NİHAT HATİPOĞLU VE GÜZEL HİZMETİ 2

Önsöz. 2

Haydar Hatipoğlu'nun Vefatı "Babam, Resulullah'ın (S.A.V.) Komşusu Oldu". 4

Kaybolan Pasaport Bulunmuştu. 6

Bir Alman Gencinin Gözyaşları... 8

Hatipoğlu Kadir Gecesinin Önemini De Şöyle İfade Ediyor 9

Hz. Sıddık-I Ebu Bekir 10

Hz. Ömer 10

Hz. Osman. 10

Hz. Fatıma. 10

Hz. Bilal 10

Hz. Zeyd-Salabe. 10

Hz. Ebu Dahdab. 10

Nasıl Etkilendiler Ve Nasıl Teşekkür Ettiler 11

Ebu Talib. 16

Döndüm Sahibim  Sana Döndüm.. 18

Dünya Ve İnsan. 32

Son Soz. 40


NİHAT HATİPOĞLU VE GÜZEL HİZMETİ

 

Önsöz

 

Selâm, Selâmın Sahibine, selâm o iki cihan güneşi resulün âl ve ashabına.

Bir su misali akıp giden bu dünya aleminin içinde umut ve hayal tarlamıza kardeşliğin ve dostluğun tohumunu ekerken huzur ve hoşgörü­nün sadakat pınarlarında akan sabır ile de ye­şertmeye çalışacağız inşallah.

Hayatımızı disipline eden dinimizin atmosferi içerisinde, bir karınca misali biz de hizmet amaç­lı bir şeyler verelim istedik.

Bu eserimin seyri tek bir hadise üzerinde de­ğildir. Fakat öncelikle bu sancılı zamanımızda bir Şifa misali gelen Nihat Hatipoğlu Hocamızın İslâ-mı akıcı bir atmosferin içerisinde Resûlullahı ve Sahabelerin devrinin perdesini aralaması da, bir­kaç zamandır Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz'm her ramazan insanların karşına çıkıp karanlık bir şov yapmasıyla... Ne oluyor bu memlekete böyle? İslâ-mm yerine konmak istedikleri dinin adı nedir? Bu memleketin akıl, vicdan daireleri kimlere kiralan­mak isteniliyor acaba diye kafalarımızın içindeki tereddüt ve endişeler adeta kangrenleşmeye baş­lamıştı. Bu korku ve ve endişelerimizde de pek haksız sayılmayız. Çünkü ramazan aylarında Ze­keriya Beyaz'a oruçla ve dinle ilgili birşey soru­lunca hemen ardında şaşırıp bin eyvah çekiyoruz. Zekeriya Beyaz bir laf veya bir taş atıyor ortaya kırk İslamcı görüşte onu çözmeye çalışıyor. Ama şükürler olsun ki hani hızır gibi yetişti cümlesi varya işte aynen öyle oldu ve Nihat Hatipoğlu insanları aydınlatmayı başardı. İslâmı Kur'ân ve hadislerin gölgesinde anlatarak kafalardaki tered­düt ve yalnış dürtüleri kapıların dışına bırakma­larına vesile oldu ve genç yaşlı her kesimde gönül­leri feth eden adam olarak adını duyurdu.

Sayın Nihat Hatipoğlu'nu tanıtmadan önce bu kutsal hizmet meşalesini kendisinden devraldığı merhum babası sayın Haydar Hatipoğlu'nu kısa­ca tanıtmak istiyorum.

Merhum hoca Haydar Hatipoğlu 6 Haziran 1926'da Diyarbakır'ın Hazru ilçesinde dünyaya geldi. Yaklaşık iki asırdan beri beldede irşad göre­vini yürüttüğü için imam evi denilen bir tarafta seyit ve öteki taraftan da Ömer'i olan bir sülaleden gelmektedir. Beşinci babası olan merhum Os­man Efendi alim Safi Mezhebine ait El-envar isim­li kaynak Fıkıh kitabından yazdığı iki ciltlik Arap­ça ifadeli haşiyeye El-Kümesra adı verilmiştir. Hatta imam evi diye bilinen bu sülaleye El-Kü­mesra sülalesi de denilir. Babası Molla Nuri Efen­di de otuz yılı aşkın hizmetinden sonra 1955 yılın­da Hazru müftüsüyken vefat etmişti. 10, yaşın­dayken medrese dili ve usulüne göre Arapça dili­ne başlamış. Bunu bitirdikten sonra Fıkıh, tefsir ve Akaid usulü din gibi ilimleri okuyarak, tahsili­ni tamamlamış ve yirmibeş yaşındayken doğunun iki Aliminden birer ilmi icazet almıştır. Merhum Haydar Hoca Efendi, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ha­dislerinden sünen-i İbni Mace'yi tercüme ettiği gi­bi, Arapça kaynaklarında olmayan nefis bir şerh yazdı. Sünen İbni Mace-i 10 cilt halinde yayınla­dı. Haydar Hoca Efendinin "İslâm Hukuku Tarihi ilmihali, Nereye Gidiyoruz, Ashabdan Öğütler, Süleyman Ateş Ateşle Oynuyor" adlı eserleri bulu­nuyor.

Kur'ân sünnet tasavvuf Selefi Salih'in savu­nucusu hiçbir baskı karşısında boyun eğmeyen Haydar Hoca Efendi yapmış olduğu 30 yıllık müf­tülük görevi sırasında bu ölçülerden asla taviz vermemiş ve onca baskılar karşısında inanç ve iman gücüyle dimdik ayakta durmuş ve «Bin defa başımı koparsanız dadaşla Kur'ân ve sünnetten taviz vermeyeceğim» ve bu kararda bir adım dahi geri atmam demişti ve Haydar Hoca Allah yolunda irşadın iman kuvvetiyle olduğunu ifade ediyor­du. Hoca efendinin bu yılmaz cesaretide İslâm'ı esaslara donatılmış ve vahtaniyetli bir vaizdi. Çünkü o asrın vebası olan bilgisizliği yerinde teş­his etmiş ve ona göre insanlara hizmet vermişti. Allah dostları arifler, her sualin cevabını verirler ve aciz kalmazlar.

Hz. Ali (r.a.)'dan Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Kavrayarak dinleyenin veya konuşan âlimin hayatından daha değerli bir hayat yoktur. Ey in­sanlar!  Sizler Sulh;  Sükunet devrindesiniz.  Za­man süratle ilerliyor görüyorsunuz gece ve gün­düz her yeniyi eskitiyor, her uzağı yakınlaştırıyor, her va'di gerçekleştiriyor. Öyleyse gelecekteki mü­cadeleler için hazırlanın.

Bunun üz erine Mikadâd [r.a.]:

Ey Allah'ın Resulü sulh nedir? diye sordu. Hz. Peygamber [s.a.v.] de şöyle buyurdu:

Yakında miadı dolacak olan bir hazırlanma devresidir. Karanlık geceler gibi işler karıştığı za­man Kur'ân-ı Kerim'e sanlınız. Çünkü o, şefaat eden    ve    şefaati    kabul    edendir.    Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kur'ân-ı rehber edinirse Kur'ân onu cennete götürür. Kim de Kur'ân-ı arkasına atarsa Kur'ân'da onu cehen­neme sevk eder. O en hayırlı yolu gösterir. Emir­leri açık ve kesindir, boş sözler değildir. Onun zahiri ve batını vardır. Zahiri açık hükümler batını ise ilimle anlaşılır. Manaları çok derindir güzellik­leri sayılmaz, âlimler ona doymazlar. O hakikate ulaşmak için Allah'ın sağlam ipidir. Dosdoğru yol­dur. Cinlerin duydukları zaman hayretten.

«Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete dü­şüren bir Kur'ân dinledik ve hemen inandık ve ar­tık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız» de­dikleri hakikatdır. [1]

Her şeyi Kur'ân'la hüküm edenler, adalet yap­mış olurlar. Kim onunla amel ederse dosdoğru yo­la iletilir. Onda hidayet kandilleri vardır. Hikmet nurları vardır. O insanı gerçeğe sevk eder.[2]

Alimler bizlere Allah'ın bir lütfudur. Onların rehberliğiyle hak yolunun istikametini bulur ve onların tasavvuf hizmetiyle de nefsi terbiye ederiz. Haydar Hoca Efendi'de tasavvuf hizmetiyle çeşitli bedellerde İslâmi ilimleri ile bu hizmete ikâmet et­mişti.

İmamı Malik'den gelen bir rivayete göre Ömer b. Hattab [r.a.] şöyle demişti:

İnsanların en faziletlisi; muttaki olanlardır. Kişinin asaleti, dinidir. İyiliği ahlâki durumudur. Cesaretli kimseler tanıdıkları ise ana-babalarmı bile müdafaa etmeden kaçarlar. Servet dünyada insanlara bir değer kazandırır. Fazilet ise takva iledir. Sen ne İranlı ne bir Nebatlı ne de başka bir milletten daha üstün değilsin, üstünlük sadece takva iledir.[3]

Haydar Hoca Efendi insanları İsiâmm esasla­rını tatbike davet etmişti, Üstad ümmete dünya ve ahiretleri için gerekli olan Kur'ân ve sünnet ilmi­nin gölgesinde hizmeti ilahiyeyi sürdürmüştür. Çünkü alimlerin kavgası «ya biz», «ya siz» değil on­ların murat ettiği tek şey Allah'ın Kur'ân'da ve dinde olan temel esasların makul kılınmasıdır.

«Ya biz veya siz [İkimizden biri ya doğru yol üzerinde, yahut açık bir sapıklıktayız.(düşünün)]»[4]

«Allah'a iman ve itaate karşı büyüklük tasla-yanlar, zayıf sayılanlara: «Size hidayet geldikten sonra sizi biz mi imandan çevirdik? Bilakis, siz zaten günahkâr kimselerdiniz.» derler.[5]

Alimler, insanların fıtratlarına uygun ıslah ve terbiye metotlarını geliştirirler. Çünkü İslâm dini­nin bütün gereksinmeleri Kur'ân ve sünnete bağ­lıdır. Hak yolun adabı ve usulü Kur'ân ve sünne­tin usulüdür. İşte bu ilim irfan önderleri İslâm aleminde terbiye ve tasavvuf medreselerini de ku­rarak  önce  nefsleri  terbiye  ederler ve  sonrada Kur'ân ve sünnet ilmiyle irşada çalışırlar. Tıpkı Nihat Hatipoğlu'nun hem babası aynı zamanda kendisinin tasavvuf hocası olan Haydar Hatipoğlu'nda ilahi hizmeti devr aldığı gibi. Alimler Al­lah'ın yüce emaneti Kuran ve hadislerin açıkla­malarını bizlere taşıdılar. Bu terbiye yolunu ve usulüyle birlikte bu günümüze kadar ulaştırdılar elhamdülillah. Çünkü kalbin gaflet ve kötülükler­den temizlenmesi, nefsin terbiye edilmesinin mer­kezide yine tasavvuf mektepleridir. Bunun içinde Allah'ın yer yüzündeki şahidi ve halifesi olan arif­lere hürmet kalpteki takvadan ileri gelir. Hak yo­lunun rehberleri olan Allah dostları, insanlara bir lütuf ve bir rahmettir. Fakat birde yine insanların içinde yetişen ve tasavvuf ilminden nasipsiz ve ruhsatsız kötü niyetli bilginlerde vardır.

«Kur'ân ve sünnetin çizgisinden ayrılmam» di­yen merhum Haydar Efendi biliyordu ki Allah'u Teala her daim sadıkların dostu ve yardımcısıdır.

Hz. İbn-i Mesud: «Nezdinizde hangi ilmi mak­buldür?» sorusuna cevaben: «Kur'ân ve sünnet il­mini gayet severim,» diye cevap vermiştir.

Nihat Hatipoğlu hocamız diyor ki:

«Babam Haydar Hatipoğlu hocam çok büyük bir iman şecaatini ilan eden bir hal ve tasavvufa sahipti.»

Salihlerin hallerinde her zaman bir güzellik vardır. Çünkü onlar keşşaf tefsirin sahibidirler. Allah'a yakın olanların yakınlık ehli, Alemin Fahri'ni kalp gözünün içinde temûl ve tasvir ederek selâm verilir. İşte bu nakilin ifadeside, veli olan ve onun ruhaniyeti bakımından farklı hallere bürün-mesi mümkündür bu da kalbin içindeki güzellik­ler, bedenin şanına yansıtır. Çünkü insanlar ara­sında mertebe tabaka tabakadır. «Allah'a (yaklaş­maya) vesile arayın» ayeti kerimeden de anlaşılır ki tanzim eden dileyen Allah bunu tebliğ eden el­çi peygamber, irşad eden alimlerdir.

«Bizim uğrumuzda cihad edenlere elbette yol­larımızı açarız ve hidayet ederiz.» [6]

İşte ne yazık ki bizler bu mümtaz zatların ha­yatlarım yazarken bile milyonlarca mesafe uzak­lardayız bu makamlarda.

«İnsan, ancak çalıştığına erişir» ayeti kerime­si de bu gerçeği doğruluyor. Çünkü bencilin kal­bindeki maraz onun basiretini zehirleyip kör eder­ken alimin kalbindeki iman gücü onun sıfatına yansır önce nurani bir yüzün ardında da olağan hal ve kerametlere de şahid olunur.

Allah'u Teala kendi muhab betiyle bezendirdiği dostlarının irşadıyla bizleri şereflendirdiği gibi, onlar ebedi hayata göç ederken de onların binbir güzel nasihatlarla bezenmiş öğüt ve hisse alacağı­mız anılarıyla da faydalanabiliyoruz. Onun için Allah dostlarını bir dergah ve derya kabul edelim.

«Haberiniz olsun ki Allah'ın velilerine [dost­larıma] hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değiller.» [7]

«Resulüm insanları Rabbinin yoluna hikmetli öğütle davet et. Onlarla en güzel surette münaka­şa, mübahese et.[8]

Dine sahip çıkmak böyledir. Çünkü «Din ve inanç meselesi bir şekil ve formalite meselesi de­ğildir. Bilakisdin edinme, emre uyma, bir nizamı benimseme ve sahiplenme meselesidir ve bunun için de Allah'ın nizamından önce değildir hiçbir mesele.

Nihat Hatipoğlu köklü bir sülaleden geldiği için şahsiyeti, ahlak ve terbiyesiyle her kesimden ve her tabakadan insanların gönüllerine akarak islâmı sevdirmiştir.

Eğer İslâm'ı anlatan İslâmı yaşamıyorsa, onun söyledikleri ne kadar anlatan için akıcı görünsede eğer kendisi bu anlattıklarını yaşamıyorsa, O daha ziyade kazanmak yerine kaybeder. Tesir et­mez yalnız söyledikleriyle kalır.

«Akıl, ilahi terbiye ile mü'minlere yağmur gibi rahmet olurda, lâkin ilahi gazaba, sille-i Rahmâ-

ni-ye müstehak olana damlası düşmez.» [Mesnevi]

İnsanlar birkez daha şahid oldular, büyükle­rin cihadına: Muhterem Haydar Hoca ve ondan evvelkiler ve ondan sonrakiler. Bu âlemi fanide in­sanların sapmasına engel olmuşlardı. Bir hadisi şerifte: Hz. Peygamber [s.a.v.] buyuruyor ki; «Üç şey vardır ki, kimde bulunursa imanın tadını bu­lur. Allah ve Resulünün kendisine başkalarından daha sevimli olması, bir kimseyi sadece Allah için sevmesi, tekrar küfüre dönmeyi tıpkı ateşe atıl­mayı istemediği gibi istememesidir.[9]

 

Haydar Hatipoğlu'nun Vefatı "Babam, Resulullah'ın (S.A.V.) Komşusu Oldu"

 

Yıl 1995 23 Mayıs gece yansı biz kendisini Esenboğa havaaîanma getirecek uçağı beklerken sevgililer sevgilisinin memleketinden gelen bir ha­berle sarsıldık. Haber kardeşim Fatih'dendi. Kar­deşim Fatih titrek sesiyle bizimde y üreğimizi burkmuştu. Fatih: «Abi biz babamızı sevdalısının memleketinde damat ettik ve onu sevdalısı Aşık-ı Maşuk'a Resulullah'a teslim ettik ve inşallahu rahman hane sahibi Resulullah babamızı cenne-tül Baki'de konuk edecektir.» dedi. O koskoca ha­vaalanı yüreğimi çok büyük bir buruk acıyla da­raltmıştı. İşte o gün elimizden neyin gittiğini çok iyi anlamıştım. Çünkü onun ünsiyetinin tasavvu­fun ışığı altında olmakta farklı bir saadetti bizim için. Ama ne mutlu bize ki, iman ve takvaya ermiş Haydar Hatipoğlu  Hoca Efendi'nin evladıyız.

Sükûn kudretini elinde bulunduran rabbim babamın ruhunu müminlerin kutsalı diyarı Medi­ne'de almıştı. Bu acı yüreğimizi çok derinde sar-stıysada kainatın sahibi emanetini çekip almıştı. Çünkü insanoğlunun hayatı belirli bir müddete kadar devam eder. Onun maneviyatında, daima İslâm ve Resûîullah'm hizmeti üalıiyede Allah ve ümmet için hizmet aşkı vardı. Bu büyük aşkın karşılığında da peygamber (s.a.v.) komşu olmak varmış.

Ebu Medyen (r.a.) şöyle buyuruyor: Vecd ehli­ni ondan men edene de ki: «Sen aşk şarabını iç­memiş isen onu bize bırak.» Ey Mânânın cahili! Ruhlar kavuşmayı arzulayıp onun için titredikleri zaman, vücud oynayıp zıplar. Kafesteki bülbüle bakmıyor musun vatanını hatırlayınca ötmeye başlıyor. Kalbinde bulunan üzüntüyü ötmekle sil­meye çalışıyor. O yüzden vücudunun hem içi hem de dışı harekete geçiyor. Kavuşmayı özlediğinden mütevellid kafeste oynar. Öttüğü zaman akıllı kimseleri harekete geçirir.

Ey kişi! Aşıkların ruhu da böyledir. Yüce ale­me karşı olan aşıkı onu vecde getirir. Onu sabır etmeye nasıl zorlayalım, onun içi yanıyor, mânâyı gören sabır edebilir mi? Ey kaside söyleyerek âşıkları coşturan! Kalk ayağa kaside söyle, sevgi­linin ismini mırıldan, bizi sevindir.

Ariflerin kalbi Allah zikriyle kavrulurken Al­lah'a muhalefet edenin kalbi de katıdır.

«Artık Allah (c.c.) zikrinden kalpleri katılaşmış olanların vay haline.» [10]

«Hakiki iman edenler ancak o kimsedirler ki Allah (c.c.) anıldığı zaman kalpleri korkarak ürpe­rir.» [11]

Nihat Hatipoğlu diyor ki: Haydar Hoca Efendi 1987'de Mısır'a geldiğinde bir anlamda kendisini deneyen Ezher ulemasının: «Sizin gibi bir alimin Türkiye'de olabileceğini tahmin edemezdik» de­mişlerdi. Haydar Hatipoğlu hocamı, canımdan da çok değerli bir varlığımı kaybettiğimi anlamıştım. İnsan canının da canı kaybettiğinde ki acı hiçbir acı ile tarif edilemez. İşte benimde içimi izahı zor bir acı sarmıştı. O yoktu artık bütün dini sahalar­da hüccet olan bir alimin toprağa gideceğini bili­yordum.

Hz. İsâ (Aleyhisselam) şöyle buyurmuştur:

«Dünyayı üç gün olarak kabul et, birincisi dünkü gün; bu gelip gitmiştir. Ondan yana elinde bir şey yoktur. İkincisi yarınki gün; yarma kavu­şacak mısın kavuşmayacak mısın bilemezsin...

Üçüncüsü de; içinde bulunduğun gün; o hal­de bu günün kıymetini bil ve değerlendir.»

Hatta dünya üç saatten ibarettir. Birincisi ge­çip giden saat. İkincisi, kavuşup kavuşamayaca­ğını bilmediğin saat. Üçüncüsü de, içinde bulun­duğun saattir. O halde bu saatin kıymetini bil ve değerlendir.

Hatta dünya üç nefesten ibarettir. Birincisi geçip giden nefes, ikincisi, kavuşup kavuşamaya­cağını bilmediğin nefes. Üçüncüsü de, almakta ol­duğun nefestir. Zira, senin sahip olacağın, tek nefesten ibrettir. O halde bu tek nefes içinde, itaat işlerine koş ki boşa gidermeyesin...

Ölümden, o nefesi tövbeye ver bilemezsin, bel­ki de ikinci nefese geçmeden Ölmüş olursun... Bu­nun için ölümü alimler ölümü her an gelecekmiş gibi beklerler ve hatta dünyadayken dünya geçi­minden ziyade ahiretin tedariği için çalışırlar. Ni­hat Hatip oğlu'nunda ifade ettiği gibi, «Onun vakkatı mutlak; olan ölümle aramızdan ayrılıp özü­müz olan toprakla bütünleşeceğini biliyorduk.» demesi gibidir.

İnsanoğlu için ahiret yurdu ebedüi ebede ba­kiyken: Bu yalan dünyanın afiyetinin insana fay­dası nedir ki?

Muhterem Haydar hoca medeni il ve ilçelerde islâm ilminden her hâdiseye mütakip alâkadar olarak vazifeyi ilahiyeyi sürdürmüştü ve ömrünün son deminde de çok sevdiği ve büyük bir gönül bağı ile bağlı olduğu sevgililer sevgilisine kavuş­muştu. Çünkü ravzayı mutteharayi son ziyaretin­de, yüreğinde büyük bir buruklukla ayrılırken be­deni peygamber aşkıyla doîu yüreği ravzayı muta-harada kalmış gibiydi. O herkes gibi ziyaretini yapmış ana yurdu Türkiye'ye dönmek için hazır­lanmıştı. Ama Medine'nin maneviyatı onu sarmış ve geçit vermemişti.

Babam Haydar Hocam hep Medine'liydi zaten, O hep Ravzayı Mutahhara'nin civarında gibiydi.

Bizim yanımızda gördüğümüz yalnız fiziki bede­niydi. Çünkü onun attığı her adımda otururken, yatarken, yemek yerken bile ordaydı. Kitap okur­ken hitabe gibi okurdu, kürsüdeyken Kur'ân ve sünnetin gölgesinde teslim bir şekilde hitap edi­yordu. Babamın bu hallerine Allah (c.c.)'de şahit­ti ki Hz. Muhammed (s.a.v.j adını andığı her za­man boğazı düğümlenir ve ses tonu hemen deği­şir. Kısık ve buruk çıkar, gözleri kızarır ve buğulu gözlerle Resulullahın suretini seyreder gibi bakar­dı. Gece namazlarına kalkar Resiilullah'ı anlatan kasideleri mırıldanır ve sabahlara kadar namaz lalardı. Sabahları onun namaz kıldığı seccadesine elimizi sürdüğümüzde seccadenin secde edildiği kısmı her zaman ıpıslak görürdük. Bense onu hep hayyattaken gördüğüm gibi hatırlayacağım. Çün­kü Ö'nu ya kütüphadesinde kitap karıştırıp not­lar alırken görüyor veya gözyaşları içinde hadis açıklarken görüyordum. Onun yüreğinde ki ilahi sevdadan çıkan gözyaşlarına hakim olamıyor ve billur billur sakalından akan gözyaşlarına rağmen bizden birini görse veya ziyaretine biri gelse o yaş­lı gözlerle bile tebessüm eder gönül alırdı. O Kuran okurken bazı ayetlerde Hz. Ömer gibi hün­gür hüngür sesle ağlar, o ayetleri tekrar tekrar okurdu.

Hz. Ömer b. El-Hattab, Sure-i Tekvir'in okun­duğunda: «Ta ki herkesin işlemiş olduğu amelle­rin tespit edildiği defterler hesap için açıldığı za­man» [12] okuyabilmişti. Sonra bayılıp yere düşmüştü. Bir saat kadar o hal üzere yerde kaldı.

Selmanı Fârisi bir gün Hicr suresinin kırk üçüncü ayetinin okunduğunu duydu. «Şüp­hesiz ki cehennem, o azgınların hepsine vaad olu­nan yerdir.» [13] Bağırıp ellerim başının üze­rine koyup çıktı. Çölde belirli bir zaman bu hal üzere gezip dolaştı.

Bu alemî fani olan vesileler dünyasında bir kötü intiba bırakanlar vardır. Bir de hizmetleriyle aydınlık izler, iyi intiba ve eser bırakanlar vardır.

İman gücüyle nasıl dimdik ayakta durulur. Biz ondan öğrendik. Sahabilerin yolunu takip edi­yordu. Çünkü o hiçbir zaman geriye adım atmadı ve gölgelere sığınmadı. O Kur'ân-ın gölgesinde Al­lah'ın dini İslâmı anlatırken ne zorbalardan ne de kendisini kınayacaklar diye hiçbir çekince yaşa­madı.

Allah şahittir, Allah şahittir üstadım hocam hep Kur'ân sünnet ve adalet ölçüsünde yaşadın ailesi içinde hiçbir günaha harama asla müsade etmedi.

Sen ömrünün son deminin zamanını da his­setmiştin. Senden sonra duyduk ki helallik almış ve «Medinede inşallah kalırım» hacetinde bulun­muşsun. Seni kaybettikten sonrada kerametli hallerini duyduk ve o burukluklar içinde bile na­sıl büyük bir değere sahip olduğumuzu anladık.

Biz senden hep razıydık ve Allahu (c.c.)'nunda senden sayısız razı olsun inşallah.

Babam vefat etmişti herkes üzgün ve içimizde ki babamın eksikliği ifade edilmeyecek kadar bü­yüktü. Bize başsağlığma gelenlerde farklı farklı şeyler duyuyorduk. O kimine «Bu sene inşallah bu sefer Medine'de kalacağım» demişti. Kimine de: «Resûlullah'a bir arzuhalim var, inşallah bu sefer cevap alacağım» demişti, kimine; «Medine'den fi­rak benim içimi yakıyor. Ben ne zaman Âşkım Maşuk'a komşu olacağım, bekliyorum» demiş.

Babam vefat ederkende bize ders verdi. Yaşa­dığın zaman nasıl ki insanlara hak yolunda kıla­vuz oldun ölürken bile gönlümüzü hakikat ve na-sihatlarla doldurdun. Biz ölümün zamansız ve mekansız bir vakk'a olduğunu biliyorduk. Ama biz yinede onu her zamanki gibi tekrar aramıza döneceğini ümit etmiştik. 18 Mayıs günü Medi­ne'den Türkiye'ye dönecekti. Fakat kalbinden ra­hatsızlandığından dolayı 25'ine ertelendi. Ama biz onun bir an önce getirilmesi için girişimlerde bu­lunduk ve aynı zamanda Medine'de bulunan, kar­deşim, diyanetin görevlileriyle, Medine'li bazı ara­cılarla birlikte herkes seferber olmuş, 18:30 uça­ğı olmasına rağmen onun gönlü 22:30 uçağında kalmıştı. Annem diyor ki, baban Resûlullah'a son ziyaretini yapıp arabaya bindiğinde gözleri arkada dönüp-dönüp Ravza-yı Mutahhara'ya bakıyor ve orada kopmak istemiyorcasma hüngür hüngür ağlıyordu. Havaalanına geldik ve eşyalarla hiç ilgilenmiyordu. Ben kendisine «Niçin eşyalarla ilgi­lenmiyorsun, sendeki bu halin sebebi ne? dedi­ğimde, bana: «Sen hiç merak etme hatun eşyala­rın gidecek» dedi. Haydar Efendi dünyayı gözünde bitirmiş ve tek bir haceti vardı milyonlarca mü­minlerin gelip gözyaşları içinde maneviyatın nu­ruyla bezendiği bu kutsal beldede sevgiliye komşu olmaktı. Oturdu ve gözyaşlannı silerek cüzdanın­daki paralan çıkanp oradaki Kamil Bey'e vermek istedi. Kamil Bey: «Aman hocam, paran sana la­zım olur» desede yanındaki bin dolan Kamil Bey'e verip: «Al bunu evlat, benim bundan sonra para ile işim bitti» dedi. Yanındakiler yine anlamamış­lardı ve sıra turnikeden geçmeye gelmişti. Uçak 23:30'a ertelendi ve herkes uçağa götürülmek için otobüse alınırken, doktor Mecnun Bey'in ve öteki­lerin şehadetiyle binmemeye çalışıyordular. Ayak­lan gitmiyordu. Son anda doktora: «abdest alalım» dedi. Abdest aldılar ve herkes uçağa binmeye ha­zırlanırken onlar oturdular. Onları görenler diyor ki: «Hocamız bir haber bekliyormuş gibi duruyor­du.»  Doktor Haydar hocaya: «Bu kaçıncı haccınız hocam» diye sordu. Haydar efendi gülümseyerek elini sallayıp «Bundan sonra sayılmaz gayn» dedi. Yine kimse anlamamıştı. O ravzayı mutahharada îslâmm sancaktan ve Allah'ın sadık yerinde kal­mayı hacet etmiş ve Allah'ın bize emaneti olan ru­hunu oracıkta teslim edip ikinci hayat ölümü o kutsal belde de yaşamak istiyordu. Kimse onun halini anlamamıştı. Ama o kendini ve halini çok iyi biliyordu ki, orada hac mevsiminde oraya defnedilen kıyamete kadar hac yapar. Haydar efendi kısa bir müddet sonra başını yana çevirdi ve san­ki beklediği elçiyi görmüş gibiydi ve sıcak bir te­bessümle sandalyenin üzerine eğildi ve sanki uy­kuya dalmış gibi ne bir çırpmış ne de sekerat ha­li olmadı. Ordaki hacılar tekbir getirdiler. Onu öp­tüler, ağladılar ve müjdelediler. Herkeste bir telaş ve buruk bir hüzün mevcuttu. O kafiledekiler de­diler ki, «Hocamızı pasaport işlemi bittiği için ken­disini uçağa alıp Türkiye'ye götürelim» Bu sefer cebindeki pasaport durup dururken kayboldu ve uçak tam bir saat onun için ertelendi. Pasaportu bulamadılar. Bulmuş olsalardı. Haydar hocayı ana vatanı Türkiye'ye getireceklerdi. Fakat bu se­ferde o, çok istediği yardan ve diyardan uzak ola­caktı. Allah'u tealamn ilahi takdiri ile o kutsal belde de kaldı.

Allah dostlan yer yüzünde, ikinci hayat kabir­lerine intikal etselerde onların nurlu ruhaniyeti yine alemi hayattadır ve kendilerini ziyaret eden­leri bilirler ve tanırlar.

«Allah tevekkül edenleri sever.»  [14]

Onun için Allah'ın sevdiklerini bizde seveceğiz

 

Kaybolan Pasaport Bulunmuştu

 

Uçak kalktı. Baktılar ki kaybolan pasaport ce­binde. Halbuki o cebe defalarca bakılmıştı. Fakat Allah'u Zülcelal kendi murat ettiği yerde bırak­mıştı onu.

O gün sabah namazında Mescid-i Saadet'te bir onun cenazesi vardı. Babamın cenazesine bü­tün cemaat katılmış ve görevliler bu sayının yüz-binin çok üzerinde olduğu söylendi. Onu Hz. Os­man'a yakın bir bölgede toprağa verdiler. Onu gö­ren herkes son üç-dört gün içinde yüzünün saka­lında daha beyaz hale geldiğini söylüyorlardı. Dr. Salih Bey: «Son bir gününde hocamın dünyayla bütün irtibatı kesilmiş. Bunun kelimelerle izah mümkün değil. Sanki vücut yok, ruh var gibiydi» diyordu. Medine'ye Mescidi Saadet'in yanma, Cennetü'l Baki'ye defnin manevi hazırlığı olsa ge­rek bu diyordu.

Nihat Hatipoğlu o akıcı uslubüyle şöyle devam ediyor:

«Babam! Ben seni övmüyorum. Ben yanlız Al­lah'ın Resulüne senin aşkı sevdanı övüyorum.!

Ben yalnız Allah'ın habîbiniıı seni ne güzel kabul buyurduğunu övüyorum!

Ben her gün binlerce insanın Allah diye göz­yaşları döktükleri o kutsal topraklan övüyorum!

Ben senin sahabelere komşu olma şerefine eriştiğini övüyorum,

Allah'da murad ederse orda Resuluîîah'ın ya­nında ebedi kalmak istiyorum deyipte o arzunun kabul oluşunu övüyorum!

Sen yer yüzünün kutsal beldesinde ve kalple­rin yalnız Allah Resululîah dediği yerde! Sen hane edinmişsin zümrüt tepelerinin eteklerinde!

Dünyada kaç kişi erer bu şerefe bilmem! Can­lar coşup orda Îebbeyk seslerin kanşır her derde deva olan kevsere! Sen de biliyorsun ya bu belde akın akın çağlayan bir insan seli! Yıllarca ben se­nin bab-ı hasretinde kavruldum durdum.

Sana ülfet yağdı bize senden dolayı iltifat!

Sen Medine'den kabul gördün biz ise ayrılık­tan habersiz hasretle senin yolunu bekledik! İşte bu süpriz firakın bizi çok derinden yaraladı. Bu­nun içindir ki, hem yüreğim hem de dilim yaralı!

