NİHAT HATİPOĞLU VE GÜZEL HİZMETİ
Haydar Hatipoğlu'nun Vefatı "Babam, Resulullah'ın
(S.A.V.) Komşusu Oldu"
Bir Alman Gencinin Gözyaşları...
Hatipoğlu Kadir Gecesinin Önemini De Şöyle İfade Ediyor
Nasıl Etkilendiler Ve Nasıl Teşekkür Ettiler
Selâm, Selâmın
Sahibine, selâm o iki cihan güneşi resulün âl ve ashabına.
Bir su misali akıp giden
bu dünya aleminin içinde umut ve hayal tarlamıza kardeşliğin ve dostluğun
tohumunu ekerken huzur ve hoşgörünün sadakat pınarlarında akan sabır ile de yeşertmeye
çalışacağız inşallah.
Hayatımızı disipline
eden dinimizin atmosferi içerisinde, bir karınca misali biz de hizmet amaçlı
bir şeyler verelim istedik.
Bu eserimin seyri tek
bir hadise üzerinde değildir. Fakat öncelikle bu sancılı zamanımızda bir Şifa
misali gelen Nihat Hatipoğlu Hocamızın İslâ-mı akıcı bir atmosferin içerisinde
Resûlullahı ve Sahabelerin devrinin perdesini aralaması da, birkaç zamandır
Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz'm her ramazan insanların karşına çıkıp karanlık
bir şov yapmasıyla... Ne oluyor bu memlekete böyle? İslâ-mm yerine konmak
istedikleri dinin adı nedir? Bu memleketin akıl, vicdan daireleri kimlere
kiralanmak isteniliyor acaba diye kafalarımızın içindeki tereddüt ve endişeler
adeta kangrenleşmeye başlamıştı. Bu korku ve ve endişelerimizde de pek haksız
sayılmayız. Çünkü ramazan aylarında Zekeriya Beyaz'a oruçla ve dinle ilgili
birşey sorulunca hemen ardında şaşırıp bin eyvah çekiyoruz. Zekeriya Beyaz bir
laf veya bir taş atıyor ortaya kırk İslamcı görüşte onu çözmeye çalışıyor. Ama
şükürler olsun ki hani hızır gibi yetişti cümlesi varya işte aynen öyle oldu ve
Nihat Hatipoğlu insanları aydınlatmayı başardı. İslâmı Kur'ân ve hadislerin
gölgesinde anlatarak kafalardaki tereddüt ve yalnış dürtüleri kapıların dışına
bırakmalarına vesile oldu ve genç yaşlı her kesimde gönülleri feth eden adam
olarak adını duyurdu.
Sayın Nihat
Hatipoğlu'nu tanıtmadan önce bu kutsal hizmet meşalesini kendisinden devraldığı
merhum babası sayın Haydar Hatipoğlu'nu kısaca tanıtmak istiyorum.
Merhum hoca Haydar
Hatipoğlu 6 Haziran 1926'da Diyarbakır'ın Hazru ilçesinde dünyaya geldi.
Yaklaşık iki asırdan beri beldede irşad görevini yürüttüğü için imam evi
denilen bir tarafta seyit ve öteki taraftan da Ömer'i olan bir sülaleden
gelmektedir. Beşinci babası olan merhum Osman Efendi alim Safi Mezhebine ait
El-envar isimli kaynak Fıkıh kitabından yazdığı iki ciltlik Arapça ifadeli
haşiyeye El-Kümesra adı verilmiştir. Hatta imam evi diye bilinen bu sülaleye
El-Kümesra sülalesi de denilir. Babası Molla Nuri Efendi de otuz yılı aşkın
hizmetinden sonra 1955 yılında Hazru müftüsüyken vefat etmişti. 10, yaşındayken
medrese dili ve usulüne göre Arapça diline başlamış. Bunu bitirdikten sonra
Fıkıh, tefsir ve Akaid usulü din gibi ilimleri okuyarak, tahsilini tamamlamış
ve yirmibeş yaşındayken doğunun iki Aliminden birer ilmi icazet almıştır.
Merhum Haydar Hoca Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hadislerinden sünen-i
İbni Mace'yi tercüme ettiği gibi, Arapça kaynaklarında olmayan nefis bir şerh
yazdı. Sünen İbni Mace-i 10 cilt halinde yayınladı. Haydar Hoca Efendinin
"İslâm Hukuku Tarihi ilmihali, Nereye Gidiyoruz, Ashabdan Öğütler,
Süleyman Ateş Ateşle Oynuyor" adlı eserleri bulunuyor.
Kur'ân sünnet tasavvuf
Selefi Salih'in savunucusu hiçbir baskı karşısında boyun eğmeyen Haydar Hoca
Efendi yapmış olduğu 30 yıllık müftülük görevi sırasında bu ölçülerden asla
taviz vermemiş ve onca baskılar karşısında inanç ve iman gücüyle dimdik ayakta
durmuş ve «Bin defa başımı koparsanız dadaşla Kur'ân ve sünnetten taviz
vermeyeceğim» ve bu kararda bir adım dahi geri atmam demişti ve Haydar Hoca Allah
yolunda irşadın iman kuvvetiyle olduğunu ifade ediyordu. Hoca efendinin bu
yılmaz cesaretide İslâm'ı esaslara donatılmış ve vahtaniyetli bir vaizdi. Çünkü
o asrın vebası olan bilgisizliği yerinde teşhis etmiş ve ona göre insanlara
hizmet vermişti. Allah dostları arifler, her sualin cevabını verirler ve aciz
kalmazlar.
Hz. Ali (r.a.)'dan Hz.
Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Kavrayarak dinleyenin
veya konuşan âlimin hayatından daha değerli bir hayat yoktur. Ey insanlar! Sizler Sulh;
Sükunet devrindesiniz. Zaman süratle
ilerliyor görüyorsunuz gece ve gündüz her yeniyi eskitiyor, her uzağı
yakınlaştırıyor, her va'di gerçekleştiriyor. Öyleyse gelecekteki mücadeleler
için hazırlanın.
Bunun üz erine Mikadâd
[r.a.]:
Ey Allah'ın Resulü
sulh nedir? diye sordu. Hz. Peygamber [s.a.v.] de şöyle buyurdu:
Yakında miadı dolacak
olan bir hazırlanma devresidir. Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman
Kur'ân-ı Kerim'e sanlınız. Çünkü o, şefaat eden ve
şefaati kabul edendir.
Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kur'ân-ı rehber edinirse
Kur'ân onu cennete götürür. Kim de Kur'ân-ı arkasına atarsa Kur'ân'da onu cehenneme
sevk eder. O en hayırlı yolu gösterir. Emirleri açık ve kesindir, boş sözler
değildir. Onun zahiri ve batını vardır. Zahiri açık hükümler batını ise ilimle
anlaşılır. Manaları çok derindir güzellikleri sayılmaz, âlimler ona doymazlar.
O hakikate ulaşmak için Allah'ın sağlam ipidir. Dosdoğru yoldur. Cinlerin
duydukları zaman hayretten.
«Doğrusu biz, doğru
yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik ve hemen inandık ve artık
Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız» dedikleri hakikatdır. [1]
Her şeyi Kur'ân'la
hüküm edenler, adalet yapmış olurlar. Kim onunla amel ederse dosdoğru yola
iletilir. Onda hidayet kandilleri vardır. Hikmet nurları vardır. O insanı
gerçeğe sevk eder.[2]
Alimler bizlere
Allah'ın bir lütfudur. Onların rehberliğiyle hak yolunun istikametini bulur ve
onların tasavvuf hizmetiyle de nefsi terbiye ederiz. Haydar Hoca Efendi'de
tasavvuf hizmetiyle çeşitli bedellerde İslâmi ilimleri ile bu hizmete ikâmet etmişti.
İmamı Malik'den gelen
bir rivayete göre Ömer b. Hattab [r.a.] şöyle demişti:
İnsanların en
faziletlisi; muttaki olanlardır. Kişinin asaleti, dinidir. İyiliği ahlâki
durumudur. Cesaretli kimseler tanıdıkları ise ana-babalarmı bile müdafaa
etmeden kaçarlar. Servet dünyada insanlara bir değer kazandırır. Fazilet ise
takva iledir. Sen ne İranlı ne bir Nebatlı ne de başka bir milletten daha üstün
değilsin, üstünlük sadece takva iledir.[3]
Haydar Hoca Efendi
insanları İsiâmm esaslarını tatbike davet etmişti, Üstad ümmete dünya ve
ahiretleri için gerekli olan Kur'ân ve sünnet ilminin gölgesinde hizmeti
ilahiyeyi sürdürmüştür. Çünkü alimlerin kavgası «ya biz», «ya siz» değil onların
murat ettiği tek şey Allah'ın Kur'ân'da ve dinde olan temel esasların makul
kılınmasıdır.
«Ya biz veya siz
[İkimizden biri ya doğru yol üzerinde, yahut açık bir sapıklıktayız.(düşünün)]»[4]
«Allah'a iman ve
itaate karşı büyüklük tasla-yanlar, zayıf sayılanlara: «Size hidayet geldikten
sonra sizi biz mi imandan çevirdik? Bilakis, siz zaten günahkâr kimselerdiniz.»
derler.[5]
Alimler, insanların
fıtratlarına uygun ıslah ve terbiye metotlarını geliştirirler. Çünkü İslâm dininin
bütün gereksinmeleri Kur'ân ve sünnete bağlıdır. Hak yolun adabı ve usulü
Kur'ân ve sünnetin usulüdür. İşte bu ilim irfan önderleri İslâm aleminde
terbiye ve tasavvuf medreselerini de kurarak
önce nefsleri terbiye
ederler ve sonrada Kur'ân ve sünnet
ilmiyle irşada çalışırlar. Tıpkı Nihat Hatipoğlu'nun hem babası aynı zamanda
kendisinin tasavvuf hocası olan Haydar Hatipoğlu'nda ilahi hizmeti devr aldığı
gibi. Alimler Allah'ın yüce emaneti Kuran ve hadislerin açıklamalarını
bizlere taşıdılar. Bu terbiye yolunu ve usulüyle birlikte bu günümüze kadar
ulaştırdılar elhamdülillah. Çünkü kalbin gaflet ve kötülüklerden temizlenmesi,
nefsin terbiye edilmesinin merkezide yine tasavvuf mektepleridir. Bunun içinde
Allah'ın yer yüzündeki şahidi ve halifesi olan ariflere hürmet kalpteki
takvadan ileri gelir. Hak yolunun rehberleri olan Allah dostları, insanlara
bir lütuf ve bir rahmettir. Fakat birde yine insanların içinde yetişen ve
tasavvuf ilminden nasipsiz ve ruhsatsız kötü niyetli bilginlerde vardır.
«Kur'ân ve sünnetin
çizgisinden ayrılmam» diyen merhum Haydar Efendi biliyordu ki Allah'u Teala
her daim sadıkların dostu ve yardımcısıdır.
Hz. İbn-i Mesud:
«Nezdinizde hangi ilmi makbuldür?» sorusuna cevaben: «Kur'ân ve sünnet ilmini
gayet severim,» diye cevap vermiştir.
Nihat Hatipoğlu
hocamız diyor ki:
«Babam Haydar Hatipoğlu
hocam çok büyük bir iman şecaatini ilan eden bir hal ve tasavvufa sahipti.»
Salihlerin hallerinde
her zaman bir güzellik vardır. Çünkü onlar keşşaf tefsirin sahibidirler.
Allah'a yakın olanların yakınlık ehli, Alemin Fahri'ni kalp gözünün içinde
temûl ve tasvir ederek selâm verilir. İşte bu nakilin ifadeside, veli olan ve
onun ruhaniyeti bakımından farklı hallere bürün-mesi mümkündür bu da kalbin
içindeki güzellikler, bedenin şanına yansıtır. Çünkü insanlar arasında
mertebe tabaka tabakadır. «Allah'a (yaklaşmaya) vesile arayın» ayeti kerimeden
de anlaşılır ki tanzim eden dileyen Allah bunu tebliğ eden elçi peygamber,
irşad eden alimlerdir.
«Bizim uğrumuzda cihad
edenlere elbette yollarımızı açarız ve hidayet ederiz.» [6]
İşte ne yazık ki
bizler bu mümtaz zatların hayatlarım yazarken bile milyonlarca mesafe uzaklardayız
bu makamlarda.
«İnsan, ancak
çalıştığına erişir» ayeti kerimesi de bu gerçeği doğruluyor. Çünkü bencilin
kalbindeki maraz onun basiretini zehirleyip kör ederken alimin kalbindeki iman
gücü onun sıfatına yansır önce nurani bir yüzün ardında da olağan hal ve
kerametlere de şahid olunur.
Allah'u Teala kendi
muhab betiyle bezendirdiği dostlarının irşadıyla bizleri şereflendirdiği gibi,
onlar ebedi hayata göç ederken de onların binbir güzel nasihatlarla bezenmiş
öğüt ve hisse alacağımız anılarıyla da faydalanabiliyoruz. Onun için Allah
dostlarını bir dergah ve derya kabul edelim.
«Haberiniz olsun ki
Allah'ın velilerine [dostlarıma] hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de
değiller.» [7]
«Resulüm insanları
Rabbinin yoluna hikmetli öğütle davet et. Onlarla en güzel surette münakaşa,
mübahese et.[8]
Dine sahip çıkmak
böyledir. Çünkü «Din ve inanç meselesi bir şekil ve formalite meselesi değildir.
Bilakisdin edinme, emre uyma, bir nizamı benimseme ve sahiplenme meselesidir ve
bunun için de Allah'ın nizamından önce değildir hiçbir mesele.
Nihat Hatipoğlu köklü
bir sülaleden geldiği için şahsiyeti, ahlak ve terbiyesiyle her kesimden ve her
tabakadan insanların gönüllerine akarak islâmı sevdirmiştir.
Eğer İslâm'ı anlatan
İslâmı yaşamıyorsa, onun söyledikleri ne kadar anlatan için akıcı görünsede
eğer kendisi bu anlattıklarını yaşamıyorsa, O daha ziyade kazanmak yerine
kaybeder. Tesir etmez yalnız söyledikleriyle kalır.
«Akıl, ilahi terbiye
ile mü'minlere yağmur gibi rahmet olurda, lâkin ilahi gazaba, sille-i Rahmâ-
ni-ye müstehak olana
damlası düşmez.» [Mesnevi]
İnsanlar birkez daha
şahid oldular, büyüklerin cihadına: Muhterem Haydar Hoca ve ondan evvelkiler
ve ondan sonrakiler. Bu âlemi fanide insanların sapmasına engel olmuşlardı.
Bir hadisi şerifte: Hz. Peygamber [s.a.v.] buyuruyor ki; «Üç şey vardır ki,
kimde bulunursa imanın tadını bulur. Allah ve Resulünün kendisine
başkalarından daha sevimli olması, bir kimseyi sadece Allah için sevmesi, tekrar
küfüre dönmeyi tıpkı ateşe atılmayı istemediği gibi istememesidir.[9]
Yıl 1995 23 Mayıs gece
yansı biz kendisini Esenboğa havaaîanma getirecek uçağı beklerken sevgililer
sevgilisinin memleketinden gelen bir haberle sarsıldık. Haber kardeşim
Fatih'dendi. Kardeşim Fatih titrek sesiyle bizimde y üreğimizi burkmuştu.
Fatih: «Abi biz babamızı sevdalısının memleketinde damat ettik ve onu sevdalısı
Aşık-ı Maşuk'a Resulullah'a teslim ettik ve inşallahu rahman hane sahibi
Resulullah babamızı cenne-tül Baki'de konuk edecektir.» dedi. O koskoca havaalanı
yüreğimi çok büyük bir buruk acıyla daraltmıştı. İşte o gün elimizden neyin
gittiğini çok iyi anlamıştım. Çünkü onun ünsiyetinin tasavvufun ışığı altında
olmakta farklı bir saadetti bizim için. Ama ne mutlu bize ki, iman ve takvaya
ermiş Haydar Hatipoğlu Hoca Efendi'nin
evladıyız.
Sükûn kudretini elinde
bulunduran rabbim babamın ruhunu müminlerin kutsalı diyarı Medine'de almıştı.
Bu acı yüreğimizi çok derinde sar-stıysada kainatın sahibi emanetini çekip
almıştı. Çünkü insanoğlunun hayatı belirli bir müddete kadar devam eder. Onun
maneviyatında, daima İslâm ve Resûîullah'm hizmeti üalıiyede Allah ve ümmet
için hizmet aşkı vardı. Bu büyük aşkın karşılığında da peygamber (s.a.v.) komşu
olmak varmış.
Ebu Medyen (r.a.)
şöyle buyuruyor: Vecd ehlini ondan men edene de ki: «Sen aşk şarabını içmemiş
isen onu bize bırak.» Ey Mânânın cahili! Ruhlar kavuşmayı arzulayıp onun için
titredikleri zaman, vücud oynayıp zıplar. Kafesteki bülbüle bakmıyor musun
vatanını hatırlayınca ötmeye başlıyor. Kalbinde bulunan üzüntüyü ötmekle silmeye
çalışıyor. O yüzden vücudunun hem içi hem de dışı harekete geçiyor. Kavuşmayı
özlediğinden mütevellid kafeste oynar. Öttüğü zaman akıllı kimseleri harekete
geçirir.
Ey kişi! Aşıkların
ruhu da böyledir. Yüce aleme karşı olan aşıkı onu vecde getirir. Onu sabır
etmeye nasıl zorlayalım, onun içi yanıyor, mânâyı gören sabır edebilir mi? Ey
kaside söyleyerek âşıkları coşturan! Kalk ayağa kaside söyle, sevgilinin
ismini mırıldan, bizi sevindir.
Ariflerin kalbi Allah
zikriyle kavrulurken Allah'a muhalefet edenin kalbi de katıdır.
«Artık Allah (c.c.)
zikrinden kalpleri katılaşmış olanların vay haline.» [10]
«Hakiki iman edenler
ancak o kimsedirler ki Allah (c.c.) anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir.»
[11]
Nihat Hatipoğlu diyor
ki: Haydar Hoca Efendi 1987'de Mısır'a geldiğinde bir anlamda kendisini deneyen
Ezher ulemasının: «Sizin gibi bir alimin Türkiye'de olabileceğini tahmin edemezdik»
demişlerdi. Haydar Hatipoğlu hocamı, canımdan da çok değerli bir varlığımı
kaybettiğimi anlamıştım. İnsan canının da canı kaybettiğinde ki acı hiçbir acı
ile tarif edilemez. İşte benimde içimi izahı zor bir acı sarmıştı. O yoktu
artık bütün dini sahalarda hüccet olan bir alimin toprağa gideceğini biliyordum.
Hz. İsâ (Aleyhisselam)
şöyle buyurmuştur:
«Dünyayı üç gün olarak
kabul et, birincisi dünkü gün; bu gelip gitmiştir. Ondan yana elinde bir şey
yoktur. İkincisi yarınki gün; yarma kavuşacak mısın kavuşmayacak mısın
bilemezsin...
Üçüncüsü de; içinde
bulunduğun gün; o halde bu günün kıymetini bil ve değerlendir.»
Hatta dünya üç saatten
ibarettir. Birincisi geçip giden saat. İkincisi, kavuşup kavuşamayacağını
bilmediğin saat. Üçüncüsü de, içinde bulunduğun saattir. O halde bu saatin
kıymetini bil ve değerlendir.
Hatta dünya üç
nefesten ibarettir. Birincisi geçip giden nefes, ikincisi, kavuşup kavuşamayacağını
bilmediğin nefes. Üçüncüsü de, almakta olduğun nefestir. Zira, senin sahip olacağın,
tek nefesten ibrettir. O halde bu tek nefes içinde, itaat işlerine koş ki boşa
gidermeyesin...
Ölümden, o nefesi
tövbeye ver bilemezsin, belki de ikinci nefese geçmeden Ölmüş olursun... Bunun
için ölümü alimler ölümü her an gelecekmiş gibi beklerler ve hatta dünyadayken
dünya geçiminden ziyade ahiretin tedariği için çalışırlar. Nihat Hatip
oğlu'nunda ifade ettiği gibi, «Onun vakkatı mutlak; olan ölümle aramızdan
ayrılıp özümüz olan toprakla bütünleşeceğini biliyorduk.» demesi gibidir.
İnsanoğlu için ahiret
yurdu ebedüi ebede bakiyken: Bu yalan dünyanın afiyetinin insana faydası
nedir ki?
Muhterem Haydar hoca
medeni il ve ilçelerde islâm ilminden her hâdiseye mütakip alâkadar olarak
vazifeyi ilahiyeyi sürdürmüştü ve ömrünün son deminde de çok sevdiği ve büyük
bir gönül bağı ile bağlı olduğu sevgililer sevgilisine kavuşmuştu. Çünkü
ravzayı mutteharayi son ziyaretinde, yüreğinde büyük bir buruklukla ayrılırken
bedeni peygamber aşkıyla doîu yüreği ravzayı muta-harada kalmış gibiydi. O
herkes gibi ziyaretini yapmış ana yurdu Türkiye'ye dönmek için hazırlanmıştı.
Ama Medine'nin maneviyatı onu sarmış ve geçit vermemişti.
Babam Haydar Hocam hep
Medine'liydi zaten, O hep Ravzayı Mutahhara'nin civarında gibiydi.
Bizim yanımızda
gördüğümüz yalnız fiziki bedeniydi. Çünkü onun attığı her adımda otururken,
yatarken, yemek yerken bile ordaydı. Kitap okurken hitabe gibi okurdu,
kürsüdeyken Kur'ân ve sünnetin gölgesinde teslim bir şekilde hitap ediyordu.
Babamın bu hallerine Allah (c.c.)'de şahitti ki Hz. Muhammed (s.a.v.j adını
andığı her zaman boğazı düğümlenir ve ses tonu hemen değişir. Kısık ve buruk
çıkar, gözleri kızarır ve buğulu gözlerle Resulullahın suretini seyreder gibi
bakardı. Gece namazlarına kalkar Resiilullah'ı anlatan kasideleri mırıldanır
ve sabahlara kadar namaz lalardı. Sabahları onun namaz kıldığı seccadesine
elimizi sürdüğümüzde seccadenin secde edildiği kısmı her zaman ıpıslak
görürdük. Bense onu hep hayyattaken gördüğüm gibi hatırlayacağım. Çünkü Ö'nu
ya kütüphadesinde kitap karıştırıp notlar alırken görüyor veya gözyaşları
içinde hadis açıklarken görüyordum. Onun yüreğinde ki ilahi sevdadan çıkan
gözyaşlarına hakim olamıyor ve billur billur sakalından akan gözyaşlarına
rağmen bizden birini görse veya ziyaretine biri gelse o yaşlı gözlerle bile
tebessüm eder gönül alırdı. O Kuran okurken bazı ayetlerde Hz. Ömer gibi hüngür
hüngür sesle ağlar, o ayetleri tekrar tekrar okurdu.
Hz. Ömer b. El-Hattab,
Sure-i Tekvir'in okunduğunda: «Ta ki herkesin işlemiş olduğu amellerin tespit
edildiği defterler hesap için açıldığı zaman» [12]
okuyabilmişti. Sonra bayılıp yere düşmüştü. Bir saat kadar o hal üzere yerde
kaldı.
Selmanı Fârisi bir gün
Hicr suresinin kırk üçüncü ayetinin okunduğunu duydu. «Şüphesiz ki cehennem, o
azgınların hepsine vaad olunan yerdir.» [13]
Bağırıp ellerim başının üzerine koyup çıktı. Çölde belirli bir zaman bu hal
üzere gezip dolaştı.
Bu alemî fani olan
vesileler dünyasında bir kötü intiba bırakanlar vardır. Bir de hizmetleriyle
aydınlık izler, iyi intiba ve eser bırakanlar vardır.
İman gücüyle nasıl
dimdik ayakta durulur. Biz ondan öğrendik. Sahabilerin yolunu takip ediyordu.
Çünkü o hiçbir zaman geriye adım atmadı ve gölgelere sığınmadı. O Kur'ân-ın
gölgesinde Allah'ın dini İslâmı anlatırken ne zorbalardan ne de kendisini kınayacaklar
diye hiçbir çekince yaşamadı.
Allah şahittir, Allah
şahittir üstadım hocam hep Kur'ân sünnet ve adalet ölçüsünde yaşadın ailesi
içinde hiçbir günaha harama asla müsade etmedi.
Sen ömrünün son
deminin zamanını da hissetmiştin. Senden sonra duyduk ki helallik almış ve
«Medinede inşallah kalırım» hacetinde bulunmuşsun. Seni kaybettikten sonrada
kerametli hallerini duyduk ve o burukluklar içinde bile nasıl büyük bir değere
sahip olduğumuzu anladık.
Biz senden hep
razıydık ve Allahu (c.c.)'nunda senden sayısız razı olsun inşallah.
Babam vefat etmişti
herkes üzgün ve içimizde ki babamın eksikliği ifade edilmeyecek kadar büyüktü.
Bize başsağlığma gelenlerde farklı farklı şeyler duyuyorduk. O kimine «Bu sene
inşallah bu sefer Medine'de kalacağım» demişti. Kimine de: «Resûlullah'a bir
arzuhalim var, inşallah bu sefer cevap alacağım» demişti, kimine; «Medine'den
firak benim içimi yakıyor. Ben ne zaman Âşkım Maşuk'a komşu olacağım,
bekliyorum» demiş.
Babam vefat ederkende
bize ders verdi. Yaşadığın zaman nasıl ki insanlara hak yolunda kılavuz oldun
ölürken bile gönlümüzü hakikat ve na-sihatlarla doldurdun. Biz ölümün zamansız
ve mekansız bir vakk'a olduğunu biliyorduk. Ama biz yinede onu her zamanki gibi
tekrar aramıza döneceğini ümit etmiştik. 18 Mayıs günü Medine'den Türkiye'ye
dönecekti. Fakat kalbinden rahatsızlandığından dolayı 25'ine ertelendi. Ama
biz onun bir an önce getirilmesi için girişimlerde bulunduk ve aynı zamanda
Medine'de bulunan, kardeşim, diyanetin görevlileriyle, Medine'li bazı aracılarla
birlikte herkes seferber olmuş, 18:30 uçağı olmasına rağmen onun gönlü 22:30
uçağında kalmıştı. Annem diyor ki, baban Resûlullah'a son ziyaretini yapıp
arabaya bindiğinde gözleri arkada dönüp-dönüp Ravza-yı Mutahhara'ya bakıyor ve
orada kopmak istemiyorcasma hüngür hüngür ağlıyordu. Havaalanına geldik ve
eşyalarla hiç ilgilenmiyordu. Ben kendisine «Niçin eşyalarla ilgilenmiyorsun,
sendeki bu halin sebebi ne? dediğimde, bana: «Sen hiç merak etme hatun eşyaların
gidecek» dedi. Haydar Efendi dünyayı gözünde bitirmiş ve tek bir haceti vardı
milyonlarca müminlerin gelip gözyaşları içinde maneviyatın nuruyla bezendiği
bu kutsal beldede sevgiliye komşu olmaktı. Oturdu ve gözyaşlannı silerek
cüzdanındaki paralan çıkanp oradaki Kamil Bey'e vermek istedi. Kamil Bey:
«Aman hocam, paran sana lazım olur» desede yanındaki bin dolan Kamil Bey'e
verip: «Al bunu evlat, benim bundan sonra para ile işim bitti» dedi.
Yanındakiler yine anlamamışlardı ve sıra turnikeden geçmeye gelmişti. Uçak
23:30'a ertelendi ve herkes uçağa götürülmek için otobüse alınırken, doktor
Mecnun Bey'in ve ötekilerin şehadetiyle binmemeye çalışıyordular. Ayaklan
gitmiyordu. Son anda doktora: «abdest alalım» dedi. Abdest aldılar ve herkes
uçağa binmeye hazırlanırken onlar oturdular. Onları görenler diyor ki:
«Hocamız bir haber bekliyormuş gibi duruyordu.» Doktor Haydar hocaya: «Bu kaçıncı haccınız
hocam» diye sordu. Haydar efendi gülümseyerek elini sallayıp «Bundan sonra
sayılmaz gayn» dedi. Yine kimse anlamamıştı. O ravzayı mutahharada îslâmm
sancaktan ve Allah'ın sadık yerinde kalmayı hacet etmiş ve Allah'ın bize
emaneti olan ruhunu oracıkta teslim edip ikinci hayat ölümü o kutsal belde de
yaşamak istiyordu. Kimse onun halini anlamamıştı. Ama o kendini ve halini çok
iyi biliyordu ki, orada hac mevsiminde oraya defnedilen kıyamete kadar hac
yapar. Haydar efendi kısa bir müddet sonra başını yana çevirdi ve sanki
beklediği elçiyi görmüş gibiydi ve sıcak bir tebessümle sandalyenin üzerine
eğildi ve sanki uykuya dalmış gibi ne bir çırpmış ne de sekerat hali olmadı.
Ordaki hacılar tekbir getirdiler. Onu öptüler, ağladılar ve müjdelediler.
Herkeste bir telaş ve buruk bir hüzün mevcuttu. O kafiledekiler dediler ki,
«Hocamızı pasaport işlemi bittiği için kendisini uçağa alıp Türkiye'ye
götürelim» Bu sefer cebindeki pasaport durup dururken kayboldu ve uçak tam bir
saat onun için ertelendi. Pasaportu bulamadılar. Bulmuş olsalardı. Haydar
hocayı ana vatanı Türkiye'ye getireceklerdi. Fakat bu seferde o, çok istediği
yardan ve diyardan uzak olacaktı. Allah'u tealamn ilahi takdiri ile o kutsal
belde de kaldı.
Allah dostlan yer
yüzünde, ikinci hayat kabirlerine intikal etselerde onların nurlu ruhaniyeti
yine alemi hayattadır ve kendilerini ziyaret edenleri bilirler ve tanırlar.
«Allah tevekkül
edenleri sever.» [14]
Onun için Allah'ın
sevdiklerini bizde seveceğiz
Uçak kalktı. Baktılar
ki kaybolan pasaport cebinde. Halbuki o cebe defalarca bakılmıştı. Fakat
Allah'u Zülcelal kendi murat ettiği yerde bırakmıştı onu.
O gün sabah namazında
Mescid-i Saadet'te bir onun cenazesi vardı. Babamın cenazesine bütün cemaat
katılmış ve görevliler bu sayının yüz-binin çok üzerinde olduğu söylendi. Onu
Hz. Osman'a yakın bir bölgede toprağa verdiler. Onu gören herkes son üç-dört
gün içinde yüzünün sakalında daha beyaz hale geldiğini söylüyorlardı. Dr.
Salih Bey: «Son bir gününde hocamın dünyayla bütün irtibatı kesilmiş. Bunun
kelimelerle izah mümkün değil. Sanki vücut yok, ruh var gibiydi» diyordu.
Medine'ye Mescidi Saadet'in yanma, Cennetü'l Baki'ye defnin manevi hazırlığı
olsa gerek bu diyordu.
Nihat Hatipoğlu o
akıcı uslubüyle şöyle devam ediyor:
«Babam! Ben seni
övmüyorum. Ben yanlız Allah'ın Resulüne senin aşkı sevdanı övüyorum.!
Ben yalnız Allah'ın
habîbiniıı seni ne güzel kabul buyurduğunu övüyorum!
Ben her gün binlerce
insanın Allah diye gözyaşları döktükleri o kutsal topraklan övüyorum!
Ben senin sahabelere
komşu olma şerefine eriştiğini övüyorum,
Allah'da murad ederse
orda Resuluîîah'ın yanında ebedi kalmak istiyorum deyipte o arzunun kabul
oluşunu övüyorum!
Sen yer yüzünün kutsal
beldesinde ve kalplerin yalnız Allah Resululîah dediği yerde! Sen hane
edinmişsin zümrüt tepelerinin eteklerinde!
Dünyada kaç kişi erer
bu şerefe bilmem! Canlar coşup orda Îebbeyk seslerin kanşır her derde deva
olan kevsere! Sen de biliyorsun ya bu belde akın akın çağlayan bir insan seli!
Yıllarca ben senin bab-ı hasretinde kavruldum durdum.
Sana ülfet yağdı bize
senden dolayı iltifat!
Sen Medine'den kabul
gördün biz ise ayrılıktan habersiz hasretle senin yolunu bekledik! İşte bu
süpriz firakın bizi çok derinden yaraladı. Bunun içindir ki, hem yüreğim hem
de dilim yaralı!
Belki söylemedim.
Sende duymadın. Ama bilesin ki ben hep sana hayrandım ve her daim o buğulu
bakişlann tesirinde kaldım.
Sen dünyayı ardına
attın ve Kur'ân'm gölgesinde yürüdün. Senden bize miras bu kutsal davanın
devamı kaldı. Bizde nasiplendik bir katre elhamdülillah!
Rahmetle doğdun her
insan gibi yine rahmetler içerisinde davanı sürdürdün ve yine rahmetler içerisinde
Rahmana döndün. Çünkü binlerce hacılann dua ve Fatihalanyla gömüldün! Bitti
senin için dünya kasveti bitti. Şimdi eminim ki kabrin nurlarla doludur.
