus; ayet-i kerimelerin
diğer ayet-i kerimelerle, Resulullah (s.a.v,)'in ve sahabenin bu konulardaki
sözleriyle açıklanmasıdır. Hatta bu tefsire sahabelerin sözleriyle birlikte,
tabiilerin de ilave edileceği kanaatinde olanlar vardır. Rivayet tefsirlerinde
böylesi zengin nakiller olmakla beraber, bu nakillere İsraili-yatın ve bazı
uydurma haberlerin de girmiş olması, rivayet tefsirlerinin zayıf yönünü
oluşturmaktadır.
Dirayet tefsirleri ise
sadece rivayetlerle sınırlı kalmayıp, din, dil, edebiyat ve değişik ilimlere
dayanılarak yapılan tefsirlerdir. Dirayet tefsirlerine aynı zamanda re'y
tefsi-denilmesinin nedeni, bu
tefsirlerde reye de
yer verilmesidir. Re'y tefsirinin caiz olup/olmadığı meselesinde oldukça
uzun tartışmalar yapılmıştır. Bununla beraber re'y tefsirleri mezmum ve memduh
olmak üzere ikiye ayrılmış, memduh olan caiz görülürken, mezmum olanlar caiz görülmemiştir.
Tefsirler hakkında bu
çok kısa bilgiyle birlikte, bütün tefsirlerin yaşanılan çağa göre hazırlandığını
da dikkate almamız gerekir. Daha önce de belirttiğimiz gibi İlahi mesaj,
evrensel olan bir mesajdır. Müfessirlere düşen görev, söz konusu İlahi mesajı
kendi zamanına ve kendi toplumuna iletmesidir. Bu mesaj iletilirken hiç
şüphesiz ki yaşanılan zamanın ve içinde bulunulan toplumun birçok durumu dikkate
alınacaktır. Nitekim bütün müfessirlerin yaptığı da, evrensel olan İlahi
mesajın özellikle yaşanılan zaman dilimine yansıyan boyutuna, o çağdaki
insanlann anlayışına göre açıklık getirmeleridir.
Bu gibi eserlerdeki
bazı hükümlerin tefsirlerinden günümüzde de faydalanabilmemiz mümkün olmakla
beraber, bütün hükümlerin tefsirine aynı yaklaşımda bulunamayız. Çünkü hiçbir
tefsir, genel olarak evrensel değildir. Evrensel olan İlahi mesajın yorumu
veya tefsiri değil,
İlahi mesajın bizzat
kendisidir.
İlahi mesaj kıyamete
kadar bütün zamanlan ve mekanları dikkate alırken, tefsirler genel olarak
yaşanılan zamanı ve mekanı dikkate alırlar ve dikkate almak zorundadırlar..
Netice olarak
tefsirlere bu bilinçle yaklaşmamız, yaşadığımız çağdaki insanlan İlahi mesajın
asırlar önceki tefsi-riyle değil, bugünümüze ışık tutan apaçık içeriği ile
karşı karşıya getirmemiz gerekir.
Çünkü altının
çizilmesi gereken gerçek,
ayetin tefsiri ayet,
vahyin yorumu vahiy değildir.
Ayetin tefsirini ayet,
vahyin yorumunu vahiy
yerine koymak ve bu tefsirlerin tefsirini, yorumların yorumunu yaparak
insanlan bunlarla karşı karşıya getirmek, insanlara açıkça zulmetmek olacaktır.
Bütün tefsirler, bu
tefsirlerdeki açıklamalarla sınırlı kalmamamız kaydıyle faydalanabileceğimiz
eserlerdir. Özellikle gramer ağırlıklı tefsirler, arapça bilmeyen müslümanlann
sık sık müracaat edecekleri ve faydalanabilecekleri tefsirlerdir. Ancak
yukanda belirttiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim anlayışımızı bu gibi eserlerle, bu
gibi tefsirlerle sınırlı tutmamamız gerekir.
Bunlarla sınırlı
kalmamız,
Kur'an-ı Kerim'i
anlamak değil, Kur'an-ı Kerim'den sadece geçmiş müfessirlerin ne anladığını
anlamamızı sağlayacaktır. Böyle bir anlayış ise, günümüze uzanan ve günümüz
için kesinlikle yeterli olabilecek bir anlayış değildir. Çünkü günümüzde
anlamamız ve günümüz insanlan-na anlatmamız gereken gerçekler, İlahi vahyin
belli bir dönemdeki tefsiri veya yorumu değil,
İlahi vahyin evrensel
mesajıdır.
Kur'an-ı Kerim'in
peyderpey indirilmesi, hiç şüphesiz ki birçok hikmetleri içermektedir. Çünkü
Kur'an-ı Kerim'in kendisi bizatihi hak olduğu gibi, inişi ve indirilişi de haktır.,
Biz onu (Kur'an'ı) hak
olarak indirdik ve o hak olarak indi; seni de yalnızca bir müjde verici ve
uya-np-korkutucu olarak gönderdik.[168]
Şanı yüce Rabbimiz
dileseydi,
Kur'an-ı Kerim'i,
Resulullah (s.a.v.)'e Hira mağarasında bir bütün olarak indirebilir ve
Efendimiz (s.a.v.) Mekke'ye elinde bütün bir Kitab ile dönebilirdi.
Fakat biliyoruz ki
müslümanlara ve bütün insanlara güç yetiremeyeceklerini yüklemekten münezzeh
olan şanı yüce Rabbimiz, bu yüce Kitab'ı hikmetli bir ahenk dahilinde
peyderpey indirmiştir.
Konuyla ilgili ayet-i
kerimelerde, Kur'an-ı Kerim'in hem peyderpey indirilmesi zikredilmekte ve hem
de bunun bazı hikmetlerine açıklık getirilmektedir.,
Gerçek şu ki, Kur'an'ı
senin üzerine 'safhalar halinde bir indirme tarzıyla (tenzil)' indiren biziz,
Biz,[169]
Küfredenler dediler
ki: "Kur'an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil
miydi?" Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böylece
(ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene
koyup' okuduk.[170]
Onu bir Kur'an olarak,
insanlara dura dura okuman için (bölüm bölüm) ayırdık ve onu safha safha bir
indirme ile indirdik.[171]
Sadece okunması için
indirilmeyen, tüm müslümanlan beyan ettiği İlahi hükümlerle muhatap ve mükellef
tutan Kur'an-ı Kerim ayetleri, öncelikle Efendimiz (s.a.v.)'i ve bu dönemdeki
müslümanlan muhatap almıştır.
Bu dönemdeki
müslümanlara bulunduktan konumun fıkhını veren Kur'an-ı Kerim ayetleri, hiç
şüphesiz ki bu müslümanlann içinde bulundukları konumu dikkate alıyordu.
Nitekim peyderpey indirilen Kur'an-ı Kerim ayetlerini nüzul sırasına göre
inceleyecek ve bunun nedenlerini düşünecek olursak, peyderpey indirilmesinin
birçok hikmetlerini kavramamız mümkün olacaktır.
Medine döneminde nazil
olan birçok ayet-i kerimenin, Mekki dönemde neden nazil olmadığını araştıracak
olursak, bu araştırmayla ilgili soracağımız sorular,
İslami hareketin
gelişim seyri, müslümanlann içinde bulundukları konum ve yapıla-nyla
cevaplanabilecek sorulardır.
Hiçbir nefse gücü
yetmeyeceğini yüklemeyecek olan Rabbimiz, müslümanların içinde bulundukları
konumu ve yapılarını dikkate alarak, bu müslümaniara güç yetirebilecekleri bir
fıkhı yüklemiştir. Nitekim İlahi vahye muhatap olan müslümanların konumlan ve
yapılan genişledikçe, müslümaniara İlahi vahiy tarafından yüklenen fıkıh da genişlik
kazanmıştır.
Yaptığımız ve
yapacağımız bütün Kur'an-ı Kerim çalışmalarında; Kuranın peyderpey
indirilmesiyle ilgili olan bu gibi gerçekleri ve bu gerçeklerin genel hikmetini
mutlaka dikkate almamız gerekmektedir.