Belki söylemedim. Sende duymadın. Ama bi­lesin ki ben hep sana hayrandım ve her daim o buğulu bakişlann tesirinde kaldım.

Sen dünyayı ardına attın ve Kur'ân'm gölgesinde yürüdün. Senden bize miras bu kutsal da­vanın devamı kaldı. Bizde nasiplendik bir katre elhamdülillah!

Rahmetle doğdun her insan gibi yine rahmetler içerisinde davanı sürdürdün ve yine rahmetler içerisinde Rahmana döndün. Çünkü binlerce hacılann dua ve Fatihalanyla gömüldün! Bitti senin için dünya kasveti bitti. Şimdi eminim ki kabrin nurlarla doludur.

Sevgili babam, üstadım seni o aydın nasihatlarınla hatırlayacağım.

Senin İbn-i Mace-yi bitirdiğin günü hatırlıyo­rum. Ah, diye bağırmış ve tam bir saat ağlamıştın. Biz bu haline üzülmüş, yanına gitmeyi istedik. Ama Annem bizi bulunduğun odaya almamıştı. Biz anneme sana ne oldu dedik. Annem bize: «Ba­banız diyorki; İbn-i Mace'yi yazdıkça her gece Re-sulullah'm yanındayım. Ya bundan sonra ben on­suz ne yaparım? diye ağlıyor.» demişti.

Senin firakın bitti vuslat oldun. Ashabın ku­cağında Cennefül-Baki ehlinde verilecek umumi ve vacip olan şefaati bekliyorsun. Şimdi biz Firakı yaşıyoruz. Bu firak senin sevgilin olan Allah Re­sulüne kavuştuğumuz gün bitecek demek cüreti­ni kendimde bulamıyorum.

Cenazeni görenler, seni yıkayan Molla Bur­han, hep senin o güzel yüzünle tebessüm ettiğini söylüyorlar.  Onu öptük de  öptük diyorlar. Ah keşke bana da nasip olsaydı. Sana sarılıp öpüp koklamak. Seni morga koyanlar diyor ki, «Biz ho­camızı morga koyduğumuzda morga güzel bir nis-bet kokusu girdi» dediler. Herkes bana; «Ah baba­nın yüzünü görseydin keşke» dediler. Göreceğim inşallah. Firakın bittiği vuslat gününde göreceğim babam.

Bize verdiğin nasihatlannı tutup bize bıraktı­ğın değerli eserlerine sahip çıkacağım senin bı­raktığın yerlere senin vukufiy e tinden çok uzak ama olsun daima bakacağım. Sana evlat olmanın gururunu yaşıyorum ve senin ismini şerefle taşı­yacağım. Senin bize öğrettiğini yaşayıp ve senin çizginden ayrılmayacağız. Sen bize Kur'ân gölgesinde ve sünnetin çizgisinde nasıl yaşanın öğ­rettin.

Çünkü sen bize Resûlullah'a nasıl aşık oluna­bileceğini gösterdin. Resûlullah'a ve Hz. Ömer'e dayanan soyunla sen makamını buldun.

Allah, rahmetini sana o kadar çok ihsan et­mişti ki, birçok insanlarla birlikte diyanet işleri mensupları bile sana pek çok hatimler okutmuş­tu ve bununla birlikte birçok yerde gıyabi cenaze namazını kılmışlardı. Seni tanıyan herkes senden razı olduğunu söylediler. Ben senden razıyım Allah'da senden sayısız razı olsun. Ravza-i Mutahhara'mn sahibine salat ve selâm olsun, Baki'nin sakinlerine rahmet ve selâm olsun.

Resûlullah (s.a.v.)'a komşu olan ve vefat eder­ken bize birçok ibret ve nasihat veren bir babanın evladı olmak kolay değil. Bütün dini sahalarda hüccet olan ilmiyle Ezher ulemasını bile şaşırt­mıştı. Babam, her daim Kur'ânın gölgesinde ve sünneti seniye'nin çizgisinde hatırlayacağım seni.

Babam yanında Resûlullah (s.a.v.)'m ismi zik-redildiğinde saatlerce hüngür hüngür ağlardı ve derdi ki: «İslam dini, cehaletin çehresini değiştirip yeni bir alem kurmak için gelmiştir. Fakat Kur'ân din ve inanç anlayışı sadece bir zamana mahsus olarakta gelmemiştir. İslâm ve Kur'ân'm hüküm­leri kıyamete kadardır» derdi ve asla bu konuda açık ve tavizde vermedi. Çünkü biliyordu ki kula kul olmaktan daha kötü bir alçalış yoktur. Ona vazifesiyle ilgili yalnış bir müdahalede derdi ki: «Dinin üzerinde yalnız Allah'u Zülcelal'in hakimi­yeti ancak mevzu bahs olur. Biz ancak size uygun olan görüşü değil Allah'ın emri ve kati gördüğü­müz beyanları sunarız. Çünkü biliyorum ki, Al­lah'ın muradını Allah'tan daha iyi bilen olmaz. Bi­lesiniz ki Kur'ân öğüt vermek ve uyarmak için in­dirilmiştir ve günümüzün modern cahiliyetide bu dinin temel esaslarını yıkamaz.»

«Sen hep Ehl-i delaletin şerrinden Allah'a sı­ğındın. Senin ufkun hep aydınlıktı ve dünyada başka dünyaydı. Çünkü Allah'a ve Resûlullah'a karşı olan muhabbetin ve coşkun vücuduna sığ­mıyordu.»

Nihat Hatipoğlu diyor ki: «Babamda ön plana çıkan şey, îsiâmi şuur ve sevgi şuuruydu. Sanıyo­rum Allah  (c.c.) ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'imize olan sevgisi, bize olan sevgisini de kat kat fazla-laştırdı. Bize olan ilgisi sadece evlat sevgisi gibi değil, evlatlarının ahirette sıkıntı görmemesi şek­linde de hayatımıza yansıdı. Onu öyle anladı ve öyle uygulattı bize. Babam Haydar Efendi'nin ha­yatı çok sadeydi. O her zaman güler yüzlü şefkat­li ve merhametliydi. Önüne gelen herkese tebes­süm ederdi. Onun hayatı daima Kur'ân ve hadis­lerin gölgesinde yeşerdi ve dört mezhebin tümünü karşılaştırmalı olarak da bilirdi. Fakat fetva verir­ken de takvayı esas alırdı. O ruhsatı değil, azime­ti esas alırdı. Tasavvufun kâmil bir insanda gör­mek istediği şeyi, adı konmamış şekilde biz onun hayatında görürdük. Adı konmamıştı belki. Adını koymayı istemiyordu. Bazı şeyler onda sır halde kalıyordu. Mesela odasına çekilirdi. Bizden uzak şekilde. Sabah namazından sonra odasına gittiği­mizde seccadesini ıslak bulurduk.

Onda, mana literatürümüzde, keramet dediği­miz birçok şeyi biz görüyorduk. Mesela bir örnek anlatalım. Hadis çalışırken kitaplarını soluna ko­yar ve gider odasında yatardı gece teheccüde kalkmak için.

Annem anlatıyor: «Gece bir ihtiyaç için kal­ktım. Baktım ki, salonun ışığı açık salona girdi­ğimde; «Şeyda hâlâ yatmadın mı?» dedim. Saat geceyarısı 3-4 civarı. Baktım ki, kitabın başında birisi oturuyor. Babana benziyor, fakat baban değil­di. Bana baktı ve gülümsedi.» Annem bunu gö­rünce bağırarak kaçıyor. Annemin bağırmasıyla hepimiz uyandık. Rahmetli babam odasından çık­tı. «Hatun ne oldu?» dedi. Annem cevaben; «Hem ordasın, hem burdasm!» Bunun üzerine babam anneme; «Sus, sus! Yok bir şey» dedi. Bu halleri çok vardı. İbn-i Mace'yi şerhederken tereddütü ol­duğunda lügatlere bakar, ama kalbi mutmain de­ğilse istihareye yatardı ve gece geç saatlerde kal­kar yazardı.

Bir gün İbn-i Mace'yi şerhederken ona ben ka­tiplik yapıyordum. O esnada çok ilginç bir hadis­le karşılaştım. «Kimin gücü yetiyorsa Medine'de ölsün. Çünkü ben Medine'de ölene şefaat edece­ğim» diyordu, hadis-i şerifte Hz. Peygamber, Ba­bama: «Nasıl ölsün?» diye sorduğumda: «Oğul, Al-lah'u Alem insan hastalanırsa oradan çıkmasın, orada ölsün» dedi. Babamızın bize müthiş bir sev­gisi vardı. Ama Resulullah'ın sevgisi daha ağır bastı. Bazı insan lütuf kapılarını zorlar ya, lütuf böyle tecelli eder mi diye. Ben hep onu Medine ko­nusunda öyle gördüm.

İlginç bir örnek aktarayım. Vefatından önce bir şey yazmış. Ben o sırada Almanya'daydım. Daha önce de defalarca Hacca gitmesine rağmen beni vekil tayin etmemişti. Vaazında «Ben Resulullar dilekçe verdim. Geçen senelerde kabul et­medi. Bu sene inşallah kabul eder» sözleri çok manidardı.

Biz kendisini ağabeyimle yolcu etmeye gittiği­mizde ilginç bir hadise gelişti. Biz büyüdükten sonra bizi hiç öpmeyen babamız, elini başımıza sürer, «namazınıza dikkat edin» derdi. Bu defa eli­ni öptüğümüzde, ağabeyim ve benim yanakları­mızdan öpüp dedi ki: «İstikametinize dikkat edin. Çünkü vuslat zamanı gelip çatıyor...» diyordu.

Benim vazifeyi ilahiyedeki hizmetim Kur'ân, sünnetin bereketiyle oluşan bir tasavvuftur zan­nediyorum. Karşılaştığım bazı insanlar övgü ma­hiyetinde bana;

«Hocam şöyle güzel, böyle güzel konuşuyorsu­nuz dediklerinde, bundan ruhen rahatsızlık du­yuyorum şahsen. Çünkü sen, ben konuşmuyoruz aslında. Mevlam hakkı ve hakikatleri benimseyen ve ilahi hakikati sevdiklerine aktaranı vesile kılar ve asıl marifet verendendir anlatanda değil. Çün­kü önemli olan aktarılanların büyüklüğüdür. Bu­rada sözü söyleyen değil sözü söyleten önemlidir. Bazı şeylerin kesbi değil, vehbi olduğuna inanıyo­rum. Rahmetli babam pek piyasaya çıkmazdı. O, gölgede kaldı ve tanınmamaya çalıştı ve yakınla­rının dışında kimsenin de kendisim keşfetmesini istemedi hiçbir zaman»

İmam-ı Safinin de dediği gibi: «Kimse bana nispet edilmesin, bütün iyi sözleri ben söyleye­mem. Benim tarzım da odur. Ben istiyorum ki, İs­lâm'ı tebliğ edeyim, Hz. Peygamberi anlatayım, ama beni örnek edinmesinler. Biz örnek değiliz.»

«İlerde hadisler çok inkar edilecek...» Rahmetli babam da demişti ki:

«İlerde hadisler çok inkar edilecek oğlum onun için o konuda yoğunlaş.» Ben de bu kaleme aldı­ğım on eserimde Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılmasında hadislerin üzerinde çalışmaya ağırlık verdim.

Alimler yetiştirmek için, yetişirler vermek için alırlar ve bilirler ki, Allah yolunda cihat ve hizmet farzdır. Nihat Hatipoğlu diyor ki:

Nasipsiz kalanlara kucak açmalıyız.  Çünkü Türkiye hızla değişiyor. Cami vaazlarından istifa­de edebilme sınırlıdır. Ben de yıllarca camilerde vaaz ettim. Onun mutlaka kalması gerekir.   Çün­kü, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetidir, mescid ve cami hitabesi.  Ama dini hizmetin,  toplumu uyarma hizmetinin, birliği sağlamadaki adımlan atmanın yolu sadece camilerle sınırlıdır. Ben de yıllarca camilerde vaaz etüm, onun mutlaka kal­ması gerekir." Camiye gelmeyen büyük bir gençlik kitlesi var, onlar nasipsiz kalabiliyorlar. Bunlara sizin gitmeniz gerekir. Demek ki, camideki hitabe­ler ve arz yeterli değil artık. Güncelleşmiyor. Bu­rada hoca efendilerin suçu yok. Çünkü onlar ma­gazin konusu olmak istemiyorlar. Onun için belli standartları var, ona uygun hareket etmek zorun­dalar. Biz daha ılımlı ve hoşgörü içerisinde her ke­simden insanlara hitap ederek kazanmaya çalışı­yoruz.

İlk kez dini sohbetlerde fon müziği kullanma geleneğini biz başlattık. Başlangıçta itiraz edenler oldu. Fakat durumu izah edince itirazlar, övgüye dönüştü.   Zaten  ayetler  okunurken  fon  müziği kullanmıyoruz  dikkat ederseniz.  Şuna  inanıyo­rum. Hayat tarzımızla anlattıklarımızın örtüşmesi iazım. İnanmadığım şeyi asla söylemem. Yaşama­dığım şeyi de söyleyemem. Yani hissetmediğim, duymadığım, sevmediğim hiçbir şeyi kimse bana söyletemez. Mesela öğrencilik hayatımda kendime bir haftayı Musab haftası ilan ederdim. Musab'ı incelerdim; otururken, yürürken, otobüste. Bazen gözyaşlarını akardı farkında olmadan. Belki çev­remdekiler diyorlardı, bu adam deli mi diye? Ken­di kendine ağlıyor. Ama o bir hafta Hz. Musab'Ia beraber oldum sanki. İkinci hafta Ebuzer Gıfari, onun karakterini ben hayatıma tatbik ediyordum. Yani her bir sahabeden polenler gibi bir şeyler alı­yordum. Onların ruh alemine yaklaştıkça, sizin hayat ikliminizde nokta nokta bir şeylerin oluştuğunu  hissediyorsunuz.   Bugün  ortaya  çıkmıyor ama 10 yıl sonra 20 yıl sonra ortaya çıkıyor. On­dan sonra sizi konuşturuyor.

 

Bir Alman Gencinin Gözyaşları...

 

Bir gün yahudi bir vatandaş beni aradı.

«Din hakkında bilgim yok. İslam diniyle ilgim yok. Bir dostumun sizin programınızla ilgili uyarı­sı üzerine, sahurda kalktım, sizi üç gündür dinli­yorum. Hayatımda gözlerimden ilk kez yaş aktığı­nı görüyorum» diyordu. Bunu Yahudi söylüyor, müslüman daha çok söyleyecektir tabi.

Almanya'da program yapıyoruz. Programa be­ni dinlemeye gelen gençler, yanlarında birde Al­man gencini getirmişlerdi. Salon tıklım tıklım do­lu. Çok duygulu bir konuşma oldu. Hemen he­men salonun tümü gözyaşları içerisinde dinledi­ler.   Programın  bitiminde  baktım,  Alman  genci orada duruyor. Elinde dört tane kasetim vardı. Bana dediler ki, hocam bu genç seninle tanışmak istiyor. Alman gencin gözleri ağlamaktan kızar­mıştı. Bu delikanlı neden ağlamış diye sordum onlara. Cevap ise çok ilginçti: «Baktım hepiniz ağ­lıyorsunuz, benimde içimde bir duygu belirdi ve dedi ki sen de bunlarla beraber ağla... Onun için ağladım.»

Elindeki kasetleri neden aldığını sorduğumda; «Bunlarda da aynısı vardır diye aldım» dedi.

«Müslüman olmayı düşünür müsün?» diye sorduğumda:

«İnşallah bir gün Müslüman olacağım, adımda Abdullah olacak» dedi ve bu beni çok etkiledi. An­cak buna benzer binlerce güzel tesadüfler var.

Alman genci anlamadığı halde en az anlayan­lar kadar belkide daha fazlasını almıştı. İslâm ke­limesi teslim kelimesi olduğu için Alman gencininde yüreği teslim olmuş ve neye ağladığını bil­mediği halde o batılın vebasını gideren İslâmı din­lerken de onu çepe çevre saran batılın kabuklan çatlamış  ve yerini  hakkaniyet  anlayışı  almıştı. Çünkü anlatılan o meseleler islâm ve iman mese-Iesiydi. O gönüllere akıp kalpleri okşayan sohbet islâmı yani (teslimi) Allah'ın nizamını anlatıyordu. Onun için o kadar tesir etmişti.

Onlar bilmezler. Çünkü hak ve hakikatten ko­puk yaşarlar. Onların takip ettikleri metot hatalı­dır. Onlar cahiliyeti başlangıç olarak ele alıyorlar ve peygamberin getirdikleri tevhit akidesini cahili-yetin tekamül etmiş şekli olarak kabul ediyorlar. Onlar geçmişin suretini taşıyan ve belgeleyen de­lillere ulaşsalar bile onu görmezden gelirler. Ama bu vesileler dünyasında Nihat Hatipoglu gibi biri­leri çıkar karşılarına ve gerçeklere kapalı olan gö­nül perdesini aralayıverir işte.

Kiliseleşme yaygınlığı büyüsede ilmi yönü hâ­lâ eski metotlara göre sürüp gitmektedir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim sakat olan bu batıl din anlayışının bu dinin ilahi prensiplerine aykırı olduğunu be­yan etmiştir.

Nihat Hatipoglu ve onun gibi Kur'ân ve hadi­sin gölgesinde islâmı anlatan üstatlar Allah'ın il­minin nasipkarlandır. Bunlar vesile mağrurları­dırlar. Ne ilahi ihsandır ki, Allah kullarından dile­diğine ilmi ve rahmetini ihsan eder ve bunların vesüesiylede dilediğine hidayet ile mükafatlandı­rır.

Bunun içinde Arifler iman Ehli'nin ayrılmaz bir parçasıdır. Allah kelimesi küçük bir kelime. içerisinde yer alsa da mana itibariyle sınırsız bü­yüktür ve asla kelimelere sığmaz. Arifler de bu gerçeği daima tasavvur etmekteler. Burada bizde onlann anlattıklarını yani Kur'ân ve sünneti ha­yatımıza etüt edersek işte o zaman kazanır ve umumi baki hayatta da kazançlı oluruz.

Nihat Hatipoğlu'da bu çizgide gönül kazanan manalara değinerek insanlan islâmla buluşturdu. Burada görüyoruz ki, marifet insanlara şevkat ve merhamet penceresi açarak onlara orada gerçek­leri görmelerini sağlamaktır.

İnsanlardan çok değişik e-maü ve telefonlar alıyorum. Artist olan insanlardan, değişik mezhep ve meşrebli insanlardan alıyorum, Medyanın için­den değişik insanlardan alıyorum. Birçok değişik öğeyi beraber kullandığım için yoğun olarak memnuniyetini ifade ediyorlar.

Benim konuşmamda iki şey çok önemlidir. Din ve milli kaygılar. Dolayısıyla çok değişik, ay­kırı insanların hemen hemen, tamamında müsbet gelişmelerin tecelli ettiğini görüyorum. Yani buj kucaklaşmaya davet, insanımız tarafından büyük yankı buluyor.

İnsanlar özellikle ilahiyatçılardan da, birbiriy­le kavga eden, medyanın karşısında birbirini hır­palayan, «acaba bu Kur'ân'dan bu kadar din mi çıkar,»  dedirten değil,  «Ey Allah'ın kulları gelin kalplerimizi  birleştirin,»  diyen  mesajları istiyor. Mesele Nihat Hatipoğlu hoca ola}?! değil, mesele, kainatın    serveri    Hz.     Muhammed    Mustafa (s.a.v.)'dir. O konuşuluyor. O konuşulunca dinle­necek, çaresi yok ki.

Hz.  Peygamber'in ismi anıldığında;  «Dostun dosta gidişi» gelir aklıma. Çünkü Hz. Peygamber şöyle diyor:  «Başınıza bir sıkıntı gelince, benim ölümümü hatırlayın. «Yani dostun dosta gidişini anlatacağım orada. En büyük zât'm hiç kalbini vermediği dünyadan, bedenen gidişini anlataca­ğım.» Ben hep şunu söylüyorum dostlarımıza. Öy­le hissediyorum. Bir kişiyken, en dadandığınız anda yarımızda Resûlullah'm olduğunu düşününüz. İkinciniz o'dur. İki kişiyken yanınızda üçün­cünüz o'dur ve mutlaka yanınızdadır. (Rabanla­mında değil. Allah hep yanımızda zaten) Üç kişiyseniz dördüncünüz Resulullah'tır. Onun için ha­reketlerinizi Resulullah'la test edin.

 

Hatipoğlu Kadir Gecesinin Önemini De Şöyle İfade Ediyor

 

Kadir Gecesi'nin kadrini bilmek lazım. Kadir Gecesi insanlık talihinin de dönüm noktasıdır. Hz.  peygamber hayatında değil sadece.  Çünkü Hz. Peygamber daha olmadan önce Kadir Gecesi tespit ediliyor ve Kur'ânla özdeş hale getiriliyor. Kadir Gecesi bir anlamda Müslümanların ufkun­da bir hatıradır. Nebevi bir dönemin ve Cebrail Aleyhisselâm'm yeniden  inişinin bir tecellisidir. Dikkat ederseniz Kadir suresinde «Tenezzelül Me-laiketün verruhu fiha biznih Rabbihim o gece Melekler ve  ruh iner.»  Ruhtan  maksat Cebrail Aleyhisselâm'dır. Hiçbir gece değil o gece iniyor. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)'e o gece indi. O ilk hatıra sürekli tazeleniyor. Yani Kur'ân hiç eskimi­yor Kur'ân ilk gece Hira'da indiği gibi şu anda, Ka­dir Gecesi, Kur'ân Medeniyeti'nin dünyaya doğ­ması demektir. Sadece Kur'ân'm inmesi demek değildir. Kardeşliğin, vahdetin, sevginin, merha­metin, zulme tahammülsüzlüğün, diri diri topra­ğa gömülen kızların kurtarılması, kadın hakları­nın tecellisinin hepsinin başlangıcı, yani miladdır. O aksi durumda Kadir Gecesini anlamamış olu­ruz.

Bu kutsal geceyi Hz. Peygamberin değerlen­dirdiği gibi değerlendirmek lazım. Hz. Peygamber, Kadir Gecesi'nde çok dua ederdi. Yani sabaha ka­dar, fecir vaktine kadar bu fırsatı, fırsat bilmek la­zım.

Kadir Gecesi'nin gününün gizliliği çok önemli, Ramazan'm tekli ve son on gününde aranması sa­lık verilir. Ama bazı alimler, Kadir Gecesi'nin yılın her gecesinde aranması gereğini ifade ederler. Yani her geceyi Kadir Gecesi bilmek lazım. Çünkü önünde Rahmet, ortasında Mağrifet, sonunda ce-j hennemden Azad Muştusu bulunan bu mübarek Ramazan ayını iyi değerlendirmek lazım. Merha­met ve şevkat islâm dinin temel esaslarmd andır. Bunun en iyi örneğide Hz. Muhammed (s.a.v.)dir. Onun emin ve sadık oluşu şefkatli ve merhametli oluşuda bunun en güzel örneğidir.

Bir gün Hz. Muhammed (s.a.v.) hutbedeyken Hz. Hasan ve Hüseyin içeri giriyor. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) hutbeyi yarıdan kesiyor. Hz. Hasanla Hüseyin'ini omuzlarına alıyor ve tek­rar hutbeye çıkıyor ve Allah'a şöyle niyazda bulu­nuyor:

«Ya Rabbi, ben bunları seviyorum sen de on-lan sev.»

Bunun cemaatte meydana getirdiği şoku dü­şününüz. Medine toplumunda, bunu bir burada bir hoca efendinin kendi çocuğu için camide yap­tığını düşününüz. O gün hoca efendi hakkında sayısız dilekçe yazılır. Onun için Resulullah den­geler üstü hesaplar üstü bir insandı. Hiç kimsede olmayacak bir şey vardı onda. «Eddebenî Rabbîh» Rabbin terbiye etti. O her çocuğu elini tuttuğun­da, kendisinden önce Mekke'de toprağa gömülen çocukları hatırlıyordu. Bazen diyorlar, İslâm ne getirdi? Hiçbir şeygetinneseydi, İslâm sadece bir manifesto olsaydı, toprağa gömdüğünüz çocukla­rı gömmeyin deseydi, bu bile yeterdi insanlar için.

Bu kutsal geceyi Hz. Peygamberin değerlen­dirdiği gibi değerlendirmek lazım. Hz. Peygamber, Kadir Gecesi'nde çok dua ederdi. Yani sabaha ka­dar, fecir vaktine kadar bu fırsatı, fırsat bilmek la­zım.

Kadir Gecesi'nin gününün gizliliği çok önemli, Ramazan'm tekli ve son on gününde aranması sa­lık verilir. Ama bazı alimler, Kadir Gecesi'nin yılın her gecesinde aranması gereğini ifade ederler. Ya­ni her geceyi Kadir Gecesi bilmek lazım. Çünkü önünde Rahmet, ortasında Mağrifet, sonunda ce­hennemden Azad Muştusu bulunan bu mübarek Ramazan ayını iyi değerlendirmek lazım. Merha­met ve şevkat islâm dinin temel es asların d andır. Bunun en iyi örneğide Hz. Muhammed (s.a.v.)dir. Onun emin ve sadık oluşu şefkatli ve merhametli oluşuda bunun en güzel örneğidir.

Bir gün Hz. Muhammed (s.a.v.) hutbedeyken Hz. Hasan ve Hüseyin içeri giriyor. Peygamberimiz Hz. Muhammed hutbeyi yarıdan kesiyor. Hz. Hasan'la Hüseyin'ini omuzlarına alıyor ve tek­rar hutbeye çıkıyor ve Allah'a şöyle niyazda bulu­nuyor:

«Ya Rabbi, ben bunları seviyorum sen de onlan sev.»

Bunun cemaatte meydana getirdiği şoku dü­şününüz. Medine toplumunda, bunu bir burada bir hoca efendinin kendi çocuğu için camide yap­tığını düşününüz. O gün hoca efendi hakkında sayısız dilekçe yazılır. Onun için Resulullah den­geler üstü hesaplar üstü bir insandı. Hiç kimsede olmayacak bir şey vardı onda. «Eddebenî Rabbîh» Rabbin terbiye etti. O her çocuğu elini tuttuğun­da, kendisinden önce Mekke'de toprağa gömülen çocukları hatırlıyordu. Bazen diyorlar, İslâm ne getirdi? Hiçbir şeygetirmeseydi, İslâm sadece bir manifesto olsaydı, toprağa gömdüğünüz çocukla­rı gömmeyin deseydi, bu bile yeterdi insanlar için.

 

Hz. Sıddık-I Ebu Bekir

 

«Dostun dostu ve vefanın en güzel örneğidir o.»

 

Hz. Ömer

 

«Hayatın dengesidir o. Resulullah'ın gölgesin­de durduğu, sonradan altında namaz kılman yer haline getirilen ağacı kesecek kadar dik, ama Hz. Peygamberin geçtiği yerden geçip izlerini arayacak kadarda hassas.»

 

Hz. Osman

 

Peygamberin   utandığı   insan.   Melekler   bile O'ndan utanıyordu.

«Hz. Ali Ebu Turab Yani. Toprağın babası»

 

Hz. Fatıma

 

«Babasının annesi, Muhabbet fedailerinin en önce geleni.»

 

Hz. Bilal

 

Yer yüzündeki en büyük inkılaplarından biri.

 

Hz. Zeyd-Salabe

 

«Günahın firar ve hicret ettirdiği sahabe.» İşte infakın bedeli...

 

Hz. Ebu Dahdab

 

«Allah'a kim borç verecek?» diye ayet iniyor. Hz. Resul bu ayeti ona okuyunca diyorki: «Ya Resulullah, Allah bizden borç mu istiyor?» [Fakirlere alın verin.]

Resulullah, «Evet» dediğinde: «Bana Allah adı­na elini uzat yâ Resul.» Resuîullah elini uzatınca; «Haydi seninle alışverişi yapalım» diyor ve Medi­ne'nin en büyük hurma bahçesini Allah'a verdim diyor. İşte infakm bedeli...

Hz. Muaz İbn-i Cebel'e peygamber (s.a.v.)'in huzuruna girince, peygamber:

«Geceyi nasıl geçirdin ya Muaz?» diye sordu. Muaz:

«Allahu Teala'ya inanmış olarak» diye cevap verdi. Peygamber:

«Her sözün bir manası, her gerçeğin bir haki­kati vardır. Ya senin sözünün manası nedir?» de­yince Muaz:

«Ey Allah'ın Resulü, her sabah akşama çıkma­yacağım, her akşam da sabaha çıkmayacağım, her attığım adımın hayatımın son adımı olduğunu kabul ediyorum. Sanki daima peygamberi ve taptıklan putlarla birlikte hesap görülmeye çağrılan diz çökmüş ümmetleri görüyor ve sanki cehen­nemliklerin cezasını, cennetliklerinde mükafatla­rını aldıklarını görür gibi oluyorum» dedi. Bu söz üzerine peygamberimizi:

«Tamam bu haline devam et» buyurdu.[15]

Hz. Peygamber bir savaştan dönmüştü. Mes­cide girdi. Orada iki rekât namaz kıldı ve namaz­dan sonra önce Hz. Fatma'ya uğradı. Fatma onu kapıda karşıladı. Ağlayarak babasının yüzünü gö­zünü öpmeye başladı. Allah'ın Resulü ona:

«-Niçin ağlıyorsun?» diye sordu. Hz. Fatma da:

«-Ya Resulullah! Seni rengin solmuş elbisen eskimiş bir vaziyette gördüğümden» dedi. Allah'ın Resulü:

«-Ey Fatma ağlama, Allah senin babam bir va­zifeye memur etti. İstenilse de istenilmese de ye­ryüzünde insanın yaşayabildiği her yere bu din gi­rip yayılacak. Benim vazifem de bunu temin için çalışmaktır.» buyurdu. [16]

Nihat Hatipoğlu hak din İslama ziyan karıştı­ran bazı hocalardan sonra müslüman Türk toplu­mun karşısına çıkıp, aydınlatması bi nebze de ol­sa acabalara karşı rahatlattı insanları:

«Ayetlerimizi yalanlayanlar, onları [Kabulde büyüklük taslayanlar varya işte onlar, cehennem ergdirler, onlar orada ebedi kalacaklardır.» [17]

Bu açık ve net Kur'ân âyetine rağmen kendi zanlanna uyup o fukara akıl felsefelerine göre fet­va veren zalimler Allah'a Kur'ân'a ve peygambere uymayı küçümsediler.

 

Nasıl Etkilendiler Ve Nasıl Teşekkür Ettiler

 

«Rabbinin yoluna hikmetli söz ve güzel öğüt ile davet et.» [18]

Hatipoğluda bu çizgide hitap ettiği için muaf-fak olmuştur.

Gön:fatma ocakçı I Tarih: 24/11/2005 12:58:021 istanbul

Hocam öncelikle size çok teşekkür ediyorum, Allah sizden razı olsun sayenizde bilgilerimize bil­gi kattınız. Benim sizden ricam bir an önce tv ek­ranlarında sizi görebilmek ve danada aydınlan­mak, bir de Ebu Talib'in hayatım çok merak edi­yorum ve en kısa zamanda bilgilenirsek çok sevi­nirim. Şimdiden çok teşekkür ediyorum ve Allah sizden tekrar razı olsun saygılar.

Gön: büğe su ITarih: 11/24/2005 6:18:18

Sizin sitenizi bilmiyordum ve arkadaşımdan öğrendim o kadar güzel ilahiler varki insan kendinden geçiyor. Böyle bir site kurulduğu için Al­lah sizden razı olsun hayırlı akşamlar.

Gön:recep sarimeselTarih: 11/24/2005 5:26:511 İstanbul

Sevgili Nihat Hatipoğlu hocam sizin eşsiz an­latımınız taş olan kalpleri yumuşatıyor. Kirpikle­rin arasından efendimiz (sav.) için akmaya hasret kalmış o mübarek damlalar sizinle beraber duygu seline dönüşüyor. Allah razı olsun.

Gön: fatoş darasiTarih: 11/24/2005 1:08:41 İs­tanbul

Sayın hocam öncelikle selam eder mübarek ellerinizden öperim. Mailiniz için teşekkür ederim. Bizlere karşı duyarlı oluşunuz beni size daha çok bağladı. Hocam perşembe demişsiniz ancak yayı­na çıkmadınız. Sizi nasıl göreceğiz ekranlarda me­rakla ve sabırsızlıkla bekliyorum. Canım hocam sizi ailecek ve tüm dostlar adına çok özledik diye­bilirim. Ne olur bu ayrılığa bi çare bulun ve bizle­re kavuşun artık. Özlemle bekliyoruz sayın ho­cam. Allah size sağlık ve huzur nasip etsin. Kötü­lükler yanınıza uğramasın. Allah sizi bize bağışla­sın. Kendinize iyi bakın. Saygılar.

Gön: haniû ÜginlTarih: 11/24/2005 12:25:551 Konya

Hocam sizi tekrar ekranlarda görmek istiyo­ruz saygılar sunarım.

