BAKARA SURESİ[1]

 

1-"Elif lam mim"

, İbni Abbas'tan (r.a.) rivayet edildiğine göre; Bakara sü­resindeki bu harfler ve bunlara benzer diğer surelerin baş­larında olan harflerden her biri Allah'ın isimlerinden biri­ne delalet eden isimlerden ibarettir ve surelere bu harflerle başlanıp açılmıştır.

Şab'iden[2] rivayet edildiğine göre bu harfler Allah'u Teala'nın enfes ve yüce isimlerini andırmaktadır.

îkrime'den[3] rivayet edildiğine göre bu harfler kısımla­ra delalet etmektedir.

Bir rivayete göre "Elif, lam, mim" harfleri bir hece harfleridir; yani kadri ve şanı çok yüce onu (Kur'an'ı) indi­riyorum anlamındadır.

Bir rivayete göre bu harfler hesap kitap cümlelerine işa­ret eden, eşya ve milletlerin ecellerine delalet eden cümle­lerin harfleridir.

Kutrub'un[4] dediğine göre Araplar Kur'an'ı dinlememek ve gürültü v.b. şeylerle ortalığı velveleye verip güya insan­ları Kur'an'dan uzaklaştırmak üzere anlaştılar. Bunun üze­rine hiç bilinmeyen bir yol veya usul ile meydan okuyarak bu tür harflerle Kur'an nazil olmuştur. Sa'leb'in[5] dediği­ne göre surelerin bilinmeyen usul ve kaidelerle açılıp baş­lanması; mezheplerine göre sahih ve uygundur. Onların sen böyle değil miydin sözlerinde olduğu gibi.

"Ela" edatının manası; kalbi bir şeye hazırlamak ve o şe­ye karşı tam teslimiyet sağlamaktan başka birşey değildir. İşte sure başlarında gelen bütün simgesel mahiyette olan harflerin durumu da bundan ibarettir.

Bu konuda varid olan çoğu görüşler hurafedir. Çünkü bunlar araplann cümle kuruluş veya yapılış metodlarına uygun değildir. Ve de hakim olan Allah'ın kullandığı sim­gesel mahiyetteki bu harfler asla mana ve ibretlerden arın­mış değildir.

Harfler konusunda belirtilen görüşler hususunda ancak şu üç görüşten biri sevab olanıdır:

Birinci görüş: Bu harfler müteşabihlerden olup Al­lah'tan başka kimse bunların tevillerini bilemez. Bu da Ebubekir Sıddık'ın (r.a.) görüşüdür ve şöyle demiş:

"Her kitabın gizli bir sırrı vardır, Allah'ın Kur'an'da olan sırları da surelerin baş kısmında olan bu harflerdir.[6] Bunların mu'cem diye isimlendirilmesinin sebebi anlamla­rının bilinmemesi ve emirlerinin mübhem olmasındandır.

İkinci görüş: Hasan'ın dediğine göre bu harfler surele­rin isimleridir.[7] Çünkü Allah'u Teala burada Kitab'a (Kur'an'a) işaret etmiştir. Bu şekilde; ya Muşarun ileyh'e (işaret edilene) bir isimdir veyahut ta sıfattır. Ama konum itibariyle sıfat yeri değildir. Çünkü bu da Özel bazı manalar­la mevsuf'u tahliye etmektedir. Bu harflerin manaları hak­kında belirlenmiş ve tayin edilmiş meşhur ve bilinir herhan­gi bir isim mevcut değildir.

Mesela denilse ki:

"Niçin isimle bütün sureleri umumlaştırmamış?" Biz de deriz ki:

"Bunda özel olarak bazı surelerin manalarla teşrif buyu-rulması gibidir." Mesela denilse ki:

"Niçin iki ve üç sure müşterek isim altında isimlendiril­miştir?" Biz de deriz ki:

"İnsanlardan bazı gurup veya cemaatlerin müşterek bir isim altında tanınması gibidir." Mesela denilse ki:

"îsim ile müsemmanm (isimlendirilen) ayrı olması bakı­mından veya farklı şeyler olduğu gibi ismin de sureden farklılık arz etmesi gerekmez miydi? Biz de deriz ki:

"Bunu diyen kimseler ancak bunun hükmü lafızlar hük­münde olan şahıslar hususunda demiştir."

Üçüncü görüş: "Bu harfler kitabın bu harflerden mey­dana geldiğinin bir işaretidir. Tıpkı kelamlarının da bu harf­lerden oluştuğu gibi. Eğer bunlar Allah'u Teala'nın dışın­daki kimselerden gelmiş olsaydı, mislini getirebilecekti­niz.

2- "İşte bu Kitap"

Buradaki mananın işareti şudur:

Geçmiş semavi kitaplarda indirilmesi vaad olunan kitap bu harflerden müteşekkildir.

Bir rivayete göre manası şudur:

"Zalike'l-kitabu'l-mev'ud: Vad edilen o kitap"a şu aye­ti celilenin ifadesi işaret etmektedir:

"Çünkü biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz (Kur'an) vahyedeceğiz."[8]                               (Müzemmil: 73/5)

Bu konuda el-Esamm[9] şöyle demiş: "Zalike" nin mana­sı: Kur'an'da takdim edilen bu şeyler Bakara suresinden ha­riç bir çok surede geçmiştir.

Bu konuda Muberrid[10] şöyle demiş: Buna benzer; "Za-like" kelimesini kendi konumu üzerinde sabit kılan takdiri manalar; "Zalike" kelimesini asli mecrasından çıkartıp "Ha­za manasmdadır[11] diyen görüşlerden daha evladır. Çünkü "Zalike" ile "Haza" hazırda bulunan ve gaib manasına ge­len farklı iki kelimedir.

"Zalike" gaib "Haza" Hazırda veya göz önünde olandır.

Ancak "Zalike" kelimesinin "Haza" manasında olduğu, Dehhak'tan[12] ve "El-Mevnek" adlı[13] eserde belirtildiği üzere başkalarından nakledilegelmiştir.

^ Ebu Ubeyde[14] şöyle demiş: "Bir defasında bir mulhid'le (inkarcı) karşıhştım ve bana:

"Ey Ebu Ubeyde "Elif, lam, mim zalike'l-kitabu" bu ki­taptır ama bu kitapta hangi şeye delalet ediyor?" dedi. Ben de:

"Eğer kabul edersen arapçadan misal vereceğim?" dedim. O da:

"Tamam misalini ver" dedi. Ben de:

"Huffaf b. Nudbe'nin[15] söylediği şu şiiri söyledim:

"Eğer atım isabet aldıysa direk Malik'in üzerine doğru yönelip giderim.

Ona dedim ki mızrak'm kendisi eğiliyor. Hufaf'lı düşün, işte ben oyum.

2- "O kitapta hiç bir şek ve şüphe yoktur."

Bu Kur'an'ın, hak ve doğru olduğu haberinin verilişidir. Çünkü şek ve şüphenin bütün sebebleri ondan izale edilmiş­tir. Taklid ve Tenakuz sıfatlarının hepsi ondan uzaktır. Kur'an'da son derece icaz (mucize) vaki olmuş ve hidayet te hasıl olmuştur.

Bir şey bu konuma vardığı zaman, onda şek ve şüphe yok­tur diye nitelendirilir. Bununla da şöyle soranın sorusunu ip­tal etmiş olur; inkar edenler sözlü olarak bunda şek ve şüp­he vardır şeklinde: "İnnehu laraybe fihi" demezler.

Muttakilerin ihtisası bu yol üzerine devam edip gitmele­ridir. Bir rivayete göre bu onların kadir ve kıymetleri bakı­mından bir ta'zim ve onların zikredilmesiyle bir yüceliktir ve övgüdür.

3- "Onlar ki gayba iman ederler."

Yani duyu organlarına göre gaib olan ve ancak akıl ile id­rak edilen şeylere iman ederler.

Bir rivayete göre murad olunan şudur: Onlar Allah ve Re­sulüne, gaib aleminde görmeden iman ederler ve münafık­lar gibi:

"İman edenlerle karşılaştiklarnda, iman ettik der­ler."                                                          (Bakara: 2/76)

Değillerdir.

Bu Allah'u Teala'nın şu ayetlerdeki sözlerine benzer:

"Gayba, rahmana iç sayısı duyan ve halis bir kalp ile gelen kimseler için..."                                  (Kaf: 50/33)

"Yusuf dedi ki, kadınlara gerçeği itiraf ettirişim şu­nun içindi: Vezir bilsin ki, hakikaten ben ona gıyabında hainlik yapmadım."                                 (Yusuf: 12/52)

Huzeli de[16] Gayb kelimesini şiirinde aynı manada ifade etmiştir:

Halit sen misin, yakın akrabalığı gözetip gıyabımda ve­ya söylenen bazı şeylerden dolayı beni koruyorsun.

"Bi'l-ğaybi"de olan car ve mecrur ve ayrıca şiirde olan car ve mecrur "hal" konumundadır. Yani "Tahfizni gaiben" gıyaben beni muhafaza ediyorsun. Ve: "İnsanların, görme­lerinden ve korkularından gıyaben iman ederler." demektir. Birinci kavle göre, mefulun bihi konumundadır.

6- "Muhakkak ki inkar edenleri (yani iman nurunu şirk karanlığı ile inad yüzünden ötenler) azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir. Onlar yine iman et­mezler."

Bunlar inkarcılardan bir guruptur. Allah'u Teala, onlar­da olan bu gurupdan ilmiyle haber vermiştir. Tıpkı şu ayet­te Nuh (a.s.) hakkında bilgi verdiği gibi. Nuh'a şöyle vahyolunmuştu:

"Haberin olsun, önceden iman edenlerden başka kav­minden hiçbiri asla iman etmeyecek."       (Hud: 11/36)

Bilgisi dahilinde olmakla beraber ısrarla inzar (haber verme veya korkutma) etmekteki hikmet ise hüccetin veya delilin ikame edilmesidir.

Bir rivayete göre irsaTın umum olması içindir. Bir riva­yete göre Peygamber inatçı inkarcıların zorluklarına karşı se­bat etmesi içindir.

Ancak ayette "E-enzertehum" şeklinde istifham (soru) lafzının cari olması haber manasmdadır. Çünkü burada is­tifhamda olan tesviye vardır. Görmüyor musun sen istifham cümlesi yaptığında şöyle demiyor musun?

"E-harece zeydun em ekame" Burada Zeyd'in çıkması ve­ya kalması emri sana göre mübhemdir. Zeyd çıktı mı yok­sa içerde mi? Tıpkı bu şu haberde şöyle demen gibidir: Sen çıksan da kalsan da benim için birdir, birşey değişmez. İş­te tesviyedeki oluşum da böyledir.

Hasan da şiirinde gaybı bu anlamda kullanmıştır:

"Hüzünle serzenişte bulunup müdafa mı etmiş yahut gı­yaben beni kınayıp kötülemiş pek aldırış etmem"[17]

7. "Allah onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur."

Bu mühür meleklerin bildiği bir niteliktedir. Bunun fay­dası ise onların konum veya mertebelerini düşürmek ve on­ları azarlama içindir. Tıpkı bu müminlerin kalplerine, onla­rın mertebe ve derecelerini yüceltmek için İmanın yazılma­sı gibidir.

Ayetteki ifade kalpleri mühürlenmiş kişilerin hallerine benzetmek amacıyla teşbih üzerine getirterek kulak ve göz­lerinin mühürlenmiş veya damgalanmış şeklinde bir darbı meseldir.

Şair de şiirinde buna benzer bir teşbih sanatını kullanmış­tır:

Şayet diri olana nida etseydin bir şey duyardın. Lakin ni­da ettiğin kimsede hayat yoktur."[18]

Mücahid'in[19] dediğine göre bir şey mühürlendiği zaman artık kapalı kalır ve bunun gibi kalp te, günahlar üzerinde yo-ğunlaştığ zaman kararır ve artık korku ve vb. inzarlardan et­kilenmez ve iman için kalbi ferah bulmaz veya açılmaz.

Bir rivayete göre bu ifade; onlardan verilen bir haber de­ğil, bilakis onlar üzerine olan duadır. Bir rivayete göre mu-rad olunan zahirine göredir ve o da mendir. Lakin men iki türlüdür. Birisi kudretin elden alınmasıyla olan mendir (ya­ni kişiye rağmen olması) diğeri de Hizlan (yardım etmeyip hor ve zelil şekilde terketmek) ile men'dir.

Allah'u Teala'nın bu ikisinden bir olan Hizlan ile men yapmış olması caizdir. Ve küfürlerinde kalmalarının ceza­sı olarak Tevfik'i (başarı veya muvafakiyeti) onlardan çe­kip almıştır.

Ancak ayette geçen (semi) kelimesini cem sığasında ge­tirmemiştir. Çünkü mastar mecrası üzerine cari olmuştur. Ve­yahut ta iki cemin ortasında gelmiş ve bir karine ile cem ol­duğunu bu şekilde ifade etmiştir. Mesela şu sığalarda da ol­duğu gibi (semavat ve'l-ard ve zulumat ve'n-nur).

9- "(Kanaatlerince, kalplerinde olan küfrü ötmekle) Al­lah'ı aldatıyorlar."

Bu durum bir kişiden de hasıl olmuş olabilir. Şu ifadeler­de olduğu gibi: Afahullah (Allah ona afiyet versin), Kate-lehullah (Allah onu kahretsin veya öldürsün) Akebtu'1-lis-sa (hırsızı cezalandırdım) ve Taraktu'n-na'le (ayakkabıyı giydim.).

Asıl mana şudur: "Aldatanların muamelesiyle muamele ediyorlar." demektir.

Bir rivayete göre buradan murad olunan: Kalplerinde olanı gizlemekle Rasulullah'i ve müminleri aldatmaktır. Çünkü Allah'tı Teala'dan gizli olan sırlar saklanamaz ve vic­danlar onun dışında veya (emri ve iradesi dışında) birşey tu­tup saklayamaz.

Bu şu ayetteki ifadeye benzer:

"Allah ve Rasulune eziyet (veya işkence) edenler."

(Ahzab: 33/57)

Yani Allah'ın dostlarına işkence ve eziyet ederler. (El-Hıda) kelimesinin aslı el-İhfa (gizlemek)dır. Buna bir misal de hadisi şerifte vardır:

"Beyne yedeyyi's-saeti sinime haddaaten: Kıyamete yakın veya önce yağmuru az ve zekatı az seneler olacak­tır."

Çünkü kıyamet öncesi olan bu an veya senelerin emri giz­lidir, ne zaman olacağı malum değildir. Bol verimüi ve be­reketli geçeceği zannedilir ama kuraklık baş gösterir.

Dehr'e (zaman) el-Hudda denilir. Çünkü içinde olacak olan durum ve olaylar gizlidir, bilinmez ve olacak olan du­rumlar renkli veya çeşitlidir.[20]

 El-Ensari de şiirinde Hadaa kelimesini gizlilik mana­sında kullanmıştır:

"Seyir halinde çok güzel bir yürüyüşle yürür. Öyle ki hayrat ve hasırlarla süslendi.

Onunla ihtiyaçlar giderildi. Genç, iki renkte örtünmüş giz­lenmiş bir rehindir."[21]

 

Bir rivayete göre onların (muhadaa)sı demek kendi ara­larında ve Allah ile kendi aralarını bozup ifsat etmeleridir. Hadu'ş-Şey'i bir şeyi bozmak veya ifsat manasındadır.

Suveyd şöyle dedi: Hür bir kadındır. Öyle ki, bulutlar ara­sında çıkan ve zuhur eden güneş ışınlan gibi çeşitli ve açık bîr şekilde tecelli eder. Dişleri beyazdır. Onun tadı lezizdir. Salyası veya tükrüğü güzeldir. Oysa tükrük gizlidir.[22]

İşte bütün bu ifadeler üzerine şu mana açığa çıkıyor.

"Onlar ancak kendilerini aldatırlar."

Çünkü insan kendi nefsini bozguna uğratıp ifsat eder. La­kin kendi nefsi hakkında olan bu şeylerin malumatı veya bil­mesi kendisinden gizli tutulmamıştır.

10- "Onların kalplerinde hastalık vardır."

Hastalıktan kasıt şek ve şüphedir. El-Buays ta şiirinde bu anlamda dile getirmiştir.

"Bişr'e dedim çünkü ben açığa çıktım. Zira bizimle bir hususta şiddetli ve afet olarak murad ediliyor.

İyi bil ki şek, bi hastalıktır zira seni ondan ancak karar­lı ve keskin emir alman kurtarır."[23]

Bir rivayete göre hastalıktan kasıt gam ve hüzündür.

Harise b. Bedr Guddani'nin şiirinde dile getirdiği gibi:

"Çünkü hüzün devam ediyor o da hastalıktır. Geç onu sen, onu boş veremiyorsun ve sen ona denk oluyorsun.

Eğer sana karkudan ürkeklikten birşey gelirse kalbine de ki bırak ürkekliğin çoğu batıldır."[24]

Bir rivayete göre hastalıkdan kasıt: Nifak[25] ve hasettir.

Şair de şiirinde bu anlamda kullanmıştır:

Hayadan bazılarım iyi düşünüyorum ve görüyorum ki kalplerinde onların bana karşı bir hastalığı vardır.[26]

Bir rivayete göre hastalıkdan kasıt karanlık ve kapalılık­tır.

Şair de şiirinde bu anlamda kullanmıştır:

"Bir gece ki her tarafı karanlıkla kaplandı. Ne bir yıldız ışıkjyerip onu aydınlatıyor, ne de ay."[27]

Eğer maraz zahiri üzerine cari olunsaydı aynı şekilde ya­kın olacaktı. Çünkü kalp, organlardan bir organdır. Hasta da olabilir sağlam da, tam kamilde olabilir, nakıs ta, kalbin has­talığı cehalet ve ifsatla olabilir. Kalbin panzehiri veya şifa-siysa talim ve irşad ile mümkündür. Kalbin tabibleri ise peygamberlerdir ve onlardan sonra gelen alimlerdir.

"...Allah (Kur'an ayetlerini inzal ile onların şüphe ve ni­fak) hastalıklarını artırmıştır..."

Suddi[28] şöyle demiş: "Allah'a olan düşmanlık hasta­lıklarını artırmıştır, burada muzaaf olan hazfedilmiştir. Şu ayettede olduğu gibi:

"Allah'ın zikrinden gafil olan katı kalplilere veyl ol­sun."                                                       (Zümer: 39/22)

Yani Allah'ın zikini terkedenler demektir.

Bir rivayete göre geçmişte ihlal ettikleri şeriatın hudud ve farzlarıyla Allah onların şerrini artırmıştır. Çünkü hay­ra davet edilip te ıslah olmayanın seri üzerine şer katar (ya­ni daha da alevlenir).

Bundan dolayı: Muttaki olmayan kalp, her bir mürşit onu da­vet ettiğinde, kalbindeki ifsat daha da artar. Tıpkı hasta olan ci­sim veya bedene, Tabibler her ona gıda verdikçe veya tedavi et­meye çalıştıkça hastalığı daha da artar denilmiştir.

Bir rivayete göre onların hastalığı, Rasulullah'm te'yid edilmesiyle daha da artmıştır.

Bu iki görüşe göre onların kalplerinin içindeki marazın Allah'u Teala'ya izafe edilmesi Musebbib'in (sebeb olanın) isimlendirilmesi yoluyla veya usulüyle, sebebin ismiyle zikredilmesi babindandrr.

Çünkü Allah'u Teala'nın kendisi şer'i olan dini farz kıl­mış, kanunlaştirmış ve Rasulullah'a yardım etmiş ve bu iki sebeb te onların marazlarının sebebidir.

Ayetlerin ziyadeleşterilmesi sebebiyle, onların hasta­lıklarının Allah'u Teala'ya izafe edilmesini caiz kılmıştır.

Ferezdak ta şiirinde böyle ifade etmiştir:[29]

Yani deve sulayıcılan, sulanan develerin falancanın ol­duğunu ve kendisine ait olmadığım duyunca, sulamayı ku­laklarının kepçesi veya deliği anlamında olan haruka izafe etmiştir. Çünkü oradaki sesi duyımcaya kadarki an sulama­nın sebebidir. Usta bir fesahatle, sebeble, sebeb olanı tabir etmiştir.

İbni Siraç ta[30] aynı konumda dile getirmiştir:

"Suyu yiyenleri zulümle başbaşa bırak. Zira onlar suyu yedikten sonra ekmeği bulamayacaklar."

Su yenilmez. Lakin onlar sahibinden toprak satın almak istiyorlardı ve onun parasıyla da bir şeyler alıp yemek isti­yorlardı. Bu müsebbibi (sebeb olanı) söylemekle veya zik­retmekle yetinmiştir. Buna benzer misaller[31] çoktur."

15- "Allah da onlarla alay eder..."

Yani onların yaptıklarına ceza olarak istihza cezası ile ce­zalandırmıştır. Bir rivayete göre onların alay ettikleri suç­larının vebali tekrar onlara geri döner.

îbni Abbas (r.a.) bu cezayı onların (istidrac)ı üzerine hamletmiştir.

El-İstidraç: Günah işlemelerine rağmen, nimetlerin on­ların üzerine sürekli ziyadesiyle devam etmesidir.

Bir rivayete göre: Onlar dünyada müslümanlarm hü­kümleriyle muamele edildiler, onlara şiddetli azap yapldı-ğı zaman bu onlarla istihza yapılıyor gibiydi. Adiy b. Ha-tem'in rivayet ettiği hadisin bir kısmı şöyle:

"Onlar gelirken cennet kapıları açılır, oraya ulaştık­ları an ateşe atılırlar."[32]

Bir rivayete göre bu kelamın müzavecesi üzerinedir. Şu ayette olduğu gibi:

"Kötülüğün cezası, onun misli olan kötülüktür."

(Şura: 42/40)

Müzavvecetu'I-kelam üzerine Temim b. Mukbil de[33] şiirinde şöyle dile getirmiş:

"Babanın ömrüne andolsun ki, kendisine üzüldüğüm ve­ya hüzünlü bir hayal bana güç geldi."

Mezahim Ukayli şiirinde şöyle dedi:

"Onların uzak olmalarından ötürü, onların evlerindeki-ler onlara ağladılar göz yaşlarım süratle aktı hangi ağlayan­ları kınıyorum.

Başına gelen şiddet, sıkıntı ve beladan mı ağlıyor. Yahut başkası üzüntüsünden ve gamından mı ağlıyor."[34]

Bu hüzün ve ağlamadan değildir. Fakat ikisi de kelamı birbirine karıştırmaktır.

Cerir'in dediği gibi.[35]

"Ne acaiptir ki aniden bana yaşlılık geldi ta ki basımda­ki kılları bembeyaz yaptı.

Kadınların buğzettiği bu durum gece onu uyutmadı ko­nuşmamdan hoşlanıyordu."

"Ve azgınlıkları içinde başıboş dolaşmalarına mühlet verir."

Yani onların ömrünü uzatır. Böylece fırsat tanır. İbni Me­sut[36] (r.a.) ve İbni Abbas'tan (r.a.) nakledildiğine göre on­ları kendi nefisleriyle başbaşa bırakır ve onları rezil, rüsvay eder.

Bir rivayete göre buradaki mana, muzaafın hazfı üzeri­ne bina edilmiştir. Yani "Yemudduhum fi cezai tuğyanınım" yani onlarn mühletini tuğyanlarındaki cezasıyla verir. Med­de ve Emedde kelimeleri eş anlamlıdır.

Bir rivayete göre medde kelimesi zaman anlamında olan el-Emed için, emedde ise adetlerde kullanılır. Ferra[37] şöy­le demiş: Medde fi'ş-şey'i lehu: Cazebe ve faele ve emed­de min ğayrihi, manasındadır. Tuğyan bir şey hususunda haddi aşmaktır. Ayrıca kadr, himmet ve hayret bakımından haddi aşmaktır.

16- "...Onların ticareti kar etmemiştir..."

Kar eden her ne kadar tüccada olsa, cümle arapçanın kafiyeli nesir sözü üzerine gelmiştir.

17- "Onların hali, o kimsenin hali gibidirki (Korkulu bir sahrada) ateş yaktı da çevresini aydınlattığı zaman, ta­nı o sırada Allah nurlarını giderdi..."

Suddi şöyle demiş: "Bu ayet, teslim olup sonra da nifa­ka düşen bir gurup hakkında nazil olmuştur.

Said b. Cübeyr[38] şöyle demiş: Bu ayet yahudiler hakkın­da nazil olmuştur. Zira onlar peygamber'in (s.a.v.) gönde­rilişini bekliyorlardı ve onunla aydınlık, ferahlık bulacak­larını umuyorlardı. İşte bu durum onlar için önce aydınlık­tır ve daha sonra onu inkar etmeleri de onlar için nur veya aydınlıklarının gidişidir.

Bu konuda ta'n edenin görüşü iki türlü yorumlanabilir:

"Nasıl olur da nur olmayan münafığı, önce nur verilip sonra nurunun alındığı kimseyle temsil edebiliyorsun.[39]

19- **Yahut onların hali, gökten boşanan yağmura tutulmuşların hali gibidirki..."

Ayette geçen "Es-Sayyib"[40] Sabe, yesubu babından fey'üun vezni üzerindedir. Tıpkı sade, yesudu'dan olan Seyyid misali gibidir. "Zu savb" manasındadır. Yağmur olması da, bulut olması da caizdir.

Rad: Bulutları çekip süren meleğin sesidir.

El-Bark: Mihrak'la[41] (şiddetli rüzgar) bulutlara bir tür vuruşdur.

Ali ve İbni Abbas'tan (r.a.) nakledildiğine göre Rad: Bulutları birbirine vurup sürükleyip götüren rüzgardır. Bu­lutlar rüzgarın vuruşuyla parçalanınca ayrılıp düşerler.

Kuseyyir'de[42] buna benzer bir misali şiirinde dile getir­miştir:

"Bulutlar olmadan sıcak şimşekler çaktı. Alel acele tepe­lerde çadırlar kuruldu. Tozutan sıcak rüzgarlar üst üste bin­miş yere doğru sarkmış bulutlar yağmur yüklüydü. Rüzgar bulutları ileri geri salladığı zaman bir tarafından şiddetli ses çıkar diğerinden çıkmazdı."

İbni Abbas'a göre hakkında sayyib ile temsil getirilen ve­ya cari olan Kur'an'dır. Çünkü Kur'an'da, kıssalar, vaazlar, teselliler, müjdeler ve hidayet sebebleri vardır. "Düştüğü ye­re fayda veren yağmur gibi", ve daha vaidler, tahsirler ve ka­firler için zem vardır. Zulumat ve sevaik gibi. (Karanlık ve şimşekler).

Hasan'dan nakledildiğine göre o, İslam'ın kendisidir. İlcisi arasındaki temsil getirme bakımından takribidir. Çün­kü yağmur gittiği yerde beraberinde Ra'd (ses) Berk (şim: şek) ve karanlık olmazsa faydası tam olmuş olmaz. İşte böylece İslam'da ibadetlerle beraber yorgunluklar cihatta sa­vaşmak için nefsin (canın) Öne atılması, müminlerin buna sabretmesi ve münafıkların da bunda ürkmesiyle ancak ta­mamlanmış olur.

Başka bir Takrib'te: şöyle her ne kadar yağmur yer ve­ya toprak için hayatta olsa bütün bu durumlar hasıl olunca, misafir (yolcu) olan da korkar ve ürker. Aynı şekilde müna­fığın, küfürde ısrarıyla beraber olan imanı da böyledir.

AUah'u Teala ayette şöyle buyurmuş:

20- "O şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek..."

Şüphesiz nuru veya ışığı olmayan şeyin ancak şiddetli bir şekilde panldayıp göz alan lazer gibi ışınları vardır ki bu­na da ışık demek uzak ihtimaldir. Şiirlerde bu tür manalar çokça kullanılmıştır.

Cerir şiirde şöyle demiş:

"(Ey Sevgili) Onunla terkettiğin kimselerin şifa bulma­sını menettin, tıpkı aşık olanın aşkının duygularını gizledi­ği gibi. Seni bir şimşek misali buldum. Onu yakın zanneder­sin en yakın ışığı bile senden çok uzaklardadır."[43]

Kuseyyir şöyle demiş:

"Ben ve o, aramızda olan şeyi bıraktıktan sonra, izzetle ben tehamili oldum. Bulutların gölgesi sana rica ediyor, her söyleyecek şeyi söylemeye hazırlanınca yok oldu."[44]

"Görülüyor ki, eşkıya olan insanlar, bu konuda çıplak ve aç bırakıldıklarına dair onları tanıtmıyorlar. -Her ne kadar seviliyorsa da zira onlar- Görülüyor ki yaz bulutlan azlık içinden çıkıp geliyor."

İbni Hattan da[45] şöyle demiş:

21- "...Ki takva sahibi olasınız."

La allekum tettekun'dan kasıt, "Takva sahibi olmanız ve­ya korkmanız için" anlamındadır. Hakeza Kur'an'da ge­çen bütün "lealle" kelimelerinin manası bu şekildedir. Çün­kü Allah'u Teala şek ve şüphe ifade eden şeylerden münez­zehtir.

Muberrid şöyle demiş: Bilakis o muhataptan olduğu üze­re, aslı, şek ve ricadır. Yani Allah'a olan takvanızın ta­mamlanması için rica ve temennide bulunarak ibadet edin. Bu gibi konumlarda ricanın (terciye) olması daha beliğdir. Çünkü o ibret ve vaaz için ince bir üslup ve ibadette de bir taltiftir.

Başka bir fayda şöyle: Kul, takvasına götüren şey veya delalet eden şeyden ve daha başka şeylerden tembellik et­mesin diye böyle ifade edilmiştir. Aksine, zelil olma korku­suyla, hırsla iyi amelleri yapmaya çalışması içindir.

23- "...İndirdiğimiz Kur'an'dan şüphedeyseniz, hay­di siz de onun benzerinden (fesahat ve belagatta ona eş) bir sure getirin..."

Yani indirdiğimiz veya nazil ettiğimizin benzerini geti­rin. Bir rivayete göre kulumuz Muhammed gibi, okuma yazma bilmeyen bir adam getirin demektir.

Eş-Şuheda'dan kasıt. İlahlardır. Bir rivayete göre avane-lerı veya yardımcılarıdır.

"...yapamayacaksınız..."

Bu ifade şart ile ceza arasında bir, itirazi cümledir.

Kuseyyir'in şu şiirindeki (ve enti minhum) Beyan için: sende onlardansın:

"Şayet muhalif olanlar -ki sen de onlardansın- Seni gö­rüp de senden vadeyi uzatmasını öğrenirlerse."[46]

Ubeydullah b. Harr[47] şöyle demiş:

"İyi Öğren -şayet insanlardan onu gİzlesem de benîm senin üzerinde olduğumu bununla kimseye zulmetmem kı­nayanı."

Şiirde geçen "Velev katemtuhu'n-nase" cümlesi, fiil ile mefulu arasında olan bir itirazi cümledir. "Velem ezlim bi-zalike" cümlesi de "inne"nin ismiyle haberi arasında olan iti­razi bir cümledir.

İtirazlar te'kit mecrasında cari olduklarından arap şiirle­rinde bu tür itirazlar çoktur. Bizim şu isimde bununla ilgi­li bir kitabımız vardır:

"Kitaurriyadi fi bidail i'tiradi."[48]

24- "...Onun tutuşturucu odunu (kafir) insanlarla taş­lardır..."

Bir rivayete göre onlar kibrit taşlardır ki onlar çok güzel bir tutuşturucudurlar. Bir rivayete göre onlar kendisine iba­det edilen putlardır. O da daha çok hasret çekerek yanma­ya müsaittir.

Cahiz[49] şöyle demiş: Sanki o, şiddetinden ve çoğu mad­delerinin taşta olan ateşin alevleni sinden onları uyarıyor gibi.

Kattamin'in de[50] şiirinde aynı ifadeleri kullandığı gibi:

"O kadınlar ahestece yürüyorlar ne yaşlı olanlar yar­dımsız bırakılmış ne de kalpler yaşlılar üzerine yoruluyor.

Uveyr'in kuyularına ulaşana kadar neredeyse ketenlerin hepsi tutuşuyordu."

Yumuşak ve nemliliğine rağmen harareti, ketenin yanıp tutuşmasıyla vasıflandırmıştır.

25- "... Her defasında bu daha önce (dünyada) bizim yediğimiz şeydir diyecekler..."

Yani cennet ehlinin bütün yiyecek ve içeceklerden aldık­ları lezzetler müsavidir, ne eksilir ne de artar.

İbni Abbas'tan nakledildiğine göre şöyle demiş: Yiyecek veya yeme bakımından benzerlik vardır. Yiyip tadına bak­tıklarında şöyle diyorlar: İşte bu bizim daha önce yediğimiz, içtiğimiz şeylere benzerdir. Benzeyiş yönünden dünya mey­velerinin benzerliğine hamledilmez: Çünkü İbni Abbas'tan merfu olarak rivayet edilen bir hadis şöyle:

"Cennette olan hiç bir şey dünyada yoktur, ancak isim benzerliği vardır."[51]

26- "Muhakkak ki, Allah, sivrisinek ve ondan büyü-ğüyle hakkı açıklamak için misal getirmeyi terketmez..."

Ayette (la yestahyi)den kasıt: Terketmeme ve imtina et­memedir.

El-İstihya: İnsanda arız olan bir çekingenlik halidir. Onun yanında ayıplanan şeyler mumtenidir. Bunun Ailah'a atfedilmesi caiz değildir. Lakin hakir ve zelil konusunda ve­rilen bir darb-ı meseldir ki bundan hikmet tecelli ettiği için terkedilmesi söz konusu değildir. Allah Ju Teala alşılagelmiş lafızla anlayışta hitap ederken kendi ismini buna yakınlaş-tırmış öyle zikretmiştir.

Ayette geçen "Meselen ma baudeten" cümlesinin takdi­ri şöyledir: "En yadribe meselen ma" Yani misallerden her­hangi bir misal vermesi. Burada kelam "ma" harfi üzerinde tamam olmaktadır ve daha sonra "Baudeten" bedel üzerine nasbedilir. Kur'an lafızlarının anlamsız olmalarından hali ol­ması ve bütün bunlardan tenzih edilmesi bakımından bu görüş daha isabetlidir.

Kesai şöyle demiş: "Baudeten" kelimesinin nasbedilişi şu manayladır: "Mabeyne baudetin fema fevkaha" dır. Ya­ni sivrisinek ve daha büyüğü.

İfadede "beyne" geldiği zaman nasbedilmiştir. Arapların dediği şu söz misalidir: "Hiye ahsenu'n-nasi karnen, feka-demen."[52] Yani:

"Mabeyne karnin fekademin." (O tepeden ayaklar arası­na kadar insanların en güzelidir.)

Ayette geçen (Fema fevkaha) Yani büyüklükte sinek ve örümcek gibi. Yahudilerin bu darb-i meseli inkar etmesi şu­nun içindir. Allah'u Teala'nın darb-ı meseli çok cılız ve eh­ven bir şeyle vermesindendir. Bir rivayete göre (fema fev-kaha)dan kasıt küçüklüktedir: Çünkü burada maksat hakir olan bir şeyle temsilin verilmesidir. Her küçük olanca mak­sada daha fazla uyum sağlıyor. Bilakis onunla, o şeyde tah­kirin ziyadeleşmesi demek haddi aşma anlamında değildir ancak bununla daha hakir ve küçük ehven olan şeyler kas­tedilmiştir.

Mesela şöyle denilmez: "Malehu aleyye dirhemun vela aşretun" Yani onun bende ne bir dirhemi ne de on dirhemi vardır. Aksine şöyle denilir: Malehu aleyye dirhemun vela danikun. (Yani onun bende ne bir dirhemi ne de bir kuruşu vardır.)

Denilse ki şöyle de denilmez "fevka". Bununla murad olunan onun bir üstü veya büyüğüdür, denilse deriz ki bu se­nin falanca az akıllıdır demen ve diğerinin de (fevka zalike) Bundan daha fazla demesi gibidir.

"...Allah onunla (misalle) bir çoğunu şaşırtıp sapı­tır..."

Yani onun yanında sapıklıkla hükmedilmesi bakımından. Bir rivayete göre: Allah'ın onları, kendi cennetinden ve sevabından sapıtması ve yollarını şaşırtmaları bakımından­dır.[53]

Bir rivayete göre, sapıtmanın Allah'u Teala'ya verilen misale izafe edilmesi her ne kadar delaletin vuku bulması için Allah'ın indinde karar verilip hükmedilmiş te olsa id-lal (sapitma)'ın onun yanında vuku bulmasındandir.

Bu Allah'u Teala'nın putlar hakkında inzal ettiği şu aye­te benzer:

"Allah'ım, onlar (putlar) bir çoğunu saptırdılar."

(İbrahim: 14/36)

Yani putların olması sebebiyle sapıttıkları zaman de­mektir.

Ahfeş şöyle demiş: "Bu şu söze benzer: Bir kız veya bayanın aşkından helak olmaya yüz tutuğunda şöyle deni­lir: "Ehlekethu fulanete." Falanca bayan onu helak etti.

Hakeza Allah'ın dininde sapıtmaları da böyledir. Bazı­larına göre burada imla ve mühlet verme.

Bazılarına göre ise: onların onun üzerine tesadüf etme­leridir. Mesela deve kaybolduğu zaman (Edalle naketehu): O devesini kaybetti denilir.

Zurrumme[54] şöyle dedi:

"Kelbiyye'den bir çoban onu kaybetti. Uzakta olup onun talebine ihtiyaç duyan boyunlarını uzatıp bir ileri bir geri sal­lıyordu."

Biri de şöyle demiş:

"Beni, zimmetinde olan deveyi kaybeden sizden biri olarak addedin zira onun yuları büyüktür".[55]

27- "O fasiklar ki, Allah'ın (ezelde iman ve itaat etme­lerine dair kendilerinden aldığı) sözü sağlama bağladıktan sonra onun ahdini bozarlar..."

Yani Allah'u Teala'mn kitaplarında Rasuİlerinin lisanı üzerine, onunla emrettiği ahd ve misakıdır. Bir rivayete göre o, tevhid üzere, herkesin aklında ve Rasulleri gönder­mesinin gerekliliği üzerine kaim olan Allah celle celaluhu-nun hüccetidir.[56] Bir rivayete göre murad olunan, şu ayet­teki yeminleridir:                ,

"Mekke kafirleri Peygamber gelmeden önce yeminle­rin en kuvvetlisiyle Allah'a yemin etmişlerdi ki, kendi­lerine azap ile korkutan bir peygamber gelirse..."

(Fatır: 35/42)

Sibeveyh, birinci lafzın görünümü dışında bir lafızla ikinci kez iade edilmesini caiz görmüyor. Mesela şöyle bir cümle olması caiz değildir. Zeydun merertu bi ebi Muham-med ki onun künyesi de Ebu Muhammed'tir. Şu ayette ol­duğu gibi birinci lafızla gelmesi caizdir:

"El-Hakkatu me'1-hakkatu."           (Hakka: 69/1-2)

"El-Kariatu me'I-kariatu."             (Karia: 101/1-2)

İbni Hattan da bu bağlamda şiirinde ifade etmiştir:

"Yaratıcısının dışında kimse ölümü aciz bırakamaz. Ecel geldiği zaman Ölüm fani kılar yok eder.

Herşey ölümün önünde ölüme karşı mütevazidir ve Ölüm, ondan sonrası zordur, çetindir."[57]

Sibeveyh'in mezhebine göre misak, ahd değildir. Bilakis ahd için bir sıfattır.

Ahfeş te ona şöyle bir reddiye veriyor: O, kesinlikle bi­rinci lafzı tekrar etmediği zaman, birincisine muhalif ben­zer birşey kullanmıştır. Ve o da muzmer olan sürekli görü­nenin '(nıazharın) hilafınadır, o da çok güzeldir. Şu söze benler: "Zeydun merertu illa bihi" Ancak Zeyd'Ie beraber ona uğradım.

Aynı şekilde Kelhabe'nin[58] şiirinde kullandığı da böy­ledir:

"Sancağın altında emrimi size emrettim. Asi olan için bir emir söz konusu olmaz ve onu kale almaz.

Kişi kötü olan şeylerden korkmadığı zaman düştüğü­müz zillete, kişinin düşüp parçalanması yakınlaşmıştır."

Burada (El-Feta) lafzı (El-Mer'in) dışında bir lafızdır. O da zikredilen el-Mer (kişi)dir. Hakeza misak ve ahd de böy­ledir.

28- "...Sizler ölüydünüz..."

Yani siz nutfeler halinde babalarınızın sulbündeydiniz. Veyahut kabirlerde ölüydünüz.

28- "...Sizler ölüydünüz..."

Yani siz nutfeler halinde babalarınızın sulbündeydiniz. Veyahut kabirlerde ölüydünüz.

"Allah sizi diriltti."

Orada diriltti ki sorguya çekilesiniz sonra tekrar diriliş (ba's) için

"Sonra sizi öldürecek."

Ölüm hayattan olan bir şeydir zira ölüm ile olmamak ara­sında bir fak yoktur. O halde (ve siz ölüydünüz) ifadesine siz meydanda yoktunuz ve hiç bir şeydiniz demek caizdir. Zi­ra bu hakiki bir ölüm üzerine olma halidir.

29-  "...Sonra semayı (yaratmayı) kastetti de onlavı (semaları) yedi gök halinde nizama koydu..."

Ayette geçen (summesteva ile's-semai) den murad yedi kat semayı yaratmak istemesidir. Hasan'm dediğine göre sonra onun emri ki onunla semadaki eşyalar tekvin oldu (oluştu) ve nizama girdi. Bir rivayete göre Allah'ın, sema­ya takdir buyurduğu hükmü nizama girdi; zira alemlerin bü­tün hallerinin ve ihtiyaçlarının hükmü semadan nazil olur. Emir ve takdir hazfedilmiş ki hale delalet etsin.

El-Esamm şöyle demiş: Burada (el-İstiva) semanın ken­disinden oluştuğu ve mahzuf olan duhanın (duman) sıfatı du­rumundadır. Zahirine muanit (zıt) olması bakımından biraz uzak ihtimaldir bu görüş.

Ferra, manası şöyledir demiş: Ona (semaya) yöneldi. Araplar buna benzer ifadelerle şöyle derler: "Kane fula-nunyenzuru ila gayri summesteva ileyye."[59] Falanca daha önce başkasına bakıyordu sonra bana yöneldi.

Bir rivayete göre manası: Semanın mülküne sahip oldu veya hakimiyetini ilan etti. Yeryüzünde olduğu gibi mülkün tasarrufunu kullarına bırakmadı. Şöyle dediği gibi:

Döndükleri zaman onların üzerine yöneldik, kesilip par­çalandıklarından onları yere serili halde terkettik.[60]

Ayette intisaf (ikiye bölme) üzerine hamletme manasını iptal vardır. Çünkü o, yaratığıyla, in'amlarım (verdiği nimet­leri) zikretmesi Allah'ın şanna layık değildir. Çünkü o ma­na (Fesevvahunne) cümlesine müteallik değildir.

Denilse ki; bu ayette (yerden sonra semayı yaratma) ma­nası vardır, şu ayette de:

"Ba'de zalike dehana."                       (Naziat: 79/30)

Semayı[61] yarattıktan sonra yeri yarattı manası vardır? Biz de derizki:

* Ayette geçen (Ed-Dahu) yaratmak kısmından değildir. Ancak o bir döşeme veya yayma manası taşır deriz. İşte bu durumda önce yaratıp sonra üzerine bina etmesi ve en sonun­da da yeri döşedi denilebilir. Hakeza tesviye de yaratılış kıs­mından değildir. Ve Allah'ın yeri yarattıktan sonra ve da­ha önce varolan veya yaratılan semayı yedi kat yapmış ol­ması caizdir. Hadiste de olduğu gibi:

"Sema daha önce duman halindeydi."[62]

30- "...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım de­mişti..."

Bir rivayete göre bu hilafet meleklerdendi. Bir rivayete göre bu hilafet, ifsat etmeleri sebebiyle meleklerin kovdu­ğu cinlerdendi. Bir rivayete göre halifeden murad: Bütün ademoğullannın birbiri ardından gelmeleridir. Tbni Mes'ut'tan nakledildiğine göre halifeden murad Adem'den başlayıp, dünyanın sonuna kadar olan (ulu'l-emr)'dir. On­ların hepsi, Allah'ın yer yüzünde olan yaratıkları arasında hükmeden halifelerdir ve yeryüzünde olan bütün şeylerin tedbir edilişidir.

"...Melekler de: "Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?" demişlerdi..."

Bunu ifsat eden kimselerin gam, keder ve kınanması üzerine söylemişlerdir, Bi rivayete göre verilen büyük nimet­lere rağmen halen büyük masiyetlerin yapılması üzerine söylemişlerdir.

Bir rivayete göre: Onda tedbir alınması bakımından is­tilam (haber verme, duyurma) için söylemişlerdir. Bir riva­yete göre bunu söylemişlerdir ki; ifsat edenlere bedelen ve teşbih etmeleri için ve de yeryüzüne halife yapılmaları için söylemişlerdir. Allah'u Teala da şöyle buyurmuş:

"...Ben daha iyi bilirim..."

Yani kime ne gerektiğini ve yaraştığını.

"...Bilmediğiniz şeyleri..." Bununla Allahu Teala, me­leklere, kendilerinin yerinin sema, beşerin ise yeryüzü olduğ-nu işaret etmiştir.

31- "...Allah, Adem'e bütün isimleri öğretti..."

Yani çeşitli ve muhtelif İügatlarda olan manalarıyla. Adem'in çocukları çoğalıp dağılınca her gurup sevdiği ve uy­gun gördüğü lisanla konuşmuşlardır. Gün geçtikçe de diğer lisanları unutuvermişlerdir. Allah'u Teala ona isimleri öğr-rettiği gibi aynı şekilde bütün fiil ve hareketleri de ve kela­mın, usulü olan harfleri de öğretmiştir. Çünkü mana ancak bütün harflerle intizama ve ölçüye girer. Fazilet lazfızları kullanmak veya tedavül etmekle değil, aksine manayı tasav­vur etmekle olur. Lakin fayda sağlayacak bir kelamın mut­laka bir isminin olması gerekir. Bunlarda fiil ve harflerden müstağni olunur. İsmin kuvvetliliğinden ve kelamın üzeri­ne galebe çalmasından iktifa onu kendisinden sonra gelen­de zikretmekle cari olmuştur.

Bu da Mahzumi'nin[63] şiirinde şöyle dile getirmesine benzer:

"Onlarla savaşmayı terkettiğimi Allah biliyor, ta ki atım şiddetli kumrallık içinde yayık halinde geldi.

Bildim ki onlardan sonra eğer ben savaşsam öldürülürüm. Benim şehit düşmem düşmanıma zarar vermez."

Ayette (Allah) lafzının tahsis edilip zikredilmesi şu ma­na üzerinedir. Allah'ın hakkında malumatının olduğu bir du­rum hakkında birilerini şahit getirişim veya getirmemişim umurumda değil. Çünkü o gizli bir emirdir. Allah'tan baş­kası bilmez.

Antere ve onun atlılar (Fevaris) hakkında Allah'ın bilgi­si olmakla beraber nasıl şu kavlinde zikrettiğini idrak etmi­yor musun?