Ancak, bu gerçekleri
dikkate almak demek, hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i Mekki ve Medeni olarak
ikiye ayırdıktan sonra, Medeni sureleri gözardı etmek veya gündemden çıkarmak
değildir. Çünkü bu gerçeklerin ve nüzul sırasının dikkate alınması, genel
olarak ferdi kulluğumuzla ilgili meselelerde değil, özellikle İslami hareketin
toplumsal boyutunda faydalanmamız gereken bir husustur.
Ferdi kulluğumuzla
ilgili olan meselelerde ise, bir cemaate, bir devlete gerek duymadan
yaşayabileceğimiz her hüküm, Medeni surelerin sonunda nazil olsa dahi, bulunduğumuz
konumda yaşamakla mükellef olduğumuz hükümlerdir.
Kur an-ı Kerim'in
peyderpey indirilmesini ve nüzul sılasını dikkate alınması, daha önce de
belirttiğimiz gibi İslami hareketin toplumsal boyutunda gerekli olan bir husustur.
Nitekim nüzul sırasını ve Efendimiz (s.a.v.)'in hareket seyrini gözönüne
alarak, hangi konumdaki müslümaniara toplumsal düzlemde nelerin yüklendiğini
anlamamız, bu hikmetli gerçeği kavramamız. yaşadığımız çağdaki müslümanların
içinde bulunduklan konumunu dikkate alarak, günümüzdeki bu müslümaniara
toplumsal düzlemde nelerin yüklenmesi gerektiğini de anlamamızı sağlayacaktır.
Kur'an-ı Kerim'e bu
bilinçle yönelmek, hiç şüphesiz ki Kur'an-ı Kerim'i bölmek veya Kur'an'a bölücü
bir yaklaşımda bulunmak değildir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in hikmetli bir seyir
ile peyderpey indirilmesi, İslami hareketin toplumsal boyutuyla ilgili birçok
hükümlere, (itikadı değil, ameli düzlemde) peyderpey, evet, peyderpey
yaklaşmamız gerektiğine işaret etmektedir.
Araştırmalarda program
ve metod, bütün araştırmacıların dikkate alması gereken önemli hususlardır.
Sağlıklı ve disiplinli çalışmanın öncelikli şartı, kişinin kendisini ve
yürüteceği çalışmayı, belli bir programa bağlamasıdır. Çalışma veya araştırma
metodu doğru olsa dahi, programsız yönelişlerle yeterli ve randımanlı sonuçlar
alabilmek mümkün değildir.
Yürüteceğiniz herhangi
bir çalışmaya, üç ayda bitirmek niyetiyle programsız bir şekilde başlayacağınıza,
kendinizi ve çalışmanızı beş aya programlayarak başlayınız. Hiç şüpheniz
olmasın ki, programlı bir şekilde beş ayda bitireceğiniz bu çalışma, diğerinden
daha önce bitecektir. Çünkü üç ayda bitirilmeye niyetlenilen nice programsız
çalışmalar vardır ki, bu çalışmalar üç yılda dahi bitirilememiştir!.
Program yapmak demek, yapılacak
çalışmayı tasnif ederek, bunu belirlenmiş sürelere bölmek demektir. Mesela herhangi bir konuda Kur'ar Kerim
araştırması yapacaksanız, araştırma konu nuzu dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'i
baştan sona not ala rak okumanız gerekecektir. Okuma ve not alma süresini dört
ay olarak düşünüyorsanız, hergün beş sayfa okumak üzere kendinize dört aylık
bir takvim yapmanız veya herhangi bir takvimin her sayfasına, o gün hangi
sayfadan hangi sayfaya kadar okuyacağınızı not almanız gerekir. Yaptığınız bu
işlem,
Kur'an-ı Kerim'i dört
ayda okumak üzere kendinizi programlamanız demektir. Aldığınız notlan tasnif
etmek için üç hafta ve bu tasnifleri değerlendirerek genel bir sonuca varmak
için de bir hafta belirlemişseniz, bütün araştırmanızı beş aylık bir programa
dahil etmiş olursunuz.
Çalışmanızla ilgili
bir program yaptıktan sonra, bu programa ne kadar çok önem verir ve ciddiye
alırsanız, programın gereğini yapmanız o kadar kolay olur.
Programlı bir
çalışmaya başladığınız zaman, gündelik nedenleri ne olursa olsun programın
gerisinde kalmamaya çalışmalısınız. "Efendim üşütmüşüm, iki gün hasta
yattım veya eve misafir geldi.." gibi gündelik mazeretler, programın
gerisinde kalmak için geçerli mazeretler değildir. Çünkü programlı bir
çalışmaya başlayacağınız zaman, üşütebi-leceğinizi, birkaç gün hasta
yatabileceğinizi, eve misafir gelebileceğini önceden hesaba katarak,
programınızı ona göre yapmanız ve yaptığınız programı üç-beş gün ilersin-den
takip etmeniz gerekirdi. Mesela şahsım olarak yürüttüğüm bir programın, üç-beş
gün ilersine uluştığım zaman, kalbi bir rahatlık hissediyorum. Çalışma
programımın bir hafta önündeysem, o gün çalışmamı engelleyecek durumlarla
karşılaşsam dahi, pek rahatsız olmuyorum. Yaptığımız çalışma programını, gereğini
yapmak üzere hazırlıyorsak, bu programı ciddiye almamız ve kendi kendimize
verdiğimiz söze gücümüz nisbetince sadık kalmamız gerekir. Herhangi bir konuda
çalışma programı yaptıktan sonra, bu program sadece kağıt üzerinde kalıyorsa, kendimizin
hazırladığı bir programa, yine kendimiz ihanet ediyorsak kendimize söz
geçiremiyorsak, kendimize vaziyet edemiyorsak, yakın çevremize söz
geçirebilmemiz veya onlara vaziyet edebilmemiz nasıl mümkün olacaktır ki!.
Meselenin bu yönünü
dikkate almanız ve daha önce programlı bir çalışma yapmamışsanız veya kendinizi
bu konuda hiç denememişseniz, ilk programınızı mümkün olduğu kadar hafif
yapmanız yararlı olacaktır. Çünkü kendinize büyük bir program yapıp, bu
programın altından kalkamayarak kendinize güveninizi yitireceğinize, öncelikle
küçük ve hafif bir program yaparak kendinizi denemeniz ve bu programın gereğini
yaparak kendinize güven kazanmanız, ilerki çalışmalannız için olumlu bir
başlangıç olacaktır. Nitekim Efendimiz (s.a.v.), Tirmizi'deki bir rivayete
göre aynı gerçekliğe işaret etmektedir.
Ebu Hüreyre (r.a.)
anlatıyor: Resullullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Her şeyin bir şevki vardır.
Her şevkin de bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işe karşı bu şevki duyan kişi
işini yaparken mutedil hareket eder ve bu itidali devam ettirirse, muvaffak
olacağını ümid edin, (çünki bu şekilde takibine devam edebilir). Şayet (aşırılığa
düşerek dikkat çekmiş ve) parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip
(muvaffak olacak kimselerden) saymayın.[172]
Çalışma programıyla
ilgili olarak bu kısa bilgiyi verdikten sonra, asıl konumuz olan araştırmalarda
metod meselesine geçebiliriz.,
"Kur'an-ı Kerim
araştırmalarında metod ne olmalıdır" sorusu, birçok müsiümanın gündemine
giren ve değişik düzlemlerde tartışılan bir sorudur. Kur'an-ı Kerim araştır-malannda
hiç şüphesiz ki birçok metodlar bulunmaktadır. Biz bu kitap çalışmasında söz
konusu metodlara değil, kendimizin kullandığı ve oldukça da faydalandığımız bir
metoda genel bir açıklık getireceğiz.
Şimdiye kadar
kullandığımız metodun ilk üç bu kitab çalışmasında kısaca değindiğimiz üç
meselenin anlaşılması ve bütün araştırmalarda dikkate alınmasıdır.
"Kur'an-ı Kerim nedir?" başlığında verilenler, araştırma için
yöneleceğimiz bu yüce Kitab'ı tanımamızı sağlayacaktır. İndiriliş gayesini
bilmemiz, Kur'an-ı Kerim'e yöneliş ve araştırma gayelerimizin, temelde ne
olması gerektiğine açıklık getirecektir. Faydalanabilme şartlarında belirtilen
prensipler ise Kur'an-ı Kerim çalışmalarımızda dikkate almamız gereken başlı
başına prensiplerdir.
