İBN TEYMİYYE'NIN METODUNA TOPLU BİR BAKIŞ
Risale'nin Bölümleri Üzerine Kısa Bir Göz Atış
Bu Risalenin İslam Lıteratüründekı Etkileri
(MUKADDİME Fİ USULİ'T-TEFSİR) TEFSİR USULÜNE GİRİŞ
SELEFİN TEFSİRDEKİ İHTİLAFLARININ MAHİYET VE SEBEPLERİ
1- İsimlerden Doğan İhtilaflar
2- Örnekleme Tefsir Tarzından Doğan İhtilaflar
4- Ayette Geçen Lafzın Birden Çok Manaya Gelmesinden
Doğan İhtilaflar
5- Ayetlerin Yakın Anlamlı Kelimelerle Tefsir
Edilmesinden Doğan İhtilaflar
TEFSİRDE BİRİ NAKL'E DİĞERİ RE'YE DAYANAN İKİ ÇEŞİT
İHTİLAFIN OLDUĞU
Rivayetlerin Doğruluğunu Tesbitte Önemli Bazı Ölçüler ve
Mürsel Haberlerin Değeri
Sahabenin Hadis Rivayetindeki Ciddiyet ve Adaleti
Hadis Rivayetinde Tabiiler'in Doğruluk ve Adaleti
Buharı ve Müslim Hadisleri ve Haber-i Vahidler
Hadis İlminin İnce Meseleleri ve İlelu'l-Hadis
Çeşitli Gurupların Hadisler Karşısında Takındıkları
Tavırlar
Tefsirde Mevzu (Uydurma) Hadisler
TEFSİRDE RE'Y VE İSTİDLALDEN DOĞAN İHTİLAFLAR
İstidlal Yönünden Düşülen İki Çeşit Hata
Tefsirde Ehl-i Sünnet Dışı Fırka ve Ekoller
Tefsirde Zemahşeri ve Mu'tezile
Rafizilerin Tefsirlerinde Bazı Örnekler
Tefsirde Delil Cihetinden Düşülen Hatalar
Sahabenin Sözleriyle Kur'an-ı Tefsir Etmek
İhtilafları Naklederken İzlenmesi Gereken Yol:
TABİUN SÖZLERİYLE KÜR'AN'I TEFSİR ETMEK
Bu risalenin tahkikine
başlarken şunu ifade etmek isterim: Adet olduğu üzere burada, Şeyhülislam İbn
Teymiy-ye'nin muhteşem hayatından, kitap ve risalelerinden ve bunların İslam
literatürüne kazandırdığı kültür hazinelerinden sözetmeye gerek görmüyorum.
Çünkü Şeyhülisam'ın hayatı ve bıraktığı eserlerle ilgili eski ve yeni pek çok
şey yazılmış, O'nun görüşleri, fikri ve sosyal ıslahatındaki metodu hakkında
birçok araştırmalar yapılmış, hatta bu çalışmalara sadece müslüman yazarlar
değil, birçok müsteşrik ve Avrupalı yazarlar da katılmış, neticede İbn
Teymiyye'nin hayatı, görüşleri, olaylar karşısında takındığı tutum ve davranışları
tüm aydınlarca bilinir hale gelmiştir.
Bu kısa ve seri
takdimde, İbn Teymiyye'nin düşünce metoduna hakim olan temel özelliğe ve O'nun,
tüm davranışlarında, kitap ve risalelerinde ve verdiği pekçok fetvalarında
insanı hayrete düşüren fikri bir dikkat, sağlamlık ve derin görüşlülükle
ortaya koyduğu metoduna genel bir işarette bulunmayı yeterli görüyorum.
O'nun bu metodu;
bilimsel ve akademik bir yol olarak it-tiba yahut delil ve burhanlarla
desteklenmiş, alametleri ve esasları açık bir da'vet olarak selefiyye diye
özetlenebilecek olan metoddur. Ebu Bekir'in (r.a.):
"Ben ancak ittiba
eden biriyim; yoksa ibtida' eden (bid'at çıkaran) değilim" şeklindeki o
eşsiz ve ünlü sözüyle ortaya koyduğu andan itibaren bu metodu, İslam tarihinde
izleyen büyük insanlar çıkmıştır; fakat bunlar içerisinde İbn Teymiyye'nin
zekasına, neselelere bütüncül bakışına, ilginç bilgi takdimine, şahsiye gücüne,
hak uğrundaki cesaretine, sözkonusu metodu dört başı ma'mur bir şekilde ortaya
koyma ve onu delillerle destekleme konumundaki üstün kudretine sahip olanlar
gerçekten azdır.
Üstelik îbn
Teymiyye'nin bütün bu çabaları, Kur'an'm, ilke ve çerçevesini belirlediği
yolun, Yunan düşünce metodu ve bazı alimlerce şaşmaz bilgi yolu olarak görülen
Aristo Mantığı içerisinde kaybolup gittiği ve mü slümanl ardan gizlendiği bir
dönemde cereyan etmiştir.
Gerçekten İslam
dünyasında, neticede Yunan araştırma metodlannın uygulamasına sebep olan
düşünce karmaşası ve bilhassa bu metodların hayranlıkla beğenildiği hicri 5.
asr'm sona ermesinden sonra bu anarşizme bağlı olarak ortaya çıkan tehlikeli
birtakım sapmalar, evet bütün bunlar, birçok bilgin ve fukahamızın gözünden
kaçmamış, onlar, Kur'an ve Sünnet'in gölgesinde yetişmiş olan vicdan ve
hisleriyle, bu Yunanı metodların İslam düşüncesi üzerindeki yabancılığını
idrak etmişlerdir. Ancak onların, bu metoda karşı savaşırlarken, mantığı haram
kılan ve mantıkla meşgul olmayı yasaklayan fetvalar vermekten başka, ellerinde
birşeyleri yoktu!
îş gittikçe
ciddileşiyor ve anarşi büyüyordu. Nihayet selef düşünürü İbn Teymiyye geldi ve
mantığın metodik kritiğinin ilkelerini koydu. Ancak Aristo mantığını tam anlamıyla
kavradıktan ve bu mantığın İslam'ın ruhundan uzak fikri karakterine vakıf
olduktan sonra bu işi başardı. O buna kendisi hakkında yapılan birçok
araştırmadan da anlaşılacağı üzere, İslami araştırma metodunu mükemmel bir şekilde
kavraması ve selef alimlerinin bıraktıkları muhteşem ilim ve kültür mirasına
fevkalade vukufiyeti sayesinde muvaffak olmuştur. Hattf İbn Teymiyye, mantığın
sahih İslami nakillere tersdüştüğünü söylemekle kalmamış, onu sarih akla da
aykırı görmüş ve bu Yunani metodun kendi içinde de geliştiğini ve onun, şaşmaz
delili zannedilen akü prensipleri ile de tenakuz teşkil ettiğini açıklamıştır.
Dolayısıyla İbn
Teymiyye'ye göre ittiba metodu, içerisinde za'fiyet, korku veya donukluk
nüveleri taşıyan reak-siyoner bir metod değil, aksine, kendi meselesini ortaya
koyan müsbet bir metoddur. İbn Teymiyye, kendisiyle İslam düşüncesi diye takdim
edilen ve bu düşüncenin doğruluğuna delil gösterilen Yunani kalıb'ı bir araç
olarak reddederken, sanki şu düşünceyi ortaya koyuyordu; hem de açık bir
şekilde:
"Bir fikrin ifade
tarzı, onun bizzat parçasıdır ve konunun tabiatı ile kalıbın tabiatı arasında
kopmaz bir bağ vardır. Bu sebeple, İslam düşüncesinin, Yunani ya da İslami
olmayan başka bir kalıba dökülmesi imkansızdır."
İbn Teymiyye'nin metodu,
bu metodun ıslahatçı yönreri ve dayandığı esasları üzerinde durmak, uzun bir
konudur. Kaldı ki, Allah rahmet eylesin, Şeyhülislam'ın hayatı, metodu ve
eserlerinde izlediği usulü hakkında yapılacak araştırmalarda, araştırıcıların
dikkatlerini çeken veya dikkatle üzerinde durulmasını uygun gördükleri bariz
noktalar, geniş bir şekilde ele alınma imkanına sahip bulunmaktadır.[1]
İbn Teymiyye'nin
Kur'an tefsirindeki yeri, hadis, fıkıh, Arap dili, kelam ve İslami ilimlerin
diğer dallarındaki yerinden geri değildir. Bütün bu branşlarda üstünlüğünü
isbat etmiş ve çağının alimlerini geçmiştir. Nitekim bu husus, alimlerin
O'nun hakkındaki sözlerinden, biyografi yazarlarının ifadelerinden ve
kendisinin bize bıraktığı muazzam kültür mirasından anlaşılmaktadır. Hatta Öyle
gözüküyor ki, İbn Teymiyye, çağların sınırlarını aşıp ve zicirlerini kırıp selefin
ilim ve kültür mirasını toplamanın yanında, İbn Kesir, İbn Hacer gibi ünlü
alimlerin ortaya çıkmasına da yol açmıştır.
İmam Zehebi (748 h.)
(Allah rahmet etsin) İbn Teymiyye hakkında şöyle der:
"Zekası ve
süratli kavrayışıyla, bir harikaydı. Kitap, Sünnet ve ihtilafları bilmede en
öndeydi. Nakli ilimlerde ummandı. İlimde, zühd ve takvada, şecaat ve
cömertlikte, iyiliği emr ve kötülüğü nehy etmede ve yazdığı eserlerin çokluğu
bakımından devrinin yegane şahsiyetiydi. Okudu, tahsilini tamamladı; hadis ve
fıkıhta emsalini geçti. Daha on-yedi yaşıdayken, ders okutma ve fetva verme
ehliyetini kazandı. Tefsirde, usulde, usulü ve füruuyla, büyük küçük İslami
ilimlerin bütün dallarında öne geçti."
Yine Zehebi O'nun
hakkında şöyle der:
"Rical, onların
cerh, ta'dil ve tabaka'ları, hadis ilimleri, ali ve nazil isnad, sahih ve zayıf
haberler hakkında tam bir ihtisas sahibi idi. Hadisler, kendilerine has (isnad)
ve metinleriyle ezberindeydi. Döneminde hiç kimse, ne O'nun rütbesine
ulaşabilmiş, ne de yaklaşabilmiştir. Bilgiyi hatırlayıp sunmada ve delil
getirmede bir harikaydı. Tefsir veya fıkıh veya usul veya felsefecilere
reddiye konusunda her gün her gece, dört-beş risale yazmak adetiydi. Şu ana
kadar (Şeyhin vefatından uzun bir süre önce) O'nun yazdıklarının
beşyiiz cilde
ulaştığını zannediyorum."
El-Vafi
bi'1-Vefeyat'ta, Şeyh Şemsüddin'in şu sözü nakledilmektedir:
"Anlatmakta
olduğu meseleye delalet eden ayetleri O'nun kadar sür'atle hatırlayıp sunan ve
hadis metinlerini O'nun kadar kaynaklarıyla birlikte anında takdim eden hiç
kimse görmedim. Sanki onlar gözünün Önünde ve dilinin ucunda hazır duruyor da,
O, güzel bir ifade ve muhalifini susturan bir eda ile onları söylüyordu."
İbn Teymiyye'nin,
sadece tefsir ilmindeki yerini anlatmak bile uzun bir iştir. Bu konuda
Alemüddin Berzali (738h.) şöyle der:
"Tefsir konusunda
herkes O'nun zihnindeki bilginin çokluğuna, bunları ifade edişindeki güzelliğe
ve muhtelif görüşler arasındaki tercih ve tenkid yeteneğine şaşardı. Bütün
bunların yanında, O kendisini zühd ve ibadete vermiş, Allah'a teslim olmuş,
dünyevi gayelerden uzak yaşamış ve insanları Allah yolunda çağırmıştır. Her
cum,a sabahı oturup, insanlara Kur'an-ı Kerim'i tefsir ederdi. Onun meclislerinden,
duasının bereketinden, temiz nefesinden, halis niyetinden, iç ve dış
temizliğinden, söylediklerinin yaptıklarına uygunluğundan, pek çok kimse
istifade etmiştir."
Diğer bazı alimlerle
birlikte ibn Teymiyye'yi de Hibru'l-Kur'an (Kur'an dahisi) diye adlandıran
Hafız Ebu Abdillah ez-Zehebi, O'nun hakkında şöyle demektedir ki:
"Tefsire gelince,
bu konudaki otoritesi müsellemdir. Açıkladığı meseleye Kur'an ayetlerini delil
getirmede ilginç bir güce sahipti. Tefsirdeki otorite ve vukufiyet derecesi sayesindedir
ki, müfessirlerin görüşlerinde birçok hata ve zayıf yönleri ortaya
koymuştur."
Elimizdeki bu risalede
İbn Teymiyye, tefsirde, istidlal yönünden ortaya çıkan ihtilafları incelerken,
antrparantez, selefin onbeş kadar tefsirine işaret etmiş ve bu tefsirlerin,
sözkonusu cihetten
meydana gelen hatalardan uzak olduğunu belirtmiştir. Ben orada, İbn
Teymiyye'nin, selefin eserlerine olan geniş vukufiyetini belirten dipnotlar
düştüm; sonra İbn Ay bek es-Safedi (764 h.)'nin el-Vafi bi' Vefe-yat'ında, bir
alimin, İbn Teymiyye hakkındaki şu sözünü gördüm;
"Tefsirde ve
tefsire olan geniş vukufiyeti konusunda, Allah'ın ayetlerinden bir ayetti. Tek
bir ayetin tefsirine bir-iki oturum devam ederdi."
Yine orada, İbn Teymiyye'nin,
kendisinden duyanların naklettikleri şu sözünü gördüm:
"Yüz yirmi adet
tefsir okudum. Hepsi içerisinden sahih olan görüşü sunuyorum."
Böylece, İbn
Teymiyye'nin bu tefsirlere ne derece vuku fiyetinin olduğunu ve Kur'an
tefsirinde ne büyük bir yere sahip bulunduğunu anladım.
Tefsir ilmine olan bu
vukufiyeti yanında O, görüşler arasında tercihler yapma ve istidlal etme
hususuna da özen gösterir ve tedkik ederdi. Büyük üstadımız Muhammed Ebu
Zehra'nın dediği gibi:
"Yığın yığın
nakil ve rivayetlerin içerisinde, O'nun düşünen ve muhakeme eden aklının
parıldadığını görürsün."
Bizzat kendisi şunları
söyler:
"Bazan bir ayet
için yüz kadar tefsire baktığım olurdu. Fakat neticede, Allah'ın bana anlayış
ihsan etmesini niyaz eder ve şöyle yakarırdmı:
"Ey Adem ve
İbrahim'e öğreten! Bana da öğret!"
İbn Abdilhadi'inin,
İbn Teymiyye'nin en has talebesi ve O'nun sözlerini en çok yazıp toplayan
Öğrencisi olarak anlattığı Ebu Afydillah İbn Reşik demektedir ki:
"Allah rehmet
eylesin Şeyh, delillerini zikretmeden (istidlalde bulunmaksızın) tüm Kur'an'la
ilgili seleften gelen nakilleri evvela yazmış, sonra da, baştan büyük bir
kısmım istidlalli olarak kaleme almıştır."
Demek oluyor ki İbn
Teymiyye, tefsirine bir başlangıç olmak üzere, selefin Kur'an tefsiriyle ilgili
sözlerini toplamış, sonra tefsirine başlayarak, bu nakilleri kendi görüşlerine
delil yapmış ve selefin görüşlerinden dışarı çıkmamıştır. Ancak bununla
birlikte, ne kendisine ne de başkalarına, ayet-i celilelerin delalet ettikleri
prensiplere ve kanunlara veya ayetlerden çıkan psikolojik ve sosyal bilimlere
vukufiyeti yasak kılmamiştır. Nitekim kendisinin yazdığı bazı surelerin
tefsirlerinde (Nur, Beyyine, Kafinin vb.) ve el-ubudiyye adlı eserinde ve daha
başka yerlerde, bu durum kendisini gösterir.
Bütün bu ilmi
kuşatıcılığı ve dikkati yanında, öyle gözüküyor ki O, alimlerce anlaşılmasında
müşkilat çekilen veya kendisi yordamıyla benzeri birçok ayetin anlaşılmasına
sebep teşkil eden ayetlerin tefsirlerini kaleme almaya özen göstermiş ve
müfessirlerin Kur'an-ı Kerim'in diğer kısımları hakkındaki söylediklerini sır
tekrardan ibaret olan bir çalışmadan kaçınmıştır.
İbn Reşik der ki:
"Hayatının
sonlarında hapishanede iken kendisine, sırasıyla tüm Kur'an surelerinin
tefsirini yazmasını mektupla rica etmiştim. Bana yazdığı cevabı mektupta
diyordu ki:
"Kur'an'da bir
kısım yerler var ki, anlamlan kendiliğinden anlaşılır. Bazı yerler de vardır
ki, bunları müfessir-ler, birçok kitaplar yazarak açıklamışlardır. Ama bazı
ayetler var ki, bunların tefsirleri, birçok alim için problem olmuştur. Bazan
öyle oluyor ki, insan bu tür ayetlerin tefsiri için müteaddit kitaplara baktığı
halde, manalarını anlamıyor! Ayrıca ben, bir ayetin tefsiriyle ilgili bir eser
kaleme almı-şımdır; ama bu eserimle, o ayetin benzeri başka ayetler açıklığa
kavuşmaktadır. Bu tür ayetleri tefsir etmekteki kastım, birçok Kur'an ayetinin
anlaşılmasına delil olması
içindir. Binaenaleyh,
bu tür ayetleri tefsir etmem, diğer birçoklarınkinden daha önemlidir. Zira, tek
bir ayetin manası açıklanınca, benzeri diğer ayetlerin de manaları açıklanmış
olur."
Öyle anlaşılıyor ki, O
hapishanede bazı mevzularda, konulu tefsir diyebileceğimiz bir eser yazmağa
başlamış ve artık ömrünün sonunda kendisine ağır gelmeye başlayan ve nihayet
vefatıyla sonuçlanan hapishane atmosferinde[2] Allah'ın
kendisine lütfettiği Kur'ani yeni anlayışlara ulaşmıştır. O bu konuda şöyle
der:
"Bu kez Allah
bana, Kur'an'ın manaları ve ilmin usulü hakkında çok şeyler lütfetti. Ki birçok
alim, böyle şeyleri temenni edegelmiştir. Vakitlerinin çoğunu, Kur'an'ın manaları
dışında zayi ettiğime pişman oldum."
Allah Şeyh'e rahmet
eylesin ve O'ndan razı olsun, halvet diye tanımladığı hapishanede, gerçekten
vaktinin çoğunu, her alimin muttali olmayı temenni ettiği Kur'ani manaları bulmak
için Allah'ın Kitabını araştırmağa, okumağa ve anlamağa ayırmıştı. Fakat İbn
Teymiyye'nin çektiklerini çekmeyen birinin, O'nun anladığı Kur'an'i manaları
ve ilmi metodolojiyi anlaması nasıl mümkün olur?
İbn Reşikderki:
"Şeyhülislam,
hapiste yazdıklarından az bir şeyi bize gönderdi; yönetim konusunda yazdığı
birçok şey, kitaplarını yanından çıkardıkları zaman, yöneticiler'in ellerinde
kalmıştır. Vefat ettiğinde, yöneticilerin ellerinden bulunan ve ondört torba
kadar tutan bu eserler, hala yöneticilerin ellerindedir." [3]
İbn Teymiyye ile
talebesi îbn Reşik arasında geçen yukarıda naklettiğimiz yazışma, Şeyh'in, tüm
Kur'an'ı içine alan bir tefsir yazmadığına delalet etmektedir. Her ne kadar îbn
Batuta bu konuda da zanna kapılarak İbn Teymiyye'nin el-Bahru'1-Muhit adında
yirmi cildlik bir Kur'an tefsiri yazdığını iddia etmişse de, durum hiç de öyle
değildir.
Bugün elimizde bulunan
güvenilir vesikalardan da, buna benzer bir zan hasıl olabilir. Mesela İbn
Abdilhadi el-Makdisi Şeyhin eserlerinden sözederken demektedir ki:
"Kur'an-ı Kerim
tefsirine ve eserlerini isnadlı olarak yazan selef müfessirlerinin görüşlerine
dair bir kitabı daha vardı ki, otuz ciltten fazladır."
Ancak bu ifadeye, îbn
Reşik'in yukarıda geçen sözlerini eklediğimiz zaman, burada geçen otuz cildten
maksadın, Şeyhülislam'ın tefsiri değil de, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi
selefin tefsirle ilgili kaynak olarak benimsenen görüşleri olduğu anlaşılır...
İbn Batuta'nın:
"İbn Teymiyye,
el-Bahru'1-Muhit adını verdiği tefsirini, birkaç yıl kaldığı hapishane
hayatında yazmış, sonra Melik Nasır tarafından salıverilmiştir" sözüne
gelince, O'nun bu söyledikleriyle, İbn Reşik'in, Şeyhülislam'dan, vefat ettiği
hapishane hayatında baştan sona bir Kur'an tefsiri yazmasını istemesi nasıl
te'lif edilebilir? Ayrıca, İbn teymiyye, ibn Reşik'e verdiği sözkonusu cevabı
nasıl vermiş olabilir?
Halbuki,
Şeyhülislam'ın elimizde bulunan tefsirleri, talebesi İbn Reşik'in,
müfessirlerce manaları kavranamayan ve müşkilat arzeden ayetler üzerinde
durduğuna dair Şeyh'inden naklettiği haberi te'yid etmektedir. Nitekim O,
mesela Nemi Suresi Tefsiri'nde ele aldığı bazı ayetlere başlarken:
"Bunlar, hiçbir
tefsir kitabında hatasız tefsiri bulunmayan ayetlerin tefsiridir"
demektedir. Bu konuda daha birçok deliller vardır; fakat burası yeri değildir.
Ayet ve sure olarak
İbn Teymiyye'nin tefsire dair eserleri çoktur. Bugün elimizde, bunlar dört
cilde ulaşmış bulunuyor.[4]
Kısa bazı surelerin
tefsirleri yanında İbn Teymiyye, bu eserlerini, bir kısım ayetlerin
tefsirlerini ihtiva eden risaleler halinde yahutta bir veya birkaç ayet
hakkında sorulan sorulara cevap olarak kaleme almıştır. [5]
Altı surenin (Ala,
Şems, Leyi, Alak, Tin, Kafirun) tefsirini ihtiva eden "Mecmuatü Tefsiri
Şeyhi'1-İslam" adındaki eserin naşiri Abdüssamed Şerefüddin'e göre bunlar,
Onun vefatıyla sonuçlanan hapishane hayatında yazdığı tefsirlerindendir.
Öte yandan
Şeyhülislam'm, bazı tefsirleri tanıtan ve onları değerlendirme ve tenkide tabi
tutan eserleri yanında, Kıraat ve Kur'an ilimlerine dair (örneğin
Emsalü'I-Kur'an, Ak-samü'l-Kur'an vb.) başka risaleleri de vardır. [6]
Elimizdeki bu risale
(Mukaddimetün fi Usuli't-Tefsir) îbn Teymiyye'nin tefsir ve tefsir usulü'ndeki
metodunu göstermesi bakamından yazdığı en mühim eserlerinden sayılır. Hatta bu
risale, mutlak olarak bu alanda yazılanların en önemlisidir. Merhum bu
risalesinde, Kur'an'm anlaşılmasına giden yolu açan, çeşitli görüş ve
rivayetler arasında tecih ve değerlendirme yapma usulünü tefsirciye gösteren ve
bu konuda onu hatalardan koruyan temel esasları ele almıştır.
Öyle gözüküyor ki İbn
Teymiyye bu risaleyi, yukarıda işaret ettiğimiz tarzda cuma günleri camide
verdiği tefsir derslerinden belli bir yol katettikten sonra yazmıştır. O bu
eseri, talebelerinden birinin, Şeyhülislam'dan, kendisim tefsirin metoduna
muttali kılmasını ve çeşitli batıl görüşlerle hak arasını ayırdedebileceği bir
usul ortaya koymasını rica etmesi üzerine yazmıştır. Galiba bu öğrenci,
Şeyh'in, belli başlı bir takım kural ve metodlara riayet ettiğini, tefsir
derslerinde bu prensiplerden hareket ettiğini ve bunları hiçbir zaman
çiğnemediğini, böylelikle, çeşitli durumlar ve farklı zamanlarda serdettiği
görüşlerinde ve dayandığı te'vİl tarzlarında çelişkiye düşmediğini anlamış ve
üstadından bu risaleyi yazmasını istemiş olmalıdır. Merhum şöyle der:
"Kardeşlerden
biri benden, Kur'an'in anlaşılması, tefsir ve manalarını kavranmasına yardım
eden, tefsir sahasındaki akli ve nakli ürünlerin hak olamyla olmayanı
birbirinden ayıran, görüşler arasını kesin olarak belirleyici delili ta'yin
eden bir mukaddime (giriş) yazmamı istedi..."
Şeyhülislam bu
risaleyi meydana getirirken, Tefsir ve Kur'an ilimleri konusunda kendisinden
önce yazılmış bulunan herhangi bir esere müracaat etmemiştir. Bu konuda kendisi
şöyle der:
"Bu mukaddime'yi,
Allah Teala'nin lütfettiği kolaylık öl-çüsünce muhtasar (özet) olarak zihnimden
yazdım. Doğru yola hidayet eden Allah'tır."
Bu ifadeler tbn
Teymiyye'nin metoduyla ilgili olarak yukarıda arzettiğimiz hususları bize çok seri
bir şekilde yansıtıyor. Gerçekten O'nun bu risalede belirttiği usul ve kaideler,
kendi kapsamlı bir şekilde uyguladığı bu metoddan atılım yapmaktadır. Bu
keyfiyeti, ana hatlarıyla aşağıda sunacağımız bu risalenin seri bir etüdü
ortaya koyacaktır. [7]
îbn Teymiyye bu risalesini
beş bölüme ayırmıştır: [8]
Bu bölümde şunları
anlatmaktadır: Rasulullah (s.a.v.). "Biz sana zikr'i indirdik ki,
insanlara ne indirildiğini açıklayasın." (Nahl: 16/44)
ayetine uyarak
ashabı'na Kur'an'ın manalarını, Kur'an'ın lafızlarım beyan ettiği gibi beyan
etmiştir. O bu görüşüne, bazı ayet ve haberleri delil göstermiş ve:
"Sahabenin Kur'an tef şirindeki ihtilafları çok azdır" sözünü de buna
bina etmiştir.
Burada şu hususa
işaret etmek yerinde olacaktır: îbn Teymiyye'nin: "Rasulullah (s.a.v.)
ashabma Kur'an'ın manalarını açıklamıştır" sözü, kendisinden önce
Taberi'nin:
"Rasulullah
(s.a.v.) Kur'an'dan, birkaç ayet hariç hiç tefsir yapmamıştır" mealinde
Rasulullah'tan (s.a.v.) rivayet edilen haberle ilgili olarak yaptığı dakik
yorumuyla uyuşmakta ve beraberlik arzetmektedir. Çünkü Taberi sözkonusu bu
haberle ilgili olarak demektedir ki:
"Bu rivayet,
bizim: 'Rasulullah'm (s.a.v.) açıklaması olmaksızın, Kur'an'ın bazı ayetlerinin
manalarının bilinemeyeceği' görüşümüzü doğrulamaktadır. Rasulullah'ın (s.a.v.)
tefsiri, Kur'an ayetlerinde mücmel (kapalı) olarak geçen emir ve nehiylerin,
helal ve haramların, hudud ve fera-izin ve Allah'ın diğer emirlerinin ayrıntılı
olarak açıklamasıdır. Bunlar, Kur'an'ın zahiri siyakı içerisinde mücmel olarak
bulundukları için, insanların, bunların açıklamalarına ihtiyaçları vardır.
İnsanlardan hiç kimse, Rasulullah'ın (s.a.v.) açıklaması olmadan bunları
bilemez.
Rasulullah ta
(s.a.v.), Allah Teala'nın kendisine vahye-derek öğretmesi olmaksızın bunları
bilemez. Bu ayetleri Rasulullah (s.a.v.), Cebrail'in kendisine öğretmesiyle
ashabına tefsir ederdi. Şüphesiz ki bu ayetler, önemli bir yekun teşkil
ediyordu. İşte, Allah'ın insanlara açıklanmasını Ra-sulullah'a (s.a.v.)
emrettiği mana budur. Allah Teala bu anlamda buyurmuştur ki:
"Biz sana zikri
indirdik ki, insanlara ne indirildiğini-açıklayasın. (Nahl: 16/44)
açıktır ki, İbn
Teymiyye'nin kısaca işaret ettiği mana da budur. Taberi aynı konuyla ilgili
olarak der ki:
"Rasulullah
(s.a.v.) birkaç ayet hariç, Kur'an'dan hiç tefsir yapmamıştır" şeklinde
Rasulullah'tan (s.a.v,) gelen haberi, şayet bazı kalın kafalıların dedikleri
gibi çok az sayıda bir kısım ayet ve lafızlar dışında Rasulullah (s.a.v.)
Kur'an'ı tefsir etmemiştir' diye anlarsak bu şu demek olur: "Kur'an
Rasulullah'a (s.a.v.), insanlara ne indirildiğini açıklamak için değil de, bu
açıklamaları insanların kendilerinin yapmaları için indirilmiştir!" [9]
Bu bölümde îbn Teymiyye,
(sadece sahabenin değil) selefin de tefsirde ihtilaflarının olduğunu anlatmış,
fakat bu ihtilafların çok olmadığını ifade etmiş, onların bu konudaki
ihtilaflarının sahih olanlarının çoğunun, çelişki ihtilafı değil, çeşni
ihtilafı olduğunu izah etmiş ve bunu, sahip bulunduğu dil, usul ve mantık
kültürüyle, dikkatli ve açık bir şekilde delilientjirmiştir. Bu bölümde nüzul
sebebi ve tefsir-ci açısından bunu bilmenin önemi üzerinde de durmuştur. [10]
Üçüncü bölümde,
çeşitli ekol ve metod'lara sahip bir ilim haline gelmesinden sonra tefsirdeki
ihtilafın asıl sebebi ve bunun nereden kaynaklandığı üzerinde durmuştur.
Birçok tefsir kitaplarının bulunmasına ve bunların çoğunun, fırkaların
etkisinde kalmış olmasına rağmen îbn Teymiyye bu ihtilafları şöylece iki
nevi'de toplamıştır:
a- Nakilden
doğan ve rivayete dayanan ihtilaflar,
b- İstidlal
(rey) metodlanndan kaynaklanan ihtilaflar.
O bu bölümde, sadece
birinci kısım üzerinde durarak, istidlal metodlanndan doğan ihtilafları, başlı
başına dördüncü bölümde ele almıştır.
İbn Teymiyye, nakil,
haberler ve bunların müfessirlerin ihtilaf etmelerine etkileri münasebetiyle,
hadis ilmi ve ıstılahlarının en nazik konularından birini sunduğu bu üçüncü
bölümde, bazı müfessirlerin, hiçbir faydası olmayan, doğrulukları konusunda da
hiçbir delil bulunmayan birtakım basit şeylerin nasıl peşine düştüklerini
anlatmış, aynı şekilde, israiliyyat konusuna seri bir şekilde değinmiş, sonra
da rivayet tefsiri'nin Mekke, Medine ve Küfe ekollerii ve bu ekollerin ileri gelen
müfessirlerin i zikretmiştir.
Bir hadisin sahih
olduğunu gösteren belirtiler ve doğruluğuna delalet eden işaretlerden (birçok
ünlü alimleri de ele alarak) uzunca bahsettikten sonra, bir hadisin uydurma olduğunu
belirten delillerden söz etmiş ve tefsire giren uydurma rivayetlerden bir
kısmına değinmiştir. İbn Teymiyye'nin şimşek hızıyla serdettiği bu kısa
rivayetler, bizi, bazıları hakkında geniş dipnotlar koymağa mecbur
bırakmıştır. Yine O, böylesi uydurma rivayetleri terviç eden bir kısım müfessir-leri
de eleştirmiştir. [11]
Yukarıda da işaret
ettiğimiz gibi, bu holümü İbn Teymiy-ye, tefsirdeki ihtilafın sebeplerinden
ikincisini teşkil eden istidlal ve rey'e dayanan ihtilaflara ayırmıştır. O, bu
konudaki hata ve sapmaların, ancak sahabe, tabiun ve tebeu tabiin tefsirinden
sonra meydana geldiğini söylemiştir. O'na göre, bu tür ihtilafın İçine iki
zümre düşmüştür. Birinciler, birtakım anlam ve düşüncelere peşinen inanıp,
bunları Kur'an lafızlarına yüklemek istemişler, ikinciler de, Kur'an'ı indiren
Allah Teala'ya, kendisine Kur'an inen zat'a (Rasulullah'a) ve Kur'an'a muhatap
olan insanlara bakmaksızın, Allah'ın Kitabı'nı, sırf arapça konuşan insanların
(Arapların), konuşmalarında kasdetmeleri caiz ve mümkün olan manalara
dayanarak tefsir etmişlerdir.
Şeyhülislam, bu her
iki zümrenin metodları ve bu metod-larm ayrıntılarını verirken, öylesine üstün
bir izah tarzı ortaya koymuştur ki, hangi çeşidi olursa olsun tefsir'le ve
genel olarak İslam kültürü'yle ilgilenen hiç kimse, O'nun bu açıklamalarından
müstağni kalamaz.
O bu bölümde,
Mu'tezile'nin tefsirlerinden ve onların, tefsirlerini üzerine bina ettikleri
itikad esaslarından bahseder. Onların kitapları, bilhassa Zemahşeri'nin
Keşşafı hakkındaki görüşünü söyler. Sonra Kur'an-ı Kerim'i, hakikati dışında
te'vil eden Rafıziler'in, feylesofların ve Karmatiler'in sapıklıklarına
ilişerek, bütün bu fırkaların sapmalarına yol açması konusunda Mutezile'nin
büyük sorumluluğuna işaret eder.
Yine bu bölümde, her
ne kadar o en küçük gevşeklik ve eğriliğe müsamaha etmeyen metodunun
eleştirisinden kurtulamamış! arsa da, sünnet'e ve cemaat'e uygun gördüğü bazı
tefsirlere işaret eder. Şeyhülislam, sufiler'in, vaizlerin ve benzeri ekollerin
tefsirlerine temas ederek bu bölüme son verir.
İbn Teymiyye'nin
metodunu ve O'nun muHtelif düşüncelere sahip bilginlerle fırka mensupları
hakkında hem günümüzde hem de asırlar boyu geçerli olagelen esaslı hükmünü
çok açık şekilde belirten en kıymetli bölüm, risalesinin bu bölümüîsolsa
gerektir. Belli fikirlere peşinen saplanıp ta, sonra bunları Kur'an ayetlerine
yüklemeğe kalkışan kimselere insan şaşıyor! Kendi düşüncelerini Kur'an
uydu-racakları, tefsirin temel vasıtası ile (yani Kur'an'in İndiği dil ile) ve
tefsir konusunda selefin Ölçüleri ile Allah'ın Kitabına eğilecekleri yerde,
nasıl da Kur'an'i kendi düşüncele .1-ne ve önyargılarına uydurmağa
çalışıyorlar! Onların bu düşüncelerinin, bir kısım kimselerce din olarak
benimsenmesi ve ayetlerin bu fikirlere uydurulmak için çürük te'villjr ve
kördüğüm mecazlarla çekilip söndürülmesi ise, daha da hayreti muciptir! Doğrusu
İbn Teymiyye, bu kısa ve az sözlerle, îslam tarihinde fırka ve heva ehli
içerisindeki ihtilafın temel sebeplerinden en önde gelenine parmak basmıştır. [12]
Kur'an tefsirinde
düşülen hata, ihtilaf ve sapmaların sebeplerini ortaya koyduktan sonra nihayet
İbn Teymiyye, tefsirde en doğru ve en güzel yolu açıklamağa geçer ve böylelikle
yapıcı müsbet metodu'nun safhalarını sunmaya koyulur. Gerçi, önceki bölümde
serdettiği tenkidçi mütalaaları, okuyucuya, burada sunmaya başladığı metoduna
giden yolun yansını katettirmiştir! İbn Teymiyye bir gerçek olarak tefsirde en
sıhhatli yolun, Kur'an'm yine Kur'an'la tefsiri olduğunu söyler. Çünkü, bir
yerde mücmel ve kısa olarak geçen bazı hususlar, bir başka yerde açıklanmakta
ve tafsilatıyla anlatılmaktadır. Şu bir hakikattir ki, bir ayeti, bulunduğu
yerde kendi başına ve müstakil olarak ele alıp, ilgili bulunduğu konuyu,
Kur'an'da geçtiği diğer yerlerden araştırmamak, hatta bazan ayeti siyak'mdan ve
nazmından kopararak ele almak, birçok müfessir ve yorumcuyu önemli hatalara
düşürmüştür. İbn Teymiyye, Kur'an'in Kur'an'Ia tefsirinden sonra en sahih
yolun, Kur'an'm Siinnet'Ie tefsir edilmesi olduğunu, çünkü sünnetin Kur'an'ı
şerhettiğini, sünnetten sonra ashabın kavillerinin geldiğini zira ashabın,
Kur'an-ı Kerim'in inişine şahit olmaları, aynca mükemmel bir anlayış ve
sıhhatli bir bilgiye sahip bulunmaları sebebiyle Kur'an'ı daha iyi bildiklerini
anlatır.
