İNSAN HAKLAN VAR MI?. 2

Yahudiler Kimlerdir?. 4

Yahudiler Kaç Fırkadır?. 5

Yahudilerin Tevrat'ta Altını Çizdikleri Katliamı İşaretleyen Emirler: 6

İnsan Haklan Var mı?. 12

Mha/Frankfurt 13

Sağlık Sorunları Giderilmeli 14

İntifadayla Yaşanan Silkinme. 14

"Pax Amerikana1" Planının Bir Ürünü Olarak "Oslo Süreci". 14

İntifada Ve Önderlik Sorunu. 15

Filistin: İntifada Kuşatma Altında. 16

Tecrit Duvarı 16

Yol Haritası 17

Zafer Filistin Halkımndır! 18

Filistinli Sümeyye... A'nın İtirafları. 19

İsrail'in Cinayetleri 23

Mezmurlar Bab:137 Ayet.8-9 S.622. 26

Filistin. 28

Filistin Sorunu, 28

1990 lı Yıllar 28

Oslo Kandırmacası 29

Filistin Kime Ait?. 33

Filistin Ne İstiyor?. 34

İnsan Hakları Var Mı?. 35

Filistin Çocukları Ne İstiyor?. 36

Resimler 41


İNSAN HAKLAN VAR MI?

 

Selam, selamın sahibine selam, hüzün halkı Filistin'e selam, kut­sal davası uğruna can veren şehitlerine destur diyor, Cenab-i maliki mübinden destur diliyor ve kardeş ülke Filistin'in konuşura devinmek istiyoruz.

Hakikatlerin neticesinden oluşan ispat ve bazı mevcut beyanları siz saygı ve itibar hak eden insan alemine sunmak istiyoruz. Bilindiği gibi yıllardır tarihinin acı ve kanlı vesikalarına şahit olmaktayız. Tüm Dünya ve insanlık aleminin de bildiği gibi 1948'de Filistin için kanlı bir dönemin başlangıcı olmuş ve Filistin diyarı bir matem ülkesine çevril­miştir. Daha sonradan kurulan yapay bir devlet tarafından soykırıma tabi tutulmaktadır.

Çünkü İsrail devleti 1948'de kurulmuş ve Filistin halkının da fela­keti olmuştur. Yarım asın aşkındır. Filistin'de dinmek ve bitmek bilme­yen acı gözyaşı kan ve insan alemine duyurulmaya çalışan Filistin hal­kının feryatları ve bunları görmezden gelen insan alemi.

Elli yedi yılı aşkındır. Filistin'e yapılan bu insanlık dışı vahşetler ve İsrail'e karşı yapılan tenkit ve kınamalar hiçbir işe yaramamış ve İs­rail devleti silahlarını susturmak yerine Filistinlileri öldürmek yok et­mek ve sakat bırakmak için kullanmaya devam etmiş ve halende et­mektedir.

Filistin çıkmazına çözüm bulunmamakla beraber bunca vahşet ve katliamlar neden ve niçin sorusu da tarihin bir köşesinde öylece asılı kalmıştır.

Siyonist emperyalist güçler tarafından tarihin sürekli çarpıtılması, Filistin halkının haksızlığa uğratılması ve bu halkın canice Siyonist sal­dırılarına uğrayarak vahşice katledilmesi ve bütün Dünya ülkelerinin yalnız ve yalnız bu vahşetlere seyirci kalması da ayrı bir duyarsızlık örneğidir.

Dünya hukuku her halkın ulusal haklarını kutsal önemini belirler-yıllardir ihlal edilen Filistin'in ulusal haklan neden verilmedi? Bu österiyor ki Filistin ulusal hakları dünya hukukundan geçmemiş inüyor. Çünkü kuvvet kullanarak tarih yanıltılarak doğru ve hakl­eri saptırılarak toprak elde edinilmesinin hiçbir ilke ulusundan din ünya hukukundan da hiçbir yasal yönü yoktur. İnsanlık sınırlarımış bu devlet temsilcileri ve bu vahşet katliamların günah ortak-ii yapan ülkeler neden belli bir ırkın üzerinde odaklanmışlar. But ada anlaşılan net bir hakikat var ki Müslüman kitlenin hergün z daha büyüyüp genişlemesi bazı toplumlarda endişe ve korkula-t artamasma neden görülmektedir. Müslüman kesimin orta doğu-i zulüm ve haksızlıklarını hergün biraz daha artıp şiddetlenmesi ine bu yöndedir.

Sömürgeci güçlerin hep aynı nedenlerle işgallerini gerçekleştirmiş ası ve ülkelerin ulusal hakların koruyup gözetmekten sorumlu birleşmiş milletlerin Filistin halkının haklarım savunmayıp du-ız ve bunca vahşete tepkisiz kalması da israil'in günah ortağı gibi inmektedir.

İsrail'in Dünya'ya meydan okuma tutumu ve tavrı mazlum bir ı sindirerek ezmesi'de Haçlı katliamını anımsatmaktadır. Çünkü nişte'de kutsal toprak Kudüst'te iki gün içinde yaklaşık kırkbin ilümanı vahşice öldürmüşlerdi. Bununla beraber büyük Halife Hz. sr'in daha önceden getirmiş olduğu barış ve huzura insanlık dışı ;unç katliamlar da son bulmuştu. Ancak bu insan suretinde'ki ca-ır ruhlu barbarlar. Kurmuş oldukları krallıkları Selahattin Eyyubi katiyle 1187'deki hittin savaşında tüm haçlı ordusunu bozguna itmiş ve adil hak adalet büyük Halife Hz. Ömer'in fethinden sonra ;ez daha tecelli etmişti.

İlginçtir, rezalet ve vahşetleri yabancı tarih, İngiliz tarihinde balı-len kral I Ric hard 1191 yılında akra kalesinde bir çok kadın çocun'da içinde bulunduğu 3000 müslüman katledilmişti. Haçlı bar-ırm yaptıkları katliamlar ve birilerinin vesilesiyle gelen Allah'ın adil adaleti Filistin'in kutsal topraklarında birkez daha radikal işgalci Yahudilerden arındırılmıştı.

Ehli kitap ve eylemlerden uzak duran Yahudi hristiyan ve Müslü­manlar Hz. Ömer'in getirmiş olduğu barış ve huzur zamanında ki gi­bi üç ayrı dinin mensupları kendi dinlerini bir arada yaşamışlardı. An­cak;

1917'de tekrar Müslümanların hakimiyetinden çıkmış ve tekrar te­rör savaşı ve katliamları yine başlamıştı. 1930'lardan itibaren iki halkm arasında çatışmalar başlamış ve Siyonist güçler Araplara karşı terör Ör­gütleri kurmaya ve bir süre sonrada bunlarla İngilizleri de vurmaya başlamışlardı. İngiltere başa çıkamadığı ülkeyi 1947'de terk etmiş ve ardmda'da çatışmalar sürmekte olan İsrail ve Filistin işgali takip et­miştir.

Tarihin bu vahşet bölümü ve suretleri Dünya'yı hayretlere düşür­dü fakat bir o kadarda bu vahim olayı göz ardıda etmiş durumdadır. Çünkü yarım asrı geçkindir sürmekte olan bu vahşet Dünyadaki insan aleminin duyarsızlığın ve de ihmalin'de kurbanı olduğu gerçeğini or­taya koymaktadır. Tüm dünyanın gözleri önünde bir halk korkunç yöntemlerle katlediliyor ve ulusu yok sayılarak ve daha önce olmayan bir devletin kurulmasıyla birlikte bu ülkenin yurduna ve topraklarına zorba bir usluplan mülk edinen bu devlet, nasıl oluyorda diğer dünya ülkeleri tarafından da yasalmış gibi görünüyor?

İsrail'in bu felakete dayalı politikasını sadece her insanlık dışı işle­nen katliamların ardında kuru bir 'kınama" nm dışında hiçbir yarar sağlamamıştır Filistin halkına.

Büyük bir gönül bağıyla topraklarına sadık olan Filistin halkı ne acıdır ki öz yurtlarından topraksız duruma düşürülmüşler İsrail dev­leti tarafından bu halkın ellerinden toprakları mal ve mülkleri alınarak zor koşullara itilmişlerdir.

Filistin halkının bir kısmı israil'in vahşetinden kormuş ve komşu sı­nır ülkelere dağılmak zorunda kalmışlardır. Bu sınır ülkelere dağılan filistinli'lerin sayısı tahminen 4,5 milyon civarı olarak ta tahmin ediliyor.

Yahudi Siyonistlerin toprak ve kana doymayışlan Filistin halkmi darmadağın ve perişan etmiştir. Filistin yurdundan bir çok kalanları da Lübnan ile Ürdün ve bir k.smıda Suriye gibi komşu ülkelerin sınır­larında bulunan kamplarda diğer kısımları ise kampların dışında ve zor koşullar altında hayatta kalma mücadelesini vermektedirler

Bu mülteci kaplarında, Dünya'ya gözlerini açan Filistinli çocuklar her türlü sosyal faaliyetten ve hayattan yoksun yaşamaktalar. Bu ırkm çocukları aile büyüklerinden, öz vatanlarından zorba bir devlet tara­fından nasıl zorla topraklarından çıkarıldıklarını öğrenirken diğer yanda da Filistin çocuklarının yurtlarında, İsrail çocuklarının her tür­lü imkan ve sosyal olanakları içerisinde nasıl hayat sürdüklerine de ta­nık oluyorlar.

Filistinli çocuk diyor ki; Benim diye baktığım bu memlekette sürgünüm, bana tuzak olan bu alemde ne huzurluyum ne de hürüm.

Siyonizm'in, getirdiği felaketler ve Siyonist zihniyetleri Filistin topraklarını kendine hak görmüş ve savaş sebebini buna yormuşlardır.

Bu arada Filistindeki yapılanlardan ve fırsattan yararlanan mis­yonlar İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa, Almanya gibi devletler. Bölgeye kuluçkalanmış ve hemen faaliyet göstermeye başlamışlardır. Buralar­da dini okullar, ibadet yerleri, yani kiliseler ve büyük cemiyetler kur­muşlardır.

Filistin halkı, filistinin içinde kendisini gösteren bu sevimsiz siya­sete karşı direnmiş ve de halen direnmektedir.

Gazze şehrinde olan mülteci kampında fakirlik oranı %99 ve %100 işsizlik, imkansızlık oranı ise %70'i bulmaktadır. Bu yerlerdeki yoğun mülteci nüfusunun yaşamış oldukları geçim sıkıntısı ve hayatta kalma mücadelesi İsrail, Filistin çocuklarını 8-9-10-11 yaşlarından itibaren %90-%40'da altında çalıştırarak ve hiçbir sosyal güvence ve yasal hak­lara sahip etmeyerek onları İsrail'in adına çalıştırıyorlar ve bu halde bile vergi ödemek zorunda bırakıyorlar. Fakat buna rağmen de hiçbir haktan faydalanmaları da söz konusu bile değil, çünkü onlar vatandaş değiller. İsrail anlayışına göre onlar yalnız Arap...

İsrail, Filistin halkını mülteci kampından yaşattıkları sefalet ve iş­kence yetmemiş gibi tekbir alıyoruz diye Bahanelerle halkı kamplarda da kuşatma ve abluka altına alarak işkence ve baskılarını oradan da sürdürüyorlar.

Bütün yollar ve çıkışlar yalnız Yahudilerinmiş gibi geçit ve bütün yollan Filistin halkına kapatarak araçlarla yolculuk yapan Filistinlileri indirip ve sonrada bıçaklarla araçların lastiklerini parçalayarak yolcu­ları yaya yürütüp bazen de üzerlerine ateş açarak onların ölümlerine sebep oluyorlar bütün bu insanlık dışı vahşetlere mazeret ise her za­man bildik hikaye askerler yalnız kendilerin savunuyor ve koruyorlar. İsrail'in terör politikası filistin'in tüm sosyal haklarıyla birlikte bu hal­kın hayat ve ibadet haklarından da mahrum bırakmış ve eylemci lider­ler ne tepkilere ne de kınamalara hiç aldırmadılar.

İsrail'in ideolojisinde Filistin halkını yok sayarak ve kendilerinin olmayan bir ülkeye varis olmuşlardır. Fakat İsrail diye bir devlet yok­ken, ortada Filistin ulusu ve halkı vardı. 1948'de İsrail devleti kuruldu' Filistin ulusu bitirildi. Filistin içten kemirildi. Halkı sıkıştırıldı, vurul­du, sürüldü, işkence gördü. İsrail tarafından Filistin halkına sunulan seçenek ise ya çık git yada öl, yok ol denildi. Filistin halkı topraklan için direndikçe de katledildi. Şu an Filistin de yaşayan Müslüman Arap halkı Siyonist devleti tarafından kuşatılmış durumda çünkü İsra­il bu halkın tüm haklarını ellerinden alarak bu halkı çaresizliğe sefale­te sürüklemiştir.

İsrail devletin de adaletin kısır oluşu yalnız kin, kan ve nefret po­litikası olduğu görülmüştür. Çünkü İsrail sokaklarında "tüm Arapları öldürün" yazısına rastlayan gazeteci ve haberciler bu korkunç bildiri ve eylem çağrısını tüm Dünya'ya duyurduğu halde bu katliam ve vah­şet çağrılarının hesabı sorulmadı.

İsrail sokaklarında "tüm Arapları öldürün" yazısına rastlamak mü mümkün

Bu yaştaki bir çocuk ne suç işlemiş olabilir ki annesinden İsrail askerleri tarafından zorla alınıyor? Hiç insanlık ahlakıyla bağdaşmayan bu davranış yasal mı? Değilse! Yasalar nerede?

Çünkü İsrail polisi ve eylemci Siyonistlere göre Filistinlilerin öldü­rülmesinin kazançlı olduğu görüşündeler. Burada biraz daha kapsam­lı düşünülürse filistinde yaşamakta olan hadise Filistin topraklarında yaşayan Müslüman halkın yok edilmesi için perde arkasında oynanan ve kendini toplumdan daha farklı göstermeye çalışan devletler tarafın­dan da desteklenerek sistemli ve planlı bir politik oyunun izlediğini fark edebiliriz. Bu halka yapılan baskı ve şiddetlere diğer devletlerin de göz yumduğu müddetçe Filistin halkı kendi ülkelerinde yaşama haklarını kaybedecektir. Çünkü Siyonist inancına göre Dünya insanla­rı iki kısımdır; hükmedenler ve hüküm olunanlar. Bu ideoloji yalnız Arap halkına yönelik değil Yahudi olmayan diğer halklara da yönelik­tir. Buradaki en Önemli gerçek insaf ve vicdan hürriyeti olmayan dev­letlerin Dünya'ya ve içinde ki Yahudi olmayan halklara da ne şekilde baktığıdır. İsrail devletinin Filistin halkına yapmış olduğu yıldırma ve halkı sindirme politikası ve hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklama vurma ve Filistin de hayatlarını kaybedenlerin yaşları 13-14-15-16-17-18 bunların altı ve de üzeri vurulma şekli baş-ense yani boyun göğüs olmak kaydıyla ve bunun içinde keskin nişancılar tercih edilerek bu yöntem uygulanmaktadır.

Sakatlık nedenleri ise kollardan ve bacaklardan riskli kırıkların ol­ması. Bu da gösteriyor ki direnişçileri püskürtmek için değil asıl amaç ve maksat bu halkı yok etmek ve soykırıma götürmek içindir. Fakat İsrail devleti askerlerin yalnız kendilerini savunduğunu ve Filistinli leri | yalnız püskürtmek amacıyla ateş ettiklerini söylüyorlar. Püskürtmek j için mi keskin nişancı askerler tercih ediliyor? İnsan vücudunun ölümcül bölgelerine hedef işaret göstererek vur emri veriliyor.

"Ve garp tarafında Filistin sırtına uçup atihcaklar; şark oğullarını birlikte çapul edecekler. Edem ve maub üzerinde ellerini atacaklar ve Amman oğullan onların sözünü dinleyecekler."

İşte bütün netlik ortada. Bu da gösteriyor ki İsrail ırkçı bir devlet­tir. Rast gele tutuklamaların üzerinde yılların geçmesine rağmen bir türlü mahkemeye çıkarılmaması ve ne aileleriyle ne de avukatlarıyla görüştü rülmemesi de gösteriyor ki İsrail devleti vicdan hürriyeti olmayan bir devlettir. Çünkü İsrail, Filistin işgalinde de bunu kanıtlamıştır. Bu terör devletinin destekçisi olan Amerika kayıtsız şartsız İsra­il devletinin desteklemiş ve arka çıkmıştır. Her ne kadar aşikar olmasa da amerika'nın israil'e karşı olan destek ve sadakati Dünya'mn gözün den kaçmamıştır. 1999 tarihi itibariyle İsrail hapishanelerinde yaklaşık 4000'in üzeri Filistin li tutuklu bulunmaktadır. Fakat israil'in Öfke ve kini bu kadar­la da kalmamıştır. Nedensiz başka başka Filistinlileri tutuklayarak da bu halkın direnişlerini kırmak istemişlerdir. Çünkü yarım asın aşkın­dır., İsrail bu zulmü Filistin halkına yapıyor ve hem de hiçbir gerekçe göstermeden onların tüm haklarını ellerinden alarak ve halkın gözleri

önünde hiçbir neden göstermeden de insanlara gözdağı vermek için onlara insanlık dışı davranmıştır. Dünya ülkeleri ise bu vahşetleri ve zulmleri görmezden gelmiştir. Filistin için yıllardır süren zulüm ve vahşetin her türlüsü İsrail tarafından Müslüman Filistin Halkına uy­gulanmaktadır.

Ama ne çare ki Filistinliler uğramış oldukları bu insanlık dışı mu­amelelere İsraile ve yetkililerine neden niçin yapıyorsunuz demeye bi­le haklan yok gibi. Çünkü Filistinlilerin karşısındaki güç zorba ve her-tür ağır silah gücüne sahip bir devlet var. Bu felakete 1967' den beri kaç defa çözüm arandıysa da bütün barış ve çözüm girişimleri İsrail dev­leti tarafından her seferinde sonuçsuz bırakılmıştır. Her yeni bir barış planı yapılışında israil'in kin kusan yüzleri barış istekli görünsede kı­sa bir süre sonrada hemen kabuğundan sıyrılıp asıl kendi görünümü­ne bürünerek eylemlerini tekrar sürdürmüşlerdir. İşte bu da gösteriyor ki sahte barış sever İsrail görüntüsü bu devletin asıl niyetinin barış ol­madığını Dünya'ya yansıtmıyor da değil.

Bir ayeti kerimede Allah biliyor ki "(onlar) size eziyetten başka as­la zarar veremezler sizinle savaşırlarsa da (yine) geri dönüp kaçarlar, sonra onlara yardımda edilemiz" [1]

Filistin halkı tüm zorluk ve engellere karşm'da kendini yönetme­yi ve mücadelesini vermeye devam etmektedir. Radikal Siyonist Yahu­diler ezeli olan inatları yüzünden birçok peygamberi de katletmişler­di. Allah'ın kavimlere gönderdiği nebi ve resullerin getirmiş olduğu hakikat beyanlarında Yahudilerin canları sıkıldığı vakit o peygamber­leri hemen öldürüyorlardı. Bir rivayete göre 70, diğerbir rivayete göre de 1000 peygamberin Yahudiler tarafından katledildiği söylenir.

Bir ayeti kerimede "Onlardan bir kısmı da ümmi (okuryazar deği D'dirler kitabı (Tevrat)'ı bilmezler bildikleri ancak (risalelerden işit­tikleri) bir sürü hayali uydurmalardır; onlar sadece (boş) bir zan için­dedirler.[2]

 

Yahudiler Kimlerdir?

 

On iki kabileye ayrımlaş olan Yahudiler Süleyman Aleyhisselamın vefatından sonra bir şehre (Mısır'a) iki devlete ayrılarak on kabile İsra­il devletini, diğer kabile'de yahudâ devletini kurdular. Ne inanç itiba­rı ile sağlıklı davrana bildiler ne de hukukları ile adil olabildiler.

İsrail devleti M.Ö. 586'da Babiler tarafından yıkıldı. Asuriler, Babil devletini işgal etti. 587'de Asuri hükümdarı Buhtunnasar kudüs'ü yı­kıp yaktı. Bu kutsal şehre pek çok zararlar verdi orada yaşayan Yahu­dilerin çoğunu öldürdü. Kalan Yahudilerde Babiie sürdü. Bu esnada Allah'tan inen mukaddes kitap İncil de yakıldı yok edildi.

İran hükümdarı Sire vegh, Asurilerle çarpıştı onları yendi ve Ku­düs'ten çıkarılan Yahudileri tekrar çağırdılar. Bir müddet perisiler sonrada Makedonyalıların idaresi altında yaşadılar. Bu sefer M.Ö. 63 sene­sinde Kudüs bu sefer Romalı kumandan pompey tarafından zaptedil-di. Bu sefer'de Pompey, Yahudileri dağıttı. Kutsal şehir Kudüs ve Mes-cid-i Aksayı yıktı ve yaktı. Böylece Yahudiler Roma devletinin hakimi­yetine girdiler. M.Ö. 20'de Romalıların Filistin'deki Yahudi valisi Herod mabedi tekrar yaptırdı ve daha sonra Roma hakimiyetinde olan Yahudiler isyan etmeye başladılar ve miladın 70. senesinde Romalı ku­mandan Titus bu sefer Kudüs'ü yıkıp yakarak şehri tamamen bir hara­beye çevirdi. Bu arada Beyt-i mukaddes'te yandı. Sadece batı duvarı sağlam kaldı. Bu ağlama duvarı dedikleri ve Yahudilerin milli ve dini inancı ayakta tutandır.

Titus'un bu zulüm ve korkunç katliamlardan sonra Yahudiler filisi tin'i bölük, bölük terk etmeye başladılar.

"Biz, İsrail oğullarına kitap'ta (Tevrat'ta) şu hükmü bildirdik "Siz o (mukaddes) yerde, mutlaka iki defa fesat çıkaracaksınız" ve muhakkak büyük bir kibirle çalım atacak (ve azgınlık) yapacaksınız" [3]

Bura da Şaron ve Titus'un vahşet benzerliklerini fark etmekte mümkün. Böylece Yahudiler Kudüs ve civarında çıkarılmışlardı. Bu arada Yahudi esirler, Romalıların emrinde çalıştırmak için Mısır'a sü­rüldüler bu esnada Yahudiler Dünya'mn dört bir yanma yayıldılar Ya­hudilerin uğramış olduğu bu bela ve musibetler Kuran-ı Kerim'in ayetlerinde de rastlamak mümkün.

"Hani bir vakit Musa (susuz kalan) kavmi için su aramıştı. Biz'de "Asanı taşa vur" demiştik, hemen (oda vurur vurmaz) oradan (kabile­leri sayısınca) on iki pınar fışkırdı... herkes (kendi) su içeceği yeri bil­di. Allah'ın rızasından yiyin, için, yeryüzünde emirlerinin dışına çıkıp ortalığı karıştırarak bozgunculuk yapmayın" demişti.[4]

"Hani siz (yine) "Ey Musa, (biz artık) birtek (Kudret helvasıyla bıl­dırcın etinden) yemeye asla katılmayacağız. Rabbi'ne bizim için dua et de, bize yerin bitirdiği sebze salatalık, sarımsak, mercimek ve soğan­dan çıkarsın" demiştiniz. (Hz. Musa'da): "Daha iyi olanla bu daha aşa­ğı olanı değiştirmek mi istiyorsunuz? (Öyleyse) bir şehre (Mısır'a) inin, şüphesiz (orada) sizin için istediğiniz (sebzeler) vardır" dedi. Onlar yi­ne yoksulluğa, düşkünlüğe aşağılığa maruz kaldılar ve Allah'tan bir gazaba'da uğradılar. Bu'da hem Allah'ın ayet (mucize ve açık belge)le~ rine nankörlük etmelerinden ve peygamberlerinden Zekeriya, Yahya ve Şu'ayb'ı) öldürmelerinden, hem de (Allah'a) isyan edip aşırı gitme-lerindendir.[5]

Yahudi geçmişine baktığımız zaman Yahudilerin geçmişte sindiril­mesi, öldürülmesi ve filistinden çıkarılmaları Yahudilerin ne yaptıkta hak ettik diyecekleri yerde kin ve nefretlen beslenerek birgün mutlaka ve mutlaka filistin'e döneceğiz. Hesabını yaparken onlara eziyet eden halkın ve ırkın Filistinli Müslümanların yapmadığını bildikleri halde dönüp geçmişin intikamını hiçbir suçu ve günahı olmayan Filistin hak­kından almaya başladılar.

 

Yahudiler Kaç Fırkadır?

 

Yahudilerde kendi aralarında pek çok fırkalara ayrılmışlardır. Bunların bir kısmı hristiyanliğm zuhurundan önceki Yahudi fırkaları bir de bu günümüzün Yahudi fırkaları ve bugünümüzün Yahudi fırka­larını incelediğimiz zaman bunları üç grupta toplayabiliriz.

Bunlardan ilki ferisiler; Sadûkiler, Eseniler'dir. Bunlardan Ferisiler Hz. Musa Aleyhisselam'a inanırlar ve tur-i Sina'da yazılı emirleri ve tevratm yanında sözlü emirlerinde doğruluğuna inanırlardır.

Sadûkiler de sadece Tevrat'a inanıp sözlü emirlere inanmazlar. % Ahiret hayatını, öldükten sonra cennet ve cehennemi, melekleri inkar ederler. İndilerde bunların isimleri sık zikredilir.

Eseniler, bunlar da dünya hayatına önem vermez daha çok ibadet , ile meşgul olur, ticaret yapmaz ve hayvan eti yemezler. Bunların ço­ğunluğu da M. S. 70 yıllarındaki büyük Yahudi katliamlarında öldü­rülmüşlerdi.

Karaim Yahudileri, yazılı emirleri (Tevrat-ı) çok okurlar. Kurtarıcı mesih'in geleceğine ve ahirete inanırlar. Ahirette hesaptan sonra iyilik edenlerin mükafatı, kötülük ve günah işleyenlerin azap göreceklerine inanırlar. Karami Yahudileri namaz ibadetini günde iki defa kılarlar. Yani sabah ve bir de akşam namaz kılarlar. Ve bu Yahudi fırkası dua' da ederler. Senede 70 gün oruç tutarlar. Bazı Yahudi fırkaları da bunla­rı Yahudi olarak kabul etmezler.

İseviyye, kurucusu Ebu İshak Bin Yâkub'dur. Ebu İshak kendisi­nin beklenen Mesih olduğunu söylemiştir. Böylece pek çok Yahudi ona tabii olmuştur. Günlük ibadetleri yediye çıkarmış, Kudüs'e hakim ol­madan et yemeyi ve içki içmeyi yasaklamıştır.

Yudganiyye, Ebu İsa'nın ölümünden sonra onun geçen yudganın yoluna tabii olanlardır. Diğer Yahudi mesheplerinden farkı da onların inancında kulu kendi fiilinin yaratıcısı kabul etmişler, Tevrat'ın tevili ile uğraştılar. Bunlar Hz. İsa'yı ve Hz. Muhammed'i de peygamber ka­bul ederler. Yalnız Hz. Musa'yı onlardan daha üstün görürler. Belirli Yahudi mezhepleri de farklı olup Ortodoks Yahudilik, Reformist Yahu­dilik gibi kısımlara ayrılır. Fakat dünya Yahudilerinin çoğu da Orto­doks Yahudileridir. Amerika ve İsrail'de yaşayan Yahudilerde bunlar­dandır. Tabii ki bir azınlık kısmı da bunların dışındadır. Reformist Ya­hudiler ise bir çok hakikati ve ibadeti inkar ederler. Reform Yahudiler Allah'ın bir olduğuna inanırlar. Fakat bir yandan da saptırmalar yap­mayı da ihmal etmezler. Bunlar Allah'ı birler ve sonra da Allah'ın ale­mi yartırken yorulduğunu ve Yakub Aleylisselam ile görüştüğüne ina­nırlar. İnançlarının en önemli kısmı ise; Yahudilerin diğer halklar içeri­sinde seçilmiş efendiler olarak yaratıldıklarına inanmalarıdır.

Yahudilere göre Allah yer yüzünü adaletle dolduracak bir kıralhk kuracak, fakat bu hıristiyanlarm ki gibi gök yüzünün kırallığı olmaya­cak, Yahudilerin kurtarıcısı yer yüzünün mesihi ve Yahudi alemi dün­yaya hakim olup saltanatına da hakim olacaktır.

Yahudilerin iki büyük eseri okullarda ve üniversitelerde temel ders arasında belirlenmiş ve hatta işlenmesi mecburi bile kılınmıştır. Bunlardan biri Babil talmudu; ilk defa miladi 1523-1522'de Kudüs Tal-mudu almanca İngilizceye Kudüs tehnudu da fransizcaya tercüme edilmiştir. Yahudiler Takımda inanmayanı ve içindekileri kabul etme­yeni Yahudi saymazlar. Babil Telmudu'nun % 30'unu Kudüs teşkil edi­yor. Yahudilerin mekteplerinde bunları okuturlar. Talmud ve Tevratı ders olarak işleme mecburidir. Fakat hristiyanlar telmuda tamamen karşı olup ve de büyük tepkiler göstermişlerdir. Fakat bu Talmud'lar Yahudilerin Tevrattan sonraki kudsi kitaplarıdır, "sözlü emirler" de­dikleri kitaplardır. Talmud iki kısımdan meydana gelmiştir.

Bunlar mişna ve Gamara'dır. Mişna: Ibraniece "tekrar" manasına gelir. Yahudiler sözlü emir-ler,dediklerihaline getirmişlerdir, Yahudi inancına göre Allah Musa Aleyhisselamı Tur dağında Tevrat kitabın da bulunan yazılı emirleri verdiği gibi sözlü emirleri de bildirmiştir. Hz. Musa'ya bu sözçlerde Talmud'lardır. Bu eserleri nesilden nesile nakleden hahamlar tarafın­dan durmadan yeni şeyler ilave edilerek değiştirilmiştir.

El-ken-zul mesud fi Kavaid-it Talmud kitabının beyanında, Tal-mud'dandan İsa Aleyhisselamm cehennemin derinliklerinde, zift ve ateş arasında olduğu, Hz. Meryem'in de asker Pandira ile zina ettiği, kiliselerin necaset dolu pislik içinde olduğu, papazların kelplere yani (köpeklere) benzediği ve Hıristiyanların öldürülmesi lazım geldiği gi­bi hadiseler yazılıdır. Bunun için de Hıristiyanlar tamamen bu Telmud kitabına karşıdırlar. 1520'de papanın izni ile Babil Talmud'u, üç sene sonra da Kudüs Talmud'u basılmış, bundan 30 yıl sonra Yahudiler için felaketler ortaya çıkmıştır. 1553'de Roma'da ele geçirilen bütün Tal­mud nusalarıylan birlikte yakılmışlardır. Bu durum İtalya'da da 1554 senesinde tatbik edilmişti. Talmud ve diğer benzeri eserler tamamen yasak ettirilmişti. Fakat 1578-1581 senesinde Talmud tekrar Besel şeh-; rinde yeniden basılmıştı. Bu baskıda Yahudiler biraz daha temkinli davranmış ve Hıristiyanları kötüleyen risaleler ve cümleleri çıkararak) bununla birlikte birçok kelime ve cümleleri de değiştirmiştiler.

Ama Karamı Yahudileri Telmud'u reddetmiş bu eserlere ve ha-hamların uydurmuş olduğu bu emir sözlerini kabul etmemişlerdi. Ve, diğer Yahudiler de Karamı Yahudilerin! reddederek onların Yahudi olmadıklarnı kabul etmişlerdi. Yahudilerin Talmud'a olan itikatlan vâ görüşleri Talmudun içindebir kaç örnek "Hahamların öğrettiği şeylere itiraz edenlerin cezalandırılacağı bir Yahudi, bir yabancı yanında bir yahudinin aleyhine şahitlik yaparsa lanetleneceği ve bir yahudinin ya­bancıya yaptığı yeminin hiçbir hükmünün olmadığı, yine Talmud'u beyanlarmdandır.

Talmud'un Hoşem Hamispat, Yoreh Deah saltan ara kısımlarında "Yahudi olmayan kimselerin kanını akıtmak Allah'a kurban takdim et­mektir. Yahudilik maksat ve gayesi için işlenen bütün günahlar giz­li olmak şartı ile mubahtır. yalnız Yahudi olanlara insan gözüyle ba­kılır. Yahudi olmayanlar birer hayvandır diyorlar Allah dünyanın bütün servetini sadece Yahudilere tahsis etmiştir. Hırsızlık etmeyi­niz emri sadece Yahudiler içindir. Yani, yahudinin malını çalmayacak­sınız, fakat Yahudi olmayanın malım çalacaksınız. Çalmayacaksın ke­limesi Yahudiler içindir. Diğer milletlerin canlan ve malları Yahudilere helaldir. Zina etmeyeceksin emri Yahudiler içindir.

Yahudi olmayanın malını çalın ve işini elinden alın. Bunları yapan bir Yahudi iyi bir iş yapmış sayılır.

Emirlerimizi Yahudi olmayan birine haber vermek bütün Yahudi­leri katledilmeleri için ihbar etmekle aynıdır. Yahudi olmayanlar ken­dileri için öğrettiğimiz şeylerden malûmat sahibi olunca bizi sürgün ederler.

Ziraatten daha aşağı bir iş yoktur. Bu gibi fikir beyanlarına sahip­ler Yahudiler.

Talmud'daki Mesih hadisesi ve bildirisi de şöyle "Mesih gelecek ve Yahudi olmayan herkesi kılıçtan geçirecek ve harp arabalarının tekerlekleri altında ezecektir. Büyük harp olacak, malup olanların silah­larını yedi sene yakacak olarak kullanacaklardır. Diğer milletler Yahu­dilere itaat edeceklerdir. Mesih Hıristiyanları kabul etmiyecek ve onla­rı tamamen imha edecektir. Bütün milletlerin hazineleri Yahudilerin el­lerine geçecek, Yahudiler çok zenginleşecekler, Hıristiyanlar yok edi­lince, diğer milletlerin gözleri açılacak, onlar da Yahudi olacaklardır.

Böylece Yahudiler dünyaya hakim olacak, dünyanın hiçbir yerin­de Yahudi olmayan tek bir kimse kalmayacaktır." Yahudi ideoloji ve anlayışında bu hurafeler yatmaktadır.

Bütün bu korkunç beyanlara rastlayınca Filistin'de olan bu kor­kunç katliamların hangi zihniyetlerle yapıldığını daha iyi anlayabil­mek mümkündür.

"Onlardan (ehl-i kitap'tan) öyle bir grup vardır ki, kitap'tan san­manız için, kitabı (okurken onu çarpıtmak için) dillerini eğip bükerler. Bu Allah kalındadır" derler. Halbuki o Allah katından değildir, bildik­leri halde Allah'a karşı yalan söylerler." [6]

Siyonizmin hayal ettikleri dünya hakimiyetini elde edebilmek için uygulanmış oldukları ve işte insanlık ayıbı!

İsrailde okullarda ve üniversitelerde bile ders olarak işlenmesi şart vemecburi kılman Tevrat ve Talmud'lar her eğitim kademesinde temel ders olarak işleniyor.

Hahamların vücuda getirdiği Tevrat, Talmud ve risaleler haham-lann katkılarıyla büyümüş ve bir insanın zor taşıyabileceği ağırlığa ulaşmıştır.

İçerikliği ise kin ve nefretten doğan korkunç insan hak ve hukuku- j na ihlaller ve insanlık dışı katliamlar anlatılmaktadır.

 

Yahudilerin Tevrat'ta Altını Çizdikleri Katliamı İşaretleyen Emirler:

 

Ve İsrail onun mirasının sıptıdır; ismi orduların RABBIDIR. Sen benim topuzum ve cenk silahımsın; ve seninle milletleri kıracağım; ve se­ninle ülkeleri helak edeceğim; ve seninle atı ve binicisini kıracağım; ve se­ninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım; ve sininle erkeği ve kadını kı­racağım; ve sininle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve ere varmamış kızı kıracağını; ve seninle çobanı ve sürüsünü kı­racağım; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve sininle valiyi ve kay­makamı kıracağım. [7]

İsraiVde okullarda ve üniversitelerde bile ders olarak işlenmesi şart ve mecburi kılınan Tevrat ve Talmud'lar her eğitim kademesinde temel ders olarak işleniyor. Hahamların vücuda getirdiği Tevrat, Talmud ve risaleler hahamların katkılarıyla büyümüş ve bir insanın zor taşıyabileceği ağırlığa ulaşmıştır. İçeriğinde ise kin ve nefretten doğan korkunç insan hak ve hu­kukuna ihlaller ve insanlık dışı katliamlar anlatılmaktadır.

Dünya'nm dört bir yanma dağılan Yahudiler. Hüküm sözleri nite­liğini taşıyor dedikleri Talmud'lar ve benzeri risalelerle Yahudi olma-a yan halkları yok etmek için hahamların yazmış ve uydurmuş oldukla- f rı bir sürü korkunç iddiaları ortaya koyarak Yahudi olmayan halkları hızla soykırıma götürmektedirler. Yahudiler Musa Aleyhisselamm ge­tirmiş olduğu dini bozarak Museviliğe çevirdiler. Ve tamamen Musa, Aleyhisselamm şeraatinden uzaklaşarak ve Musa Aleyhisselamm tef belliğ ettiği dini esaslarını, putperestleri kabul edebilecekleri hale ge-j tirdiler. Böylece dini esaslardan uzak ve inanılması zor sapıklığa ve vahşetlere sürüklediler. Böylece akıl ve mantığın kabul edemiyeceği bir din ve ırk anlayışı meydana çıkmıştır. Bilinen bir gerçek var ki Mu-J sevilik yunan felsefesini çok büyük tesirindedir. Yunan imparatorlu-i ğunda da birkaç çeşit putperest cemaat vardır. Çünkü bu cemaatlarin-de inancında kurtarıcı bir tanrının inancı var.

22 Ve Allah'ın RAB o milletleri senin Önünden azar azar kovacak; onları çabukça bitiremezsin, yoksa senin üzerne kır hayvanı çoğalır. 23 Ve Allah'ın RAB onları senin önünde ele verecek, ve onları helak edin­ceye kadar büyük kiralığınla kıracak. [8]

13 Ve Allah'ın RAB onu senin eline verdiği zaman, onun her erke­ğini kılıçtan geçireceksin; 14 ancak kadınları ve çocukları ve hayvanla-n ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin; ve Allah'ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. 15 Bu milletlerin şehirlerinden olmayıp senden çok uzakta bulunan bü- j tün şehirlere böyle yapacaksın. 16 Ancak Allah'ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavramların şehirlerinden nefes alan kimse­yi sağ bırakmayacaksın; 17 fakat onları, hittileri ve Amorileri ve Kenanlüan ve Prezzileri ve Hivileri ve Yabusileri, Allah'ın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin;[9]

Yahudilerin dönüp geçmişin intikamını Filistin halkından alması adil olmadığı gibi dünyanın da bu adaletsizliğe tepkisiz kalması da ay­rı bir insanlık ayıbıdır.