Gön: ahmet inan I Tarih: 11/24/2005 8:14:57

Allah sizlerden razı olsun kalblerdeki boşluğu sizinle sohbetinizle dolduruyoruz.

Gön: bayram ertoklTarih: 11/23/2005 7:38:48 /Ankara   '

Hocam Allah c.c. sizden ve muhterem baba­nızdan razı olsun ve sizi de pek muhterem baba­nız Haydar Hatipoğlu hocamın makamına yük­seltsin inşallah. İşlerinizde ve yayınlarınızda mu-affakiyetler dilerim Mevla yar ve yardımcınız ol­sun selam saygı sevgi ve dua ile Allah (c.c.)'a ema­net olasınız.

Gön: mine sara I Tarih: 11/23/2005 5:42:46

Ne bir urbam olsun, ne bağdadi bir hane.....

İştiyak duyduğum, bana bir enis gerek....

Hâlâ sancıdan canhiras feryadı eden zerre­me....

Aşağı kılınacak vuslatın mustusu gerek diye    fıırkan    demirtaş

Tutun elinden yüreğimin! Yürütün de sesini bir dinleyin....

Hicrandayım-derse merhamet etmeyin, üzül-neyin....

Asnn gurbetinde gül bahçesinde olsa bile ihya luyorsa...

Temâsâ layık değildir, omu yele verin sele ve-in....

İhitvâ etmiş gönlünde Güllerin Efendisi, Sahradan bir zerreyi, gökten gezegenleri....

Pus olsam, arada bir yede, bende vücud buluruyum?...

Ondan alıyorsa rahmeti yağmur Peygamber

Gün olur ben de bir damlasından nasiplenir e göklerde buluşur muyum?....

Lal olan dillere tercüman olan müstesna!....

Ulu mahşerde sana aşık olan dilime tercüman ulur muyum?.....

Hocam bu benden size bir armağan olsun... abi eğer kabul ederseniz.... Her cümlenin sonun-aki üç noktadan sonra başlayan cümlenin baş arflerini birleştirin sizin adınız ve soyadınız çıka-ık selametle dua ile...

Allah'a emanet olun... Ve sizden ricamiz bize idayetimiz için dua edin.

Öğrenciniz MİNE SARA

Gön. ibrahhn kayacık I tarih: 11/23/2005 4:32:211 kayseri

Sayın Hatipoğlu ben 13 yaşında bir dinleyici-nim. Ben özellikle böyle beğendiğim sitelere mesaj yazarım. Annem sizi dinlemeyi çok sever, bazen olur ki annem oturur 2-3 saat sizi dinler, ben de sizi dinlemeyi çok severim. Geçen gün annem sizi dinlemeye oturmuş. Ben eve bir geldim. Evde o kadar çok duman var ki annemi göremedim. Za­ten apartmana girdikten sonra acaba kim yaktı yemeği diyordum. Bir baktım annem yemeği yanlışlıkla yakmış. Sordum anne niye yemeği yaktın diye. Annem de ben Nihat Hatipoglu'nu dinliyor­dum yemeği unutmuşum ondan yandı dedi.

Gön:taybe ovalTaıih: 11/23/2005 4:01:071 Nev­şehir

Hocam bu kadar ayrılık yeter sizi tekrar ek­ranlarda görmek istiyoruz. Allah'a emanet olun.

Gön:ahmet sanşikl tarih: 11/23/2005 3:11:02 I Afyonkarahisar

Selamün Aleyküm hocam. Ben sizi bu rama­zan ayında star tv de yapmış olduğunuz program­da tanıdım anlattıklarınızdan herkes gibi bende çok etkilendim yüce rabbim sizlerden razı olsun. Toplumumuzu bu gibi programlarla bilgilendireye devam etmek gerekiyor. Onun için müm-inse sizden çok izlenen bir tv de program düzen-menizi istiyoruz. Allahu tealaya emanet olun vgilerimle..

Gön: fanda eren ITarih: 11/21/2005 4:20:241 tanbul

Selamün Aleyküm hocam bizleri güzel sohbet­inizden mahrum etmeyin sizi televizyonda gör-ek istiyoruz. Yeni nesil gençliğimizin sizler gibi nimizi güzellikleriyle anlatanlara ihtiyaçları var. nimiz hakkında bilmediğimiz çok şey var. Sade-ramazan yayınları ve radyo programları bizlere tmiyor. Basanlarınızın devamını diliyorum. Al-Va emanet olun. Saygılarımla...

Selamünaleyküm hocam. Nerelerdesiniz? Niye ndinizi özletmeye devam ediyorsunuz. Sizi yine evizyonlarda görmek istiyoruz, bizi niye man­tı ediyorsunuz. Bizim gibi gençlerin size ihtiya-var öğretemediğiniz her islami bilgiden siz so-mluyken ögrenemediğimiz her bilgiden de biz "umluyuz. Lütfen hocam sizleri tv'de görmek isoruz. O nur yüzünüzü bizden esirgemeyin hatipoğlu    ve    güzel    hizmeti                                 

Gönderen: düek büğe I Tarih: 11/20/2005 1:56:16 PM

Sayın hocam sizlerin sayesinde islam dininin yer yüzüne indirilmiş. Allahm en kutsal dini oldu­ğuna bir kez daha inanıyor ve bunu yaşayabildi­ğim için rabbime şükrediyorum,... İçten sevgiler­le....

Gön.ibrahim sofi i Tarih: 11/20/2005 12:20:231 Bursa

Selamünaleyküm hocam, Allah'ın rahmeti re-sullah efendimizin üzerine olsun. Hocam Rama­zanda evimize geceleyin bir güneş gibi doğdun. Ai­lecek sizin sohbetlerinizi başımıza bir kuş kon­muş gibi dinledik. Saadet asrım bize öyle bir ya­şattınız ki tadı damağımızda kaldı.

Gön:onur tuna ITarih: 11/20/2005 10:18:451 Kocaeli

Sevgili hocam Allah sizden razı olsun bize ver­diğiniz bilgiler ışığında islamiyeti ve islam dünya­sında bir başka kapıdan bakma şansı verdiniz in­sanların sormaya korktuğu sorulan size içtenlik­le sorabildiğim gördüm buda insanlann size gü­vendiğini gösteriyor sizden doğru dürüst ve ger­çekçi cevaplar aldıklann inanıyorlar tabi bu söy­lediklerim içersinde bende vanm.

Gön.mustafa kabadayı I Tarih: 11/20/2005 4:54:28 IBayburi

Selamün aleyküm hocam sizleri çok seviyoruz sizi dinledikten sonra hayatımız değişti önceden boşuna yaşıyonnuşuz hocam. Dualarınıza ihtiya­cımız var bana dua edin Allah sizinle olsun kendi­nize iyi bakın selamlar.

Gön: zeliha yelkenci I Tarih: 11/20/2005 12:47:58

Sevgili hocam; ALLAH sizden bir değil binlerce kez razı olsun bize ışık oldun, yol gösterdin. Ha­yatımda sizin kadar nur yüzlü bir insan görme­dim. Televizyonda sizi göreceğimiz günü sabırsız­lıkla bekliyoruz.

Allah'ın selamı üzerinizde olsun

Gön:yıldız serenİTarih: 11/19/2005 3:36:471 Almanya - Frankfurt

Merhaba Hocam nasılsınız? İnşallah iyisiniz-iirl Hocam Alîah sizden razı olsun! Sabah akşam ıbüerirnle oturup sizin eserlerinizi dinliyoruz... Ve lep bizi ağlatıyorsunuz, içimize bir huzur dolu­yor, o huzur şimdiye kadar hiç yoktu.. Helal olsun ;ize hocam! Sahur programınızı hep dört gözle jekleyip izliyorduk. Ani atıklarınız bizi çok etkiledi namaza başladık ahilerimle. Ben 17 yaşındayım, ellerinizden öperim.. Şimdi yine bütün ailemle oturup Hz. Ebu-Bekir'i dinleyeceğiz... İyi ki varsı­nız hocam, inşallah mekanınız cennet olur.

Gön: hülya öz / Tarih: 11/19/2005 12:07:20 i İs­tanbul

Hocam sizi izledikden sonra eşim ve ben na­maza başladık bize çok şey öğrettin Allah sizden razı olsun lütfen yine sizi görmek istiyoruz. Her­kese sizi anlatıyorum ben böbrek hastasıyım, siz­den daha fazla bilgi almak istiyorum. İnanın sizin sayenizde bunalımdan kurtuldum. Lütfen bizi yanhz bırakmayın size ihtiyacımız var sizi çok se­viyoruz. Allah başımızdan eksik etmesin.

Gön:mustafa gürgen İTarih: 11/19/2005 11:24:051 Adana

Selamünaleyküm sevgili hocam ramazan ayı­na ve sana doyamadan bizlerden ayrıldınız. Bili­yoruz ki gönlünüz hep bizimle. Ama sizde mi ra­mazan ayı gibi on bir ayda bir mi geleceksiniz? Tabiki kısmet olursa ramazan ayına erişiriz. Siz­ler gibi alim insanlar olmazsa bizim gibi cahil in­sanlar ya dere de kalır ya tepede ya da zamanenin kurtlan yer. Gerçi şu an buruk bir sevincim var yarm Adana'ya geliyormuşsunuz. İnşallah görme ve görüşme fırsatı verir Allah'ımız, saygılarımı su­nar ellerinizden öperim. Allah (c.c.)'a emanet olun esselamünaleyküm.

Gön: mustafa akıncı I tarih: 11/18/2005 6:30:471 sivas

Selamünaleyküm nur yüzlü hocam; rabbim zerreler adedince razı olsun sizden. Hocam sizi ilk defa bu sene mübarek ramazan ayında tanı­mak şerefine nail oldum. O kadar mükemel bir şekilde peygamber efendimiz (s.a.v) ve onun ash­abım anlatıyorsunuz ki bizleri mest ediyorsunuz. Hocam biz gençlerin sizin gibi hak dostlarina ihti­yacı var. Bizleri yalnız bırakmayın. Sizi her zaman televizyon ekranlarında görmek istiyoruz. Allahm selamı üzerinize olsun.

Gön: bekir çubuk i tarih: 11/18/2005 2:44:311 Tokat

Kıymetli hocam önce selam eder hürmetle el­erinizden öperim. Star tv de verdiğiniz nasihat-ardan çok istifade ettim çok sevdiğim ve müslü-nan olduğum için Allahıma çok şükrettim. Ko-ıuşmalannla beni başka bir alemlere götürdünüz :ok mutlu oldum ve evime huzur doldu cenabı nevlam sizden anne babanızdan razı olsun. En lerin saygılarımla Allah'a emanet olun.

Gön:selma tunç I tarih: 11/17/2005 2:02:301 Hollanda

Selamünaleyküm sayın değerli hocam.

Hocam, sizi tanıdım tanıyalı bir başka bakıyo­rum artı dünyaya.

Sayenizde haram nedir, helal nedir hatırlar ol­duk. Siz bize öyle güzel şeyler anlatıp, öğretiyor­sunuz, Allah sizden razı olsun.

Siz bize Allahı daha çok sevmeyi öğrettiniz,

Siz bize peygamber efendimiz'i (s.a.v.) daha çok sevdirdiniz. Hocam bizler için dua edin, bizi bu uçurumun kenarından dönmemize yardım edin, programlarınızı devam ettirin. Biz de sizin için dualar edeceğiz. Allah bizim ve cümlemizin kalplerini iman aşkıyla doldursun. Allah sizden ve sizin gibilerinden razı olsun.

Gön: mine halici I tarih: 11/17/2005 11:48:37-IAnkara

Mesaj yazacak tek kelime bile bulamıyorum. Rabbim böyle gönül dostu yaratacaktı ki bizler doğru yolumuzu bulabilelim. Allah razı olsun. Rabbim doğru yolumuzdan şaşırtmasın inşaallah.

Gön: gonca akcayltarih: 11/17/2005 6:24:18!

Hocam meraba ben İzmir'den Gonca. Sizi sa­hur özel programında tanıdım çok mutlu oldum. Sizi dinledikten sonra namaza başladım. Şu anda çok huzurluyum. Hayatımı tamamen ibadete ada­dım. İyi ki varsınız hocam. Sizi çok seviyorum. Al-laha emanet olun sizden mutlaka cevap bekliyo­rum.

Gön: tuncay kaya I tarih: 11/17/2005 6:11:52 i Eskişehir

Hocam İslam dinini yorum ve sunuşunuz çok farklı geldi, sizi izlemeye ve araştırmaya çalışıyo­rum, sizde bir başkalık hissediyorum. Yolunuz açık ve Allah'ın rahmeti sizin ve hepimizin üzeri­ne olsun.

Gön: sibelgüzetişl tarih: 11/17/2005 6:02:321 İstanbul

Hayırlı günler hocam inşaallah mailimi okur­sunuz, sizi kaybetmek istemiyoruz. Allah aşkına siz daha önce neredeydiniz? Nasıl sizin gibi bir in­sanın sohbetini bu zamana kadar duymadık ne olur televizyondan da olsa sizi görmek ve o güzel sohbetlerinizi, öğütlerinizi dinlemek istiyoruz sizin gibi insanların kıymetini çok geç olmadan kaybetmek istemiyoruz, sizin sayenizde de olsa İslami bilgileri öğreniyoruz ellerinizden öpüyorum Allah'a emanet olun.

Gön. bamza. yigt I tarih: 11/17/2005 4:02:141 An­kara

Dünyadaki tüm müslümanlar adına Allah'ın rahmet ve hidayeti sizin üzerinize olsun hocam. Sohbetlerinizi gözü yaşlı olarak dinliyorum. Ağzı­nızdan çıkan her kelime kalbimden kopup gelen gözyaşı damlası gibi sohbetlerinizi defalarca din­ledim her seferinde ayrı bir mana, ayrı bir ders al­dım. Allah yolunda 10 adım attım ise bunun 9'u sizin sayenizde. Sizden Allah razı olsun. Allah her zaman sizin gibi insanlarla karşılaşmayı bize na­sip etsin. Benim isteğim hocam sizden internette­ki sohbetler bölümüne yeni sohbetlerinizi ekleme­niz, her zaman her yerde sizi dinlemek dinletmek inanın bana sizden bahsetmek bana büyük mut­luluk veriyor. Anlatan ve anlatılanların güzel ol­ması ayrı bir mutluluk veriyor biliyorum. Hocam kelimeleri karıştırıyorum. Anlatmaya gücüm yet­miyor. Kalbim sızlıyor, bu kadar güzellik ama biz dünya hayatına dalmış gitmişiz Allah sonumuzu hayır etsin sevgi ve saygılarımla...

Gön: burhan I tarih: 11/17/2005 3:25:111 Kocaeli

Allah(c.c.)'m sonsuz selamı üzerinize olsun hocam. Dinden ve ilimden o kadar yoksun kaldık ki milletimiz gitgide bir felakete sürükleniyor ne olur bu konudaki aydınlatıcı programlarınıza de­vam etmenizi istiyorum. Bu benim şahsi fikrim ben programınızı ramazanın son 10 günü izleme­ye başladım ve beni 10 akşamın 7 akşamı ağlattı­nız ve o kadar rahatladımki anlatamam inanın si­ze olan sevgimizi kelimelere dökmek çok zor. Ben 21 kasım da askere gidiyorum. Benim içinde Al­lah'a birazda olsun dua ederseniz çok sevinirim selamünaleykürn.

Gön: sami ayma I tarih: 11/17/2005 12:19:08 I Bursa

Hocam; Allah (c.c.) sizden ve sizin gibilerden razi olsun. Çalışmalarınız çok güzel, ne olur de­vam edin, edinde bizim gibi gafiller sizden fayda­lansınlar. Hocam bizlere çok dua edinde bizlerde huzura kavuşalım.. Sohbetlerinizi dinlerken ağla­mamak, irkümemek mümkün değil.

Gön:gûngörl tarih: 11/15/2005 4:44:52 boch um I Almanya

Selamünaleyküm hocam!

Allah sizden sonsuzlara dek razı olsun, bizleri hem ağlattınız ve aydınlattınız.  Sizin  sayenizde

hatipoğlu    ve    güzel    hizmeti                                    63

unuttuklarımızı tazeledik ve bilmemiz gerekeni öğrendik hocam. Sizin o mübarek dilinizden dö­külen kelimeler ve melek yüzünüzde beliren ifade­ler beni çok etkiledi ve gözyaşlarını hiç dinmek bilmedi hocam. Sizin sayenizde namaza başladım ve çocukİanmada kıldırıyorum! Allah-u teala size sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)in ardında yürümek nasip eylesin ! Sizi çok seviyo­ruz hocam!

Gön: karaca yılmaz i tarih: 11/15/2005 4:21:531Avusturya

Hocam Allah razı olsun, sayenizde hem ağlı­yor nemde peygamberlemizi tanıyor ve öğreniyo­ruz. Allah uzun ömürler versin.

Gön: ahmet demir i tarih: 11/15/2005 5:24:50 i Kütahya

Selamünaleyküm hocam ramazandan önce sadece cuma namazlarına giderdim ama sizin sa­yenizde şimdi beş vakit namaz kılmaya başladım. Üstelik her kıldığım vakit namazından sonra birer vakitte kaza namazı kılıyorum. İnşallah kısa za­manda da Kur'an-ı Kerim'i de öğreneceğim bunla­rın hepsi sizin sayenizde oldu hocam size çok te­şekkür ederim Allah (c.c.) sizden razı olsun.

Gön: yunus I tarih: 11/14/2005 11:34:40 I istan­bul

Sevmek, sevmek, Allah dostlarını sevmek. On­larla birlikte sevgiliye varmak. Sevgili kevser ha­vuzunun başında ümmetini beklerken, acaba biz ona layık bir ümmetmiyiz hocam. Muradımdır onu görmek, yeri gelince hiç düşünmeden onun uğrunda ölmek. Rahmet peygamberini bu ümme­te anlatan dillere Allah sağlık ve sıhhat versin. Sevgiler Allah dostu.

Gön: Süleyman celep I tarih: 11/13/2005 4:27:031 Münih

Selamunaleyküm hocam, ben Almanya'da ya­şayan 33 yaşında bir esnafım, İstanbul'da bir tek­stil pazarlama şirketi kurmak için yazın orada 3 ay kadar kaldım. Merter camii'de hemen karşı­mızda, namazlarımızı da orada kılıyorduk... Çok da güzel oluyordu, huzur doluyor insan... Derken dönüş zamanı geldi, alışveriş yapmak için Beyazıt'a gittim ve camii önünde kasetçilerden birkaç kasetinizi aldım... Arabayla gece İstanbul'dan Münih'e doğru Allah'ın izniyle yola çıktım. Yol bo­yu sizi dinledim ve o kaset resululİahm defni!! Ho­cam ben öldüm, öldüm dirildim, ağlamaktan artık yolu göremez oldum, arabayı sağa çektim, o kadar ağladım ki, yorgun düşüp koltukta uyumuşum ve rüya gördüm hocam, resulullahin tabuduna sım­sıkı sarılmış ağlıyorum, tabutun kapağı kırmızı ışık gibi parlıyordu, o göğe çekiliyordu. Ben sımsı­kı sarılmış onu göndermek istemezcesine ağlıyor­dum ve etrafımda sahabiler ve melekler vardı, ba­na bakıyorlardı ve tatlı tatlı tebessüm ediyorlardı.

Uyandığımda imsak vakti olmuştu ve ben öy­le güzel ve huzurlu bir uyanışla daha önce uyan­mamış tim.

Allah sizden razı olsun hocam, bizlere resulul-lahı sevmeyi öğrettiniz, imanımızı güçlendirdiniz, anama babama, abim ve kardeşime de dinlettim, onlarda sizi çok seviyorlar. Allah zülcelal sizi ba­şımızdan eksik etmesin, gerçek kudret sahibi olan Allahım nasib ederse inşaallah sizi bizzat görme­ye, elinizi öpmeye geleceğim kabul buyurusanız hocam. Allahm selamı üzerinize olsun.

Süleyman Celep

Gön; semir öztep 1 tarih: 11/13/2005 3:53:081 mersin

Merhaba ben 17 yaşında bir gencim. Etraf bu kadar rezil programlarla doluyken nasıl olurda, siz sene de sadece ay program yaparsınız. Ho­cam Allah rızası için devam etsin şeytanların zin­cirlerini bağlayan programınızı istiyoruz. Hocam Allah rızası için Nihat Hocam kurbanın olayım. O nur yüzünüzü özledik hocam olmuyor böyle foto­lardan canlı canlı görmek istiyoruz, tebessümü­nüzü görmek istiyoruz. Allah razı olsun. Allah'a emanet olun.

Gön: sinan sengûl i tarih: 10/30/2005 12:14:13lankara

Kandiliniz Yusufu saklayan kuyu, Yunus'u gizleyen balık, Nuh'u kurtaran gemi, Yakup'u ör­ten gece ve İbrahim'i koruyan güller kadar müba­rek olsun. Sayın hocam, Allah sizden ve sizin gibi insanlardan razı olsun. Sizin bir sohbetinize deği­şen kalpler gördüm. Sizden sonra yaşadığını unu­tan insanlar duydum. Allah sizden razı olsun.

Gön: mehmet conltarih: 10/30/2005 4:50:431 ankara

Hocam iyi ki varsın, herkesle aynı fikirdeyim. Ama tek farkla benim bir sözüm var, bağırana de­ğil bağırtana baksanız, yani sizin sözüne değil söyletene bakmak lazım. Tesadüf yoktur vesile vardır. Sende biz cahiller için bir vesilesin. Saygı­larımla. ..

Gön: hatice cantûrk i tarih: 10/30/2005 2:12:111 konya

Hocam, ben eğitim fakültesi 3. sınıf öğrencisi­yim. Hep içimde bir kapanma isteği vardı. Bu se­ne ki sahur programınızda beni çok etkileyen bir şey söylediniz. «Günahlarınıza bir yerde dur de­yin.» dediniz ya işte o an kesin olarak karar ver­dim ve hocam kapandım. Bu güzel olaya siz vesile oldunuz. Allah sizden, sizi yetiştirenlerden razı olsun inşallah. Allah'ın bereketi ve rahmeti hepi­mizin üzerine olsun inşallah. Allah'a emanet olun. Saygılarımla.

Gön: senoi bayram i tarih: 10/29/2005 9:34:261 Stuttgart

Hocam, Allah sizden razı olsun, sizin söyledi-lerinizle ve anlattıklarınızla dünyaya bakışımız değişti, en azından benim adıma değişti. Hatta si­zin sahur özel programında söylediğiniz sözlerin bazılarını evimin duvarına astım, bu sözleri duyupta duyarsız kalmak olurmu?

Nasıl inanırsan öyle yaşarsın, Nasıl yaşarsan öyle ölürsün, Nasıl ölürsen öyle dirilirsin... Ölüler tövbe edemezler ki

İşte bu altın harflerle yazılması gereken sözle­ri duyupta duyarsız kalmak olurmu hiç?

Gön: avni gûrhanltarih:   10/29/2005   5:41:21 I almanya

Bir okul ve bir öğretmen.. Bir okul... İşte bir okul....

O okul ne güzel bir okul..

Çünki bu okul bizim okul..

Bu okulda;

Saygı var..

Muhabbet var...

Aşk var...

Aşıklar var...

Ama aynı anda...

Tefekkür var...

Hüzün var...

Gözyaşı var...

İşte bizim okul, böyle bir okul...

Ve bir öğretmen...

O öğretmen, ne güzel bir öğretmen...

O öğretmen, ne güzel bir irsatci..

O öğretmen, ne güzel bir tebliğci...

O öğretmen, ne güzel bir dost...

Ve o, mazlumlara uzanan bir el...

O. uykusuz gecelerin ışığı...

O, ümitsizlerin ümiti.

O, gönüllere doğan bir güneş...

İşte o okul vede o öğretmen...

Nihat Hatipoğlu...

Selam O'na...

Selam O'nu sevenlere...

Selam o okulun ve o öğretmenin öğrencileri-

ne...

Gön:lnazarf tarih: 10/29/2005 5:00:25 Selamunaleyküm saygıdeğer hocam,

Her türlü fitne ve fesatın kol gezdiği, değerle-rin unutulduğu, şu zamanımızda bizlere yeniden islamı sevmeyi, rabbimizin ve efendimizin sevgisi­ni, sahabelerimizi kısacası dinimizi ve insanlığı anlattığınız ve öğrettiğiniz için binlerce teşekkür­ler.. Hakkınızı helal edin, yaradana emanet olun. Hocam ellerinizden saygı ve hürmetle öperim.,

Gön: murat öztürk Itarih: 10/29/2005 2:52:13 laksaray

Gönüller sultanı, gönül dostuna, gönül yol­daşlarına yağmur tanesi kadar selam olsun sevgi­linin sevdiği aşıklara gülün kokusunu anlayanla­ra sonsuz selat selam olsun.

Gön: mustafa araş i tarih: 10/29/2005 2:12:401 İzmir

Selamünaleyküm saygı ve sevgi ile muhabbet­lerimi iletiyorum. Bizlere güzel üslûbunuzla an­lattıklarınızda hak teala hazretleri razı olsun. Ho­cam anlatın anlatın anlatın.... Bu milletin öğren­mesi gereken çok sey var.... İhtiyacı da çok var. Allah (c.c.) cümlemizden sevdiklerinin yüzü suyu hürmetine razı olsun.

Gön: Sinan özçelik I tarih 10/29/2005 11:18:09

Selamün aleyküm hocam. Sizin gibi bir irsad ehlini anlatmaya dilim yetmiyor. Peygamber-i zi-şan efendimiz(s.a.v.) veda hutbesini insanlara okuduktan sonra, «üç defa şahit ol yarabbi» diye buyurdu. Bende Allah'ın acizane bir kulu olarak diyorum ki; şahit ol Allah'ım ben Nihat hocamdan razıyım sende razı ol. Hocam sizin sitenizi bilgisa­yarıma ana sayfa yaptım, inşallah hep anasayfa olursunuz. Dualarınız bizimle olsun, amin.

Gön: dadas cahit I tarih: 10/29/2005 10:52:32

Selamun aleyküm hocam. İslamiyet biz müs-lümanlara miras kalmıştı. Sizden önce siz büyük abi olarak mirasinizi iyi yerlerde güzel hayır ve hasanetli olmamıza yol gösterdiğiniz için çok çok teşekkür. Allanın mağfireti üzerinize olsun saygılarımla. Dadaş cahillere öğrettikleriniz için sağolun varolun.

Gön: seher ilhan I tarih: 10/29/2005 6:11:06 is­tanbul

Merhaba hocam size çok teşekkür etmek isti­yorum, sizinle sahurlarımız bir başka geçiyor. Ba­bam ramazandan önce çok asabi bir insandı, sizi izledikten sonra yumuşamaya başladı. Anneme ve bize çok daha bayılıyor. Eskiden bize sevgisini göstermezdi şımarmamamız için. Anlattıklarınız­da o kadar çok etkilendi ki bize ve anneme karşı çok daha iyi davranıyor. Artık hiç sinirlenmiyor. Hatta seneye Allah kısmet ederse hacca gitmeyi düşünüyor. Ben şimdi size teşekkür etmezsem ki­me edeceğim. Allah'ın rahmeti üzerinize olsun.

Gön: kayhan elbadi I tarih: 10/29/2005 12:52:25 tadana

Merhaba nur yüzlü hocam, nasılsınız, ben üniversite sinavlanna hazırlanmakta olan 21 ya­şında bir gencim. Sizi bu sene tanıma şansı bula­bildim, daha önce namaz kılmıyordum. Bundan sonra kesinlikle kılıcam anlattıklarınız beni o ka­dar etkiledi ki, kelimelerle ifade edemem, size çok sey borçluyum. Hakkınızı nasıl ödeyebilirim, sizi devamlı  ekranlarda  görmek istiyoruz,   kendime çok kızıyorum, sizi neden daha önce tanımadım, bundan sonraki hayatımda sizi kesinlikle takip edeceğim, bizleri o kadar güzel aydınlatıyorsunuz ki anlatamam.

Gön: eyûp emir i tarih: 10/28/2005 2:59:05lîs-tanbuî

Sayın hocam, sayenizde bu yılki ramazanı şe­rif yani sahurlarımız çok farklı geçti. Neden mi biz şimdiye kadar güzel dinimizi sadece soyut olarak öğrendik şekilde kaldı gönüllerimizede tabiki yer aldı ki içimizde bir şeyler var ama yetersiz bizden sonrakilere fazla örnek olamıyoruz sorularına ce­vaplar bulamıyoruz. Sizin anlatımınız ve verdiği­niz mesajlar sanki ipek halı dokur gibi ilmek il­mek çoğalıyor. Ortaya paha biçilmez bir eser çıkı­yor. Yani sözün kısası meydanı cahillere bırakıpta, gönülleri aç insanların kalplerini ve kafalarını karıştırtmayın lütfen. Allah razı olsun cümleniz­den. Saygılar.

Gön: turgaykıhçltarih: 10/28/2005 2:45:22 I Al­manya

Selam sana ey Allah'ın sevgili kulu! Selam sa­na ey alemlerin sultanının aşığı! Selam sana ey sahabe aşığı! Sayın hocam sahabeyi sizden dinle­mek dünyanın en zevkli ve huşu verici bir mane­vi duygu, yüce yaratan rabbim sizi başımızdan eksik etmesin.  Ben sizi dinlerken nasıl manevi huzuru yaşıyorsam mevlamda size kabir ve ebedi alemde bin kati huşu ve ferahlık versin. Gönül is­terdi ki günlerim hep sizinle dolsun. Fakat kader buya takdir neyse o. Duygularımı ifade etmek için bu zayıf Türkçemiz yetmiyor. Fakat manevi alem duygularımı çok iyi anladığınızı biliyorum. Çünkü mevlam gönlümüzü en iyi bilendir. Sizi Allah için seviyorum. Sunuda ilave etmek isterim ki ne olur alları için toplum önünden çekilipte müslümanla-nn dugularmın yok olmasına sebep olmayın. Al­lah'a emanet olun. Allah ve resulü yar ve yardım­cınız olsun.

Gön: gülbahar ürkmez i tarih: 10/28/2005 1:28:39 Iköln

Sayın hocam, Allah ve resul sizden razı olsun. Her gece ağlamaktan inanın uyku uyumuyorum ve düşünüyorum, bizler nasıl müsiümanız ki o re­sul neler çekmiş ve bir çoğumuz bunları bilmiyor­duk sizin sayenizde öğrendik. İnşallah bizi aydın­latmaya devam edersiniz nur yüzlü hocam.

Gön:saban dernek!tarih: 10/28/2005 12:50:361 istanbul

Hocam Allah razı olsun. Sayenizde sanki re-sulullah döneminde yaşıyormuş gibi o anı yaşıyor ve o sahabeler gibi bizlerde resulullaha: Anam babam sana feda olsun ey Allah'n resulü, diyoruz İnşallah

Gön: emine girgin I tarih: 10/27/2005 11:54:53/ kocaeli

Sizin gibi bir din alimiyle geç tanışmanın üzüntüsünü derinden hissediyorum. Sizi çok iç­ten ve samimi buldum. de çıkan bi çok din ali­minden farklı bir havanız var. Önce sizden sonra sizleri bizle buluşturanlardan Allah razı olsun. Al­lah'ın selameti üzerinize olsun.

Gön; tvugut doğan I tarih: 10/27/2005 7:17:32

Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve bere-katuhu.  Hocam sizi bende sahur programınızla tanıdım. Sizin hakkınızdaki ilk görüşüm biraz bu­lunduğunuz }^er itibari (star tv) ve gözlerinizdeki o tuhaf seyrinizle, «acaba o da mı belam» diye idi. Hz. Peygamber (s.a.v.) efendimizi ve onun ashabı­nı anlatmaya başladığınız an sizin hakkınızdaki bütün önyargılarım mum gibi erimeye mahkum oldu. Allah (c.c.) sevdiği kullarını, diğer kullarına sevdirir kaidesine binaen dedim ki; «Yok hayır, bu öyle bir insan değildir. Allah ve peygamberinin adını sürekli anan, andıkça kendisinden geçen kîşi ben gibi milyonlarcasından kat be kat öndedir.» Hocam hakkınızı helal ediniz. Dualarınızı bizden de esirgemeyiniz. İsim olarak istemeye yüzüm ol­masa da, bari bu ziyaretçi defterindeki insanlara diyerekten dualarınızı esirgemeyiniz. Sizin için bende buradan bir dua etmek istiyorum. Ya rabbi! Nihat Hatipoğlu kulunu da, İslam dini yolun­da ayağını sabit tut. Amin. Sevgimiz sevginiz ol­sun hocam. Allah'ın sevgili kullarının duaları üze­rinize olsun. Esselamun aleyküm.