İbn Teymiyye bu
bölümün kalan kısmını, ashab-ı ki-ram'in özellikle İbn Mes'ud ve İbn Abbas'm
Kur'an tefsi-rindeki yerlerinden bahse ayırır. Daha sonra, onlardan nakledilen
israili rivayetlere geçer ve bu münasebetle, israili haberlerin kısımlarını ve
bunlar karşısında red veya kabul cihetinden alınması gereken tavrı anlatır. [13]
Bir ayetin tefsirine
Kur'an, Sünnet ve Sahabe sözlerinde rastlanmadığında başvurulan tabiun
kavillerine gelince, îbn Teymiyye, risalesinin son bölümünü bu hususa ayırmış
ve birçok imamın, böyle durumlarda tabiilerin mesela Mücahid b. Cebr -ki, O'nun
tefsirdeki yerine genişçe temas etmiştir-, Katade, Said b. Cübeyr, Hasan
el-Basri, Said b. el-Müseyyib, İkrime, Ata b. Ebi Rebah vb. in görüşlerine müracaat
ettiklerini anlatmıştır. O'na göre, ihtilaflarının çoğu çeşni (tenevvu')
ihtilafı olan tabiilerin tefsirdeki sözlerine başvurmak, onların icma ettikleri
bir konuda kaçınılmazdır.
İbn Teymiyye bu
bölümünün, dolayısıyla risalesinin sonunda salt rey ile Kur'an'ı tefsir etme
konusunu ele alarak, bunun haram olduğunu söyler ve bu hususta seleften, Kur'an'ı
rey ile tefsir etmeye şiddetle karşı çıkan birçok sözler nakleder; sonra bu
nakillerle Kur'an'ı re'yi ile tefsir eden selefin tutumu arasında herhangi bir
çelişkinin olmadığını izah eder. Müfessirlerin sultanı Taberi'den nakledilen
rivayet münasebetiyle doğabilecek yanlış anlamaları gidermek amacıyla, o kısma
açıklayıcı dipnotlar düştüm. [14]
İbn Teymiyye'nin,
yukarıda anlattığım gibi, öncelik ve orijinalliği olan bu risalesi, tefsir ve
Kur'an ilimleriyle meşgul olanlara büyük çapta tesir etmiştir. Şeyhülislam'in
talebesi Hafız İbn Kesir, değerli rivayet tefsirinin girişine bu risalenin,
"Tefsirde En Güzel Metodun Ne Olduğunu" açıklayan son iki bölümünü,
harfi harfine almıştır.
İmam Zerkeşi ile
Suyuti de, kitaplarında, bu risaleden-yararlanmışiardır. Zerkeşi yer yer, İbn
Kesir'in yaptığı gibi veya Onunkine yakın tarzda alıntılar yapmış hatta Suyuti,
"el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'an" adlı eserinin 78. maddesi'ni teşkil eden:
"Ma'rifetü Şuruti'l-Mufessir ve Adabuhu: Tef-sircide Bulunması Gereken
Şartlar ve Onun Uyması Gereken Kurallar" bahsinde, İbn Teymiyye'nin
risalesinin en önemli bülümünü özetlemiştir. Suyuti (r.a.) sözkonusu bölüm
altında işlenen bilgileri içine alan diğer bazı kitaplara bakma arzusu
olmasaydı, herhalde onu tamamen alıntılamak istiyordu. O, özetleyerek yaptığı
bu nakli, "İbn Teymiyye'nin sözleri burada bitti; gerçekten
nefistir" diyerek bitirir.[15]
Şeyh Muhammed Ragıb
et-Tabbah (r.a.) in "es-Sekafe-tü'1-İslamiyye: İslam Kültürü" adlı
kitabında (s. 100-108), bu risalenin başka bir nüshasını görüyoruz. Tabbah bu
özeti verirken, "Tefsirdeki ihtilafların sebepleri ve tefsirde en güzel
usul konusunda yazılanların en güzelidir" der. Merhum, şunları söyler:
"Biz,
ihtilafların ser epleri ve tefsirde en güzel metodun ne olduğu konusunda toplu
bir bilgi verecek kadarıyla ondan alıntıda balunuyot az. Bu hususta daha geniş
bilgi isteyenler, "Mukaddime"ye başvursunlar; yeterli bilgi orada vardır."
Tabbah müfessirlerin tabakaları konusunda bilgi verirken de İbn Teymiyye'nin
risalesine dayanmıştır.
Büyük Üstad Muhammed
Behce el-Beytar'ın bu risale hakkuıdaki düşüncelerinden bir nebze olsun
bahsetmeden geçemeyeceğim. Allah (c.c.) üstadımızı korusun, diyor ki:
"İbn Teymiyye'nin
bu risalesi, O'nun ilim okyanusundan coşan bir seldir. Kendisinin de dediği
gibi, bu risaleyi zihnînden, kalbinin en kıymetli incileri olarak yazmıştır.
O'nun bu risalesi selefimizin Kur'an'ı araştırma ve anlama hususunda bize
bıraktıkları külliyattan altın bir safha, tefsir ve tefsir terminolojisinin
bazı problemlerini çözüme kavuşturan bir kaynak ve sana, müfessirlerin ve
onların eserlerinin en doğru olanını gösteren ve peşin birtakım inanç ve
usullere saplanarak Allah'ın kelamını ve Rasulü'nün sünnetini bunlar ışığında
yorumlayan tarafgirlere karşı seni uyaran bir eserdir.[16]
BismiIIahirrahmanirrahim.
Rabbi yessir
velatüassir ve en birahmetik
Hamd Allah'adır.
Yardımı O'ndan ister, mağfireti O'ndan dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve
amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse
sap-tıramaz ve Allah'ın saptırdığını da kimse hidayete getiremez. Yalnız ve
ortaksız olan Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in (s.a.v.), Allah'ın
Kulu ve Elçisi olduğuna tanıklık ederim.
İmdi, kardeşlerden
biri benden, Kur'an'm anlaşılmasına, tefsir ve manasının kavranmasına yardım
eden, bu konudaki akli ve nakli ürünlerin hak olanı ile olmayanını birbirinden
ayıran, görüşler arasını kesin olarak belirleyici delil'i ta'yin eden bir
mukaddime (giriş) yazmamı istedi. Çünkü, tefsir konusunda yazılmış olan
kitaplar, doğru-yanhş bilgilerle doludur, ilim, ya ma'sum bir zat'tan gelen
"doğrulanmış nakil"dir; yahutta bilmen bir delille sabit olan sözdür.
Bunun dışındakiler, ya kalp ve sahte oldukları bilinen sözlerdir; ya da doğru
mu yanlış mı oldukları bilinmeyen şeylerdir. Ümmetin Kur'an'i anlamağa olan
ihtiyacı ise çok büyüktür. O Kur'an ki:
"Allah'ın
kopmayan ipi, hikmet dolu öğütü ve dosdoğru yoludur. Öyle bir Kur'an ki,
düşünce ve arzular O'nun sayesinde eğrilmez. Diller O'nun sayesinde dolaşmaz.
Ne kadar tekrar edilse eskimez. Harika güzellikleri bitmez tükenmez. Alimler
O'na doymaz. Onunla söylenen doğruyu söyler. O'nunla amel eden mükafat alır.
O'nunla hükmeden adil olur. O'na çağıran Sırat-ı Müstakim'e ulaştırılır. Hangi
zorba O'nu terkederse, Allah onun belini kırar. Hidayeti O'ndan başkasında
arayanı Allah delalete düşürür.[17]
Allah Teala
buyurmuştur ki:
"Artık benden
size bir hidayet geldiği zaman, ona kim tabi olursa, o ne sapıklığa düşer, ne
de bedbaht olur. Benim zikr'imden yüz çevirene ise, sıkıntılı bir hayat vardır.
Onu kıyamet günü kör olarak hasredeceğiz. O vakit diyecek ki: 'Rabbim, ben
görürdüm, niçin beni kör hasrettin?' O zaman Rabbi ona diyecek ki: 'İşte
böyle; sana ayetlerimiz gelmişti de, onları unutmuştun. Bugün de sen böyle
unutulacaksın." (Taha: 20/123-126)
"Andolsun size
Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah, rızasına uyanları
onunla selamet yollarına eriştirir. Onları karanlıklardan nura kendi izniyle
çıkarır ve doğru yola iletir." (Maide: 5/15-16)
"Bir kitap ki,
rablerinin izniyle insanları karanlıklardan nura, Aziz ve Hamid'in yoluna
çıkarasm diye indirdik.» (İbrahim:
14/1)
"İşte böyle sana
biz, emrimizden bir ruh vahyettik ki, sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin.
Ama onu biz, kendisiyle, kullarımızdan dilediklerimizi hidayete ulaştıracağımız
bir nur kıldık. Ve sen gerçekten doğru yola çağırıyorsun. (Şura: 42/52-53)
Bu mukaddimeyi, Allah
Teala'nın lütfettiği kolaylık nisbetinde özet olarak zihnimden yazdım. Doğru
yola hidayet eden ancak Allah'tır. [18]
Şu bilinmeJedir ki,
Rasulullah (s.a. v.) ashabına Kur'an 'm manalarım, onun lafızlarım nasıl
açılcladıysa öyle açıklamıştır. Çünkü Allah Teala'nın:
"Biz sana zikr'i
indirdik ki, insanlara ne indirildiğini açıklayanın. (NahI: 16/44)
ayeti, hem lafzın, hem
de mananın açıklanmasını içine alır.
Ebu Abdirrahman
es-Sülemi demiştir ki:
"Osman b. Affan
ve Abdullah b. Mes'ud gibi, bize Kur'an okutanlar bildirmişlerdir ki, onlar
Rasulullah'tan (s.a.v.), on ayet'i ilim ve amelce öğrenmeden geçmezlermiş.
Onlar bize dediler ki:
"Bizler Kur'an'ı
ilim ve amel birlikte öğrendik.[19]
Bundan dolayıdır ki,
onlar, bir sureyi bellemek için uzun bir sure o sure üzerinde dururlardı.
Enes (r.a.) şöyle
demiştir:
"Bizim
zamanımızda birisi Bakara ve Al-iîmran surelerini okduğu zaman gözümüzde
büyürdü. [20]
Abdullah b. Ömer,
Bakara suresini öğrenmek hıfzetmek için birkaç yılını- bir rivayete göre sekiz
yılını vermiştir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedir.[21]
Allah kendilerinden
razı olsun, onlar Kur'an üzerinde bu derece önemle duruyorlardı. Çünkü Allah
Teala şöyle buyurmuştur:
"Bu mübarek bir
kitaptır ki, ayetleri üzerinde iyice düşünsünler diye onu sana indirdik. (Sad:
37/29)
"Kur'an üzerinde
iyice düşünmüyorlar mı? (Nisa: 4/28)
Bu ayetlerde sözkonusu
edilen iyi düşünme (tedebbür)ün herhangi bir söz üzerinde olabilmesi, o sözün
manalarını anlamadan olmaz.
Yine Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
"Onu Arapça bir
Kur'an olarak indirdik ki, akıl erdiresiniz. (Yusuf: 12/2)
Bir söze akıl erdirmek
için, onu anlamak icabeder.
Malumdur ki,
söylenilen her söz, manası anlaşılsın diye söylenir. Hele hele Kur'an bunun
için inmiştir. Bir kavmin, tıp, hesap gibi ilmin herhangi bir dalına ait bir
kitabı okuyup da onu anlamak istememeleri düşünülemez! Öyleyse, insanları
hatalardan korumak, onları dünya ve aherette mutluluğa ulaştırmak gayesiyle
indirilen Allah'ın sözü, nasıl olur da anlaşılmak için okunmaz?!
Rasulullah'ın (s.a.v.)
sahabeye Kur'an'ı açıklaması sebebiyledir ki, onların Kur'an tefsirindeki
ihtilafları çok azdır. Tabiiler arasındaki tefsir ihtilafları ise,
sahabeninkinden çok olmakla beraber, kendilerinden sonra gelenlerinkin-den daha
azdır. Herhangi bir çağ, ne kadar şerefli ve faziletli olmuşsa, orada
birlik-beraberlik, ilim ve beyan, diğer asırlardan o kadar çok olmuştur!
Tabiiler içerisinde,
tefsirin tamamını sahabe'den öğrenenler olmuştur. Nitekim Mücahid demiştir ki:
"Bütün mushafı,
her ayet üzerinde soru sorarak ve durdurarak îbn Abbas'tan okudum.[22] Bu
sebepledir ki Sevri şöyle demiştir: "Tefsir Mücahid'ten geldi mi sana
kafidir! [23] Bu nedenle Şafii ve
Buhari gibi ilim ehli, imam Ahmed gibi tefsir yazarları, Mücahid'e itimad etmiş
ve ondan rivayette bulunmuşlardır, Mücahid'ten gelen bir rivayetin, çeşitli
tarikleri vardır. Halbuki, tabiilerin diğerlerine ait rivayetlerde bu kadar
çok tekerrür eden îsnadlar yoktur.
Demek oluyor ki,
tabiiler, sahabeden, sünnet ilmini aldıkları gibi, tefsir ilmini de
almışlardır. Gerçi onların Kur'an tefsirinde, istinbat ve istidlal (rey ve
dirayet) yoluyla fikir beyan ettikleri de olmuştur. Nitekim, bir kısım
sünnetler hakkında da, istinbat ve istidlalce söz söylemişlerdir. [24]
Selefin tefsirdeki
ihtilafları azdır. Onların ahkamdaki ihtilafları, tefsirdeki ihtilaflarından
daha çoktur. Ayrıca onlardan sahih olarak gelen ihtilafların çoğu, neticede
çelişki (tezad) ihtilafı değil, çeşni (tenevvü) ihtilafıdır.[25]
Selefin bu tür
ihtilafları, iki sınıfta toplanabilir. [26]
Onlardan herbiri
maksadını, arkadaşının kullandığı ifadeden başka bir ifadeyle anlatmıştır.
Müsemma (zat, konu) aynı olmakla beraber, birisi onda bulunan bir manayı, diğeri
de başka bir manayı ifade etmiştir. Tıpkı müteradiflerle mütebayinler arasında
yer alan mütekafi' isimlerde olduğu gibi.
Nitekim seyf (kılıç)
için hem sarim, hem de mühenned ismi kullanılmıştır. Bu tıpkı, Allah Teala'nın
esmay-ı hüsna'sıyla, Rasuhıllah'm (s.a.v.) ve Kur'an-ı Kerim'in isimlerindeki
durum gibidir. Şöyle ki, Allah'ın bütün isimleri tek bir müsemma (zat) ya
delalet eder. Dolayısıyla O'na esma-i hüsnasmdan birisiyle dua etmek, diğer bir
ismiyle O'na dua etmeğe zıt düşmez. Aksine:
"De ki, ister
Allah deyin, ister Rahman! Hangisiyle O'na dua ederseniz, en güzel isimler
O'nundur."
(İsra: 17/110)
ayetinde belirtildiği
üzere, Allah Teala'ya güzel isimlerinden herhangi biriyle dua edilebilir ve
O'nun isimlerinden herbiri, hem O'nun zatına, hem de o ismin içerdiği sıfata delalet
eder. Mesela alim ismi gibi ki, bu hem Allah Teala'mn zatına, hem de O'nun
bilme sıfatına delalet eder. Kadir: Hem Allah'ın zatına hem kudret sıfatına,
Rahim: Hem Allah'ın zatına hem de O'nun rahmet sıfatına delalet eder. Allah'ın
isimlerinin sıfatlarına delaletini inkar eden bir kısım zahir iddiacıların
sözleri, "Allah'a ne diridir denilebilir; ne de diri değildir
denilebilir" diyen sıpık Batıni Karma-tiler'in sözleri kabilindendir ki
bunlar (bilindiği gibi) naki-zeyn'i Allah'tan nefyederler, Bu Batıni
Karmatiler, mesela zamirjer gibi salt alem (özel isim) haline gelmiş olan isimleri
inkar etmezler, fakat O'nun esma-i hüsnası içerisinde bulunan isbat
sıfatlarını inkar ederler. Binanaleyh, onlarla aynı amaçta birleşen aşırı
zahircîler, bu noktada sapık Batıni'lerle birleşmiş oluyorlar. Maamafih bu
konunun yeri burası değildir.[27]
Demek oluyor ki,
Allah'ın isimlerinden herbiri, O'nun hem zatına, hem o isimde bulunan sıfatına,
hem de lüzum tankıyla diğer bir ismindeki sıfatına delalet eder.
Muhamnıed, Ahmed,
Mahi, Haşir, Akıb gibi Rasulullah'm (s.a.v.) isimlerinde de durum böyledir. [28]
Kur'an-ı Kerim'e ait
Kıır'an, Furkan, Hûda, Şifa, Beyan, Kitab vb. isimler de böyledir.
Bu durumda:
a- Eğer soru
soran kimse müsemma'nm tayinini istiyorsa ona1, hangisi olursa olsun müsemma,
bildiği isimlerinden birisiyle iade edilir. Maamafih isim bazan alem (özel
isim), bazan da sıfat olabilir. Mesela biri sorsa:
"Kim benim
zikr'imden yüzçevirirse, ona sıkıntılı bir hayat vardır..." (Taha:
20/124)
ayetinde geçen Allah'ın
Zikr'inden maksat nedir?
O kimseye cevap olarak
(mesela) "Kur'an'dır" veya "İndirdiği kitaplardır"
denilir. Çünkü zikr sözü mastardır. Mastar bazan failine, bazan da mefulüne
muzaf olur. Şayet burada Allah'ın zikri ikinci manada (zikr'in mefulüne muzaf
olması takdirinde) alınırsa, kul'un: "sübhanallah, elhamdülillah,
lalilahe illallah, Allahuekber" demesi gibi, zikredilen şey olur. Birinci
manada (zikr'in failine muzaf olması takdirinde) alınırsa, o takdirde mana:
"Allah'ın kendi zikrettiği (söylediği şey) yani Allah'ın sözü" demek
olur ki, bu ayette kastedilen anlam budur. Çünkü, bundan önce:
"Artık benden
size bir hidayet geldiği zaman, ona kim tabi olursa, ne sapıklığa düşer, ne de
bedbaht olur."
(Taha: 20/123)
buyruluyor ki, orada
geçen hidayet, Allah'ın indirdiği zikr'dir. Devamında da Duyuruluyor ki:
"Benim zikrimden
yüzçevirene ise, sıkıntılı bir hayat vardır. On kıyamet günü kör olarak
hasredeceğiz. O vakit diyecek ki: 'Rabbim, ben görürdüm; neden beni kör
hasrettin?' O zaman: 'İşte' diyecek Rabbi, "sana ayetlerimiz gelmişti de,
sen onları unutmuştun. Bugün de sen öyle unutulacaksın. (Taha: 20/124-126)
Şu demek oluyor ki,
zikr'in, Allah'ın indirdiği sözü veya kulun O'nu anması olduğu anlaşılıyor. Bu
nedenle, Allah'ın zikrinden maksat: "Allah'ın Kitabıdır" veya
"sözüdür" veya "hidayetidir" veya buna benzer şeyler
denilse farket-mez; çünkü müsemma (konu, şey, zat) aynıdır.
b- Şayet
soran kimse, isimde mevcut olan ona ait sıfatı öğrenmek istiyorsa, o takdirde,
müsemmanın belirtilmesine ilave olarak, yeteri kadar açıklama yapmak dahi
gerekir. Mesela:
"O Kuddüstür,
Selam'dır, Mü'min'dir" ayetinde kastedilenin Allah Teala olduğu malumdur.
Ancak kişi, Allah'ın Kuddüs, Selam ve Mü'min olmasının ne demek olduğunu soruyorsa,
bu isimlerin ifade ettiği sıfatları ona açıklamak lazım gelir.
Bu husus böylece
bilinince, demek oluyor ki, selef çoğu kez, herhangi bir müsemmayı, onun aynına
delalet eden bir tabirle (her ne kadar bu tabirde müsemmanın diğer isminde
bulunmayan sıfat ve manalar bulunsa da) ifade etmişlerdir. Mesela seleften
birinin: "Ahmed: Haşir, Mahi ve Akıb'tir" veya "Kuddus: Gafur ve
Rahim'dir" demesi gibi, ki buralarda müsemma tektir; yoksa, bu sıfat öteki
sıfatın aynı demek değildir!
Bilinmelidir ki, bu
tür farklı izahlar, bazılarının sandığı gibi çelişki (tezad) ihtilafı değildir.
Buna, selefin Sırat'ı Müstakim'i tefsir edişlerini örnek gösterebiliriz. Şöyle
ki:
Onlardan kimi:
"Sırat-ı Müstakim Kur'an'dır, yani ona tabi olmaktır" demişlerdir;
çünkü Tirmizi ve çeşitli tariklerle Ebu Nuaym, Alî'den (r.a.) şu hadisi
rivayet etmişlerdir:
"O, Allah'ın
kopmayan ipidir. Hikmet dolu öğüt ve sırat-ı müstakimdir.[29]
Kimileri de:
"Sırat-ı Müstakim İslam'dır" demişlerdir. Çünkü, Tirmizi ve
diğerleri, Nevvas b. Sem'a'ndan, şu hadisi rivayet etmişlerdir:
"Allah Teala
şöyle bir misal vermiştir: İki tarafında iki duvar uzanan bir doğru yol
(sırat-ı müstakim.) Her iki duvarda da, açık duran birtakım kapılar. Kapılarda
perdeler çekilir. Bir da'vetçi, yolun yukarısından, diğeri de yolun başından
çağırmakta. Burada doğru yol (sırat-ı müstakim.) İslam, yolun iki kenarındaki
duvarlar Allah'ın sınırları (hu-dudullah), açık kapılar Allah'ın yasakları,
yolun başındaki davetçi Allah'ın Kitabı, yolun yukansındaki da'vetçi de, her
mü'minin kalbindeki Allah'ın öğütçüsüdür.[30]
Bu her iki görüş de
birbirine uymaktadır. Çünkü, İslam Dini demek Kur'an'a uymak demektir. Şu kadar
var ki, bu iki tefsirden herbiri, diğerinde bulunmayan başka bir özelliğe
dikkat çekmiştir. Yine sırat sözü, bir üçüncü Özelliğe de işaret etmektedir[31]
"Sırat-ı Müstakim: Sünnet ve cemaattir" veya "Kulluk
yoludur" veya "Allah ve rasulü'ne itaattir" vb. tefsirler de
böyledir. Hakikatte, hepsi tek bir zata işaret etmişlerdir. Şu kadar var ki,
herbiri on ayrı bir sıfatıyla anlatmışlardır.
[32]
Selefin ihtilaflarının
ikinci kısmına gelince, bu da şöyledir: Onlardan herbiri amm (genel) bir ismin
bazı nevilerine, anlatılmak istenen şeyin umumi ve hususi bütün özelliklerini
içine alacak tam bir tarif şeklinde değil de, dinleyiciye tür hakkında fikir
verecek bir misal şeklinde işaret etmişlerdir. Bu, hubz (ekmek) sözünün ne
anlama geldiğini (hangi müsemmaya delalet ettiğini) soran Arapça bilmeyen
birine bir ragif (çörek) göstererek: "İşte budur" diye cevap vermeğe
benzer ki, burada sadece çöreğe değil, ekmeğin bir türüne de işaret edilmiş
olur.
"Sonra biz,
kullarımızdan seçtiklerimizi Kitab'a varis kıldık. Derken onlardan kimi
kendine zulmeden (zalim), kimi orta giden (muktesid), kimi de hayırlarda önde
giden (sabık) oldu. (Fatır: 35/32)
ayetinin tefsiri
hakkında gelen rivayetler, bu konuya misaldir. Malumdur ki, "kendine
zulmeden-zalim" sözü, "farzları yapmayan ve haramları işleyen"
anlamını ifade eder. "Orta giden muktesid" sözü, "farzları
işleyen, haramları terkeden" anlamını içine alır. "Önde giden
-sabık" sözünün kapsamına ise, "hayırda herkesi geçerek, farzlarla
beraber haseneleri işlemek suretiyle Allah'a yaklaşanlar" girer. Dolayısıyla,
muktesidler. Ashabü'l-Yemin ve sabikun da Mu-karrebün- Allah'a en yakın
kullar'dır.
Sonra selef, bunu taat
türleri için de söylemişlerdir. Mesela onlardan biri şöyle demiştir:
Sabık: Namazı ilk
vaktinde kılan,
Muktesid: Namazı vakti
içinde kılan,
Zalim: İkindi
namazını, güneşin kızarma zamanına kadar geciktiren."
Bir diğeri de şöyle
demiştir:
"Sabık, Muktesid
ve Zalim'i Allah Teala Bakara suresinin sonunda söz konusu etmiştir. Şöyle ki
O, sadaka vermekle muhsin, faiz yemekle zalim ve alışverişteki hakkaniyetiyle
adil olan kimseleri anlatmıştır.[33] İnsanlar
mal konusunda ya muhsin yaadil ya da zalim olurlar. Böyle olunca sabık: Hem
farz olan zekatını, hem de müstahab olan diğer sadakaları yerli yerince veren,
zalim: Faiz yiyen veya zekatını vermeyen, muktesid: Üzerine farz olan zekatı
vermekle yetinen ve faizden kaçınan kimsedir." vb...
İmdi, konunun herhangi
bir türüne değinen her görüş, ayetin kapsamı içerisindedir ve bunlar,
dinleyenlere, söz konusu meselelerin, ayetin şümulüne girdiğini belirtmek ve
benzeri diğer konulara da dikkatleri çekmek için söylenmiştir. Çünkü misal ile
anlatım, tanım ile anlatımdan daha kolay anlaşılabilir.[34] Ve
akl-ı selim, çörek gösterilerek: "îşte ekmek budur" denildiğinde
nasıl anlıyorsa, misal ile anlatıldığında türü böyle kavrar. [35]
Selefin: "Bu ayet
şu hususta inmiştir" şeklindeki sözleri de birçok kez bu kabilden
Örnekleme tefsir tazında olabilmektedir. Bilhassa, tefsirlerde kişi adlan
verilerek geçen nüzul sebepleriyle ilgili sözler böyledir. Mesela:
"Zıhar ayeti,
Sabit b. Kays b. Şemmas'in hanımı hakkında nazil olmuştur. [36] Lian
âyeti, Uveymir el-Aclani veya Hilal b. Ümeyye hakkında nazil olmuştur.[37]
Kelale ayeti Ca-bir b. Abdillah hakkında[38]nazil
olmuştur.
"Onların arasında
Allah'ın İndirdiği ile hükmet." (Maide: 5/49) [39]
ayeti, Beni Kureyza ve
Beni Nadir Yahudileri hakkında nazil olmuştur.
"Kim o gün
arkasını dönüp savaşırsa..." (Enfal: 8/16) [40] ayeti,
Bedr savaşı ile ilgilidir.
"Ey iman edenler,
birinize ölüm gelince, vasiyet sırasında içinizden iki adil kişi aranızda
şahitlik etsin. Ya da, yeryüzünde yolculuk ederken başınıza ölüm gelirse, sizden
olmayan iki kişi şahidlik etsin..."
(Maide: 5/106-108)[41]
Temim ed-Dari ile Adiy
b. Bedda hakkında nazil olmuştur. Yine:
"Kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın,"
ayeti, Ebu Eyyüb'un
anlattığı üzere, Ensar hakkında nazil olmuştur. [42]
Selefin buna benzer,
"şu ayet Mekke'de müşriklerden falanca kavim hakkında veya Ehl-i Kitaptan
falancalar hakkında nazil olmuştur" şeklinde birçok sözleri vardır. Fakat
şurası unutulmamalıdır ki, bunları söyleyenler hiçbir zaman, bu ayetlerin
sadece ilgili şahıslara has olduğunu ve başkalarını İlgilendirmediğini
söylemek istememişlerdir. Çünkü, ne bir müslüman, ne de akıl sahibi herhangi
bir kimse bunu söylemez.
Her ne kadar alimler:
"Hususi bir sebeple gelen umumi bir lafzın sözkonusu sebebe has olup
olmadığında" ihtilaf etmişlerse de, hiçbir İslam alimi, Kitap ve Sünnetin
umumi lafızlarının muayyen bir şahsa has olduğunu söylememişlerdir. Bu konuda
selefin söylediklerinden maksad şudur:
"Bu ayet veya
hadis, bu şahıs gibilere has olup, bu şahsın durumunda olanlara da şamildir;
(fakat) bunlarda lafız itibariyle bir umumluk yoktur." Dolayısıyla, belli
bir sebeple gelen bir ayet, eğer bir emir veya nehiy ise, hem ilgili o şahsı,
hem de aynı durumdaki diğer şahısları içine alır. Eğer bir övme veya yerme
ifade eden bir haber ise, yine hem ilgili.kişiyi, hem de aynı durumdaki
kimseleri içine alır.[43]
Nüzul sebebini bilmek,
ayeti anlamağa yardım eder. Çünkü sebebi bilmek, müsebbebi (sebebe bağlı olan
şeyi)
bilmeyi sağte'Bunuff
içindir lâr "Kişinin4i«igi niyetle yemin ettiği bilinmediği zaman,
yemininin sebebine ve o yemini meydana getiren hadiseye bakılır"
şeklindeki görüş, bu konuda fukahaya ait iki görüşten en doğru olanıdır.
Selefin: "Bu ayet
şu hususta nazil olmuştur" şeklindeki sözlerinden, bazan nüzul sebebi
kastedilir; bazen de nüzul sebebi olmamakla beraber bu husus ayetin şümulüne
girer ki bu, senin "Bu ayetle kastölunan şudur" demen kabilindendir,»
Alimler: "Bu ayet
şu hususta nazil olmuştur" şeklinde sa-habi sözünün, nüzul sebebi bildiren
sahabi sözü gibi müsned mi, yoksa sahibinin kendisine ait müsned olmayan
(mevkuf) bir tefsir mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir.[44]
Buhari bunu
müsned'lere dahil ederken, başkaları dahil etmemişlerdir. [45]
Müsned hadis mecmualarının çoğu mesela îmanı Ahmed ve diğerlerinin kitapları,
bu ıstılaha göredir.[46]
Halbuki, ardından bir ayetin nazil olduğu bir sebebi ifade eden sahabi sözü
böyle olmayıp, bütün alimlerce bunlar müsned kabul edilmiştir. Hal böyle
olunca, onlardan birinin: "Bu ayet şu hususta nazil oldu" şeklindeki
sözü, bir diğerinin "bu hususta nazil oldu" demesine aykırı
değildir; tabii ki sözkonusu ayetin lafzı her ikisini de içine alıyorsa. Nitekim
yukarıda, örnekleme tefsir tarzı konusunda bunu söylemiştik.
Onlardan biri, ayetin
bir sebeple, diğeri ise başka bir sebeple indiğini söylese, ikisinin de doğru
olması mümkündür. Çünkü ayet, bütün bu sebeplerin hepsinin ardından inmiş de
olabilir: Bir kez bu sebeple, bir kez de şu sebeple olmak üzere iki kez nazil
olmuş da olabilir. [47]
îşte, tefsir türü
olarak anlattığımız bu iki kısım, yani isim vesıfatlardan doğan çeşitlilikle,
müsemmanın bazı nevilerini misal olarak vermekten doğan çeşitlilik, selefin
tefsirinde büyük bir kısmı oluşturmakta ve aslında ihtilaf olmadığı halde
ihtilaf zannedilmektedir. [48]
Seleften gelen bir
başka ihtilaf çeşidi daha vardır ki[49] bu lafzın
iki manaya ihtimalinden doğmaktadır. Bu da iki şekilde olabilir.
a- Ya
kelimenin dilde müşterek bir lafız olmasındandır. Mesela kasvera kelimesi gibi
ki, hem atıcı-avcı, hem de arslan, manasına gelir.[50]Yine,
hem gecenin gelmekte olduğunu, hem de gitmekte olduğunu ifade eden as'ase
lafzı da böyledir. [51]
b-Ya da
lafız aslında mütevatı' (muvatı) [52]
olmakla beraber, onunla, iki tür veya şahıstan birinin kastedilmesindendir.
Mesela;
"Sonra yaklaştı
ve sarktı. Onunla arasındaki mesafe, iki yay kadar yahut daha az kaldı. (Necm:
53/9)[53] ayetindeki
zamirler ve "el-Fecr", "ve'ş-Şef'i ve'1-Vetr", "ve
Leyalin aşr"[54]
lafızları ve bunlara benzer daha başka kelimeler böyledir.
Bu gibi durumlarda
selefin verdiği manaların hepsinin birden kastedilmiş olması bazan caiz
olabilir; bazan da caiz olmayabilir. Her iki mananın da caiz ve mümkün olmasl
şu hallerdedir:
1- Ayet iki
kere nazil olmuş, dolayısıyla birincide bir mana, ikincide de diğer mana murad
edilmiş olabilir.
2- Lafız
müşterek olur ve her iki mana da caiz ve murad edilmiş olabilir. Çünkü,
müşterek lafızlarda bu durum Maliki, Şafii ve Hanbeli fukahasmin çoğu ve
kelamcılann ekserisi caiz görmüşlerdir. [55]
3- Lafız
mütevatı' olur; dolayısıla anım'dır ve tahsisini gerektiren bir karine de
bulunmadığı için amm olarak kalır. Bu tür bir lafızda, lafzın muhtemel
bulunduğu iki görüş de sahih olursa, o takdirde lafız, ikinci şıktan olur. [56]
Seleften gelen ve
bazılarınca ihtilaf zannedilen bir tür daha vardır ki[57] o
da, selefin müteradif (eş anlamlı) değil de, mütekarib (yakın anlamlı)
lafızlarla, ayet-i kerimelerin manalarını ifade etmeleridir. Şu bir gerçektir
ki, müteradif lafızlar dilde azdır; Kur'an-ı Kerim'de ise ya nadiren vardır ya
da hiç yoktur. Bir lafzın yerine, onun bütün manalarını karşılayacak müteradif
başka bir lafzm kullanıldığı azdır. Gerçekte bu iki lafız, manaca birbirinin
aynı (müteradifi) değil, fakat mütekaribi (yakın anlamlı sı) dır. işte bu
durum, Kur'an'daki i'cazın sebeplerindendir. Mesela: "Yevmete-muru's-semau
mevran: "Gök o gün bîr çalkalanış çalkalanır ki!" ayetinde mevr:
"Hareket etmek demektir" denildiğinde, bu mana yaklaşık (takribi)
bir manadır. Çünkü mevr, çok hızlı ve hafif hareket demektir.[58] Yine
vahy bildirmek (i'lam) demektir, veya "Övhayna ileyke: Sana
vah-yettik" demek, "Enzelna ileyke: Sana indirdik" demektir veya
"Ve kadayna ile beni İsraile[59]
demek, "İsrail oğullarına bildirdik (a'lemna)" demektir; gibi
tefsirler de böyledir. Yani, bunlar hep yaklaşık (takribi) manalardır; yoksa
hakiki (tam) manalar değildir. Çünkü vahy: Ani ve gizli bildirmedir. "Ve
kadayna ile beni İsraile" derken, kada'nm i'lam (bildirme)dan daha özel ve
değişik bir manası vardır. Çünkü bunda, "onlara inzal ve vahyetme"
anlamları mevcuttur. Araplar bir fiile başka bir fiilin anlamım yüklerler ve
onu o fiil tarzında geçişli (müteaddi) yaparlar. Bu durumu, bir har(i cerr)in
yerini başka bir harfin tuttuğu şeklinde değir-lendirenler, bundan dolayıdır ki
yanılmışlardır. Mesela: "Le kad zalemeke bi suali na'cetike ila niacihi:
"Davud dedi ki: Andolsun, o senin koyununu kendi koyununa katmayı
istemekle sana haksızlık etmiştir."
