1-"Elif
lam mim"
, İbni Abbas'tan
(r.a.) rivayet edildiğine göre; Bakara süresindeki bu harfler ve bunlara
benzer diğer surelerin başlarında olan harflerden her biri Allah'ın
isimlerinden birine delalet eden isimlerden ibarettir ve surelere bu harflerle
başlanıp açılmıştır.
Şab'iden[2]
rivayet edildiğine göre bu harfler Allah'u Teala'nın enfes ve yüce isimlerini
andırmaktadır.
îkrime'den[3]
rivayet edildiğine göre bu harfler kısımlara delalet etmektedir.
Bir rivayete göre
"Elif, lam, mim" harfleri bir hece harfleridir; yani kadri ve şanı
çok yüce onu (Kur'an'ı) indiriyorum anlamındadır.
Bir rivayete göre bu
harfler hesap kitap cümlelerine işaret eden, eşya ve milletlerin ecellerine
delalet eden cümlelerin harfleridir.
Kutrub'un[4]
dediğine göre Araplar Kur'an'ı dinlememek ve gürültü v.b. şeylerle ortalığı
velveleye verip güya insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak üzere anlaştılar.
Bunun üzerine hiç bilinmeyen bir yol veya usul ile meydan okuyarak bu tür
harflerle Kur'an nazil olmuştur. Sa'leb'in[5]
dediğine göre surelerin bilinmeyen usul ve kaidelerle açılıp başlanması;
mezheplerine göre sahih ve uygundur. Onların sen böyle değil miydin sözlerinde
olduğu gibi.
"Ela"
edatının manası; kalbi bir şeye hazırlamak ve o şeye karşı tam teslimiyet
sağlamaktan başka birşey değildir. İşte sure başlarında gelen bütün simgesel
mahiyette olan harflerin durumu da bundan ibarettir.
Bu konuda varid olan
çoğu görüşler hurafedir. Çünkü bunlar araplann cümle kuruluş veya yapılış metodlarına
uygun değildir. Ve de hakim olan Allah'ın kullandığı simgesel mahiyetteki bu
harfler asla mana ve ibretlerden arınmış değildir.
Harfler konusunda
belirtilen görüşler hususunda ancak şu üç görüşten biri sevab olanıdır:
Birinci görüş: Bu
harfler müteşabihlerden olup Allah'tan başka kimse bunların tevillerini
bilemez. Bu da Ebubekir Sıddık'ın (r.a.) görüşüdür ve şöyle demiş:
"Her kitabın
gizli bir sırrı vardır, Allah'ın Kur'an'da olan sırları da surelerin baş
kısmında olan bu harflerdir.[6]
Bunların mu'cem diye isimlendirilmesinin sebebi anlamlarının bilinmemesi ve
emirlerinin mübhem olmasındandır.
İkinci görüş: Hasan'ın
dediğine göre bu harfler surelerin isimleridir.[7] Çünkü
Allah'u Teala burada Kitab'a (Kur'an'a) işaret etmiştir. Bu şekilde; ya Muşarun
ileyh'e (işaret edilene) bir isimdir veyahut ta sıfattır. Ama konum itibariyle
sıfat yeri değildir. Çünkü bu da Özel bazı manalarla mevsuf'u tahliye
etmektedir. Bu harflerin manaları hakkında belirlenmiş ve tayin edilmiş meşhur
ve bilinir herhangi bir isim mevcut değildir.
Mesela denilse ki:
"Niçin isimle
bütün sureleri umumlaştırmamış?" Biz de deriz ki:
"Bunda özel
olarak bazı surelerin manalarla teşrif buyu-rulması gibidir." Mesela
denilse ki:
"Niçin iki ve üç
sure müşterek isim altında isimlendirilmiştir?" Biz de deriz ki:
"İnsanlardan bazı
gurup veya cemaatlerin müşterek bir isim altında tanınması gibidir."
Mesela denilse ki:
"îsim ile
müsemmanm (isimlendirilen) ayrı olması bakımından veya farklı şeyler olduğu
gibi ismin de sureden farklılık arz etmesi gerekmez miydi? Biz de deriz ki:
"Bunu diyen
kimseler ancak bunun hükmü lafızlar hükmünde olan şahıslar hususunda
demiştir."
Üçüncü görüş: "Bu
harfler kitabın bu harflerden meydana geldiğinin bir işaretidir. Tıpkı
kelamlarının da bu harflerden oluştuğu gibi. Eğer bunlar Allah'u Teala'nın
dışındaki kimselerden gelmiş olsaydı, mislini getirebilecektiniz.
2-
"İşte bu Kitap"
Buradaki mananın
işareti şudur:
Geçmiş semavi
kitaplarda indirilmesi vaad olunan kitap bu harflerden müteşekkildir.
Bir rivayete göre
manası şudur:
"Zalike'l-kitabu'l-mev'ud:
Vad edilen o kitap"a şu ayeti celilenin ifadesi işaret etmektedir:
"Çünkü biz sana
(sorumluluğu) ağır bir söz (Kur'an) vahyedeceğiz."[8] (Müzemmil: 73/5)
Bu konuda el-Esamm[9] şöyle
demiş: "Zalike" nin manası: Kur'an'da takdim edilen bu şeyler Bakara
suresinden hariç bir çok surede geçmiştir.
Bu konuda Muberrid[10]
şöyle demiş: Buna benzer; "Za-like" kelimesini kendi konumu üzerinde
sabit kılan takdiri manalar; "Zalike" kelimesini asli mecrasından
çıkartıp "Haza manasmdadır[11]
diyen görüşlerden daha evladır. Çünkü "Zalike" ile "Haza"
hazırda bulunan ve gaib manasına gelen farklı iki kelimedir.
"Zalike"
gaib "Haza" Hazırda veya göz önünde olandır.
Ancak
"Zalike" kelimesinin "Haza" manasında olduğu, Dehhak'tan[12] ve
"El-Mevnek" adlı[13]
eserde belirtildiği üzere başkalarından nakledilegelmiştir.
^ Ebu Ubeyde[14]
şöyle demiş: "Bir defasında bir mulhid'le (inkarcı) karşıhştım ve bana:
"Ey Ebu Ubeyde
"Elif, lam, mim zalike'l-kitabu" bu kitaptır ama bu kitapta hangi
şeye delalet ediyor?" dedi. Ben de:
"Eğer kabul
edersen arapçadan misal vereceğim?" dedim. O da:
"Tamam misalini
ver" dedi. Ben de:
"Huffaf b.
Nudbe'nin[15] söylediği şu şiiri
söyledim:
"Eğer atım isabet
aldıysa direk Malik'in üzerine doğru yönelip giderim.
Ona dedim ki mızrak'm
kendisi eğiliyor. Hufaf'lı düşün, işte ben oyum.
2- "O
kitapta hiç bir şek ve şüphe yoktur."
Bu Kur'an'ın, hak ve
doğru olduğu haberinin verilişidir. Çünkü şek ve şüphenin bütün sebebleri ondan
izale edilmiştir. Taklid ve Tenakuz sıfatlarının hepsi ondan uzaktır.
Kur'an'da son derece icaz (mucize) vaki olmuş ve hidayet te hasıl olmuştur.
Bir şey bu konuma
vardığı zaman, onda şek ve şüphe yoktur diye nitelendirilir. Bununla da şöyle
soranın sorusunu iptal etmiş olur; inkar edenler sözlü olarak bunda şek ve şüphe
vardır şeklinde: "İnnehu laraybe fihi" demezler.
Muttakilerin ihtisası
bu yol üzerine devam edip gitmeleridir. Bir rivayete göre bu onların kadir ve
kıymetleri bakımından bir ta'zim ve onların zikredilmesiyle bir yüceliktir ve
övgüdür.
3-
"Onlar ki gayba iman ederler."
Yani duyu organlarına
göre gaib olan ve ancak akıl ile idrak edilen şeylere iman ederler.
Bir rivayete göre
murad olunan şudur: Onlar Allah ve Resulüne, gaib aleminde görmeden iman
ederler ve münafıklar gibi:
"İman edenlerle
karşılaştiklarnda, iman ettik derler."
(Bakara: 2/76)
Değillerdir.
Bu Allah'u Teala'nın
şu ayetlerdeki sözlerine benzer:
"Gayba, rahmana
iç sayısı duyan ve halis bir kalp ile gelen kimseler için..." (Kaf: 50/33)
"Yusuf dedi ki,
kadınlara gerçeği itiraf ettirişim şunun içindi: Vezir bilsin ki, hakikaten
ben ona gıyabında hainlik yapmadım." (Yusuf: 12/52)
Huzeli de[16] Gayb
kelimesini şiirinde aynı manada ifade etmiştir:
Halit sen misin, yakın
akrabalığı gözetip gıyabımda veya söylenen bazı şeylerden dolayı beni
koruyorsun.
"Bi'l-ğaybi"de
olan car ve mecrur ve ayrıca şiirde olan car ve mecrur "hal" konumundadır.
Yani "Tahfizni gaiben" gıyaben beni muhafaza ediyorsun. Ve:
"İnsanların, görmelerinden ve korkularından gıyaben iman ederler."
demektir. Birinci kavle göre, mefulun bihi konumundadır.
6-
"Muhakkak ki inkar edenleri (yani iman nurunu şirk karanlığı ile inad
yüzünden ötenler) azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir. Onlar
yine iman etmezler."
Bunlar inkarcılardan
bir guruptur. Allah'u Teala, onlarda olan bu gurupdan ilmiyle haber vermiştir.
Tıpkı şu ayette Nuh (a.s.) hakkında bilgi verdiği gibi. Nuh'a şöyle vahyolunmuştu:
"Haberin olsun,
önceden iman edenlerden başka kavminden hiçbiri asla iman
etmeyecek." (Hud: 11/36)
Bilgisi dahilinde
olmakla beraber ısrarla inzar (haber verme veya korkutma) etmekteki hikmet ise
hüccetin veya delilin ikame edilmesidir.
Bir rivayete göre
irsaTın umum olması içindir. Bir rivayete göre Peygamber inatçı inkarcıların
zorluklarına karşı sebat etmesi içindir.
Ancak ayette
"E-enzertehum" şeklinde istifham (soru) lafzının cari olması haber
manasmdadır. Çünkü burada istifhamda olan tesviye vardır. Görmüyor musun sen
istifham cümlesi yaptığında şöyle demiyor musun?
"E-harece zeydun
em ekame" Burada Zeyd'in çıkması veya kalması emri sana göre mübhemdir.
Zeyd çıktı mı yoksa içerde mi? Tıpkı bu şu haberde şöyle demen gibidir: Sen
çıksan da kalsan da benim için birdir, birşey değişmez. İşte tesviyedeki
oluşum da böyledir.
Hasan da şiirinde
gaybı bu anlamda kullanmıştır:
"Hüzünle
serzenişte bulunup müdafa mı etmiş yahut gıyaben beni kınayıp kötülemiş pek
aldırış etmem"[17]
7.
"Allah onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuştur."
Bu mühür meleklerin
bildiği bir niteliktedir. Bunun faydası ise onların konum veya mertebelerini
düşürmek ve onları azarlama içindir. Tıpkı bu müminlerin kalplerine, onların
mertebe ve derecelerini yüceltmek için İmanın yazılması gibidir.
Ayetteki ifade
kalpleri mühürlenmiş kişilerin hallerine benzetmek amacıyla teşbih üzerine
getirterek kulak ve gözlerinin mühürlenmiş veya damgalanmış şeklinde bir darbı
meseldir.
Şair de şiirinde buna
benzer bir teşbih sanatını kullanmıştır:
Şayet diri olana nida
etseydin bir şey duyardın. Lakin nida ettiğin kimsede hayat yoktur."[18]
Mücahid'in[19]
dediğine göre bir şey mühürlendiği zaman artık kapalı kalır ve bunun gibi kalp
te, günahlar üzerinde yo-ğunlaştığ zaman kararır ve artık korku ve vb.
inzarlardan etkilenmez ve iman için kalbi ferah bulmaz veya açılmaz.
Bir rivayete göre bu
ifade; onlardan verilen bir haber değil, bilakis onlar üzerine olan duadır.
Bir rivayete göre mu-rad olunan zahirine göredir ve o da mendir. Lakin men iki
türlüdür. Birisi kudretin elden alınmasıyla olan mendir (yani kişiye rağmen
olması) diğeri de Hizlan (yardım etmeyip hor ve zelil şekilde terketmek) ile
men'dir.
Allah'u Teala'nın bu
ikisinden bir olan Hizlan ile men yapmış olması caizdir. Ve küfürlerinde
kalmalarının cezası olarak Tevfik'i (başarı veya muvafakiyeti) onlardan çekip
almıştır.
Ancak ayette geçen
(semi) kelimesini cem sığasında getirmemiştir. Çünkü mastar mecrası üzerine
cari olmuştur. Veyahut ta iki cemin ortasında gelmiş ve bir karine ile cem olduğunu
bu şekilde ifade etmiştir. Mesela şu sığalarda da olduğu gibi (semavat
ve'l-ard ve zulumat ve'n-nur).
9-
"(Kanaatlerince, kalplerinde olan küfrü ötmekle) Allah'ı
aldatıyorlar."
Bu durum bir kişiden
de hasıl olmuş olabilir. Şu ifadelerde olduğu gibi: Afahullah (Allah ona
afiyet versin), Kate-lehullah (Allah onu kahretsin veya öldürsün)
Akebtu'1-lis-sa (hırsızı cezalandırdım) ve Taraktu'n-na'le (ayakkabıyı
giydim.).
Asıl mana şudur:
"Aldatanların muamelesiyle muamele ediyorlar." demektir.
Bir rivayete göre
buradan murad olunan: Kalplerinde olanı gizlemekle Rasulullah'i ve müminleri
aldatmaktır. Çünkü Allah'tı Teala'dan gizli olan sırlar saklanamaz ve vicdanlar
onun dışında veya (emri ve iradesi dışında) birşey tutup saklayamaz.
Bu şu ayetteki ifadeye
benzer:
"Allah ve
Rasulune eziyet (veya işkence) edenler."
(Ahzab: 33/57)
Yani Allah'ın
dostlarına işkence ve eziyet ederler. (El-Hıda) kelimesinin aslı el-İhfa
(gizlemek)dır. Buna bir misal de hadisi şerifte vardır:
"Beyne
yedeyyi's-saeti sinime haddaaten: Kıyamete yakın veya önce yağmuru az ve zekatı
az seneler olacaktır."
Çünkü kıyamet öncesi
olan bu an veya senelerin emri gizlidir, ne zaman olacağı malum değildir. Bol
verimüi ve bereketli geçeceği zannedilir ama kuraklık baş gösterir.
Dehr'e (zaman)
el-Hudda denilir. Çünkü içinde olacak olan durum ve olaylar gizlidir, bilinmez
ve olacak olan durumlar renkli veya çeşitlidir.[20]
El-Ensari de şiirinde Hadaa kelimesini
gizlilik manasında kullanmıştır:
"Seyir halinde
çok güzel bir yürüyüşle yürür. Öyle ki hayrat ve hasırlarla süslendi.
Onunla ihtiyaçlar
giderildi. Genç, iki renkte örtünmüş gizlenmiş bir rehindir."[21]
Bir rivayete göre
onların (muhadaa)sı demek kendi aralarında ve Allah ile kendi aralarını bozup
ifsat etmeleridir. Hadu'ş-Şey'i bir şeyi bozmak veya ifsat manasındadır.
Suveyd şöyle dedi: Hür
bir kadındır. Öyle ki, bulutlar arasında çıkan ve zuhur eden güneş ışınlan
gibi çeşitli ve açık bîr şekilde tecelli eder. Dişleri beyazdır. Onun tadı
lezizdir. Salyası veya tükrüğü güzeldir. Oysa tükrük gizlidir.[22]
İşte bütün bu ifadeler
üzerine şu mana açığa çıkıyor.
"Onlar ancak
kendilerini aldatırlar."
Çünkü insan kendi
nefsini bozguna uğratıp ifsat eder. Lakin kendi nefsi hakkında olan bu şeylerin
malumatı veya bilmesi kendisinden gizli tutulmamıştır.
10-
"Onların kalplerinde hastalık vardır."
Hastalıktan kasıt şek
ve şüphedir. El-Buays ta şiirinde bu anlamda dile getirmiştir.
"Bişr'e dedim
çünkü ben açığa çıktım. Zira bizimle bir hususta şiddetli ve afet olarak murad
ediliyor.
İyi bil ki şek, bi
hastalıktır zira seni ondan ancak kararlı ve keskin emir alman kurtarır."[23]
Bir rivayete göre
hastalıktan kasıt gam ve hüzündür.
Harise b. Bedr
Guddani'nin şiirinde dile getirdiği gibi:
"Çünkü hüzün devam
ediyor o da hastalıktır. Geç onu sen, onu boş veremiyorsun ve sen ona denk
oluyorsun.
Eğer sana karkudan
ürkeklikten birşey gelirse kalbine de ki bırak ürkekliğin çoğu batıldır."[24]
Bir rivayete göre
hastalıkdan kasıt: Nifak[25] ve
hasettir.
Şair de şiirinde bu
anlamda kullanmıştır:
Hayadan bazılarım iyi
düşünüyorum ve görüyorum ki kalplerinde onların bana karşı bir hastalığı
vardır.[26]
Bir rivayete göre
hastalıkdan kasıt karanlık ve kapalılıktır.
Şair de şiirinde bu
anlamda kullanmıştır:
"Bir gece ki her
tarafı karanlıkla kaplandı. Ne bir yıldız ışıkjyerip onu aydınlatıyor, ne de
ay."[27]
Eğer maraz zahiri
üzerine cari olunsaydı aynı şekilde yakın olacaktı. Çünkü kalp, organlardan
bir organdır. Hasta da olabilir sağlam da, tam kamilde olabilir, nakıs ta, kalbin
hastalığı cehalet ve ifsatla olabilir. Kalbin panzehiri veya şifa-siysa talim
ve irşad ile mümkündür. Kalbin tabibleri ise peygamberlerdir ve onlardan sonra
gelen alimlerdir.
"...Allah (Kur'an
ayetlerini inzal ile onların şüphe ve nifak) hastalıklarını
artırmıştır..."
Suddi[28]
şöyle demiş: "Allah'a olan düşmanlık hastalıklarını artırmıştır, burada
muzaaf olan hazfedilmiştir. Şu ayettede olduğu gibi:
"Allah'ın
zikrinden gafil olan katı kalplilere veyl olsun." (Zümer: 39/22)
Yani Allah'ın zikini
terkedenler demektir.
Bir rivayete göre
geçmişte ihlal ettikleri şeriatın hudud ve farzlarıyla Allah onların şerrini
artırmıştır. Çünkü hayra davet edilip te ıslah olmayanın seri üzerine şer
katar (yani daha da alevlenir).
Bundan dolayı: Muttaki
olmayan kalp, her bir mürşit onu davet ettiğinde, kalbindeki ifsat daha da
artar. Tıpkı hasta olan cisim veya bedene, Tabibler her ona gıda verdikçe veya
tedavi etmeye çalıştıkça hastalığı daha da artar denilmiştir.
Bir rivayete göre
onların hastalığı, Rasulullah'm te'yid edilmesiyle daha da artmıştır.
Bu iki görüşe göre
onların kalplerinin içindeki marazın Allah'u Teala'ya izafe edilmesi
Musebbib'in (sebeb olanın) isimlendirilmesi yoluyla veya usulüyle, sebebin ismiyle
zikredilmesi babindandrr.
Çünkü Allah'u
Teala'nın kendisi şer'i olan dini farz kılmış, kanunlaştirmış ve Rasulullah'a
yardım etmiş ve bu iki sebeb te onların marazlarının sebebidir.
Ayetlerin
ziyadeleşterilmesi sebebiyle, onların hastalıklarının Allah'u Teala'ya izafe
edilmesini caiz kılmıştır.
Ferezdak ta şiirinde
böyle ifade etmiştir:[29]
Yani deve sulayıcılan,
sulanan develerin falancanın olduğunu ve kendisine ait olmadığım duyunca,
sulamayı kulaklarının kepçesi veya deliği anlamında olan haruka izafe
etmiştir. Çünkü oradaki sesi duyımcaya kadarki an sulamanın sebebidir. Usta
bir fesahatle, sebeble, sebeb olanı tabir etmiştir.
İbni Siraç ta[30] aynı
konumda dile getirmiştir:
"Suyu yiyenleri
zulümle başbaşa bırak. Zira onlar suyu yedikten sonra ekmeği bulamayacaklar."
Su yenilmez. Lakin
onlar sahibinden toprak satın almak istiyorlardı ve onun parasıyla da bir
şeyler alıp yemek istiyorlardı. Bu müsebbibi (sebeb olanı) söylemekle veya zikretmekle
yetinmiştir. Buna benzer misaller[31]
çoktur."
15-
"Allah da onlarla alay eder..."
Yani onların
yaptıklarına ceza olarak istihza cezası ile cezalandırmıştır. Bir rivayete
göre onların alay ettikleri suçlarının vebali tekrar onlara geri döner.
îbni Abbas (r.a.) bu
cezayı onların (istidrac)ı üzerine hamletmiştir.
El-İstidraç: Günah
işlemelerine rağmen, nimetlerin onların üzerine sürekli ziyadesiyle devam
etmesidir.
Bir rivayete göre:
Onlar dünyada müslümanlarm hükümleriyle muamele edildiler, onlara şiddetli
azap yapldı-ğı zaman bu onlarla istihza yapılıyor gibiydi. Adiy b. Ha-tem'in
rivayet ettiği hadisin bir kısmı şöyle:
"Onlar gelirken
cennet kapıları açılır, oraya ulaştıkları an ateşe atılırlar."[32]
Bir rivayete göre bu
kelamın müzavecesi üzerinedir. Şu ayette olduğu gibi:
"Kötülüğün
cezası, onun misli olan kötülüktür."
(Şura: 42/40)
Müzavvecetu'I-kelam
üzerine Temim b. Mukbil de[33]
şiirinde şöyle dile getirmiş:
"Babanın ömrüne
andolsun ki, kendisine üzüldüğüm veya hüzünlü bir hayal bana güç geldi."
Mezahim Ukayli
şiirinde şöyle dedi:
"Onların uzak
olmalarından ötürü, onların evlerindeki-ler onlara ağladılar göz yaşlarım
süratle aktı hangi ağlayanları kınıyorum.
Başına gelen şiddet,
sıkıntı ve beladan mı ağlıyor. Yahut başkası üzüntüsünden ve gamından mı
ağlıyor."[34]
Bu hüzün ve ağlamadan
değildir. Fakat ikisi de kelamı birbirine karıştırmaktır.
Cerir'in dediği gibi.[35]
"Ne acaiptir ki
aniden bana yaşlılık geldi ta ki basımdaki kılları bembeyaz yaptı.
Kadınların buğzettiği
bu durum gece onu uyutmadı konuşmamdan hoşlanıyordu."
"Ve azgınlıkları
içinde başıboş dolaşmalarına mühlet verir."
Yani onların ömrünü
uzatır. Böylece fırsat tanır. İbni Mesut[36]
(r.a.) ve İbni Abbas'tan (r.a.) nakledildiğine göre onları kendi nefisleriyle
başbaşa bırakır ve onları rezil, rüsvay eder.
Bir rivayete göre
buradaki mana, muzaafın hazfı üzerine bina edilmiştir. Yani "Yemudduhum
fi cezai tuğyanınım" yani onlarn mühletini tuğyanlarındaki cezasıyla
verir. Medde ve Emedde kelimeleri eş anlamlıdır.
Bir rivayete göre
medde kelimesi zaman anlamında olan el-Emed için, emedde ise adetlerde kullanılır.
Ferra[37] şöyle
demiş: Medde fi'ş-şey'i lehu: Cazebe ve faele ve emedde min ğayrihi,
manasındadır. Tuğyan bir şey hususunda haddi aşmaktır. Ayrıca kadr, himmet ve
hayret bakımından haddi aşmaktır.
16-
"...Onların ticareti kar etmemiştir..."
Kar eden her ne kadar
tüccada olsa, cümle arapçanın kafiyeli nesir sözü üzerine gelmiştir.
17-
"Onların hali, o kimsenin hali gibidirki (Korkulu bir sahrada) ateş yaktı
da çevresini aydınlattığı zaman, tanı o sırada Allah nurlarını
giderdi..."
Suddi şöyle demiş:
"Bu ayet, teslim olup sonra da nifaka düşen bir gurup hakkında nazil
olmuştur.
Said b. Cübeyr[38]
şöyle demiş: Bu ayet yahudiler hakkında nazil olmuştur. Zira onlar
peygamber'in (s.a.v.) gönderilişini bekliyorlardı ve onunla aydınlık, ferahlık
bulacaklarını umuyorlardı. İşte bu durum onlar için önce aydınlıktır ve daha
sonra onu inkar etmeleri de onlar için nur veya aydınlıklarının gidişidir.
Bu konuda ta'n edenin
görüşü iki türlü yorumlanabilir:
"Nasıl olur da
nur olmayan münafığı, önce nur verilip sonra nurunun alındığı kimseyle temsil
edebiliyorsun.[39]
19- **Yahut onların
hali, gökten boşanan yağmura tutulmuşların hali gibidirki..."
Ayette geçen
"Es-Sayyib"[40]
Sabe, yesubu babından fey'üun vezni üzerindedir. Tıpkı sade, yesudu'dan olan
Seyyid misali gibidir. "Zu savb" manasındadır. Yağmur olması da,
bulut olması da caizdir.
Rad: Bulutları çekip
süren meleğin sesidir.
El-Bark: Mihrak'la[41]
(şiddetli rüzgar) bulutlara bir tür vuruşdur.
Ali ve İbni Abbas'tan
(r.a.) nakledildiğine göre Rad: Bulutları birbirine vurup sürükleyip götüren
rüzgardır. Bulutlar rüzgarın vuruşuyla parçalanınca ayrılıp düşerler.
Kuseyyir'de[42] buna
benzer bir misali şiirinde dile getirmiştir:
"Bulutlar olmadan
sıcak şimşekler çaktı. Alel acele tepelerde çadırlar kuruldu. Tozutan sıcak
rüzgarlar üst üste binmiş yere doğru sarkmış bulutlar yağmur yüklüydü. Rüzgar
bulutları ileri geri salladığı zaman bir tarafından şiddetli ses çıkar
diğerinden çıkmazdı."
İbni Abbas'a göre
hakkında sayyib ile temsil getirilen veya cari olan Kur'an'dır. Çünkü Kur'an'da,
kıssalar, vaazlar, teselliler, müjdeler ve hidayet sebebleri vardır.
"Düştüğü yere fayda veren yağmur gibi", ve daha vaidler, tahsirler
ve kafirler için zem vardır. Zulumat ve sevaik gibi. (Karanlık ve şimşekler).
Hasan'dan
nakledildiğine göre o, İslam'ın kendisidir. İlcisi arasındaki temsil getirme
bakımından takribidir. Çünkü yağmur gittiği yerde beraberinde Ra'd (ses) Berk
(şim: şek) ve karanlık olmazsa faydası tam olmuş olmaz. İşte böylece İslam'da
ibadetlerle beraber yorgunluklar cihatta savaşmak için nefsin (canın) Öne
atılması, müminlerin buna sabretmesi ve münafıkların da bunda ürkmesiyle ancak
tamamlanmış olur.
Başka bir Takrib'te:
şöyle her ne kadar yağmur yer veya toprak için hayatta olsa bütün bu durumlar
hasıl olunca, misafir (yolcu) olan da korkar ve ürker. Aynı şekilde münafığın,
küfürde ısrarıyla beraber olan imanı da böyledir.
AUah'u Teala ayette
şöyle buyurmuş:
20- "O
şimşek neredeyse gözlerini kapıp alıverecek..."
Şüphesiz nuru veya
ışığı olmayan şeyin ancak şiddetli bir şekilde panldayıp göz alan lazer gibi
ışınları vardır ki buna da ışık demek uzak ihtimaldir. Şiirlerde bu tür
manalar çokça kullanılmıştır.
Cerir şiirde şöyle
demiş:
"(Ey Sevgili)
Onunla terkettiğin kimselerin şifa bulmasını menettin, tıpkı aşık olanın aşkının
duygularını gizlediği gibi. Seni bir şimşek misali buldum. Onu yakın zannedersin
en yakın ışığı bile senden çok uzaklardadır."[43]
Kuseyyir şöyle demiş:
"Ben ve o,
aramızda olan şeyi bıraktıktan sonra, izzetle ben tehamili oldum. Bulutların
gölgesi sana rica ediyor, her söyleyecek şeyi söylemeye hazırlanınca yok
oldu."[44]
"Görülüyor ki,
eşkıya olan insanlar, bu konuda çıplak ve aç bırakıldıklarına dair onları
tanıtmıyorlar. -Her ne kadar seviliyorsa da zira onlar- Görülüyor ki yaz
bulutlan azlık içinden çıkıp geliyor."
İbni Hattan da[45]
şöyle demiş:
21-
"...Ki takva sahibi olasınız."
La allekum
tettekun'dan kasıt, "Takva sahibi olmanız veya korkmanız için"
anlamındadır. Hakeza Kur'an'da geçen bütün "lealle" kelimelerinin
manası bu şekildedir. Çünkü Allah'u Teala şek ve şüphe ifade eden şeylerden
münezzehtir.
Muberrid şöyle demiş:
Bilakis o muhataptan olduğu üzere, aslı, şek ve ricadır. Yani Allah'a olan
takvanızın tamamlanması için rica ve temennide bulunarak ibadet edin. Bu gibi
konumlarda ricanın (terciye) olması daha beliğdir. Çünkü o ibret ve vaaz için
ince bir üslup ve ibadette de bir taltiftir.
Başka bir fayda şöyle:
Kul, takvasına götüren şey veya delalet eden şeyden ve daha başka şeylerden
tembellik etmesin diye böyle ifade edilmiştir. Aksine, zelil olma korkusuyla,
hırsla iyi amelleri yapmaya çalışması içindir.
23-
"...İndirdiğimiz Kur'an'dan şüphedeyseniz, haydi siz de onun benzerinden
(fesahat ve belagatta ona eş) bir sure getirin..."
Yani indirdiğimiz veya
nazil ettiğimizin benzerini getirin. Bir rivayete göre kulumuz Muhammed gibi,
okuma yazma bilmeyen bir adam getirin demektir.
Eş-Şuheda'dan kasıt.
İlahlardır. Bir rivayete göre avane-lerı veya yardımcılarıdır.
"...yapamayacaksınız..."
Bu ifade şart ile ceza
arasında bir, itirazi cümledir.
Kuseyyir'in şu
şiirindeki (ve enti minhum) Beyan için: sende onlardansın:
"Şayet muhalif
olanlar -ki sen de onlardansın- Seni görüp de senden vadeyi uzatmasını
öğrenirlerse."[46]
Ubeydullah b. Harr[47]
şöyle demiş:
"İyi Öğren -şayet
insanlardan onu gİzlesem de benîm senin üzerinde olduğumu bununla kimseye
zulmetmem kınayanı."
Şiirde geçen
"Velev katemtuhu'n-nase" cümlesi, fiil ile mefulu arasında olan bir
itirazi cümledir. "Velem ezlim bi-zalike" cümlesi de
"inne"nin ismiyle haberi arasında olan itirazi bir cümledir.
İtirazlar te'kit
mecrasında cari olduklarından arap şiirlerinde bu tür itirazlar çoktur. Bizim
şu isimde bununla ilgili bir kitabımız vardır:
"Kitaurriyadi fi
bidail i'tiradi."[48]
24-
"...Onun tutuşturucu odunu (kafir) insanlarla taşlardır..."
Bir rivayete göre
onlar kibrit taşlardır ki onlar çok güzel bir tutuşturucudurlar. Bir rivayete
göre onlar kendisine ibadet edilen putlardır. O da daha çok hasret çekerek
yanmaya müsaittir.
Cahiz[49]
şöyle demiş: Sanki o, şiddetinden ve çoğu maddelerinin taşta olan ateşin
alevleni sinden onları uyarıyor gibi.
Kattamin'in de[50]
şiirinde aynı ifadeleri kullandığı gibi:
"O kadınlar
ahestece yürüyorlar ne yaşlı olanlar yardımsız bırakılmış ne de kalpler
yaşlılar üzerine yoruluyor.
Uveyr'in kuyularına
ulaşana kadar neredeyse ketenlerin hepsi tutuşuyordu."
Yumuşak ve nemliliğine
rağmen harareti, ketenin yanıp tutuşmasıyla vasıflandırmıştır.
25-
"... Her defasında bu daha önce (dünyada) bizim yediğimiz şeydir
diyecekler..."
Yani cennet ehlinin
bütün yiyecek ve içeceklerden aldıkları lezzetler müsavidir, ne eksilir ne de
artar.
İbni Abbas'tan
nakledildiğine göre şöyle demiş: Yiyecek veya yeme bakımından benzerlik vardır.
Yiyip tadına baktıklarında şöyle diyorlar: İşte bu bizim daha önce yediğimiz,
içtiğimiz şeylere benzerdir. Benzeyiş yönünden dünya meyvelerinin benzerliğine
hamledilmez: Çünkü İbni Abbas'tan merfu olarak rivayet edilen bir hadis şöyle:
"Cennette olan
hiç bir şey dünyada yoktur, ancak isim benzerliği vardır."[51]
26-
"Muhakkak ki, Allah, sivrisinek ve ondan büyü-ğüyle hakkı açıklamak için
misal getirmeyi terketmez..."
Ayette (la
yestahyi)den kasıt: Terketmeme ve imtina etmemedir.
El-İstihya: İnsanda
arız olan bir çekingenlik halidir. Onun yanında ayıplanan şeyler mumtenidir.
Bunun Ailah'a atfedilmesi caiz değildir. Lakin hakir ve zelil konusunda verilen
bir darb-ı meseldir ki bundan hikmet tecelli ettiği için terkedilmesi söz
konusu değildir. Allah Ju Teala alşılagelmiş lafızla anlayışta hitap ederken
kendi ismini buna yakınlaş-tırmış öyle zikretmiştir.
Ayette geçen
"Meselen ma baudeten" cümlesinin takdiri şöyledir: "En yadribe
meselen ma" Yani misallerden herhangi bir misal vermesi. Burada kelam
"ma" harfi üzerinde tamam olmaktadır ve daha sonra
"Baudeten" bedel üzerine nasbedilir. Kur'an lafızlarının anlamsız
olmalarından hali olması ve bütün bunlardan tenzih edilmesi bakımından bu
görüş daha isabetlidir.
Kesai şöyle demiş:
"Baudeten" kelimesinin nasbedilişi şu manayladır: "Mabeyne
baudetin fema fevkaha" dır. Yani sivrisinek ve daha büyüğü.
İfadede "beyne"
geldiği zaman nasbedilmiştir. Arapların dediği şu söz misalidir: "Hiye
ahsenu'n-nasi karnen, feka-demen."[52]
Yani:
"Mabeyne karnin
fekademin." (O tepeden ayaklar arasına kadar insanların en güzelidir.)
Ayette geçen (Fema
fevkaha) Yani büyüklükte sinek ve örümcek gibi. Yahudilerin bu darb-i meseli
inkar etmesi şunun içindir. Allah'u Teala'nın darb-ı meseli çok cılız ve ehven
bir şeyle vermesindendir. Bir rivayete göre (fema fev-kaha)dan kasıt
küçüklüktedir: Çünkü burada maksat hakir olan bir şeyle temsilin verilmesidir.
Her küçük olanca maksada daha fazla uyum sağlıyor. Bilakis onunla, o şeyde tahkirin
ziyadeleşmesi demek haddi aşma anlamında değildir ancak bununla daha hakir ve
küçük ehven olan şeyler kastedilmiştir.
Mesela şöyle denilmez:
"Malehu aleyye dirhemun vela aşretun" Yani onun bende ne bir dirhemi
ne de on dirhemi vardır. Aksine şöyle denilir: Malehu aleyye dirhemun vela
danikun. (Yani onun bende ne bir dirhemi ne de bir kuruşu vardır.)
Denilse ki şöyle de
denilmez "fevka". Bununla murad olunan onun bir üstü veya büyüğüdür,
denilse deriz ki bu senin falanca az akıllıdır demen ve diğerinin de (fevka
zalike) Bundan daha fazla demesi gibidir.
"...Allah onunla
(misalle) bir çoğunu şaşırtıp sapıtır..."
Yani onun yanında
sapıklıkla hükmedilmesi bakımından. Bir rivayete göre: Allah'ın onları, kendi
cennetinden ve sevabından sapıtması ve yollarını şaşırtmaları bakımındandır.[53]
Bir rivayete göre,
sapıtmanın Allah'u Teala'ya verilen misale izafe edilmesi her ne kadar
delaletin vuku bulması için Allah'ın indinde karar verilip hükmedilmiş te olsa
id-lal (sapitma)'ın onun yanında vuku bulmasındandir.
Bu Allah'u Teala'nın
putlar hakkında inzal ettiği şu ayete benzer:
"Allah'ım, onlar
(putlar) bir çoğunu saptırdılar."
(İbrahim: 14/36)
Yani putların olması
sebebiyle sapıttıkları zaman demektir.
Ahfeş şöyle demiş:
"Bu şu söze benzer: Bir kız veya bayanın aşkından helak olmaya yüz
tutuğunda şöyle denilir: "Ehlekethu fulanete." Falanca bayan onu
helak etti.
Hakeza Allah'ın
dininde sapıtmaları da böyledir. Bazılarına göre burada imla ve mühlet verme.