Saron'un liderliği ve Tîtusl'lan olan hakimeyit ve barbarlık benzer­liği bu zalim liderler adeta firavun varisleri ve temsilcileri gibidirler. Şu durumda Filistin halkı da geçmiş firavunun aslı Mısır halkının konu­mundadırlar. Saron'un halka ya bana iman ve itaat edin yani (Yahudi) olun canınızı kurtarın, ya da korkunç işkencelerle ölün yok olun diyor.

Bir ayet-i kerimede Allah buyuruyor ki; "kendisi ve askerleri o yerde haksız yere büyüklük tasladı. Onlar hakikatten bize döndürül-meyeceklerini mi sandılar."

Ben dedim; siz ilahlarsınız ve hepiniz yüce olanın oğullarısınız, fa­kat insan gibi öleceksiniz.[10]

Geçmiş asırların bu korkunç zihniyeti ne yazık ki bu asırda ve gü­nümüzde bile halen dünyanın çeşitli yerlerinde değişik şekillerde de­vam edip bu zamanda bile halen yoz inancı ve anlayışı sürmektedir. Özellikle İslam coğrafisine baktığımız zaman hep benzeri sebepsiz ne­denlerle Tahuti güçler ve otoriteleri, İslam'ın genişlemesinden ve ya­yılmasından onların hakimiyet ve idareciliğinden oldukça rahatsızlık ve korku duymaktalar. Bu korkular emir sözleriylen de pekişince ta-aruz, katliam ve soykırım takip etmektedir.

Hz. Musa Aleyhisselamm zamanında Firavun, İsrailoğullarma bu zulmü yapmıştı. İsrail oğulları Allah'ın yardımıyla firavunun gazabın­dan kurtulmuşlardı. Şimdi de azınlık Yahudiler bu zulmü Filistin hal­kına yapmaktadır. Çünkü fanatik Yahudi zihniyetine göre vaat edilmiş topraklarlar yalnız Yahudüerindir, ve de sonsuza kadar da yahudilerin olacaktır.

8 Ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim.

Bütün bu memleketleri sana ve zürriyetine vereceğim ve senin zürriyetini göklerin yıldızları gibi çoğaltacağım.[11]

Üzerinde yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetine vere­ceğim; 14 ve senin zürriyetin yerin tozu gibi olacak ve garba ve şarka ve şimale ve cenuba yayılacaksın; ve yerin bütün kabileleri sende ve zürriyetinde mübarek kılınacaktır. [12]

Ve RAB Musa'ya söyleyip: 2 İsrail oğullarına emret ve onlara de: Kenan diyarına girdiniz zaman (size miras olarak düşecek olan bu di­yar, sınıflarına göre Kenan diyarı)

3 o zaman cenup tarafınız Tsin gölünden Adam boyunca olacak, ve cenup sınırınız şarka doğru Tuz denizinin ucundan olacak; 4 ve sı­nırınız Ak rabbim yokuşundan cenuba doğru dolaşacak ve Tsine geçe­cek, ve onun uçları Kadeş-barneanin cenubunda olacaklar; ve Hastar-addara çıkacak, ve Atsmana geçecek; 5 ve sınır Atsmondan Mısır vadi­sine kadar dolaşacak, ve onun uçları deniz yanında olacaktır.

6 Ve garp sınırınız büyük deniz ve onun kıyısı olacaktır; garp sını­rınız bu olacaktır.

7 Ve şimal sınırınız bu olacak; büyük denizden Hor dağına kadar kendinize işaret koyacaksınız; 8 Hor dağından Hamata girilecek yere kadar işaret koyacaksınız; ve sınırın uçları Tsedadda olacak; 9 ve sınır zifrona çıkacak, ve onun uçları Hatsar enanda olacak; şimal sınırınız bu olacaktır.

10 Ve şark sınırınız Hatsar-enandan Sefama kadar işaret koyacak­sınız;

11 Ve sınır Sefamdan Ainin şark tarafından Ribbya inecek; ve sınır inecek ve şarka doğru Kinneret denizinin yanma dokunacaktır. 12 Ve sınır Erdene inecek ve uçları Tuz denizi yanında olacaktır. Çepeçevre sınırlarına göre memleketiniz bu olacaktır. [13]

18 O günde Rab Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağında büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, bu diyarı. 19 Kemleri ve kenizzileri ve Kadmanileri, 20 ve hittileri ve perizzileri ve Refalan 21 ve Amorileri ve Kenanlıları ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine verdim. [14]

12 Ta ki, Edomun bakiyesini ve üzerine ismim çağırılan bütün mil-letlerimülk edinsinler, bunu yapan RAB diyor. [15]

31 Ve kızıl Denizden Filistinlilerin denizine kadar ve çölden ırma­ğa kadar sana hudut koyacağım; çünkü memleketin ahalisini siniz eli­nize vereceğim; [16]

23 O zaman RAB bütün milletleri önünüzden kovacak sizden bü­yük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. 24 Ayak tabanınızın basacağı her yer sizin olacak; Sınırınız çölden ve Libnandan, ırmaktan, fırat ırmağmdangarp, denizine kadar olacaktır. 25 Önünüzde kimse durmayacak; Allahmız RAB, size söylediği gibi, dedehiştimizi ve kor­kunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.[17]

10 Büyük milletleri vurdu, Ve kudretli kıralları öldürdü

11 Amoriler kiralı Sihonu Ve Basan kralı Ogu, Ve bütün Kenan ülkelerini vurdu,

12 Ve onların yerini miras,

Kavmi İsrail'e miras olarak verdi. [18]

Kendilerini bütün ırklardan üstün gören zorba insanlar. Ve onlara tabii olanlarla birlikte yok olacaklar. Ve güçleri ne dünya'da kalmaya yetecek, ne de mülk edindikleri hiçbir şeyi yanlarında götüremeyecek-ler. Çünkü onlar da kul ve beşerdir. Asla diğer milletlerden ve ırklar­dan hiçbir üstünlükleri de yoktur. Tek farkları ise zorba ve vicdani duygularının olmayışıdır. Çünkü Allah'ın adaleti adil'dir, zulüm de­ğildir. Bu ayetler ve bab'lar da Allah'ın kelamı olması da mümkün de­ğildir. Haşa Allah kullarının bir kısmını yüceltip neden bir kısmını al-çaltsin? Cenab-ı Allah iyiliği emretmiştir, kötülüğü, adaletsizli ve zul­mü men etmiştir. Allah'ın adaletinde zulüm varsa kul hakkını Rabbi niye gözetlesin. Kul hakkı ve insan hakları yalnız Yahudi ırkına mı mahsustur? Rabbi eğer yalnız Yahudi ırkının haklarım gözetleseydi Yahudi alemini mutlu kılması için diğer ırkları da yaratmamış olurdu.

Bütün bu vahşetler ve insanlık dışı yapılan bu katliamlar da gös­teriyor ki Siyonist, emperyalist olan radikal Yahudiler yanlış bir ide­oloji içindeler.

Bir gün gelecek ki o dünya'ya ve içindekilere meydan okuyan zor­balar doğruların ve doğrulukların karşısında eriyip yok olacaklar. Ve;; yine onlara merhamet edecek olan onlar için kurtuluş dileyecek olan yine Yahudilerin zulmettikleri insanlar olacaktır

"O gün (Allah) onlara seslenip "Benim ortaklarım sandıklarınız nerede?" diyecek" [19]

Washington Report isimli derginin bir kapağında bu bildiriyi taşı­yan fanatik Yahudilerin görüntüsüne rastlanılmıştır. Yahudilere göre f Filistin'e dönüşlerini kutsal bir dönüş olarak görüyorlar ve yapmış ol­dukları ve de halen yapmakta oldukları bunca vahşeti de kutsal savaş olarak nitelendiriyorlar. Çünkü İsrail'de özellikle çok önem verip üze­rinde durdukları temel ders olarak görünen Yeşu'nun kitabı (eski Ahit) Yeşu börümü'nün altının çizilerek özellikle okunulmasının ve de hafı­zalarda bu bilgilerin tutulmasının sağlamaktalar. Özellikle İsrail okul­larında bu eserin temel ders olarak işlenilmesi ve hatta işlenilmesi de mecburi kılınmıştır. Ele geçirilen ülkeler de halkın kutsal amaçla yok I edilmesi ve herkesin, erkekler gibi kadınların, çocukların ve ihtiyarla­rın da kılıçtan geçirilmesi üzerinde durmaktalar. Radikal Yahudi anla­yışına göre sözler tevrat'tan sonra Allah tarafından Hz. Musa'ya söy­lenen hüküm sözleridir. Bu vahşet bildirileri

"İsrail oğullarına sor kendilerine ne kadar apaçık ayetler gönder­dik. Kim, Allah'ın nimeti kendisine geldikten sonra onu değiştirirse şüphesiz ki Allah azabı çok şiddetli olandır." [20]

"Onlara Allah'ın indirdiklerine iman edin denildiğinde "biz sade­ce bize indirilene iman ederiz" derler. Ondan sonra geleni inkar eder­ler. Halbuki O, ellerindeki Tevrat'ı tasdik eden hak bir kitaptır. Ey Muhammed de ki; "eğer mümin'seniz daha önce Allah'ın peygamberleri­ni niçin öldürüyorsunuz.[21]

Ayet'i Kerimelerde de mukaddes kitap Tevrat'ın Yahudiler tarafın­dan bozulduğu bildirilmiştir ve bu mukaddes kitap tabilini kaybetmiş­tir.

Siyonist radikal Yahudilerin bunca katliam ve vahşetleri neye da­yanarak gerçekleştirdiklerini de bu ayetlerin ve bu ayetlerin doğrultu­sunda olduğu da netlik kazanmıştır. Siyonistlerin emir sözleridir de­dikleri, felaketlerin oluşuna sebep olan bu bab ve ayetler nasıl Allah'ın kelamı olabilir.

Bak bugün milletler üzerine ve ülkeler üzerine, kökünden sökme ve yıkmak için helak etmek ve yok etmek için seni koydum.[22]

Siyonist radikal Yahudilere göre onlar dünyadaki Yahudi olmayan tüm ırklardan üstün varlıklardır. Allah'ın ortakları varisleri ve dünya hükümdarlığı da onlara verilmiştir. Siyonist ideolojisindeki bu çarpık­lık sadece Filistin ırkına karşı değil diğer ırklara karşıda aynı inanca sahipler. Siyonist radikal Yahudilere göre Filistin halkının hiçbir değer ve hakları yoktur. Onların gözünde onlar yalnız Arap ve Filistin kutsal toprakları da yalnız Yahudilerin atalarından miras kalmıştır. Onlara göre Filistin'e dönüşleri olması gereken bir haktır. Çünkü Filistin kut­sal toprakları onların atalarının topraklarıdır ve onlar bu toprakların varisleridirler. Ve Allah'tan Yahudi ırkına vaad edilen kutsal topraklar­dandır.

Peki Filistin halkının kimliği nerede türedi? Bunlar daha önceden yurtsuz muydular?

İsrail Filistin yurdunu içten işgal etmeye başlayınca İsrail'in vah­şet politikası bir kısım Filistin'linin topraklarını terk etmelerini sağla­mış ve bir kısmı da ne pahasına olursa olsun İsrail devletine karşı di­renmiş ve tek can kalıncaya kadar topraklan için direneceklerini kanıt­lamışlardır. Bu gerçeklerle yüzleşen İsrail hırs ve kinlerinden zehirle­nerek dünyayı hayretlere düşüren vahşet ve zulüm politikasıyla insan­lık dışı katliamlarla adil olmayan ve de bitmek bilmeyen bir savaşla Fi­listin arap halkını soykırıma sürüklemektedir.

İsrail, Filistin'i kuşatarak taciz ve zulümle bu halkı sürgüne zorla­mıştır. Ve her zamanki bilindik hikaye "Filistin Arap halkı Yahudi us kıyla birlikte yaşamak istemedikleri için topraklarını terk etmişlerdir. Bunun içinde terk edilen topraklar doğal olarak direk Yahudi mülkiya-tına geçer. Halbuki dünya ve tüm insan alemi de biliyorlar ki İsrail devletinin kuruluşu Filistin devletinin kemirilmesine neden olmuştur. İsrail, Filistin'i içten işgal ederek masum halkı kadın, çocuk demeden vahşice .katlederek her şeyden kötü olan ise onur yıkıcı çirkinliklerle kadın ve kızlara yapılan taciz ve tecavüzlerle bunun bir savaş değil de bir vahşet olduğunu da ortaya koymuştur.

Yahudilerin istediği dünya hakimiyeti imkansız olan bir gerçektir. Ve aynı zamanda üç dinin hayat sürdüğü Filistin kutsal toprakları da sadece Yahudileştirilmesi de mümkün değildir.

Büyük halife Hz. Ömer'in fethinden sonra üç dinin mensupları bu kutsal topraklardan huzurlu bir hayat sürmüşlerdir. Bugün de isteni­lirse aynı geçmişteki gibi huzur ve barış içinde yaşamak mümkün. Eğer ki İsrail devleti siyaset temsilcilerini ve liderlerini eylemci terörist liderlerden oluşan siyasetçilerinden arındırıp kanlı katliamlarla tanı­nan ve bilinen temsilcilerinin yerine farklı, ırklardaki insanları ve tüm ırkların dini inancına ve ibadet yaşantısına saygın olup (Allah'u C.C) yarattığı tüm kullan eşit olarak gören, renk ve din inançlarından dola­yı saygı duyan haklarını koruyan ve onların haklarını kollayan siyasi liderlere yer verirse eğer, Filistin yurduna kan gözyaşı ve yas yerine huzur ve barışın gelmesi hiç de zor değil.

Filistin konusu vicdan ve sağ duyu toplum ve devlet liderlerinin görmesi lazım. Duyarsızlık ve tutarsızlık hiçbir şeyi halletmediği gibi felaketlerinde akışına ve büyümesine sebep olur. Barış girişimleri yü­zeysel olduğu müddetçe girişimler sonuçsuz bırakıldıkça da Filis­tin'de her gün birkaç masum insan çoluk, çocuk demeden ölmeye ve yok olmaya devam edecektir.

Filistin'li aydın Edward Said'in bir açıklamasında "Bizler, UNRA-VVA'nın (bulunduğumuz yerlerde bizi yerleşikleştirmeye yönelik belirli bir siyasetinin bulunduğunu hissetmiştik, onlar bizden Filistin'i unutmamızı istiyorlardı. Dolayısıyla bizleri istihdam etmek üzere ça­lışma projelerini başlattılar. Kunduracılık yahut kilimcilik gibi küçük işler kurmak üzere halkın bir kısmına krediler veriyor, daha sonra (mültecilere ait) tahsisat kartlarını onlardan geri alıyorlardı. Daha teh­likeli olan yöntemse Avusturya Amerika'ya göçü teşvik çalışmalarıydı. Gene, böyle birisine bilet sağlayıp kartını alıyorlardı. Bütün bunlara, yayınlar oturumları yoluyla, karşı durmaktaydık. Siyasi bilinci olan halk böyle toplantılara gidiyor ve tartışmalara katılıyordu. Böylece bu projelere karşı çıktık çünkü, yoksulluk içinde yaşasak da toprağımıza bağlı kalacağımızı biliyorduk.

Siyonizm'in inancında (Filistin yurdu Yahudiler için Allah'ın vaad ettiği topraktır) bu iddia'mn doğru olmadığını Kur'an da açık bir şekil­de bildirmiştir.

"Allah Hz. İbrahim'in varislerini dünya'ya meydan okuyan Yahu­diler değil Hz. İbrahim'in dinini yaşayan Müslümanları haber vermiş­tir.

"Şüphesiz İbrahim'e inananların en yakını (zamanında) ona uyan­larla şu peygamber (Muhammed Aleyhisselam) ve ona iman edenler­dir. Allah müminlerin" dost ve yardımcısıdır." Aî-i İmran 68

Yahudiler bizim pederimiz ibrahim'dir dediler. İmanlarından üs­tün gelen inatları Yahudi ırkına gönderilen son peygamber Hz. İsa Aleyhisselamı da inkar etmişlerdi. Filistin'de büyük bela ve musibetle­re maruz kalarak bu kutsal topraklarda sürülmüşlerdi. Hz. İsa'ya tabi olduk diyen hristiyanlar ise geçen zaman içerisinde Hz. İsa'nın getir­miş olduğu dini değiştirerek ve de bozarak tamamen çarpıtıp farklı bir inanç sergilemişlerdir. Kuran'da zikredilen peygamberler kıssalarında da filistini işaret eden ayetlerden de bu toprakların kutsiyetini bildir­mektedir.

"Hani Meryem oğlu İsa'da: "ey İsrail oğulları şüphesiz ben size Allah'ın peygamberiyim. Benden Önce Tevratı tastik edici ve benden sonra gelecek, adı Ahmet olan bir peygamberide müjdeleyid olarak geldim" demişti. Fakat o (müjdelenen peygamber kendilerine gelince,

"Bu apaçık bir sihirdir dediler.[23]

İsrail siyonda Musevi ve İsevi dinini hber eden bir çok peygamberin yaşayıp bazılarının vefat ettiğini, bazılannmda Allah'ın dini uğruna şehit olduğu belirtilmektedir.

Bunun içindir ki. Peygamberler diyarı olan Filistin yurdu yalnız ,

Filistinliler için değil tüm Dünya Müslümanları içinde çok büyük önem taşımaktadır.

Yalnız Siyonist radikal Yahudilerin göz ardı ettiği bir gerçek varki ne pahasına olursa olsun Filistin halkı kanlarının son damlasına kadar . filistin'de direnecekler ve gerekirse'de yurtlan ve vatanları için Ölecekler ama filistin'i işgalci Yahudilere bırakmayacaklardır.

Filistin kutsal topraklan peygamberler diyarıdır. Bunun içinde tüm İslam alemini alakadar eden vahim bir deruni meselelidr.         

Filistini işgalci güçlerden arındırmakta diğer İslam ülkelerinin J meselesi'dir bu sorunu ve meselenin çözümü sadece Filistin halkına yüklemekte adil olmamakla berabar tüm İslam aleminin sorunu ve meselesidir. Allah'ın kavimlere göndermiş olduğu peygamberlerin yurdu ve mekanı olan Filistin kutsal toprakları defalarca zorba hü­kümdarlar tarafından yıkılıp, yakılıp, yağma edilmiştir. Bunun için de her karış toprağı binlerce insanların kanıyla kan gölüne çevrilmiştir. Ve Hz. Ömer'in Kudüs'e girişi ardından Filistindeki farklı inançlara karşı gösterdiği hoşgörü ve adil davranış ayrı ayrı dinlere sahip olan ırkların arında savaşılmadan da barış içinde yaşamının mümkün oldu­ğunu göstermiştir. Ve böylece güzel bir dönemin başlangıcı olmuş ve Hz. Ömer'in camii'de o dönemin bir anısı olarak Hz. Ömer Camii inşa edilmişti.

Hz. Ömer Kudüs fethinde Filistin'de bulunduğu sırada kutsal yer­leri dolaşmış ve bunu yaparken de büyük barışın elçisi sebebiyle de orada bulunduğundan dolayı diğer dinlerin kutsal yerlerini de ziyaret etmeyi de ihmal etmemişti. Musevi ve İsevilerin de kutsal yerlerini zi­yaret etmiş ve sıra tam kutsal mezar (Holy Sepkhre) kilisesine gittiğinde namaz vakti gelmiş ve durup namazı düşündüğü sırada baş rahip Hz- Ömer'e kilisede namaz kılmasını teklif eder. Fakat büyük halife bu teklifi nazik bir şekilde geri çevirmiş ve rahibe dönüp sebebini anlata­rak şöyle izah etmiştir. "Eğer ben bu kilisede namaz kılarsam daha sonra Müslümanlar bu olayı amlaştirmak için buraya bir mescit inşa edebilirler. Ve böyle bir teşebbüs de kilisenize zarar verebilir" diye izahta bulunmuştur. Ve oradan aynlarak biraz ilerisinde namazını kıl­mıştı. Böylece büyük halifenin namaz kılmış olduğu yerde Müslüman­lar tarafından o, olay gerçekleştirilmiş ve bu cami kutsal mezar kilise­sinin karşısmdadır. Hz. Ömer'in diğer büyük camii ise tam tapmak te­pesinde inşa edilmiştir. Bu kutsal belde büyük manevi değerde taşı­maktadır. Çünkü Kudüs dünyadaki kutsal üç şehirden biridir.

Kudüs'ü Feth'inden önce sadece farklı inançlar yüzünden barbar­ca vahşice katliamlar oluyordu. Fakat Hz. Ömer'in fethinden sonra Fi­listin'de Müslümanlar Hıristiyanlar ve Yahudiler yıllarca dinlerini ba­rış ve huzur içinde yaşamışlardı. Müslümanlar Hıristiyanlar ve Yahu­diler arasında hiçbir sorun olmadan hayat devam etmişti. Ancak 11. yüzyılın sonunda bu kutsal topraklara dışardan gelen Yahudi işgalci güçler tarafından vahşi ve barbarların gücü hakim olmuş ve daha son­ra haçlı vahşeti takip etmişti.

Avrupa'daki Hıristiyanlar bir "haçlı" seferi düzenleyerek papa II. Urba'nm 25 Kasım 1095 günü clermont konseyinde yaptığı çağrı ile "Bu kutsal toprakları Müslümanlardan alma planlan yapıldı ve yüz bi­nin üzerinde insan Avrupa'nın dört bir yanından Filistin'e doğru yola çıkmıştı. Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri bir çok yağma olayı yaparak insanları barbarca katlederek 1099 yılında Kudüs'e varmışlar­dı ve haçlıların kente girmesiyle de dünyanın en büyük kanlı vahşetin­den biri daha dünya tarihine geçmişti.

Bu vahşet Kudüs şehrindeki tüm Müslümanları ve Yahudileri ka­dın çocuk demeden hepsini katletmişlerdi. Raymond Of Aguiles bu barbarlığı ve vahşeti şöyle anlatmıştır:

"Görülmeye değer inanılmaz sahneleri gerçekleştirdik. Adamlarmızın bazıları ki bunlar bize göre en merhametli olanlarıydı. Düşman-^ larımızm kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri de onları oklarla vurup da sürüyor, bazıları da onları canlı canlı yakalayıp ateşe atarak onların da-,! ha uzun süre acı çekerek ölmesi için işkence yapıyorlardı. Adamları-! mızdan bazıları da Müslüman ve Yahudileri yakalayıp canlı canlı kafa) derilerini ve yüzlerinin derilerini yüzerek ondan sonra öldürüyorlardı,! Şehrin sokakları kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle kij yolda kesik başlar, kollar ve ayaklara takılıp düşmeden yürümel. mümkün değildi. Ama bütün bunlar Süleyman tapmağında yapılanla­rın yanında hafif kalıyordu. Orada nemi oldu? Eğer gerçekleri söyle­sem, buna inanmak istemezsiniz. Fakat en azından şunu söyleyebilirim ki; Süleyman tapmağında akan kanların yüksekliği adamlarımızın! dizinin boyunu aşıyordu."                                                          

11. M.S. 71 yılında Romalılar tarafından Kudüs topraklarından çikanlan Yahudiler dünyanın dört bir yanına yayıldılar. Yahudilerin bir . gün mutlaka Kudüs'e geriye dönüş olarak ahtı nesilden nesile geçmiş  oldu. Ve II. Dünya savaşını fırsat bilerek hızlaörgütleşen Siyonist Yahu­diler filistine yavaş yavaş sızıp yerleşmeye başladılar. Ve İsrail devleti­nin kurulmasıyla birlikte filistini içten işgal ederek bu halkın felaketi oldular. Ve bununla birlikte yarım asrı aşan bir iç savaş Filistin ülkesi taviz ve taarruz merkezi haline getirilmiş oldu Siyonistler tarafından. Fakat bunca vahşet ve uğramış oldukları felaketlere rağmen de Fi­listin halkı tekrar bu kutsal topraklarda huzurlu bir hayat sürecekleri günün umudunu da hiç kaybetmediler.

1920-1929 tarihinde Filistin'e göç eden Yahudilerin sayısı 100 bini bulmuştu. O dönemde Filistin'in nüfusunun 750 bin civan olduğu dü­şünülürse 100 bin gibi bir rakam hiç de küçümsenmeyecek bir sayıdır. Peki bunlar nasıl güçlendiler ve kimler destekledi? Dünyaya meydan okuma cesaretine nasıl ulaştılar? Belirlenen he­defler ve yapılan hesap ve planlar nasıl hiç şaşmadan istikametlerine ulaşabildi? Hızla akan zamanın içerisinde göç eden Yahudi sayısı 1920'lerde 100 bin olan göçmen sayısı 1930'lar da 232 bin civarına ulaş­tı. 1939'a gelindiğinde toplam 1,5 milyon olan Filistin nüfusunun tam 445 bini Yahudilerden oluşuyordu. Bu da gösteriyor ki yaklaşık % 10'dan daha az olan nüfus oranı 1939'larda % 30'lara ulaşmış ve Yahu­di yerleşimi Filistin de hızla yaygınlaşmıştı. Fakat Yahudilerin sahip oldukları toprak ve mülkiyat miktarı 1920li yıllara nazaran iki misline çıkmıştı. 1947 yılına gelindiğinde Filistin'de 630 bin Yahudi 1 milyon 300 bin civarı Filistinli vardı. 29 Kasım 1947'de BM Yahudilere taksim edildi ve İsrail devletinin kuruldu ilan edildi. 15 Mayıs 1948'den Siyo­nist gruplar dışardan da destekli olarak iyice güçlenip Filistin toprak­larını hızla ele geçirmeye başladılar. Filistin halkının köy ve kasabala­rına baskın yaparak kadın, yaşlı, çocuk demeden bu halkı katlederek erleri ve erkek çocukları nedensiz tutuklayarak bazılarını da yıldırıp sürgüne zorlayarak baskı ve şiddetlerini halen sürdürmektedirler.

1930-1939'da İngiliz mandası döneminde büyük bir göçü takip et­mişti. Yaklaşık 232 bini bulmuştu Filistin'e o dönem yerleşen Yahudi sayısı, bu yerleşmeler daha sonra Filistin halkının kabus ve felaketi ol­muş durumda.

Göçmen dairesi başkanı Joseph VVeitz 1940'da yapmış olduğu bir konuşmasında "Şu anda bu topraklar üzerinde iki ayn halka yer yok­tur. Araplar varken bu ülkede bağımsız bir halk olarak var olmamız mümkün değildir. Tek çözüm büyük İsrail'dir. En azından batı bölge­sinde hiç Arap bulunmayan bir büyük İsrail ve bunun için Arapları komşu ülkelere sürmek dışında başka hiçbir seçenek yoktur. Arapların hepsini sürmeliyiz. Arapların bulunduğu tek bir kasaba ve tek bir köy bile kalmamalı. Hepsini sürelim Irak'a, Suriye'ye ve Ürdün'e. Filistin de tamamen bunları çıkarmaktan başka çare yok."

Peki baskılara karşı Filistin halkı direnince ne oluyor? Tabii ki ca­nından oluyorlar. İsrail askerleri tarafından vurularak öldürülüyorlar.

İsrail devleti kurulmadan önce hedefe yönelik kurumlaşma birbi­rini takip etmiş ve tarihin ötesine uzanıp İsrail ve Filistin işgaline ba­kıldığı vakit İsrail'in her bir şeyi ne kadar planlı yaptığını görmekte mümkündür. Çünkü Yahudiler hedef belirlerken özellikle Arap nüfu­sunun etkili kesimlerinde iyice yoğunlaşarak iyi bir şekilde kök salma-; ya başlamışlardı. Ve de Filistinde de bir Yahudi devleti kurmayı hedef alan Siyonizm'in zuhuru başlarken geçmişin tarihinde de Yahudilerin dönüşünün kaçınılmaz olduğunu görmek mümkün. İsrail devletinin kurulmasında büyük desteği olan İngiliz devleti, 16 Mayıs 1916 tarihli, gizli İngiliz, Fransız sykey picot anlaşmasından sonra karşılıklı çıkarların uyuştuğu İngiliz ve Musevi işbirliği de gözlerden kaçmamıştır.

İngiltere'nin askeri işgali ile başladığı Filistin'deki yönetiminin ye­ni kurulan milletler cemiyetinin manda sistemi altında hukukileştirirken giderek daha çok Siyonist teşkilatı ve işbirliği içersinde Yahudi milli yurdunun kurulmasında ve güçlenmesine destek ve de bonkörce katkıda bulunduğu da hiç gözlerden kaçmamıştır.

Filistin topraklarında Yahudi milli yurdunun kurulması ve Filistin halkının yok sayılmasının hiçbir ilke hukukunda yeri yokken neden Filistin'e bağımsızlık haklan tanınmadı? Ve de tanınmıyor? Veya niçin Filistin halkı bu haklara dahil edilmiyor? 57 yıldır dirhem dirhem Si­yonist devleti tarafından soykırıma götürülen Filistin Arap halkının nüfusu kat ve kat Yahudi nüfusundan daha çok olmasına rağmen Fi­listin'in kimliği Filistin topraklarından türediği halde nasıl oluyor da Filistinli kendi topraklarının varisi sayılmıyor ve nasıl oluyor da Filis­tin'in dışından gelip sonradan bu topraklara yerleşen Yahudiler Filis­tin'in gerçek varisleri sayılabiliyor?

"Nüfusun onda dokuzuna baktığımızda Arap'ların yerleşik bulunduğu bir ülke üzerinde bir Yahudi milli yurdu oluşturma siyaseti olağan dışı idi. Yahudilerin pek çoğu ve İngilizlerin bir kısmı Yahudi halkının eski konumunu elde etmesine dair kutsal kitabın verdiği ilha­mın gerçekleştirilmesi yolunda ateşli bir inanca sahipti. Ancak bu inancın Arapların üzerine yükletilmesi de mümkün değildi. (Dolayı­sıyla) Araplar için yeni bir uluslar arası düzenin ilkelerinden birisi ola­rak ilan edilen kendi geleceğini belirleme hakkını ellerinden alan bir siyasete karşı savaşmak gayet tabii idi."

Siyonist ideolojisindeki inanç sisteminde Filistin kutsal toprakları Yahudilere aittir. Evveli ve ezeline kadar da aynen Yahudilerin olacak. Çünkü Filistin onların atalarının topraklarında yaşıyorlar ve Yahudi-lerde bu toprakların asıl varisleridirler.

Çünkü Ben; babalar günahını çocuklar üzerinde üçüncü nesil üze­rinde, ve dördüncü nesil üzerine ariyan, bir Allahım.[24]

Allah'ın RAB, mülk olarak almak için gitmekte olduğun diyara se­ni götüreceği, ve senin önünden çok milletleri, Hittikleri, ve Girgaşile-ri, ve Amarileri, ve Kenanhları, ve Perzzileri ve Hivileri, ve Yebusileri, senden daha büyük ve daha kuvvetli yedi milleti kovacağı; ve Allah'ın RAB onlan senin önünde elevereceği, ve sen onları vuracağın zaman; onları tamamen yok edeceksin; onlarda ahdetmeyeceksin, ve onlara acımayacaksm;[25]

Şöyle ki kendi memleketimde Aşurluyu kıracağım, ve dağlarımın üzerinde onu ayakaltmda çiğneyeceğim.[26]

Deniz kıyısında oturanları, keretiler milletinin vay başına! Ey Ke­nan, Füistiler diyarı, Rabbin sözü size karşıdır; seni yok edeceğim, öy­le ki, artık sende oturan kimse olmayacak.[27]

Öldürülmüş ve esir edilmiş olanların kanından,

Düşmanların reislerin başından,

Oklarımı kanla sarhoş edeceğim,

Kılıcım et yiyecek.

Ey milletler, onun kavmi ile beraber sevinin,

Çünkü kullarının kanının öcünü alacak,

Ve hasımlarına intikamla karşılık verecek.[28]

Bundan dolayı orduların Rabbi şöyle diyor: İşte, ben onları yokla yacağım: yiğitler kılıçla ölecekler; oğullan ve kızları kıtlıkla ölecekler: ve onlara bir bakiye kalmayacak; çünkü Anatot ellerine kötülük getire­ceğim, onların yoklanılma yılını getireceğim.[29]

Ey Habeşler, sizde benim kılıcımda öldürüleceksiniz.[30]

Ve garp tarafından filistilerin sırtına uçup atılacaklar; şark oğulla­rını birlikte çapul edecekler; Edam ve Moab üzerinde ellerini atacakla* ve Amman oğullan onların sözlerini dinleyecekler.

Atalarının fesadından ötürü, onun oğullarını boğazlayacak yer hazırlaymda ayağa kalkmasınlar ve diyarı kendilerine mülk edinmesin-j Ier ve dünya yüzünü şehirlere doldurmasınlar. Ve orduların Rabbi diyor: Onlara karşı kalkacağım, ve adı, ve baki kabını, ve oğlunu, ve torunu Babilden kesip atacağım, Rab diyor.[31]

İşte kavm: DİŞİ ARSLAN gibi kalkıyor ve kendisini ARSLAN gibi kaldırıyor, Şikarını yiyinceye kadar, ve öldürülmüş olanların kanını içinceye kadar yatmayacaktır. [32]

"İşte benden ve miras olarak sana milletleri, Mülkün olarak yeryü­zünün uçlarmi'da vereceğim"

"Onları demir çomakla kıracaksın;

Bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın. [33]

Ve İsrail onun mirasının siptıdır,; orduların RABBİDİR. Sen benim topuzum ve cenk silahlarrmsm; ve seninle milletleri kıracağım ve senin­le ülkeleri helak edeceğim.[34]

"Milletlerden öç alsınlar; ve ümmetleri tedip etsinler; onların krallarını zincirlerle,

ve ileri gelenlerini demir bu kağlar ile bağlasınlar:

" Ta ki, yazılmış olan hükmü onlara karşı yürütsün.[35]

Çünkü Rabbin bütün milletlere öfkesi bütün onların ordusuna kız­gınlığı var;

Çünkü Rabbin öç alma günü, Sion davasından ötürü karşılık yılı var. [36]

Tevratta Yahudi olmayan halkların Yahudiler tarafından yok edil­mesi ülkelerini Yahudilerin sahiplenmesi toprak ve hazinelerinin Ya­hudilerin eline geçmesinin bir hak olduğunun iddiası, Tevrat aytele-rinde görülmektedir. Diğer hakları yok etmek ülkeleri helak etmek için Rabbin İsrail oğullarını görevlendirdiği açıklanmaktadır.

Bunca insanlık dışı vahşet ve zulüm uydurulmuş olan bunca hu­rafeler nasıl Allah'ın kelamıdır denilebilir. Bütün bu akla ve hayale sığ­mayan yalan ve hurafeler insan alemine ve müslüman alemine yapıl­makta olan haksızlıklardan ziyade öncelikle yerin ve göğün hükümda-n ve tüm alemin Rabbi olan Allah'a karşıda büyük gaf ve hakarettir. Allah'ın kelamı olan emirlerin içerikliğine taban tabana zıt olan bu be­yanlar masum insanların felaketi olmuş ve halende olmaktadır.

Ünlü Yahudi ansiklopedisi Hahamların düşüncesine göre Mesih, insanlık tarihini en üst noktasında, israil'in düşmanlarını yenecek, Ya­hudi halkını yeniden topraklarına kavuşturacak onları Ye Ha va'yala yakınlaştıracaktır. Bir peygamber savaşçı, kral ve Tevrat öğreticisi ola­caktır.

Yahudilerin hayalleri geleceği belirlerken bunun bilançosu ise arap halkınmda felaketi oluyor. Radikal Siyonist Yahudilerin inanç sis­temi mukaddes kitap tevrat'm beyanlarına göre değilde Hahamlerin uydurmuş oldukları sözlü emirler risalelerini inanarak kendini özel varlıklar olarak görmüşlerdir. Siyonizmin bu bozuk mantıksal işleyişi bir ülkenin inanılmaz zaiyatma sebep olmuştur. Kalpteki marazın durmadan insanı zehirlemesi ve şeytani hislerin dürtüsü uyduruk

Sabra ve Şatüla katliamının mimarı olan Arieî Şaron Tevrat rulolarını taşırken görünmektedir. Nesilden nesile nakleden kin, kan, vahşet ayetlerinden oluşan bu tevrat rulosuna ve içindekilerin doğruluğuna nekadar sadık ve bağlı olduğu da işlemiş ve halen işlemekte olduğu cinayetleriyle anlaşümmaktadır. Kalp kusurlu olursa fikirlerde bozuk işler. Din ve inanç uygarlığın temelidir.

Eğer din saptınhrsa vahşetlerin önüne geçilemez. Din insanlarda vicdan mahkemesini oluşturan adil bir hukuku da temsil eder. İnsanların ve toplumların uygarlıkları dini inancıyla ve davranışlarıyla bilinir ve de ölçülür.

felsefelerinde mantıklara yatmış görünmektedir. Onun içindir ki bazı felsefelerin mantıksal olarak yürüttüğü kör inançların sonucunda ise Filistin tablosu görünmekte. Gelmiş geçmiş hataların en kötüsü ve de davranış biçimi ise bir yurda girerek onu ilhak etmek ve ulussuz bırak­maktır. İşte siyonizmin getirdiği felaketler Siyonist zihniyetlerine göre kutsal diyarlar ve kıymetli beldeler Filistin kutsal toprakları da dahil olmakla beraber kendilerine hak görmüş ve savaş sebebiyle kendine mülk edinmişlerdir.

 

İnsan Haklan Var mı?

 

İnsan hakları varsa Filistin halkının hakları nerede? Ve ya insan hakları bilindiği halde niçin hiç umursanmıyor?

Filistin insan haklarında doğmuş olan haksızlıklara neden terk edildi?

Filistin'in bağımsızlık've hükümranlık hakkı nerede? Filistin'in toprak bütünlük hakkı nerede?

Filistinlilerin kendi geleceğini belirleme hakkı nerede? Filistinliler yurtlarından çıkarıldılar ellerindeki mal ve toprak varlıklarına el kon­du. Bu mütecavuz olay adil mi? Adil değilse adalet neden Filistin hal­kı için tecelli etmiyor?