(Sad: /24) ve: Men
ensari llallah:
"Allah'a giden
yolda kim benim yardımcılarım?" (Al-iîmran:3/52)
ayet-i celilelerindeki
"ila'(e, a, ye, ya) harf-i cerri yerine "mea" edatını
geçirerek, "Mea niacihi" ve "Meallahi" gibi anlam verenler
(tefsir edenler) yanılmışlardır.
Gerçekte ise
buralarda, Basralı dilcilerin dedikleri gibi tazmin[60]
vardı. Yani "Koyun isteme: Süalü'n-Na'ce; Onu alıp kendi koyunları içinde
katma (cem 'uha ve dammuha iJa niacihi)" anlamım tazammun etmektedir.
Yine: "Ve in Kadu
le yeftinüneke anillezi evhayna iley-ke:
"Az kalsın onlar
seni, sana vahyettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize isnad etmen için
yanıltıyorlardı."
(İsra: 17/73)
ayetinde yeftinüneke;
seni yanıltıyorlardı" lafzına" "Yez-ğuneke ve yesudduneke: Seni
yamultup uzaklaştınyorlardı" anlamı tazmin edilmiş (yüklenmiş)tir.
"Ve nasarnahu
mine'l-kavmillezine kezzebu bi ayetina:
"O'na,
ayetlerimizi yalanlayanlara karşı yardım ettik ve onu onların ellerinden
kurtardık." (Enbiya: 21/77)
ayetinde nasarnahu:
Ona yardım ettik" fiiline, "Neccey-nahu ve hallasnahu" anlamı
yüklenmiştir.
Yeşrabu
bihaibadullahi:
"Allah'ın kulları
onu içer ve kanarlar." (İnsan: 76/6) ayetinde de, "Yeşrabu biha: Onu
içerler" fiiline, "Yervi biha: Onunla kanarlar", manası tazmin
edilmiştir. Bunun benzerleri çoktur. Mesela:
1- Kim ki:
"La raybe: La şekke (şüphe yoktur) anlamındadır" demişse, bu, lafzın
tam karşılığı değil, takribi manasıdır. Çünkü rayb'de, ızdırab (titreme) ve
hareket manası vardır. Nitekim: "Da'ma yuribuke ila ma la yuribuke: Seni
şüpheye düşüren (içini tırmalayan ve rahatsız eden) şeyi bırak, şüphe vermeyen
şeye bak (yönel)[61] buyrulmuştur. Hadis-i
Şerifte: ennehu merra bi zaybin hakıfin, fekale: 'La yuribuhu ehadun':
Rasulullah (s.a.v.) (ve beraberindekiler) bir geyiğe rastladılar; hayvan
başını ayaklarının arasına koymuş uyuyordu. Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Kimse onu
devindirmesin (kaldırmasın ve rahatsız etmesin.) [62]
Hasılı yakin: Sükûnet
ve gönül rahatlığı anlamını ifade eder; rayb de bunun zıddıdır. Her ne kadar
şekk lafzı da iltizam (gereklilik) yoluyla bu anlamı ifade eder"
denilmiş-se de, şekk kelimesi lafız itibariyle buna delalet etmez.
2-
"Zalike'l-Kitabu: Haze'l-Kur'anu" demektir, denildiğinde de anlam
yine yaklaşık olup tam değildir. Çünkü burada kendisine işaret edilen Kur'an
kelimesi her ne kadar tek (müfred) ise de haza (bu) kelimesiyle işaret, mevcuda
ve hazıradır. Halbuki zalike, uzak ve gaip olana işaret içindir. Sonra
el-Kitab lafzı, "okunan, açıklanan, zahir olan" anlamındaki
el-Kur'an lafzını ihtiva etmediği" yazılıp biraraya getirilmiş ve
toplanmış" anlamını ihtiva etmektedir. Bu tür şeyler Kur' an-ı Kerim' de
mevcuttur.
3- Onlardan
biri: ve zekkir bini en tubsele nesün bima kesebet:
"Sen Kur'an'Ia
(onlara) şunu hatırlat ki, bir kimsenin yakası, yaptığı işin eline teslim
edilmeye görsün, artık onun, Allah'tan başka ne bir dostu, ne de bir şefaatçisi
kalmaz." (En 'am: 6/70)
ayetindeki
"tübsele'yi "tühbese: hapsedilmek", bir diğeri "turnene:
rehin bırakılmak, teslim edilmek" diye tefsir ettiğinde, aradaki
farklılık çelişki (tezad) ihtilafı sayılmaz. Her ne kadar, her mahpus her
zaman rehin olmasa da. Bu gibi tefsir ve izahlar, yukarılarda ifade ettiğimiz
gibi, takribi (yaklaşık) yorumlardır.
Selefin bu tür
açıklamalarını bir araya getirmek, gerçekten mühim ve yararlı bir iştir. Çünkü
onların ibarelerinin tümü, kastedilen anlamı onların bir veya ikisinin
ibaresinden daha açık ifade eder.
Bununla beraber
onların, ahkamda olduğu gibi tefsir de de az da olsa gerçekten birtakım
ihtilaflarının olduğu muhakkaktır. Nitekim, umumiyetle insanların (alimlerin)
ihtilaf etmek zorunda kaldıkları birtakım umumi meselelerin olduğunu
biliyoruz. Hatta bu kabil ihtilaflar, hem halk hem de alimlerce tevatür
derecesinde bilinen şeylerdir. Mesela namazların [63]sayıları,
rekatların miktarı, namaz vakitleri, zekatın hisse ve taisabı, Ramazan ayının
tayini, tavaf, vakfe, şeytan taşlama, mikatlar ve diğer konulardaki ihtilaflar,
bu konuda birer örnektir. Sonra, sahabenin, Ölen kimsenin dedesiyle beraber
bulunan kardeşleri hakkında, müştereke meselesinde ve benzeri diğer hususlarda
ihtilaf etmiş olmalan, bırakınız insanların muhtaç oldukları (temel) feraiz konularını,
feraiz meselelerinin genelinde (ayrıntılarında) bile şüphe meydana getirmez.
(Bilindiği gibi) feraiz ilminin temel konuları: Ölenin baba ve oğullarından
ibaret nesep amudu (usûl ve ftirü), kelale'nin erkek ve kız kardeşleri, bir de
ölenin kadın varisleri, mesela zevceleri'dir. Çünkü Ce-nab-ı Hak feraiz
konusunda tafsilatlıüç ayet indirmiştir, birincisinde usûl ve fürü'un,
ikincisinde -karı, koca ve anabir kardeşler gibi- ashab-ı feraiz olarak varis
olanların, üçüncüsünde de asabe olarak varis olan ana-baba bir ve baba bir
kardeşlerin hisselerini açıklamıştır.[64]Dede ile
kardeşler'in mirasçı olarak birarada bulunmaları, nadir bir olay olduğu için,
İslam'da ancak Rasulullah'ın (s.a.v.) vefatından sonra vuku bulmuştur.
Maamafih Selef,
delilin gizliliği nedeniyle gözden kaçması, onu işitmemiş olmaları, nassı
anlamada yanlışlık yapmaları ve daha kuvvetli muhalif bir delilin varlığı
kanaatine sahip bulunmaları gibi sebeplerden dolayı da gerçek anlamda ihtilaf
etmişlerdir. Fakat bizim burada amacımız, ayrıntıya girmeden meseleye kısaca
değinmektir. [65]
Tefsirde iki çeşit
ihtilaf vardır. Biri nakil'den doğan, diğeri de naklin dışında meydana gelen
ihtilafın1. Çünkü, ilim, ya doğruluğu meydana çıkmış sahih bir nakil, veya
hakiki bir akıl yürütme (istidlal)dir. Nakil de, ya ma'sum'dan ya da ma'sum
olmayandan gelir. [66]
Şunu ifade edelim ki,
nakil ister ma'sum'dan gelsin, isterse ma'sum olmayandan gelsin-ki burada bizi
ilgilendiren birincisidir- bunlar içerisinde sahih ve zayıf olanlarını tanımak
imkanına sahip olduklarımız vardır; tanımamıza imkan bulunmayanlar vardır.
Kesin olarak
hangisinin doğru olduğunu bilme imkanına sahip bulunmadığımız ikinci tür
ihtilafların çoğu, herhangi bir faydası olmayan şeylerdir; dolayısıyla bunlar
üzerinde durmak faydasızdır.
Allah Teala,
müslümanların tanımak mecburiyetinde oldukları rivayetlerin doğru olanlarını
gösteren deliller ortaya koymuştur. Herhangi bir faydası olmayan ve içlerinden
hangilerinin doğru olduğuna dair bir delil de bulunmayan ihtilaf türüne
şunları misal verebiliriz:
Ashab-ı Ktehf in
köpeğinin rengi, Musa (a.s.) zamanında kimin tarafından öldürüldüğü bilinmeyen
maktule, kesilen sığırın hangi uzvunun vurulduğu, Nuh'un (a.s.) gemisinin
büyüklüğünün ne kadar olduğu ve hangi ağaçtan yapıldığı, Hızır'ın öldürdüğü
oğlan çocuğunun adının ne olduğu vb.[67]
Bu gibi hususları,
naklin dışında bir yolla bilmek mümkün değildir. Bunlar içerisinde,
Rasulullah'tan (s.a.v.) sahih olarak nakledilenler de vardır. Mesela, Musa'nın
(a.s.) beraber olduğu kimsenin adının Hızır olduğu. Dolayısıyla bu kabilden
olanlar bilinir.
Bir de, böyle olmayan,
üstelik Kitap Ehli'nden nakledilen rivayetler vardır. Mesela Ka'bu'l-ahbar,
Vehb b. Müneb-bih, Muhammed b. İshak gibi[68]
Ehl-i Kitap'tan nakil yapan kimselerden gelen rivayetler böyledir ki, herhangi
bir başka hüccet olmaksızın bu tür haberleri tasdik veya tekzip mümkün
değildi. Nitekim Rasulullah'tan (s.a.v.) sahih olarak rivayet edilen hadiste
buyrulmuştur ki:
"Size Ehl-i Kitap
birşey söylediğinde, ne doğrulayın, ne yalanlayın. Zira, olabilir ki, size
hakkı söylerler de onu yalanlarsınız yahut batılı söylerler de onu doğrularsınız![69]
Kendileri her ne kadar
Kitap Ehlinden aldıklarını söylememiş iseler de, bazı tabijler'den yapılan
rivayetler de böyledir. Tabiilerin bir meselede ihtilafları varsa, onların
görüşlerinden biri diğerine karşı hüccet olamaz. Gönül bu konuda, Sahabeden
gelen sahih bir nakle, Tabiun'dan gelen nakilden daha fazla yatar. Çünkü
sahabi'nin onu Rasulul-lah'tan (s.a.v.) işiten birinden duymuş olması ihtimali
çok kuvvetlidir ve çünkü sahabe'nin Kitap Ehli'nden nakil yapması,
Tabiiler'inkinden daha azdır. Üstelik, ehl-i Kitabı tesdik etmekten
nehyedilmişlerken, bir. sahabinin kesin olarak söylediği bir söz hakkında nasıl
olur da; "O bunu Ehl-i Kitap'tan almıştır" denilebilir?
Hasılı, içlerinden
hangisinin sahih olduğu bilinmeyen ve o konuda birtakım görüşler nakletmenin
bir fayda vermediği ihtilaflı bir mesele, doğruluğuna dair delil bulunmayan hadis
ve rivayetleri tanımak kabilindendir.
Sahih olanlarını bilme
imkanı bulunan birinci kısım rivayetlere gelince, (dinde) ihtiyaç duyulan
hususlarda bunlar Allah'a şükür ki mevcuttur. Tefsir, hadis ve megazi konusunda,
Rasulullah (s.a.v.) ve diğer peygamberlerden Allah'ın salat ve selamı onlara
olsun- nakledilen birçok rivayetler vardır. Ki sahih nakiller bunları te'yid
etmektedir. Hatta bu, nakle dayalı olan ve naklin dışında diğer yollarla
bilinen konularda da mevcuttur. Şunu demek istiyoruz ki, Allah Teala, dinde
kendilerine ihtiyaç duyulan nakillerin sahih olanlarını ve olmayanlarını
gösteren deliller ortaya koymuştur. [70]
Malumdur ki, tefsirle
ilgili olarak naklediler. rivayetlerin çoğu, megazi[71] ve
melahim[72]
konusundaki rivayetler gibidir. Nitekim İmam Ahmed şöyle demiştir:
"Üç şey vardır
ki, bunların isnadlan mevcut değildir: Tefsir, melehim ve megazi." Bu
üçünün aslı yoktur" diye de rivayet vardır ki, "İsnadı yoktur"
anlamındadır. [73]
Çünkü bu üç konuda
rivayet edilenlerin çoğu mürsel haberlerdir. Mesela Urve b. Zübeyr,[74]
Şa'bi[75]
Zühri[76] Musa
b. Ukbe[77] ve
İbn İshak'ın[78] ve bunlardan sonra gelen
Yahya b. Said el-Emevi[79]
Velid b. Müslim[80] Vakıdi[81] ve
diğer megazi yazarlarının rivayetleri böyledir.
Meğazi'yi en İyi
bilenler Medinelüer, sonra Şamlılar, daha sonra da Iraklılardır. Medinelilerin
megaziyi en iyi bilmelerinin sebebi, bütün bu olayların onların yanında cereyan
etmiş olmasındandır. Şamlılar İse, cihad ve savaş insanları olmaları
sebebiyle, cihad ve siyer konusunda, başkalarının bilmediklerini bilirler.
Bundan dolayıdır ki, Ebu İshak el-Fizari'nin[82] bu
konuda yazmış olduğu kitabınm herkesçe büyük bir değeri vardır ve el-Evzai[83] bu konuda diğer memleketler bilginlerinden
daha alim telakki edilmiştir. [84]
Tefsire gelince, bunu
en iyi bilenler Mekkelilerdir. Zira onlar îbn Abbas'ın talebeleridir. Mesela
Mücahid, Ata b. Ebi Rebah, İbn Abbas'ın azadlısı İkrime, Tavus, Ebu'ş-Şa'sa,
Sa-id b. Cübeyr ve diğerleri... [85] Abdullah b. Mes'ud'un talebeleri olan
Kufeliler de böyledir.[86]Onların
tefsirde, re'y ve ic-tihad bakımından, başkalarına üstünlükleri vardır. Yine
Medineli alimler de tefsiri iyi bilirler. Mesela Zeyd b. Eşlem bunlardandır
ki, kendisinden, oğlu Abdurrahman b. Zeyd, irham Malik ve Abdullah b. Vehb, [87]
tefsir öğrenmişlerdir. [88]
Tarikleri birden çok
olduğu ve bu tarikler kasdi bir anlaşma veya tesadüfi bir ittifaktan hali
bulunduğu zaman mürsel'ler[89]
kesinlikle şahindir. Çünkü bir nakil, ya habere uygun bir doğru'dur, ya sahibi
tarafından uydurulmuş bir yalandır, yahut ta sahibinin hata ettiği bir
yanılgı'dır. Dolayısıyla nakil, kasdi bir yalandan ve bir de hatadan salim
olunca, şüphesiz ki sahihtir.
Hadis, iki veya daha
fazla cihetten geldiği zaman bakılır; şayet haberi verenlerin bunu uydurmada
ittifak etmedikleri (anlaşmadıkları) ve böyle bir ittifakın tesadüfü olarak da
meydana gelmediği bilinirse, bu hadis sahihtir. Mesela bir kimse gelerek, bir
olay hakkında ayrıntılı birtakım söz ve işlerden bahseder, sonra da, bu
kimseyle anlaşmadığı bilinen bir başkası da gelerek o kimsenin anlattığı söz ve
işlere benzer ayrıntılardan bahsederse, kesin olarak bilinir ki, bu olay ana
çizgileriyle doğrudur.
Bu iki şahıstan
herbiri, bile bile yahut yanlışlıkla uydurmuş olamaz. Çünkü, birbirleriyle
anlaşmaksızın nakletmelerine adeten (normalde) imkan olmayan bir tafsilat, iki
ayrı kimse tarafından ortaya konulamaz. Gerçekte bir kimsenin, bir beyitlik
şiir yazması (nazmetmesi), bir başkasının da tesadüfen aynı beyti inşa etmesi
veya bir kimsenin bir yalan uydurup, başkasının da tesadüfen aynı yalanı
düzmesi ba-zan mümkündür. Fakat bir kimsenin yazdığı, çeşitli konular ve
sanatlarla dolu ve belli bir kafiye ile yazdığı uzun bir kasidenin, bütün
uzunluğuyla ve aynı lafız ve manalarla bir başkası tarafından da yazılması,
adeten mümkün değildir; olsa olsa, bu şahıs kasideyi diğerinden almıştır.
Bunun gibi, bir kimse, içerisinde çeşitli konular bulunan uzunca bir söz
(hadis) nakletse, aynı hadisi bir başkası da nakletse, bu durumda, ya ikisi bu
hadisi anlaşıp uydurmuşlardır, yahut biri diğerinden almıştır veya bu hadis
sahihtir.
Mürselliği veya
ravisinin zayıflığı sebebiyle tek başına yeterli olmasa da bir naklin, genel
çizgileriyle doğru olduğu, çeşitli tariklerden gelmesiyle işte bu usullı -.linir.
Ancak, rivayetlerdeki
lafız ve'incelik'ler ı tesbiti, bu metodla olmaz. Böylesi bir konuda, lafız ve
incelikleri tes-bit eden (başka) bir usule ihtiyaç vardır. Nitekim, Bedir
gazvesinin vukuu ve uhud savaşından Önce olduğu, tevatür'le sabittir. Hatta
Hamza, Ali ve Ubeyde b. Haris'in Utbe, Şeybe ve Velid'e karşı teke tek çıkıp
Ali'nin Velid'i, Hamza'nır da rakibini öldürdüğü kat'iyetle sabittir. Fakat
Hamza'nır: öldürdüğü kimsenin Utbe mi, yoksa Şeybe mi olduğunda şüphe vardır.[90]
Sözkonusu ettiğimiz bu ilke/metod'un bilinmesi gerekir. Çünkü bu, hadis,
tefsir ve megazi konusunda gelen nakillerin ve insanlardan nakledilen söz ve
fiillerin ve benzeri diğer rivayetlerin birçoğunun kesinliğe kavuşmasında
yararlı bir prensiptir. [91]
Bunun içindir ki,
birbirlerinden almadıkları sabit olan iki kimse vasıtasıyla Rasulullah'tan
(s.a.v.) rivayet edilen bir hadis, kesin olarak doğrudur. Hele hele
nakledenler, bile bile yalan söylemeyen kimselerden iseler... Böyle bir durumda
ancak, içlerinden birinin unutma veya yanılma ihtimalinden endişe edilebilir.
Çünkü sahabeden İbn
Mes'ud, Übey b. Ka'b, İbn Ömer, Cabir, Ebu Said, Ebu Hureyre ve diğerlerini
tanıyan bir kimse yakinen bilir ki, -bırakınız daha üst derecede olanlarını-
bunlardan hiçbiri, kasden Rasulullah'a (s.a.v.) yalan isnadında bulunmaz. Bu
husus, bir kimsenin uzun süre tecrübe ederek ve içini-dışını öğrenerek, bir
kişinin hırsız, yol kesici, yalancı şahid Vs. olmadığını tesbit etmesine
benzer. [92]
Medine, Mekke ve
Basra'da yaşayan tabiiler için de durum aynıdır. Ebu Salih es-Semman, el-A'rec,
Süleyman b. Yesar, Zeyd b. Eşlem[93] ve benzerlerini
tanıyan bir insan, bırakınız Muhammed b. Şirin, Kasim b. Muhammed, Said b.
el-Müseyyib, Ebu Ubeyde es-Selmani, Alkame, el-Esved[94] gibi
üst derecede bulunanların bu kimselerin bile bile yalan hadis uydurmayan
kişiler olduklarını kesin olarak bilir.
Bunlardan herhangi
birinin, ancak yanılma ve unutmasından endişe edilebilir. Çünkü yanılma ve
unutma, insanoğluna çokça arız olabilir. Ancak insanların, bu gibi arızalardan
fevkalade uzak bildikleri hadis hafızları da vardır. Mesela Şa'bi, Zuhri,
Urve, Katade, Sevri[95]ve
emsallerinin, hele hele çağlarında Zühri'nin [96]yanıldığı
görülmemiştir. [97]
Hasılı, herhangi bir
ittifak ve anlaşma sözkonusu olmaksızın değişik iki kaynaktan rivayet edilen
uzun bir hadisin yalan olması nasıl ki mümkün değilse, yanlış (galat) olması
da mükün değildir. Çünkü, içerisinde çeşitli bilgiler bulunan uzun bir
anlatımda galat olmaz; ancak bir kısmında olabilir. Çünkü, uzun ve çeşitli
hususları içeren bir kıssayı bir kimse rivayet ettiğinde, onun aynını
birbaşkasi da rivayet etmişse ve ortada herhangi bir anlaşma da yoksa, bu
rivayetin tümün bir galat (yanlışlık)ın olması mümkün değildir; tıpkı herhangi
bir anlaşma sözkonusu olmadan rivayet edilen hadisin tamamının yalan
olmayacağı gibi.
Bundan dolayıdır ki,
böylesi hadislerde ancak, kıssada geçen olayın bir kısmında galat olabilir.
Mesela Rasulullah'ın (s.a.v.), Cabir'den deve satın alması olayını anlatan
hadis böyledir. Bir kimse bu hadisin tarikleri üzerinde iyi düşünürse şunu
kesin olarak anlar ki, hadis sahihtir; her ne kadar devenin fiatınm ne kadar
olduğunda raviler ihtilaf etmişseler de... Gerçi Buhari, Sahih'inde (fiat
konusunu da) açıklamıştır. [98]
Buhari ve Müslim'deki
hadislerin geneli, Rasulullah'a (s.a.v.) ait oldukları kesin olan sözlerdir;
çünkü bu rivayetlerin çoğunluğu bu kabil (kesin) hadislerdir. Ve çünkü,
bunları ilim ehli kabul ve tasdik ederek benimsemiş ve almıştır. Ümmetin ise
hata üzerinde birleşmesi mümkün değildir.[99]
Bundan dolayıdır ki,
her kesimden ilim ehlinin cumhuruna göre, ümmetin tasdik ve amel ederek kabul
ettiği ha-beri vahid, ameli gerektirir. (Vacip kılar). Ebu Hanife, Malik,
Şafii ve Ahmed'in ashabından olan fıkıh usulü yazarlarının söyledikleri budur.
Sadece müteahhirun'dan küçük bir zümre, bun inkar eden bir grup kelamcıya
uymuştur. Fakat kelamcılann çoğu bu konuda fukaha, hadisçiler ve selefe
uymuşlardır.[100]
Ebu İshak ve İbn
Fureki gibi Eş'arılerin çoğunun görüşü de budur. Fakat ibnü'I-Bakıllani bunu
reddetmiş ve Ebu'l-Meali, Ebu Hamid, İbn Akil, İbnu'l-Cevzi, İbnü'l-Hatib,
Amidi ve benzerleri de O'na tabi olmuşlardır. İlk görüşü zikredenler,
Şafiilerden Şeyh Ebu Hamid, ebu't-Tayyib ve Ebu îshak gibi imamlar,
Malikilerden Kadı Abdülvehhab gibi alimler, Hanefilerden Şemsüddin es-Serahsi ve
benzerleri ve Hanbelileden de Ebu Ya'la, Ebu'l, Hattab, Ebu'l-Hasen b.
ez-Zağuni ve benzeri bilginlerdir. Bir haberin tasdikinde icma etmek onun
kesinliğini gerektirir derken, hadis bilginlerinin icmaını kastediyoruz; çünkü
bu konuda onların icmaı muteberdir. Nitekim, ahkam (fıkıh) konusunda da,
emirleri, yasaklan ve mubahları bilginlerin (fukahanın) icmaı muteberdir. [101]
Şunu anlatmak
istiyoruz ki, adeten (normalde) herhangi bir danışma ve anlaşma olmadan bir
hadisin birden fazla tarikten gelmesi, rivayetteki içeriğe ilmilik kazandırır.
Şu kadar var ki, bu tür rivayetlerden, daha çok ravilerin durumları hakkında
ihtisası olanlar faydalanabilirler. Meçhul ve hafızası kötü ravilerin
rivayetlerinden, mürsel vb. hadislerden, bu gibi durumlarda istifade edilir.
Bundan dolayıdır ki, ilim ehli, böylesi hadisleri yazarlar ve "başka şeye
elverişli olmayan, şevahid ve i'tibar'a elverişli olur" derler.[102]
İmam Ahmed: "Ben
bazan, bir ravinin rivayetini itibar için yazarım" demiş ve buna, Mısır
kadısı Abdullah b. Lehia'yı[103]
örnek göstermiştir. Şöyle ki, tbn Lehia insanların en hayırlısı ve en çok
hadise sahip olanı iken, kitaplarının yanması yüzünden son rivayet ettiği
hadislerinde yanlışlıklar yapmış, bu sebepten de, bu hadisleri i'tibar ve
istişhad'ta kullanılır olmuştur. Çoğu kez O ve Leys b. Sa'd birbirlerine
yakındırlar. Leys de hadiste sağlam bir hüccet ve imamdır. [104]
Yine onlar, hafızası
iyi olmayanın hadisiyle istişhad ve itibar ederler. Aynı şekilde onlar, güvenilir
(sika), doğru (saduk) ve zaptı iyi olan ravilerin hadisleri içerisinden,
kendilerince yanlışlıkları sabit olan bazılarını, bir kısım nokta-i nazarları
delil göstererek zayıf kabul ederler ve buna ilmü İlel'i-1 Hadis adını verirler
ki, bu ilim, onların en değer verdikleri bir ilim dalıdır.[105]
Mesela güvenilir ve
zaptı iyi bir ravi, rivayet ettiği hadiste yanlışlık yapar; onun bu
yanlışlığı, bazan açık nedenlerle belli olur. Nitekim İbn Abbas'm:
"Rasulullah (s.a.y.) Meymune ile ihramli iken izdivaç etti" ve
"Rasulullah (s.a.v.) Ka'be'ye girdi, dua etti ama namaz kılmadı"
şeklindeki rivayetlerinde yaptığı yanlışlığı tesbit etmişlerdir. Çünkü onlar,
Rasulullah'ın (s.a.v.) Meymune ile izdivaç ettiğinde ihramlı olmadığını ve
Beyt-i Haram'da iki rekat namaz kıldığını biliyorlardı. [106]
Aynı şekilde hadisçiler,
Rasulullah'ın (s.a.v.)
dört umre yaptığını bildikleri için, İbn Ömer'in: "Rasulullah (s.a.v.)
Receb ayında umre yapmıştır" şeklindeki rivayetinde yanıldığını tesbit
etmişlerdir.[107] Yine Rasulullah'ın
(s.a.v.) veda haccında güvenlik içerisinde temettü yaptığım[108]büdiklerinden,
Osman'ın (r.a.)
Ali'ye söylediği:
"O gün korku içindeydik" sözünde yanıldığını tesbit eîmişlerdir.
Buhari'deki tariklerden birinde yer alan şu hadiste de galat vardır:
"Cehennem dolmak bilmez; nihayet Allah Teala onun için yeni yaratıklar
hal-keder, (böylece) Cehennem dolar.[109] Bu
tür örnekler çoktur. [110]
îlim adamları,
hadisler karşısında iki gruptur. Bir grup, kelamcilarla onlar gibi
düşünenlerdir ki, bunlar hadis ilminden ve rical bilgisindenuzak kimselerdir.
Hadislerin sahih olanlarıyla zayıf olanlarını birbirinden ayırmazlar. İlim
eh-lince sıhhat ve katiyetlerinde şüphe olmayan, sahih ve doğrulukları kesin
olan hadislerden şüphe ederler.
Bir de, hadislere uyan
ve onlarla amel edenler diye bilinen bir grup daha vardır ki, onlar, ne zaman
güvenilir bir ravi tarafından rivayet edilmiş olan bir söz bulurlar ve görünüşte
sahih isnadı olan bir hadis görürlerse, onu ilim ehlinin kesin olarak sahih
kabul ettikleri türden sayarlar. Hatta, meşhur ve sahih bir habere ters
düştüğünü gördüklerinde, çürük te'villere girişirler veya onu kendileri için
ilmi meseleler için delil kabul ederler. Halbuki, hadis ilminin mütehasıslan
bilmektedirler ki, böylesi haberler galat (yanlış) tır. [111]
Nasıl ki bir hadisin
üzerinde bazan onun kesin olarak sahih olduğunu gösteren birtakım deliller
bulunursa, aynı şekilde bir hadis üzerinde onun kesin olarak mevzu olduğunu
gösteren deliller de bulunur. Mesela, bid'at ve ifrat düşkünü olan hadis uydurucı
ların, fezail konusunda[112]
rivayet ettikleri hadislerin uydurma olduğunun kesin bilinmesi böyledir. Aşura
günü hakkında ve daha başka konulardaki hadisler birer örnektir. Mesela bu
hadislerden birinde:
"Kim iki rekat
namaz kılarsa, şu kadar peygamber ecri alır.[113]denilmektedir.
Tefsirde bu kabil
mevzu hadisler büyük bir yekun tutar. Mesela Sa'lebi, Vahidi ve Zemahşeri'nin,
Kur'an'ın herbir suresinin faziletiyle ilgili rivayet ettikleri hadis de
böyledir ki, sözkonusu bu hadis, ilim ehlinin ittifakıyla mevzudur.[114]
Sa'Iebi, şahsiyet
olarak dindar ve salih bir insan olmakla beraber, sanki geceleyin odun
toplayan biridir; tefsirlerde doğru-yanhş ne bulduysa kitabına almıştır.
Talebesi Vahidi'ye
gelince, Arap dilini Sa'lebi'den daha iyi bilmekle beraber, sağlamlık ve
selefe ittibaca, daha geri ve uzaktadır.
El-Bağavi, tefsirini
Sa'îebi'den Özetlemiştir; ancak eserini mevzu hadisler ve bid'atçı görüşlerden
korumuştur. [115]
Tefsir kitaplarında
uydurma haberler çoktur. Namazda besmele'nin açıktan (cehren) okunacağını
sarahaten ifade eden birçok hadisin durumu böyledir.[116]
Namaz esnasında
yüzüğünü çıkarıp tasadduk ettiğini ifade eden hayli uzun Ali (r.a.) hadisi de
böyledir. Bu haber de, ilim ehlinin ittifakıyla mevzudur.[117]
Yine:
"Her kavmin bir
hidayet edicisi vardır." (Rad: /7) ayetindeki "hidayet edicinin Ali
(r.a.) olduğunu ifade eden [118]ve
"O Öğütü,
anlayışlı kulaklar anlar." (Hakka: 69/12)
ayetindeki sözkonusu edilen
kulağın Ali'nin (r.a.) kulağı olduğunu bildiren (uydurma) hadisler de
böyledir.[119]
Tefsirde meydana gelen
ikinci tür ihtilaflar, istidlal'in sebep olduğu ihtilaflardır. Ashab, Tabiun
ve Tebeu Tabiin'in tefsirlerinden sonra, bu konuda iki sebepten meydana gelen
hataların çoğu, bu kabil istidlal hatalarıdır. Çünkü, sadece ashab, tabiun ve
tebeu tabiin'in sözlerini içine alan tefsirlerde, bu iki yönden düşülen
hatalardan hiçbir eser yok gibidir. Mesela Abdürrazzak, Veki, Abd b. Humeyd ve
Abdurrah-man b. Duhaym'ın tefsirleri böyledir.[120]
Yine İmam Ahmed, İshak
b. Rayuhe, Bakıy b. Mahled, Ebubekr ibnu'l-Munzir, Süfyan b. Uyeyne, Süneyd,
ibn Cerir, İbn Ebi Hatim, Ebu Said el-Eşec, Ebu Abdillah b. Ma-ce ve İbn
Merduye'nin tefsirleri de böyledir. [121]
1-Bir grup,
peşinen birtakım inanç ve kanaatlere sahip olmuş, sonra da Kur'an lafızlarım bu
inanç ve kanaatlerine göre tefsire kalkışmıştır.
2-Bir grup
da, Kur'an'ı söyleyene (Allah'a), kendisine vahiy inene (Rasulullah'a) ve
Kur'an-ı Kerim'e muhatap olanlara bakmaksızın, sırf Arap dilini konuşanların,
kendi sözlerinde kasdetmeleri caiz (ve mümkün) olan manaları esas alarak
Allah'ın Kitabı'm tefsir etmişlerdir.
Birinciler, Kur'an
lafızlarının hakkı olan delalet ve manalara bakmadan, kendi öngördükleri
manaları esas aldılar. İkinciler de Allah'ın muradına[122] ve
sözü siyakına (işlenen konuya) uygun olup olmadığına bakmaksızın, yalnızca lafız
ve Arabm ondan kasdetmesi caiz (ve mümkün) olan manayı gözönünde bulundurdular.
Sonra bunlar lafzın dil bakımından bu manaya ihtimali konusunda birçok
yanlışlara düşerken, birinciler de aynı konuda bu hatalara düştüler. Yine
birinciler, Kur'an ayetlerine yükledikleri mananın doğruluğu konusunda çok
hatalara düşerlerken, diğerleri de aynı hataları yaptılar. Gerçi birinciler
öncelikle kendi kafalarındaki manaya bakıyorlar, ikinciler de önce lafız
nazar-ı itibara alıyorlardı.[123]
a- Bİr
kısmı, Kur'an lafızlarından, bu lafızların delalet ettikleri manaları ve bu
lafızlardan murad olunan mefhumları soyup almış ve reddetmişlerdir.
b- Bir kısmı
da, lafza delalet etmediği ve ondan murad edilmeyen manaları ona
yüklemişlerdir.
Her iki durumda da,
red veya kabul ettikleri mana ya batıl (yanlış) olmuştur; bu durumda hataları
hem delil hem de medlül'de olmuştur. Yahut ta, Kur'an lafızlarına yükledikleri
mana doğru olmuştur; bu durumda da (lafızdan kastedilen mana o olmadığı için)
hataları medlül'de değil delil'de olmuştur. Bu tür hatalar Kur'an tefsirinde
olduğu gibi, hadislerin yorumlarında da vuku bulmuştur. Bid'at ehli fırkalarının
yaptıkları gibi hem delil hem de medlül'de hata edenler, delalet üzere
birleşmeyen vasat ümmet'in mesela selefin ve imamların üzerinde bulundukları
hak görüşe muhalif tarzlarda Kur'an'ı ele almışlar ve Allah'ın Kitabını bazan
kendi görüşlerine göre te'vil ederek, ayetleri hiç delaletleri yokken kendi
mezheplerine dayanak yapmışlar, bazan da kendi görüşlerine uymayan ayetleri,
fahiş tahriflerle te'vile tabi tutmuşlardır.[124]
Hariciler, Rafıziler,
Cehmiyye, Mutezile, Kaderiyye ve Mürcie ve benzeri fırkalar bunlardandır. Kelam
ve cedel (münazara) ilminde, insanlar içerisinde en ileri noktada bulunan
Mu'tezile, kendi mezhep ilkelerine göre birtakım tefsirler yazmışlardır.
Mesela İmam Şafii ile münazara yapan meşhur İbrahim b. İsmail b. Uleyye'nin
hocası Abdurrahman b. Keysan el-Esamm'in tefsiri, Ebu Ali el-Cübbai'nin Kitabı,
Kadi Abdülcebbar b. Ahmed el-Hemedani nin "et-Tef-siru'l-Kebir"i,.
îsa er-Rummani'nin "el-Cami'Ii İlmi'i-Kur'an"i ve Ebu Kaasim
ez-Zemahşeri'nin el-Keşşaf ı bunların başltcalandır.[125]
Bu ve benzeri
yazarlar, Mu'tezilenin görüşlerine inanmış kimselerdir. Mu'tezile'nin temel
görüşleri beş'tir. Onlar, bu temel görüşlerini şu isimlerle sıralarlar:
1- Tevhid, 2. Adi, 3.
EI-Menziletü Beyne'I-Menzile-teyn, 4. înfazü'I-Vaid, 5. Emr birMa'ruf Nehy
an'il-Mün-ker.