Sevgili babam, üstadım
seni o aydın nasihatlarınla hatırlayacağım.
Senin İbn-i Mace-yi
bitirdiğin günü hatırlıyorum. Ah, diye bağırmış ve tam bir saat ağlamıştın.
Biz bu haline üzülmüş, yanına gitmeyi istedik. Ama Annem bizi bulunduğun odaya
almamıştı. Biz anneme sana ne oldu dedik. Annem bize: «Babanız diyorki; İbn-i
Mace'yi yazdıkça her gece Re-sulullah'm yanındayım. Ya bundan sonra ben onsuz
ne yaparım? diye ağlıyor.» demişti.
Senin firakın bitti
vuslat oldun. Ashabın kucağında Cennefül-Baki ehlinde verilecek umumi ve vacip
olan şefaati bekliyorsun. Şimdi biz Firakı yaşıyoruz. Bu firak senin sevgilin
olan Allah Resulüne kavuştuğumuz gün bitecek demek cüretini kendimde
bulamıyorum.
Cenazeni görenler,
seni yıkayan Molla Burhan, hep senin o güzel yüzünle tebessüm ettiğini
söylüyorlar. Onu öptük de öptük diyorlar. Ah keşke bana da nasip
olsaydı. Sana sarılıp öpüp koklamak. Seni morga koyanlar diyor ki, «Biz hocamızı
morga koyduğumuzda morga güzel bir nis-bet kokusu girdi» dediler. Herkes bana;
«Ah babanın yüzünü görseydin keşke» dediler. Göreceğim inşallah. Firakın
bittiği vuslat gününde göreceğim babam.
Bize verdiğin
nasihatlannı tutup bize bıraktığın değerli eserlerine sahip çıkacağım senin bıraktığın
yerlere senin vukufiy e tinden çok uzak ama olsun daima bakacağım. Sana evlat
olmanın gururunu yaşıyorum ve senin ismini şerefle taşıyacağım. Senin bize
öğrettiğini yaşayıp ve senin çizginden ayrılmayacağız. Sen bize Kur'ân gölgesinde
ve sünnetin çizgisinde nasıl yaşanın öğrettin.
Çünkü sen bize
Resûlullah'a nasıl aşık olunabileceğini gösterdin. Resûlullah'a ve Hz. Ömer'e
dayanan soyunla sen makamını buldun.
Allah, rahmetini sana
o kadar çok ihsan etmişti ki, birçok insanlarla birlikte diyanet işleri
mensupları bile sana pek çok hatimler okutmuştu ve bununla birlikte birçok
yerde gıyabi cenaze namazını kılmışlardı. Seni tanıyan herkes senden razı
olduğunu söylediler. Ben senden razıyım Allah'da senden sayısız razı olsun.
Ravza-i Mutahhara'mn sahibine salat ve selâm olsun, Baki'nin sakinlerine rahmet
ve selâm olsun.
Resûlullah (s.a.v.)'a
komşu olan ve vefat ederken bize birçok ibret ve nasihat veren bir babanın
evladı olmak kolay değil. Bütün dini sahalarda hüccet olan ilmiyle Ezher
ulemasını bile şaşırtmıştı. Babam, her daim Kur'ânın gölgesinde ve sünneti
seniye'nin çizgisinde hatırlayacağım seni.
Babam yanında
Resûlullah (s.a.v.)'m ismi zik-redildiğinde saatlerce hüngür hüngür ağlardı ve
derdi ki: «İslam dini, cehaletin çehresini değiştirip yeni bir alem kurmak için
gelmiştir. Fakat Kur'ân din ve inanç anlayışı sadece bir zamana mahsus olarakta
gelmemiştir. İslâm ve Kur'ân'm hükümleri kıyamete kadardır» derdi ve asla bu
konuda açık ve tavizde vermedi. Çünkü biliyordu ki kula kul olmaktan daha kötü
bir alçalış yoktur. Ona vazifesiyle ilgili yalnış bir müdahalede derdi ki:
«Dinin üzerinde yalnız Allah'u Zülcelal'in hakimiyeti ancak mevzu bahs olur.
Biz ancak size uygun olan görüşü değil Allah'ın emri ve kati gördüğümüz
beyanları sunarız. Çünkü biliyorum ki, Allah'ın muradını Allah'tan daha iyi
bilen olmaz. Bilesiniz ki Kur'ân öğüt vermek ve uyarmak için indirilmiştir ve
günümüzün modern cahiliyetide bu dinin temel esaslarını yıkamaz.»
«Sen hep Ehl-i
delaletin şerrinden Allah'a sığındın. Senin ufkun hep aydınlıktı ve dünyada
başka dünyaydı. Çünkü Allah'a ve Resûlullah'a karşı olan muhabbetin ve coşkun
vücuduna sığmıyordu.»
Nihat Hatipoğlu diyor
ki: «Babamda ön plana çıkan şey, îsiâmi şuur ve sevgi şuuruydu. Sanıyorum
Allah (c.c.) ve Hz. Peygamber
(s.a.v.)'imize olan sevgisi, bize olan sevgisini de kat kat fazla-laştırdı.
Bize olan ilgisi sadece evlat sevgisi gibi değil, evlatlarının ahirette sıkıntı
görmemesi şeklinde de hayatımıza yansıdı. Onu öyle anladı ve öyle uygulattı
bize. Babam Haydar Efendi'nin hayatı çok sadeydi. O her zaman güler yüzlü
şefkatli ve merhametliydi. Önüne gelen herkese tebessüm ederdi. Onun hayatı
daima Kur'ân ve hadislerin gölgesinde yeşerdi ve dört mezhebin tümünü
karşılaştırmalı olarak da bilirdi. Fakat fetva verirken de takvayı esas
alırdı. O ruhsatı değil, azimeti esas alırdı. Tasavvufun kâmil bir insanda görmek
istediği şeyi, adı konmamış şekilde biz onun hayatında görürdük. Adı konmamıştı
belki. Adını koymayı istemiyordu. Bazı şeyler onda sır halde kalıyordu. Mesela
odasına çekilirdi. Bizden uzak şekilde. Sabah namazından sonra odasına gittiğimizde
seccadesini ıslak bulurduk.
Onda, mana
literatürümüzde, keramet dediğimiz birçok şeyi biz görüyorduk. Mesela bir
örnek anlatalım. Hadis çalışırken kitaplarını soluna koyar ve gider odasında
yatardı gece teheccüde kalkmak için.
Annem anlatıyor: «Gece
bir ihtiyaç için kalktım. Baktım ki, salonun ışığı açık salona girdiğimde;
«Şeyda hâlâ yatmadın mı?» dedim. Saat geceyarısı 3-4 civarı. Baktım ki, kitabın
başında birisi oturuyor. Babana benziyor, fakat baban değildi. Bana baktı ve
gülümsedi.» Annem bunu görünce bağırarak kaçıyor. Annemin bağırmasıyla hepimiz
uyandık. Rahmetli babam odasından çıktı. «Hatun ne oldu?» dedi. Annem cevaben;
«Hem ordasın, hem burdasm!» Bunun üzerine babam anneme; «Sus, sus! Yok bir şey»
dedi. Bu halleri çok vardı. İbn-i Mace'yi şerhederken tereddütü olduğunda
lügatlere bakar, ama kalbi mutmain değilse istihareye yatardı ve gece geç
saatlerde kalkar yazardı.
Bir gün İbn-i Mace'yi
şerhederken ona ben katiplik yapıyordum. O esnada çok ilginç bir hadisle
karşılaştım. «Kimin gücü yetiyorsa Medine'de ölsün. Çünkü ben Medine'de ölene şefaat
edeceğim» diyordu, hadis-i şerifte Hz. Peygamber, Babama: «Nasıl ölsün?» diye
sorduğumda: «Oğul, Al-lah'u Alem insan hastalanırsa oradan çıkmasın, orada
ölsün» dedi. Babamızın bize müthiş bir sevgisi vardı. Ama Resulullah'ın
sevgisi daha ağır bastı. Bazı insan lütuf kapılarını zorlar ya, lütuf böyle
tecelli eder mi diye. Ben hep onu Medine konusunda öyle gördüm.
İlginç bir örnek
aktarayım. Vefatından önce bir şey yazmış. Ben o sırada Almanya'daydım. Daha
önce de defalarca Hacca gitmesine rağmen beni vekil tayin etmemişti. Vaazında
«Ben Resulullar dilekçe verdim. Geçen senelerde kabul etmedi. Bu sene inşallah
kabul eder» sözleri çok manidardı.
Biz kendisini
ağabeyimle yolcu etmeye gittiğimizde ilginç bir hadise gelişti. Biz büyüdükten
sonra bizi hiç öpmeyen babamız, elini başımıza sürer, «namazınıza dikkat edin»
derdi. Bu defa elini öptüğümüzde, ağabeyim ve benim yanaklarımızdan öpüp dedi
ki: «İstikametinize dikkat edin. Çünkü vuslat zamanı gelip çatıyor...» diyordu.
Benim vazifeyi
ilahiyedeki hizmetim Kur'ân, sünnetin bereketiyle oluşan bir tasavvuftur zannediyorum.
Karşılaştığım bazı insanlar övgü mahiyetinde bana;
«Hocam şöyle güzel,
böyle güzel konuşuyorsunuz dediklerinde, bundan ruhen rahatsızlık duyuyorum
şahsen. Çünkü sen, ben konuşmuyoruz aslında. Mevlam hakkı ve hakikatleri
benimseyen ve ilahi hakikati sevdiklerine aktaranı vesile kılar ve asıl marifet
verendendir anlatanda değil. Çünkü önemli olan aktarılanların büyüklüğüdür. Burada
sözü söyleyen değil sözü söyleten önemlidir. Bazı şeylerin kesbi değil, vehbi
olduğuna inanıyorum. Rahmetli babam pek piyasaya çıkmazdı. O, gölgede kaldı ve
tanınmamaya çalıştı ve yakınlarının dışında kimsenin de kendisim keşfetmesini
istemedi hiçbir zaman»
İmam-ı Safinin de
dediği gibi: «Kimse bana nispet edilmesin, bütün iyi sözleri ben söyleyemem.
Benim tarzım da odur. Ben istiyorum ki, İslâm'ı tebliğ edeyim, Hz. Peygamberi
anlatayım, ama beni örnek edinmesinler. Biz örnek değiliz.»
«İlerde hadisler çok
inkar edilecek...» Rahmetli babam da demişti ki:
«İlerde hadisler çok
inkar edilecek oğlum onun için o konuda yoğunlaş.» Ben de bu kaleme aldığım on
eserimde Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılmasında hadislerin üzerinde çalışmaya ağırlık
verdim.
Alimler yetiştirmek
için, yetişirler vermek için alırlar ve bilirler ki, Allah yolunda cihat ve
hizmet farzdır. Nihat Hatipoğlu diyor ki:
Nasipsiz kalanlara
kucak açmalıyız. Çünkü Türkiye hızla
değişiyor. Cami vaazlarından istifade edebilme sınırlıdır. Ben de yıllarca
camilerde vaaz ettim. Onun mutlaka kalması gerekir. Çünkü, Hz. Peygamber'in (s.a.v.)
sünnetidir, mescid ve cami hitabesi. Ama
dini hizmetin, toplumu uyarma
hizmetinin, birliği sağlamadaki adımlan atmanın yolu sadece camilerle sınırlıdır.
Ben de yıllarca camilerde vaaz etüm, onun mutlaka kalması gerekir."
Camiye gelmeyen büyük bir gençlik kitlesi var, onlar nasipsiz kalabiliyorlar.
Bunlara sizin gitmeniz gerekir. Demek ki, camideki hitabeler ve arz yeterli
değil artık. Güncelleşmiyor. Burada hoca efendilerin suçu yok. Çünkü onlar magazin
konusu olmak istemiyorlar. Onun için belli standartları var, ona uygun hareket
etmek zorundalar. Biz daha ılımlı ve hoşgörü içerisinde her kesimden
insanlara hitap ederek kazanmaya çalışıyoruz.
İlk kez dini
sohbetlerde fon müziği kullanma geleneğini biz başlattık. Başlangıçta itiraz
edenler oldu. Fakat durumu izah edince itirazlar, övgüye dönüştü. Zaten
ayetler okunurken fon
müziği kullanmıyoruz dikkat
ederseniz. Şuna inanıyorum. Hayat tarzımızla
anlattıklarımızın örtüşmesi iazım. İnanmadığım şeyi asla söylemem. Yaşamadığım
şeyi de söyleyemem. Yani hissetmediğim, duymadığım, sevmediğim hiçbir şeyi
kimse bana söyletemez. Mesela öğrencilik hayatımda kendime bir haftayı Musab
haftası ilan ederdim. Musab'ı incelerdim; otururken, yürürken, otobüste. Bazen
gözyaşlarını akardı farkında olmadan. Belki çevremdekiler diyorlardı, bu adam
deli mi diye? Kendi kendine ağlıyor. Ama o bir hafta Hz. Musab'Ia beraber
oldum sanki. İkinci hafta Ebuzer Gıfari, onun karakterini ben hayatıma tatbik
ediyordum. Yani her bir sahabeden polenler gibi bir şeyler alıyordum. Onların
ruh alemine yaklaştıkça, sizin hayat ikliminizde nokta nokta bir şeylerin
oluştuğunu hissediyorsunuz. Bugün
ortaya çıkmıyor ama 10 yıl sonra
20 yıl sonra ortaya çıkıyor. Ondan sonra sizi konuşturuyor.
Bir gün yahudi bir
vatandaş beni aradı.
«Din hakkında bilgim
yok. İslam diniyle ilgim yok. Bir dostumun sizin programınızla ilgili uyarısı
üzerine, sahurda kalktım, sizi üç gündür dinliyorum. Hayatımda gözlerimden ilk
kez yaş aktığını görüyorum» diyordu. Bunu Yahudi söylüyor, müslüman daha çok
söyleyecektir tabi.
Almanya'da program
yapıyoruz. Programa beni dinlemeye gelen gençler, yanlarında birde Alman
gencini getirmişlerdi. Salon tıklım tıklım dolu. Çok duygulu bir konuşma oldu.
Hemen hemen salonun tümü gözyaşları içerisinde dinlediler. Programın
bitiminde baktım, Alman
genci orada duruyor. Elinde dört tane kasetim vardı. Bana dediler ki,
hocam bu genç seninle tanışmak istiyor. Alman gencin gözleri ağlamaktan kızarmıştı.
Bu delikanlı neden ağlamış diye sordum onlara. Cevap ise çok ilginçti: «Baktım
hepiniz ağlıyorsunuz, benimde içimde bir duygu belirdi ve dedi ki sen de
bunlarla beraber ağla... Onun için ağladım.»
Elindeki kasetleri
neden aldığını sorduğumda; «Bunlarda da aynısı vardır diye aldım» dedi.
«Müslüman olmayı
düşünür müsün?» diye sorduğumda:
«İnşallah bir gün
Müslüman olacağım, adımda Abdullah olacak» dedi ve bu beni çok etkiledi. Ancak
buna benzer binlerce güzel tesadüfler var.
Alman genci anlamadığı
halde en az anlayanlar kadar belkide daha fazlasını almıştı. İslâm kelimesi
teslim kelimesi olduğu için Alman gencininde yüreği teslim olmuş ve neye
ağladığını bilmediği halde o batılın vebasını gideren İslâmı dinlerken de onu
çepe çevre saran batılın kabuklan çatlamış
ve yerini hakkaniyet anlayışı
almıştı. Çünkü anlatılan o meseleler islâm ve iman mese-Iesiydi. O
gönüllere akıp kalpleri okşayan sohbet islâmı yani (teslimi) Allah'ın nizamını
anlatıyordu. Onun için o kadar tesir etmişti.
Onlar bilmezler. Çünkü
hak ve hakikatten kopuk yaşarlar. Onların takip ettikleri metot hatalıdır.
Onlar cahiliyeti başlangıç olarak ele alıyorlar ve peygamberin getirdikleri
tevhit akidesini cahili-yetin tekamül etmiş şekli olarak kabul ediyorlar. Onlar
geçmişin suretini taşıyan ve belgeleyen delillere ulaşsalar bile onu görmezden
gelirler. Ama bu vesileler dünyasında Nihat Hatipoglu gibi birileri çıkar
karşılarına ve gerçeklere kapalı olan gönül perdesini aralayıverir işte.
Kiliseleşme yaygınlığı
büyüsede ilmi yönü hâlâ eski metotlara göre sürüp gitmektedir. Çünkü Kur'ân-ı
Kerim sakat olan bu batıl din anlayışının bu dinin ilahi prensiplerine aykırı
olduğunu beyan etmiştir.
Nihat Hatipoglu ve
onun gibi Kur'ân ve hadisin gölgesinde islâmı anlatan üstatlar Allah'ın ilminin
nasipkarlandır. Bunlar vesile mağrurlarıdırlar. Ne ilahi ihsandır ki, Allah
kullarından dilediğine ilmi ve rahmetini ihsan eder ve bunların vesüesiylede
dilediğine hidayet ile mükafatlandırır.
Bunun içinde Arifler
iman Ehli'nin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah kelimesi küçük bir kelime.
içerisinde yer alsa da mana itibariyle sınırsız büyüktür ve asla kelimelere
sığmaz. Arifler de bu gerçeği daima tasavvur etmekteler. Burada bizde onlann
anlattıklarını yani Kur'ân ve sünneti hayatımıza etüt edersek işte o zaman
kazanır ve umumi baki hayatta da kazançlı oluruz.
Nihat Hatipoğlu'da bu
çizgide gönül kazanan manalara değinerek insanlan islâmla buluşturdu. Burada
görüyoruz ki, marifet insanlara şevkat ve merhamet penceresi açarak onlara orada
gerçekleri görmelerini sağlamaktır.
İnsanlardan çok
değişik e-maü ve telefonlar alıyorum. Artist olan insanlardan, değişik mezhep
ve meşrebli insanlardan alıyorum, Medyanın içinden değişik insanlardan
alıyorum. Birçok değişik öğeyi beraber kullandığım için yoğun olarak
memnuniyetini ifade ediyorlar.
Benim konuşmamda iki
şey çok önemlidir. Din ve milli kaygılar. Dolayısıyla çok değişik, aykırı
insanların hemen hemen, tamamında müsbet gelişmelerin tecelli ettiğini
görüyorum. Yani buj kucaklaşmaya davet, insanımız tarafından büyük yankı
buluyor.
İnsanlar özellikle
ilahiyatçılardan da, birbiriyle kavga eden, medyanın karşısında birbirini hırpalayan,
«acaba bu Kur'ân'dan bu kadar din mi çıkar,»
dedirten değil, «Ey Allah'ın
kulları gelin kalplerimizi birleştirin,» diyen
mesajları istiyor. Mesele Nihat Hatipoğlu hoca ola}?! değil, mesele,
kainatın serveri Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.v.)'dir.
O konuşuluyor. O konuşulunca dinlenecek, çaresi yok ki.
Hz. Peygamber'in ismi anıldığında; «Dostun dosta gidişi» gelir aklıma. Çünkü Hz.
Peygamber şöyle diyor: «Başınıza bir
sıkıntı gelince, benim ölümümü hatırlayın. «Yani dostun dosta gidişini
anlatacağım orada. En büyük zât'm hiç kalbini vermediği dünyadan, bedenen
gidişini anlatacağım.» Ben hep şunu söylüyorum dostlarımıza. Öyle
hissediyorum. Bir kişiyken, en dadandığınız anda yarımızda Resûlullah'm
olduğunu düşününüz. İkinciniz o'dur. İki kişiyken yanınızda üçüncünüz o'dur ve
mutlaka yanınızdadır. (Rabanlamında değil. Allah hep yanımızda zaten) Üç kişiyseniz
dördüncünüz Resulullah'tır. Onun için hareketlerinizi Resulullah'la test edin.
Kadir Gecesi'nin
kadrini bilmek lazım. Kadir Gecesi insanlık talihinin de dönüm noktasıdır.
Hz. peygamber hayatında değil
sadece. Çünkü Hz. Peygamber daha olmadan
önce Kadir Gecesi tespit ediliyor ve Kur'ânla özdeş hale getiriliyor. Kadir
Gecesi bir anlamda Müslümanların ufkunda bir hatıradır. Nebevi bir dönemin ve
Cebrail Aleyhisselâm'm yeniden inişinin
bir tecellisidir. Dikkat ederseniz Kadir suresinde «Tenezzelül Me-laiketün
verruhu fiha biznih Rabbihim o gece Melekler ve
ruh iner.» Ruhtan maksat Cebrail Aleyhisselâm'dır. Hiçbir gece
değil o gece iniyor. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)'e o gece indi. O ilk hatıra
sürekli tazeleniyor. Yani Kur'ân hiç eskimiyor Kur'ân ilk gece Hira'da indiği
gibi şu anda, Kadir Gecesi, Kur'ân Medeniyeti'nin dünyaya doğması demektir.
Sadece Kur'ân'm inmesi demek değildir. Kardeşliğin, vahdetin, sevginin, merhametin,
zulme tahammülsüzlüğün, diri diri toprağa gömülen kızların kurtarılması, kadın
haklarının tecellisinin hepsinin başlangıcı, yani miladdır. O aksi durumda
Kadir Gecesini anlamamış oluruz.
Bu kutsal geceyi Hz.
Peygamberin değerlendirdiği gibi değerlendirmek lazım. Hz. Peygamber, Kadir
Gecesi'nde çok dua ederdi. Yani sabaha kadar, fecir vaktine kadar bu fırsatı,
fırsat bilmek lazım.
Kadir Gecesi'nin
gününün gizliliği çok önemli, Ramazan'm tekli ve son on gününde aranması salık
verilir. Ama bazı alimler, Kadir Gecesi'nin yılın her gecesinde aranması
gereğini ifade ederler. Yani her geceyi Kadir Gecesi bilmek lazım. Çünkü önünde
Rahmet, ortasında Mağrifet, sonunda ce-j hennemden Azad Muştusu bulunan bu
mübarek Ramazan ayını iyi değerlendirmek lazım. Merhamet ve şevkat islâm dinin
temel esaslarmd andır. Bunun en iyi örneğide Hz. Muhammed (s.a.v.)dir. Onun
emin ve sadık oluşu şefkatli ve merhametli oluşuda bunun en güzel örneğidir.
Bir gün Hz. Muhammed
(s.a.v.) hutbedeyken Hz. Hasan ve Hüseyin içeri giriyor. Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.) hutbeyi yarıdan kesiyor. Hz. Hasanla Hüseyin'ini omuzlarına
alıyor ve tekrar hutbeye çıkıyor ve Allah'a şöyle niyazda bulunuyor:
«Ya Rabbi, ben bunları
seviyorum sen de on-lan sev.»
Bunun cemaatte meydana
getirdiği şoku düşününüz. Medine toplumunda, bunu bir burada bir hoca
efendinin kendi çocuğu için camide yaptığını düşününüz. O gün hoca efendi
hakkında sayısız dilekçe yazılır. Onun için Resulullah dengeler üstü hesaplar
üstü bir insandı. Hiç kimsede olmayacak bir şey vardı onda. «Eddebenî Rabbîh»
Rabbin terbiye etti. O her çocuğu elini tuttuğunda, kendisinden önce Mekke'de
toprağa gömülen çocukları hatırlıyordu. Bazen diyorlar, İslâm ne getirdi?
Hiçbir şeygetinneseydi, İslâm sadece bir manifesto olsaydı, toprağa gömdüğünüz
çocukları gömmeyin deseydi, bu bile yeterdi insanlar için.
Bu kutsal geceyi Hz.
Peygamberin değerlendirdiği gibi değerlendirmek lazım. Hz. Peygamber, Kadir
Gecesi'nde çok dua ederdi. Yani sabaha kadar, fecir vaktine kadar bu fırsatı,
fırsat bilmek lazım.
Kadir Gecesi'nin
gününün gizliliği çok önemli, Ramazan'm tekli ve son on gününde aranması salık
verilir. Ama bazı alimler, Kadir Gecesi'nin yılın her gecesinde aranması
gereğini ifade ederler. Yani her geceyi Kadir Gecesi bilmek lazım. Çünkü önünde
Rahmet, ortasında Mağrifet, sonunda cehennemden Azad Muştusu bulunan bu
mübarek Ramazan ayını iyi değerlendirmek lazım. Merhamet ve şevkat islâm dinin
temel es asların d andır. Bunun en iyi örneğide Hz. Muhammed (s.a.v.)dir. Onun
emin ve sadık oluşu şefkatli ve merhametli oluşuda bunun en güzel örneğidir.
Bir gün Hz. Muhammed
(s.a.v.) hutbedeyken Hz. Hasan ve Hüseyin içeri giriyor. Peygamberimiz Hz.
Muhammed hutbeyi yarıdan kesiyor. Hz. Hasan'la Hüseyin'ini omuzlarına alıyor ve
tekrar hutbeye çıkıyor ve Allah'a şöyle niyazda bulunuyor:
«Ya Rabbi, ben bunları
seviyorum sen de onlan sev.»
Bunun cemaatte meydana
getirdiği şoku düşününüz. Medine toplumunda, bunu bir burada bir hoca
efendinin kendi çocuğu için camide yaptığını düşününüz. O gün hoca efendi
hakkında sayısız dilekçe yazılır. Onun için Resulullah dengeler üstü hesaplar
üstü bir insandı. Hiç kimsede olmayacak bir şey vardı onda. «Eddebenî Rabbîh»
Rabbin terbiye etti. O her çocuğu elini tuttuğunda, kendisinden önce Mekke'de
toprağa gömülen çocukları hatırlıyordu. Bazen diyorlar, İslâm ne getirdi?
Hiçbir şeygetirmeseydi, İslâm sadece bir manifesto olsaydı, toprağa gömdüğünüz
çocukları gömmeyin deseydi, bu bile yeterdi insanlar için.
«Dostun dostu ve
vefanın en güzel örneğidir o.»
«Hayatın dengesidir o.
Resulullah'ın gölgesinde durduğu, sonradan altında namaz kılman yer haline
getirilen ağacı kesecek kadar dik, ama Hz. Peygamberin geçtiği yerden geçip
izlerini arayacak kadarda hassas.»
Peygamberin utandığı
insan. Melekler bile O'ndan utanıyordu.
«Hz. Ali Ebu Turab
Yani. Toprağın babası»
«Babasının annesi,
Muhabbet fedailerinin en önce geleni.»
Yer yüzündeki en büyük
inkılaplarından biri.
«Günahın firar ve
hicret ettirdiği sahabe.» İşte infakın bedeli...
«Allah'a kim borç
verecek?» diye ayet iniyor. Hz. Resul bu ayeti ona okuyunca diyorki: «Ya Resulullah,
Allah bizden borç mu istiyor?» [Fakirlere alın verin.]
Resulullah, «Evet» dediğinde:
«Bana Allah adına elini uzat yâ Resul.» Resuîullah elini uzatınca; «Haydi
seninle alışverişi yapalım» diyor ve Medine'nin en büyük hurma bahçesini
Allah'a verdim diyor. İşte infakm bedeli...
Hz. Muaz İbn-i Cebel'e
peygamber (s.a.v.)'in huzuruna girince, peygamber:
«Geceyi nasıl geçirdin
ya Muaz?» diye sordu. Muaz:
«Allahu Teala'ya
inanmış olarak» diye cevap verdi. Peygamber:
«Her sözün bir manası,
her gerçeğin bir hakikati vardır. Ya senin sözünün manası nedir?» deyince
Muaz:
«Ey Allah'ın Resulü,
her sabah akşama çıkmayacağım, her akşam da sabaha çıkmayacağım, her attığım
adımın hayatımın son adımı olduğunu kabul ediyorum. Sanki daima peygamberi ve
taptıklan putlarla birlikte hesap görülmeye çağrılan diz çökmüş ümmetleri
görüyor ve sanki cehennemliklerin cezasını, cennetliklerinde mükafatlarını
aldıklarını görür gibi oluyorum» dedi. Bu söz üzerine peygamberimizi:
«Tamam bu haline devam
et» buyurdu.[15]
Hz. Peygamber bir
savaştan dönmüştü. Mescide girdi. Orada iki rekât namaz kıldı ve namazdan sonra
önce Hz. Fatma'ya uğradı. Fatma onu kapıda karşıladı. Ağlayarak babasının
yüzünü gözünü öpmeye başladı. Allah'ın Resulü ona:
«-Niçin ağlıyorsun?»
diye sordu. Hz. Fatma da:
«-Ya Resulullah! Seni
rengin solmuş elbisen eskimiş bir vaziyette gördüğümden» dedi. Allah'ın Resulü:
«-Ey Fatma ağlama,
Allah senin babam bir vazifeye memur etti. İstenilse de istenilmese de yeryüzünde
insanın yaşayabildiği her yere bu din girip yayılacak. Benim vazifem de bunu
temin için çalışmaktır.» buyurdu. [16]
Nihat Hatipoğlu hak
din İslama ziyan karıştıran bazı hocalardan sonra müslüman Türk toplumun
karşısına çıkıp, aydınlatması bi nebze de olsa acabalara karşı rahatlattı
insanları:
«Ayetlerimizi
yalanlayanlar, onları [Kabulde büyüklük taslayanlar varya işte onlar, cehennem
ergdirler, onlar orada ebedi kalacaklardır.» [17]
Bu açık ve net Kur'ân
âyetine rağmen kendi zanlanna uyup o fukara akıl felsefelerine göre fetva
veren zalimler Allah'a Kur'ân'a ve peygambere uymayı küçümsediler.
«Rabbinin yoluna
hikmetli söz ve güzel öğüt ile davet et.» [18]
Hatipoğluda bu çizgide
hitap ettiği için muaf-fak olmuştur.
Gön:fatma
ocakçı I Tarih: 24/11/2005 12:58:021 istanbul
Hocam öncelikle size
çok teşekkür ediyorum, Allah sizden razı olsun sayenizde bilgilerimize bilgi
kattınız. Benim sizden ricam bir an önce tv ekranlarında sizi görebilmek ve
danada aydınlanmak, bir de Ebu Talib'in hayatım çok merak ediyorum ve en kısa
zamanda bilgilenirsek çok sevinirim. Şimdiden çok teşekkür ediyorum ve Allah
sizden tekrar razı olsun saygılar.
Gön: büğe su
ITarih: 11/24/2005 6:18:18
Sizin sitenizi
bilmiyordum ve arkadaşımdan öğrendim o kadar güzel ilahiler varki insan kendinden
geçiyor. Böyle bir site kurulduğu için Allah sizden razı olsun hayırlı akşamlar.
Gön:recep
sarimeselTarih: 11/24/2005 5:26:511 İstanbul
Sevgili Nihat
Hatipoğlu hocam sizin eşsiz anlatımınız taş olan kalpleri yumuşatıyor.
Kirpiklerin arasından efendimiz (sav.) için akmaya hasret kalmış o mübarek
damlalar sizinle beraber duygu seline dönüşüyor. Allah razı olsun.
Gön: fatoş
darasiTarih: 11/24/2005 1:08:41 İstanbul
Sayın hocam öncelikle
selam eder mübarek ellerinizden öperim. Mailiniz için teşekkür ederim. Bizlere
karşı duyarlı oluşunuz beni size daha çok bağladı. Hocam perşembe demişsiniz
ancak yayına çıkmadınız. Sizi nasıl göreceğiz ekranlarda merakla ve
sabırsızlıkla bekliyorum. Canım hocam sizi ailecek ve tüm dostlar adına çok
özledik diyebilirim. Ne olur bu ayrılığa bi çare bulun ve bizlere kavuşun
artık. Özlemle bekliyoruz sayın hocam. Allah size sağlık ve huzur nasip etsin.
Kötülükler yanınıza uğramasın. Allah sizi bize bağışlasın. Kendinize iyi
bakın. Saygılar.
Gön: haniû
ÜginlTarih: 11/24/2005 12:25:551 Konya
Hocam sizi tekrar
ekranlarda görmek istiyoruz saygılar sunarım.
Gön: ahmet
inan I Tarih: 11/24/2005 8:14:57
Allah sizlerden razı
olsun kalblerdeki boşluğu sizinle sohbetinizle dolduruyoruz.
Gön: bayram
ertoklTarih: 11/23/2005 7:38:48 /Ankara
'
Hocam Allah c.c.
sizden ve muhterem babanızdan razı olsun ve sizi de pek muhterem babanız
Haydar Hatipoğlu hocamın makamına yükseltsin inşallah. İşlerinizde ve
yayınlarınızda mu-affakiyetler dilerim Mevla yar ve yardımcınız olsun selam
saygı sevgi ve dua ile Allah (c.c.)'a emanet olasınız.
Gön: mine
sara I Tarih: 11/23/2005 5:42:46
Ne bir urbam olsun, ne
bağdadi bir hane.....
İştiyak duyduğum, bana
bir enis gerek....
Hâlâ sancıdan canhiras
feryadı eden zerreme....
Aşağı kılınacak
vuslatın mustusu gerek diye
fıırkan demirtaş
Tutun elinden
yüreğimin! Yürütün de sesini bir dinleyin....