Bu üç şartı birbiriyle
kaynaştırarak Kur'an-ı Kerim'e yönelen müslümanlar, bu şartlara riayet
ettikleri sürece zaten genel bir yaklaşım metoduna sahip olmaktadırlar. Nitekim
bu genel yaklaşım metodunun prensipleri, bizzat Kur'an-ı Kerim'in beyan ettiği,
şart koştuğu bir prensiplerdir.
Bu metodu ve bu metoda
ilişkin prensipleri dikkate alarak Kur'an-ı Kerim'e araştırma gayesiyle
yöneldiğimiz zaman; araştırma konumuzun, öncelikle çok genel konular olmamasına
özen göstermeliyiz. Mesela araştırma konusu olarak seçeceğimiz "Müslümanlar
ne yapmalı?" sorusu, ol-
dukça genel bir
sorudur. Bu soru ile Kur'an-ı Kerim'e yöneldiğimiz zaman, konuyla ilgili
binlerce ayet-İ kerimeyi gözden kaçırmadan not alabilmemiz ve sıhhatli bir
tasnif yapabilmemiz mümkün değildir. Böyle bir durumda çok genel olan bu
sorudan vazgeçmemiz, bu soruyu gündemimizden çıkarmamız gerekmez.
Yapmamız gereken, bu
genel soruyu kendi bünyesinde parçalara ayırmak ve parçaların cevabını
araştırdıktan sonra, bu cevaplan bütünleştirerek genel sorumuzu
cevaplandırmaktır. Bu hususu örneklendirmemiz gerekirse "Müslümanlar ne
yapmalı?" sorusunun bünyesinde şu sorular bulunmaktadır.,
Müslümanlar Allah'a
karşı ne yapmalı?
Peygambere ve
peygamber sünnetine karşı ne yapmalı?
Kur'an-ı Kerim'e karşı
ne yapmalı?
Dine karşı ne yapmalı?
Kendi nefislerine
karşı ne yapmalı?
Şeytana karşı ne
yapmalı?
Müslümanlara karşı ne
yapmalı?
Müstekbirlere karşı ne
yapmalı?
Fasık ve münafıklara
karşı ne yapmalı?
Ehl-i Kitaba karşı ne
yapmalı?
Dünya ve ahirete karşı
ne yapmalı?
Biraz daha fazlaîaştırab
ileceğimiz bu gibi sorular, "Müslümanlar ne yapmalı?" genel sorusunun
bünyesinde bulunan sorulardır.
Yapılan veya yapılacak
olan Kur'an-ı Kerim araştırması, şayet bir ekip araştırması ise yukarıdaki
sorular müsIlımanlar arasında taksim edilir. Herhangi bir sorunun birden fazla
kişiye verilmesi,ve birden fazla kişi tarafından araştırılması; sonuçlar
mukayeseli olarak karşılaştırılacağından ve birinin eksiğini diğeri
tamamlayabileceğinden, hayli verimli bir çalışma olabilecektir.
Bu sorulardan biri
veya birkaçı ile Kur'an-ı Kerime yönelen kardeşlerimizin, Kur'an-ı Kerim'i
baştan sona araştırma dikkatiyle okurlarken, sorulanyla ilgili bütün ayet-i
kerimeleri Özenle not almalan gerekmektedir. Araştırma konumuzla ilgili olan
Rabbani eylem ve yaklaşımlan not alırken, bu konudaki cahili eylem ve
yaklaşımlan da not almamız, araştırma konumuzu her iki boyuttan değerlendirmemizi
sağlayacaktır. (Kaldı ki bizlere birçok cahili eylem ve yaklaşımı beyan eden
Kur' an'ı Kerim ayetlerini yeterince düşündüğümüz zaman; bu ayet-i kerimelerde
bizler için hem nehiyler ve hem de cahili eylemlerin zıddı olan Rabbani
eylemler hususunda emirler bulunduğunu göreceğiz.)
Araştırmanın bu
aşamasında dikkat edilmesi gereken husus, tesbit edilen ayetler üzerinde
fazlaca durupdüşünülmemesidir. Belki bu husus bazı kardeşlerimize tuhaf
gelecektir ama konuyla ilgili ayet-i kerimeleri tesbit ederken, ayetler
üzerinde durulup düşünülmesi, bazı ayetlere Kur'an-ı Kerim bütünlüğünün
dışında anlam yüklenmesine neden olmakta ve araştırma konusunu olumsuz yönde
etkilemektedir. Oysa bu aşamada ayet-i kerimelerin konuyla ilgili
olup-olmadıklarını dikkate almak, konuyla ilgili ayet-i kerimeleri not ederek
geçmek yeterli olacaktır.
Konuyla ilgili ayet-i
kerimeleri tesbit ederken, yorumlardan ve yoruma dayalı bağlantılardan da kaçınmamız
gerekir. Çünkü Kur'an-ı Kerim çalışmalannda, gücümüz nisbetince ayetlerin
yorumuna değil, bizzat ayetlere, ayet-i kerimelerin apaçık anlamına yer
vermeliyiz. Dolayisiyle okuduğumuz ayet-i kerimelerde konumuzla ilgili müşahhas
bir bağlantı varsa, sadece bu ayet-i kerimeleri not etmemiz, ön araştırma için
yeterli olabilecektir.
Ayet-i kerimeler
tesbit edildikten sonra bu ayet-i kerimelerin tasnif edilmesi gerekir. Birçok
kardeşimize araştırmanın bu safhası oldukça zor ve karmaşık gelmektedir.
Araştırmacı kardeşlerimizin bu aşamada karşıiaştıklan zorluklar, konuyla
ilgili bütün ayet-i kerimeleri dikkate alarak tasnif yapmak istemelerinden
kaynaklanmaktadır. Nitekim konuyla ilgili üçyüz ayet-i kerime tesbit etmişlerse,
bu üç-yüz ayet-i kerimenin genelini dikkate alarak tasnif etmeye çalışmak,
zihnin sınırlarını zorlamakta ve araştırmacı kardeşlerimizi içinden çıkılması
zor durumlara getirmektedir.
Oysa tasnif işlemini
yaparken, tesbit edilen bütün ayet-i kerimeleri dikkate almamıza ve hepsini
birden tasnif etmeye çalışmamıza hiç gerek yoktur. Bir ayet-i kerimeyi veya
anlam bütünlüğünü bozmamak için siyakı ve sibakıyla aldığımız üç-dört ayet-i
kerimeyi tasnif işleminde yerli yerine koymak, aslında konuyla ilgili üçyüz
ayet-i kerimeyi yerli yerine koymaktır. Çünkü her ayet-i kerimenin birer birer
veya siyak sibak bütünlüğünde tasnif edilmesi, aslında aynı metodla bütün
ayet-i kerimelerin tasnif edilmesidir. Burada önemli olan husus, nasıl bir
tasnif yapılacağı veya tasnif işleminin neye göre yapılacağıdır.
Kur'an-ı Kerim
araştırmalarında iki türlü tasnif yapmamız mümkündür. Bunlardan birincisi
kendi tercihimize göre yapacağımız tasnif, ikincisi ise ayet-i kerimelerin kendi
kendilerini tasnif etmesidir. Birincisinde tasnif bölümleri önceden belli
olmasına rağmen, ikincisinde bu şekilde bir ön belirleme yoktur. Tasnifle
ilgili bu meseleyi tabi ki örneklendirerek açıklamamız gerekecektir.
Meseîa araştırma
konumuz, müsiümanlann müstek-birlere karşı yaklaşım ve davranışları oiup,
konuyla ilgili tesbit ettiğimiz ayet-i kerimeler dörtyüzelli olsun. Bu ayet-i
kerimeleri kendi tercihimize göre tasnif etmemiz demek, tasnif işlemini önceden
belirlediğimiz bölümlere göre yapmak demektir. Ancak kendimizin belirleyeceği
bu tasnif bölümlerinin, meselenin bütünlüğünü dikkate alan genel böiümler
olmasına özen göstermeliyiz.