Onların tevhid
anlayışları, Allah'ın sıfatlarını kabul etmeğe dayanan Cehmiyye'nin tevhid
anlayışıdır. Derler ki: "Allah, ahirette görülmez. Kur'an mahluk
(yaratılmış)ür. Allah Teala alemin üzerinde değildir. Allah'ın ilim, kudret,
hayat, sem' (işitmek), basar (görmek), kelam (konuşmak), meşiet (dilemek)
gibi, zatıyla kaim herhangi bir sıfatı yoktur.[126]
Adi anlayışları ise
şöyledir: "Allah, her var olanı dilememiş, onların hepsini yaratmamış ve
var olan herşeye kadir olmamıştır. Hayır olsun şer olsun kulların fiillerini O
yaratmamıştır. Ancak şeriata uygun olarak emrettiklerini dilemiştir. Bunun
dışındakiler ise, O'mın dilemesi olmadan meydana gelmektedir. [127]
Şeyh Müfid ve Ebu
Ca'fer et-Tusi gibi müteahhirun (sonraki) Şii alimleri de," bu konuda
Mu'tezile'ye uymuşlardır. Ebu Cafer et-Tusi'nin, bu metod üzere yazdığı bir de
tefsiri vardır. Ancak O buna İmamiyye mezhebinin görüşlerini de ilave
etmiştir. Çünkü Mu'tezile içerisinde, ne O'nun bu Örüşünde olan, ne de Ebubekr,
Ömer, Osman ve Ali'nin (r.a.) hilafetlerini inkar eden herhangi bir kimse
yoktur![128]
Günahkarların
cezalarının ahirette (mutlaka) infaz edileceği, Allah'ın büyük günah
işleyenler hakkında şefaat kabul etmeyeceği ve onlardan hiçkimseyi cehennemden
çıkarmayacağı gibi görüşlerde, Mu'tezile ve Havaric müttefiktirler.
Şüphesiz ki, bunlara
Mürcie, Kerramiye, Küllabiye[129] ve
onlara uyanlar tarafından cevaplar verilmiştir. Bunlar, Mu'tezileye karşı bazan
doğru ve güzel, bazan da yersiz ve yanlış cevaplar vermişler ve birbirlerine
karşı zıt kutuplar haline gelmişlerdir. Nitekim bu konuyu biz, başka yerlere geniş
olarak açıkladık.
Kısacası, bütün bu
kimseler ve fırkalar, peşinen bir fikre saplanmışlar, sonra bu fikirleri
doğrultusunda Kur'an lafızlarını çekip sürdürmüşlerdir. Ne sahabe ve onlara hakkıyla
tabi olan tabiilerden, ne de müslümanların imamlarından, onlar gibi düşünen ve
yoruma giden hiçbir selef bilgini yoktur. Böylelerinin yaptığı bir tefsirle
karşılaşıldığında, bu tefsirin batıl olduğu birçok yönden belli olur. Bu da iki
şekilde mümkündür:
1- Ya
görüşlerinin bozuk olduğu bilinmekle,
2-Ya da,
Kur'an'ı tefsir ettikleri fikrin bozuk olduğu bilinmekle. Bu da, ya kendi
görüşlerine delil getirirlerken, ya da muarızları tarafından kendilerine cevap
verilirken ortaya çıkar.[130]
Bunlar içerisinde, çok
güzel ve fasih ifadesi olup, bozuk fikirlerini, sözlerinin arasına gizleyenleri
vardır ki, çok kimse bunu bilmez. Keşşaf sahibi Zemahşeri ve benzerleri buna
Örnektir. Hatta, tefsirde bunlar gibi batıl düşünceleri olmayan nice kimse
nezdinde, böylelerinin batıl tefsir ve açıklamalarından Allah bilir ne kadarı
revaç bulmuştur.[131]
Hatta tefsircilerden
ve diğer alimlerden bazılarını fördüm ki, bunların metodlarmı bildikleri,
bozukluklarına inandıkları kendileri öyle düşünmedikleri halde, bu gibi
şeyleri kitaplarında ve konuşmalarında nakletmektedirler.
Bunların tefsirde
açtıkları batıl te'vil kapısını, bilahare (Şia'dan) Rafızi İmamiler,
felsefeciler, Karamita ve daha başkaları, çok kötü bir şekilde kullanmışlardır.
Felsefeciler, Karamita
ve Rafiziler, işi daha da ileri götürerek, Kur'an'ı öylesine batıl yorumlara
tabi tutmuşlardır ki, bir alimin bundan dehşete kapılmaması mümkün değildir! [132]
1- "Ebu
Leheb'in iki eli kurusun" (Leheb:
İH/1)
İki el'den maksat,
Ebubekir ile Ömer'dir.
2-
"Eğer şirk koşarsan amelin boşa gider." (Zümer: 39/65)
Yani, Ali'nin
hilafetine Ebubekir'le Ömer'i ortak edesen amelin boşa gider.
3- "(Ey
İsrailoğulları) Allah size bir sığır kurban etmenizi emrediyor." (Bakara:
2/67)
O sığır Aişe'dir.
4-
"Küfrün öncüleriyle savaşın!"
(Tevbe: 9/12) Yani, Tatha ve
Zübeyr'le.
5-
"(Suyu acı ve tatlı) iki denizi, (Allah) birbirine kavuşmak üzere
salıvermiştir. (Rahman: 55/19)
Yani, Ali ile
Fatıma'yı.
6- "O
iki denizden inci ve mercan çıkar."
(Rahman: 55/2) Yani,
Hasan ile Hüseyin.
7- "Herşeyi,
apaçık bir kitapta yazıp saymışızdır."
(Yasin: 36/12) Yani,
Ebu Talib oğlu Ali'de.
8- "Onlar birbirlerine neyi
soruşturuyorlar? Hakkında ihtilaf etmekte oldukları o büyük haberi mi?"
(Nebe: il-'l) Yani
Ali'yi.
9-
"Sizin veliniz ancak Allah'tır, O'nun Peygambe-ri'dir. Allah'ın emirlerine
boyun eğici olarak namazı dosdoğru kılan, zekatı veren o mü'minlerdir." (Maide:
5/133)
Burada kastedilen
Ali'dir derler ve Ali'nin (r.a.) namaz kılarken rükuda yüzüğünü sadaka
verdiğine dair, ilim ehlinin icmaıyla uydurma olduğu sabit olan hadisi
zikrederler,[133]
Bazı ayetler hakkında
birçok müfessir tarafından anlatılan şeyler de, bazı yönlerden yukarıdakilere
yakınlık arze-derler. Mesela:
1-
"Sabredenler, (imanlarında) sadık olanlar, (Allah'a) itaatle boyun
eğenler, infak edenler, seherlerde Allah'tan bağışlanma isteyenler..." (Al-i
İmran: 3/17)
Burada sabredenlerden
maksat Rasulullah (s.a.v.), sadıklardan maksat Ebubekr, Allah'a boyun
eğenlerden maksat Ömer, infak edenlerden maksat Osman ve seherlerde bağışlanma
isteyenlerden maksat da Ali'dir.
2-"Muhammed
Allah'ın Rasulü'dür. Onun beraberindekiler de, kafirlere karşı çetin, kendi
aralarında ise merhametlidirler. Onları rüku ve secde ediciler olarak
görürsün." (Fetih: 48/29)
Beraberindekilerden:
Ebubekr, kafirlere karşı çetin olanlardan: Ömer, kendi aralarında
merhametlilerden: Osman, rüku ve secde edenlerden de Ali kastedilmektedir.
3-
"Hatta daha tuhaf tefsir örneklerine rastlanır. Mesela: "Andolsun
incire, zeytine. Sina dağına ve şu emin
belde'ye." (Tin: 95/1-3)
Emin belde ile de Ali
kastolunmuştur" şeklindeki teafsir, bunun bir örneğidir.
Görüldüğü gibi bu nevi
asılsız şeylerle, kah ayetteki lafızlar hiçbir şekilde delalet etmedikleri
manalarla tesir edilmekte, kah mutlak ve umumi bir lafız, belli bir kişiye ait
kılınmaktadır. Halbuki:
"O'nun
beraberindekiler, kafirlere karşı çetin, kendi aralarında ise
merhametlidirler. Onları, rüku ve secde ediciler olarak görürsün."
(Fetih: 48/29) ayetinde anlatılan özelliklerin hepsi, Rasulullah'in (s.a.v.)
beraberindeki kimselerin özellikleridir. Bunlar, nahivcilerin "Haberden
sonra haber (haberin teaddüdü)" dedikleri şeydir. Yani, bunların hepsi,
tek şahsın özellikleridir; o şahıslar da Rasulullah'ın (s.a.v.) beraberindeki
kimselerdir. Dolayısıyla, bunlardan her biriyle, belli tek bir şahsın kastedilmiş
olması mümkün (ve caiz) değildir. Aynı şekilde:
1-
"Sıdkı getiren ve onu tasdik edenlere gelince, işte onlar takvaya
erenlerin ta kendileridir." (Zümer: 39/33)
2-
"Sizden, fetih'ten önce in fak edip savaşanlar, (böyle olmayan
diğerleriyle) bir değildir."
(Hadid: 57/10)
ayetlerinde geçen
kimse ile kastedilen, yalnızca Ebube-kir'dir' tarzındaki tefsir de, batıl bir
tefsirdir.[134]
tbn Atıyye'nin[135]
tefsiri ve (O'nunkine benzer diğer tefsir kitapları, Sünnet'e ve Cemaat'e daha
çok uymuşlar ve Ze-mahşeri'nin tefsirindeki bid'atlerinden daha uzak durmuşlardır.
Şayet İbn Atıyye, selefin tefsir kitaplarında mevcut bulunan görüşlerini olduğu
gibi zikretseydi, daha güzel olurdu. Gerçi, O, rivayet tefsirlerinin en değerli
ve muhteşemi olan Taberi tefsirinden birçok nakiller yapmıştır; fakat İbn
Cerir'in seleften naklettikleri şeyleri bırakır, bunları hiçbir şekilde
nakletmeyip, kendi zannınca muhakkikler dediği kimselerin görüşlerine de yer
verir. O bununla, bir grup kelamcıyı kasteder ki, bunlar, bir nevi,
Mu'tezile'nin kendi mezhep esaslarını ortaya koydukları kurallarla metod-larını
ortaya koymuş olan kimselerdir. Gerçi bunlar, Sünnet'e, Mu'tezile'den daha
yakındırlar; herkesin hakkını herkese vermek gerekir. Ancak bilinmelidir ki, bu
tür tefsirler, mezhep esasına göre yapılmış olan tefsirler cümlesinden-dir.
Çünkü şayet sahabe, tabiun ve imamların bir ayet hakkında bir tefsirleri varsa
ve onlardan sonra gelen bir topluluk, kendi görüş ve mezheplerine uyduğu için
bir başka fikre kail olmuşlarsa ve bu fikir de sahabe ve onlara güzelce tabi
olanların görüşlerine uymuyorsa, bu sonrakiler, yaptıkları bu tefsirleriyle
Mu'tezile ve benzeri bid'at ehli kimselerin o konudaki görüşlerine iştirak
etmiş olurlar.
Özetleyecek olursak,
kim sahabe ve Tabiun'un tefsirlerini bırakır, onlara muhalif görüşleri
benimserse, bu konuda hataya, hatta bid'ate düşmüş olur. Tabii ki eğer
mücte-hid ise hatası bağışlanır.
Kasdımız, ilmin yollarım,
delillerini ve doğrunun hangi yol'olduğunu açıklamaktır. Biz biliyoruz ki,
Kur'an'ı Sahabe, tabiun ve onlan izleyenler okudular; O'nun teafsir ve anlamını
daha iyi biliyorlardı. Allah'ın, Rasulullah'la (s.a.v.) gönderdiği hakk'ı en
iyi bilenler onlardı. Binaenaleyh, kim onların tefsir ve anlayışlarına ters bir
şekilde Kur'an'ı yo-rumlarsa, hem delil hem de medlul bakımından hataya düşer.
Malumdur ki, kim onların görüşlerine muhalefet ederse, onun ya akli bir
şüphesi vardır ya da nakli, ki böylelikle onu dile getirmektedir. Nitekim bu
hususu, ilgili yerinde genişçe açıklamışızdır.
Burada amacımız,
tefsirdeki ihtilafların sebeplerine dikkat çekmek ve bu sebeplerin içerisinde
en büyüğünün, batıl bid'atler olduğuna işaret etmektir. Ki bu bid'atlerin
mün-tesipleri, insanları Kur'an'm alamını tahrife çağırmışlar, Allah ve
Rasulü'nün sözlerini, murad edilmeyen tarzlarda tefsir ve te'vile tabi
tutmuşlardır. İnsan bunun farkına, şu temel öğeleri bilmekle varır:
1- Selefin,
muhalefet edilen doğru görüşünü bilmek.
2- Selefin
görüşünün olarınkine muhalif olduğunu bilmek.
3- Onların
tefsir ve yorumlarının, sonradan çıkma birer bid'at olduğunu bilmek,
4- Nihayet
insan, Allah Teala'mn, hakikati açıklamak üzere gösterdiği deliller yordamıyla,
onların tefsirlerinin bozukluğunu ayrıntılarıyla tanır hale gelir.
Tefsirde düşülen bu
tür hatalara, hadislere şerh yazan mü-teahhirun (sonraki dönem) alimleri de
düşmüşlerdir. [136]
MedlüTde değil de
delil'de hataya düşenlere gelince, birçok mutasavvıf, vaiz, fakîh ve benzeri
kimselerin tefsirlerini buna örnek gösterebiliriz. Bunlar, Kur'an ayetlerini,
aslında doğru olan birtakım manalarla tefsir ederler. Fakat, sözkonusu
ayetlerin bu anlamlara delaletleri yoktur. Mesela, Ebu Abdirrahman
es-Sülemi'nin[137] Hakaiku't-Tefsir'inde
zikrettiği yorumların birçoğu böyledir! Bu kimselerin zikrettikleri teafsirler
eğer aslında batıl manalarsa, o takdirde bunlar birinci kısma yani hem delil
hem medlul'de hataya girer. Çünkü yöneldikleri mana bozuk ve yanlıştır. [138]
Eğer, "tefsirde
en doğru metod nedir?" denilirse, bunun cevabı şudur:
Önce Kur'an'ı yine
Kur'an'la tefsir etmektir. Çünkü, Kur'an'da mücmel (kapalı) olarak anlatılan
bir husus, başka bir yerde müfesser (açıklamalı) olarak, bir yerde kısa olarak
geçen bir husus, bir başka yerde geniş olarak geçer.
Eğer bu mümkün
olmazsa, Sünnet'le müracaat et. Çünkü Sünnet, Kur'an'ın şerh ve izahıdır.
Hatta İmam Şafii demiştir ki: "Allah'ın Rasulü'nün verdiği her hüküm O'nun
Kur'an'dan anladığıdır." Ve Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Biz sana
Kitab'ı, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiğiyle hükmedesin diye, hak ile
indirdik. Hainlerin savunucusu olma." (Nisa: 4/105)
"Biz sana Zikr'i,
insanlara ne indirildiğini açıklaya-sın diye indirdik, ta ki düşünsünler.
(Nahl: 16/44)
"Biz sana Kitabı,
ancak üzerinde ihtilafa düştükleri hususlarda onlara açıklayasın diye, iman
eden bir kavme hidayet ve rahmet olarak indirdik. (Nahl: 16/64)
Bundan dolayıdır ki,
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Dikkat edin!
Bana Kur'an ve beraberinde bir o kadarı verildi.[139] Ki
bu, sünnet'tir. Doğrusu, Sünnet de Kur'an'ın indiği gibi vahiy olarak inerdi.
Şu kadar var ki, Kur'an gibi tilavet edilmezdi."
İmam Şafii ve diğer
imamlar bu konuda birçok deliller getirmişlerdir, burası yeri değildir.[140]
Yani, Kur'an'ın
tefsirini yine Kur'an'da ararsın; onda bu-lumazsan Sünnet'te ararsın. Nitekim
Rasulullah (s.a.v.) Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken, aralarında şu konuşma
geçmişti:
"Ne ile hükmedeceksin?"
"Allah'ın
Kitabıyla."
"Onda
bulamazsan?"
"Allah'ın
Rasulü'nün sünnetiyle."
"Onda da
bulamazsan?"
"İctihad
ederim."
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) Muaz'in sırtını sıvazlayarak şöyle demiştir:
"Allah'ın
Rasulü'nün elçisini, Onun hoşnut olacağı şeye muvaffak kılan Allah'a hamd
ederim."
Bu hadis, iyi bir
İsnadla Müsned ve Sünenlerde rivayet edilmiştir. [141]
Şayet, bir ayetin
tefsirini ne Kur'an'da, ne de Sünnet'te bu-lamazsan, o takdirde Ashabın
sözlerine müracaat edersin. Çünkü onlar, bunu en iyi bilenlerdir. Zira
Kur'an'ın inişine şa-hid olmuşlar, Kur'an'la ilgili olayların içinde
yaşamışlardır. Üstelik.onlar -Bilhassa dört Halife ve Abdullah b. Mes'ud gibi
alim ve ileri gelenlerikuvvetli bir anlayış ve sağlam bir bilgiye sahip
idiler. İmam Ebu Cafer b. Cerir et-Taberi: Ebu Kureyb, Cabir b. Nuh, el-A'meş,
Ebu'd-Duha ve Mesruk ta-rikıyla Abdullah Mes'ud'un, şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Kendisinden
başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın kitabından inen her
ayetin, kim hakkında ve nerede indiğini muhakkak bilirim. Şayet Allah'ın Kitabını
benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilsem ve o kimseye binitlerle
ulaşılacak olsa, vallahi kalkar giderim.[142]
A'meş. de Ebu Vaü'den,
İbn Mes'ud'un şu sözünü nakleder: "Bizden birisi on ayet Öğrendiğinde,
bunların manalarını öğrenip gereğiyle amel etmedikçe, başka ayetlere
geçmezdi."
Büyük bilgin,
Rasulullah'ın (s,a.v.) amcasının oğlu, Rasulullah'ın (s.a.v.):
"Allah'ım! O'nu
dinde fakih kıl ve O'na te'vili öğret."
şeklindeki duasının
bereketiyle Kur'an'ın tercümanı olan Abdullah b. Abbas da, tefsirde ün yapmış
sahabilerdendir.»[143]
İbn Cerir, Muhammed b.
Beşşar, Veki' Süfyan, A'meş ve Müslim tarikiyle, îbn Mesud'un şu sözünü
nakleder:
"İbn Abbas ne güzel
Kur'an tercümanıdır. [144]
İbn Cerir daha sonra
bu rivayeti yine İbn Mes'ud'tan, Yahya b. Davud, İshak el-Ezrak, Süfyan,
el-A'meş, Müslim b. Sahih Ebi'd-Duha ve Mesruk tarikıyla zikreder. Sonra
Bündar, Ca'fer b. Avn ve el-A'meş tankıyla aynı rivayeti nakleder. [145]
İbn Mes'ud'un, İbn
Abbas hakkındaki bu sözü, kendisinden, sahih senedle nakledilmiştir.[146] İbn
Mes'ud, sahih olan görüşe göre H. 33'te vefat etmiştir. İbn Abbas ise, O'nun vefatından
sonra 36 sene yaşamıştır. Dolayısı ile, O'nun İbn Mes'ud'tan sonra kazanmış
olduğu ilim az bir şey midir!
El-A'meş,
Ebu'l-Vairden şunu nakleder: "Ali (r.a.), Abdullah b. Abbas'ı hac mevsimi
için emir olarak görevlendirmişti. İbn Abbas, hutbesinde, Bakara suresini -bir
rivayete göre Nur suresini okumuş ve Öyle bir tefsir etmişti ki, şayet
Bizanslılar, Türkler (Moğollar) ve Deylemliler dinle-selerdi, mutlaka İslam'a
girerlerdi!" [147]
Bu nedenledir ki,
İsmail b. Abdirrahman es-Suddi el-Ke-bir, tefsirinde daha çok bu iki sahabiden
rivayette bulunmuştur. Ancak O, yer yer, Kitap Ehli'nin Rasulullah (s.a.v.)
tarafından izin verilen sözlerinden anlattıklarını onlardan (sa-habilerden)
nakleder. Ki Ehl-i Kitabın bu kabil sözlerinin nakledilmesini Rasulullah
(s.a.v.) şu sözleriyle mubah kılmıştır:
"Benden, bir ayet
olsun başkalarına ulaştırın. İsrailo-ğullarmdan da nakil yapmanızda bir sakınca
yoktur, ama kim bana bile bile yalan isnad ederse, ateşteki yerini
hazırlasın."
Bu hadisi Buhari,
Abdullah b. Amr'dan rivayet etmiştir.Iıs Bu sebeptendir ki, Abdullah b. Amr,
Yermuk savaşında, Kitap ehli ile ilgili iki deve yükü kitap ele geçirmişti. O,
söz-konusu hadisten, buna izin verildiği anlamına çıkararak, ele geçirdiği
kitaplardan rivayetlerde bulunmuştur.[148]
Fakat bu İsraili
haberler, ancak istişhad için zikredilirler; yoksa itikatta delil olmazlar. Bu
tür haberler üç kısımdır:
1- Elimizde
doğru olduklarına dair İslami belgeler bulunan haberler. Bunlar, sahih
haberler türündedir.
2- Yalan
olduklarını, elimizdeki karşıt delillerle bildiklerimiz.
3- Hangi
türden olduklarına dair bilgimiz bulunmayan İs-raili haberler. Bunlara ne
inanırız, ne de yalanlarız! Yukarıda geçtiği üzere, böylesi rivayetleri
nakletmek caizdir. Bu tür İsraili rivayetlerin çoğu, dini bir meseleyle ilgili
bir faydası olmayan şeylerdir.
Bu nedenlerdir ki, bu
gibi haberler hakkında Kitap Ehli alimleri (de) ihtilaf etmişler, bu yüzden de
müfessirler bu tür haberleri farklı şekillerde nakletmişlerdir. Nitekim Ashab-ı
Kehf in isimleri, köpeklerinin rengi, sayılan, Musa'nın (a.s.) asasının hangi
ağaçtan olduğu, Allah Teala'nın İbrahim (a.s.) için dirilttiği kuşların hangi
kuşlar olduğu, İsra-iloğulları içerisinde öldürülen kimseye, dirilmesi için
kesilen sığırın hangi uzvunun vurulduğu, Allah'ın sesinin Musa'ya (a.s.)
hangi ağaçtan geldiği gibi, Cenab-ı Hakk'm Kur'an-ı Kerim'de açıklayıp kapalı
bıraktığı ve açıklanmasında mükellefler için ne dini ne dünyevi hiçbir fayda
bulunmayan hususlar, bu konuda birer örnektir.
Ancak, bu konudaki
ihtilafları onlardan aktarmak caizdir, tıpkı, Allah Teala'mn şu ayetinde
olduğu gibi:
"(Ashab-ı Kehf
hakkında) diyeceklerdir ki: Onlar üç kişi idiler; dördüncüleri köpekleriydi.
(Yahut) beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi diyecekler. Gaybi taşlamak
kabilinden böyle diyeceklerdir. (Yahut) diyeceklerdir ki: Onlar yedi
kişiydiler; sekizincileri köpekleriydi. De ki: 'En iyi Rabbim bilir.' Çok az
kimse hariç, onları kimse bilmez. Öyleyse onlarla açık ve gerçek bir tartışmadan
başka bir şekilde tartışma. Onlarla ilgili hiçbirine fetva da sorma."
(Kehf: 18/22)
Bu ayet-i kerime, bu
konudaki metodu ve böylesi durumlarda izlenmesi gereken yolu bildirmektedir.
Çünkü Hak Teala, Ehl-i Kitaptan üç görüş nakletmekte ve bunların ilk ikisini
çürütüp üçüncüsü hakkında bir şey söylememektedir. Böylece, üçüncü görüşün
doğruluğuna delalet etmektedir.
Çünkü, şayet bu üçüncü
görüş de yanlış olsaydı, öncekileri reddettiği gibi, bunu da reddederdi. Sonra
Allah Teala, As-hab-ı Kehf'in kaç kişi olduklarını bilmenin herhangi bir
yararının olmadığına işaret ediyor. Bu nevi konularda: "Onların sayısını
en iyi Allah bilir" denilmesini öğütlüyor. Çünkü Allah'ın bilgi sahibi
kıldığı çok az kimse hariç bunu kimse bilmez. Bundan dolayı da buyurmuştur ki:
"Onlarla bu
konuda, açık ve gerçek olanın dışında tartışma yapma."
Yani: "Faydası
olmayan konularda kendini yorma ve bunu onlara da sorma. Çünkü onlar, bu konuda
gaybı taşlamanın ötesinde bir bilgiye sahip değillerdir" buyurmuştur.[149]
Böyle bir durumda en
iyisi, bütün görüşleri aktarıp, doğru ve yanlış olanlarına dikkat çekmek ve bu
ihtilaftan fayda ve semerenin ne olduğunu belirtmek, dolayısıyla, hiçbir
faydası olmayan ihtilafların uzayıp gitmesini ve bunlarla oyalanılarak önemli
meselelerin bir kenara itilmesini Önlemektir.
Fakat, bir meseledeki
ihtilafaların tamamını değil de, bir kısmını nakletmek yanlıştır. Çünkü doğru
olan görüş, nekledilmeyenler için de olabilir. Uluorta bütün ihtilafları
nakledip bırakıvermek ve doğruyu belirtmemek de hatalıdır. Eğer .sahih olmayanı
bile bile doğruymuş gibi göstermişse, bilerek yalana yeltenmiştir. Bilmeyerek
böyle yapmışsa, hata etmiştir. Hiç faydası olmayan bir konuda ihtilafları
ortaya koyması veya sonuç itibariyle tek yada iki anlama gelebilecek bir
meselede birçok farklı lafızları nakletmesi de yanlış bir şeydir. Çünkü bu,
zaman öldürmek ve aslı-astarı olmayan bir şeyle varlık gösterip böbürlenmektir.
Bir kimse, "kendisinin olmayan elbiseleri giyip gösteriş yapan sahtekar"
gibidir.[150] Doğruya muvaffak kılan
ancak Allah'tır.[151]
Tefsir edilmek istenen
ayetin açıklaması Kur'an'da, Sünnette ve Sahabenin sözlerinde bulunmadığında,
imamlardan birçoğu, tabiilerin sözlerine başvurmuştur. Mesela Mücahid b. Cebr,
tefsirde görüşüne başvurulan tabiilerdendir. O, tefsirde harikadır. Nitekim
Muhammed b. îshak, Eban b. Salih tankıyla, şöyle dediğini rivayet etmiştir;
"Her ayet
üzerinde durdurarak ve soru sorarak, baştan sona bütün mushafı'ı üç kez îbn
Abbas'a arzettim.[152]
Tirmizi de Hüseyn b.
Mehdi el-Basri, Abdürrezzak ve Ma'mer tarikiyla, Katade'nin şu sözünü nakleder:
"Kur'an'dan
herhangi bir ayet yoktur ki, onunla ilgili bir bilgim olmasın! [153]
Yine Tirmizi, Îbn Ebi
Ömer, Süfyan b. Uyeyne ve A'meş tankıyla, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet
eder:
"Şayet İbn
Mes'ud'un kıraatini (daha Önce) okumuş olsaydım, İbn Abbas'a Kur'an'la ilgili
birçok şeyi sorma ihtiyacı duymazdım. [154]
İbn Cerir et-Taberi:
Ebu Küreyb, Talk b. Gınam ve Osman el-Mekki tankıyla İbn Ebi Müleyke'den şunu
rivayet eder:
"Mücahid'i,
elinde levha (fiş)larla birlikte, İbn Abbas'a Kur'an tefsiri sorarken gördüm.
İbn Abbas O'na 'yaz' diyordu. Nihayet böyle böyle tüm tefsiri O'na sordu.[155]
Bundan dolayıdır ki,
Süfyan es-Sevri şöyle derdi: "Tefsir sana Mücahid'ten geldi mi tamamdır! [156]
Yine Said b. Cübeyr,
İbn Abbas'ın azadhsı İkrime, Ata b. Ebi Rebah, Hasan el-Basri, Mesruk b.
el-Ecda', Said b. el-Müseyyib, Ebu'l-Aliye, Rebi bv Enes, Katade b. Müzahim ve
benzeri Tabiun, Tebeu Tabiin ve onları takip edenler de böyledir. [157]
Onların bir ayet
hakkındaki sözlerine bakıldığında, ifadelerinde farklılıklar görülür. Bilmeyen
kimse bunları muhtelif görüşler zannederek nakleder. Halbuki durum öyle değildir.
Çünkü, onlardan kimi, bir meseleyi lazım'ı veya na-zir'i ile, kimi aynıyla
ifade etmiştir. Aslında bunların hepsi birçok yerde aynı manayadır. Bu
sebepten, akıllı kişi bu hususa dikkat etmelidir. Doğruya yalnız Allah ulaştım.
Şu'be b. el-Haccac ve
başkaları[158] "Tabiilerin görüşleri
fünı' (fıkhı meseleler) da hüccet değilken, nasıl olur da tef-sir'de hüccet
olur?" derken, "kendilerinden ayrı görüşte olan emsallerine karşı
hüccet değildir" anlamını kasdet-mişlerdir. Ki doğrudur. Fakat bir
meselede hepsinin dediği aynı noktada birleşiyorsa, o zaman bunun hüccet
olduğunda şüphe yoktur. Şayet ihtilaf etmişlerse, içlerinden herhangi birinin
görüşü, ne kendisini gibi tabiundan bir diğerine ne de onlardan sonra gelen
herhangi bir kimseye karşı hüccet olmaz.
Böyle bir durumda,
Kur'an veya Sünnet'in lügatine (dil, üslup ve kullanılışına) veya Arap
dilininin umumi yapısna veyahut Sahabilerin görüşlerine bakılır.[159]
Kur'an'ı salt re'y ile
.tefsir etmek haramdır.
Müemmil, Süfyan ,
Abdü'1-A'la, Said b. Cübeyr ve İb-ni Abbas tarikiyla, Peygamber'den rivayet
edilmiştir:
"Kim bilgisi
olmadan Kur'an hakkında konuşursa, ateşteki yerini hazırlasın."
Veki', Abdü'1-A'la
es-Salebi, Said b. Cübeyr ve İbni Abbas tarikıyla, aynı hadis Peygamber'den
rivayet edilmiştir. [160]
Tirmizi: Abd b. Humeyd
Habban b. Hilal, Süheyl Ebu Hazm el-Kutai, Ebu İmran el-Cüveni, Cündüb
tankıyla, Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kim Kur'an
hakkında re'yi ile konuşursa, isabet etse de hata etmiştir."
Tirmizi, hadis
hakkında şunu söylemiştir: "Bu hadis garip'tir. Bazıhadisçiler, senedteki
Süheyl b. Hazm'ı eleştirmişlerdir.[161]
Aynı şekilde,
Peygamber'in (s.a.v.) ashabından ve sonrakilerden bazı ilim, sahibi
kimselerin, ilimsiz olarak Kur'an'ın tefsir edilmesine şiddetle karşı
çıktıkları rivayet edilmiştir. Mücahid, Katade ve diğer bilginlerin Kur'an'ı
tefsir etmiş olmalarına gelince, zannedilmesin ki onlar, bilgileri olmaksızın
yanud kendi kafalannca Kur'an hakkında söz söylediler ve O'nu tefsir
ettiler!" Onlar, kendi kafalarına göre ve bilgileri olmaksızın Kur'an
hakkında herhangi bir şey söylememişlerdir.[162]
şeklindeki rivayetler, bizim bu görüşümüze delalet etmektedir.
Dolayısıyla, Kur'an
hakkında keyfince konuşan kimse, bilgisi olmadığı bir hususta kendisini yükümlü
kilmtş ve em-rolunmadiğı bir yola koyulmuştur. Bizatihi doğru olan manayı
tuttursa bile hata etmiştir; çünkü konuya usul ve kuralına uyarak
yaklaşmamıştır. Tıpkı, insanlar arasında, bilmediği halde hüküm (ve fetva)
veren kimsenin cehennemlik olduğu gibi. Bu kimsenin verdiği hüküm isabetli olsa
da böyledir. Allahu a'lem.
Şahid getirmeden
iffetli kimselere (zina) isnadında bulunanları (kazif yapanları), Allah Teala,
Kur'an-ı Kerim'de "yalancılar" olarak isimlendirmiştir:
"Şahitleri
getirmediklerinde, (bilin ki) onlar Allah yanında yalancıların ta kendisidir.
(Nur: 24/13)
Kazif te (birine zina
isnadında) bulunan kimse, yalancıdır, bunu, bizatihi zina etmiş olan bir kimse
hakkında yapsa da böyledir; çünkü, ihbar etmesi kendisine helal olmayan bir
şeyi ihbar etmiş ve bizzat bilgisi bulunmadığı bir meseleyle kendisini
mükellef kılmıştır. Allah'u a'lem.
Bundan dolayıdır ki,
seleften bir cemaat, bilmedikleri ayetleri tefsir etmekten kaçınmışlardır.
Nitekim Şu'be, Süleyman, Abdullah b. Mürre ve Ebu Ma'mer tarikıyla, Ebu-Bekr'in
şöyle dediği rivayete dilmiştir:
"Allah'ın Kitabı
hakkında, bilmediğim bir şeyi söyleyecek olursam, hangi yer beni üzerinde
taşır ve hangi gök beni altında gölgelendirir.[163]
Ebu Ubeyd Kasım b.
Sellam: Muhammed b. Yezid, el-Av-vam b. Hüşeb, İbrahim et-Teymi tarikıyla şunu
rivayet eder:
'TEbubekr'e: "ve
fakiheten ve ebben" (Abese: 80/31) ayeti sorulmuştu. Dedi ki:
"Allah'In Kitabı
hakkında bilmediği bir şey söyleyecek olursam, hangi gök beni barındırır ve
hangi yer beni ta-ışr!" Bu haber munkatı'dır. [164]
Yine Ebu Ubeyd: Yezid,
Humeyd, Enes tarikıyla şunu rivr: Hattab oğlu Ömer, minberde "Ve fakiheten
ve ebben" ayetini okuyorak: "Şu fakihe'yi bildik (meyvedir), Peki
"ebben" ne demektir?" demiş, sonra da kenisine dönerek:
"Bu, mükellef olmadğımız bir şeye kendimizi zorlamak ve yükümlü tutmaktır
Ey Ömer!" demiştir. [165]
Abd b. Hümeyd de:
Süleyman b. Harb, Hammad b. Zeyd, Sabit ve Enes tarikıyla şunu rivayet
etmiştir:
"Sırtında dört
tane yaması olan gömleğiyle Hattab Oğlu Ömer'in yanında bulunuyorduk. "Ve
fakiheten ve ebben' ayetini okudu ve:
"Ebb ne demektir?
diye söylendi, sonra da: "Bu gereksiz bir külfet yüklenmedir. Bilmemişsin
ne çıkar?!" dedi.[166]
Bütün bu rivayetlerde
anlatılmak istenen, Allah kendilerinden razı olsun Ebubekr'le Ömer'in, ebb'in
mahiyet ve künhününü Öğrenmek istemeleridir. Yoksa ebb'in yeryüzün-debiten bir
ot olduğu, bilinen bir şeydir. Çünkü bu husus, şu ayetin zahirinden
anlaşılmaktadır:
"Orada biz
taneler bitirdik. Üzümler, yoncalar, zeytinlik ve hurmalıklar, sık ve gür
ağaçlı bahçeler, meyveler ve mera (ebb)lar bitirdik. [167]
İbn Cerir: Ya'kub b.
İbrahim, İbn Uleyye ve Eyyub tarikiyla İbn Ebi Müleyke'den şöyle rivayet
etmiştir:
"îbn Abbas'a bir
ayet hakkında soru sordular. Bu Öyle bir soruydu ki, eğer sizden birine
sorulsaydı cevap verirdiniz. Ama İbni Abbas, o ayet hakkında kouşmaktan
kaçındı. [168] Bu haberin isnadı
sahihtir.
Ebu Ubeyd: İsmail b.
İbrahim ve Eyyub tankıyla, İbn Ebi Müleyke'den şöyle rivayet etmiştir:
"Bir adam, İbni
Abbas'a Kur'an'da geçen ellibin dünya yılı miktaruıdaki ahiret günün sormuştu.
(Fakat İbn Abbas aldırmadı.) Adam dedi ki:
"Bana anlatsın
diye sana sordum." Bunun üzerine İbni Abbas:
"Bunlar, Allah'ın
kitabında zikrettiği iki gündür.[169]Ne
olduğunu ancak O bilir."dedi ve Allah'ın kitabı hakkında, bilmediği bir
şeyi söylemeyi uygun görmedi. [170]
İbn Cerir: Ya'kub b.