Bazılarına göre ise:
onların onun üzerine tesadüf etmeleridir. Mesela deve kaybolduğu zaman (Edalle
naketehu): O devesini kaybetti denilir.
Zurrumme[54]
şöyle dedi:
"Kelbiyye'den bir
çoban onu kaybetti. Uzakta olup onun talebine ihtiyaç duyan boyunlarını uzatıp
bir ileri bir geri sallıyordu."
Biri de şöyle demiş:
"Beni, zimmetinde
olan deveyi kaybeden sizden biri olarak addedin zira onun yuları
büyüktür".[55]
27- "O
fasiklar ki, Allah'ın (ezelde iman ve itaat etmelerine dair kendilerinden
aldığı) sözü sağlama bağladıktan sonra onun ahdini bozarlar..."
Yani Allah'u Teala'mn
kitaplarında Rasuİlerinin lisanı üzerine, onunla emrettiği ahd ve misakıdır.
Bir rivayete göre o, tevhid üzere, herkesin aklında ve Rasulleri göndermesinin
gerekliliği üzerine kaim olan Allah celle celaluhu-nun hüccetidir.[56] Bir
rivayete göre murad olunan, şu ayetteki yeminleridir: ,
"Mekke kafirleri
Peygamber gelmeden önce yeminlerin en kuvvetlisiyle Allah'a yemin etmişlerdi
ki, kendilerine azap ile korkutan bir peygamber gelirse..."
(Fatır: 35/42)
Sibeveyh, birinci
lafzın görünümü dışında bir lafızla ikinci kez iade edilmesini caiz görmüyor.
Mesela şöyle bir cümle olması caiz değildir. Zeydun merertu bi ebi Muham-med ki
onun künyesi de Ebu Muhammed'tir. Şu ayette olduğu gibi birinci lafızla
gelmesi caizdir:
"El-Hakkatu
me'1-hakkatu." (Hakka:
69/1-2)
"El-Kariatu
me'I-kariatu." (Karia:
101/1-2)
İbni Hattan da bu
bağlamda şiirinde ifade etmiştir:
"Yaratıcısının dışında
kimse ölümü aciz bırakamaz. Ecel geldiği zaman Ölüm fani kılar yok eder.
Herşey ölümün önünde
ölüme karşı mütevazidir ve Ölüm, ondan sonrası zordur, çetindir."[57]
Sibeveyh'in mezhebine
göre misak, ahd değildir. Bilakis ahd için bir sıfattır.
Ahfeş te ona şöyle bir
reddiye veriyor: O, kesinlikle birinci lafzı tekrar etmediği zaman,
birincisine muhalif benzer birşey kullanmıştır. Ve o da muzmer olan sürekli
görünenin '(nıazharın) hilafınadır, o da çok güzeldir. Şu söze benler:
"Zeydun merertu illa bihi" Ancak Zeyd'Ie beraber ona uğradım.
Aynı şekilde
Kelhabe'nin[58] şiirinde kullandığı da
böyledir:
"Sancağın altında
emrimi size emrettim. Asi olan için bir emir söz konusu olmaz ve onu kale
almaz.
Kişi kötü olan
şeylerden korkmadığı zaman düştüğümüz zillete, kişinin düşüp parçalanması
yakınlaşmıştır."
Burada (El-Feta) lafzı
(El-Mer'in) dışında bir lafızdır. O da zikredilen el-Mer (kişi)dir. Hakeza
misak ve ahd de böyledir.
28-
"...Sizler ölüydünüz..."
Yani siz nutfeler
halinde babalarınızın sulbündeydiniz. Veyahut kabirlerde ölüydünüz.
28-
"...Sizler ölüydünüz..."
Yani siz nutfeler
halinde babalarınızın sulbündeydiniz. Veyahut kabirlerde ölüydünüz.
"Allah sizi
diriltti."
Orada diriltti ki
sorguya çekilesiniz sonra tekrar diriliş (ba's) için
"Sonra sizi öldürecek."
Ölüm hayattan olan bir
şeydir zira ölüm ile olmamak arasında bir fak yoktur. O halde (ve siz
ölüydünüz) ifadesine siz meydanda yoktunuz ve hiç bir şeydiniz demek caizdir.
Zira bu hakiki bir ölüm üzerine olma halidir.
29- "...Sonra semayı (yaratmayı) kastetti de
onlavı (semaları) yedi gök halinde nizama koydu..."
Ayette geçen
(summesteva ile's-semai) den murad yedi kat semayı yaratmak istemesidir.
Hasan'm dediğine göre sonra onun emri ki onunla semadaki eşyalar tekvin oldu
(oluştu) ve nizama girdi. Bir rivayete göre Allah'ın, semaya takdir buyurduğu
hükmü nizama girdi; zira alemlerin bütün hallerinin ve ihtiyaçlarının hükmü
semadan nazil olur. Emir ve takdir hazfedilmiş ki hale delalet etsin.
El-Esamm şöyle demiş:
Burada (el-İstiva) semanın kendisinden oluştuğu ve mahzuf olan duhanın (duman)
sıfatı durumundadır. Zahirine muanit (zıt) olması bakımından biraz uzak
ihtimaldir bu görüş.
Ferra, manası şöyledir
demiş: Ona (semaya) yöneldi. Araplar buna benzer ifadelerle şöyle derler:
"Kane fula-nunyenzuru ila gayri summesteva ileyye."[59]
Falanca daha önce başkasına bakıyordu sonra bana yöneldi.
Bir rivayete göre
manası: Semanın mülküne sahip oldu veya hakimiyetini ilan etti. Yeryüzünde
olduğu gibi mülkün tasarrufunu kullarına bırakmadı. Şöyle dediği gibi:
Döndükleri zaman
onların üzerine yöneldik, kesilip parçalandıklarından onları yere serili halde
terkettik.[60]
Ayette intisaf (ikiye
bölme) üzerine hamletme manasını iptal vardır. Çünkü o, yaratığıyla, in'amlarım
(verdiği nimetleri) zikretmesi Allah'ın şanna layık değildir. Çünkü o mana
(Fesevvahunne) cümlesine müteallik değildir.
Denilse ki; bu ayette
(yerden sonra semayı yaratma) manası vardır, şu ayette de:
"Ba'de zalike
dehana."
(Naziat: 79/30)
Semayı[61]
yarattıktan sonra yeri yarattı manası vardır? Biz de derizki:
* Ayette geçen
(Ed-Dahu) yaratmak kısmından değildir. Ancak o bir döşeme veya yayma manası
taşır deriz. İşte bu durumda önce yaratıp sonra üzerine bina etmesi ve en sonunda
da yeri döşedi denilebilir. Hakeza tesviye de yaratılış kısmından değildir. Ve
Allah'ın yeri yarattıktan sonra ve daha önce varolan veya yaratılan semayı
yedi kat yapmış olması caizdir. Hadiste de olduğu gibi:
"Sema daha önce
duman halindeydi."[62]
30-
"...Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti..."
Bir rivayete göre bu
hilafet meleklerdendi. Bir rivayete göre bu hilafet, ifsat etmeleri sebebiyle
meleklerin kovduğu cinlerdendi. Bir rivayete göre halifeden murad: Bütün
ademoğullannın birbiri ardından gelmeleridir. Tbni Mes'ut'tan nakledildiğine
göre halifeden murad Adem'den başlayıp, dünyanın sonuna kadar olan
(ulu'l-emr)'dir. Onların hepsi, Allah'ın yer yüzünde olan yaratıkları arasında
hükmeden halifelerdir ve yeryüzünde olan bütün şeylerin tedbir edilişidir.
"...Melekler de:
"Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın?"
demişlerdi..."
Bunu ifsat eden
kimselerin gam, keder ve kınanması üzerine söylemişlerdir, Bi rivayete göre
verilen büyük nimetlere rağmen halen büyük masiyetlerin yapılması üzerine
söylemişlerdir.
Bir rivayete göre:
Onda tedbir alınması bakımından istilam (haber verme, duyurma) için
söylemişlerdir. Bir rivayete göre bunu söylemişlerdir ki; ifsat edenlere
bedelen ve teşbih etmeleri için ve de yeryüzüne halife yapılmaları için
söylemişlerdir. Allah'u Teala da şöyle buyurmuş:
"...Ben daha iyi
bilirim..."
Yani kime ne
gerektiğini ve yaraştığını.
"...Bilmediğiniz
şeyleri..." Bununla Allahu Teala, meleklere, kendilerinin yerinin sema,
beşerin ise yeryüzü olduğ-nu işaret etmiştir.
31-
"...Allah, Adem'e bütün isimleri öğretti..."
Yani çeşitli ve
muhtelif İügatlarda olan manalarıyla. Adem'in çocukları çoğalıp dağılınca her
gurup sevdiği ve uygun gördüğü lisanla konuşmuşlardır. Gün geçtikçe de diğer
lisanları unutuvermişlerdir. Allah'u Teala ona isimleri öğr-rettiği gibi aynı
şekilde bütün fiil ve hareketleri de ve kelamın, usulü olan harfleri de
öğretmiştir. Çünkü mana ancak bütün harflerle intizama ve ölçüye girer. Fazilet
lazfızları kullanmak veya tedavül etmekle değil, aksine manayı tasavvur
etmekle olur. Lakin fayda sağlayacak bir kelamın mutlaka bir isminin olması
gerekir. Bunlarda fiil ve harflerden müstağni olunur. İsmin kuvvetliliğinden ve
kelamın üzerine galebe çalmasından iktifa onu kendisinden sonra gelende
zikretmekle cari olmuştur.
Bu da Mahzumi'nin[63]
şiirinde şöyle dile getirmesine benzer:
"Onlarla
savaşmayı terkettiğimi Allah biliyor, ta ki atım şiddetli kumrallık içinde
yayık halinde geldi.
Bildim ki onlardan
sonra eğer ben savaşsam öldürülürüm. Benim şehit düşmem düşmanıma zarar
vermez."
Ayette (Allah)
lafzının tahsis edilip zikredilmesi şu mana üzerinedir. Allah'ın hakkında
malumatının olduğu bir durum hakkında birilerini şahit getirişim veya
getirmemişim umurumda değil. Çünkü o gizli bir emirdir. Allah'tan başkası
bilmez.
Antere ve onun atlılar
(Fevaris) hakkında Allah'ın bilgisi olmakla beraber nasıl şu kavlinde
zikrettiğini idrak etmiyor musun?
"Allah da
biliyor, atlılar da biliyor ki öldürücü ve ayırıcı bir vuruşla onların
kalabalıklarını, kuvvetlerini parçaladım."[64]
Adem'in isimleri öğrenme
keyfiyetine gelince bilinmesi gerekir ki bunun zaruri ilimler kategorisine
girmesi caiz değildir. Çünkü Allah'ı ve sıfatlarını bilme deliller iledir. Hakeza
onun kasd ve iradeleri de böyledir. Bunların ima ve birbirleriyle fikir
teatisinde bulunmakla bilinmesi imkansızdır. Çünkü o bundan beridir. Bunlar
vahy ve tevfik ile aklettiği ilk anlarda yaratıklarından mucizevari bir
hüccetle olabilir. Ancak ilk başta lügat veya dil halk tarafından kesik kesik
birbirlerinden fikir teatisinde bulunarak parçalar halinde ve ıstılahlar
koymak iledir. Daha sonra Allah'u Teala bunları değiştirir, vahiy ile çoğaltır
ki isim ve kaynaklarının mertebeleri üzerine iyice durulsun. Hakeza fiil ve
harflerinin başlangıcı da böyle olur ve daha sonra iştikak ve tasriflere
ayrılır veya bölünür.
31-"Sonra
eşyayı meleklere gösterip, Eğer (her şeyin iç yüzünü bilen) sadıklarsanız
bunların isimlerini bana haber verin buyurdu."
Yani isimlendirilen
şeyler. Şu ayet buna işaret ediyor:
"Eğer
sadıkfardansanız onların isimlerini bana söyleyin. '
Öyle görünüyor ki
nefislerinizde bir his var, biz yaratılanların en bilgini ve faziletlisiyiz.
Mesela denilse ki nasıl olur da Allah meleklerin bunları bilmediklerini bile
bile isimlerden haber vermekle emr olundular.
Biz de deriz ki:
Burada kasıt takrirdir, tenbih ise hüccetin yerinedir. Çünkü o emir hakikat
üzereolan bir emirdir. Çünkü o emir onların doğru iseniz şartına bağlı bir
emirdir. Yani bilirseniz. Bu halde eğer.melekler bunu biliniyorlarsa isimlerden
haber vermekle emrolunmuş olmazlar, yani emir olunmaları bilme şartına
bağlıdır.
Kadı Ebu Kasım Davudi[65] bu
ayeti delil getirip yola çıkarak: "Lügat ilmiyle meşgul olmak ibadetle
meşgul olmaktan efdaldir." Demiş çünkü melekler teşbih ve takdisi uzun
uzadıya yaptılar ve yapıyorlar buna rağmen Allah'u Te-ala Adem (a.s.)'i lügat
ilmiyle onlardan daha faziletli kılmıştır. Eğer lafızlar ilminde durum buysa
dini, şer'i öğretilerde ve hükmi bilgilerde veya bilimlerinden kim bilir nasıl
olur?
32-
"Melekler Siz bana itiraz olunmaktan seni tenzih ederiz."
Yani senden bir şeyin
gizleneceğini veya saklanacağından seni tenzih ederiz. Subhan kelimesi mastar
üzerine nasbolmuştur. Şu sözün gibi (Tesbihanleke) Hakeza diğer akim olan ve
tasarrufu olmayan mastar kelimelerde de durum aynıdır.
Misal Maazallah,
Umrukellahe, Ka'dekellahe ve benzeri misaller çoktur. Bu kelimelerin hepsi
mutlak olarak mastar mecrasında cari olurlar.
"Senin bize
öğrettiğinden başka hiç bir ilmimiz yok."
Burda cümle inkar
(meçhul) edilen şeyden istisna olduğundan dolayı (Ref'a) konumundadır.
33-
"Allah ben size demedim mi ki..."
Başta gelen (elif)
tenbih ve takrir içindir. Tevbih ve tak-ri için değildir. (Azarlama ve
korkutma) Burda bildikleri şeyleri önlerine getirip koymuş gibidir. Çünkü
meleklerin konumu daha yüce ve onlardan bu durumun kaçması Allah hakkında
olan bilgilerinin daha kıymetli olduğundan mümkün değildir. Cerir'in dediği
gibi:
"Kavimler benim,
zalim olmadığımı, beri olduğumu bilmiyorlar mı, nasıl olur davurulup yere
yıkılanların vuruşu olur.
Onlardan atılanlar
vardır ki kalpleri isabet almış ve diğerleri de kuvvetli bir vuruş veya itişle
karşılaştı, sersemleşti.[66]
34-
"Onu hatırlaki meleklere Adem'e hürmet olarak secde edin demiştik
te."
Bir rivayete göre
buradaki secde lugavidir. Tezellul (zelil olmak) ve huşu (boyun eğme, emre
itaat etme) içindir. Zeydu'l-Hayl'in dediği gibi:
Ey beni Amr'liler
biliyorlar mı ki, Ebu Miknef geçtiği zaman mızrak sonlarının düğümünü
sıkılaştırıyor.
Bir gurupla ki
kenarlarındaki beyazlıkları yok ediyor ve ondaki yen veya bağlanan bağın ayak
tırnaklarına uzandığını görürsün.[67]
Bir rivayete göre
ta'zim ve hürmet içindir. Bir rivayete göre Adem'de ta'zim için olan bir şey
yoktu, lakin o kıble idi secde ise Allah'a idi ama bütün bunlarla beraber yine
bir ta'zimden ibaret olduğu gözden kaçmıyor. İbni Abbas'tan rivayet edilen bazı
rivayetlerde İblis (şeytan) bir cins melekti ancak diğer meleklerden müstesna
biriydi.[68]
Hasan'dan nakledilen
haberde Melekler halifenin özüdür. Son derece (Tahir) temiz ruhların ve
akmayan saf nurlardan yaratılmışlardır ve cinlerin babasıdır.
35- "Ve
biz demiştik ki Ey Adem sen cennette eşinle sakin ol."
Ayette geçen (zevcuke)
kelimesi müzekker kelimeye izafe olduğundan ve müenneslik alametinden müstağni
olduğundan tenis alameti düşmüştür.
İbni Bahr[69]
ayette geçen (cennet) kelimesi hakkında şöyle diyor. O Allah'ın meşieti altında
yeryüzünde olması bakımındandır.[70]
Çünkü gerçekte huld cennetinde intikal söz konusu olmaz. Çünkü İblis Adem'le
Havva'yı cennetten çıkarmak için girememiştir. Ama sahih olan gelen müteva-tir
nakillere göre huld cennetidir. Ve cennetin başında (Ta'rif) için gelen elif
lam da bunu gösteriyor.
36-
"Biz de biribirinize düşman olarak buradan (yerel) inin dedik."
Yine ifade onların
semada olduğunu gösteriyor. O zamanlarda ise İblis henüz semadan söz çalan (ve
bu hali Rasulul-lah'ın bi'setine kadar devam etmiş.) Cinlerin kovulup imtina
edildikleri gibi sema ona yasaklanmamıştır.
İblis cennetin
kapısına yakın bir yerde Adem ile hanımına vesvese verdi veya o ikisi cennetin
ortasında yüksek bir yerdeydiler onları çağırdı.
Ayette geçen
(Er-rağed) zorluk Ve meşakkati olmayan çok ve oldukça bol miktardır.
Ebu Bekir'in
Rasulullah (s.a.v)'den rivayet ettiğine göre yasaklanan o ağaç sunbule'dir.[71]
Bundan dolayı şöyle denilir: İnsan nasıl isyan etmesin, zira onun kuvveti
isyan ağacındandır, nasıl olur verdiği ahdini unutmaz. Zira onun ismi
nisyan'dan türemiş. İbni Mes'ud'tan rivayet edildiğine göre yasaklı ağaç
El-Kurum'dur.[72] Bundan dolayı fitne
olmuştur. Çünkü ağacın gövde, dal ve budakları olur.
35-
"Yoksa (nefislerine) zulmedenlerden olursunuz."
Bazı sevapların iptal
edilmesi bakımından zira Peygamberlerin zulüm ile zemmedilmesi, sahih bir
te'vil üzerine olması müstesna, caiz değildir. Bir rivayete göre küçük bir şeyi
yapsa bile nefsine zulmetmiş olur ki şu bakımdan Tevbe-ve telafi için meşakkati
elzem kılmıştır. Küçük zellenin affedilmesinden ötürü tevbenin yapılmasına
engel değildir. Ve ayrıca onun haramlilığını da ortadan kaldırmaz.
36-
"Nihayet, şeytan onları (Adem ve Havva'yı) cen-neten kaldırdım."
Yani şeytan onları
zillete düşürdü yani, kaydırıp sürçtürdü veya düşürdü. Şeytanın onları zillete
düşürmesi vesvese ile olmuştur. Bir rivayete göre onlara nasihat ettiğine dair
yemin ederek ayaklarını kaydırmıştır. Adem (a.s)'in zilleti te'vilde olan şu
hata iledir. Ya nehy'i tenzili üzerine hami edip tahrim'e hamledilmemesi ya da
(lam) harfini cins üzerine değil de ta'rif üzerine hamledilmesindendir. Çünkü
zahiren nahy'in delalet ettiği şey yasaklanan şeyin cinsi değil bilakis
yasaklananın kendisidir. Ancak Allah'u Teala cinsi murad etmiştir. Delalet eden
şey ilmini Adem'e öğretmiş ama o yine gafil olmuş ve bunu bu konuma düşüreceğini
zannetmemiştir.
Bir rivayete göre
Adem'in zellesi onu unutarak yemesi-dir. Umulur ki peygamberlerin unutkanlıkla
yaptıkları bazı şeylerden dolayı kınanır, levmedilirler. Çünkü onların son
derece kendilerinin korumaları ve çok uyanık durumlarının gerekliliği (ilzamı)
vardır. Bir an da olsa onların nehy'den gafil olup sapmaları tefrittir.
38-
"Biz de onlara hepiniz cennetten inin dedik"
Birinci iniş cennetten
semaya iniş, ikinci iniş ise semadan yere iniştir.
Birinci iniş: Cennet
semada olduğundan dolayı her ne kadar iniş sayılmasa da ancak burada mertebenin
düşmesiyle beraber mekanın intikali söz konusudur.
Lebid te[73]
şiirinde bu anlamda ifade etmiştir: [74]
"Her hür
oğullarının gideceği yerleri azdır her ne kadar sayı bakımından çok ta olsa.
Onlar imrenilen gıpta edilenler de olsalar, ölecekler, birgün çoğalsalar da
yine onlar fanilik ve yok olmak içindirler."
Adem'in bu kıssasından
bütün masiyetlerden tahzir vardı ki, kullar, Adem'in başından geçen bu küçük
zelleden dolayı te'ville beraber büyük günahlardan sakınsın ve ona göre
kendini hazırlasın. Bazıları düzenleyip şöyle dediler:
"Ey gece
uykusuzluğu, uyuyan gözüme bastırıp galebe geliyorsun, müşahede etmediğim şeye
müşahede ederek. Günahtan günaha geçip kavuşuyorsun sonra cennetlerin alasını
ve ebedi olan mülke kavuşmak istiyorsun. Sen, Al-lah'u Teala'nm Adem'i tek bir
suçtan dolayı cennetten çıkardığını unuttun galiba.[75]
38-
"Benden size bir hidayet (peygamber ve kitap) ge-İince, biliniz ki benim
bu hidayetime tabsi ve bağiı olanlar içinasla korku yoktur."
Birinci şart
cümlesinin cevabı mahzuftur. Buna göre cümle şöyledir. (Feimmaza ye'tiyennekum
minni huden fettebi-uhu) eğer benden size bir hidayet gelirse ona tabi olun.
İbni Siraç şöyle
demiş: "Şart ve onun cevabı Mubteda ve haber gibidir. Mubtedanm haber
cümle olarak haber ve mubteden ibaret olması caizdir. Hakeza şartın cevabının
da şart ve cevap cümlesi olması caizdir."
41-
"Ona inanmayanların ilki olmayın."
Yani inanmayan ilk
gruptan veya ona inanmayıp inkar eden az öncekilerden. Burada sanki onları
küfrün ele başları ve sapıklığın Öncüleri olunmaktan tahzir etmiş gibidir. Dediği
gibi:
"Onlar tattıkları
zaman, tadan ıslah olur onlar aç oldukları zaman, açların en kötüsü
olurlar."[76]
41-
"Benim ayetlerimi, dünya menfaati karşılığında bîr kaç paraya değişmeyin
ve ancak benden korkun."
Hasan1 m dediğine göre
o şey dünya ve içindeki metadır. İbni Abbas'ın dediğine göre Ka'b b. Eşrefin
yahudiler üzerinde her sene bir kazanç ve yiyeceği vardı veya onlarla bir
ticari alış verişi vardı. Bunun üzerine Rasulullah'ın sıfatını değiştirdiler.
43-
"...Ve rüku eden müminlerle rüku edin..."
Namazın daha önce
geçmesine rağmen Ruku'ya tekid için zikretmiştir. Çünkü ehli kitabına
namazlarında rüku diye bir şey yoktur.
Bir rivayete göre
bundan murad cemaatle kılman namazdır. Cemaati rüku ile tabir etmiş. Çünkü
kişinin namaz kıldığı ilk önce rukudan bilinir. Bir rivayete göre sadece
lu-ğavi rüku murad etmiştir. O da itaat ve boyun eğmek mana-sındadır ki yani
boyun eğenlerle siz de boyun eğin demektir. Sa'di'de[77]
şiirinde (Rüku) kelimesini bu bağlamda kullanmıştır.
"Fakiri küçük
görmeyin ola ki sen de bir gün düşersin ve zaman gelir o da yücelir."
45-
"Gerçi bu nefsinize ağır gelir."
Yani namaz ve sabırla
yardım dilemenin her birinin kendine özgü ağırlığı vardır demektir. Bir
rivayete göre burada lafız, zikredilenlerin önemlisine veya ikisine en yakın
olanına doğru yönetilmiş veya olamyla getirmiştir.
Sa'di'nin de şiirinde
bu bağlamda ifade ettiği gibi: "Her gam ve kederden sonra ferahlık vardır.
Kötülük edene ise yarınlar pek ona kurtuluş getirmez."[78]
46- "O saygı gösterip korkanlar, o
kimselerdir ki rablerine kavuşacaklarını ve sonunda ona döneceklerini yakinen
bilirler."
Yani günah ve
taksiratlarıyla rabbleriyle karşılaşacaklarını. Bir rivayete göre her an
şiddetli murakabe altında olduklarından o kimseler ölümle karşılaşacaklarını
zannettiklerinde veya düşündüklerinden ondan korkup çekiniyorlar. Bir rivayete
göre o kimseler sevablarıyla karşılaşacaklarını umuyorlar. Bunun da zann üzere
ve umma üzerine olması gerekir. Ummak demek kat'i olarak ve onunla mutlaka son
bulması şeklinde olacaktır diye bir şey olmaz. Ayetin ifadesiyle İbrahim
(a.s)'in şöyle dediği gibi:
"Allah'ın
hatalarımı affedeceğini umuyorum."
(Şuara: 26/182)
Eğer bu zannın, bu
yönün hakikati üzerine icra edilmesi istenmişse her ne kadar gelmiş te olsa
ilim üzerine hamletmenin bir anlamı ve manası yoktur.
Bu manayı ifade edip
doğrular mahiyette Dureyd[79] şiirinde
şöyle dile getirmiş:
"Atı önde
gördüğüm zaman sanki onlar çekirgeler gibi rüzgarın cihetine doğru yürüyüp
gidiyorlardı. Onlara dedim ki: [80]
Onlar iki bin atlı ve
kılıçları ve kalkanları ve zırhları sanki Fars'ta muhkemleştirilmiş olarak
biliniyordu."[81]
48-
"...Hiçbir kimse, hiç bir kimse adına bir şey ödeyemez..."
Ayette geçen (La
teczi) cümlesi, kimsenin kimse hakkında bir şey söylememesi manasından olan
(La tuğni) mana-sındadır.
(Cezet) kelimesi Hicaz
dilinin fasih lehçesine göre eğnet (müstağni oldu) manasında Temim kabilesinin
lehçesine göre de eczeet manasındandır (birşey söylemesi).
Mufaddal adlı şahıs
(Teczi) kelimesi hüküm, yetki ver-mfek manasında olan (Takdi) manasında
olduğunu ve (Tec-ziu)'nun da (hemzeyle) kifayet, yeterlilik manalarında olan
(Tekfi ve Tuğni) manasında olduğunu söylemiştir. Birincisine delil ise Ebu
Kays b. Eslet'in[82] şiiridir.
"Savaştan bir
elem sızı duyup kaçmayız. Düşmanlara savaş ile sa a sa (dişe diş) olarak cezalandırırız.
Karşı konulmaz bir
kuvvet ve taktik yoluyla düşmanları üzerimizden defederiz."
Şiirin merci kaynağı
biraz önceki dipnotlardır.
İkinci kavle delil ise
şu şiirdedir:
"Hıyanet etmekden
döndüm yeniliye girdim. Her ne kadar tahmin ve ölçü evlerinde muvaffak ta
olsam. Çünkü toplumlarda olan hıyanet utanç vericidir. Ve hararet ise yağmur
suyu ile bertaraf edilir."[83]
49-
"Bunda sizin için rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı."
Denildiğine göre hayır
ve şer ile yapılan sınama veya denemeye bela denilir. Bir rivayete göre (Bela)
şer için, El-İb-la hayr için kullanılır.
Züheyr[84]
hayır için şiirinde şöyle dile getirmiştir:
"Allah'u Teala
size yaptığı iyilikle bir mükafat verdi.
Her ikisini de yapılan
en hayırlı imtihan yaptı."
Ayet şu iki manaya hamledilir
çocuklarınızın boğazlanmasında sizin için bir bela (mihne) imtihan vardır.
Firavun ahalisinden
kurtuluşunuzda sizin için (bela) nimet vardır.
51-
"Bir vakit de Musa'ya Tur'da vahy için kırk gece vade vermiştik."
Ayette geçen Erbain
leylet cümlesi zarf değildir. Çünkü (Vaad)'ta külli veya cüz'i diye bir şey
yoktur, ancak (vaad sadece (Erbain)'in inkida (bitimi)sıdır. Nasb olması ise
ikinci meful olduğundandır.
(El-Muvaade
(vadeleşme)'nin manası Musa tarafından-da vade.sayılıyor. Veya Musa'nın bu
vaad'ı kabulü ve ahdine vefa etmeye gayret etmesi, vaad gibi olmuş sayılıyor.
Geçmiş yahudilerin
bunu yapmaları, her ne kadar onların rızaları doğrultusunda olmasa da ayetin
muhatabı olan ve buzağıyı ilah edinen yahudiler zem edilmiştir. Hakeza şu ayette
gelen kurtuluş nimeti de böyledir.
"Ve sizi
kurtardığımız zaman."
Ahtal'ın[85]
Cerir'e dediği gibi: Huzeyliler sizi isimlendirdi ve size irab denilen suyun
yanında ulaştı ve savaşsız ganimetleri paylaştılar. Büyük bir kitap olan
(feylak) ta tağleb mahallesi olduğu çağrışımı vardır, öyle ki: Onların savaşçı
atlıları korkak ve kifayet etmiyor değildir.
'Oysa Cerir
Huzeylileri görmedi. Zira bu durum, Tağleb-lilerin Temim'Iilere galip geldiği
cahili bir gündür.
53- "Ve
hatırlayın ki biz Musa'ya Tevrat'ı ve hak ile batıl arasını ayıran furkanı
vermiştik ki."
Bu ifade, müsennanın
tek bir fayda veren kelamı gibi değildir. Bu'den ve sukhen'de olduğu gibi
bilakis şu ayetin ifadesinde olduğu gibidir.
"Şüphesiz o Allah
hakim ve herşeyi hakkıyla bilendir." (Hicr:
15/25)
Bir rivayete göre
El-Furkan onunla denizi birbirinden ayırdığı şeyin ismidir.
Bir rivayete göre
EI-Furkan zorluk ve meşakkatten ferahlığa çıkıştır ve şu ayetin işaret ettiği
gibi:
"Sizin için
kurtuluş, çıkış kılsın."
(Enfat: 8/29) [86]
Yani size bir kolaylık
ve çıkış yolu kılsın. Bir rivayete göre El-Furkan Kitabın sıfatıdır.
Şairin sözünde de olduğu
gibi burada (Vav) harfi zaidtir.
Karm kralına, İbni
Humam'a ve Müzdeham'da olan Leysi'l-Kuteybiye'ye.[87]
54- "Hemen
yaradanınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün."
Bu tapman buzağıyı
inkar etmeyen ve bunda bir ifsadın olduğunu bilmemelerine rağmen buna karşı
çıkamayanların cezasıdır. Te'vili şöyledir. Bazılarının öldürmesi ve katle olan
istislam konusunda; herkesin direkt olarak kendi nefsini öldürmesi caiz
değildir. Çünkü şer'i emirler bir çok maslahatlar içindir. Ve maslahat ta
müstakbel için gereklidir. Böylece kişinin kendi nefsini öldürdükten sonraki
halde nefsinin ıslah olma diye bir durumu söz konusu olmaz. Katlin tevbe ile
düşmemesinin sebebiyle had cezasının uygulanmasının gerekliliğindendir.
Hakem b. Ömer Ruveyni
hikaye edip şöyle demiş: Ha-lid b. Abdullah Kasrı[88] beni
Katade'ye[89] Kur'an'da olan kıraat
çeşitlerinin özelikle şu ayette olanı (Fe ekilu enfusekum)[90]
sormak için gönderdi.
Burada geçen (Ekilu)
istikale'den türemiştir. İstifa etmek, aslı vermek, bırakmak manasindadır.
Katade'den gelen ve
maruf olan rivayet şöyle: Onların üzerine karanlık çökünce kalkıp birbirlerini
ustura ile kes-tiler. Allah'u Teala onlara bu durumu ve hadlerini yardırgadığım
tebliğ edince karanlık bitip gün aydınlanmıştır ellerinde olan usturalar
düştü, bu düşüş sağ olanlar için bir tevbe ve ölenler için de şehadet olmuş
oldu.
56-
"Sonra şükredersiniz diye, vefatından sonra sizi diriltmiştik."
Ayette geçen (Baase)
diriltmektir. Bundan dolayı onlar Allah'ın Musa'yla olan kelamını duydukları
zaman şöyle dediler; Lakin biz onun Allah'ın kelamı olduğunu bilmiyoruz ve
aşikar ve alenen bize görünsün ki İsrailoğullannm yanında sana şahitlik
yapalım ve bunun üzerine Allah'u Teala onları bir çığlık ile öldürdü ve daha
sonra geri kalan ömürlerini tamamlamaları için diriltti.
Bir rivayete göre
onlar, kelamın fısıltı, ses veya zil gibi arının vızıltısı gibi olanı duydular.
Musa'dan başka kimse anlamadı ve Musa da bunu hiç kimseye bildirmedi. Şu ayet
gereği:
"Ve münacat
ettiği halde kendisine yüksek mertebe verdik."
(Meryem: 19/52)
Yani halvet üzerine
yüksek mertebe verdik. Girmekle em-rolunduklan yer veya şehir
Beytu'l-Makdis'tir. (Mescid-i Aksa veya Kudüs) Kapı ise, Musa'nın o yöne doğru
namaz kıldığı babu'l-kubre'dir.
58-
"Kapısından secde ederek girin..."
Yani rüku edeiek,
boyun eğerek girin.
Şair de şiirinde
"secde" kelimesini bu anlamda kullanmıştır.
"Her ikisi de
boyun eydi ve başları secde etti tıpkı Hanif dininde olmayan Hıristiyan kadının
başını kaldırıp indirdiği gibi."[91]
Murad olunan şer'i
olan secde değildir. Bilakis yüzün yere yapıştırılmasıdır. Çünkü secde
edilerek girilmesi olmaz lakin tevbe talep etmedeki halleri ve hatalarının
düşmesi, onların Kudüs'e, boyun bükerek, huşu ve tevuzu içinde girmelerini
gerektiriyor.
58-
"(Hıtta) deyin ki günahlarınızı afvedelim."
Yani (Hittatun)
secdeyle kapıya girmemiz, günahlarımızın düşmesi içindir. Ayetteki ifadeyi ya
alay olsun diye sözlü olarak (Hittetun) yerine (Hintetun) demişler veya fi-ilî
olarak onlar Kudüs'e, kıç veya arkaları üzerine girmiştir.
Ayette geçen (Er-rİcz)
Azaptır. Aynı zamanda develerde olan bir hastalığa da (Ricz) deniliyor. İşte
onlara bu az-ab musallat oldu, büyükleri bununla öldüler. Suyun taştan
fışkırması konusunda ise, taşta su vardı bundan Ötürü çıktı diyemeyiz ama ya
Allah'u Teala onun yaratıp akıtmış veyahut ta bazı arazlarla içinde su olan
cisimleri bu taşla birleşik hale getirir öyle çıkar.
Çünkü yapısal açıdan
cevherlerin maddesi aynıdır. Daha sonra içinde yaratılan ve var edilen
özelliklere göre çeşitli kısımlara ayrılır ve değişirler. Bu çeşit, şu isimli
kitapta muayyada şerh ettiğimiz gibidir. (El-gulatu fi mes'eletı'l-yemin ala
şurbi'1-mai ve mine'I-kuzi, vela mae fi'1-kuzi.)
Suyun fışkırması olayı
(İnfeceret) yerine A'raf suresi 160. ayette (inbeceset) şeklinde varid
olmuştur. El-inbicas suyu serpiştirmek manasmdadır. Bakara'daki bu ayette de
(infeceret) şeklinde gelmesinin sebebiyle suyun görme çok miktarda
çıkmasındandır.
Çünkü su ilk çıkışta
hafifçe serpinti şeklinde çıkar ve daha sonra çok miktarda fışkırıp[92]
akmıştır.
Tıpkı Musa'nın (asası)
bir defasında küçük yalın manasından olan (inneha cannun) demesi gibi oldu.
Çünkü ilk başlangıçta küçük yılan şeklinde daha sonra büyük göründü bu
defasında da (inneha su'banun) denildi. Çünkü artık büyüklüğün zirvesindeydi.
60- "Fakat
kötülük ederek yeryüzünü fesada vermeyin."
Ayette geçen peltek se
ile (Ase ve E'sa) öldürmek ve düşmanlıkla yeryüzünün fesada verilmesine
denilir. (Mufsi-din) demesinin sebebi şudur. Çünkü bazı (El-Ays) peltek se
lerin batınında ıslah veya hayır vardır. Tıpkı Hıdır'ın (a.s.) gemiyi delmesi
ve buluğa ermemiş çocuğu öldürmesi gibi.
61- "Arzun yetiştirdiği şeylerden,
sebzesinden, kabağından, sarımsağından."
Ayette geçen (El-fum)
El Hintatu buğday manasmdadır. Muberrid'in anlattığına göre: Fevvimu lena
demişler ve şiirde şöyle dile getirmiş:
"İnsanlar
arasında ben tek zengin şahıstım. Medine'ye (fum) ekimini getirdim."[93]
Bir rivayete göre
(El-Fum) sarımsaktır. Peltek se harfi fa harfine kalbolmuş fum olmuş Tıpkı şu
kavilde olduğu gibi peltek şeyle (cedese) ve sonra peltek se faya dönüştürülerek
(cedefe) olmuş. Kesai buna misal olarak aynı şekilde şiirde şöyle dile
getirmiş.