Gön eyan margosyan I tarih: 10/27/2005 6:54:331istanbul

Size ne yazıcağımı bilmiyorum şu an saat 04:42 ve Allah adına yemin ediyorum ki şu an yazdıklarımı ağlayarak yazıyorum. Sizin memle­ketinizde yani Diyarbakır da dans hocalığı yapıyo­rum haftanın üç günü ordayım. Sizi ilk Sunay Akın'm (mahya ışıkları) adlı programda gördüm ve kim dedim bu adam? Bu nasıl bir aydıyatür? Bu nasıl bir kişiliktir? Ve izlerken uzun zaman sonra ilk kez ağladım çünkü sesinizde, yüzünüzde, mi­miklerinizde ve jestlerinizde ayrı bir farklılık var. Ne olur sizden bir ricam olacak lütfen ama lütfen medya maymunlarının gazına gelmeyin ve lütfen siz olarak kalın çünkü benim gibi müslüman ol­mayanlarında size ihtiyacı var ve bu gece size na­sıl ulaşırım diye düşünürken sitenizin adresini söylediniz Karaman'dan arayan bir arkadaşa ve hemen açtım bilgisayarımı ve aklıma gelen ilk şey­leri yani bunları yazdım birazdan siteyi detaylı bir şekilde inceleyeceğim. Allah adına yemin ediyo­rum ki, şu an ne yazdığımı bile bilmiyorum. Kim­siniz siz ya? Neredeydiniz şimdiye kadar? Neden çıkmadınız gün yüzüne? Yüce rabbim sizi sevdik­lerinize bağışlasın saçmaladığımın farkındayım ne olur af edin özür dilerim. 33 yaşındayım ve inanın ilk kez bu kadar içten ve ilk kez bu kadar samimi ağladım. Ne diyeyim ben size başka bilmiyorum. Saygıyla ellerinizden öpüyorum... Jeyan Margosyan.

Ebu Talib

 

Birçok maillerde okuyucu Ebû Talib, hakkın­da daha geniş bilgi edinmek istediklerini yazmış­lardır. Ebû Taîib Hz. Muhammed (s.a.v.)'in öz am-casıdır. Kendisini görmediği babası Abdullah'ı kaybedince dedesi Abdulmuttalip onu sahiplen­mişti. Fakat her canlının dünyada göçeceğim bil­diği için o, kendinden sonra çok sevdiği torunu Hz. Muhammed'i adil olan oğlu Ebû Talib'e ema­net edeceğini planlamıştı ve öleceği zamanda Ebû Talib'e dedi ki:

«Ebû Talib, senin nüfusunun kalabalık oldu­ğunu biliyorum. Fakat buna rağmende senin ya-nmda kalmasını uygun görüyor ve sana emanet ediyorum» dedi ve dünyaya gözlerinin yumdu. Ebû Talib ağlayarak yeğeni Hz. Muhammed'e sa­rıldı.

Dört yıl yeğenini kendi çocuklarından hiç ayır­madı. Ebû Talib babası gibi ticaretle uğraşır ve ti­caret için uzak ülkelere giderdi. Suriye'ye gitmek üzere bir kervan hazırlandı. Ebû Talib gitmek için vedalaşırken sıra yeğeni Hz. Muhammed'e (s.a.v.) gelmişti. Ebû Talib biricik yeğeniyle vedalaşıp de­vesine binerken: Hz. Muhammed (s.a.v.) Ebû Talib'e:

«-Amcacım beni kime bırakıyorsun» diye ağla­dı. Bunun üzerine Ebû Talib:

«-Seni kimseye bırakmam, Muhammed'im» dedi ve on iki yaşındaki yeğeniyle birlikte Suri­ye'ye doğru yola çıktı ve Ürdün'ün doğu tarafında­ki Basra'da konakladılar. Basra, büyük bir kent­ti. Şehrin kıyısında kocaman bir kilise vardı. Kili­senin yaşlı papazı, Hz. Muhammedi görünce don­du kaldı. Çünkü kutsal kitapta anlatılan gelecek peygambere çok benziyordu. Sırtını açtı ve pey­gamberlik mührünü görünce, Ebû Talib'in elleri­ne sarıldı.

Sakın götürme bu çocuğu Yahudilere göster­me yoksa yahudüer onu tanıyıp öldürürler. Çün­kü onlar son peygamberin Araplardan çıkmasına dayanamazlar dedi. Ebû Talib'de yeğenini tehlike­ye atmamak için Suriye'ye gitmekten vazgeçti ve bütün mallarını Basra'da satarak Mekke'ye dön­dü. Hz. Muhammed (s.a.v.) on yedi yaşına gelin­ce de ticareti ona bıraktı. Ebû Talib yeğenini ko­rudu kolladı ve onun dinine de hiç karışmadı. O kadar güveniyordu ki Hz. Muhammed'e, O'nu şi­kayet edenlere karşı bile yeğenini savunur, O yal-nış hiçbir şey yapmaz diyordu.

İbn-i Abbas (r.a.)'dan:

Ebû Talib hastalandığı zaman, Kureyş'den bir heyet onu ziyarete gitti, aralarında Ebû Cehil ya­ni cühelanın babasıda vardı. Ebû Talib'e:

«-Yeğenin bizim ilahlarımızı kötülüyor. İleri geri konuşuyor ve uygunsuz işler yapıyor. Onu çağırtıp da bunlardan vazgeçmesini sağla» dedi.

Ebû Talib, Hz. Muhammed'e adam gönderdi. Hz. Peygamber, Ebû Talib'in yanma geldi. Ebû Talib peygamber'e:

«Yeğenim, bu halk senden niçin şikayet edi­yor? Senin onların ilahlarını kötülediğini ve onlar hakkında ileri geri konuştuğunu iddia ediyorlar» dedi.

İbn-i Abbas der ki: Gelen heyet, Hz. Peygam­berin aleyhinde çok söz söylediler. Bunun üzerine Allah'ın Resulü sözü aldı ve dedi ki:

«-Amcacığım ben, onların öyle bir kelime üze­rinde birleşmelerini istiyorum ki, o sözü söyledik­leri takdirde bütün Araplar onlara boyun eğecek, o sözü söyledikleri takdirde, Arap olmayanlar da, onlara cizye verecektir.» Bunu duyan heyet bu se­fer Hz. Peygamberin bu konuşmasından korktu ve dediler ki:

«-Eğer mesele bir tek sözden ibaretse, evet; is­terse ona söz olsun. Nedir söyleyeceğimiz?» dedi.

Ebû Talip'de:

Hz. Peygamber:

«-Allah'tan başka ilah yoktur.» sözüdür buyu­rdu. Bunun üzerine çekinip kalktılar ve dediler ki: (Kur'ân ifadesiyle)

«-Birçok ilahları bir tek ilah mı yapacak? Bu şaşılacak bir şey» İçlerinden ileri gelenler, birbir­lerine;

«Haydi yürüyün, ilahlarınıza sahip çıkın. Çün­kü, istenilen de budur» diyerek dağıldılar.

«Biz bunu son din içinde de işitmedik. Bu, uy­durmadan başka birşey değildir. Aramızdan yal­nız Onamı Kur'ân indirildi?» dediler.

Hayır, onlar Kur'ân hakkında şüphe içinde­dirler, daha cnlar, azabım t atmamışlardır. [19]

Hz. Peygamberin Ebû Talib'i İslâm'a daveti:

İbn-i Abbas (r.a.] der ki: Onlar, {Kureyş'in ile­ri gelenleri, Utbe b. Rebia,Şeybe b. Rebia, Ebû ce­hil, b. Haşim. Umeyye b. Halef, Ebû Sûfyan b. Harb de bunla: arasındaydı.)

Ebû Talib'e gelip, şöyle dediler:

«Ey Ebû Talib, aramızdaki mevkini biliyor­sun. Olan şeyleri de görüyorsun. Senden şüphe­leniyoruz. Yeğeninle aranızda olanı da biliyorsun.

Onu çağır ne alıp vereceği varsa hallet. O, bizden elini çeksin. Biz de ondan. O bizim ve dinimizin yakasını bıraksın. Biz de onun ve dininin yakası­nı bırakalım» dediler.

Ebû Cehil Ebû Talib'e:

«Kabul, isterse On söz olsun!» deyince, Hz. Peygamber:

«Allah'tan başka ilah yoktur» derseniz. Al­lah'tan başka tapmdıklannızı bir kenara iterse­niz.» buyurdu.

Heyettekiler ellerini çırptılr ve:

«Ey Muhammed bütün ilahları bir ilah haline mi getirmek istiyorsun? Bu yapmak istediğin şey, çok acaip» dediler. Sonra birbirlerine:

«Allah'a yemin ederiz ki, gerçek şudur: Bu adam, istediğiniz hiçbir şeyi size vermeyecek. Gi­diniz, onunla aranızda, Allah hükmünü verinceye kadar, atalarınızın dinine devam ediniz» dediler. Sonra dağıldılar. Ebû Talib:

«Yeğenim, Allah'a yemin ederim ki, onlardan çok şey istemedim» dedi.

Allah'ın Resulü, amcasının müslüman olma­sını çok arzu ettiğinden ona şöyle demeye başla­dı.

«Amcacığım, haydi o sözü sende söyle. Kıya­met gününde bu ikrarın,  sebebiyle sana şefaat edebileyim» buyurdu.

Ebû Taüb, Allah'ın Resulü'nün arzusunu an­layınca:

« Onların benden sonra sana ve kardeşlerine kötülük etmelerinden korkmasaydım ve Kureyş benim, bu sözü, ölüm korkusuyla söylediğimi zannetmeseydi, söylerdim. Onu, ancak seni se­vindirmek için söylerim.»  dedi.

Akil b. Ebû Talib'den:

Ebû Talib'in ölüm anında, Hz. Peygamber ya­nma girdi. Ebû Cehil de oradaydı. Hz. Peygamber:

«Amcacığım, «Allah'tan başka ilah yoktur.» de, Allah katında o sözle seni savunabileyim.» deyin­ce Ebû Cehil ve Abdullah b. Ümeyye:

«Ey Ebû Talib Abdulmuttalib'in dininden yüz-mü çeviriyorsun?» dediler. Bunlar konuşmaya de­vam ederken, Ebû Talib'in onlara son sözü şu ol­du:

«Abdulmuttalib'in dini üzere...» oldu. Allah'ın Resulü:

«Allah tarafından men edilmediğim müddetçe, ondan senin için af dilerim» buyurdu. Bunun üze­rine şu âyetler indi:

«Cehennemlik oldukları meydana çıktıktan sonra,  yakınları da olsa,  ne peygamber,  ne de iman edenler, Müşrikler için af dileyemez.» [20]

«Sen sevdiğini hidayete ulaştıramazsm. Fakat Allah, dilediğine hidayet eder.[21]

Said Nursi beyan ediyor ki:

Sekizinci Nükte: Diyorsunuz ki peygamberi­mizin amcası Ebu Talib'in imanı hakkında izah nedir?

Elcevap: Ehli teşeyyü imana kail... Ehli sün­netin ekserisi imana kail değildir. Fakat benim kalbime geldi ki:

Ebu Talip Rasulü Ekrem (a.s.) risaletini değil, şahsım, ve muhabbeti elbette zayi etmeyecektir. İnkar ve inad değil belki hicab ve asabiyyet-i kavmiyye gibi hisseyate binaen makbul bir iman ge­tirmemesi üzerine cehenneme gitse de, cehennem içinde bir nevi hususi cenneti onun hasenetına mükafeten halk edebilir. Kışta bazen bahan hak ettiği gibi ve zindanda uyku vasıtasıyla bazı ademlere zinanı saraya çevirdiği gibi hususi ce-hennem-i hususi bir nevi cennete çevirebilir.

Ebû Talib'den sonra'da Hz. Peygamber'e ha­karet ve eziyetler devam etti. Allah'ın Resulü ken­disini inkar ve hakaret edenlere:

«Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla: Baş­larım Ha'mim!... Bu kitap, esirgeyen ve bağışlayan vezninden indirilmiştir. Bu Kur'ân, Arapça olarak, manasım anlayan bir cemaat için âyetleri apaçık bir kitaptır.

Cemaat için âyetleri müjdeci ve uyarıcı olarak indirilmiştir. Müşriklerin pek çoğu ondan yüz çe­virirler. Kulak asmazlar. Onlar, bizi davet ettiğin Tevhide karşı, kalplerimiz kapalıdır. Kulakları­mızda da ağırlık ve sağırlık vardır. Seninle bizim aramızda da bir perde vardır. Artık kendi işine bak. Biz de, kendi işimize bakalım, dediler. Onla­ra de ki:

Ben de, sizin gibi bir insanım. Yalnız bana mabudunuzun bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Doğrudan doğruya ona ibadet edin. Ondan af di­leyin. Zekât vermeyen, âhireü" de tanımayan müş­riklerin vay haline! İman edip, yararlı işler yapan­lar yok mu? Onlara ardı arası kesilmeyen mükâ­fatlar vardır. De ki: Yeri, iki günde yaratanı mı, ta­nımıyorsunuz, O'na mı birtakım ortaklar koşu­yorsunuz? İşte bu, âlemlerin rabbidir. O, yeryü­zünde dağlar yarattı. Oraya, çok hayır ve bereket verdi. Orada olanlara münasip olan azıkları belli miktarda tayin etti. Bunları tastamam dört günde yarattı. Bu da soranlar içindir. Sonra göğe döndü, gök bir dumandı. Göğe ve yere isteyerek veya is­temeyerek gelin, dedi. Onlar da isteyerek, itaat ederek geldik, dediler. İki günde yedi kat göğü ya­rattı. Her bir göğe de kendi vazifesini bildirirdi. Biz size en yakın göğü kandil gibi yıldızlarla donattık. Bütün âfetlerden koruyup muhafaza ettik. İşte bu husus, üstün ve âlim olan zatın takdiridir.

Eğer bunun üzerine müşrikler senden yüz çe­virirlerse, onlara, âd ve semud yıldırımı gibi bir yıldırımla sizi korkuturum, de» ayetini okuyunca, Utbe:

«Yeter, bundan başka söyleyeceğin yok mu?» dedi, Hz. Peygamber'de:

«Hayır» dedi.

Çok doğru çünkü eveli de ezelide yüce yara­dan olduğu için ilk hitab oldur.

«Hiçbir neiîs yarın ne kazanacağını bilemez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez.» [22]

«Sizi ondan yarattık, [yani topraktan] yine ona döndüreceğiz. Hem de ondan sizi bir defa daha çı­karacağız.» [23]

 

Döndüm Sahibim  Sana Döndüm

 

Bir çorap söküğü gibidir ömür. Dünya dediği­miz en büyük yalan. Er veya geç inanç kükreye­cek küfürün karşısında, doğruluk çökertecek ba­tılın yapısını, ödüllendirilecek doğruluk, idam edi­lecek bütün kötülükler. îşte o zaman inancın za­feri kutlanacak heryerde. Ama şimdi ne yazık ki, insanlık ve içtenlik fukarası olmuşuz. Çünkü mu­habbet ve yardımlaşmanın samimiyetini çok arar olduk.

Gece karanlık ve ıssız ölüler... Derin bir uyku-damıdırlar ki, hiç konuşmazlar. Yoksa onlar yaşa­nan hayatın hesabıyla mı meşguller? Oralar ıssız ve soğuk. Ona rağmen toprağın altında nefes alan milyonlarca sayısız insan diriler tarafından hep merak edilir. «Neden hiçbir haber alınmaz.. O sessiz ve ıssız mezarlıklara gömülen insanlardan acaba kalmak istedikleri için mi geriye dönmezler. Yoksa dönülecek geçit mi bulamazlar?»

Ramazan ayının ilk haftasında iftar vakti Ah­met elinde üç kutu birayla birlikte eve gelmişti. Bunu gören annesi pek şaşırmasa da ramazan ol­ması dolayısıyla çok üzülmüş ve: «Yine mi oğlum o zıkkımla geliyorsun? Bari bu mübarek günlerde bunu eve sokma ne olur» dedi.

« E... sende yine başlama ramazansa rama­zan sen tutuyorsun ya benim yerime de tut ne olacak ki» dedi. Ezan okundu ve herkes besmeley­le sofraya oturdu. Ahmet de bira kutusunu aldı ve gelip sofraya oturdu. Tam açacaktı ki, annesi eli­ni kutunun üzerine koyarak:

«-Allah aşkına oğlum yapma. Meyve suyu iç ama bu zıkkımı bu mübarek günlerde içme» dedi.

«-Niye diğer günler de birşey olmuyor da ra­mazanda içince zıkkım oluyor?» dedi Ahmet. Bu tartışmaya tanık olan baba Kemal Bey de müda­hale etti ve Ahmet'e dönerek:

«-Hemen bu sofrayı terk et, senin gibi evlat ol­maz olsun» dedi.

Ahmet bira kutularımda alarak evden çıkıp gitti. Kemal Bey bu davranış karşısında donup kalmıştı. Diyebüdiği tek şey ise:

«-Cehenneme kadar yolun var»

Ama Ahmet'in yolu cehennemden önce bir mezarlığa uğramıştı. Ahmet iki kutu bira içtikten sonra iki mezarlığın arasında sızıvermişti. Ahmet diyor ki:

«İki kutu bira içince farkında olmadan sızmı­şım. Ne kadar zaman o şekil kaldığımı hatırlamı­yorum. Yalnız bir elin omuzuma dokunduğunu hissettim soğuk ve sarhoşluğun mahmurluğun­dan gözlerimi açamadım. Fakat tekrar omuzuma dokunulduğundan irkildim. Bu arada her taraf zi­firi karanlıktı. Sessiz ve soğuk nefeslerin almışını hisseder gibi oldum. Hızla yerimden fırlayarak oradan kaçmak istedim. Ama daha adım atmadan ayaklarım birbirine dolaştı ve düştüm»

Doğuş, hayat ve ölüm, yalnızlık, sonsuzluk ve acı, işte o zaman dünyadan kopmamak için son çırpınış. İşte o zaman tüm gayretler faydasız o yol­culuğa çıkacaksın çaresiz. Tabut, mezar ve hesap işte orada başlangıç.

İkinci hayat kefen cansız soğuk beden ve me­suliyeti yalnızlık sonsuzluk acı ve ızdırap işte ora­sı eyvanların başladığı ilk mekan.

Ahmet, bedenini taşıyamayan dizlerinin üzeri­ne çöküverdi ve kendi kendine:

« Ben hayal görüyorum herhalde, dedi ve son bira kutusunu yerden alarak içmek istedi.»

Onun düşüncesi bu birayı içerek korkusunu gidermek istiyordu belki. Ahmet gerisini şöyle an­latıyordu:

« Bira kutusunu açtım ve tam ağzıma götürü-yordum ki birden elime birşey çarptı ve bira üze­rime döküldü. Bağırmak istedim fakat kekeleme­ye başlamıştım. Sesimde çıkmıyordu. Etrafıma baktığımda bembeyaz mezartaşlan kefen giymiş ve ayaklanmış ölülere benziyorlardı. Düşüp bayıl­mıştım. Ne kadar ve kaç saat baygın kaldığımı hiç hatırlamıyorum.»

Öyle ya... Gece ay ışığının getirdiği sessizlik çamların gölgesinde beyaz ve soğuk görünen me-zartaşları... Issız gecenin karanlığına hemen ha­kim olur böceklerin sesi ve efil efil esen rüzgann sesi. Tabi ya yakınından bile geçmek ürkütür se­ni. Hani dünyaya bile meydan okuyordun. Ya şimdi ne oldu o, aslan gibi Ahmet sıkışıvermiş iki mezarın arasına...

Herşey sanki ölülerin aleyhine. Kalp o kadar ürkek ki, kulaklar ise bir o kadar hassas. Orada bir dal kımıldasa yığılıverecek oracıkta. İşte o za­man anlarsın ki, yüreğindeki korku bile sana düşman. Ya Ahmet işte burası mezarlık ve senin hiç beklemediğin hayatın ikinci kısmı. Burası her tabakada ki, insana açık yozların cahillerin ve çağdaşların uğrak yeri. İşte Ahmet kardeş burası mezarlık. Sende uğra ve gör ki herşey senin hiç bitmesin dediğin hayatın aksine burada.

Burada hem yazlan hem kışlan soğuk. Bura­da dört mevsim hep aynı, sessiz ıssız ve soğukta olsa mana yine de çok anlamlı. Çünkü burada an­layacaksın ki ruhun bedeninden daha değerli.

Mezarlık yollan her zaman açık ve hazır. Yol­cu dalgın ve habersiz. Çünkü hiç. haber vermeden ansızın geliverir ölüm. O mekanda yoktur makam ve rütbe. Orada herkes eşit emir yok fiyaka yok koruma yok.   Kılık-kıyafet  etikette  yok.   Çünkü herkes kefenlidir orada.

Ahmet gecenin bir vaktinde bayılmış, sabah doğan güneşin sıcak ışığıyla uyanmıştı.

Gecenin soğuk ayazı beni kaskatı yapmıştı. Öyle ki yerimden bile zor kımıldayabiliyordum. Neler olup bittiğini anlamaya çalıştım. «Ben neden buradayım benim burada ne işim var» diyordum kendi kendime.

Evet yaşadıklanmı hatırlıyorum. Gündüzün sessizliği gecenin ürküten ıssızlığına benzemese de mezarlık farklı bir alemdi. Yüzümü göremiyor-dum. Ama dudaklarımın çok fena uçukladığını farkedebiliyordum. Ellerimin ve ayaklanırım tek­rar uyuştuğunu hissettim. Çünkü ayaklanın be­denimi zor taşıyordu. Bir an cesaretimi topladım ve orada kaçar adımlarla uzaklaştım. Sonra anne­min beni size şikayet etmesi sonucu sizi tanıdım işte. Siz bana ısrarla stardaki hocayı izlememi is­tediniz. Fakat bana o veyahut başka bir hocayı dinlemek çok boş ve bi o kadar da yoz geliyordu.

«-Nasıl yani yalnışta olan biz miyiz?»

«-Hayır hocam benim gözümde herşey anlam­sız sadece.»

«-Neden bu kadar umutsuz ve karamsarsın Ahmet. Aileni ne kadar üzdüğünün farkında mı­sın?»

«-Evet hocam farkındayım. Ama benim bu hal­de olmam yalnız benim suçum değil.»

«-Ne yani şimdi de bir günah keçisini] arıyor­sun?»

«-Hayır günah keçisi falan aramıyorum. Ama bu halde olmamdan onlarda sorumludur diyo­rum.»

«-Sen yanlış düşünüyorsun Ahmet. Hangi an-ne-baba evladının bu halde olmasını ister ki?»

«-İstemez tabi istemesine ama bi bana bakın bi de kendi çocuklarınıza sizinkiler neden benim gibi değil?»

«-Neden değiller sence?»

«-Çünkü annem sizin gibi değil ve sizin gibi düşünmüyor. Siz çocuğunuza kaç yaşındayken Allah'la tanıştırdınız çocuğunuz peygamberi ta­nırken kaç yaşındaydı?»

«-Ben çocuklarıma anne-baba demeden Allah dedirttim. İnsanları ve renkleri tanımaya başlarken de Allah'ı ve peygamberi tanıttım.»

«-Onlar okula başlarken Allah'ı ve peygamberi biliyorlar mıydı?»

«-Evet Ahmet, biliyorlardı.»

«-Bak gördünüz mü siz çocuklarınızı yetiştirir­ken onlara dininide öğretmişsiniz. Ama benim annem ve babam, bana, kardeşime: «Yemesen büyü-yemezsin, dersini çalışmazsan hiçbir şey olamaz­sın» diye bizi yetiştirdiler. Ben ilkokul birinci sını­fı bitirene kadar beni annem yarattı sanıyordum.

«-Olur mu hiç öyle şey Ahmet..»

«-Oluyor demek ki hocam. Hiç unutmam okul­da öğretmen bize: «Siz kimin kulusunuz çocuk­lar?» diye sorduğunda ben çok biliyormuşum gibi parmağımı kaldırarak:

«Ben söyleyeyim mi öğretmenim» dedim ve öğ­retmende:

«Söyle bakalım Ahmet» dedi.

«Öğretmenim beni annem yarattı ama ben yi­nede babamın kuluyum» demiştim.

«Olur mu hiç öyle şey Ahmet bunları kim söy­ledi sana?»

«Hiç kimse söylemedi. Çünkü ben biliyorum. Annem beni doğurduğu için annem beni yarattı babamda annemden daha güçlü olduğu için onun kuluyum.» dedim. Öğretmen çok şaşırmıştı ve sı­nıf arkadaşlarımda bana gülmüşlerdi

Bir kısım tasanlar müstakil bir hayat düşler ve o hayal ettiği hayatın peşinden koşarlar. Bas-sıda egzotik bir hayat düşler, İşte böyle bir yönü­müz göçmüş gitmiş karışmış ummanlara. Bir yö­nümüz de hala çırpınır durur. Ne tam bir ölü ne de tam canlı bir diridir. Ona sorarsan dünya var ama o içinde değil dünyaya sorarsan da o da her­kes gibi bir canlı.

«- Geçmişe takılıp durma onun üzerine bir çiz­gi çek ve hayatında tertemiz bir sayfa aç bunu ya­pabilirsin.»

«-Bundan sonra mı?»

«-Evet bundan sonra. Hatta hemen şimdi kim-bilir belki senin için yarın olmayabilir.»

«-Yann hemen ölecekmişim gibi konuşuyorsu­nuz.»

«-Allah haber vermeden elçisini gönderir. Ma­rifet ondan önce senin Allah'a dönmen. »

«-Sizin kadar olmasada belki bende İslâmı ya­şarım elbet.»

«-Her insanın dönüp dolaşıp varacağı yerin nezdi ilahiye olduğunu unutma. Orada hakimi mutlak var. Oradaki ölçü iman ve kulluk ölçüsü­dür. Salihlerin Allah'ın himayesinde zalimlerinde gazabına uğrayacağı gündemi bırakıyorsun piş­manlığını! O zaman sana hiçbir faydası olmaz ki.»

«-Sizin bilmediğiniz çok şey var fakat buna rağmen de bazen camilerin önünden geçerken içeriye dalıveresim gelmiyor değil. Ama düşünü­yorum da demek ki, Allah'da kabul etmiyor beni» dedi.

«-Olur mu hiç öyle şey. Ahmet biraz fazla ka­ramsar değil misin bu konuda? Hem neden mev-lana kim olursan ol yeter ki gel demiş»

«-Demiş demesin de benim ne kadar pisliğe battığımı görmemiş ki»

«Burada önemli olan senin neyi ne kadar iste­diğindir.» Allah bir ayetinde buyuruyor ki:

«Kim Allah'a kavuşmayı arzuluyorsa, şüphe yok ki (bunun için) Allah'ın tayin ettiği vakit elbet­te gelecektir. O, [herşeyi] işitendir, bilendir. [24]

«-Sen şu içinde bulunduğun durumdan mem­nun musun Ahmet!»

«-Hayır değilim. Öyle bir halim mi var?»

«-Bu halinden yalnız perişanlık görüyorum. Benim merak ettiğim düşüncelerin sadece»

«-Karma karışık bana sorarsan...»

«-Peki senin hiçbir hedefinde mi yok?»

«-Çok. Saymakla bitmez»

«-Bu halinde hedeflerinin içinde mi?»

«-Hayır, serserilik hiç kimsenin hedefinde ola­maz.»

«-Peki halen ne bekliyorsun ki?»

«-Bir bilsem»

Bir başka ayeti kerimede ise Allah buyuruyor ki:

«[Tevbe ederseniz] Belki Rabb'iniz size acır. Eğer [yine isyana] dönerseniz biz de sizi cezalan­dırmaya döneriz»[25]

Küçükken belki bilinçsiz yetiştirildin. Ama şimdi herşeyi görerek yaşıyorsun. Hem bu halinle bile büyük bir servete sahipsin»

«-Ben mi?»

«-Tabi ki sen. İnsanoğlunun sahip olduğu en büyük sermayeye sahipsin, oda akıldır. Eğer sen aptalım demiyorsan, aklını kullanıp içinde bulun­duğun bu rezil hayattan kurtulabilirsin. Allah bir başka ayet-i kerimede buyuruyor ki:

«Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki ayet (delil) yaptık. Gece âyetini silip rahatlık için karanlık yaptık, (arkasından) gündüz âyetini de (getirip) Rabb'inizden bol nimet aramanız, yıl­ların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için aydınlatıcı yaptık. (Böylece biz) herşeyi genişçe anlattık.» [26]

Yanlışlar, doğrularla, günahlar da sevaplarla iç içe çatışıp durur. Bu yüzlerde bakışlar hüzün­lü, yürekler gamlı ve kederlidir. Ne garip bir çark­tır ki, bu alemde bir yanda ateşe gözü kara giden­ler, bir yandan da sonsuz alem için çalışıp küfür ve şirk içinde mücadele veren insanlar vardır.

İnsanlar nedense hataya düştükleri zaman suçu kendinde bulmaz ve hep bir suçlu ararlar ben hatalıyım demezler. Fakat insanlar zayıflık gösterdikçe buhranlarla inleyip duracak bedende çıkmayan ruhlar.

Ramazan ayının on beşiydi. Ahmet'le konuş­mamızın üzerinde tam bir hafta geçmişti. Rama­zan sohbetine gelen Saliha Hanım çok üzgün gö­rünüyordu. Sohbetten sonra misafirler gittiler. Fakat Saliha hanım kalmıştı. Bana:

«-Herkes gitti mi?» diye sorunca bende:

«-Evet herkes gitti ama seni çok üzgün görü­yorum» dedim.

Saliha hanım hüngür hüngür ağlamaya baş­ladı. Ben onu daha önce de üzgün ve ağlarken görmüştüm. Fakat o günkü hali çok daha vahim­di. Onun yanma oturup;

«-Hayırdır Saliha hanım neyiniz var böyle» de­diğimde Saliha hanımın verdiği cevap resmen ka­nımı dondurmuştu.

«-Hocam nasıl anlatayım bilmiyorum. Ama çok çaresizim. Evlattır bu ne atabiliyorum ne sa­tabiliyorum. Dün gece korkudan hiç gözlerime uyku girmedi» dedi.

«-Neden Saliha hanım yoksa yine sorun Ah­met mi?»

«-Evet hocam Ahmet benim bütün derdim, o zaten ne bi huzur ne bir rahatlık veriyor»

«- Ne yaptı yine bu delikanlı size, halbuki onun­la epey bi konuşmuştuk, daha bir kaç gün önce»

«-Benden para istedi ben parayı neye vereceği­ni bildiğimden ona istediği parayı vermedim. Bu­nun üzerine Ahmet çılgına döndü. Önce herşeyi kırıp döktü. Sonra da bıçakla üstüme yürüdü. Beni kesmek istedi. Babası yetişmeseydi Ahmet beni doğrayacaktı» dedi.

«-Eyvah eyvah Saliha hanım ne yapsak aca­ba? İstersen ben bir daha konuşayım kendisiyle»

«-Ne olur hocam öncelikle kullandığı o madde­den kurtulması lazım onun»

Ahmet'in evde olduğu vakitte Saliha Hanım be­ni aradı ve ben hemen oraya gittim. Bana kapıyı açan Ahmet'ti. Fakat o beni gördüğüne hiç sevin-merm'şti. Bunun içinde hemen asılı olan ceketini alıp hızla kapıdan tam çıkacaktı ki onun gitmesi­ne engel oldum. Onun zoraki bizimle oturduğu her halinden belliydi. Çünkü sabır ve tahammül hiç yok denilecek kadar azdı. Fakat hırçın ve taşkınlı­ğı ise sınırsızdı. Onunla biraz sohbet ettik ve ona Allah'a inancı olup olmadığını sordum bana:

«-Ne bileyim inanıyorum işte!» dedi.

«-Sana kitap getirsem okur musun?» dedim. O bana zamanının olmadığını söyledi. Ben ona:

«-Bildiğim kadarıyla sen çalışmıyorsun» de­dim. O bana:

«-Hayatı hızlı yaşıyorum» dedi. Ona:

«-Dikkat et de bi yerlere çarpmayasm sonra kötü dağılabilirsin. Unutma ki, her hasar tamir

edilemeyebilir.» dedi.

-Bazı hakikatler gizlidir kolay kolay fark edil­mez. Ama bazılarıda aşikardır. Onları da sen ve senin gibiler ısrarla kör bakar ve görmek istemez­ler.

Mesnevi der ki; «Ey kişi! Senin nefsin bu dün­ya kuyusunun dibine, hırsla, tamahal atılmış, mahbûs bir arslan gibidir. Nefsini yende tavşan gibi hür dolaş... Sen viyât cevherinin kıymetini bil ve onu kemale erdir ki, maneviyat sahrasında yi­yip içerek zevk ve safa edebilesin. Sakın nefsin gi­bi şu dedikodu ve münakaşa kuyusunun dibinde helak olma!»

«-Biz dünyaya yaşamak için mi geldik yoksa kendimizi herşeyden mahrum edip cezalandırmak için mi?» dedi.

«-Anlaşıldı delikanlı senin bilmediğin gerçekle­ri teyit etmek ve senin anlayabilmen için biraz daha izah edelim inşallah.

«-Unutma M, iman insanlığın uktesini belirleyen güçtür. Bu güçte nasibini almayanlarsa hayatı bed­bahtlardır. Bunlar küfürün velayeti altında yaşar­lar. Seninde içinde yaşadığın sorun, inanç ve şahsiyet sorunudur. Çünkü sen ve senin gibiler, ahlaki kaideler ve insani değerleri taşımıyorsunuz. Bu za­rarlar içinde olmanız hem sizi hem arme-babalan-nız, nemde toplumsal düzen zarar görüyor. Unut-maki her hakikat ve her gerçek işte o, hakikat ve gerçektir ki, Allah her şeye ve her zerreye hakimdir.