İbrahim[171] İbn Uleyye, Mehdi b.
Meymun, el-Velid b. Müslim tankıyla şunu rivayet eder: "Talk b. Habib,
Cündüb b. Abdullah'a gelerek, Kur'an'dan bir ayet hakkında soru sordu. Cündüp
O'na dedi ki:
"Eğer
müslümansan, bir daha böyle şeyleri bana sorma; seni menediyorum.[172]
imam Malik, Yahya b.
Said'ten, Said b. el-Müseyyib'e, Kur'an'da bir ayetin tefsiri sorulduğunda
O'nun:
"Biz Kur'an
hakkında hiçbir şey demeyiz" dediğini rivayet eder. Leys, Yahya b.
Said'ten, Said b. el-Müsey-yib'in, Kur'an'dan, ancak ma'lum olan şeyler
hakkında konuştuğunu rivayet eder. [173]
Şu'be'de, Amr b.
Mürre'den şunu rivayete der: Bir adam, Said b. el-Müseyyib'e, Kur'an'dan bir
ayet hakkında soru sormuştu. Said b. el-Müseyyib, adama şu cevabı verdi:
"Bana Kur'an hakkında sorma! Git, Kur'an'la ilgili, bilmediği hiçbir şey
olmadığını söyleyen kimseye sor." Bununla İkrime'yi kastediyordu. [174]
İbni Şevzeb, Yezid b.
Ebi Yezid'ten şunu rivayet etmişr tir;
"Said b.
el-Müseyyib'ten, helal ve haram konularını sorardık. O (bunları) insanların en
iyi bileniydi. Kur'an'm bir ayetinin tefsirini sorduğumuzda ise, duymazdan
gelir, susardı. [175]
îbni Cerir: Ahmet b.
Abde ed-Dabi, Hammad b. Zeyd tarikıyla, Ubeydullah b. Ömer'den şunu nakleder:
"Doğrusu ben,
Medine Fukaha'sına yetişmiş biriyim. Onlar, Kur'an tefsiri hakkında konuşmayı,
büyük (bir iş) telakki ederlerdi. Mesela Salim b. Abdillah, el-Kasim b.
Muhammed, Said b.
el-Müseyyib ve Nafi' bunlardandı.[176]
Ebu Ubeyd: Abdullah b.
Salih ve Leys tankıyla, Hişam b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder."
Babamın, Allah'ın kitabından herhangi bir ayeti te'vil (tefsir) ettiğini hiç
duymadım. [177]
Eyyub, İbn Avn ve
Hişam ed-Düstüvai, Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğni rivayet
etmişlerdir." Abide es-Selmani'ye Kur'an'dan bir ayetin tefsirini
sormuştum. Bana Şöyle dedi:
"Kur'an
ayetlerinin hangi hususlarda indiğini bilenler gittiler. Öyleyse Allah'tan
kork ve doğrudan ayrılma! [178]
Ebu Ubeyd: Muaz, İbn
Avn, Ubeydullah b. Müslim b. Yesar tankıyla şunu rivayet eder: Ubeydullah b.
Müslim'e babası demiş ki:
"Allah Teala'dan
nakil yapacağın (Kur'an'ı tefsir edeceğin) zaman dur ve önünü-sonunu
düşün." Yine Ebu Ubeyd, Hüşeym ve Muğire tarikıyla, İbrahim'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Bizim ashabımız
(alimlerimiz), tefsir yapmaktan sakınır ve korkarlardı. [179]
Şu'be: Abdullah b.
Ebi's-Sefer'den, Şabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'a yemin
ederim ki, sormadığım hiçbir ayet kalmamıştır. Fakat bunlar, Allah Teala'dan
rivayettir.[180]
Ebu Ubeyd: Hüşeym,
Ömer b. Ebi Zaide ve Şa'bi tankıyla, Mesruk'un şöyle dediğini nakleder:
"Tefsir yapmaktan
sakının. Çünkü tefsir, Allah'tan rivayet etmektir."
İmdi, bütün bu sahih
haberler ve seleften nakledilen bu tür rivayetlerin anlamı şudur: Onlar,
bilmedikleri şeylerle Kur'an'ı tefsir etmekten kaçınmışlardır. Yoksa, dil yönünden
olsun, şer'i açıdan olsun, bilerek (ve işin ehli olarak) tefsir yapan kimse
için herhangi bir yasak sözkonusu değildir. [181]
Nitekim onlardan ve
başkalarından, tefsirle ilgili birtakım görüşler rivayet edilmiştir.
Binaenaleyh, ortada herhangi bir çelişkili durum yoktur. Çünkü onlar, bildiklerini
söylemişler, bilmediklerinde ise susmuşlardır. Bu, herkes için gerekli bir
husustur. Çünkü, insanın, bilmediği şeylerde susması nasıl vacip ise,
bildikleri sorulduğunda söylemesi de vaciptir. Çünkü Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
"Allah, kendilerine
kitap verilenlerden, onu derhal insanlara açıklayıp anlatacaksınız ve
gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı." (Al-i İmran: 3/X87)
Birtakım tariklerden
rivayet edilen bir hadiste de Peygamber buyurmuştur ki:
"Kim kendisine
bir ilim sorulur da onu gizlerse, o kimseye kıyamet günü ateşten bir gem
vurulur.[182]
İbn Cerir et-Taberi:
Muhammed b. Beşşar, Müemmel, Süfyan ve Ebu'z-Zinad tankıyla îbn Abbas'ın şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
Tefsir dört çeşittir:
1- Arabin
kendi dili sayesinde anladığı tefsir,
2- Hiç
kimsenin bilmemekte mazur olmadığı tefsir,
3- Alimlerin
bildikleri tefsir,
4- Allah
Tealadan başka kimsenin bilmediği tefsir. [183]
Allah en iyisini bilendir.[184]
[1] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 3-5.
[2] İbn Teymiyye, Şam hapishanesine 6 Şa'ban 726'da girmiş
ve 20 Zîlka'de 728 yılında pazartesi gecesi hapishanede vefat etmiştir.
[3] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 6-10.
[4] Mecmuu Fetava Şeyhü'l-İslam, Riyad 1382- 14-17.
cildler (Ab-durrahman b, Muhammed b. Kasim el-Asımı en-Necdi el-Hanbeli neşri).
[5] İbn Kayyim'in, "Esmaü Müellefati İbn
Teymiyye" adlı risalesine bakınız.
[6] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 11-12.
[7] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 13-14.
[8] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 15.
[9] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 15-16.
[10] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 16.
[11] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 17.
[12] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 18-19.
[13] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 19-20.
[14] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 20-21.
[15] Bkz. el-îtkan II, 298-303; el-Burhan II, 175.
[16] Muhammed Behce el-Biytar, Hayatü Şeyhi'1-İslam, s.
178.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 22-23.
[17] Tirmizi ve Darimi'nin (Hiiscyn el-Ca'fi, Hamze
ez-Zeyyat, ebu'l-Muhtar et-Tai, Ebu'l-Haris el-A'ver, Haris) tankıyla Ali'den
rivayet ettikleri merfu hadisten, Kur'an'ın tanımı hakkında farklı tertipte
yapılan bir alıntıdır. Tirmizi der ki: "Bu hadisi ancak bu vecihten biliyoruz;
isnadı meçhuldür. Haris, eleştirilmiş bir ravidir. "Senedinden sarf-ı
nazar edersek bu söz, güzel ve anlamı doğrudur. Bkz. Darimi II, 435; Tirmizi
(Hırns bsk.) VIII, 112-113.
[18] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 24-25.
[19] Taberi Tefsiri'ne (1,80) ve Şeyh Ahmed Şakir'in bu
hadisle ilgili oradaki açıklamasına bakınız ve Kurtubi (1-39) ile
karşılaştırınız. İbn Teymiyye'nin bu hadisi delil getirişi, daha başka bir
açıdandır. Bkz. "Mecmuatii'r-Rtjsaili'l-Kübrall, 31"
Haberde adı geçen Ebu Abdirrahman es-Siilemi (Ebu Abdillah b. Habib
el-Kufi el-Mukri') tabiilerin büyüklerinden güvenilir ve sağlam bir ravidir.
Babası sahabidir. Bkz. îbn Hacer, Takribü'I-Tehzib, I, 408.
[20] İmam Ahmed (Yezid b. Harun, Abdullah b. Ebibekr
es-Sehmi, Hu-meyd) tankıyla Enes'ten rivayet etmiştir.
Bu rivayetlerde:
"Cedde fina: aramızda büyük bir değer ve itibara sahip olurdu" ve
"Udde fina: Aramızda saygın bir yer işgal ederdi" sözleri yer
almaktadır. İşte bu hadis, hakkında eleştiri ve uzun açıklamalar yapılmış olan
bir kıssada geçen bir cümledir. Bkz. Sülasİyyatü Müsnedi'l-îmam Ahmed II, 276.
[21] Bkz. El~Muvatta (M.R Abdülbaki'nin tahkıkli neşri) I,
205; Kurtubi I, 39-40.
[22] TaberiHiunu, Mücahid'e varan senediyle, Ebu Küreyb'ten
şöyle rivayet etmiştir. "Mushafı baştan sona üç kez îbn Abbas'tan okudum,.."
Taberi I, 90.
[23] Taberi, Süfyan es-Sevri'ye varan senediyle, aynı
rivayeti Abdullah b. Yusuf eİ-Cebiri'den rivayet etmiştir. 1, 91
[24] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 26-28.
[25] îbn Teymiyye'ye göre daha başka ihtilaf çeşitleri
hakkında geniş bilgi için, O'nun "Îktizaü's-Sırati'l-Müstakim s. 34
vd." adlı eserine bakınız.
[26] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 29.
[27] İbn Teymiyye'nin, Batıni Karmatilerle münakaşası ve
Allah'ın isimleri hakkında: "Bu isimler Ö'nun zatı konusunda müterradif
(birbirinin aynı), sıfatlan konusunda mütebayin (birbirinden farkli)dir"
şeklindeki ince değirlendirmesi için Bkz. er-Risaletü't-Tedmuriyye s. 9 vd.,
63, Bu kıymetli risalenin büyük bir kısmı Allah'ın isim ve sıfatlan
hakkındadır.
[28] Rasulullah'ın (s.a.v.) bu isimleri Buharı, Müslim ve
İmam Ma-lik'in, Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im'den rivayet ettikleri şu hadiste
geçmektedir: Benim beş ismim vardır. Ben Muhammed'im, ben Ah-med'im, ben
MaTıi'y'm: Allah küfrü benimle mahv ve imha edecek. Ben Haşİr'im: Benden sonra
kıyamet kopacak ve insanlar benim izim ve ri-saletim üzere haşrolacaklar ve ben
Akıb'im: Benden sonra peygamber gönderilmeyecek "Bkz. Muvatta, 1004; İbn
Hacer, Fethu'1-Bari VI, 433; Nevevi, Müslim Şerhi XV, 104; Kastallani,
el-Mavahibü'1-Ledünniyye, I, 181.
[29] Daha önce geçti. Yine Bkz. Taberi 1,171-173'de Ahmet
Şakir'in tahriri.
[30] Benzeri Tirmizi, başka lafız ve farklı bir tertipte
rivayet etmiştir. (Hims bsk. VIII, 71). İmam Ahmed Müsned'inde (IV, 182-183)
Nevvas'tan iki tarikle rivayet etmiştir. Yine bkz. Taberi I, 176-177.
[31] Ebu'I-AIiye ve başkalarından, sırat'ın tefsiri
hakkında "O Ra-sulullah ve Ondan sonra Ebu Bekir ile Ömer'dir" diye
rivayet edilmiştir. Bkz. Taberi I, 175.
[32] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 29-33.
[33] Bkz, Bakara 270 vd.
[34] İbn Teymiyye'nin tamm'la ilgili görüşleri için
"er-Reddü Ale'l-Mantıkıyyin" adlı kıymetli kitabının baş tarafına (s.
7 vd.) ve bilhassa 19-21 ve 32-37 sayfalarına, yine "Nakzu'l-Mantik"
adlı kitabının 183-200. sayfalarına bakınız.
[35] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 33-35.
[36] Tefsir kitaplarından anlaşılan odur ki, zıhar ayeti
(Mücadele: 58/2), Evs b. Samit'in hanımı Havle (yahut Huveyle) b. Sa'Iebe
hakkında nazil olmuştur. Meşhur olan budur. Bkz. Taberi XXVIII, 2; Kurtubi
XVII, 270; İbn Kesir IV, 320; Şevkani V, 177. Tefsir kitaplarında Sabk b. Kays,
Hucurat suresinin 2-3. ayetleri hakkında sözkonusu edilmektedir. Buhari,
Müslim ve diğerlerinin Enes'ten rivayetlerine göre: "Ey iman edenler,
sesinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin..." ayeti inince, yüksek
sesli bj" kimse olan Sabit b. Kays b. Şemmas: Peygamberin sesine karşı
sesimi yükselten, ameli boşa giden ve cehennemlik olan benim!" diyerek, ı
'ahzur bir şekilde evine kapanmıştı. Rasulullah (s.a.v.) onu soruşturmuş ve
bazı kimseler Sabit b. Kays'a giderek:
"Allah'ın Rasulü
seni soruyor, nen var" deyince, şu cevabı vermişti: "Peygamberin
sesini bastırarak ve bağırarak konuşan benim. Amelim boşa gitmiştir. Ben
cehennemliğim!" Durumu Rasulullah'a (s.a.v.) anlattıklarında:
"Hayır, O cennettliktir." cevabını vermiştir. Nitekim Sabit b, Kays
Yemame savaşında şehit düşmüştür. İbn Merdüye, İbn Mes'ud'tan şöyle rivayet
etmiştir: "Sesinizi Peygamberin sesi Üzerine yükseltmeyin..."
(Hucu-rat 2-3) Ayeti, Sabit b. Kays b. Şernmas hakkında nazil olmuştur. Yine
İbn Merdüye Ebu Hureyre'den şöyle rivayet etmiştir: "Allah'ın Rasulü'nün
huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onların kalplerini Allah, takva İmtihanından
geçirmiştir. Mağfiret ve büyük ecir onlarındır." (Hucurat: 49/4) ayetinde
sözü geçenler hakkında Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sabit b.
Kays b. Şemrnas onlardandır." Bkz. Şevkani Fethu'l-kadir V, 59.
[37] Bkz. Nur 6-9; Taberi XVIII, 821; İbn Kesir Ul, 265.
Her iki rivayet de Buhari'de vardır. Ayetlerin nüzul sebebi hakkındaki bu iki
rivayetin tahlil ve tenkidine dair alimlerin görüşlerini İbn Hacer
nakletmiştir. Öyle an-hşılıyor ki, ayet Hilal b. Ümeyye hakkında nazil olmuştur
ve Umeyr el-Ac-lani, Hilal'in durumundan habersiz olarak geldiğinde, Rasulullah
(s.a.v.) kendisine hükmü bildirmiştir. Bkz. Fethu'1-Bari VIII, 362-364.
[38] Kelale ayeti, Nisa suresinin 176. ayetidir. Taberi'nin
tahric ettiği bazı rivayetlerde geçtiği üzere, Cabir b. Abdillah hakkında
nazil olmuştur. Bkz. Taberi (Üstad Mahmud Şakir'in tahkikli neşri) IX,
431-433. Bulıari der ki "Kelale, kendi' ine babası veya oğlu tarafından
mirasçı olunmayan kimsedir." Bkz. Feihu'I-Bari VIII, 215; Taberi VIII,
53-61.
[39] Maide kî; Bkz. Taberi X, 392; İbn Kesir II, 67; Şevkani
II, 46.
[40] Enfal J 6; Ayetin tamamını bir önceki ayetle birlikte
gözden geçirini;. Bedr savaşınoak; durumla ilgili nazil olmuştur. Bu iki ayetin
işaret ettiği hükmün. Bedr ehline has olduğuna dair, bazı rivayetler vardır.
Bkz. İbn Kesirli, 294; Şevkani II, 281.
[41] Maide: 5/106-108, Müslümanlardan birinin, yolculuğu
sırasında yaptığı vasiyetten bir kısmını inkar eden Temim ve Adi hakkında nazil
olmuştur. Bu İkisi o vakit Ehl-i Kitap idiler. Bazı muh:ıddislerce, rivayette
garabet vardır, tbn Kesir'e göre, hadislerin aslı sahih olup, selefçe
meşhurdur. İbn Kesir II, 112.
[42] Muhacirlerden bir zat, Kostantiniyye (İstanbul)
surları önündeki savaşta, düşmana karşı saldırarak düşman saflarını yarmıştı.
Orduda Ebu Eyyüp de bulunuyordu. Bunu gören Müslümanlar: "Adam kendini
elleriyle tehlikeye attı" dediler. Ebu Eyyüb onlara şöylededi: "Bu
ayeti biz (Ensar) daha iyi biliriz; çünkü bizim hakkımızda inmiştir. Şöyle ki,
bizler Rasulullah'm (s.a.v.) yanından hiç ayrılmazdık. O'nunla savaşlara
katıldık ve O'na yardım ettik. Derken, İslam yayıldı, üstün geldi. Bunun
üzerine bizler, ensar olarak bir araya gelip şöyle bir hasbihalde bulunduk:
"Allah Teala, O'nun Peygamberiyle birlikte olmamıza karşılık, bize ikramda
bulundu ve Peygamberine yardım etti. Nihayet İslam yayıldı ve müslümanların
sayılan çoğaldı. Biz Rasulullah'ı (s.a.v.) kendi ehlimize, çoluk, çocuğumuza
ve mallarımıza tercih ettik. Artık ehl-ü iya-limizin ve mallarımızın başına
dönsek de onlarla meşgul olsak." Bunun üzerine, bizim hakkımızda:
"Allah yolunda infak edin ve kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye
atmayın." (Bakara: 2/195) ayeti indi. Yani, tehlike: ehl-ü iyal ve mal
İçinde eğleşip cihadı terketmektir."
Ebu Davud, Tirmİzi, Nesai, İbn Ebi Hatim ve daha birçoklanrica rivayet
edilmiştir. Bkz. Fethu'1-Bari VIII, 149 (İbn Cerir'den); îbn Kesir I, 328;
Şevkani, Fethu'l-Kadir I, 170.
[43] Muayyen bir sebep üzerine gelen umumi lafız hakkında
cumhurun görüşü şudur: "İtibar, sebebin hususiliğine değil, lafzın
umumi!iği-nedir." Burada İbn Teymiye'nin anlatmak istediği şudur:
"Sebebin hususiliğine İtibar edilir" diyenler bunu, 'ayetin hükmü
kimin hakkında indiy-se ona hastır, başkalarını ilgilendirmez' anlamında
söylememişlerdir. Görüldüğü kadarıyla O bu sözüyle şuna işaret etmektedir:
Ayetin hükmü hem onlara, hem cumhura göre, nüzule sebep teşkil etmeyen ferdlere
de Şamildir. Şu ka^ar var ki, Cumhur: 'Ayetin bizat kendisi onlan da içine
alır' derken, berikiler: Nüzule sebep teşkil etmeyen ferdler ayetin hükmüne
kıyas veya başka bir nas ile girer' demektedirler. (Geniş bilgi için bkz.
Zerkani, Menahilü'l-Irfan S. 118 vd,; Suyuti, el-İtkan I, 50; Usulü'l-Fikh
168.)
[44] Yani Zerkeşi'nin de dediği gibi bu, hükme, ayetten
delil göstermek kabilinden olup, vuku bulan olayı nakletmek cinsinden
değildir. Bkz. el-Burhanl, 32.
[45] Burada müsned sözüyle kastolunan, sahabiye dayanan
mevkuf haberin karşıtı olarak kullanılan merfu hadislerdir. Bundan dolayı bazıları
buna, müsned-merfu demişlerdir. Yani, sahabenin bu tür sözlerinin bazıları
Rasulullah'a (s.a.v.) varan merfu hadisler kabilinden, bazıları da salt sahabi
sözü ve yorumu olarak kabul edilmiştir. Hakim en-Neysabu-ri demiştir ki:
"Vahye ve Kur'an'm nüzulüne ş^hid olan sahabinin 'bu ayet şu hususta
inmiştir' şeklindeki haberi, müsned hadistir." İbnus Salah ve bazıları da
bu görüştedir. Öyle gözüküyor ki bu konuda hakikat, Hafız İbn Hacer'in işaret
ettiği gibidir ki O'na göre: "Sahabinin, içtihada imkan olmayan ve arap
dilinden nakledilmeyen konularda söyledikleri merfu, diğerleri
mevkuftur." İbn Teymiyye'nin: "Halbuki, ardından bir ayetin nazil
olduğu bir sebebi ifade eden sahabi sözü böyle olmayıp, bunlar bütün alimferce
müsned olarak kabul edilmiştir" sözü de buna işaret etse gerektir.
Çünkü,bu, hakkında görüş belirtme imkanı bulunmayan salt nakil cinsindendir.
Bkz. el-İtkan I, 52; Lübabü'n-Nukul 3-4; el-Hakim, Ma'rifetü Ulümi'l-Hadis 20;
Suyuti, Tedribu'r-Ravi 116; San'ani,Tavzihu'l-EfkarI, 280.
[46] İbn Teymiyye, "müsned hadis mecmualarının çoğu bu
ıstılah üzeredir" derken şu kastediyor: "Hadis mecmuaların çoğu,
böyle bir rivayeti, İmam ahmed'in Müsned'inde ve Müslim'in Sahih'inde
yaptıkları gibi merfu'ya dahil etmemişlerdir." Ancak îbn Teymiyye, sanki,
ıstılahı manasıyla müsned hadis mecmuaları tarzında yazılmış olan eserlerde bu
farkın açıkça görüldüğüne işaret ediyor gibidir. Mesela, bu tür haberleri,
sa-habiden nakledilen müsned hadisler içine dahil etmeyen İmanı Ahmed'in
Müsned'igibi.
[47] Bu iki ihfcmalin vukuu hakkında -delilleriyle
birlikte- geniş bilgi için bkz. Suyuti, el-İtkan 153-155 Lübabii'n-Nükul girişi,
s.5.
[48] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 35-40.
[49] Bu, selefin, tefsirdeki ihtilaflarının üçüncüsünü
teşkil etmekle beraber, bazı itibarlarla İbn Teymiyye bunu ikinci gruba dahil
etmiştir.
[50] İbn Kuteybe'nin de dediği gibi kasvera sözü, kahr
manasına gelen kasr'dan gelse gerektir ki, arslan, yırtıcı ve vahşi hayvanları
kahr ve ram eder. Bazılarına göre bu, nebi (ok, asalet ve şeref sahibi kişi)
anlamına da gelir. Bkz. Taberi XXIX, 168; İbn Kuteybe, Garibu'l-Kur'an (Üs-tad
Ahmed Sakr'm tahkikli neşri), s. 498.
[51] Bkz. Taberi XXX, 78; İbn Kuteybe, Garibu'l-Kur'an
(Ahmed Sakr'm dipnotu), 517.
[52] Muvataa: Aynı şey üzerinde birleşmek, ittifak etmek
demektir. Yani lafzın aslında tek şeye delalet etmesi, müşterek veya başka bir
durumda olmamasıdır. Bkz. İbn Manzur, Lisanu'1-Arap I, 200.
[53] Necm: 53/9 Bazı müfessirler. "Sümme dena fe
tedella" ayeti hakkında: "Sonra Cebrail Muhammed'e yaklaştı"
demişlerdir. Taberi der ki: "Ayette takdim-te'hir vardır; dolayısıyla,
'tedella'nın 'sarktı' anlamı önce vuku bulmuş olup, 'sümme tedella fe dena:
sonra sarktı ve yaklaştı' demektir. Dünuv (yaklaşma) tedelli (sarkma) ye,
tedelli de dünuvv'e delalet ettiği için böyle bir takdim-tehir güzel düşmüştür.
Tıpkı: "Zara-ni fulanun fe ahsene: falanca beni ziyaret etti ve (bana)
ihsanda bulundu' cümlesinin, 'ahsene ileyye fe zarani: Bana ihsanda bulundu ve
beni ziyaret etti' şeklinde kullanılması gibi. Diğer müfessirler ise ayete:
"Sonra Rab Teala Muhammed'e yaklaştı" anlamını vermişlerdir. Taberi,
birinci manayı tercih etmiştir. Bkz. XXVII, 44.
[54] Fecr suresinin ilk ayetlerine bakınız. Bazıları:
"fecr gündüz demektir, bazıları da: "Bununla sabah namazı
kastedilmiştir" demişlerdir. Sonraki iki ayeiin lefsiri için bkz. Taberi,
XXX, 168 vd.
[55] İmam Şafii, Ebubekr el-BakıIlani, Mutezile'den
bazıları ve Safi-ilerin cumhuruna göre, müşterek: Bütün manaların cem'i
mümkünse ve bel? li bir mananın murad edildiğine dair de bir karine yoksa,
bütün manalarına birden hamledilir. Hanefiler, Kaderiyye ve bazı Şafiiler ise
derler ki; Müşterek, tek kullanılışta bütün manalarına hamledilmez." Bkz.
İmam Zen-cani, Tahricu'1-Füru' ale'l-Usul (Muhammed Edİb Salihin tahkikli
neşri) S. 165 vd. Şeyh Ali Hasbullah, usulü't-Teşriil-İslami, s. 218-220.
[56] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 40-42.
[57] Selefin ihtilaflarının dördüncü kısmı.
[58] Tur: 52/ 9. İbn Teymiyye'nin verdiği bu mana,
bazılarına göredir. Kamus şöyle der: "Mevr, çalkalanmak ve
titremektir." II, 136, Bkz. Taberi XXXII, 20.
[59] İsra: 16/4'ün tefsiri ve Taberi'nin tercihi için bkz. XV, 21.
[60] ibn Hişam der ki: "Arap, bir lafza başka bir
anlam ve hükmü verir ve buna tazmin der. Bunun faydası, iki lafzın ifade
edeceği manayı, tek bir lafızla ifaHe etmektir. Bu, Basralı dilcilerin
görüşüdür. Kufelile-re göre ise, kelimeler birbirlerinin yerini (utarlar. İbn
Hişam, tazmine birçok misaller ve Kur'an'dan şahitler getirmiştir. Bkz.
el-Mugnî 0,685; îbn Kuteybe-Te'vİlu MüşkiJİ'I-Kur'an s. 426 vd.
[61] Tirmizi, Nesai, Ahmed, ibn Hibban ve Hakim'in, Hasan
b. Ali'den rivayet ettikleri hadistir. Buharı der ki: "Tabiim döneminin
abid-lerinden Hassan b. Ebu Sinan el-Basri şöyle demiştir. Vera (takva) dan
daha kolay birşey yoktur. Seni şüpheye düşüren- içini tırmalayan şeyi bırak,
şüphe vermeyene yönel. "Buhari bunu reP (Rasulullah'a (s.a.v.) is-nad)
etmemiştir. İbn Hacer rayb kelimesini "şek ve tereddüd" olarak açıklamıştır.
Bkz. Fethu'1-Bari IV, 234.
[62] İmam Malik ve Nesai bu hadisi, "Babu ma yeczü
li'l-muhrimi ekluhu mineVSayd' babında, Zeyd b. Ka'b es-Selemi el-Behzi'den rivayet
etmiştir. Hakıf: Başını iki ayağı üzerine koymuş duran" anlamındadır. Ebu
Ubeyd der ki: "Yani, kıvrılıp yatmış uyuyan" demektir... Ona ilişmek
ve ürkütmek yasaklanmaktadır. Zira ihramlımn av hayvanlarım kovalaması ve
ürkütmesi caiz değildir." Bkz. Nesai.V, 183; Muvat-ta I, 351; Muvatta
Zürkani Şerhi, II, 78.
[63] Ebubekr ve O'nun fikrini kabul eden İbn Abbas, İbn
Zübeyr, ibn Ömer, Huzeyfe b. Yeman, Ebu Said el-Hudri, Aişe gibi sahabeye göre,
Ölenin kardeşleri, ölenin dedesiyle beraber bulundukları zaman varis olamazlar.
Tıpkı, babasıyla beraber bulunduklarında varis olamadıkları gibi. Çünkü onları
Ölü'ye ulaştıran vasıta dede'dir. Ebu Hanife de bu görüştedir. Sahabeden Ali
(r.a.), îbn Mes'ud, Zeyd b. Sabit ve diğerlerine göre ise, bu durumda kardeşler
varis olurlar; İmam Malik ve Şafii de bu görüştedir. Müşerreke yahut müştereke
meselesine gelince, feraiz ilminin meşhur meselelerindendir (ki, Ölenin ana
baba bir kardeşlerinin, ana-bir kardeşleriyle beraber bulundukları zamanki
durumudur.) Ömer (r.a.), bir defasında onları mirastan mahrum etmiş, bir
defasında da, ana-bir kardeşlerle beraber üçtebire ortak etmiştir. (Bu iki konu
için bkz. Şerhu's-Siraciye 144; Prof. Dr. Mustafa Sibai, el-Ahvalü'ş-Şahsiy-ye,
Üniversite bsk. 1959, II, 67, 71, 203.)
[64] Bkz. Nisa 11, 12,176
[65] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 42-47.
[66] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 48.
[67] ibnTeymiyye'nin "herhangi bir faydası olmayan ve
sahih olduğuna dair delil de bulunmayan" dediği bu lür çeşitli
rivayetler, tefsir kitaplarının birçok sayfasını karalamıştır. Ubey b. Ka'b'm
rivayet ettiği bu hadis Buhari'de vardır. Bkz. Fethu'1-Bari 1,137.
[68] Bu üç sima, İsrailiyat'ın temel direkleridir.
Ka'bu'l-Ahbar diye bilinen Ebu İshak Ka'b b. Mati' el-Himyeri, Yemen asıllı bir
Yahudi iken, Ömer (r.a.) döneminde İslam'a girerek Şam'a yerleşmiş ve H. 32
senesinde Humuş'ta ölmüştür. Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai O'ndan
rivayet etmişlerdir. Vehb b. Münebbİh, tabiun alimlerinden Ebu Abdil-lah
el-Yemani'dir. O'nun, kardeşi Hemmam'dan rivayet ettiği hadisleri, Buhari ve
Müslim tahric etmişlerdir. Güvenilir, dürüst ve (fakat) İs-raili kaynaklardan
çokça rivayet eden biridir. Muhammed b. İshak b. Ye-sar ise, Medineli
azadlılardan Ebubekr el-Mahremi'dİr. Bazılarına göre güvenilir, bazılarına göre
ise değildir. İbn Teymiyye bu ünlülerden söz ederken, onların güvenilirlikleri
veya rivayetlerinin reddedileceği hususuna temas etmemiş, ancak onların
naklettikleri İsraili haberlerde -hadiste emredildiği gibi- tevakkuf etmemiz
zaruretine işaret etmekle yetinmiştir. Alimlerimizin belirttikleri ve ileriki
sayfalarda bizzat Şeyhülislam'in da açıklayacağı gibi bu tavakuf; bizim
şeriatımızca herhangi bir açıklama yapılmayan ve batıl olduğuna dair de bir
delil bulunmayan İsraili rivayetlerdedir. Sözkonusu tevkkufta, onlann
rivayetlerinin doğruluğunu eleştirmek değil, fakat, bazı şartlan taşımamaları
halinde bunların muhtevalarını tenkid vardır. Halbuki bazı araştırmacılar,
öyle gözüküyor ki, îbn Teymiyye'nin bu sözü üzerine, vmıiı$ bazı hükümler
kurmuşlardır. Bkz. Tehzibü't-Tehzib VIII, 438; Mı.:mü'l-İ'tidal IV, 352; III,
468, Tefsiru'l-MenarI,9,Zehebi, et-Tefsı: vç'i-Müfessirunl, 191.
[69] İmam Ahmed ve Ebu Davud, Ebu Nemle el-Ensari'den
Rasulul-lah'ın (s.a.v.) şu hadisini rivayet ederler: "Kitap Ehli'nin size
anlattık' lanın tasdik etmeyin, tekzip de etmeyin! Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine
iman ettik deyin o kadar. Böylece, onların size anlattıkları hak ise
yalanlamamış, batıl ise doğrulamamış olursunuz." Buhari'nin Ebu
Hureyre'den rivayet ettiği hadiste ise Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
('EhI-i Kitabı ne tasdik eden, ne tekzip. Biz Allah'a ve bize indirilene
inandık deyin." Abdullah b. Mes'ud demiştir ki: "Kitap Ehline birşey
sormayın. Çünkü onlar, kendilerini saptırdılar; sizi hiçbir zaman dağruya
ulaştırmazlar. Yoksa size ya doğruyu söylerler, onlan yalanlarsınız; ya da
batılı söylerler, onları doğrularsınız." Bunu Hafız el-Heysemi tahric
etmiş ve şöyle demiştir: "Bunu Taberani el-Mu'ce-mi'1-Kebiri'nde rivayet
etmiş olup ravileri güvenilir kimselerdir." Bkz. MüsnedlV, 136; es-Sünen
III-433; Fethu'1-Bari V, 323, VIII, 138,442; VI, 388; Mecmeu'z-Zevaid I, 192.
[70] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 48-51.
[71] Rasulullah'ın (s.a.v.) savaşları.
[72] Destanlar, Kahramanlık olayları, fitne ve kargaşalar.
[73] Birçoklannca nakledilen bu rivayetteki asi kelimesi,
bazılarınca, Şeyhü'l-İslam'ın ilk naklettiği rivayette geçen isnad anlamında
anh-şılırken, bazılarınca, îmanı Ahmed'in bu sözü bizzat tefsir, melahim ve
megazi kitaplarına yönelik telakki edilmiştir. Hatib el-Bağdadi şöyle der:
"İmam Ahmed'in sözü, bizzat bu üç konuda yazılmış kitapları hedef
almaktadır ki, nakledinlerinin adelet sahibi olmamaları ve kıssacılar tarafından
birçok ilavelerin yapılmış bulunması sebebi ile, bu kitaplara iti-mad edilemez.
Nitekim İmam Ahmed, Kelbi'nin tefsiri hakkında: 'başından sonuna kadar
yalandır, bakmak haramdır' demiştir. Suyuti'nin dediğine göre, İmam Ahmed'in
ashabından muhakkik alimler demişlerdir ki: "O, bunların çoğunun muttasıl
sahih senedlerinin olmadığını kasdet-miştir." Çağımızda bazı
araştırmacılar, İmam Ahmed'in bu sözünü yanlış anlamaktadır. Bkz. el-İtkan II,
304; Fütteni, Tezkiratü'l-Mevzuat 82; İbnü'd-Deyyiba', Temyİzü't-Tayyib
mine'l-Habis 198; Ahmed Emin, Du-iia'I-İslam II, 141.
[74] Ebu Abdillah Urve b. Zübeyr b. Avvm el-esedi. Annesi
Es-ma'dır. Rasulullah'm (s.a.v.) hayatı hakkında ilk eser yazanlardandır.
Muhtemelen, ilk siyer yazan O'dur. Hilyetii'l-Evliya II, 176,
Vefeyatii'l-A'yanl, 316.
[75] Ebu Amir b. Şurahbil eş-Şa'bi el-Himyeri (Ö. 103).
Kuvvetli ha-fızasıyla ün yapmış bir ravidir. Tabiun'dandır. Bkz. İbn Hacer,
Tehzibü't-TehzibV,56.
[76] Ebubekr Muhammed b. Müslim b. Abdillah b. Şihab
ez-Zühri (Ö. 124). Tabiilerin büyüklerinden olup, ilk hadis tedvin
edenlerdendir. Ve-feyatü'l-A'yan I, 451, Tehzibü't-Tehzib IX, 455.
[77] Musa b. Ukbe, Zübeyr ailesinin azadlılanndandır.
el-Megazi adlı bir kitabı vardır. İmam Ahmed: "İbn Ukbe'nin meğazi'sine
iyi sahip olun. Çünkü O govenilir'dir" demiştir. Bkz. Tehzibü't-Tehzib X,
360.
[78] Ebubekr eİ-Mahremi Muhammed b. İshak b. Yesar (Ö.
150). Me-dinelilerin azadlılarmdan olup, en eski tarihçi ve siyer
yazarlarındandır. Şii ve kaderi fikirlere sahip olmakla itham edilmiştir. Sahih
olan görüşe göre güvenilir bir ravidir. Bkz. Takribü't-Tehzib II, 144; Mizanü'1-İ'ti-dal
II, 468.