O zamanlar evleri
görünüyordu, açıktı. Oralarda her-cins bitki (feradis) sarımsak veya buğday
(fuma) ve soğan vardı.[94]-[95]
Mertebesinin
yüceliğinden ve fesaha bakımından. (El-Fum ve Basel) Kur'an'ın lafızlarına
uygun değildir. Ancak sadece onlardan bir misal vermiştir. Ve İsrailoğullannın
nefislerinin alçaklığından haber vermiştir. Tıpkı Bakara'da-ki (Raina) 104.
ayet kavli ona benzer (Raina) lafzıyla hitap yasaklanmış bunun yerine (unzurna)
gelmiştir.
61-
"Onların üzerine horluk ve yoksuluk yüklendi."
Zilletten kasıt
cizyedir.
Ayette geçen
(El-Meskenetu) Huzu Fakra zaruret mana-smdadır. Bu da Yahudilerin adetiydi.
İsrailoğullannın
başına gelen zillet ve fakru zaruret yeryüzünde yetişen sebze ve yiyecekleri
istemelerinden dolayı gelmemiştir. Çünkü bu isteyişleri doğal ve helaldir. Çünkü
Allah'u Teala'nın yarattığı insandaki arzu ve istekler çeşitli yiyecekleri
istemeye meyillidir ve tek çeşit yiyecek üzerine gayet sabırsızdır. Bundan
dolayı onların isteklerine karşılık ayetteki ifadeyle şöyle cevap verilmiş:
"Bir şehire inin
orada size istediğiniz (sebzeler) var dedi."
Ama dikkat edilirse
başlarına gelen zelillik ve fakru zarureti Allah'u Teala daha sonra şöyle
zikretmiş:
"Bu, Allah'ın
ayetlerini inkar ettiklerinden ve haksız yere (Zekeriya, Yahya ve Şuayb gibi)
Peygamberleri öldür-düklerindendir."
62-
"Şüphe yok ki (daha önceki Peygamberlere) iman edenler, (Musa dinini kabul
eden) yahudiler..."
Ayette iman edenlerden
kasıt: Ehl-i Kitaptan olup Mu-hammed'e (s.a.v.) iman edenlerdir. Onların hepsi
ömürlerinin müstakbelinde iman (yani sonunda da olsa) edip salih amel
işlerlerse onlara eşitlik muamelesi yapılır ayetin diliyle "onlar için
ecir vardır" ve geçmişte işlediği günah veya geçirdiği hallerden dolayı
sorguya çekilip azap edilmez. Şu ayet işaret ediyor:
"Ey iman edenler,
Allah'a iman ediniz." (Nisa: 4/136)
Yani ömrününüzün
müstakbelinde.
Tevbe edip hidayete
erdiklerinden dolayı onlara yahudi denilmiştir.
Bir rivayete göre
Yahuza b. Ya'kub'a nisbette yahudi denilmiştir.
Nasranilere
(Hristiyanlara) de İsa (a.s.) Naşire denilen köy veya yere indiğinden veya
girdiğinden Nasara (Hristi-yanlar) denilmiştir. İsa'ya (a.s.) İsa En Naşiri
deniliyordu sonra kavmi oraya nisbet edilmiştir.
Es-Sabiun ise kıbleye
yönelip namaz kılan ve Zebur'u okuyan bir millettir ancak bunlar yıldızları
ta'zim ederler ama ibadet yönüyle değil. Bu Ebu Hanife'nİn onlar hakkındaki
düşüncesi veya mezhebidir. Hatta onların kadınlarıyla evlenmeyi de caiz
görmüştür.
Bir rivayete göre
onlar dumura uğrayıp tahrif olmuş ve dinlerden tamamen meyledip yüz çeviren bir
millettir.
Çünkü bu kelime
hemzeyle olan ve yerinden meyletti, kaydı anlamında olan (sabatin
nucumu)'dandır. Sabae Na-bu's-sabiyyi) çocuğun it dişi meyletti. Adam yerinden
veya toprağından çıktı manasında olan sabae'r-raculu'dan-dır. Sabiun
denilmekle sanki onlar dinlerden çıktılar manasındadır.
Hemzesiz olarak bu
kelimeyi Nafi[96] okumuştur. Bir şeye
meyletmek manasında olan saba yasbu'dan türemiştir.
Veddahu'l-Yemen de[97]
şiirinde (saba) kelimesini hemzesiz getirmiş ve çıkmak, meyletmek manasında
kullanmıştır.
Kalbim yerinden çıktı
öyle bir sana meyletti ki Ey Usey-la senin hayalin beni eritti. Yemani'yeli bir
kızdır ki bizimle gelip bir müddet kalıyor, bazı güzel hasletleri izhar ediyor
ve zırh gibi onda zahir olan şeyi ise gizliyor.
Bütün bu durumlardan
dolayı onlara sabiun denilmiştir. Çünkü onlar dinlerden yüz çevirip, meyi edip
çıktılar.
(Es-sabiy) kelimesini hemzesiz getirip
hemzeliymiş manasını vermek te caizdir. Ancak burada hemze kalbedil-miştir.
Sivebeyh'in mezhebine göre hemzeyi kalb etmek caizdir. Ancak Sibeveyh te[98]
şiirin dışında bir yerde caiz görmüyor.
Ebu Zeyd[99]
şöyle demiştir. Sibeveyh'e dedim ki:
"Kareytu ve
Ahteyhu şeklinde olduğunu duydum. Aslı (Kare'tu ve Ahta'tu'dur.)" Sibeveyh
de:
"Muzari için
nasıl böyle kullanırsın?" dedi. Ben de:
"Ben
okuyorum." dedim. Sibeveh de:
"Hasbuke"[100]
dedi. Yani nasıl olur da bazı misaller de hemze salih ve uygun olur bazılarında
da kalb olur.
Ayette geçen (Vela
havfun) merfu yapılmıştır. Çünkü Ne-kire olmayanda iyi olan şudur: Nekire
olmayanın ismini isim atfedildiği zaman sualin cevabının takdiri üzerine ikisinin
de merfu olması daha iyidir. Bu misalin benzeri bir örnekte şu şiirde dile
getirilmiştir.
"Sen, ilan edip
bu konuda benim ne devem vardır ne.de cümlelerim vardır diyene kadar hicret
diye birşey söz konusu değildi."[101]
63-
"Tur'u da üzerinize kaldırıp demiştik."
Bir rivayete göre
(vefa'na) gelen (vav) harfi hal içindir. Sanki şöyle denmiş gibi: Tur'u
üzerinize kaldırdığımız bir halde sizden söz almıştık. Ahsen olan şudur: Vav
harfinin atf için olmasıdır. Çünkü durum burada tertibi gerektirmiyor. Zira
mazi fiil sadece başına (kad) harfi gelince hal olur.
65-
"Zelil ve hakir maymunlar olun dedik." Ayette geçen (Haşirin)'den
kasıt: Rahmetten uzaklaşıp
gitmektir. Mesela
Hasa'tul Kelbe Has'en fehasee, husuen de köpeği uzaklaştırdım vs. manasındadır.
(Fe ceanah)'dan kasıt:
Onların azapda yok edildikleri azaptır, ölümdür. (Meshetuleti musihuha).
Buradaki (ha) zamirinin (ukubata) raci olması da caizdir.
Ayette geçen (Nekal)
ise öğle bir ukube (ceza) içindir ki; onunla verilen hüküm veya takdire göre
Nekaİ (ibret) alınacaktır. Nekal, En-nilk'den türemiş ve kayd (kelepçe)[102] manasındadır.
66-
"Biz azabı, onlarla bulunanlara onlardan sonra gelip duyanlara."
Yani onlardan sonra
gelecek köy ve şehirlere bir rivayete göre mazide kalmış ve gelecekte olan
milletler içindir.
67-
"Onlar bizi alaya mı alıyorsun demişti." El-Huzu hades ( olay, vakıa)
olduğu için ikinci mef'ulun
olmasına uygun
değildir veya yaraşmaz. Ancak takdiri şöyle olabilir. (Ashabu huzu) Alay
sahipleri veya El-Huzu Alay edilenler manasmdaki (El-Mehzu) olabilir. Şöyle ki
halkullah (Allah'ın yaratışı) hazanescu bağdat (bu Bağdat Örmesidir.) Sayd (av)
misali de Kur'an'da şöyle:
"Uhüle lekum
saydu'1-bahr." (Maide:
5/96)
Huzu'daki keskin
za'nin tahfif edilişi iki za'nın[103]
peşi sıra gelmesini önlemek içindir buradaki hemzenin vav'a kalbedilişi de vav
harfi zammeden sonra hemzeden daha dile kolay ve hafif olduğundandır.
68-
"Musa Allah buyuruyor ki o ne çok yaşlı ne de pek genç."
Ayette geçen
(El-Farid) Yaşlı manasındadır.
69-
"Musa da Rabbim buyurur ki: O, bakanlara ferahlık verecek altın sarısı
gibi bir sığıdır demişti."
71- "O,
ayıpsız ve salmadır..."
Ayette geçen (laşiyete
fiha) dan kasıt: üzerinde başka bir renkten herhangi bir alamet, iz olmayandır.
Vezni şöyle Veya yeşi, veşyen veşiyeten.
"Az kalsın bunu
yapamıyacaklardı."
Bu tür ineğin
fiyatının pahalı olduğundan. Bir rivayete göre fitne veya olaya sebebiyet verme
korkusundan.
72-
"Hani o vakit, bir kişiyi öldürmüştünüz de, öldürenin kim olduğunu
saklayıp suçu üstünüzden birilerinize atmıştınız."
Ayette geçen
(Feddare'tum)'dan kasıt: Suçu üzerinden atmak için kendini müdafaadır. Yani kendisi
hakkında olan bütün varsayımların olmadığına dair kendini savunmasıdir. Bunun
aslı Tedare'tum idi ama ta harfi dal'a idgam olmuş, sakin olduğundan da vasi
için olan elif gelmiştir. Bu kelimenin aslı zikzak ve kaypaklık manasında olan
(Ed-dere-ce)'dir.
Huzeli şöyle dedi:
"Tuhalu'1-ukab
dağının sivri çıkıntılarından geçtiğinde orada zikzaklı, kavisli burunlar
vardır, çok yüksektir."[104]
"İşte bunun için
dedik ki, o sığırın bir parçısıyla katili bilinmeyen ölüye vurun
demiştik."
Cümlede bir hazf vardır.
Ve o da şudur. Dirilmesi için manasında olan (Li yahya)'dır. Bir parçasıyla
vurulur ve ölü de dirilir.
Burada hikmet şudur:
Onlar için ölünün dirilme vaktin-deki emir veya durumu, sonra ölünün bir
parçasıyla ölülere vurmaları, ölünün ölüye vurulmasıyla katilin ortaya çıkışı,
hüccet bakımından daha iyi ve kıymetlidir. Veya sağlamdır ve zandan da uzak
olmuş olur.
Olayın sebebi şudur:
Varlıklı bir yaşlıyı, varislerinden olan kardeşiıîin çocukları öldürüp başka
bir yer veya mahalleye tutup atarlar. Ve bununla da diyet talebinde bulundular.
Musa'ya ne yapacakları hakkında soru sorarlar. O da Allah size sığır,
kesmenizi emrediyor der. Bu haber zahire göre kendilerine verilecek cevap
olarak göremediklerinden Musa'nın kendileriyle alay ettiğini zannederler. Musa
da olaydan Allah'a sığındığını ifade eder ve bu hareketin cehaletten olduğunu
addetmeye çalışır. Arap kaide kural ve mezheplerinde bu ayetler misalinde
olduğu gibi takdim ve te'hir çoktur. Ensari'nin şu şiirinde de bariz bir
şekilde görülmektedir.
Kadın dedi ki:
"-Fahiş söyleyeni
kastetmeden- Sakin ol sen o şeyi kulaklarıma duyurdun. Onu belirlediğin zaman
sen onu inkar ettin ve harp beraberinde açlık getiren afet ve felakettir."[105]
Böylece Ebu Kays
denilen bu adam Evs ve Hazreç savaşlarında ailelerinden bir ay ayrı kaldı,
gelmedi ta ki geldiğinde rengi, şekli ve benzi değişmişti. Bir gece ansızın
hanımı olan Kebşete binti Damre'nin yanına geldi ve hanımı onu tanımadığından
içeriye almadı, dışarıya çıkardı. Ve o zaman kendini hanımına tanıttı ve işte
bu da şiirdeki şu (velem tuk-sid likayli huna) Ve (Ve enkerethu hine
tevessemethu)sÖz-leridir. Ebu Kays'm cevap ve özrü de Tağayyur (değişiklik)'dan
dolayı olan şu (Mehlen fekad eblağte esmai) ve (Vel harbugulun zatu evcai)
sözleridir. Bu beyitlerde Takdim ye te'hir vardır.
Hakeza Teebbet
şerrenin[106] kasidesinde de vardır:
"Ey alıştığım
mutad olduğum sende ne bir şevk ne de uykusuzluk vardır."
Beyitlerde takdim ve
tehir vardır.
74- "O
kalpleriniz taşlar gibi veya ondan daha katı..."
Ferra'ya göre manası:
Bilakis kalpleriniz taştan daha şiddetli katıdır. Zi Rumme'nin şiirinde dile
getirdiği gibi:
"(O sevgili)
Kuşluk vaktinde parlayan güneşin ışınları ve suretinde göründü.
Yahut sen ey sevgili
gözde daha sevimli ve güzel misin."[107]
Kutrub'ta (Ev
eşeddu)'daki evin vav manasında olduğunu söylemiş ve Tevbete b. Hameyyir'in şu
şiirini misal vermiştir.
"Leyla benim
zalim, vefasız olduğumu zannetti. Nefsimin kendini koruyacağı yahut kendine
zulmedeceği yer veya şeyler vardır."[108]
Muberrid de ikisinin
bu dediklerini reddedip, burada da tam konumu olduğu gibi (ev) harfini şek
üzerine hamletmiş-tir. "Bu kelam Allah'ın kullarına olan bir
hitabıdır." diyor. Sanki şöyle demiş. (Ev eşeddu kasveten indekum) veya sizin
yanınızda daha şiddetli, katıdır. Tıpkı şu ayetlerde de olduğu gibi:
"Fekane kabe
kevseyni ev edna." (Necm:
53/9)
Ve:
"Ve erselnahu ila
maihi elfin ev yezidim."
(Saffat: 37/147)
İki beyitte bulunan
(Ev) harfi aslı olan şek üzerinedirler. Zi Rumme'nin beyitinde bulunan şek
misali ise tam konumuna uygun ve tam kıvamında söylenmiştir.
Tıpkı şurada olduğu
gibi:
Ey, pürüzsüz safi ve
kum yığınları arasında ayakların üzerinde yumuşaklığından batıp zor gezen
ceylan bu sen misin yoksa Ummu Salim midir?[109]
Tevbete b. Humeyyi'nin
beytinin takdiri şöyle (Linefsi tukaha ini't-takat) (Vein feceret fe aleyha
fucuruha) Bu da gösteriyor ki kalbin halleri muhteliftir. Kalpteki katılık oranı
fazlalaşıp eksilebilir. Onun için kalpten sadece bir tek halde oluşu haber
gelmemiştir.
"Öylesi varki
Allah korkusundan (dağdan) aşağı yuvarlanır düşer."
Katade Yehbitu
kelimesini asıl babı üzerine ve mütead-di olan (geçişli) feala'yi darebe
yedribu celese yeclisu kes-reli bir şekil (yef ilu) bab üzerine getirip okumuş
faal ayn harfinin zammesiyle (yef'ulu) şeklinde, kaade yek'udu, harece yahrucu
gibigelmesi müteaddi (geçişli) değildir. Bir rivayete göre ayette geçen
"yehbitu" müteaddidir. Manası: Le-ma yuhbitu gayrehu: Yani onu
gördüğü zaman Allah'a itaat etmek için boyun eğdi, içinde olan halin buna
delalet etmesi için tahrif olsun diye mef'ul hazfedilmiş. Hebete (ge-sçişsiz)
lazimi geldiği gibi bazen mütaddi de (geçişli) gelir.
Şiirde geldiği gibi;
"Beni çoban
olarak yüz veya daha fazla ya da elli civarında olan sürüye tuttu."[110]
El-Kavt kelimesinde
müteaddi (geçişli) yapmıştır. Ama (Yehbutu) lazimidir geçişsiz diyen taşın
Allah korkusuyla hubutunu (yuvarlanış) şu te'vile bağlamış hacer (taş)
cemat-tan (cansız) olduğundan korkuyu bilmez.
Muberrid şöyle demiş:
İçinde hubut (Yuvarlanma) ve hava olan şeyin titreme ve korkunç zelzelenin
(deprem) olduğu andaki yuvarlanışı (Hubutu) Allah'ın şu enirine karşı tam bir
teslimiyet misalidir. Eğer cansız (cemadaü) misli gibi sağ, diri ve kadir olan
bir varlık olsaydı, onun Allah için korktuğuna ve boyun eydiğine delalet
edecekti. Böyle bir misal de şu şiirde mevcuttur:
Ziibeyr'in haberi
geldiği zaman Medine'deki surlar ve dağlar korkudan yıkıldı, döküldü.[111]
Bir başkası da şöyle d
emiş:
"Onun dağda
Veiid'in bir çukuru gibi kazıntı yeri vardır,
Fare orada kendine bir
mağara edinir."[112]
Yani eğer darlığından
mağaraya ve genişliğinden dolayı da dağda bir çukura girseydi. Çünkü fare
burayı kendine mesken ediniyor.
Buna benzer bir
mes'ele de (Sibeveyh'in) kitabında vardır:
Cevd denilen yağmurun
üzerinde daha başka yağmur olsaydı bizi onunla cezalandırır veya azap ederdi.[113]
Arap kelamı bilen için
sihirden daha tesirli konuşması olur ve en parlak yıldızdan da daha nakİ
(parlak) berrak o-lur.
Antere'yi görmüyor
musun şiirinde nasıl buna benzer man'aların yönünü inci gibi dizmiş.
"Karşılıklı
konuşmanın ne olduğunu bilseydi şikayette bulunurdu.
Hakeaa konuştuğu
kelamın ne olduğunun farkına varsaydı yine aynısı olurdu."
Arabiyye şöyle demiş:
"Sen beni
terkedene kadar beni insanlar arasında ibraz ettin, onların olan bazı gayeleri
vardır.
Sen ise sapasağlamsın.
Şayet bir söz celdeden bahsetseydi, hemen benim konuşulan gıybetçi kelamımdan
başlardı."[114]
Başkası şöyle dedi:
Eğer bu güneş kinayıcı
sözlerin üzerini boyayıp sıvasay-di, uzun süre mahsur olduğum çeşitli sözlerimi
boyardı. Şayet bir göz ağarsaydı uzun süre acaiblere bakan benim
ba-kışlarımdaki siyahlar ağarırdı.[115]
81-
"Gerçekten bir kimse günah ve küfrü kazanında günahları onu her taraftan
çevrelerse."
Hali bu olanları helak
eder ve ebedi olarak onu orada bırakır.
Şu ayetlerde olduğu
gibi Ehate: çevrelemek, yok ve helak etmek manasındadir.
"İlla en yuhate
bikum." (Yusuf:
12/66)
Yani siz ölümle
kuşatılmakdıkça.
"Ve uhite
bisemerihi."
(Kehf: 18/42)
Yani bütün serveti
helak edildi.
Bir rivayete göre onun
günahları veya suçları işlediği iyilikleri kuşattı ve yok etti. Çünkü
çevreleyen veya kuşatan daima kuşatılandan daha çoktur.
78-
"Ancak bir takım kuruntu yığını uydurmalar düzer..."
Ayette geçen
(Emaniyye) yalan ve düzmecelerdir. Bir rivayete göre (İlla emaniyye) sadece
zahiren okuma bilme manasrndadır.
Bir rivayete göre
sadece heva ve hevselerine göre kendilerine göre takdir ettikleri şeylerdir.
Takdir et manasında olan (El-Mena) da bunun gibidir.
83-
"İnsanlara güzellikle söyleyin..."
Yani güzel söz ve
kelamlar söyleyin. Bir rivayete göre ayette geçen (Husnen) Hasanen,
manasmdadır. Şu misalde de olduğu gibi Raculun adlun venda. Mastar olan kelime
isim yerine konulmuş. El-Areb ve'l-urb El-acem ve'I-ucm gibi El-Hasen ve'1-Husn
şeklinde olması da caizdir.
84-
"Sonrada siz ikrar ettiniz..." Akrertum'dan kasıt: Razı oldunuz
manasındadır. Ferazdak ta şiirinde akerre kelimesini razı olmak ve kabullenmek
manasında kullanmıştır.
"Sen
Kuleyb'Iilerden değil misin? Bir kötülük atfedildiği zaman tıpkı zevcenin boynunda
olan kolye, gerdanlık gibi kabul eder razı olur. Her Kuleyb'linin yüzündeki
enlilik kişilerin ayaklarının altına kadar iner zelil olur."[116]
85-
"Sonra sizler, o kimselersiniz..."
Ayette geçen sumihe
entum haulai) nida şeklinde olan (ey sizler manasında olan( ya haula)'dir.
Bir rivayete göre
takdiri (summee ntum taktulune) Sonrasız öldürüyorsunuz. Haulai de lentum için
te'kid'tir.
87-
"Sonra birbiri ardınca Peygamberler gönderdik."
Ayetteki (Kaffeyna)
Musa'dan sonra peşpeşe ve ardı sıra Peyygamberler gönderdik manasındadır.
Kaafevtuhi onun arkasından yürüdüm onu. takib ettim manasındadır.
Hasan'dan
nakledildiğine göre Ruhu'1-Kuds Cebrail (a.s.)'dir. İbni Zeyd'tin[117]
nakledildiğine göre İncil'dir. İb-ni Abbas'tan nakledildiğine göre Ruhu'1-kuds
ölüleri dirilten isimdir. Birinci görüş daha isabetlidir. Çünkü melekler temiz
ruhlardandır. Çünkü Cebrail (a.s.) vahy'i yeryüzüne inzal etmiştir ki onunla
vahy ile akıllar hava şeklinde veya yapısında olan ruhlarla bedenlere hayat,
canlılık ve dirilik veriyor, Hakeza Kuds'e olan izafeyle de onların hilafına
olan tuhuru (temizliği) gerektiriyor. Veya Allah'ı veya bereketi gerektiriyor.
Cebrail'in İsa'ya tahsis edilişi ise İsa beşikteyken Cebrail ille te'yid edildiğinden
dolayıdır, bilakis ona ruhu da üflemiştir.
88-
"Kalplerimi/ örtülü ve kılıflıdır."
Ayette geçen (Gulfu)
kelimesi ağlefe'nin cemidir. Kalbinde bir perde veya örtü varmış gibi
anlamayandır. Mesela: Seyfun ağlef (Kınındaki kılıç) Kavsun ğalfa (Örtülü ok
yayı) Raculun ağlef (sünnet olmayandır) Bir rivayete göre ğulfun: İlimle
dolup, taşıyor ki kalbimizde senin söylediklerine yer kalmamıştır. Birinci
görüş daha sahihtir, çünkü ilmin fazla oluşu daha fazlasının gelmesine mani
değildir, bilakis onunla ona yardımcı olur.
"Onlardan (İbni
Selam ve arkadaşları gibi) ancak az kimseler iman ederler."
Yani onlardan pek azı
iman eder. Buradaki (Fekalilen ma-yu'minun)'da şu ayetteki ifade misalidir.
"Fela yu'minune
illa kalila." (Nisa:
4/155)
Bir rivayete göre
manası: Onlardan pek azı inanırlar. Buradaki azlıkta çok az şeylere iman
ettiklerine, birincisinde ise onlardan iman edenlerin azlığına işaret
ediliyor.
89-
"Vaktaki onlara yahudilere Allah katından beraberlerindeki (Tevratı iman
esaslarında) tasdik eden Kur'an geldi bunu tanımadılar."
Beraberindekilerinden
kasıt Tevrat'ta, kendisinden haber verilen Rasulullah'ın (s.a.v.) sıfatıdır.
Yahudiler onunla yardım olunacaklarını ve araplara galip geleceklerini düşünüyorlardı.
Rasullah'ın bi'seti veya gönderilişini biliyorlardı ve gelişini de gözetliyorlardı
ve onunla yardım talep ediyorlardı. Hatta bir gün Muaz b. Cebel ve Bişr b.
Berra onlara şöyle dediler. "Allah'tan korkun gelin iman edin, siz bize
Muhammed'in geleceğini haber verip onun sıfatlarını[118]
sayıyordunuz." Ayette geçen (Lemma caehum) cümlesinin cevabı Ahfeş'e göre,
hal buna delalet ettiğinden dolayı mahzuftur.
Muberrid'ten
nakledildiğine göre biraz önceki cümlenin ve Felemma Caehun'un cevabı, te'kid
için tekrar edilen şudur: (Kefeni bihi) onu inkar ettiler, Ferra'ya göre
(Felem-ma)'daki (Fa) harfi velemma ve Keferu'nun cevabıdır.
Felemma'nın cevabı da
şu ayet gibidir:
"Fe imma
ye'tiyennekum minni huden femen tebia hudaye." [119]
(Bakara: 2/38)
90-
"Onunla satın aldıkları şey ne kötü."
Yani onunla satın
aldıkları ne kadar kötüdür. Öna karşılık canlarını verip satın aldıkları şey.
Çünkü amaç birdir, o da: Mülkü mülke karşılık değiştirmektir, (en yekfuru)'nun
konumu (bihi)'deki hanın konumu üzerine hafd'tır. Basri'Ie-re göre (bihi) bedel
üzerine, Kufe'lilere göre Tekrir (tekrar) üzerinedir. Onun ref edilmesi de
caizdir. Şu sözde olduğu gibi: Zeyd ne güzel adamdır. Sanki şöyle denilmiş:
Methedilen kimdir? Derim ki: O Zeyd'tir.
91- "Halbaki O
Kur'an Onlardaki Tevrat tasdik eden bir gerçektir."
Ayette gelen
(Musaddikan) hal manası üzerine getirilip nasp edilmiş ve onda etken olan amil
de fiil manasındadır. Bizim şu sözümüze benzer Huve zeydun hakken: gerçekten o
Zeyd'tir. Ve Huve zeydun ma'rufen: Halbuki o, tanınan ve bilinen Zeyd'tir. Ama:
Huve zeydun kaimen; şeklinde gelip hal olması sahih değildir. Çünkü hal'de
etken olan sadece fiilin kendisi ve fiilin manasıdır. Ama: "Huve zeydun
ma'rufen" şeklinde gelmesi sahihtir. Çünkü bunun takdiri, şöyledir. Arifu
zalike irfanen.
Ancak şu kelimede caiz
görülmüştür.
"Felima taktulune
enbiyaelleha minkablu." Çünkü bur-da ki murad niçin öldürdünüzdür. Çünkü
bu hareket artık onlar için lazımi olan bir sıfat gibidir. Bu senin yalancıya
söyleyeceğin şu söz misalidir. (Lima tekzib) niçin yalan söylüyorsun. Ama sen
bununla (Lima Kezebte) niçin yalan söyledim kastediyorsun. Çünkü hal'ın
karinesi (delalet edatı) her ne kadar siga olarak bu lafız müstakbel için olsa
da yine de lafzı, mahiye çeviriyor. Bu şu sözüne benzer (Men dahele dari) evime
kim girdi. Eğer sen buraya cezai müeyyideyi müteallik yapmışsan lafız direkt
olarak müstakbel'e çevrilir, tasrif edilir.
95-
"Elbette ve hiçbir zaman ölümü temenni etmezler."
İbni Ravendi buna
itirazda bulunarak şöyle demiş. Belki onlar ölümü kapleriyle temenni ettiler
kaplerinde temenni etmedikleri nereden biliniyor ki böylelikle temenniyle olan
tahaddiye meydan okumanı iptal ediyor.
Ona cevab İse şöyle
temenni ancak kalp ile bilinir. Onun lügatta bir sigası vardır o da
(Leyte)'dir. Üzerinde durulması mümkün olmayan gaye ve murad edilen şeylere
tamenniy-le veya edatıyla hitap edilmez.
96-
"Halbuki yaşamak onu azaptan uzaklaştıracak değildir."
Ayette geçen
(bimuzehzihi) bimebaidihi (yani uzaklaştırmak) manasındadır.
Mutelemmis te[120]
şiirinde aynı manada kullamış,
"Onların hepsinin
üzerine üzüldü. Aslı ise yakınlıktır. En yakındakiler yaşlarının akmasından
kurtuldu.
Kardeşlerimin
civarları kerim ve cömerttiler. Lakin dönüşün aslı, Özlenmesi
yönündendir."
97- "Ey
Resulüm de ki: Her kim Cibril'e düşman ise kininden helak olsun. Gerçekten
Cibril, daha önce indirilen kitapları tasdik etmekte olan Kur'an, Allah'ın izniyle
senin kalbine indirdi."
Mefhum şudur: Eğer
bunu Cibril'den başkası da indirsey-di, yine aynı şekilde, had ve hudud üzere
indirecekti.
100- "O
yahudiîer, her ne zanan bir ahd üzerine anlaşma yapmışlarsa içlerinden bir
topluluk o ahdi bozup atı vermedimi."
O, Ahd ahzap gününde
Kureyş'lilere yardım etmekle bozdukları ahidtir.
"Tabi
oldular"
Yani yahu diler
"Şeytanların
okudukları şeylere."
Yani insanlardan olan
şeytanların okudukları sihir'e tabi oldular.
102-
"Süleyman onlara galip gelmekte sihir edip kafir olmadı."
Yani Süleyman (a.s.)
Allah indinde küfür sayılan sihir fa-jan yapmadığından dolayı, yahudiler onun
peygamberliğini kabul etmeyip inkar ediyorlar. Onlar zannediyorlar ki Süleyman
(a.s.) öldükten sonra kürsünün tahtının altından çıktı, sihir yazdı. O sihri,
ya Süleyman (a.s.) yazmıştır ki bir daha insanlar onunla amel etmesinler veya
uğraşmasınlar veya ondan sonra gelen sihirbazlar bu sihri yaptılar ki sihrin
kadri yüceltip ta'zim edilsin ki her şey birbirine karıştırılsın sihirle insan
ve cinleri kendine musahhar (kendi emrine versin) kılsın.
İşte bundan dolayı
ayette, "Süleyman'ın mülkü aleyhine okudular." denilmiştir ki
onların yalanlarından haberdar edip tenbih edilmesi içindir.
Çünkü doğru ve sidk
üzere olan şeylerde (Tela anhu) denilir. Yalan olan şeylerdeyse (Tela aleyhi)
diye söylenir. Bazı şiirlerinde Ferezdak'i hatalı bulup anlaşılmayacak şekilde
söyleyen biri olarak telakki eden kişiye karşı Ferazdak (aleyye) harfini biraz
önceki gibi aleyhine kullanmak manasında kullanmıştır şiirinde:
"Madan ve fille
uğraşıyordu, Anbesetu'z-zari'nin aleyhimde kasideleri varmış."[121]
Sihir: Bir şeyin
hakikatini gizli bir sebeple asli mecrasından kalbedip hayal gibi
göstermektir. Bunlar şirkten meydana getirilip te'lif edilmiş kelimelerin
neticesinde yapılan ve cin ve şeytanları ta'zim ederek yalan iftiralardan ibaret
olan fiillerin sadrolmasıyla çıkan şeylerdir. Bunlardan hiç biri Süleyman
(a.s.)'m mülkünün şanına layık değildir.
102-
"Babil şehrindeki Harut ile Marut isimli iki meleğe indirilen
şeyleri."
Yani bu iki meleğe
indirilen şeye (sihre) tabi oldular. Bu iki meleğin lisanı üzerine indirilen
sihir ise sihrin ne demek olduğunu ve bununla akim nasıl bozulduğunu ve
delirdiğini insanlara öğretmeleri içindi.
Sihirbazlar bu zaman
zarfında çoğalmışlar idi öyleyse sihirde olan fesat ve ifsadı öğretmek ve
ondan kaçınmaları için iki melek indirilmiş veya inmişler.
Bir adamın Ömer'e
şöyle dediği rivayet edilir:
"Ben kesinlikle
şerrin ne demek olduğunu bilmiyorum" der. Ömer:
"Senin şerre
düşmen pek yakınlaştı" der.
Bu ifadelere benzer
bir ifade de şu şiirde dile getirilmiş
"Şerri, şer
yapmak için öğrenmedim lakin ondan sakınmak için öğrendim.
İnsanlardan olan şerri
bilmeyenler bir gün olur şerrin içine düşer."[122]
"Halbuki, o iki
melek biz ancak bir imtahan ve tecrübe için Allah tarafından gönderdik."
Ayette geçen:
"înnema nahnu fitnetun" cümlesi mubte-dadır. Haberi de (Fetentu
zeheb)'tir. O (sihir) ve onunla amel etmenin fesada sebeb olduğunu
bildirdiğimiz sihirden bizden öğrendiklerinizle ondan (sihirden) kaçınmadaki halinizin
zahir olması tıpkı nehyedildiği bütün şeylerle imtihana çekilip tecrübe edilen
mükellefin halinin zahir olması gibidir.[123]
"İşte insanlar
karı ile koca arasını ayıracak şeyleri, o meleklerden öğreniyorlardı."
Yani kendilerine
öğrettiğimiz sihir yapmanın çirkinliği ve fesadın ve de ondan ve zararlarından
korunmasının yerine karı ile kocayı birbirinden ayıran şeyleri öğrendiler. Şair
de[124] bu
ifadeye mutabık bir şiir dile getirmiş.
"Sen bütün
hayırlardan süt tulumu, süt kabı ve yavruların emmemesi için memeleri sıkıca
bağlamaları toplayıp getirdin.
Yakın komşuya
koğuculuk, dedikodu ve laf taşıma yapmak olan bütün iyi ahlakları toplamıştır."
Başka biri şöyle
demiş:
"İnsanların iyi
hasletleri bölündüğü gün insanları getirmişsin gibi, o iyi hasletlerden
dördünü seçtin: Duyulan her şeyi duymazlıktan gelip geri çevirmek, arkadan
konuşulanları reddetmek, insanın ayıplarım araştırmayı takip altına almak
müstesna, ter-ketmek. Bu iki hasletten daha büyük olan şudur: Dünyada olanların
kusur ve ayıplarının olmadığını savunman ve görmezlikten gelmen. Zira eğer sen
kötü fiili yapıp ta iyi olanı terke-dersen her ikisini de inkar etmiş
olursun."
Sihirbazın karı ile
kocayı biribirinden ayırması birbirine karşı buğzettirmekle olur.
Bir rivayete göre
sihir yaptığı zaman kafir olur, karısı da kendisinden boş olup ona haram olur.
İbni Bahr (Vema
unzile)[125]'dekinin cehd (inkar)
olduğunu savunup (ve yete aüemune minhuma)'mn da sihir ve küfür olduğuna dair
anlam veriyor. Bu ikisine de delil olarak ayetin şu kısmını delil getiriyor:
"Lakin şeytanlar kafir oldu." Ancak onun zahirini ve sihrin
meleklerine izafe edilmesinden kaçınıp onları bundan müstesna kılan kimselerin
fikrine muhalafet etmeyi terketmeye çağırdı. Ve şüphesiz o (sihrin izafesi)
çirkin, kötü bir şeyin izafesi ve onu Allah'a kadar indirgemektir. Onu ona:
Kötü şeyin ta'limi ve
ondan kaçınmanın gerekliğini ve sihir ilminin amele münasip olmadığını
bildirmek için veya öğretmekiçin getirmemiş.
"Allah'ın
izniyle."
Yani Allah'ın ilmiyle,
bir rivayete göre Allah'ın tahliye-siyle, bir rivayete göre Allah'ın fiiliyle
ve iradesiyle çünkü sihirden oluşan zarar -her ne kadar Allah'ın rızasına
uygu-n olmasa da- o zarar Allah'ın sihirbaza o sihir anında verdiği fiil ve
hareket sebeplerindendir. Mesela birine zehir içirilip, zehirle hasıl olan
sebebten ölmesi gibidir.
Zira ayette
"Levkanu ya'lemnn" ile beraber manası biliyorsa (velekad alimu)
demiş. Çünkü burada iki grup vardır biri inatçı olup direnen, diğeri de cahil
olan guruptur.
Bir rivayete göre
ilmin onlardan nefyedilmesi demek bilgileri dahilinde olan şeyin
yasaklanışıdır. Çünkü onların bildiklerini pratiğe geçirip ugulamayışları
bilmemelerine delalet eder anlamını vermesi gibidir.
Ka'b b. Züheyr'in[126],
kendisini takip eden ve azığını almak isteyen kurt ile sırtlanı
vasıflandırdığı gibi:
Bizi takip eden iki
kötü takipçi vardır. Her ikisi de kayıptırlar. Onlar: Kurt ve sırtlandır.
İkisi yanıma yaklaştıkları zaman onlara derim ki: Şayet siz onu bilseydiniz
onu yapmazdınız, bilmiyor musunuz ki azıktan dolayı kumlar arasında
kumlanmışım.
103-
"Ve eğer onlar iman etselerdi."
Şart cümlesinin cevabı
mahzuftur. Zira (lev) harfiyle gelen fiilin şartı yine fiil ile cevabın
gelmesini gerektirir. Cümle sanki böyle denilmiş gibi (Velev ennehum amenu le
usibu) Yani iman etselerdi sevaba nail olurlardı.