Ahmet'te biliyordu ki kurtuluş Allah'a teslim olmaktadır. Ama bir türlü nefsini aşamıyordu.

«-Madem her zarar ve kötülük nefsimizden kaynaklanıyor ben de nefsimi de yaratan Allah değil mi?» dedi.

«-Nefs öyle zalim, öyle melun ki bin yıl havan­da dövsen o yine ıslah olmaz. Ancak onu iman gü­cüyle yenebilirsin. Allah (c.c.) bir ayeti kerimede buyuruyor ki:

«Allah, (islâm'la) doğru yolu bulanların hida­yetini (iman gücünü) artırır. (Mü'min kimseden geride) Devamlı kalacak salih işler, Rabb'inin ka­tında sevapça daha iyi, dönüş yerine hazırlık ola­rak da daha hayırlıdır.» [27]

Nefs, hayvani bir kuvvette oluştuğu gibi aynı zamanda da miskin ve bi o kadar da doyumsuz­dur. Nefsin zatını değisüremeyiz belki. Ama uğra­şırsak onun sıfatım terbiye edebiliriz. Bu ayet-i kerimede nefsin serkeşliğini ortaya koyuyor:

«Nefsimi temize çıkarmam, şüphe yok ki, nefs kötülüğü emredicidir.» [28]

Bizde temize çıkarmayacağız. Ama onu ıslaha da çalışacağız inşallah!...

Hz. Ali şöyle buyuruyor ki: «Ben müslü-marılar için iki hasletten korkuyorum. Birisi tul-i emel, diğeri ise nefsin heva ve arzularına tabi ol­maktır. Çünkü tul-i emel ahireti unutturur. Nef­sin hevasmda tabi olmak ise heîâka götürür. Dünya ve ahiretin ikisinin de evlatları vardır. Siz dünyanın, evlatları olmayın.

Bir başka hadisi, şerifte ise; «Dünyanın, Al-lah'ın nezninde sivrisinek kadar ağırlığı olsaydı, kâfir olan kimse bir yudum su içemeyecekti» bu­yuruyor Hz. Peygamber. Onun için toptan ıslahın formülü, elimizde bulunan Kur'ân'ın adalet Ahlak ve hukuk ölçüsüne göre hayat sürücez. Bir başka ayet-i kerimede ise, Allah şöyle buyuruyor:

«Kim (nefsini düzeltmede veya Allah yolunda) cihad eder/çaba gösterirse, ancak kendi (faydası) için cihad etmiş/çaba göstermiş olur. Çünkü Al­lah, elbette âlemlerden müstağnidir. (Kimsenin ibadet ve cihadına ihtiyacı yoktur. Ancak o, mü­kâfat vericidir.»

«İman edip de salih (sevaplı) işler yapanların günahlarını elbette örteceğiz ve mutlaka onlara yaptıklarının daha güzeliyle karşılık vereceğiz.» [29]

Ahmet'in hayatı günahlardan tüylenen meballerle doluydu. Ahmet ve Ahmet gibileri daha kaç tanesi çırpmıyor kimbilir rüyalar aleminde yaşa­yan bu zavallı gençlik hayatın acımasız kasistlerine takılarak tökezliyorlar. Bunlar geleceğin temi­natı olan gençler bunlar boş hayallerle avunup fe­lakete kucak açanlar. Bunlar nefsi serkeşin ziya­na uğrattığı zavallı çocuklar. Bunlar Kur'ân'm gölgesinde yetişselerdi böylemi olurlardı? O za­man onların göğsündeki iman ziyası hiç sönmeye-cekti. Ama şimdi renkli ve geçici dünyanın kölesi olmuşlar. Bunlar gaflete sonsuz yelken açarlar ve o körpecik vücutlarına şırınga ettikleri zehirle de ölüp ziyan olurlar. Onlara göre bu rüsvai haller sonsuzluğa açtıkları yelkendir. Ahmet başı öne eğik hiç tepki göstermeden dinliyordu. Bir ara ba­şını kaldırıp, tebessüm ederek, bana:

«-Ben bu hayattan kurtulmayı istedim belki, defalarca ama her seferinde tökezledim ve yine kendimi olduğum yerde buldum. Ben o kadar kö­tü değilim hocam! Bazı gerçekleri öğretilmediği için bilmiyorum belki ama sizinde söylediğiniz gi­bi birçok hakikatta aşikar. Kör değilim ama nef­sim ayakta ve iradem de ona mahkum» dedi.

« Seni anlıyorum Ahmet ama sende söyledik­lerimi düşün ve nefsine inat sende onunla savaş pes etme sakın unutma ki, insanın görmediği iki düşmanı vardır. Biri gözle görmediği nefsi biri de şeytandır. Mülkü düşman gözle görülür. Onunla savaşırsın ya yener ya da yenilirsin. Ama seni rüsvayı bir şekilde bitirmeye çalışan bu iki düş­mana karşı daha dikkatli olman lazım. Sen nefsin gözüyle dünyaya bakarsan o, gözüne vageçilmez görünür. Ama basiret gözüyle bakarsan ne kadar boş ve manasız olduğunu görürsün. Çirkefler çar­kıdır dünya ahengi. Sen isteme kurban! Kim ister­se o alsın, sen almasan da olur. Baksana nasılda zift zift akıyor ırmaklar. Bu mındarlarla gül bah­çeleri soldu. Çakalların bu ikramları sen ve nice sen gibileri öldürdü. Görmüyor musun cehalete ısrarla rekabet var. Sen dön, bu felaket seline ka­tılma. Özümüz bile bunlarla hasar gördü. Bir an önce dön ve bu enkazları onar. Hayvani cesaretler yerleşmiş gözünüze. Ne olacağız korkusu salihle-rin göğsüne gizlendi. İşte görüyorsun ya bu za­man eyvanların zamanı yazık yazık haya iffet yı­kılmış ve bu enkazın altındakiler bizim neslimiz. Şeytanların menajerlik yaptığı bu hayat koordi­nasyonunda ancak bu kadar olur. «Sen hiç yakı­nını kaybettin mi?»

Ahmet:

«-Evet iki dedemde öldü.»

«-Başka hatırladığın var mı? İlk okulda sıra arkadaşım Serkan, lisedeyken de arkadaşım Ce­ren'i trafik kazasında öldüğünü biliyorum. Ondan sonra etrafta işte falan ölmüş gibi birçok ölüm ha­disesi duydum» dedi.

«-Gördünmü dünyaya gelenler hep gidiyor bi­rer birer. Yarın veya yarından yakın bende sende gideceğiz. Herkesin azığı kalbindeki imandadır. Şimdi Allah'ın elçisi canını alacak olan melek gelse onunla gitmemek senin elinde mi? O gelmeden hazırlığını yapman için sana haber vereceğinirni sanıyorsun. Unutma ki, günahkarlar için hezeyan konulacak tek yer cehennem. Onların içinde bel­ki bende varım! Belki sende varsın öyleyse sen daha neyi bekliyorsun?»

«-Bilmiyorum hocam aklım çok karışık» dedi Ahmet. Yazık ki ahmakların dünyasında herşey mâl-i hülya olmuş. Onlar için yine herşey şeyta­nın vaadettiği ebediyet! Ne derin uykuymuş bu hala uyanmıyor insan! Demiyorlarki şeytan ateşin maddesi ben toprağın maddesiyim. Sen gel nefsin ağını yırtan kahraman ol. Görmüyor musun akre­bin kıskacı gibi kavramış seni çağdaşlık illeti sen ve yine  senin  gibiler  dünyanın  saçmış  olduğu mındarlann tadına müptela olanlarsınız. Halbuki, gözünüzde büyüttüğünüz âlemin zemini deniz üs­tü gibidir. Her dalgası farklı ahenkle gelir. Onun için her an alt üst olacak bu alemde ayakların sa­bit kalması için hayırlı bir vesile ara. Sen şu an şeytan ile nefsin arasına sıkışmışsın. Nefsin seni bir tarafa çekiyor şeytan bir tarafa. Anla artık Al­lah'tan başkasıyla yakınlık anlık ve geçicidir. «Ah­met çıkar nefsin gözlüğünü onu ayaklarınla çiğne yok et. Sonra ovuştur iyice gözlerini ve alemi sey­ret. Göreceksin ki, bir kısmı cenneti andırır bir kısmı da cehennemi hatırlatır. Yüce yaradan bu­yurdu ki:

«Ama kim de, Rabb'inrn (huzurunda duracağı) makamından korkup (gereğini yapar) nefsini de kötü hevesten men ederse işte muhakkak ki, cen­net onun varacağı tek yerdir.» [30]

Ahmet'le tam üç saat sohbet ettikten sonra oradan ayrıldım. Ertesi gün Saliha hanımı gördü­ğümde daha az dalgın ve üzgündü. Belliydi ki Ah­met annesini fazla üzmemişti. Sohbet sonrası ona Ahmet'i sorduğumda: «O gece ne dışarıya çıktı ne de evde içti»

Bu arada Ahmet'i görmeyeli tam bir ay olmuş­tu. Merale ettim ve Ahmet'lere gittim. Kapıyı çaldı­ğımda Saliha hanım beni neşeli bir yüzle karşıla­dı. Saliha hanımı mutlu görmek beni de sevindir­mişti. Salona geçip oturduk. Hoş beş ederken di­ğer odada sesler geliyordu. Bu sesi biraz dikkatli dinlediğimde Nihat Hatipoğlu'nun rüya kaseti ol­duğunu anladım. Önce Ahmet'in babası Kemal bey dinliyor sandım. Fakat Saliha hanım bana güzel müjdeyi verdi hemen. İçerdeki Kemal Bey değil de sohbeti dinleyen Ahmet'ti. Allah'ın lütfu-nun büyüklüğüne bir kez daha şahit olmuştum. Renim sesimi duyan Ahmet salona geldi.

«-Ooo hocam sefalar getirdiniz» dedi.

«-Sefa gördük kurban sende de hızlı gelişme­ler olmuş maşallah»

«-Sayende hocam sayende» dedi.

«-Ben hiç bir şey yapmadım bu hidayet Al­lah'ın sana bir ihsanı»

«-Sohbet dinliyorsun ha... Peki hoca nasıl bu manalı kıssalardan hisseler aldın mı bari?»   

«-Almaz mıyım hocam gönül dairemi tamamen ona kiraladım»

«-Bu çok güzel işte bence kafanın merkezleri­ni de boşalt ve o nasihatlarla doldur. Yalnız çok merak ediyorum bu nasıl oldu anlatımlısın?»

«-Günlerden cumaydı.  Benim gibi miskinler ellerinde bira şişesi köşelerde demlenirken diğer yandan  da  itikatlı  insanlar  cumaya  gidiyordu. Ben her zamanki gibi biramı alıp bir duvarın dibi­ne oturdum. Bir iki metre mesafede karşımda bir köpek uzanmıştı. Hayvancağız önce benden ürk-tüysede hiç istifini bozmadan  çömelmiş ve bir yanda da gözlerini benden ayırmıyordu. Biz onun­la bakışırken  cuma selası okunuyordu.  Biramı açtım ve tam ağzıma götürecektim ki köpek bir­den ön ayaklannm üzerine kalkarak bana hırla­maya başladı. Ben ona hayretler içerisinde bakı­yor o da bana öyle bakıyordu. Ben köpeğin bu ha­reketini anlayamamıştım. Sela bitmiş ve hayvan hala gözlerimin içine bakıyordu. Elimde tuttuğum bira kutusunu tekrar ağzıma götürünce hayvan yine ön ayaklarının üzerine kalkarak hırlamaya başladı.   Ben  hayretler  içinde  hayvanı  izlerken elimdeki bira kutusunu hayvana uzattım:

«-Buyrun köpek kardeş yoksa sen mi içmek istiyorsun?» dedim. Hayvan kanımı dondururca-sına bana bakıyordu. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan ezan-ı Muhammediye okunmaya baş­ladı. O esnada hayvan çömeldiği yerde doğrularak ayağa kalktı ve başını göğe doğru kaldırarak ulu-maya başladı. Ezan bitene kadar hayvan bu şekil uluyup durdu. Ezan bitince göğe kaldırdığı başını yeri koklar gibi eğdi ve hayvan adeta secde ediyor­du. Bir kaç dakika bu hal üzerinde kaldıktan son­ra arkasını dönüp gitti. İşte o zaman birden bire mezarlıkta yaşadığım olayı hatırladım ve sizinde dediğiniz gibi bin eyvah çekmenin zamanının gel­diğini anladım»

Allah buyuruyor ki:

«Göklerde ve yerde bulunanlar ve onların göl­geleri de ister istemez, sabah akşam Allah'a (ve o'nun genel nizamına) secde ederler.[31]

«Rabb'lerinin çağrısına uyanlar için (mükafa­tın) en güzeli verilir.» [32]

Zavallı Ahmet sen ve seni bir yerlere sürükle­yen öteki sen nefsin ve onu tetikleyip duran hevai hevesin ne ister senden o öteki sen! Hep seninle uğraşır durur ve bu buz pistine benzeyen dünya zemininde ayaklarım kaydırır. Ama üzülme bu halin suçlusu tek sen değilsin. Çünkü haya, ede­bin tablosunu söktüler, riya cehalet ve densizliğe verdiler o kutsal adı.

Ahmet'in nefsini zavallı aciz bir hayvan ürküt­müştü. Bir başka ayeti kerimede ise:

«Şimdi Rabb'inden sana indirilenin ancak hak olduğunu bilen kimse, bunu göremeyen (kör) kimse gibi midir? Ancak sağlam akıl sahipleri iyi­ce düşünüp öğüt alırlar.» [33]

«(İşte) onlar Allah'ın ahdini yerine getirenler ve antlaşmayı bozmayanlardır.» [34]

İlahi bir vesileydi Ahmet için o zavallı hayvan.

Ahmet elindeki biraya bırakıp camiye doğru yürüdü namaz bitmiş herkes avludaki, cenazenin başında saf olmuşlardı. Ahmet musallat taşının üzerinde duran tabuta dalmış öylece bakıyordu. Başını çevirip Ahmet'i fark eden bir adam eliyle Ahmet'e işaret ederek «Sende gel» dedi. Ahmet gi­dip o adamın arkasında durdu. Adam tekrar Ah­met'e dönüp mırıldandı sessizce. «Ey genç adam görüyorsun ya dün ne kadar boş ve yalan» de­di. Çok doğru gün gelecek o da sen de bende ya­şayacağız o veda olayını o ürkülen beyaz merme­re herkesler uzanacak ve binecekler yeşillerle ör­tülü tahtadan ata her ölenin etrafından dolaşa­caktır sessiz hayaletler.

Sessiz ve habersiz gelir. O elçi hiç beklemediğin bir anda ve gözlerin ilişiverir birden kapıya anlar­sın ki, geçmiş yolculuk vakti veda etmeye bile vak­tin olmaz ev halkına. Çünkü o nerede yakalayacak seni sen bilemesin. İşte o zaman eyvah dersin.

Halbuki, kefenleri omuzlarmdadır her insa­nın. O dünya ahengi içinde ruhun binbir çığlıklarla ayrılır bedeninde. İşte sana gelen elçi varya ha­kimi mutlakın emriyle gelmiştir. Ne anan ne ba­ban, eşin, kardeşin alabilir mi? seni o elçinin pen­çesinden ve senden sonra sermayen paylaşılır. Kütükten ismin düşer. Alt üst olur sana ait her birşey. Selan verilir, adın söylenir seni bilenler ge­lir. Tanımayanlar ise sadece namazında tesadü­fen bulunur. Namazın kılınır ve hoca, helal ediyor musun diye sorar senibilen içten pazarlıklı seni bilmeyen ediyorum der ve sonra düşerler yola ve hayatın son durağına yetişirler seni daracık baca­sız hanene bırakırlar ve o buruk sessizliği toprağa daldırılan kürek sesleri bozar. Uzunca bir tüm­sek oluşana kadar. Sonra bütün gözler odaklanır o uzunca tümseğe, herkes zannederki sen toprak oldun halbuki sen öncede topraktın şimdi ise yal­nız özünle birleştin.

Herkes dağılır ve yalnız bir kişi kalır. İşte o an ne andır bilir misin! «Eyvah ben ölmüşüm» dersin sessizlikler içinde, bedenin çırpınıp durur orada. Ey dost gördünmü ölüm var ve ondan kurtuluş yok.

«Kötülükleri (günahları) işleyip işleyip de ni­hayet onların birine ölüm gelip yaptıkları kötü amelleri sonucu gösterilince: [35]

«Ehl-i kitaptan olupta ölümünden önce (ölüm anında) o'na iman etmeyecek kimse yoktur. O'da kıyamet gününde onların aleyhine şahit olacak­tır.» [36]

«Onlar ateşin karşısında durdurulunca: «Keş­ke biz {dünyaya) geri döndürülsek, Rabb'imizin ayetlerini yalanlamaz ve inananlardan oluruz» de­diklerini bir görsen!

Boş dünya hayalinin peşinde koşan bu genç­lik boğulur ıssız ummanlarda! Onlar yaşadıklarını sandıklan her an ölürler. Ama bunun farkında bi­le olmazlar. Onlar halen çağdaş ve özgür yaşadık­larını zannederler. Halbuki hayata dair zannettik­leri bir yığın bilmecelerdir. O şahşahlar onları alıp çıkışı zor karanlıklara götürürler.

Onlar sonsuzluk tutkusuyla yürürler ama bil­mezler ki o, zilletin içinde hergün ölürler.

«Nerede olsanız ölüm size ulaşır, yüksekteki sağlam kaleler içinde olsanız bile! [37]

«Her nefes ölümü tadacaktır. Bir imtihan ola­rak sizi hayır ile de şer ile de deniyoruz. (Sonunda) Ancak bize döndürüleceksiniz.» [38]

Ahmet'in bedenini bir korku sarmıştı. Gözleri aklı ve yüreği farklı ızdıraplar içindeydi. «Bende mi yaşayacam bu anı!» diyordu kendi kendine. Herkes hocanın Allah'u ekber sesiyle birlikte elle­rini kaldırdı ve bağladı. Ama Ahmet'in elleri kalk­madı. Fırtınalar kopmuştu onun içinde kasırgala­ra tutulmuş savruluyordu içindeki tüm serserilik­ler. Gözyaşlarına karışmış akıyordu ona sinmiş bütün kirler. Ben de olacam bu tabutun içinde belki yarın belki bugün veya ondan da yakın şim­di kimbilir. Yakalayıverse beni buracıkta kim ala­bilir beni eceli mutlakm elinden diyordu.

«De ki: «Sizin hakikaten kendisinden kaçtığı-nız(ı zannettiğiniz) ölüm varya, işte muhakkak o, sizi gelip bulacak, sonra (hepinizi) gizliyi de, aşi­kârı da bilen (Allah)'a götürüleceksiniz. O, yap­makta olduğunuz şeyleri size haber verecektir.» [39]

«Ey iman edenler, cuma günü (ezanla) namaz için çağrıldığınız zaman, derhal Alalh'm zikrine koşun, alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.» [40]

Ahmet kulluk gayesini anlamaya çalışıyordu. «Ben kimim ve ne için yaratıldım.» diyordu kendi kendine.

«O Allah ki ölüm ve hayatı, amel davranış ba­kımından hanginizin daha güzel olacağını imti­han etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağış­layandır.» [41]

(Dünyaya imtihan için geldiğini bilen insan, ölümü bilir ve hesap gününden korkar. Buluğ ça­ğı ile ölüm arası her zerrenin hesabını vereceğini bilir, böylece hayatını daha sağlıklı tanzim eder. Çünkü bilir ki, ona gönderilen elçi onu unutup başka birine gitmez.

«Artık onlardan bir bakıyye görüyor musun?» [42]

«O gün (Allah'ın huzuruna) size ait hiçbir sır gizli kalmayarak arz olunursunuz.

Artık kitabı sağ elinden verilene gelince, der ki:

«Alın kitabımı okuyun. Doğrusu ben, zaten hesabıma kavuşacağımı kesin biliyordum.»

«Artık o, hoşuntu bir hayat içindedir.»

«Kitabı solundan verilen ise, der ki: «Keşke ba­na kitabım verilmeseydi»

«Hesabımın ne olduğunu (notlarımı keşke) hiç bilmeseydim!»

«Keşke o (ölüm hayata} son verici olsaydı!» «Malım bana hiçbir fayda vermedi»

«(Bütün) saltanatım da benden yok olup gitti» derler bu pişmanlık onlara hiçbir fayda sağlamaz. İşte o zaman:

«(Allah ilgili zebanilere şöyle buyurdu:) «Tutun onu (ellerini boynuna) bağlayın, sonra onu, o deh­şetli ateşe yaslayın, sonra uzunluğu yetmiş arşın olan bir zincire bağlayın (cehenneme sokun)! Çün­kü o, yüce Allah'a inanmazdı.»[43]

Düşünüyordu dünyada beni koruyan ve kolla­yan annem babamın bana bir faydası olmaz mı acaba? Kabirde varsa sual ben ne yaparım. Kim­den kaçıp kime sığınırım. Ama Allah'tan kaçmak ve yine Allah'a sığınmak nasıldır. Ne kadar kaçar­san kaç nereye gidersen git dönüp dolaşacağın yer Allah'ın ilahi huzurudur. Çünkü her yer onun ve her yerde o var.

«Bugün artık o (küfüre sapan) inkar edende burada, hiçbir yakın (akraba ve dost) yoktur.» [44]

Allah buyurdu ki, onlara:

Yemin ederim gördüklerinize ve görmedik­lerinize [45]

«O halde o büyük Rabb'inin ismini teşbih (ve tenzih) et.» [46]

Allah buyuruyordu ki «Kötülükleri (günahları) işleyip işleyip de nihayet onların birine ölüm gelip yaptıkları kötü amelleri ve sonucu gösterilince:

«Hakikat ben şimdi tevbe ettim» diyenlerle, (Allah'ın hükmünü bilerek değersiz/geçersiz gö­rüp) kafir olarak ölenlerin tevbesi artık kabul de­ğildir. İşte onlar için elem verici bir azap hazırlan­mıştır.» [47]

Allah'ın rahmetinden sual olmadığı gibi hesa­bında ve gazabında da sual olmaz. Çünkü Allah kullarına basiret anlayışını ihsan etmiştir.

Hz. Âişe (r.a.) anlatıyor: Bir defasında cehen­nemi hatırlayarak ağlamıştım. Resûlullah bana:

«-Ne var Âişe neden ağlıyorsun?» diye sordu. Bende:

«-Cehennemi hatırladım. Acaba kıyamet günü ailelerimizi hatırlar mısınız?» deyince Resuîullah şöyle buyurdu:

«-Üç yerde kimse kimseyi hatırlayamaz! Birin­cisi mizanda sevabının ağır veya hafif geldiği belli oluncaya kadar.

İkincisi, alın okuyun defterinizi, denilipte her­kes amel defterini sağından mı, solundan mı yok­sa arkasından mı verileceğini görünceye kadar.

Üçüncüsü de cehennem üzerine kurulan her iki yanında da birçok çengellerin, sert dikenlerin bulunduğu ve Allah'ın istediği kulunu düşüreceği sırat köprüsünü geçerken kurtulup kurtulamaya­cağını öğreninceye kadar.»[48]

Cenaze kalktı Ahmet bir kaç adım attı ve onlarla birlikte o da mezarlığa gitmek istedi. Çünkü o merak ediyordu. Bir insanı nasıl toprağın bağrı­na bırakılacağını. O daha öncede görmüştü ölen­leri ve hatta tenha, sessizdir diye mezarlıklarda içip sızmıştı. Ama mezarlıkta son yaşadıkları onu o günki korkusunu yeniden alevlendirmişti. Ah­met içindeki korkuyu hissedercesine cemaatten geriye çekildi ve gitmekten vazgeçti kendi kendi­ne! «Zaten adamı tanımıyorum» dedi.

Ahmet kudret ve iradesiyle yaşadığı Allah'ın yüce zatını tanımıştı ve Allah için:

«Ben ne yaptım şimdiye kadar» düşüncesi içeri­sindeydi. Ahmet ne kadar haiflense azdı. Çünkü o nefsiyle kendisine çok zararlar vermiş ve Allah için­de hiçbir şey yapmamıştı. Avluda bir yaşlı adam:

«-Çok dalgınsın delikanlı giden cenaze yakınmmıydı?» dedi. Ahmet:

«-Hayır yakınım değildi. Fakat bugün anladım ki insanoğluna en yakın ölümmüşte ben onu hep çok uzak görmüşüm» dedi.

«-Gel otur biraz evlat. Betin benzin solmuş. Belki ölüm korkuttu seni sanırım. Gör işte dünya evlat şahit olduğumuz en büyük ibret insan için ölümdür. Doğuşu sevindirir. Ölümü kedere boğar insanı. Şikayet etmeye hakkımız mı var.. Her can­lı ölüyor ve hiç kimse o istenmeyen vakkadan kor-kutulamıyor de mek ki buda bir hatır. Şairinde dediği gibi ölüm hak olmasaydı ölür müydü pey­gamber...» Ahmet başını ellerinin arasına almış buğulu gözlerle yere bakıyordu ve buruk bir sesle yaşlı adama:

«-Hayat ölümsüz ve sorgusuz olsaydı olmaz mıydı» dedi yaşlı Adam:

«-Olmaz!» dedi. Ahmet:

«-Neden olmasın ki insanlar ölmek zorunda mı?» dedi. Adam:

«-Unutma ki ölüm hayatın dengesidir. Ölüm olmazsa doğanlar dünyaya sığmazdı ki, delikanlı dünya doğanlarla sürekli dolarken bir yanda da ölüm vesilesiyle boşalacak ki denge olsun»

Ahmet, yaşlı adama:

«-Ölümden sonra hayat var diyorlar bu sizce de doğru mu?» Yaşlı adam tebessüm ederek:

«-Biraz önceki yolcu nereye gitti sanıyorsun ya... Gidenlerin gidipte geriye d öneme diklerin e gö­re demek ki ikinci bir hayat var» dedi.

«-Verilen gerçek söz (olan kıyamet) yaklaştı­ğında inkar edenlerin gözleri birden belirip kala­cak: «Eyvah bize! Doğrusu biz bundan gaflet için­de idik ve (kendimizde) zulmeden kimseler olduk (diyecekler.)» [49]

Ahmet yaşlı adama:

«-Ölüm yaşlılık hastalık veya kaza sonucu mu meydana gelir?» diye sordu.

«-Hayır biraz önceki, genç makina başında ça­lışırken kalbi durmuş. O adam sabah evinden çı­karken son çıkışı olduğunu bilmiyordu. Bilseydi eğer ya evden dışarı çıkmaz ölüm meleği onu evden alırdı canını veya bir daha dönemeyeceği için ailesiyle vedalaşırdı» dedi.

«Allah, (ölecek] insanların ruhlarım ölüm sıra­sında alır, ölmeyeninde uykusunda (bir nevi) alır. Sonra hakkında ölümü hükmettiğini tutar, diğeri­ni muayyen bir vakte (eceline) kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda, düşünen bir toplum için ib­retler vardır.» [50]

Yaşlı adam epey bir sohbetten sonra başında­ki sangını düzeltti ve bastonunun yardımıyla kal­ktı. Ahmet'in başına dokunarak:

«Belli evlat sen özünün gıdasından çok mah­rumsun çelimsizliğinde bu nedenle olmalı. Sen bu kapıyı bırakma ezan sesini duyar duymaz hemen koş gel. Çünkü ahiret nasipleri önce buralarda dağıtılır» dedi. Ahmet o tatlı latifelerin esprisini anlamıştı ve yaşlı adamın ellerini öperek ayrıldı oradan. Hiçbir yere sapmadan doğruca eve gitti. Saliha hanım kapıyı açınca Ahmet'i yüzü solmuş ve gözleri kızarmış görünce:

«-Eyvah bu çocuk yine çekmiş!» dedi. Ahmet başı önünde tek kelime bile konuşmadan doğru kendi odasına gitti. Saliha hanım her zamanki halidir diyerek onunla pek ilgilenmemişti. Fakat bir müddet sonra Ahmet'in bağırma sesleri yük­seldi içerde. Saliha hanım:

«-Eyvah bu çocuk ne olacak böyle, bulamadı demek onun için krize girdi» dedi ve içeriye girdi­ğinde Ahmet ranza ve ders dolabının arasına gir­miş birşeylerden kaçar gibi gizlenmeye çalışıyordu adeta.

«-Ahmet oğlum ne oldu sana böyle, kötü birşey mi yaptın?» dedi.

Ahmet başını sallayarak:

«-Tek birşey değil anne çok korkunç şeyler yaptım.» dedi. Saliha hanım ellerini dizlerine vu­rarak:

«-Birini mi öldürdün oğlum söylesene Allah aşkına» dedi. Ahmet annesinin gözlerine bakarak:

________________3

ı-Anne bunu sormak için geç kalmadın mı?» dedi. Saliha hanım oğlunun gözyaşlarını silerek onu öptü ve elleriyle sımsıkı tuttuğu Ahmet'i bağ­rına basmıştı.

«-Keşke mümkün olsada biricik oğlumu yüre­ğimin derinliklerine saklasam» diyordu. Ahmet o gün olup biteni annesine anlattı ve duş almak is­tediğini söyledi.

Saliha hanım diyor ki tam iki saat Ahmet ban­yoda kaldı. Her kapıya gidip seslendiğimde o bana:

«-Beni rahat bırak ne olur anne» dedi ne ya­pacağımı şaşırmış ve daha fazla dayanamayarak iş yerinden babasını çağırdım. Babası geldiğinde Ahmet halen banyodaydı. Biz daha fazla dayana­mayarak banyonun kapısını kırdık. Ahmet kay­nar derecedeki suyu üzerine açmış ve şok olmuş bir şekilde duruyordu. Babasıyla onu apar topar çıkardık. Ahmet'in bütün derisi kabarmış ve eli­mizin değdiği yer çok kötü soyuluyordu. Adeta haşlamıştı kendini.

«-Ne olmuş aslanıma böyle, niçin kendim yak­tın oğlum?» dedi. Ahmet'in dudakları titreyerek ağlamaklı bir sesle:

«-Senin bu aslan gibi gördüğün oğlun bir kö­pek kadar bile olamadı baba! Yaptıklarımdan tik­siniyorum, kendimden tiksiniyorum! Ben kendimi yakmadım baba. Yıllarca üzerime sinen pislikler­den kurtulmak istedim. Dışımı temizlesem de içimdeki pislik ne olacak, nasıl arınırım onca gü­nahlardan?» dedi.

«-Tamam aslanım, tamam önce bi sakin ol ko­nuşalım» dedi. O gün herkeste bir şaşkınlık ve te­laş mevcuttu. Ahmet'i kasıp kavuran pişmanlık ateşiydi. Taşıyordu yüreği. Ne çare ki hayatın is­tekleri bazen insanları büyük çıkmazlara götüre-biliyordu. Nerede ve nasıl bulaşmıştı hayatın ve­bası özgürüm lanetine. Ahmet'te bir kurbandı, ko­lu kanadı kırık ve hüsrana uğramış zavallı bir kurban. Ahmet diyordu ki, kendimi bildim bileli Allah'tan kopuk ve uzak yaşadım benliğim um-manlara sığmıyordu adeta. Ama şimdi bugün an­ladım ki, insanoğlu bu ummanda bir hiçmiş»

Yetiş Ey ilahi nur! Yetiş de bitsin artık bu ser­keşlik, körlük zamanı beklediğin o vakitin içinde, vakit ise o zamanın içinde ne zaman savrulacağı-nı bilemezsin ki, bu insan selinin akışı yalnız ve­sileyi temsildir. Nasılda küçülmüşsün hiç farkın­da olmadan ne kötü bir fikirdir o hayvanice yaşa­mak. Deli taylara benziyor bu gençlik onların yü­rekleri taştı ne evlere sığdılar ne yollara sığdılar. Özgürlük mantığını Allah'ın mundar kıldığı zihir-lerde aradılar. Ahmet bu kurbanlardan biriydi. Sadece ama bu vesileler aleminde Allah ona lütfü hidayeti nasip etmişti ve oda artık hangi ortamda neş'et ettiğini bir nebze de olsun görebilmişti.

Ahmet öyle uyuşmuştu ki, kabarmış vücudu­nun acısını bile hissetmiyordu. Babasının aklına sonunda kötü bir fikir gelmişti. Kemal Bey Ah­met'in omuzlarından tutarak:

«- Kendine gel oğlum ne olur beni çok korku­tuyorsun!  Seni  rahatlatacaksa  sana  gidip  bira alayım mı?» dedi.    Saliha hanım hışımla Kemal

«-Ne diyorsun sen Kemal Bey, senelerdir oğlu­muzun düzelmesini istemiyormuyduk?» dedi.

«-Görmüyor musun Saliha çocuk ne halde...»

«-Ne olmuş haline, bunun bu hali yalnız piş­manlığın şaşkınlığıdır» dedi.