Meseleye bu bilinçle
yaklaştığımız zaman, müsiümanlann müstekbirlere karşı davranışlannı açıklayan
ayet-i kerimeleri, öncelikle dört genel başlıkta tasnif etmemiz mümkündür.,
1. Müslüman
önderin (Peygamberin, imamın, halifenin, emirin veya daveti şahsında
sembolleştiren mübelliğin) müstekbirlere karşı yaklaşım ve davranışlan..
2. Müslümanların
müstekbirlere karşı ferdi yaklaşım ve davranışları
3. Müslümanların
müstekbirlere karşı bir cemaat adına yaklaşım ve davranışlan
4. Müslümanların
müstekbirlere karşı İslam Devleti adına yaklaşım ve davranışlan
Bu dört genel başiığı
nereden çıkardığımız tabi ki bellidir. Çünkü "Müslümanların müstekbirlere
karşı yaklaşım ve davranışlan ne olmalıdır?" sorusunda geçen "Müslümanlar"
ifadesinde, müsiümanlann bu dört ayrı konumu da bulunmaktadır. "Müslümanlar"
derken hem müslümanlann imamını, emirini veya davet adına ortaya çıkan seçkin
mübelliği, hem daveti kabul etmiş ferdi bir müslümanı, hem müslüman cemaati ve
hem de müsiümanlann devletini kastediyoruz. Bunlara yüklenen fıkıhlar arasında
bazı farklılıklar varsa (ki apaçık bir şekilde vardır), tasnifi öncelikle bu
bölümlere göre yapmamız oldukça yararlı olacaktır.
İşte yaptığımız bu
tasnif, önceden belirlediğimiz bölümlere veya diğer bir deyişle kendi
tercihimize göre yaptığımız tasniftir. Nitekim konumuzla ilgili olarak tesbit
ettiğimiz dörtyüzelli ayet-i kerimeyi, öncelikle bu başlıklara göre tasnif
ediyoruz. Şayet herhangi bir ayet, birden fazla başlıkla ilgili ise, bu ayet-i
kerimeyi her iki veya üç başlığa ayrı ayn not alıyoruz.
Kendi tercihimize göre
bu genel tasnifi yaptıktan sonra, her bölümün kendi bünyesinde tasnif edilmesi
gerekmektedir. Önceden yeterince belirleyemeyeceğimiz bu tasnif bölümlerini
ayet-i kerimelerin insiyatifine bırakmak, en sıhhatli yoldur.
Bu ise oldukça basit
bir yöntemdir.
Okuduğumuz ayet-i
kelimelerdeki konumuzla ilgili beyan edilen tavırları maddeler halinde
yazarak, bu maddelere söz konusu ayet-i kerimeleri not almaktır. Mesela müslüman
önderin, müstekbirlere karşı tavnnı içeren ayet-i kerimeleri değerlendirirken,
şu ayet-i kerimelerit arşılaşa-biliriz.,
Kavmi onunla
çekişip-tartışmaya girdi. Dedi ki: "O beni doğru yola erdirmişken, siz
benimle Allah konusunda çekişip-tartışmaya mı giriyorsunuz? Sizin O'na şirk
koştuklarınızdan ben korkmuyorum, ancak Allah'ın benîm hakkımda bir şey dilemesi
başka. Rabbim, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır. Yine de Öğüt
alıp-düşünmeyecek misiniz?"
"Hem siz, Onun
kendileri hakkında hiç bir is-patlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak
koşmaktan korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım1? Şu
halde 'güvenlik içinde olmak bakımından' iki taraftan hangisi daha hak
sahibidir? Eğer bilebilirseniz?"[173]
Bu ayet-i kerimelerde verilen
tavırlardan birisi, müslüman önderin müşrik müstekbirlerden ve onların Allah'a
şirk koştukları şeylerden korkmaması ve bunu açıkça beyan etmesidir. Hemen bir
başlık açarak bu tavn şu şekilde not alabiliriz.,
Onlardan ve onların
şirk koştukları şeylerden korkmamak:
Sonra diyelim ki şu
ayet-i kerimelerle karşılaştık.,
Allah'tan başka
taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru sözlüler iseniz, kemen onları
çağırın da size icabet etsinler.
Onların yürüyecek
ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var? Veya görecek gözleri mi var?
Yoksa işitecek kulakları mı var? De ki: "Ortak koşmakta olduklarınızı
çağırın, sonra bir düzen (Tuzak) kurun da bana göz bile açtırmayın."[174]
Bu ayet-i kerimelerde
peygamber veya peygamberi örnek alacak olan mübelliğler tarafından,
müstekbirlerin yöneldikleri ve halka empoze ettikleri putların, gerçek veçheleriyle
ifşa edilmesi vardır. Bir başlık açarak bu maddeyi not ediyoruz.,
Sahte ilahların gerçek
yüzünü ifşa etmek:
Ancak bu ayet-i
kerimelere dikkat edersek, not aldığımız tavırla birlikte, onlardan hiç
korkmamakla ilgili müstağni bir tavır da bulunmaktadır. Bu konuda daha önce açtığımız
bîr başlık olduğu için, aynı başlığa bu ayet-i kerimeleri de not ediyoruz.,
Onlardan ve onlann
şirk koştukları şeylerden
korkmamak:
6/80.81-7/194.195 Daha sonra şu ayet-i kerimelerle karşılaşabiliriz., Dedi ki:
"Ey Musa, sen bizi sihrinle yurdumuzdan sürüp-çıkarmaya mı gelmiş
bulunuyorsun?"
"Madem böyle, biz
de sana buna benzer bîr sihirle geleceğiz; şimdi sen, bir 'buluşma zamanı ve
yeri' tesbit et, bizim de, senin de ona karşı olamayacağımız açık-geniş bir yer
olsun" dedi.
(Musa) Dedi ki:
"Buluşma zamanımız, (ülkenin ulusal) bayram günü ve insanların toplanacağı
kuşluk vakti (olsun)."[175]
Bu ayet-i kerimelerde
mucizelerle veya İlahi gerçeklerle insanlara ulaştırılması gereken genel
tebliğin, zaman ve mekan tesbitiyle ilgili önemli ipuçları verilmektedir. Nitekim
bunları da yeni açacağımız şu başlıkta not ediyoruz., Genel tebliğde zaman ve
mekan tayini: 20/57...59 İşte bu şekilde bütün ayet-i kerimeleri yeni başlıklar
açarak veya daha önceki başlıklara not ederek tasnif ettiğimiz zaman;
yaptığımız bu tasnif, ayet-i kerimelerin içeriğine göre yapılan tasniftir.
Yaptığımız bu tasnif
neticesinde onbeşe yakın başlıkla karşılaşabiliriz. Bundan sonra yapmamız
gereken, söz konusu başlıkları hareket stratejisine göre ahenkli bir sıraya
koymamızdır. Bunu genel bir espri içersinde gerçekleştirebilmemiz için,
başlıklarda not ettiğimiz ayet-i kerimelerin nüzul sıralannı ve gerekirse
nüzul sebeblerini dikkate almamız, bizlere oldukça yararlı olacaktır.
İşte bu aşamalardan
sonra, her başlığı, bu başlık altına not ettiğimiz ayet-i kerimelerin
bütünlüğünde değerlendirebiliriz.
Araştırma konumuzla
ilgili ayet-i kerimeleri Kur'an-ı Kerim'den tesbit ederken, o aşamada ayet-i
kerimeler üzerinde fazlaca düşünülmemesi gerektiğini belirtmiştik. Ancak
araştırma bu aşamaya geldiği ve bir başlık altında se-kiz-on ayet-i kerime not
edildiği zaman, bu ayet-i kerimeleri diğer ayet-i kerimelerin bütünlüğünde
gücümüz nisbetince düşünmemizde herhangi bir mahzur olmadığı gibi faydalı bir
gerekliliktir. Kaldı ki konuyla ilgili ayet-i kerimeleri bir başlık altında
not ettiğimiz zaman, genellikle bu ayet-i kerimelerin zaten birbirini
açıkladığına da şahit olacağız. Bu açıklamalar İstikametinde düşünmek ve derinleşmek
ise, istikamette bir sapma meudana getirmeyeceği için oldukça yararlı
olacaktır.