Hicrandayım-derse
merhamet etmeyin, üzül-neyin....
Asnn gurbetinde gül
bahçesinde olsa bile ihya luyorsa...
Temâsâ layık değildir,
omu yele verin sele ve-in....
İhitvâ etmiş gönlünde
Güllerin Efendisi, Sahradan bir zerreyi, gökten gezegenleri....
Pus olsam, arada bir
yede, bende vücud buluruyum?...
Ondan alıyorsa rahmeti
yağmur Peygamber
Gün olur ben de bir
damlasından nasiplenir e göklerde buluşur muyum?....
Lal olan dillere
tercüman olan müstesna!....
Ulu mahşerde sana aşık
olan dilime tercüman ulur muyum?.....
Hocam bu benden size
bir armağan olsun... abi eğer kabul ederseniz.... Her cümlenin sonun-aki üç
noktadan sonra başlayan cümlenin baş arflerini birleştirin sizin adınız ve
soyadınız çıka-ık selametle dua ile...
Allah'a emanet olun...
Ve sizden ricamiz bize idayetimiz için dua edin.
Öğrenciniz MİNE SARA
Gön. ibrahhn
kayacık I tarih: 11/23/2005 4:32:211 kayseri
Sayın Hatipoğlu ben 13
yaşında bir dinleyici-nim. Ben özellikle böyle beğendiğim sitelere mesaj
yazarım. Annem sizi dinlemeyi çok sever, bazen olur ki annem oturur 2-3 saat
sizi dinler, ben de sizi dinlemeyi çok severim. Geçen gün annem sizi dinlemeye
oturmuş. Ben eve bir geldim. Evde o kadar çok duman var ki annemi göremedim. Zaten
apartmana girdikten sonra acaba kim yaktı yemeği diyordum. Bir baktım annem
yemeği yanlışlıkla yakmış. Sordum anne niye yemeği yaktın diye. Annem de ben
Nihat Hatipoglu'nu dinliyordum yemeği unutmuşum ondan yandı dedi.
Gön:taybe
ovalTaıih: 11/23/2005 4:01:071 Nevşehir
Hocam bu kadar ayrılık
yeter sizi tekrar ekranlarda görmek istiyoruz. Allah'a emanet olun.
Gön:ahmet
sanşikl tarih: 11/23/2005 3:11:02 I Afyonkarahisar
Selamün Aleyküm hocam.
Ben sizi bu ramazan ayında star tv de yapmış olduğunuz programda tanıdım
anlattıklarınızdan herkes gibi bende çok etkilendim yüce rabbim sizlerden razı
olsun. Toplumumuzu bu gibi programlarla bilgilendireye devam etmek gerekiyor.
Onun için müm-inse sizden çok izlenen bir tv de program düzen-menizi istiyoruz.
Allahu tealaya emanet olun vgilerimle..
Gön: fanda
eren ITarih: 11/21/2005 4:20:241 tanbul
Selamün Aleyküm hocam
bizleri güzel sohbetinizden mahrum etmeyin sizi televizyonda gör-ek istiyoruz.
Yeni nesil gençliğimizin sizler gibi nimizi güzellikleriyle anlatanlara
ihtiyaçları var. nimiz hakkında bilmediğimiz çok şey var. Sade-ramazan
yayınları ve radyo programları bizlere tmiyor. Basanlarınızın devamını
diliyorum. Al-Va emanet olun. Saygılarımla...
Selamünaleyküm hocam.
Nerelerdesiniz? Niye ndinizi özletmeye devam ediyorsunuz. Sizi yine
evizyonlarda görmek istiyoruz, bizi niye mantı ediyorsunuz. Bizim gibi
gençlerin size ihtiya-var öğretemediğiniz her islami bilgiden siz so-mluyken
ögrenemediğimiz her bilgiden de biz "umluyuz. Lütfen hocam sizleri tv'de
görmek isoruz. O nur yüzünüzü bizden esirgemeyin hatipoğlu ve
güzel hizmeti
Gönderen: düek büğe I
Tarih: 11/20/2005 1:56:16 PM
Sayın hocam sizlerin
sayesinde islam dininin yer yüzüne indirilmiş. Allahm en kutsal dini olduğuna
bir kez daha inanıyor ve bunu yaşayabildiğim için rabbime şükrediyorum,...
İçten sevgilerle....
Gön.ibrahim
sofi i Tarih: 11/20/2005 12:20:231 Bursa
Selamünaleyküm hocam,
Allah'ın rahmeti re-sullah efendimizin üzerine olsun. Hocam Ramazanda evimize
geceleyin bir güneş gibi doğdun. Ailecek sizin sohbetlerinizi başımıza bir kuş
konmuş gibi dinledik. Saadet asrım bize öyle bir yaşattınız ki tadı
damağımızda kaldı.
Gön:onur
tuna ITarih: 11/20/2005 10:18:451 Kocaeli
Sevgili hocam Allah
sizden razı olsun bize verdiğiniz bilgiler ışığında islamiyeti ve islam dünyasında
bir başka kapıdan bakma şansı verdiniz insanların sormaya korktuğu sorulan
size içtenlikle sorabildiğim gördüm buda insanlann size güvendiğini
gösteriyor sizden doğru dürüst ve gerçekçi cevaplar aldıklann inanıyorlar tabi
bu söylediklerim içersinde bende vanm.
Gön.mustafa
kabadayı I Tarih: 11/20/2005 4:54:28 IBayburi
Selamün aleyküm hocam
sizleri çok seviyoruz sizi dinledikten sonra hayatımız değişti önceden boşuna
yaşıyonnuşuz hocam. Dualarınıza ihtiyacımız var bana dua edin Allah sizinle
olsun kendinize iyi bakın selamlar.
Gön: zeliha
yelkenci I Tarih: 11/20/2005 12:47:58
Sevgili hocam; ALLAH
sizden bir değil binlerce kez razı olsun bize ışık oldun, yol gösterdin. Hayatımda
sizin kadar nur yüzlü bir insan görmedim. Televizyonda sizi göreceğimiz günü
sabırsızlıkla bekliyoruz.
Allah'ın selamı
üzerinizde olsun
Gön:yıldız
serenİTarih: 11/19/2005 3:36:471 Almanya - Frankfurt
Merhaba Hocam
nasılsınız? İnşallah iyisiniz-iirl Hocam Alîah sizden razı olsun! Sabah akşam
ıbüerirnle oturup sizin eserlerinizi dinliyoruz... Ve lep bizi ağlatıyorsunuz,
içimize bir huzur doluyor, o huzur şimdiye kadar hiç yoktu.. Helal olsun ;ize
hocam! Sahur programınızı hep dört gözle jekleyip izliyorduk. Ani atıklarınız
bizi çok etkiledi namaza başladık ahilerimle. Ben 17 yaşındayım, ellerinizden
öperim.. Şimdi yine bütün ailemle oturup Hz. Ebu-Bekir'i dinleyeceğiz... İyi ki
varsınız hocam, inşallah mekanınız cennet olur.
Gön: hülya
öz / Tarih: 11/19/2005 12:07:20 i İstanbul
Hocam sizi izledikden
sonra eşim ve ben namaza başladık bize çok şey öğrettin Allah sizden razı
olsun lütfen yine sizi görmek istiyoruz. Herkese sizi anlatıyorum ben böbrek
hastasıyım, sizden daha fazla bilgi almak istiyorum. İnanın sizin sayenizde
bunalımdan kurtuldum. Lütfen bizi yanhz bırakmayın size ihtiyacımız var sizi
çok seviyoruz. Allah başımızdan eksik etmesin.
Gön:mustafa gürgen
İTarih: 11/19/2005 11:24:051 Adana
Selamünaleyküm sevgili
hocam ramazan ayına ve sana doyamadan bizlerden ayrıldınız. Biliyoruz ki
gönlünüz hep bizimle. Ama sizde mi ramazan ayı gibi on bir ayda bir mi
geleceksiniz? Tabiki kısmet olursa ramazan ayına erişiriz. Sizler gibi alim
insanlar olmazsa bizim gibi cahil insanlar ya dere de kalır ya tepede ya da
zamanenin kurtlan yer. Gerçi şu an buruk bir sevincim var yarm Adana'ya
geliyormuşsunuz. İnşallah görme ve görüşme fırsatı verir Allah'ımız,
saygılarımı sunar ellerinizden öperim. Allah (c.c.)'a emanet olun
esselamünaleyküm.
Gön: mustafa
akıncı I tarih: 11/18/2005 6:30:471 sivas
Selamünaleyküm nur
yüzlü hocam; rabbim zerreler adedince razı olsun sizden. Hocam sizi ilk defa bu
sene mübarek ramazan ayında tanımak şerefine nail oldum. O kadar mükemel bir
şekilde peygamber efendimiz (s.a.v) ve onun ashabım anlatıyorsunuz ki bizleri
mest ediyorsunuz. Hocam biz gençlerin sizin gibi hak dostlarina ihtiyacı var.
Bizleri yalnız bırakmayın. Sizi her zaman televizyon ekranlarında görmek
istiyoruz. Allahm selamı üzerinize olsun.
Gön: bekir
çubuk i tarih: 11/18/2005 2:44:311 Tokat
Kıymetli hocam önce
selam eder hürmetle elerinizden öperim. Star tv de verdiğiniz nasihat-ardan
çok istifade ettim çok sevdiğim ve müslü-nan olduğum için Allahıma çok
şükrettim. Ko-ıuşmalannla beni başka bir alemlere götürdünüz :ok mutlu oldum ve
evime huzur doldu cenabı nevlam sizden anne babanızdan razı olsun. En lerin
saygılarımla Allah'a emanet olun.
Gön:selma
tunç I tarih: 11/17/2005 2:02:301 Hollanda
Selamünaleyküm sayın
değerli hocam.
Hocam, sizi tanıdım
tanıyalı bir başka bakıyorum artı dünyaya.
Sayenizde haram nedir,
helal nedir hatırlar olduk. Siz bize öyle güzel şeyler anlatıp, öğretiyorsunuz,
Allah sizden razı olsun.
Siz bize Allahı daha
çok sevmeyi öğrettiniz,
Siz bize peygamber
efendimiz'i (s.a.v.) daha çok sevdirdiniz. Hocam bizler için dua edin, bizi bu
uçurumun kenarından dönmemize yardım edin, programlarınızı devam ettirin. Biz
de sizin için dualar edeceğiz. Allah bizim ve cümlemizin kalplerini iman
aşkıyla doldursun. Allah sizden ve sizin gibilerinden razı olsun.
Gön: mine
halici I tarih: 11/17/2005 11:48:37-IAnkara
Mesaj yazacak tek
kelime bile bulamıyorum. Rabbim böyle gönül dostu yaratacaktı ki bizler doğru
yolumuzu bulabilelim. Allah razı olsun. Rabbim doğru yolumuzdan şaşırtmasın
inşaallah.
Gön: gonca
akcayltarih: 11/17/2005 6:24:18!
Hocam meraba ben
İzmir'den Gonca. Sizi sahur özel programında tanıdım çok mutlu oldum. Sizi
dinledikten sonra namaza başladım. Şu anda çok huzurluyum. Hayatımı tamamen
ibadete adadım. İyi ki varsınız hocam. Sizi çok seviyorum. Al-laha emanet olun
sizden mutlaka cevap bekliyorum.
Gön: tuncay
kaya I tarih: 11/17/2005 6:11:52 i Eskişehir
Hocam İslam dinini
yorum ve sunuşunuz çok farklı geldi, sizi izlemeye ve araştırmaya çalışıyorum,
sizde bir başkalık hissediyorum. Yolunuz açık ve Allah'ın rahmeti sizin ve
hepimizin üzerine olsun.
Gön:
sibelgüzetişl tarih: 11/17/2005 6:02:321 İstanbul
Hayırlı günler hocam
inşaallah mailimi okursunuz, sizi kaybetmek istemiyoruz. Allah aşkına siz daha
önce neredeydiniz? Nasıl sizin gibi bir insanın sohbetini bu zamana kadar
duymadık ne olur televizyondan da olsa sizi görmek ve o güzel sohbetlerinizi,
öğütlerinizi dinlemek istiyoruz sizin gibi insanların kıymetini çok geç olmadan
kaybetmek istemiyoruz, sizin sayenizde de olsa İslami bilgileri öğreniyoruz
ellerinizden öpüyorum Allah'a emanet olun.
Gön. bamza.
yigt I tarih: 11/17/2005 4:02:141 Ankara
Dünyadaki tüm
müslümanlar adına Allah'ın rahmet ve hidayeti sizin üzerinize olsun hocam.
Sohbetlerinizi gözü yaşlı olarak dinliyorum. Ağzınızdan çıkan her kelime
kalbimden kopup gelen gözyaşı damlası gibi sohbetlerinizi defalarca dinledim
her seferinde ayrı bir mana, ayrı bir ders aldım. Allah yolunda 10 adım attım
ise bunun 9'u sizin sayenizde. Sizden Allah razı olsun. Allah her zaman sizin
gibi insanlarla karşılaşmayı bize nasip etsin. Benim isteğim hocam sizden
internetteki sohbetler bölümüne yeni sohbetlerinizi eklemeniz, her zaman her
yerde sizi dinlemek dinletmek inanın bana sizden bahsetmek bana büyük mutluluk
veriyor. Anlatan ve anlatılanların güzel olması ayrı bir mutluluk veriyor
biliyorum. Hocam kelimeleri karıştırıyorum. Anlatmaya gücüm yetmiyor. Kalbim
sızlıyor, bu kadar güzellik ama biz dünya hayatına dalmış gitmişiz Allah
sonumuzu hayır etsin sevgi ve saygılarımla...
Gön: burhan
I tarih: 11/17/2005 3:25:111 Kocaeli
Allah(c.c.)'m sonsuz
selamı üzerinize olsun hocam. Dinden ve ilimden o kadar yoksun kaldık ki
milletimiz gitgide bir felakete sürükleniyor ne olur bu konudaki aydınlatıcı
programlarınıza devam etmenizi istiyorum. Bu benim şahsi fikrim ben
programınızı ramazanın son 10 günü izlemeye başladım ve beni 10 akşamın 7
akşamı ağlattınız ve o kadar rahatladımki anlatamam inanın size olan
sevgimizi kelimelere dökmek çok zor. Ben 21 kasım da askere gidiyorum. Benim
içinde Allah'a birazda olsun dua ederseniz çok sevinirim selamünaleykürn.
Gön: sami
ayma I tarih: 11/17/2005 12:19:08 I Bursa
Hocam; Allah (c.c.)
sizden ve sizin gibilerden razi olsun. Çalışmalarınız çok güzel, ne olur devam
edin, edinde bizim gibi gafiller sizden faydalansınlar. Hocam bizlere çok dua
edinde bizlerde huzura kavuşalım.. Sohbetlerinizi dinlerken ağlamamak,
irkümemek mümkün değil.
Gön:gûngörl
tarih: 11/15/2005 4:44:52 boch um I Almanya
Selamünaleyküm hocam!
Allah sizden
sonsuzlara dek razı olsun, bizleri hem ağlattınız ve aydınlattınız. Sizin
sayenizde
hatipoğlu ve
güzel hizmeti 63
unuttuklarımızı
tazeledik ve bilmemiz gerekeni öğrendik hocam. Sizin o mübarek dilinizden dökülen
kelimeler ve melek yüzünüzde beliren ifadeler beni çok etkiledi ve
gözyaşlarını hiç dinmek bilmedi hocam. Sizin sayenizde namaza başladım ve
çocukİanmada kıldırıyorum! Allah-u teala size sevgili peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.)in ardında yürümek nasip eylesin ! Sizi çok seviyoruz hocam!
Gön: karaca
yılmaz i tarih: 11/15/2005 4:21:531Avusturya
Hocam Allah razı
olsun, sayenizde hem ağlıyor nemde peygamberlemizi tanıyor ve öğreniyoruz.
Allah uzun ömürler versin.
Gön: ahmet
demir i tarih: 11/15/2005 5:24:50 i Kütahya
Selamünaleyküm hocam
ramazandan önce sadece cuma namazlarına giderdim ama sizin sayenizde şimdi beş
vakit namaz kılmaya başladım. Üstelik her kıldığım vakit namazından sonra birer
vakitte kaza namazı kılıyorum. İnşallah kısa zamanda da Kur'an-ı Kerim'i de
öğreneceğim bunların hepsi sizin sayenizde oldu hocam size çok teşekkür
ederim Allah (c.c.) sizden razı olsun.
Gön: yunus I
tarih: 11/14/2005 11:34:40 I istanbul
Sevmek, sevmek, Allah
dostlarını sevmek. Onlarla birlikte sevgiliye varmak. Sevgili kevser havuzunun
başında ümmetini beklerken, acaba biz ona layık bir ümmetmiyiz hocam.
Muradımdır onu görmek, yeri gelince hiç düşünmeden onun uğrunda ölmek. Rahmet
peygamberini bu ümmete anlatan dillere Allah sağlık ve sıhhat versin. Sevgiler
Allah dostu.
Gön:
Süleyman celep I tarih: 11/13/2005 4:27:031 Münih
Selamunaleyküm hocam,
ben Almanya'da yaşayan 33 yaşında bir esnafım, İstanbul'da bir tekstil
pazarlama şirketi kurmak için yazın orada 3 ay kadar kaldım. Merter camii'de
hemen karşımızda, namazlarımızı da orada kılıyorduk... Çok da güzel oluyordu,
huzur doluyor insan... Derken dönüş zamanı geldi, alışveriş yapmak için Beyazıt'a
gittim ve camii önünde kasetçilerden birkaç kasetinizi aldım... Arabayla gece
İstanbul'dan Münih'e doğru Allah'ın izniyle yola çıktım. Yol boyu sizi
dinledim ve o kaset resululİahm defni!! Hocam ben öldüm, öldüm dirildim,
ağlamaktan artık yolu göremez oldum, arabayı sağa çektim, o kadar ağladım ki,
yorgun düşüp koltukta uyumuşum ve rüya gördüm hocam, resulullahin tabuduna sımsıkı
sarılmış ağlıyorum, tabutun kapağı kırmızı ışık gibi parlıyordu, o göğe
çekiliyordu. Ben sımsıkı sarılmış onu göndermek istemezcesine ağlıyordum ve
etrafımda sahabiler ve melekler vardı, bana bakıyorlardı ve tatlı tatlı
tebessüm ediyorlardı.
Uyandığımda imsak
vakti olmuştu ve ben öyle güzel ve huzurlu bir uyanışla daha önce uyanmamış
tim.
Allah sizden razı
olsun hocam, bizlere resulul-lahı sevmeyi öğrettiniz, imanımızı güçlendirdiniz,
anama babama, abim ve kardeşime de dinlettim, onlarda sizi çok seviyorlar.
Allah zülcelal sizi başımızdan eksik etmesin, gerçek kudret sahibi olan
Allahım nasib ederse inşaallah sizi bizzat görmeye, elinizi öpmeye geleceğim
kabul buyurusanız hocam. Allahm selamı üzerinize olsun.
Süleyman Celep
Gön; semir
öztep 1 tarih: 11/13/2005 3:53:081 mersin
Merhaba ben 17 yaşında
bir gencim. Etraf bu kadar rezil programlarla doluyken nasıl olurda, siz sene
de sadece ay program yaparsınız. Hocam Allah rızası için devam etsin
şeytanların zincirlerini bağlayan programınızı istiyoruz. Hocam Allah rızası
için Nihat Hocam kurbanın olayım. O nur yüzünüzü özledik hocam olmuyor böyle
fotolardan canlı canlı görmek istiyoruz, tebessümünüzü görmek istiyoruz.
Allah razı olsun. Allah'a emanet olun.
Gön: sinan
sengûl i tarih: 10/30/2005 12:14:13lankara
Kandiliniz Yusufu
saklayan kuyu, Yunus'u gizleyen balık, Nuh'u kurtaran gemi, Yakup'u örten gece
ve İbrahim'i koruyan güller kadar mübarek olsun. Sayın hocam, Allah sizden ve
sizin gibi insanlardan razı olsun. Sizin bir sohbetinize değişen kalpler
gördüm. Sizden sonra yaşadığını unutan insanlar duydum. Allah sizden razı
olsun.
Gön: mehmet
conltarih: 10/30/2005 4:50:431 ankara
Hocam iyi ki varsın,
herkesle aynı fikirdeyim. Ama tek farkla benim bir sözüm var, bağırana değil
bağırtana baksanız, yani sizin sözüne değil söyletene bakmak lazım. Tesadüf
yoktur vesile vardır. Sende biz cahiller için bir vesilesin. Saygılarımla. ..
Gön: hatice
cantûrk i tarih: 10/30/2005 2:12:111 konya
Hocam, ben eğitim
fakültesi 3. sınıf öğrencisiyim. Hep içimde bir kapanma isteği vardı. Bu sene
ki sahur programınızda beni çok etkileyen bir şey söylediniz. «Günahlarınıza
bir yerde dur deyin.» dediniz ya işte o an kesin olarak karar verdim ve hocam
kapandım. Bu güzel olaya siz vesile oldunuz. Allah sizden, sizi
yetiştirenlerden razı olsun inşallah. Allah'ın bereketi ve rahmeti hepimizin
üzerine olsun inşallah. Allah'a emanet olun. Saygılarımla.
Gön: senoi
bayram i tarih: 10/29/2005 9:34:261 Stuttgart
Hocam, Allah sizden
razı olsun, sizin söyledi-lerinizle ve anlattıklarınızla dünyaya bakışımız
değişti, en azından benim adıma değişti. Hatta sizin sahur özel programında
söylediğiniz sözlerin bazılarını evimin duvarına astım, bu sözleri duyupta
duyarsız kalmak olurmu?
Nasıl inanırsan öyle
yaşarsın, Nasıl yaşarsan öyle ölürsün, Nasıl ölürsen öyle dirilirsin... Ölüler
tövbe edemezler ki
İşte bu altın
harflerle yazılması gereken sözleri duyupta duyarsız kalmak olurmu hiç?
Gön: avni
gûrhanltarih: 10/29/2005 5:41:21 I almanya
Bir okul ve bir
öğretmen.. Bir okul... İşte bir okul....
O okul ne güzel bir
okul..
Çünki bu okul bizim
okul..
Bu okulda;
Saygı var..
Muhabbet var...
Aşk var...
Aşıklar var...
Ama aynı anda...
Tefekkür var...
Hüzün var...
Gözyaşı var...
İşte bizim okul, böyle
bir okul...
Ve bir öğretmen...
O öğretmen, ne güzel
bir öğretmen...
O öğretmen, ne güzel
bir irsatci..
O öğretmen, ne güzel
bir tebliğci...
O öğretmen, ne güzel
bir dost...
Ve o, mazlumlara
uzanan bir el...
O. uykusuz gecelerin
ışığı...
O, ümitsizlerin ümiti.
O, gönüllere doğan bir
güneş...
İşte o okul vede o
öğretmen...
Nihat Hatipoğlu...
Selam O'na...
Selam O'nu
sevenlere...
Selam o okulun ve o
öğretmenin öğrencileri-
ne...
Gön:lnazarf
tarih: 10/29/2005 5:00:25 Selamunaleyküm saygıdeğer hocam,
Her türlü fitne ve
fesatın kol gezdiği, değerle-rin unutulduğu, şu zamanımızda bizlere yeniden
islamı sevmeyi, rabbimizin ve efendimizin sevgisini, sahabelerimizi kısacası
dinimizi ve insanlığı anlattığınız ve öğrettiğiniz için binlerce teşekkürler..
Hakkınızı helal edin, yaradana emanet olun. Hocam ellerinizden saygı ve
hürmetle öperim.,
Gön: murat
öztürk Itarih: 10/29/2005 2:52:13 laksaray
Gönüller sultanı,
gönül dostuna, gönül yoldaşlarına yağmur tanesi kadar selam olsun sevgilinin
sevdiği aşıklara gülün kokusunu anlayanlara sonsuz selat selam olsun.
Gön: mustafa
araş i tarih: 10/29/2005 2:12:401 İzmir
Selamünaleyküm saygı
ve sevgi ile muhabbetlerimi iletiyorum. Bizlere güzel üslûbunuzla anlattıklarınızda
hak teala hazretleri razı olsun. Hocam anlatın anlatın anlatın.... Bu milletin
öğrenmesi gereken çok sey var.... İhtiyacı da çok var. Allah (c.c.) cümlemizden
sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine razı olsun.
Gön: Sinan
özçelik I tarih 10/29/2005 11:18:09
Selamün aleyküm hocam.
Sizin gibi bir irsad ehlini anlatmaya dilim yetmiyor. Peygamber-i zi-şan
efendimiz(s.a.v.) veda hutbesini insanlara okuduktan sonra, «üç defa şahit ol
yarabbi» diye buyurdu. Bende Allah'ın acizane bir kulu olarak diyorum ki; şahit
ol Allah'ım ben Nihat hocamdan razıyım sende razı ol. Hocam sizin sitenizi
bilgisayarıma ana sayfa yaptım, inşallah hep anasayfa olursunuz. Dualarınız
bizimle olsun, amin.
Gön: dadas
cahit I tarih: 10/29/2005 10:52:32
Selamun aleyküm hocam.
İslamiyet biz müs-lümanlara miras kalmıştı. Sizden önce siz büyük abi olarak
mirasinizi iyi yerlerde güzel hayır ve hasanetli olmamıza yol gösterdiğiniz
için çok çok teşekkür. Allanın mağfireti üzerinize olsun saygılarımla. Dadaş
cahillere öğrettikleriniz için sağolun varolun.
Gön: seher
ilhan I tarih: 10/29/2005 6:11:06 istanbul
Merhaba hocam size çok
teşekkür etmek istiyorum, sizinle sahurlarımız bir başka geçiyor. Babam ramazandan
önce çok asabi bir insandı, sizi izledikten sonra yumuşamaya başladı. Anneme ve
bize çok daha bayılıyor. Eskiden bize sevgisini göstermezdi şımarmamamız için.
Anlattıklarınızda o kadar çok etkilendi ki bize ve anneme karşı çok daha iyi
davranıyor. Artık hiç sinirlenmiyor. Hatta seneye Allah kısmet ederse hacca
gitmeyi düşünüyor. Ben şimdi size teşekkür etmezsem kime edeceğim. Allah'ın
rahmeti üzerinize olsun.
Gön: kayhan
elbadi I tarih: 10/29/2005 12:52:25 tadana
Merhaba nur yüzlü
hocam, nasılsınız, ben üniversite sinavlanna hazırlanmakta olan 21 yaşında bir
gencim. Sizi bu sene tanıma şansı bulabildim, daha önce namaz kılmıyordum.
Bundan sonra kesinlikle kılıcam anlattıklarınız beni o kadar etkiledi ki,
kelimelerle ifade edemem, size çok sey borçluyum. Hakkınızı nasıl ödeyebilirim,
sizi devamlı ekranlarda görmek istiyoruz, kendime çok kızıyorum, sizi neden daha önce
tanımadım, bundan sonraki hayatımda sizi kesinlikle takip edeceğim, bizleri o
kadar güzel aydınlatıyorsunuz ki anlatamam.
Gön: eyûp
emir i tarih: 10/28/2005 2:59:05lîs-tanbuî
Sayın hocam, sayenizde
bu yılki ramazanı şerif yani sahurlarımız çok farklı geçti. Neden mi biz
şimdiye kadar güzel dinimizi sadece soyut olarak öğrendik şekilde kaldı
gönüllerimizede tabiki yer aldı ki içimizde bir şeyler var ama yetersiz bizden
sonrakilere fazla örnek olamıyoruz sorularına cevaplar bulamıyoruz. Sizin
anlatımınız ve verdiğiniz mesajlar sanki ipek halı dokur gibi ilmek ilmek
çoğalıyor. Ortaya paha biçilmez bir eser çıkıyor. Yani sözün kısası meydanı
cahillere bırakıpta, gönülleri aç insanların kalplerini ve kafalarını
karıştırtmayın lütfen. Allah razı olsun cümlenizden. Saygılar.
Gön: turgaykıhçltarih:
10/28/2005 2:45:22 I Almanya
Selam sana ey Allah'ın
sevgili kulu! Selam sana ey alemlerin sultanının aşığı! Selam sana ey sahabe
aşığı! Sayın hocam sahabeyi sizden dinlemek dünyanın en zevkli ve huşu verici
bir manevi duygu, yüce yaratan rabbim sizi başımızdan eksik etmesin. Ben sizi dinlerken nasıl manevi huzuru
yaşıyorsam mevlamda size kabir ve ebedi alemde bin kati huşu ve ferahlık
versin. Gönül isterdi ki günlerim hep sizinle dolsun. Fakat kader buya takdir
neyse o. Duygularımı ifade etmek için bu zayıf Türkçemiz yetmiyor. Fakat manevi
alem duygularımı çok iyi anladığınızı biliyorum. Çünkü mevlam gönlümüzü en iyi
bilendir. Sizi Allah için seviyorum. Sunuda ilave etmek isterim ki ne olur
alları için toplum önünden çekilipte müslümanla-nn dugularmın yok olmasına
sebep olmayın. Allah'a emanet olun. Allah ve resulü yar ve yardımcınız olsun.
Gön:
gülbahar ürkmez i tarih: 10/28/2005 1:28:39 Iköln
Sayın hocam, Allah ve
resul sizden razı olsun. Her gece ağlamaktan inanın uyku uyumuyorum ve
düşünüyorum, bizler nasıl müsiümanız ki o resul neler çekmiş ve bir çoğumuz
bunları bilmiyorduk sizin sayenizde öğrendik. İnşallah bizi aydınlatmaya
devam edersiniz nur yüzlü hocam.
Gön:saban
dernek!tarih: 10/28/2005 12:50:361 istanbul
Hocam Allah razı
olsun. Sayenizde sanki re-sulullah döneminde yaşıyormuş gibi o anı yaşıyor ve o
sahabeler gibi bizlerde resulullaha: Anam babam sana feda olsun ey Allah'n
resulü, diyoruz İnşallah
Gön: emine
girgin I tarih: 10/27/2005 11:54:53/ kocaeli
Sizin gibi bir din
alimiyle geç tanışmanın üzüntüsünü derinden hissediyorum. Sizi çok içten ve
samimi buldum. de çıkan bi çok din aliminden farklı bir havanız var. Önce
sizden sonra sizleri bizle buluşturanlardan Allah razı olsun. Allah'ın
selameti üzerinize olsun.
Gön; tvugut
doğan I tarih: 10/27/2005 7:17:32
Esselamun aleyküm ve
rahmetullahi ve bere-katuhu. Hocam sizi
bende sahur programınızla tanıdım. Sizin hakkınızdaki ilk görüşüm biraz bulunduğunuz
}^er itibari (star tv) ve gözlerinizdeki o tuhaf seyrinizle, «acaba o da mı
belam» diye idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) efendimizi ve onun ashabını anlatmaya
başladığınız an sizin hakkınızdaki bütün önyargılarım mum gibi erimeye mahkum
oldu. Allah (c.c.) sevdiği kullarını, diğer kullarına sevdirir kaidesine binaen
dedim ki; «Yok hayır, bu öyle bir insan değildir. Allah ve peygamberinin adını
sürekli anan, andıkça kendisinden geçen kîşi ben gibi milyonlarcasından kat be
kat öndedir.» Hocam hakkınızı helal ediniz. Dualarınızı bizden de
esirgemeyiniz. İsim olarak istemeye yüzüm olmasa da, bari bu ziyaretçi
defterindeki insanlara diyerekten dualarınızı esirgemeyiniz. Sizin için bende
buradan bir dua etmek istiyorum. Ya rabbi! Nihat Hatipoğlu kulunu da, İslam
dini yolunda ayağını sabit tut. Amin. Sevgimiz sevginiz olsun hocam. Allah'ın
sevgili kullarının duaları üzerinize olsun. Esselamun aleyküm.
Gön eyan
margosyan I tarih: 10/27/2005 6:54:331istanbul
Size ne yazıcağımı
bilmiyorum şu an saat 04:42 ve Allah adına yemin ediyorum ki şu an yazdıklarımı
ağlayarak yazıyorum. Sizin memleketinizde yani Diyarbakır da dans hocalığı
yapıyorum haftanın üç günü ordayım. Sizi ilk Sunay Akın'm (mahya ışıkları)
adlı programda gördüm ve kim dedim bu adam? Bu nasıl bir aydıyatür? Bu nasıl
bir kişiliktir? Ve izlerken uzun zaman sonra ilk kez ağladım çünkü sesinizde,
yüzünüzde, mimiklerinizde ve jestlerinizde ayrı bir farklılık var. Ne olur
sizden bir ricam olacak lütfen ama lütfen medya maymunlarının gazına gelmeyin
ve lütfen siz olarak kalın çünkü benim gibi müslüman olmayanlarında size
ihtiyacı var ve bu gece size nasıl ulaşırım diye düşünürken sitenizin adresini
söylediniz Karaman'dan arayan bir arkadaşa ve hemen açtım bilgisayarımı ve
aklıma gelen ilk şeyleri yani bunları yazdım birazdan siteyi detaylı bir
şekilde inceleyeceğim. Allah adına yemin ediyorum ki, şu an ne yazdığımı bile
bilmiyorum. Kimsiniz siz ya? Neredeydiniz şimdiye kadar? Neden çıkmadınız gün
yüzüne? Yüce rabbim sizi sevdiklerinize bağışlasın saçmaladığımın farkındayım
ne olur af edin özür dilerim. 33 yaşındayım ve inanın ilk kez bu kadar içten ve
ilk kez bu kadar samimi ağladım. Ne diyeyim ben size başka bilmiyorum. Saygıyla
ellerinizden öpüyorum... Jeyan Margosyan.