[79] Hicri 194'te vefat etmiştir. îyi bir hadis rivayet
edicisidir. A'meş ve Hişam b. Urve'den rivayet etmiştir. Kendisinden, oğlu Said
ve İmam Ahmed rivayet etmişlerdir. Yahya b. Main ve daha başkalarınca güvenilir
kabul edilmiştir. Bkz. Mizanü'l-İ'tidal, IV, 380; Takribü't-Tehzib II, 348.
[80] Ebü'l-Abbas ed-Dimeşki (Ö. 195). Ümeyye oğullarının
azadh-lanndandır. es-Sünen ve el-Meğazi'si, tarih ve hadise dair yazmış olduğu
birçok eserleri arasındadır, imam Ahmed: "Şamlılar içerisinde O 'nun kadar
akılh.birişi görmedim" demiştir. Bunun gibi, birçok alim kendisini
övmüştür. Bkz. Tehzibü't-Tehzib XI, 151; Mizanü'l-İ'tidal, IV, 347.
[81] Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer b. Vakid el-Eslami (Ö.
207). Geniş ilmine rağmen rivayetine itibar edilmeyen biri olduğu söylenmiştir.
Megazi, siyer ve fetihler konusunu, hadis ve fıkıhta alimlerin çeşitli görüşlerini
bilen bir alimdi. Bkz. el-Fihrist 144; Takribü't-Tehzib II, 194.
[82] Ebu tshak İbrahim b. Muhammed el-Haris el-Fizari (Ö.
188). Ev-zai'nin ashabından ve çağdaşlarındandır. Hudud boylarındaki
mücahid-leri eğiten ve onlara Sünneti Öğreten bir alimdir. Kitabü's-Siyer
fi'l-Ah-bar ve'I-Ahdas, O'hun eserlerindendir. Bkz. İbnü'n-Nedim, el-Fihrist
135; Tehzibü't-Tehzibl, 153.
[83] Ebu Amr Abdurrahman b. Amr b. Yahmud el-Evzai (Ö.
157). Şamlıların imamıdır. Zühri ve Ata'dan dinlemiş, Sevri kendisinden rivayet
etmiş, Abdullah b. Mübarek ve birçokları kendisinden ilim almışlardır. Hayatı
ve menkıbeleri için bkz. Mehasinu'l-Mesai fi M5nakıbİ'î-Ev-zai, Emir Şekib Arslan
neşri 25 vd. Rahmetli Emir Şekib Arslan'ın ya-zannı tesbit edemediği bu eserin
yazan, Ahmed b. Muhammed b. Ahmed Zeyd el-Hanbeli ed-Dımeşki (Ö. 87O)tir.
[84] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 51-53.
[85] İbn Abbas (68), Mücahid b. Cebr el-Mekki (104), Ata b.
Ebi Ra-bah el-Mekki el-Kureş; (114), Mekkelilerin azadhlanndandır; Ebu
Ab-dillah İkrime el-Berbei cl-Medeni (104), Ebu Abdirrahman Tavus b. Key-san
el-Yemani el-Him; eri (Î06), Ebu'ş-Şa'sa Cabir b. Zeyd el-Ezdi el-Cufi (93),
Ebu Muhamited Said b. Cüteyr (49 yaşında Haccac tarafından 95 h. de ölüme
mahkum edilmiştir.)
[86] Ebu Abdirrahman Abdullah b. Mes'ud el-Hüzeli, ilk
müslü-manlardandır. Rasulullah'tan (s.a.v.) hiç ayrılmamıştır. Kendisiyle birlikte
olan en meşhur tabiiler şunlardır Alkame b. Kays (61), Mesruk b. Abdirrahman
(63)-el-Esved b. Yezid en-Nehai (64), Hicri 32 senesinde vefat etmiştir.
[87] Tefsirde Medine ekolünün direği, Übey b. Ka'b
el-Ensari el-Haz-reci 'dir. Ömer'in (r.a.) hilafeti zamanında vefat etmiştir.
Medine tefsir ekolünün en ünlü tabiileri, Ömer'in (r.a.) azadlısı Ebu Abdillah
Zeyd b. Eşlem el-Adevi (136) ile Ebu'l-Aliye Muhammed b. Ka'b el-Kurazi'dir.
Zeyd b. Eşlem, Übey b. Ka'b'm Ebu'l-Aliye'den daha meşhur talebesi olsa
gerektir. Zeyd b. Eslem'in, bazılarınca zayıf kabul edilen oğlu Abdurrahman'in
vefatı H. 182'dir. Güvenilir bir ravi olan Abdullah b. Vehbel-Kureşi, Kureyş'in
azadhsı olup 197'de vefat etmiştir. Hicret yurdunun imamı olan İmam Malik b.
jnes ise, 179'da vefat etmiştir.
[88] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 53-54.
[89] Mürsel hadisin meşhur tarifi şudur: Tabiunun,
başkasından işittiği halde, RasuluHah'a (s.a.v.) izafe ederek naklettiği
hadistir. Başka bir deyişle, senedinden sahem nin düştüğü hadistir. Mesela,
Nafi'in: "Rasu-lullah (s a.v.) buyurdu ki..." şeklinde rivayet ettiği
hadisler böyledir. Mürsel hadisin hüccet kabul edilip edilmeyeceği konusunda,
alimlerin çeşitli görüşleri vardır, ökz. San'ani, Tavzihu'l-Efkar I, 283;
Kasimi, Ka-vaidü't-Tahriıs, 133-136.
[90] İbn İshak'a göre, Utbe b. Rabia b. Abdişems'i öldüren,
Ubeyde b. Haris el-Muttalib'dir. ibn Hişam ise, Utbe'yi. Ubeyde, Hamza ve
Ali'nin birlikte öldürdüklerini söyler. İbn İshak, Şeybe b. Rabia'yı Ham-zab.
Abdil Muttalib'in, Velid b. Utbe b. Rabia'yı Ali b. Ebi Talib'in öldürdüğünü
yazar. Bkz. İbn Hişam, es-Sira II, 357 (M. Abdülharaİd'in tah-kikli neşri).
[91] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 54-56.
[92] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 56.
[93] Ebu Salih es-Semman ez-Zeyyat el-Medeni Zekvan b.
Abdillah (203/207), sağlam ve güvenilir bir ravi olup, Iraklılar kendisinden
rivayet etmişlerdir. Ebu Hazim Abdurrahman b. HümÜz el-A'rec (117), geniş
ilmi olan güvenilir bir alimdir. Süleyman b. Yesar el-Hilali el-Mede-ni (107),
bol hadis bilgisine sahip, fakih, fazıl ve sika'dır.
[94] Muhammed b. Şirin el-Ensari el-Basri Ebu Bekr b. Ebi
Umre (110), sağlam, güvenilir, abid, kıymeti büyük, mana ile hadis rivayetini
kabul etmeyen bir tabiidir. Kasim b. Muhammed b. Ebibekr es-Sıddık et-Teymi
(106), hakkında Eyyub'un: "Ondan daha üstününü görmedim" dediği,
Medine fukarasından güvenilir bir alimdir.
Ebu Muhammed Said b.
el-Müseyyib el-Mahzumi el-Kureşi (94), ta-biiler'in ulusu, büyük fukahadan,
hüccet kabul edilen alimlerdendir. Rivayet ettiği mürseller'in, en sahih
mürseller olduğunda alimler ittifak etmişlerdir. Ubeyde b. Amr es-Selmani
(72), Allah Rasulü'nün vefatından iki sene önce Yemen'de müslüman olmuş. Fakat
O'nu görememiştir. Fakih, muhaddis ve kaza (yargı) da çok mahirdi.
Alkame b. Kaysb.
Abdillah en-Nehai el-Kufi (62), sika ve hüccet bir fakih ve abid'tir.
Yezid b. Kays el-Esved en-Nehai (75), çağında Kufe'nin alimi olup,
hüccet ve hafızdır.
[95] Urve, Şa'bi ve Zühri için 84, 85,86, dipnotlara
bakınız. Ebu'1-Hat-tab Katade b. Diame es-Sedusi el-Basri (118), müfessir,
muhaddis ve dilcidir. Anadan doğma görmez'di. İmam Ahmed demiştir ki:
"Basra'nın en büyük hadis hafızı Katade'dir." Ebu Abdillah Süfyan b.
Said b. Mesruk es-Sev-ri (163), hadiste mü'minlerin imamı, ilim ve takvada
zamanının ulusu idî.
[96] İmam Zühri, hadisteki yeri, kuvvetli hafızası ve geniş
bilgisi hakkında derin ve geniş bir araştırma için bkz. Pro. Dr. Mustafa
Sibai, es-Sün-nelü ve Mekanetüha fi'î-Teşrii' İslami, 386 vd.
[97] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 56-58.
[98] Buhari, Cabir b. Abdillah'tan şunu rivayet eder.
"Yolculuk yapmakta olduğum deve çok yorgun ve ağırcanlı idi. Derken
yanıma Allah'ın Rasulii gelerek devem için dua etti ve çok iyi yürümeğe
başladı. Rasulul-lah (s.a.v.): "Bunu bana bir ukiyye altına sat"
buyurdu. Ben: 'Olmaz' dedim. O tekrar etti; ben de,üzerindeki yükü Medine'ye
evime kadar götürme şartıyla sattım. Parasını ödedi ve ben ayrıldım. Giderken
arkamdan deveyi yollayarak: 'Deveni de al; o da senin olsun' buyurdu. Bu
hadis, Buhari ve diğer kaynaklarda çeşitli birçok tariklerle rivayet
edilmiştir.
Ayrıntılara dair bazı
farklılıkları ve yukarıda Şeyhülislam'in da işaret ettiği fiat farklılığını
Buhari, sözkonusu rivayetin sonunda açıklamıştır. (Bkz. Kitabü'ş-Şürut). İbn
Hacer hadisle ilgili birçok değerli görüş ve nakiller serdetmiştir. İbn Hacer,
fiatm miktarı konusunda Buhari'nin de tercih ettiği, ekseriyetin rivayeti olan
bir ukıyye'yi tercih etmiştir. el-İs-maili der ki: "Ravİlerin, semen'in
miktarındaki ihtilaflarının, hadise bir zararı yoktur. Çünkü hadisin ele aldığı
ana mesele, Rasulullah'ın (s.a.v.) cömertliği, tevazuu, ashabınaşefkati,
duasının bereketi vb. konulardır. Ra-vüerden bazılarının, semenin miktarı
konusundaki vehim (yamlma)lerin-den, hadisin aslının zayıf sayılması lazım
gelemez!" Sözkonusu rivayetlerle ilgili olarak Kadi Iyad'ın tahkiki de
şudur ki: "Fidda (gümüş) ifadesi, akdin vukuunda esas alınan para
birimini bildirir; yahutta aksidir." Bkz. Fethu'1-Bari I, 346; İbn Hişam,
es-Sira III, 217.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 58.
[99] İmam Gazzali şöyle der: "Ümmetin hata üzerinde
birleşmeyece-ğini ifade eden, birbirini destekler tarzdaki bu rivayetler,
çeşitli lafızlarla Rasulullah'tan (s.a.v.) gelmiştir. Ömer (r.a.), İbn Mes'ud,
Ebu Said el-Hud-ri, Enes, İbn Ömer, Ebu Hureyre, Huzeyfe b. Yeman ve daha nice
güvenilir ve muteber sahabilerin dilinden, Rasulullah'ın (s.a.v.) şu sözlerine
benzer hadisler meşhur olmuştur. "Ümmetim delalet üzere birleşmez."
"Allah ümmetimi delalet üzerinde birleştirmez" "Allah Teala'dan
ümmetimi delalet üzere birleştirmemesini istedim; bana bunu lütfetti*' gibi...
El Mustasfa I, III. Muhakkik Ahmed Şakir Merhum der ki: "Muhakkik hadis
alimleri ve onlara basiretle tabi olan alimlere göre, şüphe götürmez bir
hakikattir ki, Buhari ve Müslim'deki bütün hadisler sahihtir. Bu hadislerden
hiçbirinde zayıflık ve çürüklük yoktur. Darakutni ve diğer bazı hadis
hafızlarının eliştirdikleri bir kısım hadislere gelince, onlar bu hadislerin
Buhari ve Müslim'in kitaplarında benimsedikleri en yüksek sıhhat derecesine
ulaşmadığını ifade etmek istemişlerdir." (İbn Kesir'in ihtisara
ulumi'l-Hadis adlı kitabına düştüğü dipnottan; s. 22.)
[100] Tevatür derecesine ulaşmayan bir habere- mesela beş
veya altı-kişi tarafından rivayet edilse dahi- haber-i vahid (tek kişinin
haberi) denilir. Buna göre Rasulullah'tan (s.a.v.) rivayet edilen hadislerin
çoğu haber-i vahid'tir. Haber-İVahid'in ameli vacip kıldığında ve Allah
Te-ala'nın bizi, haber-i vahidin kesin ilim ifade edip etmediğinde ihtilaf etmişlerdir.
Hanefi ve Şafii mezhebiyle Malikilerin cumhuru, Mutezile ve Haricilerin tamamı,
haber-i vahidin kesin ilim ifade etmeyeceği görüşündedirler. Selef, hadis
ehli, Hanbelilerin cumhuru, Zahiriler ve İmam Malik'e göre ise, haber-i vahid
kesinlik ifade eder ve kafi bilgi ortaya kor. İmam ibn Hazım der ki: "Adil
bir kişinin yine kendisi gibi adil kişiler vasıtasıyla Rasulullah'tan (s.a.v.)
rivayet ettiği haber, hem ilim hem haber gerektirir." konuyla ilgili
birçok delilleri olan Zahiriler demektedirler ki: "Allah Teala,
bilmediğimiz bir şeyi kendi zatına nisbet etmemizi bize yasaklamış ve tek
kişinin haberiyle (Rasulullah'ın tebliğiyle) bizi mükellef kılmıştır. Bu
durum, tek kişinin haberinin zan değil ilim ifade ettiğine delildir?" Hafız
îbn Kesir, Buharı ve Müslim'deki hadislerin doğruluk ve kesinliği konusunda
bir kısım alimlerin görüşlerine de temas ederek bilgi verirken, bizzat
kendisinin de ifade ettiği gibi-Üstadı İbn Tey-miyye'nin burada söylediklerini
içerik olarak nakletmiştir. Böylece ibn Kesir, öyle gözüküyor ki, "Haber-i
Vahidin ilim ifade etmesi, kendisiyle amel ediliyor olması yanında, ümmet
tarafından tasdik edilerek benimsenmiş olmasına da bağlıdır"
görüşündedir. O'na göre, Buharı ve Müslim'deki bütün hadisler, hem ilim, hem
amel ifade eder. Fakat İbn Tey-miyye'nin ibaresi, göründüğü kadarıyla, İmam îbn
Hazm'ın görüşüne işaret etmektedir. Şeyh Ahmed Şakir şöyle der: "Sahih
delillerin tercih ettiği gerçek, ibmHazm ve O'nun gibi düşünenlerin şu
görüşüdür: Sahih hadis, ister Buhari ve Müslim'de olsun, ister başka bir
kitapta olsun, kesin ilim ifade eder. Bu yakini (kesin) ilim, burhani-nazari
(burhan teşkil eden akli ve istidlali) bilgidir. Bkz. ebu'l-Huseyn el-Basri,
el-Mu'temed 566-570; Gazzali, el-Mustasfa I, 93-95; ibn Hazm, el-İhkam an
Usuli'î-Ahkam I 107 vd; îbn Kesir, İhtişam ulumi'l-Hadis, Ahmed Şakir'in
Tahkikli neşri 23-25; Şeyh Ali Hasbullah, usuIü't-Teşrii'I-İsIami, 40-45.
[101] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 59-61.
[102] İtibar, bir ravinin hadisinin, başka bir ravi
tarafından aynı şeyh'ten rivayet edilip edilmediğini araştırmaktır.
Araştırmada, hadisin başka bir ravi tarafından rivayet edildiği tesbit
edilmezse, o zaman mütabaat'ın olup olmadığına bakılır. Yani, isnad zincirinin
sonuna kadar gidilmek suretiyle bu hadisin, ravinin şeyhinin şeyhinin...
şeyhinden rivayet edilip edilmediği araştırılır. Buna mütabaat denilir. Şayet
hadisin bu şekilde başka bir ravi tarafından rivayet edildiği de tesbit
edilmezse,
bu defa o manada başka
bir hadisin var olup olmadığına bakılır. Buna Şahid denir. Bu da bulunmazsa, o
zaman hadis ferd hadistir. Bkz. Suyu-ti, Tedrîbu'r-Ravi 153-154. Hafız ibn
Kesir demiştir ki, Şevahid ve Mütabaai konusunda, orta zayıflıktaki ravüerden
geien rivayete müsamaha edilir. Ancak usulde bu mesamahaya gidilmez. Nitekim,
Sahihayn ve diğer hadis kitaplarında böyle olmuştur. Bundan dolayıdır ki,
Darakut-ni, bazı zayıf raviler hakkında: "İtibara elverişlidir" ve
"İtibara elverişli değildir" gibi sözler söyler. İbn Kesir, İhtisara
Ulumi'l-Hadis, 52.
[103] İbn Lehia'mn hem tenkidihem de takdiri konusunda
birçok sözler mevcuttur. Zehebi O'nu: "Mısır'ın kadısı ve alimi"
olarak anlatmıştır. Öyle gözüküyor ki, îbn Lehia hakkında fbn Teymiyye'nin
yukarıda işaret ettiği ve İmam Ahmed'in sahip olduğu kanaati kabul etmek
gerekecektir. İmam Ahmed O'nun hakkında şöyle demiştir: "İbn Lehia'mn
hadisi hüccet olmaz. Ben, O'nun hadislerinden birçoğunu itibar için yazarım;
onlar birbirini takviye ederler." Şeyh Ahmed Şakir Merhum: "Meşhur
sika ve hafızlarca rivayet edildiği zaman biz İbn Lehia'nm hadislerini kabul
ederiz" derken, öyle gözüküyor ki, İbn Mehdi ve İbn Hib-ban'ın
görüşündedir. İbn Mehdi şöyle demiştir: "Onun hadislerini Abdullah b.
Mübarek ve benzerleri rivayet etmişse muteber sayarım." İbn Hibban'da:
"Alimlerimiz şöyle derlerdi: "Kitapları yanmazdan önce O'ndan
Abdullah b. Vehb, Abdullah b. Mübarek, Abdillah b. Yezid el-Mukri ve Abdullah
b. Mesleme el-Ka'nebi gibilerin duydukları hadisler sahihtir." İbn
Lehia'mn kitapları H. I70'te yanmış, kendisi de 174'te vefat etmiştir. Doğıpn
66'dır. Bkz. Zehebi, MizanÜ'l-İ'tidal II, 475-483; İbn Kesir, İhtisaru
Ulumİ'l-Hadis; İmam Ahmed'in Müsnedi (Şeyh Şakir'in tahkikli neşri), I 87.
[104] Ebu'l-Haris el-Leys b. Sa'd el-Fehmi, zamanında
Mısırlıların imamı idi. Zehebi O'nun hakkında: "Meşhur hadis imamlarından
olup sika ve hüccet olduğunda hiç tartışma yoktur" demiştir. H. 175'te
vefat etmiştir. Bkz. Mizanü'l-İ'tidal III, 423; Tehzibü't-Tehzib, VIII, 459.
[105] El-Hakim der ki: "Bir hadis, cerhe konu olmayan
ve cerhin girmediği birtakım açılardan ta'lile tabi tutulur; çünkü cerhedilen
ravinin hadisi sakıt ve vahi (çürük) olduğu halde hadisin illeti, sika olan
ravilerin hadislerinde çokça bulunur; sağlam (sika) raviler bazen illeti olan
bir hadis rivayet ederler; fakat illetin farkına varamazlar. Böylece hadis,
ma'lul olmuş olur. İlelü'l-hadis konusunda hıfz, fehm (anlama) ve ma'rifet hüccet
olur; başka şeyler d eğil." Bu ilim dalının böylesine nazik oluşundan
dolayıdır ki, birçok hadis alimi için hadislerdeki illet gizli kalmış, ona ancak
fevkalade mütahassıs olan tenkidçîler yol bulabilmişlerdir. O kadar ki, bu
ilmin mütahassısı bazı hafızlar demişlerdir ki: "Bizlerin hadislerdeki
illetlerin farkına varmamız, cahillere göre kehanettir." Hakim, hadislerdeki
illet çeşitlerini on madde halinde saymıştır. Bkz. Ma'rifetü ulu-mi'1-Hadis,
112-119; El-Baisü'1-Hasis (Ahmed Şakir'in tahkikli neş-ri)58-70.
[106] Rasulullah'ın (s.a.v.) izdivacıyla ilgili olarak İbn
Teymiyye'nin işaret ettiği bu olayda bilinen husus, O'nun Meymune ile
evlendiğinden ihramlı olmadığı ve ibn Abbas'm: "Rasulullah (s.a.v.),
Meymune ile evlendiğinden ihramlı idi" rivayetinde vehmettiği (yanıldığı)
yine: "Rasulullah (s.a.v.) Beyt-i Haram'a girdi, dua etti fakat namaz
kılmadı" tarzındaki rivayetinde de galat (yanlışlık) yaptığıdır.
İmam Ahmed ve Kütüb-i
Sitte sahiplerinin İbn Abbas'tan rivayet ettikleri şudur: "Rasulullah
(s.a.v.) Meymune ile İhramlı iken izdivaç etti" Buhari'nin rivayeti
şöyledir: "Rasulullah (s.a.v.) Meymune ile ihram-lı ilfen evlendi; ihramdan
çıktıktan sonra zifafa girdi. Meymune, Şerif denilen yerde vefat etti"
Yezid b. El-Eslem, Meymune ile ilgili şunu rivayet etmiştir: "Rasulullah
(s.a.v.) Meymune ile ihramsızken evlendi ve ihram-sızken zifafa girdi ve
Meymune Şerifte vefat etti; zifafa girdikleri çatı altında O'nu
defnettik." Bunu îmam Ahmed ve Tirmizi rivayet etmişlerdir. Müslim ve İbn
Mace'nin lafızları: "Onunla ihramsızken evlendi" şeklindedir. Ravi
Yezid b. el-Eslem demiştir ki: "Meymune, benim ve İbn abbas'ın
teyzesidir." Bu Ebu Davud'un rivayetidir. Ebu Davud'un lafzı şöyledir:
"Meymune demiştir ki: "Rasulullah (s.a.v.) benimle Şerifte izdivaç
etti; O ve ben İhramsızdık." Ebu Rafİ'den: "Rasulullah (s.a.v.)
Meymune ile ihramsızken izdivaç etti ve ihramsızken zifafa girdi." Yine
ondan: "Ben aralarında elçi idim" İmam Ahmed ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.
Hadiseye tanık ve olayda elçi olan şahıstan gelen bu son iki rivayet en
doğrusudur. Çükü bu konuyu en iyi bilen odur. El Esrem der ki: "İmam
Ahmed'e sordum: ebu Sevr, 'sahih olmasına rağmen İbn Abbas'ın hadisi neden
reddediliyor?' diyor. İmam Ahmed dedi ki: "Yardım Allah'tan;
İb-nü'1-Müseyyib şöyle diyor: "Bizzat Meymune, Rasulullah (s.a.v.) beni ihramsızken
aldı" deyip dururken, İbn Abbas'ın ki vehimdir." îbn Abdil-ber de
şöyle demiştir: "Bu hususta rivayetler muhteliftir, fakat Rasulul-Iah'm
(s.a.v.), Meymune'yle ihramsızken evlendiği, çeşitli tariklerle rivayet
edilmiştir, ibn Abbas hadisi sahih olmakla beraber, O'nun tek kişi olarak
yanılması, bir cemaatın yanılmasından daha olasıdır..." İbn Abbas'ın
rivayetinin te'vili ile ilgili çok şeyler söylenmiştir. Bkz. Fethu'l-BariIX,
135; Zürkani, Muvatta Şerhi II, 272, Şevkani, Neylü'l-Evtar V, 15.
Buhari İbn Ömer'den
şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) Üsame b. Zeyd, Bilal ve Osman
b. Talha ile birlikte Ka'be'ye girdi, kapıyı kapattı. Bir müddet içeride kaldı.
Çıkınca Bilal'e sordum: Rasulullah (s.a.v.) ne jiaptı?' Bilal dedi ki:
"Soluna bir direk, sağma diğer bir direk ve arkasına da Üç direk gelecek
şekilde durdu. (O tarihte Beyt'in altı direği vardı) sonra namaz kıldı."
Müslim: Hacıların ve hacı olmayanların Ka'be'ye girmelerinin müstahab olduğu
bab'mda, Bilal'den sened-leriyle şunu rivayet etmiştir: "Rasulullah
(s.a.v.) Ka'beye girdive orada namaz kıldı"
Yine Müslim, Üsame ve
İbn Abbas'tan, senediyle şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v.)
Ka'benin muhtelif köşelerinde dua etti; fakat namaz kılmadı." Nevevi:
"Hadis ehli, Bilal'in rivayetini kabulde icma etmişlerdir; zira o rivayet
bir husus isbat edicidir ve daha fazla bilgi ihtiva etmektedir. Dolayısıyla
tercihi gerekir" demiş ve: "Rasulullah'tan (s.a.v.) uzak ve meşgul
bulunması ve Rasulullah'ın (s.a.v.) kıldığı namazı, kısa olması sebebiyle
farketmemiş olması" gibi gerekçelerle, Üsame'nin rivayetini kabul etmeyerek,
"Üsame'nin, kendi kanaatiyle amel etmiş olması mümkündür" demiştir,
ibn Abbas ise zaten Rasulullah (s.a.v.) ile beraber Ka'benin içindedeğildi.
Bkz. Fethu'1-Bari 1,458; Nevevi, Müslim Şerhi IX, 82; Zürkani, Muvatta Şerhi
II, 352.
[107] Buhari ve Müslim, Enes'den (r.a.) şöyle rivayet
etmişlerdir: "Rasulullah (s.a.v.) umrelerini, veda haccmdaki hariç hep
Zilkade aylarında yapmıştır. Bunlar: Hudeybiye yılı, müteakip sene, Huneyn
ganimetlerini taksim ettiği Ci'rane'de bulunduğu sene ve Veda Haccryla beraber
yaptığı umrelerdir." ibn Mace, sahih bir isnadla Aişe'den (r.a.) şunu
rivayet etmiştir: "Rasulullah (s.a.v.) ancak Zilkade'de umre yaptı."
İki hadisin birbirine uygunluğu ortadadır. Çünkü bu son hadiste Aişe (r.a.)
Rasulullah'ın (s.a.v.) veda haccı yılı Zilhicce ayında yaptığı umresini saymamıştır.
Buhari de mezkurdur ki, Aişe (r.a.) îbn Ömer'in: "Rasulullah {s.a.v.) biri
Recep ayında olmak üzere dört umre yaptı" dediğini duyunca: "Allah
O'nun iyiliğini versin; bütün umrelerinde Allah'ın Rasulü'yle beraber bulunduğu
halde nasıl böyle söyler! Rasulullah'ın (s.a.v.) Recep ayında hiç umresi
yoktur. Şayet Recep'te de umre yapmışsa, o takdirde bu sayı beşe çıkar.
Umrelerinin bazısının Recep'te, bazısının Zilkade'de olduğu ihtimali üzerinde
durulacak olsa, bu da vaki değildir. Vaki olan, Enes, İbn Abbas ve Aişe'nin
(r.a.) dedikleri gibi, Rasulullah'ın (s.a.v.), umrelerini Zilkade'de
yaptığıdır. Bkz. Fethu'1-Bari II, 473; Nevevi, Müslim Şerhi VIII, 234; ibn
Mace, S. 999, Şevkani, Neylü'l-Evtar IV, 314.
[108] Temettü': Hac aylarında, umre yaptıktan sonra ihramdan
çıkmak ve bilahare aynı yıl hac için ihrama girmektir. Selef ıstılahında İse
temettü, hac ve umre için birlikte ihrama girmek demek olan kıran için kullanılır.
Rasulullah'ın (s.a.v.)
haccinın, temettü mu, kıran mı, yoksa ifrad mı olduğunda ihtilaf edilmiştir. Bu
konuda muhtelif hadisler vardır. Bunları Îbnü'l-Münzir, İbn Hazm ve
Şeyhülislam, hassas bir şekilde te'lif etmişlerdir.
Buharı, Mervan b.
Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hacda Osman ve Ali'ye şahid
oldum. Osman, temettu'dan ve hac ile umrenin birleştirilmesinden nehy ederdi.
Ali'yi: 'Lebbeyk bi haccin ve umretin' diyerek hac ve umre için ihrama
girdiğini görünce: "Rasulullah'ın (s.a.v.) sünnetini, bir kimsenin sözüyle
bırakacak değilim" demiştir. Müslim 'de ise, Abdullah b. Şakik'in şu sözü
rivayet edilmiştir: "Osman mlit'a (hacc-ı temettu)dan nehyeder, Ali ise
emrederdi. Osman Ali'ye bir söz söylemiş, Ali de şöyle demişti: "Ben
Rasıılullah (s.a.v.) ile beraber temettü yaptığımızı biliyorum" Osman ise:
"Evet ama, o vakit emniyette değildik" demiştir." Nevevi şöyle
der: "Galiba Osman (r.a.) emniyet içinde değildik" sözüyle, Mekke
fethinden önce hicri yedinci yıldaki um-retü'l-kaza'yı kasdetmiş olsa gerekir.
Halbuki o yıl, hakikatte temettü olmayıp, yalnızca umre yapılmıştır..."
Hafız Ibn Hacer demiştir ki: Bu, şaz bir rivayettir. Hadisi Mervan b. Hakem ve
Said b. MÜseyyib rivayet etmişlerdir; bu ikisi Abdullah b. Şakik'tcn daha
alimdirler. Onlar böyle bir Şey dememişlerdir. Temettü ancak veda haccında
olmuştur. İbn Mes'ud, Sahihayn'da sabit olduğu üzere şöyle demiştir:
"İnsanların erişebilecekleri güvene sahiptik". Osman'ın Ali'ye
söylediği sözün izahıyla ilgiii daha bir takım görüşler vardır. Bkz.
Fethu'l-BariIII, 331, Nevevi, Müslim Şerhi VIII, 202, Şevkani, Neylü'l-Evtar
IV, 325.
[109] îbn Teymiyye'nin işaretle bulunduğu Ebu Hureyre'den
rivayet edilen: Çenetle Cehennemin tartışmasıyla ilgili rivayetin tariki şudur:
Ubeydullah b. Sa d, Ya'kub, Babası, Salih b. Keysan, A'rec, Ebu Hurey-re. Bu
tarikin rivayetinde şöyle denilmektedir: "Allah Teala Cennet'e: "Sen
benim rahmet imsin" Cehenneme de: 'Sen benim azabımsın; dilediğime seninle
azab ederim. Her ikinize de dolacaklar var' der. Cen-net'e gelince, Allah Teala
yarattıklarında hiçkimseye haksızlık etmez. Allah dilediklerini de Cehennemlik
olarak halkeder; onlar da oraya girer ler. Cehennem ogün der ki: 'Daha var mı?'
Bunu üç kez tekrarlar. Nihayet Allah oraya ayağım koyunca Cehennem dolar ve
büzülür, 'artık yeter, yeter!' der." Buhari de, yine Ebu Hureyre'den başka
bir tarikle şunu rivayet eder: "Cehennem doymak bilmez. Nihayet Rahman
ayağını koyunca, 'yeter, yeter" der. O vakit dolar ve büzülür. Allah,
yaratıklarından hiç kimseye zulmetmez. Allah Teala Cennet için yeniden
yaratıklar hal-keder." Ve bu anlamda daha başka tarikler vardır ki
yukarıdaki rivayetin anlamından farklıdır. Ebu'l-Hasen el-Kabisi der ki:
"Bu hususta bilinen şey, Allah'ın Cennet için yeniden kullar halkedeceği
ve Cehenneme de ayağını koyacağıdır. Yukardaki rivayet hariç, bu konuda,
Allah'ın cehennem için yemden yaratıklar halkedeceğine dair hiçbir hadis
bilmiyorum."
Hafız İbn Hacer şunu
kaydeder: Hadis imamlarından bir cemaat şöyle söylemişlerdir: "Hadisin bu
kısmı maklub'tur" tbn Kayyım, bu rivayetin kesinlikle galat olduğunu
söyler. O, hocası tbn Teymiyye'nin buradaki açıklamasını görmüş veya bunu Ondan
bizzat duymuş olsa gerektir. C, Allah Teala'nm, Cehennemin îblis ve ona tabi
olanlarca doldurulacağını haber vermesini delil gösterir. îbn Haccr: "aynı
şekilde Şeyhimiz B tilkini de bu rivayeti reddetmiş ve "Rabbİn kimseye
zulmetmez* ayetini delil göstermiştir" der.
Rivayetlerde geçen
ayak(kadem) sözüne gelince, selefin bu ve benzeri konulardaki metodları
malumdur, tbn Hacer'in de dediği gibi: "Olduğu gibi kabul edilir,
te'vüegidilmez. Bunun, Allah Teala hakkında bir eksiklik teşkil etmeyeceğine
inanırız." Buna: "Tefviz meat'tenzih: Hem Allah'ı şanına layık
olmayan sıfatlardan tenzih, hem de bu kabil şeyleri olduğu gibi kabul edip
mahiyetlerini Allah'a havale etme prensibi denir. Şöyle te'vil edenler
olmuştur: "Maksat, Cehennemin aşağılanmasıdır, çünkü o ileri gidip daha
fazla günahkar isteyince, Allah Onu aşağılamış ve ayağının altına almıştır.
Yani kasdedilen, gerçekten ayak değildir. Arap, uzuv isimlerini darb-ı mesel
olarak kullanır ama bunlarla bizzat o uzuvları kasdetmez. Mesela: "Rağıme
enfuhu: Burnu sürtülsün (zelil ve perişan olsun) ve "Sukıta fi yedihi:
Pişman oldu" gibi.
İbn Hibban Sahih'inde
şöyle demiştir: "Bu temsil-i mücaveret şeklinde söylenmiş haberlerdendir
ki, kıyamet günü Cehenneme, asiüm-metler ve içinde niha; et Rab Teala, oraya
sözkonusu yerleri atınca dolacak. Arap, Kadem (ayık) kelimesini mevdı' (yer)
anlamında kullanır. Mesela: "İnne lehimi ,'ademe sıdkin" ayetinde
olduğu gibi ki, "İnne lehum mevdia sıdkın: Onlar için (Rableri katında)
sidk makamı vardır." (Yunus: 10/2) anlamındadır. "Bkz. Cethu'l-Bari
VIII, 442; XIII, 372; XI, 350.
[110] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 61-67.
[111] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 68.
[112] Hadis alimleri, mevzu hadisleri anlatırlarken,
zındıklar, heva ehli vb. hadis uydırucularınır, kısımlarını beyan etmişler,
tergib (sevaba teşvik) ve Udıib (azaltan ku;kutma)e dair hadis uydurmanın caiz
olduğu görüşünde olan Kerramiye gibi bazılarınca yapılan bir tür özel uydurma
çeşidinden bahsetmişler ve bunlar içinde en zararlıları olarak: "Kendi
zan-lannca /.İlah rızası için hadis uyduran zahid zümreyi' saymışlardır.
Fezail konusunda müfrid
zümreler-mesela Rafıziler- sayılamayacak kadar çok hadis uydurmuşlardır. O
kadar ki, ravinin Rafızi (Müfrit Şii) ve hadisin de Ehl-i Beyt'in faziletlerine
dair olması, muhaddislercî uydurma hadis alametlerinden sayılmıştır.
İbn Hacer, "zayıf
ve mevzu hadisler vadisi" diye adlandırdığı fezail konusunda şunları
söyler: "Rafızilerin Ehl-i Beytin faziletleriyle ilgili uydurduktan
hadislerin haddi hesabı yoktur. Bunlara karşı Ehl-i Sünnet'in cahilleri de,
Muaviye ve Şeyheyn (Ebu Bekr ve Ömer'in) faziletlerine dair hadis
uydurmuşlardır. Halbuki Ebubekr ve Ömer'i Allah, böylesi rivayetlerden
müstağni ve mertebelerini bu kabul uydurma faziletlerden üstün kılmıştır."
Bkz. Tedribü'r-Ravi, 78-187; İbn Kesir, İhtisaru Ulumi'l-Hadis, 88 vd; İbn
Hacer, Lisanü'l-Mizan, 1-13. Bid'at ehlinin rivayetleri konusunda alimlerin
görüşleri için bkz.Tedribu'r-Ravi, 216.