"Allah da biliyor, atlılar da biliyor ki öldürücü ve ayırı­cı bir vuruşla onların kalabalıklarını, kuvvetlerini parçala­dım."[64]

Adem'in isimleri öğrenme keyfiyetine gelince bilinme­si gerekir ki bunun zaruri ilimler kategorisine girmesi caiz değildir. Çünkü Allah'ı ve sıfatlarını bilme deliller iledir. Ha­keza onun kasd ve iradeleri de böyledir. Bunların ima ve bir­birleriyle fikir teatisinde bulunmakla bilinmesi imkansızdır. Çünkü o bundan beridir. Bunlar vahy ve tevfik ile aklettiği ilk anlarda yaratıklarından mucizevari bir hüccetle olabilir. Ancak ilk başta lügat veya dil halk tarafından kesik kesik bir­birlerinden fikir teatisinde bulunarak parçalar halinde ve ıs­tılahlar koymak iledir. Daha sonra Allah'u Teala bunları de­ğiştirir, vahiy ile çoğaltır ki isim ve kaynaklarının mertebe­leri üzerine iyice durulsun. Hakeza fiil ve harflerinin başlan­gıcı da böyle olur ve daha sonra iştikak ve tasriflere ayrılır veya bölünür.

31-"Sonra eşyayı meleklere gösterip, Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklarsanız bunların isimlerini bana haber verin buyurdu."

Yani isimlendirilen şeyler. Şu ayet buna işaret ediyor:

"Eğer sadıkfardansanız onların isimlerini bana söy­leyin. '

Öyle görünüyor ki nefislerinizde bir his var, biz yaratı­lanların en bilgini ve faziletlisiyiz. Mesela denilse ki nasıl olur da Allah meleklerin bunları bilmediklerini bile bile isimlerden haber vermekle emr olundular.

Biz de deriz ki: Burada kasıt takrirdir, tenbih ise hücce­tin yerinedir. Çünkü o emir hakikat üzereolan bir emirdir. Çünkü o emir onların doğru iseniz şartına bağlı bir emirdir. Yani bilirseniz. Bu halde eğer.melekler bunu biliniyorlarsa isimlerden haber vermekle emrolunmuş olmazlar, yani emir olunmaları bilme şartına bağlıdır.

Kadı Ebu Kasım Davudi[65] bu ayeti delil getirip yola çıkarak: "Lügat ilmiyle meşgul olmak ibadetle meşgul ol­maktan efdaldir." Demiş çünkü melekler teşbih ve takdisi uzun uzadıya yaptılar ve yapıyorlar buna rağmen Allah'u Te-ala Adem (a.s.)'i lügat ilmiyle onlardan daha faziletli kılmış­tır. Eğer lafızlar ilminde durum buysa dini, şer'i öğretiler­de ve hükmi bilgilerde veya bilimlerinden kim bilir nasıl olur?

32- "Melekler Siz bana itiraz olunmaktan seni tenzih ederiz."

Yani senden bir şeyin gizleneceğini veya saklanacağın­dan seni tenzih ederiz. Subhan kelimesi mastar üzerine nasbolmuştur. Şu sözün gibi (Tesbihanleke) Hakeza diğer akim olan ve tasarrufu olmayan mastar kelimelerde de durum aynıdır.

Misal Maazallah, Umrukellahe, Ka'dekellahe ve benze­ri misaller çoktur. Bu kelimelerin hepsi mutlak olarak mas­tar mecrasında cari olurlar.

"Senin bize öğrettiğinden başka hiç bir ilmimiz yok."

Burda cümle inkar (meçhul) edilen şeyden istisna oldu­ğundan dolayı (Ref'a) konumundadır.

33- "Allah ben size demedim mi ki..."

Başta gelen (elif) tenbih ve takrir içindir. Tevbih ve tak-ri için değildir. (Azarlama ve korkutma) Burda bildikleri şey­leri önlerine getirip koymuş gibidir. Çünkü meleklerin ko­numu daha yüce ve onlardan bu durumun kaçması Allah hak­kında olan bilgilerinin daha kıymetli olduğundan mümkün değildir. Cerir'in dediği gibi:

"Kavimler benim, zalim olmadığımı, beri olduğumu bil­miyorlar mı, nasıl olur davurulup yere yıkılanların vuruşu olur.

Onlardan atılanlar vardır ki kalpleri isabet almış ve diğer­leri de kuvvetli bir vuruş veya itişle karşılaştı, sersemleşti.[66]

34- "Onu hatırlaki meleklere Adem'e hürmet olarak secde edin demiştik te."

Bir rivayete göre buradaki secde lugavidir. Tezellul (ze­lil olmak) ve huşu (boyun eğme, emre itaat etme) içindir. Zeydu'l-Hayl'in dediği gibi:

Ey beni Amr'liler biliyorlar mı ki, Ebu Miknef geçtiği za­man mızrak sonlarının düğümünü sıkılaştırıyor.

Bir gurupla ki kenarlarındaki beyazlıkları yok ediyor ve ondaki yen veya bağlanan bağın ayak tırnaklarına uzan­dığını görürsün.[67]

Bir rivayete göre ta'zim ve hürmet içindir. Bir rivayete göre Adem'de ta'zim için olan bir şey yoktu, lakin o kıble idi secde ise Allah'a idi ama bütün bunlarla beraber yine bir ta'zimden ibaret olduğu gözden kaçmıyor. İbni Abbas'tan rivayet edilen bazı rivayetlerde İblis (şeytan) bir cins melek­ti ancak diğer meleklerden müstesna biriydi.[68]

Hasan'dan nakledilen haberde Melekler halifenin özü­dür. Son derece (Tahir) temiz ruhların ve akmayan saf nur­lardan yaratılmışlardır ve cinlerin babasıdır.

35- "Ve biz demiştik ki Ey Adem sen cennette eşinle sakin ol."

Ayette geçen (zevcuke) kelimesi müzekker kelimeye izafe olduğundan ve müenneslik alametinden müstağni ol­duğundan tenis alameti düşmüştür.

İbni Bahr[69] ayette geçen (cennet) kelimesi hakkında şöyle diyor. O Allah'ın meşieti altında yeryüzünde olması bakımındandır.[70] Çünkü gerçekte huld cennetinde intikal söz konusu olmaz. Çünkü İblis Adem'le Havva'yı cennetten çıkarmak için girememiştir. Ama sahih olan gelen müteva-tir nakillere göre huld cennetidir. Ve cennetin başında (Ta'rif) için gelen elif lam da bunu gösteriyor.

36- "Biz de biribirinize düşman olarak buradan (ye­rel) inin dedik."

Yine ifade onların semada olduğunu gösteriyor. O zaman­larda ise İblis henüz semadan söz çalan (ve bu hali Rasulul-lah'ın bi'setine kadar devam etmiş.) Cinlerin kovulup im­tina edildikleri gibi sema ona yasaklanmamıştır.

İblis cennetin kapısına yakın bir yerde Adem ile hanımı­na vesvese verdi veya o ikisi cennetin ortasında yüksek bir yerdeydiler onları çağırdı.

Ayette geçen (Er-rağed) zorluk Ve meşakkati olmayan çok ve oldukça bol miktardır.

Ebu Bekir'in Rasulullah (s.a.v)'den rivayet ettiğine gö­re yasaklanan o ağaç sunbule'dir.[71] Bundan dolayı şöyle de­nilir: İnsan nasıl isyan etmesin, zira onun kuvveti isyan ağacındandır, nasıl olur verdiği ahdini unutmaz. Zira onun ismi nisyan'dan türemiş. İbni Mes'ud'tan rivayet edildiği­ne göre yasaklı ağaç El-Kurum'dur.[72] Bundan dolayı fitne olmuştur. Çünkü ağacın gövde, dal ve budakları olur.

35- "Yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz."

Bazı sevapların iptal edilmesi bakımından zira Peygam­berlerin zulüm ile zemmedilmesi, sahih bir te'vil üzerine ol­ması müstesna, caiz değildir. Bir rivayete göre küçük bir şe­yi yapsa bile nefsine zulmetmiş olur ki şu bakımdan Tevbe-ve telafi için meşakkati elzem kılmıştır. Küçük zellenin af­fedilmesinden ötürü tevbenin yapılmasına engel değildir. Ve ayrıca onun haramlilığını da ortadan kaldırmaz.

36- "Nihayet, şeytan onları (Adem ve Havva'yı) cen-neten kaldırdım."

Yani şeytan onları zillete düşürdü yani, kaydırıp sür­çtürdü veya düşürdü. Şeytanın onları zillete düşürmesi ves­vese ile olmuştur. Bir rivayete göre onlara nasihat ettiğine dair yemin ederek ayaklarını kaydırmıştır. Adem (a.s)'in zil­leti te'vilde olan şu hata iledir. Ya nehy'i tenzili üzerine hami edip tahrim'e hamledilmemesi ya da (lam) harfini cins üze­rine değil de ta'rif üzerine hamledilmesindendir. Çünkü zahiren nahy'in delalet ettiği şey yasaklanan şeyin cinsi değil bilakis yasaklananın kendisidir. Ancak Allah'u Teala cinsi murad etmiştir. Delalet eden şey ilmini Adem'e öğret­miş ama o yine gafil olmuş ve bunu bu konuma düşürece­ğini zannetmemiştir.

Bir rivayete göre Adem'in zellesi onu unutarak yemesi-dir. Umulur ki peygamberlerin unutkanlıkla yaptıkları ba­zı şeylerden dolayı kınanır, levmedilirler. Çünkü onların son derece kendilerinin korumaları ve çok uyanık durumlarının gerekliliği (ilzamı) vardır. Bir an da olsa onların nehy'den gafil olup sapmaları tefrittir.

38- "Biz de onlara hepiniz cennetten inin dedik"

Birinci iniş cennetten semaya iniş, ikinci iniş ise sema­dan yere iniştir.

Birinci iniş: Cennet semada olduğundan dolayı her ne kadar iniş sayılmasa da ancak burada mertebenin düşmesiy­le beraber mekanın intikali söz konusudur.

Lebid te[73] şiirinde bu anlamda ifade etmiştir: [74]

 

"Her hür oğullarının gideceği yerleri azdır her ne kadar sayı bakımından çok ta olsa. Onlar imrenilen gıpta edilen­ler de olsalar, ölecekler, birgün çoğalsalar da yine onlar fanilik ve yok olmak içindirler."

Adem'in bu kıssasından bütün masiyetlerden tahzir var­dı ki, kullar, Adem'in başından geçen bu küçük zelleden do­layı te'ville beraber büyük günahlardan sakınsın ve ona göre kendini hazırlasın. Bazıları düzenleyip şöyle dediler:

"Ey gece uykusuzluğu, uyuyan gözüme bastırıp galebe geliyorsun, müşahede etmediğim şeye müşahede ederek. Günahtan günaha geçip kavuşuyorsun sonra cennetlerin alasını ve ebedi olan mülke kavuşmak istiyorsun. Sen, Al-lah'u Teala'nm Adem'i tek bir suçtan dolayı cennetten çı­kardığını unuttun galiba.[75]

38- "Benden size bir hidayet (peygamber ve kitap) ge-İince, biliniz ki benim bu hidayetime tabsi ve bağiı olan­lar içinasla korku yoktur."

Birinci şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Buna göre cüm­le şöyledir. (Feimmaza ye'tiyennekum minni huden fettebi-uhu) eğer benden size bir hidayet gelirse ona tabi olun.

İbni Siraç şöyle demiş: "Şart ve onun cevabı Mubteda ve haber gibidir. Mubtedanm haber cümle olarak haber ve mubteden ibaret olması caizdir. Hakeza şartın cevabının da şart ve cevap cümlesi olması caizdir."

41- "Ona inanmayanların ilki olmayın."

Yani inanmayan ilk gruptan veya ona inanmayıp inkar eden az öncekilerden. Burada sanki onları küfrün ele başla­rı ve sapıklığın Öncüleri olunmaktan tahzir etmiş gibidir. De­diği gibi:

"Onlar tattıkları zaman, tadan ıslah olur onlar aç olduk­ları zaman, açların en kötüsü olurlar."[76]

41- "Benim ayetlerimi, dünya menfaati karşılığında bîr kaç paraya değişmeyin ve ancak benden korkun."

Hasan1 m dediğine göre o şey dünya ve içindeki metadır. İbni Abbas'ın dediğine göre Ka'b b. Eşrefin yahudiler üzerinde her sene bir kazanç ve yiyeceği vardı veya onlar­la bir ticari alış verişi vardı. Bunun üzerine Rasulullah'ın sı­fatını değiştirdiler.

43- "...Ve rüku eden müminlerle rüku edin..."

Namazın daha önce geçmesine rağmen Ruku'ya tekid için zikretmiştir. Çünkü ehli kitabına namazlarında rüku diye bir şey yoktur.

Bir rivayete göre bundan murad cemaatle kılman na­mazdır. Cemaati rüku ile tabir etmiş. Çünkü kişinin namaz kıldığı ilk önce rukudan bilinir. Bir rivayete göre sadece lu-ğavi rüku murad etmiştir. O da itaat ve boyun eğmek mana-sındadır ki yani boyun eğenlerle siz de boyun eğin demek­tir. Sa'di'de[77] şiirinde (Rüku) kelimesini bu bağlamda kul­lanmıştır.

"Fakiri küçük görmeyin ola ki sen de bir gün düşersin ve zaman gelir o da yücelir."

45- "Gerçi bu nefsinize ağır gelir."

Yani namaz ve sabırla yardım dilemenin her birinin ken­dine özgü ağırlığı vardır demektir. Bir rivayete göre bura­da lafız, zikredilenlerin önemlisine veya ikisine en yakın ola­nına doğru yönetilmiş veya olamyla getirmiştir.

Sa'di'nin de şiirinde bu bağlamda ifade ettiği gibi: "Her gam ve kederden sonra ferahlık vardır. Kötülük edene ise yarınlar pek ona kurtuluş getirmez."[78]

46-  "O saygı gösterip korkanlar, o kimselerdir ki rablerine kavuşacaklarını ve sonunda ona dönecekleri­ni yakinen bilirler."

Yani günah ve taksiratlarıyla rabbleriyle karşılaşacakla­rını. Bir rivayete göre her an şiddetli murakabe altında ol­duklarından o kimseler ölümle karşılaşacaklarını zannettik­lerinde veya düşündüklerinden ondan korkup çekiniyorlar. Bir rivayete göre o kimseler sevablarıyla karşılaşacakları­nı umuyorlar. Bunun da zann üzere ve umma üzerine olma­sı gerekir. Ummak demek kat'i olarak ve onunla mutlaka son bulması şeklinde olacaktır diye bir şey olmaz. Ayetin ifade­siyle İbrahim (a.s)'in şöyle dediği gibi:

"Allah'ın hatalarımı affedeceğini umuyorum."

(Şuara: 26/182)

Eğer bu zannın, bu yönün hakikati üzerine icra edilme­si istenmişse her ne kadar gelmiş te olsa ilim üzerine ham­letmenin bir anlamı ve manası yoktur.

Bu manayı ifade edip doğrular mahiyette Dureyd[79] şi­irinde şöyle dile getirmiş:

"Atı önde gördüğüm zaman sanki onlar çekirgeler gibi rüz­garın cihetine doğru yürüyüp gidiyorlardı. Onlara dedim ki: [80]

 

Onlar iki bin atlı ve kılıçları ve kalkanları ve zırhları san­ki Fars'ta muhkemleştirilmiş olarak biliniyordu."[81]

48- "...Hiçbir kimse, hiç bir kimse adına bir şey öde­yemez..."

Ayette geçen (La teczi) cümlesi, kimsenin kimse hakkın­da bir şey söylememesi manasından olan (La tuğni) mana-sındadır.

(Cezet) kelimesi Hicaz dilinin fasih lehçesine göre eğnet (müstağni oldu) manasında Temim kabilesinin lehçesine göre de eczeet manasındandır (birşey söylemesi).

Mufaddal adlı şahıs (Teczi) kelimesi hüküm, yetki ver-mfek manasında olan (Takdi) manasında olduğunu ve (Tec-ziu)'nun da (hemzeyle) kifayet, yeterlilik manalarında olan (Tekfi ve Tuğni) manasında olduğunu söylemiştir. Birinci­sine delil ise Ebu Kays b. Eslet'in[82] şiiridir.

"Savaştan bir elem sızı duyup kaçmayız. Düşmanlara savaş ile sa a sa (dişe diş) olarak cezalandırırız.

Karşı konulmaz bir kuvvet ve taktik yoluyla düşmanla­rı üzerimizden defederiz."

Şiirin merci kaynağı biraz önceki dipnotlardır.

İkinci kavle delil ise şu şiirdedir:

"Hıyanet etmekden döndüm yeniliye girdim. Her ne ka­dar tahmin ve ölçü evlerinde muvaffak ta olsam. Çünkü toplumlarda olan hıyanet utanç vericidir. Ve hararet ise yağmur suyu ile bertaraf edilir."[83]

49- "Bunda sizin için rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı."

Denildiğine göre hayır ve şer ile yapılan sınama veya de­nemeye bela denilir. Bir rivayete göre (Bela) şer için, El-İb-la hayr için kullanılır.

Züheyr[84] hayır için şiirinde şöyle dile getirmiştir:

"Allah'u Teala size yaptığı iyilikle bir mükafat verdi.

Her ikisini de yapılan en hayırlı imtihan yaptı."

Ayet şu iki manaya hamledilir çocuklarınızın boğazlan­masında sizin için bir bela (mihne) imtihan vardır.

Firavun ahalisinden kurtuluşunuzda sizin için (bela) ni­met vardır.

51- "Bir vakit de Musa'ya Tur'da vahy için kırk ge­ce vade vermiştik."

Ayette geçen Erbain leylet cümlesi zarf değildir. Çünkü (Vaad)'ta külli veya cüz'i diye bir şey yoktur, ancak (vaad sadece (Erbain)'in inkida (bitimi)sıdır. Nasb olması ise ikinci meful olduğundandır.

(El-Muvaade (vadeleşme)'nin manası Musa tarafından-da vade.sayılıyor. Veya Musa'nın bu vaad'ı kabulü ve ah­dine vefa etmeye gayret etmesi, vaad gibi olmuş sayılıyor.

Geçmiş yahudilerin bunu yapmaları, her ne kadar onla­rın rızaları doğrultusunda olmasa da ayetin muhatabı olan ve buzağıyı ilah edinen yahudiler zem edilmiştir. Hakeza şu ayette gelen kurtuluş nimeti de böyledir.

"Ve sizi kurtardığımız zaman."

Ahtal'ın[85] Cerir'e dediği gibi: Huzeyliler sizi isimlendir­di ve size irab denilen suyun yanında ulaştı ve savaşsız ga­nimetleri paylaştılar. Büyük bir kitap olan (feylak) ta tağleb mahallesi olduğu çağrışımı vardır, öyle ki: Onların savaşçı atlıları korkak ve kifayet etmiyor değildir.

'Oysa Cerir Huzeylileri görmedi. Zira bu durum, Tağleb-lilerin Temim'Iilere galip geldiği cahili bir gündür.

53- "Ve hatırlayın ki biz Musa'ya Tevrat'ı ve hak ile batıl arasını ayıran furkanı vermiştik ki."

Bu ifade, müsennanın tek bir fayda veren kelamı gibi de­ğildir. Bu'den ve sukhen'de olduğu gibi bilakis şu ayetin ifa­desinde olduğu gibidir.

"Şüphesiz o Allah hakim ve herşeyi hakkıyla bilen­dir."                                                            (Hicr: 15/25)

Bir rivayete göre El-Furkan onunla denizi birbirinden ayırdığı şeyin ismidir.

Bir rivayete göre EI-Furkan zorluk ve meşakkatten ferah­lığa çıkıştır ve şu ayetin işaret ettiği gibi:

"Sizin için kurtuluş, çıkış kılsın."          (Enfat: 8/29) [86]

 

Yani size bir kolaylık ve çıkış yolu kılsın. Bir rivayete gö­re El-Furkan Kitabın sıfatıdır.

Şairin sözünde de olduğu gibi burada (Vav) harfi zaidtir.

Karm kralına, İbni Humam'a ve Müzdeham'da olan Leysi'l-Kuteybiye'ye.[87]

54- "Hemen yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün."

Bu tapman buzağıyı inkar etmeyen ve bunda bir ifsadın olduğunu bilmemelerine rağmen buna karşı çıkamayanların cezasıdır. Te'vili şöyledir. Bazılarının öldürmesi ve katle olan istislam konusunda; herkesin direkt olarak kendi nef­sini öldürmesi caiz değildir. Çünkü şer'i emirler bir çok mas­lahatlar içindir. Ve maslahat ta müstakbel için gereklidir. Böylece kişinin kendi nefsini öldürdükten sonraki halde nefsinin ıslah olma diye bir durumu söz konusu olmaz. Katlin tevbe ile düşmemesinin sebebiyle had cezasının uy­gulanmasının gerekliliğindendir.

Hakem b. Ömer Ruveyni hikaye edip şöyle demiş: Ha-lid b. Abdullah Kasrı[88] beni Katade'ye[89] Kur'an'da olan kı­raat çeşitlerinin özelikle şu ayette olanı (Fe ekilu enfusekum)[90] sormak için gönderdi.

Burada geçen (Ekilu) istikale'den türemiştir. İstifa etmek, aslı vermek, bırakmak manasindadır.

Katade'den gelen ve maruf olan rivayet şöyle: Onların üzerine karanlık çökünce kalkıp birbirlerini ustura ile kes-tiler. Allah'u Teala onlara bu durumu ve hadlerini yardırgadığım tebliğ edince karanlık bitip gün aydınlanmıştır elle­rinde olan usturalar düştü, bu düşüş sağ olanlar için bir tevbe ve ölenler için de şehadet olmuş oldu.

56- "Sonra şükredersiniz diye, vefatından sonra sizi diriltmiştik."

Ayette geçen (Baase) diriltmektir. Bundan dolayı onlar Allah'ın Musa'yla olan kelamını duydukları zaman şöyle de­diler; Lakin biz onun Allah'ın kelamı olduğunu bilmiyoruz ve aşikar ve alenen bize görünsün ki İsrailoğullannm yanın­da sana şahitlik yapalım ve bunun üzerine Allah'u Teala on­ları bir çığlık ile öldürdü ve daha sonra geri kalan ömürle­rini tamamlamaları için diriltti.

Bir rivayete göre onlar, kelamın fısıltı, ses veya zil gibi arının vızıltısı gibi olanı duydular. Musa'dan başka kimse anlamadı ve Musa da bunu hiç kimseye bildirmedi. Şu ayet gereği:

"Ve münacat ettiği halde kendisine yüksek mertebe verdik."                                                (Meryem: 19/52)

Yani halvet üzerine yüksek mertebe verdik. Girmekle em-rolunduklan yer veya şehir Beytu'l-Makdis'tir. (Mescid-i Aksa veya Kudüs) Kapı ise, Musa'nın o yöne doğru namaz kıldığı babu'l-kubre'dir.

58- "Kapısından secde ederek girin..."

Yani rüku edeiek, boyun eğerek girin.

Şair de şiirinde "secde" kelimesini bu anlamda kullanmış­tır.

"Her ikisi de boyun eydi ve başları secde etti tıpkı Hanif dininde olmayan Hıristiyan kadının başını kaldırıp indirdiği gibi."[91]

Murad olunan şer'i olan secde değildir. Bilakis yüzün ye­re yapıştırılmasıdır. Çünkü secde edilerek girilmesi olmaz lakin tevbe talep etmedeki halleri ve hatalarının düşmesi, on­ların Kudüs'e, boyun bükerek, huşu ve tevuzu içinde girme­lerini gerektiriyor.

58- "(Hıtta) deyin ki günahlarınızı afvedelim."

Yani (Hittatun) secdeyle kapıya girmemiz, günahlarımı­zın düşmesi içindir. Ayetteki ifadeyi ya alay olsun diye sözlü olarak (Hittetun) yerine (Hintetun) demişler veya fi-ilî olarak onlar Kudüs'e, kıç veya arkaları üzerine girmiş­tir.

Ayette geçen (Er-rİcz) Azaptır. Aynı zamanda develer­de olan bir hastalığa da (Ricz) deniliyor. İşte onlara bu az-ab musallat oldu, büyükleri bununla öldüler. Suyun taştan fışkırması konusunda ise, taşta su vardı bundan Ötürü çıktı diyemeyiz ama ya Allah'u Teala onun yaratıp akıtmış veya­hut ta bazı arazlarla içinde su olan cisimleri bu taşla birle­şik hale getirir öyle çıkar.

Çünkü yapısal açıdan cevherlerin maddesi aynıdır. Da­ha sonra içinde yaratılan ve var edilen özelliklere göre çe­şitli kısımlara ayrılır ve değişirler. Bu çeşit, şu isimli kitap­ta muayyada şerh ettiğimiz gibidir. (El-gulatu fi mes'eletı'l-yemin ala şurbi'1-mai ve mine'I-kuzi, vela mae fi'1-kuzi.)

Suyun fışkırması olayı (İnfeceret) yerine A'raf suresi 160. ayette (inbeceset) şeklinde varid olmuştur. El-inbicas suyu serpiştirmek manasmdadır. Bakara'daki bu ayette de (infeceret) şeklinde gelmesinin sebebiyle suyun görme çok miktarda çıkmasındandır.

Çünkü su ilk çıkışta hafifçe serpinti şeklinde çıkar ve da­ha sonra çok miktarda fışkırıp[92] akmıştır.

Tıpkı Musa'nın (asası) bir defasında küçük yalın mana­sından olan (inneha cannun) demesi gibi oldu. Çünkü ilk baş­langıçta küçük yılan şeklinde daha sonra büyük göründü bu defasında da (inneha su'banun) denildi. Çünkü artık bü­yüklüğün zirvesindeydi.

60- "Fakat kötülük ederek yeryüzünü fesada verme­yin."

Ayette geçen peltek se ile (Ase ve E'sa) öldürmek ve düş­manlıkla yeryüzünün fesada verilmesine denilir. (Mufsi-din) demesinin sebebi şudur. Çünkü bazı (El-Ays) peltek se lerin batınında ıslah veya hayır vardır. Tıpkı Hıdır'ın (a.s.) gemiyi delmesi ve buluğa ermemiş çocuğu öldürmesi gibi.

61-  "Arzun yetiştirdiği şeylerden, sebzesinden, ka­bağından, sarımsağından."

Ayette geçen (El-fum) El Hintatu buğday manasmdadır. Muberrid'in anlattığına göre: Fevvimu lena demişler ve şi­irde şöyle dile getirmiş:

"İnsanlar arasında ben tek zengin şahıstım. Medine'ye (fum) ekimini getirdim."[93]

Bir rivayete göre (El-Fum) sarımsaktır. Peltek se harfi fa harfine kalbolmuş fum olmuş Tıpkı şu kavilde olduğu gi­bi peltek şeyle (cedese) ve sonra peltek se faya dönüştürü­lerek (cedefe) olmuş. Kesai buna misal olarak aynı şekilde şiirde şöyle dile getirmiş.

O zamanlar evleri görünüyordu, açıktı. Oralarda her-cins bitki (feradis) sarımsak veya buğday (fuma) ve soğan vardı.[94]-[95]

Mertebesinin yüceliğinden ve fesaha bakımından. (El-Fum ve Basel) Kur'an'ın lafızlarına uygun değildir. Ancak sadece onlardan bir misal vermiştir. Ve İsrailoğullannın nefislerinin alçaklığından haber vermiştir. Tıpkı Bakara'da-ki (Raina) 104. ayet kavli ona benzer (Raina) lafzıyla hitap yasaklanmış bunun yerine (unzurna) gelmiştir.

61- "Onların üzerine horluk ve yoksuluk yüklendi."

Zilletten kasıt cizyedir.

Ayette geçen (El-Meskenetu) Huzu Fakra zaruret mana-smdadır. Bu da Yahudilerin adetiydi.

İsrailoğullannın başına gelen zillet ve fakru zaruret yer­yüzünde yetişen sebze ve yiyecekleri istemelerinden dola­yı gelmemiştir. Çünkü bu isteyişleri doğal ve helaldir. Çün­kü Allah'u Teala'nın yarattığı insandaki arzu ve istekler çe­şitli yiyecekleri istemeye meyillidir ve tek çeşit yiyecek üzerine gayet sabırsızdır. Bundan dolayı onların isteklerine karşılık ayetteki ifadeyle şöyle cevap verilmiş:

"Bir şehire inin orada size istediğiniz (sebzeler) var de­di."

Ama dikkat edilirse başlarına gelen zelillik ve fakru za­rureti Allah'u Teala daha sonra şöyle zikretmiş:  

"Bu, Allah'ın ayetlerini inkar ettiklerinden ve haksız yere (Zekeriya, Yahya ve Şuayb gibi) Peygamberleri öldür-düklerindendir."

62- "Şüphe yok ki (daha önceki Peygamberlere) iman edenler, (Musa dinini kabul eden) yahudiler..."

Ayette iman edenlerden kasıt: Ehl-i Kitaptan olup Mu-hammed'e (s.a.v.) iman edenlerdir. Onların hepsi ömürleri­nin müstakbelinde iman (yani sonunda da olsa) edip salih amel işlerlerse onlara eşitlik muamelesi yapılır ayetin diliy­le "onlar için ecir vardır" ve geçmişte işlediği günah ve­ya geçirdiği hallerden dolayı sorguya çekilip azap edilmez. Şu ayet işaret ediyor:

"Ey iman edenler, Allah'a iman ediniz." (Nisa: 4/136)

Yani ömrününüzün müstakbelinde.

Tevbe edip hidayete erdiklerinden dolayı onlara yahudi denilmiştir.

Bir rivayete göre Yahuza b. Ya'kub'a nisbette yahudi de­nilmiştir.

Nasranilere (Hristiyanlara) de İsa (a.s.) Naşire denilen köy veya yere indiğinden veya girdiğinden Nasara (Hristi-yanlar) denilmiştir. İsa'ya (a.s.) İsa En Naşiri deniliyordu sonra kavmi oraya nisbet edilmiştir.

Es-Sabiun ise kıbleye yönelip namaz kılan ve Zebur'u okuyan bir millettir ancak bunlar yıldızları ta'zim ederler ama ibadet yönüyle değil. Bu Ebu Hanife'nİn onlar hakkın­daki düşüncesi veya mezhebidir. Hatta onların kadınlarıy­la evlenmeyi de caiz görmüştür.

Bir rivayete göre onlar dumura uğrayıp tahrif olmuş ve dinlerden tamamen meyledip yüz çeviren bir millettir.

Çünkü bu kelime hemzeyle olan ve yerinden meyletti, kaydı anlamında olan (sabatin nucumu)'dandır. Sabae Na-bu's-sabiyyi) çocuğun it dişi meyletti. Adam yerinden ve­ya toprağından çıktı manasında olan sabae'r-raculu'dan-dır. Sabiun denilmekle sanki onlar dinlerden çıktılar manasındadır.

Hemzesiz olarak bu kelimeyi Nafi[96] okumuştur. Bir şe­ye meyletmek manasında olan saba yasbu'dan türemiştir.

Veddahu'l-Yemen de[97] şiirinde (saba) kelimesini hem­zesiz getirmiş ve çıkmak, meyletmek manasında kullanmış­tır.

Kalbim yerinden çıktı öyle bir sana meyletti ki Ey Usey-la senin hayalin beni eritti. Yemani'yeli bir kızdır ki bizim­le gelip bir müddet kalıyor, bazı güzel hasletleri izhar edi­yor ve zırh gibi onda zahir olan şeyi ise gizliyor.

Bütün bu durumlardan dolayı onlara sabiun denilmiştir. Çünkü onlar dinlerden yüz çevirip, meyi edip çıktılar.

 (Es-sabiy) kelimesini hemzesiz getirip hemzeliymiş ma­nasını vermek te caizdir. Ancak burada hemze kalbedil-miştir. Sivebeyh'in mezhebine göre hemzeyi kalb etmek caizdir. Ancak Sibeveyh te[98] şiirin dışında bir yerde caiz görmüyor.

Ebu Zeyd[99] şöyle demiştir. Sibeveyh'e dedim ki:

"Kareytu ve Ahteyhu şeklinde olduğunu duydum. Aslı (Kare'tu ve Ahta'tu'dur.)" Sibeveyh de:

"Muzari için nasıl böyle kullanırsın?" dedi. Ben de:

"Ben okuyorum." dedim. Sibeveh de:

"Hasbuke"[100] dedi. Yani nasıl olur da bazı misaller de hemze salih ve uygun olur bazılarında da kalb olur.

Ayette geçen (Vela havfun) merfu yapılmıştır. Çünkü Ne-kire olmayanda iyi olan şudur: Nekire olmayanın ismini isim atfedildiği zaman sualin cevabının takdiri üzerine iki­sinin de merfu olması daha iyidir. Bu misalin benzeri bir ör­nekte şu şiirde dile getirilmiştir.

"Sen, ilan edip bu konuda benim ne devem vardır ne.de cümlelerim vardır diyene kadar hicret diye birşey söz konu­su değildi."[101]

63- "Tur'u da üzerinize kaldırıp demiştik."

Bir rivayete göre (vefa'na) gelen (vav) harfi hal içindir. Sanki şöyle denmiş gibi: Tur'u üzerinize kaldırdığımız bir halde sizden söz almıştık. Ahsen olan şudur: Vav harfinin atf için olmasıdır. Çünkü durum burada tertibi gerektirmi­yor. Zira mazi fiil sadece başına (kad) harfi gelince hal olur.

65- "Zelil ve hakir maymunlar olun dedik." Ayette geçen (Haşirin)'den kasıt: Rahmetten uzaklaşıp

gitmektir. Mesela Hasa'tul Kelbe Has'en fehasee, husuen de köpeği uzaklaştırdım vs. manasındadır.

(Fe ceanah)'dan kasıt: Onların azapda yok edildikleri azaptır, ölümdür. (Meshetuleti musihuha). Buradaki (ha) za­mirinin (ukubata) raci olması da caizdir.

Ayette geçen (Nekal) ise öğle bir ukube (ceza) içindir ki; onunla verilen hüküm veya takdire göre Nekaİ (ibret) alına­caktır. Nekal, En-nilk'den türemiş ve kayd (kelepçe)[102] ma­nasındadır.

66- "Biz azabı, onlarla bulunanlara onlardan sonra gelip duyanlara."

Yani onlardan sonra gelecek köy ve şehirlere bir rivaye­te göre mazide kalmış ve gelecekte olan milletler içindir.

67- "Onlar bizi alaya mı alıyorsun demişti." El-Huzu hades ( olay, vakıa) olduğu için ikinci mef'ulun

olmasına uygun değildir veya yaraşmaz. Ancak takdiri şöy­le olabilir. (Ashabu huzu) Alay sahipleri veya El-Huzu Alay edilenler manasmdaki (El-Mehzu) olabilir. Şöyle ki halkullah (Allah'ın yaratışı) hazanescu bağdat (bu Bağdat Örmesidir.) Sayd (av) misali de Kur'an'da şöyle:

"Uhüle lekum saydu'1-bahr."               (Maide: 5/96)

Huzu'daki keskin za'nin tahfif edilişi iki za'nın[103] peşi sıra gelmesini önlemek içindir buradaki hemzenin vav'a kalbedilişi de vav harfi zammeden sonra hemzeden daha di­le kolay ve hafif olduğundandır.

68- "Musa Allah buyuruyor ki o ne çok yaşlı ne de pek genç."

Ayette geçen (El-Farid) Yaşlı manasındadır.

69- "Musa da Rabbim buyurur ki: O, bakanlara fe­rahlık verecek altın sarısı gibi bir sığıdır demişti."

71- "O, ayıpsız ve salmadır..."

Ayette geçen (laşiyete fiha) dan kasıt: üzerinde başka bir renkten herhangi bir alamet, iz olmayandır. Vezni şöyle Veya yeşi, veşyen veşiyeten.

"Az kalsın bunu yapamıyacaklardı."

Bu tür ineğin fiyatının pahalı olduğundan. Bir rivayete göre fitne veya olaya sebebiyet verme korkusundan.

72- "Hani o vakit, bir kişiyi öldürmüştünüz de, öldü­renin kim olduğunu saklayıp suçu üstünüzden birileri­nize atmıştınız."

Ayette geçen (Feddare'tum)'dan kasıt: Suçu üzerinden at­mak için kendini müdafaadır. Yani kendisi hakkında olan bü­tün varsayımların olmadığına dair kendini savunmasıdir. Bu­nun aslı Tedare'tum idi ama ta harfi dal'a idgam olmuş, sa­kin olduğundan da vasi için olan elif gelmiştir. Bu kelime­nin aslı zikzak ve kaypaklık manasında olan (Ed-dere-ce)'dir.

Huzeli şöyle dedi:

"Tuhalu'1-ukab dağının sivri çıkıntılarından geçtiğinde orada zikzaklı, kavisli burunlar vardır, çok yüksektir."[104]

"İşte bunun için dedik ki, o sığırın bir parçısıyla ka­tili bilinmeyen ölüye vurun demiştik."

Cümlede bir hazf vardır. Ve o da şudur. Dirilmesi için manasında olan (Li yahya)'dır. Bir parçasıyla vurulur ve ölü de dirilir.

Burada hikmet şudur: Onlar için ölünün dirilme vaktin-deki emir veya durumu, sonra ölünün bir parçasıyla ölüle­re vurmaları, ölünün ölüye vurulmasıyla katilin ortaya çıkı­şı, hüccet bakımından daha iyi ve kıymetlidir. Veya sağlam­dır ve zandan da uzak olmuş olur.

Olayın sebebi şudur: Varlıklı bir yaşlıyı, varislerinden olan kardeşiıîin çocukları öldürüp başka bir yer veya mahal­leye tutup atarlar. Ve bununla da diyet talebinde bulundu­lar. Musa'ya ne yapacakları hakkında soru sorarlar. O da Al­lah size sığır, kesmenizi emrediyor der. Bu haber zahire gö­re kendilerine verilecek cevap olarak göremediklerinden Musa'nın kendileriyle alay ettiğini zannederler. Musa da olaydan Allah'a sığındığını ifade eder ve bu hareketin ceha­letten olduğunu addetmeye çalışır. Arap kaide kural ve mezheplerinde bu ayetler misalinde olduğu gibi takdim ve te'hir çoktur. Ensari'nin şu şiirinde de bariz bir şekilde gö­rülmektedir.

Kadın dedi ki:

"-Fahiş söyleyeni kastetmeden- Sakin ol sen o şeyi ku­laklarıma duyurdun. Onu belirlediğin zaman sen onu inkar ettin ve harp beraberinde açlık getiren afet ve felakettir."[105]

Böylece Ebu Kays denilen bu adam Evs ve Hazreç savaş­larında ailelerinden bir ay ayrı kaldı, gelmedi ta ki geldiğin­de rengi, şekli ve benzi değişmişti. Bir gece ansızın hanımı olan Kebşete binti Damre'nin yanına geldi ve hanımı onu ta­nımadığından içeriye almadı, dışarıya çıkardı. Ve o zaman kendini hanımına tanıttı ve işte bu da şiirdeki şu (velem tuk-sid likayli huna) Ve (Ve enkerethu hine tevessemethu)sÖz-leridir. Ebu Kays'm cevap ve özrü de Tağayyur (değişik­lik)'dan dolayı olan şu (Mehlen fekad eblağte esmai) ve (Vel harbugulun zatu evcai) sözleridir. Bu beyitlerde Takdim ye te'hir vardır.

Hakeza Teebbet şerrenin[106] kasidesinde de vardır:

"Ey alıştığım mutad olduğum sende ne bir şevk ne de uy­kusuzluk vardır."

Beyitlerde takdim ve tehir vardır.

74- "O kalpleriniz taşlar gibi veya ondan daha katı..."

Ferra'ya göre manası: Bilakis kalpleriniz taştan daha şiddetli katıdır. Zi Rumme'nin şiirinde dile getirdiği gibi:

"(O sevgili) Kuşluk vaktinde parlayan güneşin ışınları ve suretinde göründü.

Yahut sen ey sevgili gözde daha sevimli ve güzel mi­sin."[107]

Kutrub'ta (Ev eşeddu)'daki evin vav manasında olduğu­nu söylemiş ve Tevbete b. Hameyyir'in şu şiirini misal ver­miştir.

"Leyla benim zalim, vefasız olduğumu zannetti. Nefsi­min kendini koruyacağı yahut kendine zulmedeceği yer ve­ya şeyler vardır."[108]

Muberrid de ikisinin bu dediklerini reddedip, burada da tam konumu olduğu gibi (ev) harfini şek üzerine hamletmiş-tir. "Bu kelam Allah'ın kullarına olan bir hitabıdır." diyor. Sanki şöyle demiş. (Ev eşeddu kasveten indekum) veya si­zin yanınızda daha şiddetli, katıdır. Tıpkı şu ayetlerde de ol­duğu gibi:

"Fekane kabe kevseyni ev edna."          (Necm: 53/9)

Ve:

"Ve erselnahu ila maihi elfin ev yezidim."

(Saffat: 37/147)

İki beyitte bulunan (Ev) harfi aslı olan şek üzerinedirler. Zi Rumme'nin beyitinde bulunan şek misali ise tam konu­muna uygun ve tam kıvamında söylenmiştir.

Tıpkı şurada olduğu gibi:

Ey, pürüzsüz safi ve kum yığınları arasında ayakların üze­rinde yumuşaklığından batıp zor gezen ceylan bu sen misin yoksa Ummu Salim midir?[109]

Tevbete b. Humeyyi'nin beytinin takdiri şöyle (Linefsi tukaha ini't-takat) (Vein feceret fe aleyha fucuruha) Bu da gösteriyor ki kalbin halleri muhteliftir. Kalpteki katılık ora­nı fazlalaşıp eksilebilir. Onun için kalpten sadece bir tek hal­de oluşu haber gelmemiştir.

"Öylesi varki Allah korkusundan (dağdan) aşağı yu­varlanır düşer."

Katade Yehbitu kelimesini asıl babı üzerine ve mütead-di olan (geçişli) feala'yi darebe yedribu celese yeclisu kes-reli bir şekil (yef ilu) bab üzerine getirip okumuş faal ayn harfinin zammesiyle (yef'ulu) şeklinde, kaade yek'udu, ha­rece yahrucu gibigelmesi müteaddi (geçişli) değildir. Bir ri­vayete göre ayette geçen "yehbitu" müteaddidir. Manası: Le-ma yuhbitu gayrehu: Yani onu gördüğü zaman Allah'a ita­at etmek için boyun eğdi, içinde olan halin buna delalet et­mesi için tahrif olsun diye mef'ul hazfedilmiş. Hebete (ge-sçişsiz) lazimi geldiği gibi bazen mütaddi de (geçişli) gelir.

Şiirde geldiği gibi;

"Beni çoban olarak yüz veya daha fazla ya da elli civa­rında olan sürüye tuttu."[110]

El-Kavt kelimesinde müteaddi (geçişli) yapmıştır. Ama (Yehbutu) lazimidir geçişsiz diyen taşın Allah korkusuyla hubutunu (yuvarlanış) şu te'vile bağlamış hacer (taş) cemat-tan (cansız) olduğundan korkuyu bilmez.

Muberrid şöyle demiş: İçinde hubut (Yuvarlanma) ve ha­va olan şeyin titreme ve korkunç zelzelenin (deprem) oldu­ğu andaki yuvarlanışı (Hubutu) Allah'ın şu enirine karşı tam bir teslimiyet misalidir. Eğer cansız (cemadaü) misli gibi sağ, diri ve kadir olan bir varlık olsaydı, onun Allah için kork­tuğuna ve boyun eydiğine delalet edecekti. Böyle bir misal de şu şiirde mevcuttur:

Ziibeyr'in haberi geldiği zaman Medine'deki surlar ve dağlar korkudan yıkıldı, döküldü.[111]

Bir başkası da şöyle d emiş:

"Onun dağda Veiid'in bir çukuru gibi kazıntı yeri vardır,

Fare orada kendine bir mağara edinir."[112]

Yani eğer darlığından mağaraya ve genişliğinden dola­yı da dağda bir çukura girseydi. Çünkü fare burayı kendine mesken ediniyor.

Buna benzer bir mes'ele de (Sibeveyh'in) kitabında var­dır:

Cevd denilen yağmurun üzerinde daha başka yağmur olsaydı bizi onunla cezalandırır veya azap ederdi.[113]

Arap kelamı bilen için sihirden daha tesirli konuşması olur ve en parlak yıldızdan da daha nakİ (parlak) berrak o-lur.

Antere'yi görmüyor musun şiirinde nasıl buna benzer man'aların yönünü inci gibi dizmiş.

"Karşılıklı konuşmanın ne olduğunu bilseydi şikayette bulunurdu.

Hakeaa konuştuğu kelamın ne olduğunun farkına varsay­dı yine aynısı olurdu."

Arabiyye şöyle demiş:

"Sen beni terkedene kadar beni insanlar arasında ibraz et­tin, onların olan bazı gayeleri vardır.

Sen ise sapasağlamsın. Şayet bir söz celdeden bahsetseydi, hemen benim konuşulan gıybetçi kelamımdan başlar­dı."[114]

Başkası şöyle dedi:

Eğer bu güneş kinayıcı sözlerin üzerini boyayıp sıvasay-di, uzun süre mahsur olduğum çeşitli sözlerimi boyardı. Şayet bir göz ağarsaydı uzun süre acaiblere bakan benim ba-kışlarımdaki siyahlar ağarırdı.[115]

81- "Gerçekten bir kimse günah ve küfrü kazanında günahları onu her taraftan çevrelerse."

Hali bu olanları helak eder ve ebedi olarak onu orada bırakır.

Şu ayetlerde olduğu gibi Ehate: çevrelemek, yok ve he­lak etmek manasındadir.

"İlla en yuhate bikum."                      (Yusuf: 12/66)

Yani siz ölümle kuşatılmakdıkça.

"Ve uhite bisemerihi."                          (Kehf: 18/42)

Yani bütün serveti helak edildi.

Bir rivayete göre onun günahları veya suçları işlediği iyi­likleri kuşattı ve yok etti. Çünkü çevreleyen veya kuşatan da­ima kuşatılandan daha çoktur.

78- "Ancak bir takım kuruntu yığını uydurmalar dü­zer..."

Ayette geçen (Emaniyye) yalan ve düzmecelerdir. Bir ri­vayete göre (İlla emaniyye) sadece zahiren okuma bilme manasrndadır.

Bir rivayete göre sadece heva ve hevselerine göre ken­dilerine göre takdir ettikleri şeylerdir. Takdir et manasında olan (El-Mena) da bunun gibidir.

83- "İnsanlara güzellikle söyleyin..."

Yani güzel söz ve kelamlar söyleyin. Bir rivayete göre ayette geçen (Husnen) Hasanen, manasmdadır. Şu misalde de olduğu gibi Raculun adlun venda. Mastar olan kelime isim yerine konulmuş. El-Areb ve'l-urb El-acem ve'I-ucm gibi El-Hasen ve'1-Husn şeklinde olması da caizdir.

84- "Sonrada siz ikrar ettiniz..." Akrertum'dan kasıt: Razı oldunuz manasındadır. Ferazdak ta şiirinde akerre kelimesini razı olmak ve kabullenmek manasında kullanmıştır.

"Sen Kuleyb'Iilerden değil misin? Bir kötülük atfedildi­ği zaman tıpkı zevcenin boynunda olan kolye, gerdanlık gibi kabul eder razı olur. Her Kuleyb'linin yüzündeki enli­lik kişilerin ayaklarının altına kadar iner zelil olur."[116]

85- "Sonra sizler, o kimselersiniz..."

Ayette geçen sumihe entum haulai) nida şeklinde olan (ey sizler manasında olan( ya haula)'dir.

Bir rivayete göre takdiri (summee ntum taktulune) Son­rasız öldürüyorsunuz. Haulai de lentum için te'kid'tir.

87- "Sonra birbiri ardınca Peygamberler gönder­dik."