İnsan için en Önemli değer olmazsa olmaz olan eğitim ve sağlık kurumları neden Filistin için sınırlamalar getiriliyor İsrail devleti tara­fından?

İsrail bu insanlık dışı cinayetlere savaş derken savaşların hedefi askeri birliklerini olmalı yoksa masum ve savunmasız sivil halk mı?

İsrail'in Filistin'e açmış olduğu bu savaş savunma amaçlı mı yok­sa bir halkı ulus ve kimlikleriyle birlikte yok etme amaçlı mı?

Savaş, eğitim ve sağlık merkezlerini, ibadet ve kutsal yerleri mi hedef alır?

Filistin neden adil ve kalıcı barışın dışında tutuluyor? Filistin'in tabi ve beşeri haklan neden engelleniyor? Filistin halkının milli kimlik­lerini kurma haklarından neden yoksun bırakılıyor?

Yahudilere'de Dünya'da yetecek kadar toprak mı yok? Yahudiler çok mülkiyetten Ölümsüzleşebilirîer mi? Yahudiler Dünya'ya ve için­dekilere hakimiyet kurabilirmi?

Yahudi inancındaki savunucu ve savaşçı Mesih kurtarıcı gelecek­se Yahudileri kurtarmak için madem neden Yahudiler kurtarıcının ge­lip savaşmasını beklemiyorlar da kendileri katliam yapıyorlar?

İsrail benzeri işgalci güçleri, hep aynı nedenlerle cinayet işlerken hesap sorulacağı yerde niçin maaşlarını artırarak bunları ödüllendiri­yorlar?

Veya nasıl oluyor da yapılan saldıralar İslam kesimine yönelik îluyur?

İman edenlerin hiçbir hesabı olmazken, niçin inat edenlerin hesaı ve kinleri bitmiyor iman edenlere? Vicdan ve insafın mahkemesi varmı?

Varsa niçin bu vahşetler vicdan ve insaf mahkemesinde yargılan nıyor?

Firavunların Nemrut ve Ebu Cehillerin neslinde olanlar bu asırda a mı var?

Kanlı alemin efendilerine yetki ve etki verilirini?

Halak ve tufan yalnız geçmiş asırların azgınları içinmidir?

Ahlakın ve hukuk'un sükût ettiği bu savaşta acaba insaf nerede?

Siyonist güçler Filistin'e girdikleri vakit asıl amaçları Filistin hai­ni ulusuyla birlikte yok etmekti. Önce Filistinin ulusunu yok ederek ı toplumun etki ve yetki gücünü kırmış hertür tabi ve beşeri yetkisi-de beraberinde yok etmiştir. İsrail'in terör politikasının yasadışı eymleri yasal gibi görünmüş ve bundan dolayı da israil'in cesareti hadni aşarak felaket ve ölüm kusmaya da devam etmiştir.

İsrailli kurşun atıyor, filistin'li Ölüyor suç sayılmıyor. Fakat Filis-ı'li taş atıyor suç sayılıyor ve Siyonist ideolojisine göre ölmesi gerepor. Yıllardır insaf ve vicdanı hukuku olmayan bu devletin kıskacm-her gün dirhem dirhem vahşet ve Ölüme terk edilen Müslüman Fi­tin halkı can çekişmeye devam ederken dünya ve içindeki insan aleyle birlikte duyarsız kalmaya devam etmektedir.

Peki insan hakları varmı ve yahut varsa Filistin halkının hakları neden bu hakların dışında tutuluyor?

Her ülke kendi ulusunu kurarken ve de bu haklara sahipken Filis­tin halkı neden kendi ulusuna sahip değil?

Devletsiz ve ulussuz olmanın ne olduğunu Filistin halkından da­ha iyi kim bilebilir. Dünyanın her yerinde insanlara tanınan hakların filistine tanınmasının yanlış oluşu ve bu ayıbında dünya da hiçbir ma­zereti ve nedeni de olamaz. Çünkü bu adaletsizlik ve hukuk dışı eylem ve vahşetler filistinle birlikte diğer İslam ülkelerinde de olmaktadır.

Hepsinin saldın ve eylemleri aynı ve benzeri hayali nedenlerle oluşmaktadır. Dünya'nın gözleri önünde Filistin halkının doğal hakla­rı ihlal edilmiştir.

Filistin'in içten bölünmesi ve İsrail devletinin Filistin toprakların­da korkunç ziyan teşkil etmesi, hak olan bir ulusu da yok etmiştir. Na­sıl oluyor da sonradan kurulan bir devlet tüm Dünya'nın gözleri önünde insanlık dışı suç işleyerek, hiçbir tenkide aldırmaksızm Filistin halkının ulus ve kimliklerini de reddetmektedir.

Günümüz de bile istediği zaman tedbir alıyoruz hikayesi altında filistinlileri sıkıştırarak/ göçe zorlayarak ve direndikleri vakit de ne­densiz tutuklayarak işkence ve zulm ederek, vurup ölmelerine neden olmaktadır.

Mha/Frankfurt

 

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'in, Ortadoğu ziyareti nedeniy­le yazılı bir açıklama yapan İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), ABD, Rusya, AB ve BM'den, bölgedeki insani durumun izlenmesi için acil bir mekanizma oluşturmaları ve ilerleme sağlanması için destek sun­malarını istedi.

Yeni 'Yol Haritası'nı eski anlaşma metinleri ile karşılaştırarak eden HRW, burada da Oslo'da yapılan hataların tekrarlanarak in­san haklarına yer verilmediğini anımsattı. Buna karşın planda bütün barış sürecini bozan ihlallerin başladığı yerden devam edilmesine izin verildiğini kaydetti.

HRW Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümü Direktörü Hanny Me-gally, ABD ve dörtlünün diğer üyelerinin ihlallerden ders çıkararak in­san haklan standartları ve etkili izlemenin geçiş sürecini güçlendirecek sini görmeleri yerine bunu planda tamamen devre dışı bırakmalarını eleştirdi. Megally, "Bu boşluk durdurulmadığı sürece tüm plan da bü­zük ihtimalle boşa çıkar" uyarısında bulundu. Sponsorlarının 'Yol Haitası'nı performansa dayalı ve hedefle yürütülen' bir plan olarak su-iarak İsrail-Filİstin sorununu çözmek istediklerine ve bunun Filistin levletine yol açacak nihai anlaşmaya kadar üç aşamalı bir süreç Ön­gördüğüne dikkat çekti.

 

Sağlık Sorunları Giderilmeli

 

Yol Haritası'nda belirtilen Filistin'in hukuk sisteminin düzenlen-lesi ile ilgili olarak, insan hakları ve insani sorunlara dikkat çeken IRW, özellikle halkın sağlık ve insani yardıma erişiminin sağlanması erektiğine işaret etti, Başka önemli yükümlülüklerin ise planda yer al-ladığmı belirtti. Tüm tarafların, cinayetlere kasıtlı saldırılar yaparak şır insan haklan ihlallerinde bulunanları adalet önüne çıkarmalarının lana eklenmesini istedi.

HRW, eksikliklerin giderilmesi için Povvell ve diğer ülkelerden ba-msız bir insan haklan izleme mekanizması kurulmasını ve süreci ıltalayacak yeni insan haklan ihlallerinin önüne geçilmesini de talep ti. Ayrı bir insan hakları izleme mekanizmasının kurulmaması halin uluslar arası insani hukuk ve insan haklan uzmanlarının 'Yol Ha-:ası' izleme komitelerine dahil edilmesini Önerdi. Güvenliğin C1A ve şka güvenlik Örgütleri tarafından denetlenmesinin, ihlallere daveti-olduğu uyarısında bulundu.

HRW, BM Güvenlik Konseyi'ni ise kendi kararlarına sahip çıkma­makla eleştirdi. Filistin'deki sivillerin ihtilafın mağduru olmaları ve İs­rail'in yerleşim birimleri inşaatını sürdürmesinden BM'nin de sorum­lu olduğunu kaydetti.

 

İntifadayla Yaşanan Silkinme

 

İntifada, Filistin halkının kendi ayakları üzerinde durma ve kendi gücüyle mücadele etme bilincini geliştirdi. Bu silkiniş 20 yıldır devam eden işgalin yarattığı katlanılmaz hayat koşullarına, ırkçı siyonist po­litikalara karşı bir isyandı. Filistin davasına zarar veren Arap rejimle­rinden beklentileri bir kenara bırakan yeni kuşak davasına sahip çıktı. Filistinliler kendi kurtuluşlarının kendi ellerinde olduğunun farkın­daydılar. Artık davanın umudu ve bedel ödeyicisi yeni kuşaktı. Filis­tin hareketinde bir kilometre taşı olan ilk intifada, ancak Oslo süreci ile bitirilebilecekti.

İntifada yeni döneme bir hazırlıktı. Bu hazırlık sistemle bütünleş­meye değil, kavgaya tutuşmaya göre yapılmaktaydı. Artık diplomasi­den, Arap yönetimlerinden, hatta FKÖ'den bile medet umulmuyordu. Mücadele işgal koşullarında yetişen yeni kuşak ve kitlelerin inisiyatifi ile yol almaya başlamıştı. Bu silkinme Filistinli grupları da sarsmıştı; olduğu kadarıyla güçlerini yeniden harekete geçirmeye başlamışlardı.

İntifada kısa sürede yayılmakla kalmadı, belirli bir siyasi hedefi ve nispeten örgütlü yapısıyla bir direniş hareketine dönüştü. İşgal yılları boyunca gündelik hayatı devam ettirmek, topluluk düzenini sağlamak için oluşan Örgütlülük intifadaya da yansımıştı. Halk Direniş Komite­leri kent, kasaba, köy ve mülteci kamplarını bütünleştirmiş, komiteler­de örgütlenen halk, Birleşik Milli Liderlik (BML) altında toplanmıştı.

FKÖ içinden El Fetih, FDHKC, Demokratik Cephe ve FKP, ayrıca işgal altında (İsrail'in de alan açmasıyla) yeni palazlanan islamcı grup­lar BML içinde ortak çalışıyorlardı. İşçi sınıfı ise genel grevle intifada­ya tam destek veriyordu. Geçmişle kıyaslandığında Filistin toplumu­nun sınıfsal yapısı değişmeye başlamış, proleterlerin belli bir ağırlığı oluşmuştu. İsrail'in ucuz işgücü rezervi işlevi gören Gazze Şeridi ve Batı Şeria'dan 200 bin civarında işçi günübirlik İsrail'de çalışmaya gi­diyordu. İsrail'in vasıfsız, ağır işlerinin çoğunu bu işçiler yerine getiri­yordu. Dolayısıyla ilk grevleri İsrail'de çok etkili oluyordu.

İntifada yeni dönemin hareketi olmasına karşın eski Önderliklere <arşı bir alternatif oluşturamamış olması en büyük zaaf alanıydı. Yenik adına çıkanlar islamcı Hamas ve İslami Cihat'h. Kitle çalışmaların­la (El Fetih'teki çürümenin de etkisiyle) başarılı olmalarına karşın, deolojik açıdan islami temel almaları nedeniyle davayı hedefe taşıma-arı mümkün değildi. Bundan dolayı önderlik sorunu varlığını sürdür-lü. İntifada'nın önderliğini yürüten Ebu Cihad'm (Halil El Vezir) müadeleyi toplu halk ayaklanmasına çevirmeye yönelik bir strateji üze-inde çalıştığına dair kimi açıklamalar olmakla beraber, MOSSAD'm <bu Cihad'ı Tunus'ta katletmesinden sonra FKÖ, intifadayı "Oslo Süecini" başlatmak için kullanarak bu dinamiği büyük oranda heba etti. İntifada ile başa çıkmak bir yana işgalci yüzü dünya önünde tes­ir olan İsrail, tam bir acz içine düştü. Dünyanın en donanımlı savaş nakinalarmdan biri olan İsrail ordusu bu duruma düşünce, Arafat'ın aşlattiğı diplomasi girişimleri siyonistlerden karşılık bulmaya başla-i. Sovyetler Birliği'nin çöküşü sonrasında oluşan hava da görüşmeler :in uygun ortamı oluşturdu.

 

"Pax Amerikana1" Planının Bir Ürünü Olarak "Oslo Süreci"

 

ABD emperyalizmi önderliğinde başlatılan Oslo Süreci 1993-95 Oları arasında devam eden, FKÖ-İsrail arasında imzalanan anlaşma-ır serisidir. "Toprak karşılığı barış" olarak formüle edilen bu süreçte keler Bildirgesi, Gazze-Eria anlaşması, Taba anlaşması ve başka an-şmalar imzalandı. Bu anlaşmaların hiçbiri Filistin sorununu çözme-iği gibi, İsrail ünlü "güvenlik" gerekçelerini öne sürerek imzaladığı ılaşmalarm önemli bir bölümünü kağıt üstünde bıraktı. Dolayısıyla .11 Clinton'un 13 Eylül 1993'de kotardiğı, Beyaz Saray bahçesinde si-ünistlerin Arafat'la el sıkışma seremonisi sorunu çözmekten oldukça

uzaktı. İsrail en önemli üç sorunu; Doğu Kudüs, Yahudi yerleşimciler ve 4.7 milyon mültecinin topraklarına dönmesi sorunları masaya yatır­maktan s'rekli kaçındı. Yahudi yerleşimlerini kurmaya devam etti vb. Oslo Süreci en çok İsrail'in işine yaradı. Birincisi, intifadamn bit­mesini sağlayarak İsrail'e derin bir soluk aldırdı. İkincisi, bir kısım Arap ülkeleri dahil olmak üzere birçok devlet nezdinde İsrail meşru-laştı. Üçüncüsü, Türkiye şahsında Ortadoğu'da stratejik bir müttefik kazandı. (Türkiye-İsrail ilişkileri geçmişe dayanmakla birlikte, Oslo Sürecinden Önce böylesi bir adım göze almamıyordu). Dördüncüsü, geliştirdiği ekonomik ilişkilerin sağladığı olanaklarla gelir düzeyi em­peryalist ülkeler seviyesine yaklaştı. (Kişi başına düşen milli gelir 18 bin 900 dolar, bu oran Filistin'de 850 dolardı).

Oslo Süreci Filistin davası açısından ise, sonuçları üzerinden ba­kıldığında, bir kazanım getirmedi. Süreç Filistin halkına sahte bir barış bile veremedi. Filistin Özerk Yönetimi'nin (FÖY) kurulması Filistinli emekçilerin temel sorunlarında bir değişiklik yaratmadı. İsrail'in bazı icraatları FÖY'e bağlı polislere devredildi. Filistin polisi Arafat muha­liflerine karşı yetersiz kaldığı zaman İsrail istihbaratından yararlanı­yordu. Kendi çevresindeki adamlar politik iktidara hakim olduktan sonra ekonomik gücü de ellerine geçirdiler. Ramallah'ta lüks villalar­da oturmaya başladılar. Ama mülteci kamplarında yaşayan emekçile­rin yaşamında bir değişiklik olmadı.

Arafat Siyonistlere güvenliği sağlamayı taahhüt etti. İsrail saldırı­larının neredeyse tümü Arafat'ın bu sözünü tutmamasına bağlandı. Bu söze sadık kalmak için Arafat çok çaba harcadı. Gazze'de terör estirdi, yasaklar getirdi, tutuklamalarda bulundu vb. Ama yine de siyonistle-re yaranamadı. Güvenliği sağlamak için CİA şefiyle işbirliğine gitmesi bu konudaki çabalarının ibret verici Örnekleridir. Bu icraatları sonucu Arafat'ın saygınlığı sarsıldı. Filistin davasıyla özdeşleştiği halde halk­tan gördüğü destek önemli oranda zayıfladı.

El Fetih giderek yolsuzluk ve rüşvetçilerin yuvası haline geldi. Arafat yönetimi kısa sürede baskıcı bir iktidar olup çıktı. Filistin direnişini tamamen tasfiye etmek için uğraşmayı kendine iş edindi. Siyo­nistlerin kışkırtmak istediği geniş çaplı bir iç çatışmanın kıyısına kadar gelindiği zamanlar oldu. Hamas bunun önüne geçmek amacıyla esnek taktikler kullandı. El Fetih'de yaşanan yozlaşma kitle ilişkilerine özen gösteren Hamas'm güçlenmesine yaradı.

İsrail ise ırkçı politikalarını ara vermeden uygulamaya devam et­ti. Yeni Yahudi yerleşimlerinin açılması, kuşatma, baskı, taciz, cinayet ve provokasyonlar eksik olmadı. Bu provokasyonlar Şaron'un Harem El-Şerifi ziyaret etmesiyle doruğa çıktı ve ikinci intifadanm fitilini ateşledi.

Oslo Süreci ile aldatıldığını anlayan halk hem İsrail hem de FÖY'ne karşı öfke biriktirmeye başladı. Halk, "yıllardır Arafat ve İsra­il bizi barış süreci adına oyalıyor" demeye başladı. Filistinliler "barış süreci" kavramından bile nefret etmeye başladılar. Kendileri taviz ve­riyor, işgalciler azıtıyor, bunun adı da "barış süreci" oluyordu.

 

İntifada Ve Önderlik Sorunu

 

28 Eylül 20Û0'de El Aksa İntifadası bu koşullarda patlak vermişti. Dolayısıyla, "El Aksa intifadası Oslo'nun sonu değil, sonucuydu" de­ğerlendirmesi süreci tanımlıyordu. Bölgesel başlayan gösteriler kısa sürede Gazze Şeridi ve Batı Şeria'nm her tarafına yayıldı. Artık çocuk­lar okul çıkışlarında ölümü göze alarak işgalci askerlere taş atmaya gi­diyorlardı.

Birinci intifadanm deneyimlerini değerlendiren Siyonistler ilk günden katliamlar yapmaya başladılar. Vurma emri alan keskin nişan­cılar çocukların ve gençlerin başlanna kurşun sıkıyorlardı. Gazze'deki hastaneleri ziyaret eden bir gazeteci, "Hastaneler başlanna kurşun sı­kılmış yaralı gençlerle dolup taşıyordu" diyordu. İntifada çocukları ilüm kusan namlulara karşı taşla direnmenin destanım her gün yeni yazıyorlardı.

Filistin direnişi başından beri emekçi kesimlerin omuzları üzerin-ie yükseldi. İlki gibi ikinci intifadayi da sürükleyenler yoksulluk ve baskı içinde yetişen emekçi kesimlerden gelen gençler ve çocuklar ol­du. Zira yaşadıkları mülteci kamplarında en temel ihtiyaçları olan te­miz su, sağlık, beslenme vb. bile karşılanamayan yeni kuşak, bir de ırkçı baskılara katlanmak zorunda bırakılmıştı.

İntifada sayesinde inisiyatif Arafat yönetiminden tekrar sokağa geçti. Oslo Süreci boyunca Önemli oranda törpülenen kitlelerin inisiya­tif ve direnişi yeniden şekillenmeye başladı. Bu canlanma yozlaşan El Fetih'in gençlik örgütü "Tanzim"de de bir sarsıntı yarattı. Tanzim, Arafat'a rağmen intifadanm öncülüğünde önemli bir rol üstlendi. Mar-van Barguti'nin önderliğinde örgütlenen Tanzim, El Fetih'ten fiilen ay­rı tavırlar geliştirmeye başladı. Hak kazanmanın diplomasiden değil direnişten geçtiği gerçeğine en sık vurgu yapan, intifadanm Arafat'la ya da Arafat'sız devam edeceğini dile getiren önderlerin başında Bar-

guti gelmektedir.

Barguti gibi önderler kimi durumlarda bağımsız tavır geliştirseler de, FKO'den tümüyle bağımsız tavır almaları sürecin seyrine bağlıdır. Halka yabancılaşıp yozlaşan eski önderliğe karşın bu çıkışlar önderlik sorununun çözümü açısından umut verici olmakla birlikte, sorun var­lığını devam ettiriyor.

Oslo süreci ile ikinci intifadanm başlamasına kadar geçen dönem­de islami akımlar güçlenip belli bir kitlesellik kazandılar. El Fetih'te yaşanan çürüme en çok bu gerici akımların işine yaradı. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi belli bir toparlanma yaşasa da etkin bir güç olmak­tan uzak görünüyor.

11 Eylül'den sonra azgın ve kesintisiz bir saldırı başlatan kasap Şaron'a ve arkasında duran Amerikan emperyalizmine karşı, Filistin ta­rihinde en kararlı bir duruşun gerekli olduğu bir sürece girilmiştir. Emperyalist saldırganlık ve savaş politikasının Ortadoğu'ya yönelik hedeflerinden birinin bölgenin en güçlü direnç noktası olan Filistin'i ezmek olduğu göz önüne alındığında, ideolojik-politik açıdan sağlam bir önderliğe olan acil ihtiyaç daha iyi anlaşılır. Filistin halkının yan­sından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkum edilmiş,

1 milyon Filistinli günde 2 dolardan az bir gelirle geçinmek zorunda bırakılmıştır. Bu tablonun sorumluluğu doğrudan siyonist işgalcilere aittir.

İşçi sınıfı ve emekçilerin yaşadığı yıkımlar, ölümler, ırkçı baskılar ile yoksulluğun kaynağı aynıdır; emperyalist-siyonist işgal. Yoksullu­ğa karşı anti-kapitalist mücadele ile sömürgeciliğe karşı anti-emperya-list, anti-siyonist mücadeleyi birbirinden ayırmayan bir önderlik anla­yışı Filistin'i sahte emperyalist-siyonist barış dayatmalarından kurta­rıp gerçek özgürlüğüne kavuşturabilir ancak.

Filistin halkı daha yıllarca direnebilecek güce sahiptir. Ancak em­peryalist-siyonist kuşatma altında, en modern silahlarla donanmış, ta­rihin tanıdığı en katliamcı ordulardan birinin kıskacı altında bulundu­ğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla Filistin halkı her zamankinden çok daha fazla enternasyonal dayanışmaya ihtiyaç duyduğu bir dö­nemden geçiyor. Tüm anti-emperyalist, anti-siyonistlerin sorunu bu bağlamda ele almaları ihmal edilemez bir sorumluluktur.

İsrail ordu sözcüsü Kitneyden İtiraf, Cenin'de katliam yaptık...

İsrail ordusu, Cenin'de yaptığı katliamı itiraf ederek, mülteci kam­pına yapılan saldırıda yüzlerce Filistinli'nin öldüğünü açıkladı.

Ordu sözcüsü Kitney, ordu radyosuna yaptığı açıklamada "anlaşı­lan Cenin'de yüzlerce ölü var" dedi. Gerçekte ise ölü sayısının İsrail ordu sözcüsünün açıkladığının çok üstünde olduğu sanılıyor.

 

Filistin: İntifada Kuşatma Altında

 

Robent Cîough

Irak'taki savaşın sona ermesi Siyonist Devlet'e Ortadoğu'da tam bir askeri üstünlük kazandırdı. Irak ezildi, Amerikan emperyalizmi Suriye ve İran'ı doğrudan tehdit etmektedir. Emperyalist veznedarla­rını koruma korkusu olan diğer Arap rejimleri ise verdikleri kapitülas­yonlara karşı gelişen iç tepkileri bastırma ile meşguldürler. Faydasız şikayetlerle ellerini ovuşturan bu rejimler Siyonistlere İntifada'yı yok etmeleri için zahmetsiz bir fırsat vermiş oldular. Bush yönetimince ye­şil ışık yakılan Şaron, bu fırsatı değerlendirmek üzeredir. ROBERT CLOUGH, Filistin halkının yüz yüze bulunduğu durumu vahim ola­rak bildirmektedir.

Şaron'un stratejisi geçtiğimiz haftalarda fark edilir derecede açık hala geldi. İsrail'in kaygılarının gözetileceği garantisini alan Şaron Bush'un "barış için yol haritası"nı benimsemektedir. Yalnız, görüşme­leri, Filistin nüfusunun büyük bir kısmını barındıran Batı Şeria'yı çev­releyecek olan duvarı tamamlamak üzere kesecektir. Böylelikle, bütün Ürdün Vadisi'ni de kapsayan bölgenin %60'ı İsrail'e katılmış olacaktır. Bu bölgelerdeki Filistinli'ler tecrit duvarının oluşturduğu dört askeri kamp ya da yerleşim yerine göçe zorlanacaklardır. Doğru dürüst bir ekonomileri bulunmayan bütün Filistin halkı tamamıyla dış yardımla­ra bağımlı dilenci bir halka dönüşecektir. Kendileri için dayanılmaz bir hal alan yaşam onları evlerini terke zorlayacaktır;yeni bir Nakbah.

Şaron, Amerikan emperyalizminin herhangi bir engellemesi ile karşılaşmayacaktır. Geçen iki buçuk yıllık İntifada boyunca Bush yö­netiminin genel kaygısı Filistin halkına karşı yürütülen Siyonist terör kampanyasının Ortadoğu'da provoke edebileceği istikrarsızlık olmuş­tur. Ancak bu kaygı, Arap rejimlerinin Irak'a saldırı esnasında dahi kendi halklarına karşı yaptıkları etkin jandarmalıkla anlamını yitirmiş­tir. Yeni Filistin Yönetimi'nin umutsuz uzlaşma çabalarına rağmen Şa­ron zamanın kendisinden yana olduğunu bildiğinden her seferinde fazlasını isteyecektir. Bu arada, Filistin halkının iradesini yok etme ça­bası ile Gazze Şeridi'ni vurmaya devam edecektir.

 

Tecrit Duvarı

 

Şaron'un stratejisizinin öldürücü noktası ilk ulusal Şaron hüküme­tinin savunma bakanı, İsrail Emek Partisi eski başkanı Ben-Eleizer'in ilk kez önerdiğinde Şaron'un inşasını reddettiği 'tecrit'duvarıdır.Du-var için ilk plan, İsrail ve işgal edilmiş bölgeler arasındaki sınırı-yeşil hat-azaltmaktı. Böyle olmakla birlikte, plan az zaman sonra Siyonist yerleşimlerinin İsrail tarafında kalmasını garantilemek için işgal edil­miş bölgelere saldın planına dönüştürüldü.(Bakınız FRFI170). Batı Şe-ria'nm %10'unu İsrail'e katacak olan bu batı tarafı bitirildiğinde 360 km. uzunluğunda olacaktır: Kendilerine oturma ve vatandaşlık hakkı verilmeyen 385.000, Filistinli ile birlikte 57 yerleşim yerinin 303.000 sa­kini İsrail tarafına geçmiş olacaktır. Kuzey'de inşa edilen 114. km.'lik bölüm Temmuz itibarı ile bitirilecektir. Uzun kısımlar her 300 metrede bir inşa edilen büyük koruma kuleleri ile 30 fit yüksekliğinde, Ortaçağ tarzı yapılardır. Bu bölüm 17 köy ve şehir ile 110.000 Filistinliyi kuşa-tacaktir. Duvar ve sınır arasındaki toprak kapalı bir askeri bölge halini alacaktır.

Sekiz metrelik yüksek duvarla çevrelenecek olan Kalkilya'nın 48.000 kişilik nüfusu şehre sadece bir kontrol noktasından girip çıkabi­lecektir. Kalkilya'nın altında Batı Şeria'nm su ihtiyacının %51'ini karşı­layan Batı Akufer su sistemi bulunmaktadır. İsrail şehrin %30 su ihti­yacını karşılayan 14 su kuyusu ile birlikte bu sisteme el koyacaktır.

Şaron Hükümeti duvara ilişkin iki temel karar aldı: Ariel, Kedu-mim ve Irnanuel gibi büyük yerleşimlerin israil tarafına geçmesi için Batı Şeria'nm daha fazla içinden geçmesi için duvarı yeniden rotalan-dirmak ve de Ceriko'yu. tam bir tecride sokacak olan Ürdün Vadisi'nin geniş bir kısmının İsrail'e katılmasına olanak veren bir doğu tarafın duvara eklenmesidir (sf. 3'teki haritaya bk) Şaron'un fikri şudur: İsra­il için hayati bir doğu güvenlik bölgesi olan Ürdün Vadisi'nin İsrail'in elinde olmaması hali hiçbir zaman olmayacak bir iştir. Bu bölge her za­man İsrail'in elinde olacaktır (Jonathan Cook'un alıntısı, Elektronik İn­tifada 28 Mart 2003).

Dört Filistin yerleşimi oluşturulacaktır; Carusalem bütünüyle İsra­il'e kalacak, Beytlehem ise kuşatılmış olacaktır. Şaron duvarın yeni bir sınır olduğunu her ne kadar inkâr etse de pratikteki maliyeti (1000 km. uzunluktaki duvar için toplam 2000 milyon dolar olarak tahmin edil­mektedir.) duvarı sürekli kılacaktır.

 

Yol Haritası

 

Başkan Bush'un söylenegelen yol haritası 1993'ten beri kendileri için felaketlerle sonuçlandığı açık olan Oslo barış' planını Filistin hal­kına yeniden dayatmaktadır. Filistin Yönetiminin 29 Nisan'da Mah-mud Abbas'm başbakanlığını teyyidini takiben oldukça fazla erteleme­den sonra Bush yönetimi yol haritasını yayınladı. Abbas'm belgeyi müzakere ediîmişcesine hemen kabul etmesine karşın Şaron belgeyi kabul etmemekle birlikte Siyonistlerin Filistin Yönetimi'nin direnişi silâhsızlandırıp Filistinli mültecileri İsrail'deki yitirilmiş topraklarına dönme hakkından vazgeçmeye razı edene kadar belgenin gerektirdiği hiçbir yükümlülüğü yerine getirmeyeceğini bildirdi.

Colin PoweH'ın Mayıs başlarında Ortadoğu'ya gerçekleştirdiği ge­zi Şaron'u plan üzerinde anlaşmaya ikna edemedi; ancak, Powell'm her zaman olduğu gibi odaklandığı nokta Filistin direnişiydi: "Filistin-li'lerin terörist altyapıyı silahsızlandırma ve ortadan kaldırmak amaç­lı kararlı ve hızlı davrandığı görmeliyiz" dedi. "Aksi halde yerinde bunca çabamız heba olacaktır.

Siyonistler ve ABD yönetimi arasındaki yeni görüşmeler, ABD'nin yol haritasında değişiklik istemesi, Siyonistlerin aynı şekilde belgeyi tümüyle onaylamayacakları tartışması ile bir çözüme kavuşmuştur. Amerikalı bir resmi görevlinin de bildirdiği üzere mesele yol haritası kavramsalının yapısını değiştirirken kavramsalın kendisinin nasıl ayakta tutulacağıdır; açıklanan yol haritası taslağı nihayetinde işlevsiz de olabilir, fakat yol haritası kavramsalı işlevsiz değildir. Ortak bir bil­diride Colin Powell ve Candoleeza Rice İsrail'in yol haritası ile ilgili 'hayati kaygılarından' bahsettiler ve şöyle devam ettiler: 'ABD İsrail'in bu yerinde kaygılarını kabul eder. Yol haritasının hayata geçirilmesin­de bunlara tam anlamıyla ve gerektiği gibi değinilecektir.'

ABD'nin İsrail'e partilere dayalı desteğine ilişkin açık kanıtlara rağmen, Filistin Yönetimi'nin lideri ABD'nin İsrail'i söz konusu görüş­melere zorlayacağı konusunda umutsuzdur. Zira, bir bakana göre 'Fi­listin Yönetimi ( yol haritasını ) reddedemez, çünkü bu durumda yüz yüze geleceği şey bir felakettir. Bu tür bir kapitülasyon doğrudan Siyo­nizm ve Emperyalizm'e bağımlı bir küçük burjuvanın çıkarlarını yan­sıtır.'

Gerçek şu ki amerikan emperyalizminin yol haritasının gerçekleş­tirilmesinde pek az menfaati vardır ve Bush yönetiminin Savunma Ba-kanlığı'ndaki Richard Perle ve Douglas Faith gibi anahtar figürler Ba­tı Şeria ve Gazze'nin kutsal kitap hükümlerince İsrail'e ait olduğuna inanmaktadırlar. Richard Cheney sağcı "Ulusal Güvenlik için Siyonist Yahudi Kurumu"nun yönetimindedir, geçen yıl Donald Rumsfeld söz konusu işgal edilmiş bölgelerden uluslar arası tanınmış konumlarının açık biçimde reddi ile bahsetmiştir.

Amerika-İsrail Kamu İlişkileri Komitesi'nce yürütülen Siyonist bir kampanya, 100 senatörden 88'inin, 400 Temsilciler Meclisi üyesinden 316'sınin Bush'a yol haritasının İsrail üzerinde oluşturduğu baskı ile İl­gili kaygılarını bildirir bir mektup yazmalarıyla sonuçlandı. İleti açık-hnŞaron'a Batı Şeria'nm %50-60'mı İsrail'e katıp buradaki Filistin hal­kını toplama kamplarında yaşamaya zorlayacak olan tecrit duvarının bitirmesi için gerekli zamanı sağlayacak görüşmeleri kesme iznin ve­rilmesi. Gazze Kasabalarına Siyonist Saldırı

Mahmud Abbas Filistin direnişini silahlı mücadeleyi bırakmaya ikna ededursun, Siyonistler özellikle güneyde Rafah'ı hedef alarak Gazze'yi vurmaya devam etmektedirler. Geçen Aralık ayında 55,Ocak'ta 77 ve Şubat'ta 91 saldın gerçekleştirildi. Ölüm ve yıkım lis­tesi 18 Şubat'ta El Tufah'a gerçekleştirilip 11 ölümle sonuçlanan istila ile 20 Şubat günü 6 ölüm ile sonuçlanan Beyt Hanan istilasını içermek­tedir. 6 Mart'ta sıra Cabalya'dadır: llölü. Ardından 17 Mart'ta Nussey-rat ve Beyt Lahya vuruldurll ölü. 20 Mart'ta Filistin Polisi Hamas'm Cabalya'daki silah eğitmenlerini tutuklamaya kalkınca halk tereddüt­süz Hamas'ı desteklemiş, takiben çıkan çatışmada bir Hamas üyesi öl­dürülmüş, iki polis cipi yakılmıştır..Saldırı 8 Nisan'da sürdürülmüş­tür: Askala'da, 10 kişi yok yere helikopter ateşi ile öldürülmüş, onlarcası yaralanmıştır.

Rafah'ta ll;Nisan'da, Uluslararası Dayanışma Hareketi (ISM) mensuplarından İngiliz bir aktivist Tom Hurndall, genç bir kızı İsrail ateşinden uzaklaştırmaya çalışırken başından vurulmuştur. Şu anda bitkisel hayattadır, İsrail ordusu Hurndall'm bir İsrail keskin nişancısı­nın ateş eden kamufle olmuş bir Filistinliyi hedeflemişken çapraz ateş­te kaldığını iddia etmektedir. Bütün görgü tanığı ve kanıtlar bunun bir yalan olduğuna işaret etmektedir: Orada bahsi geçen bir Filistinli bu­lunmayıp, Tom ışık yansıtan bir ceket giymektedir. Yabancılar Daire-si'nden cinayete dair herhangi bir resmi kınama gelmemiştir.

19 Nisan'da Rafah'a yapılan başka bir saldırı sonucu ikisi çocuk beş Filistinli ölmüş, 30'u yaralanmıştır. 29 Nisan'da, Abbas Hüküme-ti'nin teyyidinden sadece saatler önce, Gazze'ye düzenlenen helikop­ter saldırısı PLFP lideri Nidal Salama ve yanındaki bir kişi öldürül­müştür.

1 Mayıs günü, Abbas yemin ederken daha büyük kıyımlar görül­dü: Hamas'm ileri gelenlerinden Yusuf Ebu Heyn'e karşı Gazze'ye dü­zenlenen saldırıda Şicayah'ta 12 kişi öldürülmüştür.

Ertesi gün yine Rafah'ta İsrail birlikleri zırhlı bir personel taşıyıcı­sından kasten İngiliz kameraman James Miller*! öldürmüştür. İsrail or­dusu bir roket ateşlemek üzere olan birini vurdukları sırada Miller'ın çapraz ateşe kaldığı iddiasındadır. Görsel kanıtlar Miller'ın beyaz bir bayrak salladığını göstermektedir; meslektaşları saatlerce gözlem al­tında kaldıklarını ve ateşin yalnızca zırhlı personel taşıyıcısından ol­duğunu dile getirmektedirler.

İntifada'nın -başından beri öldürülen 2.500 Filistinliden 250'si Ra­fah'ta öldürüldü, üçte biri çocuk olmak üzere. Bölge, İsrailli'ler için sü­rekli bir ateş ve yıkım ile istila ve serbest ateş, makineli tüfek ve keskin nişancı ateşi, alanıdır. Siyonist ordu canice eylemlerini dışardan hiçbir tanık olmadan sürdürebilmek için bölgeden uzaklaştırmaya çalıştığı gazeteci ve uluslararası gözlemcileri kasten hedef almaktadır. Siyonist­ler şimdi suç olarak tanımlanan IDF (ordu) operasyonlarını durdur­mak amacında olan ISM ve diğer örgütlerle bir bağı olmadığını bildiren yabancı ziyaretçiler talep etmektedir. Bildiri, şu tür bir deklarasyo­na imza atmayı gerekli kılmaktadır: 'İçinde bulunduğum riskin farkın­dayım, îsraiî Devleti Hükümeti askeri bir müdahale sonucu meydana gelecek ölüm, yaralanma ve/veya mülke hasar ve zararından sorum­lu değildir.' Bu Cenova Konvansiyonu'nun işgal edilmiş bölgelerde in­san haklarının korunması hükmünün açık ihlalidir.

Yine de bunlar, 'sahip olduğumuz negatif imaj,bana göre bu anla­yışla şekillenen Filistin tarafının Öyküsünü güçlendiren aktivistler yü­zündendir... örgüt [ISM] aktivistlerinin sınır dışı edilmeleri için başta kendi selametleri için, bir emir verdim- kendi hayatlarım gereksiz ye­re tehlikeye atarken bizim bölgede serbest hareket etmemizi de engel­lemektedirler. Bu nedenle bölge dışına çıkmaları en uygunudur.' bu­yuran İsrail Ordu Komutanı General Ayalon'u pek yolundan etmişe benzemez.

Emek Partisi Hükümeti'nin Miller ve Hurndall'm ölümlerine dair İsrail tarafından yapılan izahata meydan okumadaki gönülsüzlüğü ile Mayıs ayı başlarında ingiliz bir intihar bombacısının ailesine karşı ha-reketindeki hızı oldukça yalın biçimde çelişmektedir. Bu, Filistin halkı­nı destekler herhangi bir girişimin Siyonizm'i koşulsuz destekleyen Emek Partisi'ni nasıl ırgalamadığını göstermektedir. Yoğunlaşan bir kuşatma altında bulunan Filistin halkı için İntifada'ya desteğimizi kuvvetlendirmek zorundayız.