Birçok maillerde
okuyucu Ebû Talib, hakkında daha geniş bilgi edinmek istediklerini yazmışlardır.
Ebû Taîib Hz. Muhammed (s.a.v.)'in öz am-casıdır. Kendisini görmediği babası
Abdullah'ı kaybedince dedesi Abdulmuttalip onu sahiplenmişti. Fakat her
canlının dünyada göçeceğim bildiği için o, kendinden sonra çok sevdiği torunu
Hz. Muhammed'i adil olan oğlu Ebû Talib'e emanet edeceğini planlamıştı ve
öleceği zamanda Ebû Talib'e dedi ki:
«Ebû Talib, senin
nüfusunun kalabalık olduğunu biliyorum. Fakat buna rağmende senin ya-nmda
kalmasını uygun görüyor ve sana emanet ediyorum» dedi ve dünyaya gözlerinin
yumdu. Ebû Talib ağlayarak yeğeni Hz. Muhammed'e sarıldı.
Dört yıl yeğenini
kendi çocuklarından hiç ayırmadı. Ebû Talib babası gibi ticaretle uğraşır ve
ticaret için uzak ülkelere giderdi. Suriye'ye gitmek üzere bir kervan
hazırlandı. Ebû Talib gitmek için vedalaşırken sıra yeğeni Hz. Muhammed'e
(s.a.v.) gelmişti. Ebû Talib biricik yeğeniyle vedalaşıp devesine binerken:
Hz. Muhammed (s.a.v.) Ebû Talib'e:
«-Amcacım beni kime
bırakıyorsun» diye ağladı. Bunun üzerine Ebû Talib:
«-Seni kimseye
bırakmam, Muhammed'im» dedi ve on iki yaşındaki yeğeniyle birlikte Suriye'ye
doğru yola çıktı ve Ürdün'ün doğu tarafındaki Basra'da konakladılar. Basra,
büyük bir kentti. Şehrin kıyısında kocaman bir kilise vardı. Kilisenin yaşlı
papazı, Hz. Muhammedi görünce dondu kaldı. Çünkü kutsal kitapta anlatılan
gelecek peygambere çok benziyordu. Sırtını açtı ve peygamberlik mührünü
görünce, Ebû Talib'in ellerine sarıldı.
Sakın götürme bu
çocuğu Yahudilere gösterme yoksa yahudüer onu tanıyıp öldürürler. Çünkü onlar
son peygamberin Araplardan çıkmasına dayanamazlar dedi. Ebû Talib'de yeğenini
tehlikeye atmamak için Suriye'ye gitmekten vazgeçti ve bütün mallarını
Basra'da satarak Mekke'ye döndü. Hz. Muhammed (s.a.v.) on yedi yaşına gelince
de ticareti ona bıraktı. Ebû Talib yeğenini korudu kolladı ve onun dinine de
hiç karışmadı. O kadar güveniyordu ki Hz. Muhammed'e, O'nu şikayet edenlere
karşı bile yeğenini savunur, O yal-nış hiçbir şey yapmaz diyordu.
İbn-i Abbas
(r.a.)'dan:
Ebû Talib hastalandığı
zaman, Kureyş'den bir heyet onu ziyarete gitti, aralarında Ebû Cehil yani
cühelanın babasıda vardı. Ebû Talib'e:
«-Yeğenin bizim
ilahlarımızı kötülüyor. İleri geri konuşuyor ve uygunsuz işler yapıyor. Onu
çağırtıp da bunlardan vazgeçmesini sağla» dedi.
Ebû Talib, Hz.
Muhammed'e adam gönderdi. Hz. Peygamber, Ebû Talib'in yanma geldi. Ebû Talib
peygamber'e:
«Yeğenim, bu halk
senden niçin şikayet ediyor? Senin onların ilahlarını kötülediğini ve onlar
hakkında ileri geri konuştuğunu iddia ediyorlar» dedi.
İbn-i Abbas der ki:
Gelen heyet, Hz. Peygamberin aleyhinde çok söz söylediler. Bunun üzerine
Allah'ın Resulü sözü aldı ve dedi ki:
«-Amcacığım ben,
onların öyle bir kelime üzerinde birleşmelerini istiyorum ki, o sözü söyledikleri
takdirde bütün Araplar onlara boyun eğecek, o sözü söyledikleri takdirde, Arap
olmayanlar da, onlara cizye verecektir.» Bunu duyan heyet bu sefer Hz.
Peygamberin bu konuşmasından korktu ve dediler ki:
«-Eğer mesele bir tek
sözden ibaretse, evet; isterse ona söz olsun. Nedir söyleyeceğimiz?» dedi.
Ebû Talip'de:
Hz. Peygamber:
«-Allah'tan başka ilah
yoktur.» sözüdür buyurdu. Bunun üzerine çekinip kalktılar ve dediler ki:
(Kur'ân ifadesiyle)
«-Birçok ilahları bir
tek ilah mı yapacak? Bu şaşılacak bir şey» İçlerinden ileri gelenler, birbirlerine;
«Haydi yürüyün,
ilahlarınıza sahip çıkın. Çünkü, istenilen de budur» diyerek dağıldılar.
«Biz bunu son din
içinde de işitmedik. Bu, uydurmadan başka birşey değildir. Aramızdan yalnız
Onamı Kur'ân indirildi?» dediler.
Hayır, onlar Kur'ân
hakkında şüphe içindedirler, daha cnlar, azabım t atmamışlardır. [19]
Hz. Peygamberin Ebû
Talib'i İslâm'a daveti:
İbn-i Abbas (r.a.] der
ki: Onlar, {Kureyş'in ileri gelenleri, Utbe b. Rebia,Şeybe b. Rebia, Ebû cehil,
b. Haşim. Umeyye b. Halef, Ebû Sûfyan b. Harb de bunla: arasındaydı.)
Ebû Talib'e gelip,
şöyle dediler:
«Ey Ebû Talib,
aramızdaki mevkini biliyorsun. Olan şeyleri de görüyorsun. Senden şüpheleniyoruz.
Yeğeninle aranızda olanı da biliyorsun.
Onu çağır ne alıp
vereceği varsa hallet. O, bizden elini çeksin. Biz de ondan. O bizim ve
dinimizin yakasını bıraksın. Biz de onun ve dininin yakasını bırakalım»
dediler.
Ebû Cehil Ebû Talib'e:
«Kabul, isterse On söz
olsun!» deyince, Hz. Peygamber:
«Allah'tan başka ilah
yoktur» derseniz. Allah'tan başka tapmdıklannızı bir kenara iterseniz.»
buyurdu.
Heyettekiler ellerini
çırptılr ve:
«Ey Muhammed bütün
ilahları bir ilah haline mi getirmek istiyorsun? Bu yapmak istediğin şey, çok
acaip» dediler. Sonra birbirlerine:
«Allah'a yemin ederiz
ki, gerçek şudur: Bu adam, istediğiniz hiçbir şeyi size vermeyecek. Gidiniz,
onunla aranızda, Allah hükmünü verinceye kadar, atalarınızın dinine devam
ediniz» dediler. Sonra dağıldılar. Ebû Talib:
«Yeğenim, Allah'a
yemin ederim ki, onlardan çok şey istemedim» dedi.
Allah'ın Resulü,
amcasının müslüman olmasını çok arzu ettiğinden ona şöyle demeye başladı.
«Amcacığım, haydi o
sözü sende söyle. Kıyamet gününde bu ikrarın,
sebebiyle sana şefaat edebileyim» buyurdu.
Ebû Taüb, Allah'ın
Resulü'nün arzusunu anlayınca:
« Onların benden sonra
sana ve kardeşlerine kötülük etmelerinden korkmasaydım ve Kureyş benim, bu
sözü, ölüm korkusuyla söylediğimi zannetmeseydi, söylerdim. Onu, ancak seni sevindirmek
için söylerim.» dedi.
Akil b. Ebû Talib'den:
Ebû Talib'in ölüm
anında, Hz. Peygamber yanma girdi. Ebû Cehil de oradaydı. Hz. Peygamber:
«Amcacığım, «Allah'tan
başka ilah yoktur.» de, Allah katında o sözle seni savunabileyim.» deyince Ebû
Cehil ve Abdullah b. Ümeyye:
«Ey Ebû Talib
Abdulmuttalib'in dininden yüz-mü çeviriyorsun?» dediler. Bunlar konuşmaya devam
ederken, Ebû Talib'in onlara son sözü şu oldu:
«Abdulmuttalib'in dini
üzere...» oldu. Allah'ın Resulü:
«Allah tarafından men
edilmediğim müddetçe, ondan senin için af dilerim» buyurdu. Bunun üzerine şu
âyetler indi:
«Cehennemlik oldukları
meydana çıktıktan sonra, yakınları da
olsa, ne peygamber, ne de iman edenler, Müşrikler için af dileyemez.»
[20]
«Sen sevdiğini
hidayete ulaştıramazsm. Fakat Allah, dilediğine hidayet eder.[21]
Said Nursi beyan
ediyor ki:
Sekizinci Nükte:
Diyorsunuz ki peygamberimizin amcası Ebu Talib'in imanı hakkında izah nedir?
Elcevap: Ehli teşeyyü
imana kail... Ehli sünnetin ekserisi imana kail değildir. Fakat benim kalbime
geldi ki:
Ebu Talip Rasulü Ekrem
(a.s.) risaletini değil, şahsım, ve muhabbeti elbette zayi etmeyecektir. İnkar
ve inad değil belki hicab ve asabiyyet-i kavmiyye gibi hisseyate binaen makbul
bir iman getirmemesi üzerine cehenneme gitse de, cehennem içinde bir nevi
hususi cenneti onun hasenetına mükafeten halk edebilir. Kışta bazen bahan hak
ettiği gibi ve zindanda uyku vasıtasıyla bazı ademlere zinanı saraya çevirdiği
gibi hususi ce-hennem-i hususi bir nevi cennete çevirebilir.
Ebû Talib'den sonra'da
Hz. Peygamber'e hakaret ve eziyetler devam etti. Allah'ın Resulü kendisini
inkar ve hakaret edenlere:
«Esirgeyen ve
bağışlayan Allah'ın adıyla: Başlarım Ha'mim!... Bu kitap, esirgeyen ve
bağışlayan vezninden indirilmiştir. Bu Kur'ân, Arapça olarak, manasım anlayan
bir cemaat için âyetleri apaçık bir kitaptır.
Cemaat için âyetleri
müjdeci ve uyarıcı olarak indirilmiştir. Müşriklerin pek çoğu ondan yüz çevirirler.
Kulak asmazlar. Onlar, bizi davet ettiğin Tevhide karşı, kalplerimiz kapalıdır.
Kulaklarımızda da ağırlık ve sağırlık vardır. Seninle bizim aramızda da bir
perde vardır. Artık kendi işine bak. Biz de, kendi işimize bakalım, dediler.
Onlara de ki:
Ben de, sizin gibi bir
insanım. Yalnız bana mabudunuzun bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Doğrudan doğruya
ona ibadet edin. Ondan af dileyin. Zekât vermeyen, âhireü" de tanımayan
müşriklerin vay haline! İman edip, yararlı işler yapanlar yok mu? Onlara ardı
arası kesilmeyen mükâfatlar vardır. De ki: Yeri, iki günde yaratanı mı, tanımıyorsunuz,
O'na mı birtakım ortaklar koşuyorsunuz? İşte bu, âlemlerin rabbidir. O, yeryüzünde
dağlar yarattı. Oraya, çok hayır ve bereket verdi. Orada olanlara münasip olan
azıkları belli miktarda tayin etti. Bunları tastamam dört günde yarattı. Bu da
soranlar içindir. Sonra göğe döndü, gök bir dumandı. Göğe ve yere isteyerek
veya istemeyerek gelin, dedi. Onlar da isteyerek, itaat ederek geldik,
dediler. İki günde yedi kat göğü yarattı. Her bir göğe de kendi vazifesini bildirirdi.
Biz size en yakın göğü kandil gibi yıldızlarla donattık. Bütün âfetlerden
koruyup muhafaza ettik. İşte bu husus, üstün ve âlim olan zatın takdiridir.
Eğer bunun üzerine
müşrikler senden yüz çevirirlerse, onlara, âd ve semud yıldırımı gibi bir yıldırımla
sizi korkuturum, de» ayetini okuyunca, Utbe:
«Yeter, bundan başka
söyleyeceğin yok mu?» dedi, Hz. Peygamber'de:
«Hayır» dedi.
Çok doğru çünkü eveli
de ezelide yüce yaradan olduğu için ilk hitab oldur.
«Hiçbir neiîs yarın ne
kazanacağını bilemez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez.» [22]
«Sizi ondan yarattık,
[yani topraktan] yine ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir defa daha çıkaracağız.»
[23]
Bir çorap söküğü
gibidir ömür. Dünya dediğimiz en büyük yalan. Er veya geç inanç kükreyecek
küfürün karşısında, doğruluk çökertecek batılın yapısını, ödüllendirilecek
doğruluk, idam edilecek bütün kötülükler. îşte o zaman inancın zaferi
kutlanacak heryerde. Ama şimdi ne yazık ki, insanlık ve içtenlik fukarası olmuşuz.
Çünkü muhabbet ve yardımlaşmanın samimiyetini çok arar olduk.
Gece karanlık ve ıssız
ölüler... Derin bir uyku-damıdırlar ki, hiç konuşmazlar. Yoksa onlar yaşanan
hayatın hesabıyla mı meşguller? Oralar ıssız ve soğuk. Ona rağmen toprağın
altında nefes alan milyonlarca sayısız insan diriler tarafından hep merak
edilir. «Neden hiçbir haber alınmaz.. O sessiz ve ıssız mezarlıklara gömülen
insanlardan acaba kalmak istedikleri için mi geriye dönmezler. Yoksa dönülecek
geçit mi bulamazlar?»
Ramazan ayının ilk
haftasında iftar vakti Ahmet elinde üç kutu birayla birlikte eve gelmişti.
Bunu gören annesi pek şaşırmasa da ramazan olması dolayısıyla çok üzülmüş ve:
«Yine mi oğlum o zıkkımla geliyorsun? Bari bu mübarek günlerde bunu eve sokma
ne olur» dedi.
« E... sende yine
başlama ramazansa ramazan sen tutuyorsun ya benim yerime de tut ne olacak ki»
dedi. Ezan okundu ve herkes besmeleyle sofraya oturdu. Ahmet de bira kutusunu
aldı ve gelip sofraya oturdu. Tam açacaktı ki, annesi elini kutunun üzerine
koyarak:
«-Allah aşkına oğlum
yapma. Meyve suyu iç ama bu zıkkımı bu mübarek günlerde içme» dedi.
«-Niye diğer günler de
birşey olmuyor da ramazanda içince zıkkım oluyor?» dedi Ahmet. Bu tartışmaya
tanık olan baba Kemal Bey de müdahale etti ve Ahmet'e dönerek:
«-Hemen bu sofrayı
terk et, senin gibi evlat olmaz olsun» dedi.
Ahmet bira kutularımda
alarak evden çıkıp gitti. Kemal Bey bu davranış karşısında donup kalmıştı.
Diyebüdiği tek şey ise:
«-Cehenneme kadar
yolun var»
Ama Ahmet'in yolu
cehennemden önce bir mezarlığa uğramıştı. Ahmet iki kutu bira içtikten sonra
iki mezarlığın arasında sızıvermişti. Ahmet diyor ki:
«İki kutu bira içince
farkında olmadan sızmışım. Ne kadar zaman o şekil kaldığımı hatırlamıyorum.
Yalnız bir elin omuzuma dokunduğunu hissettim soğuk ve sarhoşluğun mahmurluğundan
gözlerimi açamadım. Fakat tekrar omuzuma dokunulduğundan irkildim. Bu arada her
taraf zifiri karanlıktı. Sessiz ve soğuk nefeslerin almışını hisseder gibi
oldum. Hızla yerimden fırlayarak oradan kaçmak istedim. Ama daha adım atmadan
ayaklarım birbirine dolaştı ve düştüm»
Doğuş, hayat ve ölüm,
yalnızlık, sonsuzluk ve acı, işte o zaman dünyadan kopmamak için son çırpınış.
İşte o zaman tüm gayretler faydasız o yolculuğa çıkacaksın çaresiz. Tabut,
mezar ve hesap işte orada başlangıç.
İkinci hayat kefen
cansız soğuk beden ve mesuliyeti yalnızlık sonsuzluk acı ve ızdırap işte orası
eyvanların başladığı ilk mekan.
Ahmet, bedenini
taşıyamayan dizlerinin üzerine çöküverdi ve kendi kendine:
« Ben hayal görüyorum
herhalde, dedi ve son bira kutusunu yerden alarak içmek istedi.»
Onun düşüncesi bu
birayı içerek korkusunu gidermek istiyordu belki. Ahmet gerisini şöyle anlatıyordu:
« Bira kutusunu açtım
ve tam ağzıma götürü-yordum ki birden elime birşey çarptı ve bira üzerime
döküldü. Bağırmak istedim fakat kekelemeye başlamıştım. Sesimde çıkmıyordu.
Etrafıma baktığımda bembeyaz mezartaşlan kefen giymiş ve ayaklanmış ölülere
benziyorlardı. Düşüp bayılmıştım. Ne kadar ve kaç saat baygın kaldığımı hiç
hatırlamıyorum.»
Öyle ya... Gece ay
ışığının getirdiği sessizlik çamların gölgesinde beyaz ve soğuk görünen
me-zartaşları... Issız gecenin karanlığına hemen hakim olur böceklerin sesi ve
efil efil esen rüzgann sesi. Tabi ya yakınından bile geçmek ürkütür seni. Hani
dünyaya bile meydan okuyordun. Ya şimdi ne oldu o, aslan gibi Ahmet
sıkışıvermiş iki mezarın arasına...
Herşey sanki ölülerin
aleyhine. Kalp o kadar ürkek ki, kulaklar ise bir o kadar hassas. Orada bir dal
kımıldasa yığılıverecek oracıkta. İşte o zaman anlarsın ki, yüreğindeki korku
bile sana düşman. Ya Ahmet işte burası mezarlık ve senin hiç beklemediğin
hayatın ikinci kısmı. Burası her tabakada ki, insana açık yozların cahillerin
ve çağdaşların uğrak yeri. İşte Ahmet kardeş burası mezarlık. Sende uğra ve gör
ki herşey senin hiç bitmesin dediğin hayatın aksine burada.
Burada hem yazlan hem
kışlan soğuk. Burada dört mevsim hep aynı, sessiz ıssız ve soğukta olsa mana
yine de çok anlamlı. Çünkü burada anlayacaksın ki ruhun bedeninden daha
değerli.
Mezarlık yollan her
zaman açık ve hazır. Yolcu dalgın ve habersiz. Çünkü hiç. haber vermeden
ansızın geliverir ölüm. O mekanda yoktur makam ve rütbe. Orada herkes eşit emir
yok fiyaka yok koruma yok.
Kılık-kıyafet etikette yok.
Çünkü herkes kefenlidir orada.
Ahmet gecenin bir vaktinde
bayılmış, sabah doğan güneşin sıcak ışığıyla uyanmıştı.
Gecenin soğuk ayazı
beni kaskatı yapmıştı. Öyle ki yerimden bile zor kımıldayabiliyordum. Neler
olup bittiğini anlamaya çalıştım. «Ben neden buradayım benim burada ne işim
var» diyordum kendi kendime.
Evet yaşadıklanmı
hatırlıyorum. Gündüzün sessizliği gecenin ürküten ıssızlığına benzemese de
mezarlık farklı bir alemdi. Yüzümü göremiyor-dum. Ama dudaklarımın çok fena
uçukladığını farkedebiliyordum. Ellerimin ve ayaklanırım tekrar uyuştuğunu
hissettim. Çünkü ayaklanın bedenimi zor taşıyordu. Bir an cesaretimi topladım
ve orada kaçar adımlarla uzaklaştım. Sonra annemin beni size şikayet etmesi
sonucu sizi tanıdım işte. Siz bana ısrarla stardaki hocayı izlememi istediniz.
Fakat bana o veyahut başka bir hocayı dinlemek çok boş ve bi o kadar da yoz
geliyordu.
«-Nasıl yani yalnışta
olan biz miyiz?»
«-Hayır hocam benim
gözümde herşey anlamsız sadece.»
«-Neden bu kadar
umutsuz ve karamsarsın Ahmet. Aileni ne kadar üzdüğünün farkında mısın?»
«-Evet hocam
farkındayım. Ama benim bu halde olmam yalnız benim suçum değil.»
«-Ne yani şimdi de bir
günah keçisini] arıyorsun?»
«-Hayır günah keçisi
falan aramıyorum. Ama bu halde olmamdan onlarda sorumludur diyorum.»
«-Sen yanlış
düşünüyorsun Ahmet. Hangi an-ne-baba evladının bu halde olmasını ister ki?»
«-İstemez tabi
istemesine ama bi bana bakın bi de kendi çocuklarınıza sizinkiler neden benim
gibi değil?»
«-Neden değiller
sence?»
«-Çünkü annem sizin
gibi değil ve sizin gibi düşünmüyor. Siz çocuğunuza kaç yaşındayken Allah'la
tanıştırdınız çocuğunuz peygamberi tanırken kaç yaşındaydı?»
«-Ben çocuklarıma
anne-baba demeden Allah dedirttim. İnsanları ve renkleri tanımaya başlarken de
Allah'ı ve peygamberi tanıttım.»
«-Onlar okula
başlarken Allah'ı ve peygamberi biliyorlar mıydı?»
«-Evet Ahmet,
biliyorlardı.»
«-Bak gördünüz mü siz
çocuklarınızı yetiştirirken onlara dininide öğretmişsiniz. Ama benim annem ve
babam, bana, kardeşime: «Yemesen büyü-yemezsin, dersini çalışmazsan hiçbir şey
olamazsın» diye bizi yetiştirdiler. Ben ilkokul birinci sınıfı bitirene kadar
beni annem yarattı sanıyordum.
«-Olur mu hiç öyle şey
Ahmet..»
«-Oluyor demek ki
hocam. Hiç unutmam okulda öğretmen bize: «Siz kimin kulusunuz çocuklar?» diye
sorduğunda ben çok biliyormuşum gibi parmağımı kaldırarak:
«Ben söyleyeyim mi
öğretmenim» dedim ve öğretmende:
«Söyle bakalım Ahmet»
dedi.
«Öğretmenim beni annem
yarattı ama ben yinede babamın kuluyum» demiştim.
«Olur mu hiç öyle şey
Ahmet bunları kim söyledi sana?»
«Hiç kimse söylemedi.
Çünkü ben biliyorum. Annem beni doğurduğu için annem beni yarattı babamda
annemden daha güçlü olduğu için onun kuluyum.» dedim. Öğretmen çok şaşırmıştı
ve sınıf arkadaşlarımda bana gülmüşlerdi
Bir kısım tasanlar
müstakil bir hayat düşler ve o hayal ettiği hayatın peşinden koşarlar. Bas-sıda
egzotik bir hayat düşler, İşte böyle bir yönümüz göçmüş gitmiş karışmış
ummanlara. Bir yönümüz de hala çırpınır durur. Ne tam bir ölü ne de tam canlı
bir diridir. Ona sorarsan dünya var ama o içinde değil dünyaya sorarsan da o da
herkes gibi bir canlı.
«- Geçmişe takılıp
durma onun üzerine bir çizgi çek ve hayatında tertemiz bir sayfa aç bunu yapabilirsin.»
«-Bundan sonra mı?»
«-Evet bundan sonra.
Hatta hemen şimdi kim-bilir belki senin için yarın olmayabilir.»
«-Yann hemen
ölecekmişim gibi konuşuyorsunuz.»
«-Allah haber vermeden
elçisini gönderir. Marifet ondan önce senin Allah'a dönmen. »
«-Sizin kadar olmasada
belki bende İslâmı yaşarım elbet.»
«-Her insanın dönüp
dolaşıp varacağı yerin nezdi ilahiye olduğunu unutma. Orada hakimi mutlak var.
Oradaki ölçü iman ve kulluk ölçüsüdür. Salihlerin Allah'ın himayesinde
zalimlerinde gazabına uğrayacağı gündemi bırakıyorsun pişmanlığını! O zaman
sana hiçbir faydası olmaz ki.»
«-Sizin bilmediğiniz
çok şey var fakat buna rağmen de bazen camilerin önünden geçerken içeriye
dalıveresim gelmiyor değil. Ama düşünüyorum da demek ki, Allah'da kabul
etmiyor beni» dedi.
«-Olur mu hiç öyle
şey. Ahmet biraz fazla karamsar değil misin bu konuda? Hem neden mev-lana kim
olursan ol yeter ki gel demiş»
«-Demiş demesin de
benim ne kadar pisliğe battığımı görmemiş ki»
«Burada önemli olan
senin neyi ne kadar istediğindir.» Allah bir ayetinde buyuruyor ki:
«Kim Allah'a kavuşmayı
arzuluyorsa, şüphe yok ki (bunun için) Allah'ın tayin ettiği vakit elbette
gelecektir. O, [herşeyi] işitendir, bilendir. [24]
«-Sen şu içinde
bulunduğun durumdan memnun musun Ahmet!»
«-Hayır değilim. Öyle
bir halim mi var?»
«-Bu halinden yalnız
perişanlık görüyorum. Benim merak ettiğim düşüncelerin sadece»
«-Karma karışık bana
sorarsan...»
«-Peki senin hiçbir
hedefinde mi yok?»
«-Çok. Saymakla
bitmez»
«-Bu halinde
hedeflerinin içinde mi?»
«-Hayır, serserilik
hiç kimsenin hedefinde olamaz.»
«-Peki halen ne
bekliyorsun ki?»
«-Bir bilsem»
Bir başka ayeti
kerimede ise Allah buyuruyor ki:
«[Tevbe ederseniz]
Belki Rabb'iniz size acır. Eğer [yine isyana] dönerseniz biz de sizi cezalandırmaya
döneriz»[25]
Küçükken belki
bilinçsiz yetiştirildin. Ama şimdi herşeyi görerek yaşıyorsun. Hem bu halinle
bile büyük bir servete sahipsin»
«-Ben mi?»
«-Tabi ki sen.
İnsanoğlunun sahip olduğu en büyük sermayeye sahipsin, oda akıldır. Eğer sen
aptalım demiyorsan, aklını kullanıp içinde bulunduğun bu rezil hayattan
kurtulabilirsin. Allah bir başka ayet-i kerimede buyuruyor ki:
«Biz geceyi ve gündüzü
(kudretimizi gösteren) iki ayet (delil) yaptık. Gece âyetini silip rahatlık
için karanlık yaptık, (arkasından) gündüz âyetini de (getirip) Rabb'inizden bol
nimet aramanız, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için
aydınlatıcı yaptık. (Böylece biz) herşeyi genişçe anlattık.» [26]
Yanlışlar, doğrularla,
günahlar da sevaplarla iç içe çatışıp durur. Bu yüzlerde bakışlar hüzünlü,
yürekler gamlı ve kederlidir. Ne garip bir çarktır ki, bu alemde bir yanda
ateşe gözü kara gidenler, bir yandan da sonsuz alem için çalışıp küfür ve şirk
içinde mücadele veren insanlar vardır.
İnsanlar nedense
hataya düştükleri zaman suçu kendinde bulmaz ve hep bir suçlu ararlar ben
hatalıyım demezler. Fakat insanlar zayıflık gösterdikçe buhranlarla inleyip
duracak bedende çıkmayan ruhlar.
Ramazan ayının on
beşiydi. Ahmet'le konuşmamızın üzerinde tam bir hafta geçmişti. Ramazan
sohbetine gelen Saliha Hanım çok üzgün görünüyordu. Sohbetten sonra misafirler
gittiler. Fakat Saliha hanım kalmıştı. Bana:
«-Herkes gitti mi?»
diye sorunca bende:
«-Evet herkes gitti
ama seni çok üzgün görüyorum» dedim.
Saliha hanım hüngür
hüngür ağlamaya başladı. Ben onu daha önce de üzgün ve ağlarken görmüştüm.
Fakat o günkü hali çok daha vahimdi. Onun yanma oturup;
«-Hayırdır Saliha hanım
neyiniz var böyle» dediğimde Saliha hanımın verdiği cevap resmen kanımı
dondurmuştu.
«-Hocam nasıl
anlatayım bilmiyorum. Ama çok çaresizim. Evlattır bu ne atabiliyorum ne satabiliyorum.
Dün gece korkudan hiç gözlerime uyku girmedi» dedi.
«-Neden Saliha hanım
yoksa yine sorun Ahmet mi?»
«-Evet hocam Ahmet
benim bütün derdim, o zaten ne bi huzur ne bir rahatlık veriyor»
«- Ne yaptı yine bu
delikanlı size, halbuki onunla epey bi konuşmuştuk, daha bir kaç gün önce»
«-Benden para istedi
ben parayı neye vereceğini bildiğimden ona istediği parayı vermedim. Bunun
üzerine Ahmet çılgına döndü. Önce herşeyi kırıp döktü. Sonra da bıçakla üstüme
yürüdü. Beni kesmek istedi. Babası yetişmeseydi Ahmet beni doğrayacaktı» dedi.
«-Eyvah eyvah Saliha
hanım ne yapsak acaba? İstersen ben bir daha konuşayım kendisiyle»
«-Ne olur hocam
öncelikle kullandığı o maddeden kurtulması lazım onun»
Ahmet'in evde olduğu
vakitte Saliha Hanım beni aradı ve ben hemen oraya gittim. Bana kapıyı açan
Ahmet'ti. Fakat o beni gördüğüne hiç sevin-merm'şti. Bunun içinde hemen asılı
olan ceketini alıp hızla kapıdan tam çıkacaktı ki onun gitmesine engel oldum.
Onun zoraki bizimle oturduğu her halinden belliydi. Çünkü sabır ve tahammül hiç
yok denilecek kadar azdı. Fakat hırçın ve taşkınlığı ise sınırsızdı. Onunla
biraz sohbet ettik ve ona Allah'a inancı olup olmadığını sordum bana:
«-Ne bileyim
inanıyorum işte!» dedi.
«-Sana kitap getirsem
okur musun?» dedim. O bana zamanının olmadığını söyledi. Ben ona:
«-Bildiğim kadarıyla
sen çalışmıyorsun» dedim. O bana:
«-Hayatı hızlı
yaşıyorum» dedi. Ona:
«-Dikkat et de bi
yerlere çarpmayasm sonra kötü dağılabilirsin. Unutma ki, her hasar tamir
edilemeyebilir.» dedi.
-Bazı hakikatler
gizlidir kolay kolay fark edilmez. Ama bazılarıda aşikardır. Onları da sen ve
senin gibiler ısrarla kör bakar ve görmek istemezler.
Mesnevi der ki; «Ey
kişi! Senin nefsin bu dünya kuyusunun dibine, hırsla, tamahal atılmış, mahbûs
bir arslan gibidir. Nefsini yende tavşan gibi hür dolaş... Sen viyât cevherinin
kıymetini bil ve onu kemale erdir ki, maneviyat sahrasında yiyip içerek zevk
ve safa edebilesin. Sakın nefsin gibi şu dedikodu ve münakaşa kuyusunun
dibinde helak olma!»
«-Biz dünyaya yaşamak
için mi geldik yoksa kendimizi herşeyden mahrum edip cezalandırmak için mi?»
dedi.
«-Anlaşıldı delikanlı
senin bilmediğin gerçekleri teyit etmek ve senin anlayabilmen için biraz daha
izah edelim inşallah.
«-Unutma M, iman
insanlığın uktesini belirleyen güçtür. Bu güçte nasibini almayanlarsa hayatı
bedbahtlardır. Bunlar küfürün velayeti altında yaşarlar. Seninde içinde yaşadığın
sorun, inanç ve şahsiyet sorunudur. Çünkü sen ve senin gibiler, ahlaki kaideler
ve insani değerleri taşımıyorsunuz. Bu zararlar içinde olmanız hem sizi hem
arme-babalan-nız, nemde toplumsal düzen zarar görüyor. Unut-maki her hakikat ve
her gerçek işte o, hakikat ve gerçektir ki, Allah her şeye ve her zerreye
hakimdir.
Ahmet'te biliyordu ki
kurtuluş Allah'a teslim olmaktadır. Ama bir türlü nefsini aşamıyordu.
«-Madem her zarar ve
kötülük nefsimizden kaynaklanıyor ben de nefsimi de yaratan Allah değil mi?»
dedi.