Ayetteki (Kaffeyna) Musa'dan sonra peşpeşe ve ardı sı­ra Peyygamberler gönderdik manasındadır. Kaafevtuhi onun arkasından yürüdüm onu. takib ettim manasındadır.

Hasan'dan nakledildiğine göre Ruhu'1-Kuds Cebrail (a.s.)'dir. İbni Zeyd'tin[117] nakledildiğine göre İncil'dir. İb-ni Abbas'tan nakledildiğine göre Ruhu'1-kuds ölüleri diril­ten isimdir. Birinci görüş daha isabetlidir. Çünkü melekler temiz ruhlardandır. Çünkü Cebrail (a.s.) vahy'i yeryüzüne inzal etmiştir ki onunla vahy ile akıllar hava şeklinde veya yapısında olan ruhlarla bedenlere hayat, canlılık ve dirilik veriyor, Hakeza Kuds'e olan izafeyle de onların hilafına olan tuhuru (temizliği) gerektiriyor. Veya Allah'ı veya be­reketi gerektiriyor. Cebrail'in İsa'ya tahsis edilişi ise İsa beşikteyken Cebrail ille te'yid edildiğinden dolayıdır, bilakis ona ruhu da üflemiştir.

88- "Kalplerimi/ örtülü ve kılıflıdır."

Ayette geçen (Gulfu) kelimesi ağlefe'nin cemidir. Kal­binde bir perde veya örtü varmış gibi anlamayandır. Mese­la: Seyfun ağlef (Kınındaki kılıç) Kavsun ğalfa (Örtülü ok ya­yı) Raculun ağlef (sünnet olmayandır) Bir rivayete göre ğulfun: İlimle dolup, taşıyor ki kalbimizde senin söyledik­lerine yer kalmamıştır. Birinci görüş daha sahihtir, çünkü il­min fazla oluşu daha fazlasının gelmesine mani değildir, bi­lakis onunla ona yardımcı olur.

"Onlardan (İbni Selam ve arkadaşları gibi) ancak az kimseler iman ederler."

Yani onlardan pek azı iman eder. Buradaki (Fekalilen ma-yu'minun)'da şu ayetteki ifade misalidir.

"Fela yu'minune illa kalila."                (Nisa: 4/155)

Bir rivayete göre manası: Onlardan pek azı inanırlar. Buradaki azlıkta çok az şeylere iman ettiklerine, birincisin­de ise onlardan iman edenlerin azlığına işaret ediliyor.

89- "Vaktaki onlara yahudilere Allah katından bera­berlerindeki (Tevratı iman esaslarında) tasdik eden Kur'an geldi bunu tanımadılar."

Beraberindekilerinden kasıt Tevrat'ta, kendisinden haber verilen Rasulullah'ın (s.a.v.) sıfatıdır. Yahudiler onunla yardım olunacaklarını ve araplara galip geleceklerini düşü­nüyorlardı. Rasullah'ın bi'seti veya gönderilişini biliyorlar­dı ve gelişini de gözetliyorlardı ve onunla yardım talep edi­yorlardı. Hatta bir gün Muaz b. Cebel ve Bişr b. Berra onla­ra şöyle dediler. "Allah'tan korkun gelin iman edin, siz bi­ze Muhammed'in geleceğini haber verip onun sıfatlarını[118] sayıyordunuz." Ayette geçen (Lemma caehum) cümlesinin cevabı Ahfeş'e göre, hal buna delalet ettiğinden dolayı mahzuftur.

Muberrid'ten nakledildiğine göre biraz önceki cümlenin ve Felemma Caehun'un cevabı, te'kid için tekrar edilen şudur: (Kefeni bihi) onu inkar ettiler, Ferra'ya göre (Felem-ma)'daki (Fa) harfi velemma ve Keferu'nun cevabıdır.

Felemma'nın cevabı da şu ayet gibidir:

"Fe imma ye'tiyennekum minni huden femen tebia hudaye."  [119]                                            (Bakara: 2/38)

 

90- "Onunla satın aldıkları şey ne kötü."

Yani onunla satın aldıkları ne kadar kötüdür. Öna karşı­lık canlarını verip satın aldıkları şey. Çünkü amaç birdir, o da: Mülkü mülke karşılık değiştirmektir, (en yekfuru)'nun konumu (bihi)'deki hanın konumu üzerine hafd'tır. Basri'Ie-re göre (bihi) bedel üzerine, Kufe'lilere göre Tekrir (tekrar) üzerinedir. Onun ref edilmesi de caizdir. Şu sözde olduğu gi­bi: Zeyd ne güzel adamdır. Sanki şöyle denilmiş: Methedi­len kimdir? Derim ki: O Zeyd'tir.

91- "Halbaki O Kur'an Onlardaki Tevrat tasdik eden bir gerçektir."

Ayette gelen (Musaddikan) hal manası üzerine getirilip nasp edilmiş ve onda etken olan amil de fiil manasındadır. Bizim şu sözümüze benzer Huve zeydun hakken: gerçekten o Zeyd'tir. Ve Huve zeydun ma'rufen: Halbuki o, tanınan ve bilinen Zeyd'tir. Ama: Huve zeydun kaimen; şeklinde ge­lip hal olması sahih değildir. Çünkü hal'de etken olan sade­ce fiilin kendisi ve fiilin manasıdır. Ama: "Huve zeydun ma'rufen" şeklinde gelmesi sahihtir. Çünkü bunun takdiri, şöyledir. Arifu zalike irfanen.

Ancak şu kelimede caiz görülmüştür.

"Felima taktulune enbiyaelleha minkablu." Çünkü bur-da ki murad niçin öldürdünüzdür. Çünkü bu hareket artık on­lar için lazımi olan bir sıfat gibidir. Bu senin yalancıya söyleyeceğin şu söz misalidir. (Lima tekzib) niçin yalan söylüyorsun. Ama sen bununla (Lima Kezebte) niçin yalan söyledim kastediyorsun. Çünkü hal'ın karinesi (delalet eda­tı) her ne kadar siga olarak bu lafız müstakbel için olsa da yine de lafzı, mahiye çeviriyor. Bu şu sözüne benzer (Men dahele dari) evime kim girdi. Eğer sen buraya cezai müey­yideyi müteallik yapmışsan lafız direkt olarak müstakbel'e çevrilir, tasrif edilir.

95- "Elbette ve hiçbir zaman ölümü temenni etmezler."

İbni Ravendi buna itirazda bulunarak şöyle demiş. Bel­ki onlar ölümü kapleriyle temenni ettiler kaplerinde temen­ni etmedikleri nereden biliniyor ki böylelikle temenniyle olan tahaddiye meydan okumanı iptal ediyor.

Ona cevab İse şöyle temenni ancak kalp ile bilinir. Onun lügatta bir sigası vardır o da (Leyte)'dir. Üzerinde durulma­sı mümkün olmayan gaye ve murad edilen şeylere tamenniy-le veya edatıyla hitap edilmez.

96- "Halbuki yaşamak onu azaptan uzaklaştıracak de­ğildir."

Ayette geçen (bimuzehzihi) bimebaidihi (yani uzaklaş­tırmak) manasındadır.

Mutelemmis te[120] şiirinde aynı manada kullamış,

"Onların hepsinin üzerine üzüldü. Aslı ise yakınlıktır. En yakındakiler yaşlarının akmasından kurtuldu.

Kardeşlerimin civarları kerim ve cömerttiler. Lakin dö­nüşün aslı, Özlenmesi yönündendir."

97- "Ey Resulüm de ki: Her kim Cibril'e düşman ise kininden helak olsun. Gerçekten Cibril, daha önce indi­rilen kitapları tasdik etmekte olan Kur'an, Allah'ın iz­niyle senin kalbine indirdi."

Mefhum şudur: Eğer bunu Cibril'den başkası da indirsey-di, yine aynı şekilde, had ve hudud üzere indirecekti.

100- "O yahudiîer, her ne zanan bir ahd üzerine an­laşma yapmışlarsa içlerinden bir topluluk o ahdi bozup atı vermedimi."

O, Ahd ahzap gününde Kureyş'lilere yardım etmekle bozdukları ahidtir.

"Tabi oldular"

Yani yahu diler

"Şeytanların okudukları şeylere."

Yani insanlardan olan şeytanların okudukları sihir'e ta­bi oldular.

102- "Süleyman onlara galip gelmekte sihir edip ka­fir olmadı."

Yani Süleyman (a.s.) Allah indinde küfür sayılan sihir fa-jan yapmadığından dolayı, yahudiler onun peygamberliği­ni kabul etmeyip inkar ediyorlar. Onlar zannediyorlar ki Sü­leyman (a.s.) öldükten sonra kürsünün tahtının altından çıktı, sihir yazdı. O sihri, ya Süleyman (a.s.) yazmıştır ki bir daha insanlar onunla amel etmesinler veya uğraşmasınlar ve­ya ondan sonra gelen sihirbazlar bu sihri yaptılar ki sihrin kadri yüceltip ta'zim edilsin ki her şey birbirine karıştırıl­sın sihirle insan ve cinleri kendine musahhar (kendi emrine versin) kılsın.

İşte bundan dolayı ayette, "Süleyman'ın mülkü aley­hine okudular." denilmiştir ki onların yalanlarından haber­dar edip tenbih edilmesi içindir.

Çünkü doğru ve sidk üzere olan şeylerde (Tela anhu) de­nilir. Yalan olan şeylerdeyse (Tela aleyhi) diye söylenir. Ba­zı şiirlerinde Ferezdak'i hatalı bulup anlaşılmayacak şe­kilde söyleyen biri olarak telakki eden kişiye karşı Ferazdak (aleyye) harfini biraz önceki gibi aleyhine kullanmak mana­sında kullanmıştır şiirinde:

"Madan ve fille uğraşıyordu, Anbesetu'z-zari'nin aley­himde kasideleri varmış."[121]

Sihir: Bir şeyin hakikatini gizli bir sebeple asli mecra­sından kalbedip hayal gibi göstermektir. Bunlar şirkten meydana getirilip te'lif edilmiş kelimelerin neticesinde ya­pılan ve cin ve şeytanları ta'zim ederek yalan iftiralardan iba­ret olan fiillerin sadrolmasıyla çıkan şeylerdir. Bunlardan hiç biri Süleyman (a.s.)'m mülkünün şanına layık değildir.

102- "Babil şehrindeki Harut ile Marut isimli iki me­leğe indirilen şeyleri."

Yani bu iki meleğe indirilen şeye (sihre) tabi oldular. Bu iki meleğin lisanı üzerine indirilen sihir ise sihrin ne demek olduğunu ve bununla akim nasıl bozulduğunu ve delirdiği­ni insanlara öğretmeleri içindi.

Sihirbazlar bu zaman zarfında çoğalmışlar idi öyleyse si­hirde olan fesat ve ifsadı öğretmek ve ondan kaçınmaları için iki melek indirilmiş veya inmişler.

Bir adamın Ömer'e şöyle dediği rivayet edilir:

"Ben kesinlikle şerrin ne demek olduğunu bilmiyorum" der. Ömer:

"Senin şerre düşmen pek yakınlaştı" der.

Bu ifadelere benzer bir ifade de şu şiirde dile getirilmiş

"Şerri, şer yapmak için öğrenmedim lakin ondan sakın­mak için öğrendim.

İnsanlardan olan şerri bilmeyenler bir gün olur şerrin içi­ne düşer."[122]

"Halbuki, o iki melek biz ancak bir imtahan ve tecrü­be için Allah tarafından gönderdik."

Ayette geçen: "înnema nahnu fitnetun" cümlesi mubte-dadır. Haberi de (Fetentu zeheb)'tir. O (sihir) ve onunla amel etmenin fesada sebeb olduğunu bildirdiğimiz sihirden bizden öğrendiklerinizle ondan (sihirden) kaçınmadaki ha­linizin zahir olması tıpkı nehyedildiği bütün şeylerle imti­hana çekilip tecrübe edilen mükellefin halinin zahir olma­sı gibidir.[123]

"İşte insanlar karı ile koca arasını ayıracak şeyleri, o meleklerden öğreniyorlardı."

Yani kendilerine öğrettiğimiz sihir yapmanın çirkinliği ve fesadın ve de ondan ve zararlarından korunmasının ye­rine karı ile kocayı birbirinden ayıran şeyleri öğrendiler. Şa­ir de[124] bu ifadeye mutabık bir şiir dile getirmiş.

"Sen bütün hayırlardan süt tulumu, süt kabı ve yavrula­rın emmemesi için memeleri sıkıca bağlamaları toplayıp getirdin.

Yakın komşuya koğuculuk, dedikodu ve laf taşıma yap­mak olan bütün iyi ahlakları toplamıştır."

Başka biri şöyle demiş:

"İnsanların iyi hasletleri bölündüğü gün insanları getirmiş­sin gibi, o iyi hasletlerden dördünü seçtin: Duyulan her şeyi duy­mazlıktan gelip geri çevirmek, arkadan konuşulanları reddetmek, insanın ayıplarım araştırmayı takip altına almak müstesna, ter-ketmek. Bu iki hasletten daha büyük olan şudur: Dünyada olanların kusur ve ayıplarının olmadığını savunman ve görmez­likten gelmen. Zira eğer sen kötü fiili yapıp ta iyi olanı terke-dersen her ikisini de inkar etmiş olursun."

Sihirbazın karı ile kocayı biribirinden ayırması birbiri­ne karşı buğzettirmekle olur.

Bir rivayete göre sihir yaptığı zaman kafir olur, karısı da kendisinden boş olup ona haram olur.

İbni Bahr (Vema unzile)[125]'dekinin cehd (inkar) olduğu­nu savunup (ve yete aüemune minhuma)'mn da sihir ve küfür olduğuna dair anlam veriyor. Bu ikisine de delil ola­rak ayetin şu kısmını delil getiriyor: "Lakin şeytanlar ka­fir oldu." Ancak onun zahirini ve sihrin meleklerine izafe edilmesinden kaçınıp onları bundan müstesna kılan kimse­lerin fikrine muhalafet etmeyi terketmeye çağırdı. Ve şüp­hesiz o (sihrin izafesi) çirkin, kötü bir şeyin izafesi ve onu Allah'a kadar indirgemektir. Onu ona:

Kötü şeyin ta'limi ve ondan kaçınmanın gerekliğini ve si­hir ilminin amele münasip olmadığını bildirmek için veya öğretmekiçin getirmemiş.

"Allah'ın izniyle."

Yani Allah'ın ilmiyle, bir rivayete göre Allah'ın tahliye-siyle, bir rivayete göre Allah'ın fiiliyle ve iradesiyle çünkü sihirden oluşan zarar -her ne kadar Allah'ın rızasına uygu-n olmasa da- o zarar Allah'ın sihirbaza o sihir anında ver­diği fiil ve hareket sebeplerindendir. Mesela birine zehir içirilip, zehirle hasıl olan sebebten ölmesi gibidir.

Zira ayette "Levkanu ya'lemnn" ile beraber manası bi­liyorsa (velekad alimu) demiş. Çünkü burada iki grup var­dır biri inatçı olup direnen, diğeri de cahil olan guruptur.

Bir rivayete göre ilmin onlardan nefyedilmesi demek bilgileri dahilinde olan şeyin yasaklanışıdır. Çünkü onların bildiklerini pratiğe geçirip ugulamayışları bilmemelerine de­lalet eder anlamını vermesi gibidir.

Ka'b b. Züheyr'in[126], kendisini takip eden ve azığını al­mak isteyen kurt ile sırtlanı vasıflandırdığı gibi:

Bizi takip eden iki kötü takipçi vardır. Her ikisi de kayıp­tırlar. Onlar: Kurt ve sırtlandır. İkisi yanıma yaklaştıkları za­man onlara derim ki: Şayet siz onu bilseydiniz onu yapmaz­dınız, bilmiyor musunuz ki azıktan dolayı kumlar arasında kumlanmışım.

103- "Ve eğer onlar iman etselerdi."

Şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Zira (lev) harfiyle ge­len fiilin şartı yine fiil ile cevabın gelmesini gerektirir. Cümle sanki böyle denilmiş gibi (Velev ennehum amenu le usibu) Yani iman etselerdi sevaba nail olurlardı.

Ayette geçen "le mesubetun" nun başındaki (lam) har­fi (ibtida) içindir. Bu şu ifadeye benzeri alimtu leente hay-run minhu. (Ben bildim ki, sen ondan daha hayırlısın.)

Ayette geçen (Raina) yani bizim kulağımızı sana verdi­ğimiz gibi sen de kulağını bize verip dinle demektir. Bun­lar mufaaleyi (bir fili karşılıklı yapma) haber veren anlamın­da olan Öyle ki karşılıklı benzeşmeyi çağrıştıran mumase-le lafzını kullanmaları nehyedilmiştir.

Ayetteki (unzurna) yani efhimmna (bizi anla)'dır. Bir ri­vayete göre intezirna (bizi bekle)'dir.

Musakkabin şiirinde böyle ifade ettiği gibi:

"Eğer büyünün başı bitmiş geçmişse iyi bil ki yarının bu­nun benzerinin olması yakındır."[127]

106- "Biz, bir ayetin hükmünü diğer bir ayetle nesh edesek değiştirisek veya."

Nesh şer'i bir hükmün ortadan kaldırılıp yerine başka şer'i bir hükmün getirilişidir. Mesala gölgenin gelişiyle güneşin kaybolması gibi.

Bir rivayete göre o, maslahatın müddetinin beyanıdır. Maslahatlar hallere, vakitlere ve şahıslara göre değiştiği gi­bi hükümler de değişir. Görmüyormusun ki Allah'u Teala bolluk ve darlıkta kulları için ayrı ayrı maslahatlar tayin et­miştir.

İbni Bahr'ın Kur'an'dan bir şeyin neshedil meşinin müm­kün olmadığını iddia etmesi zahirin hilafınadır. Onun yap­tığı te'vil veya yorumun ne kadar katı ve kuru[128] olduğu or­tadadır.

Bu.ayet bir çok surenin nüzulünden sonra istikbal için ha­lis bir şart ceza cümlesiyle gelmiştir. Ve bütün nesh hüküm­lerine bir tenbih mahiyetinde nazil olmuştur. Onun kısım­ları ebediyata kadar hükmü ispat etme, gayeye, onun hük­münün izalesinin bedelle olacağını, onun izale edilmesinin bedele olmadığı, mislile geleceğini hayrın geleceğini ve aynı şeyin hıfz ve yazılışının izalesinden tenbih mahiyetin-4 de gelmiş. Ayet itlak olunduğu zaman onunla Kur'an ayet­leri anlaşılır. Eğer Kur'an'ın geçmiş kitaplardakini neshet-mesi kaçınılmaz olup mumteni değilse hakeza ayetlerinin de birbirini neshetmesi de caizdir ve mumteni değildir.

Zira birinci kıblenin hükmünün ortadan kaldırılıp neshe-dilmesi bir'inin on kişiyi sabitleştirdiği, oruçtaki muhayyer­lik, Rasulullah'ın çağırmadan sadakaların ona beytulmal için getirilişi, müşriklerle yapılacak müterake veya sulh, ka­nları giden kimselerin tekraren infak ettikleri gibi mislini in-fak etmeleri ve kocası ölen karının bir sene iddet bekleme­si gibi durumların tümü Kur'an'da mevcuttur.

"Ma nunsih"[129]şeklinde okunan kıraatin hiç bir yönü yoktur. Çünkü denilse ki: (Nusihe ve unsıha vahdun) bu tür bir kural duymadık. [130]

 

Mesela denilse ki O nakil için olan hemzedir, yani (Ma nunzil min ayetin ev nunsiha ne'ti bihayrin minha (Biz bir ayetin hükmünü diğer bir ayette inzal edersek veya unutur­sak (geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını getiririz de­mektir. Zira Kur'an'da her inzal edilen şey illa da hayır getirir diye bir şey yoktur.

Eğer denilse ki onun neshinin üzerine hamlederiz şu ayette olduğu gibi:

"Fe ecaeha."                                    (Meryem: 19/23)

Buradaki mana getirilme veya götürülme (meçi) üzerine hemledilmiştir. Allah dışında kimse nesh hükmünü yapamaz -ki, o kişi nesh edeni nesh edilen üzerine hamletsin. Yine şu ayette olduğu gibi nesh hükmünü görüyoruz:

"Hatta en sevkum zikriy."          (Müminun: 23/110)

Nihayet bu hareketiniz size bana ibadet etmeyi unuttur­du.

Yani sizi terkedip unutur vaziyette buldular. Çünkü bu­rada neshin başka şeyden veya hakeza varlığı üzerine daha Önce geçmiş olan bir şeyin olduğunu gerektiriyor.

Eğer denilse ki, şu ayette olduğu gibi ona da bir nesh kı­larız:

"Summe ematehu fe akberehu."         (Abese: 80/21)

Yani ona bir mezar yaptı. Bu da yine kullanım bakımın­dan pek uzak bir ihtimaldir.

"Veya unutturursak." Yani onu unutturur onun bede­line bir şey getirmeyiz ve şu ayette de olduğu gibi:

"NesuIIahe fenesiyehun."                      (Tevbe: 9/67)

Yani onlar Allah'a itaat etmeyi bıraktılar. Allah ta onla­ra rahmetini göndermeyi bıraktı.

Şu ayette de olduğu gibi:

"Vezkur rabbeke iza nesiyte."              (Kehf: 18/24)

Burada "Nesiyte" sen terk ettiğin zaman anlamındadır. Zira bu mana böyle anlaşılmasa, unutmakla beraber veya unutkanlık halinde Allah'ı zikretmek mümkün değildir.

Şair de şiirinde "nesiya" kelimesini terketmek, bırakmak anlamında kullanmış:

"Atıcılar cildinizde, derinizde sağlam bir şey bırakmadı­lar.

Velakin ben şetmedilecek ve hicvedilecek yerler görüyo­rum."[131]

Bir rivayete göre onu ezberleyip hıfzedenlerin kalbinden unuttururuz demektir. Bu da ya okumayı terketmekle olur. Ve günler sonra onu unutur veya Kur'an için mucize olma­sı halinde olabilir.

"Nense'ha"[132] Onu neshetmeyip te'hir ederiz. Tehir et­tim demek (Nese'tuhu)'dur.

îbni Hurme de şiirinde nesiye'yi tehir manasında" kullan­mıştır:

"İyi bil ki ben ölümlerden yüce bir tarikim ki ben onu te­hir ediyordum.

Ölüm isabet eden onu izler velev ki uzun süre de geçse mutlaka onun hakkında yazılan olur."[133]

Bu tür tehir de çeşitli yönlerdedir.

1- Tilavet ve hükmi olarak tehir ederiz, elbette bir daha nazil olmaz.

2-  Recm ayetinde de olduğu gibi hükmünü baki kılar sadece tilavetini tehir ederiz.

3- Hükümünü tehir eder ve tilavetini baki kılarız. Tıpkı Kur'an'da buna benzer neshedilen diğer ayetler gibi.

"Ondan daha hayırlısını getiririz."

Tahrifte tıpkı şu emirde olduğu gibidir. Savaşta biriniz on kafire bedeldir emrinin neshedilerek (şu ayette olduğu gi­bi) iki kişiye bedel olduğuna indirgenmesi emri gibidir.

"Şimdi AHah'u teala yükü üzerinizden hafifleştir-di.»                                                       (Enfal: 12/66)

Bir rivayete göre maslahatta ondan daha hayırlısını ge­tiririz demektir. Bu mana daha evladır. Çünkü AHah'u Te­ala kullan için hangi şey daha çok maslahatlarına yaraşıyor­sa onu tedbir edip gönderir. O şey onlara daha hafif gelir an­lamında değildir.

Çünkü daha fazla hafif olan (kolay gelen) şeylerde mas­lahata daha fazla yaraşanın içine dahildir.

108- "Yoksa, siz evvelce Musa'ya sorulduğu gibi pey­gamberinizi sorguya çekmek mi isüyosunuz?"

Çünkü Kureyş'ler de Rasulllah'dan (s.a.v.) Safa tepesi­ni altına çevirmesini istemişlerdi. Rasulullah ta onlara:

"Hadi gidin o, sizin için İsrailoğullarının maidesi (sofra) gibidir." dedikten sonra sakinleştiler.[134]

109-  "Şimdi ey müslümanlar, Allah savaş etmek ve­ya cizye almak hususunda (size) emredinceye kadar on­ları bağışlayın ve kınamayın."

Ayette geçen (fa'fu) onları terkedin (vasfahu) yüzleriniz­le onlarla musafaha etmekten yüz çevirin. Burada (Essafhu) musafahayı bırakın anlamındadır. Tıpkı bu, (i'rad)'ın şairin şiirinde ikbal (yönelmek) manasmda olduğu gibidir.

"Ey Fatıma ölümden önce yüzünü kana donder.

Çünkü engelleme ve uzaklaşma bakımından Ölüm yeter­lidir."[135]

Yani yüzünü dönerek ona doğru yönel manasındadır.

111- "Yahudiler, cennete ancak yahudi olanlar girer ve Hristiyanlar da yine ancak hristiyan olanlar girer dediler."

 (Huden) Yani yahuden (Yahudiler) zaid olan başındaki ya harfi düşmüştür. Ahfeş'in dediğine göre (Huden) Haid ke­limesinin cemidir. Havi ve Hail'de[136] olduğu gibi.

112- "Hayır onların dedikleri gibi değil! Her kimj taat ve amelinde muvahhid bir mümin olduğu halde, kendini tamamen Allah'a teslim ederse onun için rabbi katında amelinin mükaafatı olarak cennet vardır. Onla­ra hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda olmazlar."

(Esleme vechehu lillahi)'den kasıt: Tam bir kul olarak kendini Allah'a teslim edersendir. Şu ayette de aynı mana olduğu gibi (Raculen salimen)[137] Yani halis bir adam.

Zeyd b. Amr b. Nufeyl de[138] şiirinde (seleme) kelimesi­ni halis manasında kullanmıştır:

"Üzerinde ağır kayalar taşıyan yer kürenin kendisine halisane olduğu kişiye yüzümü halis kıldım.

Ve dökülen suları taşıyan bulutların kendisine halisane olan kişiye nefsimi halis kıldım."

(Felehu ecruhu)'yu müfred getirmesi ve Fela havfun aleyhim)'i de cem getirmesinin sebebi şudur. Cümlenin ilk başında gelen (men) cins ismi olmasından dolayıdır.

Ferezdak şöyle dedi:

Siyaha çalar boz ve kül rengindeki kurt bir arkadaş de­ğildi. Tutuşan ateşimle çağırdım bana geldi.

Bana ahdedip hıyanet etmeyeceksen yaşa ki, kuyrukla ce-sed misali arkadaş olalım.[139]

115- "Hangi tarafa yönelirseniz orası Allah'a ibadet yönüdür..."

Seferde karanlık bir gecede kıble yönünü tayin etmeden takdir edilen rey üzerine namaz kılan bir gurup sahabe hak­kında nazil olmuştur.

İbni Ömer'den nakledildiğine göre seferdeyken binek üzerinde kılınan namaz hakkındadır.[140] Korku namâzıysa sa­vaşta toplanıp kılıçlarla vuruştukları zaman olur.

Bir rivayete göre bu ayet birinci kıblenin değişimini bil­diren neshin manasını pekiştirip kararlaştımak için gelmiş-_tir. Çünkü yahudiler birinci kıblenin değişmesine itirazda bu­lunduklarından ayette şöyle bir mana çıkıyormuş gibidir. Do­ğu ile batı, kendisi için bu iki cihette hiç mekanı olmayan ve her şeyi kendisine ait olan Allah içindir. Eşya ve bütün me­kanların ciheti onun içindir. Her nereye yönelirseniz o yön­le sizi Allah'a yakınlaşmış olursunuz veya bu yönle Al­lah'a iltica,edip sığınmış olursunuz. Burada fiil iftial'm (yapılışın) yerine isim de mastar yerine konulmuştur. Şairin de böylece şiirinde bu konumu ifade ettiği gibi:

"Sayamadığım sayısız günahlardan ötürü Allah'a istiğ­far diliyorum. O, kulların Rabbidir yön ve ameller ona­dır."[141]

El-Vasiu: Rahmet ve nimetin bolluğundandır.

Kulların maslahatına hangisi daha fazla yaraşıyorsa kul­larını oraya doğru yönlendirir.

116- "Doğrusu göklerde ve yerde ne varsa, hepsi onun emrine boyun eğmiştir."

Yani mahlukatlann hepsi Allah'ın tedbir ve takdiri altın­da devam edip giderler. Bu ifadenin altına iyi olan da kötü olan da konuşan da konuşmayan da yerini alır. İşte bu şu te'vili (yorumu) yapan kimseninkine uygundur. Her şey O'nun kudretine boyun eğer ve içlerinde, Allah'ın vahdani­yetinin eşsiz sanat eserine şahitlik ederler. Bu anlamı ifade eden manalar şu şiirde mevcuttur:

"Şüphesiz hareket ve sükun halinde olan herşeyde Allah için ebediyete kadar bir şahit vardır.

Onun için olan her şeyde de onun bir olduğuna delalet eden bir emmare veya ayet vardır."[142]

117- "Bir işin olmasını istese ona yalnız ol der, o da oluverir."

Bir rivayete göre o hakikatte olan emirdir. Allah azze ve celleden olan emir, sonradan var edilen ve yoktan varedilen şeylerin hepsine cami ve şamildir. Veya onu tevid. ve tertip üzere yaratır. Herşey (kun) emriyle Allah'ın riayetinde ve kabzasındadir.

Bir rivayete göre bu ifade temsil üzerine verilmiştir. Yani Kainat Allah'ın emrine her halükarda şu şekilde ken­disine denilip te itaat ediyor misalidir kun (ol) o da yekunu (oluyor) Burada başka herhangi bir ufak hareket veya itiraz olmaz.

Bu manada şair de şiirinde ifade ediyor:

"İki göz, Allah'ı duyduk ve itaat ettik dediler, tıpkı par­çalanıp delinen inci mercanlar gibi süratte gelip hazır bulun­dular."[143]

Buna benzer misallar daha çok vardır.

(Feyekunu) nun merfu gelmesi Ya mahzuf olan mubte-danın haberi olduğundandır. O da şudur: (Fehuve yeku­nu)'dur.

Ya da atıf üzere olduğundandır. (Kün) kelimesi lafzi Olarak emirdir. Lakin haber manas nidadır. Şu kavide oldu­ğu gibi (Esmi bihi) yani ma esmauhu (duyduğum o şey) tak­diri şöyledir. Ona şöyle denilir. (Yekun) ol, o da (Feye-kun) oluverir. Bunu emrin cevabı üzerine hamletmek caiz de­ğildir. Çünkü emir ve cevapta şart ve ceza vardır.

Bundan dolayı burada emir ve cevapta (in) mukadder­dir. Oysaki bu durum (Kun feyekunda) mevcut değildir. Zira burada emrin cevabı emrin dışında bir şeydir ki bu şu sözün gibi değildir, (zurni fe ekrimeke) burada takdir edi­len bir (in) ile beni ziyaret edersen sana İkramda bulunurum ifadesi çıkar. (Kun feyekun) vahidtir (birdir). Çünkü var ola­nın oluşu onunla emredilenin kendisidir.

Kesai, (Feyekune) şeklinde nasb ile okur. Nahl ve Ya­sin[144] surelerinde bu durum, (fa) ile gelen cevabın emri üze­rinde değildir. Lakin şu ayetler üzerine atfedilmektedir.

"En nekule."                                         (Nahl: 16/40)

"En yekule."                                        (Yasin: 36/82)

118- "Yahut sen bize bir alamet getirseydin ya dedi­ler."

Müşrik ve kitap ehlinin cahillerinin istedikleri bu alamet kendilerinin maslahatına olduğundan getirilmedi veya gön­derilmedi.

Veya onların ayet getirildikten sonra tekrar buna isyan edip (asi olup) helak ve ifsad olmalarına sebebiyet verece­ğinden gönderilmedi.

Veya daha önce Semud kavminin yaptığı gibi bunların da yalan dolan üzerinde ısrar edeceklerinden dolayı ayet geti­rilmedi veya ne olacağı bakımından Allah'tan başka kimse bilmez.

124- "Hatırlayın ki bir vakit İbrahim'i, Rabbi bir takım kelimelerle emir ve yasaklarla imtihan etti. İbra­him o kelimeleri tamamen yerine getirdi."

Burada ibtilanın hakikati olan El-îhtibar'dır. Allah'tan olan mecazı şöyledir: (Deneme-tücrübe etme) İnsan üzeri­ne meşakkatli olan teklif veya emirleri yapmakla sevaba na­il olması içindir. Biribirmize teklif ettiğimiz sorumluluk verdiğimiz çoğu şeyler ihtibar (deneme) ve imtihan üzeri­ne cari olduğundan, AUah'u teala da bize o şeyde birbirimi­zi anlayabileceğimiz bir hitapla o konumda bize hitab etmiş­tir.[145]

Ebu Bekir Razi[146] şöyle demiş: "Allah'u Teala'nın bize emir buyurduğu şeylerde, imtihan edilen ve denemeden ge­çirilene yapılan muamele gibi muamele etmesi ve bizi bilen ve haberdar olan şeklinde muamele etmemesi adalettendir. Öyle ki onun vereceği ceza veya mükafat amellerimize gö­re olsun ve onun hakkımıza olan ilmi dahilinde olmasın."

İbrahim (a.s.)'in imtihana çekildiği o kelimeler Sunenu'l-Asr'dır (on sünnet veya yol).

Bunlardan beşi cesed'te beşi de sadece başın kendisin-dedir.[147]

Bir rivayete göre bu imtihan hac menasikleriyledir.[148] Bir rivayete göre imtihan Allah'ın vahdaniyetine delalet etmek istediği zaman yıldızlarlaydı.[149] Bir rivayete göre vatanın­dan hicret etmekte misafirleri yedirip içmekle mâlda[150] ço­cuğunu kurban etmekle kurbanda ve ateşle bedendeydi bu imtihan.

125- "Ve o vakit kıbleyi insanlar için bir sevap ve emniyet yeri yapmıştık."

Peltek şeyle ayette (mesabeten) sevap yeri manasındadır. Bir rivayete göre merci ve dönüş yeri (masiren)'dir. Kelime­nin aslı (mesvebeten)'dir Mef'ale veznindedir. Döndüğü zaman manasında olan (sabe, yasubu)'dan türemiştir.

Bundan dolayı Allah'u Teaia, uzak ve kolaylıkla geline­cek yerlerden gelebilecek insanların kalbinde Beytullah'ın ve haccın ta'zimini kalplerinde karar kılmıştır. Ve daha oraya tekrar tekrar dönüp gelmeyi ve her seneden sonra yi­ne hacca gelip gitmeyi karar kılmıştır. O insanların kalple­rinden.

Şair de şiirinde (Mesabeten) kelimesini yukarıdaki anlam­da kullanmıştır.

"Bütün kabilelerin karar yeridir.

Öyle ki yumuşak bir seyirle oraya yönelirler."[151]

Ayette geçen (emnen) kelimesi zorba ve despotların o-raya musallat olması ve hacıların Ka'be'den geri çevril­mesi veya alıkonulması bakımından emniyet yeri kılınmış­tır manasındadır.

Bir rivayet göre korkup Ka'be'ye sığınıp iltica edenler için emniyet kılınmıştır, demektir. Bu adet cahüiyedede ve îslamda, kabeye sığman insan ve diğer şeylerin emniyet ve güvende olduğunu ve adeta dokunulmazlığının olduğu­nu bilirlerdi.

Ferazdak ta şiirinde bu manaları ifade ediyor:

"Ona haber gelmedimi ki ben develerimi Mekke'nin et­rafındaki yumuşak misvak ağaçlarının arasında bıraktım orada bağlı olup misvak ağaçlarının arasında yayılıyor. De­venin palanı veya göç yükü Mekke'de bırakılmış ve ha­remlere sığınmış haldedir. Bırak beni sağ olduğum sürece, beytu'I-haram'da mukim olan, göçebe olmayan güvercin ola­yım.[152]

Kuseyr de şiirinde bu manaları ifade eder şekilde kullan­mıştır:

"Allah'ın hamdıyla biz onun kitabını, bu yere girmek ki maharim yerlerine girmek içiiı okuyoruz. Öyle ki burada gü­vercin korkudan, ürkmekten emindir ve sakindir. Zira bura­da (Harem'de) düşmanı barış yapan bir arkadaş dost gibi­dir."[153]

"Ey müminler siz de İbrahim'in makamından kendi­nize bir namazgah edinin."

(Vettehizu) nun üzerindeki (vav) harfi "biz bir vakit beyti (kıbleyi) sevap yeri yapmıştık." Ayetin ifadesinin manası üzerine atftır. Çünkü bu mana oraya yönelip kendi­nize bir yer edinin ve sevap alın manasını içeriyor.

"Makam-ı İbrahim" Hasan'dan nakledildiğine göre İbrahim (a.s.)'m ayak izinin olduğu yerdir. İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Haccm hepsi külliyen makamı İbra­him'dir.

126- "Ve ahalisinden Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandir!"

Allah'u Teala İbrahim (a.s.)'ı insanlara imam kılıp ve zür-riyetininde bulunduğu minval üzerinde olmasını talep etti­ği sırada bu duayı yapmıştır. Bu taleb üzerine Allah'u Te­ala:

"Zalimlerden olan kimseler benim ahdime nail ol­mazlar" dedi."

Bu durum İbralim (a.s.) için isteyiş veya duada bir talim dersi ve ondan ibret olabileceği bir te'dib (terbiye etme ve­ya olma) olduğu ve duayla da sadece müminleri tahsis etti.

128- "Ey Rabbimiz bizi sana teslim ve ihlas sahibi kılmakta sabit kıl."

Yani onunla islam üzere sabit kalacağımız başarı ve tevfikin devamını bize sabit kıl.

Bir rivayete göre teslimden murad nefsin teslimiyeti ve Allah için yapılan amelin ihlasidır.

"Kusurlarımızı affedip tevbelerimizi kabul buyur."

(Ve tub aleyna)'dan kasıt: Allah'ı ikrar edip istemediği şeylere karşı bizi şuurlandır ki onlardan uzak duralım veya sakınalım.

Bir rivayete göreve cümle: Sünnet (yol, yardım) ve ta'lim üzere gelmişti İbrahim ve İsmail (a. s.) bu iki şeyle iktida (uy­ma) edip gitsinler.

129-  "Ey Rabbimiz, soyumuzdan gelen müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder ki."

Manası şudur: Zürriyetinde müslüman olmasını istediği kimseler Muhammed (s.a.v.)'in ümmetidir. (Rasulan)'den kasıt: Müfessirlerin ittifakına göre Muhammed (s.a.v.)'dir. Bundandolayı Rasulullah (s.a.v.) hadiste şöyle buyurmuş:

"Ben babam İbrahim'in duasına ve kadeşim İsa'nın müjdesine nail olan biriyim."[154]

130- "Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in di­niden yüz çevirir."

İbnu'l-A'rabi[155] şöyle demiş:

"Sefuher ra çulu yesfehu sefaheten ve sefahen: Adam ca­hil oldu manasındadır. Sefihe nefsehu yesfehuha: Kendini bilmez ve nefsini cahil yapan kimsedir.

Şair de sefihe kelimesini nefsini cahil bırakmanın anla­mında kullanmıştır:

"Heyhat Ümeyye kendi görüşünü sefih bırakıp cahilleş-tirdi. Onların halim olanları sefih oldu."[156]

İki kelime de ref 'a konumundadır. Ferra (nefseh) kelime­sinin şu minval üzere nasbolduğunu söylemiştir. Şüphesiz bu kelamı temyiz'e benzerlik (teşbih) yönü üzerinedir. Şu ayette olduğu gibi:

"Fein tibne lekum an şey'in minhu nefsen." (Nisa: 4/4)

Züccac bu durumu kabullenmeyip şöyle demiş Temyi­zin[157] Tarif olma ihtimali yoktur izafe zaten nefsi tarif etmiş Ferra'yi şu sey için mazur görmüş. İzafede infisal mukad­derdir. Tıpkı şu sözde olduğu gibi:

"Merertu bİ raculin mislik: yani mislin leke."

Ebu Ubeyde (sefihe nefsehu) hakkında şöyle demiş o nef­sini helak ve zelil etti.[158]

Kays b. Asım'ın şiirinde de (sefihe) aynı anlamda kullanılmış:

"Şarabı güzel gördüm ama onda iyi adamı ifsat eden özellikler vardır. Hayır vallahi hayatım boyunca şarabı iç­meyeceğim ve onun için hem kadeh olan bir arkadaş çağır­mayacağım. Ona olan tutkunluk ters döndüğü zaman halim olan adamı sefih bırakan hasletleri kalkmış olunur."

Züccac manasının sefihe fi nefsihi olduğunu söylemiş. Burada eğer (fi) harfi hazfedilirse, cer harfinin çıkarılmasıy­la isim nasbedilmiş olur. Ayette olduğu gibi:

"En testerdiu evladekum."               (Bakara: 2/233)

Yani li evladikum (çocuklarınız için):

"Vela ta'zim ukdete'n-nikah."           (Bakara: 2/235)

Yani aleyha. Şair de bu kurala göre şiirinde dile getirmiş:

"Eti pişmeden misafire sepiler ve tencerede pişip, olgunlaşınca ikram ederiz."[159]

Yani Bil-laahmi (etle) bu görüşlerin en isabetlisi ve gü­zel olanı sefine nefsehu'nun ceheleha manasında olanıdır.

Çünkü fiil başka bir manada olduğu zaman arap genişle­tilmiş olur, bir kelimeyi diğerinin yerine koymuş olur ayet­te olduğu gibi:

"Batiret maişetha."                            (Kassas: 28/58)

Yani sahataha.

Çünkü batire (azgınlaşan) olan kişi nimetin kıymetini bilmeyip azimsar ve zevale doğru götürür.

Eğer sen fiil olmayan mastar'ın kısımlarına bakarsan mas­tarın fiil manasında olduğunu görürsün şu misalde olduğu gibi.,. "Ve in şi'tum teavezna avazen[160]

"Ve tebettel ileyhitebtila."            (Muzemmil: 73/8)

Nabiğetu'l-ca'di de bu meanda bir şiir söylemiştir.

"Kuşeyroğullan benden razı olduğu zaman, Allah'ın varlığına yemin olsun ki onların rızasî benim beğenimi ka­zanır, hoşuma gider."[161]

Yani (iza radiyyet anni) benden razı olduğu zaman. Çün­kü ondan razı olduğu zaman onu sever ve ona yönelir.

Başka şiirde şöyle dile getirilmiş:

"Kişi sevgisini muhabbetini bana gösterdiği zaman ve ge­ri dönerse, dönmesiyle sevgim ondan sadrolmaz."[162]

Yani, vella anni (benden yüz çevirdi). Lakin ondan yüz çevirdiği zaman onun aleyhinde olmuş olur ve ona birşey kalmamış olur.

Tay kabilesine mensub bazıları iki dağlarından biri hak­kında şiirde şöyle dile getirmişler:

"Bulutlardan gasbolunan, yükselen ve delen bir annemi­ze sığmıyoruz."[163]

Şüphesiz ona sığman kimse onda olmuş olur.

Böylelikle nefsini sefih yapan da, kendi nefsini kendini bilmeze sevkeder."Sefihe nefsehu" cehile nefsehu misali üzerine gelmiştir.

133- "Yoksa siz orada hazır mıydınız?"

Ayette geçen (em) harfinin manası cahd (inkar)'tır. Tak-diriyse sınaidir, munkatıdır (gayri tabii veya yapmacık). Munkatı olan kelamın munkatı olması için ondan önce onunla ilgili kelamın geçmesi gerekir. Böyle olduğu za­man (bel ve istifham elifi) manasında gelir. Sanki şöyle denilmiş gibidir. (Bel Ekuntum) bilakis siz miydiniz?

Ayetteki mana şudur. Ya'kub'un ölüm anında siz şahit değildiniz. Ya'kub (a.s.) yahudilik hakkında şöyle vasiyet etmişti. Yahudiliği (akidesini) peygamberlerime isnat veya atfetmeyin. Şüphesiz onların hepsi hanif dini üzerinedirler.

135- "Habimim sen de ki hayır siz, bir hak üzere bu­lunan İbrahim'in dinindeydiniz."

El-Hanef aslı ayaklara doğru meyletmek veya eğilmek­tir. Baş parmaklardan her biri diğerine doğru meyleder.

Bir rivayete göre (Hanef)'in âsü istikamettir.

Ömer (r.a.) bu manada şiir de getirmiştir. .

"Allah-u teala kalbimi İslam'a ve hanif dinine hidayet et­tiği zaman Allah'a hamd ettim.[164]

Ummu Halef baş parmağı oynatıp şöyle diyordu:

Vallahi onun ayağındaki baş parmak eğimi ve bacağın­daki dikkatilik incelik olmasaydı, gençlerinizden hiç biri onun gibi olmazdı.[165]

İki başparmağın kıvnhp eğrilmesi Ahnef diye tanımla­nır. Bu ya selbi bir yol veya kural üzerinedir. Tıpkı Temrid,[166]

Takziye işkau[167] ve 'i'tab[168] gibi manalarının selbedilmesi ve izale edilmesi gibidir.

Ya da zıddıyla nakledilme yolu üzerinedir. Tıpkı (muh-likete)'ye El-Mefaze (el-lediğa)'da Es-selim denildiği gibi.

140- "Ve torunları."

Müberrid'in görüşüne göre (Es-Sıbt) subite aleyhi'l-atae (kendisine bağış verilen) manasındadır. Yani çoğalıp biribiri ardınca olmasıdır.[169] Sanki bu (Basate ve kesu-re)*nin maklubudur. Bu iki kelime de çokluk anlamındadır.

Buda en büyük iştikak'ın yoludur. O da kelime manaları­nın terkiblerinin ihtilaflına rucu edilmesidir. Mesela sülasi-de: Altı kalıp üzerine tek asıl ve tek maddeye tasrif yaptığın zaman.

137- "Sizin imanınız gibi iman ederlerse."

Bir rivayete göre (bi mislide) ki ba harfi zaidtir.

Yani "misle imanikum." Bir rivayete göre (misi) kelime­si zaidtir.Yani fe inamenu bima amentum: Sizin iman etti­ğinizle iman ederlerse İbni Mes'ud ve İbni Abbas'ın[170] Kur'an nüshalarında böyle yazılıdır.

Çünkü Allah için misi yoktur. Murad Allah'a olan iman­dır. Ancak araplar te'kid için bu gibi durumlarda (misi) getirirler. Mesela adam şöyle der: "Misli la yefalu haza Ya­ni Ene laef'aluhu. Yani ben onu yapmam (Benim gibiler bu­nu yapmaz)."

"Eğer yüz çevirirlerse size karşı ayrılık ve düşmanlık üzeredirler."

Eş-şikak: İhtilaf ve ayrılıktır. Zira muhalif olan herkes ar­kadaşından farklı bir yön üzeredir. Ve ayrıldığı yönüyle arka­daşını yalnızlığına terkeder.

138- "Ey mü'minler deyiniz ki: "Biz Allah'ın boyası­na (dinine) girmişiz."

Sıbğatellahi Allah'ın dini demektir. Sanki müslümanda zahir olan şey taharetin, temizliğin nurundan ve ibadetin gü­zellik ve sürurundandır.

Bununla beraber zühdlük boyanma esnasında bir şeyde zahir olan renge benzer.

"Allah tarafından olan bir boyanmadan (dinden) da­ha güzel boyanma kimin olabilir."

Bu durum İslam'dan olan bazı özellik ve keyfiyetlerin diğer din veya şeriatler üzerine faziletli kılınması bakımındandır.