Ayette geçen "le
mesubetun" nun başındaki (lam) harfi (ibtida) içindir. Bu şu ifadeye
benzeri alimtu leente hay-run minhu. (Ben bildim ki, sen ondan daha
hayırlısın.)
Ayette geçen (Raina)
yani bizim kulağımızı sana verdiğimiz gibi sen de kulağını bize verip dinle
demektir. Bunlar mufaaleyi (bir fili karşılıklı yapma) haber veren anlamında
olan Öyle ki karşılıklı benzeşmeyi çağrıştıran mumase-le lafzını kullanmaları
nehyedilmiştir.
Ayetteki (unzurna)
yani efhimmna (bizi anla)'dır. Bir rivayete göre intezirna (bizi bekle)'dir.
Musakkabin şiirinde
böyle ifade ettiği gibi:
"Eğer büyünün
başı bitmiş geçmişse iyi bil ki yarının bunun benzerinin olması
yakındır."[127]
106-
"Biz, bir ayetin hükmünü diğer bir ayetle nesh edesek değiştirisek
veya."
Nesh şer'i bir hükmün
ortadan kaldırılıp yerine başka şer'i bir hükmün getirilişidir. Mesala gölgenin
gelişiyle güneşin kaybolması gibi.
Bir rivayete göre o,
maslahatın müddetinin beyanıdır. Maslahatlar hallere, vakitlere ve şahıslara
göre değiştiği gibi hükümler de değişir. Görmüyormusun ki Allah'u Teala bolluk
ve darlıkta kulları için ayrı ayrı maslahatlar tayin etmiştir.
İbni Bahr'ın
Kur'an'dan bir şeyin neshedil meşinin mümkün olmadığını iddia etmesi zahirin
hilafınadır. Onun yaptığı te'vil veya yorumun ne kadar katı ve kuru[128]
olduğu ortadadır.
Bu.ayet bir çok
surenin nüzulünden sonra istikbal için halis bir şart ceza cümlesiyle
gelmiştir. Ve bütün nesh hükümlerine bir tenbih mahiyetinde nazil olmuştur.
Onun kısımları ebediyata kadar hükmü ispat etme, gayeye, onun hükmünün
izalesinin bedelle olacağını, onun izale edilmesinin bedele olmadığı, mislile
geleceğini hayrın geleceğini ve aynı şeyin hıfz ve yazılışının izalesinden
tenbih mahiyetin-4 de gelmiş. Ayet itlak olunduğu zaman onunla Kur'an ayetleri
anlaşılır. Eğer Kur'an'ın geçmiş kitaplardakini neshet-mesi kaçınılmaz olup
mumteni değilse hakeza ayetlerinin de birbirini neshetmesi de caizdir ve
mumteni değildir.
Zira birinci kıblenin
hükmünün ortadan kaldırılıp neshe-dilmesi bir'inin on kişiyi sabitleştirdiği,
oruçtaki muhayyerlik, Rasulullah'ın çağırmadan sadakaların ona beytulmal için
getirilişi, müşriklerle yapılacak müterake veya sulh, kanları giden kimselerin
tekraren infak ettikleri gibi mislini in-fak etmeleri ve kocası ölen karının
bir sene iddet beklemesi gibi durumların tümü Kur'an'da mevcuttur.
"Ma nunsih"[129]şeklinde
okunan kıraatin hiç bir yönü yoktur. Çünkü denilse ki: (Nusihe ve unsıha
vahdun) bu tür bir kural duymadık. [130]
Mesela denilse ki O
nakil için olan hemzedir, yani (Ma nunzil min ayetin ev nunsiha ne'ti bihayrin
minha (Biz bir ayetin hükmünü diğer bir ayette inzal edersek veya unutursak
(geri bırakırsak) ondan daha hayırlısını getiririz demektir. Zira Kur'an'da
her inzal edilen şey illa da hayır getirir diye bir şey yoktur.
Eğer denilse ki onun
neshinin üzerine hamlederiz şu ayette olduğu gibi:
"Fe
ecaeha."
(Meryem: 19/23)
Buradaki mana
getirilme veya götürülme (meçi) üzerine hemledilmiştir. Allah dışında kimse
nesh hükmünü yapamaz -ki, o kişi nesh edeni nesh edilen üzerine hamletsin. Yine
şu ayette olduğu gibi nesh hükmünü görüyoruz:
"Hatta en sevkum
zikriy." (Müminun: 23/110)
Nihayet bu hareketiniz
size bana ibadet etmeyi unutturdu.
Yani sizi terkedip
unutur vaziyette buldular. Çünkü burada neshin başka şeyden veya hakeza
varlığı üzerine daha Önce geçmiş olan bir şeyin olduğunu gerektiriyor.
Eğer denilse ki, şu
ayette olduğu gibi ona da bir nesh kılarız:
"Summe ematehu fe
akberehu." (Abese: 80/21)
Yani ona bir mezar
yaptı. Bu da yine kullanım bakımından pek uzak bir ihtimaldir.
"Veya
unutturursak." Yani onu unutturur onun bedeline bir şey getirmeyiz ve şu
ayette de olduğu gibi:
"NesuIIahe
fenesiyehun."
(Tevbe: 9/67)
Yani onlar Allah'a
itaat etmeyi bıraktılar. Allah ta onlara rahmetini göndermeyi bıraktı.
Şu ayette de olduğu
gibi:
"Vezkur rabbeke
iza nesiyte." (Kehf:
18/24)
Burada
"Nesiyte" sen terk ettiğin zaman anlamındadır. Zira bu mana böyle
anlaşılmasa, unutmakla beraber veya unutkanlık halinde Allah'ı zikretmek mümkün
değildir.
Şair de şiirinde
"nesiya" kelimesini terketmek, bırakmak anlamında kullanmış:
"Atıcılar
cildinizde, derinizde sağlam bir şey bırakmadılar.
Velakin ben
şetmedilecek ve hicvedilecek yerler görüyorum."[131]
Bir rivayete göre onu
ezberleyip hıfzedenlerin kalbinden unuttururuz demektir. Bu da ya okumayı
terketmekle olur. Ve günler sonra onu unutur veya Kur'an için mucize olması
halinde olabilir.
"Nense'ha"[132] Onu
neshetmeyip te'hir ederiz. Tehir ettim demek (Nese'tuhu)'dur.
îbni Hurme de şiirinde
nesiye'yi tehir manasında" kullanmıştır:
"İyi bil ki ben
ölümlerden yüce bir tarikim ki ben onu tehir ediyordum.
Ölüm isabet eden onu
izler velev ki uzun süre de geçse mutlaka onun hakkında yazılan olur."[133]
Bu tür tehir de
çeşitli yönlerdedir.
1- Tilavet
ve hükmi olarak tehir ederiz, elbette bir daha nazil olmaz.
2- Recm ayetinde de olduğu gibi hükmünü baki
kılar sadece tilavetini tehir ederiz.
3- Hükümünü
tehir eder ve tilavetini baki kılarız. Tıpkı Kur'an'da buna benzer neshedilen
diğer ayetler gibi.
"Ondan daha
hayırlısını getiririz."
Tahrifte tıpkı şu
emirde olduğu gibidir. Savaşta biriniz on kafire bedeldir emrinin neshedilerek
(şu ayette olduğu gibi) iki kişiye bedel olduğuna indirgenmesi emri gibidir.
"Şimdi AHah'u
teala yükü üzerinizden hafifleştir-di.»
(Enfal: 12/66)
Bir rivayete göre maslahatta
ondan daha hayırlısını getiririz demektir. Bu mana daha evladır. Çünkü AHah'u
Teala kullan için hangi şey daha çok maslahatlarına yaraşıyorsa onu tedbir
edip gönderir. O şey onlara daha hafif gelir anlamında değildir.
Çünkü daha fazla hafif
olan (kolay gelen) şeylerde maslahata daha fazla yaraşanın içine dahildir.
108-
"Yoksa, siz evvelce Musa'ya sorulduğu gibi peygamberinizi sorguya çekmek
mi isüyosunuz?"
Çünkü Kureyş'ler de
Rasulllah'dan (s.a.v.) Safa tepesini altına çevirmesini istemişlerdi.
Rasulullah ta onlara:
"Hadi gidin o,
sizin için İsrailoğullarının maidesi (sofra) gibidir." dedikten sonra
sakinleştiler.[134]
109- "Şimdi ey müslümanlar, Allah savaş etmek
veya cizye almak hususunda (size) emredinceye kadar onları bağışlayın ve
kınamayın."
Ayette geçen (fa'fu)
onları terkedin (vasfahu) yüzlerinizle onlarla musafaha etmekten yüz çevirin.
Burada (Essafhu) musafahayı bırakın anlamındadır. Tıpkı bu, (i'rad)'ın şairin
şiirinde ikbal (yönelmek) manasmda olduğu gibidir.
"Ey Fatıma
ölümden önce yüzünü kana donder.
Çünkü engelleme ve
uzaklaşma bakımından Ölüm yeterlidir."[135]
Yani yüzünü dönerek
ona doğru yönel manasındadır.
111-
"Yahudiler, cennete ancak yahudi olanlar girer ve Hristiyanlar da yine
ancak hristiyan olanlar girer dediler."
(Huden) Yani yahuden (Yahudiler) zaid olan
başındaki ya harfi düşmüştür. Ahfeş'in dediğine göre (Huden) Haid kelimesinin
cemidir. Havi ve Hail'de[136]
olduğu gibi.
112-
"Hayır onların dedikleri gibi değil! Her kimj taat ve amelinde muvahhid
bir mümin olduğu halde, kendini tamamen Allah'a teslim ederse onun için rabbi
katında amelinin mükaafatı olarak cennet vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve
onlar mahzunda olmazlar."
(Esleme vechehu
lillahi)'den kasıt: Tam bir kul olarak kendini Allah'a teslim edersendir. Şu
ayette de aynı mana olduğu gibi (Raculen salimen)[137]
Yani halis bir adam.
Zeyd b. Amr b. Nufeyl
de[138]
şiirinde (seleme) kelimesini halis manasında kullanmıştır:
"Üzerinde ağır
kayalar taşıyan yer kürenin kendisine halisane olduğu kişiye yüzümü halis
kıldım.
Ve dökülen suları
taşıyan bulutların kendisine halisane olan kişiye nefsimi halis kıldım."
(Felehu ecruhu)'yu
müfred getirmesi ve Fela havfun aleyhim)'i de cem getirmesinin sebebi şudur.
Cümlenin ilk başında gelen (men) cins ismi olmasından dolayıdır.
Ferezdak şöyle dedi:
Siyaha çalar boz ve
kül rengindeki kurt bir arkadaş değildi. Tutuşan ateşimle çağırdım bana geldi.
Bana ahdedip hıyanet
etmeyeceksen yaşa ki, kuyrukla ce-sed misali arkadaş olalım.[139]
115-
"Hangi tarafa yönelirseniz orası Allah'a ibadet yönüdür..."
Seferde karanlık bir
gecede kıble yönünü tayin etmeden takdir edilen rey üzerine namaz kılan bir
gurup sahabe hakkında nazil olmuştur.
İbni Ömer'den
nakledildiğine göre seferdeyken binek üzerinde kılınan namaz hakkındadır.[140]
Korku namâzıysa savaşta toplanıp kılıçlarla vuruştukları zaman olur.
Bir rivayete göre bu
ayet birinci kıblenin değişimini bildiren neshin manasını pekiştirip
kararlaştımak için gelmiş-_tir. Çünkü yahudiler birinci kıblenin değişmesine
itirazda bulunduklarından ayette şöyle bir mana çıkıyormuş gibidir. Doğu ile
batı, kendisi için bu iki cihette hiç mekanı olmayan ve her şeyi kendisine ait
olan Allah içindir. Eşya ve bütün mekanların ciheti onun içindir. Her nereye
yönelirseniz o yönle sizi Allah'a yakınlaşmış olursunuz veya bu yönle Allah'a
iltica,edip sığınmış olursunuz. Burada fiil iftial'm (yapılışın) yerine isim de
mastar yerine konulmuştur. Şairin de böylece şiirinde bu konumu ifade ettiği
gibi:
"Sayamadığım
sayısız günahlardan ötürü Allah'a istiğfar diliyorum. O, kulların Rabbidir yön
ve ameller onadır."[141]
El-Vasiu: Rahmet ve
nimetin bolluğundandır.
Kulların maslahatına
hangisi daha fazla yaraşıyorsa kullarını oraya doğru yönlendirir.
116-
"Doğrusu göklerde ve yerde ne varsa, hepsi onun emrine boyun
eğmiştir."
Yani mahlukatlann
hepsi Allah'ın tedbir ve takdiri altında devam edip giderler. Bu ifadenin
altına iyi olan da kötü olan da konuşan da konuşmayan da yerini alır. İşte bu
şu te'vili (yorumu) yapan kimseninkine uygundur. Her şey O'nun kudretine boyun
eğer ve içlerinde, Allah'ın vahdaniyetinin eşsiz sanat eserine şahitlik
ederler. Bu anlamı ifade eden manalar şu şiirde mevcuttur:
"Şüphesiz hareket
ve sükun halinde olan herşeyde Allah için ebediyete kadar bir şahit vardır.
Onun için olan her
şeyde de onun bir olduğuna delalet eden bir emmare veya ayet vardır."[142]
117-
"Bir işin olmasını istese ona yalnız ol der, o da oluverir."
Bir rivayete göre o
hakikatte olan emirdir. Allah azze ve celleden olan emir, sonradan var edilen
ve yoktan varedilen şeylerin hepsine cami ve şamildir. Veya onu tevid. ve
tertip üzere yaratır. Herşey (kun) emriyle Allah'ın riayetinde ve
kabzasındadir.
Bir rivayete göre bu
ifade temsil üzerine verilmiştir. Yani Kainat Allah'ın emrine her halükarda şu
şekilde kendisine denilip te itaat ediyor misalidir kun (ol) o da yekunu
(oluyor) Burada başka herhangi bir ufak hareket veya itiraz olmaz.
Bu manada şair de
şiirinde ifade ediyor:
"İki göz, Allah'ı
duyduk ve itaat ettik dediler, tıpkı parçalanıp delinen inci mercanlar gibi
süratte gelip hazır bulundular."[143]
Buna benzer misallar
daha çok vardır.
(Feyekunu) nun merfu
gelmesi Ya mahzuf olan mubte-danın haberi olduğundandır. O da şudur: (Fehuve
yekunu)'dur.
Ya da atıf üzere
olduğundandır. (Kün) kelimesi lafzi Olarak emirdir. Lakin haber manas nidadır.
Şu kavide olduğu gibi (Esmi bihi) yani ma esmauhu (duyduğum o şey) takdiri
şöyledir. Ona şöyle denilir. (Yekun) ol, o da (Feye-kun) oluverir. Bunu emrin
cevabı üzerine hamletmek caiz değildir. Çünkü emir ve cevapta şart ve ceza
vardır.
Bundan dolayı burada emir
ve cevapta (in) mukadderdir. Oysaki bu durum (Kun feyekunda) mevcut değildir.
Zira burada emrin cevabı emrin dışında bir şeydir ki bu şu sözün gibi değildir,
(zurni fe ekrimeke) burada takdir edilen bir (in) ile beni ziyaret edersen
sana İkramda bulunurum ifadesi çıkar. (Kun feyekun) vahidtir (birdir). Çünkü
var olanın oluşu onunla emredilenin kendisidir.
Kesai, (Feyekune)
şeklinde nasb ile okur. Nahl ve Yasin[144]
surelerinde bu durum, (fa) ile gelen cevabın emri üzerinde değildir. Lakin şu
ayetler üzerine atfedilmektedir.
"En
nekule." (Nahl:
16/40)
"En
yekule." (Yasin:
36/82)
118-
"Yahut sen bize bir alamet getirseydin ya dediler."
Müşrik ve kitap
ehlinin cahillerinin istedikleri bu alamet kendilerinin maslahatına olduğundan
getirilmedi veya gönderilmedi.
Veya onların ayet
getirildikten sonra tekrar buna isyan edip (asi olup) helak ve ifsad olmalarına
sebebiyet vereceğinden gönderilmedi.
Veya daha önce Semud
kavminin yaptığı gibi bunların da yalan dolan üzerinde ısrar edeceklerinden
dolayı ayet getirilmedi veya ne olacağı bakımından Allah'tan başka kimse
bilmez.
124-
"Hatırlayın ki bir vakit İbrahim'i, Rabbi bir takım kelimelerle emir ve
yasaklarla imtihan etti. İbrahim o kelimeleri tamamen yerine getirdi."
Burada ibtilanın
hakikati olan El-îhtibar'dır. Allah'tan olan mecazı şöyledir: (Deneme-tücrübe
etme) İnsan üzerine meşakkatli olan teklif veya emirleri yapmakla sevaba nail
olması içindir. Biribirmize teklif ettiğimiz sorumluluk verdiğimiz çoğu şeyler
ihtibar (deneme) ve imtihan üzerine cari olduğundan, AUah'u teala da bize o
şeyde birbirimizi anlayabileceğimiz bir hitapla o konumda bize hitab etmiştir.[145]
Ebu Bekir Razi[146]
şöyle demiş: "Allah'u Teala'nın bize emir buyurduğu şeylerde, imtihan
edilen ve denemeden geçirilene yapılan muamele gibi muamele etmesi ve bizi
bilen ve haberdar olan şeklinde muamele etmemesi adalettendir. Öyle ki onun
vereceği ceza veya mükafat amellerimize göre olsun ve onun hakkımıza olan ilmi
dahilinde olmasın."
İbrahim (a.s.)'in
imtihana çekildiği o kelimeler Sunenu'l-Asr'dır (on sünnet veya yol).
Bunlardan beşi
cesed'te beşi de sadece başın kendisin-dedir.[147]
Bir rivayete göre bu imtihan
hac menasikleriyledir.[148] Bir
rivayete göre imtihan Allah'ın vahdaniyetine delalet etmek istediği zaman
yıldızlarlaydı.[149] Bir
rivayete göre vatanından hicret etmekte misafirleri yedirip içmekle mâlda[150] çocuğunu
kurban etmekle kurbanda ve ateşle bedendeydi bu imtihan.
125-
"Ve o vakit kıbleyi insanlar için bir sevap ve emniyet yeri
yapmıştık."
Peltek şeyle ayette
(mesabeten) sevap yeri manasındadır. Bir rivayete göre merci ve dönüş yeri
(masiren)'dir. Kelimenin aslı (mesvebeten)'dir Mef'ale veznindedir. Döndüğü
zaman manasında olan (sabe, yasubu)'dan türemiştir.
Bundan dolayı Allah'u
Teaia, uzak ve kolaylıkla gelinecek yerlerden gelebilecek insanların kalbinde
Beytullah'ın ve haccın ta'zimini kalplerinde karar kılmıştır. Ve daha oraya
tekrar tekrar dönüp gelmeyi ve her seneden sonra yine hacca gelip gitmeyi
karar kılmıştır. O insanların kalplerinden.
Şair de şiirinde
(Mesabeten) kelimesini yukarıdaki anlamda kullanmıştır.
"Bütün
kabilelerin karar yeridir.
Öyle ki yumuşak bir
seyirle oraya yönelirler."[151]
Ayette geçen (emnen)
kelimesi zorba ve despotların o-raya musallat olması ve hacıların Ka'be'den
geri çevrilmesi veya alıkonulması bakımından emniyet yeri kılınmıştır
manasındadır.
Bir rivayet göre
korkup Ka'be'ye sığınıp iltica edenler için emniyet kılınmıştır, demektir. Bu
adet cahüiyedede ve îslamda, kabeye sığman insan ve diğer şeylerin emniyet ve
güvende olduğunu ve adeta dokunulmazlığının olduğunu bilirlerdi.
Ferazdak ta şiirinde
bu manaları ifade ediyor:
"Ona haber
gelmedimi ki ben develerimi Mekke'nin etrafındaki yumuşak misvak ağaçlarının
arasında bıraktım orada bağlı olup misvak ağaçlarının arasında yayılıyor. Devenin
palanı veya göç yükü Mekke'de bırakılmış ve haremlere sığınmış haldedir. Bırak
beni sağ olduğum sürece, beytu'I-haram'da mukim olan, göçebe olmayan güvercin
olayım.[152]
Kuseyr de şiirinde bu
manaları ifade eder şekilde kullanmıştır:
"Allah'ın
hamdıyla biz onun kitabını, bu yere girmek ki maharim yerlerine girmek içiiı
okuyoruz. Öyle ki burada güvercin korkudan, ürkmekten emindir ve sakindir.
Zira burada (Harem'de) düşmanı barış yapan bir arkadaş dost gibidir."[153]
"Ey müminler siz
de İbrahim'in makamından kendinize bir namazgah edinin."
(Vettehizu) nun
üzerindeki (vav) harfi "biz bir vakit beyti (kıbleyi) sevap yeri
yapmıştık." Ayetin ifadesinin manası üzerine atftır. Çünkü bu mana oraya yönelip
kendinize bir yer edinin ve sevap alın manasını içeriyor.
"Makam-ı
İbrahim" Hasan'dan nakledildiğine göre İbrahim (a.s.)'m ayak izinin olduğu
yerdir. İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Haccm hepsi külliyen makamı İbrahim'dir.
126-
"Ve ahalisinden Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla
rızıklandir!"
Allah'u Teala İbrahim
(a.s.)'ı insanlara imam kılıp ve zür-riyetininde bulunduğu minval üzerinde
olmasını talep ettiği sırada bu duayı yapmıştır. Bu taleb üzerine Allah'u Teala:
"Zalimlerden olan
kimseler benim ahdime nail olmazlar" dedi."
Bu durum İbralim
(a.s.) için isteyiş veya duada bir talim dersi ve ondan ibret olabileceği bir
te'dib (terbiye etme veya olma) olduğu ve duayla da sadece müminleri tahsis
etti.
128-
"Ey Rabbimiz bizi sana teslim ve ihlas sahibi kılmakta sabit kıl."
Yani onunla islam
üzere sabit kalacağımız başarı ve tevfikin devamını bize sabit kıl.
Bir rivayete göre
teslimden murad nefsin teslimiyeti ve Allah için yapılan amelin ihlasidır.
"Kusurlarımızı
affedip tevbelerimizi kabul buyur."
(Ve tub aleyna)'dan
kasıt: Allah'ı ikrar edip istemediği şeylere karşı bizi şuurlandır ki onlardan
uzak duralım veya sakınalım.
Bir rivayete göreve
cümle: Sünnet (yol, yardım) ve ta'lim üzere gelmişti İbrahim ve İsmail (a. s.)
bu iki şeyle iktida (uyma) edip gitsinler.
129- "Ey Rabbimiz, soyumuzdan gelen müslüman
ümmet içinden bir peygamber gönder ki."
Manası şudur:
Zürriyetinde müslüman olmasını istediği kimseler Muhammed (s.a.v.)'in
ümmetidir. (Rasulan)'den kasıt: Müfessirlerin ittifakına göre Muhammed
(s.a.v.)'dir. Bundandolayı Rasulullah (s.a.v.) hadiste şöyle buyurmuş:
"Ben babam
İbrahim'in duasına ve kadeşim İsa'nın müjdesine nail olan biriyim."[154]
130-
"Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in diniden yüz çevirir."
İbnu'l-A'rabi[155]
şöyle demiş:
"Sefuher ra çulu
yesfehu sefaheten ve sefahen: Adam cahil oldu manasındadır. Sefihe nefsehu
yesfehuha: Kendini bilmez ve nefsini cahil yapan kimsedir.
Şair de sefihe
kelimesini nefsini cahil bırakmanın anlamında kullanmıştır:
"Heyhat Ümeyye
kendi görüşünü sefih bırakıp cahilleş-tirdi. Onların halim olanları sefih
oldu."[156]
İki kelime de ref 'a
konumundadır. Ferra (nefseh) kelimesinin şu minval üzere nasbolduğunu
söylemiştir. Şüphesiz bu kelamı temyiz'e benzerlik (teşbih) yönü üzerinedir. Şu
ayette olduğu gibi:
"Fein tibne lekum
an şey'in minhu nefsen." (Nisa: 4/4)
Züccac bu durumu
kabullenmeyip şöyle demiş Temyizin[157]
Tarif olma ihtimali yoktur izafe zaten nefsi tarif etmiş Ferra'yi şu sey için
mazur görmüş. İzafede infisal mukadderdir. Tıpkı şu sözde olduğu gibi:
"Merertu bİ
raculin mislik: yani mislin leke."
Ebu Ubeyde (sefihe
nefsehu) hakkında şöyle demiş o nefsini helak ve zelil etti.[158]
Kays b. Asım'ın
şiirinde de (sefihe) aynı anlamda kullanılmış:
"Şarabı güzel
gördüm ama onda iyi adamı ifsat eden özellikler vardır. Hayır vallahi hayatım
boyunca şarabı içmeyeceğim ve onun için hem kadeh olan bir arkadaş çağırmayacağım.
Ona olan tutkunluk ters döndüğü zaman halim olan adamı sefih bırakan hasletleri
kalkmış olunur."
Züccac manasının sefihe
fi nefsihi olduğunu söylemiş. Burada eğer (fi) harfi hazfedilirse, cer harfinin
çıkarılmasıyla isim nasbedilmiş olur. Ayette olduğu gibi:
"En testerdiu
evladekum." (Bakara:
2/233)
Yani li evladikum
(çocuklarınız için):
"Vela ta'zim ukdete'n-nikah." (Bakara: 2/235)
Yani aleyha. Şair de
bu kurala göre şiirinde dile getirmiş:
"Eti pişmeden
misafire sepiler ve tencerede pişip, olgunlaşınca ikram ederiz."[159]
Yani Bil-laahmi (etle)
bu görüşlerin en isabetlisi ve güzel olanı sefine nefsehu'nun ceheleha
manasında olanıdır.
Çünkü fiil başka bir
manada olduğu zaman arap genişletilmiş olur, bir kelimeyi diğerinin yerine
koymuş olur ayette olduğu gibi:
"Batiret
maişetha."
(Kassas: 28/58)
Yani sahataha.
Çünkü batire
(azgınlaşan) olan kişi nimetin kıymetini bilmeyip azimsar ve zevale doğru
götürür.
Eğer sen fiil olmayan
mastar'ın kısımlarına bakarsan mastarın fiil manasında olduğunu görürsün şu
misalde olduğu gibi.,. "Ve in şi'tum teavezna avazen[160]
"Ve tebettel ileyhitebtila." (Muzemmil: 73/8)
Nabiğetu'l-ca'di de bu
meanda bir şiir söylemiştir.
"Kuşeyroğullan
benden razı olduğu zaman, Allah'ın varlığına yemin olsun ki onların rızasî
benim beğenimi kazanır, hoşuma gider."[161]
Yani (iza radiyyet
anni) benden razı olduğu zaman. Çünkü ondan razı olduğu zaman onu sever ve ona
yönelir.
Başka şiirde şöyle
dile getirilmiş:
"Kişi sevgisini
muhabbetini bana gösterdiği zaman ve geri dönerse, dönmesiyle sevgim ondan
sadrolmaz."[162]
Yani, vella anni
(benden yüz çevirdi). Lakin ondan yüz çevirdiği zaman onun aleyhinde olmuş olur
ve ona birşey kalmamış olur.
Tay kabilesine mensub
bazıları iki dağlarından biri hakkında şiirde şöyle dile getirmişler:
"Bulutlardan
gasbolunan, yükselen ve delen bir annemize sığmıyoruz."[163]
Şüphesiz ona sığman
kimse onda olmuş olur.
Böylelikle nefsini
sefih yapan da, kendi nefsini kendini bilmeze sevkeder."Sefihe
nefsehu" cehile nefsehu misali üzerine gelmiştir.
133-
"Yoksa siz orada hazır mıydınız?"
Ayette geçen (em)
harfinin manası cahd (inkar)'tır. Tak-diriyse sınaidir, munkatıdır (gayri tabii
veya yapmacık). Munkatı olan kelamın munkatı olması için ondan önce onunla
ilgili kelamın geçmesi gerekir. Böyle olduğu zaman (bel ve istifham elifi)
manasında gelir. Sanki şöyle denilmiş gibidir. (Bel Ekuntum) bilakis siz
miydiniz?
Ayetteki mana şudur.
Ya'kub'un ölüm anında siz şahit değildiniz. Ya'kub (a.s.) yahudilik hakkında
şöyle vasiyet etmişti. Yahudiliği (akidesini) peygamberlerime isnat veya
atfetmeyin. Şüphesiz onların hepsi hanif dini üzerinedirler.
135-
"Habimim sen de ki hayır siz, bir hak üzere bulunan İbrahim'in
dinindeydiniz."
El-Hanef aslı ayaklara
doğru meyletmek veya eğilmektir. Baş parmaklardan her biri diğerine doğru
meyleder.
Bir rivayete göre
(Hanef)'in âsü istikamettir.
Ömer (r.a.) bu manada
şiir de getirmiştir. .
"Allah-u teala
kalbimi İslam'a ve hanif dinine hidayet ettiği zaman Allah'a hamd ettim.[164]
Ummu Halef baş parmağı
oynatıp şöyle diyordu:
Vallahi onun
ayağındaki baş parmak eğimi ve bacağındaki dikkatilik incelik olmasaydı,
gençlerinizden hiç biri onun gibi olmazdı.[165]
İki başparmağın kıvnhp
eğrilmesi Ahnef diye tanımlanır. Bu ya selbi bir yol veya kural üzerinedir.
Tıpkı Temrid,[166]
Takziye işkau[167] ve
'i'tab[168] gibi manalarının
selbedilmesi ve izale edilmesi gibidir.
Ya da zıddıyla
nakledilme yolu üzerinedir. Tıpkı (muh-likete)'ye El-Mefaze (el-lediğa)'da
Es-selim denildiği gibi.
140-
"Ve torunları."
Müberrid'in görüşüne
göre (Es-Sıbt) subite aleyhi'l-atae (kendisine bağış verilen) manasındadır.
Yani çoğalıp biribiri ardınca olmasıdır.[169]
Sanki bu (Basate ve kesu-re)*nin maklubudur. Bu iki kelime de çokluk
anlamındadır.
Buda en büyük
iştikak'ın yoludur. O da kelime manalarının terkiblerinin ihtilaflına rucu
edilmesidir. Mesela sülasi-de: Altı kalıp üzerine tek asıl ve tek maddeye tasrif
yaptığın zaman.
137-
"Sizin imanınız gibi iman ederlerse."
Bir rivayete göre (bi
mislide) ki ba harfi zaidtir.
Yani "misle
imanikum." Bir rivayete göre (misi) kelimesi zaidtir.Yani fe inamenu bima
amentum: Sizin iman ettiğinizle iman ederlerse İbni Mes'ud ve İbni Abbas'ın[170]
Kur'an nüshalarında böyle yazılıdır.
Çünkü Allah için misi
yoktur. Murad Allah'a olan imandır. Ancak araplar te'kid için bu gibi
durumlarda (misi) getirirler. Mesela adam şöyle der: "Misli la yefalu haza
Yani Ene laef'aluhu. Yani ben onu yapmam (Benim gibiler bunu yapmaz)."
"Eğer yüz
çevirirlerse size karşı ayrılık ve düşmanlık üzeredirler."
Eş-şikak: İhtilaf ve
ayrılıktır. Zira muhalif olan herkes arkadaşından farklı bir yön üzeredir. Ve
ayrıldığı yönüyle arkadaşını yalnızlığına terkeder.
138-
"Ey mü'minler deyiniz ki: "Biz Allah'ın boyasına (dinine)
girmişiz."
Sıbğatellahi Allah'ın
dini demektir. Sanki müslümanda zahir olan şey taharetin, temizliğin nurundan
ve ibadetin güzellik ve sürurundandır.
Bununla beraber
zühdlük boyanma esnasında bir şeyde zahir olan renge benzer.
"Allah tarafından
olan bir boyanmadan (dinden) daha güzel boyanma kimin olabilir."
Bu durum İslam'dan
olan bazı özellik ve keyfiyetlerin diğer din veya şeriatler üzerine faziletli
kılınması bakımındandır.
Şairin şiirinde
belirttiği gibi:
"Günün
devletlerine göz attığında, sizin devletiniz sanki diğer dinler arasında islam
dini gibidir."[171]
143-
"Orta bir ümmet..."
Yani mu'tedil. Ve
bütün işleriniz mutedil kılınmıştır. İfrat ve tefrit yoktur. Bir rivayete göre
hayırlı orta (mutedil) bir ümmet.
Ebu Necm şöyle demiş:
"Sanki onu
ağlattılar gibi, onun kıyısı (yanı) uzaktan yakınını gösteriyor.
Oranın en sonuna da
gitsen ortasından bir taş bulamazsın."[172]
"Bütün insanlar
üzerine adalet örneği ve hak şahidi olasınız..."
Yani Muhammed'in
tebliği hakkında ehli kitab üzerine hak şahidliğidir.
Bir rivayete göre,
bütün peygamberlerin tebliği hakkında peygamberden doğruyu işittiğiniz gibi.
Bir rivayete göre,
hüccetin beyanı ve delaletin zuhur etmesi bakımından olan bir şehadettir. Yani
insanlara hakki-açıklayacaksınız ki sizin kavi ve icmanız her vakitte herkesin
üzerinde hüccet olsun. Bunu da şu ayet açıklamaktadır:
"Peygamberden
sizin üzerinize şahit olsun."
Bundan dolayı şehadet
kelimesini isimlendirme bumr.ı açık delilidir. Bundan dolayıdır ki birincisinin
te'vili de buna dahildir. Çünkü insanlara hakkı anlattıkları zaman kıyamet
gününde açıkladıkları bu hakkı kabul edenlere de ve red edenlere de şahidlik
edecekler. Ve tıpkı dünyadaki şahidin şahidlik yaptığı şeyin sorumluluğunu
yüklenip daha sonra hakimin önünden gidip bu sorumluluğunu eda etmekle
şahitlik yaptığı gibidir.
"Ancak Rasulüne
uyanlarla geri dönen arasını ayır-detmek için."
Bu ifadenin te'vil ve
yorumu daha önce şu ayeti celilede geçmişti.
124-
"Hatırlayın ki bir vakit İbrahim'i, Rabbi bir takım kelimelerle imtihan
etti."
Bir rivayete göre
ancak Rasul ve hizbimizin bilmesi için manasındadır. Tıpkı bena'I-emiru,
veceba'l-veziru, deyili-şi gibidir.
Bir rivayete göre
manası: Ancak görmemiz için anlamındadır. Burada ilim görme makamında
kullanılmıştır. Tıpkı görmenin de ilmin makamında kullanıldığı gibi. Fil suresinin
şu ayetinde olduğu gibi (elemtera) bilmek manasında kullanılmıştır:
"Rabbinin fil
ashabına nasıl yaptığını bilmiyormusun?
(Fil: 105/1)
Rasulullah'ın (s.a.v.)
doğumu fil vakıasından elli yıl sonra olmuştur.
Bir rivayete göre bu
ifade bilmeyen kimseler için hitabın taltifi üzerinedir.
Bu şu söze benzer
"Altının erimesini kabul etmeyen kimselere (altının eriyip erimediğini
bilmesi için) ateşin üzerine üfürsün gibidir. (Bilmesi bakımından bu hareket
onlar için taltif konumundadır). Kuseyr de şiirinde bu manaları ifade eder
şekilde kullanmıştır:
"Gel adaletli ol
bakalım bilinsin ki hangimiz evdekilere düşmanlık üzere ve uzak ve yakındır.
İçmekle gözlerine gömgöklük mü isabet etti? Aktığını ibret olsun diye
bırak-saydı inmeye devam ederdi. Yahut sürme çekmek için alıştırma yapması
zahir olduğu zaman gamı kederi tecelli eden şaşkın şaşkın dönen midir?"[173]
Bir rivayete göre mana
bildiğimiz gibi var olandır (mevcuttur), olması içindir. Çünkü mevcut olan
Allah azze ve cellenin malumu olanına muhalefet etmez. Mevcut olanın maluma
taalluku sebeb olanın sebebe taallukundan daha sıkıdır.
144-
"Yüzünün yöğe doğru aranıp durduğunu görüyoruz."
Bunun sebebi Allah'u
Teala'nın Rasulullah'a (s.a.v.) Beytu'l-Makdis'te[174]
olan kıble yönünün değiştirileceğini haber vermesindendir.
O da vahy'in gelişini
iştiyakla beklediğinden yüzünü göğe doğru çevirip duruyordu. Bu, hevasını
gerçekleştirip tatmin etmek ve tabi olmak için değil, bilakis vakii olan gerçek
bir şey içindi. Bu şey Rasulullah'm (s.a.v.) yanında arzu ettiği veya ikrar
ettiği şeyler değil, aksine emredildiği şeylerde hayır ve iyiliğin yakinen ve
kesin olarak bildiği zamanlarda olurdu.
îbni Abbas'tan
nakledildiğine göre Rasulullah'm (s.a.v.) Kabe'ye yönelmeyi sevmesi nefis ve
nevasından değil, ve-lakin araplann kıblesi olduğundandı. Ka'be'ye yönelmekle
arapların imana davet edilip kabullenmeleri bakımından çağın özelikleri ve
çeşitleri de çoğalıyordu. Yahudi ve münafıkların safları da onlardan
ayırdedilip ortaya çıkıyordu. Ancak kendisi sadece yüzünü çeviriyordu. Henüz
buna kimseyi çağırıp davet etmiyordu. Çünkü peygamberler, ancak kendilerine
izin verildikten sonra davet edip çağırırlar ki onların davet edip çağırdıkları
şey, kavimlerin maslahat yönüne ters düşüp fitneye sebeb olduğu zaman peygamberin
reddedilmemden içindir.