«-Nefs öyle zalim,
öyle melun ki bin yıl havanda dövsen o yine ıslah olmaz. Ancak onu iman gücüyle
yenebilirsin. Allah (c.c.) bir ayeti kerimede buyuruyor ki:
«Allah, (islâm'la)
doğru yolu bulanların hidayetini (iman gücünü) artırır. (Mü'min kimseden
geride) Devamlı kalacak salih işler, Rabb'inin katında sevapça daha iyi, dönüş
yerine hazırlık olarak da daha hayırlıdır.» [27]
Nefs, hayvani bir
kuvvette oluştuğu gibi aynı zamanda da miskin ve bi o kadar da doyumsuzdur.
Nefsin zatını değisüremeyiz belki. Ama uğraşırsak onun sıfatım terbiye
edebiliriz. Bu ayet-i kerimede nefsin serkeşliğini ortaya koyuyor:
«Nefsimi temize
çıkarmam, şüphe yok ki, nefs kötülüğü emredicidir.» [28]
Bizde temize
çıkarmayacağız. Ama onu ıslaha da çalışacağız inşallah!...
Hz. Ali şöyle
buyuruyor ki: «Ben müslü-marılar için iki hasletten korkuyorum. Birisi tul-i
emel, diğeri ise nefsin heva ve arzularına tabi olmaktır. Çünkü tul-i emel
ahireti unutturur. Nefsin hevasmda tabi olmak ise heîâka götürür. Dünya ve
ahiretin ikisinin de evlatları vardır. Siz dünyanın, evlatları olmayın.
Bir başka hadisi,
şerifte ise; «Dünyanın, Al-lah'ın nezninde sivrisinek kadar ağırlığı olsaydı,
kâfir olan kimse bir yudum su içemeyecekti» buyuruyor Hz. Peygamber. Onun için
toptan ıslahın formülü, elimizde bulunan Kur'ân'ın adalet Ahlak ve hukuk
ölçüsüne göre hayat sürücez. Bir başka ayet-i kerimede ise, Allah şöyle
buyuruyor:
«Kim (nefsini
düzeltmede veya Allah yolunda) cihad eder/çaba gösterirse, ancak kendi
(faydası) için cihad etmiş/çaba göstermiş olur. Çünkü Allah, elbette
âlemlerden müstağnidir. (Kimsenin ibadet ve cihadına ihtiyacı yoktur. Ancak o,
mükâfat vericidir.»
«İman edip de salih
(sevaplı) işler yapanların günahlarını elbette örteceğiz ve mutlaka onlara
yaptıklarının daha güzeliyle karşılık vereceğiz.» [29]
Ahmet'in hayatı
günahlardan tüylenen meballerle doluydu. Ahmet ve Ahmet gibileri daha kaç tanesi
çırpmıyor kimbilir rüyalar aleminde yaşayan bu zavallı gençlik hayatın
acımasız kasistlerine takılarak tökezliyorlar. Bunlar geleceğin teminatı olan
gençler bunlar boş hayallerle avunup felakete kucak açanlar. Bunlar nefsi
serkeşin ziyana uğrattığı zavallı çocuklar. Bunlar Kur'ân'm gölgesinde
yetişselerdi böylemi olurlardı? O zaman onların göğsündeki iman ziyası hiç
sönmeye-cekti. Ama şimdi renkli ve geçici dünyanın kölesi olmuşlar. Bunlar
gaflete sonsuz yelken açarlar ve o körpecik vücutlarına şırınga ettikleri
zehirle de ölüp ziyan olurlar. Onlara göre bu rüsvai haller sonsuzluğa
açtıkları yelkendir. Ahmet başı öne eğik hiç tepki göstermeden dinliyordu. Bir
ara başını kaldırıp, tebessüm ederek, bana:
«-Ben bu hayattan
kurtulmayı istedim belki, defalarca ama her seferinde tökezledim ve yine
kendimi olduğum yerde buldum. Ben o kadar kötü değilim hocam! Bazı gerçekleri
öğretilmediği için bilmiyorum belki ama sizinde söylediğiniz gibi birçok
hakikatta aşikar. Kör değilim ama nefsim ayakta ve iradem de ona mahkum» dedi.
« Seni anlıyorum Ahmet
ama sende söylediklerimi düşün ve nefsine inat sende onunla savaş pes etme
sakın unutma ki, insanın görmediği iki düşmanı vardır. Biri gözle görmediği
nefsi biri de şeytandır. Mülkü düşman gözle görülür. Onunla savaşırsın ya yener
ya da yenilirsin. Ama seni rüsvayı bir şekilde bitirmeye çalışan bu iki düşmana
karşı daha dikkatli olman lazım. Sen nefsin gözüyle dünyaya bakarsan o, gözüne
vageçilmez görünür. Ama basiret gözüyle bakarsan ne kadar boş ve manasız
olduğunu görürsün. Çirkefler çarkıdır dünya ahengi. Sen isteme kurban! Kim
isterse o alsın, sen almasan da olur. Baksana nasılda zift zift akıyor
ırmaklar. Bu mındarlarla gül bahçeleri soldu. Çakalların bu ikramları sen ve
nice sen gibileri öldürdü. Görmüyor musun cehalete ısrarla rekabet var. Sen
dön, bu felaket seline katılma. Özümüz bile bunlarla hasar gördü. Bir an önce
dön ve bu enkazları onar. Hayvani cesaretler yerleşmiş gözünüze. Ne olacağız
korkusu salihle-rin göğsüne gizlendi. İşte görüyorsun ya bu zaman eyvanların
zamanı yazık yazık haya iffet yıkılmış ve bu enkazın altındakiler bizim
neslimiz. Şeytanların menajerlik yaptığı bu hayat koordinasyonunda ancak bu
kadar olur. «Sen hiç yakınını kaybettin mi?»
Ahmet:
«-Evet iki dedemde
öldü.»
«-Başka hatırladığın
var mı? İlk okulda sıra arkadaşım Serkan, lisedeyken de arkadaşım Ceren'i
trafik kazasında öldüğünü biliyorum. Ondan sonra etrafta işte falan ölmüş gibi
birçok ölüm hadisesi duydum» dedi.
«-Gördünmü dünyaya
gelenler hep gidiyor birer birer. Yarın veya yarından yakın bende sende
gideceğiz. Herkesin azığı kalbindeki imandadır. Şimdi Allah'ın elçisi canını
alacak olan melek gelse onunla gitmemek senin elinde mi? O gelmeden hazırlığını
yapman için sana haber vereceğinirni sanıyorsun. Unutma ki, günahkarlar için
hezeyan konulacak tek yer cehennem. Onların içinde belki bende varım! Belki
sende varsın öyleyse sen daha neyi bekliyorsun?»
«-Bilmiyorum hocam
aklım çok karışık» dedi Ahmet. Yazık ki ahmakların dünyasında herşey mâl-i
hülya olmuş. Onlar için yine herşey şeytanın vaadettiği ebediyet! Ne derin
uykuymuş bu hala uyanmıyor insan! Demiyorlarki şeytan ateşin maddesi ben
toprağın maddesiyim. Sen gel nefsin ağını yırtan kahraman ol. Görmüyor musun
akrebin kıskacı gibi kavramış seni çağdaşlık illeti sen ve yine senin
gibiler dünyanın saçmış
olduğu mındarlann tadına müptela olanlarsınız. Halbuki, gözünüzde
büyüttüğünüz âlemin zemini deniz üstü gibidir. Her dalgası farklı ahenkle
gelir. Onun için her an alt üst olacak bu alemde ayakların sabit kalması için
hayırlı bir vesile ara. Sen şu an şeytan ile nefsin arasına sıkışmışsın. Nefsin
seni bir tarafa çekiyor şeytan bir tarafa. Anla artık Allah'tan başkasıyla
yakınlık anlık ve geçicidir. «Ahmet çıkar nefsin gözlüğünü onu ayaklarınla çiğne
yok et. Sonra ovuştur iyice gözlerini ve alemi seyret. Göreceksin ki, bir
kısmı cenneti andırır bir kısmı da cehennemi hatırlatır. Yüce yaradan buyurdu
ki:
«Ama kim de, Rabb'inrn
(huzurunda duracağı) makamından korkup (gereğini yapar) nefsini de kötü
hevesten men ederse işte muhakkak ki, cennet onun varacağı tek yerdir.» [30]
Ahmet'le tam üç saat
sohbet ettikten sonra oradan ayrıldım. Ertesi gün Saliha hanımı gördüğümde
daha az dalgın ve üzgündü. Belliydi ki Ahmet annesini fazla üzmemişti. Sohbet
sonrası ona Ahmet'i sorduğumda: «O gece ne dışarıya çıktı ne de evde içti»
Bu arada Ahmet'i
görmeyeli tam bir ay olmuştu. Merale ettim ve Ahmet'lere gittim. Kapıyı çaldığımda
Saliha hanım beni neşeli bir yüzle karşıladı. Saliha hanımı mutlu görmek beni
de sevindirmişti. Salona geçip oturduk. Hoş beş ederken diğer odada sesler
geliyordu. Bu sesi biraz dikkatli dinlediğimde Nihat Hatipoğlu'nun rüya kaseti
olduğunu anladım. Önce Ahmet'in babası Kemal bey dinliyor sandım. Fakat Saliha
hanım bana güzel müjdeyi verdi hemen. İçerdeki Kemal Bey değil de sohbeti
dinleyen Ahmet'ti. Allah'ın lütfu-nun büyüklüğüne bir kez daha şahit olmuştum.
Renim sesimi duyan Ahmet salona geldi.
«-Ooo hocam sefalar
getirdiniz» dedi.
«-Sefa gördük kurban
sende de hızlı gelişmeler olmuş maşallah»
«-Sayende hocam
sayende» dedi.
«-Ben hiç bir şey
yapmadım bu hidayet Allah'ın sana bir ihsanı»
«-Sohbet dinliyorsun
ha... Peki hoca nasıl bu manalı kıssalardan hisseler aldın mı bari?»
«-Almaz mıyım hocam
gönül dairemi tamamen ona kiraladım»
«-Bu çok güzel işte
bence kafanın merkezlerini de boşalt ve o nasihatlarla doldur. Yalnız çok
merak ediyorum bu nasıl oldu anlatımlısın?»
«-Günlerden
cumaydı. Benim gibi miskinler ellerinde
bira şişesi köşelerde demlenirken diğer yandan
da itikatlı insanlar
cumaya gidiyordu. Ben her zamanki
gibi biramı alıp bir duvarın dibine oturdum. Bir iki metre mesafede karşımda
bir köpek uzanmıştı. Hayvancağız önce benden ürk-tüysede hiç istifini
bozmadan çömelmiş ve bir yanda da
gözlerini benden ayırmıyordu. Biz onunla bakışırken cuma selası okunuyordu. Biramı açtım ve tam ağzıma götürecektim ki
köpek birden ön ayaklannm üzerine kalkarak bana hırlamaya başladı. Ben ona
hayretler içerisinde bakıyor o da bana öyle bakıyordu. Ben köpeğin bu hareketini
anlayamamıştım. Sela bitmiş ve hayvan hala gözlerimin içine bakıyordu. Elimde
tuttuğum bira kutusunu tekrar ağzıma götürünce hayvan yine ön ayaklarının
üzerine kalkarak hırlamaya başladı. Ben hayretler
içinde hayvanı izlerken elimdeki bira kutusunu hayvana
uzattım:
«-Buyrun köpek kardeş
yoksa sen mi içmek istiyorsun?» dedim. Hayvan kanımı dondururca-sına bana
bakıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan ezan-ı Muhammediye okunmaya başladı.
O esnada hayvan çömeldiği yerde doğrularak ayağa kalktı ve başını göğe doğru
kaldırarak ulu-maya başladı. Ezan bitene kadar hayvan bu şekil uluyup durdu.
Ezan bitince göğe kaldırdığı başını yeri koklar gibi eğdi ve hayvan adeta secde
ediyordu. Bir kaç dakika bu hal üzerinde kaldıktan sonra arkasını dönüp gitti.
İşte o zaman birden bire mezarlıkta yaşadığım olayı hatırladım ve sizinde
dediğiniz gibi bin eyvah çekmenin zamanının geldiğini anladım»
Allah buyuruyor ki:
«Göklerde ve yerde
bulunanlar ve onların gölgeleri de ister istemez, sabah akşam Allah'a (ve o'nun
genel nizamına) secde ederler.[31]
«Rabb'lerinin
çağrısına uyanlar için (mükafatın) en güzeli verilir.» [32]
Zavallı Ahmet sen ve
seni bir yerlere sürükleyen öteki sen nefsin ve onu tetikleyip duran hevai
hevesin ne ister senden o öteki sen! Hep seninle uğraşır durur ve bu buz
pistine benzeyen dünya zemininde ayaklarım kaydırır. Ama üzülme bu halin
suçlusu tek sen değilsin. Çünkü haya, edebin tablosunu söktüler, riya cehalet
ve densizliğe verdiler o kutsal adı.
Ahmet'in nefsini
zavallı aciz bir hayvan ürkütmüştü. Bir başka ayeti kerimede ise:
«Şimdi Rabb'inden sana
indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse, bunu göremeyen (kör) kimse gibi
midir? Ancak sağlam akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alırlar.» [33]
«(İşte) onlar Allah'ın
ahdini yerine getirenler ve antlaşmayı bozmayanlardır.» [34]
İlahi bir vesileydi
Ahmet için o zavallı hayvan.
Ahmet elindeki biraya
bırakıp camiye doğru yürüdü namaz bitmiş herkes avludaki, cenazenin başında saf
olmuşlardı. Ahmet musallat taşının üzerinde duran tabuta dalmış öylece bakıyordu.
Başını çevirip Ahmet'i fark eden bir adam eliyle Ahmet'e işaret ederek «Sende
gel» dedi. Ahmet gidip o adamın arkasında durdu. Adam tekrar Ahmet'e dönüp
mırıldandı sessizce. «Ey genç adam görüyorsun ya dün ne kadar boş ve yalan» dedi.
Çok doğru gün gelecek o da sen de bende yaşayacağız o veda olayını o ürkülen
beyaz mermere herkesler uzanacak ve binecekler yeşillerle örtülü tahtadan ata
her ölenin etrafından dolaşacaktır sessiz hayaletler.
Sessiz ve habersiz
gelir. O elçi hiç beklemediğin bir anda ve gözlerin ilişiverir birden kapıya
anlarsın ki, geçmiş yolculuk vakti veda etmeye bile vaktin olmaz ev halkına.
Çünkü o nerede yakalayacak seni sen bilemesin. İşte o zaman eyvah dersin.
Halbuki, kefenleri
omuzlarmdadır her insanın. O dünya ahengi içinde ruhun binbir çığlıklarla
ayrılır bedeninde. İşte sana gelen elçi varya hakimi mutlakın emriyle
gelmiştir. Ne anan ne baban, eşin, kardeşin alabilir mi? seni o elçinin pençesinden
ve senden sonra sermayen paylaşılır. Kütükten ismin düşer. Alt üst olur sana
ait her birşey. Selan verilir, adın söylenir seni bilenler gelir. Tanımayanlar
ise sadece namazında tesadüfen bulunur. Namazın kılınır ve hoca, helal ediyor
musun diye sorar senibilen içten pazarlıklı seni bilmeyen ediyorum der ve sonra
düşerler yola ve hayatın son durağına yetişirler seni daracık bacasız hanene
bırakırlar ve o buruk sessizliği toprağa daldırılan kürek sesleri bozar. Uzunca
bir tümsek oluşana kadar. Sonra bütün gözler odaklanır o uzunca tümseğe,
herkes zannederki sen toprak oldun halbuki sen öncede topraktın şimdi ise yalnız
özünle birleştin.
Herkes dağılır ve
yalnız bir kişi kalır. İşte o an ne andır bilir misin! «Eyvah ben ölmüşüm»
dersin sessizlikler içinde, bedenin çırpınıp durur orada. Ey dost gördünmü ölüm
var ve ondan kurtuluş yok.
«Kötülükleri
(günahları) işleyip işleyip de nihayet onların birine ölüm gelip yaptıkları
kötü amelleri sonucu gösterilince: [35]
«Ehl-i kitaptan olupta
ölümünden önce (ölüm anında) o'na iman etmeyecek kimse yoktur. O'da kıyamet
gününde onların aleyhine şahit olacaktır.» [36]
«Onlar ateşin
karşısında durdurulunca: «Keşke biz {dünyaya) geri döndürülsek, Rabb'imizin
ayetlerini yalanlamaz ve inananlardan oluruz» dediklerini bir görsen!
Boş dünya hayalinin
peşinde koşan bu gençlik boğulur ıssız ummanlarda! Onlar yaşadıklarını
sandıklan her an ölürler. Ama bunun farkında bile olmazlar. Onlar halen çağdaş
ve özgür yaşadıklarını zannederler. Halbuki hayata dair zannettikleri bir
yığın bilmecelerdir. O şahşahlar onları alıp çıkışı zor karanlıklara götürürler.
Onlar sonsuzluk
tutkusuyla yürürler ama bilmezler ki o, zilletin içinde hergün ölürler.
«Nerede olsanız ölüm
size ulaşır, yüksekteki sağlam kaleler içinde olsanız bile! [37]
«Her nefes ölümü
tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi hayır ile de şer ile de deniyoruz.
(Sonunda) Ancak bize döndürüleceksiniz.» [38]
Ahmet'in bedenini bir
korku sarmıştı. Gözleri aklı ve yüreği farklı ızdıraplar içindeydi. «Bende mi
yaşayacam bu anı!» diyordu kendi kendine. Herkes hocanın Allah'u ekber sesiyle
birlikte ellerini kaldırdı ve bağladı. Ama Ahmet'in elleri kalkmadı.
Fırtınalar kopmuştu onun içinde kasırgalara tutulmuş savruluyordu içindeki tüm
serserilikler. Gözyaşlarına karışmış akıyordu ona sinmiş bütün kirler. Ben de
olacam bu tabutun içinde belki yarın belki bugün veya ondan da yakın şimdi
kimbilir. Yakalayıverse beni buracıkta kim alabilir beni eceli mutlakm elinden
diyordu.
«De ki: «Sizin
hakikaten kendisinden kaçtığı-nız(ı zannettiğiniz) ölüm varya, işte muhakkak o,
sizi gelip bulacak, sonra (hepinizi) gizliyi de, aşikârı da bilen (Allah)'a
götürüleceksiniz. O, yapmakta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.» [39]
«Ey iman edenler, cuma
günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Alalh'm zikrine koşun,
alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.»
[40]
Ahmet kulluk gayesini
anlamaya çalışıyordu. «Ben kimim ve ne için yaratıldım.» diyordu kendi kendine.
«O Allah ki ölüm ve
hayatı, amel davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan
etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayandır.» [41]
(Dünyaya imtihan için
geldiğini bilen insan, ölümü bilir ve hesap gününden korkar. Buluğ çağı ile
ölüm arası her zerrenin hesabını vereceğini bilir, böylece hayatını daha
sağlıklı tanzim eder. Çünkü bilir ki, ona gönderilen elçi onu unutup başka
birine gitmez.
«Artık onlardan bir
bakıyye görüyor musun?» [42]
«O gün (Allah'ın
huzuruna) size ait hiçbir sır gizli kalmayarak arz olunursunuz.
Artık kitabı sağ
elinden verilene gelince, der ki:
«Alın kitabımı okuyun.
Doğrusu ben, zaten hesabıma kavuşacağımı kesin biliyordum.»
«Artık o, hoşuntu bir
hayat içindedir.»
«Kitabı solundan
verilen ise, der ki: «Keşke bana kitabım verilmeseydi»
«Hesabımın ne olduğunu
(notlarımı keşke) hiç bilmeseydim!»
«Keşke o (ölüm hayata}
son verici olsaydı!» «Malım bana hiçbir fayda vermedi»
«(Bütün) saltanatım da
benden yok olup gitti» derler bu pişmanlık onlara hiçbir fayda sağlamaz. İşte o
zaman:
«(Allah ilgili
zebanilere şöyle buyurdu:) «Tutun onu (ellerini boynuna) bağlayın, sonra onu, o
dehşetli ateşe yaslayın, sonra uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire bağlayın
(cehenneme sokun)! Çünkü o, yüce Allah'a inanmazdı.»[43]
Düşünüyordu dünyada
beni koruyan ve kollayan annem babamın bana bir faydası olmaz mı acaba?
Kabirde varsa sual ben ne yaparım. Kimden kaçıp kime sığınırım. Ama Allah'tan
kaçmak ve yine Allah'a sığınmak nasıldır. Ne kadar kaçarsan kaç nereye
gidersen git dönüp dolaşacağın yer Allah'ın ilahi huzurudur. Çünkü her yer onun
ve her yerde o var.
«Bugün artık o (küfüre
sapan) inkar edende burada, hiçbir yakın (akraba ve dost) yoktur.» [44]
Allah buyurdu ki,
onlara:
Yemin ederim gördüklerinize
ve görmediklerinize [45]
«O halde o büyük
Rabb'inin ismini teşbih (ve tenzih) et.» [46]
Allah buyuruyordu ki
«Kötülükleri (günahları) işleyip işleyip de nihayet onların birine ölüm gelip
yaptıkları kötü amelleri ve sonucu gösterilince:
«Hakikat ben şimdi
tevbe ettim» diyenlerle, (Allah'ın hükmünü bilerek değersiz/geçersiz görüp)
kafir olarak ölenlerin tevbesi artık kabul değildir. İşte onlar için elem verici
bir azap hazırlanmıştır.» [47]
Allah'ın rahmetinden
sual olmadığı gibi hesabında ve gazabında da sual olmaz. Çünkü Allah kullarına
basiret anlayışını ihsan etmiştir.
Hz. Âişe (r.a.)
anlatıyor: Bir defasında cehennemi hatırlayarak ağlamıştım. Resûlullah bana:
«-Ne var Âişe neden
ağlıyorsun?» diye sordu. Bende:
«-Cehennemi
hatırladım. Acaba kıyamet günü ailelerimizi hatırlar mısınız?» deyince
Resuîullah şöyle buyurdu:
«-Üç yerde kimse
kimseyi hatırlayamaz! Birincisi mizanda sevabının ağır veya hafif geldiği belli
oluncaya kadar.
İkincisi, alın okuyun
defterinizi, denilipte herkes amel defterini sağından mı, solundan mı yoksa
arkasından mı verileceğini görünceye kadar.
Üçüncüsü de cehennem
üzerine kurulan her iki yanında da birçok çengellerin, sert dikenlerin
bulunduğu ve Allah'ın istediği kulunu düşüreceği sırat köprüsünü geçerken
kurtulup kurtulamayacağını öğreninceye kadar.»[48]
Cenaze kalktı Ahmet
bir kaç adım attı ve onlarla birlikte o da mezarlığa gitmek istedi. Çünkü o
merak ediyordu. Bir insanı nasıl toprağın bağrına bırakılacağını. O daha
öncede görmüştü ölenleri ve hatta tenha, sessizdir diye mezarlıklarda içip
sızmıştı. Ama mezarlıkta son yaşadıkları onu o günki korkusunu yeniden
alevlendirmişti. Ahmet içindeki korkuyu hissedercesine cemaatten geriye
çekildi ve gitmekten vazgeçti kendi kendine! «Zaten adamı tanımıyorum» dedi.
Ahmet kudret ve
iradesiyle yaşadığı Allah'ın yüce zatını tanımıştı ve Allah için:
«Ben ne yaptım şimdiye
kadar» düşüncesi içerisindeydi. Ahmet ne kadar haiflense azdı. Çünkü o
nefsiyle kendisine çok zararlar vermiş ve Allah içinde hiçbir şey yapmamıştı.
Avluda bir yaşlı adam:
«-Çok dalgınsın
delikanlı giden cenaze yakınmmıydı?» dedi. Ahmet:
«-Hayır yakınım
değildi. Fakat bugün anladım ki insanoğluna en yakın ölümmüşte ben onu hep çok
uzak görmüşüm» dedi.
«-Gel otur biraz
evlat. Betin benzin solmuş. Belki ölüm korkuttu seni sanırım. Gör işte dünya
evlat şahit olduğumuz en büyük ibret insan için ölümdür. Doğuşu sevindirir.
Ölümü kedere boğar insanı. Şikayet etmeye hakkımız mı var.. Her canlı ölüyor
ve hiç kimse o istenmeyen vakkadan kor-kutulamıyor de mek ki buda bir hatır.
Şairinde dediği gibi ölüm hak olmasaydı ölür müydü peygamber...» Ahmet başını
ellerinin arasına almış buğulu gözlerle yere bakıyordu ve buruk bir sesle yaşlı
adama:
«-Hayat ölümsüz ve
sorgusuz olsaydı olmaz mıydı» dedi yaşlı Adam:
«-Olmaz!» dedi. Ahmet:
«-Neden olmasın ki
insanlar ölmek zorunda mı?» dedi. Adam:
«-Unutma ki ölüm
hayatın dengesidir. Ölüm olmazsa doğanlar dünyaya sığmazdı ki, delikanlı dünya
doğanlarla sürekli dolarken bir yanda da ölüm vesilesiyle boşalacak ki denge
olsun»
Ahmet, yaşlı adama:
«-Ölümden sonra hayat
var diyorlar bu sizce de doğru mu?» Yaşlı adam tebessüm ederek:
«-Biraz önceki yolcu
nereye gitti sanıyorsun ya... Gidenlerin gidipte geriye d öneme diklerin e göre
demek ki ikinci bir hayat var» dedi.
«-Verilen gerçek söz
(olan kıyamet) yaklaştığında inkar edenlerin gözleri birden belirip kalacak:
«Eyvah bize! Doğrusu biz bundan gaflet içinde idik ve (kendimizde) zulmeden
kimseler olduk (diyecekler.)» [49]
Ahmet yaşlı adama:
«-Ölüm yaşlılık
hastalık veya kaza sonucu mu meydana gelir?» diye sordu.
«-Hayır biraz önceki,
genç makina başında çalışırken kalbi durmuş. O adam sabah evinden çıkarken
son çıkışı olduğunu bilmiyordu. Bilseydi eğer ya evden dışarı çıkmaz ölüm meleği
onu evden alırdı canını veya bir daha dönemeyeceği için ailesiyle vedalaşırdı»
dedi.
«Allah, (ölecek]
insanların ruhlarım ölüm sırasında alır, ölmeyeninde uykusunda (bir nevi)
alır. Sonra hakkında ölümü hükmettiğini tutar, diğerini muayyen bir vakte
(eceline) kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir toplum için ibretler
vardır.» [50]
Yaşlı adam epey bir
sohbetten sonra başındaki sangını düzeltti ve bastonunun yardımıyla kalktı.
Ahmet'in başına dokunarak:
«Belli evlat sen
özünün gıdasından çok mahrumsun çelimsizliğinde bu nedenle olmalı. Sen bu
kapıyı bırakma ezan sesini duyar duymaz hemen koş gel. Çünkü ahiret nasipleri
önce buralarda dağıtılır» dedi. Ahmet o tatlı latifelerin esprisini anlamıştı
ve yaşlı adamın ellerini öperek ayrıldı oradan. Hiçbir yere sapmadan doğruca
eve gitti. Saliha hanım kapıyı açınca Ahmet'i yüzü solmuş ve gözleri kızarmış
görünce:
«-Eyvah bu çocuk yine
çekmiş!» dedi. Ahmet başı önünde tek kelime bile konuşmadan doğru kendi odasına
gitti. Saliha hanım her zamanki halidir diyerek onunla pek ilgilenmemişti.
Fakat bir müddet sonra Ahmet'in bağırma sesleri yükseldi içerde. Saliha hanım:
«-Eyvah bu çocuk ne
olacak böyle, bulamadı demek onun için krize girdi» dedi ve içeriye girdiğinde
Ahmet ranza ve ders dolabının arasına girmiş birşeylerden kaçar gibi
gizlenmeye çalışıyordu adeta.
«-Ahmet oğlum ne oldu
sana böyle, kötü birşey mi yaptın?» dedi.
Ahmet başını
sallayarak:
«-Tek birşey değil
anne çok korkunç şeyler yaptım.» dedi. Saliha hanım ellerini dizlerine vurarak:
«-Birini mi öldürdün
oğlum söylesene Allah aşkına» dedi. Ahmet annesinin gözlerine bakarak:
________________3
ı-Anne bunu sormak
için geç kalmadın mı?» dedi. Saliha hanım oğlunun gözyaşlarını silerek onu öptü
ve elleriyle sımsıkı tuttuğu Ahmet'i bağrına basmıştı.
«-Keşke mümkün olsada
biricik oğlumu yüreğimin derinliklerine saklasam» diyordu. Ahmet o gün olup
biteni annesine anlattı ve duş almak istediğini söyledi.
Saliha hanım diyor ki
tam iki saat Ahmet banyoda kaldı. Her kapıya gidip seslendiğimde o bana:
«-Beni rahat bırak ne
olur anne» dedi ne yapacağımı şaşırmış ve daha fazla dayanamayarak iş yerinden
babasını çağırdım. Babası geldiğinde Ahmet halen banyodaydı. Biz daha fazla
dayanamayarak banyonun kapısını kırdık. Ahmet kaynar derecedeki suyu üzerine
açmış ve şok olmuş bir şekilde duruyordu. Babasıyla onu apar topar çıkardık.
Ahmet'in bütün derisi kabarmış ve elimizin değdiği yer çok kötü soyuluyordu.
Adeta haşlamıştı kendini.
«-Ne olmuş aslanıma
böyle, niçin kendim yaktın oğlum?» dedi. Ahmet'in dudakları titreyerek
ağlamaklı bir sesle:
«-Senin bu aslan gibi
gördüğün oğlun bir köpek kadar bile olamadı baba! Yaptıklarımdan tiksiniyorum,
kendimden tiksiniyorum! Ben kendimi yakmadım baba. Yıllarca üzerime sinen pisliklerden
kurtulmak istedim. Dışımı temizlesem de içimdeki pislik ne olacak, nasıl
arınırım onca günahlardan?» dedi.
«-Tamam aslanım, tamam
önce bi sakin ol konuşalım» dedi. O gün herkeste bir şaşkınlık ve telaş
mevcuttu. Ahmet'i kasıp kavuran pişmanlık ateşiydi. Taşıyordu yüreği. Ne çare
ki hayatın istekleri bazen insanları büyük çıkmazlara götüre-biliyordu. Nerede
ve nasıl bulaşmıştı hayatın vebası özgürüm lanetine. Ahmet'te bir kurbandı, kolu
kanadı kırık ve hüsrana uğramış zavallı bir kurban. Ahmet diyordu ki, kendimi
bildim bileli Allah'tan kopuk ve uzak yaşadım benliğim um-manlara sığmıyordu
adeta. Ama şimdi bugün anladım ki, insanoğlu bu ummanda bir hiçmiş»
Yetiş Ey ilahi nur!
Yetiş de bitsin artık bu serkeşlik, körlük zamanı beklediğin o vakitin içinde,
vakit ise o zamanın içinde ne zaman savrulacağı-nı bilemezsin ki, bu insan
selinin akışı yalnız vesileyi temsildir. Nasılda küçülmüşsün hiç farkında
olmadan ne kötü bir fikirdir o hayvanice yaşamak. Deli taylara benziyor bu
gençlik onların yürekleri taştı ne evlere sığdılar ne yollara sığdılar.
Özgürlük mantığını Allah'ın mundar kıldığı zihir-lerde aradılar. Ahmet bu
kurbanlardan biriydi. Sadece ama bu vesileler aleminde Allah ona lütfü hidayeti
nasip etmişti ve oda artık hangi ortamda neş'et ettiğini bir nebze de olsun
görebilmişti.
Ahmet öyle uyuşmuştu
ki, kabarmış vücudunun acısını bile hissetmiyordu. Babasının aklına sonunda
kötü bir fikir gelmişti. Kemal Bey Ahmet'in omuzlarından tutarak:
«- Kendine gel oğlum
ne olur beni çok korkutuyorsun!
Seni rahatlatacaksa sana
gidip bira alayım mı?» dedi. Saliha hanım hışımla Kemal
«-Ne diyorsun sen
Kemal Bey, senelerdir oğlumuzun düzelmesini istemiyormuyduk?» dedi.
«-Görmüyor musun
Saliha çocuk ne halde...»
«-Ne olmuş haline,
bunun bu hali yalnız pişmanlığın şaşkınlığıdır» dedi.
Ahmet ellerinin
arasına aldığı başını sallayarak babasına; «Ben iyiyim» demek istediyse de Kemal
Bey hiç rahat değildi. Aslında Kemal Bey'de evladına vermediği gerçeklerin
cezasını çekiyordu belki.
Ne garip bir dünya bu,
iyiler ve kötüler hep iç içe yaşarlar. Şehirlere çakallar girmiş, sokaklar
gençlere tuzak, haya, edep, çağdaşlığa tutsak. İffet çağdaşlaştınldı. Namus
ayaklar altında. İffetsizlik Som altın, insanları kandırmak ise uygarlık adını
aldı ne acımasız bir alem bu yarab!...