Şairin şiirinde belirttiği gibi:

"Günün devletlerine göz attığında, sizin devletiniz san­ki diğer dinler arasında islam dini gibidir."[171]

143- "Orta bir ümmet..."

Yani mu'tedil. Ve bütün işleriniz mutedil kılınmıştır. İfrat ve tefrit yoktur. Bir rivayete göre hayırlı orta (mutedil) bir ümmet.

Ebu Necm şöyle demiş:

"Sanki onu ağlattılar gibi, onun kıyısı (yanı) uzaktan yakınını gösteriyor.

Oranın en sonuna da gitsen ortasından bir taş bulamaz­sın."[172]

"Bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hak şahidi olasınız..."

Yani Muhammed'in tebliği hakkında ehli kitab üzerine hak şahidliğidir.

Bir rivayete göre, bütün peygamberlerin tebliği hakkın­da peygamberden doğruyu işittiğiniz gibi.

Bir rivayete göre, hüccetin beyanı ve delaletin zuhur et­mesi bakımından olan bir şehadettir. Yani insanlara hakki-açıklayacaksınız ki sizin kavi ve icmanız her vakitte herke­sin üzerinde hüccet olsun. Bunu da şu ayet açıklamaktadır:

"Peygamberden sizin üzerinize şahit olsun."

Bundan dolayı şehadet kelimesini isimlendirme bumr.ı açık delilidir. Bundan dolayıdır ki birincisinin te'vili de buna dahildir. Çünkü insanlara hakkı anlattıkları zaman kı­yamet gününde açıkladıkları bu hakkı kabul edenlere de ve red edenlere de şahidlik edecekler. Ve tıpkı dünyadaki şa­hidin şahidlik yaptığı şeyin sorumluluğunu yüklenip daha sonra hakimin önünden gidip bu sorumluluğunu eda et­mekle şahitlik yaptığı gibidir.

"Ancak Rasulüne uyanlarla geri dönen arasını ayır-detmek için."

Bu ifadenin te'vil ve yorumu daha önce şu ayeti celilede geçmişti.

124- "Hatırlayın ki bir vakit İbrahim'i, Rabbi bir takım kelimelerle imtihan etti."

Bir rivayete göre ancak Rasul ve hizbimizin bilmesi için manasındadır. Tıpkı bena'I-emiru, veceba'l-veziru, deyili-şi gibidir.

Bir rivayete göre manası: Ancak görmemiz için anlamın­dadır. Burada ilim görme makamında kullanılmıştır. Tıpkı görmenin de ilmin makamında kullanıldığı gibi. Fil suresi­nin şu ayetinde olduğu gibi (elemtera) bilmek manasında kul­lanılmıştır:

"Rabbinin fil ashabına nasıl yaptığını bilmiyormusun?

(Fil: 105/1)

Rasulullah'ın (s.a.v.) doğumu fil vakıasından elli yıl sonra olmuştur.

Bir rivayete göre bu ifade bilmeyen kimseler için hitabın taltifi üzerinedir.

Bu şu söze benzer "Altının erimesini kabul etmeyen kimselere (altının eriyip erimediğini bilmesi için) ateşin üzerine üfürsün gibidir. (Bilmesi bakımından bu hareket onlar için taltif konumundadır). Kuseyr de şiirinde bu ma­naları ifade eder şekilde kullanmıştır:

"Gel adaletli ol bakalım bilinsin ki hangimiz evdekilere düşmanlık üzere ve uzak ve yakındır. İçmekle gözlerine gömgöklük mü isabet etti? Aktığını ibret olsun diye bırak-saydı inmeye devam ederdi. Yahut sürme çekmek için alış­tırma yapması zahir olduğu zaman gamı kederi tecelli eden şaşkın şaşkın dönen midir?"[173]

Bir rivayete göre mana bildiğimiz gibi var olandır (mev­cuttur), olması içindir. Çünkü mevcut olan Allah azze ve cellenin malumu olanına muhalefet etmez. Mevcut olanın ma­luma taalluku sebeb olanın sebebe taallukundan daha sıkı­dır.

144- "Yüzünün yöğe doğru aranıp durduğunu görü­yoruz."

Bunun sebebi Allah'u Teala'nın Rasulullah'a (s.a.v.) Beytu'l-Makdis'te[174] olan kıble yönünün değiştirileceğini haber vermesindendir.

O da vahy'in gelişini iştiyakla beklediğinden yüzünü göğe doğru çevirip duruyordu. Bu, hevasını gerçekleştirip tatmin etmek ve tabi olmak için değil, bilakis vakii olan ger­çek bir şey içindi. Bu şey Rasulullah'm (s.a.v.) yanında ar­zu ettiği veya ikrar ettiği şeyler değil, aksine emredildiği şey­lerde hayır ve iyiliğin yakinen ve kesin olarak bildiği zaman­larda olurdu.

îbni Abbas'tan nakledildiğine göre Rasulullah'm (s.a.v.) Kabe'ye yönelmeyi sevmesi nefis ve nevasından değil, ve-lakin araplann kıblesi olduğundandı. Ka'be'ye yönelmek­le arapların imana davet edilip kabullenmeleri bakımından çağın özelikleri ve çeşitleri de çoğalıyordu. Yahudi ve mü­nafıkların safları da onlardan ayırdedilip ortaya çıkıyordu. Ancak kendisi sadece yüzünü çeviriyordu. Henüz buna kimseyi çağırıp davet etmiyordu. Çünkü peygamberler, an­cak kendilerine izin verildikten sonra davet edip çağırırlar ki onların davet edip çağırdıkları şey, kavimlerin maslahat yönüne ters düşüp fitneye sebeb olduğu zaman peygambe­rin reddedilmemden içindir.

"Şimdi yüzünü mescidi haram tarafına çevir."

Mescidi Haram Ka'be'dir. Ayetteki ifade (şatre)'dir ya­rım anlamındadır. Zira Ka'be yer olarak Mescid-i Hara-m'ın, her yönden tam yarisındadır.

148- "Her ümmetin doğrulduğu bir kıblesi vardır."

Hasan'dan nakledildiğine göre "vichetun minhac" (me-tod-usul) ve şeriat manasindadır. Başkasından nakledildiği­ne göre "vichetun" Kıble manasındadır. Şüphesiz dinler ehlinden her fırkanın veya yeryüzünün doğusunda ve batı­sında mü slü manlardan her beldenin ehli için kıbleye doğru dönme veya yönelme yönü vardır. (Festebiku'l-hayrat) aye­ti de bu yapılan te'vili daha güzel açıklıyor.

Ayette geçen "huve muvelliha" mevlasma yöneldiği ve oraya dönmeyi kastettiği manasındadır.

 (Huve)'deki zamir Allah'u Teala'dır. Yani (AJlah'u mu-velliha iyyahu). Ka'be'ye doğru yönlendiriyor manasında-dır. Bir rivayete göre (muveJli ileyha) (muvelli anha)'nın zıd­dı üzerinedir. Zamir ise hepsi içindir. (Ve Fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harami)'dakinin tekrar edilmesi kıblenin tahvil emrinin te'kidi içindir. Ki bu esnada müşrik ve yahu-diler panik çıkarıp münakaşa ettiler, istedikleri yöne veya is­tediklerini yine yapmaya devam ettiler.[175]

150- "Yahudi veya müşrikler için aleyhinizde bir hüccet olmasın."

Yani kıblenizin Ka'be'ye doğru çevrilmesi Tevrat'ta ojanın hilafına olmasın.

"Ancak onlardan nefislerine zulmedenler müstesna'

Yani o emri gizlemekle size zulmedenlerdir. Bir rivaye­te göre buradaki istisna edatı munkatı olup (lakin) manasm-dadır. Yani zulmedenler, şüpheyi asıl hüccetin yerine koy­uyorlar şu ayet buna işaret ediyor:

"Onların o olay hakkında hiçbir bilgileri yoktur. An­cak zanna tabi olurlar."                           (Nisa: 4/157)

Yani onlar zanna tabi oluyorlar ve bu konuda hiç bir bilgileri de yoktur.

Huzeli şöyle dedi:

Dumnetu'nun manasını sana unutturdu da tahrik mi et­ti, oysa Havle'nin onda hadis ve kadim olan evlerin kalın­tı ve izleri vardır. Eğer bu geçti gittiyse ve onun mezarı dağıldıysa lakin ben ondan üstün ve şerefli olacağım."[176]

Yani: Lakİnneni eteazza anha.

Ebu Ubeyde'ye göre manası: İnsanların sizin aleyhinize bir hüccetleri olmaması için, aynı zamanda zulmedenlerin de olmaması için burada (illa) edatı vav manasındadır. Bu mana bir şiirde de dile getirilmiştir.

"Her kardeşten ayrılan, uzaklaşan onun kardeşi olursa ba­banın hayatına yemin olsun ki ancak kutup yıldızı olur."[177]

Kutrub'un dediğine göre manası: "İlla alellezine zalemu" dur. Cümlede (Ala) hazfedilmiştir.

154- "Bilakis onlar diridirler."

Ebu Bekir Razı bu konuda iki görüş belirtmiştir:

1- Buradan murad, onların ruhlarının diriliğidir. Çünkü gerçek ve hakiki hayat, üst üste yoğun hücrelerle meydana gelmiş cesede konulan ve latif bir cisim (dumanımsı veya havamsı) olan ruh içindir, işte o ruh hakikat üzerine bina edilen insandır. Cesed ise gerçekte ruh için bir kap ve koru­nacak, muhafaza edilecek yerdir.

2- Şühesiz Allah'u Teala insanların ölüm ve katledilme­sinden sonra canlılık bünyesinin yapılışına veya yaptığı şe­ye uygun olarak onun nimetlere müstehak olmasını veya aza­ba müstehak olmasını sağlamak için ya illiyyinlerden (nimet verilip cennete koyulan) ya da siccinlerden azap ehlinden ol­ması için onlara bazı şeyler lütfeder.[178]

Bu kavi ehli İslam'ın mezhebine daha çok benziyor. Bi­rinci görüş daha öncekilerin mezhebine göreydi. Çünkü canlılık veren ruh müccerred olarak kendi başına herhangi bir canlılık's ağlamaz. Çünkü rüzgar ve hava cinsinden iba­rettir.

Zira hava, canlılık bünyesine girdiği zaman ve herhan­gi bir boşluktan açıklık bulduğu yerden girip cismin her ta­rafına yayıldığında ve zihinsel olarak kalbin etrafında dola­şan bu rutubet veya havaya ruh denilir. Bundan dolayıdır ki, Allah'u Teala ruhu, nafha (üfrülüş) ve kabz diye nitelendir­miştir.

Sahih olan ise, Allah'u Tela'nm şehidin bazı parçaları­nı ve bunun gibi Allah'ın sevabına, kerametine mazhar olanları da diriltmesidir. Ve onlara nimetin bir tarafı ulaşır.

Ki bu hal de insanın kanepeler üzerinde huzur ve suku-ngt içinde güzel bir bahçede seher yelinin üzerine estiği ve gül kokularının üzerine saçıldığı bir halde yatışına benzer. Hadisi şerifte de belirtildiği gibi:

"Onun için gözlerinin görebildiği kadar nimetlerin gö­ründüğü bir kapı açılır ve daha sonra 'hadi bakalım gelin ve damadın uyuduğu gibi uyu.' denilir."[179]

158- "Allah'ın alametlerindedir."

Yani dinin öğretileri ve şeriatın belli başlı alametlerin-dendir. Şaartu'dandır: Bildim (alimtu) manasındadır. İş'aru'1-hady de (Kurban) bu alametlerdendir. Yani bilinme­si için.

"Yine Safa ile Merve'yi tavaf etmesinde bir sakınca yoktur."

Safa ile Merve arasındaki sa'yin ibadet olmasıyla bera­ber bunu zikretmesindeki gaye ise daha önce Safa ve Mer-ve'nin iki putun yeri olmasından dolayıdır. Bu putların adı İsaf ve Naile'ydi Ebu Talib'in de dediği gibi müşrikler da­ha önce bu iki putu tavaf ediyorlardı:

"Eş'arüer bineklerini sellerin taşkın olduğu yerde İsaf ve Naile'de çökertiyorlar."[180]

İşte bu iki putun burada olması hasebiyle müslümanlar burayı tavaf etmekle bir günah olacağını zannettiklerinden dolayı vurgulanmıştır.

Bir rivayete göre manası şudur: "Safa ve Merve hac me-nasiklerinden olduğundan dolayıdır. Ve Hac menasiklerin-den olmayan diğer yerlerin tavaf edilmesinin bid'at olduğu gibi Safa ve Merve'yi tavaf bid'at değildir.

"Muhakkak Allah şakirdir."

Yani mükafatı verir. Çünkü amelin mukabilinde verilen mükafat veya ceza nimet mukabilinde yapılan şükür gibidir.

164- "Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, ge­ceyle gündüzün arka arkaya gelişinde."

Yani bunlardan her biri takib etme ve nöbet değişimi ba­kımından birbiri arkasında gelirler.

Bir rivayete göre murad edilen ihtilaf, karanlık ve nurluluk (aydınlık) bakımından olan ve Tul (uzunluk) ile kasr

(kısalık) bakımından olan itidalliktir. Bunlardan her biri takdir edilen kadere göre ne fazla ne de eksik akıp giderler.

 El-Fulk (gemi) Her ne kadar yaratıkların yapılan sanat eseri de olsa yine terkibi Kur'an'da olan diğer delillerden yapısal bakımdan muhteliftir. Buna rağmen onun Allah’ın vahdaniyetine delalet etmesi şu bakımındandır. Eğer Allah'u Teala Fulku (gemiyi) ve onun yapıldığı alet­leri bizım için yaratıp bize öğretmeseydi denize girip açılmak imkansız olurdu ve de istenilen menfaatler elde edilmez ve çeşitli bölge ve mnıtıkalara gidiş geliş sağlanamazdı. Hakeza eğer Allah'u Teala suların rikkat, yumuşaklık ve akıcılığını sağlamamış olsaydı gemilerde denizde yürümeyecekti.Yumuşak esen ve gemiye sürat veren rüzgarlar olmasaydı gemiler surat alamazdı.

Eğer çeşitli yönlerden esmiş olsaydı gemi sağlıklı seyrine devam edemezdi. Eğer Allah'u Teala kalperin üzerine sabır sebat vererek cesur kılmasaydı, zayıf yaratıklar, kuvvetli ve büyük yaratıklardan ibret almazdı.

İşte bu zayıf yaratıklar: ud(asa,odun,direk)üzerinde veya içinde olan  kurtçuktur ki ölümün olduğu helak ve düf-fa’nın[181]imaretinde yer alır. Fulk (gemi)'te şöyle bir fayda daha vardır.Gemiye binen yolcuların tümü de şu olacağı müşahada ederler.Fırtınalar çeşitli yönlerden estiği, bulutlar karanlığa boğduğu zaman yapılan ve alınan bütün tedbirler boşa çıkmış olur ve artık yapılacak bütün şeyler faydasız olmuş olur. Eğer onların yaptığı dua kabul edilirse geminin yelkenkerinin veya direklerinin üzerinden kurtuluş alameti olarak hiç şaşmayan kocaman bir yıldız belirir ve geminin kurtuluş muştusunu veya müjdesini verir ve her ne kadar onlar dalgaların hak’ında da[182] olsalar.

165- "Vaktinde görecekleri azabı bilselerdi."

Burada (Ley) harfinden sonra arzu ettiği bir emir veya korkutup cevaba vasıl olmayan bir emir olgu varid olduğu zaman olabilecek bütün ihtimaller göz önünde bulundurul­sun ve ona göre düşünülsün buna benzer bir misali de şiir­de yer almıştır.

"Eğer sizden biri ikamete hak kazansaydı her ne kadar se­rap gibi hayal ettiğiniz şey gelip geçen mal mülk te olsa ika­met ederdi. Lakin her ne kadar bu olsa da sizden hiçbiri ika­meti haketmemiştir."[183]

Şu şiirde de aynı manalar ifade edilmiştir.

"Ey Rudeyna eğer sen yarını müşahade etseydin, iç içe girdiğimiz şeylere gelirdin kardeş olurduk. Ebu Amr'a bir elçi gönderdik: O da dedi ki aynı olarak kavme hiç bir şey nimetlerden verilmesin."[184]

168- "Şeytanın izini takip etmeyin."

Yani amel ve vesveselerini, bir rivayete göre adımların atılmasıdır.

170- "Ya ataları bir şey anlayamaz ve doğuyu seçemez idiyselerde mi?"

Burada Elif müşrikler için tevbih (korkutma, azarlama) için istifham suretinde yapılmıştır.

171- "Kur'an'a imanmayan."

Kafirler çobanın hayvanlarına benzerler, çobanın sözü­nü anlamazlar.

Yani kafirleri Allah'a çağıran davetçinin misali çağırıp ta çağrısını duymayanın durumuna benzer. Ve Harisi'nin de şiirinde ifade ettiğine benzer:

"Diyarların üzerinde durdum, benimle konuştu genç di­şi deve göz yaşlarının akmasına mani olamadı."[185]

Genç dişi deveye binen.

Bir rivayete göre manası kalb üzerinedir. Çünkü mana hu-ve'1-men'uki bihi'dir. Burada her ne kadar (naile) lafzı şu ayetteki gibi de olsa (Ietenuu bilusbeti)[186] Sonra da (El-Us-betu tenuu biha)'dır. Lakin her iki konumda da mana gayet açıktır.

Bir rivayete göre (Naik) kafirlerin kendi ilahlarım çağır­ma, duymamaları misalidir. Çünkü (en-Neik) çobanın koyun sürüsünü çağırıp bağırdığı sestir. Bu da zem için bir sıfat ol­duğundan kafirler buna daha layıktır.

Şairin de şiirinde belirttiği gibi:

"Ey Cerir! Koyunlarına seslen. Zira senin kendi nefsine boşlukta minnet etmen boş ve sapıklıktır.

Senin kendi nefsine olan minnetin Darım gibi olman veya hacip ve deve yularının ölçüsünde olmandır."[187]

173- "Allah ancak size boğazlanmaksızın ölmüş ola­nı kesin olarak haram kıldı."

Ayette geçen (meyteten)'nin nasbedilmesi (innema)'da ki kaffeten (umum) manası üzerine olunmuştur.

(Innema) harfi zikredilen şey için ispat, bunun dışında ka­lan şeyler için de nefy'dir. (EI-Kavlu maharremellahu Aley-kum illa keza) (İnne)'nin tahkik için olduğuna delalet edi­yor. (ma)'nın da neyf için olduğuna delalet ediyor. (İnne) bir şeyin tahakkukunu yapar (ma) da bunun dışında kalan şey­leri nefyeder.

"Ve Allah'tan başkası için kesilenleri haram kıldı."

El-İhlal: Dua esnasında sesin kaldırılışıdır.

Şair de şiirde (ihlal)'ı bu manada kullanmıştır.

"Düz ve katı yerde yüksek sesle bağıran yolcular tıpkı umre yaparken dua anında yüksek ses çıkaranlar gibidir."[188]

Nabiğa da şöyle dile getirmiş:

"Yahut sedef türü incidir, iner çıkarmak için suya dalan dalgıçlar sevinçlidir, ne zaman ki onu görürse yüksek ses­le bağırır ve secde eder."[189]

Ayette geçen (ğayre bağin) imama bağilik yapmayan (vela adin) ise haram olan seferilerdir. Bu da zayıf bir gö­rüştür. Zira helal olan sefer ne ölü olan leş etini ne de zaru­rette bunu mubah kılar. Sefer halinde olmayan mukim bir ya­şam ortamında mubah kılar. Çünkü leş eti zorluğa düşen i-çin kanı akıtılarak kesilip yenilen hayvanın eti gibidir. Ve sonra bağinin (zorluğa düşen) kesilmiş hayvanın etini yeme­si adil olan gibidir. Zira zorluğa düşenin nefisini helak ol­maktan ve telef olmaktan koruması gerekir.

175- "Onlar ateşe ne de sabırlıdır."

Onları ateşe götürecek amelleri yapmaya götüren şey nedir?

Ferra, Yemen kadısından şöyle bir olay anlatır. Mahke­meye gelen iki hasımdan (davacı) biri yemin ederek diğer hasmına şöyle demiş: Ma esbereke Alallah?![190](Seni Allah'a yemin ettiren nedir?)

Müberrid şöyle der: Ayetteki ifade istifham üzerine bi­na edilmiştir. Kafirler için tevbih (azarlama-korkutma), bi­zim için de onların cesaretle ateşe doğru gitmeleri üzerine bir taaccub misalidir.

177- "Velakin iyilik Allah'a iman etmektir."

Yani Velakin iyilik Allah'a iman etme iyiliğidir.

Nabiğa nın da şiirinde belirttiği gibi

"Ben korktum, ta ki zilmata retil akil'de dağın sarp ye­rine geldiğimde kum daha da fazlalaştı."[191]

Yani Vali'nin (Dağın sarp yeri) korkusudur.

Bir rivayete göre ayettekinin takdiri velakin zalbir'dir şu ayette olduğu gibi

"Hum derecatun"                        (Ali İnıran 3/163)

Yani zevu derecatin (derece sahipleri) İki görüş ye her ne kadar muzaafın hazf edilişi üzerine yoğunlaşıyorsa da birin­ci görüş daha iyidir. Çünkü muzafm hıfz edilişi ittisa'dan (genişlik) bir misaldir. Bunun için haber mubtedadan daha evladır. Çünkü ecazla (geri) olan ittisa sudur (göğüsün) ile olandan daha layıktır.

Bir rivayete göre takdiri velakinne'l-berre'dir. .

Hunsa'nın[192] şiirinde de olduğu gibi.

"Doğarken Ölen erkek yavru devenin annesi, doğarken ölen yavrusunun saman doldurulmuş yavru görünümünde­ki derinin etrafında döner sevgisini belirtir ve bununla baş­ka deveden olan yavrularla sevgisiyle kendini avutur dile­diği kadar otlakta yer, karnını doyurur hatırlayana dek. Zi­ra o ancak yönelmek ve dönmektir."

Yani bazen yönelir bazend e sırtım çevirir.

Muberrid şöyle der:

Eğer ben kiraatçılardan olsaydım, (ba)'nın fethasıyla (ve-la kinne'l-berre) şeklinde okurdum. (El-buru ve'1-berru) eş anlamlıdır.

"Allah sevgisi üzerine, yahut mala olan sevgisine rağ­men malı, verendir."

Yani mal sevgisi üzerine veya verme sevgisi gibi üzeri­nedir. Ensari de bu manada şiir söylemiştir.

"Atlara sormadın mı çünkü gitti. Zira benim yavaşlamam ve süratlenmem olmadı. Onun onlarda olan sevgisinden dolayı mal vereyim mi. Ve çağıranın davetini ver."[193]

"Ve kölelere verenlere"

Yani mukatebin azat etmek için kölesiyle yapılan anlaş­madır.

Onlarla mukatebeyse anlaşmanın bedeli üzerine onlara yardımda bulunmak iyiliktendir.

Bir rivayete göre murad kölelerin azad edilmesidir.

"Be'sae" Miskinlik ve fakirliktir.

"Ed-Derrau" Hastalık, zorluktur.

"Hine'l-be'si" Savaş anıdır.

"Ahidleştiklerinde sözlerine sadık kalanların hayrı­dır."

Şu takdir üzeredir. Velakin za'1-birri men amene ve'l-mu-fune: velakin iyilik sahipleri iman edip ve ahidlerini yerine getirenlerdir."

"Sabredenler."

Kesai'ye göre (sabirine) (mal)'ın getirilmesiyle naspedilmiştir.

Sanki şöyledir: "Ve ati'1-male zevi'l-kurba ve's-sabirine" malı yakın akraba ve sabredenlere verin.

Esah olan görüş isemed (övgü) üzerine naspedilişdir.

Şairin şiirinde dile getirdiği gibi:

"Kavmin uzaklaşmayacaktır, öyle ki onlar, düşmanın zehiri ve denizin afetidirler.

Her savaş yerine inerler bütün düğüm noktalarını çözme­de iyidirler."[194]

Çünkü Kesai'nin kavli üzerine (Ve ekame's-salete ve'l-mufune)'nin hepsi Atf ile ma'tuf arasında birer itirazdır. İti­raz ise mu'temed kelam değildir. Onda herhangi bir şey amel etmez. Bundan dolayıdır ki Ebu Ali şairin kavlinde iti­raz menetmiştir.

"Unuttun mu, güzellik, cemal ve gençliğinde Allah Ieylayi sana hediye etmedi. Sanki yeni bir sene gelmiş gibi."[195]

İtirazdır. İtirazın konumu nasptır. Çünkü onda teşbih manasını olduğundan dolayıdır. Manası: Onu unuttun mu? Yıl daha yeni geçti.

178- "Öldürülmüş olanın kardeşinden (varisi ve veli­sinden) katilin lehine olarak birşey bağışlansa da kısas düşürülse."

Yani öldürülenin velileri kıssas hakkında katili af etse­ler de mal üzerine sulh yapsalar veya öldürülenin bazı ve­lileri affetse veya veli, kısas'ın bir kısmını af etse de belli bir şey üzerinde karar kılınıp karar bağlansa (Örfe göre di­yet olmalıdır.) Yani maktulun velisi örf neyi gerektiriyor­sa ona göre maruf olan diyeti taleb eder. Katilin bu konuda durumuna bakılmalı ve zorlanıp fazla bir şey taleb edilme­meli.

"Katil de maktulün velisine icab eden diyeti güzel bir şekilde ödemelidir."

Yani, katil maktulün velisine vereceği malı ne eksik ne­de usule aykırı bir şekilde verir, bilakis iyi bir şekilde verir. Ayette geçen (ittibaun) kelimesi mahzuf olan mubtedanın ha­beri üzerine ref olmuştur. Yani şöyledir. (Fehukmuhu itti­baun) veya (kendisi mubtedadır). Haberi de mahzuftur, tak­diri şöyle (Fettibaun aleyhi).

Şu ayeti kerimeye gelince:

"Fe iza lekiytumullezine keferu federbe'r-rikabi."

(Muhammed: 47/4)

İyi olan görüşe göre (darbe'r-rikabi'nin) iğra[196] üzerine nasbedümesidir. Çünkü (iza) fiili celbeder.

181- "Kim o hükmü değiştirse günahı onun üzerine­dir."

Yani vasiyyet edilen hükmü değiştirirse zira vasiyet ile-isau eş anlamlıdır. Veya vasiyet edenin kavlini değiştirirse. Ayette geçen "El-Cenfu ve El-ismu" Hasan dan nakledildi­ğine göre akraba olmayanlara yapılan tavsiyedir.

İbni Abbas'tan nakledildiğine göre vasiyetin takdirleri ne­va ve meyillerin hükmüyle değişir.

Ata'dan[197] nakledildiğine göre şüphesiz o, bir kısmını mahrum bırakmak ve bir kısmına da vermektir. Bir rivaye­te göre (El-cenfu) sadece kavildedir. (El-ism) ise kavi ve fi­ildedir. Buna göre (El-cenef) vasiyette kavil iledir. İsm: Hastalıkta vermektedir.

Bu manalara atfen Cerir şiirde şöyle demiş;

"O bîr halifedir, hak ile size hükmettiği sürece razı olun ki, kavlinde haksızlığa meyletmeyi atsın.

Öyle bir hükmeder ki nifak onunla yok olur. İnsanları bil­dikleri hak ile müjdelemek istedi."[198]

Katbi şöyle demiş: "(hafe) alîme (bilmek) manasmdadır. Çünkü (havf) müstakbel için haşyet (korku) manasmdadır. Vasiyet ise burada vaki olmuş durumdadır." der ve Ebu'l-Mihcen Sekafı'nin şiiriyle delil getirir.

"Öldüğüm zaman beni üzümün dibine gömün ki, öldük­ten sonra onun damarları kemiklerime kadar işlesin kana ka­na doyursun.

Beni boş arazide sahrada defnetmeyiniz, zira ben öl­dükten sonra onu (üzüm) tadamamaktan korkuyorum."[199]

184- "Bununla beraber kim fidyeyi çok verir, yahut hem oruç tutar, hem de fidye verirse onun için daha ha­yırlı olur."

Yani daha fazla miskini yedirirse bir rivayete göre fid­yeyi vermekle beraber oruç ta tutarsa demektir.

185- "Kaza borcunuzun iddetini tamamiayasınız da."

Yani kazaya kalmış orucun günlerinin iddeti. Ayın tama­hı güç yetiren içindir. Kazaya kalmışların iddetiyse diğeri içindir.

"Size hidayet ettiği şekilde Allah'ı bu tekbir bayramı günündekidir."

Bir rivayete göre Fıtır gününde olan tekbirdir. Bir riva­yete göre bu tekbir ibadetinden hidayet ettiği minval üzeri­ne olan Allah'ı ta'zimdir.

186- "O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve hakkıyla bana iman etsinler."

Ebu Ubeyde'ye göre El-İsticabe ve El-îcabe eş anlamlı­dır. Gunnevi'nin dediği gibi:

"Çağıran şöyle çağırdı: Ey nidaya cevap veren.

Zira bu anda nidasına cevap veren ona cevap verme­di."[200]

Murad olunan şudur: Kabul ve imtisal (fiili) ile emirle­rine icabet etsinler ki onların duasını kabul edeyim.

Muberrid şöyle demiş: İsticabetten kasıt Allah'ın emret­tiği bütün emirlerini yerine getirmede tam teslimiyet (inkiyad) ve iz'andır ki, Allah'ın emirlerini yerine getirmekle ica­bet ettiği zaman Allah da onun istek ve dualarını yerine getirip, kabul eder. Bu görüş asi üzerine cari olan bir kavil­dir. Çünkü (iz'an)ın manasında fiili taleb etme manası var­dır. Zira (iz'an) duada şarttır. Tıpkı iman ile tefvidin ve doğrulukla olan rica (İsteme)'nin onunla çağırdığı (dua et­tiği) marifetin şekli iyi ise hayır ve salahın (yapıcılık) olma­sı gibidir. Üzerinde bulunduğu marifetin yönü duayı iyileş­tirir. İcabetin ta'cili (acele olması) veya tehiri, dua edip Çağıranın maslahatına göre Allah'u Teala onu işitir, kale alır veya göz Önüne alır veya kelamını ciddiye alır.

Dua edip isteyen kişi için, Allah'u Teala'nın kendisine uygun görüp seçtiği şey ona göre icabet etmesinden daha ha­yırlıdır.

Bütün bunlar birer şarttır.

Ayette geçen (Errefes) bu konumun dışındaki yerlerde ci­ma manasında ve kadınlar hakkında kötü fahiş söz söylemek manasmdadır.

187-"Beyaz iplik."

Gündüzün ilk başlangıcıdır. Ebu Duad da şiirinde böyle ifade etmiş: "Karanlık bize aydınlatıldığı zaman sabahtan aydınlatan bîr çizgi (ışık) çıktı."[201]

Hadis ve şiirde (Ebyad) kazib değil midir? denilse şöy­le deriz dedi: Kurdun iki pençesini uzattığını görüyor.[202] Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Ufuktaki sarılık sizi aldatmasın. Kırmızılık çıkana kadar yiyin, için."[203]

Biz de deriz ki, beyazın çıkışları doğuşları bittiği zaman kırmızılığın ilk anları belirmeye başlar. Mahzumi şiirinde şöyle demiş:

"Gece bitip az bir şey kaldığında neredeyse onun yıldız­ları peşpeşe kaybolmaya başlar.

Beni ancak sorumlu tuttukları münadi ürküttü, fecirde (ufukta) maruf olan kumrallık belirdi."[204]

Yeşkeri'nin söylediği bunlardan daha açıktır.

"Gece, yıldızlarını bir tarafa meylettirip çekiyor, geri kalanlar da peşpeşe onları takip ediyor.

Gece sıyrılıp açıldığı zaman onun gecikmesi üzerine kı­zıllık rengi mezceder (yani sabah) vakti."[205]

(El-Muğrab) At ve develerde olur ki atların ön cephesin­de kızıllık olmasıdır. Ve iki kirpiklerin[206] ve yüzünün çok beyazlığından dolayı sabahın beyazlığına bir tabir olarak kul­lanılmıştır.

188- "O malları rüşvet olarak hakimlere aktarmayın."

Edleyu'd-delve: Kovanın dolması için kuyunun dibine saldım manasındadır. Delevtuha: Kovayı su dolmuş olarak çektim.

İbni Hurma da şiirinde bu manada kullanmıştır.

"Beni göremeyeceksin, ancak Malik'in kardeşini, ko­vasını ona saldığını görürsün ben de ona salarım çehresi ko­lay yumuşaktır.

Mahlukatlarm o huylan, tabiatları bir araya toplanmış tıp-ki es-selarmn vahyi gibi onları okursun,"[207]

Ayetteki mana Mudliy: Kastının su almak olması gibi ha-keza hakime gitmek isteyenin de kastı malının[208] korun­masını istemesidir. Hakim onun kastmdaki sebebi, kovayı suya daldırma sebebi gibi yapmış, hakimlerin yanında ba­tıl hüccetleri işe karıştırıp sokmakla ve onların bu yaptıkla­rı şeyler hakimlere bir şey vermekle hemen yalan yemini ya­parlar Öyle ki; buna göre hakim zahirine göre hükmeder, mümkün olduğu kadar biraz mal koparmak isterler ve daha  sonra geri kalan malı da hakime intikal ettirirler ki aradaki dedikodu ve husumetler ortadan kaldırılsın.

189- "Sana yeni doğan aylardan soruyorlar."

Yani eksilmesini ve fazlalaşmasını,

"De ki onlar insanların muameleleri ve hac için vakit ölçüleridir."

Ayetin bu kısmı ilk mefhumunu yani aylardaki din ve dünya maslahatlarını beyan eden cümledir ki bunlar muamemeler, hesaplar, hali bilinmeyen tarihler, belirli mudrub (belirlenmiş) zaman ve vaadler, mahdud olan eceller ve sa­yılı günlerin hepsi, oruç, iftar ve hac menasikleri için belir­li vakit ölçüleridir.

"İyilik evlere arkalarından gelmeniz değildir."

Araplar cahiliyye devrinde ihrama girdiği zaman evlerin arkalarından birer delik açar arkalardan girip çıkarlardı. Bir rivayete göre bu durum bir şeyin ön kısmından gelinme­si bakımından ve giriş kapısından da kapıdan girilmesi ba­kımından bir dabi mesel örneğidir.

"Şüpheden ötürü eve .arkadan girmeyi istemem ve amcam oğlunda ise tırnaklarımı kırdırtmam.

Beni aşirete şetmetmeyi süslü hoş gösteren veya beni utanç verici bir şeye yaklaştıran emir veya işten Allah'a sı­ğınırım."[209]

191- "Sakiftumuhum."

Nerede fırsat bulursanız. Sakiftuhu sakfen birini yakala­yıp öldürme fırsatı yakalamaktır.

Bu konuda Şemmah[210] şöyle dile getirmiş:

"îki küçük dağın bir birine doğru olan çıkmtısıyla, uçla­ra yakın yerler ve tepelerdeki birbirine yakın dar geçitler onu engelledi. Eğer ikisi ona yetişseydi kızıllığıyla yarılıp yere doğru uzanırdı. Tıpkı kırmızı eski elbisenin kadın binekle­rinde atılıp örtüldüğü gibi."

194- "Siz onların hareketine karşı o ayda savaşmak­ta beis görmeyin... Hürmetler karşılıklıdır."

Haram aylardaki savaş (kıtal) tıpkı haram aylardaki küfr gibi kısastır. Burada küfrü büyükleme ve inkar etme, sava­şı inkar etmekten daha evladır.

(El-Hurumatu kısasun)'dan kasıt: Hürmetler karşılıklı­dır, eşittir. Bu aylarda nasıl savaş haram ise aynı şekilde kü­für de haramdır.

Mücahid[211] şöyle dedi: Zilkade ayında Kureyş 'iler Rasu-Iulah'ı (s.a.v.) Mescid-i Haram'a girmekten menettiler. Ve gelecek sene geldiği zaman umre vazifesini yerine getirdi. İşte buna şu ifade delalet ediyordu: "Eşşehrul haramu bişşehril harami."

196- "Fein uhsirtum."

Yani alikonursanız.

Merhum Şafii şöyle demiş: El-İhsar düşman tarafından alıkonulmadır. Çünkü bu ayet Hudeybiye umresinde Rasu-lullah (s.a.v.) tarafmdan yapılacak umrenin menedildiği yı­lda nazil olmuştur. Çünkü burda şöyle diyor ayet (Feiza emintum) emin olduğunuz zaman. Bize göre (İhsar) alıkonulma hastalık sebebiyle de olur. Bu görüş İbni Abbas ve îb-ni Mesud'tan sadrolmuştur.

Ebu Ubeyde ve İsmail b. İshak Kadi[212] Şafi'nin yolunu izleyerek (îhsarın) hastalık, alıkonulma ve düşmandan do­layı da olur demişler. Muberrid Hasare'nin hapsetmek ve alı­koymak manasında olduğunu söylemiş.

Huzeli de şiirinde bu anlamda kullanmıştır.

"Onun iki dostu da geldi, her ikisi de gözyaşları akıtıyor­du. Dediler ki: Bir kavme ahd, anlaşma yaptık.

Öyleki onlar onunla muhasaraya aldılar. Şüphesiz bu bir ölümdür maktuldür."[213]

İhsar hastalık alıykoyma ve düşmandan dolayı olur. Mu-berrid şöyle dedi: hapsolunan veya alıkonulanın asi üzeri­ne sunulmasıdır. Şu sözde olduğu gibi (El-ketelehu) yani onu ölümle burun buruna getirdi veya ölüme terk etti? (Ekberrehu) Ona mezar yaptı demektir.

"Kurbandan hangisi sizin için kolaysa o vacib olur."

İbni Abbas'tan nakledildiğine göre bu kurbanlık koyun veya koç veya kuzudur. Bizim de görüşümüz budur.

"Ve Kurban mahalli olan Minaya varıncaya kadar."

Müfesirlerin hepsine göre yeri Harem'dir.

Şafii'ye göre kurban mahalli ihsar edilen alıkonulan yerdir. Kesai'nin görüşüne göre (Mehille) şeklinde kesrey­le olması ihramdaki ihlal (ihramdan çıkma)dır. Fethayla (mahalle) hulul (helal) yeridir.

"Kim umresini bitirip ondan faydalanarak haccı ya­parsa."

Yani ihramlıyken umresini yapıp hac farizasını eda eder­se ki bu hac aylarında olur. Abadiler (dört Abdullah'ın) ve fukahanın görüşlerine göre umresini bitirdikten sonra hac için ihrama girdiği zaman ailesinin yanına gidebilir. Suddi şöyle demiş o umreyle Haccı fesedendir. İbni Zübeyr'in dediğine göre; Hac zamanı bittikten sonra alıkoyulan (hap­sedilen) kişinin Mekke'ye girmesidir.[214]

"Ona hac günlerinde üç gün oruç tutmak."

Hac aylarında ihrama girmeden önce ve iki ihram arasın­dan Arafat günane kadar olan zamandır.

"Döndüğümüzde 7 gün oruç tutmak."

Bizim görüşümüze göre hacmin hacdan dönmesinden sonradır. Hatta bu kişi hacdan döndükten sonra ailesinin ya­nına ulaşmadan orucunu tutsa yine makbuldür.

"Tam on gün oruç tutmak vacib olur."

Bu durum kanaat ettirme, iktifa etmede, bedel olup öde­me yerini tutmadır. Bir rivayete göre oruç kurbanın yerine tutulur. Veya yerine konulur. Bir rivayete göre iki adedin tü­mü için ifade edilmiştir. Çünkü araplar o gün hesap bilmi­yorlardı.

Bu konuya açıklık için Ferazdak da şiirde söylemiş:

"Üç ve iki ve onlar beştir. Bir koku alma duyuma mey­lediyor. İkisi de iki yanımda düşüp gecelediler. Ben de ka- panmış büyük kapının yanında geceledim."[215]

(Hadiril mescidil haram)'dan kasıt: Mekke'nin asıl o ahalisi ve orada ikamet edenlerdir. Bize göre onlar bu durum­dan faydalanamazlar. Eğer yaparlarsa onlara cinayet demi (kanı) gibi diyet gerekli olur. Temettü kanı gerekmez.

197- "Hac ayları bilinen aylardır."

Takdir şöyle Eşhurul hacci eşhurun malumat muzaaaf haz fedilmiştir. Veya asıl hac belli hac aylarının haccıdır. (El-Haccu Haccu eşhurul ma'lumat) muzaf olan mastar haz fe­dilmiştir. Veya hac aylarını haccın içinde olduğu aylarda kıl­mıştır. (Cealel eşhurel hacc Iemma kanel haccu fiha) Tıpkı şu sözde olduğu gibi leylun naimun ve neharun saimun

Hac ayları: Şevval, zülkade ve zilhiccenin on günüdür. Üçüncü günün bir kısmını da cemetmiştir. Mesela eğer bir fiil cuma gününü bir kısmında vaki olmuşsa o şey cuma gü­nünde olmuştur kavil sahih olmuş olur. Tıpkı belirli bir vaktinde sahih olduğu gibi.

Mücahid ve Katede'den şöyle nakledilmiştir: Zilhicce ayının tamamı hac aylarından sayılır. Buna örnek te Rainin şiirinde rastlamaktayız.

"Halife Osman b. Affan'i haksız yere öldürdüler ve bı­raktılar ki onun gibi öldürülene rastlamadım."[216]

Hz. Osman'ın katli zilhiccenin 17'sinde olmuştur.

"İşte kim o aylarda haccı, ihrama girerek kendine farz yaparsa artık haccda kadına yaklaşmak günah yapmak ve kavga etmek yoktur."

Ayette geçen (Femen fereda)'dan kasıt; kendi nefsine gerektirmesidir. Yani hac için ihrama girmesidir.

Er-Refes kadınların zikredildiği anlarda cima ve cimaya sebebiyet veren bütün hal ve hareketlerdir.

El-Fusuk sövmektir. Bir rivayete göre bütün masiyetlerdir.

El-Cidal Rıfkat ehliyle yapılan kavga vb. şeylerdir.

Bir rivayete göre (La cidale fil hac)'İn zilhiccede oldu­ğuna dair hiç hilaf yoktur. Bu yönü. (La refesun velafusu-kin) Her ne kadar tenvinle böyle okunsa bile[217] (La cidale) kavli nefy için olduğundan tenvinle olmaz. Çünkü haccın zilhiccede olduğu üzere mücadele veya münakaşa etmedi­ler. (Vela refese) nehydir. Çünkü cima ve cimaya götürün ha­reketlerin olma olasılığı vardır. Cidal'deki (la) nefy içindir. Ama (Errefes ve EI-Fusuk)'ta (leyse) manasındadır.

198- "Arafat'tan inip döndüğünüzde.-."

Kabın su ile dolup taştığı gibisiz de Arafat'tan Müzde-life'ye hep beraber indiniz. Burada (Arafatin) kelimesi, te'nis ve tarif alameti olduğu halde munsarıf yapılmıştır. Çünkü (Arafatin) kelimesi cem'in (toplum veya çokluğun) manasını içerip hikayesini andıran bir isimdir.

Kim dese: Arafat kelimesi, Arefetunun cemidir, bu du­rumda onu, cemu'I-cemati manasına sarfetmiş oysa cem lafzında (tenis) alemeti yoktur. Arafat ismi büyük ve kala­balık halde olan bu toplulukta insanların karşılaştıkları za­manki tanışmalarından meydana gelmiştir. Bir rivayete gö­re Cebrail (a.s.) İbrahim'e (a.s.) hac menasiklerini gösterip öğretiyordu. Arafat'a geldikleri zaman İbrahim (a.s.)'da Areftu (tanıdım), (bildim) demiş ve bundan dolayı bu isimle adlandırılmıştır.

Bir rivayete göre Adem'le Havva (a.s.)'ırt burada bir ara­ya gelip tanışmalarından dolayıdır.

Meş'ari'I-Haram İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Müzdelife'deki iki dağın arasıdır.

İbrahim'den[218] nakledildiğine göre imamın üzerinde dur­duğu dağdır.

199- "Sonra insanların döndüğü yerden siz de dö­nün."

Bu emir Kureyş ve müttefikleri olan Humslularadır. Bu­nunla onların Arafat'tan topluluğa doğru dönmeleri isteni­yordu. Çünkü onlar cem'de (topluluğun olduğu yer) du­rup, "Biz Allah'ın harem ehlinden olduğumuzdan oradan çıkmayız." diyorlardı. Bir rivayete göre bu dönüş (ifade) cem'den Mina'yadır.

Zira Arafat'taki (ifade) dönüş zaten zikredilmiştir bu da onun üzerine atfedilmiştir (ma'tuftur). Bizzat kendisinin olduğu sahih değildir. Şu kavilden murad (İnsanların döndü­ğü yerden) İbrahim (a.s.) ve ona tabi olandır.

200- "Atalarınızı anarak öğündüğünüz gibi Allah'ı anın."

Cahiliyede Arafat ve Müzdelife'de durulduğu zamanın atalarının öğünülecek durum ve bıraktıkları eserleri bir bir sayıyorlardı.

Ferazdak'ın şiirinde zikrettiği gibi:

"İnsanlar yapılan şeyleri zikrettikleri zaman kendilerinin hakkında zikredenleri duydukça Ebu Harb'in şaşkınlık ve hayretleri artıyordu. Her kabilenin şerefi onlarda son bulu­yordu. Bundan dolayı onların gözyaşları aktı. Yaşlılar ve siz beni.Nezzar oğullarının iki ileri geleni ve başkanısınız. Her ikisi de, faziletleri bilenlerin hissedenlerin yanında sayıldı­ğı zaman beni Nezzarm iki ileri gelenleri olurlar."[219]

Ayetteki (min helak) hiçbir nasip yoktur anlamındadır.

İhtisas manasındaki (El-helaketu)'dan veya takdir ve bir şeyi tespit etme manasındaki (El-Heliketun)'dandır.

203- "Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin."

Eyyamu'l-ma'dudat: Üç teşrik günüdür. Bu: malumattan sonraki zilhiccenin on günüdür. İki isimdeki sebeb (ma'iu-mat) ismi daha meşhur olduğundan dolayı bununla insanlar haccı bilme vaktine Özen gösteriyorlardı. Madudat ismi Kıyasen ma'lumat kelimesine göre daha az olduğundan tıp­kı (şehruremedane)nin neshettiğİ ma'dudat gibidir. Burda-ki ma'dudat her ayın üç günündeydi. Zira bir şeyde killet(azhk)olduğu zaman ta'dit te (sayım) daha fazla sürat ka­zandırır, yardımcı olur.

Ma'dudattaki Allah'ın zikri ise (Tekbir)'dir.

İbni Mes'ud'a göre tekbirin başlangıcı Arafe gününde­ki sabah namazından başlar ve her farz namazdan sonra sekiz vakit söylenir. Ve sekiz vaktin sonuncusu da Kurban günündeki ikindi namazıdır. Ebu Hanife'nin mezhebi de böyledir. Bir kavle göre 23 vakit namazdır. Ve son namaz vakti de kurban bayramının ikinci günden sonraki son ikin­di namazından sonradır.

Teşrik günlerinden ilk günü insanların Minada durması nedeniyle (yevmel kerr veya kirr) diye isimlendirilmiş ikin­ci günü (Yevmun nefer) diye adlandırılır. Çünkü o gün-herkes oradan ayrılıp ailelelerine giderler. (Kim iki günde Mina'dan dönmek için acele ederse ona günah yoktur.) İfa­desinden murad da işte budur. Yani (Neferul evvel)'de ilk neferde çıkmak için acele ederse (geri kalana da günah yoktur)'den murad ta (neferussani). Yani ikinci neferdir (gün).