 

Zafer Filistin Halkımndır!

 

Müslüman halkı yok etme planları da bu yöndedir. Yahudi asıllı ve kolonilerinden görevli VVeit'in 1940'da söylemiş olduğu bu sözler Filistin halkının bilançosu'nu 1948 yılından çok daha önceden çizilip planlandığı gerçeğini de ortaya koyuyor, "iki taraf olarak aramızda açıkça bilinmesi gereken nokta, bu ülkede her iki halkı birlikte tutacak yer bulunmayışıdır. Bağımsız bir halk olarak varolma hedefimizi bu küçük ülkede Araplarla birlikte gerçekleştiremeyiz. Tek çözüm Arap nüfusu olmayan bîr Filistin en azından (Ürdün nehrinin batısında) bir şad/ye furkan demirtaş bati Filistin'dir... Ve Arapları buradan komşu ülkelere transfer etmek­ten; tek köy, tek kabile bırakılmaksızm, hepsini dışarı çıkartmaktan başka da yol yoktur."

Yahudilerin tarihine baktığımız zaman II. Dünya Savaşı öncesi Fi­listin Yahudilerin yerleşim yeri olarak belirlinmiş ve her bir şeyin he­sabı en ince noktasına kadar yapılmıştı. Filistin'in nerelerine kadar Ya­hudiler yerleşecek ve Filistin halkı nerelere sürüleceğinin hesap ve pla-nı'da yapılmış ve bölgeler belirlenmişti.

"Biz Galili bölgesinin iç kısmını temizlemek ve yukarı Galili'nin tamamında bir Yahudi bölgesel uzantısını yaratmak ihtiyacını duy­duk... Dolayısıyla, Galilide kalan on binlerce suratsız (metinde aynen olduğu gibi) arabı kaçırmak için, bizi güç kullanmaya mecbur bırak­mayacak yollar aradık...

Farklı köylerde Araplarla temasta bulunan bütün Yahudi muhtar­ları bir araya topladım ve Arapların bir kısmına büyük bir Yahudi si­lahlı gücünün Galili'ye ulaştığı ve Hule çevresindeki bütün köyleri ya­kıp yıkacağı söylentisini yaymalarını istedim. Onlar dostları olarak bu Araplara henüz vakit varken kaçmaları telkininde bulunacaklardı.

İsrail'in uydurmuş asılsız iddiaların ne kadar doğru ve ne kadar yanlış olduğunu tüm Dünya alemi de bilmektedir ki İsrail'in kendine göre uydurmuş olduğu asılsız bahaneler ile ancak kendilerini kandır-maktalar.

Bir halk nasıl asaleti sefalete tercih edebilir ki, bir halk nasıl ulus ve kimliklerini kendi isteği doğrultusunda iptalini isteyebilir ki. Dün­yanın en azılı suçluları bile yargısız infazdan korkarken, nasıl olur da masum ve günahsız bir toplum sefalete sürün bize zulmedin bi­zi vurun ve yok edin demeleri mümkün mü hiç?

Veyahut bütün bu vahşetleri hak ettilerse ve de kendi istekleri doğrultusunda toprak ve yurtlarını terk ediyorlarsa o zaman Filistinli­ler niçin bu kadar direniyorlar?

Yahudi kamuoyu oluşturucularının dünyaya ilk başta kabul et­tirdikleri Arap mültecilerin kendi istekleri ile ayrıldıkları masalı doğru değildir. Gönüllü olarak göçenler yalnızca üzerlerine giydikleri elbise­lerle (evlerini) terk etmezler. Evlerinden ayrılmaya karar veren insan­lar bunu ailelerinin diğer üyelerini kaybedecek ölçüde bir telaş içinde yapmazlar. Gerçek şu ki (Filistinli) çoğunluk korku dolu bir kaçış için­de katliamdan kurtulmak için yerlerini terk ettiler..

Yahudüer bizi, kadınlarımızdan ayırarak, diğer köylülerle birlik­te gruplandırdılar. Bütün gün köyün meydanında kaldık... Aç ve susuz idik iki köylü, yaşlı ve çocuklara su getirmek için izin istedi, Yahudiler onlan su için götürdüler fakat bunun yerine vurup Öldürdüler. Üzeri­mizi aradılar ellerimizde kalmış para yüzük ve saatlerimizi de aldılar ve sonra rast gele 200 kişiyi seçip kamyonlara doldurarak Rama'ya gö­türdüler, onlara ne olduğunu bilmiyorduk kalanımız kuzeye Lübnan'a doğru sürülecekdik hemen hemen gece olmuştu, köyün muhtarı Yahu­dilerden hiç olmazsa o geceyi geçirmemiz için izin istedi... fakat muh­tarın ricasını reddedip orayı terk etmemiz için yarım saatlik mühlet verdiler, yarım saat olduğu zaman havaya ateş etmeye başladılar. Sa-cur'a ulaşıncaya kadar birkaç saat yürüdük... dehşet içerisindeydik yo­lun hangi tarafına bakarsanız bakın insanlarla doluydu. Hepsi de Lüb­nan'a ulaşmanın acelesi içindeydi.

Arapları evlerini terk etmeleri için hareketlendirmek Yahudilerin siyaseti idi. Bunu sağlamak için psikolojik savaş yoluna baş vurdular. Daha sonra, savaşın ilerlediği sıralarda köylerine bağlı kalanlarda zorla dışarı atıldılar. Muazzam bir başarıyla yürütülen bi si­yaset iki önemli avantajı beraberinde getiriyordu. İlkin bu Arap ülke­lerine ilkel ekonomi ve idare mekanizmalarının hiçbir surette baş ede-miyeceği bir büyük mülteci problemini bıraktı, ikinci olarak da Yahu­dilere içlerinde beşinci kol faaliyeti bulunmama görevi güvenci vermiş oldu...

Kendi istekleriyle Filistinli Araplar topraklarını terk ediyorlar di­yen İsrail devletinin yalan itiraflarını medya ve Dünya basım, doğru olmadığını delil ve belgeleriyle ortaya koymuştur. İsrail'in iftiralarının aksini ispatlayan Filistin halkı zor koşullar altındaki yaşam mücadele­si veren Filistin halkının dramı ve feryatları Filistin yurdunun üzerin­de oynanan oyun ve düzenbazlığı da ortaya koymuştur.

"Oldukça büyük sayıda mülteci kampında (incelemede) bulun­dum, fakat burada, Ramallah'ta gözlerimle tanık olduğum daha kötü bir manzarayı daha önce hiç görmemiştim. Arabam, doğuya has bir coşkunlukla yiyecek ve evlerine geri dönme isteklerini haykıran heye­canlan ayaklanmış bir kitle tarafından kelimenin tam anlamıyla hücu­ma uğramış idi. Bu acı çeken insanlık dalgası ürkütücü yüzlerle doluy­dular. Hele bir deri bir kemik yüzlerini arabanın içine kadar sokup ola­ğan insanın kesinlikle yenilip yutulmaz bulacağı ve fakat kendilerinin yegane yiyeceği olan ekmek artıklarını uzatıp gösteren bir grup sakal­ları karma karışık biçare ve düşkün ihtiyarı hiç unutamıyorum."

Bebekler kötü söz söylemezler. Bebekler taşta atamazlar onların kokusu çiçeklerde bile bulunmaz. Çünkü onlar burcu burcu cennet kokarlar. Onların avuçları da güzel kokar bebeklerin ellefi kan, kokmamak. Ey dünyayı iğne deliğinden geçirmeye çalışan A... Ey Allah'ım hüküm ve gazabından habersiz olan A......Sen bebeklerin katili olan A...Keşke idrak edebilelsen de hayatın içinde kaybettiğin İnsanlığı yüreğinde ve vicdanında buîabilsen.

Arap Filistin mültecilerini terk etmek zorunda bırakılmış olan Arapların mülkü üzerinde Yahudiler yerleşmiş bulunuyor. Zorla, top­raklarından çıkarılmış olan Filistin halkı da zor koşullar altında hayat­ta kalma mücadelesi vermektedirler.

 

Filistinli Sümeyye... A'nın İtirafları.

 

Yıl 1971 'de 14 Haziran sabahı kapımız hızlı hızlı çalındı, benim ba- j şim açık olduğu için ben baş örtüme yenilirken yedi yaşındaki oğlum koşup kapıyı açmıştı. Kapıyı açar açmaz İsrail askerleri ellerinde silah­larla içeriye daldılar. İsrail askerleri adeta kin ve nefret kusuyorlardı, eşim ve iki oğlum kahvaltı sofrasında büyük şaşkınlık içinde donup kalmışlardı adeta. 14 yaşındaki oğlum ağzındaki lokmayı yutmak iste­di ama korkudan lokmasını bile yutamamıştı. Hepimizin lokması elin­de kalmış ve çay bardaklarımız henüz doluydu. Ve iri yan bir İsrail as­keri ayağındaki koca botlarla sofraya vurup her şeyi kırıp dökmeye başladığı anda diğer İsrail askerleri de eşimi 17 yaşındaki ve 14 yaşın­daki oğullarımı yere yatırıp dövmeye başladılar, askerler dokuz kişi ve hepisi de silahlı idiler. Tekme ve yumruklarla durmadan vuruyorlardı. Eşimin dudakları patlamış ve burnundan kan oluk oluk akıyordu. Halbuki askerlere karşı direnmemişlerdi bile. 14 yaşındaki oğlum Zü-beyir yüzü koyun yerde parmaklarını asker koca botlarıyla ezerken ben daha fazla dayanamayarak oğlumun üzerine kapandım onun ye­rine ben ezileyim.istedim. Onlar beni kaldırıp kapıya doğru fırlatarak evimizi terk edip defolup gitmemizi istediler. Ben sekiz aylık hamiley­dim ama onlar acımasızca oğlumu dövmeye devam ettiler. Yerde ya­tan oğlumu askerlerin tekme ve tokatlarıyla kan revan içinde kalmıştı. Eşimin ve çocuklarımın feryatları sancılanmama sebep olmuştu. As­kerler bizden hemen evimizi ve Filistini terk etmemizi istediler. Neden niçin deyip direnmememiz içinde Önce erkeklerimiz döverek bize göz dağı vermişlerdi. Bizde direnmeden hemen dediklerini yaptık ve evi­mizi terk ederek oradan ayrıldık. İsrail askerleri üzerimize fazladan bir giysi bile almamıza izin vermediler. Küçük oğlum ve üç yaşındaki kizım feryat ediyor ve titriyorlardı. Bizim biraz paramız ve benim biraz da takılarım vardı. Ben onları sakladığım yerde evi terk etmeden önce almak istedim. Fakat bunu fark eden askerler onları almama izin ver­mediler ve onları kendileri aldılar. Eşim onlardan para ve takılarımızı geri istedi. Bu söz üzerine İsrail askerleri bu isteğimize korkunç tepki göstererek ve belindeki bir tarafı testere gibi olan kocaman bıçağı çeke­rek bana doğru yönelmişti. Hemen burayı bir dakika içinde terk et­mezsek karnımı yarıp bebeği de alacağını söyledi. Eşim "tamam" di­yerek hemen evimizden ayrıldık. Çünkü İsrail askerleri baskın ve kat­liamlarda hamile kadınların karınlarını yararak ceninleri canlı canlı çı­karıp parçaladıklarını biliyorduk. O yüzden o korkunç akıbete uğra­mamak için onların dediklerini yapmak zorunda kaldık. Bizim gibi birçok Filistinli de aynı akıbete uğramış ve evlerini terk etmek zorun­da kalmışlardı. Yollar insanlarla doluydu ve hiç kimse nereye gittiğini bile bilmeden yürüyorlardı. Nereye gittiğini bilmeden saatlerce yürü­dük, herkes açlık ve susuzluktan bitkindi ve bütün bir gün yürümenin yorgunluğu bedenleri iyice halsiz koymuştu. Ve günün sonuna gelmiş Güneş batmış ve karanlık her yere hakim olmuştu. Hiç kimse gideceği yeri bilmediği halde korkudan İsrail askerlerine bir şey soramıyordu ve herkes aynı düşüncedeydi. Ya bizi bir sınıra süreceklerdi, ya hayat koşulları zor olan bir mülteci kampına ve yahut grup grup ayırıp akı­beti belirsiz bir ölümle hayatımıza son vereceklerdi. Herkesin korku ve endişesi bu yöndeydi. Yaşlı Musa dedenin bedeni daha fazla yapılan bu haksızlık ve adaletsizliğe direnememiş ve yolun ortasına yığılıp kalmıştı. Musa dedenin ak sakalları göz yaşlarından ıslak ıslak yüzü­ne yapışmış ve Musa dede son nefesini verirken bile çıktığı yolun isti­kametine doğru Filistin'e bakarak Ruhunu teslim etmişti. Musa dede yaşlıydı belki ama o sağlıklı bir ihtiyardı. Musa deded ölmüştü fakat gözleri halen açık ve sanki hiç ölmemiş gibi vatanına hasret dolu göz­lerle bakıyordu. Gün boyunca ağlayıp dökmüş olduğu göz yaşlan ve şırıl sıklam olan sakalı sanki namaz için abdest almış ve yüzünü kurut­mamış gibiydi. Erkekler Musa dedeyi gömmek istediler. Fakat İsrail askerleri buna izin vermediler. Cenazeyi yanlarına almak istediler. As-fl kerler buna da izin vermediler. Musa dedeyi yolun kenarına bırakıp devam etmemizi istediler. Musa dedinin zevcesi Fatma nine kocasının başında ayrılmıyor ve onunlan kalmak için İsrail askerlerine göz yaş­ları içinde yalvanyordu. İsrail askerleri asla insafa gelmiyor ve büs bü­tün kudurup silahların dipçikîeriyle müdahale edenlere acımasız bir şekilde vuruyorlardı. Fatma nine Musa dedenin başını sımsıkı kucak­lamış kırk beş senelik hayat arkadaşıyla burada birlikte ölmek istedi­ğini söylüyordu İsrail askerlerine. Askerler havaya ateş ederek eğer hızlı bir şekilde yola devam etmezsek hepimizin üzerine ateş edip bi­zi öldüreceklerini söylediler. Silahlarda havada uçuşan mermi sesleri insanlarda büyük korku uyandırmıştı ve artık kimse kimseyi düşün­müyor ve herkes kendi canını kurtarmaya çalışıyordu. Gecenin karan­lığında açlık, susuzluk ve yorgunluktan insanlar düşe kalka yürüyor bazı yaşlı ve çocukları erkekler sırtında taşımak zorunda kalmışlardı. Gece yarısını geçmiş ve nihayet Lübnan sınırına varmıştık. İsrail asker­leri bize asla bir daha Filistin'i düşünmememizi istediler. Biz korkudan ağzımızı açamıyor ve yalnız başımızı sallayarak, onlara anladık diye-biliyorduk. Gece yansını bile geçmiş neredeyse sabaha karşıydı. Her­kes kendini yerlere atmış, kimi sırt üstü kimi de yüzü koyun yatıyor­lardı. Güneşin doğusuyla herkes doğrularak kalkmış kimi gözyaşları içinde kimi öfkesinden isyanlar içinde bizim burada ne işimiz var di­yorlardı. Çocuklar açlık ve susuzluktan ağlıyor yaşhlarsa hasta düş­müş yattıkları yerden kalkamıyorlardı bile. Erkeklerimiz yiyecek ve içecek bir şeyler aramaya başladılar. Yanında parası olanlar parası ol­mayanlarla paylaşarak yiyecek ve içecek bir şeyler bulmuşlardı.

Gündüz sıcaktan kavruluyor, gecenin ayazında da donuyorduk. Yaşlılar ve çocuklar hastalıktan ve yaşanan zor koşullardan dolayı Ölü­yorlardı. Bir çok çocuk ve yaşlıyı Libnan sınırında kaybettik ve onları Lübnan sınırına gömdüler. Açlık ve çaresizlik içinde günler bir birini takip ediyordu. Çünkü herkeste aynı müşküllük vardı. Kimse de para kalmamıştı. Lübnanlılar verince yiyorduk vermeyince aç kalıyorduk.

Zor koşullar altında geçen altı hafta açlık hastalık ölüm isyan ve göz­yaşı. Ben bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştim. Bebeğim ancak üç gün yaşayabilmişti ve onu kaybetmiştim. Burada 6 ay kaldıktan sonra Lübnan polisleri bir kısmımızı Suriye sınırına sürdü. Suriye sınır Har­ran'a geçtik. Harran halkı tellerin arasında bize yiyecek ve giyecek ve­riyorlardı ve onlar bu halimizden dolayı İsrail devletine ve askerlerine bin bir lanet ve beddua ediyorlardı. Ve bir müddet sonra da buradan da Lübnan'a geri döndük. Biz ne kadar İsraillilerden uzak görünsek de halen onların emir ve talimatlarıyla yönlendiriliyorduk. Ben eşimin annesini ve babasını bebeğimi Lübnan'da kaybettim. Eşimin anne ve babası vatan özlemi ve hasretinden, İsraillilerin bize yapmış olduğu haksızlık ve zumlun vermiş olduğu üzüntü ve kahırdan ölmüşlerdi. İki oğlum ve bir kız çocuğumla beraber yaşıyoruz ama yaşamış oldu­ğum bu hayatta da her gün Ölmekteyim. Sınırlarda kaybetmiş olduğu­muz aile fertlerimizin bedenlerini sınırlara gömmüş olsak bile acıları­nı yüreğimize gömmüşüz. Baskılarla topraklarımızı ve evlerimizi kay­bettik ebeveynlerimizi kaybettik, evlatlarımız ve eşlerimizi kaybettik. Ömür sermayemiz sürgün hayatlarla tükendi ama asla ve asla umudu­muzu kaybetmedik. Mutlak ve mutlak bir gün bizim Ömrümüzü gör­meye yetmezse bile yeni neslimiz mutlaka görecektir. Diyor Filistinli Sümeyya.

Bizim de dua ve hacetlerimiz bu yöndedir.

Daha önce olmayan bir Isra.il doğuyor ve bu devletin doğmasıyla birlikte daha önce var olan bir devlet devletsizleşme tehlikesiyle karşı karşı kalıyor. Filistin halkı yurtlarında kalmaya çalışsalar da bunların üzerinde çeşitli baskılar uygulanmış ve kendi istekleriyle Filistin'i terk ettiler masalı ortaya çıkıyor. Yani bir varmış bir yokmuş. Daha önceden olmayan İsrail doğmuş ve bununla birlikte üç bin yılı aşkındır var olan bir halk yok edilmeye çalışılıyormuş.

Son olarak Filistinli göçünün oluştuğu boyutlar belirlemede, baş­ka faktörlerin yanında Siyonist tedhiş ve eylemlerinin ne kadar bir pay taşıdığını delillendirmek bakımından önemi inkar edilemeyecek bir kaynaktan söz etmeden geçmek mümkün değildir. Bu 1980'Ierin son­larına doğru gün ışığına çıkartılan, 1948 savaşının ilk ateşkesinin sağ­landığı, hedeflerde bizzat İsrail savunma güçleri istihbarat kolu tara­fından hazırlanmış ve "1-12-1947 1-12-1948" döneminde Filistinli Arapların göçü başlığını taşıyan 30 Haziran 1948 tarihli rapordur. Ra­por, gücü yoğunlaştıran etkinler istihbarat kolu'nun değerlendirmele­riyle Önem sırasına göre şöyle sıralanmaktadır.ıw

1. Arap yerleşimi birimlerine karşı dolaysız ve hasmane bir biçimde ger­çekleştirilen Yahudi (Hağanah/İsrail savunma güçleri) eylemleri.

2. Bu dolaysız ve hasmane eylemlerin komşu bölgeleri de etkilemesi.

3. (Yahudi) muhalif grupların (îrgun Z'va'i Lemui ve Lahomei Herut Visrael) eylemleri

4. Arap kuruluşların ve (düzenli olmayan) çetelerin emri ve yönergeleri.

5. Arap sakinleri korkutup kaçırmaya yönelik Yahudi fısıltı (söylenti) yayma eylemleri (psikolojik savaş).

6. (Yahudi güçlerce girişilen) sonuç getirici süreme hareketleri.

7. Arapların Yahudilere yönelik saldırıları (ardından) Yahudilerin misil­lemesinden korkulması

8.Köylerin yakınlarında çetelerin (düzensiz Arap güçlerinin) ve yöne dı­şı savaşçıların boy göstermesi (İle duyulan duygu)

9. (Özellikle sınıra yakın yerlerde) Arap istilası ve getireceği sonuçlar İçin korku duyulması.

10. Bütünüyle (veya büyük ölçüde) Yahudi bölgeleri içinde bir kısım Araplar köylerinin tecrit olmuş bulunması.

11. Çeteli mahalli faktörler ve genel bir gelecek korkusu "

Bu tür önemli raporlar delil ve ispat niteliğini taşımakla birlikte İs­rail'in fiyaskosunu da ortaya koymaktadır.[37]

Raporlarda Arap radyo istasyonları ile veya başka yollarla Filistin­lilere evlerini ve köylerini boşaltmaları yolunda emirler yayıldığından hiçi bahsedilmiyor. Şayet "eğer böyle bir şey cereyan etmiş olsaydı, Hağanah istihbarat kısmı ve savunma güçleri istihbarat kolu Arap rad­yo yayınları ile basının çok yakından takip ettiği için, şüphesiz, bu bel­gede zikredilmiş olurdu,[38]

"İsrail ve Filistin sorunu ile ilgili, 1948'de, 1949'de ve de 1967'de de alman kararlar ve bu kararlarda Kudüs'ün ve onunla beraber ulus­lar arası ve Arap devleti sınırları içeriğine giren bölgeleri üzerinde de hiçbir hakka malik olmadığı halde, İsrail bu sınırları aşarak Filistin topraklarına da gelip mülk edinmesi de gösteriyor ki hiçbir uluslar arası alman kararda durmamış ve hep bunların aksine davranarak da İsrail'in kendisine ayrılan sınırların ötesine geçmiştir."

"BM Filistin için uzlaştırma komisyonu mülteci ofisinin tahminle­rine göre İsrail'in (elde ettiği) 20.850 km2'lik toplam alanın % 80'i, dörtte birinden fazlası ekilebilir durumda olsa da Arap mültecilerinin terk ettiği topraklardır. Bu mülkiyetin İsrail'i yaşıyabilir bir devlet ha­line getirme yolunda büyük katkısı olmuştur. İsrailin elde ettiği sınır­lar boyunca uzanan bölgenin önemli kısmını oluşturduğu görülen bu topraklar, yalnızca kütle olarak İsrail için büyük bir stratejik önem ka­zandırmaktadır.

1948'de ve 1953 arası kurulan 370 yeni Yahudi yerleşimi merkezi­nin 350'si yerlerinden ayrılanların mülkü Üzerinde tesis edilmiştir. İs­rail'in Yahudi nüfusunun üçte birinden fazlası daha önce Araplara ait olan topraklar üzerinde yaşadığı gibi buna ilave olarak yeni göçmen­lerin üçte birlik kısmı dahil 250.000 kişi bugün (1954) yerlerinden ayrı­lan kitle Arapların mülkü üzerinde yerleşmiş bulunmaktadır.

"Elli'den fazla köyü boşaltarak köy halkını kamyonlara doldurup Lübnan sınırına doğru yola koyulmuştu. Kamyonlar o kadar çoktu ki halk her kamyona 60'in üzeri insan doldurarak konvoy halinde Lüb­nan sınırı istikametine doğru yola koyulmuşlardı. İnsanlar da o kadar çoktu ki nefesler birbirine karışmış nefes almak bile çok zordu. Hiç kimse sağına soluna kımıldayamadığı için hasta ve yaşlı olanlardan Ölen olmuş fakat kamyonlarda indiğimiz zaman, ancak fark edebilmiş­tik. Çünkü herkes o kadar sıkışıktı ki kimse elini kaldırıp başını bile kaşıyamıyordu. Ve herkes küçük, büyük ihtiyacını bile ayakta sıkışmış halde yapıyordu. Bu halkın farklı köylerde olmasına rağmen yine de onlar dağılmayı istemiyorlardı ve hep bir arada olmayı istiyorlardı. Burada da hayat güçtü, çünkü yedi veya sekiz haneli bir aileye ancak tek çadır veriliyordu. Bazı aileler az fertlerde oluşsa bile, onlarla çadır­larım paylaşmak bizim inanç ve ahlak anlayışımıza çok ters geliyordu. Ve bu yüzden de zor koşullar peşimizi hiç bırakmıyordu. Herkese ye­tecek ölçüde çadır bulunmadığı için bir çok insan açıkta kaldı. Biz genç erkekler bir araya toplanarak mağaralarda kalmaya karar aldık.

Ve hatta açıkta kalmış, çadır alamayan aileler bile mağaralara yer­leştik. Zor koşulların getirmiş olduğu çaresizlik hastalık ve açlık yaşlı ve çocukların ölümlerini her gün biraz daha arttırıyordu. Kışın da ge­tirmiş olduğu zorlukladan birlikte halkın ızdirabı da inanılmaz dere­cede atrtmiştı.

Kışın bitmesiyle birlikte Lübnan polisi halkı tekrar zorlamaya baş­ladı. Çünkü Lübnan yetkilileri bizi orada da dağıtmak ve çıkarmak is­tiyordu. Ama bizler bunun olmaması için direniyor ve orada zor olan hayat şartlarına rağmen yine de orda kalmayı tercih ediyorduk. Çün­kü burası ana yurdumuza daha yakın olma sebebiyle her zorluğa kar­şın, gönüllerimiz orada kalmadan yanaydı.

Bulunduğumuz yer Burcel Şemali idi. Burası da yurdumuza Filis­tin'e yakın olması da sanki Filistin'den tam kopmamiş gibi hissediyor­duk. Fakat bizim burada kalma isteğimiz ve mücadelemiz burada kal­maya yetmemişti. Lübnan yetkilileri bulunduğumuz yerlere gelerek bizim burayı terk etmemiz için sürekli baskı yapıyorlardı. Bizim bura­yı terk etmemize karşılık hayat şartlarının daha kolay olan yerlere gö­türeceklerini söylemelerine rağmen de biz yine de tüm zorluklara razı olmuş ve burada kalıp yurdumuza yakın olmayı istiyorduk. Onlar bi­zi grup grup dağıtmak istiyorlardı. Ama orda bulunan mülteciler ayrı

köy ve kasabalarda olmalarına rağmen asla dağılmayı istemiyorlardı, çünkü herkes aynı kaderi paylaşıyor ve o yurdun insanlarıydılar. Hal­kın bu yöndeki direnişini gören Lübnan polisi baktı ki olmayacak bu sefer de İsrail'in bir nevi taktiğini kullanarak bazı erkekleri sopa ve el­lerindeki joplarla silah dipçikleriyle dövmeye başladılar. İçinde yaşlı­ların olması müdahale eden ve müdahalelerinden dolayı da dayak yi­yen kadınların olması da tansiyonların iyice yükselmesine neden ol­muştu. Bu esnada kargaşanın büyümesiyle birlikte Lübnan polisi si­lahlarına sarılarak havaya ateş açıp bizi sert bir dillen uyardılar. Baktık ki olmuyor bu sefer Lübnan polislerine yalvarmaya başladık. Burada ve bir arada kalmak için fakat bu ısrarlarda hiçbir fayda vermedi ve onlar daha fazla direnmemimiz için bize birkaç dakika zaman tanıya­rak hemen kamyonlara binmemizi istediler. Joplarla ve sopalarla dö­verek zorla halkı kamyonlara doldurdular ve Filistin Arap halkını grup grup ayırarak farklı yer ve bölgelere dağıtıyorlardı. Bir kısmımız Ürdün sınırına sürüldük. Fakat burada da zorluk ve her türlü imkan­sızlık peşimizi bırakmamıştı. Ama biz her şeye rağmen hayatta kalma mücadelesini verdik. Ve 1977'de 48.000 kişinin dönüşüne izin verilmiş ve ailemlen birlikte tekrar Filistin ana yurdumuza geri dönmüştük. Fa­kat ne çare ki babam ve 12 yaşındaki oğlumu Lübnan da annemi de Ürdünde kaybetmiştim. Rafah'daki evimiz tamamen bir harabeyi an­dırıyordu. Camları ve kapısı hiç yok gibiydi. Ama her şeye rağmen tekrar ana vatanımıza döndüğümüz için yine de şükrediyorduk. Fakat ne acıdır ki diğer yurdunda sürülmüş olan Filistinliler bizler kadar şanslı değildi. Hayatı sürgün yaşamış olduğum bu hayatta ne özgü­rüm ne hürüm gençliğim firar ve her ikisinin acı hatırası ise daima yü­reğimde kalacak ve onunla birlikte bir sürü korkuyu da yüreğimde ta­şıyorum, Çünkü her an ansızın gelen bir kurşunlan veya hiç istenme­yen yine bir sürgünle ya koparsam öz yurdum Filistin'den diye korku­larla uyuyup, kabuslarla uyanmaktayım. Filistinli Ebu Bekir Ha... iti­rafları.

Filistin'de yaşanan bunca zulüm ve vahşetlerin asıl ana hedefi müslüman Arap halkına karşıdır. Çünkü İsrail'in zulmü de yalnız Müslüman Arap halkmadır.

Filistin halkının yaşadıklarını ve İsrail'in işlediği cinayetleri gör­mezden gelen ülkelerin tepkisiz oluşu da adeta İsrail'in cesaretinin art­ması ve ekmeğine biraz daha bal çalması gibi görünmektedir.

İsrail devleti kurulduğundan bu yana hızla genişlemekte ve ken­dine ait olmayan sınırlarla birlikte hukuk sınırlarını da aşarak İsrail kendi devletini kökleştirmektedir. 3000 yıllık bir kökeni de kemirerek bitirmeye çalışarak'da. Daha öncede mevcut olmayan bir devletin kimliği doğuyor ve 3000 yılı aşkındır var olan bir kimlikte tüm dünya aleminin gözleri önünde yok ediliyor.

İsrail Müslüman Filistin halkını komşu Arap ülkelerine sürerken diğer yandan da Yahudi halkını Filistin'in terk edilmiş topraklarına yerleştirerek Filistin yurdunu bütünüyle Yahudi mülkiyatı konumuna çevirmektedirler.

Evsiz bir sürü insan ve yurtsuz bir halk beşikteki bebeklerin gü­nahsız ve dünyadan bile habersiz, neden Öldürüldüğünün bile bilin­cinde olmayışı ve nedensiz tutuklamalar bu halkın katliamlardan da­ha acı insan onur ve haysiyetini zedeleyen kadın ve kızlara yapılan ta­ciz ve tecavüzler hiçbir gerekçe gösterilmeden Filistinlileri tutuklayıp mahkemeye bile çıkarılmamaları ve tutuklanan Filistinlilerin hangi ge­rekçe ve suçlardan dolayı tutuklandığını bile bilmemeleri, tutukluların üzerinden yılların geçmesine rağmen mahkemeye bile çıkarılmamala­rı avukat ve aileleriyle görüştürühneyerek İsrail hapishanelerinde Fi­listinlilerin işkencelerle hayatlarının tüketilmesi.

"Peki bu halk nereden geldi?" Bu halkın kökeni Filistin'de türemiş ve Filistin'de doğmuşsa demek ki bu halk Filistinlidir.

İsrail devlet olduğu zamanlarda Yahudilerin sahip olduğu arazi oranı, %9-10-12 dolayındaydı. Bu devletin kuruluşuyla elde ettikleri toprak oranı ise % 77'yi aşmış durumdadır. 1977'de ve 1978'de bakıl­dığı zaman Filistinlilerin terk etmek zorunda kaldığı topraklara Yahudiler yerleşmişler. Filistin Arapların % 19luk pay ve hakkına karşılık İsrail'in elde etmiş olduğu toprakların % 90'a yaklaşmıştır. Öte yandan İsrail'in işgal altında tuttuğu bölgeler ise yaklaşık 2350 mil kare olan bölgelerinde 1985'de ise % 6O'ı bulmaktadır. Toprak elde etme hırsı İs­rail devletinin kurulmasıyla hızlanmış ve sürmüş olduğu Filistin Arap halkının arazilerine de mülk edinerek kendilerine ait olmayan mülki­yetlere de varis olmuş durumdadırlar.

İsrail bunu yaparken de bu toprakların sahipsiz ve terk edilmiş arazilerdir diyorlar ve bu durumda da İsrail devletinin zimmetine ge­çer masalında hiç ihmal etmiyorlar. Filistin topraklarının İsrail devleti­nin mülkiyatma geçişini sağlayan ve mümkün kılan kanun, 1953'de çı­kartılan toprak kazanma kanunun ile birlikte hız kazanarak ve terk edilmek zorunda bırakılmış ve sahiplerinin de bu topraklarda olmayı­şı da hiçbir karşılık ve maddi bedel ödemeden direk İsrail'in mülkiya­tma geçirilmiştir.

İsrail devletinin diğer bir yöntemi ise terk edilmiş Filistin toprak­larını devlet arazisi olarak el konulmasıdır. İşgal altındaki bölgelerde toprak satın alarak mülk edinen özel şahısların ayrıcalığı da gözlerden kaçmamıştır.

Uluslar arası topluluktan gelen ivedi taleplere rağmen, İsrail (böl­gelere) yerleşme siyasetini sürdürmekle kalmayıp ayrıca hızlandırmış bulunmaktadır. Yakın zamanlarda verilen bilgilere göre işgal bölgesin­de 1967'den bu yana İsrail tarafından elde (müsadere) edilen toprakla­rın alam 1989'da toplam alanın yaklaşık % 55'ine ulaşmıştır. Batı yaka­sında 183 ve Gazze şeridinde 22 adet yerleşim merkezi bulunduğu gi­bi buralarda tamamen yerleşmiş olanların sayısı tahminen 70.000'i bul­maktadır. Dahası, doğu Kudüs'de işgalin başlangıcından beri inşa edilmiş yeni yerleşim alanlarında yaklaşık 120.000 İsrail'imin otur­makta olduğu söylenmekte ve görülmektedir.

İşgal altındaki bölgelerde yavaş yavaş yayılan bu ilhak siyaseti an­cak, çok belirgin hedefler ve dönemlendirmelere dayalı olarak titizlik­le hazırlanıp yürürlüğe konmuş bir plan olabilir. Nitekim, 1982'nin ekiminde şu açıklamada bulunan İsrail'in eski savunma bakanı değilmidir.

"Batı yakasının her tarafına kütleler halinde yerleşme, İsrail'in dı­şından yabancıların ülkemize dayatacağı çeşitli planlara karşı en iyi cevaptır?"[39]

 

İsrail'in Cinayetleri

 

Kötü fikirlerin doğurmuş olduğu vahşetlerden biri olan ve 1946'da-ki 92 ölü King Davıd oteli baskını, oluşturan Irgan terör örgütü tarafın­dan ve o dönemin Siyonist yetkilisi Davıd Ben Gurion'un talimatıyla ve dahilinde gerçekleşmişti. Bu baskında Filistinli İngiliz ve yahudilerden oluşan 92 kişi hayatını kaybetmiş ve 45 kişi de ağır yaralanmıştı.

Ve 1947'deki baldat El-Şeyka katliamında 60 üzeri ölü ve bir o ka­dar da insanın yaralanmasına sebep olunmuştu. 150-200 israilli terö­ristlerin gece saat 02.00'de yapmış oldukları katliamda da yaklaşık 4-5 saat sürmüş ve 60 Filistinli feci bir şekilde can vermişlerdi.

1947'deki olan Yahudi katliamı sadece basma yansıyan sayı 13 di­ye açıklanmıştı. Fakat bir çok hadise ve olaylarında basma yansı tilma-dığı Filistinliler tarafından bildirilmektedir.

Yine sene 1947'de Khisas baskınında ise nedensiz rast gele İsrail askerleri tarafından ateş açılarak 10 Filistinlinin Ölümüne sebep olmuş­tur. Yıl 1947 O, azaza baskınında bir eve rast gele İsrail askerleri tara­fından ateş açılarak bu evde hiçbir suçu ve günahı olmayan tam 5 ço­cuk hayatını kaybetmiştir ve daha sonra Müslümanları yıldırmaya ve korkutmaya devam eden İsrail bu seferde semiramis oteline baskın düzenleyerek buradaki tek amaç ise Müslüman Filistin halkına göz da­ğı verip onların Kudüs'ü terk etmeleri içindir. Bu eylem de İsrail'in ilk Cumhurbaşkanı David Ben yani bela Gorion'un koordine ettiği bu ey­lemde 19 masum insanın hayatına mal olmuştur.

Yıl 194S'de de Yahudi teröristler Arap askerleri gibi giyinerek Fi­listin Arap halkını da buna inandırmış ve halkta kendi askerleri zanne­derek ve onları karşılamaya çıktıkları sırada asker kılığında olan terö­ristler masum ve savunmasız olan halkın üzerine rast gele ateş açarak bu katliamdan da ancak o kasaba halkından 40 kişi kurtulabilmişti.

Bir türlü kana doymayan Siyonistler Filistin yurdunu bir matem ülkesine çevirmiş kin, kan ve hiç dinmeyen feryatlar, gözyaşlan ve ci­nayetlerin bir birini takip etmesi ve bir türlü bu soruna bulunmayan çözüm.

Yıl 1948'de De Wayma katliamında Siyonist radikal Yahudiler ta­rafından gerçekleştirilmiş ve bu korkunç katliamda da 100 masum in­san öldürülmüştü. Bu korkunç katliamları vicdan sahibi insanların yapması mümkün değildi. Bu vahşetler insan savaşı veya hesaplaşma­sı da asla olamaz. Ancak insani duygularından yoksun olanların vah­şetiydi.

Müslüman Filistin halkı Cuma namazını kılmak için camiye gelin­diği vakit ölüm ve felaketin onlar için pusuda olduğundan habersizdi­ler. İşgalci Siyonistlerin bir kısmı camiye namaz kılmaya gelenler için pusuya yatmış diğer kısmı ise erkeklerin camide oldu sırada evlere baskın yaparak kadın ve kızlara taciz, tecavüzde bulunmuş ve daha sonra da evleri dinamitlerle uçurmuşlardı.

Meleklerin lanet ettiği ve şeytanların eyvah bunlar bizi de geçti dediği bu korkunç katliamın insan vasfında da hiçbir yerinin olmadı­ğını hayvanlar bile arılayabiliyorlardı.

Yıl yine 1948 ve Filistin Arap halkı için bir türlü bitmek bilmeyen kabus ve felaketler kanın ve gözyaşının hiç dinmediği bir yıl.