Ahmet ellerinin arasına aldığı başını sallaya­rak babasına; «Ben iyiyim» demek istediyse de Ke­mal Bey hiç rahat değildi. Aslında Kemal Bey'de evladına vermediği gerçeklerin cezasını çekiyordu belki.

Ne garip bir dünya bu, iyiler ve kötüler hep iç içe yaşarlar. Şehirlere çakallar girmiş, sokaklar gençlere tuzak, haya, edep, çağdaşlığa tutsak. İffet çağdaşlaştınldı. Namus ayaklar altında. İffet­sizlik Som altın, insanları kandırmak ise uygarlık adını aldı ne acımasız bir alem bu yarab!...

Ahmet sancılı bir günü daha geride bırakmış ve derin bir uykuya dalmıştı. Sihirli sinsi kurt gövdesinin içinde kemirirken onu bir yandan da kalbinden oluşan bir güzellik büyüyordu.

Saliha hanım ağlamaktan gözleri şişmiş ve çok bitkindi. Kemal Beyin de ondan bir farkı yo­ktu. Her ikisi de koltukta oturdukları yerde uyu­ya kalmışlardı.

Her karamsar geçen gecenin ardında güneş doğar ve aydınlatır kargaşa alemim, yüreklerin derinliğine çöken elemin tortusu kabanr yürek­lerde. Ne çare ki istesende istemesende yüreğine çöreklenmiş o acılarla yaşarsın,

Ahmet birkaç gün evden dışarıya çıkmamıştı ne madde kullanıyordu ne de alkol. Saliha hanım­da bu durumdan oldukça memnundu. Çünkü Ahmet harika bir dönüş yapmıştı. Saliha hanım ve Kemal Bey, Ahmet'i İslâm terbiyesinden kopuk yetiştirmişti. Ama hatasını anlamış ve o da çok yı­kılmıştı. Kısa bir zamanda büyük bir mesafe al­mıştı. Ahmet:

«En zor mücadele nefsle verilen mücadeledir» diyordu. Haksızda sayılmazdı.

Nefsini terbiye eden kişi dünyada kendisine zarar verecek olan en büyük düşmanını yener ve ahirette kazançlı olur. Fakat nefsiyle kendisine yazık eden kişi dünyaları kazansada ahiret ale­minde o sermaye değersizdir. Bu ayeti kerimede insanoğlunun vahim durumunu açıklıyor:

«O, akıllarını iyi kullanamayanlara kötü bir azap verir.» (Yunus suresi)

Ahmet o kadar değişmişti İd, bu değişiklik yal­nız düşünce ve görüşlerinde değildi, bu güzel dö­nüşün mütasipliği fiziğine de yansımıştı. Önceki Ahmet peşmürde ve rahattı. Ama şimdi diyor ki:

1. Kudret Allah'ın.

2. Gayret benim.

3. Rahmet Allah'ın bir ikramı.

4. Şükür benim vazifem.

Anladım ki, bana en yakın O'dur. Onun dışın­da herşey mesafelerce uzak.

Çok doğru sen Allah'ın gazabından yine kaçıp Allah'a sığınırsın. Çünkü her yer onun. Nereye kaçarsan kaç, nereye sığınırsan sığın heryerde Al­lah'ın gücüyle karşılaşırsın. Ahmet:

«-Her şey iyi gidiyor fakat nefsim beni bazen çok zorluyor» dedi.

«-Nefsini azad et sen ruhunla hür yaşamaya bak, o melundan daha güçlü olduğunu unutma sakın,  bu dönüş Allah'ın sana büyük bir lütfudur.»

Ahmet:

«-Daha önce ölüm hiç aklıma gelmezken şim­di her an öleceğim düşüncesi aklımdan çıkmıyor» dedi.

«-Ölümün aklından çıkmaması iyi. Çünkü o çok uzun bilinen ömür kısa ve bir anlıktır. Bede­ninde çıkıp gitmesi, belki bir nefes kadar, belki ondan kısa, belki bir adımlık mesafedir. Belki de ondanda kısa yalnız bir sendeleme»

Cafer b. Bürgan'dan: Selman-ı Farisi'nin şöy­le dediğini nakletmiştir:

«-Üç şey beni güldürür, üç şeyde ağlatır: Ölüm peşinden geldiği halde dünya için uzun uzun emeller besleyenler, devamlı murakabe altında bulunan gafillere, Rabbinin rızasını mı, yoksa ga­zabını mı kazandığını bilmeden kahkaha ile gü­lenlere gülerim.

Beni ağlatan üç hususta şunlardır: Çok sevdi­ğim Muhamed [s.a.v.] ve onun kardeşlerinden ay­rılmak ölüm anında karşılaşacak olan şiddetli korkular. Cennet mi, yoksa cehenneme mi, gire­ceğimi bilmeden alemlerin Rabbi olan Allah'ın hu­zurunda hesap vermek için beklemek»[51]

Câbir (r.a.)'den: Resulullah {s.a.v.) bize şöyle hitabede bulundu:

«-Ey insanlar: Ölüm gelmeden önce Allah'a yö-neliniz. Fırsat elden gitmeden salih amel yapma­ya çalışınız. Çok çok zikretmek, gizli ve açık ola­rak çok sadaka vermek sureti ile Rabbinize yakla­şınız ki, nzıklanasmız, yardım göresiniz ve eksik­lerinizin yerine yenileri verilsin»

Ahmet söküp atmıştı içinde cehaletin kara fel­sefesini, iman kıvılcımı düşmüştü yüreğine. O ehl-i hakikatin sırını keşfetmişti.

[İslâm] mânâsını (teslimdir) Allah'ı birle ve tes­lim ol.

Hz. Mevlânâ'da şöyje ifâde ediyor:

«-Deniz suyu, kendisine bütünü teslim olan ölüyü başı üstünde taşır. Diri oîan ve en ufak te-reddütü bulunan ise, denizin elinden nasıl sağ kurtulur?» Aynı şekilde «Ölümden evvel ölünüz»

İlahi aşk ve o samimiyetten doğan muhabbet. Zeyd bin Harise (r.aj Hz. Peygamber (s.a.v.) âzâdı kölesi idi. Onu Hz. Hatice satın alıp peygamber (s.a.vj hediye etmiş. Hz. Peygamberde {s.a.v.) de âzâd etmek istemişti. Fakat Zeyd b. Haris Hz. Pey­gambere olan bağlılığı ve büyük sadakati dolayı­sıyla ondan ayrılmak istememişti ve Hz. Peygam­bere dönerek:

«-Yâ Resulullah Benim her şeyim sensin! Ye­ryüzünde sana tercih edebileceğim hiç kimse yok» diyerek kainatın efendisi Hz. Muhammed'in ya­nında kalmıştı. Bundan dolayı peygamberimiz Hz. Zeyd'e çok ilgi ve alaka gösterirdi.

Ahmet sohbet dinlerken bile durmadan mırıl­danıyordu. Kısık sesle ve söylediği tek şey:

«Döndüm sahibim sana döndüm» idi ve devam ediyordu:

«Önceleri aynaya baktığımda simamı seçemi-yordum. Sanki puslu bir camın arkasındaymişim gibi hiçbir şey net değildi. Bazen o, sisli camın ar­kasında gerçek suretimi bulmaya çalışıyordum» «Peki onca gayretlerine rağmen bulabildin mi?»

«Bazen» «Nasıl görünüyor dun?»

«Bu ben olamam diyor ve yüzümü kaçırıyordum»

«Peki kendinden kaçabildin mi?»

«Hayır her seferinde kendimden kaçarken vic­danıma yakalandım»

«Ya şimdi aynaya bakıyor musun?» «Bazen bakıyorum»

«Ne görüyorsun? Suratın seni yine korkutuyor mu?»

«Hayır korkutmuyor, artık şimdi ne ayna pus­lu ne de suratım o kadar kötü görünüyor. Çünkü gördüğüm çirkinlik nefsimin suretiydi ben kendi­me bakarken gördüğüm ben değildim benim içim­deki öteki, ben {nefsim)di» dedi.

Ahmet Allah'tan gayrisini feda etmiş ve her-şeyden el etek çekmiş:

«Dünyânın nefsâni arzularından el etek çekin­ce, gündüzlerim susuz, gecelerim uykusuz hale geldi. Rabbimin arşını açıkça görür gibi oldum. Birbirini ziyaret eden cennet ehli ile yekdeğerine düşman kesilen cehennem ehlini görür gibiyim» demiştir.

Ahmet'in gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Küçük bir çocuk kadar sevinçli, büyük bir enkazın altında kalmış gibi çaresizdi. Ama ara ara sade bir tebes­sümle «Döndüm sahibim döndüm.» diyordu her se­ferinde.

Ahmet temiz bir coşkunun yankısıyla «döndüm» diyordu. Bedeni dokunsan uçacak gibiydi. Yüreği manalı duygularla doluydu. Allah fc.c.) azameti ve yücelliği gözlerinde büyüdükçe büyüyordu ve yalnız sahibini hayal ederken de, kendi varlığında da ya­vaş yavaş sıyrılıyor ve diyordu ki;

«-Ne «dur yapma» diyenim oldu ne elimden tu­tup «dur gitme» diyenim. Ben ise canıma minnet sanki dünyaya serseri geldim ve serseride gidecek­tim. Babamın bana «sen ne zaman adam olacaksın» sözü, eskiden kalma bir söz gibi gelirdi. Düşünün bir kafanın içinde mutlaka idealist hedefler vardır. Çok gariptir. Ama bende yalnız hayat günlük yaşa­mak vardı. Çünkü sizlerin görmediği fakat benim çok rastladığım olaylar içinde ki geleceğe dair tüm umut ve hayallerimi bitirmişti. Ona rağmen de dün­yaya sığdıramryordum ben beni içinde bulunduğum alemin daha da ötesini arıyordum. Yaşadığım her-şey boşmuş ve bu imtihan dünyası ne zalim bir ummanmış meğer. Bilemedim halbuki, Allah'ın nuru yoldaşmış tüm insanlara. Çünkü Allah'ın yarattığı her şeyde Allah'ın yüceliği işaret edilir»

Özünden kopuk yaşayan neslimiz ötelere ve daha ötelere kucak açıp körü körüne yaşarlar.

Birkaç gün geçmişti ki, Ahmet hem şaşkın hem hüzünlüydü. Taşmıştı yüreği ve gözlerinde billur billur gözyaşları akıyordu ve diyordu ki:

«Madem ki ahiretin kazancı dünyadadır, o'nu mutlaka bulmam lazım Büyük bir arayışın içine girmişti. O sürekli pişmanlığını ifade edip duru­yordu. Çünkü o dünya hayatın ötesine daha çok dalmış ve hayat ötesi fezalara diyordu ki, «bin de­fa bu can feda olsun senden bana gelene, biliyo­rum ki herşey senden saklı ve yine herşey senden aşikar. Her zerre sen her zerre senindir. Bütün alem senin nurunun gölgesinde can bulur» diyor­du. Onun bütün gayreti hüdayı bulmaktı. Ahmet bir gün camiye namaz vaktinden önce gider ve or-daki bir adama: «Bu caminin hocası namazdan önce gelmez mi?» der. Adam: «Bilmem bazen bu­rada oluyor» dedi. Ahmet biraz düşündükten son­ra adama döndü: «Amca her zaman camiye gelir misin?» dedi. Adam şaşkın şaşkın Ahmet'e bakıp: «Allah izin verdikçe gelirim» dedi. Ahmet peki sen aradığını nerde buldun?» dedi. Adam bu sefer kaşlarını çatarak: «Onu bulmak için illede bir yer mi gerek her yer onun değil mi?» dedi. Ahmet: «O zaman onu burada aramama gerek yok mu?» de­di. Adam burada seslenirsin onun gönlünü hoş edersin istediğin yerde de onu çağırıp muhabbet edersin» dedi.

Ahmed diyordu ki; Yarabbi sen sınırsız bir umman ben ise yalnız bu koca umman içerisinde küçücük bir nokta.

«-Ben bir insandım ve idrak edemedim. Fakat aciz bir hayvan; «bana işte bak gör hakikat ve hiç­bir şey gizli değil, herşey aşikar» dedi.

Hz. Muhammed (s.a.v.)şöyle buyuruyor: «Eğer Allah'tan gereği gibi korkarsanız, gerçek bir bilgi ile eşyayı tanımaya başlarsınız» Ve Al­lah'ın Resulü yine buyuruyordu ki: «İçine nûr gi­ren kalp açılır ve genişler» beyânı üzerine; «-Bu­nun alâmeti nedir?» diye soruldu. Peygamberimiz (s.a.v.):

«-Fâni dünyâdan uzaklaşmak, ebedi olan âhi-ret yurduna gönül vermek ve ölümden önce ölü­me hazırlanmaktır» buyurdu.

Ahmet her konuşma esnasında başını sallaya­rak «Ben şimdi kul oldum. Ben şimdi kul oldum» diyor ve şöyle devam ediyordu.

«Yalmşlardan kaçtım ve     kurtuldum  belki. Ama vicdanımdan kurtulamıyorum»

«Seni acı çekiyor görüyorum»

«İçim acıyor hocam, içim çok acıyor. Siz beni yaşıyor görüyorsunuz belki. Ama inanan ruhum ölü şimdi çırpınan yalnız bedenim ve vicdanıındır.» dedi.

«Yanılıyorsun Ahmet ruhun bedenini terk et­medi.  Ruhun asıl hayat gıdasını şimdi almaya başladı.  Senin bu bitkinliğin onun bedeni terk edişinde değil, maneviyatla can bulduğundandır.»

Onun için de ki yakarışlarını hissedebiliyor­dum ve ümit ederim ki. bundan sonra onun kal­binde bu manevi okyanus hep böyle daim olsun. Çünkü o öyle bir teslim olmuştu ki, Allah denildi­ği zaman onun kalbi adeta alevleniyordu.

«Önceki hayatım her pislikten atıklanmış ür­küten bir insandım ve bana karşı olan insanların bu düşüncelerini arılayabiliyordum. Bunun için hiç kimseyi suçlamıyorum. Çünkü onlar haklıydı. Size gelince siz benden nasıl çekinmediniz bilmi­yorum»

«Senden çekineceğim kadar kötü müydün? Ben seni kazanmak için yaklaştım senin yapmış olduğun hatalardan dolayı yargılamak için değil»

«Çok kötü batmıştım felaket rüzgarı nereye es-tiyse ben o yöne savruldum. Bu kasırgalar arasın­da bir dalı tuttum ve kurtuldum. Ama benim gibi binlercesi aynı kasırgalara yakalanmış, hızla ba­taklara sürükleniyor. Bunları bildiğim içinde ken­di adıma sevinemiyorum hocam» dedi.

«Biliyor musun? Ayak basıp sana kara görü­nen bu yerküre aslında dipsiz bir denize benzer ve her dalgası ayn bir felaketle savumrlar. Bundan kimi kaçar kurtulur. Fakat kiminide dibine çeker kaybolur. Sen geçmişini yalnız hatalarının telafisi için hatırla. Böyle hatırlarsan bu senin tevbeni artıracaktır. Ama hatırlayıp miskin düşüncelere dolarsan buda tevbeni zayeder. Sen yalnız geçmişin hasarını onarmaya çalış. Bu çalışman ne kazma gerektirir ne de kürek yalnız aklınla düşün ve kal­binle kazan»

Ahmet bu konuşmadan cesaret alarak yüzü pembeleşti ve dudakları titriyordu. Belliydi ki söy­leyecekleri boğazında düğümleniyordu. Dudakla­rını yumup yutkundu ve:

«Anlatılacak o kadar çok şey var ki, onları ya­şarken hayvanı hislerle hiçbir şey anlamadım. Ama şimdi itiraf etmek inanılmaz utandırıyor be­ni.

«Bak kurban sen o anlatamadığın hata ve gü­nahları yaparken haya, edep kaçmış demek. Ama şimdi sen onu geri kazandın ve şimdi onunla be­rabersin bunun için yaptıkların sana ağır geliyor. Ben seni yargılamıyorum. Allah affetsin inşallah seni»

Ahmet ellerini ovuşturarak buğulu gözleriyle bana bakıp başını salladı.

«Şimdi o geçmişin üzerine kara bir çizgi çek ve hayatında tertemiz beyaz bir sayfa aç ve o senin karşına dikilince de onu al ve kapının ardına at. Ahmet:

«Ya içerde yine karşıma dikilirse ne yapayım?»

«Bu sefer al onu camdan aşağıya at. Unutma Allah'ın kuluna merhamet ve rahmeti gazabından daha üstündür. Af dile, af ol inşallah şimdiye kadar günahlar içinde hayatım nasıl sürdüysen bundan sonrada yapacağın tek şey tevbe istiğfar­larla günahlarının bağışlanması için Allah'a sığı­narak geçir»

«Derken Âdem, Rabb'inden birtakım kelimeler aldı. (Öğrendi ve onlar o'na tevbe etti, yalvardı.) Allah da onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz o, tevbeyi çokça kabul edendir, çok acıyandır.» [52]

«Ancak tevbe edip dönenler, (hallerini) düzel­tenler ve (Allah'ın indirdiği gerçekleri eğip hükme­den dosdoğru) açıklayanlar başkadır. İşte onların tevbesini kabul ederim. {Çünkü ben tevbeyi çokça (daima) kabul ederim ve çok merhametliyim.» [53]

Ahmet parmaklarını birbirine kenetlemiş elle­rinin titremesine mani olmaya çalışıyordu. Göz yaşlarına boğulan Ahmet resmen kopmuş ve ses­le ağlıyordu. Bir adamın bu kadar sesle hüngür hüngür ağlamasına ilk defa şahit olmuştum ve bu hali beni de derinden sarsmıştı. Alt üst olmuştu Ahmet'in duyguları adeta.

«Ne yaptın bu kadar? Adam mı öldürdün yok­sa? Telafi edemediğin nedir?

«Yalan söyledim ve yalan yere çok yemin ettim annemden babamdan zorla para aldım. Verme­yince de çaldım, madde kullandım hislerini hay-vanileşti kendimle birlikte insanlara da zarar verdim. Zina yaptım. Bütün bunlar Allah'ın haram ve yasak kıldığı şeyler değil mi? Günahlarımı his­sediyorum. Bedenimin o kirlerle ağırlaştığını his­sediyorum. Siz bana karşıma dikilen geçmişinizi kapının ardına veya camdan aşağıya atın diyorsu­nuz. Vücudumun her yeri geçmişin kötü izleriyle dolu.

«Bak kollanma geçmişten kurtulmak için ken­dimi mi yok: edeyim hocam?» dedi.

«Bir adam suç işler ve yakalanmamak için de sürekli kaçar durur. O adam ne uyku uyur ne de yediğinden ve içtiğinden tat alır. Ama nereye ka­çarsa kaçsın sonunda ya yakalanır, Hapsolunur veya vicdanına yakalanıp ızdıraplar içinde ölür. Ama suçlu teslim olsa yalnız yaptığının cezasını çeker değil mi?»

«Doğru hocam ama ben...»

«Amalara takılırsan asıl murat ettiğin selâme­te kavuşamazsın. Unutma tek kurtuluş teslimi­yette. Allah'a teslim ol ve aklını onunla meşgul et, O seni dosdoğru yola iletir» Allah buyuruyor ki:

«De ki:[Siz] bizim için iki iyiliğin birbirinde [şe­hitlik veya gazilikten] başkasını mı bekliyorsu­nuz? Bu bizim özlediğimiz şeydir.Oysa biz, Al­lah'ın ya kendi katından veya bizim ellerimizle si-zi bir azaba uğramasını bekliyoruz. Haydi bekle­yin. Biz (de) sizinle beraber (akıbetinizi) bekleyen­leriz.» [54]

«Ey insanlar and olsun size kendinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.» [55]

«Mazisiyle yanıp kavrulan bir tek sen değilsin Ahmet, herkesin hayatında askıya aldığı acı ger­çekler vardır. Benimde var, senin çok mükemmel bildiğin kimselerinde. Sen şimdi «Keşke yapma-saydım» diyorsun. Ama hayat hep keşkelerle do­ludur. Hem öyle bir durumdayken böyle bir dö­nüş kaç kişiye nasip olurki»

Ahmet yalnız ben değilim derken çok haklıydı. Dediği gibi kimbilir kaç zavallı aç kurtların tuza­ğında her gün biraz daha ölüm vadisine sürükle­niyorlar. Bunları bilip kahır olmamak eldemi ki, ağlanacak ve kahırlanacak o kadar çok zaiatlarla karşılaşıyoruz ki, ağlanacak yerde belki de hep güldük hiç farkında bile olmadan.

Hz. Mevlana, derki, «Ölü idim, dirildim... Göz­yaşı idim, tebessüm oldum... Aşk deryasına dal­dım; Nihayet baki olan devlete eriştim...

«Sen önceden kâinata dünya gözüyle bakıp herşeyi madde görüyordun. Ama şimdi kainata, ahiret ve hesap gözüyle bakıyorsun. Onun için şimdi senin gözünde herşey çerçöp görünüyor.

«Onlara dünya hayatının misalini de şöyle an­lat: Tıpkı o, semâdan indirdiğimiz su ile yeryüzü bitkilerinin birbirine karışması (sulanıp güzelleşmesi) ama sonunda (o bitkilerin kuruyup) rüzgar­ların savuracağı çöp kırıntısı haline gelivermesi gibidir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahi­bidir. [56]

«Bilin ki dünya hayatı, ancak (geçici) bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta çoğalma yansıdır. (Bu) tıpkı şuna benzer: Bir yağmur, bitirdiği (o yeşil) bitki, ekincilerin ho­şuna gider, (fakat) sonra o (bitki) kurur da sen onu sararmış halde görürsün;  sonrada çer-çöp olur. (İşte dünyadaki her şey de böyledir.) Ahiret-te (günahkarlara) ise şiddetli azap, (iyilere de) Al­lah'tan mağrifet ve hoşnutluk vardır. Dünya ha­yatı, aldatıcı bir faydalanmadan (bir rüya sevin­cinden) başka değildir.» [57]

«(O halde aldanmayıp tevbe ve salih amellerle) Rabbi'nizden bir mağfirete hem de Allah'a ve Re-sûlü'ne inananlar için hazırlanmış genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete (girmek için) ko­şun yarışın. Bu Allah'ın bir lütfudur ki onu dile­diğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.» [58]

Hz. Mevlânâ-Kuddise Sirruh buyuruyor:

«Ey Haltk yolcusu! Gam ve kederin varsa se­vin! Onlar, yarın senin için hazırladığı buluşma tuzağıdır. Zira insan gam ve kederle dolu olduğu zaman Hakk'a sığınır, Hakk'ı hatırlar.

«Bu aşk yolunda beni gamdan başka kimse ha­tırlamıyor, gam ve kedere binlerce defa aferin!....»

«Ey insan! Sana gelen gamlar ve sürûrlar sen­de bir misafirdir. Sakın onların dâim olduğunu zannetme! Gelen Rani gamlara üzülme. Çünkü onlar gidicidir. Fani sürûrlara da sevinme; zira onların da bekası yoktur.

Akibetini düşünen her idrak sahibi insan bilir ki gelecek zevk-ü sefalara, dalan herkes kayıpta­dır. Çünkü Allah'u (c.c.) her emri ve buyruğu bir sırattır. Ancak azgınlıktan ısrar edenlerin adresi cehenneme çıkar.

İçimizdeki en önemli şey umuttur. Yine içimiz­deki en büyük kötülük ise karamsarlıktır.

Allah'a iman noktasında insanların tıkanması ve şuurlu kulluğun idrakini bulamaması, insanı şeytanın tuzağına sürükler. Çünkü kudret ve hik­metini anlamadan nefsinin esaretinde yaşayan günümüzün müslümanları, kulluk noktasındaki, aciziyet ve gafletliğin içerisinde hayat sürmekte-ler. Terbiye edilmemiş nefsi, ıslah edilmemiş kal­bi tezkiye'ye çalışümadıkça bu hayat böyle süre­cek ve hatalarda daha çoğalacaktır.

Siz acaba benim sonum ne olacak diye dü­şündünüz mü hiç?

Ahmet'in derinliklere dolan hüzünlü bakışları ve kipliklerinde süzülen damla damla gözyaşları bu gençliğin gamsız bir tasayla yaşayıp sonrada düştükleri acı ve hüzünlü bir gerçeği yansıtıyor­du.

Çağdaşlığın adı altında kokuşmuş düşünceler ilmeyi kaçırılmış, aşiretiyle ne yazık ki, dikiş tut­muyor şimdi sökükler. Sevinelim mi, dövünüp üzülelim mi bu çağdaşlığa bilmem...

Özümüzün kabuğunda soyulduk, Avrupa'yı nesil olduk adı altında Batılın bataklık sistemiyle donandı ne yazık ki bu cennet yurdumuzun her bir yanı. Akılsızlık sistemiyle.

Halbuki Peygamberin bize vasiyeti: «Sahip çı­kın Müslümana»

Durdurulmasa bu haysiyet namus düşmanla­rı eğer. Buhranlarla zay olup gidecek bu gençlik. Bu düşünce tokmağının sesi tık tık etse de benim kafamda. Ama ne çareki söz para edenindir.

Ahmet tebessüm ederek başmı salladı ve şöy­le dedi:

«Sizinde dediğiniz gibi hayat gerçekten de ve­sileler dünyası. Baksanız herşey aklıma gelirdi de ama bir hayvanın vesilesiyle ben gerçek beni bu­lacağım hiç aklıma gelmezdi. O benim görmedik­lerimi görmüştü ve öyle gözlerimin içine bakıyor­du ki, bana «kalk ey insan silkin, kurtul bu ser­keş halinden» dedi. Ben kendi halime o zaman çok kızmıştım. «Vay canına" dedim. Asıl hayvan benmişim meğer. Yazıklar olsun bana bu hayvan kadar bile olamadım dedim kendi kendime ve di­yor ki:

«Anladım yarabbi anladım herşey sen ve yine her şey sende gizli, sen dilediğinin içine verirsin istediğimde aciz bir hayvanla uyarırsın. Sen her zerreden kendini gösterirken ben nasıl göreme­dim! Nurunun ışığı her yerde gündüzde ve de ge­cenin zifiri karanlığı içindeki ayda.

Yazık yazık çok yazık biz hayvani hislerle ya­şamış ve kendimize en büyük kötülüğü yapmışız meğer. Yüzü kara günahı pek çok bu zavallıyı ka­bul edersen sana döndüm yarabbi sana döndüm» diyordu.

Ahmet bütün kötü alışkanlıklarından tümüy­le kurtulmuş ve kalbinin bütün şubelerini Al­lah'ın muhabbeti ve Kur'ân'm beyanlarına kirala­mıştı. O, artık imanı zayi hayattan kurtulmuştu.

«-Rabb'lerinin çağrısına uyanlar için (mükafa­tın) en güzeli vardır. O'nun çağrısına gelmeyenler ise, yeryüzünde bulunan şeylerin hepsi ve onunla birlikte bir misal daha kendilerinin olsa (Aîlalı'm azabından kurtulmak için) onu fidye verirledi. İş­te onlar var ya, hesabın en kötü en şiddetlisi on­lar içindir. Varacakları yerde cehennemdir. O ne kötü bir yerdir. [59]

Ahmed anlatıyor:

Köpeğin bana vesile oluşu ve cami avlusunda­ki cenazeden sonra eve gelip üstüme sinen onca pislikten kendimi arındırmak istedim. Fakat öyle uyuşmuştum ki, üzerime tuttuğum kaynar suyun beni yaktığım bile hissedemiyordum bile o, nasi-hatlarla biten günün sonunda da nihayet gündü­zün telaşesini noktalayan gece olmuştu. O, akşa­mı ne zaman ve nasıl yattığımı hatırlamıyorum. Ama hatırlayıp hiç unutamayacağımı, görmüş ol­duğum bir rüyanın tesiride hiç gözlerimden gitmi­yor. Rüyadan uyandığım zaman gecenin belkide bir yansıydı. Fakat ben uyandıktan sonra daha da uyuyamadım. Annem uyanınca gördüğüm rü­yayı anneme anlattım. Annem bana:

«-Bu da bir ikazdır» dedi ve şöyle anlattı:

«-Rüyamda Resûlullah'ı gördüm bir su gözesi­nin başında oturmuş düşünüyordu, yanma yak­laştım. Fakat o, yüzüme hiç bakmadı ve oldukça da üzgün görünüyordu. Onun yakınma çömeldim ve ona:

«-Ya Resulullah neden yüzüme bakmıyorsun» dedim. O, beni duymuyor gibi davrandı. Bu sefer belki bana cevap verir diye. Ona:

«-Ya Resulullah neden üzgünsün» dedim ve Resulullah mübarek yüzünü bana çevirdi gözleri ağlamış gibi kızarmıştı. Bana baktı ve yine konuş­madı. Ben yine:

«-Ya Resulullah üzgün olması gereken biri varsa oda ben olmalıyım. Hem senin cehennem ve hesap korkunda yok» dedim. Resulullah bana ba­karak:

«-Ya sen benim ümmetim değil misin?» buyur­du. İşte ben asıl o zaman yıkıldım. «Sen benim ümmetim değilmisin?» sözünü son nefesim çıka­na kadar da asla unutmayacağım. Keşke Hz. Muhammed bu topraklarda yaşasaydı. Kendisini görmek nasip olmadı. Ama en azından Resulullah'm o, ölümsüz ruhunun yattığı yeri ziyaret et­me şansımız olurdu» diyor.

«Görüyorsun ya Ahmet, Allah'tan ve Resulullah'tan gayrisini sende feda et gitsin:

O her cümlenin bitiminde gözleri buğulanıyor ve:

«-Döndüm sahibim döndüm diyordu yine»

Delalet sonu gelmeyen devamlı bir hayalkınk-lığıdır. Delalet hiçbir mükafatı olmayan bir musi­bettir. Delalet sonu gelmeyen bir kötülüktür»

Yanlışlar günahlardır. Günahlarsa en büyük afet ve felaketlerdir insanoğlu için.

Hz. Ömer (r.a.)'dan: Kullar, terketmek sureti ile batılı öldürür, hatırdan çıkarmamak sureti ile de hakkı yaşatırlar. Allah'ın kullan imrendikleri zaman rağbet ederler, kurtulduklan zaman kor­karlar. Allah'ın azabından korkarlar, fakat kati­yen azab gönneyeceğiz diye de düşünmezler. Göz­leriyle görmediklerini sezerler, kalplerindeki imân ölçüsüne göre beyan edilmeyenleri de değerlendi­rirler. Onları Allah korkusu kurtarır. Ebedi olan­lar için fani olanlan terk ederler. Onlar için hayat nimet, ölüm ise şereftir. Cennet hurileri ile evlen­dirirler, hizmetçiler ebedi olarak hizmeti erindedir.

Abdullah İbn-i Mes'ud şöyle derdi.

«Sizler geçip gitmekte olan gece ve gündüzün içindesiniz. Ömrünüz devamlı eksüiyor. Yaptığınız ameller yazılıyor. Ölüm ansızın gelebilir. Hayır ek­miş olanın saadet biçeceği zaman yakındır. Şer ekenin de nedamet biçeceği zaman yakındır. Her­kes ektiğini biçer. Ağır davrananın rızkını kimse elinden alamaz. Hırslı olan da takdir edilenden fazlasını elde edemez. Hayır için verene Allah da verir. Serden korunmak isteyeni Allah da serden korur. Müttekiler büyük kimselerdir, fakihler ise liderlerdir. Onlarla oturup kalkmak bir lütuftur.»

Hayrın ve şerrin sebeplerini göstermeye çalı­şan İslâm dininin rehberi ve İslâm camiasının ön­deri Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ashabı Kur'ân'ın gölgesinde ve sünnetin çizgisinde aziz ve celil olan yüce yaradanm emir ve yasaklarını bildirmiştir. Çünkü dünya bir imtihan tarlası olduğu gibi aynı zamanda da iyi ve kötü için bir ikram sofrasıdır. Ahiret ise, baki bir vadidir.

Hz. Ömer arkadaşlarına da:

«-Kardeşlerinizin kalben tevbe etmesi ve Al­lah'ın da onun tevbesini kabul etmesi için Allah'a dua edin» dedi. Adam Hz. Ömer'in mektubunu alınca açıp tekrar tekrar okudu. Kendi kendine: «Günahları affeden, tevbeleri kabul eden ve şid­detle cezalandıran... Ömer Allah'ın beni cezalan­dıracağını söyleyerek korkutuyor ve onun beni af­fedeceğini vaad ediyor» diyordu.[60]

Bir başka rivayette de şu ilave vardır. Adam Ömer'in mektubunu tekrar tekrar okudu ve bir daha içmemek üzere içkiyi bıraktı. Hz. Ömer ada­mın düzeldiğini duyunca:

«-Bir kardeşimizin kötü yola saptığını gördü­ğünüz zaman siz de böyle yapın onun vaziyetini düzeltin. Allah'ın kendisini affedeceğini söyleyin. Tevbe için Allah'a dua edin. Onun vaziyetinin daha da kötü olması için şeytana yardımcı olma­yın» dedi. [61]

Abdullah b. Amr (r.a.)'den: Resulullah (s.a.v.) Hz. İbrahim'in «Ya Rabbi! insanların çoğu saptı»[62]sözünü ve îsâ (a.v.) 'in yanında:

«Eğer onlara azab edersen kullarına azab et­miş olursun» [63]

Sözünü okudu. Sonra ellerini kaldırarak:

«- Allahım ümmetimi koru! Allah'ım ümmetimi koru!» diye dua etti ve ağladı. Bunun üzerine Allahu Teala:

Ya Cebrail! Muhammed'e git. Niye ağladığını sor» dedi. Cebrail (a.v.) hemen Resulullah'a (s.a.v.) gelip niçin ağladığını sordu. Resulullah (s.a.v.) se­bebini söyleyince Allah (c.c), Cebrail'e (s.a.)

fi-Muhammed'e git ümmetin konusunda seni razı edeceğiz. Seni bu konuda üzmeyeceğiz de» buyuruyordu.[64]

Resulullah [s.a.v.] biz dünyaya gelmeden, bi­zim için endişe etmiş ve Allah (c.c.)'yle gözyaşları içerisinden sığınmış «Ümmetimi koru! Allah'ım ümmetimi koru Allah'ım!» şeklinde yalvarmıştı. Tıpkı Ahmet'in rüyasında onu üzgün görmesi «sen benim ümmetim değil misin?» buyurması gibi.