Bütün bunlarla
beraber, başlıklarla ilgili özellikle nirengi yani merkez niteliğindeki ayet-i
kerimelerin, gramer ağırlıklı tefsirlerden de faydalanılarak daha detaylı bir
incelemeye tabi tutulması, hiç kuşkusuz konuyu daha geniş ve derin boyutlarda
idrak etmemizi sağlayacaktır.
Konuyla ilgili
başlıklar müstakil bir şekilde böylece değerlendirildikten sonra, bu* başlıklar
kendi bütünlüklerinde ve birbiriyle ilintili olarak değerlendirilir.
Müstekbirlere karşı
hangi müslümanlann, hangi konumda, ne zaman, nasıl ve ne şekilde tavır
gösterdiklerinin topluca değerlendirilmesi, önceki tavırlarla sonraki ta-
vırlar arasındaki
nitelik ve nicelik farklılıklarının dikkate alınması ve bütün bunlann
hikmetleri üzerinde düşünülmesi; hiç şüphesiz ki meseleyi öncesi ve sonrasıyla
anlamamızı ve genel boyutlanyla kavramamızı sağlayacaktır..
Kur'an-ı Kerim
araştırmalarında kullanabileceğimiz en basit ve oldukça kullanışlı bir diğer
metod ise,
soru-cevap ilişkisini
kurarak araştırma konumuza bu sorular ve cevaplar istikametinde açıklık
getirmemizdir.
Mesela yapacağımız
araştırmanın konusu, infak meselesinin Kur'an-ı Kerim'e göre genel bir
değerlendirmesi olsun. Öncelikle Kur'an-ı Kerim'i, araştırma konumuzu dikkate
alarak baştan sona okuyor ve konumuzla ilgili bütün ayet-i kerimeleri not
ediyoruz.
Diyelim ki aralannda
pek bir nüans farkı bulunmayan benzer ayetleri çıkardıktan sonra tasnif ederek
değerlendirmemiz gereken aşağıdaki 53 ayet-i kerime bulunmaktadır.,
2/3-2/177-2/195-2/215-2/219-2/254-2/261...265
2/267.268-2/270-2/272...274-3/92-3/134-4/38.39-8/60
9/34.35-9/53.54-9/91.92-9/98.99-9/121-13/18-14/31
16/
75-17/100-23/60-25/67-34/39-35/29-36/47-47/38-57/7-
57/10-63/7-63/9...11-64/16-
70/24.25-76/8...10
Hepimiz biliriz ki
herhangi bir konuya vakıf olabilmemiz için, bu konuyla ilgili iki şeyi
bilmemiz gerekir. Bunlardan birincisi konuyla ilgili sormamız gereken soruiar,
ikincisi ise bu soruların cevaplandır. Nitekim infak meselesine de yeterince
vakıf olabilmemiz için, bu konudaki sorularımızı ve bu sorulann cevaplannı
bilmemiz gerekmektedir.
Peki konuyla ilgili
sormamız gereken sorulan nasıl tesbit edeceğiz?
İşte bu önemli tesbiti
bizim yapmamıza hiç gerek yoktur. Çünkü konuyla ilgili sormamız gereken
sorulan, tesbit ettiğimiz ayet-i kerimelerden çıkarmamız gayet kolay bir
yoldur.
Bizler biliyor ve iman
ediyoruz kişanı yüce Rabbimiz bizlere gereksiz ve faydasız bilgi vermekten
münezzehtir. Kur'an-i Kerim'de değişik konularla ilgili beyan edilen
gerçekler, bizlerin o konularda bilmesi gereken gerçeklerdir. Bu gerçekler
Kur'an-ı Kerim'de beyan edilirken, çoğu zaman bir cevap niteliğinde beyan
edilir. Bizlere açıkça beyan edilerek verilen bu cevaplar, bizlerin o konuda
sorması gereken sorulann cevablandır. Dolayısıyle araştırma konumuzla ilgili
verilen cevaplan dikkate alarak, konumuzla ilgili sormamız gereken sorulan
belirieyebilmemiz mümkündür. İşte bu soruları belirleyerek ayet-i kerimeleri
tasnif etmemiz, sorulara göre bir tasnif olacaktır.
Şimdi infak
meselesiyle ilgili olarak tesbit ettiğimiz bütün ayet-i kerimeleri, bu ayet-i
kerimelerin içeriğinde bulunan sorulara göre tasnif edebiliriz.,
Ki onlar, gayba
inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler.[176]
Konumuzla ilgili
tesbit ettiğimiz ayet-i kerimelerde, hiç şüphesiz ki birçok gerçekler
bulunabilir. Ancak bizlerin önemle dikkat etmesi gereken husus, tesbit
ettiğimiz ayet-i kerimelerdeki sadece konumuzla ilgili olan mesajı almak ve bu
mesajı değerlendirmektir. Yukarıda okuduğumuz ayet-i kerimede infak meselesiyle
ilgili olarak, nelerimizden infak edeceğiz sorusunun cevabı bulunmaktadır. Dolayısıyle
bu soruyu bir başlık yaparak, ayet-i kerimeyi bu başlığa not alıyoruz.,
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3 Okuduğumuz ayet-i kerimede infak eden kimsenin bazı vasıflan da
zikredilmesine rağmen, bizler infakla mümin ve müslümanlann mükellef olduğunu
dikkate alarak, bu başlığı açmaya gerek duymadan diğer ayet-i kerimelere
geçiyoruz.
Yüzlerinizi doğudan ve
batıdan yana çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere,
kitaba ve peygamberlere iman eden; ona olan sevgisine rağmen, malı yakınlara,
yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmışa), isteyip dilenene ve kölelere
(Özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve
ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenler (in tutum ve davranışıdır). İşte
bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.[177]
Bu ayet-i kerimedeki
"..ona olan sevgisine rağmen.." ifadesi, sevdiğimiz mallardan infak
etmemiz gerektiğine işaret etmektedir. Dolayısıyle ilk sorumuza bu ayet-i
kerimeyi de not ediyoruz.,
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177 Ayet-i kerimede aynca kimlere infak edeceğimiz bildirilmektedir.
Yeni bir soru açarak bunu da not alıyoruz.,
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177 Bundan sonra aynı yaklaşımda bulunacağımız bütün ayet-i
kerimeleri, bu açıklamaları yapmadan değerlendirmeye devam edeceğiz. Hangi
ayet-i kerimelerden hangi sorulara not aldığımızı ve ne gibi yeni sorular
tesbit ettiğimizi dikkatle takip ediniz.,
Allah yolunda infak
edin ve kendinizi kendi ilerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz
Allah, iyilik edenleri sever.[178]
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195
İnfak etmezsek ne
olur? 2/195
Sana neyi infak
edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey,
anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yoloğluna (yolda kalmışa)
dır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu kuşkusuz bilir.[179]
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215 (Bu
ayet-i kerimede "Neyi infak edeceğiz?" sorusuna karşılık, kimlere
infak edileceğinin bildirilmesi,
aynı zamanda "Neyi infak edeceğiz?" sorusuna da cevap
niteliğindedir. İnfak edebileceğimiz şeyler, anne-babamıza, yakınlarımıza,
yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış kimselere verebileceğimiz bütün
şeylerdir.)
Sana içkiyi ve kumarı
sorarlar. De ki: " Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için (bazı)
yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana
neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan arta kalanı."
Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.[180]
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177-2/215-2/219
Ne kadar infak
edeceğiz? 2/219
Ey iman edenler, onda
hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün
gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kafir ,r, onlar
zulmedenlerdir.[181]
Ne zaman infak
edeceğiz? 2/254
Mallarını Allah
yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz 'tane'
bulunan bir tek 'tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır.
Allah ihsanı bol olandır, bilendir.
Mallarını Allah
yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin peşinden başa kakmayan ve
eziyet vermeyenlerin ecirleri Rableri katındadır, onlar için korku yoktur,
onlar mahzun da olmayacaklardır.
Güzel bir söz ve
bağışlama, peşinden eziyet gelen bir sadakadan daha hayırlıdır, Allah hiç bir
şeye ihtiyacı olmayandır, yumuşak davranandır.