(Fela isme aleyhi)'tde (günah olmayan gün) Mina'nın üçüncü günüdür. Bu üçüncü günü Yevmus sadre sirmen adıyla da isimlendirilmiştir. (Neferul evvel kirmen diye de isimlendirilir. Kitaplarda isimleri ve tertibi hakkında ihtilaf edilmiştir.

"Bunlar günahtan sakınanlar içindir."

Ayetteki bu ifade İbni Abbas'tan nalkedildiğine göre haccm tamamlanması ve kaçınılması gereken mahzurlarıdan sakınılması bakımından geçen bütün fiil ve hareketlerdir.

Suddi şöyle demiş: Amellerinin boşuna çıkmaması bakı­mından ömrünün geriye kalan kısmındaki mahzurlardan sakınilmasıdır.

204- "İnsanlardan bir kısmı vardır ki onun bu dün­ya hayatına ait fasih sözü hoşuna gider."

Ahnes b. Şureyk hakkında nazil olmuştur. Rasulullah’la (s.a.v.) sulh yaparak iman ettiğini söylemiş ve sonra hilesi ortaya çıkmıştır. Güya Rasulullah'ı aldattığını zannetmiştir. Bu görüşmeden sonra Rasuluilah'm (s.a.v.) yanından ayrıl­mış ve bazı müslümanlann ekinlerini ve eşeğini boğazla­mış[220]

El-Elid[221]: Çok husumet yapan elledidan: boynun her iki yanıdır. Sanki (El-Elid) söz için halden hale safhadan saf­haya kalbedilmesi gibidir. Sa'lebe b. Su'ayr Mazi'nin şiirin­de belirttiği gibi:

"Umulur ki bazı hasımlar vardır insanı rencide etme meylindedirler, acaip ve kötü bir şekilde içindeki hıyanet ve kinleri dışarı atarlar. Çok husumetkardırlar, onların kötülük­lerine rağmen ben onlara taatufta bulundum. Onların batıl olan şeylerini, zahir olan hak ile yok ettim."[222]

El-Hisam Halil'e göre mastardır. Züccac'a göre Bahr ve bihar'da olduğu gibi Hasm'ın cemidir.[223]

206- "Cahiliyyet duygusu izzeti onu günah işlemeye götürür."

Yani kalbinde olan günah ve kötülükten dolayı Bir riva­yete göre izzet duygusu onu günaha sürükler.

207- "Kim satar."

Yani nefsini Allah'a ibadet yolunda (feda eder) satar harure ehlinin kendi nefislerini (şirat) diye isimlendirmesi de bundandır.

Ebu Ayn Harici de şiirinde (şirat) kelimesini zikretmiş­tir:[224]

"Sanki o, yabani parçalayıcı bir pençeye takılıp kalan bir et parçası veya uzuv gibi yaklaşır ve mızraklar onu kaldırır.

Yere düşeni görür, parçalayıcı hayvanlar onu süratle alıyorlar. Zira satılanların feda edilenlerin ömrü pek kısadır."

208- "Hepiniz iç ve dışınızla sebat üzere İslama girin." Teslim olup (sebti) terketmeyen bir grup ehli kitap hak­kında nazil olmuştur.

Bir rivayete göre münafıklar hakkında nazil olmuş ve İs­lam'daki bakış açılarım, batınlarını, zahirleri gibi yapmala­rı için emrolundular. Bir rivayete göre bilakis o tüm islam şeriatının öğretileri için müminlere verilen bir emirdir.

Hasan'in dediğine göre, müslümanların islam üzere de­vam etmeleri için olan emirdir- Çünkü o fail vacib (gerek­li olan şey) için istikbalde de aynısını (mislini) yapmakla emrolunmuştur. Şu ayette de olduğu gibi;

"Ey iman edenler iman ediniz."           (Nisa: 4/136)

 (Es-Selem)in fethayla[225] olacağını savunanlar sulhu kas­tetmişlerdir. Bu ifadeyle islamm sulh olduğunun murad edilişi imtina edilmemiştir.

Zira İslam'ın kendisi zaten sulhtur. Müslümanlar yardım­laşma ve destek bakımından tek el misalidirler.

(Kaffeten)'den kasıt cemiandır. (Hepsi) Kefeftuş-şey1 onu topladım cem ettim manasındadır. Kiffetul mizâni içinde ola­nı cemettiği içindir.

Keffussevb Elbiseyi dürmektir.

Menetme manasında olan (El-Keffe)'den olması da ca­izdir. Çünkü onlar toplandıklarında karşılıklı menederler.

210- "Şeytana tabi olanlar, yalnız gözetliyorlar ki Allah buluttan gölgelikler içinde meleklerle geliversin."

Murad Allah'ın ayetlerinin gelişidir (getirilişidir). Ayet­lerin şanlarının yüceliğinden Allah zikredilmiştir. Bir riva­yete göre bilakis takdiri şöyledir: "Ye'ti hum emrullahi" Al­lah'ın emrinin gelişini bekliyorlar. Ama (Muzaaf) hazfedi-lmiştir. Şu ayette de olduğu gibi:

"Ev ye'tiye emru rabbike."          "       (Nahl: 16/33)

Bundan da belli oluyor ki her iki ayet te kıyamet halin­den haber veriyor. Ayetlerin ikisinden birinde bu emir zik-redildiği zaman diğer ayette mefhum olarak mukadderdir.

Bir rivayete göre şüphesiz lafız getirmeyi kesinleştirip sa­bit kılsa da işaret edilen mefhum manalar bunu nefyetmek­tedir. Çünkü halet kullarına şu suretler üzerine takdim edil­miştir. Bütün vaaz nasihatler ve Rasullerle kullarını ıslah et­meye çalışır ve daha sonra der ki eğer bunlara rağmen ıs­lah olmazlarsa onların kendi nefislerinde gelmesinin artık imtina olup imkansız olduğu üzerine kesin kanaat olunca ha­la gelmesini veya gönderilmesini mi bekliyorsunuz denilir.

212- "Dünya hayatı kafirlere süslü göründü de."

Bir rivayete göre şeytan onlara dünyayı süslü göründür-miiştür. Bir rivayete göre bunu, Allah'u Teala yapıyor ki ve­rilen sorumluluk sahih olsun ve arzulamakla beraber bunu terketsin ve sevabın kadri yücelsin.

(Hesapsız) Bu veriliş tefeddul ciheti üzerine hak etmek­sizin verilecek olan nzıktır. Şu ayette olduğu gibi:

"Ataen nisaba."                                 (Nebe: 78/36)

Yani Ameline mukabil ve yeterli derecede fazlası veri­lecektir.

Kutrub'un görüşü şöyle: Allah'u Teala'nın indindeki hesapsız olan veriliş onun rahmet ve faziletinin bolluğundandır. O da amellerimizin derecesine göredir. Burada sanki he­saplayan, sayılı olanı hesaplanmayacak ve sayılmayacak de­recede verdiğine benziyor.

213- "İnsanlar tek ümmetti."

Ümmet burada dindir. Nabiğa de şiirinde din manasında kullanmıştır.

"Nefsin için şüphe bırakmayacağıma dair yemin içtim.

Ve itaat eden bir din ehli için ye'se düşmek olur mu?"1

Muzaaf hazfedilmiştir. Yani Ehle milletin. İbni Ab-bas'tan nakledildiğine göre o millet (din)'de dalalettir. Ha-san'dan nakledildiğine göre her ne kadar Allah'ın arzı (ka­inat) hüccet ve ayetlerden hali olmamışsa da genel olarak on­larda dalalet görülmüştür.

İlk önceleri müttefik daha sonraları ihtilaf edip tefrika­ya düşmüş olmaları da caizdir, (Bağyen beynehum) mef'ulun leh üzerine naspolmuştur. Yani (vemahtelefu illa lil bağy) Ancak bağyilik üzere ihtilafa girip tefrikaya düştüler.

(Biiznihi) Yani Fehtedev biznihi Yani bi-ilmihi (Al­lah'ın izni ve ilmiyle hidayet buldular.

214- "Em Hasibtum: Yoksa zannettiniz mi."

(Em) ibtida ve istifham içindir. Ancak burada istifham manası çekip alınmıştır.

Tıpkı şu sözünde olduğu gibi (Merertu bireculineyyi reculun) bundan dolayıdır ki (ey) harfinin irabı yapılmıştır. Atıf vavı bunun gibi atıf ve hem de cem içindir, (maa) ko­numuna konulduğu zaman cem manasına gelir ve atf mana­sı şu misalde olduğu gibi: "isteva elmau vel haşebetu" Ha­keza atf (fa) sıda hem atf hem de itba içindir. Şartın ceva­bında kullanıldığı zaman atfolmaktan çıkar ve şu misalde de olduğu gibi itba için olur (intekum feene ekum). Kalksanız ben de kalkarım.

"Velemma ye'tikum."

Yani size gelmeden şu ayette olduğu gibi:

"Ve aherine minhum lemma yelhaku." (Cuma: 62/3)

Onlardan başkalarına ki henüz onlara kavuşmamışlardır.

Ayette geçen (Lemma)'mn aslı (lem)'dir. (Lemma) tek başına sana şöyle diyenin sorusu için cevap olabilir: "Eka-dime Zeydun Zeyd döndü mü?" Sorusununa cevaben (Lem­ma) dönmedi diyebilirsin. Ama (lem) gelmesi caiz değildir.

"Vezulzilu."

Yani korkuyla sallanıp ürküp sıkıntıya, darlığa girdiler. Bu olay Ahzab harbinde olmuştu. (Zulzilu)'nun aslı (zul-lu)'dur. Manasının dehşet muzaaf ifade etmesinden dolayı lafız da manasına binaen böyle gelmiştir. Şu söz gibi: sar-re ve sersare.[226] Halil şöyle demiş: Onlar sanki çekirgenin se­sinde istitale (uzatma olduğunu zannederek) sarre dediler ve şahin kuşunun sesinde de takti (kesinti) olduğunu zannede­rek sarsare dediler.

"Rasul deyinceye kadar."

Yani taki rasul (elçi) vadedilen yardımı istesin. Bu yar­dımın gelmediği veya gelmeyeceği anlamına gelmez. Çün­kü rasul, yardımın maslahat icab ettiği zaman Allah'ın geciktirmeyeceğini çok iyi bilir.

Hakeza şiddet gam ve kederde olan kimse için ferahlığın gelişi de gecikmez. Zira dünyada bunun zail olacağı veya bu­nun üzerine öleceği müjdesi verilir ki bu da ahirette çok bü­yük bir nimet karşılığında verilcektir ki bu asıl baki kalan ve daha hayırlı olandır.

(Yekulu)[227] kelimesini refayla okuyanın durumuna göre kelamın manası şudur: "Sabır yardım gelecek vakte kadar de­vam edecek ve takdiri şöyledir: "Hattar rasulu kailun"."

Şairin dediği gibi:

"Köpekleri havlayana kadar, gelmeye teşvik ediyorlar ve gelecek olan diğer siyahları da sorup hesaplamıyorlar.

Onların yüzleri beyaz soyları veya uzuvları şereflidir. Bu­runlarının koku alması, ilk tarzdaki gibidir.[228]

Hatta onlar şu anda da böyledirler.

217- "Haram olan ayda savaşın hükmü nedir, diye sa­na soruyorlar."

(Kıtal) kelimesinin inhifadı (cer olması) şehr kelime­sinden bedel üzerine bedelu'l-iştimal olmasından dolayıdır. O da lafızda birincisinin dışında olan ikincisidir. O da ya ona dahildir veya onda mukadderdir.

A'şa da şiirinde bu misalda olduğu gibi dile getirmiştir.

"Ey Hureyre! Yarın bir gün kınayan kınasa da sen onu bı­rak terket yahut sen ayrılık ve fesattan dolayı gözünü buruş­turup susuyor musun.

Bir halden bir hale geçmede öyle bir geçişle geçtim ki, ihtiyaç ve arzuları gerektiriyor ve bıkanın bıkmasını ge­rektiriyor."

Sen de görüyorsun ki (havi) (sevau) üzerine müştemildir ve ona nail oluyor.

"Allah'ın yoluna sed çekmektir."

Yani haram aylarda yapılan savaş ve mescidi haramın ya­nında müslümanlarm haccetmesine engel oluyor.

219- "Yine sana hangi şeyi nafaka vereceklerini soru­yorlar. De ki ihtiyacınızdan geri kalanını harcayın..."

Yani ihtiyaçtan geri kalanmından ne yapacaklarını soru­yorlar.

Bir rivayete göre kolay ve müyesser olanıdır. Mesela Huzama afa sehule kolay ve safi manasındadır. Bir rivaye­te göre o kasd (niyet edilen) ve El-vast'tır (El-Afve)'nin nas-bedilişi mensuh olan (maza')'nın cevabı olduğundan dola­yıdır. (Maza) tek isimdir. Çünkü sen şöyle diyorsun (Anma-za Tes'el) yani neyi soruyorsun.

(Amma) kelimesinin sonundaki (elif) harfini (Amme yetesaelune)'dekî elifi hazfettiğin gibi hazfetmiyorsun. Çünkü bu, ismin sonu olmadığındandır. (Mana yun fikune) cümlesi (ma yunfikune)'nin aynısıdır. Cevabı yunfikunelafve.

(El-afvu)'yu[229] merfu okuyan (za)'yı (ellezi) yerine koy­muş olur ve ikisini de isim yapmış olur ve sanki kavi böy­ledir. (Maellezi yunfukine).

220- "Eğer Allah Teala dikseydi, sizi muhakkak zah­mete sokardı da..."

Ayette geçen (Le anetekum)'den kasıt yetimlerle beraber yaşamakta sizi oldukça zahmete sokardı veya size sorum­luluğunu verdiği bütün mesuliyetlerde size çok zahmet ver­irdi. Ama asıl ibret lafzın umumu içindir. Hakeza Ebu Ubeyde (elinat)'ı helak[230] (helak etmek) ile mana etmiştir.

 (El-Annet) 'nin aslı şiddet ve meşakkattir.

Mesleme b. Abduİ melik te[231] şiirinde bu manada kullan­mıştır.

"Milletle sesler yükselmeye başladığı zaman ben öyle bir yerdeyim ki muhakkak orada milletin korktuğu bir meşak­kat vardır demektir.

Benim yerim ise sabır ile hayal edilecek bir yerde olurum ta ki çıkan yükselen sesler neden çıktığı yükseldığibeli ola­na dek."

222- "Onlar temizlene kadar."

Yani kadınların adet kanı kesilene kadar ve o hallerinden i temizlenene kadar onlara yanaşmayın. Ve yattaharne[232] yatetahharne ve yağtasilne)'dir ama idgam yapılmıştır,

223- "Nasıl isterseniz."

Ayette geçen ennaşi'tum. Nasıl isterseniz manasındadır. Bir rivayete göre nerden isterseniz ama asıl cima edile­cek yerden şaşmadan öylece yanaşın. Şu delille: "Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır." "Kendileriniz için ileriye hazırlık yapın." Bir rivayete göre bu cima anında yapılan bir isimlendir­medir. Evla olan lafzına olan umum itibarıdır. Şöyle düşü­nülmesi lazım. Sanki bu emir mübahlığı ve sakınılması ge­rekenin akabinde, salın amelleri ve daha nice şeylerin hazır­lığını yapın şeklindedir.

224- "Yeminlerinize hedef yapmayın."

Yani: Islah etmeyi, takvayı ve iyiliği terketmede illet ve hüccet gösterip, onunla kendinizi savunmak ve şer işlerini­ze peşkeş çekmek amacıyla, Allah'ı yeminlerinize hedef ya­pıyorsunuz.

Burada sanki yemin etme takva ve iyiliği meneden bir se­bep unsuru olarak sunuluş gibidir veya ikisinden yüz çevir­meyi gerekitren bir sebeptir.

Cerir de şiirinde bu manaları içeren ifadeler şeklinde kullanılmıştır.

"Ne aceleci bir tavırla yapılan kınamalarda ne de ziyaret­leri devamlı olmayan arkadaşta hayır vardır. Ne üzerinde faz­la yemin edilen malda ne de çıkışları olmayan yeminlerde hayır vardır."[233]

Bir rivayete göre Yemini ihtiyaç olmadan ve istisnasız olarak kelamınıza peşkeş çekip boşboş yemin etmeyin. Ki zaten kul kendi işlerine malik değildir ki yeminde de kastedtiği şeyi azmetsin.

"En teberru"

Bu kavle göre manası şudur: (Enla teberru)'dur. Ama (la) harfi kasem manasında olduğundan dolayı hazf olmuştur. Açık bir misal de İmriu'l-Kays'm şiirinde görüyoruz:

"Allah'a yemin olsun ki şayet başımı ve bütün uzuvları­mı da senin elinin altında kesseler yine oturmaya devam ede­ceğim."[234]

Burada (Uksimu) yemin ederim ifadesi hazf edilmiştir. Kasem fiili kasem harfi ve nefy harfi. (Muksemu biha)’dir. Yani yemin edilendir.

Sibeveyh'e göre filin ona vaslolmasıyla ve cari olan tak­dire göre ayetteki (enteberru)'un konumu nasptır. Halil'in yanında da konumu (hafd) çerdir. Çünkü takdiri (lien teber­ru)'dur.

225- Allah sizi, kasıtsız yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz.

El-Lağv: Zan üzere yapılan yemindir. Çünkü yaptığı ye­minin tam hilafına çıkar. Bu, İbni Abbas ve arkadaşlarından rivayet edilmiştir. Aişe'den nakledildiğine göre: Kalbinde ve kastında birşey olmaksızın dille ansızın veya alışkanlık­tan dolayı geçendir. Ferezdak'ın dediği gibi: Yaptığınız yeminlerde kasıtlar olmadığı zaman dediğin sözden dolayı sorumlu tutulmazsın.[235]

El-Lağv'da asıl: İtibar edilmeyen veya sayılmayan yemin­edir: Şairin dediği gibi.

"Merhum yanında öyle bir lağv yeminiyle yemin ediyor ki tıpkı senin deve yavrusunun diyetinde lağv yemini yap­tığın gibi."[236]

Yani diyet vermeden deve yavrusuna itibar edilmez ve alınmaz. Lağvu't-tair'de bundandır: Kuş'un istikamet üze­re ve dönüşü olmayan sesidir. Mazini şiirde şöyle demiş:

"Ey Umeyr! Beyaz yüzlü kerem sahibi faziletli o bir gurup genci hatırlıyor musun?

Sabahtan önce ve kuşların nağmelerinden önce, ben on­lardan erkenden çok çok içki satın aldım."[237]

226- "Yu'Iune: İla yapıyorlar."

Yani yemin edip hanımlarına yaklaşmayan (ilau, eliyye-tun, elvetun, ilevetun velilau) burada' kişinin karısına şöy­le demesi anlamındadır. Vallahi dört ay sana yaklaşmak yoktur veya vakit belirtmeden demesi. Veya bu yemindeki niyete göre hanımını kendisine haram kılmasıdır. Eğer dört ay süresi dolmadan cima ederek hanımına yakınlık gösterir­se yeminden dönmüş olur. îş biter ve normal hayat süreci de­vam eder bu sürede hiçbir yakınlık olmazsa karısını boşa­ması gerekir. (Talakı bain ile). Etterabbus: beklemektir. Bir rivayete göre sabretmek manasındadır. Sanki kelimenin maklubuyla açıklanmıştır.

228- "Selase kuruin: Üç kuru'."

El Kur'u çoğu sahabe ve fakihlerden nakledildiğine gö­re hayızdır.[238] Bir kısmından nakledildiğine göre tuhr[239] (temizlik)'dur.

Kesai'nin zikrettiğine göre (Ekraeti'l-mer'etu) kadın hayız oldu ve buna da mukriun denilir.

Bu keliminin aslı Kur'an ve sünnetin deliliyle nerede olursa olsun içtima (toplanmak) manasındadır. Karınca ve insanlar için toplanılan yer köy ayrıca suyun havuzda top­lanması manasındadır.

Hayız (adet) halindeki ictimadır. Çünkü eğer tuhr'da (temizlenme vakti) ise adet kanı birden akıp giderdi. Her ne kadar asi olan intikal idiyse de, arapların şu sözünde oldu­ğu gibidir. (Kereeti'n-nucumu ve ekraet) yıldızlar intikal et­ti. Çünkü hayız (adet hali) temiz ve sabit iken sonradan in­tikal ile arız olan bir halettir.

"Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları ken­dilerine helal olmaz."

Yani hayız ve çocuğu saklamaları helal olmaz ve koca­larının kendilerine dönmesinin önü ve hayızdan baki kalan şeyin kesilip önüne sed veya engel teşkil edilmemesi (ve da­ha Önemlisi de) cahiliyyede olduğu gibi rahimdeki çocuk başkasına ilhak edilip nisbet edilmesin.

229- "Talak ikidir."

Yani Ric'i talak adamın biri, Rasululah'dan (s.a.v.) üçün­cü3 talak hakkında sorduğunda şöyle dedi: "Ayetin diliyle: "Ya güzellikle salmak vardır."[240] Zira cahiliyyenin talak sayısı da üç idi. İbni Abbas'tan bu konuda sorulup A'şa için Jm konuda sorup şiirde şöyle cevap verdiği gibi:

"Ey cariyem (veya komşum) söyle sen onun boşadtğısın. Hakeza insanların işleri böyle gelir geçer. Söyle, talakı ba-in asadan daha hayırlıdır. Eğer onun dehşet şimşekleri ba­şında devam ediyorsa. Söyle, iffetini korumak zemedilme-miştir. Onu sevenler hakeza yanımda da sevilmiştir."[241]

İşte üç talak burda da açıklandığı gibidir. "Meğer ikisi de Allah'ın hükümlerini aralarında ye­rine getiremeyecekleri korkusunda olsunlar."

Ebu Ubeyde'nin dediğine göre (Ella yukima)'dan kasıt yerine getirip riayet[242] edememedir. Bir rivayete göre zan-netmemeleridir.

232- "İddetlerini bitirdiler mi?"

Ayette geçen Febelağne den kasıt iddet müddetine yak­laşıp bitirmeleridir veya rec'i talak’ın müddetlerini bitirme­leridir.

231- "Sakın Allah'ın ayetlerini şaka yerine tutma­yın."

Ayette geçen (Huzuven) furu kısımlarının çok olması ve çeşitlerinin muhtelif şekillerde olmasıyla beraber, nikah, talak, ric'i ve hul'un hükümlerini kapsayan Allah'ın hüküm ve ayetlerini alaya almayın demektir.

Hasan şöyle demiş: Kişi ilk önce karısını boşayıp serbest bırakırdı ve daha sonra ben şaka yapmıştım dalgaya almış­tım derdi.

"Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak tutmayın."

Ayette geçen (El-adl) ise menetme ve zora koşmaktır. Mesela (A'delel emre) işi zorlaştırdı manasmdadır. (Adde-letil mer'ete ve a'delet) kadının doğumu zorlaştı manasm­dadır.

Eseltan Abdi de şiirinde bu manada kullanmıştır.

"Ey onun üzerinde sıyrılıp galebe gelen geceler Öyle ki yaralayıcı o mukavametin üzerine daha fazlasını yaşlısını Ör­tüp getiriyor.    .

Gürültülü büyük atlı askeri orduda onun benzerlerini görürsün öyle ki açık saha da onların oturmalarına dar ge­lir.[243]

233- "Mirasçı olanda yiyecek giyecek ve zarar husus­larında baba gibidir."

Yani baba öldükten sonra çocuğa varis olan şahısta na­faka konusunda kendisine çocuk doğan gibidir. Tabiki ba-ba hayatta olsaydı bu hükümlere muhatab olacaktı. Bu va­risler yakın akrabadan oluşan bütün mahremleridir.

"Eğer ana ve baba aralarında danışma ve rıza île iki sene dolmadan çocuğu memeden kesmeyi arzu ederler­se ikisine de günah yoktur."

Ayette geçen "fisalen" den kasıt: çocuğun sütten kesil­mesidir. Aralarındaki rıza da anne babadan herhangi birinin bunu bilmemesiyle çocuğun sütten kesilmesinde isteme-mezlik yapmamaları içindir. İşte bu şüphenin ortadan kal­dırılması içindir. İstişare (teşavur) ise şunun içindir. Zira iki­si, emzirenin durumu hakkında düşünmeden karşılıklı rıza gösterip sütten kesmeye karar verirlerse, sütten kesmenin ço­cuğa zarar verme olasılığının olması her halükarda gün­demdedir. Allah'a (c.c.) hamdu sena olsun. Ne büyük ne kü­çük birşey bırakmamış hepsini zikretmiş.

"Eğer çocuklarınızı süt anneye vermek isterseniz."

Ayette geçen (entesterdiu evladekum) çocuklarınız için manasında olan (lievladikum)'dur. Zira (istirda) sadece ço­cuk için geçerlidir. Bu durum eğer anne, kocasının çocuğu­nu yani annenin kendi çocuğunu emzirme hukukunu gözö-nünde tutup emzirmemesİ durumunda veya annenin sütü ke­silirse veya boşanıp başkasıyla evlenmesi durumunda ger­çekleşir.

234- "Sizden vefat edenlerin geride bıraktıkları zev­celer kendi kendilerine (süslenmeden) dört ay on gün beklerler."

Burada sadece kocası vefat eden kadınların durumundan haber vermektedir. Ve tekrar onları cümleye ibtida (başlan­gıç) yapmıştır. Şairin dediği gibi:

"Umulur ki şayet koku benim üzerime doğru gelirse, İbni Ebu Zibban'ın kendi yaptığına pişman olması gere-kir."[244]

Ayette geçen (aşren) kelimesinin te'nis yapılışı Leyali (geceler)'nin eyyam (günler) üzerine tağlib etmesinden do­layıdır. Çünkü araplann seneleri kameri (hilal) senelere göredir. Ve ş er'i hükümlerinin düzenlenmesi hilal'e göre­dir.

235- "Kadınlarla evlenme hususundaki düşünceleri­nizi."

Kısa ve öz olarak ayette nikah’ı[245] alenen söyleyip zikk-retmeden kandınla evlenme arzusunda olup meyletme var­dır.

El-İknan: kadınla olan evlenme arzusunu gizlemesidir.

"Lakin onlarla gizlice sözleşmeyin."

Yani onlarla gizlice anlaşıp nikah ve münasebet kurma­yın. Bir rivayete göre onlarla gizlice anlaşmayın ki sizden başkasıyla evlenmesinler. Zira anlaşmaların çoğu da gizli­ce yapılır. İbni Zeyd'in dediğine göre gizlice onlarla nikah­lanıp evlenmeyin demektir.

"Hatta yebluğel kitabu ecelehu." „ 

Yani iddet süresi bitince. Kitab: Evde üzerinde yazı ya­zılan ve kararlaştırılan kağıt vs. dir.

236- "Kendilerine dokunmadığınız yahut kendilerine bir m eh ir tayin etmediğiniz kadınları, boşadinizsa, bun­da size günah yoktur. Şu kadar var ki onları, zengin oian kudretine göre, fakir olanda gücü yettiği kadar gü­zellikle faydalandırsın. Bu ihsan eden bir üzerine borç bir haktır."

Zira erkek kadınla cima ettiği zaman, cima ettiği tuhrun müddetinde onu boşayamaz. Bir rivayete göre nafaka ve mi-hirde size ihtiyacı yoktur. Ancak mümkün olduğu ve gücün yettiği miktarda ihsana ihtiyacı vardır. Nafaka vs. için erkek­lere hitaben (muhsinine) kelimesini tahsis etmedeki hik­met erkeğin bunları kabullenip geçim nafakasını üstlendi­klerinden dolayıdır.

 (Metaen) kelimesinin nasbedümesi (mettiuhunne) üzeri­ne yapılan mastar olduğundan dolayıdır. (Hakken) kelime­si de (bilma'rufi) üzerine hal yapılmasından dolayıdır.

237- "Meğer ki, kendileri veya nikah bağı elinde olan veli, mehri bağışlamış olsun."

Nikah bağı elinde olan sadece kocanın kendisidir. Onun afvetmesi ise mehrin tümünü kadına verip, talak vs. ile mihrin yarısının geri dönderilmemesidir.

Eğer mihri henüz teslim etmemişse, sılayı rahim ve ih­san üzere mehrin tamamını vermesidir.

Rivayet edildiği gibi[246] Hasan b. Ali, boşadığı hanımı­na tam on bin dirhem vermiştir. Kadın da bunun üzerine şöy­le şiir dile getirmiştir:

Beni başayan kalb dostunda bu meta azdır bile demek­tir.[247]

Aslında bu miktar kadında istifade edilen duruma ve hale göre miktar bunu ödeyemez şekildedir.

238. "Orta namaz."

Orta namaza dikkat edin. Beşin mübhem olması bakımın­dan belli bir orta veya vasat yoktur. Bu konuda oldukça ih­tilaf vardır.

Bir rivayete göre bundan kasıt sabah namazıdır. Çünkü öğlen ve. ikindi vakitleri arasında cem olması ve hakeza akşam ve yatsı vakitleri arasında da cem (takdim veya te 'hır) olduğundan dolayı sabah namazı bunların dışında ka­lıyor cem durumu falan söz konusu değildir.

Bir rivayete göre orta namaz öğlen 'dir. Çünkü günün ortasındadır. Zira Hicaz'a hicret ettikleri esnada güneş her şe­yi kavurduğundan öğlen namazım ikame etmek gayet zor ge­liyordu.

Bir rivayete göre akşam namazıdır. Çünkü tul-(uzunluk) ve kasr (kısalık) bakımından ortadadır.  

Ve öğle vakti de alelacele evlere yönelip gitmekle insa­nı namazdan alıkoyar şiirde de bu anlamda kullanılmıştır:

"Şüphe etmeden onun üzerine kırığı attım. Bir çalgıcının ettiği gayretten başka bir şey görmedim. Dedim ki: Köyle­rin seni istemeleri uzak bir ihtimaldir. Acele edip kaybolan gibi ondan ürktü, kaçtı."[248]

Bir rivayete göre orta namaz ikindi vaktidir. Çünkü ak­şam ile gündüz namazının arasındadır. Çünkü bu vakit gün­düz dönüp bittiğinden dolayı işin gücün acele edilmesi za­manıdır. Ahnes b. Şihab'm[249] dediği gibidir:

"Deve kuşunun alacası gibi dolaşıyor tıpkı o, geceleyin birbirine meczolan tahtaları taşıyan hayvanları andırır."

Alkame b. Ubde şöyle demiş:

"Onların peşinden izleri üzerine çakıl taşlarıyla ve alev­lenip şiddetlenen kaybolan güneşin sıcağı gibi döndü.

Kendi yerinden ikinci kez onları idrak etti öyle ki sağıp getiren rüzgar gibi gelip geçiyor."[250]

Orta namaz diğer namazlardan daha faziletli olduğundan vakti belirlenmemiştir ki namaz kılmakla bu sevapta ol­dukça rağbet gösteren kimseler namazlarına ve sevaplarına dikkat etsinler ve muhafaza etsinler sadece birinin üzerin­de yoğunlaşıp durmasınlar. Bundan dolayı da kadir gecesi­nin durumu kesin belli değildir gizlenmiştir.

Bundan dolayı büyük günahlardan kaçınmakla küçük günahın keffaretine sebep olup olmadığı veya olmuşsa han­gi küçük günah olduğu bilinmiyor. Bilip bilmemesi onun fi­iliyatına hiç bir zararı olmaz . (Evla olan ise bütün günah­lardan sakınılması bakımından hiç bir şeyin bilinmemesidir.)

239- "Korkarsanız yaya olarak."

Eğer korkuyorsanız ayakta namaz kılın veya binekleri­nizin üzerinde binekleriniz yürürken veya dururken nama­zı kılın.

(Er-rical) racü'in cemidir. (Etticar vessihab)'ta da oldu­ğu gibi.

240- "Eşlerine vasiyet edecekler." (Vasiyyeten) mastar olduğundan naspolmuştur. Yani (Fel yusu tavsiyeten) vasiyetlerini yapısınlar. Veya mef'ulun bini olduğundan dolayı naspolmuştur. Şöyle ki (evcebella-hu aleyhim vasiyyeten), Allah, onların üzerine vasîyyeti gerekli kılmıştır. Kim ki bunu ref ‘a[251] yaparsa, faili cehale­ti üzerine veya mubtedanın hazfolduğu üzere yapar. Şöyle ki (Furide aleykum vasiyyetun) sizin üzerinize vasiyet farz kılınmıştır.

(Gayre ihracin) meta'in sıfatı olduğundan dolayı nasbedilmiştir.

 (Eğer çıkarlarsa) Yani bir yıl geçtikten sonra çıkarlarsa demektir. Bir rivayete göre bir yıl veya sene evlerinde ika­met edip oturdukları zaman bir yıldan önce demektir.

(Size günah yoktur) Yani evlerinde duranların nafakası­nı kesmekte size bir beis yoktur demektir.

İki hükümden kasıt: Hanımlara olan vasiyet ve bir sene bekleme iddetlerinin hükmü mensuhtur.[252] İbni Bahr şöyle diyor: Bu ayet onların cahiliyyede olduğu adet üzerine in­miştir. Allah'u Teala da onların dört ay on gün beklemele­ri için yaptıkları vasiyyetlerinin Allah'ın hükmünü değiştir­meyeceğini beyan etmiştir.

Bımdan dolayı şöyle buyurmuştur:[253]

"Eğer çıkarlarsa, onlardan sizin için hiç bir vebal yoktur."

Yani yıl bitiminden önce ve dört ay ongun bittikten son­ra çıkarlarsa demektir.

Onun zannıyla Kur'an'ın hiç bir ayetinde neshin olma­dığını savunduğu iddiası onu bu kavle çağırmaya veya id­dia etmeye itmiştir.

245- "Fe yudaifehu: Onu artırır."

Bu kelimenin ref a olması (yukridu) üzerine atfolduğu için naspolması ise fa ile istifham'ın[254] cevabı olduğundan olmuştur. Ancak kelamın kendisinde (ceza) manası vardır. Çünkü takdiri şöyledir: (men yukrudilîahe, fallahu yudaifuhu) görüldüğü gibi cezanın cevabı (fa) ile merfu olmuştur.

"Daraltır ve kısaltır"

Bazılarının rızkını darlaştırır ki ihtilaf ederek telef olsunlar.

Bir rivayet göre sadakaları kabzeder, cezayı çoğaltır.

246- "İleri gelenleri görmedin mi"

Yani kavmin büyüklerini ve eşraflarını görmedim mi? de­mektir.

"Ya sîze savaş yazılır da savaşmazsanız?" Dediler ki; "Neden savaşmayalım"."

Mana olarak biz savaşacağız demektir.

248- "Peygamberler onlara şunu da söylemişti Talutun, Musaya'ya verilen tabutu (sandığı) getirmesi padi­şahlığına alamettir."

Çünkü onlar o sandığı kaybetmişlerdi. Bir rivayete göre sandık semaya çıkarılmıştı ve melekler onu tekrar getir­diler. Bir rivayete göre sandığı onlardan düşmanları almış­tı ve melekler sandığı geri getirdiler.

"Onda sekinet vardır."

Onların rasullerinin de söyledikleri gibi kaybolduktan sonra sandığın getirilişi, onlar için sükunet oldu. Bir riva­yete göre sandıkta öyle mübarek bir suret vardı ki harpler­de ve evliliklerde onunla ayırtedilirdi.

"Musa ailesinin bıraktıklarından bir bakiyye vardır."

Bir rivayate göre tabutta (sandıkta) arta kalan şeyler ki­taplardı. Bir rivayete göre Musa'nın asası ve Harun'un sa­rık veya fesiydi.[255]

249- "Muhakkak Allah size bir nehirle imtihan ede­cektir."

Yani gerçekten Allah sizi bir nehir ile imtihan edecek.

Allahu teala bununla nehirden su içip rasulleiine muha­lefet edenlerin sayısını belirleyecekti ve düşmana karşı du­ramayacakları tespit ederek ve ordu bu tip sebatsız ve kor­kak insanlardan arındırılacaktı.

"İlla men iğterefe gurfeten: Bir avuç içen müstes­na."

(El gerfetu vel gurfetu)[256] aynı anlamdadır. Tıpkı (sede-fenılleyli ve sudfetehu ve lahmetussevb ve luhmetuhu) da ol­duğu gibi.

Bir rivayete göre fetvayla gelmesi bir defa içindir. Ve zammeyle gelişi ise avuçlayarak içilen durumdan verilen isimdir. (İsmu mauğturife).

"Allah'la karşılaşcaklarını zanedenler."

Kendi kendilerine Allah'a bir gün kavuşacaklarını söy­lüyorlar. Burada zan asim kendisidir. İşte bundan dolayıdır ki (zan) hem şek, şüphe hem de yakin için kullanılır halde­dir.

(Nice guruplar) El-fietu[257] kavimden bir gruptur (Feevtu re'sehu)dandır. Başım kestim. Bir rivayete göre (Fae)'dendir. Dönmek manasmdadır. Sanki onlar yasak olan şeye dönüyorlar gibidir.

253- "Bu peygamberin bir kısmını kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık."

Bu üstünlük ahirette verilecek sevabı hak etmesi bakı­mından ve dünyada da meyi ve muhabbetlere göre değil bi­lakis kulların maslahatlarına binaendir.[258]

254-  "Ve Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezler­di."

Hasan'in dediğine göre bu meşiet (dileme) sığınmakla (ilca ile)[259] olan kudretin meşiesidir. Bir rivayete göre o me­şiet: (meşietus-sırfe)'dir (Es-sırfe) kelam dalıyla ilgili ge­niş bir konudur."[260]

"Ne bir alış verişin bulunmadığı gün gelmeden ön­ce, size verdiğimiz."

Burada "Bey"in tahsis edilmesinin sebebi (mubayaa)'da karşılıklı alışverişte muavedenin olmasındandır.

Böylece bu azapta olan (fidye) gibidir. Şu ayette olduğu gi­bi:

"Azabı kaldırmak için ne kadar fidye verse alınmaz."

(En'am: 6/70)

Bir rivayete göre Bey (Alışveriş), kesbetmenin varlı­ğından bir kinayedir. Sanki burada mal'm faydasız olduğu­nu işaret etmiş gibidir ve mal fayda verse de böyle bir im­kan yoktur.

255- "Hayy'dır, Kayyum'dur."

Yaratıkların işlerinin tedbirini üstlenip yapan ve mülkü­nün tasarruflarını bilendir. Bu (Hayy ve kayyum) sıfatları­nın ikisi de uykunun Allah hakkında olmadığını gerektiyorlar.

"Onu uyku ve uyuklama tutmaz."

Yani onu ne bir dalgınlık ne de bir uyku tutmaz. Ayette geçen (Es sinetun) uyuklama veya uyku dalgınlığıdır.

Amili'de[261] şiirinde (sinetun )kelimesini uyuklama ma­nasında kullanmıştır.

"Sanki o kadın, diğerleri arasında şaşı olan her iki gözü­nü casimdeki yaban sığın yavrularının gözüyle değiştirip al­mış gibidir. Uyuklama diye kastedilen sinan gözlerine ge­len bir uyuklama halidir ve uyuma değildir."

"Kürsüsü gökleri kaplamıştır."

İbni Abbas'tan nakledildiğine göre (Kursiyyuhu)'dan kasıt Allah'ın ilmidir. Bundan dolayı şu kavil hemen sonra­sında getirmiştir.

"Ona ağır gelmez."

Yani Allah'a gökleri ve yeri gözetlemek herhangi bir ağır­lık ve zorluk vermez.

Bir rivayete göre kürsiden kasıt yer ve gökler için direk vazifesini gören havadır. Çünkü lüğatta (kursiy) dayanak ve­ya sütun manasındadır.

Bir rivayete göre (Kursiy) öyle büyük bir cisimdir ki göğün yeri kapsayıp tuttuğu gibi o da yedi kat semayı kuşa­tıp tutmaktadır ve buna arş deniliyor. Bazılarına göre Arş kursiy'den daha büyüktür. Tıpkı Kursiy'in göklerden daha büyük olduğu gibi.

256- "Tağut."

Tağut şeytandır ve insan ile cinden varid olan şeylerdir. Tuğyan'dan fa'levtu vezni üzerinedir. Bilakis falavtu bu yön üzeredir.

Burada Tağutttaki (lam) harfi aynı'in yerine kalb edilmiş. Tağut olmuş ve bu da, harekesinden ve öncesinin fetha ol­masında elife kalb edilmiş ve şu andaki veznide (Fel'av-tu)'durkalbedilişinden sonradır.

"Sağlam kulp."

Ayette geçen (urvetul-vuska) mecaz ve misal üzerine gelmiş; Allah'a iman kastedilmiştir. Her ne kadar hisse-dilmese de sanki dine asılmayı ya da tutunmayı yerinde sa­bit sapasağlam duran ve hissedilen halkaya benzetmiş gibi­dir. Manayı, şahsın tabir edilip vasıflandmldiğı bir şekilde ifade etmiştir. Ferazdak ta şiirinde böyle tabir etmiş olarak kullanmıştır,

"Canlanıp dikilmek veya seninle korunmam için diri ola­rak insanlar arasında en hayırlısını sana dayandırdım. Al­lah'ın ipi senin ipindir. Kim ondan tutunursa, tutunulan o kulpta ayırık yoktur sapasağlamdır."[262]

Cerir de şöyle dile getirmiş.

"Yapı yapanları kınamadım. İzdiham yapma başımıza geldiği zaman onlar da benim savunmamı kınamadılar."[263]

258- "Allah kendisine mülk ve saltanat verdi diye."

Bu saltanat ve mülk topluluk veya orduyla veya cemaat­le malın çok ve toplu olmasıyla ve malının çoğalmasıyla ve şu ayetin işaret ettiği gibi emir ve fermanın elinde olmasıy­la değildir.

"Zalimler ahdime erişemez."           (Bakara: 2/124)

Zira ayette belirtildiği gibi fasit bir şeyle İslah etmek mu­haldir.

"Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getiriyor."

Bu ifade ayetin başındaki birinci hüccetten intikal değil­dir. Velakin İbrahim, Nemrut'un diriltme hüccetine karşı hakkı batılla karıştırarak, bir adamı öldürüp birini de sağ bı­rakarak inat ettiğini gördüğü zaman onunla öyle bir üslup­la konuştu ki Nemrut'a inatlaşma fırsatı vermedi. Çünkü on­lar yıldız ilminin sahipleri ve yıdizlara tapıp emrini yüce gö­rüp ta'zim edenlerdendiler. Güneş ve bütün yıldızların do­ğudan batıya olan bütün hareketleri mal'umdur. Ancak sa­bit uzaklıkta olan yıldızların miktarı azdır ve hareket halin­de olanlar hem çok hem zahirdirler. Ayın zaten hareket sür'ati bellidir. Çünkü batı ufkunda hilal şeklinde göründü­ğü zaman her gece güneşten biraz daha uzalaşır ta ki ayın ya­rısına denk gelen geceye gelinceye kadar olur. Bu batıdan doğuya doğru akıp gittiği ile artık zahirdir. Yıldızların bu ha­reketi zati tabiidir. Sonra bütün bu şeyler Allah'ın büyük kudreti ve rahmetinin umumuyla oluyor ki gündüz ebediye­te veya sonsuza dek gitmesin maslahatların muharriki tara­fından kasri ve kahri (zorlayıcı itici) başka hareketlerle do­ğudan batıya doğru hareketini sağlar. Tıpkı geminin hare­ket ettirme yönünün binenlerin tarafından suyun aktığı yö­ne doğru hareket ettirmeleri gibi ve dünyada olan asıl mec­ranın hilafına hareket ediyorlar ve işte bu hareketle güneş ve doğan bütün yıldızlar yavaş yavaş yükselip daha sonra ya­vaş yavaş batmaya gidip kaybolması ve ilk doğuş yerine git­mesi sürekli ve devamlı sürüp gittiği görülür. Bu da bütün gündüz ve gecenin yükselişi[264] anlarında olur. Madem ki bu­na benzer durumlar İbrahim ile cedelleşmeye giden kişi için kararlaştırıldığı zaman hüccetin yönü şudur: Benim Rabbim güneşi kasr olarak kendi hareketi olmadan hareket ettiriyor...

Eğer sen de rabb isen hadi güneşin hareketiyle güneşi ha­reket ettir bakalım demiştir.

Zira bir şeyin tabiatı üzerindeki takriri, bir yerden bir ye­re nakletmekten daha kolay ve ehvendir. Böyle olduğu için güneşi batıdan getir denilmiştir. İşte cedelleşmenin bu son noktasında şu olay olmuştur.

"Kafir apışıp kaldı."

Yani şaşırdı, dehşete düştü ve ne yapacağını bilemez ol­du.

259- "Yahud o kimseden haber olmadın mı ki binala­rın çatıları çökmüş duvarları üstüne yığılmış tenha bir kasabaya uğrayarak şöyle diyen gibidir."

Bir rivayete göre bu kişinin nebi olması caiz değildir. Çünkü şu ayet bunun böyle olmadığını gösteriyor:

"Bunu bu ölümden sonra Allah nerden dirilterecek."

Bu ifade şek ve şüphe içeren haktan uzak bir ifadedir. Zi­ra bu ayet birinci ayettede olduğu gib bu hal veya durum­da olanın kavlinin taaccübü üzerinedir. Çünkü şu kavi (Ken­disine apaçık herşey belli olduğu zaman) ve artık (biliyorum ki) diyenin bu hal ve durumunda şüphe içinde olduğuna delalet ediyorlar. -

Bir rivayete göre bu kişinin nebi olması da caizdir. Zira bunu vahiy gelmeden Önce söylemiştir, yahut İbrahim'in şu sözünde olduğu gibi bizzat müşahede yoluyla olayı tebyin (açığa kavuşturma) yolu üzerinedir. (Ya rabbi ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster demiştir.) Tabi ki İbrahim bunu, olaya olan yakın ve tatminkarlığının daha da artması için sor­muştur.

Zira Adamın ve eşeğinin tekrar dirilişleri muhakkak mu­cizelerden biridir. Çünkü ayetin siyakında da:

"Bunu yapmamız seni inananlara ibret nişanesi yap­mamız için ve kendinde bilesin diye."

Buna işaret eden deliller vardır.

(Haviyetun) Yani harabe olmuş ve boşalan evdir. Haviyel menzilu ev harabe oldu demektir.

Havan necmu yıldız düştü demektir.

"Ala uruşiha" Yani temeli ve tavanı çökmüş şekildeki harebe ev.

"Lem yetesenneh" Mesela sen eğer "saniyenin musanatun şeklinde desen" (ha) vakf (durak) için olur. Yok eğer vasi yapıp (lem yetesenne) ha olmaksızın dediğin zaman ve bu şekilde eğer bu sanehetun musanehetun'dan da olsa (ha)" lamul fiil dir. Bunu ise senetundaki küçültme ismi (ismi tas­gir) olan suneyhetun tekid ediyor.

Hassan'm şiirinde ifade ettiği gibi:

"Ne düşmek üzere olan ve ne de eski kadim bir hurma­dır."[265]

Lem yetesenneh'in manası: Yani seneler geçmesine rağ­men henüz özelliğini kaybetmemiştir. Veya senelerin (üze­rinden geçmesiyle) öyleki içinde kuraklık ve kıtlığın oldu­ğu seneler ona hiçbir etki etmemiştir. Allah'u Teala'nın da ayette belirttiği gibi:

"And olsun ki biz firavn ailesini düşünüp ibret alsın­lar diye tuttuk senelerce mahsul kıtlığı ve kuaklıkla kiv-randirdık."                                               (Ara'f: 7/130)

Mesala Usnitu kuraklık ve kıtlığa[266] tutuldukları zamandır

Nunşizuha[267] bir şeyi birleştirip yerli yerince üst üste koymaktır.