Ahmet sancılı bir günü
daha geride bırakmış ve derin bir uykuya dalmıştı. Sihirli sinsi kurt
gövdesinin içinde kemirirken onu bir yandan da kalbinden oluşan bir güzellik
büyüyordu.
Saliha hanım
ağlamaktan gözleri şişmiş ve çok bitkindi. Kemal Beyin de ondan bir farkı yoktu.
Her ikisi de koltukta oturdukları yerde uyuya kalmışlardı.
Her karamsar geçen
gecenin ardında güneş doğar ve aydınlatır kargaşa alemim, yüreklerin
derinliğine çöken elemin tortusu kabanr yüreklerde. Ne çare ki istesende
istemesende yüreğine çöreklenmiş o acılarla yaşarsın,
Ahmet birkaç gün evden
dışarıya çıkmamıştı ne madde kullanıyordu ne de alkol. Saliha hanımda bu
durumdan oldukça memnundu. Çünkü Ahmet harika bir dönüş yapmıştı. Saliha hanım
ve Kemal Bey, Ahmet'i İslâm terbiyesinden kopuk yetiştirmişti. Ama hatasını
anlamış ve o da çok yıkılmıştı. Kısa bir zamanda büyük bir mesafe almıştı.
Ahmet:
«En zor mücadele
nefsle verilen mücadeledir» diyordu. Haksızda sayılmazdı.
Nefsini terbiye eden
kişi dünyada kendisine zarar verecek olan en büyük düşmanını yener ve ahirette
kazançlı olur. Fakat nefsiyle kendisine yazık eden kişi dünyaları kazansada
ahiret aleminde o sermaye değersizdir. Bu ayeti kerimede insanoğlunun vahim
durumunu açıklıyor:
«O, akıllarını iyi kullanamayanlara
kötü bir azap verir.» (Yunus suresi)
Ahmet o kadar
değişmişti İd, bu değişiklik yalnız düşünce ve görüşlerinde değildi, bu güzel
dönüşün mütasipliği fiziğine de yansımıştı. Önceki Ahmet peşmürde ve rahattı.
Ama şimdi diyor ki:
1. Kudret Allah'ın.
2. Gayret
benim.
3. Rahmet
Allah'ın bir ikramı.
4. Şükür
benim vazifem.
Anladım ki, bana en
yakın O'dur. Onun dışında herşey mesafelerce uzak.
Çok doğru sen Allah'ın
gazabından yine kaçıp Allah'a sığınırsın. Çünkü her yer onun. Nereye kaçarsan
kaç, nereye sığınırsan sığın heryerde Allah'ın gücüyle karşılaşırsın. Ahmet:
«-Her şey iyi gidiyor
fakat nefsim beni bazen çok zorluyor» dedi.
«-Nefsini azad et sen
ruhunla hür yaşamaya bak, o melundan daha güçlü olduğunu unutma sakın, bu dönüş Allah'ın sana büyük bir lütfudur.»
Ahmet:
«-Daha önce ölüm hiç
aklıma gelmezken şimdi her an öleceğim düşüncesi aklımdan çıkmıyor» dedi.
«-Ölümün aklından
çıkmaması iyi. Çünkü o çok uzun bilinen ömür kısa ve bir anlıktır. Bedeninde
çıkıp gitmesi, belki bir nefes kadar, belki ondan kısa, belki bir adımlık
mesafedir. Belki de ondanda kısa yalnız bir sendeleme»
Cafer b. Bürgan'dan:
Selman-ı Farisi'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
«-Üç şey beni
güldürür, üç şeyde ağlatır: Ölüm peşinden geldiği halde dünya için uzun uzun
emeller besleyenler, devamlı murakabe altında bulunan gafillere, Rabbinin
rızasını mı, yoksa gazabını mı kazandığını bilmeden kahkaha ile gülenlere
gülerim.
Beni ağlatan üç
hususta şunlardır: Çok sevdiğim Muhamed [s.a.v.] ve onun kardeşlerinden ayrılmak
ölüm anında karşılaşacak olan şiddetli korkular. Cennet mi, yoksa cehenneme mi,
gireceğimi bilmeden alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda hesap vermek için
beklemek»[51]
Câbir (r.a.)'den:
Resulullah {s.a.v.) bize şöyle hitabede bulundu:
«-Ey insanlar: Ölüm
gelmeden önce Allah'a yö-neliniz. Fırsat elden gitmeden salih amel yapmaya
çalışınız. Çok çok zikretmek, gizli ve açık olarak çok sadaka vermek sureti
ile Rabbinize yaklaşınız ki, nzıklanasmız, yardım göresiniz ve eksiklerinizin
yerine yenileri verilsin»
Ahmet söküp atmıştı
içinde cehaletin kara felsefesini, iman kıvılcımı düşmüştü yüreğine. O ehl-i
hakikatin sırını keşfetmişti.
[İslâm] mânâsını
(teslimdir) Allah'ı birle ve teslim ol.
Hz. Mevlânâ'da şöyje
ifâde ediyor:
«-Deniz suyu,
kendisine bütünü teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri oîan ve en ufak
te-reddütü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur?» Aynı şekilde
«Ölümden evvel ölünüz»
İlahi aşk ve o
samimiyetten doğan muhabbet. Zeyd bin Harise (r.aj Hz. Peygamber (s.a.v.) âzâdı
kölesi idi. Onu Hz. Hatice satın alıp peygamber (s.a.vj hediye etmiş. Hz.
Peygamberde {s.a.v.) de âzâd etmek istemişti. Fakat Zeyd b. Haris Hz. Peygambere
olan bağlılığı ve büyük sadakati dolayısıyla ondan ayrılmak istememişti ve Hz.
Peygambere dönerek:
«-Yâ Resulullah Benim
her şeyim sensin! Yeryüzünde sana tercih edebileceğim hiç kimse yok» diyerek
kainatın efendisi Hz. Muhammed'in yanında kalmıştı. Bundan dolayı
peygamberimiz Hz. Zeyd'e çok ilgi ve alaka gösterirdi.
Ahmet sohbet dinlerken
bile durmadan mırıldanıyordu. Kısık sesle ve söylediği tek şey:
«Döndüm sahibim sana
döndüm» idi ve devam ediyordu:
«Önceleri aynaya
baktığımda simamı seçemi-yordum. Sanki puslu bir camın arkasındaymişim gibi
hiçbir şey net değildi. Bazen o, sisli camın arkasında gerçek suretimi bulmaya
çalışıyordum» «Peki onca gayretlerine rağmen bulabildin mi?»
«Bazen» «Nasıl
görünüyor dun?»
«Bu ben olamam diyor
ve yüzümü kaçırıyordum»
«Peki kendinden
kaçabildin mi?»
«Hayır her seferinde
kendimden kaçarken vicdanıma yakalandım»
«Ya şimdi aynaya
bakıyor musun?» «Bazen bakıyorum»
«Ne görüyorsun?
Suratın seni yine korkutuyor mu?»
«Hayır korkutmuyor,
artık şimdi ne ayna puslu ne de suratım o kadar kötü görünüyor. Çünkü gördüğüm
çirkinlik nefsimin suretiydi ben kendime bakarken gördüğüm ben değildim benim
içimdeki öteki, ben {nefsim)di» dedi.
Ahmet Allah'tan
gayrisini feda etmiş ve her-şeyden el etek çekmiş:
«Dünyânın nefsâni
arzularından el etek çekince, gündüzlerim susuz, gecelerim uykusuz hale geldi.
Rabbimin arşını açıkça görür gibi oldum. Birbirini ziyaret eden cennet ehli ile
yekdeğerine düşman kesilen cehennem ehlini görür gibiyim» demiştir.
Ahmet'in gözleri ışıl
ışıl parlıyordu. Küçük bir çocuk kadar sevinçli, büyük bir enkazın altında
kalmış gibi çaresizdi. Ama ara ara sade bir tebessümle «Döndüm sahibim
döndüm.» diyordu her seferinde.
Ahmet temiz bir
coşkunun yankısıyla «döndüm» diyordu. Bedeni dokunsan uçacak gibiydi. Yüreği
manalı duygularla doluydu. Allah fc.c.) azameti ve yücelliği gözlerinde
büyüdükçe büyüyordu ve yalnız sahibini hayal ederken de, kendi varlığında da yavaş
yavaş sıyrılıyor ve diyordu ki;
«-Ne «dur yapma»
diyenim oldu ne elimden tutup «dur gitme» diyenim. Ben ise canıma minnet sanki
dünyaya serseri geldim ve serseride gidecektim. Babamın bana «sen ne zaman
adam olacaksın» sözü, eskiden kalma bir söz gibi gelirdi. Düşünün bir kafanın
içinde mutlaka idealist hedefler vardır. Çok gariptir. Ama bende yalnız hayat
günlük yaşamak vardı. Çünkü sizlerin görmediği fakat benim çok rastladığım
olaylar içinde ki geleceğe dair tüm umut ve hayallerimi bitirmişti. Ona rağmen
de dünyaya sığdıramryordum ben beni içinde bulunduğum alemin daha da ötesini
arıyordum. Yaşadığım her-şey boşmuş ve bu imtihan dünyası ne zalim bir ummanmış
meğer. Bilemedim halbuki, Allah'ın nuru yoldaşmış tüm insanlara. Çünkü Allah'ın
yarattığı her şeyde Allah'ın yüceliği işaret edilir»
Özünden kopuk yaşayan
neslimiz ötelere ve daha ötelere kucak açıp körü körüne yaşarlar.
Birkaç gün geçmişti
ki, Ahmet hem şaşkın hem hüzünlüydü. Taşmıştı yüreği ve gözlerinde billur
billur gözyaşları akıyordu ve diyordu ki:
«Madem ki ahiretin
kazancı dünyadadır, o'nu mutlaka bulmam lazım Büyük bir arayışın içine
girmişti. O sürekli pişmanlığını ifade edip duruyordu. Çünkü o dünya hayatın
ötesine daha çok dalmış ve hayat ötesi fezalara diyordu ki, «bin defa bu can
feda olsun senden bana gelene, biliyorum ki herşey senden saklı ve yine herşey
senden aşikar. Her zerre sen her zerre senindir. Bütün alem senin nurunun
gölgesinde can bulur» diyordu. Onun bütün gayreti hüdayı bulmaktı. Ahmet bir
gün camiye namaz vaktinden önce gider ve or-daki bir adama: «Bu caminin hocası
namazdan önce gelmez mi?» der. Adam: «Bilmem bazen burada oluyor» dedi. Ahmet
biraz düşündükten sonra adama döndü: «Amca her zaman camiye gelir misin?»
dedi. Adam şaşkın şaşkın Ahmet'e bakıp: «Allah izin verdikçe gelirim» dedi.
Ahmet peki sen aradığını nerde buldun?» dedi. Adam bu sefer kaşlarını çatarak:
«Onu bulmak için illede bir yer mi gerek her yer onun değil mi?» dedi. Ahmet:
«O zaman onu burada aramama gerek yok mu?» dedi. Adam burada seslenirsin onun
gönlünü hoş edersin istediğin yerde de onu çağırıp muhabbet edersin» dedi.
Ahmed diyordu ki;
Yarabbi sen sınırsız bir umman ben ise yalnız bu koca umman içerisinde küçücük
bir nokta.
«-Ben bir insandım ve
idrak edemedim. Fakat aciz bir hayvan; «bana işte bak gör hakikat ve hiçbir
şey gizli değil, herşey aşikar» dedi.
Hz. Muhammed
(s.a.v.)şöyle buyuruyor: «Eğer Allah'tan gereği gibi korkarsanız, gerçek bir
bilgi ile eşyayı tanımaya başlarsınız» Ve Allah'ın Resulü yine buyuruyordu ki:
«İçine nûr giren kalp açılır ve genişler» beyânı üzerine; «-Bunun alâmeti
nedir?» diye soruldu. Peygamberimiz (s.a.v.):
«-Fâni dünyâdan
uzaklaşmak, ebedi olan âhi-ret yurduna gönül vermek ve ölümden önce ölüme
hazırlanmaktır» buyurdu.
Ahmet her konuşma
esnasında başını sallayarak «Ben şimdi kul oldum. Ben şimdi kul oldum» diyor
ve şöyle devam ediyordu.
«Yalmşlardan kaçtım
ve kurtuldum belki. Ama vicdanımdan kurtulamıyorum»
«Seni acı çekiyor
görüyorum»
«İçim acıyor hocam,
içim çok acıyor. Siz beni yaşıyor görüyorsunuz belki. Ama inanan ruhum ölü
şimdi çırpınan yalnız bedenim ve vicdanıındır.» dedi.
«Yanılıyorsun Ahmet
ruhun bedenini terk etmedi. Ruhun asıl
hayat gıdasını şimdi almaya başladı.
Senin bu bitkinliğin onun bedeni terk edişinde değil, maneviyatla can
bulduğundandır.»
Onun için de ki
yakarışlarını hissedebiliyordum ve ümit ederim ki. bundan sonra onun kalbinde
bu manevi okyanus hep böyle daim olsun. Çünkü o öyle bir teslim olmuştu ki,
Allah denildiği zaman onun kalbi adeta alevleniyordu.
«Önceki hayatım her
pislikten atıklanmış ürküten bir insandım ve bana karşı olan insanların bu
düşüncelerini arılayabiliyordum. Bunun için hiç kimseyi suçlamıyorum. Çünkü
onlar haklıydı. Size gelince siz benden nasıl çekinmediniz bilmiyorum»
«Senden çekineceğim
kadar kötü müydün? Ben seni kazanmak için yaklaştım senin yapmış olduğun
hatalardan dolayı yargılamak için değil»
«Çok kötü batmıştım
felaket rüzgarı nereye es-tiyse ben o yöne savruldum. Bu kasırgalar arasında
bir dalı tuttum ve kurtuldum. Ama benim gibi binlercesi aynı kasırgalara
yakalanmış, hızla bataklara sürükleniyor. Bunları bildiğim içinde kendi adıma
sevinemiyorum hocam» dedi.
«Biliyor musun? Ayak
basıp sana kara görünen bu yerküre aslında dipsiz bir denize benzer ve her
dalgası ayn bir felaketle savumrlar. Bundan kimi kaçar kurtulur. Fakat kiminide
dibine çeker kaybolur. Sen geçmişini yalnız hatalarının telafisi için hatırla.
Böyle hatırlarsan bu senin tevbeni artıracaktır. Ama hatırlayıp miskin
düşüncelere dolarsan buda tevbeni zayeder. Sen yalnız geçmişin hasarını
onarmaya çalış. Bu çalışman ne kazma gerektirir ne de kürek yalnız aklınla
düşün ve kalbinle kazan»
Ahmet bu konuşmadan
cesaret alarak yüzü pembeleşti ve dudakları titriyordu. Belliydi ki söyleyecekleri
boğazında düğümleniyordu. Dudaklarını yumup yutkundu ve:
«Anlatılacak o kadar
çok şey var ki, onları yaşarken hayvanı hislerle hiçbir şey anlamadım. Ama
şimdi itiraf etmek inanılmaz utandırıyor beni.
«Bak kurban sen o
anlatamadığın hata ve günahları yaparken haya, edep kaçmış demek. Ama şimdi
sen onu geri kazandın ve şimdi onunla berabersin bunun için yaptıkların sana
ağır geliyor. Ben seni yargılamıyorum. Allah affetsin inşallah seni»
Ahmet ellerini
ovuşturarak buğulu gözleriyle bana bakıp başını salladı.
«Şimdi o geçmişin
üzerine kara bir çizgi çek ve hayatında tertemiz beyaz bir sayfa aç ve o senin
karşına dikilince de onu al ve kapının ardına at. Ahmet:
«Ya içerde yine
karşıma dikilirse ne yapayım?»
«Bu sefer al onu
camdan aşağıya at. Unutma Allah'ın kuluna merhamet ve rahmeti gazabından daha
üstündür. Af dile, af ol inşallah şimdiye kadar günahlar içinde hayatım nasıl
sürdüysen bundan sonrada yapacağın tek şey tevbe istiğfarlarla günahlarının
bağışlanması için Allah'a sığınarak geçir»
«Derken Âdem,
Rabb'inden birtakım kelimeler aldı. (Öğrendi ve onlar o'na tevbe etti,
yalvardı.) Allah da onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz o, tevbeyi çokça kabul
edendir, çok acıyandır.» [52]
«Ancak tevbe edip
dönenler, (hallerini) düzeltenler ve (Allah'ın indirdiği gerçekleri eğip hükmeden
dosdoğru) açıklayanlar başkadır. İşte onların tevbesini kabul ederim. {Çünkü
ben tevbeyi çokça (daima) kabul ederim ve çok merhametliyim.» [53]
Ahmet parmaklarını
birbirine kenetlemiş ellerinin titremesine mani olmaya çalışıyordu. Göz
yaşlarına boğulan Ahmet resmen kopmuş ve sesle ağlıyordu. Bir adamın bu kadar
sesle hüngür hüngür ağlamasına ilk defa şahit olmuştum ve bu hali beni de
derinden sarsmıştı. Alt üst olmuştu Ahmet'in duyguları adeta.
«Ne yaptın bu kadar?
Adam mı öldürdün yoksa? Telafi edemediğin nedir?
«Yalan söyledim ve
yalan yere çok yemin ettim annemden babamdan zorla para aldım. Vermeyince de
çaldım, madde kullandım hislerini hay-vanileşti kendimle birlikte insanlara da
zarar verdim. Zina yaptım. Bütün bunlar Allah'ın haram ve yasak kıldığı şeyler
değil mi? Günahlarımı hissediyorum. Bedenimin o kirlerle ağırlaştığını hissediyorum.
Siz bana karşıma dikilen geçmişinizi kapının ardına veya camdan aşağıya atın
diyorsunuz. Vücudumun her yeri geçmişin kötü izleriyle dolu.
«Bak kollanma
geçmişten kurtulmak için kendimi mi yok: edeyim hocam?» dedi.
«Bir adam suç işler ve
yakalanmamak için de sürekli kaçar durur. O adam ne uyku uyur ne de yediğinden
ve içtiğinden tat alır. Ama nereye kaçarsa kaçsın sonunda ya yakalanır,
Hapsolunur veya vicdanına yakalanıp ızdıraplar içinde ölür. Ama suçlu teslim
olsa yalnız yaptığının cezasını çeker değil mi?»
«Doğru hocam ama
ben...»
«Amalara takılırsan
asıl murat ettiğin selâmete kavuşamazsın. Unutma tek kurtuluş teslimiyette.
Allah'a teslim ol ve aklını onunla meşgul et, O seni dosdoğru yola iletir»
Allah buyuruyor ki:
«De ki:[Siz] bizim
için iki iyiliğin birbirinde [şehitlik veya gazilikten] başkasını mı
bekliyorsunuz? Bu bizim özlediğimiz şeydir.Oysa biz, Allah'ın ya kendi
katından veya bizim ellerimizle si-zi bir azaba uğramasını bekliyoruz. Haydi
bekleyin. Biz (de) sizinle beraber (akıbetinizi) bekleyenleriz.» [54]
«Ey insanlar and olsun
size kendinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır
gelir. Size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.» [55]
«Mazisiyle yanıp
kavrulan bir tek sen değilsin Ahmet, herkesin hayatında askıya aldığı acı gerçekler
vardır. Benimde var, senin çok mükemmel bildiğin kimselerinde. Sen şimdi «Keşke
yapma-saydım» diyorsun. Ama hayat hep keşkelerle doludur. Hem öyle bir
durumdayken böyle bir dönüş kaç kişiye nasip olurki»
Ahmet yalnız ben
değilim derken çok haklıydı. Dediği gibi kimbilir kaç zavallı aç kurtların tuzağında
her gün biraz daha ölüm vadisine sürükleniyorlar. Bunları bilip kahır olmamak
eldemi ki, ağlanacak ve kahırlanacak o kadar çok zaiatlarla karşılaşıyoruz ki,
ağlanacak yerde belki de hep güldük hiç farkında bile olmadan.
Hz. Mevlana, derki,
«Ölü idim, dirildim... Gözyaşı idim, tebessüm oldum... Aşk deryasına daldım;
Nihayet baki olan devlete eriştim...
«Sen önceden kâinata
dünya gözüyle bakıp herşeyi madde görüyordun. Ama şimdi kainata, ahiret ve
hesap gözüyle bakıyorsun. Onun için şimdi senin gözünde herşey çerçöp görünüyor.
«Onlara dünya
hayatının misalini de şöyle anlat: Tıpkı o, semâdan indirdiğimiz su ile
yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıp güzelleşmesi) ama sonunda (o
bitkilerin kuruyup) rüzgarların savuracağı çöp kırıntısı haline gelivermesi
gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahibidir. [56]
«Bilin ki dünya
hayatı, ancak (geçici) bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal
ve evlâtta çoğalma yansıdır. (Bu) tıpkı şuna benzer: Bir yağmur, bitirdiği (o
yeşil) bitki, ekincilerin hoşuna gider, (fakat) sonra o (bitki) kurur da sen
onu sararmış halde görürsün; sonrada
çer-çöp olur. (İşte dünyadaki her şey de böyledir.) Ahiret-te (günahkarlara)
ise şiddetli azap, (iyilere de) Allah'tan mağrifet ve hoşnutluk vardır. Dünya
hayatı, aldatıcı bir faydalanmadan (bir rüya sevincinden) başka değildir.» [57]
«(O halde aldanmayıp
tevbe ve salih amellerle) Rabbi'nizden bir mağfirete hem de Allah'a ve
Re-sûlü'ne inananlar için hazırlanmış genişliği gökle yerin genişliği gibi olan
cennete (girmek için) koşun yarışın. Bu Allah'ın bir lütfudur ki onu dilediğine
verir. Allah büyük lütuf sahibidir.» [58]
Hz. Mevlânâ-Kuddise
Sirruh buyuruyor:
«Ey Haltk yolcusu! Gam
ve kederin varsa sevin! Onlar, yarın senin için hazırladığı buluşma tuzağıdır.
Zira insan gam ve kederle dolu olduğu zaman Hakk'a sığınır, Hakk'ı hatırlar.
«Bu aşk yolunda beni
gamdan başka kimse hatırlamıyor, gam ve kedere binlerce defa aferin!....»
«Ey insan! Sana gelen
gamlar ve sürûrlar sende bir misafirdir. Sakın onların dâim olduğunu zannetme!
Gelen Rani gamlara üzülme. Çünkü onlar gidicidir. Fani sürûrlara da sevinme;
zira onların da bekası yoktur.
Akibetini düşünen her
idrak sahibi insan bilir ki gelecek zevk-ü sefalara, dalan herkes kayıptadır.
Çünkü Allah'u (c.c.) her emri ve buyruğu bir sırattır. Ancak azgınlıktan ısrar
edenlerin adresi cehenneme çıkar.
İçimizdeki en önemli
şey umuttur. Yine içimizdeki en büyük kötülük ise karamsarlıktır.
Allah'a iman
noktasında insanların tıkanması ve şuurlu kulluğun idrakini bulamaması, insanı
şeytanın tuzağına sürükler. Çünkü kudret ve hikmetini anlamadan nefsinin
esaretinde yaşayan günümüzün müslümanları, kulluk noktasındaki, aciziyet ve
gafletliğin içerisinde hayat sürmekte-ler. Terbiye edilmemiş nefsi, ıslah
edilmemiş kalbi tezkiye'ye çalışümadıkça bu hayat böyle sürecek ve hatalarda
daha çoğalacaktır.
Siz acaba benim sonum
ne olacak diye düşündünüz mü hiç?
Ahmet'in derinliklere
dolan hüzünlü bakışları ve kipliklerinde süzülen damla damla gözyaşları bu
gençliğin gamsız bir tasayla yaşayıp sonrada düştükleri acı ve hüzünlü bir
gerçeği yansıtıyordu.
Çağdaşlığın adı
altında kokuşmuş düşünceler ilmeyi kaçırılmış, aşiretiyle ne yazık ki, dikiş
tutmuyor şimdi sökükler. Sevinelim mi, dövünüp üzülelim mi bu çağdaşlığa
bilmem...
Özümüzün kabuğunda soyulduk,
Avrupa'yı nesil olduk adı altında Batılın bataklık sistemiyle donandı ne yazık
ki bu cennet yurdumuzun her bir yanı. Akılsızlık sistemiyle.
Halbuki Peygamberin
bize vasiyeti: «Sahip çıkın Müslümana»
Durdurulmasa bu
haysiyet namus düşmanları eğer. Buhranlarla zay olup gidecek bu gençlik. Bu
düşünce tokmağının sesi tık tık etse de benim kafamda. Ama ne çareki söz para
edenindir.
Ahmet tebessüm ederek
başmı salladı ve şöyle dedi:
«Sizinde dediğiniz
gibi hayat gerçekten de vesileler dünyası. Baksanız herşey aklıma gelirdi de
ama bir hayvanın vesilesiyle ben gerçek beni bulacağım hiç aklıma gelmezdi. O
benim görmediklerimi görmüştü ve öyle gözlerimin içine bakıyordu ki, bana
«kalk ey insan silkin, kurtul bu serkeş halinden» dedi. Ben kendi halime o
zaman çok kızmıştım. «Vay canına" dedim. Asıl hayvan benmişim meğer.
Yazıklar olsun bana bu hayvan kadar bile olamadım dedim kendi kendime ve diyor
ki:
«Anladım yarabbi
anladım herşey sen ve yine her şey sende gizli, sen dilediğinin içine verirsin
istediğimde aciz bir hayvanla uyarırsın. Sen her zerreden kendini gösterirken
ben nasıl göremedim! Nurunun ışığı her yerde gündüzde ve de gecenin zifiri
karanlığı içindeki ayda.
Yazık yazık çok yazık
biz hayvani hislerle yaşamış ve kendimize en büyük kötülüğü yapmışız meğer.
Yüzü kara günahı pek çok bu zavallıyı kabul edersen sana döndüm yarabbi sana
döndüm» diyordu.
Ahmet bütün kötü
alışkanlıklarından tümüyle kurtulmuş ve kalbinin bütün şubelerini Allah'ın
muhabbeti ve Kur'ân'm beyanlarına kiralamıştı. O, artık imanı zayi hayattan
kurtulmuştu.
«-Rabb'lerinin
çağrısına uyanlar için (mükafatın) en güzeli vardır. O'nun çağrısına
gelmeyenler ise, yeryüzünde bulunan şeylerin hepsi ve onunla birlikte bir misal
daha kendilerinin olsa (Aîlalı'm azabından kurtulmak için) onu fidye verirledi.
İşte onlar var ya, hesabın en kötü en şiddetlisi onlar içindir. Varacakları
yerde cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. [59]
Ahmed anlatıyor:
Köpeğin bana vesile
oluşu ve cami avlusundaki cenazeden sonra eve gelip üstüme sinen onca
pislikten kendimi arındırmak istedim. Fakat öyle uyuşmuştum ki, üzerime
tuttuğum kaynar suyun beni yaktığım bile hissedemiyordum bile o, nasi-hatlarla
biten günün sonunda da nihayet gündüzün telaşesini noktalayan gece olmuştu. O,
akşamı ne zaman ve nasıl yattığımı hatırlamıyorum. Ama hatırlayıp hiç
unutamayacağımı, görmüş olduğum bir rüyanın tesiride hiç gözlerimden gitmiyor.
Rüyadan uyandığım zaman gecenin belkide bir yansıydı. Fakat ben uyandıktan
sonra daha da uyuyamadım. Annem uyanınca gördüğüm rüyayı anneme anlattım.
Annem bana:
«-Bu da bir ikazdır»
dedi ve şöyle anlattı:
«-Rüyamda Resûlullah'ı
gördüm bir su gözesinin başında oturmuş düşünüyordu, yanma yaklaştım. Fakat
o, yüzüme hiç bakmadı ve oldukça da üzgün görünüyordu. Onun yakınma çömeldim ve
ona:
«-Ya Resulullah neden
yüzüme bakmıyorsun» dedim. O, beni duymuyor gibi davrandı. Bu sefer belki bana
cevap verir diye. Ona:
«-Ya Resulullah neden
üzgünsün» dedim ve Resulullah mübarek yüzünü bana çevirdi gözleri ağlamış gibi
kızarmıştı. Bana baktı ve yine konuşmadı. Ben yine:
«-Ya Resulullah üzgün
olması gereken biri varsa oda ben olmalıyım. Hem senin cehennem ve hesap
korkunda yok» dedim. Resulullah bana bakarak:
«-Ya sen benim ümmetim
değil misin?» buyurdu. İşte ben asıl o zaman yıkıldım. «Sen benim ümmetim
değilmisin?» sözünü son nefesim çıkana kadar da asla unutmayacağım. Keşke Hz.
Muhammed bu topraklarda yaşasaydı. Kendisini görmek nasip olmadı. Ama en
azından Resulullah'm o, ölümsüz ruhunun yattığı yeri ziyaret etme şansımız
olurdu» diyor.
«Görüyorsun ya Ahmet,
Allah'tan ve Resulullah'tan gayrisini sende feda et gitsin:
O her cümlenin
bitiminde gözleri buğulanıyor ve:
«-Döndüm sahibim
döndüm diyordu yine»
Delalet sonu gelmeyen
devamlı bir hayalkınk-lığıdır. Delalet hiçbir mükafatı olmayan bir musibettir.
Delalet sonu gelmeyen bir kötülüktür»
Yanlışlar günahlardır.
Günahlarsa en büyük afet ve felaketlerdir insanoğlu için.
Hz. Ömer (r.a.)'dan:
Kullar, terketmek sureti ile batılı öldürür, hatırdan çıkarmamak sureti ile de
hakkı yaşatırlar. Allah'ın kullan imrendikleri zaman rağbet ederler,
kurtulduklan zaman korkarlar. Allah'ın azabından korkarlar, fakat katiyen
azab gönneyeceğiz diye de düşünmezler. Gözleriyle görmediklerini sezerler,
kalplerindeki imân ölçüsüne göre beyan edilmeyenleri de değerlendirirler.
Onları Allah korkusu kurtarır. Ebedi olanlar için fani olanlan terk ederler.
Onlar için hayat nimet, ölüm ise şereftir. Cennet hurileri ile evlendirirler,
hizmetçiler ebedi olarak hizmeti erindedir.
Abdullah İbn-i Mes'ud
şöyle derdi.
«Sizler geçip gitmekte
olan gece ve gündüzün içindesiniz. Ömrünüz devamlı eksüiyor. Yaptığınız ameller
yazılıyor. Ölüm ansızın gelebilir. Hayır ekmiş olanın saadet biçeceği zaman
yakındır. Şer ekenin de nedamet biçeceği zaman yakındır. Herkes ektiğini
biçer. Ağır davrananın rızkını kimse elinden alamaz. Hırslı olan da takdir
edilenden fazlasını elde edemez. Hayır için verene Allah da verir. Serden
korunmak isteyeni Allah da serden korur. Müttekiler büyük kimselerdir, fakihler
ise liderlerdir. Onlarla oturup kalkmak bir lütuftur.»
Hayrın ve şerrin
sebeplerini göstermeye çalışan İslâm dininin rehberi ve İslâm camiasının önderi
Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashabı Kur'ân'ın gölgesinde ve sünnetin çizgisinde
aziz ve celil olan yüce yaradanm emir ve yasaklarını bildirmiştir. Çünkü dünya
bir imtihan tarlası olduğu gibi aynı zamanda da iyi ve kötü için bir ikram
sofrasıdır. Ahiret ise, baki bir vadidir.
Hz. Ömer arkadaşlarına
da:
«-Kardeşlerinizin
kalben tevbe etmesi ve Allah'ın da onun tevbesini kabul etmesi için Allah'a dua
edin» dedi. Adam Hz. Ömer'in mektubunu alınca açıp tekrar tekrar okudu. Kendi
kendine: «Günahları affeden, tevbeleri kabul eden ve şiddetle cezalandıran...
Ömer Allah'ın beni cezalandıracağını söyleyerek korkutuyor ve onun beni affedeceğini
vaad ediyor» diyordu.[60]
Bir başka rivayette de
şu ilave vardır. Adam Ömer'in mektubunu tekrar tekrar okudu ve bir daha içmemek
üzere içkiyi bıraktı. Hz. Ömer adamın düzeldiğini duyunca:
«-Bir kardeşimizin
kötü yola saptığını gördüğünüz zaman siz de böyle yapın onun vaziyetini
düzeltin. Allah'ın kendisini affedeceğini söyleyin. Tevbe için Allah'a dua
edin. Onun vaziyetinin daha da kötü olması için şeytana yardımcı olmayın»
dedi. [61]
Abdullah b. Amr
(r.a.)'den: Resulullah (s.a.v.) Hz. İbrahim'in «Ya Rabbi! insanların çoğu
saptı»[62]sözünü
ve îsâ (a.v.) 'in yanında:
«Eğer onlara azab
edersen kullarına azab etmiş olursun» [63]
Sözünü okudu. Sonra
ellerini kaldırarak:
«- Allahım ümmetimi
koru! Allah'ım ümmetimi koru!» diye dua etti ve ağladı. Bunun üzerine Allahu Teala:
Ya Cebrail! Muhammed'e
git. Niye ağladığını sor» dedi. Cebrail (a.v.) hemen Resulullah'a (s.a.v.)
gelip niçin ağladığını sordu. Resulullah (s.a.v.) sebebini söyleyince Allah
(c.c), Cebrail'e (s.a.)
fi-Muhammed'e git
ümmetin konusunda seni razı edeceğiz. Seni bu konuda üzmeyeceğiz de»
buyuruyordu.[64]
Resulullah [s.a.v.]
biz dünyaya gelmeden, bizim için endişe etmiş ve Allah (c.c.)'yle gözyaşları
içerisinden sığınmış «Ümmetimi koru! Allah'ım ümmetimi koru Allah'ım!» şeklinde
yalvarmıştı. Tıpkı Ahmet'in rüyasında onu üzgün görmesi «sen benim ümmetim
değil misin?» buyurması gibi.