Houla katliamında da 85'in üzerinde ölü olmuştu. Houla'da İsrail askerleri insanları zorla bir eve doldurup da sonra bu evi içindekilerle birlikte ateşe vermişlerdi. Bu korkunç vahşete tanık olan halkta korku­ya kapılarak Filistin'den, Beyrut'a göç etmişlerdi.

Yıl yine 1948 İsrail'in Müslüman halka karşı olan intikamı şeyta­nın ahtmdan bile baskın çıkmış ve şahla katliamı gerçekleşmişti. Bu felaketin bilançosu da 105 insanın ölümüne neden olmuştu. Siyonistler kasaba halkını zorla bir camiye doldurup tekbir kişiyi canlı bırakma­ma kaydıyla kurşun yağmuruna tutmuşlardı halkı. Bu dehşet dakika­ları, caminin içindeki silah sesleri kıyametin kopuşunu andıran o fela­ket v.e çaresiz insanların feryatlarıyla inlemişti.

Yıl yine 1948 bu sefer vahşetin daha da korkuncu olan 9 Nisan ge­cesi Deir Yasin Katliamı takip etmişti. 9 Nisan gecesinin bir yarısında munzur bu sefer halkı uykusunda yakalamıştı. Suyun bile uyuduğu ama Siyonistlerin uyanık olduğu bir vakitti. O gece İsraillilerin hopar­lörden bağırarak halkı korkular içerisinde uyandırmış ve herkes neye uğradığım şaşırmış bir halde nelerin olup bittiğini anlamaya çalışırken halk sade kasabayı boşaltın seslerini ve sözlerini anlayabilmişlerdi. Ancak, bu esnada da işgalci İsrail askerleri evleri ateşe vermiş ve can havliyle kendilerini dışarı atan halkın üzerine ateş açarak ölümlerine sebep olmuşlardı. Bu baskın sırasında kin ve Ölüm kusan Siyonistler insanları diri diri yakarak ve silahlarla vurarak da hızını alamayan İs­rail askerleri hamile kadınların karınlarını yararak bebeklerini çıkarıp küçücük ceninlerden bile intikam almışlardı. Deyir Yasin'deki katliam kesinlikle Ehl-i kitap olan insanların işi olması mümkün değildi, bu baskında günahsız çocuklar dövülmüş ve tecavüze uğramışlardı. An-ne ve babalanılın gözleri önünde 52 çocuk canice başları kesilerek öl­dürülmüş ve sayıları 70'den fazla kadın vücutları parçalanarak öldü­rülmüştü. Bunlarlada yetinmeyen gözleri dönmüş Siyonist teröristler bir kısım kadın ve kızları toplayarak üzerlerini soyup çıplak bir şekil­de kamyonlara bindirip bu şekilde Yahudi yerleşimi olan bölgelerde sokak sokak dolaştırmış ve daha sonra da azmh Siyonist yahideler ta­rafından taciz ve tecavüze uğratıldıktan sonra iki yüz seksen'in üzeri olan kadın ve kızları kurşuna dizerek öldürmüşlerdi. Bu ikiyüz seksen kişinin içinde bir de küçük kız çocuğunun da olduğu da açıklanmıştı. Bu onur yıkıcı insanlık vasfına yakışmayan ve insan karakteri ve ahla­kıyla hiç bağdaşmayan rezillik ve korkunç katliamın sonrasında hissiz ve insafsızların itirafları daha da onur yıkıcıydı. Menahem Begi'nin açıklaması "Eğer Deir Yasin baskını olmasaydı İsrail devleti de olmaz­dı" diye görüşünü bildirmiş olan eylem ve vahşet yanlısı Siyonist kendi hesaplarını yaparken Allah'ın hesabını hiç hesaba katmamış görü­nüyor. Ama dünya alemde tanık oldu ki İsrail devletinin oluşu'da bir ülkenin felaketi olmuştur.

Çünkü insanlık dışı ve vahşet politikasıyla da terör estirmişti İsra­il. Deir Yasin vahşeti insan alemini dehşete düşürürken İsrail devleti en ufak bir vicdan azabı bile duymamıştı.

Siyonistler bu katliamların olması gerektiğini savunarak ta kendi­lerini haklı çıkarmışlardı. BM ve Amerika'da bu vahşete karşı tepkisiz kalarak ta bu vahşetleri onaylar gibi görünmüşlerdir. Bu korkunç kat­liamlar Deir Yassin'den sonra da devam etti.

1953'de de Kibya katliamı meydana geldi ve bu katliamda da 69 insan hayatım kaybetmişti. Ürdün sınırında bulunan 2000 nüfuslu Kibya köyüne düzenlenmişti. 13 Ekimde Kibya katliamı yapıldı ve bu baskında da yüzlerce evi yıkmış ve kadın çocuk demeden 69 savunma­sız sivil halkı vahşice katletmişlerdi. Bu cinayeti Koordine eden ise Ari-el Şaron Komutasındaki unit 101 isimli birlikler gerçekleştirmişti. Bu birlik yaklaşık 600 üzeri askerle önce bu kasabayı koordine altına ala­rak ve diğer Arap köylerle de irtibatı kestikten sonra bizzat Şaron'un kendisi yönetmiş ve bu birlikle de katliamı gerçekleştirmişti.

Her baskın sonrası katliam yapılan yere gelen BM ve diğer ülke­lerden gelen habercilerin de tanık olduğu ve tahammülü zor açıklama­lar ve yeni insanlık dışı vahşet ve çoğunun kadm çocuk yaşlılardan oluştuğunu ve basın vesilesiyle de tüm dünyaya yansıtılmıştı.

Yıl 1956 ve kafr Kassım katliamı yaşandı. Kafr Kassım katliamın­da da kadın, yaşlı, çocuk demeden 49 insan vahşice öldürülmüşlerdi. 1956 29 Ekim tarihinde israil'in Mısıra karşı başlattığı harekat sırasın­da meydana gelmişti, israil'in savunması ise güvenlik güçleri smır gü­venliğini sağladık diye açıklamada bulundular. Zaten kimse de neden niçin diye de hesap sormamıştı.

Bir akşam üstü Siyonistler 49 masum insanın Azrail'i olmuştu. Bu kasabada da oturanların çoğunun kasabanın dışında çalıştıklarını İsra­il güvenlik güçleri biliyorlardı.Sokağa çıkma yasağı ilan edilir edilmez israil kuvvetleri tarafından yollar tutulmuş ve İsrail askerleri üstleri ta­rafından vur emriylen birlikte Filistinlileri beklemeye koyuldular. Ve bu arada da formalite icabı kasabanın muhtarına sokağa çıkmama yasağı bildirildi. Fakat muhtar onlara hemen ulaşıp haber veremiyeceği-ni İsraillilerde biliyorlardı. Komplo da ona göre hazırlamıştı zaten ve; planlar işlemeye başlayınca da önce işten dönenlere uygulandı. Çünkü önce iş dönüşü yollan tutulmuş ölüm ve zulüm Filistinliler için yine pusudaydı. İşten dönen halk kendilerine kurulan tuzaklardan haber­sizlerdi. Bu korkunç katliamdan sağ kurtulan Huzayfe N... dehşet da­kikalarını şöyle anlatıyor.

"Bu kasabada oturanların çoğunun kasabanın dışında çalıştığını İsrail yetkililri ve askerleri de biliyorlardı ama bizim sokağa çıkma­mam yasağından haberimiz yoktu. Kasabanın muhtarına saat 16:45'te yani yasak başlamadan 15 dakika önce haber ediliyor ve kasaba muh­tarının bizlere ulaşmasının imkansız olduğunu İsrail yetkilileri daha iyi biliyorlardı. Olayın olduğu günün gecesi gördüğüm kötü bir rüya. ile uyanmış ve o gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Rüyamda işten eve dönerken gökyüzünde korkunç şimşekler çakıyordu. O şimşekler­den oluşan ateş parçalan da üzerimize düşüyor ve canımızı çok yakı­yordu. Ve bir yandan da yer kısım kısım ayrılıyor ve insanlar o çukur­lara düşüp kayboluyorlardı. Aynı yerde çalıştığımız komşum Halil ib~ rahime gece görmüş olduğum rüyayı anlattım ve Halil İbrahim bana "İsrail içimizde olduğu müddetçe bizler korkularla uyuyup kabuslar­la uyanmaya devam edeceğiz" dedi. Rüyamda canımın çok yanması o günün selamet olmayacağını anlamıştım zaten. Sabah evden işe gider­ken de her zaman olduğu gibi eşim ve çocuklarımla helalleşmiştik. Bu­nu her zaman yapıyorduk. Ya evimden çıkıp geriyedÖnemezsem veya dönüp evdekileri göremezsem endişesini taşıyordum. Çünkü her Filis­tinlinin korku ve endişesiydi bu. O gün mesayi bitmiş herkes eve dö­nüyordu. Fakat ben gece görmüş olduğum rüyayı gün boyunca düşü­nüp durdum. O gün üzerimde izahı zor farklı bir hal vardı. Arkadaşım Halil ibrahimde de bir durgunluk mevcuttu. Kasabanın girişine geldi­ğimiz zaman saat yaklaşık 16:50 civarıydı. İsrail askerleri komutanıyla sınırda kuşanmış bir şekilde bekliyorlardı. Bizler nezaketen İsrail as­kerlerini selamladık onlarda bizi selamladılar ve askerler bize mesa­inin bitip bitmediğini sordular. Biz onlara "evet mesai bitti" dedik ve Allah izin verirse evlerimize gideceğimizi söyledik. Onlar bize sert bir üsluplar» "Allah izin verse de biz izin vermiyoruz" diye silahlarım bize doğrulttular. Hemen yanı başımda duran Halil İbrahim mırıldana­rak "işte o an dostum Hüzeyfe rüyanda görmüş olduğun felaketin anı­dır" dedi. bir şeylerin ters gittiğini anlamış ve ölümün soğuk nefesini ensemizde hissedebiliyorduk. Ve birden bire silahlar bize çevrildi. Bizi kurşun yağmuruna tuttular. Ölüm kusuyorlardı adeta İsrail askerleri. İnsanlar kaçmayı denediler. Fakat kaçmanın ve kurtulmanın imkanı yoktu. Ben sağ omzumdan ve bacağımdan vurulmuştum. Kimi insan­lar kaçarken vurulmuş kimisi de kaçmaya fırsat bile bulamadan oldu­ğu yerde vurulmuştu. Ben ve benim gibi ölü numarası yapan birkaç ar­kadaş yaralı olarak kurtulmuştuk. Bir kişinin vurulup benim üstüme düşmesi yaralı kurtulmamı sağlamıştı. Halil ibrahim yanı başımda boynundan ve göğsünden vurulmuş kanlar içinde yatıyordu. Vücu­dumdan ılık ılık akan kanları hissedebiliyordum. Kıyameti andıran si­lah sesleri ve insanların vücuduna saplanan yüzlerce mermi. Komutan askerlere hiçbiri sağ kurtulmayacak hepsini imha edin diye emir yağ­dırıyordu ve ben yaşadığımı his ediyor, hayatta nasıl kalabilirim diye düşünürken askerler vurulmuş ve yerde yatan insanlara tekrar tekrar kurşun sıkıyor ve öldüklerinden iyice emin olmak istiyorlardı. Fakat kin ve Ölüm kusan İsrail askerleri bununla da yetinmemiş kasabaya gi­riş yapan tüm araçları durdurup herkesi araçlardan indirip tarıyorlar­dı. Çouk yaşlı ve hamile kadınlarında aralarında bulunduğu Filistinli­leri kadın çocuk demeden hepsini tarıyorlardı. Bu arada silah ve feryat seslerini duyan kasaba halkı merak edip telaşla dışarıya çıkmış ve İs­rail askerleri tarafından yasağı ihlal etti gerekçesiyle onları da acıma­sız bir biçimde infaz etmişlerdi. Ben ve benimle beraber o günün deh­şetinden kurtulan çok az sayıda insan kaldık."

Yıl 1956 Han Yunus ve 275 ölü. Han Yunustaki Filistin mülteci kampına saldıran İsrail 275 savunmasız sivil çoğunun çocuk yaşlı ve kadınlardan oluşan insanı katlettiler.

Yıl 1956'da Gazze katliamı takip etti. İsrail'in hedefinde yine sivil halk vardı. Gazzeye yaptıkları baskında çocuklar yaşlılar ve kadınlar vardı. Bu katliamda da 60 kişi hayatını kaybetmişti. Yıl 198l'de Fakha-ni katliamı gerçekleşti ve bu katliamda da 150 ölü 60'dan. fazla yaralı ve ağır yaralıların hayatlarını kaybetmesiyle birlikte ölü sayısının 150'nin üzerine çıktığı da bildirilmişti.

Yıl 1982 İsrail'in Lübnan işgali gerçekleşmişti. İsrail ordusu tara­fından Sabra ve Şatilla kamplarına yapmış olduğu sistemli ve bilinçli tezgahlanan bir soykırımdı. Bu baskında da Hıristiyan falanjist eylem­ci gruplar İsrail devletinin ve ordusunun desteği ve yönlendirmesiyle gerçekleştirdikleri baskın ve saldırılarda da yine çoğunun çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 3000'den fazla 4000'e yakın insanı katletmişler­di. Ve tüm dünya ülkelerinin debildiğİ gibi bu katliamların mimarı ve-bu vahşetin sorumlusu olduğu bilinmesine rağmen Ariel Şaron'a bu insanların haklan hiç gözetilmeden nedeni bile sorulmamıştı. Fakat vicdanlardaki insaf hukuğunun ve akıllardaki soru işareti ise neden ni­çin sorusu da kafalarda asılı kaldı.

Burnunu ve kulaklarını kesip düşürülecekler ve senden arta kala­nı kılıç düşürecek. [40]

İsrail ordusu ayetlerin doğrultusunda vahşetlerini gerçekleştiriyor.

(Allah'ım herşey bana döndürülecektir diyorsun. Amenna Rabbim, biz de inandık, yok mudur mümin için vahşetten uzak birdönüş sana.

Bu vahşeti uzman gazeteci Robert Fisk baskın sonrası tanık oldu­ğu insanlık dışı katliamların dehşetini şöyle anlatıyor. 1982'de 18 Eylül Sabra ve Şatilla katliamlanndaki kamplarda in­sanların uğramış oldu felaket Şaron'un katliam sonrası ardından bı­rakmış olduğu şişmiş bir sürü ceset ve vahşice parçalanmış insanlar ve tecavüze uğramış işkence görmüş kızlar ve kadınlar, vahşice öldürül­müş bebeler bırakmıştı ardında. Ariel Şaron bir insan celladı'dır. Ar­dından 18 yıl geçmesine rağmen hala bu caddelerde dolaşırken bile katliam manzaraları gözlerimin önünden gitmiş değil. Başımı öte yana çevirdiğim vakit Sabra camisine giden yolda doksan yaşında beyaz sa­kallı ve pijamaları ile bay Nuri'yi görüyorum adeta. Onun ölü bedeni­nin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor adeta. Sanki ilerdeki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi ve birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış adeta bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekleri gördüm. Cesetlerin kuruyan kanlarının üzerinde sineklerin uçtuğunu halen görür gibiyim. Ölüm sessizliğinin

İhtiyarı, genci ve ere vermemiş kızı ve çocuklarla kadınları helak için vurun. Gözünüz esirgemesin ve acımayın.[41]

Siyonist vahşeti sadece vurmakla, taciz ve tecavüzle yetinmemişler hamile kadınlara eziyet ve tecavüz ettikten sonra da kin ve hırslarım yene-miyerek hamile kadınların karnını yararak cenini çıkarıp parçalamışlardı.

Kin ve nefretle yorulmuş densiz fikirler zalim ve iffetsiz alemin efendi­leri vahşet mekteplerinde mevzun olmuşlar ve işte budur marifetleri.

Esanlar susturuldu çanlar her şehre hakim

Kur'an ayak altında örtülerse. bürünen mahrem korkunç bir çıplaklıkta

Ya Rabbi! Mazlumda senin zalimde senin.. hakim oldu ve insan­ların  hareketsiz  be­denlerinin bileklerin­deki saatler ise halen çalışıyordu.    Küçük rampayı   aşabilmek için etrafa  dağılmış ceset parçalarım bir kenara itmem gere­kiyordu. Bu korkunç katliamda yaralanan hastalan görmek için (Barbir)  hastanesini ziyaret ettiğimde ise manzara  daha kor­kunçtu başta kadın­lar   yaşlılar   olmak üzere zavallı masum insanların      maruz kaldıkları bu vahşet İsrailli liderlerin ide­olojisini   göstermesi açısından     oldukça ibret vericidir. Katle­dilenler    kadınların

büyük bir kısmı Önce Burnunu ve kulaklarım kesip düşürülecekler ve senden tecavüze uğramışlar-arta kalanı kılıç düşürecek. jse karınlarını yararak bebekleri parçalan­mış, henüz üç dört yaşlarındaki çocuklar ailelerinin gözleri önünde katledilmişlerdi. Erkeklerin bir kısmının ise öldürülmeden önce bu­runları ve kulakları kesilmiş, büyük bir kısmı da kurşuna dizilmişti."

Filistindeki bu vahşet katliamlarını yapanlar kadar onlara destek olanlardabir okadar suçludurlar. Ve birde müdahale sahibi olan ülke­lerin bu duruma sessiz kalmaları da ayrı bir ihmal ve duyarsızlıktır. İs­rail askerlerini havada veya karada Filistinli çocuklara ateş açmak için bir neden veya sebep'de olmasına gerek yok. Onlar istediği zaman iş­lerinden dönenlere veya hastaneye sağlık için gidenlere okuldan eve dönenlere veyahut evden okula gidenlere ve bahçelerinde ve tarlala­rında çalışan kadınlara ve çocukların üzerlerine İsrail gözcüleri hava­da veya karada istedikleri zaman ateş açarak ve istediği vakit Filistin­lileri vurabiliyorlar.

Sabra ve Şatilla katliamının görgü tanıklarından öğretmen emine R... İsrail silahlı kuvvetleri gece karanlığının hakimiyetinden de fayda­lanarak bulunduğumuz kampları tamamen kuşatma altına almıştı. Bizler çok korkuyorduk. Fakat buna rağmen de Ölümünde bizim için kaçınılmaz olduğunu da biliyorduk. Bundan dolayı ne kadar korksak da korku ve endişelerimizin İsrail askerlerine ve birliklerine karşı hiç­bir fayda sağlamayacağını biliyorduk. Bu kamplarda hepimiz mülteci idik. Yetişkinlerimiz gitmişlerdi. Çoğu genç ve orta yaşlı gençlerimiz ise İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunuyorlardı. Biz geriye kalanla­rımız kadın yaşlı ve çocuklardan oluşuyorduk. Bombardımanların şid­deti arttıkça bizimde yaşama umudumuz tamamen tükeniyordu. Ve bizler İsrail askerlerine teslim olma kararını aldık. Ve bunun için ara­mızda derdimizi anlatacak bir grup seçerek teslim olmak istediğimizi söylemesi için İsrail kuvvetlerinin yanma yolladık ve uzun süre bekle­dik. Fakat gidenlerden ne bir haber ne de gidenlerden geri dönen ol­madı. Hepimiz merak içindeydik ve onları aramaya gidenler de geri­ye dönmediler. İnsanlar iyice paniğe kapılmış ve herkes kendi kafası­na göre bir çare düşünmeye başlamışlardı. O sırada 14 yaşındaki erkek kardeşim tüfeği kaparak bana doğru yöneldi. Ve ona engel olmak iste­yenlere bağırarak "bırakın beni babamın vasiyetini yerine getirece­ğim" diye bağırıyordu. Çünkü babam tutuklanmadan önce kardeşimi karşısına alarak "bak oğlum Yahudiler baskınlarda kızlara ne yaptığı­nı biliyorsun böyle bir hadiseyle karşılaşırsan eğer ablanı Yahudilerin ellerine bırakma sakın, tüfeğimi alıp ablanı vurmanı istiyorum onun kirletilmesine sakın izin verme" demişti. Ben kardeşime daha hiçbir şeyin bitmediğini söyleyerek onu sakinleştirmeye çalışırken diğer in­sanlar böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceklerini söyleyerek onu sakinleştirmişlerdi. O gece sabaha kadar bombardıman devam etmiş­ti. Mülteciler kampı terk etme karan aldılar.Her yere Ölüm dehşeti ha­kim olmuştu. Adeta bombardımanların sesleri kesilir, kesilmez hemen orayı terk etmemiz gerektiğini anladık ve hemen kampı boşaltarak bir­birimizden ayrılmama kaydıyla tüm mülteciler aynı yöne doğru koşu

 

Mezmurlar Bab:137 Ayet.8-9 S.622

 

"Ey sen, harap olacak babil kızı, bize karşılık ettiğinin karşılığını, sana verecek olana ne mutlu senin yavrularını tutacak, kayaya çarpacak olana ne mutlu!"

Namus ve haysiyet kavramından yoksun olan Siyonistler genç ve daha çocuk yaşta olan kızları, kadınları kirlettikten sonra vahşice katledilerek İnsan onuru ve haysiyetini derinden zeâeliyen bir şekilde bırakmışlardı.

Akıtılan insanların kanlan denizlere karıştı. Bir yığın masumların fery­atları gökyüzüne ulaştı. Namus ve haysiyetler kirletildi ve günah oldu karımız, yiğitlerimiz budandı karardı yarınlarımız, hiçbir şeyle ödenmez namus şeref zararımız.

yorduk. Yaşlı ve çocukların durumu içler açışıydı. Ancak güçlü olanlar her kolunun altına birer çocuk sıkıştırmış, yaşlılar koşamadıkları için ısrarla kimi bizleri bırakın siz kaçın kurtulun diyorlardı. Kimi de ço­cuklarına yük olmamak için ve onların kurtulması için siz gidin biz burada doğduk burada da öleceğiz diyorlardı. Kimisi de insanların ka-Çişından düşüp eziliyorlardı ve oldukları yerde bırakmak zorunda ka­lıyorduk. Sabah olmuştu bizler kurtulduk mu yoksa hala ölümün pen­çesinde miyiz diye düşünürken biraz ilerdeki evlerde garip inilti ve feryatlar geliyordu. Bir kısmımız evlere doğru yürüdük, diğer kısmı­mız ise hiç durmaksızın kaçıyorlardı. Bu evlerin kapılan açık ve bura­daki dehşeti kelimelerle anlatmak mümkün değil, buradaki erkeklerin bir kısmının boğazlan kesilmiş, bir kısmının elleri bağlanarak burun ve kulakları öldürülmeden önce kesilmiş ve bazı çocukların da anne ve babalarının gözü önünde boğazları kesilmiş kadın ve kızlar öldürül­meden önce tecavüze uğramışlar ve de vahşice öldürülmüşlerdi. Ha­yatta kalan birkaç kadının da saçı başı darmadağın ve elbiseleri pa­ramparça akıllarını kaçırmış bir vaziyette idiler.

Filistin sorunu inatla çözülmemeye terk edilmiş bir vaziyettedir. İnsan alemi bu dehşetlere seyirci kaldığı müddetçe de bu terörizm sal­dırı ve işgalleri devam edecektir. Orta doğuda barış sağlanmadığı tak­dirde Müslümanların onur ve haysiyeti çiğnenip vahşice katledilecek­ler. Ve bu şekilde dünyanın huzura ermesi de mümkün değildir. Kan­lı alemin efendilerinden Ehud Barka'm itirafları da oldukça ürkütücü­dür bu yönde.

"Bana Gazze'de, Batı Şeria'da ve diğer mıntıkalardaki çatışmala­rın nasıl dineceğini sormayın; Filistinli kalabalıklara karşı her türlü aracı kullanmak meşrudur. Kaç Filistinli'nin öldüğü beni alakadar et­mez. Benim için önemli olan halkımın emniyetidir.

Bu çirkin itiraflardan da anlaşılıyor ki Filistin halkı kendi toprak­larında bile hiçbir hak iddia edemeyen bir millet konumundadır. Filis­tin halkı ulusu yok sayılan kimlikleri ısrarla red edilen bir millettir. Fi­listin tüm insan aleminin gözleri önünde hızla soykırıma götürülen bir millettir. Filistin dünya ülkelerinin gözleri Önünde adeta can çekişen bir millettir.

İsrail'in, Filistin çocuklarını hedef alması, yetişecek Filistin neslin­den korktuğunu göstermektedir. Hamile kadınların karınlarını yara­rak ceninlerini çıkarıp parçalayarak öldürmeleri de bu halka karşı duydukları kin, nefret ve soykırımın başka bir şeklidir. Filistin çocuk­larının 14-15-16 yaş ve onun da altında ölenlerin ve tutukluların ara­sında bulunmaları da bu hakikati doğruluyor.

Filistin milli eğitim bakanlığının yapmış olduğu açıklamalarda Fi­listin kaybının bilançosunu ortaya koymaktadır. Eylül 2000'den mart 2000'e kadar 400'ü aşkın henüz okul çağında olan çocuklar İsrail asker­leri tarafından vurularak hayatlarını kaybetmiştir. Ve 400'ün üzerinde çocuğun yaralandığı haber verilmiştir. Bu katliamlar İsrail devletinin terör politikasını ortaya koymaktadır.

Şatilla ve sabra katliamının mimarı Filistin halkının katili Ariel Şa-ron insan alemini hayretlere düşüren açıklamalar yapmaktan da hiç kaçınmamıştır.

"Filistin halkının kayıplarım arttırmalıyız ki bu yolla bir daha vu­rulmasını anlasınlar.. Onları vurmalıyız bir daha, bir daha vurmalıyız bunu iyice anladıklarına kanaatimiz gelene kadar.

Bir başka eylemci liderin fikir beyanları ise şu yöndedir. Meir She-etrit'de İsrail'in terör politikasını doğru bulup ve bozuk fikirlerini şöy­le dile getirmektedir:

"Filirtin'lilerin barış istiyoruz diye can havliyle bağnncaya kadar vurulmasını savunmaktadır." Bir başka felaket yanlısı olan dönemin Tel Aviv belediye başkanı general Shlomo Lohat ise yapmış olduğu bir açıklamasında "Filistin'liîer bu topraklarda köle olarak yaşamayı ka­bul edinceye kadar katliamı sürdüreceğiz" diyerek görüşünü ortaya koymuştur.

İsrail ordusunun Generallerinden Eyta'ın açıklamalır da "Yaptığımız hiçbir şeyden pişman değiliz, biz halkımızın ve askerlerimizin güvenliği için her şeyi kullanmaya hazırız." Filistin'li direnişçilere karşı askerlere si­lah kullanma emri verilmiş, Özellikle özellikle direnişçilerin göğüs ve ka­falarından vurarak halkın kalbine korku verilmeye çalışılmıştır.

Batı Şeria'da 1000'den fazla kişi hayatını kaybetmiştir. Bunların çoğu da 15-16-17-18 ve üzeri yaş ortalamasına sahip gençlerden oluş­maktadır. Bunların % 80'i baş, boyun ve göğüslerinden vurularak ha­yatlarını kaybetmişlerdir. Okuldan evlerine dönerken 132 öğrenci İsra­il askerleri tarafından acımasızca vurularak öldürülmüştür.

Bir başka itirafta haham Ovadia Yosef ten:

"Araplara acımamak lazım, onların üzerlerine füze yağdırmah, çünkü bu uğursuz ve kötü adamları yok etmek lazım."

"Ey iman edenler muhakkak ki (Yahudi) hahamlarından ve (Hıris­tiyan) rahipleri'nden bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve onları Allah yolundan men ederler.[42]

İsrail'in eski liderlerinden olan İzhak Şamir 1975 yılındı duygula­rını şöyle dile getirmiştir. "Ağaçlardan inen insanlardan meydana ge­len ulusların ve dünyanın liderliğini üstlenmeleri kabul edilebilecek bir şey değil, ilkelerini üslenmeleri kabul edilebilecek bir şey değil.

Bir ayeti kerimede Allah buyuruyor ki. "Deki "Eyehl-i kitap (olan Ya­hudi ve Hıristiyanlar) bizimle sizin aranızda eşitlik sağlayan (ortak) bir ke­limeye gelen "Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim" [43]

Siyonizm'in anlayışında Arap halkını aşırı küçümsemek vardır. Golda Meir, İsrail başbakanı olduğu zaman yaptığı bir açıklamada "Fi­listinliler diye bir millet yoktur. Ve de mevcut değildir."

Peki Filistin yurdu halksiz mıydı ki, Yahudi işgalciler tarafından gasp edilerek Yahudi yerleşimi alanı ve yurduna dönüştürülüyor? Fi­listin halkı daha önce kimliksiz miydi ki işgalci Yahudiler tarafından bu halkın kimliği inkar ediliyor.

Dünyanın hukuku her halkın ulusal haklarının kutsal önemini be­lirlerken dünyanın üç kutsal diyarlarından biri olan Filistin yurdunun ulusal haklan neden verilmiyor?

Filistin halkı neden vicdan hürriyetinden mahrum bırakılıyor. İs­rail devleti tarafından Filistin'in tüm yasal ve ulusal din, hürriyeti de dahil olmak üzere tamamen engellenilmiş durumdadırlar. Kuvvet kul­lanarak toprak işgal ederek yurt edinilmesinin hiçbir ilke ulusunda ve de hukukunda yasal hiçbir yönü yokken İsrail'in Filistin işgali nasıl yasal görünebiliyor. Ve ya yasal değilse neden yarım asın aşkın olan bu saldırılar ve katliamlar önlenmedi ve de önlenmiyor? Niçin? Filis­tin halkının kaderi İsrail'in insafına terk edildi?

Irağın 2 Ağustos 1990'da Kuveyt'i işgalinde devreye giren batılı sö­zü sahibi ülkeler Irak'ın Kuveyt'e çekilmesini istediler. Ve işgalci Sad-dam'm çekilmeyen güçlerine karşı BMGK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu) Irak'a karşı kuvvet kullanma kararını almış ve de tatbikine ay­nen de başlanmıştı. 678 no'lu karar da "BM'nin tüm çabalanna rağmen üzerine düşeni yerine getirmeyen Irak'ın eylemlerine karşı diretmişti, taktirinde BM gerekeni yapacaktır. Bu durumda BM Vll. bölümünde bil­dirilen kolektif güvenlik sistemi devreye girecektir. BM tarafından Irak'a belli bir zaman tanınmıştı ve uyulmadığı takdirde üye devletlere Kuveyt hükümeti ile iş birliği yapılarak barış ve güvenliğinin sağlanması ve 660 buna bağlı kararların yerine getirilmesi içintüm gerekli silah ve araçların kullanılması yetkisinin verildiği açıklanmıştır. BM tarafından Irak'a tanı­nan zaman, 15 Ocak 1991'e kadardı. Ve o zamanda girdiği vakit BM de­diğinin ve hatta daha da fazlasını yapmıştı.

Irak uyarıyı ciddiye almadığı için bundan çok daha fazla zarar ve ziyana uğramıştı.

Silahların gölgesinde Allah'a secde ettiler. Dini inançlarından dolayı hak ve hukukları men edilmeye çalışılsa da gönüller o semaya ve o zatı ka­dire bağlıdır.

Gelmiş geçmiş hataların en kötüsü davranış biçimidir. Tüm kötü dav­ranışlar da israil yönetiminde mecutiur.

"Onlar, Allah rızasını kazanma da ve fazilette Allah katında derece de­recedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir." Al-i İmran suresi, 163. Ayet

1991 yılının Ocak ayında uluslararası gücün, Saddam Hüseyin'i ve kuvvetlerini Kuveyt'ten çıkarmak için güç kullanacakları kesinleşince de 12 Ocak'ta Washington'da ABD senatosu'nda savaş kararını onay­lamış ve 16 Ocak 1991'de de savaş başlamış batılı güçler Irak'ın ana damarlarmdan başlayarak mühim yerleri hedef alarak vurmaya başla­mıştı. Irak güçlerini Kuveyt'ten çıkarmak için bütün ağır silahları ve hedef şaşırmayan akıllı bombalarına varıncaya kadar kullanmış ve ra­darlara yakalanmayan uçakları ile Bağdat'ı vururken ABD ve ingiliz uçak gemilerinden ateşlenen füzelerin ardından da Suudi Arabis­tan'dan ve diğer bölgelerden kalkan uçaklar ve helikopterler Irak'a ait bütün mevziileri vurmuşlardı. 678 sayılı güvenlik konseyi kararı uya­rınca 17 Ocak'ta başlayan hava saldırıları 24 Şubat Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesiyle körfez savaşı sona erince yabancı güçlerde Irak'tan çekil­mişlerdi.

 

Filistin

 

Filistin'deki bugünkü reel duruma geçmeden, Filistin- İsrail soru­nunun başlangıcı ve gelişimini, Ortadoğu Barış sürecini artıları ve ek­sileriyle incelemekte yarar var.

 

Filistin Sorunu,

 

"1897 yılında yapılan ilk Siyonist Kongresi'nde Macaristanlı bir Yahudi olan Theodor Herzl'in kurulacak olan İsrail devletinin prensip­lerini açıklamasıyla başladı.

"1917 yılında büyük Britanya imparatorluğu, Yahudi halkına Filis­tin topraklarında devlet kurma yolunu açan Balfour Deklarasyonu'nu yayınladı.

"29 Eylül 1923 tarihinde Filistin'de İngiliz mandası resmen yürür­lüğe girdi.

"29 Kasım 1947'de BM'de Filistin'in bölünme planı kabul edildi. Fakat Filistinliler bu planı sürekli olarak reddettiler.

"İsrail'in Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği otuz dört katliamdan en büyüğü 9 Nisan 1948'de Batı Şeria'nm bir köyü olan Deir Yasin'de gerçekleştirilen katliam oldu. Katliam sırasında 254 Filistinli öldürül­dü.

"14 Mayıs 1948'de ilan edilen İsrail Devleti'ni ilk tanıyan ABD ol­du. İsrail devletinin kurulmasıyla İsrail ile Arap ülkeleri arasında ya­şanan savaş sonunda Batı Şeria Ürdün, Gazze Şeridi Mısır; kalan top­raklar da İsrail tarafından işgal edildi.

"13 Aralık 1949'da İsrail Kudüs'ü başkent ilan etti. 2 Kasım 1956'da Mısır Devlet Başkanı Nasır'm Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi üzerine, İsrail, Fransa ve İngiltere, Mısı/a saldırdı.

"7 Ekim 1959 tarihinde El-Fetih'in kuruluş kongresi Kuveyt'te ya­pıldı.

"29 Mayıs 1964 tarihinde ise Filistin kurtuluş Örgütü kuruldu.

"1967 yılında İsrail'in Mısır, Suriye ve Ürdün'e saldırmasıyla baş­layan İkinci Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail, 6 gün içinde, Sina Yarımada­sı, Golan Tepeleri, Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'ü işgal etti.

"1974 yılında BM, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tanı­dı. FKÖ BM'de gözlemci statüsü elde etti. 1976 yılında FKÖ Arap Bir-liği'ne tam üye oldu.

"17 Eylül 1978 tarihinde Mısır, İsrail ve ABD arasında, Camp Da-vid anlaşması imzalandı.

"9 Eylül 1982 tarihinde yapılan Arap Birliği Zirvesi'nde tüm bölge ülkelerinin barış içinde yaşaması için, FKÖ'nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak görülmesi gerektiği kabul edildi.

"1982 yılında İsrail Lübnan'daki Filistin mülteci kampları olan Sabrar ve Şatilla'ya kanlı bir saldın düzenleyerek, Filistinlilere tarihle­rindeki en büyük travmalardan birini yaşattı.

"1987 yılında İsrail işgali altındaki bölgelerde, Filistinliler İntifada hareketini başlattılar.

 

1990 lı Yıllar

 

1991 yılına gelindiğinde Filistin ve İsrail tarafını barış sürecine iten pek çok neden bir araya gelmişti.Öncelikle Filistin tarafını bu sürece motive eden sebepleri şöyle sıralayabiliriz.

"Birincisi bu dönemde Arap yönetimleri Soğuk Savaş sonrasında Sovyet desteğini kaybetmiş, aynı zamanda Arap ülkelerinin çoğu İsra­il'i bölgenin kalıcı bir gerçekliği olarak görmeye başlamışlardı.

"İkinci olarak Filistin Örgütü ( FKÖ) Kuveyt'e saldıran Saddam Hüseyin'i destekleyerek Körfez ülkelerinden sağladığı maddi desteği kaybetmiş ve İntifada etkinliğini yitirmeye başlamıştı. Arafat Sad-dam'ı desteklediğini açıkladığında Körfez ülkelerindeki pek çok Filis­tinli işlerini kaybetmiş ve körfez'den Filistinlilere gelen mali yardımlar kesilmişti. Arafat'ın bole bir tavır takınmasının en önemli nedeni Filis­tin kamuoyunun ve Arafat'ın Saddam'm abartılan gücüne güvenmele­ri ve bu gücün kendi davalarına hizmet edebileceğine inanmaları olmuştur.

"Filistinlileri barış yapmaya iten üçüncü neden ise intifada'nm Hamas'm gücünü artırmış olması ve FKÖ ile Hamas arasında Filistin­lilerin temsili açısından bir rekabetin başlamış olmasıydı. İsraillilere benzer şekilde Filistinlilerin de varolan kötü koşullardan bıkmış olma­ları ve Barış Süreci'ni bir çıkış yolu olarak görmeleri de Filistinlilerin barışa kapı aralamalarının bir diğer nedenidir.

İsrail'i Barış Süreci'ne iten sebepler ise şöyle sıralanabilir:

Bu dönmede İntifada tüm dünyanın dikkatini bölgeye çekmişti ve İsrail baskı altındaydı. Buna ek olarak, İsrail kamuoyunun bazı kesim­leri devletin işgal altındaki topraklarındaki faaliyetlerine karşıydı ve bunları demokratik değerlerin ihlali olarak görüyordu. İntifada İsra­il'in işgalinin ekonomik, siyasi ve askeri bedelini ağırlaştırdı. Rus­ya'dan gelen Yahudi göçmenler ekonomiyi iyice zorlamaya başladı­ğında bu bedel taşınması zor bir düzeye gelmişti. Daha önce de belirt­tiğimiz gibi Hamas ile FKÖ arasında Filistinlileri temsil açısından bir rekabet vardı ve İsrail Hamas ile görüşmek zorunda kalacağı bir du­rumdan çekiniyordu. Böylesi bir durumu engellemek için İsrail FKÖ ile masaya oturmayı uygun buldu. Bunlardan daha önemlisi İsrail'in hem bölgede, hem de tüm dünya bir meşruiyet problemi vardı. Bu meşruiyet problemini de aşmak için İsrail "barış karşılığı toprak" pla­nını kabul etti.  