Neşz yüksekçe yerdir. Nuşuzul mer'eti kadının mekanı­nın yüceltilmesidir.

260- "Bir vakit ibrahim şöyle demişti: "Ey rabbim ölü­lerini nasıl diriltirsin bana göster."

Bunu istemesinin sebebi şuydu. Bir zaman yırtıcı hayvan­lar tarafından parçalanmış bir leş veya cesed gördü ve rüz­garlar onun parçalarını havaya savurup götürerek cüzlerini ortadan kayıp etmişti. Bunun üzerine, yakinen ilminin hiss ve müşahade yoluyla daha da kuvvetlenmesini istemiş ve ölünün dirilmesini aleni olarak gözle görmek istemiştir ve bunun için (Evelem tu'min)'deki elif harfi, her ne kadar su­ret itibariyle istifhama da benzese burada takriri için gelmiş­tir. Yani şöyle demek istemiş rabbul alemine sen iman etmiş olduğun halde niye tekrar bunu soruyorsun? ibrahim (a.s.)'da: "Kalbim mutmain olsun diye" cevap vermiştir ki burada müşahadeyle ilim bir arada toplansın.

Kuseyr şiirinde takrirde istifham lafzıyla söylemiştir.

"Babam Nadr ile değil midir, yahut babam, huzaa'dan olan bütün soylulardan şereflilerden daha nurlu değil mi­dir?"[268]

"Sonra onları kendine doğru çağır."

Ayette geçen (sarret) kelimesi bir şeyin imalesi (meyi) et­mesi yönelmesi ve kat'ı üzerinedir.

Sarehu, yesiruhu ve yesuruhu ona meyletti yöneldi ma-nasındadır. El-Esver boynu uzun, meyilli manasındadır.

Katu manasında şöyle es-Sevr: Diğerlerinden şekilde ayrılmış, tek kalan hurma ağacıdır.

Es-Sevvar: Sığırlardan bir gruptur ve serahu Onu kesdi demektir ve bu şekilde sarehu maklub olmuştur. Suretun'un iki asıldan olması da caizdir. Çünkü nefisler ona meyleder, çünkü takti ve takdir üzerinedir. Hakeza es-Seva var:

Kita'atun minel miski (miskten bir parça) ve duyu orga­nlarından koklamanın miske koklamak bakımından meylet-mesiyle (kat)tandır.

Şayet yolcular sana yönelirse yolcular seni bulana ve gösterene dek senin hoş ve mülayim koku veya rüzgarın on­lara öncülük edecektir.

O da ikinci asıldandır. Bundan dolayıdır ki misk için es-Surar deniliyor. Sanki hoş kokusundan dolayı duyu orga­nı ona meylediyor gibidir.

Kim ki (Fessarehunne) cümlesinin onların emelleri şek­linde tefsir ederse kelamda hazf olmuş olur. Sanki manada onların sana meyletmesi ve onların kesilmesi (takti)şu aye­tin deliliyledir:

"Kestikten sonra onların her bir parçasını ayrı ayrı dağlarının üstüne koy."

Çünkü parçalayıp küçük cüzlere bölme ancak kestikten sonra olur.

263- "Güzel söz."

Yani iyi ve güzel bir söz ile Beşşame b. Gadir[269] Meriyy de şiirinde bu manada kullanmıştır.

"İllaki birgün ağaca vurup yaprak düşermek isteyenler için yaprak onunla dökülecektir. Zira ben yumuşak ağacım. Be­nim tabiatımdan hayır almak isteyenler kaybolmaz ya benim hayrıma nail olur ya da iyi bir şekilde döner cevap verir,"

 (Ve mağfiretin) isteyenin üzerinden fakru zararuti kaldı­rarak setretmektir.

Bir rivayete göre dilenciyi isteyeni reddedip geri çevi­rirken ona yapılan hareketle onu kırmak ve eziyet vermek­tir.

264- "Onun durumu üzerinde toprak olmayan kayanın durumu gibidir"

Safven üzerinde toprak olmayan kayadır. Çünkü göste­riş halindeki sıfatları üzerinde toprak olmayan kayanın şek­line benzer demektir.

"Ukuleha" Kef harfinin tahfifi ve şeddesiyle onun (ağacı) yemişler[270] manasmdadır.

Zira (Eyeveddu ahedukum entekune) cümlesinde intiza­rı lafzıyla gelmiştir ve şu (ve esabehu kiberu)'da o cümle­nin üzerine mazi sigasıyla atfetmiştir. Çünkü burda (Eyveddu) nun manası temenni içindir. Teminni Hem mazi hemde müstakbel için geçerlidir ve şu kaide üzerinede yapılmıştır. Her ne kadar ihdas olmasada ismi mana üzerine itlak etmek­le caizdir.

Cerir de bu manada şiirinde ifade etmiştir.

"Manastirdakileri hatırladığımda, beni tavuğun sesini beklemek ve çıkan çan sesleri yumuşattı."[271]

Manası: Gece uzun geldiği için onların seslerini dinleyip beklemektir. Kendisi olmadığı için ismi onun üzerine vaki kılmıştır.

266- "Ateşli fırtına"

Easirur riyah: Ateşli rüzgar veya fırtına veya kasıp kavu­ran fırtınadır. Fırtınanın getirdiği ateş sanki sudan çıkarıl­mış elbisenin etrafını sarıp kurutur gibidir.

267- "Pisi vermeye kalkışmayın"

Yani zekat verirken malınızın en kalitesizini veya düşü­ğünü ve hurmanmda kalbur altı olanını vermeyin.

"Ancak iğrenerek verirsiniz"

Yani fiatta noksanlık ve aldatmayla bir rivayete göre ancak siz gizli ve üstü kapalı olarak bu işten vaz geçmek is­tiyorsunuz ki bununla tekrar o şeyi vermeyip geri olmak istiyorsunuz.

Buna göre (Eğmede) dolaylı ve gizli sözle gelmektir mesela E'mene ummana geldi. A'reke Irak'a geldi manasm-dadır.

271- "O ne güzel şeydir."

Yani ne güzel şeydir. Yani (ni'mema) failin takdiri üze­rindedir. (ma)'nın nasb gelmesi tefsiri olduğu içindir. Ya­ni: (Nimeşşey'u şey'en hiye)'dir. Bu kelimede dört lügat var­dır. (Nima neimma niima ve nimma)[272],

273- "Fakirler içindir"

Yani sadaka fakirler içindir. (Lilfukari) mefulun leh ko­numu üzerine nasbolmuştur.

"Uhsiru: Hapsedildiler"

Yani uhtubisu hapsedildiler. Veya içerde herhangi bir şeyden ötürü çıkamadılar.

Kesai'ye gör (uhsiru) bu hapsediliş herhangi bir hastalık cihadta olan sıcak yaralar yeryüzünde mahsur oldular. Çün­kü bu hapsediliş (uhsiru) düşman tarafından olsaydı kuşatı­lıp esir alınmaları gerekirdi.

"Dilenmekten çekindikleri için inanlardan isteye­mezler"

Zira Allah yolunda çalışmaya koyulan bu insanlar hak­kında dilenme kelimesi veya ifadesini kullanmak yerinde bir şey değildir.[273] Ancak isteyememek manasında olan (İlhaf)kelimesini kullanmak tam yerindedir. Çünkü onlar in­sanlardan bir şey istemiş olsalardı hallerini bilmeyenler onlara zengin gözüyle bakmazlardı.

Bu şöyle denilen gibidir: Minaresine giden yolu göster­meyen ses, vızıltı sabah belirdiği zaman onun delili seherin girmesİyledir. Onun kuşluk vaktinde atıldığını görürsün. Gece tamamen karardığı zaman onun yolu ona zor olmaz.[274]

275- "Şeytanın çarptığı"

Yani kendisine şeytan çarpıp yere düşen manasındadır. (Mi-nel messi) Yani şeytan çarpıp deliye dönmüş[275] şekilde bu cin­net veya sar'a her ne kadar beynin iç kısımlarında yan felç gi­bi bir durumda olsa şeytana izafe edilmesi iğva'nm mecazı üzerine izafe edilmiştir. Bu anda insan baygınlık veya cinnet ge­çirerek hayal görür pozizyonunda olur ve saçmalar.

279- "Fe'zenu: Biliniz ki"

Falemu Yani biliniz ki veya (Azenu)Mur.[276]

Alemu manasındadır azentuke bişşey'i fe ezinte bihi te'zenu iznen. Yani siz Allah' ve resulüne harb ilen ettiniz.

282- "Birbirinize borçlandığınız zaman"

Ayette ilk önce borçlanmayı zikretmesi ve sonra borcu zikretmesi takrir ve te'kid içindir.

(Üzerinizde başkasına ait hak olan kimse borcunu yaz­dırsın) Yani ikrar ederek yazdırsın ve şehadet etmesi için­de (haktan hiçbir şeyi eksik etmesin).

282- "Veyahut o kendisi yazdırmaya gücüyetmiyorsa"

Yani dilsiz veya çocuk veya herhangi bir illetten dolayı yazdıramıyorsa (en tedille) yani biri unutursa (entensa). Bir rivayete göre (liella tedille) yani unutmaması için ve daha sonra şu cümleyle başlamış (fetuzekkire ihdamel uhra) bir diğerine hatırlatsın.

Yani eğer iki erkek bulunmazsa, o halde doğruluğuna gü­vendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın gerekir. İşte burda kadını şahitlik konusunda erkeklerden biri gibi kıla­caksın diyor.

Eğer bir kadın unutursa yanındaki bayanda ona hatırlat­sın "İlla entekuneticareten hadireten[277] tudiruneha beyne-kum" Yani aranızda hasıl olup gerçekleşen alış-veriş (Tica­ret)'tir. Bir rivayete göre ayette geçen (ticaretun) kane nin ismidir (Tudiruneha)'da haberidir.

283- "Alınmış rehinler yeterlidir."

Yani borçludan aldığınız vesika rehin yerinedir.

284- "Siz içinizde olan şeyİ açıklasanızda saklasanızda Allah'u Teala sizi onunla hesaba çeker."

Yani içimizde gizli tuttuğunuz masiyeti ve yapmasını az­mettiğiniz herhangi kötü bir fiili. Mücahid'e göre bu şek ve yakindir.

Bu şeye denilmez ki şu ayet bunu neshetmiştir. "Allah bir kimseye ancak gücü yettiği kadar teklif eder."[278] Çünkü nesh, şeriatlardaki maslahatın müddetini açıklamak için­dir. Verilen ceza ve haberlerle ilgisi yoktur. Çünkü yapılan teklif kişinin gücünün dışında yüklenmemiştir ki, nesh ol­maya ihtiyaç duyulsun. Rivayet edildiğine göre bu ayetin nü­zulü sahaberlere sorumluluğu zor gelmiş ve şöyle demi­şler: Biz bununla ilgili aramızda enine boyuna konuşacağı­nız böyle bir şeyden nefsimizi arındırıp uzak tutmaya gücü­müz yetmez gücümüzün yetmediği şeylerle sorumlu tutul­duk derler ve bunun üzerine "Allah size teklif etmez.." ayeti nazil olmuştur. Bu sahih birhadistir.[279] Ancak vehm'i izale etmek için nazil olmuştur. Ve daha önce verilen habe­ri neshetmek için nazil olmamıştır.

286- "Rabbimiz! Eğer unuttuk, yahud kasdımız olma­yarak hata etikse bizi (ondan) hesaba çekme."

Hatayla ve unutarak yapılan şeylerden insan oğluna gü­nah yazma yoktur. Burda (nesiyna) Terakna (terkettik) ma-nasındadır. Ve (Ahta'na)'da kasıt olmadan yapılan şeyler manasındadır. (Hatina)

"Hatia hatien" kasden yapılan günahtır. (Ahtee) Günah işleme ısrarı olmayandır. Bu son ifadedeleri açıklar maha-yitte şu ayetler de vardır.

"La ye'kuluhu illel hatiun"               (Hakka: 69/37)

Yani onu ancak kafirler yer.

"Veleyse aleykum cunahun fima Ahta'tum bih."

(Ahzab: 33/5)

Yani bununla beraber hata ettiklerinizde size bir günah yoktur.

(Ahta'na) kavli hakkında iki görüş vardır. Burda ya (Hati'na Ahta'na'mn yerine gelmiştir. Ahta'na'dahati'na'nın yerine gelmiştir.

Ya da (Ahta'na) Eteyna bihatain (hatalarımızla geldik) manasındadır. Bu senin bir bid'atı yaparken veya çıkarırken (Ebda'tu) demene benzer.

Necaşi [280] müminlerin emiri Ali (ra) hakkında şöyle bir şi­ir dile getirmiş.

Bize, arzu edileni emretki, güçte olsa güvenle ve metod olan bir şekilde dediğine rızayla cevap verelim. Eğer arzu­ladığımız şekil getirirsek zaten istediğimiz oldu demektir. Eğer arzuladığımız şekilde olanda hata edersek zaten bu da kasıtlı değildir.

Yani (Nuhti) kelimesini kasıtlı yapılmayan şeyler mana­sında kullanmıştır.

Bîr rivayete göre ayetteki mefhum şu şekilde zahiri üze­rinedir: Duada bulunup bunları taleb ederken (taabbud) ibadet etme) ve tedarru (boyun eğmek) usulü üzerinedir. Her ne kadar Allah'u Tealanın hata ve unutarak yapılan şeyler­den sorumlu bulmadığını bilsek te yine usul böyledir. Böy-leadua edilir ve dua mahiyetinde gelen şu ayettler gibi (Rabbi hükmi bilhakki) Allah'ın:

"Hak ile hüküm et."                        (Enbiya: 21/112)

"Ey Rabbimiz, peygamberlerin lisani üzere bize vadettiğin sevabı ver."                           (Al-i İmran: 3/194)

"Ey rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin musibetler gibi bir ağır yük yükleme."

Ayette geçen (El-isr)[281] Teklif edilen şeyin veya nehye-dilen şeyin verdiği ağır yük veya sorumluluktur. Aslında (Ahd'ın) ve rahimi ısren diye isimlendirimişler. Çünkü bu ikisinin sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmek ağır bir yüktür. Tevfik Allah iledir ve ismet te onadır.[282]

 

 



[1] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Bakara suresi Medine'de na­zil oldu demiş. İkrime'den nakledildiğine göre Medine'de ilk inen sure Bakara'dir. Ahmet, Buhari Tarih'inde, Müslim ve Tİrmizi'nin 2886 ra­kamıyla Yunus b. Sam'an'dan çıkardıklarına göre Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini duydum demiş:

"Dünyada, Bakara ve Al-İmran surelerini okuyup ezberleyen, amel eden kişilere Kur'an'la ve onun eliyle bir şeyler gönderilip ve­rilir." ve sonra dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) bu iki şeye, üç misal vermiş­ti ama onları unuttum. Sonra dedi ki:

"Sanki o ikisi iki bulut, yahut insan üzerine gölge yapan iki bu­lut, yahut o ikisi, aralarında perde olan birer siyah gölgeydi. Yahut havada saf bağlamış bu iki sınıfla beraber uçuşan iki gurup kuş ta­ifesi yd i." Sahihi Müslim, rakam: 804; Müsned: 4/183; Ahmet'in: 2/284,

Müslim ve Tİrmizi'nin Ebu Hureyre'den çıkardıklarına göre Rasulul­lah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Evlerinizi mezarlığa çevirmeyin, zira şeytan, içinde Bakara su­resi okunan evden kaçar." (Müslim rakam: 780.)

Tİrmizi'nin lafzı şöyle: "İçinde Bakara suresi okunan eve şeytan girmez." Süneni Tirmizi rakam: 2880.

Hatib'in Malik'in ravilerinden ve Beyhaki'nin Şuabu'l-İman'da İb­ni Ömer'den çıkardığına göre şöyle demiş: Ömer, Bakara suresini on iki yılda öğrendi. Sureyi bitirdiği zaman bir deve kurban etti.

Malik'in Muvatta'da zikrettiğine göre ona ulaşan habere göre Abdul­lah b. Ömer Bakara suresinin üzerinde sekiz sene durup öğrendi.

Ebu Ya'la, İbni Hibban, Taberani ve Beyhaki'nin Şuabu'l-İman'da Sehl b. Sa'd'tan çıkardığına göre şöyle demiş: Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:

"Her şeyin bir zirvesi ve güzidesi vardır, Kur'an'ın zirvesi ve gü­zidesi Bakara süresidir. Kim onu gündüz evinde okursa, üç gün ve ge­ce şeytan oraya girmez."

Ebubekir b. Arabi Ahkamu'l-Kur'an'da şöyle demiş: "Allah sizi muvaffak etsin iyi bilin ki alimlerimiz şöyle dediler. Bu sure, Kur'an'ın en büyük surelerindendir. Bazı şeyhlerimizin şöyle dediğini duydum. On­da bin emir, bin nehiy, bin hüküm ve bin haber vardır. Abdullah b. Ömer büyük bir fakih olduğu halde sekiz senede öğrenmiş. Biz bunu size Ki-tab-ı Kebir'de yıllarca şerhetmeye çalıştık ve sunduk. Ahkamu'l-Kur'an: 1/8.

Yani onu Kur'an tefsirinde. El-Mehaimi tefsirinde 1/31 'de şöyle de­miş: Şu sebebten ötürü Bakara suresi diye isimlendirildi. Bakara kıssa­sının bu surede:

1- Yapıcısının (sanii) varlığına delalet ettiği için. Çünkü maktulün di­rilişi kendi zatından değildi. Yoksa bütün maktuller kendiliğinden diri­lirlerdi ve ne de dirilişi ineğin etinin maktule vuruluşuylaydı yoksa her vuruluşta dirilirdi.

2- Yaratıcısının kudretine delalettir. Çünkü o, maktulü kendi kudre­tiyle diriltti ve bu sebebten Ötürü olmadı.

3- Yaratacısının hikmetine delalettir. Çünkü o, bununla bir kalbin di­rilişine işaret etti, öyle ki mazlum olan nefsi emmarenin kesilmesiyle ol­du.

4- Nübüvvet üzerine -mucize olması bakımından- delalet etmiştir: Bur-da, işin emrin zorluk ve ağırlığı araştırılmadan peygambere itaat etme­nin gerekliliğine işaret vardır. (Bizi alaya mı alıyorsun) diyenlerin başı­na geldiği gibi nahoş bir durum gelmez.

5- İstikamet ve doğruluğa işaret vardır. Çünkü dünyayı talep etmek zillet ve Allah'ın dışında olanları talep etmek bir leke veya tersliktir.

[2] İsmi Amr b. ŞurahiFdir ve çok değerli alim tabiinlerden biri­dir. Güvenilir (sika) had-s ricallerindendir. Abdulmelik b. Mervan zamann-da yaşamış, Rum kralına elçi olarak gönderilmesi gibi Önemli vazifele-de bulunmuştur. Kufe'de hicri 105'te vefat etmiş.

[3] İkrime îbr.j Abbas'ın mevlasıdu. Tabiinin büyüklerinden tef­sir v 3 gazveler konusunda zamanının en ender alimlerindendi. Çokça ge­zer seyahet ederdi. İbni Abbas kendisine: "Hadi git insanlara fetva ver" derdi. Hicri 107'de vefat etmiş. O ve Kuseyyir aynı günde vefat ettiler.

[4] Adı Muhammed b. Müstenir'dir. Sibeveyh'in şu kavlinden ötürü Kutrub diye adlandırılmıştır: Sibeveyh seher vaktinde çıktığında (Kutrub'un) ilme olan hırsından sürekli kendi kapısının önünde bekledi­ğini görürdü ve ona:

"Sen olsa olsa "Kutrubu'1-Leyl (gece hırsızı)"sin demiş. Selem b. Zi-yad'ın mevlasıdır. Ebu Kasım Muhallebi onun talebelerindendir. Hicri 206'da vefat etmiş. Onun basılmayan "Meani'l-Kur'an ve İ'rabu'l-Kur'an" adlı iki eseri vardır.

[5] O kendi asnnda Kufelilerin; lügat ve nahiv bakımından imamı olan Ahmed b. Yahya'dır. Büyük bir ilim sahibi, kapsamlı bir rivayet sa­hibi ve son derece iyi emelleri olan biridir. Onun "El-Fesih ve mecalisu's-Saleb" adlı basılmış iki eseri vardır. Hicri 291 'de vefat etmiştir.

[6] Bu Şa'bi'den de rivayet edilmiştir. İbni Munzir ve Ebu Şeyh'in, Davud b. Hind'ten çıkardıkları haberde şöyle demiş: Ben Şa'bi'den su­relerin başlarındaki harflerden sorduğumda bana şöyle dedi:

, "Ey Davud her kitabın bir sim vardır, bu Kur'an'ın sırn da surelerin bu şekilde başlamasıdır. Bunları bırak, başka şeylere yönel" derdi. Dur-ru'1-Mensur: 1/59.

Ebu Bekir ve Ali b. Ebu Talib'den (r.a.) rivayet edimiştir bu kavi hak­kında Ebu Leys Semerkandi'nin: Ömer ve Osman'dan zikrettiği haber­de şöyle demişler: "Bu Mukatta'a harfleri tefsiri yapılmayan mektum (giz-li)lardandır. Tefsiri Kurtubi: 1/154; Bahru'1-Ulum: 1/249.

[7] İbni Münzir ve İbni Ebu Hatem'in Hasan'dan (elif, lam, mim ve ta, sin, mim) hakkında: Bunlar Allah'ın sureleri bunlarla açtığı birer açılış veya anahtar misalidir diye çıkarmışlar. İbni Cerir'in Zeyd b. Es-lem'den "Elif, lam, mim" hakkında; bu ve benzer harfler surelerin isim-lerindendir diye çıkarmış. Durru'l-Mensur: 1/57; Tefsiri. Taberi: 1/87.

[8] Kurtubi tefsiri: 1/158.

[9] O, Ebubekir el-Esamm Abdurrahman b. Keysan'dır. İnsanların en takvahsı ve fasihiydi. Acaib bir tefsiri vardır. İbrahim b. İsmail b. Uey-ye onun talebelerindendir. Onun "Makalatu'1-fi'l-usul" diye bir eseri vardır. Tabakatu Davudi: 1/274; Lisanu'l-Mizan: 3/427.

[10] Arapçada Basri'lerin şeyhi konumunda olan Muhammed b. Yezid'tir. Kitabı Cürmi'ye okumuş ve ondan des almış ve öğrenimini Ma­zini'nin yanında tamamlamıştır. Züccac ta ondan ders almıştır. "El-Ka-mil ve Muktedeb" adlı eseri vardır, ikisi de basılmıştır. Hicri 286'da Ku-fe'de vefat etmiş.

[11] Ebu Hayyan şöyle demiş: "Zalike'1-kitabu" kavlinde; kendi ba­bı üzerinde olması ve üzerine hamledilmesi sahih olur. Haza manasına it-lak edilmesine ihtiyaç yoktur ve bazılarının bu hususta belirttiği gibi şey­himiz Üstad Ebu Cafer b. İbrahim b. Zübeyr'in "Zalike" hususunda şöy­le dediğini işittim: "İhdina's-sırat" taki (sırat) kelimesine bir işarettir. Bu onların sanki bizi sırat-ı müstakim'e hidayet et dedikleri zaman, onlara: İşte sizin hidayet bulmak istediğiniz ve istediğiniz o (sırat) işte bu kita­bın kendisidir denilmiş gibidir. Bahru'l-Muhit: 1/35-36.

[12] Dehhak b. Muzahim, Tabiinlerin en saygınlarından biridir. Ve tefsir konusunda da saygınlardandır. İbni Abbas ve Said b. Cübeyr'den (r.a.) hadis nakletmiştir. İlim mekanı veya deryası konumundaydı. Hic­ri 102'de vefat etmiş.

[13] "Zalike'1-kitabu" hakkında, İbnİ Cerir'in, İbni Abbas'tan çıkar­dığına göre (bu kitap) manasındadır.

[14] Onun ismi Muammer b. Musenha'dır. Arapların haber ve tari­hi günleri hakkında insanlar arasında en geniş bir bilgiye sahipti. Basıl­mış (Mecazu'l-Kur'an) adlı eseri vardır. Doksan yaşını aşmış bir ömür­le Hicri 210 yılında vefat etmiştir.

[15] Hufaf b.Umeyr'dir. Nudbe'de, Habeş'li ve siyah olan annesi-dir. Hufaf Muhadramun şairlerindendir. Mekke'nin fethi ve Huneyn gazvesinde bulunmuştur. Riddet zamanında bile İslam üzere sabit kalmış­tır. Ömer b. Hattab (r.a.) zamanına kadar yaşamış, Kays'ın zikredilen şa­ir ve atlılarmdandır. Beyitler Ebu Ubeyde'nin Mecazu'l-Kur'an'ında: 1/29; El-Hazane: 5/440; Tefsiri. Taberi.: 1/74; Kurtubi: 1/157; Tefsiri Ma-verdi: 1/64; Ruhu'l-Meani: 1/105; Akdu'l-Ferid: 6/25. Yetim metnehu: Mızrağın bedeni eğiliyor.

[16] Ebu Zueyb Huzeli'nin adı Huveylid b. Muharis'tir. Huzeyli'le-rin en şairiydi. Müslüman olmuş ama kendi beldesinde ikamet ettiğinden Rasulullah'ı (s.a.v.) görememiş. Rasulullah'i (s.a.v.) görmek istemiş ancak ulaştığında insanların sakife denilen yerde Ebubekir'e biat ettiğiy-le karşılaşır ve Rasulullah'ın (s.a.v.) cenaze namazına iştirak eder ve dö­ner. Daha önce beyit geçti. Bir kısmı şöyledir: "Gıyaben veya zahir olan bazı şeylerden dolayı beni koruyorsun."

Mucemu's-Şuara s: 371; Divan Huzeliyin: 1/156; Şi'ru'l-Huzeiiyin fi asreyni'l-cahili ve'1-islami shf: 333; Hazanetu'1-Edeb: 8/514; Fas-lu'I-Makals:394.

[17] Beyit Hassan b. Sabit'indir. Bir rivayete göre oğlu Abdurrah-man'ın Miskinu'd-Darimi'yi hicvettiği beyitlerdir. Sibeveyh'in Şeva-hid'inde vadır. İbni Seyrafİ, Şerh'ul-Ebyat'ta: 2/I47'de zikretmiş. Muk-tedeb: 3/298; Bağdadi Hazanetu'1-Edeb: 11/155.

[18] İsbehani'ninMüfredat'i shf: 139. Bir rivayete göre beyit Du-reyd b. Summe'nindir. Bir rivayete göre Amr b. Madi Yekrib'indir. Sa­hih olan beyitin Kuseyr'in olmasıdır. Arkadaşı Hendek el-Esedi'nin mersiyesi için söylemiş. Öncesinde şu beyitler vardır:.

Her zahire bir gün mutlaka fani olacak. Sen baki kalsan yok olmaya doğru gidersin.

Eğer ölüm gelmesin diye fidye de versen, eskiden kalma ve yeni el­de ettiği malarla mümkün değildir.

Hepimizin Ölümden tadıp, senin bizden sonra bu vadide rehin kalman biraz bana zor gibi geliyor.

Divan Dureyd s: 29. Mucemu'l-Buldan: 5/429; Bahru'l-Muhit: 1/372; Divan Kuseyyir shf: 222.

[19] , Ebu Haccac Mekki Mücahid b. Cebr'dir, meşhur tabiin ve müfessir imamlanndandır. Kendisi şöyle demiş: Kur'an'ı başlan sona üç kez İbni Abbas'm yanında okudum ve her ayetin üzerinde basa basa durdum ve ondan bu konuda bilgi aldım. Hicri 100. yılda secdedeyken ve­fat etmiştir.

[20] İbni Esir bu hadisi en-Nihaye'de rivayet etmiştir. 2/14. Lafzı şöyledir: "Tekunu kable's-saati simine huddaatun). Yani bu senelerde yağ­murlar boldur, ama bereket veya verim azalır. İşte buna huda denilir. Çün­kü onlan yağmurla bereket olacağının ümidim veriyor ve daha sonra bu­nun tersi oluyor. Bir rivayete göre el-Hudaatu: Yağmur azlığıdır. Ağız­da tükürüğün kurumasına (Hadaarrik) denilir. Farisi şöyle demiş: Hadi­sin manası: Zekatın eksikiliği ve yağmurun azlığı olarak tabir edilir. Bir rivayete göre zekat ve bereketin verimin azlığıdır. Mesela yağmuru az olan seneye (Hadau'z-Zaman) denilir.

Lisanu'1-Arap maddetu (Hadaa): 8/66. Hadis Ahmed Müsned'i: 2/338 Durru'I-Mensur: 7/475. İbni Kesir el-Fiten

ve'1-Melahim: 1/57. İb­ni Kesir isnadının ceyyid ve kavi olduğunu söylemiş.

[21] Mahtuta'da (zatu esacih) geçmiş ama hatadır. (Huşşat) yerine de habbebe geçmiş. Esahic: Yürüyüş biçimleridir. El-Hariyy e'1-Hayrat'a nisbettir. Eî-Ekta. Kıta kelimesinin cemidir. Bineğin üzerinde olan halı veya hasırdır. El-Hadda setr ve gizlenmek manasında olan el-Had keli­mesinden türemiştir. Geniş bilgi için Tebrizi'nin (ihtiyaratu'l-mufadde-hi'd-daby) eserine dön. Mafdaliyat shf: 283. Beyit Ebu Kays b. Eslet en-sariye aittir. Onun Mafdaliyat'ı: 3/1243 ve 1245.

[22] Beyit, Süveyd b. Ebu Kahirindir. Kadının dişlerini nitelendi­riyor. Muhadramun şairidir. H. 60 yılından sonra vefat etti. Mafdaliyat: 191. Tebrizi'nin Şerhu'I-Mafdaliyat'ı: 2/868. Samtu'l-leali: 962. İkinci beyit Tefsiru'l-Kurtubi: î/196. İbni Faris'in Mücmel'i: 2/279. Basair zevi temyiz: 2/531. Birinci beyit: El-Ayn: 6/214. İki muhakkik: Dr. Mahzumi ve Samuranİ: Buna ulaşamadık. Mahlutada: (şetiten) yerine (şe-yen) gelmiş, hatadır. Eş şetit: dağınıktır. Yani dişler. El-Vadih: beyazdır.

[23] Onun ismi Haddaş b. Bİşr'dir. İbni Selam onu islam şairlerinin ikinci tabakasından addetmiştir. Cerİr'le beraber atışıyorlardı. Sonra Ferezdak'la atıştı. Samma afet manasında essaylam ise şiddet manasın­dadır.

[24] El-Beyan ve'I-tebyin: 3/180; El-Hayavan: 3/77. İlk beyit Müc-melu'l-luğat'ta adele maddesinde yer alır. Muhakkik nisbetsiz bırak­mıştır. Lisan'da Adele maddesindedir. İkinci beyit Lisan'da feraha mad-desindedir. Mesela efraha ru'uke: Yumurtanın civcivden hali kaldığı gibi senin kalbinden gam ve kederden hali kaldı demektir. Mahtutada Ha­rise b. Beled Advani geçer, hatadır.

[25]Tasti'nin İbni Abbas'tan naklettiğine göre bu konuda Nafi b. Ez-rak ona: "Bana bu konuda haber ver." demiş (Fi kulubihim maraden) o da: (İbni Abbas) "Nifaktır." der. "Araplar bunu biliyor mu?" der. O da: "Evet sen şairin şu sözünü duymadın mı?" der.

[26] Bu beyit muhaddaremun kısmında olan sahabilerden Şemmah b. Dırar'ındir. Onun divanı shf: 2/5'tedir. Tefsiri. Maverdi: 1/68. Muhak­kik nisbetsiz bırakmıştır. Akdu'l-Ferid: 2/227; Lubabu'1-Edeb s: 285; El-Mansef: 2/114.

[27] Beyit Ebu Hayye Numeyni'nindir. Bahru'l-Muhit: 1/53; Dur-ru'1-Masun: 1/29, Muhakkik, kailine rastlamadım demiş. Besair zevi Temyiz: 4/493; Ruhu'l-Meanİ: 1/149; Lisan maride maddesi.

[28] İsmi Ebu Muhammed el-Kufi el-Aver İsmail b. Abdurrah-man'dır. Tefsir sahibidir. İbni Abbas, Enes ve diğerlerinden hadis riva­yet etmiştir. Sevri ve diğerleri de ondan rivayet etmişier. Buhari dışında­ki bir grup ta ondan nakletmiş. Hicri 127'de vefat etmiş. İsmi Ebu Muhammed el-Kufi el-Aver İsmail b. Abdurrah-man'dır. Tefsir sahibidir. İbni Abbas, Enes ve diğerlerinden hadis riva­yet etmiştir. Sevri ve diğerleri de ondan rivayet etmişier. Buhari dışında­ki bir grup ta ondan nakletmiş. Hicri 127'de vefat etmiş.

[29] O meşhur şair Ebu Ferras Hemmam b. Galip'tir. Babası kavmi­nin saygın ve meşhur şairlerir dendir. Şiirlerle, Cerir ile atışmaları çok ol­muştur. O da babası da Emevs şairlerindendir. Hicri 110'da vefat etmiş. Beyiti divannda bulamadım. Muberid'in Kamil'i: 1/45. El-Elat: Boyun­daki damgadır. Her şeyde olan (El-Melağim) isr: Burun, ağız ve yarık ma-nasındadır.

[30] O, künyesi Ebubekir olan Muhammed b. Seriy'dir. Arapça ve edebiyatının imamlanndandır. Muberrid'ten ders almış. Ondan da Say-rafi ve Romani ders almış. Ra'y1 geveleyip ğayn gibi çıkarırdı.Onun son zamanlarda basılan (usulım fi'n-nahiv) adlı eseri vardır. Hicri 316'da vefat etmiş. Beyit nisbetsiz bırakılmıştır. Sehavi'nin Seferu's-Saade: 2/665; Hasais: 1/152; Lisan mad. Ekele. Orada (hubzen) yerine (hayran) vardır. Su satıp kazandıklanyla bir lokma ekmek yiyen bir gurup kaste­diliyor. Böylece suyu zikretmekle yetinmiş.

[31] Şu ayeti kerimede olduğu gibi:

"Bunun için kim size saldırırsa siz de aynen ona, size yaptığı te­cavüz gibi saldırın."

Burada düşmanlığın veya saldırının cezası saldırı olarak isimlendi­rilmiş, çünkü o saldırma sebeb olmuştur. Şu ayettede olduğu gibi:

"Ancak zrılimltru kin veya buğz vardır."

Düşmanlık veya buğz ile, zalimlere mükafat verilmek istenmiştir. (Ve haberlerinizi imtihan srmek için). İrfandan imtihanı reva görmüş. Çün­kü o imtihana sebebtir. Sanki böyle demiş: Haberlerinizi büiyoruz.El-İşa-retu iİJ'i-icazs:52-53.

[32] Beyhaki esma ve sıfat adlı eserde, İbni Abbas'tan şu kavi hak­kında şöyle çıkarmış:

"İman edenlerle karşılaştıklarında iman ettik derler."

Bunlar ehli kitaptan olan münafıklardır. Burada kendileri ve alaycı ta­vırları zikredilmiştir.

"Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında biz sizinleyiz derler."

Yani biz sizin dininiz üzerindeyiz.

"Biz sadece alay ediyoruz."

Muhammed'in arkadaşlarıyla. Allah ta diyor ki:

"Allah ta onlarla alay ediyor."

Aherette de onlara cehennemin içinden cenneti görecek şekilde bir ka­pı açılır ve sonra onlara gelin denilir ve onlar da oraya yönelerek cehen­nemde yüzerek gelmeye çalışırlar. O sıralar müminler de taşlanmış ha­lis ipeklerden yapılmış koltuklar üzerinde oturur halde onları seyreder­ler. Tam cennetin kapısına ulaştıkları zaman yüzlerine kapanır ve mümin­ler de onlara gülerler. İşte bu da Allah'ın şu ayetidir:

"Allah ta onlarla alay eder."

Ahirette, cennetin kapısı onların yüzüne kapandığı an, müminler de onlara gülerken buna şu ayet işaret eder:

"B. gün, müminler koltuklar üzerinde oturup bakarak kafirlere gülerler."

Esma ve sıfat s: 6/6; Durru'l-Mensur: 1/78.

[33] Beyit, Lubna'mn sahibi Kays b. Züreyh'indir. Meşhur aşıklar­dandır. Müellifin dediği şekilde, Mezahim Ukayli'nin değildir. O beyit-len Önce şunlar vardır:

Yetimin, anne babasının kaybından dolayı Allah'a şikayetini arzet-tiği gibi ben de Lubna'mn kaybından Allah'a şikayetimi arzediyorum.

Yetim ki akrabalar ondan yüz çevirdiler. Onun cismi arık ve ince, an­ne babanın ahdi ise kadimdir.

Onların uzaklıklarından evlerindekiler ağladılar. Gözlerimden yaşlar aktı hangi telaşlananları kınıyorum.

Şevk ve hevadan tabirlemi ağlıyor yahut başkası hüzün ve gamından mı ağlıyor. Eğani: 8/117. Ema lil murteda: 1/53.

[34] O, mucit şair Temim b. Ubey b. Mukbil'dir. O, harisli olan Ne-caşi'yle birbirlerine şiirleriyle hicveder veya yarışırlardı ama Necaşi onu mağlub ederdi. İbni Mukbil, dinde katı bir tavrı vardı. Müslüman ol­duğu halde cahiliyedekilere ağlardı. Divanı s: 292; Emali'l-Murteda: 1/53.

[35] Cerir b. Atiyye Halfi'dir. Künyesi: Ebu Harza'dır. Emevİlerin meşhur usta şairlerindendir. Ferazdak, Ahtal ve onun arasında atışmalar olurdu. Onların arasında o, en şair olandı. H. 110'da vefat etti. Mahtuta-da (mesaih) yerine (mesalih) (gayur) yerine (uyun) gelmiş. Divanı Cerir s: 79. Bercimime oklar düştü şeklinde rivayet ediyor. Nasahu: Oklar, per­çemine düştü. Mesaih: Gözle kulak arasından öne kadar. Mefmk: Kadın­ların hoşlanmadığı şeydir.

[36] Abdullah b. Mes'ud ilk müslümanlardandır. Bedir'de bulunmuş ve iki kez hicret etmiştir. İbni Abbas, İbni Ömer ve Ebu Hureyre ondan hadis rivayet etmişler. Son derece kısa, cansız ve zayıf biriydi. Buhari ve Müslim onun 64 hadisi üzerine ittifak etmişler. Hicri 32'de vefa! etmiş.

[37] O, Ebu Zekeriya Yahya b. Ziyad'tir. Kufiler içinde en geniş bir ilme sahipti. Kesaİ'den ders almış. Arapçada hudud ad. altınaa bir çok ese­ri vardır. Hicri 207'de Mekke yolunda vefat etmiş.

[38] Said b. Cübeyr, tabiinin büyüklerindendir. Tefsir, hadis, ibadet ve takva bakımından tabiinin öncülerindendir. îbni Abbas ve İbni Ömer'den hadis rivayet etmiş ve ondan da tabiinden bir grup rivayet et­miştir. İbni Esas ile beraber Abdulmelik b. Mervan'a karşı çıkınca Hac-cac onu öldürtmüştür. Hicri 95'te.

[39] Bu ayet hakkında İbni Cerir, İbni Abbas'tan şöyle nakletmiş: "Allah münafık İçin bir darb-ı mesel vermiştir:

"Allah nurlarını giderdi." kavli için ise: O nur ki, o onlara hakkın­da konuştukları imanlarıdır. Zulmetten kasıt ta; onların inkarcılığı ve sa­pıklıklarıdır. Tefsir Taberi: 1/143.

[40] Es-Seyyib: Sabe, yesubu'dan türemiş fey'al veznindedir ve in­iş zamanına denilir. Yağmurun her damlasına ve bulutlara, içlerinde nü­zul (iniş) manası olduğundan sayyib denilir. Hasiyet Şeyhzade Beyda-vi'nin tefsiri üzerine: 1/165.

[41] Tirmizi'nin çıkardığı bi haberde, İbni Abbas şöyle demiş: Ya­hudiler, RasuluIIah'dan (s.a.v.) Rad'm ne olduğunu sordular. O da:

"Bulutlarla görevlendirilmiş meleklerden bîridir. Elinde bulut­ları Allah'ın dilediği yere sürüp götürmesi için bir ateş parçası var­dır."

"Peki bu çıkardıkları ses neyin nesidir?" dediler. O da:

"Onun bulutları sürükleyip götermesidir ki Allah'ın dilediği ye­re kadar sürüp götürür." Rasulullah'a:

"Doğru söyledin derler." Tefsiru'I-Kurtubi: 1/217; Aridetu'I-Ahve-zi: 11/284!

[42] O, meşhur arap aşıklarından, izzetli ve nadir hikaye sahibi olan Kuseyyİr b. Abdurrahman'dır. Ali Ebu Talİb için şiddetli bir taas­suba sahib olan Rafizi biridir. Emaleyyi'I-Kaliy: 1/178; Divanı s: 151. Mahtutada (Eh merrez zeniyy) gelmiş hatadır. (Bilahezk) yerine (Bila-half) gelmiş, hatadır.

El-İrzam Rad'ın sesidir. Muveşşeh: 246; İkincisi Lisan badd. Heze-ka: 10/368; El-Hezak Rad'ın şiddetli sesidir.

[43] Divanı Cerir shf: 79.

[44] Delaili'1-icaz Curcani s: 94; Hazanetu'1-Edeb: 5/214; Sırru Senaetu'1-İrab: 1/155; Şi'ru'ş-Şuara s: 343; Hasais: 3/340; Divan: 103.

[45] O, İmran b. Hattan'dır. Tabiin'den ve Kaade haricilerinin lider­lerinden biridir. Ali b. Ebu Talib'i katleden Ebu Mulcim'i medheden be­yitleri vardır. Buhari ve Ebu Davud ondan çıkarmışlardır. İbni Hacer'in dediğine göre ondan özür beyan etmiştir. Çünkü henüz mubdei olmadan önce ondan hadis nakletmişti. Hazanetu'1-Edeb: 5/361. Bu beyitlerle Süfyan Sevri'yi temsil getirmiştir. Tarihu'l-îslam Zehebi: 1/285; Uyun Ahbar: 1/81. Rabiu'l-Ebrar: 4/216.

[46] El-Ğaysu'I-Muscem: 2/101. Keşfu'I-Müşkil fi'n-nahv: 2/474; Divan shf: 158; Senaateyn s: 60; Îcazu'l-Kur'an Bakillani s: 100.

[47] Mahtuta da Abdullah'tır ama hatadır. Kavminin seçkin insan-larındandı. Osman b. Affan'm arkadaşlanndandır. Osman (r.a.) katledil­diği zaman Muaviye'yle beraber oldu ve Sıffin harbine katıldı boğularak öldü. Hicri 69'da. Lisanu'1-Arap mad. Keteme: 12/506; Hasais: 1/336. Onun onu gizlediği gibi o da onu ondan gizlemiştir.

[48] Kitap hakkında herhangi bir bilgiye rastlamadık.

[49] O, edeb imamlarından, Mutezile akidesine sahip olan Amr b. Bahr'dır. Çeşitli ilimlerle ilgili 360 eseri vardır. Eserlerinden bazıları: "EI-beyat ve't-tebyin, el-Hayavan, el-Buhala" Kitapları önce aklı sonra da ede­bi öğretir. Hicri 250'de vefat etmiş. Kitapları, üzerine düşerek altında öl­müştür. Kadı Ebu Yusuf ve Nizam'dan ders almış.

[50] Adı: Umeyr b. Şuyeym'dir. İbnu Selam, onu, İslam olanların ikinci tabakasında addetmiş. Çok keskin ve usulünü iyi bilen ve tatlı şi­irleri oîan bir şairdir. Divanı s: 26. Devenin yürüyüşünü vasıflandıran bi­ridir. Lisanu'1-Arap mad. Avere. Cemheretu eş'aru'I-arap: 2/807; Şah. Mefdaiiyat Tebrizi: 1/465; El-Muvahhiş s: 233; Eğani: 9/30; Emaii'1-Ka-li: 2/708. Merzbani şöyle demiş: "Eğer Kattami, devenin yürüyüşünü va­sıflandıran şiirlerini kadınlar için söyleseydi İnsanların en şairi olurdu. El-Hayavan: 5/78.

[51] Beyhaki bu hadisi Ba's'ta çıkarmış. İbni Cerir: 1/174. İbni Ebu Hatem: 1/89. İbni Abbas'tan naklettiğine göre şöyle demiş: "Dün­yada cennette olan şeylerden isimden başka birşey yoktur."

[52] Şair şöyle dedi;

Ey insanlar arasında tepeden tırnağa en güzel olan, sevenin şerri hiç bir zaman ona ulaşmaz.

Burada ma beyne karniyi (iki boynuz arası) kastetmiş. (Beyne) düş­tüğü zaman (karnen) kelimesi (Ahsen)e nisbet için temyiz üzerine na bedilmiştir. Kurtubi: 1/243. Meani'l-Ferra: 1/22.

[53] Müellif Mutezile mezhebinin etkisinde kaldığından (idlal)'ı Al­lah'a izafe etmekten kaçınmıştır. Çünkü onlar Allah'ı bu tür şeylerden mü­nezzeh kılarlar. Bu konuda varid olan bir çok ayeti tevil ediyorlar. Ehli sünnet ve'1-cemaatin yanındaki mana Allah'u Teala onları rezil ve rüs-vay eder ve onları hidayete erdirmez.

[54] Adı: Gaylan b. Ukbe'dir. Mahir şairlerdendir. Bununla arapla-nn meşhur aşıklarından sayılıyor. Onun kız arkadaşı öldürüldü. Şiirlerin­de ondan çok misal verir, teşbihini yapar. Kırk yaşında H. 117'de vefat etti. Ebu Amr b. Ala şöyle dedi: Şiir Zirrumme ile, Ricz ise Raube b. Ac-cac'la son buldu. Beyit sh. 40'ta divanında Emali'l-Kaliy: 1/240. Lisa-nu'I-Arap mad. tala: 15/13. Kitabu'1-Efal: 3/252. Mutlubin: Uzakta olup onun talebine ihtiyaç olunandır. Tala: Boynun bir yanı.

[55] Beyit, Ebu Dehbel Cumhi'nindir. Tebrizi'nin Şerhu'1-Hama-se'si: 3/153; Es-Sadaketu ve's-Saciik: 154;Eğani: 6/164. Isbahani'de yi­ne onu Mecnun-u leyla'ya nisbet eder. Onun bazı beyitleri şöyle:

Leyla'yla benim aramda bir gece olduğu halde onu terk mi ediyorum (hayır) zira ben sabredeceğim. Beni, sizden devesini kaybeden biri ola­rak kabul görün. Onun bir zimmeti vardır, zira onun yuları büyüktür.

Metruk olanın sahibinin saygınlığı hürmeti, deveyi kaybetmekte ola­nın sahibine göre daha çok ve yücedir.

Allah leyla'yı afvetsin, zira o , bir hükmü benim üzerime tevli etmek istediğinde zulmeder.

Birinci kısmı İbni Cezeri'nİn (Kaşifu'l-Hasase) adlı eserinde sh. 92'dedir. Eserin tahkikçisi Dr. Nernmas şöyle dedî: Onun söyleyenine ula­şamadım. Eğani: 2/8.