Dünya bir umman gibi
görünsede o yalnız ve yalnız bir hesaplaşmadan ibarettir. Bu çeyrek asrımızda
dünyaya bağlananları görünce, İslâm dininin sadık varislerini hatırlayıp, bin
eyvahın zamanının geldiğini anlıyorum artık.
«Dünya hayatına razı
olan ve onunla sükuna dolan kimselerle bunca âyetlerimizden gafil olanlar (yok
mu?)» [65]
Dünyalık, mal mülk
ihtiyacı kadar olan dindendir. Nefsin doyumsuzluğu ve servetin fazlası baki
alem ahiretin vebalinden başka hiçbir şey değildir. Aynı zamanda dünya da
meşakkati çoktur. Çünkü serveti muhafaza zorluk ve korkuyu da beraberinde
getirir. Fakat onca meşakkatlere rağmende insanlar ona büyük bir gönül bağıyla
o dünyalık servete bağlanır. Ancak ölüm ansızın çıkar karşılarına. İşte o
zaman perde aralanıverir. Eyvah eyvah binkere eyvah! Vakit zaman gelince kim
kurtulmuş ki, o kati ve kesin emirden. İnsan ölmek istediği için mi ölür, yoksa
dünya mektebinden mezun olduğu için mi ölür? İnsanın gücü kalmaya yetseydi
eğer insanlar ölüme karşı savaş açarlardı.
Dünyada olan herşey
insanoğluna kafidir. Fakat insan her
daim doyumsuz ve
nankördür. Çünkü kim dünyayı sever ve isterse dünya onun gözüne
vazgeçilmez görünür. Ölümden korkar ve dünyadan hiç kopmak istemezler. «Fahri
kainatın efendisinin dava varisleri olan ve dünyayı üç talaktan boşayan,
Ahiret sermayesi için dünyada mücadele veren sahabelerin dünya görüşü vardır.
Bu hususta Resulullah'ın ve ashâb-ı kiram'm İs-lamı yaşayış seldi vardı.
Hz. Aişe (r.a.),
Rasulullah'm yaslandığı yatağının sahtiyandan mamul bir deri olup içinin lif
ile dolu olduğunu söylemiştir.
Hz. Ömer,
Resulullah'ın yanma girdi. Hurma liflerinden örülmüş bir hasır üzerinde
uyuyordu. Peygamberimizin vücudunda hasır iz bırakmıştı, Bunu görünce Hz.
Ömer'in gözleri yaşardı. Rasûlullah «Ey Hattâb'm oğlu, seni ağlatan nedir?» diye
sordu. Hz. Ömer:
«Kısrâ'yı Kayse'i ve
onlardan olan mülk ve saltanatı düşündüm. Bir de senin Allah'u Tealâ'nm
sevgilisine Resûlû olduğu halde bu hasır üzerinde yatıp uyuduğunu gördüm de
ağladım» dedi. Resûlulîah ona:
«Dünyanın onlara,
âhiretin de bize olmasına razı değil misin?» dedi. Hr. Ömer:
Evet razıyım. Ya
Rasulullah» deyince Resulul «İşte odur, yani dünyalığı isteyen yalanla avunur,
ahiret saadetini isteyende geçici olan bu alemde imtihana tabi tutulur»
Mübarek sahabelerden
Hz. Ebuzer'in (r.a.) evine bir adam geldi. Evin içinde
gözleri bir şeyler arar gibi sağa sola baktı ve ev eşyasına ait hiçbir şey
göremedi. Adam:
«Bakıyorum da evinde
hiçbir şey göremiyorum» deyince, Ebûzer:
«Ben bütün eşyaları
öteki evime (ahirete) gönderdim» dedi. Adam:
«Canım ne de olsa bazı
şeylere ihtiyacın olur» deyince, Ebûzer:
«Evin sahibi müsaade
etmiyor» dedi. Hani Allah dostları derler ya:
«Bütün dünya sizin
olsun bir dost bir post yeter bana» derler. Ne kadar güzel ve yerinde söylemişler
o zamanlar. Dünyayı ve dünyalığı gözlerinden bitiren ve ahiret vadisinden yer
edinmek arzusu içerisinde yaşamışlar. Müslümamm dedirtecek büyük bir iman
saadetiyle yaşamışlar. Bunlar zenginle Fukaralığı tercih edenler. Bunlar dünyalığı
ve dünyayı boşayıp ebedi hayatı tercih edenler. İşte bunlar İslam'ın Fatihleri
iman cevherinin nasıl oluşturulduğunu bizlere gösterenler. İşte bunlar yüce
yaradan Allah-u zülcelalin sadık yarenleridirler.
Humus Emiri Umeyer b.
Said dönüşünde Hz. Ömer'e uğradı. Hz. Ömer:
«Dünyalıktan neyin
var?» diye sordu. Umeyr de:
«Bir değneyim var.
Yürüken ona dayanırım. Bir yılanla karşılaşırsam onu öldürürüm. Ayrıca azığımı
taşıyacak bir dağarcığım, içeceğim için bir mataram vardır. Bundan fazlası
lüzumsuzdur» dedi. Hz. Ömer 'de: dedi.
«Doğru söylüyorsun,
Allah i senden razı olsun»
Resülullah fs.a.vj
bir sefer dönüşünde Hz. Fatıma fr.a.) evine uğradı. (Zaten her yolculuk
dönüşünde ilk önce ona uğrardı.) Kapısında asılı bir perde ve elinde gümüş iki
bilezik görünce hemen geri döndü. Bu arada Resülullah'in âzadlarmdan Ebû Râfi
Hz. Fatıma'nın yanma geldi. Fatıma'yi ağlar gördü. Sebebini sorunca, Hz.
Fatıma: Resülullah'in kapıya kadar gelerek içeri girmeden geri döndüğüne
ağladığını» söyledi. Ebû Râfi durumu Rasûlullah'a sordu. Resülullah perde ve
bilezikler yüzünden içeri girmediğini
söyleyince, durumu Hz. Fatima'ya
bildirdi. Fatima fr.a.) hemen perde ve bilezikleri Hz. BilaTle Resûlullah'a
gönderdi ve: «Ben bunları sadaka ediyorum, nasıl istersen öyle harca»
dedi. Resülullah fs.a.v.)
Hz. Bilâl'e: «Bunları sat ve
paralarını Ashâb-ı Suffa'ya ver» buyurdu. O da onları iki buçuk dirheme satıp
paralarını onlara verdi ve bundan sonra Resülullah
Hz. Fatima'nın evine girerek: «Kızım,
çok güzel yaptın» buyurdu.[66]
Hasan-ı Basri
nakletmiş tir: «Sahabilerden yetmiş kişiye yetiştim ki, bunların sırtlanndaki
elbiselerinden başka bir şeyleri yoktu. Otururken altlarına bir şey sermezlerdi.
Yatacakları vakit yere uzanır ve elbiselerini sırtlarına alırlardı.»
«Dünya hayatı, küfüre
sapanlara süslü göründü, (dünyaperest, maddeperest oldular.) Bu yüzden
onlarla zenginleri, fakir mü'rninlerle alay ederler. Halbuki takva sahipleri,
Allah'ın emrine uygun yaşayan mü'minler, kıyamet gününde onlardan üstündürler.
Allah dilediğine hesapsız nzık verir. » [67]
İslâmiyet muhteşem
inanç ve iman temelleri üzerinde kurulan bir hayat nizamıdır. Bunun en güzel
örneği de Efendimiz Hz. Peygamber (s.a.v.) örnek hayatı ve sahabelerin
hayatıdır.
Hz. Ali (r.a.)
buyuruyor ki «Dünya sana yüzünü dönünce harca ki, harcamakla bitmez. Senden
kaçana, yine harca ki hiç kalmasın.» Bir kimse Hüseyin İbn Ali'yle (r.a.) bir
dilekçe getirdi. Dilekçeyi elinden aldı ve «ne istiyorsan vereceğiz» buyurdu.
«Niçin yazılanı okumadınız mı?» Dediklerinde: «Kalbinin benim yanımda
durmasından suale çekilirim» diye Allah'u Tealadan korktum» buyurdu.
Cömertliğin mükafatı
ve cimriliğinde mucaza-tı var. Ebû'J Hasan Medâini buyurur: Hz. Hasan, Hüseyin
ve Abdullah bin Ca'fer fr.aj hacca gittiler. Deveyi bir yerde otlamaya
bıraktılar. Aç ve susuz oldukları halde ihtiyar bir kadının yanma gidip,
«yiyecek bir şeyin var mı?» dediler» «Var» dedi. Bir koyunu vardı. Sağdı ve
sütünü onlara verdi. «Yiyecek bir şeyin var mı?» dediler. Kadın: «Yoktur, bu koyunu kesin yeyin.» dedi.
Kestiler, yediler ve «Biz Kureyş'deniz, bu seferden dönünce yanımıza gel,
sana iyilik yapalım» dediler ve gittiler. Kadının kocası eve dönünce koyunun
kesildiğini fark etti koyunun neden kesildiğini sordu ve aldığı cevap
karşısında kadına çok kızdı. «Sen koyunu nasıl tanımadığın adamlara verdin»
dedi. Fakat bir zaman sonra ihtiyar kadın ve kocası fakirlik yüzünden
Medine'ye göçtüler ve geçimlerini sağlamak için deve gübresi toplayıp
satıyorlardı ve günleri böyle geçiyordu. Bir gün ihtiyar kadın bir mahalleye
gitti. Hz. Hasan (r.a.J evinin kapısı önünde duruyordu. Onu tanıdı ve: «Ey nine
beni tanıdın rm?» dedi. İhtiyar kadın:
«Hayır» dedi. Hz.
Hasan: «Ben senin filan zamandaki misafirindim» buyurdu. Sonra o'na bin koyun
ve bin altın vermelerini söyledi. Onu kendi kölesiyle Hz. Hüseyin fr.aj yanma
gönderdi. Hz, Hüseyin (r.a.J: «Kardeşim
sana ne verdi?» buyurdu. Kadın: «Bin koyun ve bin altın verdi.» dedi. Hz.
Hüseyin'de o kadar vermelerini söyledi ve kölesi ile Abdullah bin Ca'fer'e
(r.a.) gönderdi. Abdullah: «Onlar sana ne verdiler?» dedi. Kadın «İki bin koyun
ve iki bin altın» dedi o da iki bin koyun ve iki bin altın verdi ve «Eğer önce
bizim yanımıza gelseydin, onlara sıkıntı vermezdiniz. Yani onların vereceğini
de ben sana verirdim» diye emretti ve iki bin koyun ve iki bin altın verdiler.
İhtiyar ka-dın bu servetle kocasının yanma gitti. İnsanların cömertliğin
mükafatıda bu olması gerek.
Hz. Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki:
«Cömertlik bir
ağaçtır. Cömert olan kimse onun dalında tutunur ve onu cennete kadar götürür.
Cimrilikte cehennemde bir ağaçtır. Batıl olanı (cimriyi) cehenneme kadar
götürür» ve yine buyurdu ki: «Allah'u Tealâ iki hasleti sever: cömertlik ve
güzel huy. Diğer iki hasleti ise sevmez. Bunlar: Cimrilik ve kötü huydur»
buyurdu.
«Ey ahiret yolcusu din
kardeşim. îmanına karşı cimri olma imanına amelinle çok masraf yap. Dünyalık
olma. Uzun vadede zenginlik düşünmek bir ahmaklıktır. Çünkü hiç kimsenin yarına
çıkacak senedi yoktur.»
Hz. Musa buyurdu ki:
«Yarabbi, kullarının içinde kim daha zengindir.» Allah'da: «Benim verdiğime
kanaat eden» buyurdu.
Zaten islamm temel
anlayışında da insanın Allah'tan korkarak haya edep dairesinde dengeli bir şekilde
yaşamayı emreder. Çünkü hayatımızın her anı yüce yaradanın gözetimi ve kontrolü
altında bulunur.
Ebû Said Hirgûşi
anlatmıştır. Mısır'da fakirleri koruyan bir kimse vardı. Bir dervişin çocuğu
oldu, fakat hiçbir şeyi yoktu. O fakir kimse der ki, o zatın yanına gittim.
Benim için herkesten yardım istedi. Bir şey bulamadı kalktı ve beni kahirin başına
götürdü ve «Allah sana merhamet eylesin. Bütün fakirlerin üzüntüsünü
giderirdin. Elinde olan her şeyi onlar
için verirdin. Bugün adamın çocuğu için çok aradım, bir şey bulamadım» dedi.
Sonra kalktı. Elinde bir altın vardı. Onu bozdurup yansını bana verdi. «Bir
şeyler alman için bunu sana borç verdim» dedi. Bu zata Muhtesib derlerdi.
Parayı aldım ve çocuk için lâzım oîanlan aldım. Muhtesib
o gece ölüyü rüyasında görüp, kendisine: Bugün
söylediklerinin hepsini duydum. Fakat bana cevap izini yoktu. Şimdi
benim evime git. Çocuklanma ocağın altını kazmalanm ve orada beşyüz altın
bulunduğunu ve çocuğu olan o kimseye vermelerini söyle dedi. Muhtesib, ertesi
gün gidip, duyduklanm, yani rüyasını anlattı. Orada beş yüz altın bulundu.
Çocuklarına rüya, benim için hüküm olmaz. «Bu altınlar sizin mülkünüzdür,
buyurun alın» dedi. Çocuklan dediler ki: «O ölü olduğu halde cömertlik yapıyor
da, biz hayatta olduğumuz halde, cahillik mi yapalım? dediler. Hepsini alıp, o
adama götürdü. O zat bir altın aldı, bozdurdu, yansını Muhteribe verip borcunu
ödedi. Yansını da kendisi aldı. Diğer al-tmlan almayıp: «Benim ihtiyacım bu
kadardır siz bunlan fakirlere verirsiniz» dedi. Ebü Said Hirgûşi dedi ki:
«Bunlardan hangisinin daha iyi ve daha cömert olduğunu bilmiyorum» ve yine dedi ki:
«Miras'a gittiğim
zaman o zatın evini sordum. Çocuklan kalmıştı. Onlan gördüm. Hepsinde güzel
sima, temiz yüzler var idi. Aklıma:
«Babalan salih, temiz
idi.» [68]
Âyet-i kerimesi geldi.
Cömertliğin ölümünden sonra devam eden bereketlerini rüyada bildirmelerine
susmamak lâzımdır. Nitekim İbrahim Aley-hisselâmm âdedi misafirlerle bulunmak
idi. Bu güne kadar onun bulunduğu yerde bu devam etmektedir. Rebi İbn Süleyman
anlatır: «Şafii (rah-metu İlah'i aleyh) Mekke'ye gitti, yanında on bin altın
vardı. Mekke'nin dışında çadır kurdu. O al-tınları ettiğine döküp kendisine
selam verene bir avuç verdi ve yatsı namazına kadar böyle yaptı. Eteğini
silkti, bir tane bile kalmamıştı. Dünya ve dünyalık ne kadar değersiz ve boş
olduğunu dünyada çerçöp olan her bir şey bize anlatıyor zaten ölüm
gerçekleşince her şeyi ardımıza koyup gitmemiz en hakiki ispat değil mi?
Hasan-ı Antaki
(Rahmetullahi aleyh) büyüklerden idi. Ashabından otuz kadar kimse etrafında
dururlardı. Halbuki yiyecek ekmekleri bile pek azdı. Olan ekmeği taksim
ederler, ortaya koyarlar ve kandili kaldınrlar, öyle otururlardı. Kandili getirince
ekmekler olduğu gibi dururdu. Her biri ar-kadaşlanm yesin diye ısrar ederdi ve
yemezlerdi. Huzeyfe-i Adevi {Rahmetullahi aleyh) buyuruyor:
«Tebuk muharebesinde
çok müslümanlar şe-hid oldu. Elimde su, amcamın oğlunu arıyordum.
Su ile onun yanına
vardım. Son nefesini veriyordu. Ona: «su ister misin?» dedim. O: «isterim» dedi.
Bir başkası «Ah» deyip inledi. Suyu önce ona götürmemi işaretle bildirdi. Oraya
götürdüm. Hâ-şim İbn Âs idi ve can vermek üzere idi. «Buyrun, su için» dedim.
Bir başkası: «Ah su!» dedi. Hâşim: «önce ona ver» dedi. Onun yanma gidince
ruhunu teslim etmiş idi. Hâşim'e döndüm, o da canım vermiş idi. Sonra amcamın
oğlunun yanma geldim. O da ölmüştü.
Yüce yaradan buyuruyor
ki: «İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için kendisini
verir.» (Feda eder)
Hz. Ömer (r.a,)
Allah'a hamd-ü senadan ve Re-sûlullah'a selatü selâmdan sonra şöyle dedi.
«Ey insanlar! Tama
fakirliktir. Tok gözlülük ise zenginliktir. Sizler yiyemeyeceğiniz şeyleri
top-luyorsunuz, elde edemiy e
çeklerinizi düşünüyorsunuz. Sizler aldatıcı dünyada gelip geçicisiniz.
Rasûlullah (s.a.v.j zamanında vahiy ile hakkınız-da hüküm veriliyordu. Gizli
bir şey yapanın yaptığı şey vahiy ile açığa çıkarılıyor, yapan hesaba
çekiliyordu. Aşikâre bir suç işleyene de zaten gereği yapılıyordu. Onun için
başkaları ile münasebetlerinizin güzel olmasına dikkat edin, içinizde-İdleri
de Allah bilir. Kim kötü birşey yapar da kalbinin teiniz olduğunu iddia ederse
inanmayınız. Kim de başkalarına iyi davranırsa biz de onun iyi olduğuna
hükmederiz. Şunu aklınızdan çıkarmayınız! Öyle cimrilikler vardır ki bir nevi
nifaktır.»
hatip
«Öyleyse, kendi
menfaatiniz için mallarınızdan sarf ediniz. Kendi cimriliklerinden korunanlar,
işte onlar saadete esenlerin ta kendisidir. »[69]
İnsan dünyaya öyle çok
bağlanır ki, ondan hiç kopmayacak gibi. Halbuki zamanın hızla ilerlemesi ve
bir değirmen misali her canlı ve cansız maddeleri öğütmesi herşeyin ne kadar
boş ve yalan olduğunu ortaya koyuyor.
İnsan doğuyor ve
ölüyor. Hiç kimsenin gücü dünyada kalmaya yetmiyor. Her yeni eskiyor ve çer-çöp
olup gidiyor. Ölenlerde ne bir haber var ne de geriye dönüyorlar. Her yeni
doğan güneşin ardında yeni bir dünya meşakkatıyle oyalanıyor insan. Dünyalık
va'atler boşa çıkarken Allah (c.c.)'nin her vaadi gerçekleşiyor. «Ah» bir
uyansa bu insan alemi»
Resûlullah (s.a.v.)
dünyaya bağlanmama hususundaki konuşmaları:
Hz. Ali'nin oğlu
Hüseyin (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) ayağa kalkmış ashabına hitab
ederken gördüm ve şöyle buyuruyordu:
«Ey insanlar! Sanki
ölüm bizden başkalarına gelecek. Sanki bu din başkalarına gelmiş gibi kayıtsızsınız.
Ölenler kısa zaman sonra tekrar bize döneceklermiş gibi miraslarını yiyoruz.
Onlardan sonra ebedi kalacakmişız gibi davranıyoruz. Bütün öğütleri unutmuşuz,
bütün belâ ve musibetlerden eminmiş gibiyiz. Kendi ayıplanın düşünmekten
başkalarının ayıplarını araştırmaya vakit bulamayan kimselere ne mutlu! Ne
mutlu helâlinden kazananlara! Kalbini düzeltenlere, dışını güzelleştirenlere
ve doğru yolda yürüyenlere! Ne mutlu, zillete düşmeden Allah rızası için tevazu
gösterenlere! Ne mutlu helâl kazancından hayra harcayanlara! Ne mutlu sofi ve
âlimlerle düşüp kalkanlara, düşkün ve yoksullara merhamet edenlere!
Ne mutlu malının
fazlasını Allah için verenlere, az konuşanlara, haraketlerini sünnete uydurup
bid'at işlemeyenlere!»
Sonra aşağı indi.
Abdullah İbn-i Mesûd
oturduğu zaman şöyle derdi. Sizler geçip gitmekte olan gece ve gündüzün
içindesiniz. Ömrünüz devamlı eksiliyor. Yaptığınız ameller yazılıyor. Ölüm
ansızın gelebilir. Hayır etmiş olanın saadet biçeceği zaman yakındır. Şer
ekseninde nedamet biçeceği zaman yakındır. Herkes ektiğini biçer. Ağır
davrananın rızkını kimse elinden almaz. Hırslı olan da takdir edilenden fazlasını
elde edemez. Hayır için verene Allah da verir. Serden korunmak isteyeni Allah
da serden korur. Mütakiler büyük kimselerdir. Fakihler ise liderlerdir.
Onlarla oturup kalkmak bir lütufdur.
İyiliğin ve kötünün
haşr olunduğu bir esrarlı mektepdir. Dünya süslü bir cariye gibidir. Zayıfların
gözünde. Aynı zamanda bir ikram sofrasıdır. Nefsi zayıfların yanında ziyafeti
haram ve şevhi hallerdir. İkram garsonuda şeytanlardır. Cinlerin tef çaldığı
şuursuz sakatların tepinip oynadığı bir mekandır. Dünya iffetsizliğin
çalkantısında haya edip ağlaştılar melekler. Onca rüsvalıklar dünyanın bile
canını yaktı. Sonunda yerin derinliklerinde bir korkunç uğultu duyulur ve
hemen ardından sancı çeker ve bir beşik gibi sallanır. Ben şaşkın ve
hayretler içinde Allah'u Teala'nın nasıl bu kadar sabırlı olduğuna şaşırıyorum!
«Kimlerin yüzü suyu
hürmetinedir bilmem. Ama bir gerçek var ki ayetlerin doğrultusunda, sünnetin
çizgisini takip eden o kadar az bir müs-lümanlık varki, hayret etmemek mümkün
değil. Ne oluyor bize! Ne oluyor size? Niçin doğrular ısrarla karanlığa terk
edilmeye mahkum! Neden örtünerek korunması gereken namus, iffet ayaklar altında
insanlık bu kadar düştü mü! Neden vahim olan hadiselere görmek için bakılmıyor
da yalnız bende baktım diye bakılıyor. Ne acayip bir alem bu dünya denilen
vefasız yar görenler amâ körler kalpleriyle görmeye çalışıyor. Ne garip bir
alem bu yarab! Vahşi hayvanlar bile insanlardan kaçıyor. Doğrunun yurdum
dediği ahiret mekanı despotların hedefi olmuş! Yine hayretlerdeyim. Çünkü
adamlar göremedikleri ahireti bile hedef almışlar. Halbuki herkesin bir talebi
vardır. Mü'min talebide ahiret yurdudur. Despotlar istediler. Dünyayı biz
verdik gözümüzle görülen vadiyi (dünya) bu neyin kavgasıdır ki görmedikleri
ahiret vadisinin bile kavgasını ediyorlar bizimle! Onlar baki olanı yalanlayıp
fani olanı baki kılmaya çalıştılar.
Onlar ateşten korkarlar. Fakat azap onlara hiç ulaşmayacakmış gibi de kendini
kandırırlar. Halbuki Allah insanların tüketmiş olduğu nimet ve ikramları Allah
vermezse, hiç kimse ulaşamaz ve alamaz. (Bilmiyorlar) Allah'ın aldığına da
kimse mani olamaz.»
Hz. Hasan (r.a.): «Kim
dünyayı isterse dünya onu bağlar. Ona bağlanmayan onun nimetlerine-de değer
vermez. Dünyaya temah eden, ona hükmedenin kölesidir» demiştir.
Dünya da, sana yetecek
kadar kafidir. Hepsi de senin olsa yine mesûd olamazsın. Dünyada bugünkü hayatı
ile dünkü hayatı aynı şekilde devam ettiren aldanmıştır. Dünü bugünden daha
hayırlı olan aldanmıştır. Kendi noksanlarının eksikleri vardı. Eksiklikler
içinde yaşayan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır.[70]
Musa b. Ukbe'den nakl
olunmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle bir konuşma yaptı:
«Hamd alemlerin
rabbine mahsusdur. O'na hamd eder, ondan yardım dileriz. Öldükten sonra ondan
şeref isteriz. Zira benim de sizin de eceliniz yaklaştı. Ben şahadet ederim ki
tek olan ve ortağı olmayan Allah'dan başka tanrı yoktur. Muhammed de O'nun
kulu ve Resulüdür. Allah O'nu yaşayanları uyarmak, sözünün (vaadinin) de
kafirler aleyhine gerçekleşmesi için hakkı müjdeleyici, ikaz edici ve parlak
bir kandil olarak gönderdi.»
Allah'a ve Resulüne
itaat eden doğru yolu bulmuş olur. Onlara asi olan ise apaçık bir şekilde
sapıtmış olur. Size, Allah'tan korkmanızı ve Allah Teâlâ'nm sizin için indirip,
size doğru yolu göstermek için gönderdiği kitabına sarılmanızı tavsiye ederim.
İslâmda ihlasdan ejnra en önemli şey, âmirlerinizi dinlemek ve
onlara itaat etmektir. Kim, iyiliği emredip kötülüğe engel olan âmire
itaat ederse, o felaha ermiş ve üzerine düşeni ifa etmiş olur. Nefsinize
uymaktan sakının. Arzu, tamah ve öfkesini yenen felaha etmiştir. Sakın böbürlenmeyin!
Topraktan yaratılıp tekrar toprağa dönecek olan yaratıkların böbürlenmesi doğru
değildir? Sonra cesetlerini kurt yer. Bugün sağ olan yarın ölü değil midir?
Onun için ibadetlerimizi gününde ve saatlerinde yapınız. Mazlumun anından
sakınınız. Gururlanarak dünyaya
aldanmayın. Sabırlı olunuz. Çünkü herşey sabırla elde edilir.
Uyanık olunuz, zira
uyanıklık faydalıdır. Amel
ediniz, ameller kabul edilir. Allah'ın yapıldığında ceza vereceğini bildirdiği
şeylerden sakınınız. Allah'ın vaadettiği rahmetine kavuşmaya gayret ediniz.
Anlayın ki anlaşılasınız. Korunmaya çalışın ki konmasınız.
Allahu Teâlâ size,
sizden öncekileri helak sebeplerini ve kurtuluş yollarım açıklamıştır. Kitabında
helali, haramı sevdiği ve sevmediği amelleri de açıklamıştır. Ben sizi ve
kendimi ihmal etmeyeceğim. Allah kendisinden yardım istenendir. Hatadan
uzaklaşma ve itaate yönelme ancak Allah'ın yardımıyla olur.
Biliniz ki,
amellerinizde samimi olduğunuz müddetçe rabbinize itaat etmiş, nasibinizi almış
ve refaha kavuşmuş olursunuz. Nafile ibadetleri gösterişe kaçmadan yapınız.
Şerefinize de sadık kaim. Ahirette Allah'ın lütfuna muhtaç olduğunuz zaman
mükafaatımz verilir.
Ey Allah'ın kullan!
Ölüp yok olan kardeşlerinizi ve arkadaşlarınızı düşünün. Onlar yaptıkları
amelleriyle haşroldular (yaşıyorlar.) Öldükten sonra bedbahd veya mes'ut
oldular. Allah'ın hiçbir ortağı yoktur. İtaat etmek ve emirlerine uymaktan
başka, Allah'ın hiçbir kula bir yakınlığı yoktur ki, ona hayır versin veya onu
cezalandırmaktan vazgeçsin. Cehenneme götüren hayır, hayır değildir. Cennete
götüren şer de, şer değildir.
Söyleyeceklerim bu
kadar. Kendim ve sizin için Allah'dan af dilerim. Peygamberimize selât-ü selâm
getirin. Allah da ona rahmet etsin ve selamet versin. Allah'ın selâmı rahmeti
ve bereketi onun üzerine olsun.» Amin [71]
Bedr b, Osman,
amcasından naklediyor: Ehl-i Şûra Hz. Osman'a biat ettikleri zaman o son derece
üzgün ve rengi sapsarı olmuş bir vaziyette dışarı çıktı. Resûlullah'ın
(s.a.v.) minberine gelerek halka hitap etti.
Önce Allah'a hamd-ü
sena etti, Resûlullah'a (s.a.vj'da salat-ü selam getirdikten sonra şöyle dedi:
«Siz fani bir
dünyadasınız. Ömürlerinizin sonuna geldiniz. Ahiretiniz için en iyi bir
şekilde hazırlanınız. Ömrünüz devamlı eksilmektedir. Dikkat edin! Dünya
aldatıcıdır. «Dünya hayatı sizi aldatmasın.» Aldatıcıların en aldatıcısı olan
şeytan Allah hakkında sizi aldatmasın.»
Geçenlerden ibret
alınız, sonra gayretli çalışınız. Gafil olmayınız. Hiçbir hareketinize göz
yumulmaz. Hani nerede, dünyaya gelip de orada uzun müddet menfaatler sağlayan,
orayı imar edenler, ekip biçenler ve onların kardeşleri? Onları unuttunuz mu?
Dünyaya Allah'ın değer verdiği kadar değer veriniz. Ahiretten de nasibinizi
isteyiniz.[72]
Allahu Teâlâ dünyayı
ve dünyada neyin hayırlı olduğunu darbı mesel şeklinde şöyle buyurmuştur:
«Onlara bu dünya
hayatının misalini getir. Dünya hayatı gökten indirdiğimiz yağmur gibidir.
Onunla arzın bitkileri yeşerir. Sonra da kurur, ufalanır. Rüzgarlar da onu
savurur. Hak Teâla herşey üzerinde kudret sahibidir. Mallar, evlatlar dünya
hayatının zinetidir. Baki olan doğru dürüst işler. Tanrı'mn nezninde sevapça da,
ümitçe de daha hayırlıdır. »[73]
Mü'minlerin emiri
Resûlullah (s.a.v.) sadık dostu Hz. Osman'ın bir başka hitabesinde de şöyle
buyurmuştur:
«Ademoğlu! Bilmiş ol
ki, ruhunu almakla vazifeli olan melek seni bırakmaz, ecelin geldiğinde seni
bırakıp da başkasına gitmez. Sanki o başkasını bırakıp da sana gelecekmiş gibi
ölüme hazır ol, gafil olma. Çünkü sen unutulmuş değilsin. Ademoğlu! Belki
sen kendinden gafil olur, hazırlanmazsan
başkası senin yerine
hazırlanmaz. Mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaksın. Kendini hazırla, kendi işlerini başkasına
havale etme vesselam.»
Ali b. Ebû Talib bir
konuşmasında:
«Ey Allah'ın kullan!
Dünya hayatı sizi aldatmasın. Çünkü dünya, belalarla çevrili, fenalığı ile
maruf ve aldatıcılığı ile mevsuf bir yerdir. Ordaki herşey yok olmaya
mahkumdur. Dünyadakiler
arasında» devamlı bir mücadele ve el değiştirme vardır. Dünyadakiler dünyanın
şerrinden asla beri olmazlar. Bir bakarlar bolluk ve neşe içindeler birde
bakarlar ki başlarına bir bela gelmiş, dünya onlan aldatmış!»
Dünya hayatı
yerleşmiştir, bolluğu sürekli değildir. Orada herkes hedeflidir. Dünya onlan
okla-n ile vurur, ölüm ile helak eder. Ey Allah'ın! kullan siz bu Dünyada
göçüp gidenlerden farklı değilsiniz.
Onlar sizden daha uzun ömürlü,
daha kuvvetli, daha memur
haldeler ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil
sonra eserleri sakinîeşti ve tamamen duyulmaz oldu. Cesaretleri çürüdü, yurtlan
bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem sermayelerini konforlannı ve
atlastan dokunmuş yatak ve yastıklannı üzerleri sapıtma taşlarla örtülü,
toprak yığılı viranelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar sakinleri
gariptir, onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenleri ve birbiri
ile samimi olmayanla-n arasındakiler. Evleri yakın ve duvar duvar oldukları
halde komşular birbiri ile ziyaret etmiyorlar. Nasıl ziyaret etsinler ki zaman
onlan öğüttü taş ve topraklarda yedi. Hayattan sonra ölüm, refahtan sonra
sıkıntıyı tattılar. Dostlanndan ayrıldılar, toprağı mesken edenler, dönüşü
olmayan bir yolculuğa çıktılar.