Ey iman edenler,
Allah'a ve ahiret gününe inan-mayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını
infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.
Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; ona
sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar
kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler
topluluğuna hidayet vermez.
Yalnızca Allah'ın
rızasını istemek ve kendilerinde olanı
kökleştirip-güçlendirmek
için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede
bulunan, sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin
örneğine benzer ki ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır).
Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.[182]
înfak edersek ne olur?
2/261.262 Kabul edilmeyen infak? 2/262-264
Nasıl infak edeceğiz?
2Z262...265 Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için
yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız
bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şüphesiz Alİah, hiç bir şeye
ihtiyacı olmayandır, övülmeye layık olandır.
Şeytan, sizi
fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size
kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) va'dediyor. Allah rahmetiy-le geniş
olandır, bilendir.[183]
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177
2/215-2/219-2/267
İnfak etmeme nedeni? 2/268
Nafakadan her ne infak
eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin
yardımcıları yoktur.[184]
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177
Onların hidayete
ermesi, senin üzerinde (kesin bir yükümlülük) değildir. Ancak Allah, dilediğini
hidayete eriştirir. Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir.
Zaten siz, ancak Allah'ın hoşnutluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak
etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz -haksızlığa (zulme) uğratümaksızın-
size eksiksizce Ödenecektir.
(Sadakalar)
Kendilerini Allah yolunda adayan fakirler içindir ki, onlar, yeryüzünde
dolaşmaya güç yetiremezler. İffetlerinden dolayı cahil olan (kişi), onları
zengin sanır. (Ama) Sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek
insanlardan istemezler. Hayırdan her ne infak ederseniz, şüphesiz Allak onu
bilir.
Onlar ki, mallarını
gece, gündüz; gizli ve açık infak ederler. Artık bunların ecirleri Rableri
katındadır, onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.[185]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272
İnfak edersek ne olur?
2/261.262-2/272-2/274
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 -2/273
Ne zaman infak
edeceğiz? 2/254-2/274
Nasıl infak edeceğiz?
2/262-265-2/274
Sevdiğiniz şeylerden
irfak edinceye kadar asla iyiliğe erişemezsiniz. Her ne infak ederseniz,
şüphesiz Allah onu bilir.[186]
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177 2/215-2/219-2/267-3/92
İnfak edersek ne olur?
2/261.262-2/272-2/274-3/92
Onlar, bollukta da,
darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan
bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.[187]
Ne zaman infak
edeceğiz? 2/254-2/274-3/134 Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye
infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş
olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o.
Allah'a ve ahiret
gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği nzıktan infak etselerdi,
aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir.[188]
Kabul edilmeyen infak?
2/262...264-4Z38 Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4Z39 Onlara karşı
gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın
düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği
diğer (düşmanları) korkutup caydırasınız. Allah yolunda her
ne infak ederseniz, size 'eksiksiz
olarak Ödenir'' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.[189]
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215 -2/273-8/60 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272
2/274-3/92-8/60 Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve
(hıristiyan) rahiblerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve
Allah'ın yolundan alı-koyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda
harcamayanlar ise, onlara da acıklı bir azabı müjdele.
Bunların üzerlerinin
cehennem ateşinde kızdırı-lacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları
bunlarla dağlanacak (ve:) "işte bu, kendileriniz için
yığıp-sakladıklarınızda; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek).[190]
Alİah adına İnfak
toplayıp, Alİah yolunda
kullanmayanların
durumu? 9/34.35 De ki: "isteyerek ya da istemiyerek infak edin; sizden
kesin olarak kabul edilmeyecektir. Çünkü siz bir fasıklar topluluğu
oldunuz."
infak ettiklerinin
kendilerinden kabulünü engelleyen şey, Allah'ı ve Resulünü tanımamaları,
namaza ancak isteksizce gelmeleri ve hoşlarına gitmiyorken infak etmeleridir.[191]
Kabul edilmeyen infak?
2/262-264-4/38-9/53.54 Allah'a ve Resulüne karşı 'içten bağlı kalıp hayra
Çağıranlar' oldukları sürece; güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için
bir şey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin .
leyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Bir de kendilerini
bindirmen için sana her gelişlerinde onlara: "Sizi bindirecek bir şey
bulamıyorum" dediğin ve infak edecek bir şey bulamayıp hüzünlerinden
dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler üzeri de (sorumluluk)
yoktur.[192]
Hangi müslümanlar
İnfak meselesinde mazurdur? 9/91.92
Bedevilerden Öyleleri
vardır ki, infak ettiğini bir cereme sayar ve sizi felaketlerin sanvermesini
bekler. Kötü felaket onları sarıversin. Allah işitendir, bilendir.
Bedevilerden öyleleri
de vardır ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah
katında bir yakınlaşmaya ve peygamberin dua ve bağışlama dileklerine (bir
yol) sayar. Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır. Allah
da onları kendi rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.[193]
Kabul edilmeyen infak?
2/262...264-4/38-9/53.54-9Z98
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99
Küçük, büyük infak
ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın
yapmakta olduklarının daha güzeliyle onlara karşılığı vermesi için, (bunlar)
onlar adına yazılmıştır.[194]
Ne kadar infak
edeceğiz? 2/219-9/121 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99-9/121
Rablerine icabet
edenlere daha güzeli vardır. O'na icabet etmeyenler ise, yeryüzündekilerin tümü
ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu
fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın
en kötüsü onlar içindir. Onların
barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!.[195]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18
İnfak etmezsek ne
olur? 2/195-13/18 îman etmiş kullarıma söyle: "Onda ahş-verişin ve
dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namazı kılsınlar ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler."[196]
Ne zaman infak
edeceğiz? 2/254-2/274-3/134-14/31 Nasıl infak edeceğiz?
2/262...265-2/274-4/39-14/31
Allah, hiçbir şeye
gücü yetmeyen ve başkasının mülkünde olan ile, tarafımızdan kendisine güzel bir
rızık verdiğimiz, böylelikle ondan gizli ve açık infak eden kimseyi örnek
olarak gösterdi; bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah'ındır; fakat onların çoğu
bilmezler.[197]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99- 13/18-16/75 Nelerimizden infak edeceğiz?
2/3-2/177-2/215-2/219
2/267-3/92-16/75 Nasıl
infak edeceğiz? 2/262.-265-2/274-4/39 14/31-16/75
De ki: "Eğer siz
Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda harcama endişesiyle
gerçekten (cimrilik edip elinizde) tutardınız. însak pek cimridir.[198]
İnfak etmeme nedeni?
2/268-17/100 Ve onlar gerçekten Rablerine dönecekler diye, vermekte
olduklarını kalpleri ürpererek verenler;[199]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99
13/18-16/75-23/60
Nasıl infak edeceğiz? 2/262...265-2/274-4/39 14/31-23/60
Onlar, harcadıkları
zaman, ne israf ederler, ne de kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir
yol olur.[200]
Ne kadar infak
edeceğiz? 2/219-9/121-25/67 De ki: "Şüphesiz benim Rabbim, kullarından rızkı
dilediğine genişletir-yayar ve ona (karşı) kısar da. Her neyi infak ederseniz,
O (Allah), onun yerine bir başkasını verir; O, rızık verenlerin en
hayırlısıdır."[201]
İnfak edersek ne olur?
2/261.262-2/272-2/2743/92-8/60-9/99-9/121-34/39
Gerçekten Allah'ın
Kitab'ını okuyanlar, dosdoğru namazı kılanlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak
bir ticareti umabilirler.[202]
Nasıl infak edeceğiz?
2/262...265-2/274-4/39 14/31-23/60-35/29
İnfak edersek ne olur?
2/261.262-2/272-2/274 3/92-8/60-9/99-9/121-34/39-35/29
Ve onlara: "Size
Allah'ın rızık olarak verdiklerinden infak edin" denildiği zaman da, o
küfre sapanlar iman edenlere dediler ki: 'Allah 'in, eğer dilemiş olsaydı
yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz? Gerçekten siz, apaçık bir şaşkınlık
içindesiniz.[203]
İnfak etmeme nedeni?