Bu şartlar altında, uluslar arası toplumun ve özellikle de ABD'nin baskısıyla Madrid konferansı ekim 1991'de başladı. İsrail'in sertlik yanlısı sağ görüşlü Başbakanı İzak Şamir, terörist olarak kabul ettiği FKÖ ile doğrudan görüşmeyi reddetti. Bu nedenle ortak bir Ürdün -Fi­listin heyeti kuruldu ve Filistin bu heyetin öncülüğünde görüşmelere katıldı. ABD'nin böyle bir konferans için İsrail'e baskı yapmasının al-tmda yatan nedenlerden başlıcasi bölge kamuoyundaki şu soruydu: Irak'ın Kuveyt'i işgali karşısında ABD ve uluslar arası kamuoyu he­men tepki verirken aynı şey niçin Filistin'i yıllardır işgal altında tutan İsrail için geçerli olmuyor? ABD ilan ettiği Yeni Dünya Düzeni'nin te­mellerinden birini de uluslar arası hukuka saygı olarak belirtmişti ve Kuveyt'te uluslararası hukukun ihlali cezalandırılmıştı. Körfez savaşı sıranda Irak'ın Filistin sorununu nasıl kendi amaçları için kullanmaya çalıştığını gören ve İsrail'in de savaşa girmesi tehlikesini yaşayan ABD, kamuoyunu da tatmin etmek için sorunun çözümü amacıyla İs­rail'i masaya oturmaya teşvik etti. Madrid Konferansı'nda alman ka­rarlar doğrultusunda taraflara BM Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 nolu kararlarına dayanan adil, sürekli ve kapsamlı bir barış çağrısında bulunuldu. Ayrıca Madrid konferansı silahların kontrolü, ekonomik gelişme, su, mülteciler ve çevre konularında iki taraflı ve çok taraflı gö­rüşmelerin başlatılmasını Öngörmekte ve ayrıca Filistinliler için geçici kendi yönetimleri ile başlayan ve sürekli kendi yönetimleri ile sonuç­lanacak iki basamaklı görüşme kavramının oluşturulmasını kararlaş­tırmaktaydı.

Ortadoğu Barış Süreci Madrid Konferansı ile 1979 İsrail-Mısır Ba­rış Süreci'nden beri ilk defa ivme kazandı. Ama Madrid sonrası diplo­masinin başarısızlığı nedeniyle İsrailliler ve Filistinliler kendi arasında yeni görüşmeler yaptılar. Taraflar arasındaki gizli görüşmeler Oslo I olarak da tanımlanan Geçici kendi Yönetim anlaşmaları Üzerine İsra­il- FKÖ Prensipler deklarasyonu ile sonuçlandı. Oslo I Anlaşması ile İs­rail FKÖ'yü Filistinlilerin resmi temsilcisi olarak tanıyor ve barış karşı­lığında bazı topraklardan çekilmeyi kabul ediyor, uzun vadede Filistinlilerin kendi yönetimlerini kabul edeceğini vaat ediyordu. Filistin tarafı ise İsrail'in varlığını ve güvenli sınırlar içinde yaşamasını kabul ediyordu.

Oslo I Anlaşmasının bir devamı olarak görebileceğimiz Kahire an­laşması mayıs 1994 tarihinde yapıldı. Kahire anlaşmasının maddeleri ise şöyledir:

"İsrail'in Gazze Şeridi ve Eriha'dan üç hafta içinde çekilmesi,

"Tüm sivil otoritenin Filistinlilere devredilmesi, ama İsrail'in dış ilişkiler, iç güvenlik ve yerleşimler konularında kontrolünün devam ettirmesi,

"Filistin Otoritesinin güçlerinin tanımlanması ve bir polis gücü­nün oluşturulması,

"Prensipler Deklarasyonu'nda tanımlanan beş yıllık geçiş süreci­nin başlaması.

Barış süreci'nde Kahire Anlaşmasından sonra Oslo II'yi yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi Geçici Anlaşması'm görüyoruz. Bu anlaşma ile Filistin Otoritesi batı Şeria'nm büyük şehirlerine genişlemiştir. Oslo Il'nin ana maddeleri şunlardır:

"Batı Şeria'nm A bölgesi ( Filistin Yönetimi), B bölgesi ( Filistin si­vil yönetimi ve İsrail güvenlik kontrolü), C bölgesi ( İsrail askeri ve idari yönetimi) olmak üzere üç alana bölünmesi,

"İsrail'in Filistin seçimlerinden ( Ocak 1996) 22 gün önce Batı Şeria şehirlerinden ( Beytüllahim, Jenin, Nablus, Qalkilya, Ramallah, Tulka-rem) çekilmesi,

"Filistin seçimlerini takip eden 6 aylık aralarla 3 aşamada C bölge­lerinin B bölgelerine dönüştürülmesi,

"Ortak Güvenlik amaçlan için bir İsrail-Filistin Güvenlik ve İşbir­liği Konseyi kurulması,

"Nihai statü görüşmelerinin en geç 4 Mayıs 1996'da başlaması.

 

Oslo Kandırmacası

 

Oslo anlaşmalarında, kolay konular gündeme alınırken, çözümü zor konular ( Kudüs, yerleşimciler, mülteciler ve Filistin devletinin ku­rulması) nihai statü görüşmelerine bırakılmıştır. Filistinlilerin amacı bağımsız bir devlete sahip olmaktı ancak Oslo anlaşmaları ile sivil yö­netim Filistinlilere geçmiş; İsrail dış ilişkiler, iç güvenlik ve yerleşimler ile ilgili kontrolünü sürdürmüştür. Yönetimi Filistinlilere devredilen bölgeler ekonomik olarak İsrail'e bağımlı olmaya devam etmişlerdir. Ayrıca Oslo anlaşmaları Filistin Yönetimi'nin vergilerin toplanması, turizm, kültür, sağlık ve tarım gibi konularda sorumluluğunu tam ola­rak belirtmediği için bu süreç içerisinde çeşitli engeller ortaya çıkmış­tır.

Oslo Barış anlaşmaları ile önemli bir ivme kazandığı sürekli olarak tekrarlanan Ortadoğu Barış Süreci'nde aslında Filistin tarafı çok Önem­li tavizler vermiştir. Likud ve İşçi Partilerinin liderleri Oslo sürecinin Filistinlilerin aleyhine olduğunu gizleme gereği duymamışlardır. Çün­kü yapılan tüm bu anlaşmalar tüm Filistin topraklarının sadece %22'lik bölümü üzerinedir. Başka bir deyişle israil 1948'de Filistin'in %78'ini 1967'de ise %22'sini işgal etmiştir. Bugün sadece bu %22'lik kı­sım ( Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs) tartışılmaktadır. İsrail kendi üzerinde bulunduğu %78'lik kısmı hiçbir zaman tartışmaya açmamak­tadır. Oslo Anlaşmaları zaten bölünmüş olan Filistin'i yeniden üç alt bölgeye A, B ve C bölgelerine bölmüştür. Söz konusu bölünen %22'lik toprak parçası içinde yer alan Batı Şeria'nin %60'ı, Gazze'nin ise %40'ı İsrail'in idari ve askeri denetimine bırakılmıştır. Gazze'de A bölgesi di­ye ifade edilen Filistin'in tam denetimine bırakılan bölge Batı Şeria'da-kİ A bölgesinden daha geniştir. Çünkü kıraç toprakları ve çok kalaba­lık isyankar nüfusu nedeniyle Gazze, İsrail işgali açısından her zaman büyük bir yük oluşturmuştur. Gazze aslında İsrail'in kurtulmak istedi­ği bir bölgedir. Dolayısıyla Oslo Anlaşmaları Arafat'ın halk desteğini almadan ABD'nin baskısıyla imzaladığı, Filistin halkını aldatan bir sü­reçten ibarettir. Çünkü bölünme tamamen İsrail tarafından düşünülmüş ve denetlenmiştir, çünkü Filistinliler kendi haritalarına sahip de­ğillerdir. Oslo'da Filistinlilerin kendi haritaları yoktu, görüşme gru­bunda işgal altındaki toprakların coğrafyasını kararlara itiraz edecek ve alternatif planlar önerecek kadar bilen tek bir kişi bile yoktu. Dik­katlice bakıldığında Oslo Süreci'nin, Filistinlileri birbirinden ayrı ve kuşatma altındaki bölgelere ayırmak ve bu bölgeler arasına Yahudi yerleşimciler yerleştirmek suretiyle muhtemel Filistin devletinin top­rak bütünlüğünü engellemek üzere dizayn edildiği görülür. Örneğin Gazze ve Eriha İsrail denetimindeki kilometrelerce toprak ile birbirin­den ayrılmıştır. Ayrıca Oslo'dan sonra bu sayı 195.000'e çıkmıştır ve bu sayı bir Arap bölgesi ,olan Doğu Kudüs'e yerleşen 150.000'den fazla Yahudi'yi kapsamamaktadır.

Barış sürecinin Filistinlilere dikte ettiği şartlar Filistinli grupların büyük tepkisine neden olmuştur. Bu gruplardan en önemlileri Hamas ve İslami Cihad'tır. En önemli olay kasım 1995'te İsrail Başbakanı Yizt-hak Rabin'in öldürülmesidir. Diğer Önemli bir engel de İsrail Hükü­metlerinin yerleşimci politikalarıdır. İsrail Filistinlilere bırakacağına söz verdiği topraklar üzerinde yeni yerleşim bölgeleri inşa etmeye de­vam etmiştir. Bu yerleşim bölgeleri stratejik olarak belirlenmiştir. Har Homa projesi ile Netanyahu döneminde Doğu Kudüs'te bir Yahudi yerleşim bölgesi inşa edilmiştir. Netanyahu bu proje ile Doğu Kudüs ile Batı Şeria arasındaki bağlantıyı koparmayı amaçlamıştır. Ayrıca Ne­tanyahu'nun Kudüs'te Müslümanlar için en kutsal mekanlar arasında­ki El Aksa Camii'nin altında arkeolojik tünel açtırması Müslüman ka­muoyunda büyük tepkilere yol açmıştır. Tüm bu Barış Sürecine aykırı uygulamalarına rağmen Netanyahu ABD'nin baskısı nedeniyle 1997 yılının Ocak ayında el Halil'in %80'ni Filistinlilere veren El-Halil An­laşmasına imza atmıştır. 23 Ekim 1998 tarihinde imzaladığı Wye River Memorandumu ise İsrail'in Batı Şeria'nın başka bölgelerinden de çe­kilmesini öngörmektedir.

Bu anlaşmanın imzalanması ile de çatışmalar sona erdirilememiş-Hr. Çünkü taraflar birbirlerini anlaşmanın maddelerine uymamakla suçlamışlardır. İsrail Filistinlilerin üç şartı yerine getirmediğini iddia etmiştir. Terör şüphelilerinin İsrail'e verilmesi, FKÖ sözleşmesindeki İsrail'in ortadan kaldırılması ile ilgili tüm maddelerin kaldırılmaması ve El Halil anlaşmasındaki güvenlikle ilgili sorumluluklarını tam ola­rak yerine getirmemeleri. Bu bahanelerle İsrail gerçekleştirmesi gere­ken çekilmeleri ertelemiş, bunun üzerine Arafat, eğer ciddi görüşme­ler gerçekleşmezse Oslo'nun nihai çözüm için tanıdığı beş yıllık süre­nin dolduğu Mayıs 1999'da Filistin Devleti'ni ilan edeceğini açıklamış, ancak İsrail'in tek taraflı açıklamaların tek taraflı İsrail uygulamaları ile karşılaşacağını bildirmesi üzerine yeni İsrail yönetimine (Barak yö­netimi) bir şans tanımak için Filistin devletini tek taraflı olarak ilan et­me kararını ertelemiştir.

Bir yıl içinde sorunları çözeceği yolunda açıklamalar yaparak ikti­dara gelen Ehud Barak hükümeti Suriye ile yaptığı başarısız barış gö­rüşmelerinin ardından 21 yıldır Lübnan'da bulunan İsrail birliklerini 2000 yılının Mayıs ayında geri çekti. Tabii tekrar gözler Arafat'a çevril­di. Böylece taraflar ABD'nin baskısıyla 2000 yılının temmuz ayında Camp David'de bir araya geldiler. Camp David görüşmelerinde bİT ara epey yol katedildiği izlenimi ortaya çıktıysa da sorunlar çözüleme­di ve bir anlaşma ortaya çıkmadı. Tartışmalar Kudüs konusunda tıkan­dı. Arafat, İsrail'in Kutsal Mekanlarda kendi yönetimini devam ettirir­ken, Filistinlilere Kudüs'ün banliyölerinde egemenlik veren teklifini kabul etmedi. Bu görüşmelerin başarısızlığının ardından Ariel Şa-ron'un provokatif ziyareti ile İkinci İntifada başladı. İkinci întifada'nm başlamasının ardından Cîinton olaylar daha fazla büyümeden ve baş­kanlık süresi sona ermeden bir anlaşmanın yapılması için taraflara ye­ni şartlar içeren bir barış planı sundu. İsrail bu planı kabul etti fakat Fi­listin tarafının bazı çekinceleri vardı. Sonuçta bu plan uygulanma im­kanı bulamadı. Kudüs konusunda İsrail daha önce izlediği politikala­ra devam ederek şehrin de facto konrolünü elde etmeye çalıştı. İsrail DoğuKudüs'te yeni yerleşim yerleri inşa etti, şehre Yahudi göçünü teş­vik etti. Burada amaç Kudüs'ün işgal edilen kısımları üzerin de kontrolü elde etmekti. Bu nedenlerle İsrail Clinton önerisine sıcak yaklaştı. Filistinlilerin bu teklife itirazları ise daha çok bu planın Filistin devle­tini birbirinden ve Filistin'in kalan kısmından kopuk, bağlantısız ada­cıklar haline getireceği konusunda yoğunlaşmaktaydı.

28 Eylül 2000 tarihinde ana muhalefet partisi başkanı Ariel Sha-ron'un (şimdiki İsrail Başbakanı) Mescid-i Aksa'ya yaptığı provokatif ziyaretin ardından bir hafta sonra Cuma günü Başbakan Ehud Ba-rak'm kitlesel bir polis ve asker gücünü yığmasıyla başlayan ikinci bü­yük Filistinli direnişi diğer adıyla II. İntifada sırasında bugüne kadar yaklaşık 2500 Filistinli İsrail askerleri ve yerleşimcilerin saldırıları so­nucunda hayatım kaybetmiştir. Bir yılı aşkın bir zamandır devam eden bu en büyük Filistinli direnişi sırasında İsrail'in uyguladığı aşırı güç kullanımı, yargısız infaz ve siyasi suikastlar, Filistinlilerin sosyal ve ekonomik haklarını kullanmaları konusunda getirilen kısıtlamalar, ab­lukalar, sokağa çıkma yasakları ve dolaşıma getirilen sınırlamaların hepsi İsrail'in uluslar arası insan hakları hukukunu ihlalini örnekleri­ni teşkil etmektedir. İsrail çatışmanın başından beri işgal ettiği toprak­larda gerçekleştirdiği bu ihlallerin hiç birini kabul etmemekle birlikte, aynı zamanda bu bölgelerdeki kontrolün Oslo Anlaşmasıyla, özellikle Filistin nüfusunun çoğunluğunun yerleştiği "A" bölgelerinde etkin kontrolün Filistin yönetimine devredildiğini öne sürerek, İsrail'in iş­galci bir güç olarak tanımlanamayacağmı savunmuştur. Ölüm ve yara­lanmaların çoğu ise A alanı çevresinde, yerleşim bölgelerine giden yol­larda veya bunların kavşak noktalarında meydana gelen gösteri ve ça­tışmalarda vuku bulmuştur. Öldürülen Filistinlilerin önemli oranda çocuklardan oluşması ihlallerin önemli bir yönüne işaret etmektedir. Filistinlilerin yürüttüğü hareket top yekûn bir direniş hareketidir. Doğ­dukları andan itibaren askeri işgal altında yaşamaya başlayan Filistin­li çocukların gösteri ve çatışmalarda ön planda olması, İsrail'in iddia ettiği gibi Filistin Özerk YÖnetimi'nin organize etmesi neticesinde or­taya çıkmış bir olgu değil, tam tersine uzun yıllar baskı altında eziklik ve korku ve hatta kin duygularıyla yaşayan bu ihsanların gösterdiği haklı tepki ve direniştir. Batı Şeria ve Gazze'de bulunan Yahudi yerle­şim bölgeleri II. İntifadanın başından itibaren çıkan çatışmalarda önemli bir rol oynamıştır. Filistinlilere göre yerleşim bölgelerinin inşa­sının devam etmesi barış süreci için önemli bir engel ve uluslar arası hukuk açısından da Önemli bir sorundur. Filistinliler işgalci gücün iş­gal ettiği topraklara kendi insanlarını yerleştirmesini yasaklayan Dör­düncü Cenevre Konvansiyonu'nun 49. maddesini ihlal ettiği için, bu yerleşim bölgelerinin hukuk dışı olduğunu savunmaktadırlar. Uluslar arası toplumda bu konuda Filistinlileri desteklemektedir. Nitekim BM'in yayınladığı çok sayıda kararda İsrail'in yerleşimcilerle ilgili po­litikaları kınanmıştır. 1967'den bu yana İsrail, Yahudi yerleşim bölgele­rinin inşa edilmesi, finanse edilmesi ve genişletilmesinden sorumlu­dur. Bazı İsraillilerin, yerleşim bölgelerinin çoğunun güvenliğe hiçbir katkısı olmadığı, tersine orduya yük olduğu gerekçesini ileri sürmele­rine rağmen İsrail, yerleşim bölgelerinin sayısını artırarak işgal altın­daki topraklarda İsrail kontrolünü sağlamak üzere fiili durum yarat­maya çalışmaktadır.

Sonuç olarak, İsrail, işgal altındaki topraklardaki insan hakları ih­lallerine müdahaleyi Öngören 1949 Dördüncü Cenevre Konvansiyonu­na taraf olmasına rağmen, bu Konvansiyondaki pek çok maddeyi yu­karıda bahsettiğimiz uygulamaları nedeniyle pek çok kez ihlal etmiş­tir. Ancak bu güne kadar uluslar arası toplum tarafından, ihlalleri en­gellenmek için İsrail'i kınama dışında hiçbir caydırıcı Önlem alınma­mıştır.

Uluslar arası toplumun İsrail'in kınayan kararlar almak dışındı hiçbir ciddi girişimde bulunmaması 6 Şubat'ta yapılan seçimlerde ezi­ci bir üstünlük sağlayarak iktidara gelen ariel Şaron'un yaklaşık iki haftadır Filistin topraklarında ve mülteci kamplarında devam ettirdiği işgale adeta davetiye çıkarmıştır. İsrail, Lübnan'ın işgalinden beri en j büyük saldırısını 12 Martta Ramallah'ı yaklaşık 150 tankla işgal ederek gerçekleştirdi. Amerika'nın ve AB'nin kınamasının ardından aşamalı olarak Ramallah'tan çekileceklerini söyleyen Ariel Şaron, İsrail tanklarının büyük çoğunluğunu Ramallah'ta tutmaya devam etti ve intihar saldırılarını bahane ederek işgalin alanını genişletti. Batı Şeria'daki kentlerin çoğu bugün İsrail işgali altındadır. Şaron'un işgalin alanının daha fazla genişletmesinden ve Gazze'ye yaymasından korkulmakta­dır. Zira Gazze Hamas üyelerinin üslendiği yer durumundadır. Şa­ron'un Hamas'ı etkisiz hale getirmediği ve istediğini elde etmeden iş­gali sona erdirmesi maalesef beklenmemektedir. İsrail askerleri ope­rasyonlar sarısında sivillere karşı katliam yapmanın yanı sıra pek çok insan haklan ihlaline de imza atmaktadır. Örneğin yaygın olarak yağ­ma ve işkence olayının gerçekleştirildiği gelen haberler arasındadır. Fi­listinli genç erkekler evlerinden alınarak Batı Şeria'daki askeri kampa götürülmekte ve işkenceye tabi tutulmaktadır. Filistinli doktorların ya­ralılara bakmasına müsaade edilmemektedir ve ambulanslar kuşatma nedeniyle çalışamamaktadır. Sokağa çıkma yasakları nedeniyle evle­rinden çıkamayan insanlar ciddi bir gıda ve su ihtiyacı ile karşı karşı­ya bulunmaktadırlar. Dünyanın gözü önünde yapılan bu işgal hareke­ti İsrail ve Amerika'daki Yahudi lobisi tarafından hala sivilleri koruma­ya yönelik bir operasyon olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır. Onla­ra göre asıl suçlu Arafat'tır ve operasyon ona ve teröristlerine karşı ya­pılmaktadır. Halbuki İsrail kentlerdeki kuşatması yetmiyormuş gibi mülteci kamplarına karşı da saldırılar düzenlemektedir. Batı Şeria'nm kuzeyinde Nablus kentinde ve Cenin mülteci kampında, İsrail saldırı­ları devam etmektedir. Ayrıca Cenin'in batısındaki bir mülteci kampı­na da İsrail 20 tane roket fırlatmıştır. İkinci întifada'nın başlamasından bu yana yaklaşık 2000 Filistinli İsrail saldırıları sonunda hayatını kay­betmiştir. Bunların yaklaşık 300'ü İsrail'in on bir gün önce başlattığı "Koruyucu Duvar" operasyonu sırasında öldürülmüştür.

Aslında yapılan katliamlar Şaron'un geçmişine bakıldığında pek de şaşırtıcı değildir. Çünkü 1953'de Ürdün'ün Kibya şehrinde 70 sivi­lin katline sebep olan Şaron'du. Aynı zamanda 1982'de Savunma Ba­kanı olarak görev yaparken Lübnan'da 17 bin sivilin ölümüne neden olan yine Şaron'du. Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında yüzlerce Filistinlinin Öldürülmesi olayıyla yine bağlantısı olan Şaron'du. Defalar­ca dünya kamuoyu Önünde Oslo anlaşmasını reddeden ve Filistin dev­letini bloke etmek için elinden geleni yapan ve tamamen kontrolü al­tında olmayacaksa yok etmeye çalışan yine Şaron'du. Ve şu anda da uluslar arası basın sözcüleri ve insan haklan savunucularının raporla­rına göre silahsız sivil halka ateş eden, tıbbi yardımlara saldıran, has­talara ve yaralılara tıbbi ilaç vermeyi reddeden, ayrıca gazetecilerin kuşatma altındaki bölgelere girmesine müsaade etmeyen, ve Arafat'ı Ramallah'taki karargahında kuşatma altında tutarak uluslar arası top­lum temsilcileriyle görüştürmeyen yine Şaron'dur.

Filistin topraklarında yaşanan söz konusu reel durum ve İsrail'in Filistin otoritesinin tüm kurumlarını hedef alan yoğun saldırıları, Şaron iktidara geldiğinde yapılan umutsuz ve karamsar yorumlan haklı çıkaracak niteliktedir. Gerçekten de Şaron, tahmin edilenin ötesinde Fi­listinlilere ait ne var ne yoksa ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Fi­listin Lideri Yaser Arafat'ı uzun süre Ramallah'taki karargahında ku­şatma altında bulundurması, Filistin Otoritesine ait karakolları ve tüm binaları saldırıların hedefi haline getirmesi Şaron'un Ortadoğu Barış Süreci'nde Filistinlilere lütfedilen her şeyi geri alma hevesinde olduğu­nu göstermektedir. Saldırıların daha kontrollü olarak gerçekleştirildiği birkaç ay öncesinde Şaron, tüm bu saldırıları yapacağının işaretlerini zaten vermişti. Ortadoğu'daki şiddeti durdurmaya yönelik gerçekleş­tirilen tüm inisiyatifleri Amerika'nın da ses çıkarmamasını fırsat bile­rek boşa çıkardı. Kasım 2000'de ABD Senatörü George mitchell Baş­kanlığında oluşturulan Mitchell Komisyonu'nun hazırladığı raporda İsrail'den yerleşim bölgesi inşasını bir an önce durdurması istendi. İs­rail tarafı, "Filistin'in şiddeti durdurmasına" yönelik çağrıyı dile geti­rirken, Filistin tarafı da raporun "İsrail'in yeni yerleşim yerleri inşa et­me faaliyetlerini durdurması" noktasından raporu değerlendirdi. İsra­il yerleşimciler sorununu, iki tarafında daha önce anlaştığı üzere, Ku­düs, mülteciler ve sınırlar sorunuyla birlikte nihai görüşmelerin bir parçası olduğunu belirterek bu sorunun diğerlerinden ayrılması gerektiğini söyleyen herhangi bir anlaşma bulunmadığını belirtti. Ame­rikalı diplomat Tenet'in sunduğu plan ise yedi günlük bir sükunet döneminden sonra barış masasına oturulması çağrısında bulunarak ta­biri caizse İsrail'in ekmeğine yağ sürdü. İsrail o gün bugündür bazen esnek açıklamalar yapmakla birlikte, Filistinliler şiddete son vermeden barış masasına oturulamayacağı ifadesini tekrarlamaktadır. 11 Eylül saldırılarının oluşturduğu uluslar arası ortam da hiç şüphesiz Şa­ron'un bu kadar pervasızca davranmasında önemli rol oynadı. Hindis­tan Başbakanı Vajpayee'nin Hindistan Parlamento binasına yapılan saldırının faillerinin cezalandırılması konusunda Pakistan'a yaptığı baskının aynısını Ariel Şaron, Filistin Lideri Arafat'a ve tüm Filistin halkına karşı yaptı ve hala yapmaya devam etmektedir. Şaron, İsrail Turizm Bakanı Zeevi'nin katillerinin yakalanması gerektiği argümanı­nı Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği tüm saldmlan uluslar arası kamu­oyunda meşrulaştırma aracı olarak kullandı. Bir diğer argüman ise bu­nunla bağlantılı olarak, 11 Eylül'den sonra sıkça kullanılan teröre kar­şı mücadele argümanıydı.

Ramallah'taki karargahında uzun süredir kuşatma altında tutulan Arafat sadece Şaron'un değil ABB'nin de baskısı altındadır. ABD Baş­kanı Bush'un yaptığı açıklamalarda İsrail'e işgal ettiği topraklardan çe­kilmesi çağrısında bulunmakla birlikte bunun zamanını belirtmemiş olması adeta Şaron'a zaman tanımak olarak algılanmıştır. ABD "İsrail saldırı altındadır ve kendini savunma hakkına sahiptir, ancak Filistin­lileri cezalandırmakta çok ileri gitmemelidir, en azından bunu alenen yapmamalıdır" argümanını tekrarlamaktadır. Ayrıca Bush'un yaptığı açıklamalara göre Arafat içinde bulunduğu durumdan kendisi sorum­ludur. ABD dışişleri Bakanı Colin Powel'm Fas, Mısır ve İspanya'dan sonra İsrail'e gidecek olması ise dünya kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. İsrail'in saldırı altında olduğu argümanı Amerikan med­yasının uzun yıllardır tekrarlayıp durduğu ve maalesef Amerikan ka­muoyunu da büyük ölçüde inandırdığı bir iddiadır. Amerikan toplu­mu dünyada Filistin sorunu konusunda en duyarsız toplumdur. Amerikan medyasının % 25'i Yahudilerin elindedir. Amerikanın 280 mil­yonluk nüfusunun sadece 6-7 milyonu Yahudilerden oluşmaktadır. Nüfus içinde % 2-3 oranında temsil edilmelerine rağmen akademyada % 15-20, karar mekanizmalarında ise her zaman % 10'luk bir temsil oranına sahip olmuşlardır. Amerikan Kongresinin 500'ün üzerindeki üyesinin 50'si her zaman Yahudilerden müteşekkildir. Yahudiler ge­nellikle Demokratları desteklemektedirler, ancak karar mekanizmala­rındaki rolleri nedeniyle özellikle Israil-Amerika ilişkilerinde Cumhu­riyetçi Bush yönetimi üzerinde de etki sahibidirler. Yahudiler bugün­kü hükümette de Önemli görevlere sahiptirler. Örneğin Savunma Ba­kan Yardımcısı Paul WolfWitzh Yahudi kökenli bir Amerikalıdır. Karar mekanizmalarında bu kadar etkili olan Yahudi lobisinin varlığı devam ettikçe Amerika'nın İsrail'le stratejik ortaklığı devam edecektir.

Operasyonun başından beri dünyanın dört bir yanından işgal kar­şıtı sesler yükselmektedir. Irak, Lübnan, İran, Suriye başta olmak üze­re pek çok Arap ülkesi ve pek çok Avrupa ülkesinde işgale karşı pro­testo gösterileri yapılmaktadır. Şaron'un işgal ettiği topraklardan çekil­mesi için BM üç kez çağrıda bulunmuştur. 28 Eylül 2000 tarihinden be­ri BM'nin Filistin sorunu ile ilgili olarak aldığı ilk karar 12 Mart 2002 tarihli Güvenlik Konseyi karındır. Bu karar bir Filistin devleti "Vizyonu" nun oluşturulması çağrısında bulunmaktadır. İsrail ise adeta bu vizyonu ortadan kaldırmayı hedefleyen faaliyetler İçersindedir. Filis­tin sorununun görüşüldüğü İKO zirvesinden sonra Arap ülkelerinden ilk ciddi tepki 8 Nisan'da Irak Lideri Saddam Hüseyin'den gelmiştir. Saddam Hüseyin İran ve Libya'nın da desteğini alarak bir ay süreyle petrol ihracatını durdurduğunu açıklamış ve Kerkük-Yumurtalık hat­tını kapatmıştır. Ancak körfez ülkelerinden Suudi Arabistan ve Ku­veyt'in böyle bir karara katılmayacaklarını açıklamaları dünya petrol fiyatlarında ciddi bir dalgalanmanın meydana gelmeyeceğini göster-inektedir. İKÖ Zirvesinde İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi yönünde caydırıcı bir karar alınamamıştır. Irak'a karşı olası bir operas­yonun sıkça konuşulduğu günlerde Şaron'un böyle bir işgal hareketine girişmesinin altında Irak'a operasyon öncesinde ABD'nin Filistin sorunu konusunda bir düzenlemeye girişeceği endişesi yatmaktadır. Şaron böyle bir düzenleme yapılmadan önce İsrail lehinde de facto bir durum yaratmaya çalışmaktadır. ABD'nin ciddi baskısını üzerinde his­setmeden de işgale son vermeye hiç niyeti yoktur.

Peki Irak'ın karşısına dikilen BM ve diğer ülkeler neden İsrail'i de aynı şekilde uyarmadılar? Niçin yalnız Filistin meselesi kuru bir kına­mayla geçiştirildi? Filistin halkının insan hakları neden diğer Avrupa­lı ülkelerin insan hakları kapsamına girmiyor? Nerede Filistin halkının hakları?

İsrail Filistin'in en temel hak ve hukukuna bile engel teşkil etmiş ve dünyayı bile bununla birlikte hayretlere düşürmüştür. Ve de bütün barış girişimlerini de devre dışı bırakarak Filistin halkını sıkıştırarak, göçe zorlayarak, vurarak yok etmeye devam etmektedir.

Bu terör politikasına dünya devletleri ile batılı ve Müslüman ülke­lerin tepkisiz kalışı, İsrail'in daha da cesaretlenip ahkam kesmeye de­vam etmesi, her geçen gün ve zaman içinde Filistin'i dirhem dirhem tüketmesi demektir.

İsrail devletinin Filistin'de kendilerini, bu memleketin sahibi ve varisi olarak görmeleri ve bu toprakların gerçek sahiplerine haklarının tanınmaması insanlık dışıdır. Filistin topraklarına sonradan gelip yer­leşen bir halkın kimliklerini korunması adına, bu toprakların gerçek varislerinin vatanlarının dışında tutulması. Bununla da yetinilmeyip bu halka insanhk dışı muamele edilmesi ve diğer dünya ülkeleri tara­fından da yapılan bu haksızlıkların destek görmesi, İsrail'in iddiaları­na katkıda bulunmakta, acilen çözülmeyi bekleyen bu vahim hadiseyi daha da çıkmaza sokmaktadır. Ancak 57 yıldır Filistin halkı insanlık alemine feryatlarını duyurmaya ne kadar çalıştıysa da, ne yazık ki in­sanhk alemi de bu vahşeti sürekli göz ardı etmiştir. Filistin halkının İs­rail devletine karşı vermiş olduğu bu amansız mücadele toprakları uğ­runa öldürülen Filistin'lilerin hesabı ne olacak sorusunu da akıllara ge­tirmektedir?

İsrail'in adalet sisteminin adil olmayışı ve bu kanlı devletin efen­dilerinin emirlerinden oluşan karmaşık sistemler ve doğru işlemeyen hukukları ve insan haklarına karşı işledikleri ağır suçlar, taciz ve taruz olayları insanların tanık olduğu aşikar adaletsizliklerdir.

İsrail, Filistin topraklarını işgal ederek Filistin ekonomisini kötü bir şekilde çöküntüye uğratarak tarım ve sanayinin gelişimini de en­gelleyerek halkı her geçen gün biraz daha çaresizliğe süreklemiştir. Fi-Iistin'lileri İsrail için ucuz emek ve kazanç kaynağı olarak köle gibi ça­lıştırmak için geçim kaynaklarını yok ederek de bu halkı her geçen gün biraz daha çerisizliğe süreklemiştir. Filistinlilerin büyük geçim kay­naklarından biri de zeytin bağlan'dır. İsrail devleti de bunu bildiği için, Filistin'in ana damarlarını hedef alarak öncelikle onları imha edi­yor. Filistinli emek veriyor koca bir yıl tam ürün alınacağı vakit İsrail bulduzerlerle zeytin bahçelerini bile köklerinden ayırıyor ve cenneti andıran bağ ve bahçeleri adeta cehenneme çeviriyor. Emeklerinin kar­şılığını toplamaya gelen Filistin'liler büyük bir hayal kırıklığına uğra­yarak elleri boş bir vaziyette evlerine geri dönmek zorunda kalıyorlar. Fakat İsrailliler bununla da yetinmeyerek Filistinlilerin kullandığı yollara büyük çukurlar kazarak çiftçi ve köylülerin mahsullerini topla­yıp götürdüklerinde araçlarının devrilmesini sağlayarak çiftçi Filistin­lilere eziyet ve zulüm olsun diye mahsullerinin dökülmesini sağlaya­rak ve ziyanlarını artırarak da bazen ürünlerini tamamen, bazen de bir kısmının zayi olmasına neden oluyorlar. İsrail askerleri Filistinlilere eziyet olsun diye de mahsulleri insanların sırtında taşıtıyorlar.

Eziyetlerin bin bir türlüsüne maruz bu halk bunca çarisizlikler içe­risinde bile hayatta kalma mücadelesini verirken diğer yandan İsrailli­ler Filistin'lilerin yurdunda, çaldıkları Filistin'Iilerin kimlikleriyle ha­yat sürüyorlar.

İsrailliler tarafından Filistin tanm alanları sürekli tahrip edilerek halk çalışamayacak hale getirilmiştir. Böylece halkın mağduriyetini arttırıp İsrail için ucuz ve 50 kuruşa çalışmak zorunda bırakılmışlardır.

"Ve her duvarlı şehir ve her seçme şehiri vuracaksınız ve her iyi ağacı kese­ceksiniz ve bütün şu kaynaktan kapayacaksınız ve her iyi tarlayı taşlarla boza­caksınız.[44]

"Biz (şımaran ve güçsüz halka) zulmeden nice memleketi kırıp geçir­dik ve onlardan sonra başka kavimler meydana getirdik.

Bir toplumda zulüm, şirk ve günahların işlenmesi hiçbir kutsal ki­taba inanmış ve iman etmiş ümmetlerin işi değildir. Zulüm ve şirk an­cak iman etme yerine inat edenlerin meziyet ve idealleridir. Vurguncu menfaatperestlerin bu ilhak siyaseti Allah'ın mazlumun hak ve huku­kunun hesabını soracağı güne kadar sürecektir ancak.

İnat edenler, iman edenleri değersiz gördüler. İnanan Allah rızası­nı gözetirken inat edenler dünya ve içindeki insan alemine hakimiyet kurmaya çalışmıştır İsrail ve Filistin örneğinde olduğu gibi.

 

Filistin Kime Ait?

 

Radikal ve eylemci Yahudiler tarafından bir işgal merkezine çevı len Filistin yurdu, kime ait sorusuna gelince?

Filistin yurdu asıl varislerine aittir. Bu varisler eylemci Siyonistler tarafından kuşatılan ve abluka altma alınan zulüm ve her işkenceye uğrayan Filistin halkıdır. Filistin yurdu üç kıtanın birleştiği ve kutsiye­tiyle de bilinen Peygamberler yurdu ve diyarıdır. Filistin kutsal top­rakları aynı zamanda da üç dinin ana yurdu olup dünya tarihide de çok önemli bir yere sahiptir.

Bu ülkede 194S'de ve 3967'de işgalci güçler tarafından adalet sür­gün edildi ve insaflar da sukuta uğradı. 3000 yıldan fazla olan Filis­tin'in coğrafi tarihini şaşırtmaya ve yanıltmaya çalışan işgalci güçler inanılması güç cesaret sergilemişlerdir.

Peki bu cesaret ve gücü nasıl, nerede buluyorlar? Tarihin bu vahşet, eylem ve kanlı vesikalarının günah ortaklığını yapan ülkeler kimlerdir?

BM ve Amerika bu vahşet ve katliamların son bulması için ne yaptı?

1948 ve 1967'den beri yapılan barış girişimleri yüzeysel olmasay­dı Filistin halen bu halde olur muydu? Filistin kimliğini inkar edip bu halkı yok sayanlar, Filistin topraklarına sızmadan önce de Filistin hal­kı bu coğrafyada mevcuttu. Çünkü Filistin kimliği Filistin de türemiş­tir. Bu halk işgalci Siyonistler gibi sonradan gelip Filistin'e yerleşme­miştir. Filistin halkı daha önceden ne yurtsuzdu, ne de ulussuz. Bu halk ve devleti varken, İsrail ne devletti ne de ulustu. Daha Önceden olmayan İsrail kuruldu ve 3000 yıldan fazla olan bir kimlik inkar edi­lerek yok edilmeye çalışıldı.

Filistin topraklarının İsrail devleti tarafından ilhak edilmesine di­ğer batlı ülke ve devletler tarafından göz yumulmuştur. İsrail devleti de bunlardan cesaret alarak Filistin topraklarını, Yahudi yerleşim yur­duna dönüştürmüştür. Filistin halkını da topraklarından kopararak zor koşullar altında yaşamaya mahkum etmiştir İsrail.