[56] Müellif burada Mutezile usulüne göre gitmiştir. Zaten Mutezi-le'den etkilendiğini mülahaza ediyoruz. Onlar, Rasulun bi'setinin gerek­liliğini savunurlar. Bu da ehli sünne vel cemaatın hilafınadır. Allah'a hiç­bir gereklilik yoktur. Kimse Allah'ın üzerine birşeyi gerekli kılamaz. Se-merkandi şöyle dedi: Herkes kendi nefsinde düşündüğü zaman olan mi-sak'ı (ahdi) bilir. Bu da misak mesabesindedir. Bahru'1-Uium. 1/304. Hiç­bir .şey Allah'ın üzerine gerekli değildir.

[57] Beyit, haricilerin şairlerinden ve büyüklerinden olan İmran b. Hattan'ındır. Divanu'l-hevariç shf: 168; Eğani: 16/151; Rabiu'I-Ebrar: 4/206; Zehru'1-Adab: 4/6; Mucemu'l-Edibba: 8/170.

[58] Kelhabetu'l-Yerbui, Cahili bir şair olup adı Hubeyre b. Abdu-menef tir. Kelhabe'nin, onun annesi olduğu ve onun da Kelhabe'nin oğlu olduğu söyleniyor. Ensabu'1-Hayl shf: 48; Mefdaliyat: 32. Birinci beyit tbni Seyrafiye ait Sibeveyh'in beyitlerinin şerhinde: 2/156; Şerh Eb-yatNuhas: 149.

[59] Meanİ'l-Kur'an: 1/24.

[60] Beyit Bahru'l-Muhit'te: 1/134; Ruhu'l-Meani: 1/215'te. Haşi-yetu Şeyhzade: 1/570'te. Tefsiri Kurtubi: 3/278'de ve Durru'l-Masun'da 1/243'te varid olmuş. Nisbetsizdir.

[61] İbni Ebu Hatem'in, İbni Abbas'tan çıkardığına göre bir adam ona şöyle demiş: "Allah'ın kitabında olan bu iki ayet birbirine muhalif­tir." O da:

"Tabi ki sen bunu kendi kafandan uydurdun." der. Ve şuradan şu aye­te kadar oku der:

"Yeri iki günde yaratan Allah'ı inkar mı edeceksiniz?" Ve şura­ya kadar:

"Sonra göğe yöneldi ve o duman şeklindeydi." İşte:

"Vel arde ba'de zalika dehana." kavli de budur. Tefsir İbni Ebu Ha-tem 1/104 ve semayı yaratmadan Önce yeri yaratmıştır ve daha sonra se­mayı yaratmıştır ve daha sonra semayı yaratıktan sonra da yeri döşemiş-tir der. İşte (Dehaha) kavli döşediğine delalettir. Durru'l-Mensur: 8/412. İbni Abbas'tan.

[62] Ebu Şeyh Üzme de İbni Abbas'tan çıkardığı haberde şöyle dedi diyor: Allah yedi kat semayı dumandan yaratmıştır. Daha sonra pazar ve pazartesi günleri yeri yaratmaya başlamıştır. Buna şu ayet işa­ret ediyor:

"De ki: Yeryüzünü iki -»ünde yaratıp sonra da onda olan vakitle­ri takdir eden Allah'ı inkar mı ediyorsunuz?"

Şeklinde zikeder ve der ki Kur'an'da şöyle bir şey varid olmuştur der:

"Sonra semaya yöneldi, o bir dumandı, semaya ve yere ikiniz de gelin diye emretti..."

[63] Beyiüer Ebu Cehil'in kardeşi Haris b. Hişam Mahzumi'nindir. Müşriklerle beraber Bedir savaşına katılmış fakat hezimete uğramıştır. Ha­ris yavaştan kaçtığından dolayı özrünü beyan etmiş ve bu beyitleri söylemiş dah.ı sonra Mekke'nin fethinde müslüman olmuş ve iyi bir müslüman olmuş. Uyunu'l-Ahbar: 1/69; Akdu'l-ferdid: 1/99; Siret İbni Hişam: 3/113.

[64] Divanı s: 57. Lııbabıı'I-adab s: 218, Ancak burada (El-Haylu ta'lemu) vardır. Eğani 7/143.

[65] Hayatı daha önce geçmiştir. Suyuti'nin Tibi'den naklettiğine gö­re bu ayet lügat ile uğraşmayı ibadetle uğraşmaya tercih edilir. Faydası­nı vermiştir. Şer'i ilimlerde nasıl olur? Kimse bilmez. el-İklil fi istinba-ti't-Tenzii s: 28.

Bu konuda Allame Salih b. Metali Şankiti şöyle diyor: Şer'an lugat-ları öğrenmeyi ibadetle uğraşmaya tercih et. Bu şu sözden çıkarılmıştır: Adem'e bütün isimleri öğretti. Lügati öğrenmeye bak.

[66] Divanı Cerir: 86. ikinci beyit Tabakat Şuara sh. 147. başı şöy­le: (İnsanlar hala benim zalim olduğum kanaatini terketmeyecekler mi). Mutih: Kendisine faydası olmayana yeltenendir.

[67] Zeydu'1-Hayl diye isimlendiriliyordu. 9. yılda Rasulullah'a geldi ve onu Zeydu'1-Hayr diye isimlendirdi. Cahiliye şair ve atlılanndandı. Nebi (s.a.v.) ona şöyle dedi:

"Hiç kimse cahiliyede beni vasıflandıramadı. Islamdan senden başka beni vasıflandıran görmedim." Ömer'in hilafetinda vefat etti. Ka­mil: 1/235. Hamasetu'l-Basriyye: 1/62. İkincisi: Haşiyetü Şeyhzade ala'l-Beydavi: 1/256, Tevil Müşkili'l-Kur'an: 417. Tefsim'l-Taberi: 1/289. Bahru'l-Muhit: 1/266; Tefsiru'l-Maverdi: 1/92. Şedde Akru'd-de-vabir: Mızrak sonlarının düğümü. Atlı kuşandığı zaman bunu yapar.

[68] Bu tercih edilen görüştür. İblisin melek cinsinden olmadığı sa­hihtir. Çünkü melekler nurdan İblis, cinlerin babası ve ateşten yaratılmış­tır. Ayette olduğu gibi "Beni ateşten onu da (Adem) çamurdan yarat­tın."

[69] Tefsir sahibi Ebu Müslim Muhammed b. Bahr Isbahani'dir. Mu-leziliydİ ve onlar arasında saygın biridir. Mutezile'ye göre tefsir yapmış­tır. 70 yaşında hicri 372 rde vefat etmiştir.

[70] Bu görüşü diyenler: Munzİr b. Said Balut ile İbni Yahya Ebu Kasım Belhi'dir. İbni Kayyım Cevzi (Miftahu Daru's-saade) kitabında bu mesele üzerine görüş belirtmiştir. Her iki fırkanın da delillerini zikretmiş. Bu görüşü ise bir çok delillerle reddetmiştir. Miftahu Daru's-Saade: 1/1232.

[71] İbni Cerir, İbni Ebu'l-Hatem ve İbni ve Menzur çıkarmışlar 1/126. İbni Abbas'tan gelen rivayet şöyle (Allah Adem'i Sunbule'den men etmiştir.) Bir lafzında da (El-Bur')dan buğdaydan. Durru'l-Mensur 1/129. Tefsiri İbni Cerir: 1/183.

[72] îbni Ceri'rin ve İbni Munzir'in çıkardığına göre bu İbni Ab­bas'tan rivayet edilmiştir. 1/184. Durru'l-Mensur: 1/129.

[73] Bu, Muhadramunun kıymetli sahab il erinden olan Lebid b. Ra-bia'den muallakatlann sahiplerinden biridir. Müslüman olduktan sonra Kufe'ye intikal etmiş ve uzun süre burada yaşadıktan sonra vefat etmiş Yehbitu ölmek. Eminı-çoğaldılar. Kallun azlık. Divan Lebid sh 50; Me-cazu'I-Kur'an 1/373; Birinci Ravdu'1-Unf 2/212. İkinci beytin birktsmi şöyle rivayet edilir: Bir gün helak olup azalacaklar. Mahtutada (Nerede­nin yerine Fend gelmiş, hatadır.)

[74] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/

[75] Bu beyitleri, Firuz Abadi Basair Zevi Temyiz'de zikretmiş: 6/24 ve şöyle demiş: Onlar bazı muhaddisçilere aittir ama muhakkik onları nis-bet etmemiş. Muberrid'in Kamil'i: î/235. Mahmudu'l-Verrak'a nisbet et­miş. B ence tu'1-Mecal is: 3/328; Tefsiru'I-Razi: 3/8. Nisbetsizdir.

[76] Üç beyitten biri, Ebu Zeyd'in Nevadir'inde: 152'de cahili bi­rine nisbet etmiş. Ferra'nın Meani'I-Kur'an'ı: 1/33; Bahru'l-Muhit: 1/177. Nehru'l-Mad'de Ebu Hayyan'ın: 1/177; Ruhu'l-Maani: 1/245; Haşiyetu Şeyhzade: 1/286.

[77] O, Zuburkan b. Bedr'in kabilesinden olan Edbat b. Kurey Sa'didir. İslamdanbir asır Önce yaşamıştır. Kavmi son derece ona kötü­lük etmiş o da onlardan ayrılmıştır. Son gittiği kavim de ona eziyet etmiş ve bu kez kendi kavmine dönmüş. Hazanetu'1-Edeb: 11/452; Mecalis Sa'Ieb shf: 480; Emali'1-Kali: 1/107; Tefsiri îbni Atıyye: 1/104. Kurtu-bi: 1/344; Ruhu'l-Maani: 1/247; Şeyhzade Ale'l-Beydavi: 1/291; Müc­mel İbni Faris: 2/79; Tefsiri Kurtubi: 1/374.

[78] Şiirin kaynağı biraz öncele dipnotta geçmişti.

[79] O, Hevazin'İllerden olan cahili şairlerinden Düreyd b. Summe'-dir meşhur sayılı atlılar arasındaydı İslama yetişmiş ama müslüinar. ol­mamış.

[80] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/

[81] Beyitleri kardeşi Abdullah'ın mersiyesi üzerine söylediği ka-sidesindendir. Divanı shf: 47; Emali'I-Yezidi shf: 35. İkinci beyit Haza-netu'I-Edeb: 11/279; Mecazu'l-Kur'an: 1/40; Bahru'l-Muhit: 1/185; Tefsiri Maverdi: 1/265; Tefsiri Kurtubi: 1/375; Faslu'1-Meka shf: 353; Tef­sir İbni Atiyye: 1/206; El-Mudeccec silahların tamamıyla Dir'u'1-Fari-si-Fars'ta yapılmış zırhtır. El-Miiserred muhkem ve sağlam bir şekilde Örülmüş demektir.

[82] Cahüiyye şairlerinden olan Sayfi adlı şahıstır. Cahiliyyede İlah edi­niyordu. Hanifliği din ediniyordu. Bir rivayete göre müslüman olmuştur. Bi­rinci beyit Hazanetu'İ-Edeb: 3/411; İki beyit te Mafdaliyat shf: 284; İktiabu'I-Bedlisaya: 358; Şerh Mafdaliyat: 3/40. Onun yazılı bir kitapçığı vardır, sa­vaşa götürme hakkındadır. Övgü ve methiyelerle doludur. Yani eski Uran kabilesinin reislerinin fazilet ve yiğitlikleri hakkındadır.

[83] İki beyit te cahili olan Ebu Hanbel cariyetebni Mumıîaniye ait­tir. Faslu'l-makal s: 315. ikinci beyit tefsiri Kurtubi 1/ 377. Birincisi Li-sanu'1-arap madde Ememe iki beyit te Şİ'ru'ş-şura shf 58. Lisan madde cezee 1/46.

[84] Muallakat'ın sahiplerinden ve cahili şairlerinden biri olan Zü­heyr b. Ebu Seleme'dir Tefsiri Kurtubi: 1/ 387; Tefsiri Maverdi: 1/105; Divanı s: 61; Bahnı'l-Muhit: 1/189.

[85] Adı Gıyas b. Gavs Tağlabi'dir. Meşhur Emevi şairlerinden olup Cerir'le atışmaları olmuştur. Hıristiyan idi müslüman olmamıştı. Ab-dulmelik b. Mervan'Ia oturur kalkardı. Feylak: Büyük kitap. Ekfal: Kor­kaklar. Kefele'nin cemidir. Erakim: Tağleb ailesidir. İki beyit te Diva­nı Ahtal: 390.

Huzeyl ise: Huzeyl b. Hubeyre Tağlebi'dir. İrab: Sahrada bir sudur. Bununla Huzeyl'in, Beni Reyah b. Yerbu üzerine açtığı bir savaşa işaret ediyor. Onların kadınlarını esir aldılar ve develerini de sürüp getirdiler. Hakeza iki beyit Cerir ve Ahtal'ın Nekaid eserindedir: 77.

[86] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/

[87] Beytin kaili bilinmiyor. Meani'I-Kur'an Ferra: 1/105; Hazane-tu'l- Edeb: 1/451; Bahru'l-Muhit: 1/202; Tefsiri. Kurtubi: 1/399; Hasi­yet Şeyhzsade ale'l-beydavi: 1/96.

[88] Hişam b. Abdutmelik tarafından Irak'a emir tayin edilmişti. Be-lağat ve fesahat yönünden arapların meşhur hatiplerinden biridir. Son de­rece eli bol ve cömert biriydi. Sonra velayetinden azledildi, yerine Yu­suf b. Ömer sekafi tayin edildi.

[89] Müfessir ve keskin bir hafız olan Katade b. Deame Sudusi'dir. Keskin hafızlığından dolayı ununla misal verilirdi. Kendisi ben hiç bir za­man bir muhaddisi, kulağım d lymadı bana tekrar et demedim diyor ve kal­bimle hemen söyleneni hıfz ederdim. Hicri 117'de vefat etmiş.

[90] Mahtutada (Fektulu] geçer ama hatadır Katade bunu (feekilu) okumuştur. Tefsiri Kurtubİ: 1/402; Durru'l-Masım: 1/365 ve bu şaz bir kıraattir.

[91] Beyit Ebu Ahzar Hamani'nindir. Şerh Ebyat Sibeveyh Naha-s'ın shf: 178; Lisan madde nasere Tefsiri.Taberi: 1/318; Tefsiri Kurtubi: 1/433; Ruhu'l-Maani: 1/278; Bahru'l-Muhit: 1/238. Şiirde başını salla­yan iki deveyi vasıflandırıyor. Devenin başını nasraniyenin namaz kılarkan başını sallamasına benzetmiştir.

[92] Ebu Cafer b. Ziibeyr şöyle demiş. A'raf süresindeki olay Be­ni İsrail'in Musa'dan su talebinde bulunmalandır. Ayet şöyle:

"Musa'ya Tih çölünde susayan kavmi kendisinden su talep etti­ği zaman "asanı taşa vur" diye vahyettik."                      (A'raf: 7/160)

Bakara'da varid olan ise, Musa'nın Rabbinden su talep etmesidir. Ayer ti "Musa kavmi için su taleb ettiği zaman." Onların ilk başta isteme­leri ilk önce taleb etmeye benzetilmiş Musa'nın talebi ise onlar içindir. Çünkü onun üzerine tertip olmuş ve ondan sonra vaki olmuştur. Burada başlangıç başlangıca, gaye de gayeye münasip olmuştur. Taleplerine cevaben (inbeceset) denümiştir ve Musa'nın talebine cevaben (fen fece-ret) denilmiş. Bu da buna münasiptir ve gerektiği Üzere gelmiştir. Aksi için münasip değildir. Ve dahasını Allah bilir. Mellaku't-Te'vil: 1/68.

[93] Beyit, Uhayha b. Celah'mdır. Durru'l-Mensur: 1/177. Ebu Mühcen Sekafi'nin olduğu da söyleniyor. Lisan madde. Fum: 12/47. O arada şöyle geçmiş: Ben kendimi tek zenginmiş gibi zannediyordum. Bah-ru'1-Muhit: 1/219; Durru'l-Masun: 1/394; Tefsiru'l-Taberi: 2/60.

[94] Beyiti Kurtubi tefsirinde: 1/425, Suyuti Durru'l-Mensur'da: 1/177 zikretmiş. Lisan madde: Fum. Orada şöyle geçiyor: O zamanlar on-larm bir bahçesi vardı. Beyit Umeyye b. Ebi Sait'indir. Taberani Kebir'de İbn-i Abbas'tan tahric ettiğine göre Nafi b. Ezrak ona: (Fumiha) ayeti hu­susunda ne demektir? bana haber ver, demiş o da: Fum Hinta'dır, demiş. O da: Araplar bunu bilmiyor mu demiş, o da: Evet sen Uhayha b. Celah'ın ne dediğini duymadın mı? demiş. (Ben bir zamanlar çok zengindim... Tas-ü tahric etmiş ve demiş ki: Ey İbn-i Abbas kim bunu İbn-i Mesud'un kı­raatine göre okursa işte bu kokuşmuştur. Bu konuda Ümeyye b. Ebu Salt şöyle demiş: Onların evleri o zaman açıktaydı. Orada çeşitli bitki­ler, soğan ve fuman vardı. Durru'l-Mensur: İ/176-177.

[95] Beyti Kurtubi tefsirinde söylemiş 1/425. Suyuti Durru'İ-Men-sur: 1/177; Lisan madıfun: 12/460. Taberani'nin Kebir'de İbni Abbas'­tan naklettiğine göre Nafi b. Ezrak ona ve fumiha nedir diye sorduğun­da o da hintatun (buğday)'dır demiş.

[96] (Essabine) şeklinde hemzesiz Nafi ve Ebu Cafer okumuştur. El-İthafshf: 138.

[97] Güzel bir görünüm ve çehresi olan bu şairin adı. Abdurrahman b. İsmail'dir. Güzelliğinden dolayı göz değmesinden korkuluğundan çe­şitli ve belirli zaman ve mevsimlerde başına bir örtü atardı. Bunun habe­ri Vefayatu'1-A yan'da zikredilir. Bu beyiti Velid b. Akdulmelik'in med-hi için söylemiş. Vefayatu'l-vefeyat: 2/274; Şerh divan hamase: 2/96. Useyla Esile kelimesinin terbim'idir. Bir kadın adıdır. Tukİnnu ğaylen ör­tüye bürünmüş gibi açık olan yerlerini örtmesidir.

[98] Amr b. Osman'ın künyesi Ebu Bişr'dir. Hammad b. Seleme, Ha­lil b, Ahmed ve Ebu Zeyd'ten ders almıştır. Ahfeş ve Nadir b. Şumeyl de ondan ders almıştır. Onun nahiv konusunda bîr eseri vardır. Kesai'yle be­raber meşhur zenburiye meselesi hakkında münazarada bulunmuştur. Bu minval üzere hicri 180 yılında vefat etmiştir.

[99] Ebu Zeyd Said b. Evs Ensari'dir. Arapçada önderlerden biridir. Ve Sibeveyh'in şeyhidir. Ve kendisi şöyle demiş. Eğer Sibeveyh Ahbe-reni sikalun derse o bana atfen böyle söylemiştir, diyor. Onun basılmış (enNevadir) adlı eseri vardır.

Ve Otuz senede tamamlandığını söylediği (El-Hemezetu) adlı ese­ri vardır. Matbudur Hicri 215'te vefat"etmiştir.

[100] El-Hasais 3/154'de bak.

[101] Beyit Ranin'indir. Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/24; Şerh ibni Ya-iş: 2/111; Meclisus-Saleb shf: 28; Tefsiri. Kurtubi: 3/267; Divanı shf: 198.

[102] İbni Manzur şöyle demiş: Kesreyle (En-nikl) Herhangi bir şeyden olan kuvvetli ve şiddetli kayıd (kelepçe)dir. Cemi Enkal'dır. Ayette de cemi aynı şekildedir. (İnne ledeyna enkalen ve cehimen) Lİsa-nu'1-arap madde Nekele 11/677.

[103] Huzven şeklinden za'y1 sakin yapanlar hamze ve haleftir. İt­haf Fudalai'l-beşer s: 138.

[104] Beyit, Ebu Zueyb Huzeli'nindir. Divan'uI-Huzeliyyin: 1/140;

Hazanetu'l-Edeb: 5/491; Şerhu'l-Hamase li'1-Tebrizi: 1/225. Er-Reyd: Dağda sivri çıkıntılardır. Ed-Duruu: Zikzaklı, kavisli burunlardır. Mana şudur: "Tuhalu'1-ukab dağından geçtiğinde yükseklik ve yüceliğin­den dolayı etrafı zikzaklıdır."

[105] Beyitler, Ebu Kays b. Eslet Ensari'nindir.Cahili şairlerinden­dir. Müslüman olduğundan söylenir. Hazanetu'l-Edeb 3/410. Mafdaliyat shf 284. Eğani 15/153.

[106] Mahtuta'da (baidun) gelmiş hatadır. Kaside'nin baş tarafı Te­ebbet şerre'ye aittir. Bir kısmı şöyledir: Afet ve felaket uğramış yerler­den uğra da geç. Yaid'ten kasıt: Benim mutad olduğum, alıştığım. Irak: Uykusuzluktur. Beyit Mücmel 'de mad; heyede. Orada (ya haydu) vardır (ya idu)'nun yerine. Şerhu'l-Mafdaliyat Tebrizi: 1/95; Mafdaliyat: 27.

[107] Meani'l-Kur'an Ferra: 1/720; Bahru'l-Muhit: 324; Tefsiri. Kurtubi: 1/463; Hazanetu'1-Edeb: 11/65; Hasais: 2/458.

[108] Tevbete b. Humeyyir'İn künyesi Ebu Harb'tır. Meşhur bir at­lı şair ve Leyla Ahiliyye'nin arkadaşı veya beyidir. Leyla hakkında bir çok şiiri vardır. Tefsiri Kurtubi: 1/215; Muğni Lebib Rakam: 94; Haza-netu'l- Edeb: 11/68; Emali Şeceriyye: 2/317; Ameli'1-Kali: 1/88.

[109] Beyit Zi Rumme'nindir Divani shf: 622; Hazanetu'I-Edeb: 11/67; Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/30; Hasais: 2/458; Emali Şeceriyye: 1/32;E1-Mektedeb: 1/163.

[110] Bu riczi Şemmer söylemiş. Lisan madde Hebete ve kevl. Ne-vadir Ebu Zeyd shf: 173; Çembere: 3/115; Ef alu serkiti: 1/129; Hasais: 2/211; Musaid: 2/20. Nisbetsİzdir. Cenah birinin adıdır.'

El-Kevt: 100 ve fazlası olan koyun sürüşüdür. EI-AIabit-en azı elli olan sürüden bir gruptur.

[111] HazanetEdeb: 4/218; Lisan madde sur. Hasais: 2/418; Tefsi­ri Maverdi 1/28 Tefsiri Taberi 1/145. Tefsiri Kurtubi: 1/465 Mahnı'1-Ma-hit 1/266. Şerh Muallakat Nuhas 2/35.

[112] El- cevd: Kesinlikle onun üzerinde yağmur olmayan yağmur­dur. Hasan şöyle demiş: Sibeveyh'in anlatmak istediği (Ahezetna) bilcev-di ve fevkahu) sözü mübalağa ve aşın gitmekten ibarettir. Zira cevd de­nilen yağmurun üzerinde bir şey yoktur. Lisan madde. cevd.

[113] Beyit Antere'nin muallakatındadir. Şerh Muallakatı İbni Nu­has: 2/44. Hasais: 1/24.

[114] İki beyit, İbni Dumye'nin karısı Amine'nindir. Onun üç beyi-ti vardır ve ilki şudur: Bana vad edip, muhalefet eden sendin, seni kına­yan kimseler yerine benim başıma gelene seviniyorsun. Onların Eğani'de kıssası vardır: 1/182. Beyan ve't-Tebyin: 4/68; Şerhu'l-Hamase Tebrizi: 3/177. Üçüncü beyitiyle beraber tekrar edilecek.

[115] İki beyiti bulamadım.

[116] Beyit, Buays veya Ferazdek'indir. Ebu Ubeyde Beni Kuleyb'-ten bazılarına, bu şiirle hücum edişiniz ne kadar katı bir şekilde olmuş di­ye sordum der. O da Buays'ın kavlidir beyitİ söylemiş Şi'ru'ş-Şuara shf: 329; Akdu'l-Ferid: 6/130; Divanu'l-Menai shf: 175.

[117] Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem Adevi'dir. Onların mevlası ba­basından ve İbni Münker'den rivayet etmiş ama onu zayıf addetmişler. Onun Tefsir ve nasih mensuh adlı eserleri vardır. Tirmizi ve İbni Mace ondan nakil yapmışlar. Hicri 182'de vefat etmiş.

[118] îbni İshak, İbni Cerir, İbni Munzir ve İbni Ebu Hatem 1/276'da İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Yahudiler Rasulullah (s.a.v.) gönderilmeden önce Evs ve Hazreç'lilere haber veriyorlardı ve gelece­ğini biliyorlardı. Vakta ki araplardan peygamber (a.s.) çıktı onu inkar et­tiler. Onun hakkında söyledikerini de inkar ettiler. Muaz b. Cebel Bişr b. Berra ve Davud b. Seleme onlara:

"Ey yahudiler Allah'tan korkun gelin teslinı olun biz henüz şirk eh­liyken siz Muhammed'ten bize haber veriyordunuz ve biliyordunuz. Onunla Övünüyordunuz ve yakında geleceğini bize haber veriyordunuz ve onun sıfatlarını bize sayıyordunuz." Dediler. Bunun üzerine beni Na-dir'den olan Selam b. Misken:

"O bizim bildiğimiz, tarif ettiğimiz bir şekilde gelmedi ve o bizim si­ze bildirdiğimiz kişi değildir." Dedi ve buna cevaben Allah'u Teala Ba­kara: 2/89. Ayetinden olan bu ayeti nazil etti. Durru'l-Mensur: 3/217; Tef­siri Taberi: 1/411.

[119] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/

[120] Mahtutada (Multemiş'tir) ama hatadır. (Velasle) hatadır. (İh-vani) yerine (Ehvali) gelmiş Muieîenmiş Dab'inin.asıl ismi Cerir b. Ab-dul Mesih'tir. Cahili şairi erde rdir. Hayra kralı Amr b. Hind'in kadeh ar­kadaşıydı. Zülfe iyi bir menzildir. Divani shf: 155-160; Sadeketu ve sa-dik shf: 388; Hayavan: 3/136; Eğani: 21/136.

[121] Beyit Ferazdak'indir. Fil ile ma'ruf olan Anbese b. Ma'dan'ı eleştirip saldırmaktadır. Arap ilmini usulüne koyanlardandır.

Ferezdak'ın şiirlerini ayıplıyor ve Cerir'in şiirlerini rivayet ediyor­du. Divanı shf: 179; Tarih ulamak Nahviyyin shf: 161;Buğyetu'l-Vuat: 2/233; Inbahu'r-Ruvat: 2/381; El-Miizekkeru ve'1-miiennesu İbni Enba-ri shf: 133. Mahtuta'da: (Şağilun yerine nacizun, zari yerine ravi gelmiş) hatadır.

[122] Beyit Ebu Nuvas'ındır. Ebu Ferras Hamdani'nin olduğu da söy­lenir. Sahih olan da budur. Yetimedu'd-Dehr: 1/60; Şerh Şevahid Keşşaf: 135; Tebşir Fiddin İsferayini shf: İ5; Birinci beyit Tefsir Razi: 3/218; İkin­cisi Keşşaf: 1/301'dedir.

[123] Beyit Ebu Nuvas'ındır. Ebu Ferras Hamdani'nin olduğu da söy­lenir. Sahih olan da budur. Yetimedu'd-Dehr: 1/60; Şerh Şevahid Keşşaf: 135; Tebşir Fiddin İsferayini shf: İ5; Birinci beyit Tefsir Razi: 3/218; İkin­cisi Keşşaf: 1/301'dedir.

[124] Emali'l-Murteda: 1/421. Nisbetsizdir. Tefsiri Taberi: 1/463. El-Vateb Süt Torbasıdır. El-Ulbetu içine sağılan şeydir. Eşsırrı yavru em­mesin diye memeyi bağlamaktır.

[125] Razi ve Hayyan bu konuda Ebu Müslim'den şöyle rivayet et­mişler, (ma) Ellezi manasında olan ismi mevsuldur. Konumu çerdir. (Mülki Seleyman) üzerine atfedilmiştir. Takdiri şöyledir. (Ma tetlu'ş-şe-yatinu iftiraen ale mülki süleymane ve ala ma unzile ale'l-mekkeyni) şey­tanların okudukları Süleyman'ın (a.s.) mülkü üzerine ve iki meleğe in­dirilenin üzerine olan bir yalan iftiradır.

Fahru Razi şöyle demiş: Ebu Müslim, sihrin iki meleğin üzerine in­diğini inkar etmiş. Çeşitli görüşler delil getirmiş.

1- Eğer sihir iki melek üzerine inmiş olsaydı, Allah'ın indirmesi ge­rekli. Bu caiz değildir. Çünkü sihir, küfür ve beş olduğundan Allah'ın onu indirmesi şanına yakışmaz.

2- Şu ayet (velakin şeytanlar kafir oldu insanlara sihri öğretiyorlar) Sihri öğrenmenin küfür olduğuna delalet ediyor. Eğer melekler hakkın­da sihri öğrettikleri sabit olsaydı onların küfre girmeleri lazımdı. O da ba­tıldır.

3- Peygamberler hakkında sihri öğretmek için gönderilmeleri caiz ol­madığı gibi hakeza birinci yola göre melekler hakkında da caiz değildir.

4- Sihir ancak ve ancak, kafirlere, fasiklara ve kovulmuş pis şeytan­lara izafe edilir. Allah'ın bizzat kendisinin ondan neyhettiği ve bunu ya­pan için cezayı vadettiği şey nasıl olur Allah'a izafe edilir.

Sonra şöyle der: "Fahru Razi" Merhum Ebu Müslim, bu ayetin tefsirin­de öyle bir metod İzlemiş ki, çoğu müfessirlerin belirttiği görüşe muhaliftir ve şöye demiş: Şeytanların sihri Süleyman bundan beridir, hakeza iki meleğe indirileni desihre nisbel etmişlerdir ki indirilen de sihirden beridir. Çünkü iki meleğe indirilen şey şeriat din ve hayra olan çağrı duasıydı. Ancak bunların kavillerinde olan şu şeyi insanlara öğretiyorlardı. (Şüphesiz biz bir fitneyiz (İmtian) küfre düşmeyin) Bu da gönderildiklerine dair kabul edilip tutunma­ları için bir te'kid'tir. Bu grup tutucu ve kabul eden diğer grup ise muhalefet edip yüz çevirendi ve iki melekten fitne ve küfür olan ve onunla kan koca ara­sını ayıracak miktarda sihir öğreniyorlardı.

[126] İki beyit Kemmiyt'indir. Ka'b b. Züheyr'in değildir. Haşimi-yet sh. 47. Birincisi Betliyosi'nin. Müselle'sinde: 2/257. Lisan madde ar;> fe îktidab: 369.

[127] Bu beyit, Hudde b. Haşrem'in cezaevinde söylediği kasidede-kilerdendir. Müellefin dediği gibi musakkabin değildir. O da emevi müs-liiman bir şairdir. Emali'1-kali: 1/170; Hazanetu'1-Edeb: 9/331; Hamasetıı'l-Basriyye: 1/45.

[128] Nisaburi (başlığı altında söylediğimiz yere, önsöze bakın) ve İbniBahr. 1/55-57.

[129] (Ma nunsih) şeklindeki kıraat Kur'ayı seba'dan olan Amir Şa-minin kıraatidir. Onun bu kıraati mütevatirdir. Ebu Ali Farisi bu kıraati istiskal yapmıştır.

Ebu Hayyan şöyle demiş: Zamah'şeri (en saha)'daki hemzeyi taaddi (geçişlilik) için kılmıştır. Onun neshedilmesi ancak bir emirle nesh olur demiş o da Cebrail (a.s)'a emredilip, onun neshini bildirip mensuh oldu­ğunu söylemesiyle ancak olabilir.

İbni Atiyye, takdriri şöyle olur demiş: "Ma nunsihuke min ayetin." yani onu neshetmeyi sana mubah kılarız. Burada sanki Allah'u Teala'-nın neshetmesiyle peygamberine onu bu nesh ile terketmesini mubah kıl­mış gibidir. İşte bundan dolayı bu ibaha "mubah kılma" (insah) diye isim­lendirilmiştir.

İbni Atiyye bu kıraati başka bir tahriç üzerine daha çıkarmıştır. O da yine hemzenin teaddi için olmasıdır. O da kitabın neshindendir. Ve onun izalesiz bir şekilde olan bir naklidir manası şöyle olur. Yazdığımız ve in­zal ettirdiğimiz herşey levhi mahfuzdandır. Veya orada olan şeyleri te­hir ettiğimiz ve terkettiğimiz şeyleri inzal etmeyiz. Eğer bunlardan her­hangi bir şeyi yapmışsak tehir ettiğimiz metruk olan şeye bedelen daha hayırlısını veya mislini getirmişizdir. Bahru'l-Muhit: 1/342.

Bu rivayet mütevatir rivayetlerdendir. Arapçamn bazı yönlerine mu­tabakat sağlıyor ve inkar edilmesinin bir anlamı da yoktur. Çünkü kıra-atta asıl şart, kabul edilmesi açısıdır. İbni Cezeri'nin dediği gibi: Nahve muvafık olan ve Kur' an nüshasının aslına muhalif olmayan herşey bun­ları kapsıyor ve isnadının da Kur'an olduğu doğrulanıyorsa işte bu üç rü­kündür. Bu rükunlardan hangisi ihlal edilirse, şayet o yedi kıraatin için­de de olsa şaz olduğu ispatlanmıştır.

Bu kıraat üç erkanı içermektedir. Yine de biz nahvi kıraata yönlen­direceğiz. Çünkü tabi olunan bir sünnettir. Kıraati nahve göre yapmıyo­ruz. Yanımızda mütevatir olan kıraat esastır. Bunun dışında kalan birer furu'dur.

[130] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/

[131] Esasu'l-Belağe: 173; Rakaa lisan madde Rakaa 8/132 nisbet-sizdir. Hayavan: 3/138. Mu'cem mekayisi'1-luğa madde. Rakaa. Mahtu-tada (Muterakkian) yerine (mutevakkian) gelmiş hatadır. Lisan'da şöy­le demiş: Ve era fihi muîerakkan: Yani onda şetmedilecek ve hicvedile­cek yer görüyorum,

[132] îbni Kesir ve Ebu Amr'ın kıraatma göredir. Te'hir manasında olan (Nesee)'dendir. Yani onun neshini tehir ederiz. Yani onun nuzulu-nu te'hir ederiz veya lafzen ve hükmen onu imha ederiz. İthaf shf: 145.

[133] İki beyitte divanında yoktur.

[134] İbni Cerir ve İbni Ebu Hatem'in Mücahid'ten çıkardıkları ha­ber şöyle Kureyş'liler Rasulullah'dan (s.a.v.) Safa tepesini altına çevir­mesini istediler o da: "Tamam." dedi ve şöyle buyurdu: "O sizin İçin, beni İsrail'in Ma îde (sofra)'si gibidir. Eğer inkar ederseniz." Bunun üzerine kabul etmeden geri döndüler. Bunun için bu ayet nazil oldu. Yani Allah'ın alenen kendilerine görünmesini istediler. Durru'l-Mensur: 1/261. Tefsiri İbni Cerir: 4/10; Tefsiri İbni Ebu Hatem: 1/328.

 

[135] Essadaketu vesadik İbni Havyan: 333.   Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır.

Konumuzla alakalı şahit delili ise A'rade'nin zahere manasında ol­masıdır ki bu da nadirdir. Lisan mudde Arede Beyit, Ahtel'indir divanı: 52.

[136] Ahfeş: Haidun ve hudun tıpkı naketun aizun ve uzun, hailun ve havlun, bazilun ve bezhın gibidir demiş. Meani'l-Kur'an: 1/144.

[137] Zümer 29. ayet. Ibni Kesir Ebu Amr ve Ya'kub'un kıraatma gö­redir. İthaf shf: 375.

[138] Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan ve Said b. Zeyd'in ba­basıdır. Cahiliyyede ibadet eder ve inzivaya çekilirdi. Beyitler Ravdu'l-Unf.: 1/266; Eğani: 3/17; TeFsir Razi: 4/4. İkinci Te'vil Müşkili'l-Kur'an: 480; Durru'i-Masun: 2/73; Tefsiri Taberi: 1/393.

[139] Beyit, Ferezdak'indir. Kurd'u nitelendiriyor. Hazanetu'1-Edeb: 7/578; Divan'ul-Ferezdak: 2/329. İkincisi: Tefsi-

ru'1-îbni Atiyye: 1/247; Meaııi'l-Ahfaş: 1/36; Tefsiru'l-Kurtubi: 1/435.

[140] Müslim'in İbni Ömer'den naklettiği bîr hadiste Rasuluîlah (s.a.v.) Mekke den Med'iie'ye giderken bineği üzerindeydi ve nereye yö­nelirse oraya doğru namaz kılardı. (Nereye yönelirseniz orası Allah'a yö­neliştir." Bu konuda nazil olmuştur.

[141] Beyit Sibe^t-yh'in şahitlerfndendir. Kaili belirsizdir. Meani'l-Kuran Ferra: 2/314. Te'vil Müşkili'l-Kur'an shf: 177.

ŞehrEbyat Nuhas shf: 43; Tefsiri Kurtubi: 2/84; Emali İbni Şeceri: 1/313.

[142] Beyit Ebu Atahiye'nindir. Şerh Makumat Haririrli şurayşi: 1/78; Divanı: 22; Hemasetu'I-Basriyye: 2/423. îkinci beyit muhtasar İbni Kesir: 1/26; Bahru'l-Muhit: 1/168.

[143] Lisanu'1-Arap madde. Kavele. Nisbetsizdİr. İrtişafiTd-Darb: 2/368; Muhakkik nisbetsiz bırakmış Hasais: 1/22. Muhakkik nisbetsiz bı­rakmış imriu'l-Kays'a aittir. Divani sh: 53. Ebu Fadl İbrahim'in tahki-kiyledir.

[144] (Feyekune) şeklinde nasb ile İbni Amr, Kesai (Nahl ve Yasİn'de okumuşlardır. Burada fa ile cevap yapıp nash etmesi eğer (kun) lafzı emir sigasındaysa sahih bir minval üzeredir.

[145] Yani nasıl konuşup birbirimizle muamele ederek anlaşıyorsak o dille bize hitap etmiş. (Mütercim)

[146] Ahmed b. Ali'dir. Cassas Hanefi diye bilinir. Kendi vaktinde imam Ebu Hanife'nin arkadaşlarının (talebelerinin) imamıdır. Zahidliğİy-ie meşhurdur. Matbu (Ahkamu'l-Kur'an) eseri vardır. Hicri 37O'te vefat etmiş.

[147] Abdurrezzak çıkarmış Hakim sahih görmüş: 2/266 ve Bey-hakİ'ninSünen'indebu ayet hakkında İbniAbbas'tan şöyle bir nakil yap­mış Allah İbrahim'i taharetle (temizlikle) imtihan yapmıştır.

Beşi başta, beşi de cesed'tedir. Başta olanlar bıyıkları kısaltma, mazmaza, istinşak, misvaklanmak ve saçı ayırmaktır. Cesedde olanlar tır­naklan kesme, koltuk altını kesme, etek traşı olma, büyük abdest yerini ve bevl yerini yıkamaktır.

ibni Ebu Şeybe, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Aişe (ra.)'tan nak-İettileri hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"On şey fıtrattandır: Bıyıkları kısaltma, sakalları uzatma, mis-vaklanma, su ile istinşak, tırnakları kesmek, parmak dış yüzeyleri­nin boğum uçlarını yıkamak, koltuk altlarını çekmek, etek traşı ol­mak ve su ile istinca yapmak." Mus'ab onuncusunu unuttum ama zira o da mazmazadır. Sahihi Müslim babu'1-iman rakam: 261; Sünen Ebu Da­vud: 53; Tirmizi: 2758.

[148] Abdurrezzak, Abd ibni Humeyd ve Hakim: 2/266'da bu ayet hakkında îbni Abbas'tan şöyle çıkarmışlar. Hac menasikleri İbrahim (a.s.)'in imtihan edildiği kelimelerdendir. îbni Cerir'in İbni Abbas'tan ke­limeler hakkında çıkardığı rivayet şöyle (Şüphesiz ben seni insanlara imam kılacağım) ve (ve o zaman İbrahim ile İsmail, kabenin temel­lerini yükselttiler). Bu ayetler hac menasikleri ibrahim'e makam kılınan yer Beytin sakinlerinin nzıklandıklan nzık, Muhammed'in onların zür-riyetinden gönderilmesi hakkındadır. Durnı'l-Mensun 1/274; Tefsiri İbni Cerir: 1/526.

[149] îbni Ebu Şeybe ve ibni Cerir: 1/527. Hasan'dan çıkardıkları nak­ilde şöyle demiş onu yıldızla imtihan etmiş ve ondan razı olmuş yemek­le imtihan etmiş ondan razı olmuş ve güneşle imtihan etmiş ondan razı olmuş. Durru'l-Mensur: 1/274.

[150] îbni Ebu Dünya veBeyhaki Şuabu'I-îman'da Ebu Hureyre'den çıkardıklarında şöyle demiş: Rasullullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"İlk kez misafirlerini ağırlayıp ikram eden İbrahim (a.s.)'dır." İkrime (r.a.)'tan rivayet edilen hadiste şöyle demiş: "İbrahim HalHu'r-Rahman Ebu Dayfan künyesîyle bilinirdi. Kimsenin kovalıkla geçmemesi îcin sarayının (konağının) dört kapı­sı vardı."

[151] Ka'benin vasfını yapan bu beyit Varaka b. Nevfel'indir. Bir ri­vayete göre Ebu Talib'indir. Tefsiri Maverdi: 1/155; Bahru'l-Muhit: 1/38; Tefsiri Kurtubi: 2/110; Lisan madde sevebe Hasiyet Şehzade; 1/413. Müzekker vel müennesi İbni Enbari: 455. Muhakkik onu bilme-miş (Et-Talaia) şeklinde tahrif etmiş. (Et-Talaih) şeklinde rivayet edilir. "Ez-Zevami" yerine.Tahubbu'l-habeb bir tür yürüyüştür. Ya'melatu'z-zevamil yumuşak yürüyen devedir.

[152] Farazdak beyti Ziyad b. Ebihi'ye atfen söylemiş onun verdiği ceza ve vaidin korkusunu zikrediyor şiirde Ziyad bu şiiri duyunca ona kar­şı yumuşamıştır. "Eğer bana gelseydi onu himaye edip eman verirdim." demiş. Divanı: 2/216; Tabakat Fuhul Şuara: 308. Mahtutada (mukay-yedehm)'un yerine (mukalledutun) gelmiş, hatadır.

[153] Eğani: 8/31. Beyitle ilgili kıssa da vardır. Divani: 225.

[154] Hadis: Ahmed, Hakim ve Beyhaki Irbad b. Sariye'den çıkarmış­lar ve Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi demiş:

"Ben babam İbrahim'in ve İsa (a.s.)'in müjdesine nail olanım."

İbni Asakir'in Ubade b. Samit'den çıkardığı rivayette Rasulullah'a (s.a.v.) şöyle demiş:

"Bize kendinden haber ver ya Rasulallah" O da:

"Evet ben babam İbrahim'in daveti üzerineyim. En son benim müjdemi veren İsa b. Meryem'dir(a.s.)."

Hasaisu'l-Kubra: 1/9; Müstedrek: 2/418; Müsned: 4/127.

[155] O, Ebu Abdullah Muhammed b. Ziyad'tır. Kesai ve Mufaddel b. Dayb'den ders almış ondan da Saleb İbni Sikiyt ve Ebu Ubeyd almış­tır. Arap lisanını son derece bilen biriydi. Onunla Esmai arasında çekiş­me vardı. Hicri 231 'de vefat etmiş.

[156] Beyit Ferazdak'mdır Maruf olan rivayete göre şöyle (festeche-let sufehauha hulemamha) Mubteda ve haber'e binaen refayla rivayet edil­miş. Bir rivayette birincisinin nasbi ikincisinin ref'asıyladır. Tabakat fu-hul Şuara: 1/365; İntihab: 18; El-lisan kefere mecsa'leb: 72.

[157] Menai'l- Kur'an: 1/79.

[158] Mecazu'l-Kur'an: 1/56.

[159] Kays'tan olan birinindir. Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/79. Meani'l-Kur'an Ferra: 2/383; Esasu'l-belağa'da gela Meani'z-Züccac: 1/210.

[160] Bu beyit başka beyitin ortasında alınmış zikr edilmiştir. Başı on­dan önceki beyitle beraber şöyle: Atlarımı memleketinizin üzerine salı­verdim sizden bir grup cellat eda etti. Öyleki bunu bana göre maruf ola­na şükretmediğiniz için yaptı. Eğer dilerseniz tekrar geri iade ederiz. Şa-kik b. Cüz'ün kasidesinden alınmıştır. Ferhatu'1-Edeb: 49. Dal ve zalla riveyet edilir. Hasais: 2/309; Vesfu'l-Mebani: 130. Kitabma yecuzu liş-şair fiddarureh: 131. Muhakkik nisbetsiz bırakmış ve tahrif etmiş.

[161] Beyit Nabiga'nın değil Kuhayf Ukayli'nİndir. Hazanetu'I-Edeb: 10/132; Mecazu'l-Kur'an: 2/84; Muktedeb: 2/320; Hasais: 2/311; Meani'l-Ahfeş: 1/46.

[162] Beyit Devser b. Gessan Yerbui'nindir. Ondan sonra şu beyit­ler vardır: Ona kötülük ettiğin süre içinde özür dilemem. Tıpkı kasten on­lara benzerleri getirdiği gibi. Elbiselerim eskiliğinden yırtılıp parçalan-sa da ben, eski kınında olan kılıcın ucu gibiyim. Esmaiyat: 51. Lisan mad­de Vella iktidab: 433; Hasais: 2/311.

Sadaketu ve's-sadık: 325. Beytin Devser b. Züheyl Kureyi'nin ok j • ğu da söylenir. Mahtutada (bî idbarin)'dir. Ha düşmüş.

[163] Bu beyit iki beyitten ibaret düzmedir.

"Bize anne olan birine sığınırız. Öyle ki gasbolunmuş. Onu aziz bü­yük burunlu ve kuyruklu diye isimlendirdi.   ,

Meneden engelleyen büyük bir yanı vardır, öyleki yüksek bir bulut parasıyla ölçülse, onu deler geçer yükselir."

Tay kabilesine mensuh bir arabinindir. İktidab: 348; Hasais: 2/314. Yani Um ile Tayy'in dağlarından birini kastetmiş. Dağlar onları kapsa­yıp himaye ettiğinden (um) diye addetmiş.

[164] Beyit, Hamza b. Abdulmuttalib müslüman olduğunda söylemiş­tir. Ömer (r.a.)'ın değildir. Bu beyitten sonra şu gelir.

Lidinin cae minrabbin azizin habirin bil'ibadi bihim latifim. Bahru'l-Muhit: 1/398; Ababu'z-Zahir madde. Hanefe Ravdu'1-unf: 2/49; Durru'l-Masun: 3/306; Durru'l-Mensur: 2/137.

Muhakkik Ömer b. Ebu Rabia'nın olduğunu zannederek divanında yoktur der.