[113] Aşura günü ve namazıyla ilgili birçok uydurma hadis
vardır. Hepsi de ürpertici ölçüsüzlüklerle doludur. Bkz. İbnü'l-Kayyim,
el-Menar, 17; el-Kinani, Tenzihu'ş-Şeria II, 89; Suyuti, el-Lealiu'i-Masnua
11,54.
Yine Aşura günü veya
günlerindeki iki veya daha çok rekat namaz kılınması hakkında da mevzu çok
hadis vardır. Bkz. el-Lealiu'1-Masnua II, 53 vd. Tenzihu'ş-Şeria II, 95 vd.
İbnü'l-Kayyim şöyle der: "Mevzu hadisler üzerinde bir bulanıklık,
tutukluk ve ürpertici ölçüsüzlükler hakimdir ki, uydurma olduklarını ve
Ra-sulullah'a (s.a.v.) isnad edildiklerini ilan ederler. Mesela, "Kim şu
kadar kuşluk namazı kılarsa, o kimseye yetmiş peygamber sevabı verilir" sözünde
görüldüğü gibi! Bunu uyduran pis yalancı, sanki, peygamber olmayan birinin,
Nuh'un (a.s.) ömrü kadar namaz kılsa dahi tek bir nebi se vabına
ulaşamayacağını bilmiyor!" El-Menar, 19.
[114] Bu hadis, Übey b. Ka'b'tan merfu olarak rivayet
edilmiştir! Ne-vevi der ki: "Übey b. Ka'b'tan, sure sure Kur'an'ın faziletleri
hakkında rivayet edilen hadis de mevzudur. Kitaplarına bu hadisi alan
müfessirler hata etmişlerdir. İbnü'I-Mübarek, bu hadis hakkında: "Sanırım
bunu zındıklar uydurmuşlardır." Bkz. Tedribu'r-Ravi, 188;
el-Lealİü'1-Masnua I, 227; el-İtkan II, 263.
Bununla birlikte, genel olarak Kur'an'ın faziletleri ve belli bazı sure
ve ayetlerin faziletleri hakkındaki hadisler, sahih hadis mecmualarında
vardır. Uydurma oian birinci kısımla ilgili olarak, birçok alim müstakil
eserler yazmış, yine müfessirlerin çoğu kitaplarında ikinci türden birçok
(sahih) hadis nakletmişlerdir. İbn Teymiyye'nin söylediği, şüphesiz bizzai
(uydurma olan) sözkonusu hadisle alakalıdır. Bkz. İtkan II, 256-263;
îbnü'I-Kayyim, el-Menar, 42.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 68-69.
[115] Ebu İshak Ahmed b. Muhammed en-Neysaburi es-Sa'lebi,
427'de vefat etmiştir.
Ali b. Ahmed
en-Neysaburi el-Vahidi, tefsirde Sa'lebi'nin talebesidir. Esbabü'n-Nüzul adlı
eserin ve el-Basit, el-Veciz ve el-Vasit adında üç tefsirin yazarıdır. Edebiyat
alanında da birtakım eserler yazmıştır. Vefatı H. 468'dir.
El-Hüseyn b. Mes'ud b.
Muhammed el-Ferra el-Bağavi, fakih, mu-haddis ve müfessirdir. Vefatı 510'dur.
Mealimü't-Tenzil adındaki tefsiri meşhurdur vebasılmıştır.
Vahidi'nin tefsirlerinden sadece el-Veciz'i basılmıştır. Sa'lebi'nin
el-Keşfu ve'1-Bayan adındaki tefsirinin ise, Kahire'de Daru'l-Kutubi'l-Mısriyye
ve el-Mektebetü'1-Ezheriyye'de yazma birçok nüshaları vardır. Bkz.
Daru'l-Kütubi'l-Mısriyye, Tefsir Kısmı, numara: 797. Ezher Yazmaları, Tefsir
Kısmı; no: 2056.
İbn Teymiyye, bu üç
tefsir hakkında burada söylediklerine benzer sözleri,
"Minhacü's-Sünne" adlı kitabının çeşitli yerlerinde dile getirmiştir.
Bunlara, Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde, İmam Leknevi'nin
"el-Ecvibetü'l-Fadıla"sma düştüğü dipnotlarında (et-Ta'likatü'l
Halife) İşaret etmiştir.
El-Vahidi, Şeyhi
Sa'lebi'nin tefsiri hakkında: "Çeşitli görüşlere sahip tüm alimler
ittifakla, bu tefsir gibisinin yazılmadığını söyleyerek, üstadın üstünlüğünü
kabul etmişlerdir." demiştir. Bu söze ne denirse densin, şu bir gerçektir
ki, Sa'lebi'nin gece odun toplayan biri olduğu tartışma götürür bir husustur.
Çünkü O, rivayetleri naklederken, senedlerini vermeyi ihmal etmiyor. Biz bu
hususu, kitabım mütalaamız sırasında gördük. Bu keyfiyet-Iraki'nin de dediği
gibi- "O'nun lehine ciddi bir mazerettir. Çünkü, senedleri değerlendirme
işini okuyucuya bırakmıştır..." Bkz. İbn Teymiyye, Minhacü's-Sünne, IV, 4;
Leknevi, el-Ecvibetü'1-Fadila, 101-103; Tedribü'r-Ravi, 189, Eserin
Daru'l-Kütubi'l-Mısriyye'de mevcut yazma nüshası (Tefsir Kısmı, no: 53, varak,
5.)
[116] İbn Teymiyye bu görüşü benimsemiş, savunmuş ve
besmele'nin gizli okunacağı hakkındaki hadisleri serdederken ve diğer hadisleri
tartışırken, bu görüşünün doğruluğuna dair deliller getirmiştir. Demiştir ki:
"Hadis bilginleri, besmele'nin açıktan okunacağını sarih (açık) olarak bildiren
bir hadisin bulunmadığında ittifak etmişlerdir; meşhur Sünen sahipleri böyle
bir şey rivayet etmemişlerdir. Besmele'nin cehren okunacağını sarih olarak
bildiren ancak mevzu olan hadisler vardır. Bunları Sa'le-bi, Maverdi ve benzeri
müfessirler, tefsirlerinde veya haberlerin uydurma olanlarını sağlam
olanlarından ayırmayan bazı fukaha fıkıh kitaplarında rivayet etmişlerdir.
Besmele'nin açıktan okunacağına dair hadislerin tümünü Darakutni'ye:
"Bunlar içinde sahih bir hadis var mıdır?" diye sorduklarında:
"Rasulullah'tan (s.a.v.) soruyorsanız yoktur; fakat sahabeden gelenler
içerisinde sahih olanları da vardır, zayıf olanları da" diye cevap
vermiştir. Ebubekr el-Hatibe sorduklarında ise, O iki hadis söylemiştir ki, ibn
Teymiyye bunların hüccet olamayacağım açıklamıştır, îbn Teymiyye der ki:
"Besmelenin cehri konusunda fazla hadis uydurulmasının sebebi şia'nın bu
görüşte olmasındandır. Çünkü onlar, insanların en yalancılarıdır; bu konuda da
birçok hadis uydurarak, ahalinin dinini karma karışık etmişlerdir.
Burada göz Önünde bulundurulması gereken husus şudur: İbn Teymiy-ye
"Cehren okunacağını sarahaten ifade eden hadisler'den söz etmektedir;
yoksa O'nun bu sözünden, cehren okunacağına ta'rizen veya işare-ten delalet
eden bazı hadîslerin bulunmadığına hükolunmamalıdır. O'na göre bu hadisler,
besmelenin gizli okunacağına delalet eden diğer hadislerin derecesinde
değildir; yoksa O bu sözleriyle: "Bunların hepsi uydurmadır"
demiyor. Bu konuda çok şeyler söylenmiştir. Bkz. Fetava İbn Tey-miyye 1,74-84;
El-Münteka min Ahbari'l-Mustafa I, 372; Neylü'I-Evtar H, 205; Nevevi, Müslim
Şerhi IV, 110; Razi Tefsiri I, 203; İbn Kesir Tefsiri 1,16; Şevkani,
Fethu'l-Kadir 1,7; Tirmizi, Ahmed Şakır Merhum'un dipnotull, 12.
[117] Bu hadis, birkaç tarikten rivayet edilmiştir ki,
bunları Taberi ve başkaları: "Sizin veliniz ancak Allah, O'nun Peygamberi
ve Allah'ın emirlerine boyun eğici olarak namazı dosdoğru kılan, zekatı veren
mü'mirilerdir." Maide- ayetinin tefsirinde zikretmişlerdir. İçeriği şöyledir:
"Ali Efendimiz rukuda iken bir fakir gelip Ondan birşeyler ister. O da
yüzüğünü çıkarıp fakire verir. Bunun üzerine ayet iner." İbn Kesir, bu
rivayetler hakkında der ki: "Bunların içerisinde tümüyle sahih olan hiçbir
rivayet yoktur. Çünkü senedlerinde zayıflık ve ravilerinde mechuli-yet
vardır." Taberi'nin tahric ettiği bu haberlerle ilgili olarak Ahmed Şa-kir
merhum şu notu düşmüştür. "Bu haberlerin hiçbirinde dinen hüccet
olabilecek bir taraf yoktur." Taberi X, 425; tbn Kesir II, 71.
[118] İbn Cerir et-Taberi, ibn Merduye, Ebu Nuaym ve
diğerleri, İbn Abbas'tan şunu rivayet ederler: "Sen ancak bir uyarıcsın ve
her kavmin bir hidayet edicisi vardır. Rad: 13/ 7" ayeti inince,
Rasulullah (s.a.v.) elini göğsüne koyarak: "Uyarıcı benim" dedi ve
eliyle Ali 'nin omzunu tutarak" sen dfe hidayet edicisin ya Ali, Benden
sonra hidayete erenler seninle ereceklerdir" dedi. Hafız İbn Kesir
"Bu çok münker bir hadistir" demiştir. Herşey bir tarafa, ayetten kastedilen
mananın bu olması, çok uzak bir ihtimaldir. Ayetin siyakı, hidayet edicinin
Rasulullah (s.a.v.) olduğuna işaret etmektedir. Anlatılmak istenen:
"Hiçbir ümmet yoktur ki, içlerinde kendilerini uyaran biri bulunmamış
olsun." (Fa-tir: 35/24) ayetinin anlamıdır. Mücahid, Katade, Abdurrahman
b. Zeyd ve diğerleri de böyle demişlerdir. Nitekim, bu ayetin tefsirleriyle
ilgili îbn Abbas'tan nakledilen de, sözkonusu rivayetin aksini bildirmektedir.
Bu tefsiri uyduran kişi, Rasulullah'm (s.a.v.) vefatından sonra insanların hidayetini
Ali'ye (r.a.) bağlarken, her ne kadar bazı hususları hesap etmişse de, ayetin
ifade ettiği diğer manaları hesap edememiştir! Bkz. II, 501; Şevkani,
Fethu'l-Kadir III, 66.
[119] "Biz şüphesiz ki, su azıp kabarınca sizi gemide
taşıdık ki o gemiyi sizin için bir öğüt yapalım. O öğütü, anlayan kulak
anlar." (Hakka: 69/11-12) Rivayete göre bu ayet nazil olunca, Rasulullah
(s.a.v.): "Rabbimden o kulağın Ali'nin (r.a.) kulağı olmasını
İstedim" demiştir. Başka bir rivayette: "Rasulullah (s.a.v.) Ali'yi
(r.a.) kendisine yakın etmek ve Ali'nin anlamasını temin etmek ile emrolunmuş
ve ayet nazil olmuştur." tbn Kesİr'İn de ifade ettiği gibi, her iki hadis
de sahih değildir. Bkz. Ibn Kesir IV, 413; Şevkani, Fethu'l-Kadir V, 274.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 70-73.
[120] Hicri 211 'de vefat eden Abdürrazzak b. Hemmam
es-San'ani hakkında et-Takrib sahibi şöyle der: "Güvenilir (sika) hafız
ve musanniftir."
197'de vefat eden Ebu
Süfyan Veki' b. el-Cerrah, çağında Irak'ın mu-haddisi idi. O'nun hakkında imam
Ahmed: "Veki'den daha belleyişli ve hafız birini görmedim" demiştir.
Abd b. Humeyd 249'da
vefat etmiştir. Sika ve hafızdır. Tefsirinden başka iki de Müsned'i vardır, ibn
Hibban O'nun isminin, Abdü'l-Humeyd olduğunu kesin bir ifade ile söylemektedir.
Duhaym lakabıyla anılan Abdurrahman b. İbrahim ed-Dimeşki (245) ise
sika, hafız ve mutkın, (kolay kolay hata yapmaz) bir hadisçidir. Asrında
Şam'ın muhaddisi idi.
[121] Umarım, .bu ve ileride gelecek olan diğer tefsir
kitaplanndan, bu risale'nin açıklamalı yeni baskısında yeniden söz eder ve
haklarında İbn Teymİyye ve diğer alimlerin görüşlerine yer veririm. Şimdilik şu
kadarına işaret etmekle yetinelim ki, asıl itibariyle rivayet ve me'surat'a dayanan
bu tefsirlerin bazılarını İmam Taberi, o büyük eserinde nakletmiş-tir. Öte
yandan, yazma nüshasına defalarca müracaat ettiğimiz, sonra
Daru'1-Kütubi'l-Mısriyye'de büyük bir kısmım istinsah ettiğimiz Abdürrez-zak'ın
Tefsiri üzerindeki incelemelerimizden anlaşılmıştır ki, bu rivayetlerin bir
bölümünün, bunları rivayet eden Abdürrezzak'a değil de sahi-bi'ne nisbet
edilmesi daha uygun olacaktır. Şöyle ki, Abdürrezzak'a onu, Ma'mer tankıyla
Katade'den rivayet etmiştir. Ma'lum olduğu üzere Taberi'nin kitabında,
Katade'nin tefsirinin başka tarikleri de vardır. Ab-dürrezzak'ın adım duyuran
en ünlü eseri "el-Musannef' adındaki değerli kitabıdır. Beyrut'ta
el-Mektebü'I-tslami, Allame Muhaddis Şeyh Ha-biburrahman el-A'zami'nin
dipnotlanyla bu eseri yayınlamağa başlamıştır.
İmam Ebu Abdillah Ahmed
b. Muhammed b. Hanbel'in vefatı 241 'dir.
Çağdaşı Ebu Muhammed
İshak b. ibrahim b. Rahuye el-Mervezi (238), döneminde Horasan'ın bilginiydi.
Hadis ve fıkhı, takva ve zühdü kendisinde toplamış biriydi.
Ebu Abdirrahman Bakıy
b. Mahled el-Endelüsi el-Kurtubi ise, 276'da vefat etmiştir. İbn Beşkuval'e
göre, îslamda O'nun tefsiri gibisi yazılmamıştır.
Ebubekr Muhammed b.
İbrahim Îbnu'l-Munzir en-Neysaburi (198), hafız ve müctehid'tir.
Ebu Ali Süneyd
el-Hüseyn b. Davud el-Masisi (226), hafız ve muh-tesibtir,
Müfessir ve
Tarihçilerin Piri (şeyhi) Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi(310) müçtehid
bir imamdır.
Abdurrahman b. Muhammed
b. Ebu Hatim et-Temimi er-Razi (327), "Îlelü't-Hadis" adlı kitabın
müelHfidir.
Ebu Said el-Eşec
Abdullah b. Said b. Husayn el-Kindi el-Kufi (257), sika ve fazıldır. Kufe'nin
ımıhaddisidir.
Ünlü es-Sünen kitabının
musannifi Ebu Abdillah Muhammed b, Yezid b. Mace el-Kazvini(273), Hadiste
imamdır ve hadis ilimlerinde ariftir.
Ebubekir Ahmet b. Musa
b.i Merduye (Merveyeh) el-Esbahani (410)ye gelince, hafız, tarihçi ve
müfessirdir.
Yukarıda işaret
ettiklerimize şunu da ilave edelim: Görüyoruz ki, Şeyhülislam, teracim
(biyografi) kitaplarında anlatılan ve birkısmı bize kadar ulaşmış, birkısmı
kaybolmuş olan onbeş kadar tefsirden Örnekler sunmaktadır. Görülüyor ki, İbni
Teymiyye'nin selefi metoduna atılım noktası edindiği hadislere, sünnet ve
eserlere ve öncekilerin söylediklerine olan vukufiyet derecesi, çağlar boyu tüm
nesillerce takdir görecek bir noktadır.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 74.
[122] Şu kastedilmektedir ki, Allah'ın sözünü tefsir
ederken, Cenab-i Hak için caiz olan ve olmayan hususların bilinmesi zorunludur.
Mesela, Allah Sübhanehu ve Teala'nın fışkı emretmesi mümkün olmadığına göre,
"Bir beldeyi helak etmek istediğimizde, orada bulunan nimet azgını
kimselere emrederiz ve orada fısk işlerler. Artık oraya azabımız hak olmuş
vej)iz orayı yıkıp yummuşuzdur!" (İsra: 17/16) ayetinin tefsirinde emf
kelimesinin yalnızca Arap dilindeki manalarına bakılmakla yetinilmez; bilakis
buna ek olarak, Allah Teala için mümkün ve doğru olan ve olmayan hususlar
gözönünde bulundurulur. Bazan, sözün siyakı (ilgili bulunduğu konu) manayı
belirler ve tehdit eder. İşte İbn Tey-miyye (r.a.) bu noktaya dikkat
çekmektedir.
[123] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 76.
[124] Bkz. Nisa: 46; Maide: 13.
İbni Teymiyye, Tefsir
Usûlü, tevhid yayınları: 77.
[125] Bu kitaplardan Zemahşeri'nin el-Keşşaf ı meşhurdur.
Eser defalarca basılmış, İbnü'l-MUneyyİr el-Maliki ve daha başkaları
tarafından, kitaptaki hatalar veya delil ve medlul bakımından düşülen
yanlışlıklar eleştirilmiştir. Eser, Zemahşeri'nin ifrat ve zorlama te'villeri
ile doludur. Se-dec tefsir (te'vil) açısından değil, aynı zamanda dil ve
belagat açısından da mevcut olan bu aşırılıkların bir kısmını ve bunların
kişisel (psikolojik) sebeplerini "el-Hakim ci-Cüşemi" hakkındaki
akademik araştırmamızda ortaya koyduk. Bu konuya, başka bir çalışmamızda,
ayrıntılı bir şekilde tekrar dönmeyi ümit ediyorum. Ebu'l-Kasım Carullah
Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri, 538'de vefat etmiştir.
Ebubekr cI-Esam,
mu'tezile alimlerinin altıncı tabakasında yer alır. Söylenildiğine göre tefsiri
fevkalade güzeldir.
Ebu Ali Muhammed b.
Abdüvehhab el-Cübbai ise, 2O3'te ölmüştür. Tefsiri, oîara ençok tesir eden
eserlerdendir.
Kadi Abdülcebbar'in
1969'da yayınladığımız "Müteşabihü'l-Kur'an" isimli eserinin bu sunuş
yazısında bundan bahsettik. Yine orada, Abdülcebbar (415)'ın tefsirinden de
bahsetmiştik. IbnÜ'l-Arabi'nin; "Abdülcebbar, tefsirini, Eş'ari'nin
'el-Hazin' adındaki tefsirinden almıştır" şeklindeki sözünün tartışmasını
yapmıştık.
Ebu'l Hasep er-Rummani
(384) nin tefsiri ise, İbn Kadi Şehbe'nin deyişiyle "Çok faydalı
bilgileri içeren büyük bir eserdir.1'
Mu'tezile'nin Kur'an Tefsirindeki metodu hakkında, baskıya verdiğimiz
araştırmamızda, bu ve benzeri daha birçok tefsirler ve bunlardan bize
ulaşanlar, bunların üstün yanlan ve bu metodun çarpık tarafları hakkında
değerlendirme ve incelemeler vardır.
[126] Cehmiyye, mezhepler tarihi kitaplarında zikredildiğine
göre, salt cehr'e inanan ve Allah'ın sıfatlarını kabul etmeyen Cenin b. Safvan
es-Semerkandi (128) ye nisbet edilen fırkadır. Mu'tezile, Allah'ın sıfatları
hakkındaki görüşlerini Cehmiye' den almıştır; ancak, başkaları tarafından
onlara nisbet edildiği gibi bu, sıfatların mutlak red ve inkarı değildir.
Çünkü onlara göre: "Allah'ın zatının bu sıfatlara sahip olması, bunların
zıddı olan sıfatlara sahip olmaması demektir; yoksa bu sıfatlar, Zat-ı Bari'ye
ek bir anlam vermez, kazandırmaz." Bu sözden gerçekten anlaşılan mana, İbn
Teymiyye'nİn de söylediği gibi, onlara umumiyetle nisbet edilegelen flahi
sıfatları reddettikleri ise-akü açıdan bunun bir gerekçesi şayet varsa- bu
Basra Mu'tezililerinin değil, yalnızca Bağdat ekolünün görüşüdür. Şunu da
gözardı etmemeliyiz ki, Mu'tezİleyi bu görüşe iten etken, onların Allah
Teala'yı tenzihteki aşırılıklarıdır. Bkz. Eİ-Eş'ari, el-Lüma' 26-31;
Abdülcebbar, Şerhu usuli'l-Hamse, 182 vd; el-Cüşemi, et-Tehzİb fi't-Tefsir
(yazma), Şuara Suresi tefsiri, varak 21,
[127] Mu'tezile adi ile şunu kasteder: "Allah Teala'mn
bütün fiilleri güzeldir. O, insanın anladığı manada çirkin'i ve zatına vacip
olanı ihlal edecek şeyi yapmaz." Bundan dolayıdır ki bütün Mu'tezile,
kulların fiillerinin kullar tarafından meydana getirildiği, Allah Teala'mn,
kendilerine sevap vereceği için kullarının fayda ve menfaatine emirler
koyduğu, güçlerinin yetmeyeceği şeyleri onlara emretmediği, itaat edene sevap,
isyan edene ceza vereceği konularında icma etmişlerdir. Bkz. Kadi Abdülcebbar,
Şerhu Usuli'l-Hamse 131; Murtaza, el-Emali I, 344.
[128] Şeyh Ebu Abdillah Muhammed b. Muhammed el-Ukberi
el-Müfid îbnü'l-Muallim diye tanınır. Zamanında Şia'nın ilim riyaseti kendisine
dayanır. 413'te vefat etmiştir.
Ebu Ca'fer Muhammed b. el-Hasen et-Tusi, Şia fakih ve yazandır. O'na
"Şia taifesinin şeyhi" derler. Çok eserleri vardır. Necef ve
Beyrut-ta basılmış olan tefsirinin adı, "et-Tibyan el-Cami'li
Ulumi'l-Kur'an"dır. Yemen'li bazı tarihçiler, Zeydiler'in, bu tefsire özel
Önem verdiklerini kaydederler.
[129] Yukarıda îbn Teymiyye'nin, Kur'an'ı nevalarına göre
te'vil eden fırkaları sınıflandırdığı sayfada Mürcie'ye işaret etmiştik.
Burada, iki çeşit irca'm olduğunu belirtmekte fayda vardır, a- Çok çirkin ve
bid'at olan irca: Bu manadaki mürcie'ye göre, nasıl ki küfürle birlikte taat
fayda vermezse, günah da, iman olduktan sonra zarar vermez, b- Sünnet'in öngördüğü
irca' ki, Mu'tezile ve Hariciler, büyük günah işleyenin mü'min olmaktan çıkıp
cehennemde ebedi kalacağını söylemek suretiyle bu ircaa muhalefet ederler.
Böyle kimselerin durumunu: "Dilerse onlara azap eder, dilerse
affeder" diyerek Allah'a havale etmeye bu manada irca' denir. Bu
anlamdaki Mürie, Mu'tezile'ye karşı çıkarak, İbn Teymiye'nin de işaret ettiği
gibi, güzel ve başarılı cevaplar vermiş olsalar gerektir. Bkz. İsferayini,
et-Tebsir fi'd-Din, 90. Bu hassas konuyla ilgili bkz. Lekne-vi, er-Raf u
ve't-Tekmil fil-Cerhi ve'î-Ta'dil 149 vd.
Kerramiye'ye gelince,
bunlar H. 255'te vefat etmiş olan Haşevi' ve teşbihe kail olan Muhammed b.
Kerram es-Sicistani'ye bağlı olan fırkadır. Taraftarları, "Horasan
Mücessimesi" diye tanınır. Bazı alimler, bunların küfrüne
hükmetmişlerdir. Bkz. el-Bağdadi, el-Fark Beyne'l-Firak 215; el-îsferayini,
dediği gibi Mu'tezile'ye karşı cephe almış bîr diğer sapık fırkadır.
Küllabiye ise,
240'lardan sonra vefat eden Ehl-i Sünnet kelamcıla-rından Ebu Muhammed Abdullah
b. Said b. Muhammed'in müntesiple-ridir. Sonraları İmam Ebu'l-Hasen el-Eş'ari
O'nun fikirlerini dile getirmiştir. Bkz. İbnü'n-Nedim, el-Fihrist 255; Sübki,
Tabakatü'ş-Şafiiyye II, 299. Kelam (söz)m: "zat ile kaim kelam-ı
Nefsi" ve "okunup yazılan kelam" diye iki şekilde ele alınışı,
doğru olan görüşe göre, O'nun ayırımıdır. Bkz. İbn Hacer, Fethu'1-Bari XIII,
388.
[130] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 77-81.
[131] Zemahşeri'nin tefsirindeki bid'atlannı, Ahmed b.
Muhammed İbnü'l-Müneyyir es-Sikenderi (683)nin ele alıp eleştirdiğini ^yukarıda
belirtmiştik. Yani İbnü'l-Müneyyir, Zemahşeri'den bir buçuk asır kadar sonra bu
işi gerçekleştirmiş oluyordu. Keşşafın en yaygın baskılan, İb-nü'1-Müneyyir'jn
"el-İnsa min'el-Keşşaf" adlı haşiyesiyle yapılanlarıdır.
[132] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 81-82.
[133] Yukarıda geçen 119 numaralı dipnota bakınız. Hadisi
uyduran kişinin Arapçaya vakıf olmadığı anlaşılıyor. Çünkü: "Ve hum
rakiun" cümlesinin "Ve yu'tune'z-zekate" cümlesinden hal
olduğunu zannederek ayete: "Ruküda iken zekat verirler" anlamım
vermiştir, ibn Kesir der ki: "Şayet Öyle olsaydı, rüku halindeyken zekat
vermek, başka şekillerde zekat vermekten daha efdal olurdu. Öyle ya, bu
övüldüğüne göre böyle olması gerekirdi! Halbuki, alimlerden hiçbirine göre
böyle birşey sözkonusu değildir." Ve hum rakiun sözünden, Onlar Rablerine
boyun eğenlerdir; Ona itaat ederek ve O'nun emirlerini yerine getirerek huzu-ı
jrıda eğilirler" anlamı kasdolunduğu' (rüku anlamına gelmediği) açıktır.
Yani burada, rüku sözünün lügat anlamı kasdolunmaktadır.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 82-83.
[134] Bu gibi yorumlarda hataya düşülen nokta,
Şeyhüiisiam'ın da dediği gibi, ayetin anlamının tek bir şahsa inhisar
ettirilmesidir. Yoksa, Efendimiz Ebubekr Fetih'ten önce infak ve sadakat
(îslama bağlılık) örneği gösteren şahsiyetlerin başında gelir. Ancak,
yukarıdaki her İki ayet de, hem Ebubekr, hem başkaları hakkında umumi'dir. îbn
Cerir'in tercihine göre, birinci ayette kasdedilenler: "Allah'ı tevhid,
Rasuiünü tasdik ve Allah'ın Elçisinin getirdiklerini tatbike çağıran
herkestir." Dolayısıyla, sıdk'tan kasıt Kur'an-ı Kerim ve Allah'tan başka
ilah olmadığına tanıklık etmektir. Bunu tasdik edenlerden kasıt ta, Kur'an'a
inanan mü'min-lerdir. Bunu tasdik edenden muradın Ebubekr olduğuna dair
rivayet, Kelbi ve Ebu'l-Aliye'den rivayet edilmiştir. Öyle gözüküyor ki, Kelbi
ve Ebu'l-Aliye'yi bu kanaate sevkeden amil, Ebubekr efendimizin Sıddık adıyla
tanınmış olmasıdır. Sıdk'ı getirenden amaç ise, bu iki alime ve birçoklarına
göre, Rasulullah'dır (s.a.v.). Bkz. Taberi XXIV, 4; tbn Kesir IV, 53, Hazin VI,
76; Kenarındaki Bağavi tefsirine de bakınız.
İkinci ayetteki
fetih'ten murad, Ebu Ca'fer'in tercih ettiği gibi, Hu-deybiye fethidir. Yahut
da Meke fethidir, ayetin manası: "Bunlarla, bunlar gibi yapmayanlar
müsavi değillerdir." Malumdur ki, Ebubekr (r.a.) Allah yolunda malını
harcamış ve müşriklerle savaşmıştı. Ömer (r.a.) ve diğer sahabiler de O'nunla
birlikte canlarıyla ve mallarıyla Allah yolunda savaşmışlardı. Ayette
kasdolunan'm, yalnızca Ebubekr olduğuna veya ayetin sadece O'nun hakkr.da
indiğine dair görüş, yine Kelbi'den nakledilmiştir! Bkz. Taberi XX 'II, 221; Îbn Kesir IV, 306; Hazin
Bağavi VII, 32.
Yukarıda sözkonus;
ettiğimiz: "lafzın umumuna itibar edilir" şeklindeki usul kaidesini
gö.ıönünde bulundurmakla birlikte, müfessirler, "Malını, arınmak için
veren çok sakınan (muttaki) kişi, ateşten uzak tutulacaktır." (Leyi:
92/17) ayetinde geçen çok sakınan sözüyle, yalnızca Ebubekr'in kastedildiği ve
bu ayette umumilik bulunmadığı hususunda müttefikler. Konuyu tahkik için bkz.
Süyuti el-Havi li'I-Fetva I, 504-515, el-İtkan I, 51.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 84-85.
[135] Ebu Muhammed Abdülhak b. Galib b. Abdirrahman b. Atıyye
el-Muharibi, Gırnatahdır. Endülüs kadılarından ve en göze çarpan
alimlerindendir. Evi ilim, fazilet, cömertlik ve asalet ocağıydı. Ebu'l-Ha-sen
en-Niibahi der ki: "Allah rahmet eylesin fakihii; bilge bir insandı. Fıkıh,
hadis ve tefsirde mütahassıstı. İyi bir edebiyatçı ve şair, güçlü bir dilciydi.
Murabıtlar ordusunda sık sık savaşlara katılırdı."
"El'Muharraru'l-Veciz fi Tefsiri Kitabillahi'1-aziz" adlı
tefsiri, O'nun, Arap dili ve diğer alanlardaki imamlığına en doğru delildir.
Henüz yazma halindeki bu eserle ilgili bı?. inceleme ve araştırmalar
yapılmıştır. Kanaatimizce bu eser, Kurtubi Tefsirinde esasını teşkil eder;
yaptığımız uzun karşılaştırmalarc a bunu müşahade ettik. Bu husuta İİ*ı Haldun,
Kurtubi tefsirinin Doğu'da ün yapnr-.^i-ia karşılık, İbn Atıyye Tefsiri'nin
Batı {Mağ-rib)'da ün kazandığını söylemekle yetinir. Bkz. Tarihu
Kudati'l-Endelüs, - 109, Nefhu't-Tiyb I, 679; Bugyetü'1-Vuat II, 73.
[136] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 86-88.
[137] Ebu Abdirrahman Muhammed b. el-Huseyn b. Musa el-Ezdi
es-Sulemi en-Neysaburi, 412'de vefat etmiştir. Sika (güvenilir) olup olmadığında
ihtilaf vardır. "Hakaiku't-Tefsir" adlı kitabına "Ebatilu't-Tefsir"
demek gerekir. Zehebi haklı olarak şöyle demiştir: "Bir tahrif ve
Karma-tilik'tir!" Öyle ki, Sübki, kitaptaki tahrifleri bildiği halde
Zehebi'nin bu sözünü garipser ve Sülemi'yi göklere çıkarır. Biz de, Sübki'nin
şu sözlerini garipsiyoruz: "O, sufilerin şeyhi ve onların Horasandaki
bilginlerindendir. Tasavvufta yed-i tula ve büyük ilim sahibidir. Selefin
yolunda yürümüştür." Kitabındaki bunca karmati te'villerden sonra hangi
büyük ilim ve hangi selefin yolu, garip doğrusu! O'nun tasavvufunun, Sünnetle
ve İslam Şe-riatıyla bir ilgisi yoktur! Aksine Onun tasavvufunun, İslam alemini
helak eden batini hareketlerin etkisinde gelişmiş ve hicri dört ve beşinci
yüzyıllarda hakim olmuş felsefe ile ilgisi vardır. İmam Ebu'l-Hasen el-Vahidi
şöyle der: "Sülemi eğer Hakaiku't-Tefsir'indeki görüşleri tefsir diye
yazdıy-sa, küfre düşmüştür!" Biz pek çok yazma nüshası bulunan bu
tefsirin, Kahire Daru'l-Kutubi'l-Mısriyye'deki iki nüshasına baktık. Bkz.
Sübki, Ta-bakatü'ş-Şafiiyye IV, 143; Süyuti, el-İtkan II. 313.
[138] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 88.
[139] Ebu Davud'un Mikdam b. Ma'd Yekrub el-Kindi'den Merfu
olarak rivayet ettiği hadisten alıntıdır. Hadisi Tirmizi ve İbn Mace'de rivayet
etmişler, Tirmizi: "Hadis bu vecihten hasen ğarip'tir" demiştir. Bkz.
Hattabi Muhtasaru Ebi Davud ve Mealimü's-Sünne VII, 7 (Sünen IV, 279) İbn Mace
I, 6.
[140] Bu delillerle ilgili olarak bkz. Şafii, er-Risale 73
vd. Ebu Zehra, eş-Şafii 211 vd. İmam Şafii bu konuda şöyle demiştir:
"Sünnet, Ra-sulullah'ın kalbine vahyedilenlerdendir. Allah'ın kitabında
geçen hikmet iŞte budur. Diğeri de Kur'an'dır. Her ikisi de, O'na Allah'ın
murad ettiği tarzda gelen nimetlerindendir." Bkz. er-Risale 103. Daha
Önceki sayfalarda Şafii, Kitap ve Hikmet'in birlikte geçtiği birçok ayet
getirmiş ve şunları söylemiştir: "Allah Kitab'ı zikretmiştir ki, bu
Kur'an'dır. Hikme-ti'de zikretmiştir ki, ben Kur'an'i bilen ilim adamlarından,
beğendiğim kimselerden, hikmet'in, Rasulullah'ın {s.a.v.) Sünnet'i olduğunu
işittim." Er-Risale, 76-78.
[141] Hadisi Tirmizi, Ebu Davud ve Darimi, şu tarikle
rivayet etmişlerdir: Mugire b. Şube'nin yeğeni Haris b. Amr'dan, O Muaz'ın
ashabında olan Hımslı kimselerden, Onlar da Muaz'dan. Tirmizi der ki: "Bu
hadisi ancak bu vecihten biliyoruz. Bendeki senedi muttasıl değildir."
Bu-hari "el-Evsat" ve "el-Kebir" adlı tarih kitaplarında:
"Haris, ancak bu hadisle biliniyor, sahih değildir" der. imam Ebu
Muhammed b. Hazm da şunları söyler: "Senedindeki düşüklükten dolayı, Muaz
hadisinin delil gös termek helal değildir. Çünkü Haris b. Amr tankından başka
hiçbir şekilde rivayet edilmemiştir. Bu zat, hiç kimse tarafından tanınmayan
meçhul bir ravidir. Sonra O, kim oldukları bilinmeyen Hıms'h kimselerden rivayet
ediliyor.
Sahabe devrinde bu olay
bilinmeyen ve sahabeden kimse böyle bir olay zikretmiyor. Sonra, tabiim
döneminde de hiç kimse hiçbir şekilde bunu bilmiyor. Nihayet, sadece Ebu Avn-
hadisi Haris b. Amr'dan rivayet eden Muhammed b. Ubeydullah es-Sekefi-, kim
olduğu bilinmeyen bu haberi alıyor!" Haris'in ismi, Darimi'de Amr b.
el-Haris şeklinde maklub olarak geçmektedir. Bkz. Hattabi, Muhtasara Süneni
Ebi Davud ve Mealimü's-Sünen V, 212; Darimi I, 60 İbn Hazm, el-îhkam fi Usuli
el-Ahkam 773.