2/268-17/100-36/47 işte sizler böylesiniz; Allah yolunda infak etmeye
çağırılıyor sunuz; buna rağmen sizden kimi cimrilik etmektedir. Kim cimrilik
ederse, artık o, ancak kendi nefsine cimrilik etmektedir. Allah ise, Ğaniy
(hiçbir şeye ihtiyacı olmayan)dır; fakir olanlar ise, sizlersiniz. Eğer siz yüz
çevirecek olursanız, sizden başka bir kavmi getirip-değiştirir. Sonra onlar,
sizin benzerleriniz de olmazlar.[204]
İnfak etmeme nedeni?
2/268-17/100-36/47-47/38
İnfak etmezsek ne
olur? 2/195-13/18-47/38 Neden (ne için) infak edeceğiz?
2/272-9/99-13/18-16/75-23/60-47/38
Allah'a ve Resulüne
iman edin . 'Sizi kendileri hakkında halifeler kılıp, size harcama yetkisi
verdiği' şeylerden infak edin. Artık sizden kim iman edip infak ederse, onlar
için büyük bir ecir vardır.[205]
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177-2/215 /2/219-2/267-3/92-16/75-57/7
Size ne oluyor ki,
Allah yolunda infak etmiyorsunuz? Oysa göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.
İçinizden, fetihden önce infak eden ve savaşanlar (başkasıyla) bir olmaz. İşte
onlar, derece olarak sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Allah,
yapmakta olduklarınızı haber alandır.[206]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10 Ne zaman infak edeceğiz?
2/254-2/274-3/134/14/31-57/10 İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274
3/92-8/60-9/99-9/121-34/39-35/29-57/10 Onlar ki:" Allah'ın Rasulü yanında
bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp
gitsinler," derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Ancak
münafıklar kavramıyorlar.[207]
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7 İnfak etmeme nedeni?
^/268-17/l00-36/47 47/38-63/7 Ey iman edenler, ne mallarınız, ne çocuklarınız,
sizi Allah'ı zikretmekten 'tutkuya kaptırıp-alikoymasın; kim böyle yaparsa,
artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Sizden birinize Ölüm
gelip de: "Rabbim, beni yakın bir süreye (ecele) kadar geciktirse, ben de
böylece sadaka versem ve salihlerden olsam" demezden önce, size rızık
olarak verdiklerimizden infak edin.
Oysa Allah, kendi
eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yapmakta
olduklarınızdan haberdar olandır.[208]
İnfak etmeme nedeni?
2/268-17/100-36/47-47/38/63/7-63/9 Neden (ne için) infak edeceğiz?
2/272-9/99-13/18
16/75-23/00-47/38^57/10-63/10
Ne zaman infak edeceğiz?-2/254-2/274-3/134/14/31-57/10-63/10.11
Öyleyse güç
yetirebildiğiniz kadar Allah'tan kor-kup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi
nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin
bencil-tutkularından (ya da cimri, tutumundan) korunuyorsa; işte onlar, felah
(kurtuluş) bulanlardır. [209]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16 Ve onların
mallarında belirli bir hak vardır; Yoksul ve yoksun olan(lar) için.[210]
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18/16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7-70/24.25
Kendileri, ona karşı
duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
"Biz size ancak
Allah'ın yüzü (rızası) için yedirmekteyiz; sizden ne bir karşılık istiyoruz,
ne de bir teşekkür. "
"Çünkü biz,
oldukça asık suratlı, zorlu bir günde Rabbimizden korkmaktayız."
Nelerimizden infak
edeceğiz? 2/3-2/177-2/215/2/219-2/267-3/92-16/75-57/7-76/8
Kimlere infak
edeceğiz? 2/177-2/195 -2/215/2/273-8/60-63/7-76/8
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18 16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25-76/9^0
Nasıl infak edeceğiz?
2/262...265-2/274-4Z39/14/31-23/60-35/29-76/9.10
Bu tasnif işlemini
dikkatle takip eden kardeşlerimiz, yaptığımız bu tasnifin gayet kolay olduğunu
anlamışlardır. Ayetleri tek tek veya öncesi ve sonrasıyla ele alarak, ayetlerde
konumuzla ilgili hangi sorulann cevabı varsa; soruyu başlık yapıp, ayet
numaralannı bu başlığa not ediyoruz.
Araştırma konumuzu bu
şekilde değerlendirdiğimiz zaman, öncelikle araştırma konumuzla ilgili
sorularda net-leşiyoruz. Mesela infak meselesiyle ilgili olarak sormamız
gereken sorular şu şekilde ortaya çıktı.,
Allah adına infak
toplayıp, Allah yolunda
kullanmaya nlann
durumu?
Hangi müslümanlar
infak meselesinde mazurdur?
Kabul edilmeyen infak?
Ne kadar infak
edeceğiz?
İnfak etmezsek ne
olur?
İnfak edersek ne olur?
İnfak etmeme nedeni?
Ne zaman infak
edeceğiz?
Nelerimizden infak
edeceğiz?
Kimlere infak
edeceğiz? Neden (ne için) infak edeceğiz?
Nasıl infak edeceğiz?
İnfakla ilgili olarak
Kur'an-ı Kerim'den çıkardığımız bu sorular, infak meselesinde mutlaka ve
mutlaka sormamız gereken sorulardır. Çünkü infakla ilgili olarak tesbit ettiğimiz
ayet-i kerimelerde, bu sorulann cevaplan verilmektedir. Sorularımızı bu
şekilde tesbit ettikten sonra, ayet numaralarıyla birlikte bütün bu sorulate
genel bir sıraya koyuyoruz.,
Neden (ne için) infak
edeceğiz? 2/272-9/99-13/18 16/75-23/60-47/38-57/10-63/10-64/16-70/24.25-76/9.10
İnfak edersek ne olur? 2/261.262-2/272-2/274-3/92
8/60-9/99-9/121-34/39-35/29-57/10
Nelerimizden infak edeceğiz? 2/3-2/177-2/215
2/219-2/267-3/92-16/75-57/7-76/8
Kimlere infak edeceğiz? 2/177-2/195-2/215/2/273-8/60-63/7-76/8
Ne kadar infak
edeceğiz? 2/219-9/121-25/67
Ne zaman infak edeceğiz?
2/254-2/274-3/134-14/31/57/10-63/10.11 Nasıl infak edeceğiz?
2/262...265-2/274-4/39 /14/31-23/60-35/29-76/9.10
Hangi müslümanlar
infak meselesinde mazurdur? 9/91.92
Kabul edilmeyen infak?
2/262..264-4/38-9/53.54-9/98
înfak etmeme nedeni?
2/268-17/100-36/47/47/38-63/7-63/9
İnfak etmezsek ne
olur? 2/195-13/18-47/38 Allah adına infak toplayıp, Alİah yolunda kullanmayanların
durumu? 9/34.35
Araştırmamız bu
aşamaya gelinceye kadar, ayet-i kerimeler üzerinde uzun uzadıya hiç
düşünmemiştik. Fakat bundan sonra her başlıktaki ayet-i kerimeleri, kendi bütünlüklerinde
dikkatlice düşünmemiz gerekir. Yukanda da görüldüğü gibi infak meselemizle
ilgili olan birçok soruya, genel olarak birden fazla ayet-i kerimeyle cevap
verilmektedir. Bu ayet-i kerimeler, hem birbirini açıklayıcı ve hem de
birbirlerinin anlam boyutlarını belirleyici bir niteliğe sahiptir. Dolayısıyie
soruyla ilgili olan bir ayet-i kerime, o soruyla ilgili olan diğer ayet-i
kerimeler dikkate alınarak düşünüldüğü zaman; hem o ayet-i kerimenin anlaşılması
kolaylaşacak ve hem de sadece o ayet-i kerimeden mutlak ve genel bir hüküm
çıkarma yanılgısına düşülmeyecektir.
İnfak meselesinde
tesbit edilen sorular, kendi müstakil başlıklannda değerlendirildikten sonra,
bütün bu sorular birbiriyle ilintili olarak nihai bir değerlendirmeye tabi tutulur.
İnfak meselesini bu şekilde araştıran ve değerlendiren bütün kardeşlerimiz,
infakla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'den kaynaklanan net ve genel bir bakışa
sahip olabileceklerdir.