İsrail baskısı altında yaşayan Filistin halkı tüm temel insani hak­lardan da yoksun bırakılmıştır. Bu halkın yaşadığı dramın, dünyadaki insani değerleri taşıyan milletlerin desteğine ne kadar ihtiyacı olduğu­nu da görmemek mümkün değildir.

Çıplak gerçeklere ne kadar kılıf geçirilirse geçirilsin esaslı hiçbir hakikat hiçbir kılıfla kamufle edilemez. Çünkü Allah şahit, tarih şahit­tir ki: Filistin halkı sonradan Siyonistler gibi Filistin yurdundan ortaya çıkan bir millet değildir.

Filistin üç kutsal kıtanın birleştiği yer ve üç dinin de ana yurdu­dur. Tarihin evvelinden olan yer Filistinlilerin özü ve kökenleri, kimli­ği ile birlikte Filistin yurdunda bulunur. Aynı zamanda ulus'u da, İ.Ö 1190'lardan beri 3000 yılı aşkın süredir orada yaşayan yurduna ve ulu­suna büyük bir gönül bağı ile bağlı olan bir millettir. Filistin halkı bu­nu, elli yedi yıldır işgal altındaki yurdu için yılmadan gerçekleştirdiği direnişi ve sadakati ile de hem kendilerini hedef alan İsrail'e, hem de tüm dünyaya kanıtlamıştır.

Filistin kutsal topraklarındaki işgalci güçler ise bu yolda sonradan gelip yerleşen ve ulus yıkıp devlet kuran ve Yahudi haklarından başka hak gözetmeyen kin, kusup kan akıtan bir devlettir. İsrail devleti Siyo­nist ve emperyalizm ideolojisiyle yalnız insanları şaşırtmakla yetinme­yip aynı zamanda tarihi de yanıltmaya çalışmaktadırlar.

İsrail'in knesset Dışişleri komisyonu sekreteri, 18-10-1973'de avam kamarasında millet vekili RJ, Max Well düşüncesini, şöyle aktarmıştır.

"Fakat onlar insan değil, halk değil, onlar yalnız Arap" demiştir.

Filistin Arap halkı için böyle aşağılayıcı itiraflar da gösteriyor ki Si­yonizm ırkçılığın, ayrımcilığm,kin ve nefretin de bir biçimidir. Böyle insanlık dışı fikir yapısına sahip olan Siyonist liderlerle Filistin konu­sunun hal olması da La mümkün. Onun içindir ki şimdiye kadar Filis­tin ve İsrail sorunu böyle zihniyetler tarafından sonuçsuz bırakılmıştır. Yıllardır Filistin meselesinin çözümü için İsrail'e uzatılan zeytin dalı her seferinde zakkum dahna dönüştürülerek Filistin halkına daha çok zararla geriye dönmüştür. Ve bu halk her zaman olduğu gibi kendi kaderlerine terk edilmişlerdir. Ve bundan dolayı da Filistin davasının çer­çevesinde alman bazı kararların hiçbir şekilde sonuç vermemesi de Fi­listin halkının belki bir umut beklentisini de boşa çıkarmıştır. Her zirH ve ve sonrası onları derinden sarsarak hayal kırıklığına uğramasına da neden olmuştur. Fakat bu Filistin halkına bir gerçeğinde kanıtı olmuştur. Çünkü Filistin halkı yüzeysel girişimlerden de anladı ki ancak her | müşkülat ve çaresizliğe rağmen de ancak kendi haklarını ve çıkarları­nı en iyi şekilde kendilerinin koruyabileceğini anlamış ve direnişlerini de bu yönde arttırmak zorunda kalmışlardır.                                  

Birleşmiş milletler ve diğer devletler Filistin sorununun yalnızca , bir mülteci sorunu olmadığını bildikleri halde elli yedi yıldır sürmek­te olan iç işgal ve soykırımın neden bir hal ve çaresi düşünülmedi? Eğer ki Filistin çıkmazına bir çözüm bulunmuş olsaydı işgalci güçlerin dışında tüm insan alemi huzura ermiş olacaktı. 57 yılı aşkındır kanın ve göz yaşının durmadığı Filistin'de ara ara sorunun çözümü için giri­şimlerde bulunulmuş ve defalarca bu konu masalara yatırılmış fakat oradan da raflara kaldırarak dosyaların güvelenmeye ve tozlanmaya terk edilmiştir. Eğer ki Filistin için şimdiye kadar yapılmış olan barış girişimleri temiz vicdanların hukukundan geçmiş olsaydı inanıyoruz ki Filistin bu işgalde korkunç rakamda kayıp ve bu kadar büyük zara­ra uğramamış olurdu.

 

Filistin Ne İstiyor?

 

Filistin halkı insanlık aleminin artık bu feryatlarını duymasını isti­yor. Varsa insan haklan eğer, bu haklara dahil olmayı istiyor. Irk ve din ayrımcılığı yapan işgalci güçlerin topraklarından çıkmalarını, Siyonist radikal Yahudiler tarafından kemirilen kimliklerinin tanınmasını, ulus ve bağımsızlığının korunmasını istiyor.

Filistin halkı kendi uluslarına hak tanınmasını istiyor. Çünkü bir halkı karakterize eden ulus ve dini inancıdır. Filistin'in direnişi de yur­du, kimliği, ulusu ve dini inancı içindir. Ve bu halkın direnişi de bu yöndedir. Her ne kadar terörizm ayaklanması olarak gösterilmeye ça­lışılsa da İsrail devleti tarafından bunun bu yönde olmadığını da ken­dileri de bilmekteler.

Filistin Arap halkı Siyonist ve emperyalist saldırganların Filistin kutsal topraklarından çıkarılmasını ve bu kin kusan ve kan döken iş­galci güçlerden arındırılmasını ve binlerce masum insanların canlarına mal olan bu toprakların asıl sahiplerine geri iade edilmesini istiyorlar. Her vicdanın ve her akim mutlaka iyi ve adil çalışan bir faaliyeti vardır. İşte Filistin halkı da belki bir umut diyerekten doğacak olan bu fikir faaliyetinin günü ve zamanını yıllarca bekleyip durdu.

İsrail'in mütecaviz ve vahşet politikası 1948'de kurulduğundan bu yana Filistin halkına yapmış olduğu insanlık dışı zulüm ve işkenceler hakkında yüzlerce delil ve ispat sunulduğu halde her seferinde İsrail inkar etmiş ve her gerçeğe bir kılıf geçirmişti. Fakat kızıl Haç komite­sinin de ellerinde bulunduğu delillerle, Filistin halkına yapılan insan­lık dışı işkenceler netlik kazanmış ve doğrulanmıştı. Uluslar arası Af Teşkilatı da çeşitli işkence iddialarını doğrulamış ve 1970'deki rapo­runda;

"tutukluların sorguları sırasında çok ciddi boyutlarda kötü mu­amelelerin doğrulandığı ispatlanmış ve İsveç insan haklan cemiyeti­nin de bu konu ile ilgili raporlarda bu iddiaların doğruluğunu belirt­mişti. Bu konuyla ilgili İngiliz "Sunday Times" gazetesinin 19 Haziran 1977'de yayınlanan özel raporunda da bu gazetede özel bir çalışma grubunun da (Insight Leam) eski tutuklulardan 44'ü Filistinli olmak üzere çeşitli kimselerle görüşerek ve 5 ay süren bir araştırma sonucun­da ortaya koyduğu kayıt ve incelemelerinde içinde zikredildiği bu özel raporda şu sonuçlara varılmaktadır.

İsrail basit ve kötü davranış ölçülerini iyice aşarak işkence katego­risine sokmaktadır. Hırs ve kininden doğan vahşetini.

1) İsrail güvenlik ve istihbarat görevlileri tutuklu Araplara kötü davranmaktadırlar.

2) Bu kötü muamelenin bir kısmı basit yöntemlerledir; fakat daha, ileri teknikler de kullanılmaktadır. (Elektrik şoku uygaîama, Özel inşa edilmiş hücrelere kapatma vb.) Bu durum, İsrail uygulamalarını, basit kötü davranış Ölçülerini iyice aşarak işkence kategorisine sokmaktadır.

3) İşkenceye, en azından, altı merkezde başvurulduğu ortaya çık­maktadır. Dört cezaevi (Ramallah, Hebran, Nablus ve Gazze) bir göz altına alma merkezi (Kudüs'te "Russian Compoud" diye ün salmış bir yer) ve bir de askeri istihbarat merkezi (bu son iki merkez, genellikle içinde sorgulamanın yürütülebildiği "x hücreleri" diye bilinen Özel hücrelere sahiptir)

4) İsrail güvenlik birimlerinin hemen hepsi bu işe karışmış durum­dadır. "Shm Beth" (İsrail gizli istihbarat servisi), Askeri istihbarat Da­iresi "Latam" (özel görevlerle ilgili bir güvenlik birimi) ve Sınır polisi;

5)  İşkence, emir ve yetkilerini aşan birkaç kişinin işi denerek gör­mezlikten gelinemeyecek ölçüde, yöntemli bir şekilde uygulanmakta­dır; bir noktadan itibaren belirli bir siyaset olarak, sistematik şekilde uygulandığı anlaşılmaktadır;

6) İşkencenin üç maksatla kullanıldığı görülmektedir; bilgi elde et­mek, gözaltına alınanları suç -işleyip işlemedikleri bile belli olmayan-çeşitli suçlan itirafa zorlamak; ve işgal bölgelerindeki Arap nüfusu böylece korkutarak pasifleştirmek.

İsrail hükümetine gelince, devamlı olarak çok çeşitli kanallardan gelen bu işkence iddialarını reddetmektedir. Nitekim, Sunday Times raporuna verildiği cevapta 48 " cezaevlerinin her an için incelemeye açık olduğunu, gazetenin raporda iddia edilen noktalarla ilgili İsrail'in cevabını istemeden raporu yayımladığını" ileri sürmektedir. Oysa bu­rada söylendiği gibi cezaevleri her araştırmacının incelemesine açık tu­tulmamış, Özellikle soruşturmaları takip etmek yolundaki istekler İsra­il makamlarınca hep reddedilmiştir. 49 Öte yandan, işkence gördükle­rini belirten bir çok eski hükümlünün ifadelerinden kuvvetle ortaya çı­kan bir noktada İsrail'de özel bir askeri kampın bu iş için kullanılmış olmasıdır. Gene bu kampta özel, penceresiz bir hücrenin bulunduğu, işkence görenlerin daha sonra buraya konduğu -mülakatların çoğun­dan- anlaşılmaktadır. Bu kamp ve hücrenin varlığına kuvvetli bir delil belki de İsrail'in Sunday Times'a verdiği cevapta bunlardan hiç söz et­memiş olmasıdır. Sunday Times'in incelemesine göre bu kamp, büyük ihtimalle, Tel-Aviv dışındaki aslında askeri depo olarak kullanılmak­ta olan- "Sarafand" adlı kamp olacaktır. Bunun yanı sıra, bazı deliller, hiç olmazsa belirli bir süre Gazze bölgesine yakın bir ikinci sorgulama kampının varlığına işaret etmektedir.

1- Tutuklunun, elbiselerini de soyarak, kamçı veya sopalarla, ras­gele vücudunun her yerine kan çıkıncaya kadar vurulması;

2- Yanık sigara uçlarının vücuda tatbik edilmesi;

3- Alıştırılmış köpeklerin, bağlı olarak yere yatırılmış tutuklu üzerine salınması;

4- Elleri bağlanarak, ayakları yere değmeyecek şekilde tutuklu­nun duvara asılması ve böylece şuurunu kaybettirecek kadar uzun sü­re vücudun gerilişi;

5- Vücudun nazik bölgelerine (ağız, göğüs, cinsiyet organları..) elektrik şoku uygulanması;

6- Tutukluya bir takım kimyevi maddelerin tatbik edilmesi;

7- Tutuklunun günlerce elleri, ayaklan ve gözleri bağlı, dar ve ra­hatsız edici hücrelerde bırakılması;

8- Ellerini kapıya kıstırılarak kapının açılıp kapatılması;

9- ağza (veya anüsa) hortum sokularak musluktan su verilmesi 10-Vücudun tabii deliklerine (anüs veya cinsiyet organlarına) şişe veya çubuk tel gibi cisimlerin sokulması;

11- Başa bir torba (veya madeni bir kutu) geçirilerek yumruk veya sopalarla vurulması

12- Soğuk (bazen sıcak ) suların tutuklunun üzerine (özellikle ba­şına) uzun zaman dökülmesi...

 

İnsan Hakları Var Mı?

 

İnsan hakları varsa bunca rüsvai haller nasıl yapılır. Yoksa insan haklan yalnız İsrail ve Amerika'nın mı haklarına koruyup savunur? Koyun aslan gibi olmuş olsaydı kimse onu boğazlayarnaz ve kesemezdi.

Eğer ki Müslüman ülkeler ve halklar birbirine arka çıkmış olsalar­dı Filistin halkı radikal Yahudilerin elinden helak olmazdı.

Siyonizm dünyanın dört bir yanını sarmış, kutsal toprak Filistin yurdunda merkezleşmiş ve kendi menfaatleri, kazançları uğruna Siyo­nist olmayan diğer toplumların da hak ve menfaatlerini hiçe saymıştır. Siyonist güçlerin farklı siyasi tutumları dünyada da kasırgalar estirip Siyonist rejimini ihtiva ederek de "siyon liderlerinin oluşturdukları dünya üzerinde Yahudi hakimiyetinin çerçevesinde bir devlet kurmak ve bütün insan alemine hükmederek ve de tüm ırklara teşhir ederek; kendilerini dünyanın varisleriymişler gibi tanıtmak içinde kan döke­rek ve can alarak diğer ırklara da mesaj vermekteler. İnsaf ve hukuk öl­çüsünü tatbik etmeyen ve hırsıyla devlet kurup kendi halkının hak ve hukukunun dışında başka halklara karşı hak ve hukuk tanımayan li­derler bu misyonlarını da dünyaya tanıtmışlardır.

Sonradan devlet olan İsrail ve ulusu olan diğer ülkeler her hak ve hukuka sahipken ye hatta sapıklık derecesinde olan bazı halklar bile kendi devlet ve uluslarına sahip olup ve de uluslarıyla da tanınıyorlar­sa, bu durumda Filistin'in kendi siyasi hak ve hukukuna sahip olma­ması da dünyadaki İnsan hukukunun adıl olmayışını gözler önüne sermektedir. Filistin halkı yıllardır bağımsız devleti ve ulusu için mü­cadele vermekte ve hakkını savunmaktan başka bu halk ne suç işledi ki terörizmin adı altında anılıyor?

İsrail'in asıl amacı Filistin halkını her yönden kuşatma altına al- | mak ve yaşamlarını da daha dayanılmaz hale getirmek ve halkı yıldır­mak ve göçe zorlamak ve bunun içinde saldırgan politikasını devam ettirmektedir. İsrail bu tutumundan dolayı da tüm tenkit ve eleştirile­re rağmen de geriye adım atma gereği de duymamaktadır.

Peki bu halkın günahı ve suçu neydi ki bu halk yok edilmeye mah­kum edilmiş durumda. Siyonist vahşeti Filistin'de hakmış gibi bir ha­le dönüştürülmüş kin, nefret ve vahşet sınır tanımaz hale gelmiştir.

İsrail'de sınır tanımayan vahşetin içerisinde, onur ve haysiyet yı­kıcı hadiselerin de olması halkı büsbütün yıkmıştır. Çünkü kadınlara ve kızlara yapılan taciz ve tecavüzler kadın, yaşlı, çocuk demeden kur­şuna dizmeleri bu zulüm ve onur yıkıcı vahşetlerden dolayı Filistin halkının evlerini ve yurtlarını terk ermelerine sebep olmuştur.

Filistin halkı mülteci kamplarında zor koşullar altında hayatta kal­ma mücadelesi verirken Filistin çocukları da bu kamplarda dünyaya gözlerini açıyorlar.

 

Filistin Çocukları Ne İstiyor?

 

Filistin çocukları tüm dünya çocuklarına tanınan hakların kendile­rine de tanınmasını istiyorlar. Filistin çocuklarının yurdu terörist bir devlet tarafından işgal merkezine çevrilmiştir. Kan ve gözyaşının yeri­ne barışın gelmesini istiyorlar. Huzurlu bir dünyada yaşamak Filistin­li çocukların da haklarıdır.

Filistin çocukları her çocuk gibi gök yüzüne yükselen uçurtmaları uçurmak istiyorlar. Onlar havada bomba yağdıran ölüm kusan savaş uçaklarını değil. Bu istenen dünyayı ve beklenen özgürlüğü Filistin ço­cuklarına sunacak olanda insani duyguları olan sağduyulu liderlerdir. 1948 yılından itibaren mümkün değildir ki bir Filistinlinin kanı dökül­mesin.

Geçmiş asırları incelediğimiz zaman İsrail hukuki tutumu ve hü­kümdarlığı Firavun'un Nemrut'un kanununa ne kadar benzediğini görmek mümkündür. Çünkü Firavun'un mualefeti ve illeti Siyonist muhalefetine aynen benzemektedir. Çünkü firavun da kendini her şeyden ve herkesten üstün görmüş ve bundan dolayı da insanlara bin bir eziyet ve işkenceler yapmıştı. Dünya ve içindekilere meydan oku­muştu. Fakat onu yutan suya hükmedememişti ve gücü dünyada kal­maya da yetmemişti. Firavun inat etti, ve onunla inat edenler de suda boğulup dünyadan silindiler. Ve kötü bir iz bırakarak yok oldular. 1 Ama Allah'a iman ve itaat edenler ise Allah onları korumuştu. Fakat | kendilerine güvenenler kendilerini ne muhafaza edebilmiş ne de Allah'm hüküm ve gazabından kurtulmaya da güçleri yetmişti.             

"(Musa mucizelerle) onlara geldiği zaman, firavun ona "Ey Musa | muhakkak ki ben seni büyülenmiş zannediyorum" [45]

(Musa) dedi ki "Ey firavun bunları, bir takım ibretler olarak gök- ı lerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini elbette bilmişsindir. I "Ey firavun, ben de senin muhakkak halak edilmiş (olduğunu zanne­diyorum)" [46]

"Derken (Firavun) onları, yer yüzünden silip atmak kökünü kazı- :| mak, yok etmek istedi. Biz de onu beraberindekilerin hepsini suda boğduk" [47]

Ne yazık ki Allah'ın hesabını ve gazabını hesap etmeyenler de var­dır. Halbuki heva ve hevesine dayanan her şey buna inkar ve zulüm edenler de dahil kendilerini ne ile muhafaza ederlerse etsinler Allah ne zaman, ve nasıl yok etmesini dilerse her bir şey çabucak kaybolur. Dün­ya ve içindekilere meydan okuyan her geçmiş asrında hükümdarları dünyada kalmaya güçleri yetmemişti. Çünkü Allah tarafında olacak olan her şey olur. İnsanların mevkii, makam ve rütbeleri de ne olursa olsun dünyada kalmaya güçleri yetmez. Ölüm kul için kaçınılmaz bir mutlak olduğu için her canlı gibi insanın da hayatı ölümle son bulur. Bundan kurtuluş ise hiç mümkün değil ama ölümün vahşet şeklinden de her insan korkar ve asla hiç kimse istemez.

Geçmiş asırların hükümdarları Ariel Şaron'dan daha güçlü ve zengin idiler, ama zaman onları bir değirmen gibi öğüttü. İşte dünya herkes sırasını beklesin zaman ise yalnız Allah'ın dilediği vakitte olu­şur. Ölümle başlayan ikinci hayatın kapısını bir daha dünyaya açılma­sı la mümkün. Gidenlerin dönmeyişi acaba memnun kalışlarından mı­dır, yoksa dönüşü olmayışından mıdır?

"Karun'u Firavun'u ve Hamam da (yok ettik) And olsun ki Musa onlara açık deliller getirmişti de onlar (iman etmeyip) yer yüzünde bü­yüklük tasladılar. Halbuki (azabımdan) geçip savaşacak değildir." "Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir çığlık aldı, batınp yok etti. Kimini yere batırdık, kimini de (suda) boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu. Fakat onlar kendi kendi­lerine zulmediyorlardı." [48]

Yazık ki ayetlerin doğrultusunda yaşanan bir insanlık yok gibi. Çünkü; Filistin işgaline baktığımız zaman güç çıkar ve üstünlük den­gesini hemen fark ederiz. Değiştirilmişolan mukaddes kitap Tevratta seçilmiş kelimesini radikal Yahudiler siyonizt ideolojisine göre değer­lendirdiğimiz zaman bir ırk ayrımı ve üstünlük olarak görmüşler. Ya­hudilerin dünyaya ve içindeki Yahudi olmayanlara hükmetmeleri ola­rak algılanmış ve de tatbiki de aynen uygulanmaktadır. Yani hüküm edenler Yahudilerdir, hüküm olunanlar da Yahudi olmayanlardır.

"Siz Allanınız Rabbin oğullarısınız çünkü sen Allah'ın rabbe mu­kaddes bir kavimsin ve Rab yeryüzünde bütün kavimlerden üstün ola­rak kendisine has bir kavim olmak üzere seni seçti. [49]

"Yahudiler-Hıristiyanlar (dince güvenilir bir şey üzerinde değil­dir) dediler. Hıristiyanlar da yahudiler (güvenilir) bir şey üzerinde de­ğildir." Dediler halbuki hepsi de (kendilerine indirilen) kitabı (güya) okumaktadırlar. Böylece (okumak) bilmeyenlerde onların sözlerinin aynısını söylediler. Artık Allah, kıyamet gününde ayrılığa düştükleri şey hakkında aralarında hükmünü verecektir.[50]

Ayet-i Kerime

"Allah bir oğul eindi diyenlerin buna dair kendilerinin, ne de ata­larının hiçbir bilgisi yoktur. Birkelime olarak ağızlardan çıkan (bu söz) ne kötü onlar yalandan başkasını söylemezler.[51]

"Ben dedim, siz ilahlarısınız ve hepiniz yüce olanın oğullarısınız kalk ey Allah yer yüzüne hükmet zira milletlerin hepisine sen varis olacaksın.[52]

Ayet-i Kerime kavmimiz olan şunlar, Allah'tan başka bir takım ilahlar edinen­ler. Onların gerçek olduğuna dair bir delil getirseler ya! Artık Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?" [53]

"Ve Yahudiler bütün düşmanlarını kılıçtan geçirdiler ve öldürdü­ler ve yok ettiler ve kendilerinden nefret edenlere istedikler gibi yaptı­lar.[54]

"Yahudiler ve Hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz dediler.[55]

"(Yahudi, Hıristiyan ve müşrikler) Allah'ı çocuk edindi" dedileı (Haşa!) O bundan arınmış ve yücedir. Doğrusu göklerde ve yerde olanların hepisi O'nundur. Hepisi ona boyun eymiştir. [56]

Tevrat ve onlardan nefret ettim. Fakat size dedim siz onların toprakları­nı miras olarak alacaksın veben size onu mülk olmak üzere vereceğim, Ben sizi milletlerden ayırt eden Allanınız Rabbim, [57]

Ayet-i Kerime

"yine hani; "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurt­larınızdan çıkarmayacaksınız" diye sizden kesin söz almıştık. Sonra siz de kabul etmiştiniz." [58]

7 Milletlerden öç alsınlar; ve ümmetleri tedip etsinler;

8 Onların kirallarmı zincirlerle,

ve ileri gelenlerini demir bukağılar ile bağlansınlar;

9 Ta ki, yazılmış olan hükü onlara karşı yürütsün

Ayet-i Kerime

"Sonra siz, (bu sözünüze rağmen) yine kendinizi (birbirinizi öldü­rüyor, içinizden bir grubu yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı günah ve düşmanlık yapmakta (birleşip) yardımlaşıyorsunuz. Onları yurtla­rından çıkarmak size haram olduğu halde (hem aranızda savaşıyor, hem de size esir düşerlerse fidye alıp kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kita­bın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz işte sizden bu­nu yapanların cezası ancak dünya hayatında aşağılık (ve rezil) olmak­tan başka değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilecek­lerdir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.[59]

"ve İsrail onun mirasının kıptıdır; ismi orduların RABBİDIR: Sen benim topuzum ve cenk silahımsm; ve seninle milletleri kıracağım; ve seninle ülkeleri helak edeceğim, ve seninle cenk arabasını ve binicisini kıracağım; ve seninlen erkeği ve kadını kıracağım; ve seninle kocamış adamı ve genci kıracağım; ve seninle genç adamı ve bakire kızı kara­cağım; ve seninle çiftini kıracağım ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağm[60]

Muharref tevrattaki vahşet emirleri ve bu korkunç ayet ve sözler nasıl Allah'ın kelamı olabilir? Acaba bu vahşet ve eylem vari bab'lar-lan çelişen bu babın hükmünü ciddiye almamışlar mı?

Tevrat "Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz, fakirin hatırını say­mayacak ve komşuna adaletle hükmedeceksin; kavminin arasında çe­kiştiricilik edip gezmeyeceksin, komşunun kanma karşı ayağa kalkma­yacaksın.

Ben RABB'ım... öç almayacaksın, ve kavminin oğullarına kin tut­mayacaksın, ve komşunu kendin gibi seveceksin. Ben Rab'im [61]

Ayet-i Kerime

"Ey iman edenler, Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutun, adaletle şahitlik edin kimseler olun. 3 Bir kavme duyduğunuz kin sizi adalet yapmamaya sevk etmesin. Adil davranın, takvaya daha yakın olun da budur. Allah'a karşı takvalı olun (emirlerine uygun yaşayın) Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[62]

Ayet-i Kerime

"Küfre sapanlar ve ayetlerimizi yalanlıyanlara gelince işte onlar da alevli ateşin halkıdırlar.[63]

Ayet-i Kerime

"Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından sağlam bir söz almıştı.[64]

(verdikleri) kati sözlerini bozmaları sebebiyle biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar (Tevrat'ta gerek Rasulü Erkeme ge­rek diğer ahkama ait) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştiriyorlar. Onlar uyarıldıkları şeylerden de nasiplenmeyi unuttular, (terk ettiler nevalarına tabii oldular) (Resulüm) içlerinde pek azı hariç, onlardan yana daima bir hainliğin farkına varıp durursun, yine de sen onları af­fet ve aldırma. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.[65]

"yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanlari ayetlerimi anla­maktan uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler (fakat) azgınlık yolunu görürlerse, yol olarak onu edinirler. Bu onların ayetlerimizi yalanlamala­rından ve onları anlatmaktan gafil olduklarındandır.[66]

"Milletlere baş olmak için beni kordun; bilmediğim bir kavim ba­na kulluk edecek, yabancı oğullan bana boyun eğecekler, kulakları işi­tince bana itaat edecekler.[67]

Ayet-i Kerime

İlahınız tek bir ilahtır. Ahirete inanmayanlar (varsa) onların kalp­leri inkarcıdır. Onlar, büyüklük tashyanlardır.[68]

İsrail oğullarına vaat edilmiş toprakları muharref Tevrat'taki bir­kaç ayet, ve yarım asın geçkindir Filistin'de olan savaşın asıl nedenle­ri ve bunca vahşetin ana sebebi vaat edilmiş Filistin toprakları.

"8 ve senin gurbet diyarını, bütün Kenan diyarını, sana ve senden sonra zürriyetine ebedi mülk olarak vereceğim. Bütün bu memleketle­ri sana ve zürriyetine vereceğim ve senin zürriyetini göklerin yıldızla­rı gibi çoğaltacağım.[69]

"ve RAB Musaya söyleyip dedi. 2 İsrail oğullarına emret ve onla­ra de Kenan diyarına girdiğiniz zaman (size miras olarak düşecek olan bu diğer, sınırına göre Kenan diyarı) 2 o zaman cenip tarafınız Tsin gö­lünden edam boyunca olacak ve cenup sınırınız şarka doğru Tuz deni­zinin ucundan olacak, 4 ve sırınız Akrabbim yokuşundan cenuba doğ­ru dolaşacak ve Tsine geçecek ve onun uçlan kadeş barneanm cenu­bunda olacaklar, ve hatsar adarda çıkacak ve atsmona geçecek 5 ve sı­nır atsmonda mısır vadisine kadar dolaşacak ve onun uçları deniz ya­nında olacaktır. [70]

6 ve garp sınırınız büyük deniz ve onun kıyısı olacaktır garp sını­rınız bu olacak.

7 ve şimal sınırınız bu olacak, büyük denizden Has dağına kadar kendinize işaret koyacaksınız.

8 Hor dağından Hamata girilecek yere kadar işaret koyacaksınız ve smırm uçlan Tsedadda olacak; 9 ve sınır Zifrona çıkıacak, ve onun uçları Hatsarenanda olacak, Şamil sınırınız bu olacaktır.

10 ve şark smınnızı Hatsar enadan Sefama kadar işaret koyacaksı­nız.

11 ve sınır sefamdan anin şark tarafından Riblaya inecek ve sınır inecek ve şarka doğru kinnesat denizinin yanma dokunacaktır.

12 ve sınır Erdene inecek ve uçları Tuz denizi yanında olacaktır. Çepeçevre sınırlarına göre memleketiniz bu olacak.

"31ve kızıl denizden Filistinlilerin denizine kadar ve çölden ırma­ğa kadar sana hudut koyacağım, çünkü memleketin ahalisini sizin eli­nize vereceğim.[71]

"23 O zaman RAB bütün milletleri önünüzden kovacak ve sizdeu büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksınız. 24 Ayak tabanları­nızın basacağı her yer sizin olacak, sınırınız çölden ve Libnandan ır-*j maktan Fırat ırmağından garp denizine kadar olacaktır. 25 Önünüzde kimse duramayacak, Allah'ınız RAB, size söylediği gibi dehşetinizi ve1 korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.[72]

Siyonist güçler Filistin'e girdikleri vakit ne ve hangi amaçla girdik­leri Tevrat Ayetleriyle de daha iyi anlaşılmaktadır. Filistin halkını soy-' kırıma götürmek ve Kenan diyarı Filistin'e varis olmak! Önce Filis­tin'in ulusunu yok ederek bu halkın etki ve yetki gücünü kırmıştır ve] her tür tabii ve beşeri yetkisini de sınırlayarak halkı iyice mağduriye­tini artırmıştır. İsrail'in terör politikasının yasa dışı eylemleri yasal gi­bi görünmüş ki dünyanın en uzun savaşır haline gelmiş. Çünkü İsrail­li kurşun atıyor suç sayılmıyor. İsrail birlikleri baskın yapıyor hiç kimse neden yaptın demiyor. Fakat Filistinli taş atıyor suç sayılıyor ve öldürü­lüyor veya tutuklanıyor ve gördükleri eziyetler ve işkence ise insanların dayanma ve tahammül sınırlarını kat be kat aşan boyutlardadır.

Devletsiz ve ulussuz olmanın ne olduğunu Filistin halkından daha iyi kim bile bilir?

Siyonistlerin gözünden kaçan bir ayet,

"Ey Adem, iyi olanı, sana bildirdi ve hak olanı yapmak ve merha­meti sevmek ve Allah'la alçak gönüllü olarak yürütmekten başka RAB senden ne ister.[73]

"katletmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, komşuna karşı yalan şahadet etmeyeceksin, komşunun evine temah etmeyecek­sin. [74]

Bu adaleti ayakta tutan ayetler Tevratm yazılı ayetlerindendir. Vahşet ayetleri ise sözlü emirler dedikleri ayetlerdir. Bu iki son yazılan ayetlerin doğrultusundan yaşanan insanlık var mı? Olmuş olsaydı Fi- 1 Üs tin bu halde olur muydu hiç? Veya Irak ikinci bir Filistin'e çevrilir miydi hiç?

Bu son yazılan Tevratm ayetleri doğrultusunda adalet hukuk bu­lursa dünya ve içindekilerle birlikte huzura erecektir. Bizimde bütün dualarımız bu yöndedir.

"Ey müminler, yine de Yahudilerin size inanacaklarını umuyor musunuz? Halbuki onlardan bir takım vardır ki, Allah'ın kelamı (olan asıl Tevrat'ı) dinlerler de onu anladıktan sonra, bile bile tahrif eder (bo­zup değiştirirlerdi).[75]

Tanınmış Siyonizm karşıtı Yahudi düşünür ve yazar İsrael Shohak siyonizmin ideolojisini şöyle dile getirmektedir. "Benim düşünce gö­rüşlerime göre İsrail devleti terimin tam anlamıyla ırkçı bir devlettir. Bu devlette insanlar, kesin belirlenmiş yasal yollarla ve yaşmen en önemli olanlarda yalnızca (Yahudi olmayan kökenlerine göre ayrıma-tabii tutulmaktalar... ırk ayrımı siyonizmle başlamıştır ve bu günde te­melde Siyonist hareketin kurulmasıyla sürdürülmektedir."

Yahudilerin ideolojisindeki görüş kendilerini yaratılmış olan tüm ırk ve halklardan üstün görme inancı ve bu anlayışın temelindeki ger­çek Baba Oğul ve de gelecek olan Meşinin Yahudi ırkı için savaşıp bü­tün Yahudi olmayanları kılıçtan geçirecek ve kırallığıni ilan etmesi, Ya­hudi ırkını dünyaya hakim kılması inancıylan yatıp kalkan hırs ve kin­lerinden dolayı da binlerce masum insanların kanlarını döken radikal Yahudiler gelecek olan Mesihe kolaylık olsun diye elli yedi yılı aşkın­dır Müslüman Arap halkını vahşet ve zulmün her türlüsünü uygulu­yor ve ölüm kusan top ve tüfeğini hiç susturmadan Arap halkını soy­kırıma sürüklemektedirler.

"Ben dedim; siz ilahlarsınız.

Ve hepiniz yüce olanın oğullarınız, fakat insan gibi öleceksiniz..[76]

Matta incilinde de havarilerin mektuplarının bu ayetlerindeki Al­lah'ın oğulları, çocukları iddialarına rastlamak mümkün. Yahudilerin buradaki Hz. İsa'yı çirkin hitap etmeleri "Biz zinada doğmadık, Baba­mız vardır. O da Allah'tır."

10 Yuhanna tncili 8. Babının 39 ve Sonraki ayetlerinde diyor ki: Ya­hudiler İsa'ya "Bizim pederimiz İbrahimdir. Dediler İsa onlara İbra­him'in evladı olsaydınız onun yaptıklarını yapardınız. Fakat beni yani Allah'tan işittiği hakikati size söylemiş olan adamı, şimdi öldürmeye çalışıyorsunuz o'na "Biz zinadan doğmadık bizim babamız var o da Allah'tır" dediler. İsa'da onlara, eğer Allah sizin babanız olsaydı beni severdiniz, çünkü ben, Allah'tan çıkıp geldim ben kendiliğimden gel­medim, fakat beni o güönderdi, söylediğimi niçin anlamıyorsunuz? Çünkü benim sözümü dinleyemezsiniz. Siz babanız sevdandan iblis­tensiniz ve babanızın isteklerini yapmak istiyorsunuz" dedi.

Buradaki ben Allah'tan çıkıp geldim cümlesini Hıristiyanlar. Ben Allah'tan çıktım sözünü ondan doğdum manasına getirmişler. Halbu­ki cümlenin tamamından "Ben kendiliğimden gelmedim Beni Allah gönderdi sözü Hıristiyanların yorumladıkları mananın tam tersidir. Ben Allah'tan çıktım geldim cümlesini Hz. Isa Allah'tan doğdu dediler ve Allah'a şirk koştular. Hıristiyanlar Hz. isa'yı tanrı edindiler. Tanrı oluşu var eden, yani her kudrete sahip olandır. Hem oluş, hem de son buluş onun ilahi kudreti dahilindedir. Allah güçlü ve kudretlidir. Man­tığın çok kolay burada kavradığı bir şey var. Eğer gerçekten Hz. İsa tanrı olsaydı Yahudiler onu öldürmek istediği vakit neden Hz. İsa Ya­hudilerden kaçtı. Var etme gücüne sahipolan ilah neden var olmuş kullardan kaçsın? İlah'm gücü ve kudreti her cisimi kuşatmışken hem incilde Hz. İsa'nın gaybı bilmediğide yazılıdır. Peki Hz. İsa İlahsa gay-bı bilmesi gerekmez mi her bir cisim yaratan ve yoktan var eden her şeyden de haberdar olması gerekmez mi? ÇünküAIlah yaratmış oldu­ğu her zerreden haberdardır.

Bir de hıristiyanlar Hz. İsa öldü, tekrar dirildi derler. Ya Hz. İsa ölürken onu daha sonra kim diriltti? Veya ölüyken nasıl dirildi? Eğer Hz. İsa kendi kendine ölüyken dirildiyse ve ölmüş bir bedene ruh ve­ren ilah Yahudileri o büyük kudretiyle neden yenemedi? Buradaki en önemli husus Hz. İsa'yı kim sakındı ve nasıl sakındı. Bir de akıl ve mantığın almadığı başka bir husus ise Hıristiyan inancından Baba Allah kimseyi idare etmez yalnız dünya ve içindekileri idare eden oğul ilahtır. Fakat Hz. İsa doğmadan da oluş mevcuttu. Dünya ve ahenk yi­ne zuhur buluyordu veya idare böyle ise? Hz. İsa'nın öldüğüne inanı­yorlarsa Hz. İsa kabirde iken mevcudatın işini kim görüyordu ve dün­yadaki canlıların idare ve rızıklan kim tarafından sağlanıyordu.? Hı­ristiyan inancından Hz. İsa hem şekli tahsif edilmez ilahtır, hem de in­sandır ve Yahudiler onun insani şeklini katletmiştir diyorlar. Peki in­san şeklinde iken ve yalnız bir yerde yaşadığı vakit dünyanın diğer memleketleri nasıl idare edildi? Veya aynı anda tekbir memlekette gö­rünürken aynı anda nasıl her yerde olabildi? Olamadıysa diğer yerle­rin idaresi nasıl oldu?

"Muhakkak ki Allah katında Hz. İsa'nın (babasız dünyaya gelişin­deki) durumu. Ademin durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra "Ol" dedi, O da oluverdi. [77]

"Ey Ehl-i kitap, dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ger­çek olandan başkasını söylemeyin, Meryem oğlu İsa Mesih ancak Al­lah'ın Resulü ve (Meryem'e ulaştırdığı (ol) kelimesi (nin eseri) ve O'ndan (görülmüş) bir ruhtur. Allah'a ve resulüne inanın, (Allah) "üç­tür" demeyin. Kendi faydanıza olarak buna son verin. Allah bir tek ilahtır. O çocuğu olmaktan tamamen uzak ve şanı yücedir. (Münezzeh­tir) Göklerde ve yerde olanların hepisi O'nundur. Vekil olarak Allah kafidir. [78]

İslam anlayış ve inancında da Hz. İsa Hak peygamberdir, ulvi ve büyük bir elçidir. İslam inancında Hz. Ademden ve Ahir peygamber Hz. Muhammet (s.A.V) e kadar bütün peygamberler haktır ve gerçek­tir. Yahudilere gönderilen Hz. Musa ya da ve Hz. İsa'ya da inandık ve iman ettik. İslam'ın temelindeki inanç ve itikat bozulmamış ve her za­man da doğruluğunu korumuş ve muhafaza olunmuştur. Elhamdülil­lah.