"Şimdi yüzünü
mescidi haram tarafına çevir."
Mescidi Haram
Ka'be'dir. Ayetteki ifade (şatre)'dir yarım anlamındadır. Zira Ka'be yer olarak
Mescid-i Hara-m'ın, her yönden tam yarisındadır.
148-
"Her ümmetin doğrulduğu bir kıblesi vardır."
Hasan'dan
nakledildiğine göre "vichetun minhac" (me-tod-usul) ve şeriat
manasindadır. Başkasından nakledildiğine göre "vichetun" Kıble
manasındadır. Şüphesiz dinler ehlinden her fırkanın veya yeryüzünün doğusunda
ve batısında mü slü manlardan her beldenin ehli için kıbleye doğru dönme veya
yönelme yönü vardır. (Festebiku'l-hayrat) ayeti de bu yapılan te'vili daha
güzel açıklıyor.
Ayette geçen
"huve muvelliha" mevlasma yöneldiği ve oraya dönmeyi kastettiği
manasındadır.
(Huve)'deki zamir Allah'u Teala'dır. Yani
(AJlah'u mu-velliha iyyahu). Ka'be'ye doğru yönlendiriyor manasında-dır. Bir
rivayete göre (muveJli ileyha) (muvelli anha)'nın zıddı üzerinedir. Zamir ise
hepsi içindir. (Ve Fevelli vecheke şatra'l-mescidi'l-harami)'dakinin tekrar
edilmesi kıblenin tahvil emrinin te'kidi içindir. Ki bu esnada müşrik ve
yahu-diler panik çıkarıp münakaşa ettiler, istedikleri yöne veya istediklerini
yine yapmaya devam ettiler.[175]
150-
"Yahudi veya müşrikler için aleyhinizde bir hüccet olmasın."
Yani kıblenizin
Ka'be'ye doğru çevrilmesi Tevrat'ta ojanın hilafına olmasın.
"Ancak onlardan nefislerine
zulmedenler müstesna'
Yani o emri gizlemekle
size zulmedenlerdir. Bir rivayete göre buradaki istisna edatı munkatı olup
(lakin) manasm-dadır. Yani zulmedenler, şüpheyi asıl hüccetin yerine koyuyorlar
şu ayet buna işaret ediyor:
"Onların o olay
hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Ancak zanna tabi olurlar." (Nisa: 4/157)
Yani onlar zanna tabi
oluyorlar ve bu konuda hiç bir bilgileri de yoktur.
Huzeli şöyle dedi:
Dumnetu'nun manasını
sana unutturdu da tahrik mi etti, oysa Havle'nin onda hadis ve kadim olan
evlerin kalıntı ve izleri vardır. Eğer bu geçti gittiyse ve onun mezarı dağıldıysa
lakin ben ondan üstün ve şerefli olacağım."[176]
Yani: Lakİnneni
eteazza anha.
Ebu Ubeyde'ye göre
manası: İnsanların sizin aleyhinize bir hüccetleri olmaması için, aynı zamanda
zulmedenlerin de olmaması için burada (illa) edatı vav manasındadır. Bu mana
bir şiirde de dile getirilmiştir.
"Her kardeşten
ayrılan, uzaklaşan onun kardeşi olursa babanın hayatına yemin olsun ki ancak
kutup yıldızı olur."[177]
Kutrub'un dediğine
göre manası: "İlla alellezine zalemu" dur. Cümlede (Ala)
hazfedilmiştir.
154-
"Bilakis onlar diridirler."
Ebu Bekir Razı bu
konuda iki görüş belirtmiştir:
1- Buradan
murad, onların ruhlarının diriliğidir. Çünkü gerçek ve hakiki hayat, üst üste
yoğun hücrelerle meydana gelmiş cesede konulan ve latif bir cisim (dumanımsı
veya havamsı) olan ruh içindir, işte o ruh hakikat üzerine bina edilen
insandır. Cesed ise gerçekte ruh için bir kap ve korunacak, muhafaza edilecek
yerdir.
2- Şühesiz
Allah'u Teala insanların ölüm ve katledilmesinden sonra canlılık bünyesinin yapılışına
veya yaptığı şeye uygun olarak onun nimetlere müstehak olmasını veya azaba
müstehak olmasını sağlamak için ya illiyyinlerden (nimet verilip cennete
koyulan) ya da siccinlerden azap ehlinden olması için onlara bazı şeyler
lütfeder.[178]
Bu kavi ehli İslam'ın
mezhebine daha çok benziyor. Birinci görüş daha öncekilerin mezhebine göreydi.
Çünkü canlılık veren ruh müccerred olarak kendi başına herhangi bir canlılık's
ağlamaz. Çünkü rüzgar ve hava cinsinden ibarettir.
Zira hava, canlılık
bünyesine girdiği zaman ve herhangi bir boşluktan açıklık bulduğu yerden girip
cismin her tarafına yayıldığında ve zihinsel olarak kalbin etrafında dolaşan
bu rutubet veya havaya ruh denilir. Bundan dolayıdır ki, Allah'u Teala ruhu,
nafha (üfrülüş) ve kabz diye nitelendirmiştir.
Sahih olan ise,
Allah'u Tela'nm şehidin bazı parçalarını ve bunun gibi Allah'ın sevabına,
kerametine mazhar olanları da diriltmesidir. Ve onlara nimetin bir tarafı
ulaşır.
Ki bu hal de insanın
kanepeler üzerinde huzur ve suku-ngt içinde güzel bir bahçede seher yelinin
üzerine estiği ve gül kokularının üzerine saçıldığı bir halde yatışına benzer.
Hadisi şerifte de belirtildiği gibi:
"Onun için
gözlerinin görebildiği kadar nimetlerin göründüğü bir kapı açılır ve daha
sonra 'hadi bakalım gelin ve damadın uyuduğu gibi uyu.' denilir."[179]
158-
"Allah'ın alametlerindedir."
Yani dinin öğretileri
ve şeriatın belli başlı alametlerin-dendir. Şaartu'dandır: Bildim (alimtu)
manasındadır. İş'aru'1-hady de (Kurban) bu alametlerdendir. Yani bilinmesi
için.
"Yine Safa ile
Merve'yi tavaf etmesinde bir sakınca yoktur."
Safa ile Merve
arasındaki sa'yin ibadet olmasıyla beraber bunu zikretmesindeki gaye ise daha
önce Safa ve Mer-ve'nin iki putun yeri olmasından dolayıdır. Bu putların adı
İsaf ve Naile'ydi Ebu Talib'in de dediği gibi müşrikler daha önce bu iki putu
tavaf ediyorlardı:
"Eş'arüer
bineklerini sellerin taşkın olduğu yerde İsaf ve Naile'de çökertiyorlar."[180]
İşte bu iki putun
burada olması hasebiyle müslümanlar burayı tavaf etmekle bir günah olacağını
zannettiklerinden dolayı vurgulanmıştır.
Bir rivayete göre
manası şudur: "Safa ve Merve hac me-nasiklerinden olduğundan dolayıdır. Ve
Hac menasiklerin-den olmayan diğer yerlerin tavaf edilmesinin bid'at olduğu
gibi Safa ve Merve'yi tavaf bid'at değildir.
"Muhakkak Allah
şakirdir."
Yani mükafatı verir.
Çünkü amelin mukabilinde verilen mükafat veya ceza nimet mukabilinde yapılan
şükür gibidir.
164-
"Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle gündüzün arka arkaya
gelişinde."
Yani bunlardan her
biri takib etme ve nöbet değişimi bakımından birbiri arkasında gelirler.
Bir rivayete göre
murad edilen ihtilaf, karanlık ve nurluluk (aydınlık) bakımından olan ve Tul
(uzunluk) ile kasr
(kısalık) bakımından
olan itidalliktir. Bunlardan her biri takdir edilen kadere göre ne fazla ne de
eksik akıp giderler.
El-Fulk (gemi) Her ne kadar yaratıkların
yapılan sanat eseri de olsa yine terkibi Kur'an'da olan diğer delillerden
yapısal bakımdan muhteliftir. Buna rağmen onun Allah’ın vahdaniyetine delalet
etmesi şu bakımındandır. Eğer Allah'u Teala Fulku (gemiyi) ve onun yapıldığı
aletleri bizım için yaratıp bize öğretmeseydi denize girip açılmak imkansız
olurdu ve de istenilen menfaatler elde edilmez ve çeşitli bölge ve mnıtıkalara
gidiş geliş sağlanamazdı. Hakeza eğer Allah'u Teala suların rikkat, yumuşaklık
ve akıcılığını sağlamamış olsaydı gemilerde denizde yürümeyecekti.Yumuşak esen
ve gemiye sürat veren rüzgarlar olmasaydı gemiler surat alamazdı.
Eğer çeşitli yönlerden
esmiş olsaydı gemi sağlıklı seyrine devam edemezdi. Eğer Allah'u Teala kalperin
üzerine sabır sebat vererek cesur kılmasaydı, zayıf yaratıklar, kuvvetli ve büyük
yaratıklardan ibret almazdı.
İşte bu zayıf
yaratıklar: ud(asa,odun,direk)üzerinde veya içinde olan kurtçuktur ki ölümün olduğu helak ve düf-fa’nın[181]imaretinde
yer alır. Fulk (gemi)'te şöyle bir fayda daha vardır.Gemiye binen yolcuların
tümü de şu olacağı müşahada ederler.Fırtınalar çeşitli yönlerden estiği,
bulutlar karanlığa boğduğu zaman yapılan ve alınan bütün tedbirler boşa çıkmış olur
ve artık yapılacak bütün şeyler faydasız olmuş olur. Eğer onların yaptığı dua
kabul edilirse geminin yelkenkerinin veya direklerinin üzerinden kurtuluş
alameti olarak hiç şaşmayan kocaman bir yıldız belirir ve geminin kurtuluş muştusunu
veya müjdesini verir ve her ne kadar onlar dalgaların hak’ında da[182]
olsalar.
165-
"Vaktinde görecekleri azabı bilselerdi."
Burada (Ley) harfinden
sonra arzu ettiği bir emir veya korkutup cevaba vasıl olmayan bir emir olgu
varid olduğu zaman olabilecek bütün ihtimaller göz önünde bulundurulsun ve ona
göre düşünülsün buna benzer bir misali de şiirde yer almıştır.
"Eğer sizden biri
ikamete hak kazansaydı her ne kadar serap gibi hayal ettiğiniz şey gelip geçen
mal mülk te olsa ikamet ederdi. Lakin her ne kadar bu olsa da sizden hiçbiri ikameti
haketmemiştir."[183]
Şu şiirde de aynı
manalar ifade edilmiştir.
"Ey Rudeyna eğer
sen yarını müşahade etseydin, iç içe girdiğimiz şeylere gelirdin kardeş
olurduk. Ebu Amr'a bir elçi gönderdik: O da dedi ki aynı olarak kavme hiç bir
şey nimetlerden verilmesin."[184]
168-
"Şeytanın izini takip etmeyin."
Yani amel ve
vesveselerini, bir rivayete göre adımların atılmasıdır.
170-
"Ya ataları bir şey anlayamaz ve doğuyu seçemez idiyselerde mi?"
Burada Elif müşrikler
için tevbih (korkutma, azarlama) için istifham suretinde yapılmıştır.
171-
"Kur'an'a imanmayan."
Kafirler çobanın
hayvanlarına benzerler, çobanın sözünü anlamazlar.
Yani kafirleri Allah'a
çağıran davetçinin misali çağırıp ta çağrısını duymayanın durumuna benzer. Ve
Harisi'nin de şiirinde ifade ettiğine benzer:
"Diyarların
üzerinde durdum, benimle konuştu genç dişi deve göz yaşlarının akmasına mani
olamadı."[185]
Genç dişi deveye
binen.
Bir rivayete göre
manası kalb üzerinedir. Çünkü mana hu-ve'1-men'uki bihi'dir. Burada her ne
kadar (naile) lafzı şu ayetteki gibi de olsa (Ietenuu bilusbeti)[186]
Sonra da (El-Us-betu tenuu biha)'dır. Lakin her iki konumda da mana gayet
açıktır.
Bir rivayete göre
(Naik) kafirlerin kendi ilahlarım çağırma, duymamaları misalidir. Çünkü
(en-Neik) çobanın koyun sürüsünü çağırıp bağırdığı sestir. Bu da zem için bir
sıfat olduğundan kafirler buna daha layıktır.
Şairin de şiirinde
belirttiği gibi:
"Ey Cerir!
Koyunlarına seslen. Zira senin kendi nefsine boşlukta minnet etmen boş ve
sapıklıktır.
Senin kendi nefsine
olan minnetin Darım gibi olman veya hacip ve deve yularının ölçüsünde
olmandır."[187]
173-
"Allah ancak size boğazlanmaksızın ölmüş olanı kesin olarak haram
kıldı."
Ayette geçen
(meyteten)'nin nasbedilmesi (innema)'da ki kaffeten (umum) manası üzerine
olunmuştur.
(Innema) harfi zikredilen
şey için ispat, bunun dışında kalan şeyler için de nefy'dir. (EI-Kavlu
maharremellahu Aley-kum illa keza) (İnne)'nin tahkik için olduğuna delalet ediyor.
(ma)'nın da neyf için olduğuna delalet ediyor. (İnne) bir şeyin tahakkukunu
yapar (ma) da bunun dışında kalan şeyleri nefyeder.
"Ve Allah'tan
başkası için kesilenleri haram kıldı."
El-İhlal: Dua
esnasında sesin kaldırılışıdır.
Şair de şiirde
(ihlal)'ı bu manada kullanmıştır.
"Düz ve katı
yerde yüksek sesle bağıran yolcular tıpkı umre yaparken dua anında yüksek ses
çıkaranlar gibidir."[188]
Nabiğa da şöyle dile
getirmiş:
"Yahut sedef türü
incidir, iner çıkarmak için suya dalan dalgıçlar sevinçlidir, ne zaman ki onu
görürse yüksek sesle bağırır ve secde eder."[189]
Ayette geçen (ğayre
bağin) imama bağilik yapmayan (vela adin) ise haram olan seferilerdir. Bu da
zayıf bir görüştür. Zira helal olan sefer ne ölü olan leş etini ne de zarurette
bunu mubah kılar. Sefer halinde olmayan mukim bir yaşam ortamında mubah kılar.
Çünkü leş eti zorluğa düşen i-çin kanı akıtılarak kesilip yenilen hayvanın eti
gibidir. Ve sonra bağinin (zorluğa düşen) kesilmiş hayvanın etini yemesi adil
olan gibidir. Zira zorluğa düşenin nefisini helak olmaktan ve telef olmaktan
koruması gerekir.
175-
"Onlar ateşe ne de sabırlıdır."
Onları ateşe götürecek
amelleri yapmaya götüren şey nedir?
Ferra, Yemen
kadısından şöyle bir olay anlatır. Mahkemeye gelen iki hasımdan (davacı) biri
yemin ederek diğer hasmına şöyle demiş: Ma esbereke Alallah?
Müberrid şöyle der:
Ayetteki ifade istifham üzerine bina edilmiştir. Kafirler için tevbih
(azarlama-korkutma), bizim için de onların cesaretle ateşe doğru gitmeleri
üzerine bir taaccub misalidir.
177-
"Velakin iyilik Allah'a iman etmektir."
Yani Velakin iyilik Allah'a
iman etme iyiliğidir.
Nabiğa nın da şiirinde
belirttiği gibi
"Ben korktum, ta
ki zilmata retil akil'de dağın sarp yerine geldiğimde kum daha da
fazlalaştı."[191]
Yani Vali'nin (Dağın
sarp yeri) korkusudur.
Bir rivayete göre
ayettekinin takdiri velakin zalbir'dir şu ayette olduğu gibi
"Hum
derecatun"
(Ali İnıran 3/163)
Yani zevu derecatin
(derece sahipleri) İki görüş ye her ne kadar muzaafın hazf edilişi üzerine
yoğunlaşıyorsa da birinci görüş daha iyidir. Çünkü muzafm hıfz edilişi
ittisa'dan (genişlik) bir misaldir. Bunun için haber mubtedadan daha evladır.
Çünkü ecazla (geri) olan ittisa sudur (göğüsün) ile olandan daha layıktır.
Bir rivayete göre
takdiri velakinne'l-berre'dir. .
Hunsa'nın[192]
şiirinde de olduğu gibi.
"Doğarken Ölen
erkek yavru devenin annesi, doğarken ölen yavrusunun saman doldurulmuş yavru
görünümündeki derinin etrafında döner sevgisini belirtir ve bununla başka
deveden olan yavrularla sevgisiyle kendini avutur dilediği kadar otlakta yer,
karnını doyurur hatırlayana dek. Zira o ancak yönelmek ve dönmektir."
Yani bazen yönelir
bazend e sırtım çevirir.
Muberrid şöyle der:
Eğer ben
kiraatçılardan olsaydım, (ba)'nın fethasıyla (ve-la kinne'l-berre) şeklinde
okurdum. (El-buru ve'1-berru) eş anlamlıdır.
"Allah sevgisi
üzerine, yahut mala olan sevgisine rağmen malı, verendir."
Yani mal sevgisi
üzerine veya verme sevgisi gibi üzerinedir. Ensari de bu manada şiir
söylemiştir.
"Atlara sormadın
mı çünkü gitti. Zira benim yavaşlamam ve süratlenmem olmadı. Onun onlarda olan
sevgisinden dolayı mal vereyim mi. Ve çağıranın davetini ver."[193]
"Ve kölelere
verenlere"
Yani mukatebin azat
etmek için kölesiyle yapılan anlaşmadır.
Onlarla mukatebeyse
anlaşmanın bedeli üzerine onlara yardımda bulunmak iyiliktendir.
Bir rivayete göre murad
kölelerin azad edilmesidir.
"Be'sae"
Miskinlik ve fakirliktir.
"Ed-Derrau"
Hastalık, zorluktur.
"Hine'l-be'si"
Savaş anıdır.
"Ahidleştiklerinde
sözlerine sadık kalanların hayrıdır."
Şu takdir üzeredir.
Velakin za'1-birri men amene ve'l-mu-fune: velakin iyilik sahipleri iman edip
ve ahidlerini yerine getirenlerdir."
"Sabredenler."
Kesai'ye göre
(sabirine) (mal)'ın getirilmesiyle naspedilmiştir.
Sanki şöyledir:
"Ve ati'1-male zevi'l-kurba ve's-sabirine" malı yakın akraba ve
sabredenlere verin.
Esah olan görüş isemed
(övgü) üzerine naspedilişdir.
Şairin şiirinde dile
getirdiği gibi:
"Kavmin
uzaklaşmayacaktır, öyle ki onlar, düşmanın zehiri ve denizin afetidirler.
Her savaş yerine
inerler bütün düğüm noktalarını çözmede iyidirler."[194]
Çünkü Kesai'nin kavli
üzerine (Ve ekame's-salete ve'l-mufune)'nin hepsi Atf ile ma'tuf arasında birer
itirazdır. İtiraz ise mu'temed kelam değildir. Onda herhangi bir şey amel
etmez. Bundan dolayıdır ki Ebu Ali şairin kavlinde itiraz menetmiştir.
"Unuttun mu,
güzellik, cemal ve gençliğinde Allah Ieylayi sana hediye etmedi. Sanki yeni bir
sene gelmiş gibi."[195]
İtirazdır. İtirazın
konumu nasptır. Çünkü onda teşbih manasını olduğundan dolayıdır. Manası: Onu
unuttun mu? Yıl daha yeni geçti.
178-
"Öldürülmüş olanın kardeşinden (varisi ve velisinden) katilin lehine
olarak birşey bağışlansa da kısas düşürülse."
Yani öldürülenin
velileri kıssas hakkında katili af etseler de mal üzerine sulh yapsalar veya
öldürülenin bazı velileri affetse veya veli, kısas'ın bir kısmını af etse de
belli bir şey üzerinde karar kılınıp karar bağlansa (Örfe göre diyet
olmalıdır.) Yani maktulun velisi örf neyi gerektiriyorsa ona göre maruf olan
diyeti taleb eder. Katilin bu konuda durumuna bakılmalı ve zorlanıp fazla bir
şey taleb edilmemeli.
"Katil de maktulün
velisine icab eden diyeti güzel bir şekilde ödemelidir."
Yani, katil maktulün
velisine vereceği malı ne eksik nede usule aykırı bir şekilde verir, bilakis
iyi bir şekilde verir. Ayette geçen (ittibaun) kelimesi mahzuf olan mubtedanın
haberi üzerine ref olmuştur. Yani şöyledir. (Fehukmuhu ittibaun) veya
(kendisi mubtedadır). Haberi de mahzuftur, takdiri şöyle (Fettibaun aleyhi).
Şu ayeti kerimeye
gelince:
"Fe iza
lekiytumullezine keferu federbe'r-rikabi."
(Muhammed: 47/4)
İyi olan görüşe göre
(darbe'r-rikabi'nin) iğra[196]
üzerine nasbedümesidir. Çünkü (iza) fiili celbeder.
181-
"Kim o hükmü değiştirse günahı onun üzerinedir."
Yani vasiyyet edilen
hükmü değiştirirse zira vasiyet ile-isau eş anlamlıdır. Veya vasiyet edenin
kavlini değiştirirse. Ayette geçen "El-Cenfu ve El-ismu" Hasan dan
nakledildiğine göre akraba olmayanlara yapılan tavsiyedir.
İbni Abbas'tan
nakledildiğine göre vasiyetin takdirleri neva ve meyillerin hükmüyle değişir.
Ata'dan[197]
nakledildiğine göre şüphesiz o, bir kısmını mahrum bırakmak ve bir kısmına da
vermektir. Bir rivayete göre (El-cenfu) sadece kavildedir. (El-ism) ise kavi
ve fiildedir. Buna göre (El-cenef) vasiyette kavil iledir. İsm: Hastalıkta
vermektedir.
Bu manalara atfen
Cerir şiirde şöyle demiş;
"O bîr halifedir,
hak ile size hükmettiği sürece razı olun ki, kavlinde haksızlığa meyletmeyi
atsın.
Öyle bir hükmeder ki
nifak onunla yok olur. İnsanları bildikleri hak ile müjdelemek istedi."[198]
Katbi şöyle demiş:
"(hafe) alîme (bilmek) manasmdadır. Çünkü (havf) müstakbel için haşyet
(korku) manasmdadır. Vasiyet ise burada vaki olmuş durumdadır." der ve
Ebu'l-Mihcen Sekafı'nin şiiriyle delil getirir.
"Öldüğüm zaman
beni üzümün dibine gömün ki, öldükten sonra onun damarları kemiklerime kadar
işlesin kana kana doyursun.
Beni boş arazide
sahrada defnetmeyiniz, zira ben öldükten sonra onu (üzüm) tadamamaktan
korkuyorum."[199]
184-
"Bununla beraber kim fidyeyi çok verir, yahut hem oruç tutar, hem de fidye
verirse onun için daha hayırlı olur."
Yani daha fazla
miskini yedirirse bir rivayete göre fidyeyi vermekle beraber oruç ta tutarsa
demektir.
185-
"Kaza borcunuzun iddetini tamamiayasınız da."
Yani kazaya kalmış
orucun günlerinin iddeti. Ayın tamahı güç yetiren içindir. Kazaya kalmışların
iddetiyse diğeri içindir.
"Size hidayet ettiği
şekilde Allah'ı bu tekbir bayramı günündekidir."
Bir rivayete göre
Fıtır gününde olan tekbirdir. Bir rivayete göre bu tekbir ibadetinden hidayet
ettiği minval üzerine olan Allah'ı ta'zimdir.
186- "O
halde onlar da benim davetime koşsunlar ve hakkıyla bana iman etsinler."
Ebu Ubeyde'ye göre
El-İsticabe ve El-îcabe eş anlamlıdır. Gunnevi'nin dediği gibi:
"Çağıran şöyle
çağırdı: Ey nidaya cevap veren.
Zira bu anda nidasına
cevap veren ona cevap vermedi."[200]
Murad olunan şudur:
Kabul ve imtisal (fiili) ile emirlerine icabet etsinler ki onların duasını
kabul edeyim.
Muberrid şöyle demiş:
İsticabetten kasıt Allah'ın emrettiği bütün emirlerini yerine getirmede tam
teslimiyet (inkiyad) ve iz'andır ki, Allah'ın emirlerini yerine getirmekle icabet
ettiği zaman Allah da onun istek ve dualarını yerine getirip, kabul eder. Bu
görüş asi üzerine cari olan bir kavildir. Çünkü (iz'an)ın manasında fiili
taleb etme manası vardır. Zira (iz'an) duada şarttır. Tıpkı iman ile tefvidin
ve doğrulukla olan rica (İsteme)'nin onunla çağırdığı (dua ettiği) marifetin
şekli iyi ise hayır ve salahın (yapıcılık) olması gibidir. Üzerinde bulunduğu
marifetin yönü duayı iyileştirir. İcabetin ta'cili (acele olması) veya tehiri,
dua edip Çağıranın maslahatına göre Allah'u Teala onu işitir, kale alır veya
göz Önüne alır veya kelamını ciddiye alır.
Dua edip isteyen kişi
için, Allah'u Teala'nın kendisine uygun görüp seçtiği şey ona göre icabet
etmesinden daha hayırlıdır.
Bütün bunlar birer
şarttır.
Ayette geçen (Errefes)
bu konumun dışındaki yerlerde cima manasında ve kadınlar hakkında kötü fahiş
söz söylemek manasmdadır.
187-"Beyaz
iplik."
Gündüzün ilk
başlangıcıdır. Ebu Duad da şiirinde böyle ifade etmiş: "Karanlık bize
aydınlatıldığı zaman sabahtan aydınlatan bîr çizgi (ışık) çıktı."[201]
Hadis ve şiirde
(Ebyad) kazib değil midir? denilse şöyle deriz dedi: Kurdun iki pençesini
uzattığını görüyor.[202]
Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Ufuktaki sarılık
sizi aldatmasın. Kırmızılık çıkana kadar yiyin, için."[203]
Biz de deriz ki,
beyazın çıkışları doğuşları bittiği zaman kırmızılığın ilk anları belirmeye
başlar. Mahzumi şiirinde şöyle demiş:
"Gece bitip az
bir şey kaldığında neredeyse onun yıldızları peşpeşe kaybolmaya başlar.
Beni ancak sorumlu
tuttukları münadi ürküttü, fecirde (ufukta) maruf olan kumrallık belirdi."[204]
Yeşkeri'nin söylediği
bunlardan daha açıktır.
"Gece,
yıldızlarını bir tarafa meylettirip çekiyor, geri kalanlar da peşpeşe onları
takip ediyor.
Gece sıyrılıp açıldığı
zaman onun gecikmesi üzerine kızıllık rengi mezceder (yani sabah) vakti."[205]
(El-Muğrab) At ve
develerde olur ki atların ön cephesinde kızıllık olmasıdır. Ve iki kirpiklerin[206] ve
yüzünün çok beyazlığından dolayı sabahın beyazlığına bir tabir olarak kullanılmıştır.
188- "O
malları rüşvet olarak hakimlere aktarmayın."
Edleyu'd-delve:
Kovanın dolması için kuyunun dibine saldım manasındadır. Delevtuha: Kovayı su
dolmuş olarak çektim.
İbni Hurma da şiirinde
bu manada kullanmıştır.
"Beni
göremeyeceksin, ancak Malik'in kardeşini, kovasını ona saldığını görürsün ben
de ona salarım çehresi kolay yumuşaktır.
Mahlukatlarm o huylan,
tabiatları bir araya toplanmış tıp-ki es-selarmn vahyi gibi onları
okursun,"[207]
Ayetteki mana Mudliy:
Kastının su almak olması gibi ha-keza hakime gitmek isteyenin de kastı malının[208]
korunmasını istemesidir. Hakim onun kastmdaki sebebi, kovayı suya daldırma
sebebi gibi yapmış, hakimlerin yanında batıl hüccetleri işe karıştırıp
sokmakla ve onların bu yaptıkları şeyler hakimlere bir şey vermekle hemen
yalan yemini yaparlar Öyle ki; buna göre hakim zahirine göre hükmeder, mümkün
olduğu kadar biraz mal koparmak isterler ve daha sonra geri kalan malı da hakime intikal ettirirler
ki aradaki dedikodu ve husumetler ortadan kaldırılsın.
189-
"Sana yeni doğan aylardan soruyorlar."
Yani eksilmesini ve
fazlalaşmasını,
"De ki onlar
insanların muameleleri ve hac için vakit ölçüleridir."
Ayetin bu kısmı ilk
mefhumunu yani aylardaki din ve dünya maslahatlarını beyan eden cümledir ki
bunlar muamemeler, hesaplar, hali bilinmeyen tarihler, belirli mudrub
(belirlenmiş) zaman ve vaadler, mahdud olan eceller ve sayılı günlerin hepsi,
oruç, iftar ve hac menasikleri için belirli vakit ölçüleridir.
"İyilik evlere
arkalarından gelmeniz değildir."
Araplar cahiliyye
devrinde ihrama girdiği zaman evlerin arkalarından birer delik açar arkalardan
girip çıkarlardı. Bir rivayete göre bu durum bir şeyin ön kısmından gelinmesi
bakımından ve giriş kapısından da kapıdan girilmesi bakımından bir dabi mesel
örneğidir.
"Şüpheden ötürü
eve .arkadan girmeyi istemem ve amcam oğlunda ise tırnaklarımı kırdırtmam.
Beni aşirete
şetmetmeyi süslü hoş gösteren veya beni utanç verici bir şeye yaklaştıran emir
veya işten Allah'a sığınırım."[209]
191-
"Sakiftumuhum."
Nerede fırsat
bulursanız. Sakiftuhu sakfen birini yakalayıp öldürme fırsatı yakalamaktır.
Bu konuda Şemmah[210]
şöyle dile getirmiş:
"îki küçük dağın
bir birine doğru olan çıkmtısıyla, uçlara yakın yerler ve tepelerdeki
birbirine yakın dar geçitler onu engelledi. Eğer ikisi ona yetişseydi
kızıllığıyla yarılıp yere doğru uzanırdı. Tıpkı kırmızı eski elbisenin kadın
bineklerinde atılıp örtüldüğü gibi."
194-
"Siz onların hareketine karşı o ayda savaşmakta beis görmeyin...
Hürmetler karşılıklıdır."
Haram aylardaki savaş
(kıtal) tıpkı haram aylardaki küfr gibi kısastır. Burada küfrü büyükleme ve
inkar etme, savaşı inkar etmekten daha evladır.
(El-Hurumatu
kısasun)'dan kasıt: Hürmetler karşılıklıdır, eşittir. Bu aylarda nasıl savaş
haram ise aynı şekilde küfür de haramdır.
Mücahid[211]
şöyle dedi: Zilkade ayında Kureyş 'iler Rasu-Iulah'ı (s.a.v.) Mescid-i Haram'a
girmekten menettiler. Ve gelecek sene geldiği zaman umre vazifesini yerine
getirdi. İşte buna şu ifade delalet ediyordu: "Eşşehrul haramu bişşehril
harami."
196-
"Fein uhsirtum."
Yani alikonursanız.
Merhum Şafii şöyle
demiş: El-İhsar düşman tarafından alıkonulmadır. Çünkü bu ayet Hudeybiye
umresinde Rasu-lullah (s.a.v.) tarafmdan yapılacak umrenin menedildiği yılda
nazil olmuştur. Çünkü burda şöyle diyor ayet (Feiza emintum) emin olduğunuz zaman.
Bize göre (İhsar) alıkonulma hastalık sebebiyle de olur. Bu görüş İbni Abbas ve
îb-ni Mesud'tan sadrolmuştur.
Ebu Ubeyde ve İsmail
b. İshak Kadi[212] Şafi'nin yolunu
izleyerek (îhsarın) hastalık, alıkonulma ve düşmandan dolayı da olur demişler.
Muberrid Hasare'nin hapsetmek ve alıkoymak manasında olduğunu söylemiş.
Huzeli de şiirinde bu
anlamda kullanmıştır.
"Onun iki dostu
da geldi, her ikisi de gözyaşları akıtıyordu. Dediler ki: Bir kavme ahd,
anlaşma yaptık.
Öyleki onlar onunla
muhasaraya aldılar. Şüphesiz bu bir ölümdür maktuldür."[213]
İhsar hastalık
alıykoyma ve düşmandan dolayı olur. Mu-berrid şöyle dedi: hapsolunan veya
alıkonulanın asi üzerine sunulmasıdır. Şu sözde olduğu gibi (El-ketelehu) yani
onu ölümle burun buruna getirdi veya ölüme terk etti? (Ekberrehu) Ona mezar
yaptı demektir.
"Kurbandan
hangisi sizin için kolaysa o vacib olur."
İbni Abbas'tan
nakledildiğine göre bu kurbanlık koyun veya koç veya kuzudur. Bizim de
görüşümüz budur.
"Ve Kurban
mahalli olan Minaya varıncaya kadar."
Müfesirlerin hepsine
göre yeri Harem'dir.
Şafii'ye göre kurban
mahalli ihsar edilen alıkonulan yerdir. Kesai'nin görüşüne göre (Mehille)
şeklinde kesreyle olması ihramdaki ihlal (ihramdan çıkma)dır. Fethayla
(mahalle) hulul (helal) yeridir.
"Kim umresini
bitirip ondan faydalanarak haccı yaparsa."
Yani ihramlıyken
umresini yapıp hac farizasını eda ederse ki bu hac aylarında olur. Abadiler
(dört Abdullah'ın) ve fukahanın görüşlerine göre umresini bitirdikten sonra hac
için ihrama girdiği zaman ailesinin yanına gidebilir. Suddi şöyle demiş o
umreyle Haccı fesedendir. İbni Zübeyr'in dediğine göre; Hac zamanı bittikten
sonra alıkoyulan (hapsedilen) kişinin Mekke'ye girmesidir.[214]
"Ona hac
günlerinde üç gün oruç tutmak."
Hac aylarında ihrama
girmeden önce ve iki ihram arasından Arafat günane kadar olan zamandır.
"Döndüğümüzde 7
gün oruç tutmak."
Bizim görüşümüze göre
hacmin hacdan dönmesinden sonradır. Hatta bu kişi hacdan döndükten sonra
ailesinin yanına ulaşmadan orucunu tutsa yine makbuldür.
"Tam on gün oruç
tutmak vacib olur."
Bu durum kanaat
ettirme, iktifa etmede, bedel olup ödeme yerini tutmadır. Bir rivayete göre
oruç kurbanın yerine tutulur. Veya yerine konulur. Bir rivayete göre iki adedin
tümü için ifade edilmiştir. Çünkü araplar o gün hesap bilmiyorlardı.
Bu konuya açıklık için
Ferazdak da şiirde söylemiş:
"Üç ve iki ve
onlar beştir. Bir koku alma duyuma meylediyor. İkisi de iki yanımda düşüp
gecelediler. Ben de ka- panmış büyük kapının yanında geceledim."[215]
(Hadiril mescidil
haram)'dan kasıt: Mekke'nin asıl o ahalisi ve orada ikamet edenlerdir. Bize
göre onlar bu durumdan faydalanamazlar. Eğer yaparlarsa onlara cinayet demi
(kanı) gibi diyet gerekli olur. Temettü kanı gerekmez.
197-
"Hac ayları bilinen aylardır."
Takdir şöyle Eşhurul
hacci eşhurun malumat muzaaaf haz fedilmiştir. Veya asıl hac belli hac
aylarının haccıdır. (El-Haccu Haccu eşhurul ma'lumat) muzaf olan mastar haz fedilmiştir.
Veya hac aylarını haccın içinde olduğu aylarda kılmıştır. (Cealel eşhurel hacc
Iemma kanel haccu fiha) Tıpkı şu sözde olduğu gibi leylun naimun ve neharun
saimun
Hac ayları: Şevval,
zülkade ve zilhiccenin on günüdür. Üçüncü günün bir kısmını da cemetmiştir.
Mesela eğer bir fiil cuma gününü bir kısmında vaki olmuşsa o şey cuma gününde
olmuştur kavil sahih olmuş olur. Tıpkı belirli bir vaktinde sahih olduğu gibi.
Mücahid ve Katede'den
şöyle nakledilmiştir: Zilhicce ayının tamamı hac aylarından sayılır. Buna örnek
te Rainin şiirinde rastlamaktayız.
"Halife Osman b.
Affan'i haksız yere öldürdüler ve bıraktılar ki onun gibi öldürülene
rastlamadım."[216]
Hz. Osman'ın katli
zilhiccenin 17'sinde olmuştur.
"İşte kim o
aylarda haccı, ihrama girerek kendine farz yaparsa artık haccda kadına
yaklaşmak günah yapmak ve kavga etmek yoktur."
Ayette geçen (Femen
fereda)'dan kasıt; kendi nefsine gerektirmesidir. Yani hac için ihrama
girmesidir.
Er-Refes kadınların
zikredildiği anlarda cima ve cimaya sebebiyet veren bütün hal ve hareketlerdir.
El-Fusuk sövmektir.
Bir rivayete göre bütün masiyetlerdir.
El-Cidal Rıfkat
ehliyle yapılan kavga vb. şeylerdir.
Bir rivayete göre (La
cidale fil hac)'İn zilhiccede olduğuna dair hiç hilaf yoktur. Bu yönü. (La
refesun velafusu-kin) Her ne kadar tenvinle böyle okunsa bile[217] (La
cidale) kavli nefy için olduğundan tenvinle olmaz. Çünkü haccın zilhiccede
olduğu üzere mücadele veya münakaşa etmediler. (Vela refese) nehydir. Çünkü
cima ve cimaya götürün hareketlerin olma olasılığı vardır. Cidal'deki (la)
nefy içindir. Ama (Errefes ve EI-Fusuk)'ta (leyse) manasındadır.