 

Dünya Ve İnsan

 

Dünya bir umman gibi görünsede o yalnız ve yalnız bir hesaplaşmadan ibarettir. Bu çeyrek as­rımızda dünyaya bağlananları görünce, İslâm di­ninin sadık varislerini hatırlayıp, bin eyvahın za­manının geldiğini anlıyorum artık.

«Dünya hayatına razı olan ve onunla sükuna dolan kimselerle bunca âyetlerimizden gafil olan­lar (yok mu?)» [65]

Dünyalık, mal mülk ihtiyacı kadar olan din­dendir. Nefsin doyumsuzluğu ve servetin fazlası baki alem ahiretin vebalinden başka hiçbir şey değildir. Aynı zamanda dünya da meşakkati ço­ktur. Çünkü serveti muhafaza zorluk ve korkuyu da beraberinde getirir. Fakat onca meşakkatlere rağmende insanlar ona büyük bir gönül bağıyla o dünyalık servete bağlanır. Ancak ölüm ansızın çı­kar karşılarına. İşte o zaman perde aralanıverir. Eyvah eyvah binkere eyvah! Vakit zaman gelince kim kurtulmuş ki, o kati ve kesin emirden. İnsan ölmek istediği için mi ölür, yoksa dünya mekte­binden mezun olduğu için mi ölür? İnsanın gücü kalmaya yetseydi eğer insanlar ölüme karşı savaş açarlardı.

Dünyada olan herşey insanoğluna kafidir. Fa­kat  insan  her  daim   doyumsuz  ve  nankördür. Çünkü kim dünyayı sever ve isterse dünya onun gözüne vazgeçilmez görünür. Ölümden korkar ve dünyadan hiç kopmak istemezler. «Fahri kainatın efendisinin dava varisleri olan ve dünyayı üç ta­laktan boşayan, Ahiret sermayesi için dünyada mücadele veren sahabelerin dünya görüşü vardır. Bu hususta Resulullah'ın ve ashâb-ı kiram'm İs-lamı yaşayış seldi vardı.

Hz. Aişe (r.a.), Rasulullah'm yaslandığı yatağı­nın sahtiyandan mamul bir deri olup içinin lif ile dolu olduğunu söylemiştir.

Hz. Ömer, Resulullah'ın yanma girdi. Hurma liflerinden örülmüş bir hasır üzerinde uyuyordu. Peygamberimizin vücudunda hasır iz bırakmıştı, Bunu görünce Hz. Ömer'in gözleri yaşardı. Rasûlullah «Ey Hattâb'm oğlu, seni ağlatan nedir?» di­ye sordu. Hz. Ömer:

«Kısrâ'yı Kayse'i ve onlardan olan mülk ve sal­tanatı düşündüm. Bir de senin Allah'u Tealâ'nm sevgilisine Resûlû olduğu halde bu hasır üzerinde yatıp uyuduğunu gördüm de ağladım» dedi. Resûlulîah ona:

«Dünyanın onlara, âhiretin de bize olmasına razı değil misin?» dedi. Hr. Ömer:

Evet razıyım. Ya Rasulullah» deyince Resulul «İşte odur, yani dünyalığı isteyen yalanla avu­nur, ahiret saadetini isteyende geçici olan bu alemde imtihana tabi tutulur»

Mübarek  sahabelerden   Hz.   Ebuzer'in   (r.a.) evine bir adam geldi. Evin içinde gözleri bir şeyler arar gibi sağa sola baktı ve ev eşyasına ait hiçbir şey göremedi. Adam:

«Bakıyorum da evinde hiçbir şey göremiyo­rum» deyince, Ebûzer:

«Ben bütün eşyaları öteki evime (ahirete) gön­derdim» dedi. Adam:

«Canım ne de olsa bazı şeylere ihtiyacın olur» deyince, Ebûzer:

«Evin sahibi müsaade etmiyor» dedi. Hani Allah dostları derler ya:

«Bütün dünya sizin olsun bir dost bir post ye­ter bana» derler. Ne kadar güzel ve yerinde söyle­mişler o zamanlar. Dünyayı ve dünyalığı gözlerin­den bitiren ve ahiret vadisinden yer edinmek ar­zusu içerisinde yaşamışlar. Müslümamm dedirte­cek büyük bir iman saadetiyle yaşamışlar. Bunlar zenginle Fukaralığı tercih edenler. Bunlar dünya­lığı ve dünyayı boşayıp ebedi hayatı tercih eden­ler. İşte bunlar İslam'ın Fatihleri iman cevherinin nasıl oluşturulduğunu bizlere gösterenler. İşte bunlar yüce yaradan Allah-u zülcelalin sadık ya­renleridirler.

Humus Emiri Umeyer b. Said dönüşünde Hz. Ömer'e uğradı. Hz. Ömer:

«Dünyalıktan neyin var?» diye sordu. Umeyr de:

«Bir değneyim var. Yürüken ona dayanırım. Bir yılanla karşılaşırsam onu öldürürüm. Ayrıca azığımı taşıyacak bir dağarcığım, içeceğim için bir mataram vardır. Bundan fazlası lüzumsuzdur» dedi. Hz. Ömer 'de: dedi.

«Doğru söylüyorsun, Allah i  senden razı olsun»

Resülullah  fs.a.vj  bir sefer dönüşünde Hz. Fatıma fr.a.) evine uğradı. (Zaten her yolculuk dö­nüşünde ilk önce ona uğrardı.) Kapısında asılı bir perde ve elinde gümüş iki bilezik görünce hemen geri döndü. Bu arada Resülullah'in âzadlarmdan Ebû Râfi Hz. Fatıma'nın yanma geldi. Fatıma'yi ağlar gördü. Sebebini sorunca, Hz. Fatıma: Resü­lullah'in kapıya kadar gelerek içeri girmeden geri döndüğüne ağladığını» söyledi. Ebû Râfi durumu Rasûlullah'a sordu. Resülullah perde ve bilezikler yüzünden içeri girmediğini  söyleyince,  durumu Hz. Fatima'ya bildirdi. Fatima fr.a.) hemen perde ve bilezikleri Hz. BilaTle Resûlullah'a gönderdi ve: «Ben bunları sadaka ediyorum, nasıl istersen öy­le   harca»   dedi.   Resülullah   fs.a.v.)   Hz.   Bilâl'e: «Bunları sat ve paralarını Ashâb-ı Suffa'ya ver» buyurdu. O da onları iki buçuk dirheme satıp pa­ralarını onlara verdi ve bundan sonra Resülullah

Hz.  Fatima'nın evine girerek:  «Kızım,  çok güzel yaptın» buyurdu.[66]

Hasan-ı Basri nakletmiş tir: «Sahabilerden yet­miş kişiye yetiştim ki, bunların sırtlanndaki elbi­selerinden başka bir şeyleri yoktu. Otururken alt­larına bir şey sermezlerdi. Yatacakları vakit yere uzanır ve elbiselerini sırtlarına alırlardı.»

«Dünya hayatı, küfüre sapanlara süslü görün­dü, (dünyaperest, maddeperest oldular.) Bu yüz­den onlarla zenginleri, fakir mü'rninlerle alay ederler. Halbuki takva sahipleri, Allah'ın emrine uygun yaşayan mü'minler, kıyamet gününde on­lardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız nzık verir. » [67]

İslâmiyet muhteşem inanç ve iman temelleri üzerinde kurulan bir hayat nizamıdır. Bunun en güzel örneği de Efendimiz Hz. Peygamber (s.a.v.) örnek hayatı ve sahabelerin hayatıdır.

Hz. Ali (r.a.) buyuruyor ki «Dünya sana yüzü­nü dönünce harca ki, harcamakla bitmez. Senden kaçana, yine harca ki hiç kalmasın.» Bir kimse Hüseyin İbn Ali'yle (r.a.) bir dilekçe getirdi. Dilek­çeyi elinden aldı ve «ne istiyorsan vereceğiz» bu­yurdu. «Niçin yazılanı okumadınız mı?» Dedikle­rinde: «Kalbinin benim yanımda durmasından su­ale çekilirim» diye Allah'u Tealadan korktum» bu­yurdu.

Cömertliğin mükafatı ve cimriliğinde mucaza-tı var. Ebû'J Hasan Medâini buyurur: Hz. Hasan, Hüseyin ve Abdullah bin Ca'fer fr.aj hacca gitti­ler. Deveyi bir yerde otlamaya bıraktılar. Aç ve su­suz oldukları halde ihtiyar bir kadının yanma gi­dip, «yiyecek bir şeyin var mı?» dediler» «Var» dedi. Bir koyunu vardı. Sağdı ve sütünü onlara verdi. «Yiyecek bir şeyin var mı?» dediler. Kadın:  «Yo­ktur, bu koyunu kesin yeyin.» dedi. Kestiler, yedi­ler ve «Biz Kureyş'deniz, bu seferden dönünce ya­nımıza gel, sana iyilik yapalım» dediler ve gittiler. Kadının kocası eve dönünce koyunun kesildiğini fark etti koyunun neden kesildiğini sordu ve al­dığı cevap karşısında kadına çok kızdı. «Sen koyu­nu nasıl tanımadığın adamlara verdin» dedi. Fa­kat bir zaman sonra ihtiyar kadın ve kocası fakir­lik yüzünden Medine'ye göçtüler ve geçimlerini sağlamak için deve gübresi toplayıp satıyorlardı ve günleri böyle geçiyordu. Bir gün ihtiyar kadın bir mahalleye gitti. Hz. Hasan (r.a.J evinin kapısı önünde duruyordu. Onu tanıdı ve: «Ey nine beni tanıdın rm?» dedi. İhtiyar kadın:

«Hayır» dedi. Hz. Hasan: «Ben senin filan za­mandaki misafirindim» buyurdu. Sonra o'na bin koyun ve bin altın vermelerini söyledi. Onu kendi kölesiyle Hz. Hüseyin fr.aj yanma gönderdi.   Hz, Hüseyin (r.a.J: «Kardeşim sana ne verdi?» buyur­du. Kadın: «Bin koyun ve bin altın verdi.» dedi. Hz. Hüseyin'de o kadar vermelerini söyledi ve kölesi ile Abdullah bin Ca'fer'e (r.a.) gönderdi. Abdullah: «Onlar sana ne verdiler?» dedi. Kadın «İki bin ko­yun ve iki bin altın» dedi o da iki bin koyun ve iki bin altın verdi ve «Eğer önce bizim yanımıza gel­seydin, onlara sıkıntı vermezdiniz. Yani onların vereceğini de ben sana verirdim» diye emretti ve iki bin koyun ve iki bin altın verdiler. İhtiyar ka-dın bu servetle kocasının yanma gitti. İnsanların cömertliğin mükafatıda bu olması gerek.

Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

«Cömertlik bir ağaçtır. Cömert olan kimse onun dalında tutunur ve onu cennete kadar götü­rür. Cimrilikte cehennemde bir ağaçtır. Batıl ola­nı (cimriyi) cehenneme kadar götürür» ve yine bu­yurdu ki: «Allah'u Tealâ iki hasleti sever: cömert­lik ve güzel huy. Diğer iki hasleti ise sevmez. Bun­lar: Cimrilik ve kötü huydur» buyurdu.

«Ey ahiret yolcusu din kardeşim. îmanına kar­şı cimri olma imanına amelinle çok masraf yap. Dünyalık olma. Uzun vadede zenginlik düşünmek bir ahmaklıktır. Çünkü hiç kimsenin yarına çıka­cak senedi yoktur.»

Hz. Musa buyurdu ki: «Yarabbi, kullarının içinde kim daha zengindir.» Allah'da: «Benim ver­diğime kanaat eden» buyurdu.

Zaten islamm temel anlayışında da insanın Allah'tan korkarak haya edep dairesinde dengeli bir şekilde yaşamayı emreder. Çünkü hayatımızın her anı yüce yaradanın gözetimi ve kontrolü altın­da bulunur.

Ebû Said Hirgûşi anlatmıştır. Mısır'da fakirle­ri koruyan bir kimse vardı. Bir dervişin çocuğu ol­du, fakat hiçbir şeyi yoktu. O fakir kimse der ki, o zatın yanına gittim. Benim için herkesten yardım istedi. Bir şey bulamadı kalktı ve beni kahirin ba­şına götürdü ve «Allah sana merhamet eylesin. Bütün fakirlerin üzüntüsünü giderirdin.  Elinde olan her şeyi onlar için verirdin. Bugün adamın çocuğu için çok aradım, bir şey bulamadım» dedi. Sonra kalktı. Elinde bir altın vardı. Onu bozdurup yansını bana verdi. «Bir şeyler alman için bunu sana borç verdim» dedi. Bu zata Muhtesib derler­di. Parayı aldım ve çocuk için lâzım oîanlan al­dım.   Muhtesib  o gece  ölüyü  rüyasında görüp, kendisine:   Bugün   söylediklerinin   hepsini   duy­dum. Fakat bana cevap izini yoktu. Şimdi benim evime git. Çocuklanma ocağın altını kazmalanm ve orada beşyüz altın bulunduğunu ve çocuğu olan o kimseye vermelerini söyle dedi. Muhtesib, ertesi gün gidip, duyduklanm, yani rüyasını an­lattı. Orada beş yüz altın bulundu. Çocuklarına rüya, benim için hüküm olmaz. «Bu altınlar sizin mülkünüzdür, buyurun alın» dedi. Çocuklan de­diler ki: «O ölü olduğu halde cömertlik yapıyor da, biz hayatta olduğumuz halde, cahillik mi yapa­lım? dediler. Hepsini alıp, o adama götürdü. O zat bir altın aldı, bozdurdu, yansını Muhteribe verip borcunu ödedi. Yansını da kendisi aldı. Diğer al-tmlan almayıp: «Benim ihtiyacım bu kadardır siz bunlan fakirlere verirsiniz» dedi. Ebü Said Hirgû­şi dedi ki: «Bunlardan hangisinin daha iyi ve daha cömert olduğunu  bilmiyorum» ve yine  dedi ki:

«Miras'a gittiğim zaman o zatın evini sordum. Çocuklan kalmıştı. Onlan gördüm. Hepsinde gü­zel sima, temiz yüzler var idi. Aklıma:

«Babalan salih, temiz idi.» [68]

Âyet-i kerimesi geldi. Cömertliğin ölümünden sonra devam eden bereketlerini rüyada bildirme­lerine susmamak lâzımdır. Nitekim İbrahim Aley-hisselâmm âdedi misafirlerle bulunmak idi. Bu güne kadar onun bulunduğu yerde bu devam et­mektedir. Rebi İbn Süleyman anlatır: «Şafii (rah-metu İlah'i aleyh) Mekke'ye gitti, yanında on bin altın vardı. Mekke'nin dışında çadır kurdu. O al-tınları ettiğine döküp kendisine selam verene bir avuç verdi ve yatsı namazına kadar böyle yaptı. Eteğini silkti, bir tane bile kalmamıştı. Dünya ve dünyalık ne kadar değersiz ve boş olduğunu dün­yada çerçöp olan her bir şey bize anlatıyor zaten ölüm gerçekleşince her şeyi ardımıza koyup git­memiz en hakiki ispat değil mi?

Hasan-ı Antaki (Rahmetullahi aleyh) büyük­lerden idi. Ashabından otuz kadar kimse etrafın­da dururlardı. Halbuki yiyecek ekmekleri bile pek azdı. Olan ekmeği taksim ederler, ortaya koyarlar ve kandili kaldınrlar, öyle otururlardı. Kandili ge­tirince ekmekler olduğu gibi dururdu. Her biri ar-kadaşlanm yesin diye ısrar ederdi ve yemezlerdi. Huzeyfe-i Adevi {Rahmetullahi aleyh) buyuruyor:

«Tebuk muharebesinde çok müslümanlar şe-hid oldu. Elimde su, amcamın oğlunu arıyordum.

Su ile onun yanına vardım. Son nefesini veriyor­du. Ona: «su ister misin?» dedim. O: «isterim» de­di. Bir başkası «Ah» deyip inledi. Suyu önce ona götürmemi işaretle bildirdi. Oraya götürdüm. Hâ-şim İbn Âs idi ve can vermek üzere idi. «Buyrun, su için» dedim. Bir başkası: «Ah su!» dedi. Hâşim: «önce ona ver» dedi. Onun yanma gidince ruhunu teslim etmiş idi. Hâşim'e döndüm, o da canım ver­miş idi. Sonra amcamın oğlunun yanma geldim. O da ölmüştü.

Yüce yaradan buyuruyor ki: «İnsanlardan öy­lesi vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için ken­disini verir.» (Feda eder)

Hz. Ömer (r.a,) Allah'a hamd-ü senadan ve Re-sûlullah'a selatü selâmdan sonra şöyle dedi.

«Ey insanlar! Tama fakirliktir. Tok gözlülük ise zenginliktir. Sizler yiyemeyeceğiniz şeyleri top-luyorsunuz,  elde edemiy e çeklerinizi düşünüyor­sunuz. Sizler aldatıcı dünyada gelip geçicisiniz. Rasûlullah (s.a.v.j zamanında vahiy ile hakkınız-da hüküm veriliyordu. Gizli bir şey yapanın yap­tığı şey vahiy ile açığa çıkarılıyor, yapan hesaba çekiliyordu. Aşikâre bir suç işleyene de zaten ge­reği yapılıyordu. Onun için başkaları ile münase­betlerinizin güzel olmasına dikkat edin, içinizde-İdleri de Allah bilir. Kim kötü birşey yapar da kal­binin teiniz olduğunu iddia ederse inanmayınız. Kim de başkalarına iyi davranırsa biz de onun iyi olduğuna hükmederiz. Şunu aklınızdan çıkarma­yınız! Öyle cimrilikler vardır ki bir nevi nifaktır.»

hatip

«Öyleyse, kendi menfaatiniz için mallarınızdan sarf ediniz. Kendi cimriliklerinden korunanlar, iş­te onlar saadete esenlerin ta kendisi­dir. »[69]

İnsan dünyaya öyle çok bağlanır ki, ondan hiç kopmayacak gibi. Halbuki zamanın hızla ilerleme­si ve bir değirmen misali her canlı ve cansız mad­deleri öğütmesi herşeyin ne kadar boş ve yalan ol­duğunu ortaya koyuyor.

İnsan doğuyor ve ölüyor. Hiç kimsenin gücü dünyada kalmaya yetmiyor. Her yeni eskiyor ve çer-çöp olup gidiyor. Ölenlerde ne bir haber var ne de geriye dönüyorlar. Her yeni doğan güneşin ar­dında yeni bir dünya meşakkatıyle oyalanıyor insan. Dünyalık va'atler boşa çıkarken Allah (c.c.)'nin her vaadi gerçekleşiyor. «Ah» bir uyansa bu insan alemi»

Resûlullah (s.a.v.) dünyaya bağlanmama hu­susundaki konuşmaları:

Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin (r.a.) anlatıyor: Resû­lullah (s.a.v.) ayağa kalkmış ashabına hitab eder­ken gördüm ve şöyle buyuruyordu:

«Ey insanlar! Sanki ölüm bizden başkalarına gelecek. Sanki bu din başkalarına gelmiş gibi ka­yıtsızsınız. Ölenler kısa zaman sonra tekrar bize döneceklermiş gibi miraslarını yiyoruz. Onlardan sonra ebedi kalacakmişız gibi davranıyoruz. Bü­tün öğütleri unutmuşuz, bütün belâ ve musibetlerden eminmiş gibiyiz. Kendi ayıplanın düşün­mekten başkalarının ayıplarını araştırmaya vakit bulamayan kimselere ne mutlu! Ne mutlu helâlin­den kazananlara! Kalbini düzeltenlere, dışını gü­zelleştirenlere ve doğru yolda yürüyenlere! Ne mutlu, zillete düşmeden Allah rızası için tevazu gösterenlere! Ne mutlu helâl kazancından hayra harcayanlara! Ne mutlu sofi ve âlimlerle düşüp kalkanlara, düşkün ve yoksullara merhamet edenlere!

Ne mutlu malının fazlasını Allah için verenle­re, az konuşanlara, haraketlerini sünnete uydu­rup bid'at işlemeyenlere!»

Sonra aşağı indi.

Abdullah İbn-i Mesûd oturduğu zaman şöyle derdi. Sizler geçip gitmekte olan gece ve gündüzün içindesiniz. Ömrünüz devamlı eksiliyor. Yaptığınız ameller yazılıyor. Ölüm ansızın gelebilir. Hayır et­miş olanın saadet biçeceği zaman yakındır. Şer ekseninde nedamet biçeceği zaman yakındır. Her­kes ektiğini biçer. Ağır davrananın rızkını kimse elinden almaz. Hırslı olan da takdir edilenden faz­lasını elde edemez. Hayır için verene Allah da ve­rir. Serden korunmak isteyeni Allah da serden ko­rur. Mütakiler büyük kimselerdir. Fakihler ise li­derlerdir. Onlarla oturup kalkmak bir lütufdur.

İyiliğin ve kötünün haşr olunduğu bir esrarlı mektepdir. Dünya süslü bir cariye gibidir. Zayıfların gözünde. Aynı zamanda bir ikram sofrasıdır. Nefsi zayıfların yanında ziyafeti haram ve şevhi hallerdir. İkram garsonuda şeytanlardır. Cinlerin tef çaldığı şuursuz sakatların tepinip oynadığı bir mekandır. Dünya iffetsizliğin çalkantısında haya edip ağlaştılar melekler. Onca rüsvalıklar dünya­nın bile canını yaktı. Sonunda yerin derinliklerin­de bir korkunç uğultu duyulur ve hemen ardın­dan sancı çeker ve bir beşik gibi sallanır. Ben şaş­kın ve hayretler içinde Allah'u Teala'nın nasıl bu kadar sabırlı olduğuna şaşırıyorum!

«Kimlerin yüzü suyu hürmetinedir bilmem. Ama bir gerçek var ki ayetlerin doğrultusunda, sünnetin çizgisini takip eden o kadar az bir müs-lümanlık varki, hayret etmemek mümkün değil. Ne oluyor bize! Ne oluyor size? Niçin doğrular ısrarla karanlığa terk edilmeye mahkum! Neden örtüne­rek korunması gereken namus, iffet ayaklar altın­da insanlık bu kadar düştü mü! Neden vahim olan hadiselere görmek için bakılmıyor da yalnız bende baktım diye bakılıyor. Ne acayip bir alem bu dün­ya denilen vefasız yar görenler amâ körler kalple­riyle görmeye çalışıyor. Ne garip bir alem bu yarab! Vahşi hayvanlar bile insanlardan kaçıyor. Doğru­nun yurdum dediği ahiret mekanı despotların he­defi olmuş! Yine hayretlerdeyim. Çünkü adamlar göremedikleri ahireti bile hedef almışlar. Halbuki herkesin bir talebi vardır. Mü'min talebide ahiret yurdudur. Despotlar istediler. Dünyayı biz verdik gözümüzle görülen vadiyi (dünya) bu neyin kavga­sıdır ki görmedikleri ahiret vadisinin bile kavgasını ediyorlar bizimle! Onlar baki olanı yalanlayıp fani  olanı baki kılmaya çalıştılar. Onlar ateşten korkar­lar. Fakat azap onlara hiç ulaşmayacakmış gibi de kendini kandırırlar. Halbuki Allah insanların tü­ketmiş olduğu nimet ve ikramları Allah vermezse, hiç kimse ulaşamaz ve alamaz. (Bilmiyorlar) Al­lah'ın aldığına da kimse mani olamaz.»

Hz. Hasan (r.a.): «Kim dünyayı isterse dünya onu bağlar. Ona bağlanmayan onun nimetlerine-de değer vermez. Dünyaya temah eden, ona hük­medenin kölesidir» demiştir.

Dünya da, sana yetecek kadar kafidir. Hepsi de senin olsa yine mesûd olamazsın. Dünyada bugünkü hayatı ile dünkü hayatı aynı şekilde de­vam ettiren aldanmıştır. Dünü bugünden daha hayırlı olan aldanmıştır. Kendi noksanlarının ek­sikleri vardı. Eksiklikler içinde yaşayan bir kimse için ölüm daha hayırlıdır.[70]

Musa b. Ukbe'den nakl olunmuştur. Hz. Ebu Bekir (r.a.) şöyle bir konuşma yaptı:

«Hamd alemlerin rabbine mahsusdur. O'na hamd eder, ondan yardım dileriz. Öldükten sonra ondan şeref isteriz. Zira benim de sizin de eceliniz yaklaştı. Ben şahadet ederim ki tek olan ve orta­ğı olmayan Allah'dan başka tanrı yoktur. Muhammed de O'nun kulu ve Resulüdür. Allah O'nu ya­şayanları uyarmak, sözünün (vaadinin) de kafirler aleyhine gerçekleşmesi için hakkı müjdeleyici, ikaz edici ve parlak bir kandil olarak gönderdi.»

Allah'a ve Resulüne itaat eden doğru yolu bul­muş olur. Onlara asi olan ise apaçık bir şekilde sapıtmış olur. Size, Allah'tan korkmanızı ve Allah Teâlâ'nm sizin için indirip, size doğru yolu göster­mek için gönderdiği kitabına sarılmanızı tavsiye ederim. İslâmda ihlasdan ejnra en önemli şey, âmirlerinizi  dinlemek ve  onlara itaat etmektir. Kim, iyiliği emredip kötülüğe engel olan âmire ita­at ederse, o felaha ermiş ve üzerine düşeni ifa et­miş olur. Nefsinize uymaktan sakının. Arzu, ta­mah ve öfkesini yenen felaha etmiştir. Sakın bö­bürlenmeyin! Topraktan yaratılıp tekrar toprağa dönecek olan yaratıkların böbürlenmesi doğru de­ğildir? Sonra cesetlerini kurt yer. Bugün sağ olan yarın ölü değil midir? Onun için ibadetlerimizi gü­nünde ve saatlerinde yapınız. Mazlumun anından sakınınız.   Gururlanarak   dünyaya  aldanmayın. Sabırlı olunuz. Çünkü herşey sabırla elde edilir. Uyanık  olunuz,  zira  uyanıklık faydalıdır.  Amel ediniz, ameller kabul edilir. Allah'ın yapıldığında ceza vereceğini bildirdiği şeylerden sakınınız. Al­lah'ın vaadettiği rahmetine kavuşmaya gayret edi­niz. Anlayın ki anlaşılasınız. Korunmaya çalışın ki konmasınız.

Allahu Teâlâ size, sizden öncekileri helak se­beplerini ve kurtuluş yollarım açıklamıştır. Kita­bında helali, haramı sevdiği ve sevmediği amelleri de açıklamıştır. Ben sizi ve kendimi ihmal etmeye­ceğim. Allah kendisinden yardım istenendir. Ha­tadan uzaklaşma ve itaate yönelme ancak Allah'ın yardımıyla olur.

Biliniz ki, amellerinizde samimi olduğunuz müddetçe rabbinize itaat etmiş, nasibinizi almış ve refaha kavuşmuş olursunuz. Nafile ibadetleri gösterişe kaçmadan yapınız. Şerefinize de sadık kaim. Ahirette Allah'ın lütfuna muhtaç olduğunuz zaman mükafaatımz verilir.

Ey Allah'ın kullan! Ölüp yok olan kardeşleri­nizi ve arkadaşlarınızı düşünün. Onlar yaptıkları amelleriyle haşroldular (yaşıyorlar.) Öldükten sonra bedbahd veya mes'ut oldular. Allah'ın hiç­bir ortağı yoktur. İtaat etmek ve emirlerine uy­maktan başka, Allah'ın hiçbir kula bir yakınlığı yoktur ki, ona hayır versin veya onu cezalandır­maktan vazgeçsin. Cehenneme götüren hayır, ha­yır değildir. Cennete götüren şer de, şer değildir.

Söyleyeceklerim bu kadar. Kendim ve sizin için Allah'dan af dilerim. Peygamberimize selât-ü selâm getirin. Allah da ona rahmet etsin ve sela­met versin. Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.» Amin [71]

Bedr b, Osman, amcasından naklediyor: Ehl-i Şûra Hz. Osman'a biat ettikleri zaman o son dere­ce üzgün ve rengi sapsarı olmuş bir vaziyette dı­şarı çıktı. Resûlullah'ın (s.a.v.) minberine gelerek halka hitap etti.

Önce Allah'a hamd-ü sena etti, Resûlullah'a (s.a.vj'da salat-ü selam getirdikten sonra şöyle dedi:

«Siz fani bir dünyadasınız. Ömürlerinizin so­nuna geldiniz. Ahiretiniz için en iyi bir şekilde ha­zırlanınız. Ömrünüz devamlı eksilmektedir. Dik­kat edin! Dünya aldatıcıdır. «Dünya hayatı sizi al­datmasın.» Aldatıcıların en aldatıcısı olan şeytan Allah hakkında sizi aldatmasın.»

Geçenlerden ibret alınız, sonra gayretli çalışı­nız. Gafil olmayınız. Hiçbir hareketinize göz yumul­maz. Hani nerede, dünyaya gelip de orada uzun müddet menfaatler sağlayan, orayı imar edenler, ekip biçenler ve onların kardeşleri? Onları unuttu­nuz mu? Dünyaya Allah'ın değer verdiği kadar de­ğer veriniz. Ahiretten de nasibinizi isteyiniz.[72]

Allahu Teâlâ dünyayı ve dünyada neyin hayır­lı olduğunu darbı mesel şeklinde şöyle buyur­muştur:

«Onlara bu dünya hayatının misalini getir. Dünya hayatı gökten indirdiğimiz yağmur gibidir. Onunla arzın bitkileri yeşerir. Sonra da kurur, ufalanır. Rüzgarlar da onu savurur. Hak Teâla herşey üzerinde kudret sahibidir. Mallar, evlatlar dünya hayatının zinetidir. Baki olan doğru dürüst işler. Tanrı'mn nezninde sevapça da, ümitçe de daha hayırlıdır. »[73]

Mü'minlerin emiri Resûlullah (s.a.v.) sadık dostu Hz. Osman'ın bir başka hitabesinde de şöy­le buyurmuştur:

«Ademoğlu! Bilmiş ol ki, ruhunu almakla vazi­feli olan melek seni bırakmaz, ecelin geldiğinde seni bırakıp da başkasına gitmez. Sanki o başka­sını bırakıp da sana gelecekmiş gibi ölüme hazır ol,  gafil olma.  Çünkü sen unutulmuş değilsin. Ademoğlu! Belki sen kendinden gafil olur, hazır­lanmazsan   başkası   senin  yerine   hazırlanmaz. Mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaksın.  Kendini hazırla, kendi işlerini başkasına havale etme ves­selam.»

Ali b. Ebû Talib bir konuşmasında:

«Ey Allah'ın kullan! Dünya hayatı sizi aldat­masın. Çünkü dünya, belalarla çevrili, fenalığı ile maruf ve aldatıcılığı ile mevsuf bir yerdir. Ordaki herşey yok  olmaya  mahkumdur.   Dünyadakiler arasında» devamlı bir mücadele ve el değiştirme vardır. Dünyadakiler dünyanın şerrinden asla be­ri olmazlar. Bir bakarlar bolluk ve neşe içindeler birde bakarlar ki başlarına bir bela gelmiş, dünya onlan aldatmış!»

Dünya hayatı yerleşmiştir, bolluğu sürekli de­ğildir. Orada herkes hedeflidir. Dünya onlan okla-n ile vurur, ölüm ile helak eder. Ey Allah'ın! kul­lan siz bu Dünyada göçüp gidenlerden farklı de­ğilsiniz.  Onlar sizden daha uzun ömürlü,  daha kuvvetli,  daha memur haldeler ve  daha  ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra eserleri sakinîeşti ve tamamen duyulmaz oldu. Cesaretleri çürüdü, yurtlan bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem sermayelerini konforlannı ve atlastan dokunmuş yatak ve yastıklannı üzer­leri sapıtma taşlarla örtülü, toprak yığılı viranele­re yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar sakin­leri gariptir, onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenleri ve birbiri ile samimi olmayanla-n arasındakiler. Evleri yakın ve duvar duvar ol­dukları halde komşular birbiri ile ziyaret etmiyor­lar. Nasıl ziyaret etsinler ki zaman onlan öğüttü taş ve topraklarda yedi. Hayattan sonra ölüm, re­fahtan sonra sıkıntıyı tattılar. Dostlanndan ayrıl­dılar, toprağı mesken edenler, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktılar.