Heyhat onlann,
Yarabbi! Beni tekrar dirilt, belki iyi ameller yapar ve bıraktıklanmı
tamamla-nm, demeleri sadece kendi laflanndandır. Onlann arkalarında, tekrar
diriltecekleri güne kadar geri dönmelerine mani olan engeller vardır.
Sizin de ölüler
diyarına varmanız ve orada yaptıklannıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır.
Sizi de tabi kucaklayacak işleri bitince haliniz ne olur. Kabirdekiler
diriltilir, gizli olanlar açığa çıkanlır, azametli bir hakimin huzurunda hesap
için durdurulursunuz. Dünya da işlenen günahlann korkusundan dolayı kalpler
ürperir, örtü ve perdeleriniz yırtılır, ayıplannız ve sırlannız ortaya çıkar.
Orada herkes yaptığının karşılığını alır kötülük yapanlar yaptıklan ile
cezalandırılır, iyilik yapanlar da iyiliklerle mükafatlandmlırlar.
Amel defteri ortaya
konur konmaz, günahkarların defterlerinde olanlardan korktuklarını görürsünüz.
Onlar: Eyvah! Biz bu defteri nasıl almış da, büyük küçük birşey bırakmadan
hepsim muhafaza etmiş, derler. Yaptıkları herşey o defterde görülür. Rabbiniz
hiç kimseye zulmetmez.
Allah bizlere, sizlere
kendi lûtfuyla ebedi kılınacak cennete yerleştirinceye kadar kitabı ile (
Kur'anla) amel etmeyi ve dostlarına uymayı nasip etsin., Şüphesiz Allah hamd
etmeye ve övülmeye layıktır. [74]
Allah Buyuruyor ki:
«Ehl-i kitaptan olupta ölümünden önce (ölüm anında) İsa'ya iman etmeyecek
kimse yoktur. O'da kıyamet gününde onların aleyhine şahit olacaktır.» [75]
İnsanoğlu ölüm
sebebiyle dünyaya veda edince yakınları feryadı figanlar içerisinde o cansız
bedene sarılarak ya «gitme» derler veya «beni bırakma» derler. Zaten bu acı
manzara karşısında ağ-lamamakda mümkün değil! Ancak ölmüş kişinin gördüklerini
hayatta olan kimse görse ölü için de-ğilde o ancak kendisi için dövünüp feryat
eder.
Bir ayeti kerimede ise
Allah'u Teala şöyle buyuruyor:
«Kadınlardan,
oğullardan, kantarlarca yığıl-mış altın ve gümüşten ve (otlağa) salınmış (özel)
atlardan; (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlardan ve ekinlerden yana
nefsin isteklerine düşkünlük insanlara süslü (cazip) gösterildi. Bunlar (imtihan
için) dünya hayatının geçici birer faydasıdır. (Faka) varılacak yerin en güzeli
Allah'ın katındadır.» [76]
İnsanoğlu ölüme karşı
büyük bir tahammülsüzlük gösterir. Halbuki hayatı var ettiği gibi ecelide
tayin eden Allah'u Teala'dir. Çünkü Allah'ı zülcelal nasıl ki, insanî bir
maksat için yarattı ise aynı zamanda da hesaba çekmek içinde ölüm vasıtasıyla
da o hayatı sona erdirir. İnsanda bilir ki beşerin fıtratında hep dahası dahası
vardır. Çünkü dünyalığa karşı hem gönül geniş hem de gözler açtır. Dünya
isteği ve meşakkati ise ancak ölümle son buluyor. Allah-u tealâ buyuruyor ki:
«İşte onlar, dünya ve ahirette
amelleri boşa giden kimselerdir. Onların (azabına mani olacak) hiçbir
yardımcıları yoktur.» [77]
İslâmm genelinde
Allah'a ve ondan gelenlere kayıtsız şartsız iman etmektir. Kur'ân-ı Kerimde
geçmiş kavimlerin akıbetlerine baktığımız zaman, onlar Allah'tan gelenlere iman
ve itaat etme yerine inat etmişlerdi ve Allah'da kendilerine karşı duran
kavimleri dünyada iken helak etmiş ve ahi-ret akıbetlerini de şöyle beyan
buyurmuştur:
«Dediler ki: (Hayat)
dünya hayatından başkası değildir. Ölürüz de yaşarız da. Bizi zamandan başkası
helak etmiyor» Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece
(böyle) zannediyorlardı.
İslamdan önceki
cahiliye mantığı sadece o devirlere has bir zan olmadığı islâm sonrasıda bazı
ırklar ve kesimler arasında da halen mevcut olduğuna şahit olmaktayız ne yazık
ki. Çünkü bazı toplumlar Allah'ın buyruğundan ziyade nefsine hoş gelen fakat
Allah'u Teala'nm tarafından yasak kılınanları yaparak ahirete inanmadıkları
için de Allah'ın hesabını var oluşunu kabul etmezler.
Ali b. Ebû Talib'den
naklolunur:
«Ey insanlar! Sizden
öncekiler günahlara daldıkları için helak oldular. Alemleri ve sûfileri onlara
mani olmadılar. Allah da onları cezalandırdı. Dikkat edin! Onların başına
gelenler gibi sizin başınıza da bir felâket gelmeden önce iyiliği emredin,
kötülüğe engel olmak, ne nzkı keser ne de eceli yaklaştırır. İyiliği emretmek
gökten inen yağmur gibidir. O Allah'ın
takdiri üzere, kimisinin elindekini daha
boJlaştınr. Kimsenin de malına, canına veya ailesine bir zarar verir. Sizden
birinin malına, canına veya ailesine bir zarar gelirde, bunun yanında
başkasının da başına gelmesini istemez, bu felaket onun için bir zarar
değildir. Kötülüğün tesirinde kalmayan müslüman, kötülük anıldığı zaman
ürperir. Kötü insanlar, ilk oyunda kazanıp
zengin olmayı ve
borçlarını ödemeyi uman mağrur kumarbaz gibidirler.
İyi müslü-manlar dua ettikleri
zaman, Allah indinden kendileri için hayırlı olan iki iyilikten birini
isterler. Eğer Allah onun için zenginliği muvafık görmüşse birden bire o mal,
mülk ve evladü iyâl sahibi olur.
İki türlü gelir
vardır, mal ve evlât dünya geliri, ameli salih ise ahiret geliridir. Allah
bunların her ikisinide kulları için bir araya getirmiştir.» [78]
Kıyamet saatinde dünya
doğuracakmış gibi sancı çeker. Zamanın öğüttüğü ve dünyanmda sürekli yuttuğu
Adem oğlunu kusarcasma gömüldüğü yerden dışarıya atar. İşte o an dünya insan
oğlundan yüz çevirip attığı andır! İşte o an Ahire-tin insanlara kapısını
açtığı andır. İlahi mahkemenin kurulduğu yerdir orası ve hakimi mutlakın
insanları mahkeme edeceği yerdir. Kimsenin hiç kimseye fayda sağlamadığı yerdir
orası ve hiçbir kaçış yeri olmayan tüm geçit ve yolların kapalı olduğu yerdir
orası.
O inanmadığın zaman
gelip çattığı anda istediğin kadar feryat et ağla, dünya sana yüz çevirmiş
veda etmekte olduğunu görürsün her şeyin boş ve yalan olduğunu anlayacaksın.
Şimdi istediğin kadar hayıflan sende bilirsin ki zamanın iadesi yoktur artık.
Allah-u zülcelal
buyuruyor ki:
«(O gün) yaptıkları
kötülükler, açığa çıkıp gözükecek ve alaya aldığınız şeyin azabı kendilerinin
kuşatıp mahvedecektir.»
«(Onlara) denilir ki:
«Siz bu gününüze kavuşmayı unuttunuz gibi, bir gün bizde sizi unutup
bırakacağız; artık yeriniz ateştir, size yardımcı olanlar da yoktur.»»
«Bunun sebebi,
Allah'ın ayetlerini eğlence edinmeniz ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır»
denilir. Artık bugün, onlar oradan çıkarılmayacak, kendilerinden ftevbe ve
itaatle Allah'tan) hoşnutluk dilemeleri istenilmeyecek-kabul edilmeyecektir»
«O halde (bütün) hamd,
göklerin Rabb'i yerin Rabb'i ve bütün alemlerin Rabb'i Allah içindir»
«Göklerde ve yerde
büyülük hakimiyet ancak o'na mahsustur. O, mutlaka galiptir, tek hüküm ve
hikmet sahibidir» [79]
Bu çeyrek zamanımızda
dünyanın ara ara sallanması dünyanın sonunun geldiğini bildiriyor. Ama insanlar derin derin uykuda
oldukları için bunu hala anlamış değiller. Halbuki evrimin kalburu olan zaman
her maddeyi canlı ve cansızı hızla eliyor. Nice asırlar elendi. Hızla akan
zamanın kalburundan. Dünyanın ahengine baktığımız zaman sadece elenenlerin
tortusundan başka ne görülüyor ki, geçici alemin ömrü kısalmış ve ebedi alem
kapılarını aralamış. Yüreği ağzında bekliyor. Uyanık müslüman! Dünya kalbur
olup elenince ebedi alem açacak kapılarını ardına kadar dünya enkaz olacak ne
bir in ne bir cin ondan barınacak. «Mahşeri bir izdiham insanlar oraya
durdurulacak (Cehenneme) koyulanlar istedikleri için mi giriyorlar
sanıyorsunuz?»
Ebû Musa El Eş'ari
(r.a.) Basra'da halka şöyle hitab etmişti: «Ey insanlar! Ağlayınız! Eğer ağlayamazsanız
ağlamaya çalışınız. Çünkü, cehennemlikler, gözlerinin pınarları kuruyuncaya kadar
ağlayacaklar. Sonra gözlerinden yaş yerine kan akacak. Öyleki, eğer akan kanda
gemi yüzdürülmek istense, yüzebilir.»[80]
Ebû Zer (r.a.)
anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.)'e:
«Ya Resulullah! Hz.
İbrahim'e gelen sahifelerde neler vardı?» diye sordum. Hz. Peygamber'de:
«Hz. İbrahim'e gelen
sahifelerde hikmetli faydalı ve uyulması gerekli olan öğütler vardı» diye
cevap vererek onlardan şu misalleri verdi:
«Ey kendisine güç
kuvvet verilen imtihanlarla karşı karşıya olan mağrur hükümdar! Ben seni, dünya
serveti biriktiresin diye göndermedim. Ben seni, mazlumları beddua edecek
durumlara dü-şürmeyesin diye gönderdim. Şunu bil ki; mazlum kâfir de olsa ben
onun dileğini geri çevirmem.
Aklını kullanabilen
akıllılar için belirli saatler vardır. Belli bir saatte Allah'a müraacatta
bulunur. Belli bir saatte kendi nefsini hesaba çeker. Belli bir saatte aziz ve
celil olan Allah'ın kudreti hakkında tefekkür eder, yine belli saatlerde de
geçimini temin etmek için çalışır. Akıllı kimseler şu üç şey dışında başka
bir şey için çalışmazlar. Öbür dünya için azık hazırlamak, geçimini düzeltmek
ve haram olmayan şeylerle ihtiyacını karşılamak.
Yine akıllı kimselere
düşen, içinde bulundukları durumları iyi değerlendirmek, ileriyi görmek,
işlerini ona göre ayarlamak ve dillerini tutmaktır. Lüzumu kadar konuşan
kimseler, faydasız şeyler konuşmazlar»
Ebû Zer (r.a.): «Ya
Resûlullah Hz. Mûsâ aley hisseiâm'a gelen vahide neler vardı» diye sorunca:
«Hz. Mûsâ
Aleyhisselam'a gelenlerin hepsi ibret doluydu.» dedi ve şöyle devam etti.
«Yüzde yüz öleceğini bildiği halde yine de rahat olanlara hayret ediyorum.
Cehennemin varlığına inandığı halde,
hâlâ gülebilenler hayret
ediyorum. Kadere inandığı halde,
dünya işleri için yırtman kimselere hayret ediyorum. Dünyanın ve
dünyadakilerin devamlı değiştiğini gördüğü halde hâlâ huzur bulanlara hayret
ediyorum, Kıyamet günü hesaba
çekileceklerine inandıkları halde ibadet etmeyenlere hayret ediyorum.»
Hayatımızın akışını
tanzim ederken mutlaka islâm adabına uygun bir yaşam tarzıyla yaşamalıyız.
Bunun en güzel örneğide islâmın rehberi, on sekiz alemin efendisi Hz. Muhammed
(s.a.v.)'min hayatı, sahabelerinde yaşantı biçimidir. Sahabelerdi İslâmın
sancağını dünyanın dört bir yanma taşıyanlar. Sahabelerdi! «Anam-babam sana
feda olsun ya Resûlullah» diyenler. Mübarek sahabelerdi. İplerle geriltip
demir taraklarla etleri kemiklerinden sıyrıltılanlar. Sahabelerdi açlıktan
karınlarma taş bağlayanlar. Sahabelerdi, name name öğütleriyle ümmetin kalbine
akanlar. Dünyayı ardına atıp ahiret yurdu için çalışanlar ve bizlere de örnek
olan sahabelerdi. Onlar ahiret yurdunun istikametine meşale tutup baki adrese
bizleri yönlendirdiler. Onlar dünyanın esiri olmadılar. «Allah yolunda cihad
edersek bize ne var, ya Resulullah» dediler, Resûlullah, «cennet var» sözüne
karşılık ana-baba, yarda evlatta kopup Allah'ı birleyerek İslâm dini uğruna can
verdiler ve nzai ilahiyeye kavuştular. Onlar batılı öldürdükten sonra boş işlerle
uğraşmadılar. Çünkü Allah'ın azabından korkar oldular. İnsanların faziletlisi
idiler. Onlar hem cesaretli hem de korkarlardı. Onlarda ki cesaret doğruda güç
alır. Yalnış yapmaktan Allah'dan çok korkarlardı. Hz. Ömer (r.a.) oğlu Abdullah'a
şöyle bir mektup yazdı:
«-Sana, Allah'a
muhalefet etmekten sakınanları (Allah'tan korkanları) korur. Kim Allah'a dayanır
ona güvenirse o, ona kafidir.»[81]
Sahabeler ahiret
hesabından önce, kendilerini dünyada iken hesaba çekmişlerdi. Onların hayat
tarzları İslama göre Allah indinde memnuniyet vericiydi. Çünkü onlar her işini
takva içerisinde yapıyorlardı.
Ukbe b. Ebi Sahbâ'dan:
İbn-ü Mülcem Ali'yi (r.a.) yaralandığı zaman oğlu Hasan (r.a.) ağlıyordu. Hz.
Ali (r.a.):
«-Niçin ağlıyorsun
oğlum?» diye sordu. Hz. Hasan:
«-Nasıl ağlamayayım.
Sen, dünya hayatının sonunda, âhiret hayatının başında bulunuyorsun!» diye
cevap verince, Hz. Ali (r.a.):
«-Yavrum! Dörder
öğütten meydana gelen şu iki tavsiyeye uyarsan, bunlar sayesinde yaptığın
hiçbir şeyde zarar görmezsin» dedi. Hz. Hasan:
«-Nedir onlar,
babacığım?» deyince, Hz. Ali şöyle dedi.
«-En büyük servet
akıldır. En büyük fakirlik de ahmaklıktır. En büyük yalnızlık kendini beğenmişliktir.
En büyük fazilet de güzel ahlaktır» Hz. Hasan:
«-Babacım bunlar dört
tanesi, diğerlerini de söyler misin?» deyince Hz. Ali (r.a.) şöyle devam etti.
«-Ahmak ile arkadaşlık
etmekten sakın. Çünkü o, sana faydalı olayım derken zararlı olur. Yalancıyla
arkadaşlık etme. Çünkü o sana uzak olanı yaklaştırır, yakın olanı da
uzaklaştırır. Cimrilerle arkadaşlık etme. Çünkü cimri olan, senin en çok
muhtaç olduğun şeyi senden uzaklaştırır. Günahkarlarla arkadaşlık etmekten de
sakın. Çünkü seni ucuza satarlar»[82]
Muaz b. Cebel
cemaate namaz kıldırdıktan sonra insanlara şöyle hitap etmişti:
«Ey insanlar!
Yaptığınız günahlar için Allah'a samimi bir şekilde tevbe ediniz. Çünkü Allah'u
Teala günahtan dolayı tevbe eden hiçbir kulunun tevbesini geri çevirmez. Sadece
üzerinde kul hakkı olanlar müstesna. Çünkü kul, borcu karşılığında rehinedir.
Onu ödemeden kurtulamaz.»
Muaz b. Cebele yanında
arkadaşlarıyla birlikte uğrayan bir zata şu tavsiyelerde bulunmuştu:
«-Sana iki tavsiyem
var: Eğer onları tutarsan Allah tarafından korunursan, dünyada hiçbir şey-siz
yaşayamazsınız, ahirette ise daha çok şeye muhtaçsınız. Ahirette muhtaç
olacağın şeyleri dünyadaki ihtiyaçlarına tercih et. Bunu kendine bir disiplin,
bir huy ve alışkanlık edinceye kadar devam et. [83]
Hz. Muhammed'in sadık
dostları, islâm dininin de sancakdarları sahabeler. Haftanın bazı günlerinde
oruç tutar bazı günler tutmazlardı. Gecenin bir kısmını uyur bi kısmında da
namaz kılar ve Allah'ı teşbih ederlerdi. Çünkü onlar «dönüş ancak ve ancak
Allah'adır» diyorlardı. Ahiret yurdunda yalnız iki mekan var. İnsanlar için
biri cennet biri cehennem, o hesap günü mutlaka tecelli edecektir. Ne insanlar
gelmesini istedikleri vakitte gelir ne de gelmesin dediği vakit ertelenir.
Dünyada yaşayıp ölen bedenler orda ebedileşirîer. Oraya gidiş olur. Fakat
geriye dönüş yoktur. Sahabeler yüce yaradan birleyip bunlarıda bilerek
yaşıyorlardı.
Muaviye b. Kurre'den:
Muaz b. Cebel (r.a.) oğluna söyle dedi:
«Yavrum! Namaz
kıldığın zaman, son kıldığın namaz mış gibi hûsu içinde ol. Bir daha o namazı,
ebediyyen kılamaycağını düşün. Bil ki oğlum, insan iki iyilik arasında ölür.
Biri yaptığı, diğeri de yapmayı sonraya bıraktığı»[84]
«Onun zatından başka
herşey yok olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve ancak O'na döndüreceksiniz.»
Bir müslüman
kardeşimiz günah işlediği zaman ona engel olmak ve ona nasihat etmek gerek.
Bunu yaparken de hem onun yalnış yapmasına engel oluruz hemde engellediğimiz için Allah-u (c.c.) hoşnutluğunu kazanmış
oluruz. Onun Kur'a'm gölgesinde
hadislerin çizgisinde ashabın islâmı yaşayış biçimiyle birbirimize nasihat etmemiz
gerek. Bunu yaparken de din anlayışını daha bilimli nazarilerle izaha çalışmak
lazım. Çünkü bazı anlayışlar çok nahit
dini esasların yalnız bir menzile taşıyabiliyorlar. Ama Kur'an ve sünnet
çizgisini takip edersek yanlışlara düşmez düşenlere de mani oluruz.
Hz. Muhammed'e itibar
edeceğiz fakat peygamberi taklit etmekten kaçınacağız. Adet ve ibadeti
birbirine karıştırmayacağız. Çünkü adetlerde dine aykırı davranış biçimleri
vardır. Unutmayalım ki, insanların toplum düzenini bozması dün-yanmda
dengesine yansır.
Allah'a buyuruyor ki:
«-Nitekim (dine aykın
olan işlerde) kendilerine uyulan (peşinden gidilen) kimseler, o gün azabı
gördükleri vakit (kendilerine) uyanlardan hızla uzaklaşacaklar ve aralarındaki
(yalnışlık ve liderlik gibi) bağlar kopacaktır»
«(Onlara) uyanlar da:
«Ah keşke biz (dünyaya) bir kere daha dönseydik de (bugün onların) bizden
uzaklaştıkları gibi biz de (onlardan) uzak dur-saydık» derler. Böylece Allah
onlara bütün yaptıklarım hasret (pişmanlık ve üzüntüler) içinde gösterecektir.
Onlar cehennemden çıkacak da değillerdir.
«Ey insanlar,
yeryüzündeki temiz (helâl) şeylerden yiyiniz. Şeytan (ve benzerinin)
adamlarını izlemeyiniz. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. «O size
ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
emreder.» [85]
Allah-u (c.c.)
kullarım uyarıyorsa bu şekil! O zaman habersizdim diyen insanın mazereti ne kadar
geçerli olur ki, işte onun yalan mazereti de samimiyetsiz olduğu gibi son
pişmanlığıda ona hiçbir fayda sağlamaz.
îslâmm beşeriyetin bütün
ihtiyaçlarını karşılayabileceği ve de karşıladığı gerçeği her basiret sahibi
olan insan anlamıştır. İslâm'ın insan tabiatına uygun olduğunada şahidiz.
Çünkü bu din ve bu inanç temeli münâkaşa götürmeyecek kadar açık ve nettir.
Herşeyden evvel Hz. Peygambere biat eden ve kendisine dava arkadaşı olan sahabi
ler. Hiçbir şekilde tereddüt etmeden ve büyük bir cesaret örneği göstererek
karanlık geçmişlerinin üzerine birer çizgi çekip, Allah'ı birleyen bir haya ta
başlamışlardı. Bu hayatın içinde İslâm'ın bütün icaplarında yerine
getirmişlerdi. Onlar tüm batıl
geçmişlerden arınmış ve göğüsleri yalnız İslâm'ın müjdelediği iman cevheriyle
donatılmıştı.
«Şüphe yok ki, Allah
katında (hak) din islâmdır.» [86]
İslâm genel anlamda
Allah'a, O'ndan gelenlere iman edip kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Allah-u
teâlâ'nın gönderdiği en son tevhid dinidir. İslâm, yalnız Allah ile kullar
arası bir olay, yalnız ibadete geçerli noter bir din olmayıp, aynı zamanda hükümleriyle
de dünya hayatını tanzim ve ahiret saadetini temin eder. Din kendine
uyulmasını emreder dini kendine uyduranıda reddeder.
«O halde sen yüzünü
doğruca, Allah'ı birleyen olarak dine yani Allah'ın insanları üzerinde yarattığı
fıürata (islâm'a) çevir. Allah'ın İslâm'a kabiliyetli yaratışında hiç değişme yoktur.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanlann çoğu bunu bilmezler.[87]
İnsanoğlu yapıp önden
göndereceği âmeli telemesin. Çünkü ne zaman hangi gün hangi ^ at baki aleme
tayin olacağını bilemez. İnsan istediği zamanda ölmez. Ancak Allah'ın dilediği
zaman ve saatte ölür. Fakat (yapmayıp) geride bıraktığı ahiret sermayesi
olmadan giderse insan işte o, ziyandadır.
«Ölüden diriyi,
diriden ölüyü o çıkarıyor. Yeri ölümünden sonra o diriltiyor. İşte böylece siz
de (kabirlerinizden diriltip) çıkarılacaksınız.» [88]
«Sizi (ilkin)
topraktan yaratması, o'nun âyetlerinden (kudretinin delillerinden)'dir. Sonra
da, siz, (yeryüzüne) yayılıp duran bir insansınız.» [89]
Görüyoruz ki, her asır
dünyayı doldurup boşaltıyor. Onun için ölümden değil asıl ha-zırsızlıktan
korkahm. Çünkü burada ekmiş olduğumuz her şeyi ahirette de biz biçeceğiz. Onun
için önemli bir hususu ifade edemeden geçemeyeceğim. Her basiret sahibi
insanların gördüğü gibi bende bunu görebiliyorum ki insanlarda sonsuzluk
bilinci yeterli değil. Daha çok geçici hayat tutkusu içerisindeler. Halbuki
biz bu yola çıkacak bir yolcuyuz. Onun için «Ey yolcu nefsin değer taşıdığına
değil. Allah'ın razı olduğu değerlere sarılalım.»
«Kıyamet kopacağı gün,
(işte) o gün, (inananlar ve inanmayanlar) ayrılacaklar.» [90]
Eserimize merhum
Haydar Hatipoğlu ve oğlu Nihat Hatipoğlu'yla başladık ve onunla birlikte
değişik büyük değer ifade eden konulara da değindik sizlere faydalı olduysak
eğer bu bizi çok mutlu edecektir. Çünkü yazdıklarımızı değerli kılacak olan
sizlersiniz. Her müslümanm marifetullah'a ihtiyacı vardır. Çünkü kalp temizliği
ve nefsi terbiye için Ariflerin tasavvuf ve ilminde faydalanmak lazım çünkü
ilahi huzur zikrullah'a bağlıdır.
İşte tasavvuf, kalbi
Allah ile tanıştırıp, bütünleştirir. Tasavvuf ilmi ahiretin azığı nefsi
terbiye ve bir Ahlak okuludur. Allah'u tea-la'nın sayısız ilmi rahmetiyle
bezeııdirdiği tasavvuf menzillerinden insanlar ruhunu kötülüklerde temizler.
Ahlaklı ve adaplı kullar ve tüm azaları Allah'ın ilahi nuruyla bezendirir. Bu
ıslah ve terbiye menzillerinde ilim irşad eden Alim'i ariflerdir. Haydar
Hatipoğlu'nun da ifade ettiği gibi Allah-u (c.c.)'nin dini için bin defa başını
koparsalarda onlar hak yolundan batıla bir adım dahi atmazlar.
Allah'ın selâmı ve
rahmeti Hz. Muhammed Al ve ashabına olsun. Allah'ın rahmeti hakkıyla kulluk
eden mü'minlerin üzerine olsun.
Allah'ın Selâmeti ve
rahmeti merhum Haydar hocanın ve bu ilahi vazifeyi sürdürmekte olan Nihat
Hatipoğlu ve Allah'ın razı olduğu bütün üstadlara olsun.
Ne hay hayla tükenen
hayatın, geriye iha-desi, ne de kasisli bu dünyanın bir başka yedeği var. O
zaman akıl büyük sermayedir. Onun en iyi şekilde değerlendirelim inşallah.
Saygılarımla Şadiye
Furkan Demirtaş
Bir su misali akıp
giden bu dünya alemin içinde ve de insanoğlunun bu yer küre üzerinde kat
ettiği merhale bu fani alemde ebedi âleme kısa bir seyahatten ibarettir. Fakat
Allah'ın nizamında ise bu kainatın aslını teşkil eden tek gerçek «Hak»tır.
Çünkü «Allah'ın Sünnet-i ilahiyesinde katiyen bir değişiklik bulamasınız»
[Fâtır, 43] ayeti kerimesinde de bu kati gerçeği anlamak mümkün.
Allah'a muhtaç bu
varlığımızı ne kadar koruyup muhafaza edebildik acaba? İnsanların insanla
imtihan olunduğu bu vesileler dünyasında ne kazandık ahiret için veya herkes
na-sibince yaşadı mı? İşte islâmı yaşadığımız bu devir bizlere fiili misallerle
pek acı ve bi o kadarda açık şu ilahi hakikati yaşamak ve de yaşamaya
çalışırken de ne kadar kısıtlandığımızı bize gösterildi. Çünkü yaşamış olduğumuz
bu tahsil ve terbiye sistemimizin kısıtlanmayla birlikte, fikirlerimiz de
kısırlaştı-rılmaya çalışılmaktalar. Halbuki, bu memleketin umumi manzarasında
İslâm'ı özgürce yaşayış modeliyle bezenmeliydi. Çünkü din hürriyettir. «İslâm»
kelimesi «teslim» manasını ifade eder. İslâmı kabul etmek Allah'ı (c.c.)'a
teslim oldum demektir. «İslâm'ı kabul ettim, iman ettim. Kendimi Allah'a (c.c.)
bıraktım» manasına gelir. Aynı zamanda din adaleti temsil eden nizami bir
hukuktur. Bu âyeti kerimede de zikredildiği gibi: «Bu (İslâm), Rabb'inin
dosdoğru yoludur. Düşünün ve öğüt alın bir toplum için biz ayetleri geniş
açıkladık» [91]
«[İşte bekledikleri
apaçık delil] Allah tarafında, içinde payidar kalacak yazıları okuyan [son]
bir Resûl'dür ki o da gelmiştir. [92]
Çünkü İslâm beşer
dairesini Kur'anla hukuk bulmasını istemiştir ve şüphesiz ki, kainatın umumi
kanunlarını, yüce Allah'ın insanlara tahsis ettiği şeriat temsil eder. Yalnız
şeriat imanın temelindeki, insaf, vicdan mahkemesinin oluşturacağı hukukla
olmalı. Bunun aksine olursa bu korkunç çalkantılar ardında aynı şekilde
imanlarını firarına ve ahlakın çöküşüne sebep olur.
[1] Cin, 1-2
[2] Askeri ; Kenz-uİ Ummal 1/218
[3] Ibn'ü Ebl Şeybe; Askeri; Ibn-ü Cerir; Darekutni;
Ibr.-iî Asâkir; Kenz S/235
[4] Sebe, 241
[5] Sebe/32
[6] Ankebut, 69
[7] Yunus, 62
[8] Nahl, 125
[9] Hadis no: 16 Ensar (r.a.)'dan Hz. Peygamber
buyurmuştur.
[10] Zümer-22
[11] El-Enfal-2
[12] Tekvir 10. ayete kadar
[13] Hicr-43
[14] Âl-î Imran,159
[15] Hılye: 1,242
[16] Taberâni, Hılye; Müslim: 1/76, Ebû Davud: 2/238, Ayni:
9/121, Beyhaki; 9/98
[17] Araf, 36
[18] Nahl, 125
[19] Sad: 4-8, Taberi
[20] Tevbe: 113
[21] Kasas: 56
[22] Lokman, 34
[23] Tahâ-55
[24] El-Ankebût, 5
[25] El-İsra, 8
[26] El-İsra, 12
[27] Meryem, 76
[28] Yusuf, 53
[29] El-Ankebût, 6-7 ayet
[30] En-Nâziat-40-41
[31] Er-râd, 15
[32] Er-râd, 18
[33] Er-râd, 19
[34] Er-râd, 20
[35] En-Nisa, 18
[36] En-Nisa, 159
[37] En-Nisa, 78
[38] El-Enbîya, 35
[39] El-Cuma, 8
[40] Eî-Cuma, 9
[41] Mülk, 2
[42] El-Hakka, 8
[43] El-Hâkka, 18-19-20-21
-22-23-24-25-26-27-28-29-30-31-32-34
[44] El-Hâkka, 35
[45] El-Hâkka, 38-39
[46] El-Hâkka-52
[47] 4, 18
[48] Müstederk; 4/578, Zehebi
[49] El-Enbîya, 97
[50] Ez-Zümer, 42
[51] Hılye; 1/207
[52] El-Bakara, 37
[53] El-Bakara, 160
[54] Et-Tevbe, 52
[55] Et-Tevbe, 128
[56] El-Kehf, 45
[57] El-Hadîd-20
[58] El-Hadîd-21
[59] Er-Ra'd-18
[60] İbn-i Ebi Hatİm; Tefsir-i Kesir; 4/70
[61] İbn-ı Kesir; 4/70, Ebû Nuaym.
[62] İbrahim; 36
[63] Maide, 118
[64] -İ Vehb; Tefsir-Ü İbn-i Kesir 2/540
[65] Yunus-7
[66] Ebu Davud ve İbn Mace'nîn.
[67] Bakara-212
[68] Kehf: 82
[69] Tegabun, 16
[70] İbn-Ü Neccar; Kenz; 8/22;
[71] İbn-ü Ebiddünya, Kitabul Hazır; İbnüAsâkİr;
Kenz'ul-Ummal S/206
[72] İbn-Ü Sa'd; 3/62
[73] Kehf, 45-46
[74] Dincveri; Ibn-ü Asakir
[75] En-Nisa, 1591
[76] Al'i İmrân, 14
[77] Al'i İmrân, 22
[78] İbn-ü Ebiddünya; İbn-ü Asâkir; Kenz; S/220, Müncehab;
6/326
[79] El-Câsiye 33-34-35-36-37
[80] İbn-Ü Sa'd; 4/110, Hilye; 1/261
[81] İbn-ü Ebİddünya; İbn-ü Asâkir; Kenz; 8/207, Ebû Bekir
Es-Sûli Hayam Sahabe C; 5, S; 1876
[82] Ibn-ü Asâkir; Kcnz; 8/236
[83] Hılye; 1/234; S; 180, C; 5
[84] Hılyc; 1/236, S; 881, C;5
[85] El-Bakara, 166, 167, 168, 169
[86] Al-Î İmran, 19
[87] Rûm-30
[88] Er-Rûm-19
[89] Er-Rûm-20
[90] Er-Rûm-14
[91] Enam, 126
[92] Beyinne; -2-3