Tasti'nin îbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b. Ezrak ona şöyle de­miş:

"(Hanifen) hakkında ne dersin." O da:

"Muhlis bir dindir" demiş. O da:

"Araplar bunu biliyor mu?" der. îbni Abbas ta:

"Evet. Sen Hamza b. Abdulmuttalib'in (bu beyiti kastederek) şöyle dediğini duymadın mı?" der. Beyit Hamza'nındır, Ömer'in değildir. Bir çoğu vehmederek Ömer'e nisbet etmiştir. Beyitin geri kalan kısmı Rav-du'l-Unf: 2/49'dadir.

[165] Ricz: Bahru'I-Muhit: 1/398; Tefsiru'l-Kurtubi: 2/40; Şerhu'l-Hamase: 2/187. El-Abab madde: hanefe. Durru'İ-Masun: 2/137.

[166] Sivebeyh şöyle der: Emrede'r-racule, merradehu Temridan onun sorumluluğunu üstlendi ve hastalığında ona sahip çıktı ve hastalı­ğının geçmesi için onu tedavi etti. Çoğu durumlarda ispat için olsa bile burada selb içindir. Lisanu'1-Arap merida et-takziye. Çer çöpü izale et­mektir.

[167] Eşkahu da denilir. Ona şikayetini söyledi ve o da onu kınadı. Habbab b, Eret'in hadisinde şöyie geçer aşıri sıcaktan RasyluJJab'a (s.a.v.) şikayette bulunduk ama o şikayet etmedi.

[168] A'tebehe Ona nza ve hoşnutluk vardı o da yerine döndü mese­la Atebeni fiılanm: kendisinden hoşlanmadığım şeyleri bırakıp kendisin­den hoşlandığım ve razı olduğum şeylere döndü. Lisan Atebe.

[169] Mesela, Reculun sebtu'l-yedeyni beyyinu's-subuti eli açıkve cö­mert demektir. Mataran sebtun ve sebit: Peşpeşe dökülen yağan yağmur­dur. Sebatetuhu yağmurun çokluğu ve bolluğudur. Lisan Sebete.

[170] O şaz bir kıraattir.

[171] Beyit îbni Rumi'nindir. Divanu'l-Meani: 1/43.

[172] Beyit divanında yoktur. Birinci beyitin ikinci kısmı cari olan bir misaldir. Meydani: Yerin en yakım en uzağını haber verir demiş yani eğer bir şeyin evvelinde hayır varsa sonunda da aynısı vardır. Mu'cmeu'I-Em-sal: 2/420.

[173] Beyit divanında yoktur. Bunda bir karışıklık vardır.

[174] Bu ayet hakkında Abd İbni Humeyd ve İbni Cerİr'in Kata-de'den çıkardıkları şöyle: O gün Rasulullah (s.a.v.) Mescid-i Aksa'ya yö-nelip namaz kılıyordu. Mescid-i Haram'a doğru kıblenin olmasını arzu ediyordu. Allah Teala da istediği yöne onu çevirdi. "Yönünü Mescid-i Ha-ram'a çevir." dedi Tefsiri Tabreri: 3/113.

[175] Cafer b. Muha'nmed'ten Kur'an'daki kıssalar niçin tekrar edil­miştir diye sorulur o dn Allah biliyor ki her insan Kur'an'ı hıfzetmez. Eğer kıssa tekrar edilmeseydi bazılarının yanında olması bazılarının da yanın­da olmaması caiz olııtdü. Tekrar edildi ki,- bir kısmını da hıfzedenlerin ya­nındı, olsun.

[176] Beyitler Saide b. Ciieyye Huzeli'nindir. Divanu'l-Huzeliyyin: 1/227.

[177] Sibeveyh'in şevahidlerindendir. Şerh Ebyat Nuhas: 148; Me-ani'l-Kur'an Ahfeş: 1/116; Muktedeb: 4/209 İbni Yaiş 2/89; Hazanetu'I-Edeb: 3/421. Beyit Amrb. Ma'di Yekrib'indir. Hadremi b. Emir'in ol­duğu da söylenir. İkisi de sahabidir.

[178] Cassas Ahkamu'l-Kur'an:l/94.

[179] Hadis Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir. O Rasufullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmiş:

"Kul, kabre konulup arkadaşları ondan ayrılıp gittikleri zaman onların ayak seslerini duyar iki melek yanma gelir ve oturup ona şöy­le derler: "Muhammed (s.a.v.) denilen bu adam hakkında sen ne diyordun?" Mümin olanlar: "Onun Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediliyorum" derler. Ona: "Ateşte olan yerine bak bakalım Al­lah'u Teala bunun yerine sana cennetten bir makamla değiştirdi" der­ler ve her iki yerini de görürler."

Katade: Müminin kendisine kabrinin genişletileceği bize zikredildi der. Bu hadis müttefekun aleyh'tir. Müslim'in Katade'den aidığı rivayet­te de şu ziyade var:"Yetmiş zira (30 metre) genişletilir ve kıyamette ki dirilişe kadar yeşillikle dolar."

İbni Hacer, bu ziyadenin Katede'den olduğuna rastlamadım veya duymadım demiş. Ahmed'in Ebu Said'ten başka bir yönden aldığı hadis şöyle: "Kabri ona genişletilir." Tirmizi ve İbni Hibban'ın Ebu Hurey-re'den çıkardıkları hadis şöyle: "Kabri yetmiş zira genişletilir." Ber-' ra'dan olan hadis "gözün göreceği kadar genişletilir." Fethu'1-Bari: 3/235-240.

[180] Beyit Rasulullah'ın (s.a.v.) amcası Ebu Talib'indir. Ravdu'l-Unf'te bu kasidenin zikri mevcuttur. 2/13. Emali îbni Şeceri: 2/341. TıbyanŞerh Divan Mütenebbi: 3/26.

[181] Dufa, büyük selin gürültüsü ve dalgalarıdır.

[182] El-Hak Ve hiyk insana isabet eden kötü şeylerdir.

[183] Hazanetu'1-Edeb: 10/451; Kitab Sibeveyh: 1/439; Şerhıı'I-Eb-yat: 2/34; Müktesıd: 1/465. Lisan madde, serehe.

[184] Ribyun ve Rebİun gözdür. Rebeel kavmun yerbuhum: şereflen­diler veya şeref buldular. İdim aşın kindir. İhteveyna nimetlenmedik ve­ya yemedik. Savaş hazırlığı yaptıkları için beyitler Abduşşarik b. Abdul Uzza Cuheni'nindir. Şerhu'l-Hamaseti Litrebiriz: 1/30.

[185] Muveşşehu'I-Merzibani sh: 282; Hazanetu'I-Edeb: 9/174.

[186] Kasas 28/76. Madhal lüleni tefsir sh: 355,

[187] Divan Ahtal shf: 392; Hazanetu'1-Edeb: 11/133; Tab fuhi Şu-ara: 1/497.

Birincisi Mecazu'I-Kur'an: 1/64; Tefsiri Kurtubi: 2/215; Durru'1-Mer.-sur: 2/233; El-Bahr: 1/477.

[188] Sahrayı nitelendiren bu beyit İbni Ahmer'indir. Tefsiri Kurtu-bi 2/224; Mecazu'l-Kur'an: 1/150; Durru'l-Masun: 2/237; Lisanu'1-Ara-b. Heleke El Müzekker vel müennes İbni Enbari sh: 116; Divani sh: 66. Ef al: 1/132; Muhakkik bilememiş ve İbni Ahrem'enisbet ederek tahrif etmiş.

[189] Tefsiri Kurtubi: 2/224. Lisan madde Helele Nabigat Zebyani-'nindir. Divani sh: 40 Garibu'l-Hadis: 1/85.

[190] Ferra zikredip şöyle demiş. Kesai şöyle dedi: Mekke'deyken Ye­men kadısı bana sorup şöyle dedi:

[191] Mecazu'l-Kur'an: 1/65; Meani'I-Kur'an Ferra: 1/99; Mecazli's-Saleb sh: 55; Emali Şeceriyye: 1/52; Meani'I-Kur'an Ahfeş: 1/135; Di­vani sh: 94.

[192] Yavrusunun kaybeden deveyi vasıflandıran bu beyit Hunsa'nı-ndır. Deveyi kardeşi sahn, kaybetme olayına misal getirmiş Hazane-tu'I-Edeb: 1/432; Şi'ru'ş-Şuara sh: 215; Divanu'1-Husa sh: 48; İkincisi Meani'I-Kur'an Ahfeş: 1/97; Muktedep: 3/230; Hasais: 2/203; Kurtubi: 2/238. Ummu sakb: Erkek deve yavrusudur. El-bevvu: Annesi doğurdu­ğu zaman ölen deve yavrusunun cildi (derisi)'dir. Deriye saman doldu­rulur ana devenin önüne konulur ve o da onu koklar ve süt vermeye başlar. Ez'ar: Zeere'nin cemidir. Başka yavrulara yavrusuymuş gibi sevgi, yakınlık gösteren devedir. Hunsa Rasulullah'a (s.a.v.) gelip müs-liiman olan bayan sahabidir. Şiirleri Rasulullah'ın hoşuna giderdi ve ona hadi şiir söyle anlamında "heyyeh ya hunsa" derdi.

[193] Ebu Kays b. Eslet Ensari'nindir. Şerh Ihtiyarat Mufaddal Teb-rizi: 3/1241; Mafîiyat sh: 285.

[194] Beyit A'şa'mn kalbilesinden veya gurubundan olan Haznek bin-ti Bedr'indir Kocasına mersiye için söylemiş. Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/87-157; Meani'l-Kur'an: 1/105; İrab Kur'an Nuhas: 1/231; Mecazu'l-Kur'an: 1/65; Tefsiri Kurtubi: 2/239.

[195] İbni Cİnni Musannef te zikretmiş ikinci beytin sonu (Esa fiha hammatun musulu)'dur. Ezfiye: tencerenin konulduğu yerdir, Hamma-tun  hamametun'un cemidir. Deve Böğürtüsü veya devenin çökerken üzerine çöktüğü veya yaslandığı yansıdır. Musİf: 3/82 ve 2/185. Muhak­kiki nisbetini bilememiş. Ebu ğol'undur. Nevadir sn. 443. Şevahidu'I-İzah sh.357 İkinci Lisanu'1-Arap madde sefa. Mesailu'l-Halebiyat sh: 148.

[196] (Nahivde sanattır.) Karşıdaki kişiyi güzel ve hayırlı bir işe teşvik etmektir. (Mütercim)

[197] Ata b. Ebu Rabah'tır.İilimdeson derece derinleşen ve uzun seneler fetva verip faydalı olan biridir. Kendisi siyah felçli, gözünün bi­ri kör, topal ve yassı burunluydu. Hicri 115'te vefat etmiştir.

[198] Divani sh 293. Birincisi Bahru'I-Muhit: 2/337; Keşşaf: 1/401.

[199] Menai'l-Kur'an Ferra: 1/146; Hazanetu'1-Edeb: 8/399; Hasiyet Şeyhzade: 1/490; Uyunu'l-Ahbar: 1/8. -İkincisi Müğni lebib'tedir. İki­si de Rebiu'l-Ebrar'da; 1/714. Tefsiri Kurtubi: 3/56.

[200] Beyit, Ka'b b. Sa'd Ğunnevi'nindir. Cahili'dir. İslamı idrak et­tiği de söylenir. Beyit; Mecazu'l-Kur'an'da: 1/67; Tefsiru'l-Taberi: 2/90; Meani'l-Kur'an H'l Aheş: 1/49; Tefsiru'l-Maverdi: 1/204; Tefsiru'l-Kurtubi: 2/313; Bahrıı'l-Muhit: 2/47; Haşiyelu Şeyhzade: 1/495.

[201] Ebu Duad İyadi'nindir. Tefsiri Kurtubi: 2/320; Tefsiri Hazin: 1/118; Esmaiyat: 190, Lisan madde: Sedefe

[202] Bişr b. Ebu Hazım'indir. Esah olan görüşe göre Amr b. Madi Yekrib'indir. Tefsiri Kurlubi: 2/320; Miicnel madd.e Sadaa elayn: 6/255; Divan Amr sh: 146. İki m uhakkik te nisbetsiz bırakmış. Dr. Mahzumi ve Samurai.

[203] DareKutni'iri.ı Talkb. Ali'den çıkardığı hadiste Allah'ın Nebi­si şöyle demiş:

"Tiyiniz içiniz uîukfaki belirtiler sizi aldatmasın kırmızılıık çıka­na kadar yiyiniz içiniz." Tefsiri Kurtubi: 2/319; Sunen-i Darekutni: 2/166.

[204] Amr b. Ebu Rabia Mahzumi'nindir. Divam'nda öyle geçer. Fe-ma raeni illa manadm terhalu ve kad lahe meftukun minessubhi eşkaru. Meftuk: munşik (parçalayan, aralayandır. Eşkar güneş iğim eman olan Divanı sh.124. Akdu'l-Ferid. 6/214.

[205] Beyit Süveyd b. Ebu Kahil Yeşkeri'nindir. İbni Selam onu cahiliyye şairlerinin altıncı tabakasında addetmiştir. Mahtutada: Betiat ye­rine Batyat -iza'l-leylu yerine, iza'l-Ievnu gelmiş hatadır. Emali'1-Kali: 1/101; Şi'ru's-Şuarash.: 270; Mafdaiiyatsh: 192. Ti ile Tullean rivayet ediyor. Zı ile daha iyidir.

El-Zelu: Zali'nin cemidir. Göz, göz kapağı ya da kaş ile işarettir. De-velerdekİ gamz diğer hayvanlarda olduğu gibidir. Ayıplı, kusurlu deve­ler. Tevali: Evahir hanlarıdır, "muğribi'1-levn" den kasıt sabahtır. Şerhi İhtiyarat Mufdal Tebiriz: 2/874.

[206] Hamalik himlak'in cemidir. Kirpikleri beyazın kaplamasıdır. Lisan hamleka.

[207] İki beyit te divanında yoktur.

[208] İhtican bir şeyi toplayıp birbirine katmaktır. Lisan hecane şi­irde de bu mana ifade edilmiştir.

[209] Sahr b. Habna Temim'indir. Ezarikanın haricilerindendir. La-adhulul beyte ahibbu min muahhrihi: Şüpheden dolayı evlerin arkasın­dan girmem. Kamil Muberrid: 1/62; Hamasat Basriye: 2/5. Mahluta da Ehbu yerine ahbere gelmiş hatadır.

[210] Divan Şemmah sh: 181; Cemheret eş'ar arap: 2/827-828; El-Le-vahiz lahiz'in cemidir yolu kesen dağdır. İki dağın birlşemiyle yolun dar-laştığı yerin iki arasında geçiş şeklinde olmasına lahizan denilir.

Nidv: Eski yıpranmış elbisedir. Kiram: kırmızı perdedir. Recaiz: Recazetun'un cemidir, kadın bineğidir. Lisan madde leheze. Tac madde kenene Ayn madde Karee ikincisi lisan madde Receze el-Bariu fi'l-luğa sh: 134. Muhafsis: 6/147. Mahtutada Kiram yerine Dıram gelmiş hatadır.

[211] Mücahid b. Cebr Ebu Haccac Mekki ve Beni Mahzum'unmev-lasıdır. Meşhur tabiilerinden biri ve müfessir imamlardandır. İbni Ab-bas'tan ders almış Hicri 100 senesinde secde halinde vefat etmiş.

[212] Maliki mezhebi üzerine arapça ve fıkıhta söz sahibiydi, Ali b. Medini ve bir guruptan hadis almıştır. Abdullah b. İmam Ahmet'ten ri­vayetleri vardır. Halife Mütevekkil devrinde Bağdat'ın iki yanına kadı­lık yapmış onun "Ahkamu'l-Kur'an, Meani '1-Kur'an" adlı basılmamış iki eseri vardır.-Hicri 282'de vefat etmiştir.

[213] Beyit Saide b. Ciieyye Huzeli'nindir. Hasıra bini: Onu dara sok­tular ve o da zorluğa girdi. Ellehim: Maktuldür. Divan hazeliyyin: 1/232. İkincisi lisan madde Haşere ve madde, lahm: 12/537. Sihah Cevheri maddğ lahm, Mahtutada kalu yerine fekullema sunime lehimu yerine lem yehum gelmiş.

[214] Bu görüş Abdullah b. Zübeyr, Alkatne ve İbrahim'e aittir. İb­ni Zübeyr'e göre alıkonulanın sureti hac bitene kadar bırakılmaması da­ha sonra Beytu'l-Haram'a ulaşıp umre yapmasında en sonunda gelecek için hac yapmasıdır ve buna umreyle hac fariza sonrasındaki temet tuya denilir.

[215] Te'vil Müşkil Kur'an sh: 243. Divanı sh: 835. Savi'nin tahki­ki birinci beyit Tefsiri Kurtubi.: 2/403;"Bahru'l-muhit: 2/510; Şi'nı'ş-Şuara sh: 315.

[216] Lisan arap madde harume kitab ef al serkisti: 1/483; Hazane-tu'1-Edeb 3/147; Divan rai sh: 231; Muhasser: 12/200 Garibu'l-Hadis: 4/7. Beytin Hazenetu'l-Edeb'te hikayesi vardır. Esmai şöyle demiş: Muhri-men bu şekilde cezasını haketmiş olarak gitmiş olmadı. (Yani hak etme­diği bir cezayla gitti)

[217] Tenvinle refa'yla (Felarefesun vela fusukun) İbni Kesir, Ebu Amr Ebu Cafer, Ve yakub okumuşlar. Ebu Cafer ek birşey getirerek (Vela cidalu )Yu ref'a yapmıştır. İthaf fudala beşar sh 155.

[218] Irak Fakihi İbrahim b. Yezid Nehai'dir. Mesruk ve Alkame b. Kays 'tan rivayetleri vardır ondan da Hammad b. Ebu Süleyman ve Süleym-rnanu"! A'meş rivayet etmiştir. Küçükken Aişe'yi görmüştür. Salih, iyi bir fakih ve teklifi az bir insandı Hicri 96'da vefat etmiş. Siyer Alam: 4/520.

[219] Bir de Ferazdek Selam b. Ziyad b. Ebihi'yi medhediyor, aslı dört beyittir. Divanı: 2/132. Dördüncü beyit: Selem'İn zamana sıkı sarılma­sı bana kafi oldu onun halen iffetlilere ve nail olanlara mani olmaya de­vam eden bir yönü vardır.

[220] İbni Cerir: 2/181 ve İbni Ebu Hatem'in Suddi'den "veminen-nasi men yu'cibuke" kavli hakkında şöyle dediğini çıkarmışlar. Beni Zehra'nın müttfeki olan Ahnes b. Şureyk es-Sekafi hakkında nazil olmuş­tur. Medine'de Rasuluilah'm (s.a.v.) yanma giderek:

"Allah ta şahidimdir ki doğru söylüyorum müslüman olmaya geldim" der. Onun bu hareketi Rasuluilah'm (s.a.v.) dikkatini çeker ve hoşuna gi­der. İşte bu ayet "Kalbinde olana Allah'ı şahit tutar" Bu konudadır. Da­ha sonra Rasuluilah'm (s.a.v.) yanından ayrılarak müslümanlardan bazı­larının ekinlerinin içinden geçer hepsini ateşe verip yakar ve develeri­nin tümünü de keser bırakır. İş bu ayet te (Senin huzurundan ayrılıp git­tiği zaman yüryüzünde fesat çıkarmaya) bu konudadır." Durru'1-Mensur: 1/572.

[221] Tasti'nin İbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b. Ezrak İbni Ab-bas'tan bu ayet hakkında:

"Halbuki o düşmanlarını en şiddetlisidir" nedir diye sorar o da:

"Karşıt hasmın (düşmanın) batılda olan mücadele veya cedelleşmesidir" der. Durru'l-Mensur: 1/573. Nafi: Araplar bunu biliyor mu der. O da:

"Evet sen Muhellel'in sözünü duymadın mı?" der. "Taşların altında sağlam iyi olan ve hasım olan da vardır" O da:

"Şiddetli husumet sahibidir. Ve huşunetini gizler."

[222] Cahiz iki beyti El-Hayavan'da: 2/297 zikretmiş. Tukzi suduru-hum içlerinde gizli olan hıyanet kin ve nefretlerini dışarı atmasıdır.

[223] Meani'l-Kur'an ve Irabuhu Züccac: 1/277.

[224] Muberrid Kamil'de zikretmiş; Ubeyde b. Hilal Harciye nisbet etmiştir. Orada: verrimahutunevvişubu geçer. Ve yednu yerine yehvi geçer. Cahiz Ebu A'yzara nisbet eder. Hayvan: 6/423; Beyan ve't-tebyin: 1/255; El-Kamil: 2/301.

[225] Mücmel İbni Fans: 1/811; Müfredat Ragıb sh: 23; Lisan mad­de umem Tefsiri Kurtubi: 16/75; Müselles Betüyasi: 1/329; Sihah mad­de umem divanı sh: 81.

[226] EI-ayn-7/81-82.

[227] Nafiin kiralıdır. Çünkü haber verilen zamana göre mazidir.Ve­ya hîkayenin mazi haline itibarla haldir ithaf sh: 156.

[228] Beyitleri Hassan b. Sabit'indir. Şam kırallanndan Cufne aha­lisini medhettiği kasidesindendir. Mahtutada (Yeftinune hatta) gelmiş ba­riz hatadır. Hazanetu'I-Edeb: 4/384; Divanı: 462; Divan'ul-Maani: 1/37. Birinci beyit: Kitab Sibeveyh: 1/413; Şerhu'l-Ebyat lil Seyrafi: 1/69. El Muktasid Şerh'ul-îdah: 2/1086.

[229] Sadece Ebu Amr ref ile okumuş ithaf sh: 157.

[230] Mecazu'l-Kur'an: 1/73.

[231] Kitabu'l-Hayavan Cahiz: 5/602. Mahtutada (mesleme) yerine selimetun gelmiş hatadır.

[232] (Yattahharne) Ha ve Ta'nın şeddesiyle Tatahbare'nin muzarisi olarak okunmuş Tatahere, Yani yıkanıncaya kadar. Ebubekr Hamza, Kesai ve halefin kıratına göredir. Uhey ve İbni Mes'ud ta olduğu gibi aslı yeletahare'dir. İthaf sh: 157.

[233] Divan Cerir sh: 454; Meharim Meharic (çıkışlar)'dır. Mahtu-lada (maharim) yerine (mekarim) gelmiş hatadır. Maharim: Mahreçler­dir.

[234] Divanı sh.: 125; Tevil Muşkili'l-Kur'an: 225; Sanaateyn: 138; Muğni'i-Lebib rakam; 1080; Kitap Sibeveyh: 52.

[235] Tabakat Fuhu'l-Şuara: 1/336; Divanı: 2/307; Durru'l-Masun: 2/430; Eğani: 19/14; Müfredat: 52.

[236] Zi Rumme'nindir. Hişam b. Kays Mer'iyi hicvediyor. Cerir o-na yapmıştır. Daha sonra Ferazdak Zi Rumme'yte karşılaşır vemeri için söylediği:

"O şiirini bana oku" der o da okur bu beyite varınca Ferazdak: "Bana tekrar et" der o da tekrar eder. Divanı sh: 276. Emali'1-Kali:

2/142. îkincikısım Müfredat îsbehani sh: 452. Lisan madde: Leğa. Hivar doğuştan sütten kesilene kadar olan deve yavrusu.

[237] Beyit Sa'Iebe b. Suayr Mazi'nindir mahtutada: curnu zuva'tır. hatadır. Deniliyor ki: Kuşun nağmelerini ve sesini işinim. Hayeven Ca-hiz: 2/363; Mafdaliyat sh: 130; Şerh Mafdaliyat Tebrizi: 2/623.Esseba şa­rap satın almaktır cevn şairdir kendi siyahlarına cevn yapmıştır. Ezzariu çok olandır.

[238] Ebu Hanife ve arkaşlarınm mezhebine göredir.

[239] Malik,Şafii ve arkadaşları böyle demişler.

[240] Veki, Abdurrezzak: 6/338; Ahmed, Beyhaki: 7/340. Ebu Ruzeyn Esedi'den tahric ettiklerine göre bir adam:

"Ya Rasulallah, bu ayet hakkında ne buyurur sunuz? Talak ikidir di­ye sorar ve Üçüncü talak nerdedir?" der. RasuluIIah'da (s.a.v.):

"Güzellikle salmak üçüncüsüdür" der.

[241] Tastime Saili'nde İbni Abbas'tan Nafi b. Ezrak'ın ona bana bu ayetleri haber verir misin dediğini nakletmiş (Talak ikidir). Araplar, ca­hiliyyede üçüncü talak'ı biliyorlar mıydı? O da:

"Evet" der kesinlikle Üç talağın da olduğunu biliyorlardı. Sen Aşa'mn şöyle dediğini duymadın mı?" der. Onun iki kız kardeşini aldılar ve de­diler ki: Hayır, vallahi sen aileni boşamazsan senin üzerinden asayı (en­gel) kaldırmayız. Zira ben onunla zarar gördüm der ve şöyle söyler: Ey Cariyem (veya komşum) söyle, sen onun boşadığımısın. Ve hakeza in­sanın işleri böyle gelir geçer.

Bunun üzerine şöyle dediler: Vallahi asayı senin üzerinden kaldırma­yız ya da onun hakkında üç talak'ı söylemezsin. Bunun üzerine şöyle der: Söyle açıkla talak'ı bain asadan daha hayırlıdır. Ve onun dehşet dolu şim­şekleri başında devam ediyor.

Bunun üzerine dediler ki: Vallahi senin üzerinden asayı kaldırmayız. Yahut talak'ı üçlemezsin. Bunun üzerine şöyle der: Söyle, iffeti korumak zemmedil m em iş tir. Bu bizde sevilen, isteniiendir ve hakeza sevmektir. Bu mıntıkadan bir gençle evlen tadını al, tıpkı senin tattığın gibi ben de bazı İnsanların genç kızlarını tadıyorum. Durru'l-Mensur: 1/664. Beyit­ler Divanu'I-A'şa sh: 1220Eğani: 8/80; İktidab: 388.

[242] Mecazu'l-Kur'an: 1/74.

[243] Beyitler Ziyad A'cemin Muğire b. Muhalleb'in mersiyesi için yazdığı kasidesindedir. Saltan'in değildir. Sadece Esmai Saltan'a nisbet etmiştir. Emali Yezidi sh 3. Zeyl Emali -1-Kali sh: 8. Muhammed b. Ab-bad'tan nakledildiğine göre Me'mun benim yanımda mersiyelerin en gü­zeli Ziyad A 'cemin'dir. Onu bana okuyun demiş bütün kasideyi okumuş­lar sadece bu beyti okumamışlar ve Me'mun da bitmedi getir getir söy­le sen bu beyiti okumadın demiş bu beyit kaside de en güzelidir. Çün­kü bu beyit ölümü hatırlatıp tehdit ediyor der: "Sen şu saatte gelseydin ya" Şiirdeki bu malumat bilgisi şaşkınlıkla karşılanır. Fevatu'I-Vefayiî; 2/30; Rebiu'l-Ebrar: 4/277.

[244] Ebu Zibban, Abdulmelik b. Mervan'ın künyesidir. Ağızından gelen pis kötü bir kokudan dolayı bu künye verilmiştir. Beyit, Sabit Kutnete'l-Alkinin'dir. Lisanıı'1-Arap madde: zebebe; Meani'l-Ferra: 1/150; Bahru'l-Muhit: 2/222; Durru'l-Masun: 2/476; Tefsim'l-Taberi: 5/77. Beyit ve ayette olan delil: Birincisini habersiz bırakma ve ikinci­sini kastetmedir. Çünkü orada haber ve mana vardır. Ferra bu, caizdir de­miş. Bu durum: isimler zikredilirse sonra içinde haber manası olan mu-zaafun ileyh olan isimler zikredilir. Öyleki birincisini terkedersen haber ondan bedelen muzafun ileyhi olur. Meani'l-Kur'an li'1-Ferra: 1/150.

[245] Buhari ve Beyhaki'nin İbnİ Abbas'tan çıkardıklarına göre bur­ada ta'rid vardır. Ve şöyle Ben evlenmek .istiyorum, şu şu şartlarda bir kadın seviyorum ve artık bir kadınla beraber olmak istiyorum der. Allah'ın bana saliha bir kadın nasip efmesini temenni ediyorum der ve sevdiği is­tediği kadını direkt olarak söylemeyerek özelliklerini belirterek söyler. Durru'l-Mensur: 1/695.

[246] Bu haber İhyau ulumi'd-din'dedir.1/58. Nihayet İbni Esir: 1/445; Garibu'l-hadis Ebu Ubeyd: 4/15. Abdurrahman b. Avf'a nisbet et­mişler.

[247] Bir beytin ikinci mısrasıdır. Evveli de şudur. (Vukufun ala kabrin mukimin bi kafretin) Cahiz'in zikrettiğine göre Süleyman b. Ab-dulmelik oğlu Eyyub'u defnettiği zaman kabrin başında durup bakarak beyit söylemiş. Sen bize bir yardımcıydın ve bizden ayrıldın. Senden son­ra yaşamın tadı acıdır. Ve daha sonra bineği yakmlaştırılır ve biner kab­rinin başında şöyle der: Çorak bir yerde kabrinin başında duranın sevgi­lisinden ayrıldıktan sonra metaı pek azdır.

Sonra şöyle der: Sana selam olsun, sonra bineğinin başını okşadı ve dedi: Sabretsem de doyumluktan seni ağzıma almam. Ağzıma alsam da ağzıma gelip takılan bir nefesti geldi .gitti. Kamil Muberrid: 2/93; Beyan ve't-Tebyin: 4/123.

[248] İki beyiti de bulamadım.

[249] Eski cahili şairdir. O, Asa'nin Farisi'dir. Asa: Onun atıdır. Beyit, onun Mafdaliyat kasidesindendir. Mafdaliyat: 204. Sanaateyn: 100; Hayavan: 4/414; Er-Rubed;Erbede ve Redae'nin cemidir. Er-Rebe-detu: Alacalı, benekli. Havatib: Odun taşıyan hayvanlardır.

[250] Eğani: 7/121. Orada bu kıssa da vardır. Meani'î-Kebir: 1/81; Di­vanı: 95. Bazı değişiklikler vardır. İkincisi: Sanaateyn: 89.

[251] Mübdeda olduğu ve haberinin de (Hezvacihim) olduğu üzere ref'ayla İbni Kesir, Şu'be, Kesaİ, Ebu Cafer, Yakub ve Ebu Cafer oku­muşlardır. Selamun Aleykum'da olduğu gibi tahsis konumunda olduğu için böyle olmuştur. İthaf sh: 159.

[252] îbni Enbari'nin Mesahif' te Zeyd b. Eslem'den (Vellezine yutevef-fevne minkum ve yezerune ezvacen vasiyyeten li ezvacihim) ayeti hakkın­da çıkardığına göre şöyfe demiş: Koca kadına evden çıkmadığı ve evlenme­diği sürece bir yıl nafakayı vasiyet ederdi. Bu durum şu ayetle neshedildi: "Vellezine yutevvefne minkum ve yezerune ezvacen yeterabbesne bienfu-sihinne erbaate eşhur" Bu ayet te nesholundu ve kadınlara 4 ay ongun bek­lemeleri farz kılındı, dörtte bir ve sekizde bir farz kılındı.

Ebu Davud, Nesai ve Beyhaki'nin îbni Abbas'tan şu ayet hakkında çıkardıklarına göre: (Vellezine yutevefevne minkum ve yezerune ezva­cen vasiyyeten liezvacihim melaen ilel havli gayre ihracın) şöyle demiş: Allah'u Teala bu hükmü, miras ayetindeki; onlara dörtte bir ve sekizde bir payını farz kılmasıyla neshetmiştir. Bir yıl bekleme süresini de iddet müddetlerinin 4 ay on gün olduğunu sınırlandırarak neshetmiştir.

Durru'l-Mensur: 1/738; Sünen-i Ebu Davud hadis: 2301; Süneni Ne­sai: 6/200.

[253] Subki şöyle demiş: Bu ayet, müfessirlerin cumhurunun görü­şüne göre şu kavi ile (erbaete eşhurin ve aşren) mensuh olmuştur. Sene­diyle beraber Buharı bunu rivayet etmiştir. Fethu'I-Bari: 8/193.

Mücahid'in görüşüne göre mensuh değildir. İki ayetten birinde oldu­ğu gibi eğer kadın içerde oturmayı tercih etmemişse kadının iddeti 4 ay on gündür. Şayet seçerse başka ayette olduğu gibi bir sene iddeti olmuş olur. Her iki ayette de iki haldeki manaya hamledilmiştir. Ebu Müslim İs-behani üçüncü görüşü benimseyerek ayetin manasının şöyle olduğunu söy­lemiş: Kocaları vefat eden kadınlar, eğer kocaları kendilerine bir sene­nin nafakasını ve sekeni (evde oturma) vasiyet etmişlerse iddet bir yıl­dır.

Eğer bu müddet dolmadan çıksalar ve kocalarının vasiyetlerine mu­halefet etseler (Allah'ın onlara belirttiği müddetdcn sonra ma'ruf olanı kendi nefsilerinde yaparlarsa onlar için bir günah yoktur. Yani sahih bir nikahla evlenseler. îşte bu hale göre vasiyete uyup bir yıl beklemeleri la­zım gelmez. Sebebin şu olduğunu söylemiş: Zira onlar cahiliyyede nafa­ka ve evde durmanın bir yol olduğunu vasiyet ediyorlardı. Ve kadının bu vasiyete mutlaka itibar edip uyması gerekirdi. Bu ayetle de Allah'u te-ala bunun gerekli olmadığım açıklamıştır. Bu görüş İmam Razi'nin tef­sirinde benimsediği kavildir. Ve bu görüşün gayet sahih olduğunu söy­lemiştir.

Babam da buna muvafakat etmiş ve ayetin mensuh olmadığına dair Aîlah'u Teala, Mücahid ve Ebu Müslim'in görüşünde babama ihsan et­miştir. İbhac Şerriu'l-MinVıac-. 2/231.

[254] İbni Amr, Yakub ve Asım (fa)'nin nasbıyla okumuşlar. Geri ka­lanlar da ref'ayla okumuşlar, ancak İbni Kesir, İbni Amr ve Ebu Cafer şed­deyle ve Elifin hazfıyla (F^.yudaafhu) okumuşlardır. Nasp okuyanın hücceti kelamı mana üzerine hamledip şart cevabı yaptığından, ref a okuyanın hücceti Öncesiyle kesik olduğu içindir. (Yakridu) üzerinde sı­la olduğu üzere atfolması üzerine ref'a olması da caizdir. Takdiri (men-zellezi yukridullahe feyudaifall ıhu lehu) Keşfan Vucuhi'l-kıraat: 1/300.

[255] Veki, Said b. Kansur. Abdu İbni Humeyd ve îbni Ebu Hatem'in Ebu Salih'ten çıkardıkları haberde şöyle demiş; Tabutta (sandık) Musa ve Harun 'un asa ve elbiseleri ve Tevrat'tan ve men denilen şeyden iki lev­ha vardı. Kelime tu 'J-Ferec: "Lailahe illallahil hakimi kerim, svbhanal-lahi afabu's-semavafu's-sab'i ve rabbu'I-arşi'l-azim velhamduliüahi rabbi'I-alemin'dir." diyor. Ve Ebu Salih zayıftır.

[256] Fethayla (garfete) şeklinde Nafi, İbni Kesir Ebu Amr ve Ebu Ca­fer okumuştur. Diğerleri de refayla okumuşlar. İthaf sh: 161.

[257] Mahtutada (El-feyetu)'dur ama hatadır.

[258] Katade şöyle demiş: Allah, İbrahim'i halil edindi Musa ile konuş­tu İsa'nın yaratılışını Adem'in topraktan yaratılış şekline benzetti sonra şö­yle dedi: "Ona ol dedi ve oluverdi (Kun feyekun)." İsa, Allah'ın kulu, kelimesi ve ruhudur. Davud'a Zebur'u verdi. Süleyman'a, kendisinden sonra hiç kimseye verilmeyecek saltanatı verdi. Muhammed (s.a.v.)'in de geçmiş ve gelecek günahlarım bağışladı. Faziletler bunlardır.

[259] Bu görüş AH b. Isa Raman'iye mensubum Kudretin meşieti şu ayetteki ifadeye benzer. (Eğer rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi) Ama bunu dilemedi. Onlara teklif (surumluluk) ve­rmek istedi. Onlar da ihtilafa düştüler. Bahru'l-Muhit: 2/274.

[260] Özet olarak sırfe hakkındaki görüş şöyledir. İnsanlar herhan­gi bir fiili yapmaya kadirdirler, ancak Allah'u teaia onları, bunu yapma­larından sırf eder ve bu da sırftan bir misal olmuş olur, veya onun mis­liyle getirmelelerini engelleyip meneder, bu da men'den bir misal olmuş olur. Veya güçleri buna yetmekle beraber buna götüren yolları azaltır ve fiile karışmaz. Bu da Mutezile'nin görüşüdür. Bazıları, bu Kur'an'la olacağını söylemiş şöyle buluğa erenler mislini getirmeye kadirdir, lakin Allah'u Tealaonlan bundan sırf etmiştir.

[261] Beyit: Emevi şairlerinden Adiy b. Ruka Amili'nindir Hasiyet Şeyhzade: 1/568; Kamil: 1/86; Vahşiyat: 313; Emali'1-Kali: 1/232. İkin­ci beyit: Tefsiri Kurtubi: 3/272; Bahru'l-Muhit: 2/272; Tefsiri Maverdi: 1/269. Ehver göz siyahlığı ve beyazlığı çok olandır. Ceazir cu'zur'un ce­midir. Yaban Öküzü yavrusudur. Casim Şam'da bir köydür.

[262] İki beyit Ferazdak'indir. Hişam 6. Abdulmelik'i medhettiği ka-sidesindendir. Divanı: 2/294. Mahtutada (Fema Huren ileyhi) yerine Fe-ma emri yedeyhi gelmiş hatadır.

[263] Cerir'in divanı sh: 418.

[264] Şemam: Yükseliştir.

[265] Beytin bu yarım satn. Hassan b. Sabit'indir. Sahabi olan Süveyd b. Samit'in olduğu da söyleniyor. Yansı şöyle: Velakin semavi afetin gö­türdüğü yemiş vesairedir. Rucebİyye; nerdeyse düşecek şekilde olup et­rafında destek için taşların konulmasıdır. Senhav çok eski hurma ağacı Tef. Kurt.: 3/292; Manii Ferra: 3/173; Bahr Muhit: 2/285; İrabul Kur'an Nuhas: 1/284; Mucmelul Luğe: 3/664. Ama bu beyitin ikinci yansı da gel-cek müellif beyiti Suveyd'e nisbet etmiş. Doğrusu budur.

[266] Lisan'da şöyle demiş: Ustitu fehummusnitun. Onlara kuraklık yılı isabet etti kıtlığa düştüler.

[267] Keskin za'ile İbni Amr, Asım Hamza Kesai ve halef okumuşlardır. Diğerleri de ra İle okunmuşlar. (Enşerellahu) muvta'dan alınmıştır. Allah ölü­leri diriltti manasındadır. İthaf sh: 162.

[268] Beyit Sivebeyh'in şevahitlerindendir: 1/484; Şerh Ebyat Sey-rafi: 2/145; Eğani: 9/11; Mukledeb: 3/293; Divani sh. 233.

[269] Mu'cemuş Şuara sh: 66. Tabakat Fuhul Şuara: 2/718. Kamil­de iki beyit şöyle: Dilenenlere hayır yapmayı esirgeme ya ver ya da gü­zel bir sözle cevap ver. İllaki bir gün yaprak düşürmek için ağaca vuran­lara yaprak olacaktır. Zira ben yumuşak ağacım.

Mahtutada Beşamete b. Ukayr meddi geçer ama hatadır. Muhtutada (habitine)'nin yerine hailine geçer o da hatadır. Leyyinulud yerine İbnu'l-Cud gelmiş hatadır.İhtİbat yapraklarını düşmesi için ağaca vurmaktır ve darbı mesel olarak söylenmiştir. Kamil Muberrid: 2/119. Nisbetsizdir. Beyan Vettebyin: 3/148, 4/72; Muhammed b. Yesir'e nisbet edilir. Tef. Kurt: 10/49; Bahr. Muhit: 2/308. Nisbetsizdir.

[270] Kef in sükunuyia (ukleha) şeklinde nafi, İbni Kesir ve Ebu Amr okumuştur. Diğerlerde zammeyel okumuşlar.

[271] Şerhul Hamase: 4/186; Akdul Ferid: 6/202; Kamil Muberrid: l/C . Hamasate! Basrİye: 1/46. Yani beni decacın sesini beklemek mestetti.

[272] Lisan'da nimenin dörtluğatı olduğu söylenmiş (Neİme-rûime, ni'me ve ne'me) ikincisinden kesreyi atarak birincisini fethalı yaparak (na-merreculu) söylesen de olur. Şayet (ma)'yı niimma üzerine koysan ve (ni-İmma yaizukum bihi) desen iki sakinin arasım cemetmiş olursun. Eğer di-lesen ayn'ı kesreyle harekelersin. Eğer dilersen ayn'ın kesresîyle bera­ber (mm)'u fetha yaparsın. Lisan mad: Neam. İbni Arar, Kesai Hamza ve Halef nun'un fethası ayn'ın kesresiyle okumuşlar. Diğerleri de ayn'ın kes­resine ittiba olsun diye nun'un kesresiyle okumuşlar. Ebu Amr, Kalun ve Şu'be karışık okumuşlar bazen ayn'ın kesresi bazen de sukunuyla oku­muşlar. İthaf sh: 165.

[273] İki beyit: Hamasetul Basriyye: 2/359'da nisbetsizdir.

[274] Malik, Ahmed, Ebu Davud ve Nesai'nin beni esed'te olan bir kişiden çıkardıkları bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Kim dilenipte onun bir evkiyesi veya benzeri birşeyi varsa mu­hakkak kendisi dilenmiştir." îbni Ebu Şeybe, Müslim ve İbni Mace'-nin Ebu Hureyre'den çıkardıklaft hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Kim malını çoğaltmak için dileniyorsa ancak o ateş dileniyor de­mektir. Bundan böyle ister yapsın ister terketsin."

[275] Esbahani'nin Tergib'teEnes (r.a.)'tan çıkardığı hadiste Rasu­lullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Kıyamet gününde faiz yiyen kimseler çılgın bir şekilde dudak­ları yere sürünür vaziyette gelirler" der ve ayeti okur. "Kendisine şey­tan çarpmış nasıl kalkarsa, onlarda mezarlarından Öylece kalkarlar."

[276] Hamza ve Şu'be maktu hemzesinden sonra elifle (Fe azinu) şek­linde dİğerleride (Fezenu) şeklinde okumuşlar.

[277] Bütün kiraatçılar (ticaretun) kelimesini (kane)'yi fiili tamm ka­bul etmeleri üzerine refayla okumuşlar ancak asım (kane)yi fiili nakise-den kabul ettiğinden nasb'e (fetha) ile okumuştur. İthaf sh:166

[278] Bu görüşü, fbni Cerir, İbni Mımzir ve ibni Ebu Hatem'in şu ayet hakkında îbni Abbas'tannakI ettikleri vasiyette te'yid ediyor (ve intubdu mafi enfusi kum evtuhu) yani gizli ve aleni olan şeyleriniz demektir.

(Yuhasibkum bihillahu) kavli nesh edilmemiştir.

Lakin Allah 'u teala yarattıkları kıyamet gününde topladığı zaman şöy­le diyecek: Ben size, nefislerinizde gizli tuttuğunuz ve meleklerimin bu konuda haberdar olmadıkları haberleri size bildireceğim. Müminlere gelince onlara kendilerini afvettiğimi bildirir daha Önce kendi kindileri-ne bunu konuşup düşünmüşlerdi. O da şu kavlidir (Yuhasib kum bihilllah) diyor. Ve size haber veriyor amma şek ve şüphe edenlere gelince ken­di ve nefislerinde gizli tuttukları yalan ve iftiraları haber verirki o da şu kavildir. "Velakin yuahizu kumbima kesebet kulu bukum."

[279] Hadisi Ahmed, Müslim, Ebu Davud nasihinde ve îbni Cerir Ebu Hureyre den çıkarmışlar ve şöyle demiş: Rasulullah'a (s.a.v.): "LİIlahi ma-fissemevet ve mafil ardı ve intubdu mafi enfusikum evtuhfuhu yuhasib­kum bihillahu feyağfiru limen yeşau ve yuazzibu men yeşau vallahu ala külli şey'in kadir." Nazil olduğu zaman Rasulullah'ın sahabilerine bu emir çok ağır geldi ve daha sonra Rasulullah'a gelip meramlarını ifade ederek şöyle dediler. Ya Rasulullah gücümüzün yetmediği amellerle teklif olun­duk. Namaz, oruç cihad ve sadaka gibi bu ayet senin üzerine nazil oldu ama bunların hepsine gücümüz yetmez. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) onlara siz sizden önceki iki kitap ehlinin (hristiyan-yahudi) dedikleri gi­bi (semina ve Aseyna duyduk asi olduk mu? diyeceksiniz size ne oluyor? Bilakis siz şöyle deyin (duyduk) ve İtaat ettik. Rabbimiz bizi mağfiret et­menizi istiyoruz. Dönüşümüz yine sanadır ve sahabiler Rasulullah (s.a.v.)'in bu tavsiyesine uydukları zaman Allah'u Teala da bunu neshet-miş ve şu kavli indirmiştir. "Allah bir kimseye ancak gücünün yetti­ğini teklif eder." Ve surenin sonuna kadar nazil ölür.

Durru'l-Mensur: 2/127. Sahih Müslim rakam: 125; Müsned Ahmed: 2/412; Tef. Tabr: 3/146.

[280] Bu, Necaşi el-Haris'lidir. İsmi Kays b. Amr'dır fasık ve îslam noktasında da zayıf biriydi. Ramazan da oruç tutmuyordu. Ali (r.a.) efendimiz ona 80 kırbaç veya celde vurulmasını emretmiş. İbni Mukbil ile karşılıklı alışırlardı şiirde.

[281] Tastinin çıkardığı haberde Nafi b. Ezrak bu ayet hakkında İb-ni Abbas'tan şöyle dediğini söylemiş: Yahudulerin ağır yükü taşıyıp ve sonunda maymun ve domuza döndükleri Ahd gibidir. Araplar bunu bi­liyor mu diye sordu. O da evet, sen Ebu Talib'in şöyle dediğini duyma­dın mı? der. Her senede bir kağıt üzerinde güvenilir ve ağır emirler alı­nıp ta yazılıyor mu?

Buhari müslim ve Ebu Davud'un İbni Mes"ud'tan rivayet ettikleri ha­diste RasuluHah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Kim kî Bakara suresini son iki ayetini gece okursa bu onlara kaafidir."

Ahmed, Nesai, Taberani ve Beyhaki'nin sahih bir senetle Huzeyfe'-den çıkadıklan hadiste Nebi (s.a.v.) şöyle dedi deniliyor:

"Bakara süresindeki bu son ayetler arşın altındaki hazineden bana verildi. Benden önceki peygamberlere verilmemiştir." Hakim'in sahih gördüğü ve Beyhaki'nin Şuabul İmanda Ebu Zer'den çıkardığı hadiste Rasuluilah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Allah'u Teela Bakara suresini öyle iki ayetle bitirmiştir ki on­lar bana arşın altındaki hazineden verildi. Onları öğrenin hanımla­rınıza ve çocuklarımzada öğretin. Q iki ayet hem dua hem Kur'an ve hemde namazdır." Müstedrek: 1/5

[282] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/85-245.