Heyhat onlann, Yarabbi! Beni tekrar dirilt, belki iyi ameller yapar ve bıraktıklanmı tamamla-nm, demeleri sadece kendi laflanndandır. Onlann arkalarında, tekrar diriltecekleri güne kadar geri dönmelerine mani olan engeller vardır.

Sizin de ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklannıza karşılık rehin olarak kalmanız ya­kındır. Sizi de tabi kucaklayacak işleri bitince ha­liniz ne olur. Kabirdekiler diriltilir, gizli olanlar açığa çıkanlır, azametli bir hakimin huzurunda hesap için durdurulursunuz. Dünya da işlenen günahlann korkusundan dolayı kalpler ürperir, örtü ve perdeleriniz yırtılır, ayıplannız ve sırlannız ortaya çıkar. Orada herkes yaptığının karşılığını alır kötülük yapanlar yaptıklan ile cezalandırılır, iyilik yapanlar da iyiliklerle mükafatlandmlırlar.

Amel defteri ortaya konur konmaz, günahkarların defterlerinde olanlardan korktuklarını görürsü­nüz. Onlar: Eyvah! Biz bu defteri nasıl almış da, büyük küçük birşey bırakmadan hepsim muhafa­za etmiş, derler. Yaptıkları herşey o defterde görü­lür. Rabbiniz hiç kimseye zulmetmez.

Allah bizlere, sizlere kendi lûtfuyla ebedi kılı­nacak cennete yerleştirinceye kadar kitabı ile ( Kur'anla) amel etmeyi ve dostlarına uymayı nasip etsin., Şüphesiz Allah hamd etmeye ve övülmeye layıktır. [74]

Allah Buyuruyor ki: «Ehl-i kitaptan olupta ölümünden önce (ölüm anında) İsa'ya iman etme­yecek kimse yoktur. O'da kıyamet gününde onla­rın aleyhine şahit olacaktır.» [75]

İnsanoğlu ölüm sebebiyle dünyaya veda edin­ce yakınları feryadı figanlar içerisinde o cansız be­dene sarılarak ya «gitme» derler veya «beni bırak­ma» derler. Zaten bu acı manzara karşısında ağ-lamamakda mümkün değil! Ancak ölmüş kişinin gördüklerini hayatta olan kimse görse ölü için de-ğilde o ancak kendisi için dövünüp feryat eder.

Bir ayeti kerimede ise Allah'u Teala şöyle bu­yuruyor:

«Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığıl-mış altın ve gümüşten ve (otlağa) salınmış (özel) atlardan; (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlar­dan ve ekinlerden yana nefsin isteklerine düşkünlük insanlara süslü (cazip) gösterildi. Bunlar (im­tihan için) dünya hayatının geçici birer faydasıdır. (Faka) varılacak yerin en güzeli Allah'ın katındadır.» [76]

İnsanoğlu ölüme karşı büyük bir tahammül­süzlük gösterir. Halbuki hayatı var ettiği gibi ece­lide tayin eden Allah'u Teala'dir. Çünkü Allah'ı zülcelal nasıl ki, insanî bir maksat için yarattı ise aynı zamanda da hesaba çekmek içinde ölüm va­sıtasıyla da o hayatı sona erdirir. İnsanda bilir ki beşerin fıtratında hep dahası dahası vardır. Çün­kü dünyalığa karşı hem gönül geniş hem de göz­ler açtır. Dünya isteği ve meşakkati ise ancak ölümle son buluyor. Allah-u tealâ buyuruyor ki:

«İşte onlar, dünya ve ahirette amelleri boşa gi­den kimselerdir. Onların (azabına mani olacak) hiçbir yardımcıları yoktur.» [77]

İslâmm genelinde Allah'a ve ondan gelenlere kayıtsız şartsız iman etmektir. Kur'ân-ı Kerimde geçmiş kavimlerin akıbetlerine baktığımız zaman, onlar Allah'tan gelenlere iman ve itaat etme yeri­ne inat etmişlerdi ve Allah'da kendilerine karşı duran kavimleri dünyada iken helak etmiş ve ahi-ret akıbetlerini de şöyle beyan buyurmuştur:

«Dediler ki: (Hayat) dünya hayatından başka­sı değildir. Ölürüz de yaşarız da. Bizi zamandan başkası helak etmiyor» Halbuki onların bu husus­ta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece (böyle) zan­nediyorlardı.

İslamdan önceki cahiliye mantığı sadece o de­virlere has bir zan olmadığı islâm sonrasıda bazı ırklar ve kesimler arasında da halen mevcut ol­duğuna şahit olmaktayız ne yazık ki. Çünkü bazı toplumlar Allah'ın buyruğundan ziyade nefsine hoş gelen fakat Allah'u Teala'nm tarafından yasak kılınanları yaparak ahirete inanmadıkları için de Allah'ın hesabını var oluşunu kabul etmezler.

Ali b. Ebû Talib'den naklolunur:

«Ey insanlar! Sizden öncekiler günahlara dal­dıkları için helak oldular. Alemleri ve sûfileri on­lara mani olmadılar. Allah da onları cezalandırdı. Dikkat edin! Onların başına gelenler gibi sizin ba­şınıza da bir felâket gelmeden önce iyiliği emre­din, kötülüğe engel olmak, ne nzkı keser ne de eceli yaklaştırır. İyiliği emretmek gökten inen yağ­mur gibidir.  O Allah'ın takdiri üzere,  kimisinin elindekini daha boJlaştınr. Kimsenin de malına, canına veya ailesine bir zarar verir. Sizden birinin malına, canına veya ailesine bir zarar gelirde, bu­nun yanında başkasının da başına gelmesini is­temez, bu felaket onun için bir zarar değildir. Kö­tülüğün tesirinde kalmayan müslüman, kötülük anıldığı zaman ürperir. Kötü insanlar, ilk oyunda kazanıp   zengin   olmayı   ve   borçlarını   ödemeyi uman  mağrur kumarbaz  gibidirler.   İyi  müslü-manlar dua ettikleri zaman, Allah indinden ken­dileri için hayırlı olan iki iyilikten birini isterler. Eğer Allah onun için zenginliği muvafık görmüşse birden bire o mal, mülk ve evladü iyâl sahibi olur.

İki türlü gelir vardır, mal ve evlât dünya geliri, ameli salih ise ahiret geliridir. Allah bunların her ikisinide kulları için bir araya getirmiştir.» [78]

Kıyamet saatinde dünya doğuracakmış gibi sancı çeker. Zamanın öğüttüğü ve dünyanmda sürekli yuttuğu Adem oğlunu kusarcasma gömül­düğü yerden dışarıya atar. İşte o an dünya insan oğlundan yüz çevirip attığı andır! İşte o an Ahire-tin insanlara kapısını açtığı andır. İlahi mahke­menin kurulduğu yerdir orası ve hakimi mutlakın insanları mahkeme edeceği yerdir. Kimsenin hiç kimseye fayda sağlamadığı yerdir orası ve hiçbir kaçış yeri olmayan tüm geçit ve yolların kapalı ol­duğu yerdir orası.

O inanmadığın zaman gelip çattığı anda iste­diğin kadar feryat et ağla, dünya sana yüz çevir­miş veda etmekte olduğunu görürsün her şeyin boş ve yalan olduğunu anlayacaksın. Şimdi iste­diğin kadar hayıflan sende bilirsin ki zamanın iadesi yoktur artık.

Allah-u zülcelal buyuruyor ki:

«(O gün) yaptıkları kötülükler, açığa çıkıp gö­zükecek ve alaya aldığınız şeyin azabı kendilerinin kuşatıp mahvedecektir.»

«(Onlara) denilir ki: «Siz bu gününüze kavuş­mayı unuttunuz gibi, bir gün bizde sizi unutup bırakacağız; artık yeriniz ateştir, size yardımcı olanlar da yoktur.»»

«Bunun sebebi, Allah'ın ayetlerini eğlence edinmeniz ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır» denilir. Artık bugün, onlar oradan çıkarılmaya­cak, kendilerinden ftevbe ve itaatle Allah'tan) hoş­nutluk dilemeleri istenilmeyecek-kabul edilmeye­cektir»

«O halde (bütün) hamd, göklerin Rabb'i yerin Rabb'i ve bütün alemlerin Rabb'i Allah içindir»

«Göklerde ve yerde büyülük hakimiyet ancak o'na mahsustur. O, mutlaka galiptir, tek hüküm ve hikmet sahibidir» [79]

Bu çeyrek zamanımızda dünyanın ara ara sal­lanması dünyanın sonunun geldiğini  bildiriyor. Ama insanlar derin derin uykuda oldukları için bunu hala anlamış değiller. Halbuki evrimin kal­buru olan zaman her maddeyi canlı ve cansızı hızla eliyor. Nice asırlar elendi. Hızla akan zamanın kalburundan. Dünyanın ahengine baktığımız za­man sadece elenenlerin tortusundan başka ne gö­rülüyor ki, geçici alemin ömrü kısalmış ve ebedi alem kapılarını aralamış. Yüreği ağzında bekliyor. Uyanık müslüman! Dünya kalbur olup elenince ebedi alem açacak kapılarını ardına kadar dünya enkaz olacak ne bir in ne bir cin ondan barınacak. «Mahşeri bir izdiham insanlar oraya durdurula­cak (Cehenneme) koyulanlar istedikleri için mi gi­riyorlar sanıyorsunuz?»

Ebû Musa El Eş'ari (r.a.) Basra'da halka şöy­le hitab etmişti: «Ey insanlar! Ağlayınız! Eğer ağlayamazsanız ağlamaya çalışınız. Çünkü, cehen­nemlikler, gözlerinin pınarları kuruyuncaya ka­dar ağlayacaklar. Sonra gözlerinden yaş yerine kan akacak. Öyleki, eğer akan kanda gemi yüzdü­rülmek istense, yüzebilir.»[80]

Ebû Zer (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.)'e:

«Ya Resulullah! Hz. İbrahim'e gelen sahifelerde neler vardı?» diye sordum. Hz. Peygamber'de:

«Hz. İbrahim'e gelen sahifelerde hikmetli fay­dalı ve uyulması gerekli olan öğütler vardı» diye cevap vererek onlardan şu misalleri verdi:

«Ey kendisine güç kuvvet verilen imtihanlarla karşı karşıya olan mağrur hükümdar! Ben seni, dünya serveti biriktiresin diye göndermedim. Ben seni, mazlumları beddua edecek durumlara dü-şürmeyesin diye gönderdim. Şunu bil ki; mazlum kâfir de olsa ben onun dileğini geri çevirmem.

Aklını kullanabilen akıllılar için belirli saatler vardır. Belli bir saatte Allah'a müraacatta bulunur. Belli bir saatte kendi nefsini hesaba çeker. Belli bir saatte aziz ve celil olan Allah'ın kudreti hakkında tefekkür eder, yine belli saatlerde de geçimini te­min etmek için çalışır. Akıllı kimseler şu üç şey dı­şında başka bir şey için çalışmazlar. Öbür dünya için azık hazırlamak, geçimini düzeltmek ve haram olmayan şeylerle ihtiyacını karşılamak.

Yine akıllı kimselere düşen, içinde bulunduk­ları durumları iyi değerlendirmek, ileriyi görmek, işlerini ona göre ayarlamak ve dillerini tutmaktır. Lüzumu kadar konuşan kimseler, faydasız şeyler konuşmazlar»

Ebû Zer (r.a.): «Ya Resûlullah Hz. Mûsâ aley hisseiâm'a gelen vahide neler vardı» diye sorunca:

«Hz. Mûsâ Aleyhisselam'a gelenlerin hepsi ib­ret doluydu.» dedi ve şöyle devam etti. «Yüzde yüz öleceğini bildiği halde yine de rahat olanlara hay­ret ediyorum. Cehennemin varlığına inandığı hal­de,   hâlâ  gülebilenler  hayret  ediyorum.   Kadere inandığı halde, dünya işleri için yırtman kimsele­re hayret ediyorum. Dünyanın ve dünyadakilerin devamlı değiştiğini gördüğü halde hâlâ huzur bu­lanlara hayret ediyorum,  Kıyamet günü hesaba çekileceklerine inandıkları halde ibadet etmeyen­lere hayret ediyorum.»

Hayatımızın akışını tanzim ederken mutlaka islâm adabına uygun bir yaşam tarzıyla yaşama­lıyız. Bunun en güzel örneğide islâmın rehberi, on sekiz alemin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'min hayatı, sahabelerinde yaşantı biçimidir. Sahabe­lerdi İslâmın sancağını dünyanın dört bir yanma taşıyanlar. Sahabelerdi! «Anam-babam sana feda olsun ya Resûlullah» diyenler. Mübarek sahabe­lerdi. İplerle geriltip demir taraklarla etleri kemik­lerinden sıyrıltılanlar. Sahabelerdi açlıktan karınlarma taş bağlayanlar. Sahabelerdi, name name öğütleriyle ümmetin kalbine akanlar. Dünyayı ar­dına atıp ahiret yurdu için çalışanlar ve bizlere de örnek olan sahabelerdi. Onlar ahiret yurdunun istikametine meşale tutup baki adrese bizleri yön­lendirdiler. Onlar dünyanın esiri olmadılar. «Allah yolunda cihad edersek bize ne var, ya Resulullah» dediler, Resûlullah, «cennet var» sözüne karşılık ana-baba, yarda evlatta kopup Allah'ı birleyerek İslâm dini uğruna can verdiler ve nzai ilahiyeye kavuştular. Onlar batılı öldürdükten sonra boş iş­lerle uğraşmadılar. Çünkü Allah'ın azabından korkar oldular. İnsanların faziletlisi idiler. Onlar hem cesaretli hem de korkarlardı. Onlarda ki ce­saret doğruda güç alır. Yalnış yapmaktan Allah'dan çok korkarlardı. Hz. Ömer (r.a.) oğlu Ab­dullah'a şöyle bir mektup yazdı:

«-Sana, Allah'a muhalefet etmekten sakınan­ları (Allah'tan korkanları) korur. Kim Allah'a da­yanır ona güvenirse o, ona kafidir.»[81]

Sahabeler ahiret hesabından önce, kendilerini dünyada iken hesaba çekmişlerdi. Onların hayat tarzları İslama göre Allah indinde memnuniyet ve­riciydi. Çünkü onlar her işini takva içerisinde ya­pıyorlardı.

Ukbe b. Ebi Sahbâ'dan: İbn-ü Mülcem Ali'yi (r.a.) yaralandığı zaman oğlu Hasan (r.a.) ağlıyor­du. Hz. Ali (r.a.):

«-Niçin ağlıyorsun oğlum?» diye sordu. Hz. Ha­san:

«-Nasıl ağlamayayım. Sen, dünya hayatının sonunda, âhiret hayatının başında bulunuyor­sun!» diye cevap verince, Hz. Ali (r.a.):

«-Yavrum! Dörder öğütten meydana gelen şu iki tavsiyeye uyarsan, bunlar sayesinde yaptığın hiçbir şeyde zarar görmezsin» dedi. Hz. Hasan:

«-Nedir onlar, babacığım?» deyince, Hz. Ali şöyle dedi.

«-En büyük servet akıldır. En büyük fakirlik de ahmaklıktır. En büyük yalnızlık kendini be­ğenmişliktir. En büyük fazilet de güzel ahlaktır» Hz. Hasan:

«-Babacım bunlar dört tanesi, diğerlerini de söy­ler misin?» deyince Hz. Ali (r.a.) şöyle devam etti.

«-Ahmak ile arkadaşlık etmekten sakın. Çün­kü o, sana faydalı olayım derken zararlı olur. Ya­lancıyla arkadaşlık etme. Çünkü o sana uzak ola­nı yaklaştırır, yakın olanı da uzaklaştırır. Cimri­lerle arkadaşlık etme. Çünkü cimri olan, senin en çok muhtaç olduğun şeyi senden uzaklaştırır. Günahkarlarla arkadaşlık etmekten de sakın. Çünkü seni ucuza satarlar»[82]

Muaz b.   Cebel  cemaate namaz kıldırdıktan sonra insanlara şöyle hitap etmişti:

«Ey insanlar! Yaptığınız günahlar için Allah'a samimi bir şekilde tevbe ediniz. Çünkü Allah'u Teala günahtan dolayı tevbe eden hiçbir kulunun tevbesini geri çevirmez. Sadece üzerinde kul hak­kı olanlar müstesna. Çünkü kul, borcu karşılığın­da rehinedir. Onu ödemeden kurtulamaz.»

Muaz b. Cebele yanında arkadaşlarıyla birlik­te uğrayan bir zata şu tavsiyelerde bulunmuştu:

«-Sana iki tavsiyem var: Eğer onları tutarsan Allah tarafından korunursan, dünyada hiçbir şey-siz yaşayamazsınız, ahirette ise daha çok şeye muhtaçsınız. Ahirette muhtaç olacağın şeyleri dünyadaki ihtiyaçlarına tercih et. Bunu kendine bir disiplin, bir huy ve alışkanlık edinceye kadar devam et. [83]

Hz. Muhammed'in sadık dostları, islâm dini­nin de sancakdarları sahabeler. Haftanın bazı günlerinde oruç tutar bazı günler tutmazlardı. Gecenin bir kısmını uyur bi kısmında da namaz kılar ve Allah'ı teşbih ederlerdi. Çünkü onlar «dö­nüş ancak ve ancak Allah'adır» diyorlardı. Ahiret yurdunda yalnız iki mekan var. İnsanlar için biri cennet biri cehennem, o hesap günü mutlaka te­celli edecektir. Ne insanlar gelmesini istedikleri vakitte gelir ne de gelmesin dediği vakit ertelenir. Dünyada yaşayıp ölen bedenler orda ebedileşirîer. Oraya gidiş olur. Fakat geriye dönüş yoktur. Sa­habeler yüce yaradan birleyip bunlarıda bilerek yaşıyorlardı.

Muaviye b. Kurre'den: Muaz b. Cebel (r.a.) oğ­luna söyle dedi:

«Yavrum! Namaz kıldığın zaman, son kıldığın namaz mış gibi hûsu içinde ol. Bir daha o nama­zı, ebediyyen kılamaycağını düşün. Bil ki oğlum, insan iki iyilik arasında ölür. Biri yaptığı, diğeri de yapmayı sonraya bıraktığı»[84]

«Onun zatından başka herşey yok olacaktır. Hüküm yalnız O'nundur ve ancak O'na döndüre­ceksiniz.»

Bir müslüman kardeşimiz günah işlediği za­man ona engel olmak ve ona nasihat etmek gerek. Bunu yaparken de hem onun yalnış yapmasına engel oluruz hemde  engellediğimiz için Allah-u (c.c.)   hoşnutluğunu   kazanmış   oluruz.   Onun Kur'a'm gölgesinde hadislerin çizgisinde ashabın islâmı yaşayış biçimiyle birbirimize nasihat etme­miz gerek. Bunu yaparken de din anlayışını daha bilimli nazarilerle izaha çalışmak lazım.  Çünkü bazı anlayışlar çok nahit dini esasların yalnız bir menzile taşıyabiliyorlar. Ama Kur'an ve sünnet çizgisini takip edersek yanlışlara düşmez düşen­lere de mani oluruz.

Hz. Muhammed'e itibar edeceğiz fakat pey­gamberi taklit etmekten kaçınacağız. Adet ve iba­deti birbirine karıştırmayacağız. Çünkü adetlerde dine aykırı davranış biçimleri vardır. Unutmaya­lım ki, insanların toplum düzenini bozması dün-yanmda dengesine yansır.

Allah'a buyuruyor ki:

«-Nitekim (dine aykın olan işlerde) kendilerine uyulan (peşinden gidilen) kimseler, o gün azabı gördükleri vakit (kendilerine) uyanlardan hızla uzaklaşacaklar ve aralarındaki (yalnışlık ve lider­lik gibi) bağlar kopacaktır»

«(Onlara) uyanlar da: «Ah keşke biz (dünyaya) bir kere daha dönseydik de (bugün onların) biz­den uzaklaştıkları gibi biz de (onlardan) uzak dur-saydık» derler. Böylece Allah onlara bütün yaptık­larım hasret (pişmanlık ve üzüntüler) içinde gös­terecektir. Onlar cehennemden çıkacak da değil­lerdir.

«Ey insanlar, yeryüzündeki temiz (helâl) şey­lerden yiyiniz. Şeytan (ve benzerinin) adamlarını izlemeyiniz. Çünkü o, sizin için apaçık bir düş­mandır. «O size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Al­lah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emre­der.» [85]

Allah-u (c.c.) kullarım uyarıyorsa bu şekil! O zaman habersizdim diyen insanın mazereti ne ka­dar geçerli olur ki, işte onun yalan mazereti de sa­mimiyetsiz olduğu gibi son pişmanlığıda ona hiç­bir fayda sağlamaz.

îslâmm beşeriyetin bütün ihtiyaçlarını karşı­layabileceği ve de karşıladığı gerçeği her basiret sahibi olan insan anlamıştır. İslâm'ın insan tabia­tına uygun olduğunada şahidiz. Çünkü bu din ve bu inanç temeli münâkaşa götürmeyecek kadar açık ve nettir. Herşeyden evvel Hz. Peygambere biat eden ve kendisine dava arkadaşı olan sahabi ler. Hiçbir şekilde tereddüt etmeden ve büyük bir cesaret örneği göstererek karanlık geçmişlerinin üzerine birer çizgi çekip, Allah'ı birleyen bir haya ta başlamışlardı. Bu hayatın içinde İslâm'ın bü­tün icaplarında yerine getirmişlerdi.  Onlar tüm batıl geçmişlerden arınmış ve göğüsleri yalnız İs­lâm'ın müjdelediği iman cevheriyle donatılmıştı.

«Şüphe yok ki, Allah katında (hak) din islâmdır.» [86]

İslâm genel anlamda Allah'a, O'ndan gelenlere iman edip kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Allah-u teâlâ'nın gönderdiği en son tevhid dinidir. İslâm, yalnız Allah ile kullar arası bir olay, yalnız ibade­te geçerli noter bir din olmayıp, aynı zamanda hü­kümleriyle de dünya hayatını tanzim ve ahiret sa­adetini temin eder. Din kendine uyulmasını emre­der dini kendine uyduranıda reddeder.

«O halde sen yüzünü doğruca, Allah'ı birleyen olarak dine yani Allah'ın insanları üzerinde yarat­tığı fıürata (islâm'a) çevir. Allah'ın İslâm'a kabili­yetli yaratışında hiç değişme yoktur. İşte dosdoğ­ru din budur. Fakat insanlann çoğu bunu bilmez­ler.[87]

İnsanoğlu yapıp önden göndereceği âmeli telemesin. Çünkü ne zaman hangi gün hangi ^ at baki aleme tayin olacağını bilemez. İnsan iste­diği zamanda ölmez. Ancak Allah'ın dilediği zaman ve saatte ölür. Fakat (yapmayıp) geride bı­raktığı ahiret sermayesi olmadan giderse insan iş­te o, ziyandadır.

«Ölüden diriyi, diriden ölüyü o çıkarıyor. Yeri ölümünden sonra o diriltiyor. İşte böyle­ce siz de (kabirlerinizden diriltip) çıkarılacak­sınız.» [88]

«Sizi (ilkin) topraktan yaratması, o'nun âyetlerinden (kudretinin delillerinden)'dir. Sonra da, siz, (yeryüzüne) yayılıp duran bir insansınız.» [89]

Görüyoruz ki, her asır dünyayı doldurup boşaltıyor. Onun için ölümden değil asıl ha-zırsızlıktan korkahm. Çünkü burada ekmiş olduğumuz her şeyi ahirette de biz biçeceğiz. Onun için önemli bir hususu ifade edemeden geçemeyeceğim. Her basiret sahibi insanların gördüğü gibi bende bunu görebiliyorum ki in­sanlarda sonsuzluk bilinci yeterli değil. Daha çok geçici hayat tutkusu içerisindeler. Halbu­ki biz bu yola çıkacak bir yolcuyuz. Onun için «Ey yolcu nefsin değer taşıdığına değil. Al­lah'ın razı olduğu değerlere sarılalım.»

«Kıyamet kopacağı gün, (işte) o gün, (ina­nanlar ve inanmayanlar) ayrılacaklar.» [90]

Eserimize merhum Haydar Hatipoğlu ve oğlu Nihat Hatipoğlu'yla başladık ve onunla birlikte değişik büyük değer ifade eden konu­lara da değindik sizlere faydalı olduysak eğer bu bizi çok mutlu edecektir. Çünkü yazdıkla­rımızı değerli kılacak olan sizlersiniz. Her müslümanm marifetullah'a ihtiyacı vardır. Çünkü kalp temizliği ve nefsi terbiye için Arif­lerin tasavvuf ve ilminde faydalanmak lazım çünkü ilahi huzur zikrullah'a bağlıdır.

İşte tasavvuf, kalbi Allah ile tanıştırıp, bü­tünleştirir. Tasavvuf ilmi ahiretin azığı nefsi terbiye ve bir Ahlak okuludur. Allah'u tea-la'nın sayısız ilmi rahmetiyle bezeııdirdiği ta­savvuf menzillerinden insanlar ruhunu kötü­lüklerde temizler. Ahlaklı ve adaplı kullar ve tüm azaları Allah'ın ilahi nuruyla bezendirir. Bu ıslah ve terbiye menzillerinde ilim irşad eden Alim'i ariflerdir. Haydar Hatipoğlu'nun da ifade ettiği gibi Allah-u (c.c.)'nin dini için bin defa başını koparsalarda onlar hak yolun­dan batıla bir adım dahi atmazlar.

Allah'ın selâmı ve rahmeti Hz. Muhammed Al ve ashabına olsun. Allah'ın rahmeti hak­kıyla kulluk eden mü'minlerin üzerine olsun.

Allah'ın Selâmeti ve rahmeti merhum Haydar hocanın ve bu ilahi vazifeyi sürdür­mekte olan Nihat Hatipoğlu ve Allah'ın razı ol­duğu bütün üstadlara olsun.

Ne hay hayla tükenen hayatın, geriye iha-desi, ne de kasisli bu dünyanın bir başka ye­deği var. O zaman akıl büyük sermayedir. Onun en iyi şekilde değerlendirelim inşallah.

Saygılarımla Şadiye Furkan Demirtaş

 

Son Soz

 

Bir su misali akıp giden bu dünya alemin içinde ve de insanoğlunun bu yer küre üze­rinde kat ettiği merhale bu fani alemde ebedi âleme kısa bir seyahatten ibarettir. Fakat Al­lah'ın nizamında ise bu kainatın aslını teşkil eden tek gerçek «Hak»tır. Çünkü «Allah'ın Sünnet-i ilahiyesinde katiyen bir değişiklik bulamasınız» [Fâtır, 43] ayeti kerimesinde de bu kati gerçeği anlamak mümkün.

Allah'a muhtaç bu varlığımızı ne kadar ko­ruyup muhafaza edebildik acaba? İnsanların insanla imtihan olunduğu bu vesileler dünya­sında ne kazandık ahiret için veya herkes na-sibince yaşadı mı? İşte islâmı yaşadığımız bu devir bizlere fiili misallerle pek acı ve bi o ka­darda açık şu ilahi hakikati yaşamak ve de yaşamaya çalışırken de ne kadar kısıt­landığımızı bize gösterildi. Çünkü yaşamış ol­duğumuz bu tahsil ve terbiye sistemimizin kı­sıtlanmayla birlikte, fikirlerimiz de kısırlaştı-rılmaya çalışılmaktalar. Halbuki, bu memle­ketin umumi manzarasında İslâm'ı özgürce yaşayış modeliyle bezenmeliydi. Çünkü din hürriyettir. «İslâm» kelimesi «teslim» manasını ifade eder. İslâmı kabul etmek Allah'ı (c.c.)'a teslim oldum demektir. «İslâm'ı kabul ettim, iman ettim. Kendimi Allah'a (c.c.) bıraktım» manasına gelir. Aynı zamanda din adaleti temsil eden nizami bir hukuktur. Bu âyeti ke­rimede de zikredildiği gibi: «Bu (İslâm), Rabb'inin dosdoğru yoludur. Düşünün ve öğüt alın bir toplum için biz ayetleri geniş açıkladık» [91]

«[İşte bekledikleri apaçık delil] Allah tara­fında, içinde payidar kalacak yazıları okuyan [son] bir Resûl'dür ki o da gelmiştir. [92]

Çünkü İslâm beşer dairesini Kur'anla hu­kuk bulmasını istemiştir ve şüphesiz ki, kai­natın umumi kanunlarını, yüce Allah'ın in­sanlara tahsis ettiği şeriat temsil eder. Yalnız şeriat imanın temelindeki, insaf, vicdan mah­kemesinin oluşturacağı hukukla olmalı. Bu­nun aksine olursa bu korkunç çalkantılar ar­dında aynı şekilde imanlarını firarına ve ahla­kın çöküşüne sebep olur.



[1] Cin, 1-2

[2] Askeri ; Kenz-uİ Ummal 1/218

[3] Ibn'ü Ebl Şeybe; Askeri; Ibn-ü Cerir; Darekutni; Ibr.-iî Asâkir; Kenz S/235

[4] Sebe, 241

[5] Sebe/32

[6] Ankebut, 69

[7] Yunus, 62

[8] Nahl, 125

[9] Hadis no: 16 Ensar (r.a.)'dan Hz. Peygamber buyurmuştur.

[10] Zümer-22

[11] El-Enfal-2

[12] Tekvir 10. ayete kadar

[13] Hicr-43

[14] Âl-î Imran,159

[15] Hılye: 1,242

[16] Taberâni, Hılye; Müslim: 1/76, Ebû Davud: 2/238, Ayni: 9/121, Beyhaki; 9/98

[17] Araf, 36

[18] Nahl, 125

[19] Sad: 4-8, Taberi

[20] Tevbe: 113

[21] Kasas: 56

[22] Lokman, 34

[23] Tahâ-55

[24] El-Ankebût, 5

[25] El-İsra, 8

[26] El-İsra, 12

[27] Meryem, 76

[28] Yusuf, 53

[29] El-Ankebût, 6-7 ayet

[30] En-Nâziat-40-41

[31] Er-râd, 15

[32] Er-râd, 18

[33] Er-râd, 19

[34] Er-râd, 20

[35] En-Nisa, 18

[36] En-Nisa, 159

[37] En-Nisa, 78

[38] El-Enbîya, 35

[39] El-Cuma, 8

[40] Eî-Cuma, 9

[41] Mülk, 2

[42] El-Hakka, 8

[43] El-Hâkka, 18-19-20-21 -22-23-24-25-26-27-28-29-30-31-32-34

[44] El-Hâkka, 35

[45] El-Hâkka, 38-39

[46] El-Hâkka-52

[47] 4, 18

[48] Müstederk; 4/578, Zehebi

[49] El-Enbîya, 97

[50] Ez-Zümer, 42

[51] Hılye; 1/207

[52] El-Bakara, 37

[53] El-Bakara, 160

[54] Et-Tevbe, 52

[55] Et-Tevbe, 128

[56] El-Kehf, 45

[57] El-Hadîd-20

[58] El-Hadîd-21

[59] Er-Ra'd-18

[60] İbn-i Ebi Hatİm; Tefsir-i Kesir; 4/70

[61] İbn-ı Kesir; 4/70, Ebû Nuaym.

[62] İbrahim; 36

[63] Maide, 118

[64] -İ Vehb; Tefsir-Ü İbn-i Kesir 2/540

[65] Yunus-7

[66] Ebu Davud ve İbn Mace'nîn.

[67] Bakara-212

[68] Kehf: 82

[69] Tegabun, 16

[70] İbn-Ü Neccar; Kenz; 8/22;

[71] İbn-ü Ebiddünya, Kitabul Hazır; İbnüAsâkİr; Kenz'ul-Ummal S/206

[72] İbn-Ü Sa'd; 3/62

[73] Kehf, 45-46

[74] Dincveri; Ibn-ü Asakir

[75] En-Nisa, 1591

[76] Al'i İmrân, 14

[77] Al'i İmrân, 22

[78] İbn-ü Ebiddünya; İbn-ü Asâkir; Kenz; S/220, Müncehab; 6/326

[79] El-Câsiye 33-34-35-36-37

[80] İbn-Ü Sa'd; 4/110, Hilye; 1/261

[81] İbn-ü Ebİddünya; İbn-ü Asâkir; Kenz; 8/207, Ebû Bekir Es-Sûli Hayam Sahabe C; 5, S; 1876

[82] Ibn-ü Asâkir; Kcnz; 8/236

[83] Hılye; 1/234; S; 180, C; 5

[84] Hılyc; 1/236, S; 881, C;5

[85] El-Bakara, 166, 167, 168, 169

[86] Al-Î İmran, 19

[87] Rûm-30

[88] Er-Rûm-19

[89] Er-Rûm-20

[90] Er-Rûm-14

[91] Enam, 126

[92] Beyinne; -2-3