Bir de Yahudiler bizim pederimiz ibrahimdir dediler.

"Ey Ehl-i kitap, niçin İbrahim hakkında (o yahudidir diye) tartışı­yorsunuz? Halbuki Tevrat da, İncil de ancak onlardan sonra indiril iniştir. (Bu kadarına) akıl erdiremiyor musunuz" deyin [79]

18 İkinci Samuel'in 7. babının 14. Ayetinde Süleyman Aleyhisselam "Ben ona Baba olacağım ve o bana oğul olacaktır" diyor.

19 Tesniyye'nin 14. babının ilk ayeti, "siz Allah'ınız olan Rabbin oğullarınız"

20 Aynı kitabın 32. babının 19. ayeti, "ve Rab görürdü ve onlardan ikrah etti çünkü oğullar ile kızlar onu öfkelendirdiler."

21 İŞAYA'nm 1. babının 2. Ayeti, " Ey gökler, dinleyin ve ey yer ku­lak verin; çünkü Rab söyledi: oğullar besledim büyüttüm ve bana asi oldular."

22 aynı kitabın 30. Babı'nm ilk ayeti "Asi oğulların vay başına" Görüldüğü gibi hakikatler saptırılmış ve doğruluk karanlıklara

terk edilmiş ve hakikatler yalanlarla değiştirilince de felaketlerin Önü-fie geçilmez hale gelinmiş durumdadır.

Yeryüzündeki savaşlar hangi nedenlerle yapılıyor? Binlerce ve ıtıilyonlarca insanların ölmesine ve ülkelerin bu şekil harap olmasına rıeden ne?

Bozgunluk Önce örgütlenmekten başlar ve bozuk zihniyetlerden doğan kötü ve gayri meşruu fikirlerin neticesinden meydana gelen vahşetler de böylelikle sürer gider. Kendi mülkü var iken başka halk­ların toprak ve ülkesine göz dikiliyor güçlü olan vuruyor ve güçsüz olan vuruluyor, kovuluyor ve sürülüyor. Fakat zorbalığın sonu ise se­lamete ulaşmak la mümkün. Onların hayatı ise felaketlerle son bulu­yor.

İmandan yoksun Kufan ahlakından uzak olan insanlar felaketlerin oluşuna da sebep teşkil etmişlerdir. Zayıf karakterlere sahip lider-' jerin hedefi önce savunmasız halk oluyor ve bu halk üzerinde de gü­cünü deniyor. Bunun en belirgin örneği Filistin ve Filistin gibi ülkeler­dir.

Yahudilerin işaret ettiği vaad edilmiş topraklar dedikleri Müslü­manların üzerinde yaşadığı topraklardır. Bunca vahşetlerin asıl kaynağı nedir? Muharref Tevratta olan sözlü emirler dedikleri vahşeti işaret eden ayetler, bu insanlık sınırlarını aşan katliyamlar ve acımasız cina­yetlerin asıl sorumluları kimlerdir? Bunca felaketlerin oluşuna sebep olan muharref Tevratı değiştiren Hahamlar ve bu vahşetleri insan ale­minin üzerine tatbik eden liderlerdir.

İbn-i Hişam sire de rivayet olunur ki "Biz şirk ehli ve putperest iken Yahudiler kitap sahibi idiler. Onlar bizim bilmediklerimizi bili­yorlardı. Bu Yahudilerle aramızda devamlı mücadele vardı. Biz onlara saldırıp hoşlanmadıkları hareketlerde bulunduğumuzda onlar bize şu­nu söylüyorlardı: "Bu yakında gönderilecek olan peygamberin zama­nı gelmiştir. Artık biz onunla birleşecek sizinle add ve irem savaşı ya­pacağız" Bu sözleri onlardan sık sık diyardık. Fakat Allah Hz. Muhammed (S.A.V)'i peygamber olarak gönderince biz ona inandık, Yahudi­ler ise onun peygamberliğini inkar ettiler.[80]

Müslüman kesime Yahudilerin ve Hıristiyanların kin ve nefretleri­nin temel nedeni ise İslam dininin rehberi ve dünya asrının son pey­gamberi Hz. Muhammed (S.A.V)'i sindiremedikleri ve Kur'an-ı Ke-rim'de Yahudi ve Hıristiyanların hakikatlari nasıl saptırdıklarının bah­sinin zikredilmesindendir. Bunun için de Yahudi ve Hıristiyanlar Kur'an ahlakı ile bütünleşen ve onun yolunu takip edenleri hedef al­mışlardır. Çünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar önce Allah'ın dinini haber veren peygamberi yalanladılar ve onunla birlikte Kur'an-ı Kerim'in Al­lah Kelamı olmadığım ve yalnız Hz. Muhammed'in (s.A.V)'in uydur­duğunu söylediler. İslamı yıkmayı bunlarla da başaramayınca, farklı planlar kurdular. Her gün büyümekte olan İslam aleminden korkarak bu sefer savaş adı altında Müslüman kesimlerin bulunduğu yere taar­ruzlar düzenleyerek soykırıma başvurdular. Gerekçeleri ise Müslüman oldukları için demek yerine onlar teröristtir demeyi kendilerine göre daha uygun gördüler. Ama bunun böyle olmadığını ve hangi amaçlar­la Müslümanların katlettiklerini kendileri de daha iyi bilmekteler. [81]

"Ey Ehl-i kitap! Size, kitap'tan gizlemekte olduğunuz şeylerin bir çoğunu açığa vuran ve bir çoğundan da (sükut ile) geçiveren Rasulümüz gelmiştir. Doğrusu size, Allah'tan bir Nur (u İslam) ve apaçık bir Kitap (Ku/an) gelmiş tir. "Yahudilere ağır gelen son peygamberin Hak din ve ahir ümmetine elçi olmasıydı. Onlar kendileri gibi bozgunluk yapan vaad edilmiş topraklar dedikleri yerleri kan dökerek alacakları­nı hayal etmişlerdi. Fakat Allah'ın adil adaletin temsilcisi olarak gelen peygamberi gördüklerinde bu sefer kurtuluşu onu yalanlamakta ara­dılar. Şiir ve beyitlerle İslam ve müslüman'i karalamaya, küçümseme­ye başladılar. Kin ve nefretlerinin esaretinden kurtulamadılar. Onun için İsrail askeri birliklerinde atış talimleri yapılırken bile hedeflerde Muhammed'e ateş yazılıdır.

Tel-Aviv (AP)- İsrail ordusuna atış eğitimlerinin Hz. Muhammed'i temsil eden hedefler üzerine yapıldığı açıklandı. Solcu İsrail milletve­killerinden El azar Gronot'un yaptığı açıklamaya göre askere alman ençler atış eğitimlerini kefiyeti nişan tahtaları üzerinde yapıyorlar. Subaylar "Muhammed'e ateş" komutu üzerine tetiği çekiyorlar.

Tarihin her devrinde oluşan katliamlarmtek ana hedefleri İslam ve soykırımdır. Fakat Allah buna izin vermiyor. Kufan-ı Kerim de bunu teyid ediyor.

"Bütün açık veya gizli kafir gruplar, her yerde islam'a karşı olup Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek (uKur'an-ı ve hükümlerini kal­dırmak) isterler. Allah ise kafirler hoşlanmasa da mutlaka nurunu ta­mamlamak ve (yüceltmek) ister. (Tamamlayacaktır da)" [82]

İsrail devleti kurulmadan önce terörist gruplardan oluşan çeteler Arap halkına karşı başlatmış oldukları Müslüman halkını ortadan kal­dırma girişimleriyle 1948'den önce hedeflere yönelik katliamlar yapıl­mıştı. İsrail devletinin kurulmasıyla da soykırım hızlanmıştır.

Yahudilerin Filistin de yayılıp kökleşmesine karşı çıkan Arap hal­kı İngiliz askerleri tarafından 50 bin Arap katledilmiştir.

Allah Tevratta, İncil de ve Kur'an-ı Kerim'de yeryüzünde toprak işgal etmeyi, kan döküp nefret kusmayı, haksız yere insan boğazlama­yı değil, yeryüzünde insan gibi yaşamayı emretmiştir. "Ey Kitap Ehli bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin" [83]

Savaşlar savunma amaçlıdır. Soykırım amaçlı olmamalı. Savaşlar birliklere yöneliktir. Sivil savunmasız halka değildir. Şartlar ne olursa olsun intikam amaçlı intihabın İslam dininde hiçbir yeri ve mazere­ti'de yoktur.

Bu eser siyasi bir özellik taşımıyor. Sadece insani duygularımızın hassa­siyetinden doğmuş olan rahatsızlığın bir ifadesidir.

Bu eserimizin konusu yarım asırdır sürmekte olan Filistin meselesini ele almıştır. Kitabın içerİkliğine mutakiben yalnız kendi fikir ve hislerime daya­narak yazmayı uygun görmedim. Bunun için kitaba büyük ölçüde tarihin kanlı vesikalarına ve bu aylemlerin ana sebepleri olan mevcut beyanlara yer verme gereğini duydum.bu eser Filistin İşgalini İçermektedir, buradaki kasti­miz ise bütün Yahudileri kast tme gibi bir Ön yargı içerisinde de değiliz. Biz yalnız terör ve terör politikasını ve eylemlerine karşıyız. Bu şekil eylemler ne­rede olursa olsun terör her yerde terördür.

Bu eseri Filistin Halkına hediye ediyorum.

Şadiye Furkan DEMİRTAŞ Saygılarımla

 

Resimler

 

"Ey insanlar, şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. (ırkınız ve şahsınızla övünmeniz için değil; sırf iyilik uğrunda) tanışasımz (yarışıp ve yardınılaşasınız) diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvahnız (Allah'ın emirlerine en uygun ya-şayanınız)dır. 2 Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden haberi olandır.[84]

"Ve Allah'ın RAB onları senin önünde ele vereceği ve sen onları vuraca-ğm zaman onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmiyeceksin, ve onla­ra acımayacaksın.[85]

Çok ocaklar söndürüp dumansız, ve çok çocuğu da babasız bıraktılar bü­tün bu felaketlerin ardında sadece göz yaşı ağıt ve feryatlar kalmışta.

Filistinli şehit diyor ki; İsrail ne inancımızı yok edebilir ne de bizi dava­mızdan döndürebilir. Biz budandıkça ve kanlarımız döküldükçe çoğalaca­ğız. Vatan inanç uğruna bir defa öldürüisek de bin defa dirileceğiz, canımı dişime takacağım. Ruhumu imanımla güçlendireceğim. Göğsüme saplanan her kurşundan sendelesem de asla yıkılmayacağım. Allah'ın huzuruna kan­lı gömleğimle varacağım.

Filistinliler aldıkları her nefesin hesabını bile İsraillilere vermek zorundalar. "Nereye gidiyorsun Arap?" diye hemen karşısına dikiliyor İsrail askeri

Siyonist vahşeti hiçbir şekilde smır tanımaksızın Filistin'de vahşet sergilemeye devam ediyor.çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak; ve o milletler tamamen harap olacak[86]

Duygular sefil düşünceler kısır. Vicdanlar zift gibi insaf ise onlara hiç uğ­ramamış. Yarabbi bunlar açlıktan mı boğazlıyorlar, bunca insanı aç bile olsa­lar yiyebilirler mi acaba insan ölüsünü?

"İşte bütün dünyaya karşı tasarlanan tertip budur; ve bütün milletlere karşı uzanmış olan el budur.[87]

Ey Kenan, Filistinliler diyarı, RABBBİN sözü size karşıdır. Seni yok edeceğim öyleki artık senden oturan kimse olmayacak. [88]

İnsanlık haysiyetiyle oynayan ve onlann hak ve hukuklarını gözetmeyen saldırgan gruplar zorba misyonlarıyla ülke ilhak edip toplumları soykıı götürmektedir.

Öyle budadılar ki Filistin halkını ne yaprak koydular ne de dalını.

Rab dedi şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale ve cenuba ve şarka ve garbe bak. Çünkü; görmekte olduğun bütün memleketleri sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim.[89]

Şaron'un başını kaldırıp Filistin yurduna bütünüyle bakmış ve bu da bir ülke ve halkın felaketi olmuş görülüyor. Şeytanın durmadan insanları dür-tüklemesi ve uyduruk felsefelerinde mantıklara yatmış görülmesi bazı fel­sefelerin kör inançlarıdır. ve Allah'ın RAB onları senin önünde ele vereceği ve sen onların vura­cağın zaman onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmiyeceksin ve on­lara acımayacaksın. [90]

Bu kalleşçe katliamlar ruhları büyük ölçüde tahrip etmiştir. Peki bunca vahşetlerin hesapları ne olacak. Gerçekten insan haklan var mı? Varsa eğer mazlumların dünyasını baskı altına alan insafsızın adaleti neden hala tecelli ediyor?

"Acıklı ölümlerle ölecekler onlar için  dövünen olmayacak." [91]

Babanın yüreğinde kopuyordu fırtınalar. Kasırgalara yakalanmıştı duy­gulan

Takılmıştı bakışları tek bir noktaya o tanımaya çalışıyordu insanlığı

Bunlar vicdanlarını verip dünyayı gasp, etmeye çalışanlar. Bunlar çocukların dünyasını bile zindana çevirenler.

Neden kaçıyorsun küçüğüm, yoksa senide mi evinden çıkardılar. Neden yüreğin kabarmış küçüğüm! Daha büyümeden seninde mi umutlarını sön­dürdüler?

25 Hem yiğidi, hem kızı. Emzikteki çocukla, ak saçlı adamı, Dışardan kılıç, Ve içerden dehşet telef edecek.

Hasımlardan  alacağım, ve benden nefret edenlere ödeyeceğim." [92]

Çocuklar her zaman merhamete muhtaçtır. Vahşete değil.

Bu insanlık dışı katliamlar yapanları suçlu buluyor ve vicdanlarımızda yargılıyoruz ve onları Alemlerin hakimi Allah'a dava ediyor ve onun yargı­sına bırakıyoruz.

21 Atalanmn fesadından ötürü, onun oğullarını boğazlayacak, yer hazır­layan da ayağı kalkmasınlar ve diyarı kendilerine mülk edinmesinler; ve dünya yüzünü şehirlerle doldurmasmlar. 22 ve orduların Rabbi diyor. Onla­ra karşı kalkacağım, ve adı ve baki kalanı ve oğlu, ve torunu Babilden kesip atacağım, Rab diyor.[93]

İsrail tarihi şaşırttığı gibi Filistin halkının kaderini de tayin etme hakkını da kendinde görmüş ve bu halka insanlık dışı bir hayat yönü çizmiştir.

Bu çocuk hiç aynaya bakmayacak mı?

Sen aynaya bakmaktan korkma küçüğüm seni bu hale getirenlerin kalp­leri bakmaktan ürktüğün bu yüzünden daha korkunçtur.

Bu kadar vahşet ve canavarlığı kaldıracak güç yoktur. Ne olur paylaşa­lım ya Rab. Ağlama güzel çocuk bunlar gözyaşlanndan anlamazlar. Çünkü bunlar vicdanlarını verip dünyayı satm alanlar.

Dua, dua üstüne yürekleri kabarmış.

Çocukların göz yaşları yağmurlara karışmış.

Filistin çocukları vahşetin ve kahrm çocukları oldular.

Duvarlar dehk deşik evler ise harabe ölümün soğuk nefesi hissediliyor FDMtade. Her yerde bu çocuklara banş gelmiyor, özgürlük gelmiyor. Bu ço-cuklarm yaşadıkları ve tamk olduklar, tek şey felaket vahşet ve gözyaşı

Yabancı ayaklar çiğniyor vatan topraklarını. İnsafsız kalplerin hukukuna terkedilmiş kararlar. Soğuk ve acımasız eller uzanıyor kıskıvrak yakalıyor gençleri. Sebepsiz ve nedensiz kin, bürümüş onların gözleri hiddet ve şid­detin hakimiyetinde Filistin onlara söylenen tek şey ya çık gitt, ya da öl yok ol..

1994'de fanatik Yahudiler tarafından Hz. İbrahim camisine düzenlenen katliamdaki vahşet tablosunun bîr kurbanı, ibadet için camiye giden Filistin­li Müslüman halkı kendisine kurulmuş olan hain pusudan habersizlerdi. Bu katliamda 50 civarı ölü 300'ün üzerinde insan yaralanmıştı.

Ne gelmez zafermiş bu Müslümanlar için ya rab senin emrin buysa sana iman eden kullarına boyun eydik amenna.

Her İslam ülkesinde çıkıyor karşımıza kanlı bir tablo. Yanlışlık bizde mi yoksa dünyada mı var bir vefasızlık ama acaba kimde?

1994'de Hz. İbrahim camisine yapılan saldırıda hayatını kaybedenlerden şehit bir Filistinli.

12 "ve kavimler kirecin yanması gibi, kesilip ateşle yakılan dikenler gibi olacaklar.[94]

İnsan alemini dehşete düşüren bu kanlı tarih ve ne olduğu belirsiz olmuş dünyaya azman Ah bu dünya bu dünya ipsizlerin dünyası.

İnsan elindeki gücü kullanarak zalimleşir ve alçalır. Fakat o bunu fark edemez.

Senden artakalanı ateş yiyip bitirecek.[95]

Adaletsizliğin hakim olduğu bir mekan olmuş Filistin semaya yükselibir feryat hepisinin imdadı ol, şahit ol yarab ruistm şemaya yükseli­yordu acı, acı bin bir feryat hepisinin imdadı aynı zatı kadireydi. Sen, şahit

12 ve kavimler kirecin yanması gibi, kesilip ateşle yakılan dikenler gibi olacaklar. [96]

Ey Kenan, Filistinliler diyarı, Rabbin sözü size karşıdır. Seni yok ede­ceğim, öyle ki artık sende oturan kimse olmayacak." [97]

Dehşetin ve esirliğin ne kadar şekli varsa Müslümanlar yaşadı. Ve de ha­len yaşamaktalar. Çünkü Dünyanın hukuku bozuk zihniyetlerin içinde.

Bir yığın fitne fücur getirdiler illeti. Darma dağm ettiler bu kutsal memleketi.

Siyonistlerin dünyasında yalnız Yahudilerin hak ve hukuku gözetlenir. Onların dışında başka halklar için hukuk yoktur. Adalet yok. Arap halkım onlara karşı koruyacak kimse de yok.

İşte taciz ve taruz merkezi haline getirilen Filistin, Mülk benimdir buyu-ruyorsun Amenna yarab tüm oluş senin ama mülk benimdir diyen küfür ale­minin efendileri de senin zatına teslim olanda senin. Yarabbi vuranda senin vurulanda senin. Allah'ım zaferde senin hesapta senin.

20 Sen benim topuzum ve cenk silahlarımsm; ve seninle milletleri kıraca­ğı; ve seninle ülkeler helak edeceğim; 21 ve seninle cenk arabasını ve binici­sini kıracağım, ve seninle erkeği ve kadını kıracağım; [98]

Bir felaketin ve yıkımın tablosu çiziliyor ve o planını gerekli bulup ken­dini haklı çıkarıyor. Haksız da olsa o bundan ısrar ediyor ve derken düzen­bazların düzeni başlıyor ve alt üst oluyor her şey Filistin var ama halkı için­de değil. Gerçekten insan haklan var mı? Varsa eğer bu insanların haklan nernede?

Vaat edilen ülkelerin ana yurtlarını nasıl gasp edilip alınacağını muharref Tevrat'ta ki millet ve memleketleri ilhak emirleri ile oluştuğu anlaşılmak­tadır.

8 işte benden ve miras olarak sana milletleri mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim.

9onları demir çomakla kıracaksın; Bir çömlekçi kabı gibi onlan parçala­yacaksın. [99]

13 ve Allah'ın RAB onu senin eline verdiği zaman, onun her erkeğini kı­lıçtan geçireceksin; 14 ancak kadınları ve çocukları ve hayvanları, ve şehirde olan her şeyi, bütün malını kendin için çapul edeceksin; ve Allah'ın Rabbin sana verdiği düşmanlarının malını yiyeceksin. 15 Bu milletlerin şehirlerin­den olmayıp senden çok uzakta bulunan bütün şehirlere böyle yapacaksın. 16 Ancak Allah'ın Rabbin miras olarak sana vermekte olduğu bu kavmlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın; 17 fakat onları, Hitti-leri, ve Amorileri ve Kenanlıları, ve Prezzileri, ve Hivileri, ve yabusileri, Al­lah'ın Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin;

Gözlerimizdeki hayretler yüreğimizi yaslara boğdu gözlerimiz her şeye tanık ne çare ki dil bunu haykırmaktan aciz. Yarabbi kandil gibi söndürülen bunca insanların hesabı ne olacak.

İnsanlar ürkmüş gözlerde daima korku ve dehşet yarınları meçul kalma­mış hiçbir umutları ve her sabahın seherinde Filistinde yine yas havası?

Yarabbi müslümanm ömür süreci hep esirlik mi olacak?

3 ve öldürülmüş olanları dışarı atılacaklar ve leşlerinin kokusu çıkacak; ve kanlan ile dağlar eriyecek. [100]

Bunlar tarihin acı ve kanlı vesikalarıdır. Melekler günah işlemezler fakat şeytanlar da iyilik yapıp sevap kazanmazlar. Kendini tahutlaştıran insanlar da iyilik hasıl olmaz çünkü onların iradesi hırs ve nefsin ibaresine itaat eder. Böyle insanlardan da adalet ve merhamet beklenmez.

"Bundan dolayı İsrailoğullanna (Tevrat'ta şöyle) yazdık kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde (günah işleyerek toplumda) fesat çıkarma­sına karşılık olmaksızın (Haksız yere) öldürürse, bütün insanlan öldürmüş gibi olur. Kimde onun hayatını kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Muhakkak ki peygamberlerimiz onlara açık deliller getirmişti. Sonra hakikattan onlardan bir çoğu bunun ardından yeryüzünde (yine isyan ve cinayetle) taşkınlık etmekteler." [101]

Yarabbi Müslüman yurtlarını hep belalar mı saracak mümini cezalandır-maksa senin yüce maksadın teslim olduk amenna.

İsrailli,devletinin hedeflere yönelik kurumlaşma takip etmiştir.Bu geliş­meler siyonizmi destekleyen misyonları da memnun etmiştir. Ama Filistin Arap halkını da derinden vurmuş ve maf etmiştir.

Siyonistlerin yapmış oldukları katliam ve vahşetlerin dünyaya yansıma­ması için gazeteci ve habercilere de şiddet uyguluyorlar. İsrail de adalet yok, hukuk yok insani değerler yok, acımak yok onların ellerine düşmeyi ver, se­ni onlardan koruyan da yok, İsrail yetkilileri istediği zaman tutuklar istediği zaman vurur, hiçbir hukuk da onlara tesir etmez.

Bu Filistinlinin ensesinde ölümün soğuk nefesi Azrail'i ise İsrail askeri

Filistinli genç diyor ki imanım güçlü ölüm korkusu asla taşımıyorum. Göğsümdeki inancımı gururla taşıyorum. Düşmana teslim olmak onursuzca yaşamak demek sonumun ne olacağım da artık biliyorum.

Bu çocukların gözlerinde sayısız ifadeler var. Çünkü korku kin ve nefret-len büyüyor Filistin çocukları.

Bana karşı yapılan hiçbir silah işe yaramıyacak ve hükümde sana karşı halkın her dili suçlu, S. çıkarılacak. [102]

îsrailin her zaman bir gerekçesi vardır. Adam öldürmek için.

Temelli döndürüldü bir sürü ocak. Yarabbi bilmem ki bunlar sana nasıl hesap verecek.

Mazlumun dünyasını baskı altına alan insafsızın adaleti

Filistine sivri sinek ordusunu gönder ya Rab. Ona da razıdır ümmet. Yeterki sen emret ya Rab onunla da gelir galibiyet.

İsrailli Filistinlinin karşısına dikilerek diyor ki ben üstünüm ve Filistin bi­zim yurdumuz. Filistinli'de diyor ki ağzın ne kadar büyük olsa da sen beni yutumazsm. Bu topraklar benim ve bunun için de direneceğim. Gerekirse ölürüm yurdum için ama sana da asla boyun eğmeyeceğim.

Bebekler kötü söz söylemezler.

Bebekler taşta atamazlar anlann kokusu çiçeklerde bile bulunmaz. Çün­kü onlar burcu burcu cennet kokarlar. Onların avuçları da güzel kokar bebeklerin elleri kan, kokmamah.

Ey dünyayı iğne deliğinden geçirmeye çalışan A... Ey Allah'ım hüküm ve gazabından habersiz olan A......Sen bebeklerin katili olan

Keşke idrak edebilelsen de hayatın içinde kaybettiğin insanlığı yüreğin­de ve vicdanında bulabilsen.

Çünkü sana kulluk etmeyen millet ve ülke yok olacak, ve o millet tama­men harap olacak" [103]

İşte iman ile küfürün arasmda bulunup ve vahşet içerisinde ölen insan­lar ve biz de bu yargının hesabını Allah'a bırakıyoruz.

"onların her şeylerini tamamen yok et, ve onları esirgeme erkekten kadı­na."[104]

İşgalci güçler insanlık düşmanları yazık ki dünya hakimiyeti tahutun idaresinde.

Tetik çeken parmağın feri kesilsin Mermi patlamasın namlu sıkışsın Katilleri sana havale ediyoruz yarab En iyisini ancak sen bilirsin.

Bir insanın üzerinde silah veyahut kanunen yasak olan herhangi bir şey çıktığı vakit tutuklanarak mahkemeye sevk edilmesi gerekmez mi? Veyahut o insan hiçbirşey taşımıyorsa salınması gerekmez mi?

Dokuz aylık yoldan geldin dünyaya buseydin alemin bu kadar kirli ve dehşet dolu olduğunu dünyaya gelmek istermiydin küçüğüm...

Ey kurban olduğum varını dır bilmem ki bundan daha kötü bir zaman.

Yarabbi bilmem ki bunlara nasıl verildi bu meydan.

Allah'ım isyanım yalnız kendime bilirim ki bunların hepisi de sana ayan.

"Onları kuzular gibi ergeçlerle koçlar gibi boğazlanmağa indireceğim' [105]

10 Büyük milletleri vurdu, ve kudretli kırallan öldürdü,

11  amoriler kırallan öldürdü ve basan kiralı Ogu, ve bütün Kenan ülke­lerini vurdu,

12  ve onların yerini miras, kavmi İsrail ile miras olarak verdi. [106]

Yiğitlerin yüreğinde ilmek ilmek sökülen ve son bulan bir sürü genç hayat

22 Rab Yehova şöyle diyor; işte milletlere elimi kaldıracağım ve kavmle-re bayrağımı yükselteceğim ve senin oğullarını kucaklarında getirecekler ve senin kızlarını sırtında taşıyacaklar, 23 ve kırallar sana lala ve kıraliçeleri sa­na dadı olacaklar, yere kapanıp ayaklarının tuzunu yalayacaklar. [107]

Siyonist işgalciliğin kabulü hiçbir vicdan hukukuna yakışmamaktadır.

Kötü düşünceli insanların mantık faaliyetleri de bozuk işlemektedir. İşte bu güçler kaba ve insafsız kuvvet tatbik ederek dünya ve kendi ırkından ol­mayan halklara da hakimiyet kurmaya çalışmaktalar.

Bu imkan alemini kimlerdir. İnsanlara dar ve zindan edenler.

Sorumluluk sahipleri yalnız kendi mevkiine istikbal beklerse bu davramş diğer insanlar için haksızlık olur. Bana göresi, bencesi, veya bana nesi ölçü-sündeki hakikatlar ve vahim bir hadisenin ihmali işte acı manzara!

"Dünya hayatı küfre sapanlara süslü göründü. (Dünyaperest) oldular." [108]

Sallanıyor dünyanın çaüsı vallahi başımıza ha çöktü ha çökecek yarabbi sen imdat etmesen Filistini Şarondan kim kurtaracak. darı.

İsrailliler tarafından organları alınmış Filistinliyi görüyoruz.

insanların lanetlisi iblislerin yaveri seni rezil mahluk zorbalığın hüküm-

Bunlar seni bilmiyorlar yarabbi.

Bunlar seni bilmiyorlar. Bilmiş olsalardı seni olurdu onlarında bir parça insafları.

Bir vahşetki hiç bitmiyor. Nerede ve ne zaman başladı. Nereye ulaştı ucu?

Yüzleri paramparça insan tanınmaz halde. Allah'ım bunca vahşet ve gü­nahlar hangi noktada.

Ne çocuktur diyorlar ne de ihtiyara acıyorlar. Zorba, Filistin'e hakim müslümam boğazlıyorlar.

Esir olmuşsa bir halk bir millete yaşatıhyorsa zulmün ve esirliğin her tür lüsü, yetmiyorsa zalime güçleri vallahi kıranda senin kırılanda senindir ya Rab! "onların her şeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme; erkekten [109]

Israilin hücumuna uğrayan halkm feryatları ve yüzlerdeki hüzün ve deh­şet çizgileri yüreklerinden kopan bin bir feryatlar ve dillerde dökülen bed­duanın her türlüsü sen şahit ol şahit ol yarab..

İsrail iç işgalle yetinmeyerek engelli bir insanı da hedef alaral Filistin halkını galeyana getirme! istemiştir. İsrail, Filistin halkınır ruhani liderini terör eylemini içe­ren bir vahşetle katletmiştir. Ve halkı iyice kışkırtma amacıyla yap­mış olduğu bu katliamlar da yetin­memiştir ve kan dökme bağımlıs olan şaron kan dökmeye devarr emri verip bizzat eylemleri de ken­disi koordine etmektedir. Fakar bunları yanı sıra da evrensel insar ahlakıyla çatışan başka bir yanlışır da temelini atmış ve ağlama, duva­rına bir de utanç duvarı eklemiştir

Doğruluk Allah'ın adil adaletiy le bütünleşip nesilden nesile yayı Iacaktır. Kötülerin kötülükleri an cak karanlık alemlerine gömüle çekler kendileriyle birlikte. İslam aleminin verdiği kayıp ve de vereceği kayıpla: dökülen her damla kan her daim bin misli inandım. İman ettim diyen yeni filizleı yeşerecektir. Bunları yok etmeyede hiç kimsenin gücü vede kuvveti yetmeyecek tir.

Uzayıp göğe erse ya kanlı alemin efendilerinin başlan

Zulm ve zorbalıktır bunların hep işleri

Yüzleri hep şerlidir

Her yerde tanınırlar.

Şeytandır liderleri ezelden lanetliler

Boğazlarken insanları öldürdüklerini yemezler.

Duygu yoksunudur onlar hissizdir anlamazlar.



[1] Al-i imransuresi ayet 111

[2] bakara suresi 78. ayet

[3] isra 4. ayet

[4] Bakara Suresi 60. ayet.

[5] Bakara Suresi 61. ayet

[6] Al-i İmran Suresi 78. ayet.

[7] Tevrat, Veremya, Bab 51, Ayet 19-20-21-22-23, S. 777 '

[8] Tevrat, Tesniye, Bab 9, Ayet 22-23, S. 185

[9] Tevrat, Tesniye, Bab 20, Ayet 10- j 17, S. 29

[10] Tevrat, Kasas-39, Memurlar, Bab-82, Ayet 6-7-8

[11] Tevrat, Tekvin, Bab 17, Ayet 8, S 14

[12] Tevrat, Tekvin, Bab 28, Ayet 13-14, S 27

[13] Tevrat, Sayılar, Bab 34, Ayet 1-10, S. 172

[14] Tev­rat, Tekvin, Bab 16, Ayet 18, S. 13

[15] Tevrat, Amos, Bab 9, Ayet 12, S. 872

[16] Tevrat, Çıkış, Bab 23, Ayet 31, S. 77

[17] Tevrat, Tes-niye, Bab 12, Ayet 25, S. 189

[18] Tevrat, Mezmurîar, Bab 135, Ayet 10-12, S. 621

[19] Kasas Suresi 62. ayet..

[20] Bakara Suresi 211. ayet

[21] Bakara Suresi 91. ayet.

[22] Tef raf, Ye-remya, Bab 10, Ayet 10, S. 724

[23] Saf Suresi 6. Ayet

[24] Tevmt, Çıkış, Bab 20, Ayet 5, S. 73

[25]  Tesniye, Bab 7, Ayet 1-2, S. 184

[26] Tevrat, îşaya, Bab 14, Ayet 25, S.684

[27] Tevrat, Tsefenya, Bab 2, Ayet 5, S. 885

[28] Tevrat, Tesniye, Bab 32, Ayet 42-43, S. 212

[29] Tevrat, Yeremya, Bab İt, Ayet 22-23, S. 735

[30] Tevrat, Tsefen ya, Bab 2, S. 887

[31] Tevrat, îşaya, Bab 14, Ayet 21-22, S. 683                                           

[32] Tevrat, Sayılar, Bab 23, Ayet 24, S. 160

[33] Tevrat, Mezmurlar, Bab 2, Ayet 8-9, S. 540

[34] Tevrat, Yaremya, Bab 51, Ayet 19-20, S. 777

[35] Tevrat, Mez­murlar, Bab 149, Ayet 7-8-9, S. 628

[36] Tevrat, İşaya, Bab 34, Ayet 8, S. 697

[37] Benny Maris "The aaıses and charecter of the Arab Exoâus From palestine" the İsme! Defence forces Intelligence Branch Analyis fa june 1948" Middk Enstern Studies, 22, no 1 (Ocak 1986) S.8

[38] s.17

[39] UN, DFPR, Cilt XIII, Ünitenin No. 3 Mart 1990 S. 4 Filistin hak ve sorunuyla ilgili BM komitelerinden bir şahsın iddia ve itirafları

[40] Tevrat, Hezekiel, Bab 23, Ayet 25, S. 810

[41] HEZEKİEL BAB-9 Ayet 5-6 s.794

[42] Tevbe Suresi, 34. ayet

[43] Al-i imran, 64. ayet

[44] Tevrat, II, Krallar Bab 3, Ayet 19, $.370

[45] îsra Suresi 101 i Ayet

[46] îsra, 102                                                                             

[47] îsra, 103

[48] Ankebut, 39-40 ayet

[49] Tevrat, Kitabı Mu­kaddes, Tensiye, Bab 14-12

[50] Bakara Suresi 113. ayet

[51] Kehf Suresi, 5. Ayet

[52] Tevrat, Kitabı Mukaddes, Mazmurîar, Rab 82/6-8

[53] Kehf Suresi, 15. ayet

[54] Tevrat, Ester, Bab 9, Ayet 5-16, S. 498

[55] Maid 18 ayet.

[56] Bakara Suresi 116. ayet

[57] kitabı Mukaddes, Levliler, Bab. 20/24

[58] Bakara Suresi 84. Ayet

[59] Bakara Suresi 85. ayet

[60] Tevrat, Yemmya, Bab 51, Ayet 19-20-21-22-23, S. 777

[61] Levililer, Bab, 19-15-17

[62] Maide Suresi, 8. Ayet

[63] Maide, 10. ayet

[64] Maide. 12. Ayet

[65] Maide, 13. Ayet

[66] A'raf Suresi, 146. Ayet

[67] Tevrat, 11. Samuel, Bab 22, Ayet 44-45, S. 331

[68] Nahl Suresi, 22. ayet

[69] Tevrat, Tekvin, Bab 17, Ayet 8, S. 14

[70] Tevrat, Sayılar, Bab 34, Ayet 1-10, S. 172

[71] Tevrat, Çıkış, Bab 23, Ayet 31, S. 189

[72] Tevrat, Tesniye, Bab 12, Ayet 25, S. 189

[73] Tevrat, Mika, Bab 6-8

[74] Tevrat, Çıkış, Bab 20-13-17

[75] Bakara Suresi 75. Ayet

[76] Tevrat, Mezmurîar, Bab 82, Ayet 68, S. 8

[77] Al-i İmran suresi 59. ayet

[78] Nisa Suresi 171 Ayet

[79] Al-i İmran, Ayet 6-7

[80] ibn-i Hişam sert, 1. Syf: 211, İbn-i Kesir sire, 1. Syf: 291

[81] Maide 15. ayet

[82] Tevbe 32 ayet

[83] Al-i İmran suresi 64. ayet

[84] Mucurat Suresi 13. ayet

[85] Tevrat, Tensiye, Bab 7, Ayet 1-3, S. 184

[86] Tevrat, İşaya, Bab 60, Ayet 10-12, S. 718

[87] Tevrat, îşaya, bab 3, Ayet 8, S. 684

[88] Tevrat, Tsefenya, Bab 2, Ayet 5, S. 887.

[89] Tevrat, Tekvin, Bab 13, Ayet 14-15, S. 11

[90] Tevrat, Tensiye, Bab 7, Ayet 1-3, S. 184

[91] Tevrat, Yereyma, Bab 16, Ayet 4, S. 739

[92] Tev­rat, Tensiye, Bab 32, Ayet 211

[93] Tevrat, İşaya, Bab 14, Ayet 21-22, S. 683

[94] Tevrat, işaya, Bab 33, Ayet 12, S. 697

[95] Tevrat, Hezikiel, Bab 33, Ayet 13, S. 69

[96] Tevrat, İşaya, Bab 33, Ayet 12, S. 810

[97] Tevrat, Tsefenya, Bab 2, Ayet 5, S. 887

[98] Tevrat, Yeremya, Bab 51, Ayet 19-23, S. 777

[99] Tevrat, Mezmurya, Bab 2, Ayet 8-9, S. 540

[100] Tevrat, Işaya, Bab 34, Ayet 3, S. 697

[101] Maide Suresi, 32. ayet

[102] Tevrat, İşaya, Bab, Ayet S. 714

[103] Tevrat, İşaya, Bab 60, Ayet 10-12, S. 718

[104] Tevrat, Samuel, Bab 15, Ayet 3, S. 286

[105] Tevrat, Yeremya, Bab 51, Ayet 40, S. 778

[106] Tevrat, Mezmurlar, Bab 135, Ayet 10-12, S. 621

[107] Tevrat, İşa-ya, Bab 49-12, Ayet 22-23, S. 711

[108] Bakara suresi, Ayet 212

[109] Tevrat, Samuel, Bab 15, Ayet 3, S. 286