198-
"Arafat'tan inip döndüğünüzde.-."
Kabın su ile dolup
taştığı gibisiz de Arafat'tan Müzde-life'ye hep beraber indiniz. Burada
(Arafatin) kelimesi, te'nis ve tarif alameti olduğu halde munsarıf yapılmıştır.
Çünkü (Arafatin) kelimesi cem'in (toplum veya çokluğun) manasını içerip
hikayesini andıran bir isimdir.
Kim dese: Arafat kelimesi,
Arefetunun cemidir, bu durumda onu, cemu'I-cemati manasına sarfetmiş oysa cem
lafzında (tenis) alemeti yoktur. Arafat ismi büyük ve kalabalık halde olan bu
toplulukta insanların karşılaştıkları zamanki tanışmalarından meydana
gelmiştir. Bir rivayete göre Cebrail (a.s.) İbrahim'e (a.s.) hac menasiklerini
gösterip öğretiyordu. Arafat'a geldikleri zaman İbrahim (a.s.)'da Areftu
(tanıdım), (bildim) demiş ve bundan dolayı bu isimle adlandırılmıştır.
Bir rivayete göre
Adem'le Havva (a.s.)'ırt burada bir araya gelip tanışmalarından dolayıdır.
Meş'ari'I-Haram İbni
Abbas'tan nakledildiğine göre Müzdelife'deki iki dağın arasıdır.
İbrahim'den[218]
nakledildiğine göre imamın üzerinde durduğu dağdır.
199-
"Sonra insanların döndüğü yerden siz de dönün."
Bu emir Kureyş ve
müttefikleri olan Humslularadır. Bununla onların Arafat'tan topluluğa doğru
dönmeleri isteniyordu. Çünkü onlar cem'de (topluluğun olduğu yer) durup,
"Biz Allah'ın harem ehlinden olduğumuzdan oradan çıkmayız."
diyorlardı. Bir rivayete göre bu dönüş (ifade) cem'den Mina'yadır.
Zira Arafat'taki
(ifade) dönüş zaten zikredilmiştir bu da onun üzerine atfedilmiştir
(ma'tuftur). Bizzat kendisinin olduğu sahih değildir. Şu kavilden murad
(İnsanların döndüğü yerden) İbrahim (a.s.) ve ona tabi olandır.
200-
"Atalarınızı anarak öğündüğünüz gibi Allah'ı anın."
Cahiliyede Arafat ve
Müzdelife'de durulduğu zamanın atalarının öğünülecek durum ve bıraktıkları
eserleri bir bir sayıyorlardı.
Ferazdak'ın şiirinde
zikrettiği gibi:
"İnsanlar yapılan
şeyleri zikrettikleri zaman kendilerinin hakkında zikredenleri duydukça Ebu
Harb'in şaşkınlık ve hayretleri artıyordu. Her kabilenin şerefi onlarda son
buluyordu. Bundan dolayı onların gözyaşları aktı. Yaşlılar ve siz beni.Nezzar
oğullarının iki ileri geleni ve başkanısınız. Her ikisi de, faziletleri
bilenlerin hissedenlerin yanında sayıldığı zaman beni Nezzarm iki ileri
gelenleri olurlar."[219]
Ayetteki (min helak)
hiçbir nasip yoktur anlamındadır.
İhtisas manasındaki
(El-helaketu)'dan veya takdir ve bir şeyi tespit etme manasındaki
(El-Heliketun)'dandır.
203-
"Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin."
Eyyamu'l-ma'dudat: Üç
teşrik günüdür. Bu: malumattan sonraki zilhiccenin on günüdür. İki isimdeki
sebeb (ma'iu-mat) ismi daha meşhur olduğundan dolayı bununla insanlar haccı bilme
vaktine Özen gösteriyorlardı. Madudat ismi Kıyasen ma'lumat kelimesine göre
daha az olduğundan tıpkı (şehruremedane)nin neshettiğİ ma'dudat gibidir.
Burda-ki ma'dudat her ayın üç günündeydi. Zira bir şeyde killet(azhk)olduğu
zaman ta'dit te (sayım) daha fazla sürat kazandırır, yardımcı olur.
Ma'dudattaki Allah'ın
zikri ise (Tekbir)'dir.
İbni Mes'ud'a göre
tekbirin başlangıcı Arafe günündeki sabah namazından başlar ve her farz
namazdan sonra sekiz vakit söylenir. Ve sekiz vaktin sonuncusu da Kurban günündeki
ikindi namazıdır. Ebu Hanife'nin mezhebi de böyledir. Bir kavle göre 23 vakit
namazdır. Ve son namaz vakti de kurban bayramının ikinci günden sonraki son
ikindi namazından sonradır.
Teşrik günlerinden ilk
günü insanların Minada durması nedeniyle (yevmel kerr veya kirr) diye
isimlendirilmiş ikinci günü (Yevmun nefer) diye adlandırılır. Çünkü o
gün-herkes oradan ayrılıp ailelelerine giderler. (Kim iki günde Mina'dan dönmek
için acele ederse ona günah yoktur.) İfadesinden murad da işte budur. Yani (Neferul
evvel)'de ilk neferde çıkmak için acele ederse (geri kalana da günah
yoktur)'den murad ta (neferussani). Yani ikinci neferdir (gün).
(Fela isme aleyhi)'tde
(günah olmayan gün) Mina'nın üçüncü günüdür. Bu üçüncü günü Yevmus sadre sirmen
adıyla da isimlendirilmiştir. (Neferul evvel kirmen diye de isimlendirilir.
Kitaplarda isimleri ve tertibi hakkında ihtilaf edilmiştir.
"Bunlar günahtan
sakınanlar içindir."
Ayetteki bu ifade İbni
Abbas'tan nalkedildiğine göre haccm tamamlanması ve kaçınılması gereken mahzurlarıdan
sakınılması bakımından geçen bütün fiil ve hareketlerdir.
Suddi şöyle demiş:
Amellerinin boşuna çıkmaması bakımından ömrünün geriye kalan kısmındaki
mahzurlardan sakınilmasıdır.
204-
"İnsanlardan bir kısmı vardır ki onun bu dünya hayatına ait fasih sözü
hoşuna gider."
Ahnes b. Şureyk hakkında
nazil olmuştur. Rasulullah’la (s.a.v.) sulh yaparak iman ettiğini söylemiş ve
sonra hilesi ortaya çıkmıştır. Güya Rasulullah'ı aldattığını zannetmiştir. Bu
görüşmeden sonra Rasuluilah'm (s.a.v.) yanından ayrılmış ve bazı müslümanlann
ekinlerini ve eşeğini boğazlamış[220]
El-Elid[221]:
Çok husumet yapan elledidan: boynun her iki yanıdır. Sanki (El-Elid) söz için
halden hale safhadan safhaya kalbedilmesi gibidir. Sa'lebe b. Su'ayr Mazi'nin
şiirinde belirttiği gibi:
"Umulur ki bazı
hasımlar vardır insanı rencide etme meylindedirler, acaip ve kötü bir şekilde
içindeki hıyanet ve kinleri dışarı atarlar. Çok husumetkardırlar, onların
kötülüklerine rağmen ben onlara taatufta bulundum. Onların batıl olan
şeylerini, zahir olan hak ile yok ettim."[222]
El-Hisam Halil'e göre
mastardır. Züccac'a göre Bahr ve bihar'da olduğu gibi Hasm'ın cemidir.[223]
206-
"Cahiliyyet duygusu izzeti onu günah işlemeye götürür."
Yani kalbinde olan
günah ve kötülükten dolayı Bir rivayete göre izzet duygusu onu günaha
sürükler.
207-
"Kim satar."
Yani nefsini Allah'a
ibadet yolunda (feda eder) satar harure ehlinin kendi nefislerini (şirat) diye
isimlendirmesi de bundandır.
Ebu Ayn Harici de
şiirinde (şirat) kelimesini zikretmiştir:[224]
"Sanki o, yabani
parçalayıcı bir pençeye takılıp kalan bir et parçası veya uzuv gibi yaklaşır ve
mızraklar onu kaldırır.
Yere düşeni görür,
parçalayıcı hayvanlar onu süratle alıyorlar. Zira satılanların feda edilenlerin
ömrü pek kısadır."
208-
"Hepiniz iç ve dışınızla sebat üzere İslama girin." Teslim olup
(sebti) terketmeyen bir grup ehli kitap hakkında nazil olmuştur.
Bir rivayete göre
münafıklar hakkında nazil olmuş ve İslam'daki bakış açılarım, batınlarını,
zahirleri gibi yapmaları için emrolundular. Bir rivayete göre bilakis o tüm
islam şeriatının öğretileri için müminlere verilen bir emirdir.
Hasan'in dediğine
göre, müslümanların islam üzere devam etmeleri için olan emirdir- Çünkü o fail
vacib (gerekli olan şey) için istikbalde de aynısını (mislini) yapmakla emrolunmuştur.
Şu ayette de olduğu gibi;
"Ey iman edenler
iman ediniz." (Nisa:
4/136)
(Es-Selem)in fethayla[225]
olacağını savunanlar sulhu kastetmişlerdir. Bu ifadeyle islamm sulh olduğunun
murad edilişi imtina edilmemiştir.
Zira İslam'ın kendisi
zaten sulhtur. Müslümanlar yardımlaşma ve destek bakımından tek el
misalidirler.
(Kaffeten)'den kasıt
cemiandır. (Hepsi) Kefeftuş-şey1 onu topladım cem ettim manasındadır. Kiffetul
mizâni içinde olanı cemettiği içindir.
Keffussevb Elbiseyi
dürmektir.
Menetme manasında olan
(El-Keffe)'den olması da caizdir. Çünkü onlar toplandıklarında karşılıklı
menederler.
210-
"Şeytana tabi olanlar, yalnız gözetliyorlar ki Allah buluttan gölgelikler
içinde meleklerle geliversin."
Murad Allah'ın
ayetlerinin gelişidir (getirilişidir). Ayetlerin şanlarının yüceliğinden Allah
zikredilmiştir. Bir rivayete göre bilakis takdiri şöyledir: "Ye'ti hum
emrullahi" Allah'ın emrinin gelişini bekliyorlar. Ama (Muzaaf)
hazfedi-lmiştir. Şu ayette de olduğu gibi:
"Ev ye'tiye emru
rabbike." " (Nahl: 16/33)
Bundan da belli oluyor
ki her iki ayet te kıyamet halinden haber veriyor. Ayetlerin ikisinden birinde
bu emir zik-redildiği zaman diğer ayette mefhum olarak mukadderdir.
Bir rivayete göre
şüphesiz lafız getirmeyi kesinleştirip sabit kılsa da işaret edilen mefhum
manalar bunu nefyetmektedir. Çünkü halet kullarına şu suretler üzerine takdim
edilmiştir. Bütün vaaz nasihatler ve Rasullerle kullarını ıslah etmeye
çalışır ve daha sonra der ki eğer bunlara rağmen ıslah olmazlarsa onların
kendi nefislerinde gelmesinin artık imtina olup imkansız olduğu üzerine kesin
kanaat olunca hala gelmesini veya gönderilmesini mi bekliyorsunuz denilir.
212-
"Dünya hayatı kafirlere süslü göründü de."
Bir rivayete göre
şeytan onlara dünyayı süslü göründür-miiştür. Bir rivayete göre bunu, Allah'u
Teala yapıyor ki verilen sorumluluk sahih olsun ve arzulamakla beraber bunu
terketsin ve sevabın kadri yücelsin.
(Hesapsız) Bu veriliş
tefeddul ciheti üzerine hak etmeksizin verilecek olan nzıktır. Şu ayette
olduğu gibi:
"Ataen
nisaba."
(Nebe: 78/36)
Yani Ameline mukabil
ve yeterli derecede fazlası verilecektir.
Kutrub'un görüşü
şöyle: Allah'u Teala'nın indindeki hesapsız olan veriliş onun rahmet ve
faziletinin bolluğundandır. O da amellerimizin derecesine göredir. Burada sanki
hesaplayan, sayılı olanı hesaplanmayacak ve sayılmayacak derecede verdiğine
benziyor.
213-
"İnsanlar tek ümmetti."
Ümmet burada dindir.
Nabiğa de şiirinde din manasında kullanmıştır.
"Nefsin için
şüphe bırakmayacağıma dair yemin içtim.
Ve itaat eden bir din
ehli için ye'se düşmek olur mu?"1
Muzaaf hazfedilmiştir.
Yani Ehle milletin. İbni Ab-bas'tan nakledildiğine göre o millet (din)'de
dalalettir. Ha-san'dan nakledildiğine göre her ne kadar Allah'ın arzı (kainat)
hüccet ve ayetlerden hali olmamışsa da genel olarak onlarda dalalet
görülmüştür.
İlk önceleri müttefik
daha sonraları ihtilaf edip tefrikaya düşmüş olmaları da caizdir, (Bağyen
beynehum) mef'ulun leh üzerine naspolmuştur. Yani (vemahtelefu illa lil bağy)
Ancak bağyilik üzere ihtilafa girip tefrikaya düştüler.
(Biiznihi) Yani
Fehtedev biznihi Yani bi-ilmihi (Allah'ın izni ve ilmiyle hidayet buldular.
214-
"Em Hasibtum: Yoksa zannettiniz mi."
(Em) ibtida ve
istifham içindir. Ancak burada istifham manası çekip alınmıştır.
Tıpkı şu sözünde
olduğu gibi (Merertu bireculineyyi reculun) bundan dolayıdır ki (ey) harfinin
irabı yapılmıştır. Atıf vavı bunun gibi atıf ve hem de cem içindir, (maa) konumuna
konulduğu zaman cem manasına gelir ve atf manası şu misalde olduğu gibi:
"isteva elmau vel haşebetu" Hakeza atf (fa) sıda hem atf hem de itba
içindir. Şartın cevabında kullanıldığı zaman atfolmaktan çıkar ve şu misalde
de olduğu gibi itba için olur (intekum feene ekum). Kalksanız ben de kalkarım.
"Velemma
ye'tikum."
Yani size gelmeden şu
ayette olduğu gibi:
"Ve aherine
minhum lemma yelhaku." (Cuma: 62/3)
Onlardan başkalarına
ki henüz onlara kavuşmamışlardır.
Ayette geçen
(Lemma)'mn aslı (lem)'dir. (Lemma) tek başına sana şöyle diyenin sorusu için
cevap olabilir: "Eka-dime Zeydun Zeyd döndü mü?" Sorusununa cevaben
(Lemma) dönmedi diyebilirsin. Ama (lem) gelmesi caiz değildir.
"Vezulzilu."
Yani korkuyla sallanıp
ürküp sıkıntıya, darlığa girdiler. Bu olay Ahzab harbinde olmuştu.
(Zulzilu)'nun aslı (zul-lu)'dur. Manasının dehşet muzaaf ifade etmesinden
dolayı lafız da manasına binaen böyle gelmiştir. Şu söz gibi: sar-re ve
sersare.[226] Halil şöyle demiş: Onlar
sanki çekirgenin sesinde istitale (uzatma olduğunu zannederek) sarre dediler
ve şahin kuşunun sesinde de takti (kesinti) olduğunu zannederek sarsare
dediler.
"Rasul deyinceye
kadar."
Yani taki rasul (elçi)
vadedilen yardımı istesin. Bu yardımın gelmediği veya gelmeyeceği anlamına
gelmez. Çünkü rasul, yardımın maslahat icab ettiği zaman Allah'ın geciktirmeyeceğini
çok iyi bilir.
Hakeza şiddet gam ve
kederde olan kimse için ferahlığın gelişi de gecikmez. Zira dünyada bunun zail
olacağı veya bunun üzerine öleceği müjdesi verilir ki bu da ahirette çok büyük
bir nimet karşılığında verilcektir ki bu asıl baki kalan ve daha hayırlı
olandır.
(Yekulu)[227]
kelimesini refayla okuyanın durumuna göre kelamın manası şudur: "Sabır
yardım gelecek vakte kadar devam edecek ve takdiri şöyledir: "Hattar
rasulu kailun"."
Şairin dediği gibi:
"Köpekleri
havlayana kadar, gelmeye teşvik ediyorlar ve gelecek olan diğer siyahları da
sorup hesaplamıyorlar.
Onların yüzleri beyaz
soyları veya uzuvları şereflidir. Burunlarının koku alması, ilk tarzdaki
gibidir.[228]
Hatta onlar şu anda da
böyledirler.
217-
"Haram olan ayda savaşın hükmü nedir, diye sana soruyorlar."
(Kıtal) kelimesinin
inhifadı (cer olması) şehr kelimesinden bedel üzerine bedelu'l-iştimal
olmasından dolayıdır. O da lafızda birincisinin dışında olan ikincisidir. O da
ya ona dahildir veya onda mukadderdir.
A'şa da şiirinde bu
misalda olduğu gibi dile getirmiştir.
"Ey Hureyre!
Yarın bir gün kınayan kınasa da sen onu bırak terket yahut sen ayrılık ve
fesattan dolayı gözünü buruşturup susuyor musun.
Bir halden bir hale
geçmede öyle bir geçişle geçtim ki, ihtiyaç ve arzuları gerektiriyor ve bıkanın
bıkmasını gerektiriyor."
Sen de görüyorsun ki
(havi) (sevau) üzerine müştemildir ve ona nail oluyor.
"Allah'ın yoluna
sed çekmektir."
Yani haram aylarda
yapılan savaş ve mescidi haramın yanında müslümanlarm haccetmesine engel
oluyor.
219-
"Yine sana hangi şeyi nafaka vereceklerini soruyorlar. De ki
ihtiyacınızdan geri kalanını harcayın..."
Yani ihtiyaçtan geri
kalanmından ne yapacaklarını soruyorlar.
Bir rivayete göre
kolay ve müyesser olanıdır. Mesela Huzama afa sehule kolay ve safi
manasındadır. Bir rivayete göre o kasd (niyet edilen) ve El-vast'tır
(El-Afve)'nin nas-bedilişi mensuh olan (maza')'nın cevabı olduğundan dolayıdır.
(Maza) tek isimdir. Çünkü sen şöyle diyorsun (Anma-za Tes'el) yani neyi
soruyorsun.
(Amma) kelimesinin
sonundaki (elif) harfini (Amme yetesaelune)'dekî elifi hazfettiğin gibi
hazfetmiyorsun. Çünkü bu, ismin sonu olmadığındandır. (Mana yun fikune) cümlesi
(ma yunfikune)'nin aynısıdır. Cevabı yunfikunelafve.
(El-afvu)'yu[229]
merfu okuyan (za)'yı (ellezi) yerine koymuş olur ve ikisini de isim yapmış
olur ve sanki kavi böyledir. (Maellezi yunfukine).
220-
"Eğer Allah Teala dikseydi, sizi muhakkak zahmete sokardı da..."
Ayette geçen (Le
anetekum)'den kasıt yetimlerle beraber yaşamakta sizi oldukça zahmete sokardı
veya size sorumluluğunu verdiği bütün mesuliyetlerde size çok zahmet verirdi.
Ama asıl ibret lafzın umumu içindir. Hakeza Ebu Ubeyde (elinat)'ı helak[230]
(helak etmek) ile mana etmiştir.
(El-Annet) 'nin aslı şiddet ve meşakkattir.
Mesleme b. Abduİ melik
te[231]
şiirinde bu manada kullanmıştır.
"Milletle sesler
yükselmeye başladığı zaman ben öyle bir yerdeyim ki muhakkak orada milletin
korktuğu bir meşakkat vardır demektir.
Benim yerim ise sabır
ile hayal edilecek bir yerde olurum ta ki çıkan yükselen sesler neden çıktığı
yükseldığibeli olana dek."
222-
"Onlar temizlene kadar."
Yani kadınların adet
kanı kesilene kadar ve o hallerinden i temizlenene kadar onlara yanaşmayın. Ve
yattaharne[232] yatetahharne ve
yağtasilne)'dir ama idgam yapılmıştır,
223-
"Nasıl isterseniz."
Ayette geçen ennaşi'tum.
Nasıl isterseniz manasındadır. Bir rivayete göre nerden isterseniz ama asıl
cima edilecek yerden şaşmadan öylece yanaşın. Şu delille: "Kadınlarınız
sizin tarlalarınızdır." "Kendileriniz için ileriye hazırlık yapın."
Bir rivayete göre bu cima anında yapılan bir isimlendirmedir. Evla olan
lafzına olan umum itibarıdır. Şöyle düşünülmesi lazım. Sanki bu emir mübahlığı
ve sakınılması gerekenin akabinde, salın amelleri ve daha nice şeylerin hazırlığını
yapın şeklindedir.
224-
"Yeminlerinize hedef yapmayın."
Yani: Islah etmeyi,
takvayı ve iyiliği terketmede illet ve hüccet gösterip, onunla kendinizi
savunmak ve şer işlerinize peşkeş çekmek amacıyla, Allah'ı yeminlerinize hedef
yapıyorsunuz.
Burada sanki yemin etme
takva ve iyiliği meneden bir sebep unsuru olarak sunuluş gibidir veya
ikisinden yüz çevirmeyi gerekitren bir sebeptir.
Cerir de şiirinde bu
manaları içeren ifadeler şeklinde kullanılmıştır.
"Ne aceleci bir
tavırla yapılan kınamalarda ne de ziyaretleri devamlı olmayan arkadaşta hayır
vardır. Ne üzerinde fazla yemin edilen malda ne de çıkışları olmayan
yeminlerde hayır vardır."[233]
Bir rivayete göre
Yemini ihtiyaç olmadan ve istisnasız olarak kelamınıza peşkeş çekip boşboş
yemin etmeyin. Ki zaten kul kendi işlerine malik değildir ki yeminde de kastedtiği
şeyi azmetsin.
"En teberru"
Bu kavle göre manası
şudur: (Enla teberru)'dur. Ama (la) harfi kasem manasında olduğundan dolayı
hazf olmuştur. Açık bir misal de İmriu'l-Kays'm şiirinde görüyoruz:
"Allah'a yemin
olsun ki şayet başımı ve bütün uzuvlarımı da senin elinin altında kesseler
yine oturmaya devam edeceğim."[234]
Burada (Uksimu) yemin
ederim ifadesi hazf edilmiştir. Kasem fiili kasem harfi ve nefy harfi. (Muksemu
biha)’dir. Yani yemin edilendir.
Sibeveyh'e göre filin
ona vaslolmasıyla ve cari olan takdire göre ayetteki (enteberru)'un konumu
nasptır. Halil'in yanında da konumu (hafd) çerdir. Çünkü takdiri (lien teberru)'dur.
225- Allah
sizi, kasıtsız yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz.
El-Lağv: Zan üzere yapılan
yemindir. Çünkü yaptığı yeminin tam hilafına çıkar. Bu, İbni Abbas ve
arkadaşlarından rivayet edilmiştir. Aişe'den nakledildiğine göre: Kalbinde ve
kastında birşey olmaksızın dille ansızın veya alışkanlıktan dolayı geçendir.
Ferezdak'ın dediği gibi: Yaptığınız yeminlerde kasıtlar olmadığı zaman dediğin
sözden dolayı sorumlu tutulmazsın.[235]
El-Lağv'da asıl:
İtibar edilmeyen veya sayılmayan yeminedir: Şairin dediği gibi.
"Merhum yanında
öyle bir lağv yeminiyle yemin ediyor ki tıpkı senin deve yavrusunun diyetinde
lağv yemini yaptığın gibi."[236]
Yani diyet vermeden
deve yavrusuna itibar edilmez ve alınmaz. Lağvu't-tair'de bundandır: Kuş'un
istikamet üzere ve dönüşü olmayan sesidir. Mazini şiirde şöyle demiş:
"Ey Umeyr! Beyaz
yüzlü kerem sahibi faziletli o bir gurup genci hatırlıyor musun?
Sabahtan önce ve
kuşların nağmelerinden önce, ben onlardan erkenden çok çok içki satın
aldım."[237]
226-
"Yu'Iune: İla yapıyorlar."
Yani yemin edip
hanımlarına yaklaşmayan (ilau, eliyye-tun, elvetun, ilevetun velilau) burada'
kişinin karısına şöyle demesi anlamındadır. Vallahi dört ay sana yaklaşmak
yoktur veya vakit belirtmeden demesi. Veya bu yemindeki niyete göre hanımını
kendisine haram kılmasıdır. Eğer dört ay süresi dolmadan cima ederek hanımına
yakınlık gösterirse yeminden dönmüş olur. îş biter ve normal hayat süreci devam
eder bu sürede hiçbir yakınlık olmazsa karısını boşaması gerekir. (Talakı bain
ile). Etterabbus: beklemektir. Bir rivayete göre sabretmek manasındadır. Sanki
kelimenin maklubuyla açıklanmıştır.
228-
"Selase kuruin: Üç kuru'."
El Kur'u çoğu sahabe
ve fakihlerden nakledildiğine göre hayızdır.[238] Bir
kısmından nakledildiğine göre tuhr[239]
(temizlik)'dur.
Kesai'nin zikrettiğine
göre (Ekraeti'l-mer'etu) kadın hayız oldu ve buna da mukriun denilir.
Bu keliminin aslı
Kur'an ve sünnetin deliliyle nerede olursa olsun içtima (toplanmak)
manasındadır. Karınca ve insanlar için toplanılan yer köy ayrıca suyun havuzda
toplanması manasındadır.
Hayız (adet) halindeki
ictimadır. Çünkü eğer tuhr'da (temizlenme vakti) ise adet kanı birden akıp
giderdi. Her ne kadar asi olan intikal idiyse de, arapların şu sözünde olduğu
gibidir. (Kereeti'n-nucumu ve ekraet) yıldızlar intikal etti. Çünkü hayız
(adet hali) temiz ve sabit iken sonradan intikal ile arız olan bir halettir.
"Allah'ın
rahimlerinde yarattığını saklamaları kendilerine helal olmaz."
Yani hayız ve çocuğu
saklamaları helal olmaz ve kocalarının kendilerine dönmesinin önü ve hayızdan
baki kalan şeyin kesilip önüne sed veya engel teşkil edilmemesi (ve daha
Önemlisi de) cahiliyyede olduğu gibi rahimdeki çocuk başkasına ilhak edilip
nisbet edilmesin.
229-
"Talak ikidir."
Yani Ric'i talak
adamın biri, Rasululah'dan (s.a.v.) üçüncü3 talak hakkında sorduğunda şöyle
dedi: "Ayetin diliyle: "Ya güzellikle salmak vardır."[240] Zira
cahiliyyenin talak sayısı da üç idi. İbni Abbas'tan bu konuda sorulup A'şa için
Jm konuda sorup şiirde şöyle cevap verdiği gibi:
"Ey cariyem (veya
komşum) söyle sen onun boşadtğısın. Hakeza insanların işleri böyle gelir geçer.
Söyle, talakı ba-in asadan daha hayırlıdır. Eğer onun dehşet şimşekleri başında
devam ediyorsa. Söyle, iffetini korumak zemedilme-miştir. Onu sevenler hakeza
yanımda da sevilmiştir."[241]
İşte üç talak burda da
açıklandığı gibidir. "Meğer ikisi de Allah'ın hükümlerini aralarında yerine
getiremeyecekleri korkusunda olsunlar."
Ebu Ubeyde'nin
dediğine göre (Ella yukima)'dan kasıt yerine getirip riayet[242]
edememedir. Bir rivayete göre zan-netmemeleridir.
232-
"İddetlerini bitirdiler mi?"
Ayette geçen Febelağne
den kasıt iddet müddetine yaklaşıp bitirmeleridir veya rec'i talak’ın
müddetlerini bitirmeleridir.
231-
"Sakın Allah'ın ayetlerini şaka yerine tutmayın."
Ayette geçen (Huzuven)
furu kısımlarının çok olması ve çeşitlerinin muhtelif şekillerde olmasıyla
beraber, nikah, talak, ric'i ve hul'un hükümlerini kapsayan Allah'ın hüküm ve
ayetlerini alaya almayın demektir.
Hasan şöyle demiş:
Kişi ilk önce karısını boşayıp serbest bırakırdı ve daha sonra ben şaka
yapmıştım dalgaya almıştım derdi.
"Yoksa haklarına
tecavüz için zararlarına olarak tutmayın."
Ayette geçen (El-adl)
ise menetme ve zora koşmaktır. Mesela (A'delel emre) işi zorlaştırdı
manasmdadır. (Adde-letil mer'ete ve a'delet) kadının doğumu zorlaştı manasmdadır.
Eseltan Abdi de
şiirinde bu manada kullanmıştır.
"Ey onun üzerinde
sıyrılıp galebe gelen geceler Öyle ki yaralayıcı o mukavametin üzerine daha
fazlasını yaşlısını Örtüp getiriyor.
.
Gürültülü büyük atlı
askeri orduda onun benzerlerini görürsün öyle ki açık saha da onların
oturmalarına dar gelir.[243]
233-
"Mirasçı olanda yiyecek giyecek ve zarar hususlarında baba gibidir."
Yani baba öldükten
sonra çocuğa varis olan şahısta nafaka konusunda kendisine çocuk doğan
gibidir. Tabiki ba-ba hayatta olsaydı bu hükümlere muhatab olacaktı. Bu varisler
yakın akrabadan oluşan bütün mahremleridir.
"Eğer ana ve baba
aralarında danışma ve rıza île iki sene dolmadan çocuğu memeden kesmeyi arzu
ederlerse ikisine de günah yoktur."
Ayette geçen
"fisalen" den kasıt: çocuğun sütten kesilmesidir. Aralarındaki rıza
da anne babadan herhangi birinin bunu bilmemesiyle çocuğun sütten kesilmesinde
isteme-mezlik yapmamaları içindir. İşte bu şüphenin ortadan kaldırılması
içindir. İstişare (teşavur) ise şunun içindir. Zira ikisi, emzirenin durumu
hakkında düşünmeden karşılıklı rıza gösterip sütten kesmeye karar verirlerse,
sütten kesmenin çocuğa zarar verme olasılığının olması her halükarda gündemdedir.
Allah'a (c.c.) hamdu sena olsun. Ne büyük ne küçük birşey bırakmamış hepsini
zikretmiş.
"Eğer
çocuklarınızı süt anneye vermek isterseniz."
Ayette geçen
(entesterdiu evladekum) çocuklarınız için manasında olan (lievladikum)'dur.
Zira (istirda) sadece çocuk için geçerlidir. Bu durum eğer anne, kocasının
çocuğunu yani annenin kendi çocuğunu emzirme hukukunu gözö-nünde tutup
emzirmemesİ durumunda veya annenin sütü kesilirse veya boşanıp başkasıyla
evlenmesi durumunda gerçekleşir.
234-
"Sizden vefat edenlerin geride bıraktıkları zevceler kendi kendilerine
(süslenmeden) dört ay on gün beklerler."
Burada sadece kocası
vefat eden kadınların durumundan haber vermektedir. Ve tekrar onları cümleye
ibtida (başlangıç) yapmıştır. Şairin dediği gibi:
"Umulur ki şayet
koku benim üzerime doğru gelirse, İbni Ebu Zibban'ın kendi yaptığına pişman
olması gere-kir."[244]
Ayette geçen (aşren)
kelimesinin te'nis yapılışı Leyali (geceler)'nin eyyam (günler) üzerine tağlib
etmesinden dolayıdır. Çünkü araplann seneleri kameri (hilal) senelere göredir.
Ve ş er'i hükümlerinin düzenlenmesi hilal'e göredir.
235-
"Kadınlarla evlenme hususundaki düşüncelerinizi."
Kısa ve öz olarak
ayette nikah’ı[245] alenen
söyleyip zikk-retmeden kandınla evlenme arzusunda olup meyletme vardır.
El-İknan: kadınla olan
evlenme arzusunu gizlemesidir.
"Lakin onlarla
gizlice sözleşmeyin."
Yani onlarla gizlice
anlaşıp nikah ve münasebet kurmayın. Bir rivayete göre onlarla gizlice
anlaşmayın ki sizden başkasıyla evlenmesinler. Zira anlaşmaların çoğu da gizlice
yapılır. İbni Zeyd'in dediğine göre gizlice onlarla nikahlanıp evlenmeyin
demektir.
"Hatta yebluğel
kitabu ecelehu." „
Yani iddet süresi
bitince. Kitab: Evde üzerinde yazı yazılan ve kararlaştırılan kağıt vs. dir.
236-
"Kendilerine dokunmadığınız yahut kendilerine bir m eh ir tayin
etmediğiniz kadınları, boşadinizsa, bunda size günah yoktur. Şu kadar var ki
onları, zengin oian kudretine göre, fakir olanda gücü yettiği kadar güzellikle
faydalandırsın. Bu ihsan eden bir üzerine borç bir haktır."
Zira erkek kadınla
cima ettiği zaman, cima ettiği tuhrun müddetinde onu boşayamaz. Bir rivayete
göre nafaka ve mi-hirde size ihtiyacı yoktur. Ancak mümkün olduğu ve gücün
yettiği miktarda ihsana ihtiyacı vardır. Nafaka vs. için erkeklere hitaben
(muhsinine) kelimesini tahsis etmedeki hikmet erkeğin bunları kabullenip geçim
nafakasını üstlendiklerinden dolayıdır.
(Metaen) kelimesinin nasbedümesi (mettiuhunne)
üzerine yapılan mastar olduğundan dolayıdır. (Hakken) kelimesi de
(bilma'rufi) üzerine hal yapılmasından dolayıdır.
237-
"Meğer ki, kendileri veya nikah bağı elinde olan veli, mehri bağışlamış
olsun."
Nikah bağı elinde olan
sadece kocanın kendisidir. Onun afvetmesi ise mehrin tümünü kadına verip, talak
vs. ile mihrin yarısının geri dönderilmemesidir.
Eğer mihri henüz
teslim etmemişse, sılayı rahim ve ihsan üzere mehrin tamamını vermesidir.
Rivayet edildiği gibi[246]
Hasan b. Ali, boşadığı hanımına tam on bin dirhem vermiştir. Kadın da bunun
üzerine şöyle şiir dile getirmiştir:
Beni başayan kalb
dostunda bu meta azdır bile demektir.[247]
Aslında bu miktar
kadında istifade edilen duruma ve hale göre miktar bunu ödeyemez şekildedir.
238.
"Orta namaz."
Orta namaza dikkat
edin. Beşin mübhem olması bakımından belli bir orta veya vasat yoktur. Bu
konuda oldukça ihtilaf vardır.
Bir rivayete göre
bundan kasıt sabah namazıdır. Çünkü öğlen ve. ikindi vakitleri arasında cem
olması ve hakeza akşam ve yatsı vakitleri arasında da cem (takdim veya te 'hır)
olduğundan dolayı sabah namazı bunların dışında kalıyor cem durumu falan söz
konusu değildir.
Bir rivayete göre orta
namaz öğlen 'dir. Çünkü günün ortasındadır. Zira Hicaz'a hicret ettikleri
esnada güneş her şeyi kavurduğundan öğlen namazım ikame etmek gayet zor geliyordu.
Bir rivayete göre akşam
namazıdır. Çünkü tul-(uzunluk) ve kasr (kısalık) bakımından ortadadır.
Ve öğle vakti de
alelacele evlere yönelip gitmekle insanı namazdan alıkoyar şiirde de bu
anlamda kullanılmıştır:
"Şüphe etmeden
onun üzerine kırığı attım. Bir çalgıcının ettiği gayretten başka bir şey
görmedim. Dedim ki: Köylerin seni istemeleri uzak bir ihtimaldir. Acele edip
kaybolan gibi ondan ürktü, kaçtı."[248]
Bir rivayete göre orta
namaz ikindi vaktidir. Çünkü akşam ile gündüz namazının arasındadır. Çünkü bu
vakit gündüz dönüp bittiğinden dolayı işin gücün acele edilmesi zamanıdır.
Ahnes b. Şihab'm[249]
dediği gibidir:
"Deve kuşunun
alacası gibi dolaşıyor tıpkı o, geceleyin birbirine meczolan tahtaları taşıyan
hayvanları andırır."
Alkame b. Ubde şöyle
demiş:
"Onların peşinden
izleri üzerine çakıl taşlarıyla ve alevlenip şiddetlenen kaybolan güneşin
sıcağı gibi döndü.
Kendi yerinden ikinci
kez onları idrak etti öyle ki sağıp getiren rüzgar gibi gelip geçiyor."[250]
Orta namaz diğer
namazlardan daha faziletli olduğundan vakti belirlenmemiştir ki namaz kılmakla
bu sevapta oldukça rağbet gösteren kimseler namazlarına ve sevaplarına dikkat
etsinler ve muhafaza etsinler sadece birinin üzerinde yoğunlaşıp durmasınlar.
Bundan dolayı da kadir gecesinin durumu kesin belli değildir gizlenmiştir.
Bundan dolayı büyük
günahlardan kaçınmakla küçük günahın keffaretine sebep olup olmadığı veya
olmuşsa hangi küçük günah olduğu bilinmiyor. Bilip bilmemesi onun fiiliyatına
hiç bir zararı olmaz . (Evla olan ise bütün günahlardan sakınılması bakımından
hiç bir şeyin bilinmemesidir.)
239-
"Korkarsanız yaya olarak."
Eğer korkuyorsanız
ayakta namaz kılın veya bineklerinizin üzerinde binekleriniz yürürken veya
dururken namazı kılın.
(Er-rical) racü'in
cemidir. (Etticar vessihab)'ta da olduğu gibi.