İbn Teymiye'nin
üzerinde durduğu mesele, Kur'an'da bulunmadığı zaman sünnete müracaat
meselesidir ki, bu hadis sahih olsun olmasın, meselede hiçbir ihtilaf yoktur.
Hem ne kadar îbn Teymiyye'nin, hadisinin isnadıyla ilgili "iyidir"
şeklinde aşın ifadesi, meselenin daha da araştırılmasını intaç etse de...
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 89-90.
[142] Taberi Tefsiri, I 80. Buhari bu sözü: "Develerle
gidilecek olsa kalkar giderim" şeklinde rivayet eder. Fethu'1-Bari IX,
40. Buhari de ve yine Taberi de el-A'meş'ten sonraki ravi, Müslim olarak geçer,
ki, bu zat, Kufe'li Ebu'd-Duha'dır. Bkz. Buhari, Babu menakıbi Abdillah b.
Mes'ud (Fethu'1-Bari VII, 81.)
[143] İbn Abbas hicretten Üç sene önce doğmuş, hicri 68
yılında Taif te vefat etmiştir. Sahabenin alimlerindendi. O kadar ki, Ömer
yaşlı ve ileri gelen sahabilerle birlikte, çok genç yaştaki îbni Abbas'i (şura
üyesi olarak) huzuruna alırdı. îbni Hacer; "Allah'ım onu dinde fakih kıl
ve te'vili O'na öğret" hadisi öylesine dillerde meşhur oldu ki, bazıları
bunu Buhari ve Müslim hadislerinden gösterdiler; fakat doğru değildir. Hadisi
bu lafızlarla, İbn Heysem ve Said b. Cübeyir tarikiyle İbni Abbas'tan, Ahmed b.
Hanbel rivayet etmiştir. Taberani'de, farklı iki şekilde geçer, Buhari'de ise
sadece: "Allah'ım onu dinde fakih kıl" kısmı rivayet edilmiştir.
Bezzar ve Taberani: "Allah'ım ona Kur'an'ın tevilini öğret" şeklinde
rivayet edilmiştir. Bkz, Fethu'1-Bari VII, 80; Mecmau'z-zevaid IX, 276
[144] Taberi I>90
[145] Taberi 190. Bu üç rivayeti Taberi, tefsirinde bu
strayla zikretmiştir. Üçüncü rivayetinin senedi şudur: Muhammed b. Beşşar,
Ca'fer b. Avn, el-A'meş, Ebu'd-Duha, Mesruk, Abdullah. Muhammed b. Beşşar,
hafız ve sika olan Basralı Bündar'dir. Bütün sahih hadis kitaplarının
sahipleri, O'nu hüccet kabul etmişlerdir. Hicri 252 de vefat etmiştir.
[146] İbn Hacer der ki: "Yakub b. Süfyan, Tarih'inde,
sahih isnadla, ibn Mes'ud'un, 'îbn Abbas ne güzel Kur'an tercümanıdır!'
dediğini nakleder. İbn Mes'ud'un bu sözünü, başka bir tarzda, İbn Sa'd da rivayet
etmiştir." Fethu'1-Bari VII, 80. Yine bkz, Hafız el-Heysemi,
Mec-mau'z-Zevaid IX, 276-285.
[147] Her iki rivayet için bkz. Taberi I, 85-86. İki
rivayetin de isnadı sahihtir. Bkz. Fethu'1-Bari VII, 80.
İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 91-93.
[148] Fethu'1-Bari VI, 388. Hadisi Abdullah b. Amr b.
As'tan, Müs-nedinde (IV, 250) İmam Ahmed, Tirmizi (VII, 314, Hıms bas.) ve
Dari-mi (1,132) rivayet etmişler. Tirmizi hadi için "hasen-sahih"
demiştir. Bkz. Suyuti, el-FasIu'l-Evvel min Tahziri'l-Havas 4-21. "Kim
bana bilerek yalan isnad ederse..." hadisi tevatür derecesine ulaşmıştır.
Bkz. Fethu'1-Ba-ri 1,161-165; Tirmizi VII, 307. Mecmau'z-Zevaid 1,142; Süyuti,
el-ez-haru'l-Mütenasira fi'1-Ehadisi'l-Mütevatira 3; Tahziru'l-Havas 4-21.
(116) Yani, Abdullah b.
Amr, Rasulullah'tan rivayet ettiği yukarıdaki hadisten, yalan olduğu
bilinmeyen hususları İsrailoğullanndan rivayet etmenin caiz olduğu hükmünü
anlamıştır. Nitekim bu hususu ibn Teymiy-ye, aşağıda gelecek olan İsrailiyat
konusunda anlatacaktır. İbn Teymiy-ye'nin burada kurmuş olduğu sağlam ilgi,
yerinde ve nettir. Nitekim İmam Şafii şöyle demiştir: Malumdur ki, Rasulullah
(s.a.v.) yalan nakline izin vermemiştir. Dolayısıyla hadisin anlamı şudur:
"İsrail oğullarından, yalan olduğunu bilmediğiniz şeyleri
nakledebilirsiniz. Caiz gördüklerinizi onlardan aktarmanızda bîr sakınca
yoktur."
Ancak araştırıcı,
Abdullah b. Amr'ın Süryanca ibareler okuduğu ve Ka'bu'l-Ahbar'dan birtakım
şeyler sorup öğrendiğine ilişkin teracim (biyografi) kitapları ve raviler
tarafından nakledilen haberleri görünce, sözkonusu iki deve yükü kitap
haberinin İsraİli rivayetleri baştacı etmek ve bu tür haberlere karşı güven
sağlamak için gelmiş bir rivayet olmasından, dolayısıyla bu haberin de bu
konuda söylenen diğer asılsız rivayetler gibi bir şey olmasından endişe
etmektir! Mesela O'ndan rivayet edilen şu haber bu cümledendir: "Rüyamda
bir elim yağda, bir elim balda idi ve ben ikisinden yalıyordum. Bunu
Rasulullah'a (s.a.v.) anlattığımda buyurdular ki: "Sen iki kitap: Tevrat
ve Kur'an okuyorsun." Ravi şöyle diyor: Abdullah b. Amr, Tevrat ve Kur'an
okurdu."
Halbuki Ömer'in (r.a.), Kitap Ehli birinden aldığı bir kitabı veya bir
rivayete göre Tevrattan bazı parçaları Rasulullah'a (s.a.v.) okuması üzerine
Rasulullah'ın (s.a.v.): "Bunlara mı kapılıyor sunuz! Varlığımı elinde
tutan Allah'a yemin ederim ki, eğer Musa hayatta olsaydı, ancak bana tabi
olurdu" dediği bilinmektedir! Bu hadiseyi, Cabir'den Ahmed b. Hanbel
rivayet etmiştir.
Sonra Abdullah b.
Amr'ın Rasulullah'tan (s.a.v.) duyduklarını yazmak için izin İstediği ve
Rasulullah'ın (s.a.v.) da izin verdiği sabittir. O yazmış olduğu bu hadis
evrakına, "Es-Sahifetu's-Sadıka: Doğru Sahife" adını vermiştir.
Mücahid demiştir ki: "Sahife'yi Abdullah b. Amr'ın elinde gördüm ve bu
nedir? diye sordum. Dedi ki: "Sadıkadır; İçerisinde Rasulullah (s.a.v.)
ile başbaşa olduğumuz zamanlarda kendisinden duyduğum hadisler vardır."
Buhari, Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulullah'ın
(s.a.v.) hadislerine, ashab içinde Abdullah b. Amr hariç benden daha çok sahip
olan yoktur. Çünkü O yazardı; ben ise yazmazdım."
İmdi, bütün bunlardan
sonra Sahife-i Sadıka sahibinin, Kitap Ehlinden aldığı iki deve yükü kitaptan
nakilde bulunması düşünülebilir mi? Vakıa biz bunu, Şeyhülislam'in işaret
ettiği tefsire karşı ileri sürüyor değiliz, ancak o gün Ehl-i Kitab'ın kültürü
neydi ki Yermuk harbinde Abdullah b. Amr, iki deve yükü halinde bunu ele
geçirmişti. Bu nokta üzerinde durmak sözü uzatır.
Sonra bazı kimseler, bu
iki deve yükü kitabın, başkasının eline değil de, Sahife-i Sadıka sahibinin
eline geçmesine şaşmaktadırlar. Bu söylediklerimize, Abdullah b. Amr'ın
kendisini, hanımından ve yakınlarından alıkoyacak, hatta onlara haksızlık
edecek kadar ibadet ve zühde verdiğini ve yukarıda da dediğimiz gibi
Rasulullah'tan (s.a.v.) çok hadis rivayet ettiğini ilave edersek, iş bu iki deve
yükü kitap haberi ve Onun, ahaliye bundan nakiller yaptığı rivayeti üzerinde
yeniden düşünmemiz gerektiği ortaya çıkar. Bir de şu vardır ki, okuyucunun
önünde bulunan bu israili haberlerden hangileri bizatihi sahih, hangilerinin
Abdullah b. Amr'la ilgili gerçektir! Bkz. İbn Hanbel IX, 233, X, 20; İbn Sa'd,
Taba-kat II, 373, IV, 261-268; İbn Hacer, Fethu'1-Bari I, 167, VI, 388; Muhtasara
ve Şerhu ve Tehzibu Süneni Ebi Davud V, 636, Mecmau'z-Zeva-id 1,173; tbn Hacer,
el-İsabe II, 343; İbn Abdi'1-Ber, el-İstiab (İsabe kenarında) II, 338.
[149] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 93-97.
[150] Hadiste geçtiği üzere bir kadın RasuluHah'a (s.a.v.)
gelerek: "Benim bir kumam var. Kocamın bana ait olmayarak getirdikleriyle
giyinip kuşansam ve çok malım varmış giib davransam, acaba günah İşlemiş olur
muyum?' diye sordu. RasuluîJah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Kendisinin
olmayan şeylerle çokluk gösterisinde bulunan kimse, sahte elbise giyen kimse
gibidir." Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Hadiste geçen
müteşebbi' lafzının: "Yanında bulunan şeyleri kendisininmiş gibi
gösterek, insanlara karşı mal çokluğuyla övünen ve batılla süslenen
kimse" anlamına geldiğini alimler söylemişlerdir. Böyle kimse, iki
sebepten ötürü zemmedilmiştir: Bir: Sahip olmadığı bir şeyi-kendisininmiş gilji
göstererek nefsini kandırmış, bir de: Başkası tarafından kendisine verilmemiş
bir nesneyi, verilmiş gibi göstererek başkalarını kandırmıştır.
Cevamiu'l-Kelim'den sayılan bu hadis daha sonraları, Ibn Teymİy-ye'nin
de kullandığı gibi, bu duruma düşen kimseleri anlatmak üzere darb-ı meşe!
haline gelmiştir. Bkz, Ibn Hacer, Fethu'1-Bari IX, 260; Nevevi, Müslim Şerhi
XIV, 110,
[151] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 97-98.
[152] Taberi I, 90.
[153] Tirmizi VIII 42 (Hıms bas). Katade'den nakledilen bu
söz, Mücahid'in sözüne karşıl\ (alternatif) olarak varid olmuştur!
[154] Tirmizi VIII, '48.Bkz. Tehzibü't-TehzibX, 43.
Görüldüğü kadarıyla bu sözler: "ibn Mes'ud mushafmı nisbet edilen şaz
kıraatler, aslında tefsiri kıraatlerdir. Bunlar İbn Mes'ud'un yaptığı
tefsirler olup, Kur'an kıraatleri değildir" diyen görüşü desteklemektedir.
[155] Taberi I, 9.
[156] Taberi bu haberi senediyle tahric etmiştir. I, 90.
Zehebi, Müca-hid b. Cebr el-Mekki el-Mahzumi'yi anlatırken: "Kıraat imamı,
müfes-sir ve güvenilir ünlü raviierdendir" der. Ve Yahya el-Kattan'ın şu
sözünü nakleder: "Ümmet, Mücahid'in imamlığı ve hüccetliği üzerinde icma
etmiştir." Mücahid hicri 104'te vefat etmiştir. Bkz. Zehebi,
Mizanü'1-İ'ti-dal III, 439.
[157] Hicri 110'da vefat eden Ebu Said el-Hasen b. Yesar
el-Basri, takvasıyla tanınmış tabiun büyüklerinden ve Medine tefsir ekolünün
ün-lülerindendir. Mesruk b. el-Ecda' (b. Abdİrrahman), güvenilir bir ravi,
fa-kih ve abid idi. Hicri 63'te vefat etti. Vefat ettiğinde 63 yaşındaydı.
Ebu'l-Aliye Refi' b.
Mihran er-Rİyahi de, tabiilerin İleri gelenlerin-dendir. Hicri 90'da vefat
etmiştir.
Hicri 139'da vefat eden
F.abi' b. Enes, her ne kadar bunların tabakasından sayılsa da, bu Ünlü
tabiileri takip eder. Dahhak b. Müzahim el-Bel-hi ise, Said b. Cübeyr den
tefsir almıştır. Vefatı 105'tir.
Diğer ünlü simaların ha', tercemelerine, yukanki sayfalarda işaret etmiştik.
D; tha fazla bilgi için bkz. Suyuti, el-İtkan 11-321 -324. Derli toplu özet
bit bilgi için, Merhum Muhammed Ragıb et-Tabbah'ın değerli kitabı:
"es-Sdcafetu'l-îslamiyye" (s. 113)ye bk.
[158] Şu'be b. el-Haccac b. el-Verd el-Atekİ, sika hafız,
mutkın'dir. azadlılardandır. Süfyan es-Sevri şöyle derdi: "Şu'be hadiste
mü'minle-rin emindir. Irak'ta ilk kez rical araştırması yapan ve Sünnet'i müdafaa
edendir. Abid bir kimse idi. 162'de vefat etti. Er-Risaletü'1-Müstatrafe'm'n
170 olarak yaptığı tesbit yanlıştır. Bkz. Takrİbu't-Tehzib I, 351;
er-Ri-saletü'l-Müstatrafe, 113.
[159] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları: 99-101.
[160] Bu iki hadisi ve diğerlerini Taberi, yaklaşık olarak
aynı lafızlarla tahric etmiştir. Hepsinin senedinde de, Abdü'1-A'la b. Amir
es-Sa'lebi vardır. Hadisçiler tarafından eleştirilmiştir. Nitekim, bu hususu
Ahmed Şakır nakletmiş ve bu hadislerle ilgili tahkikler yapmıştır. Konuyla
ilgili başka hadisler de vardır. Tirmizi İbn Abbas hadîsiyle ilgili ten-kidte
bulunmuştur ve O'nu bir başka tarikten tahric ederek: "Bu, hasen
sahihtir" demiştir. Bkz. Taberi I, 77-78; Tirmizi VIII, 146 (Hims bas); ,mh. Şerh. E. Davud V, 249.
[161] Tirmizi VIII, 146; Taberi I, 79. Süheyl b. Ebi Hazm,
kardeşi Hazm el-Kutai ile tanınırdı. Çünkü kardeşi kendisinden daha sika ve meşhurdu,
imam Ahmed, Buhari, Nesai ve daha başkaları Süheyl'i tenkid etmişlerdir. Bu
hadisi, Nesai ile Ebu Davud da rivayet etmişlerdir. Bkz. Muhtasam ve Şerhu Ebi
Davud V, 249. İmam Beyhaki bu hadis hakkında şunları söylemiştir:
"Şayet sahih ise
Allah'u a'lem murad edilen, hakkında herhangi bir delil olmayarak galebe çalan
re'ydir. Yoksa, burhan'ın desteklediği re'y ile Kur'an'ı tefsir etmek
caizdir" başka bir yerde de şöyle der: "Bu hadise dikkat edilmeli.
Şayet sahihse, 'hata etmiştir' sözüyle Allah'u a'lem şu kastedilmiştir: 'Metodu
ve yolu yanlıştır." Çünkü, Kur'an lafızlarını tefsir etmede nasıl ki
dilciler'e müracaat ediliyorsa nasih-mensuh, nüzul sebebi gibi hususların
bilinmesinde de Kur'an'm inişine şahid olan ve Allah'ın Kitabını açıklamak
üzere varid olan sünnetler'i bize ulaştıran Sa-habe'nîn haberlerine başvurulur.
Nitekim Allah Teala: "Biz sana zikri indirdik ki, insanlara ne
indirildiğini açıklayasm. Ola ki düşünürler" (NahI: 16/44) buyurmuştur.
İmdi, şeriatı (hükmü) koyanın açıklamasının bulunduğu bir konuda, o açıklamaya
rağmen fikir ileri sürülemez. Hakkında şar'i' tarafından açıklanmamış olan
hususları açıklamak üzere ilim ehlinin düşünme ve istidlalde bulunmaları
gerekir. Hadisle şu kastedilmiş de olabilir:
"Kim ilmin usul (prensip) ve füruunu (meselelerini) bilmediği
halde, Kur'an'ı kendi görfişüne göre tefsir ederse ve kazara isabet etse, konuyu
bilmediği için bu iyi bir şey değildir." Bu manaya İbn Teymiyye az ileride
işaret edecektir. Bkz. Suyuti, el-İtkan II, 305; Hadisin bu manasına daha
önceden İmam Ebu Ca'fer et-Taberi değinmiş ve İbnu'1-Enba-ri'nin, Kur'an'ın
müşkil ayetlerine has olarak kabul ettiği İbn Abbas'tan mervi birinci hadisin
anlamını, o hassas ve ince beyan üslubuyla bu anlama hamletmiştir. Bkz. Taberi
1,78-79; Süyuti, el-İtkan II, 306.
Veya hadisle
kastedilmek istenen şudur: "Kim gerçeğin başka türlü olduğunu bilerek
Kur'an'la ilgili bir tefsirde bulunursa..." Buna göre, Şey-hü'1-islam'ın:
"Kur'an'ı salt re'yle tefsir etmek haramdır" sözü, mutlak manada
değildir. Nitekim bu husus, diğer eserlerinde söylediklerinden ve buradaki
mücerred (salt) lafzından da anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, "ne sünneti, ne
de dilin şehadet etmediği salt bir rey İle tefsir haramdır" anlamındadır,
ibn Kuteybe demiştir ki: "Kur'an'ı rey ile tefsir etme yasağından: a- Ya
nakil ve rivayetin dışına çıkmayıp, tamamen istinbatı te-ketmek anlamı çıkar;
b- Ya da başka bir mana çıkar. Rivayetlerin dışına çıkmamak ve istinbatı
terketmek anlamının murad edilmiş olması batıldır. Çünkü sahabe Kur'an'ı tefsir
etmişler ve aralarında ihtilaflar olmuştur. Onların tefsirde söyledikleri
herşey, Rasulullah'tan (s.a.v.) işittikleri şeyler değildir." İbn
Kuteybe'ye göre bu yasağı şu iki şekilde anlamak lazımdır:
a- Kişinin, bir konuda
belli bir görüşü vardır. Tabiat ve hevası ona meyillidir. Bu görüşünü
doğrulatmak için, Kur'an'ı, kendi keyif ve düşüncesine uygun olarak te'vil
eder. Aslında, kendisinin o şekilde peşin bir görüşü olmasaydı, sözkonusu o
manayı Kur'an'dan anlamayacaktı. Bu durumda, Kur'an'ı re'yi ile tefsir
etmesinin anlamı, görüşünün kendisini böyle bir tefsire itmesidir. İbn
Kuteybe'nin konuyla İlgili olarak söylediği diğer sözlerinden açıkça
anlaşıldığı üzere, tefsirdeki bu tür hata alanına, hem delil hem de medlul'de
hata edenler veya sadece delil'de hata edenler dahildirler. Nitekim bunları
İbn Teymİyye anlatmıştı.
b- Tefsirde düşülen
diğer bir hata da, Kur'an'daki garib kelimeler, kapalı bırakılmış ve ibdal
olunmuş lafızlar, kısaltmalar, zamirler, takdim te'hirler'e ilgili rivayet ve
nakilleri gözönünde bulundurmadan, sırf arap dilinin zahirinden hareketle
tefsire kalkışmaktır. Tefsirin zahir'ini ölçü ve hakem olarak almadan, salt
arap dili'riin ifade ettiği mefhumlarla anlamlar çıkarmağa kalkışan kimse, çok
yanılır ve Kur'an'ı re'yiyle tefsire yeltenenler zümresine girer.
îbn Kuteybe devamla
şunları söyler: "Herşeyden önce, hatadan korunmak için, tefsirin
zahirinde nakil-ve rivayet kaçınılmazdır. Bundan sonradır ki, Kur'an
lafızlarını anlama ve hüküm istinbat etme işi genişler. Kur'an'da, ancak
rivayet yoluyla anlaşılabilecek garib lafızlar çoktur; zahiri tefsiri hakem
olarak ortaya koymadan, bunların hakikatlerini anlama imkanı yoktur. Bkz.
Kurtubi Tefsiri I, 33; Camiu'1-Usul II, 4.
[162] Bu söz Tirmizi'ye aittir. Bkz. Tirmizi VIII, 17.
[163] Taberi'de (1,78) bu ifade: "Kur'an hakkında kendi
reyimle konuşacak olursam" şeklindedir.
[164] Bu rivayeti aynı isnadla Hafız îbn Kesir (tefsirinde)
zikretmiş ve demiştir ki: "Haberde İbrahim et-Teymi ile Sıddik arasında
inkıta vardır." Bkz. İbn Kesir Tefsiri IV, 473.
[165] Bu haberi, Ebu Ubeyde'nin isnadı gibi sahih bir
isnadla Ömer'den (r.a.) birçok kimse rivayet etmiştir. Taberi'nin isnadı
şöyledir. İbn Beşşar, İbn Ebi Adi, Humeyd, Enes, Bkz. ibn Kesir IV, 374;
Tabe-ri, XXX59.
Öyle görülüyor ki, İbn Teymiyye, bu ve diğer rivayetleri, Ebu Ubey-din
"Fedailü'l-Kur'an' adlı kitabından nakletmiştir. Değerli Üstad Muhakkik
Seyyid Ahmed Sakr'ın, tahkıkli olarak yayınladığı bu Kitabın Kahire yazmasını
inceleme fırsatı bulmuştuk.
[166] Ömer (r.a.), minberde bu ayetle ilgili olarak
söylediği bu meşhur sözünü, ibn Sa'd-Said b. Mansur, Abd b. Humeyd ki ibn
Teymiyye burada O'ndan rivayet etmiştir. İbn Cerir ibnu'l Munzir, el-Hakim (rivayetin
sahih olduğunu da söylemiştir), eş-Şuab'ında Beyhaki ve el-Hatib rivayet
etmiştir. Hepsinin rivayeti de Enes'tendir. Bu kaynaklarda, bu sözü
söyledikten sonra Ömer'in şöyle dediği de rivayet edilmiştir: "Bu
kitaptan sizlere açık gelen hususlara uyun ve onlarla amel edin.
Bilmediklerinizi ise Rabbinize havale edin." Şevkani, Fethu'l Kadir V,
376, Taberi XXX, 61. Ömer (r.a.) bu tavrındaki anlam için, mütefekkir Üstad
Malik Bingebi'riin kıymetli risalesi "İntacu'l-Müsteşrikin ve Eseruhu
fi'1-Fıkri'l-islami el-Hadis'ine bakınız.
[167] Abese 27-32. İbn Kesir şöyle der: "Bununla Ömer
(r.a.) cinsi ve şekliyle bu bitkiyi bizzat tanımak istemiştir. Yoksa O da^ bu
ayeti okuyan herkes de bilir ki, ebb, yerde biten bir tür ottur." Bkz. IV,
473.
[168] Bkz. Taberi I, 86.
[169] İşaret edilen sözkonusu İki gün, şu ayetlerde
zikredilen günlerdir. 1. "O, gökten yere kadar her işi idare eder. Sonra
(o iş), sizin sayabildiğiniz bin sene miktarındaki bir günde O'na
yükselir." (Secde: 32/5) 2. "Melekler de, Ruh (Cibril) de, oraya,
miktarı ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar." (Mearic: 70/4) Bkz.
Taberi XXIX, 71. Bu iki gün hakkında îbn Abbas'ın tercihe şayan görüşünün ne
olduğu ve O'nun bu konuda tefsir yapmayı uygun görmemesinin sözkonusu olmadığı
hakkında bkz. İbn Hacer, Fethu/1-Bari VIII, 451-453.
[170] Taberi bunu, her ikisi de Eyyub ve İbn Ebi Muleyke'den
olmak üzere bir başka iki tarikten rivayet etmiştir, öyle gözüküyor ki, bizim
buradaki rivayette, müstensih hatasından doğan bir eksiklik vardır. Şöyle ki,
Taberi'nİn rivayetine göre o zat tbn Abbas'a ellibin yıl olan gün ne ola
ki?" demiş, bunun üzerine o zat: "Bana anlatasın diye bunu ben sana
sordum!" deyince, îbn Abbas şu cevabı vermiştir: "Bunlar, Allah
Teala'nın, kitabında zikrettiği iki gündür; ne olduklarım yine ancak kendisi
bilir." Dolayısıyla Allah'ın Kitabı hakkında, bilmediği birşey söylemeyi
doğru bulmamıştır. Bkz. Taberi XXIX, 72. Yine Taberi, miktarı ellibin yıl olan
günle ilgili olarak, İbn Abbas'tan senediyle, şöyle bir yorum nakletmiş-tir.
"O kıyamet günüdür ki, Allah onu kafirler için bu miktarda kılmıştır."
Taberi devamla: "İbn Abbas'tan bu konuda, burada zikrettiğimiz bu
görüşünden başka görüş de rivayet edilmiştir" diyerek, yukanda geçen
rivayeti nakletmiştir.
[171] Bu zat, Ebu Yusuf Ya'kub b. İbrahim el-Kadi ed-Duraki
olup, çağının Irak muhaddislerindendir. 252'de vefat etmiştir.
[172] Taberi I, 86.
[173] Taberi I, 86. Üstad Ahmed Şakir, Ebu Ubeyd'in
"Fedailü'I-Kur'an'ınm yazmasında bu ifadenin: Tefsirden, ancak ma'lum
şeyler hakkında konuşurdu" şeklinde olduğuna işaret etmiştir ki, birbirine
yakın ifadelerdir.
[174] Taberi I, 87. Öyle görülüyor ki, tefsir hakkında görüş
belirtmekten kaçınan İbnü'l-Müseyyib, bu rivayette, İkrime'nİn kendisiyle olan
metod farklılığına işaret etmiş oluyor!
[175] Haberi, aynı tarikla Taberi de rivayet etmiştir. (I,
87).
[176] Taberi I, 85. Ebu Abdillah Nafi, îbn Ömer'in
azadlısıdır. ibn Hacer O'nun hakkında: "Sağlam bir ravidir. Fakihtİr. 117
senesinde veya daha sonra vefat etmiştir. Takribü't-Tehzib II, 296.
Salim b. Abdillah, İbn
Ömer'in oğludur. Vefatı 106'dır. Fakih, sika, abid ve fazıl bir zat İdi.
El-Kasim b. Muhammed
de, Ebubekr'in oğlu Muhammed'in oğlu olup, O da 106'da vefat etmiştir.
Bütün bunlara yetişen Ubeydullah b. Ömer ise, Ömer'in ahfadından olup,
hic. 140'lardan sonra vefat etmiştir.
[177] Hişam b. Urve'nin vefatı h. 146, babası Ebu Abdillah
Urve b. Zübeyr b. Avvam'ın vefatı ise 93'tür.
[178] Bkz. Taberi I, 86. Ubeyde es-Selmani, Muhadramun ve
Tabi-un'dan ulu bir zattır. Sikadır, sağlamdır.
[179] Bu ve bundan önceki rivayet, Kasim b. Sellam'dandır.
Ebu Abdillah Müslim b. Yesar el-Basri, Meşhur bir abid ve fakihtir. Mekke'de
mücavir olarak bulunmuştur. H. 100'de vefat etmiştir.
Ebu îmran İbrahim b. Yezid en-Nehai: Irak fakihi, müctehid ve İmamdır.
H. 96'da vefat etmiştir.
[180] TaüeıiI,86
[181] İmam Taberi, sözkonusu bu rivayetleri, şu manidar
başlık altında serdetmiştir. "Kur'an'ı Te'vil Etmenin Caiz Olmadığını
İleri Sürenlerin Yanlış, değerlendirdikleri Haberler" İbn Teymiyye
yukarıda: "Bu yüzdendir ki, Seleften bîr cemaat, bilmedikleri konularda
tefsir yapmaktan kaçınmışlardır" dedikten sonra bu rivayetlere geçmiştir.
Burada da bir bakıma, sözkonusu rivayetlerin bir bölümünü naklettikten sonra bu
tev-cuh ve değerlendirmesini derinleştirip genişletmiştir. Ancak, Taberi'ye
yukarıda işaret ettiğimiz bölüme muttali olan bir kimse, bu rivayetlerin hangi
manada alınacakları konusunda, yerinde ve güzel bir başka değerlendirmeyi
ilave eder.
Taberi der ki: "Tabiilerden bazılarının, Kur'an'ı tefsir ve te'vil etmekten
kaçınmalarına gelince, onların bu durumu, ortaya çıkan olaylar karşısında
fetva vermekten kaçınan (fakih)lerin durumuna benzer ki, aslında onlar, Allah
Teala'nın, ancak dini, tamamladıktan sonra Rasulullah'ı (s.a.v.) vefat
ettirdiği ve Cenab-ı Hakkın, vuku bulan her olayla ilgili açık ya da delalet
yollu bir hükmünün bulunduğu inancında idiler. Onların görüş belirtmekten
kaçınmaları, Allah Teala'nın, bu "konular hakkında kullar arasında
hükmünün bulunduğunu kabul etmemekten ileri gelmiyordu. Fakat kendilerini,
Allah Teala'nın ictihad'la mükellef kıldığı bilginler seviyesinde görmeme
endişelerinden ileri geliyordu. Selef ulemasının Kur'an'ı tefsir ve te'vilden
kaçınmalarının sebebi de işte budur. Onların bu çekimserlikleri ancak,
kendilerini tefsirde isabetli görüş belirtebilecek seviyede
görmemelerindendir. Yoksa, bu ayetlerin tefsir ve te'villerinin ümmetin
alimleri tarafından yapılamayacağı ve böyle insanların ümmet içerisinde
bulunmadığı anlamında değildir."
[182] Hadisi bu lafızla Taberani "el-Kebir" ve
"el-Evsat'mda Abdullah b. Amr'dan rivayet etmiştir. Ravileri sika'dır.
Tİrmizi ve Ebu Davud, Hasen bir isnadla Ebu Hureyre'den, şu lafızla rivayet
etmişlerdir: "Kıyamet günü Allah ona ateşten bir gem vurur." Bunu İbn
Mace de rivayet etmiştir. Hadis başka bir tanktan, yakın lafızlarla bu şekilde
Ebu Hureyre'den de rivayet edilmiştir. Ayrıca, Abdullah b. Mes'ud, îbn Ab-bas,
İbn Ömer ve Ebu Said el-Hudri'den eleştiriye uğramış birtakım tariklerle de
rivayet edilmiştir. Bkz. Muhtasaru ve Şerhu Süneni Ebi Davud V, 251,253;
Mecmeu'z.Zevaid I, 163.
[183] Taberi I, 75.1. Arabın anladığı birinci tür tefsir,
onların diline başvurularak bilinen tefsirdir ki, bu Zerkeşi'nin de dediği
gibi, dil ve İ'rab'la yapılan tefsir türüdür. 2. Bu ikinci kısımla kastolunan,
bilinmesi zaruri olan helal ve haramlardır. (Nitekim, bu hususta ibn
Ab-bas'tan merfu bir rivayet mervidir; ancak, senedinin sıhhati tartışılmıştır)
yoksa bunu tefsir'in kısımlarından biri olduğu mürad edilmemiştir.
Ebu Ca'fer demiştir ki:
"İbn Abbas'ın, 'hiç kimsenin bilmemekte ma'zur olmadığı tefsir diye
adlandırdığı bu dördüncüsü, Kur'an tefsir ve te'vilinin kısımlarından birini
ifade etmez; fakat Kur'an te'vilinden, hiç kimsenin bilmemesi caiz olmayan bir
hususu bildirir."
Görüldüğü üzere Taberi,
tefsirin bu türü hakkında, "dördüncüsü" ta'birini kullanmıştır. Çünkü
O, Kur'an te'vilinin tamamının üç kısımda mütalaa edilebileceğini söyledikten
sonra îbn Abbas'ın sözünü nakletmiş ve İbn Abbas'a göre ikinci sırayı teşkil
eden sözkonusu çeşidin tefsir çeşitlerinden birini oluşturmadığını ifade
etmiştir.
Taberi'nin tefsir
çeşitlerini tasnifi ise şöyledir:
Birincisi: Buna hiç
kimsenin erişmesi mümkün değildir. Allah Teala bunun ilmini kendisine tahsis
etmiş ve onu bilmeyi, tüm yaratıklarından gizlemiştir. Bu Allah'ın kitabında,
vuku bulacağını bildirdiği hadiselerin eceî ve zamanlarıyla ilgili
hususlardır. Mesela, kıyametin kopma, Meryem oğlu İsa'nın inme, güneşin batıdan
doğma, surun üfürülme zamanlan ve bunlara benzer olayların vuku vakitleri gibi.
İkincisi: Allah
Teala'nın, te'vilini, insanlar içerisinden yalnızca RasululIIah'a (s.a.v.)
bildirdiği şeyler. Kullar bunları bilme ihtiyacındadır-lar. Ancak, onların bu
şeyleri bilmeleri, Rasulullah'in (s.a.v.) bu hususların te'vilini onlara
açıklamasıyla mümkündür.
Üçüncüsü: Kur'an'ın
indiği dil'in sahiplerinin bildikleri te'vil, bu Kur'an'm Arapça ve i'rab
cihetinden te'vilini bilmektir ki, bu bilgiye ancak onlar tarafından
ulaşılabilir."
îbn Cerir Merhum
te'vilin bu nevilerini açiklaken, okuyucularının da aşina oldukları üstün bir
açıklama ortaya koymuştur. Buraya O'nun, tefsirinin üçüncü kısmıyia ilgili
açıklamasını nakletmeden geçemeyeceğim, Allah kendisinden razı olsun diyor ki:
"...Kur'an'ın
iikliği dili bilen herkesin bildiği hususlar da, Kur'an te'vilinin
kısımlanndandır. Bu te'vil türü, Kur'an'ın i'rabını yerli yerince yapmak,
müsemmaları müşterek olanlarından ayırdedecek onlara has isimleriyle ve
mevsuflan diğerlerinden temyiz ederek onlara özgü sıfatlarıyla tanıma şeklinde
olur ki, bunları bu dilin sahibi olan hiç kimsein bilmemesi sözkonusu değildir.
Mesela bu kimselerden biri: "Onlara,
'yeryüzünde fesad
çıkarmayın' denildiğinde, şöyle derler. 'Biz ancak ıslah edicileriz. 'Dikkat
edin, onlar müfsidlerin ta kendileridir, fakat farkında değiller!" (Bakara:
2/11-12) ayetlerini işitse, hemen anlar ki ifsad: Zararlı olduğu için
terkedilmesi gereken, ıslah da: Faydalı olduğu için yapılması gereken şeydir.
Her ne kadar bu kimse, Allah'ın, hangi şeyleri ifsad ve hangi şeyleri
ıslah'tan saydığını bilmese de, Kur'an'ın indiği dile sahip olan kimselerin,
Kur'an'm te'vilinden bilebildikleri, İfade ettiğim gibi, müsemmalar'ı
müştereklerinden ayırdederek, kendilerine has isimleriyle ve mevsufian da yine
kendilerine ait sıfatlarıyla bilmektir; yoksa Allah'ın bilinmesini sadece
Rasulullah'a (s.a.v.) tahsis etiği, bunlarla ilgili vacip hüküm, Özellik ve
durumları bilmek değil. Çünkü, bu kabil şeyler, Rasulullah'ın (s.a.v.)
açıklaması olmaksızın kimse tarafından bilinmez. Tabii ki, Allah Teala'mn,
yaratıklarından gizleyerek kendi ilmine ayırdığı hususlar bunun
dışındadır." Taberi 1,73-76-92-93; Zerkeşi, el-Burhan II, 164; Süyuti, el-İtkan II, 309.
[184] İbni Teymiyye, Tefsir Usûlü, tevhid yayınları:
101-111.