İşte Kur'an-ı
Kerim'den kaynaklanan bu net bakış ile sünnet-i seniyeye yöneldiğimiz zaman,
hem infakla ilgili sünnet-i seniyeyi daha iyi anhyabilecek ve hem de bu konudaki
Kurani bakışımız, peygamberi Örnekle müşahhaslık ve derinlik kazanacaktır.
Netice olarak Kur'an-ı
Kerim araştırmalarında metod-la ilgili olan bu kısa açıklamalar, birçok
kardeşimiz için şimdilik yeterli olabilecektir.
Yaşadığımız birçok
ortak sorunlarımızı,
bütün bunlan dikkate
alarak ve bu bilinçle Kur'an-ı Kerime götürdüğümüz zaman; hiç şüphesiz ki
karşılaşacağımız ortak gerçeklerle Kur'an-ı Kerim'in hakikat atmosferine
girmemiz ve bu atmosferde vahdetle tanışmamız mümkün olacaktır.
Çünkü özlem duyduğumuz
vahdetin ışık kaynağı olan Kur'an-ı Kerim, bizleri aynı gerçeğe, aynı hakikate,
aynı yola davet edecektir..
[1] 2-Bakara 84..,86
[2] 15-Hicr 90.91
[3] 23-Mu minun 53
[4] 10-Yunus 15
[5] 7-A'raf 162
[6] 41-Fussilet 40
[7] 90-Beled 10...16
[8] 5-Maide 70
[9] 24-Nur 48.49
[10] 2-Bakara 174.175
[11] 3-AÎ-i İmran 187
[12] 3-Al-i İmran 71
[13] 2-Bakara 159
[14] 25-Furkan 30
[15] 6-En'am 114
[16] 10-Yunus 37
[17] 41-Fussilet 42
[18] 41-Fussilet 41
[19] 21-Enbiya 10
[20] 43-Zuhruf 44
[21] 68-Kalem 52
[22] 4-Nisa 174
[23] 5-Maide 15
[24] 25-Furkan 1
[25] 46-Ahkaf 12
[26] 2-Bakara 2
[27] 5-Maide 16
[28] 27-Neml 77
[29] 45-Casiye 20
[30] 5-Maide 15
[31] 43-Zuhruf2
[32] 6-En'am 114
[33] 4-Nisa 174
[34] 6-En'am 149
[35] 21-Enbiya24
[36] 25-Furkan 33
[37] 12-Yusuf 111
[38] 41-Fussilet 3
[39] 4-Nisa 82
[40] 45-Casiye 20
[41] 11-Hud 1
[42] 86-Tank 14
[43] 6-En'am 115
[44] 83-Mutaffifın 13
[45] 31-Lokman 2
[46] 14-İbrahim 52
[47] 50-Kaf 45
[48] 86-Tarık 13
[49] 4-Nisa 47
[50] 10-Yunus 37,
[51] 12-Yusuf 111
[52] 16-Nahl 30
[53] 10-Yunus 57
[54] 17-İsra 82
[55] 16-Nahl 89
[56] 16-Nahl 102
[57] 46-Ahkaf 12
[58] 21-Enbiya 10
[59] 23-Mü'minun 71
[60] 43-Zuhruf 44
[61] 25-Furkan 1
[62] 6-En'am 92
[63] 6-En'am 155
[64] 7-A'raf2
[65] 14-İbrahim 52
[66] 25-Furkan 1
[67] 16-Nahl 64
[68] 5-Maide 16
[69] 14-İbrahim 1
[70] 5-Maide 16
[71] 14-İbrahim 1
[72] 17-İsra 9
[73] 4-Nisa 105
[74] 6-En'am 155
[75] 7-A'raf 3
[76] 43-Zuhruf 44
[77] 6-En'am 155
[78] 7-A'raf3
[79] 17-îsra 82
[80] 16-Nahl 30
[81] 4-Nisa 174
[82] 4-Nisa 47
[83] 6-En'am 92
[84] 12-Yusuf 111
[85] 9-Tevbe 124
[86] 11-Hud 120
[87] 16-Nahl 102
[88] 29-Ankebut 50.51
[89] 24-Nur 34
[90] 12-Yusuf 111
[91] 17-İsra 9
[92] 16-Nahl 89
[93] 3-Al-i îmran 7
[94] 17-İsra 82
[95] 96-Alak 1...5
[96] 2-Bakara 121
[97] 16-Nahl 98
[98] 41-Fussilet 26
[99] 7-A'raf 204
[100] 4-Nisa 140
[101] 6-En'am 68
[102] 74-Müddessir 54...Ö6
[103] 55-Rahman 1...4
[104] 75-Kıyamet 16...19
[105] 2-Bakara 85
[106] 7-A'raf 178
[107] 6-En'am 149
[108] 2-Bakara 258
[109] 2-Bakara 264
[110] 3-Aİ-ı Imran 86
[111] 5-Maide 108
[112] 7-A'raf 30
[113] 16-Nahl 104
[114] 27-Neml 24
[115] 39-Zümer 3
[116] 40-Mü'min 28
[117] 2-Bakara 135
[118] 2-Bakara 150
[119] 2-Bakara 155... 157
[120] 3-A]-i İmran 20
[121] 3-Al-i İmran 138
[122] 6-En'am 82
[123] 7-A'raf 154
[124] 7-A'raf 158
[125] 16-Nahl 89
[126] 24-Nur 54
[127] 27-Neml 2
[128] 31-Lokman 3
[129] 39-Zümer 18
[130] 42-Şura 13
[131] 64-Teğabün 11
[132] 41-Fussilet44
[133] 59-Haşr 21
[134] 9-Tevbe 45
[135] 41-Fussilet 54
[136] 57-Hadid 14
[137] 44-Duhan 47...50
[138] 2-Bakara 147
[139] 6-En'am 114
[140] 20-Taha 77
[141] 4-Nisa 82
[142] 6-En'am 50
[143] 6-En'am 126
[144] 16-Nahl 12
[145] 16-Nahl 44
[146] 17-îsra 41
[147] 74-Müddessir 16...25
[148] 15-Hicr 77
[149] 26-Şuara 7.8
[150] 27-Neml 77
[151] 45-Casiye 20
[152] 3-Al-i İmran 7
[153] 57-Hadid 16
[154] 43-Zuhruf 44
[155] 24-Nur 34
[156] 20-Taha 17
[157] 38-Sad 75
[158] 20-Taha 17.18
[159] 26-Şuara 63
[160] 38:Sad 75...78
[161] 96-Alak 15.16
[162] 12-Yusuf 2
[163] 13-Ra'd 37
[164] 20-Taha 113
[165] 41-Fussilet 44
[166] 41-Fussilet 44
[167] 26-Şuara 198.199
[168] 17-İsra 105
[169] 76-İnsan 23
[170] 25-Furkan 32
[171] 17-İsra 106
[172] Tirmizi-Kıyamet 21
[173] 6-En'am 80.81
[174] 7-A'raf 194.195
[175] 20-Taha 57...59
[176] 2-Bakara 3
[177] 2-Bakara 177
[178] 2-Bakara 195
[179] 2-Bakara 215
[180] 2-Bakara 219
[181] 2-Bakara 254
[182] 2-Bakara 261...265
[183] 2-Bakara 267.268
[184] 2-Bakara 270
[185] 2-Bakara 272...274
[186] 3-Al-i İnıran 92
[187] 3-Al-i İmran 134
[188] 4-Nisa 38.39
[189] 8-Enfal 60
[190] 9-Tevbe 34.35
[191] 9-Tevbe 53.54
[192] 9-Tevbe 91.92
[193] 9-Tevbe 98.99
[194] 9-Tevbe 121
[195] 13-Ra'd 18
[196] 14-İbrahim 31
[197] 16-Nahl 75
[198] 17-Isra 100
[199] 23-Mü'minun 60
[200] 25-Furkan 67
[201] 34-Sebe 39
[202] 35-Fatır 29
[203] 36-Yasin 47
[204] 47-Muhammed 38
[205] 57-Hadid 7
[206] 57-Hadid 10
[207] 63-Münafıkun 7
[208] 63-Münafıkun 9...11
[209] 64.Teğabün 16
[210] 70-Mearic 24.25