240-
"Eşlerine vasiyet edecekler." (Vasiyyeten) mastar olduğundan
naspolmuştur. Yani (Fel yusu tavsiyeten) vasiyetlerini yapısınlar. Veya
mef'ulun bini olduğundan dolayı naspolmuştur. Şöyle ki (evcebella-hu aleyhim
vasiyyeten), Allah, onların üzerine vasîyyeti gerekli kılmıştır. Kim ki bunu
ref ‘a[251] yaparsa, faili cehaleti
üzerine veya mubtedanın hazfolduğu üzere yapar. Şöyle ki (Furide aleykum
vasiyyetun) sizin üzerinize vasiyet farz kılınmıştır.
(Gayre ihracin)
meta'in sıfatı olduğundan dolayı nasbedilmiştir.
(Eğer çıkarlarsa) Yani bir yıl geçtikten sonra
çıkarlarsa demektir. Bir rivayete göre bir yıl veya sene evlerinde ikamet edip
oturdukları zaman bir yıldan önce demektir.
(Size günah yoktur)
Yani evlerinde duranların nafakasını kesmekte size bir beis yoktur demektir.
İki hükümden kasıt:
Hanımlara olan vasiyet ve bir sene bekleme iddetlerinin hükmü mensuhtur.[252]
İbni Bahr şöyle diyor: Bu ayet onların cahiliyyede olduğu adet üzerine inmiştir.
Allah'u Teala da onların dört ay on gün beklemeleri için yaptıkları
vasiyyetlerinin Allah'ın hükmünü değiştirmeyeceğini beyan etmiştir.
Bımdan dolayı şöyle
buyurmuştur:[253]
"Eğer çıkarlarsa,
onlardan sizin için hiç bir vebal yoktur."
Yani yıl bitiminden
önce ve dört ay ongun bittikten sonra çıkarlarsa demektir.
Onun zannıyla
Kur'an'ın hiç bir ayetinde neshin olmadığını savunduğu iddiası onu bu kavle
çağırmaya veya iddia etmeye itmiştir.
245-
"Fe yudaifehu: Onu artırır."
Bu kelimenin ref a olması
(yukridu) üzerine atfolduğu için naspolması ise fa ile istifham'ın[254]
cevabı olduğundan olmuştur. Ancak kelamın kendisinde (ceza) manası vardır.
Çünkü takdiri şöyledir: (men yukrudilîahe, fallahu yudaifuhu) görüldüğü gibi
cezanın cevabı (fa) ile merfu olmuştur.
"Daraltır ve
kısaltır"
Bazılarının rızkını
darlaştırır ki ihtilaf ederek telef olsunlar.
Bir rivayet göre
sadakaları kabzeder, cezayı çoğaltır.
246-
"İleri gelenleri görmedin mi"
Yani kavmin
büyüklerini ve eşraflarını görmedim mi? demektir.
"Ya sîze savaş
yazılır da savaşmazsanız?" Dediler ki; "Neden
savaşmayalım"."
Mana olarak biz
savaşacağız demektir.
248-
"Peygamberler onlara şunu da söylemişti Talutun, Musaya'ya verilen tabutu
(sandığı) getirmesi padişahlığına alamettir."
Çünkü onlar o sandığı
kaybetmişlerdi. Bir rivayete göre sandık semaya çıkarılmıştı ve melekler onu
tekrar getirdiler. Bir rivayete göre sandığı onlardan düşmanları almıştı ve
melekler sandığı geri getirdiler.
"Onda sekinet
vardır."
Onların rasullerinin
de söyledikleri gibi kaybolduktan sonra sandığın getirilişi, onlar için sükunet
oldu. Bir rivayete göre sandıkta öyle mübarek bir suret vardı ki harplerde ve
evliliklerde onunla ayırtedilirdi.
"Musa ailesinin
bıraktıklarından bir bakiyye vardır."
Bir rivayate göre
tabutta (sandıkta) arta kalan şeyler kitaplardı. Bir rivayete göre Musa'nın
asası ve Harun'un sarık veya fesiydi.[255]
249-
"Muhakkak Allah size bir nehirle imtihan edecektir."
Yani gerçekten Allah
sizi bir nehir ile imtihan edecek.
Allahu teala bununla
nehirden su içip rasulleiine muhalefet edenlerin sayısını belirleyecekti ve
düşmana karşı duramayacakları tespit ederek ve ordu bu tip sebatsız ve korkak
insanlardan arındırılacaktı.
"İlla men
iğterefe gurfeten: Bir avuç içen müstesna."
(El gerfetu vel
gurfetu)[256] aynı anlamdadır. Tıpkı
(sede-fenılleyli ve sudfetehu ve lahmetussevb ve luhmetuhu) da olduğu gibi.
Bir rivayete göre
fetvayla gelmesi bir defa içindir. Ve zammeyle gelişi ise avuçlayarak içilen
durumdan verilen isimdir. (İsmu mauğturife).
"Allah'la
karşılaşcaklarını zanedenler."
Kendi kendilerine
Allah'a bir gün kavuşacaklarını söylüyorlar. Burada zan asim kendisidir. İşte
bundan dolayıdır ki (zan) hem şek, şüphe hem de yakin için kullanılır haldedir.
(Nice guruplar)
El-fietu[257] kavimden bir gruptur
(Feevtu re'sehu)dandır. Başım kestim. Bir rivayete göre (Fae)'dendir. Dönmek
manasmdadır. Sanki onlar yasak olan şeye dönüyorlar gibidir.
253-
"Bu peygamberin bir kısmını kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden
üstün kıldık."
Bu üstünlük ahirette
verilecek sevabı hak etmesi bakımından ve dünyada da meyi ve muhabbetlere göre
değil bilakis kulların maslahatlarına binaendir.[258]
254- "Ve Allah dileseydi, birbirlerini
öldürmezlerdi."
Hasan'in dediğine göre
bu meşiet (dileme) sığınmakla (ilca ile)[259]
olan kudretin meşiesidir. Bir rivayete göre o meşiet: (meşietus-sırfe)'dir
(Es-sırfe) kelam dalıyla ilgili geniş bir konudur."[260]
"Ne bir alış
verişin bulunmadığı gün gelmeden önce, size verdiğimiz."
Burada
"Bey"in tahsis edilmesinin sebebi (mubayaa)'da karşılıklı alışverişte
muavedenin olmasındandır.
Böylece bu azapta olan
(fidye) gibidir. Şu ayette olduğu gibi:
"Azabı kaldırmak
için ne kadar fidye verse alınmaz."
(En'am: 6/70)
Bir rivayete göre Bey
(Alışveriş), kesbetmenin varlığından bir kinayedir. Sanki burada mal'm
faydasız olduğunu işaret etmiş gibidir ve mal fayda verse de böyle bir imkan
yoktur.
255-
"Hayy'dır, Kayyum'dur."
Yaratıkların işlerinin
tedbirini üstlenip yapan ve mülkünün tasarruflarını bilendir. Bu (Hayy ve
kayyum) sıfatlarının ikisi de uykunun Allah hakkında olmadığını gerektiyorlar.
"Onu uyku ve
uyuklama tutmaz."
Yani onu ne bir
dalgınlık ne de bir uyku tutmaz. Ayette geçen (Es sinetun) uyuklama veya uyku
dalgınlığıdır.
Amili'de[261]
şiirinde (sinetun )kelimesini uyuklama manasında kullanmıştır.
"Sanki o kadın,
diğerleri arasında şaşı olan her iki gözünü casimdeki yaban sığın yavrularının
gözüyle değiştirip almış gibidir. Uyuklama diye kastedilen sinan gözlerine gelen
bir uyuklama halidir ve uyuma değildir."
"Kürsüsü gökleri
kaplamıştır."
İbni Abbas'tan
nakledildiğine göre (Kursiyyuhu)'dan kasıt Allah'ın ilmidir. Bundan dolayı şu
kavil hemen sonrasında getirmiştir.
"Ona ağır
gelmez."
Yani Allah'a gökleri
ve yeri gözetlemek herhangi bir ağırlık ve zorluk vermez.
Bir rivayete göre
kürsiden kasıt yer ve gökler için direk vazifesini gören havadır. Çünkü lüğatta
(kursiy) dayanak veya sütun manasındadır.
Bir rivayete göre
(Kursiy) öyle büyük bir cisimdir ki göğün yeri kapsayıp tuttuğu gibi o da yedi
kat semayı kuşatıp tutmaktadır ve buna arş deniliyor. Bazılarına göre Arş
kursiy'den daha büyüktür. Tıpkı Kursiy'in göklerden daha büyük olduğu gibi.
256-
"Tağut."
Tağut şeytandır ve
insan ile cinden varid olan şeylerdir. Tuğyan'dan fa'levtu vezni üzerinedir.
Bilakis falavtu bu yön üzeredir.
Burada Tağutttaki
(lam) harfi aynı'in yerine kalb edilmiş. Tağut olmuş ve bu da, harekesinden ve
öncesinin fetha olmasında elife kalb edilmiş ve şu andaki veznide
(Fel'av-tu)'durkalbedilişinden sonradır.
"Sağlam
kulp."
Ayette geçen
(urvetul-vuska) mecaz ve misal üzerine gelmiş; Allah'a iman kastedilmiştir. Her
ne kadar hisse-dilmese de sanki dine asılmayı ya da tutunmayı yerinde sabit
sapasağlam duran ve hissedilen halkaya benzetmiş gibidir. Manayı, şahsın tabir
edilip vasıflandmldiğı bir şekilde ifade etmiştir. Ferazdak ta şiirinde böyle
tabir etmiş olarak kullanmıştır,
"Canlanıp
dikilmek veya seninle korunmam için diri olarak insanlar arasında en
hayırlısını sana dayandırdım. Allah'ın ipi senin ipindir. Kim ondan tutunursa,
tutunulan o kulpta ayırık yoktur sapasağlamdır."[262]
Cerir de şöyle dile
getirmiş.
"Yapı yapanları
kınamadım. İzdiham yapma başımıza geldiği zaman onlar da benim savunmamı
kınamadılar."[263]
258-
"Allah kendisine mülk ve saltanat verdi diye."
Bu saltanat ve mülk
topluluk veya orduyla veya cemaatle malın çok ve toplu olmasıyla ve malının
çoğalmasıyla ve şu ayetin işaret ettiği gibi emir ve fermanın elinde olmasıyla
değildir.
"Zalimler ahdime
erişemez." (Bakara: 2/124)
Zira ayette
belirtildiği gibi fasit bir şeyle İslah etmek muhaldir.
"Şüphesiz Allah,
güneşi doğudan getiriyor."
Bu ifade ayetin
başındaki birinci hüccetten intikal değildir. Velakin İbrahim, Nemrut'un
diriltme hüccetine karşı hakkı batılla karıştırarak, bir adamı öldürüp birini
de sağ bırakarak inat ettiğini gördüğü zaman onunla öyle bir üslupla konuştu
ki Nemrut'a inatlaşma fırsatı vermedi. Çünkü onlar yıldız ilminin sahipleri ve
yıdizlara tapıp emrini yüce görüp ta'zim edenlerdendiler. Güneş ve bütün
yıldızların doğudan batıya olan bütün hareketleri mal'umdur. Ancak sabit
uzaklıkta olan yıldızların miktarı azdır ve hareket halinde olanlar hem çok
hem zahirdirler. Ayın zaten hareket sür'ati bellidir. Çünkü batı ufkunda hilal
şeklinde göründüğü zaman her gece güneşten biraz daha uzalaşır ta ki ayın yarısına
denk gelen geceye gelinceye kadar olur. Bu batıdan doğuya doğru akıp gittiği
ile artık zahirdir. Yıldızların bu hareketi zati tabiidir. Sonra bütün bu
şeyler Allah'ın büyük kudreti ve rahmetinin umumuyla oluyor ki gündüz ebediyete
veya sonsuza dek gitmesin maslahatların muharriki tarafından kasri ve kahri
(zorlayıcı itici) başka hareketlerle doğudan batıya doğru hareketini sağlar.
Tıpkı geminin hareket ettirme yönünün binenlerin tarafından suyun aktığı yöne
doğru hareket ettirmeleri gibi ve dünyada olan asıl mecranın hilafına hareket
ediyorlar ve işte bu hareketle güneş ve doğan bütün yıldızlar yavaş yavaş
yükselip daha sonra yavaş yavaş batmaya gidip kaybolması ve ilk doğuş yerine
gitmesi sürekli ve devamlı sürüp gittiği görülür. Bu da bütün gündüz ve
gecenin yükselişi[264]
anlarında olur. Madem ki buna benzer durumlar İbrahim ile cedelleşmeye giden
kişi için kararlaştırıldığı zaman hüccetin yönü şudur: Benim Rabbim güneşi kasr
olarak kendi hareketi olmadan hareket ettiriyor...
Eğer sen de rabb isen
hadi güneşin hareketiyle güneşi hareket ettir bakalım demiştir.
Zira bir şeyin tabiatı
üzerindeki takriri, bir yerden bir yere nakletmekten daha kolay ve ehvendir.
Böyle olduğu için güneşi batıdan getir denilmiştir. İşte cedelleşmenin bu son
noktasında şu olay olmuştur.
"Kafir apışıp
kaldı."
Yani şaşırdı, dehşete
düştü ve ne yapacağını bilemez oldu.
259-
"Yahud o kimseden haber olmadın mı ki binaların çatıları çökmüş duvarları
üstüne yığılmış tenha bir kasabaya uğrayarak şöyle diyen gibidir."
Bir rivayete göre bu
kişinin nebi olması caiz değildir. Çünkü şu ayet bunun böyle olmadığını
gösteriyor:
"Bunu bu ölümden
sonra Allah nerden dirilterecek."
Bu ifade şek ve şüphe
içeren haktan uzak bir ifadedir. Zira bu ayet birinci ayettede olduğu gib bu
hal veya durumda olanın kavlinin taaccübü üzerinedir. Çünkü şu kavi (Kendisine
apaçık herşey belli olduğu zaman) ve artık (biliyorum ki) diyenin bu hal ve
durumunda şüphe içinde olduğuna delalet ediyorlar. -
Bir rivayete göre bu
kişinin nebi olması da caizdir. Zira bunu vahiy gelmeden Önce söylemiştir,
yahut İbrahim'in şu sözünde olduğu gibi bizzat müşahede yoluyla olayı tebyin
(açığa kavuşturma) yolu üzerinedir. (Ya rabbi ölüleri nasıl dirilttiğini bana
göster demiştir.) Tabi ki İbrahim bunu, olaya olan yakın ve tatminkarlığının
daha da artması için sormuştur.
Zira Adamın ve
eşeğinin tekrar dirilişleri muhakkak mucizelerden biridir. Çünkü ayetin
siyakında da:
"Bunu yapmamız
seni inananlara ibret nişanesi yapmamız için ve kendinde bilesin diye."
Buna işaret eden
deliller vardır.
(Haviyetun) Yani harabe
olmuş ve boşalan evdir. Haviyel menzilu ev harabe oldu demektir.
Havan necmu yıldız
düştü demektir.
"Ala
uruşiha" Yani temeli ve tavanı çökmüş şekildeki harebe ev.
"Lem
yetesenneh" Mesela sen eğer "saniyenin musanatun şeklinde desen"
(ha) vakf (durak) için olur. Yok eğer vasi yapıp (lem yetesenne) ha olmaksızın
dediğin zaman ve bu şekilde eğer bu sanehetun musanehetun'dan da olsa
(ha)" lamul fiil dir. Bunu ise senetundaki küçültme ismi (ismi tasgir)
olan suneyhetun tekid ediyor.
Hassan'm şiirinde
ifade ettiği gibi:
"Ne düşmek üzere
olan ve ne de eski kadim bir hurmadır."[265]
Lem yetesenneh'in
manası: Yani seneler geçmesine rağmen henüz özelliğini kaybetmemiştir. Veya
senelerin (üzerinden geçmesiyle) öyleki içinde kuraklık ve kıtlığın olduğu
seneler ona hiçbir etki etmemiştir. Allah'u Teala'nın da ayette belirttiği
gibi:
"And olsun ki biz
firavn ailesini düşünüp ibret alsınlar diye tuttuk senelerce mahsul kıtlığı ve
kuaklıkla kiv-randirdık." (Ara'f: 7/130)
Mesala Usnitu kuraklık
ve kıtlığa[266] tutuldukları zamandır
Nunşizuha[267] bir
şeyi birleştirip yerli yerince üst üste koymaktır.
Neşz yüksekçe yerdir.
Nuşuzul mer'eti kadının mekanının yüceltilmesidir.
260-
"Bir vakit ibrahim şöyle demişti: "Ey rabbim ölülerini nasıl
diriltirsin bana göster."
Bunu istemesinin
sebebi şuydu. Bir zaman yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış bir leş veya
cesed gördü ve rüzgarlar onun parçalarını havaya savurup götürerek cüzlerini
ortadan kayıp etmişti. Bunun üzerine, yakinen ilminin hiss ve müşahade yoluyla
daha da kuvvetlenmesini istemiş ve ölünün dirilmesini aleni olarak gözle görmek
istemiştir ve bunun için (Evelem tu'min)'deki elif harfi, her ne kadar suret
itibariyle istifhama da benzese burada takriri için gelmiştir. Yani şöyle
demek istemiş rabbul alemine sen iman etmiş olduğun halde niye tekrar bunu
soruyorsun? ibrahim (a.s.)'da: "Kalbim mutmain olsun diye" cevap
vermiştir ki burada müşahadeyle ilim bir arada toplansın.
Kuseyr şiirinde
takrirde istifham lafzıyla söylemiştir.
"Babam Nadr ile
değil midir, yahut babam, huzaa'dan olan bütün soylulardan şereflilerden daha
nurlu değil midir?"[268]
"Sonra onları
kendine doğru çağır."
Ayette geçen (sarret)
kelimesi bir şeyin imalesi (meyi) etmesi yönelmesi ve kat'ı üzerinedir.
Sarehu, yesiruhu ve
yesuruhu ona meyletti yöneldi ma-nasındadır. El-Esver boynu uzun, meyilli
manasındadır.
Katu manasında şöyle
es-Sevr: Diğerlerinden şekilde ayrılmış, tek kalan hurma ağacıdır.
Es-Sevvar: Sığırlardan
bir gruptur ve serahu Onu kesdi demektir ve bu şekilde sarehu maklub olmuştur.
Suretun'un iki asıldan olması da caizdir. Çünkü nefisler ona meyleder, çünkü
takti ve takdir üzerinedir. Hakeza es-Seva var:
Kita'atun minel miski
(miskten bir parça) ve duyu organlarından koklamanın miske koklamak bakımından
meylet-mesiyle (kat)tandır.
Şayet yolcular sana
yönelirse yolcular seni bulana ve gösterene dek senin hoş ve mülayim koku veya
rüzgarın onlara öncülük edecektir.
O da ikinci
asıldandır. Bundan dolayıdır ki misk için es-Surar deniliyor. Sanki hoş
kokusundan dolayı duyu organı ona meylediyor gibidir.
Kim ki (Fessarehunne)
cümlesinin onların emelleri şeklinde tefsir ederse kelamda hazf olmuş olur.
Sanki manada onların sana meyletmesi ve onların kesilmesi (takti)şu ayetin deliliyledir:
"Kestikten sonra
onların her bir parçasını ayrı ayrı dağlarının üstüne koy."
Çünkü parçalayıp küçük
cüzlere bölme ancak kestikten sonra olur.
263-
"Güzel söz."
Yani iyi ve güzel bir
söz ile Beşşame b. Gadir[269]
Meriyy de şiirinde bu manada kullanmıştır.
"İllaki birgün
ağaca vurup yaprak düşermek isteyenler için yaprak onunla dökülecektir. Zira
ben yumuşak ağacım. Benim tabiatımdan hayır almak isteyenler kaybolmaz ya
benim hayrıma nail olur ya da iyi bir şekilde döner cevap verir,"
(Ve mağfiretin) isteyenin üzerinden fakru
zararuti kaldırarak setretmektir.
Bir rivayete göre
dilenciyi isteyeni reddedip geri çevirirken ona yapılan hareketle onu kırmak
ve eziyet vermektir.
264-
"Onun durumu üzerinde toprak olmayan kayanın durumu gibidir"
Safven üzerinde toprak
olmayan kayadır. Çünkü gösteriş halindeki sıfatları üzerinde toprak olmayan
kayanın şekline benzer demektir.
"Ukuleha"
Kef harfinin tahfifi ve şeddesiyle onun (ağacı) yemişler[270]
manasmdadır.
Zira (Eyeveddu
ahedukum entekune) cümlesinde intizarı lafzıyla gelmiştir ve şu (ve esabehu
kiberu)'da o cümlenin üzerine mazi sigasıyla atfetmiştir. Çünkü burda (Eyveddu)
nun manası temenni içindir. Teminni Hem mazi hemde müstakbel için geçerlidir ve
şu kaide üzerinede yapılmıştır. Her ne kadar ihdas olmasada ismi mana üzerine
itlak etmekle caizdir.
Cerir de bu manada
şiirinde ifade etmiştir.
"Manastirdakileri
hatırladığımda, beni tavuğun sesini beklemek ve çıkan çan sesleri yumuşattı."[271]
Manası: Gece uzun
geldiği için onların seslerini dinleyip beklemektir. Kendisi olmadığı için ismi
onun üzerine vaki kılmıştır.
266-
"Ateşli fırtına"
Easirur riyah: Ateşli
rüzgar veya fırtına veya kasıp kavuran fırtınadır. Fırtınanın getirdiği ateş
sanki sudan çıkarılmış elbisenin etrafını sarıp kurutur gibidir.
267-
"Pisi vermeye kalkışmayın"
Yani zekat verirken
malınızın en kalitesizini veya düşüğünü ve hurmanmda kalbur altı olanını
vermeyin.
"Ancak iğrenerek
verirsiniz"
Yani fiatta noksanlık
ve aldatmayla bir rivayete göre ancak siz gizli ve üstü kapalı olarak bu işten
vaz geçmek istiyorsunuz ki bununla tekrar o şeyi vermeyip geri olmak istiyorsunuz.
Buna göre (Eğmede)
dolaylı ve gizli sözle gelmektir mesela E'mene ummana geldi. A'reke Irak'a
geldi manasm-dadır.
271- "O
ne güzel şeydir."
Yani ne güzel şeydir.
Yani (ni'mema) failin takdiri üzerindedir. (ma)'nın nasb gelmesi tefsiri
olduğu içindir. Yani: (Nimeşşey'u şey'en hiye)'dir. Bu kelimede dört lügat vardır.
(Nima neimma niima ve nimma)[272],
273-
"Fakirler içindir"
Yani sadaka fakirler
içindir. (Lilfukari) mefulun leh konumu üzerine nasbolmuştur.
"Uhsiru:
Hapsedildiler"
Yani uhtubisu
hapsedildiler. Veya içerde herhangi bir şeyden ötürü çıkamadılar.
Kesai'ye gör (uhsiru)
bu hapsediliş herhangi bir hastalık cihadta olan sıcak yaralar yeryüzünde
mahsur oldular. Çünkü bu hapsediliş (uhsiru) düşman tarafından olsaydı kuşatılıp
esir alınmaları gerekirdi.
"Dilenmekten
çekindikleri için inanlardan isteyemezler"
Zira Allah yolunda
çalışmaya koyulan bu insanlar hakkında dilenme kelimesi veya ifadesini kullanmak
yerinde bir şey değildir.[273]
Ancak isteyememek manasında olan (İlhaf)kelimesini kullanmak tam yerindedir.
Çünkü onlar insanlardan bir şey istemiş olsalardı hallerini bilmeyenler onlara
zengin gözüyle bakmazlardı.
Bu şöyle denilen
gibidir: Minaresine giden yolu göstermeyen ses, vızıltı sabah belirdiği zaman
onun delili seherin girmesİyledir. Onun kuşluk vaktinde atıldığını görürsün. Gece
tamamen karardığı zaman onun yolu ona zor olmaz.[274]
275-
"Şeytanın çarptığı"
Yani kendisine şeytan
çarpıp yere düşen manasındadır. (Mi-nel messi) Yani şeytan çarpıp deliye dönmüş[275]
şekilde bu cinnet veya sar'a her ne kadar beynin iç kısımlarında yan felç gibi
bir durumda olsa şeytana izafe edilmesi iğva'nm mecazı üzerine izafe
edilmiştir. Bu anda insan baygınlık veya cinnet geçirerek hayal görür
pozizyonunda olur ve saçmalar.
279-
"Fe'zenu: Biliniz ki"
Falemu Yani biliniz ki
veya (Azenu)Mur.[276]
Alemu manasındadır
azentuke bişşey'i fe ezinte bihi te'zenu iznen. Yani siz Allah' ve resulüne
harb ilen ettiniz.
282-
"Birbirinize borçlandığınız zaman"
Ayette ilk önce
borçlanmayı zikretmesi ve sonra borcu zikretmesi takrir ve te'kid içindir.
(Üzerinizde başkasına
ait hak olan kimse borcunu yazdırsın) Yani ikrar ederek yazdırsın ve şehadet
etmesi içinde (haktan hiçbir şeyi eksik etmesin).
282- "Veyahut
o kendisi yazdırmaya gücüyetmiyorsa"
Yani dilsiz veya çocuk
veya herhangi bir illetten dolayı yazdıramıyorsa (en tedille) yani biri
unutursa (entensa). Bir rivayete göre (liella tedille) yani unutmaması için ve
daha sonra şu cümleyle başlamış (fetuzekkire ihdamel uhra) bir diğerine
hatırlatsın.
Yani eğer iki erkek
bulunmazsa, o halde doğruluğuna güvendiğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın
gerekir. İşte burda kadını şahitlik konusunda erkeklerden biri gibi kılacaksın
diyor.
Eğer bir kadın unutursa
yanındaki bayanda ona hatırlatsın "İlla entekuneticareten hadireten[277]
tudiruneha beyne-kum" Yani aranızda hasıl olup gerçekleşen alış-veriş
(Ticaret)'tir. Bir rivayete göre ayette geçen (ticaretun) kane nin ismidir
(Tudiruneha)'da haberidir.
283-
"Alınmış rehinler yeterlidir."
Yani borçludan
aldığınız vesika rehin yerinedir.
284-
"Siz içinizde olan şeyİ açıklasanızda saklasanızda Allah'u Teala sizi
onunla hesaba çeker."
Yani içimizde gizli
tuttuğunuz masiyeti ve yapmasını azmettiğiniz herhangi kötü bir fiili.
Mücahid'e göre bu şek ve yakindir.
Bu şeye denilmez ki şu
ayet bunu neshetmiştir. "Allah bir kimseye ancak gücü yettiği kadar teklif
eder."[278] Çünkü nesh,
şeriatlardaki maslahatın müddetini açıklamak içindir. Verilen ceza ve
haberlerle ilgisi yoktur. Çünkü yapılan teklif kişinin gücünün dışında
yüklenmemiştir ki, nesh olmaya ihtiyaç duyulsun. Rivayet edildiğine göre bu
ayetin nüzulü sahaberlere sorumluluğu zor gelmiş ve şöyle demişler: Biz
bununla ilgili aramızda enine boyuna konuşacağınız böyle bir şeyden nefsimizi
arındırıp uzak tutmaya gücümüz yetmez gücümüzün yetmediği şeylerle sorumlu
tutulduk derler ve bunun üzerine "Allah size teklif etmez.." ayeti
nazil olmuştur. Bu sahih birhadistir.[279]
Ancak vehm'i izale etmek için nazil olmuştur. Ve daha önce verilen haberi
neshetmek için nazil olmamıştır.
286-
"Rabbimiz! Eğer unuttuk, yahud kasdımız olmayarak hata etikse bizi
(ondan) hesaba çekme."
Hatayla ve unutarak
yapılan şeylerden insan oğluna günah yazma yoktur. Burda (nesiyna) Terakna
(terkettik) ma-nasındadır. Ve (Ahta'na)'da kasıt olmadan yapılan şeyler
manasındadır. (Hatina)
"Hatia
hatien" kasden yapılan günahtır. (Ahtee) Günah işleme ısrarı olmayandır.
Bu son ifadedeleri açıklar maha-yitte şu ayetler de vardır.
"La ye'kuluhu
illel hatiun" (Hakka: 69/37)
Yani onu ancak
kafirler yer.
"Veleyse aleykum
cunahun fima Ahta'tum bih."
(Ahzab: 33/5)
Yani bununla beraber
hata ettiklerinizde size bir günah yoktur.
(Ahta'na) kavli
hakkında iki görüş vardır. Burda ya (Hati'na Ahta'na'mn yerine gelmiştir.
Ahta'na'dahati'na'nın yerine gelmiştir.
Ya da (Ahta'na) Eteyna
bihatain (hatalarımızla geldik) manasındadır. Bu senin bir bid'atı yaparken
veya çıkarırken (Ebda'tu) demene benzer.
Necaşi [280]
müminlerin emiri Ali (ra) hakkında şöyle bir şiir dile getirmiş.
Bize, arzu edileni
emretki, güçte olsa güvenle ve metod olan bir şekilde dediğine rızayla cevap
verelim. Eğer arzuladığımız şekil getirirsek zaten istediğimiz oldu demektir.
Eğer arzuladığımız şekilde olanda hata edersek zaten bu da kasıtlı değildir.
Yani (Nuhti)
kelimesini kasıtlı yapılmayan şeyler manasında kullanmıştır.
Bîr rivayete göre
ayetteki mefhum şu şekilde zahiri üzerinedir: Duada bulunup bunları taleb
ederken (taabbud) ibadet etme) ve tedarru (boyun eğmek) usulü üzerinedir. Her
ne kadar Allah'u Tealanın hata ve unutarak yapılan şeylerden sorumlu
bulmadığını bilsek te yine usul böyledir. Böy-leadua edilir ve dua mahiyetinde
gelen şu ayettler gibi (Rabbi hükmi bilhakki) Allah'ın:
"Hak ile hüküm
et." (Enbiya:
21/112)
"Ey Rabbimiz,
peygamberlerin lisani üzere bize vadettiğin sevabı ver." (Al-i İmran: 3/194)
"Ey rabbimiz
bizden öncekilere yüklediğin musibetler gibi bir ağır yük yükleme."
Ayette geçen (El-isr)[281]
Teklif edilen şeyin veya nehye-dilen şeyin verdiği ağır yük veya sorumluluktur.
Aslında (Ahd'ın) ve rahimi ısren diye isimlendirimişler. Çünkü bu ikisinin
sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmek ağır bir yüktür. Tevfik Allah
iledir ve ismet te onadır.[282]
[1] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Bakara suresi
Medine'de nazil oldu demiş. İkrime'den nakledildiğine göre Medine'de ilk inen
sure Bakara'dir. Ahmet, Buhari Tarih'inde, Müslim ve Tİrmizi'nin 2886 rakamıyla
Yunus b. Sam'an'dan çıkardıklarına göre Rasulullah'ın (s.a.v.) şöyle dediğini
duydum demiş:
"Dünyada, Bakara
ve Al-İmran surelerini okuyup ezberleyen, amel eden kişilere Kur'an'la ve onun
eliyle bir şeyler gönderilip verilir." ve sonra dedi ki: Rasulullah
(s.a.v.) bu iki şeye, üç misal vermişti ama onları unuttum. Sonra dedi ki:
"Sanki o ikisi iki
bulut, yahut insan üzerine gölge yapan iki bulut, yahut o ikisi, aralarında
perde olan birer siyah gölgeydi. Yahut havada saf bağlamış bu iki sınıfla beraber
uçuşan iki gurup kuş taifesi yd i." Sahihi Müslim, rakam: 804; Müsned:
4/183; Ahmet'in: 2/284,
Müslim ve Tİrmizi'nin
Ebu Hureyre'den çıkardıklarına göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Evlerinizi
mezarlığa çevirmeyin, zira şeytan, içinde Bakara suresi okunan evden
kaçar." (Müslim rakam: 780.)
Tİrmizi'nin lafzı
şöyle: "İçinde Bakara suresi okunan eve şeytan girmez." Süneni
Tirmizi rakam: 2880.
Hatib'in Malik'in
ravilerinden ve Beyhaki'nin Şuabu'l-İman'da İbni Ömer'den çıkardığına göre
şöyle demiş: Ömer, Bakara suresini on iki yılda öğrendi. Sureyi bitirdiği zaman
bir deve kurban etti.
Malik'in Muvatta'da
zikrettiğine göre ona ulaşan habere göre Abdullah b. Ömer Bakara suresinin
üzerinde sekiz sene durup öğrendi.
Ebu Ya'la, İbni Hibban,
Taberani ve Beyhaki'nin Şuabu'l-İman'da Sehl b. Sa'd'tan çıkardığına göre şöyle
demiş: Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:
"Her şeyin bir
zirvesi ve güzidesi vardır, Kur'an'ın zirvesi ve güzidesi Bakara süresidir.
Kim onu gündüz evinde okursa, üç gün ve gece şeytan oraya girmez."
Ebubekir b. Arabi Ahkamu'l-Kur'an'da şöyle demiş: "Allah sizi
muvaffak etsin iyi bilin ki alimlerimiz şöyle dediler. Bu sure, Kur'an'ın en
büyük surelerindendir. Bazı şeyhlerimizin şöyle dediğini duydum. Onda bin
emir, bin nehiy, bin hüküm ve bin haber vardır. Abdullah b. Ömer büyük bir
fakih olduğu halde sekiz senede öğrenmiş. Biz bunu size Ki-tab-ı Kebir'de
yıllarca şerhetmeye çalıştık ve sunduk. Ahkamu'l-Kur'an: 1/8.
Yani onu Kur'an
tefsirinde. El-Mehaimi tefsirinde 1/31 'de şöyle demiş: Şu sebebten ötürü
Bakara suresi diye isimlendirildi. Bakara kıssasının bu surede:
1- Yapıcısının
(sanii) varlığına delalet ettiği için. Çünkü maktulün dirilişi kendi zatından
değildi. Yoksa bütün maktuller kendiliğinden dirilirlerdi ve ne de dirilişi
ineğin etinin maktule vuruluşuylaydı yoksa her vuruluşta dirilirdi.
2-
Yaratıcısının kudretine delalettir. Çünkü o, maktulü kendi kudretiyle diriltti
ve bu sebebten Ötürü olmadı.
3-
Yaratacısının hikmetine delalettir. Çünkü o, bununla bir kalbin dirilişine işaret
etti, öyle ki mazlum olan nefsi emmarenin kesilmesiyle oldu.
4- Nübüvvet
üzerine -mucize olması bakımından- delalet etmiştir: Bur-da, işin emrin zorluk
ve ağırlığı araştırılmadan peygambere itaat etmenin gerekliliğine işaret
vardır. (Bizi alaya mı alıyorsun) diyenlerin başına geldiği gibi nahoş bir
durum gelmez.
5-
İstikamet ve doğruluğa işaret vardır. Çünkü dünyayı talep etmek zillet ve
Allah'ın dışında olanları talep etmek bir leke veya tersliktir.
[2] İsmi Amr b. ŞurahiFdir ve çok değerli alim tabiinlerden
biridir. Güvenilir (sika) had-s ricallerindendir. Abdulmelik b. Mervan
zamann-da yaşamış, Rum kralına elçi olarak gönderilmesi gibi Önemli vazifele-de
bulunmuştur. Kufe'de hicri 105'te vefat etmiş.
[3] İkrime îbr.j Abbas'ın mevlasıdu. Tabiinin büyüklerinden
tefsir v 3 gazveler konusunda zamanının en ender alimlerindendi. Çokça gezer
seyahet ederdi. İbni Abbas kendisine: "Hadi git insanlara fetva ver"
derdi. Hicri 107'de vefat etmiş. O ve Kuseyyir aynı günde vefat ettiler.
[4] Adı Muhammed b. Müstenir'dir. Sibeveyh'in şu kavlinden
ötürü Kutrub diye adlandırılmıştır: Sibeveyh seher vaktinde çıktığında
(Kutrub'un) ilme olan hırsından sürekli kendi kapısının önünde beklediğini
görürdü ve ona:
"Sen olsa olsa
"Kutrubu'1-Leyl (gece hırsızı)"sin demiş. Selem b. Zi-yad'ın
mevlasıdır. Ebu Kasım Muhallebi onun talebelerindendir. Hicri 206'da vefat
etmiş. Onun basılmayan "Meani'l-Kur'an ve İ'rabu'l-Kur'an" adlı iki
eseri vardır.
[5] O kendi asnnda Kufelilerin; lügat ve nahiv bakımından
imamı olan Ahmed b. Yahya'dır. Büyük bir ilim sahibi, kapsamlı bir rivayet sahibi
ve son derece iyi emelleri olan biridir. Onun "El-Fesih ve
mecalisu's-Saleb" adlı basılmış iki eseri vardır. Hicri 291 'de vefat
etmiştir.
[6] Bu Şa'bi'den de rivayet edilmiştir. İbni Munzir ve Ebu
Şeyh'in, Davud b. Hind'ten çıkardıkları haberde şöyle demiş: Ben Şa'bi'den surelerin
başlarındaki harflerden sorduğumda bana şöyle dedi:
, "Ey Davud her
kitabın bir sim vardır, bu Kur'an'ın sırn da surelerin bu şekilde başlamasıdır.
Bunları bırak, başka şeylere yönel" derdi. Dur-ru'1-Mensur: 1/59.
Ebu Bekir ve Ali b. Ebu Talib'den (r.a.) rivayet edimiştir bu kavi hakkında
Ebu Leys Semerkandi'nin: Ömer ve Osman'dan zikrettiği haberde şöyle demişler:
"Bu Mukatta'a harfleri tefsiri yapılmayan mektum (giz-li)lardandır.
Tefsiri Kurtubi: 1/154; Bahru'1-Ulum: 1/249.
[7] İbni Münzir ve İbni Ebu Hatem'in Hasan'dan (elif, lam,
mim ve ta, sin, mim) hakkında: Bunlar Allah'ın sureleri bunlarla açtığı birer
açılış veya anahtar misalidir diye çıkarmışlar. İbni Cerir'in Zeyd b. Es-lem'den
"Elif, lam, mim" hakkında; bu ve benzer harfler surelerin
isim-lerindendir diye çıkarmış. Durru'l-Mensur: 1/57; Tefsiri. Taberi: 1/87.
[8] Kurtubi tefsiri: 1/158.
[9] O, Ebubekir el-Esamm Abdurrahman b. Keysan'dır.
İnsanların en takvahsı ve fasihiydi. Acaib bir tefsiri vardır. İbrahim b.
İsmail b. Uey-ye onun talebelerindendir. Onun "Makalatu'1-fi'l-usul"
diye bir eseri vardır. Tabakatu Davudi: 1/274; Lisanu'l-Mizan: 3/427.
[10] Arapçada Basri'lerin şeyhi konumunda olan Muhammed b.
Yezid'tir. Kitabı Cürmi'ye okumuş ve ondan des almış ve öğrenimini Mazini'nin
yanında tamamlamıştır. Züccac ta ondan ders almıştır. "El-Ka-mil ve
Muktedeb" adlı eseri vardır, ikisi de basılmıştır. Hicri 286'da Ku-fe'de
vefat etmiş.
[11] Ebu Hayyan şöyle demiş: "Zalike'1-kitabu" kavlinde;
kendi babı üzerinde olması ve üzerine hamledilmesi sahih olur. Haza manasına
it-lak edilmesine ihtiyaç yoktur ve bazılarının bu hususta belirttiği gibi şeyhimiz
Üstad Ebu Cafer b. İbrahim b. Zübeyr'in "Zalike" hususunda şöyle
dediğini işittim: "İhdina's-sırat" taki (sırat) kelimesine bir
işarettir. Bu onların sanki bizi sırat-ı müstakim'e hidayet et dedikleri zaman,
onlara: İşte sizin hidayet bulmak istediğiniz ve istediğiniz o (sırat) işte bu
kitabın kendisidir denilmiş gibidir. Bahru'l-Muhit: 1/35-36.
[12] Dehhak b. Muzahim, Tabiinlerin en saygınlarından
biridir. Ve tefsir konusunda da saygınlardandır. İbni Abbas ve Said b.
Cübeyr'den (r.a.) hadis nakletmiştir. İlim mekanı veya deryası konumundaydı.
Hicri 102'de vefat etmiş.
[13] "Zalike'1-kitabu" hakkında, İbnİ Cerir'in,
İbni Abbas'tan çıkardığına göre (bu kitap) manasındadır.
[14] Onun ismi Muammer b. Musenha'dır. Arapların haber ve
tarihi günleri hakkında insanlar arasında en geniş bir bilgiye sahipti. Basılmış
(Mecazu'l-Kur'an) adlı eseri vardır. Doksan yaşını aşmış bir ömürle Hicri 210
yılında vefat etmiştir.
[15] Hufaf b.Umeyr'dir. Nudbe'de, Habeş'li ve siyah olan
annesi-dir. Hufaf Muhadramun şairlerindendir. Mekke'nin fethi ve Huneyn
gazvesinde bulunmuştur. Riddet zamanında bile İslam üzere sabit kalmıştır.
Ömer b. Hattab (r.a.) zamanına kadar yaşamış, Kays'ın zikredilen şair ve
atlılarmdandır. Beyitler Ebu Ubeyde'nin Mecazu'l-Kur'an'ında: 1/29; El-Hazane:
5/440; Tefsiri. Taberi.: 1/74; Kurtubi: 1/157; Tefsiri Ma-verdi: 1/64;
Ruhu'l-Meani: 1/105; Akdu'l-Ferid: 6/25. Yetim metnehu: Mızrağın bedeni
eğiliyor.
[16] Ebu Zueyb Huzeli'nin adı Huveylid b. Muharis'tir.
Huzeyli'le-rin en şairiydi. Müslüman olmuş ama kendi beldesinde ikamet
ettiğinden Rasulullah'ı (s.a.v.) görememiş. Rasulullah'i (s.a.v.) görmek
istemiş ancak ulaştığında insanların sakife denilen yerde Ebubekir'e biat
ettiğiy-le karşılaşır ve Rasulullah'ın (s.a.v.) cenaze namazına iştirak eder ve
döner. Daha önce beyit geçti. Bir kısmı şöyledir: "Gıyaben veya zahir
olan bazı şeylerden dolayı beni koruyorsun."
Mucemu's-Şuara s: 371; Divan Huzeliyin: 1/156; Şi'ru'l-Huzeiiyin fi
asreyni'l-cahili ve'1-islami shf: 333; Hazanetu'1-Edeb: 8/514;
Fas-lu'I-Makals:394.
[17] Beyit Hassan b. Sabit'indir. Bir rivayete göre oğlu
Abdurrah-man'ın Miskinu'd-Darimi'yi hicvettiği beyitlerdir. Sibeveyh'in
Şeva-hid'inde vadır. İbni Seyrafİ, Şerh'ul-Ebyat'ta: 2/I47'de zikretmiş.
Muk-tedeb: 3/298; Bağdadi Hazanetu'1-Edeb: 11/155.
[18] İsbehani'ninMüfredat'i shf: 139. Bir rivayete göre
beyit Du-reyd b. Summe'nindir. Bir rivayete göre Amr b. Madi Yekrib'indir. Sahih
olan beyitin Kuseyr'in olmasıdır. Arkadaşı Hendek el-Esedi'nin mersiyesi için
söylemiş. Öncesinde şu beyitler vardır:.
Her zahire bir gün
mutlaka fani olacak. Sen baki kalsan yok olmaya doğru gidersin.
Eğer ölüm gelmesin diye
fidye de versen, eskiden kalma ve yeni elde ettiği malarla mümkün değildir.
Hepimizin Ölümden
tadıp, senin bizden sonra bu vadide rehin kalman biraz bana zor gibi geliyor.
Divan Dureyd s: 29. Mucemu'l-Buldan: 5/429; Bahru'l-Muhit: 1/372; Divan
Kuseyyir shf: 222.
[19] , Ebu Haccac Mekki Mücahid b. Cebr'dir, meşhur tabiin
ve müfessir imamlanndandır. Kendisi şöyle demiş: Kur'an'ı başlan sona üç kez
İbni Abbas'm yanında okudum ve her ayetin üzerinde basa basa durdum ve ondan bu
konuda bilgi aldım. Hicri 100. yılda secdedeyken vefat etmiştir.
[20] İbni Esir bu hadisi en-Nihaye'de rivayet etmiştir.
2/14. Lafzı şöyledir: "Tekunu kable's-saati simine huddaatun). Yani bu
senelerde yağmurlar boldur, ama bereket veya verim azalır. İşte buna huda
denilir. Çünkü onlan yağmurla bereket olacağının ümidim veriyor ve daha sonra
bunun tersi oluyor. Bir rivayete göre el-Hudaatu: Yağmur azlığıdır. Ağızda
tükürüğün kurumasına (Hadaarrik) denilir. Farisi şöyle demiş: Hadisin manası:
Zekatın eksikiliği ve yağmurun azlığı olarak tabir edilir. Bir rivayete göre
zekat ve bereketin verimin azlığıdır. Mesela yağmuru az olan seneye
(Hadau'z-Zaman) denilir.
Lisanu'1-Arap maddetu (Hadaa): 8/66. Hadis Ahmed Müsned'i: 2/338
Durru'I-Mensur: 7/475. İbni Kesir el-Fiten
ve'1-Melahim: 1/57. İbni Kesir isnadının ceyyid ve kavi olduğunu
söylemiş.
[21] Mahtuta'da (zatu esacih) geçmiş ama hatadır. (Huşşat)
yerine de habbebe geçmiş. Esahic: Yürüyüş biçimleridir. El-Hariyy e'1-Hayrat'a
nisbettir. Eî-Ekta. Kıta kelimesinin cemidir. Bineğin üzerinde olan halı veya
hasırdır. El-Hadda setr ve gizlenmek manasında olan el-Had kelimesinden
türemiştir. Geniş bilgi için Tebrizi'nin (ihtiyaratu'l-mufadde-hi'd-daby)
eserine dön. Mafdaliyat shf: 283. Beyit Ebu Kays b. Eslet en-sariye aittir.
Onun Mafdaliyat'ı: 3/1243 ve 1245.
[22] Beyit, Süveyd b. Ebu Kahirindir. Kadının dişlerini
nitelendiriyor. Muhadramun şairidir. H. 60 yılından sonra vefat etti.
Mafdaliyat: 191. Tebrizi'nin Şerhu'I-Mafdaliyat'ı: 2/868. Samtu'l-leali: 962.
İkinci beyit Tefsiru'l-Kurtubi: î/196. İbni Faris'in Mücmel'i: 2/279. Basair
zevi temyiz: 2/531. Birinci beyit: El-Ayn: 6/214. İki muhakkik: Dr. Mahzumi ve
Samuranİ: Buna ulaşamadık. Mahlutada: (şetiten) yerine (şe-yen) gelmiş,
hatadır. Eş şetit: dağınıktır. Yani dişler. El-Vadih: beyazdır.
[23] Onun ismi Haddaş b. Bİşr'dir. İbni Selam onu islam
şairlerinin ikinci tabakasından addetmiştir. Cerİr'le beraber atışıyorlardı.
Sonra Ferezdak'la atıştı. Samma afet manasında essaylam ise şiddet manasındadır.
[24] El-Beyan ve'I-tebyin: 3/180; El-Hayavan: 3/77. İlk
beyit Müc-melu'l-luğat'ta adele maddesinde yer alır. Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır.
Lisan'da Adele maddesindedir. İkinci beyit Lisan'da feraha mad-desindedir.
Mesela efraha ru'uke: Yumurtanın civcivden hali kaldığı gibi senin kalbinden gam
ve kederden hali kaldı demektir. Mahtutada Harise b. Beled Advani geçer,
hatadır.
[25]Tasti'nin İbni Abbas'tan naklettiğine göre bu konuda
Nafi b. Ez-rak ona: "Bana bu konuda haber ver." demiş (Fi kulubihim
maraden) o da: (İbni Abbas) "Nifaktır." der. "Araplar bunu
biliyor mu?" der. O da: "Evet sen şairin şu sözünü duymadın mı?"
der.
[26] Bu beyit muhaddaremun kısmında olan sahabilerden
Şemmah b. Dırar'ındir. Onun divanı shf: 2/5'tedir. Tefsiri. Maverdi: 1/68.
Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır. Akdu'l-Ferid: 2/227; Lubabu'1-Edeb s: 285;
El-Mansef: 2/114.
[27] Beyit Ebu Hayye Numeyni'nindir. Bahru'l-Muhit: 1/53;
Dur-ru'1-Masun: 1/29, Muhakkik, kailine rastlamadım demiş. Besair zevi Temyiz:
4/493; Ruhu'l-Meanİ: 1/149; Lisan maride maddesi.
[28] İsmi Ebu Muhammed el-Kufi el-Aver İsmail b.
Abdurrah-man'dır. Tefsir sahibidir. İbni Abbas, Enes ve diğerlerinden hadis
rivayet etmiştir. Sevri ve diğerleri de ondan rivayet etmişier. Buhari dışındaki
bir grup ta ondan nakletmiş. Hicri 127'de vefat etmiş. İsmi Ebu Muhammed el-Kufi
el-Aver İsmail b. Abdurrah-man'dır. Tefsir sahibidir. İbni Abbas, Enes ve
diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Sevri ve diğerleri de ondan rivayet
etmişier. Buhari dışındaki bir grup ta ondan nakletmiş. Hicri 127'de vefat
etmiş.
[29] O meşhur şair Ebu Ferras Hemmam b. Galip'tir. Babası
kavminin saygın ve meşhur şairlerir dendir. Şiirlerle, Cerir ile atışmaları
çok olmuştur. O da babası da Emevs şairlerindendir. Hicri 110'da vefat etmiş.
Beyiti divannda bulamadım. Muberid'in Kamil'i: 1/45. El-Elat: Boyundaki
damgadır. Her şeyde olan (El-Melağim) isr: Burun, ağız ve yarık ma-nasındadır.
[30] O, künyesi Ebubekir olan Muhammed b. Seriy'dir. Arapça
ve edebiyatının imamlanndandır. Muberrid'ten ders almış. Ondan da Say-rafi ve
Romani ders almış. Ra'y1 geveleyip ğayn gibi çıkarırdı.Onun son zamanlarda
basılan (usulım fi'n-nahiv) adlı eseri vardır. Hicri 316'da vefat etmiş. Beyit
nisbetsiz bırakılmıştır. Sehavi'nin Seferu's-Saade: 2/665; Hasais: 1/152; Lisan
mad. Ekele. Orada (hubzen) yerine (hayran) vardır. Su satıp kazandıklanyla bir
lokma ekmek yiyen bir gurup kastediliyor. Böylece suyu zikretmekle yetinmiş.
[31] Şu ayeti kerimede olduğu gibi:
"Bunun için kim
size saldırırsa siz de aynen ona, size yaptığı tecavüz gibi saldırın."
Burada düşmanlığın veya
saldırının cezası saldırı olarak isimlendirilmiş, çünkü o saldırma sebeb
olmuştur. Şu ayettede olduğu gibi:
"Ancak zrılimltru
kin veya buğz vardır."
Düşmanlık veya buğz ile, zalimlere mükafat verilmek istenmiştir. (Ve
haberlerinizi imtihan srmek için). İrfandan imtihanı reva görmüş. Çünkü o
imtihana sebebtir. Sanki böyle demiş: Haberlerinizi büiyoruz.El-İşa-retu
iİJ'i-icazs:52-53.
[32] Beyhaki esma ve sıfat adlı eserde, İbni Abbas'tan şu
kavi hakkında şöyle çıkarmış:
"İman edenlerle
karşılaştıklarında iman ettik derler."
Bunlar ehli kitaptan
olan münafıklardır. Burada kendileri ve alaycı tavırları zikredilmiştir.
"Şeytanlarıyla
başbaşa kaldıklarında biz sizinleyiz derler."
Yani biz sizin dininiz
üzerindeyiz.
"Biz sadece alay
ediyoruz."
Muhammed'in
arkadaşlarıyla. Allah ta diyor ki:
"Allah ta onlarla
alay ediyor."
Aherette de onlara
cehennemin içinden cenneti görecek şekilde bir kapı açılır ve sonra onlara
gelin denilir ve onlar da oraya yönelerek cehennemde yüzerek gelmeye
çalışırlar. O sıralar müminler de taşlanmış halis ipeklerden yapılmış
koltuklar üzerinde oturur halde onları seyrederler. Tam cennetin kapısına
ulaştıkları zaman yüzlerine kapanır ve müminler de onlara gülerler. İşte bu da
Allah'ın şu ayetidir:
"Allah ta onlarla
alay eder."
Ahirette, cennetin kapısı
onların yüzüne kapandığı an, müminler de onlara gülerken buna şu ayet işaret
eder:
"B. gün, müminler
koltuklar üzerinde oturup bakarak kafirlere gülerler."
Esma ve sıfat s: 6/6; Durru'l-Mensur: 1/78.
[33] Beyit, Lubna'mn sahibi Kays b. Züreyh'indir. Meşhur
aşıklardandır. Müellifin dediği şekilde, Mezahim Ukayli'nin değildir. O
beyit-len Önce şunlar vardır:
Yetimin, anne babasının
kaybından dolayı Allah'a şikayetini arzet-tiği gibi ben de Lubna'mn kaybından
Allah'a şikayetimi arzediyorum.
Yetim ki akrabalar
ondan yüz çevirdiler. Onun cismi arık ve ince, anne babanın ahdi ise kadimdir.
Onların uzaklıklarından
evlerindekiler ağladılar. Gözlerimden yaşlar aktı hangi telaşlananları
kınıyorum.
Şevk ve hevadan tabirlemi ağlıyor yahut başkası hüzün ve gamından mı ağlıyor.
Eğani: 8/117. Ema lil murteda: 1/53.
[34] O, mucit şair Temim b. Ubey b. Mukbil'dir. O, harisli
olan Ne-caşi'yle birbirlerine şiirleriyle hicveder veya yarışırlardı ama Necaşi
onu mağlub ederdi. İbni Mukbil, dinde katı bir tavrı vardı. Müslüman olduğu
halde cahiliyedekilere ağlardı. Divanı s: 292; Emali'l-Murteda: 1/53.
[35] Cerir b. Atiyye Halfi'dir. Künyesi: Ebu Harza'dır.
Emevİlerin meşhur usta şairlerindendir. Ferazdak, Ahtal ve onun arasında
atışmalar olurdu. Onların arasında o, en şair olandı. H. 110'da vefat etti.
Mahtuta-da (mesaih) yerine (mesalih) (gayur) yerine (uyun) gelmiş. Divanı Cerir
s: 79. Bercimime oklar düştü şeklinde rivayet ediyor. Nasahu: Oklar, perçemine
düştü. Mesaih: Gözle kulak arasından öne kadar. Mefmk: Kadınların hoşlanmadığı
şeydir.
[36] Abdullah b. Mes'ud ilk müslümanlardandır. Bedir'de
bulunmuş ve iki kez hicret etmiştir. İbni Abbas, İbni Ömer ve Ebu Hureyre ondan
hadis rivayet etmişler. Son derece kısa, cansız ve zayıf biriydi. Buhari ve
Müslim onun 64 hadisi üzerine ittifak etmişler. Hicri 32'de vefa! etmiş.
[37] O, Ebu Zekeriya Yahya b. Ziyad'tir. Kufiler içinde en
geniş bir ilme sahipti. Kesaİ'den ders almış. Arapçada hudud ad. altınaa bir
çok eseri vardır. Hicri 207'de Mekke yolunda vefat etmiş.
[38] Said b. Cübeyr, tabiinin büyüklerindendir. Tefsir,
hadis, ibadet ve takva bakımından tabiinin öncülerindendir. îbni Abbas ve İbni
Ömer'den hadis rivayet etmiş ve ondan da tabiinden bir grup rivayet etmiştir.
İbni Esas ile beraber Abdulmelik b. Mervan'a karşı çıkınca Hac-cac onu öldürtmüştür.
Hicri 95'te.
[39] Bu ayet hakkında İbni Cerir, İbni Abbas'tan şöyle
nakletmiş: "Allah münafık İçin bir darb-ı mesel vermiştir:
"Allah nurlarını giderdi." kavli için ise: O nur ki, o onlara
hakkında konuştukları imanlarıdır. Zulmetten kasıt ta; onların inkarcılığı ve
sapıklıklarıdır. Tefsir Taberi: 1/143.
[40] Es-Seyyib: Sabe, yesubu'dan türemiş fey'al veznindedir
ve iniş zamanına denilir. Yağmurun her damlasına ve bulutlara, içlerinde nüzul
(iniş) manası olduğundan sayyib denilir. Hasiyet Şeyhzade Beyda-vi'nin tefsiri
üzerine: 1/165.
[41] Tirmizi'nin çıkardığı bi haberde, İbni Abbas şöyle
demiş: Yahudiler, RasuluIIah'dan (s.a.v.) Rad'm ne olduğunu sordular. O da:
"Bulutlarla
görevlendirilmiş meleklerden bîridir. Elinde bulutları Allah'ın dilediği yere
sürüp götürmesi için bir ateş parçası vardır."
"Peki bu
çıkardıkları ses neyin nesidir?" dediler. O da:
"Onun bulutları
sürükleyip götermesidir ki Allah'ın dilediği yere kadar sürüp götürür."
Rasulullah'a:
"Doğru söyledin derler." Tefsiru'I-Kurtubi: 1/217;
Aridetu'I-Ahve-zi: 11/284!
[42] O, meşhur arap aşıklarından, izzetli ve nadir hikaye
sahibi olan Kuseyyİr b. Abdurrahman'dır. Ali Ebu Talİb için şiddetli bir taassuba
sahib olan Rafizi biridir. Emaleyyi'I-Kaliy: 1/178; Divanı s: 151. Mahtutada
(Eh merrez zeniyy) gelmiş hatadır. (Bilahezk) yerine (Bila-half) gelmiş,
hatadır.
El-İrzam Rad'ın sesidir. Muveşşeh: 246; İkincisi Lisan badd. Heze-ka:
10/368; El-Hezak Rad'ın şiddetli sesidir.
[43] Divanı Cerir shf: 79.
[44] Delaili'1-icaz Curcani s: 94; Hazanetu'1-Edeb: 5/214;
Sırru Senaetu'1-İrab: 1/155; Şi'ru'ş-Şuara s: 343; Hasais: 3/340; Divan: 103.
[45] O, İmran b. Hattan'dır. Tabiin'den ve Kaade
haricilerinin liderlerinden biridir. Ali b. Ebu Talib'i katleden Ebu Mulcim'i
medheden beyitleri vardır. Buhari ve Ebu Davud ondan çıkarmışlardır. İbni
Hacer'in dediğine göre ondan özür beyan etmiştir. Çünkü henüz mubdei olmadan
önce ondan hadis nakletmişti. Hazanetu'1-Edeb: 5/361. Bu beyitlerle Süfyan
Sevri'yi temsil getirmiştir. Tarihu'l-îslam Zehebi: 1/285; Uyun Ahbar: 1/81.
Rabiu'l-Ebrar: 4/216.
[46] El-Ğaysu'I-Muscem: 2/101. Keşfu'I-Müşkil fi'n-nahv:
2/474; Divan shf: 158; Senaateyn s: 60; Îcazu'l-Kur'an Bakillani s: 100.
[47] Mahtuta da Abdullah'tır ama hatadır. Kavminin seçkin
insan-larındandı. Osman b. Affan'm arkadaşlanndandır. Osman (r.a.) katledildiği
zaman Muaviye'yle beraber oldu ve Sıffin harbine katıldı boğularak öldü. Hicri
69'da. Lisanu'1-Arap mad. Keteme: 12/506; Hasais: 1/336. Onun onu gizlediği
gibi o da onu ondan gizlemiştir.
[48] Kitap hakkında herhangi bir bilgiye rastlamadık.
[49] O, edeb imamlarından, Mutezile akidesine sahip olan
Amr b. Bahr'dır. Çeşitli ilimlerle ilgili 360 eseri vardır. Eserlerinden
bazıları: "EI-beyat ve't-tebyin, el-Hayavan, el-Buhala" Kitapları
önce aklı sonra da edebi öğretir. Hicri 250'de vefat etmiş. Kitapları, üzerine
düşerek altında ölmüştür. Kadı Ebu Yusuf ve Nizam'dan ders almış.
[50] Adı: Umeyr b. Şuyeym'dir. İbnu Selam, onu, İslam
olanların ikinci tabakasında addetmiş. Çok keskin ve usulünü iyi bilen ve tatlı
şiirleri oîan bir şairdir. Divanı s: 26. Devenin yürüyüşünü vasıflandıran biridir.
Lisanu'1-Arap mad. Avere. Cemheretu eş'aru'I-arap: 2/807; Şah. Mefdaiiyat
Tebrizi: 1/465; El-Muvahhiş s: 233; Eğani: 9/30; Emaii'1-Ka-li: 2/708. Merzbani
şöyle demiş: "Eğer Kattami, devenin yürüyüşünü vasıflandıran şiirlerini
kadınlar için söyleseydi İnsanların en şairi olurdu. El-Hayavan: 5/78.
[51] Beyhaki bu hadisi Ba's'ta çıkarmış. İbni Cerir: 1/174.
İbni Ebu Hatem: 1/89. İbni Abbas'tan naklettiğine göre şöyle demiş: "Dünyada
cennette olan şeylerden isimden başka birşey yoktur."
[52] Şair şöyle dedi;
Ey insanlar arasında
tepeden tırnağa en güzel olan, sevenin şerri hiç bir zaman ona ulaşmaz.
Burada ma beyne karniyi (iki boynuz arası) kastetmiş. (Beyne) düştüğü
zaman (karnen) kelimesi (Ahsen)e nisbet için temyiz üzerine na bedilmiştir.
Kurtubi: 1/243. Meani'l-Ferra: 1/22.
[53] Müellif Mutezile mezhebinin etkisinde kaldığından
(idlal)'ı Allah'a izafe etmekten kaçınmıştır. Çünkü onlar Allah'ı bu tür
şeylerden münezzeh kılarlar. Bu konuda varid olan bir çok ayeti tevil
ediyorlar. Ehli sünnet ve'1-cemaatin yanındaki mana Allah'u Teala onları rezil
ve rüs-vay eder ve onları hidayete erdirmez.
[54] Adı: Gaylan b. Ukbe'dir. Mahir şairlerdendir. Bununla
arapla-nn meşhur aşıklarından sayılıyor. Onun kız arkadaşı öldürüldü. Şiirlerinde
ondan çok misal verir, teşbihini yapar. Kırk yaşında H. 117'de vefat etti. Ebu
Amr b. Ala şöyle dedi: Şiir Zirrumme ile, Ricz ise Raube b. Ac-cac'la son
buldu. Beyit sh. 40'ta divanında Emali'l-Kaliy: 1/240. Lisa-nu'I-Arap mad. tala:
15/13. Kitabu'1-Efal: 3/252. Mutlubin: Uzakta olup onun talebine ihtiyaç
olunandır. Tala: Boynun bir yanı.
[55] Beyit, Ebu Dehbel Cumhi'nindir. Tebrizi'nin
Şerhu'1-Hama-se'si: 3/153; Es-Sadaketu ve's-Saciik: 154;Eğani: 6/164.
Isbahani'de yine onu Mecnun-u leyla'ya nisbet eder. Onun bazı beyitleri şöyle:
Leyla'yla benim aramda
bir gece olduğu halde onu terk mi ediyorum (hayır) zira ben sabredeceğim. Beni,
sizden devesini kaybeden biri olarak kabul görün. Onun bir zimmeti vardır,
zira onun yuları büyüktür.
Metruk olanın sahibinin
saygınlığı hürmeti, deveyi kaybetmekte olanın sahibine göre daha çok ve
yücedir.
Allah leyla'yı
afvetsin, zira o , bir hükmü benim üzerime tevli etmek istediğinde zulmeder.
Birinci kısmı İbni
Cezeri'nİn (Kaşifu'l-Hasase) adlı eserinde sh. 92'dedir. Eserin tahkikçisi Dr.
Nernmas şöyle dedî: Onun söyleyenine ulaşamadım. Eğani: 2/8.
[56] Müellif burada Mutezile usulüne göre gitmiştir. Zaten
Mutezi-le'den etkilendiğini mülahaza ediyoruz. Onlar, Rasulun bi'setinin gerekliliğini
savunurlar. Bu da ehli sünne vel cemaatın hilafınadır. Allah'a hiçbir
gereklilik yoktur. Kimse Allah'ın üzerine birşeyi gerekli kılamaz. Se-merkandi
şöyle dedi: Herkes kendi nefsinde düşündüğü zaman olan mi-sak'ı (ahdi) bilir.
Bu da misak mesabesindedir. Bahru'1-Uium. 1/304. Hiçbir .şey Allah'ın üzerine
gerekli değildir.
[57] Beyit, haricilerin şairlerinden ve büyüklerinden olan
İmran b. Hattan'ındır. Divanu'l-hevariç shf: 168; Eğani: 16/151; Rabiu'I-Ebrar:
4/206; Zehru'1-Adab: 4/6; Mucemu'l-Edibba: 8/170.
[58] Kelhabetu'l-Yerbui, Cahili bir şair olup adı Hubeyre
b. Abdu-menef tir. Kelhabe'nin, onun annesi olduğu ve onun da Kelhabe'nin oğlu
olduğu söyleniyor. Ensabu'1-Hayl shf: 48; Mefdaliyat: 32. Birinci beyit tbni
Seyrafiye ait Sibeveyh'in beyitlerinin şerhinde: 2/156; Şerh Eb-yatNuhas: 149.
[59] Meanİ'l-Kur'an: 1/24.
[60] Beyit Bahru'l-Muhit'te: 1/134; Ruhu'l-Meani: 1/215'te.
Haşi-yetu Şeyhzade: 1/570'te. Tefsiri Kurtubi: 3/278'de ve Durru'l-Masun'da
1/243'te varid olmuş. Nisbetsizdir.
[61] İbni Ebu Hatem'in, İbni Abbas'tan çıkardığına göre bir
adam ona şöyle demiş: "Allah'ın kitabında olan bu iki ayet birbirine
muhaliftir." O da:
"Tabi ki sen bunu
kendi kafandan uydurdun." der. Ve şuradan şu ayete kadar oku der:
"Yeri iki günde
yaratan Allah'ı inkar mı edeceksiniz?" Ve şuraya kadar:
"Sonra göğe
yöneldi ve o duman şeklindeydi." İşte:
"Vel arde ba'de zalika dehana." kavli de budur. Tefsir İbni
Ebu Ha-tem 1/104 ve semayı yaratmadan Önce yeri yaratmıştır ve daha sonra semayı
yaratmıştır ve daha sonra semayı yaratıktan sonra da yeri döşemiş-tir der. İşte
(Dehaha) kavli döşediğine delalettir. Durru'l-Mensur: 8/412. İbni Abbas'tan.
[62] Ebu Şeyh Üzme de İbni Abbas'tan çıkardığı haberde
şöyle dedi diyor: Allah yedi kat semayı dumandan yaratmıştır. Daha sonra pazar
ve pazartesi günleri yeri yaratmaya başlamıştır. Buna şu ayet işaret ediyor:
"De ki: Yeryüzünü
iki -»ünde yaratıp sonra da onda olan vakitleri takdir eden Allah'ı inkar mı
ediyorsunuz?"
Şeklinde zikeder ve der
ki Kur'an'da şöyle bir şey varid olmuştur der:
"Sonra semaya yöneldi, o bir dumandı, semaya ve yere ikiniz de
gelin diye emretti..."
[63] Beyiüer Ebu Cehil'in kardeşi Haris b. Hişam
Mahzumi'nindir. Müşriklerle beraber Bedir savaşına katılmış fakat hezimete
uğramıştır. Haris yavaştan kaçtığından dolayı özrünü beyan etmiş ve bu
beyitleri söylemiş dah.ı sonra Mekke'nin fethinde müslüman olmuş ve iyi bir
müslüman olmuş. Uyunu'l-Ahbar: 1/69; Akdu'l-ferdid: 1/99; Siret İbni Hişam:
3/113.
[64] Divanı s: 57. Lııbabıı'I-adab s: 218, Ancak burada
(El-Haylu ta'lemu) vardır. Eğani 7/143.
[65] Hayatı daha önce geçmiştir. Suyuti'nin Tibi'den
naklettiğine göre bu ayet lügat ile uğraşmayı ibadetle uğraşmaya tercih
edilir. Faydasını vermiştir. Şer'i ilimlerde nasıl olur? Kimse bilmez.
el-İklil fi istinba-ti't-Tenzii s: 28.
Bu konuda Allame Salih b. Metali Şankiti şöyle diyor: Şer'an lugat-ları
öğrenmeyi ibadetle uğraşmaya tercih et. Bu şu sözden çıkarılmıştır: Adem'e
bütün isimleri öğretti. Lügati öğrenmeye bak.
[66] Divanı Cerir: 86. ikinci beyit Tabakat Şuara sh. 147.
başı şöyle: (İnsanlar hala benim zalim olduğum kanaatini terketmeyecekler mi).
Mutih: Kendisine faydası olmayana yeltenendir.
[67] Zeydu'1-Hayl diye isimlendiriliyordu. 9. yılda
Rasulullah'a geldi ve onu Zeydu'1-Hayr diye isimlendirdi. Cahiliye şair ve
atlılanndandı. Nebi (s.a.v.) ona şöyle dedi:
"Hiç kimse cahiliyede beni vasıflandıramadı. Islamdan senden başka
beni vasıflandıran görmedim." Ömer'in hilafetinda vefat etti. Kamil:
1/235. Hamasetu'l-Basriyye: 1/62. İkincisi: Haşiyetü Şeyhzade ala'l-Beydavi:
1/256, Tevil Müşkili'l-Kur'an: 417. Tefsim'l-Taberi: 1/289. Bahru'l-Muhit:
1/266; Tefsiru'l-Maverdi: 1/92. Şedde Akru'd-de-vabir: Mızrak sonlarının
düğümü. Atlı kuşandığı zaman bunu yapar.
[68] Bu tercih edilen görüştür. İblisin melek cinsinden
olmadığı sahihtir. Çünkü melekler nurdan İblis, cinlerin babası ve ateşten
yaratılmıştır. Ayette olduğu gibi "Beni ateşten onu da (Adem) çamurdan
yarattın."
[69] Tefsir sahibi Ebu Müslim Muhammed b. Bahr
Isbahani'dir. Mu-leziliydİ ve onlar arasında saygın biridir. Mutezile'ye göre
tefsir yapmıştır. 70 yaşında hicri 372 rde vefat etmiştir.
[70] Bu görüşü diyenler: Munzİr b. Said Balut ile İbni
Yahya Ebu Kasım Belhi'dir. İbni Kayyım Cevzi (Miftahu Daru's-saade) kitabında
bu mesele üzerine görüş belirtmiştir. Her iki fırkanın da delillerini
zikretmiş. Bu görüşü ise bir çok delillerle reddetmiştir. Miftahu Daru's-Saade:
1/1232.
[71] İbni Cerir, İbni Ebu'l-Hatem ve İbni ve Menzur
çıkarmışlar 1/126. İbni Abbas'tan gelen rivayet şöyle (Allah Adem'i Sunbule'den
men etmiştir.) Bir lafzında da (El-Bur')dan buğdaydan. Durru'l-Mensur 1/129.
Tefsiri İbni Cerir: 1/183.
[72] îbni Ceri'rin ve İbni Munzir'in çıkardığına göre bu
İbni Abbas'tan rivayet edilmiştir. 1/184. Durru'l-Mensur: 1/129.
[73] Bu, Muhadramunun kıymetli sahab il erinden olan Lebid
b. Ra-bia'den muallakatlann sahiplerinden biridir. Müslüman olduktan sonra
Kufe'ye intikal etmiş ve uzun süre burada yaşadıktan sonra vefat etmiş Yehbitu
ölmek. Eminı-çoğaldılar. Kallun azlık. Divan Lebid sh 50; Me-cazu'I-Kur'an
1/373; Birinci Ravdu'1-Unf 2/212. İkinci beytin birktsmi şöyle rivayet edilir:
Bir gün helak olup azalacaklar. Mahtutada (Neredenin yerine Fend gelmiş,
hatadır.)
[74] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 1/
[75] Bu beyitleri, Firuz Abadi Basair Zevi Temyiz'de
zikretmiş: 6/24 ve şöyle demiş: Onlar bazı muhaddisçilere aittir ama muhakkik
onları nis-bet etmemiş. Muberrid'in Kamil'i: î/235. Mahmudu'l-Verrak'a nisbet
etmiş. B ence tu'1-Mecal is: 3/328; Tefsiru'I-Razi: 3/8. Nisbetsizdir.
[76] Üç beyitten biri, Ebu Zeyd'in Nevadir'inde: 152'de cahili
birine nisbet etmiş. Ferra'nın Meani'I-Kur'an'ı: 1/33; Bahru'l-Muhit: 1/177.
Nehru'l-Mad'de Ebu Hayyan'ın: 1/177; Ruhu'l-Maani: 1/245; Haşiyetu Şeyhzade:
1/286.
[77] O, Zuburkan b. Bedr'in kabilesinden olan Edbat b.
Kurey Sa'didir. İslamdanbir asır Önce yaşamıştır. Kavmi son derece ona kötülük
etmiş o da onlardan ayrılmıştır. Son gittiği kavim de ona eziyet etmiş ve bu
kez kendi kavmine dönmüş. Hazanetu'1-Edeb: 11/452; Mecalis Sa'Ieb shf: 480;
Emali'1-Kali: 1/107; Tefsiri îbni Atıyye: 1/104. Kurtu-bi: 1/344; Ruhu'l-Maani:
1/247; Şeyhzade Ale'l-Beydavi: 1/291; Mücmel İbni Faris: 2/79; Tefsiri
Kurtubi: 1/374.
[78] Şiirin kaynağı biraz öncele dipnotta geçmişti.
[79] O, Hevazin'İllerden olan cahili şairlerinden Düreyd b.
Summe'-dir meşhur sayılı atlılar arasındaydı İslama yetişmiş ama müslüinar. olmamış.
[80] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 1/
[81] Beyitleri kardeşi Abdullah'ın mersiyesi üzerine
söylediği ka-sidesindendir. Divanı shf: 47; Emali'I-Yezidi shf: 35. İkinci
beyit Haza-netu'I-Edeb: 11/279; Mecazu'l-Kur'an: 1/40; Bahru'l-Muhit: 1/185;
Tefsiri Maverdi: 1/265; Tefsiri Kurtubi: 1/375; Faslu'1-Meka shf: 353; Tefsir
İbni Atiyye: 1/206; El-Mudeccec silahların tamamıyla Dir'u'1-Fari-si-Fars'ta
yapılmış zırhtır. El-Miiserred muhkem ve sağlam bir şekilde Örülmüş demektir.
[82] Cahüiyye şairlerinden olan Sayfi adlı şahıstır.
Cahiliyyede İlah ediniyordu. Hanifliği din ediniyordu. Bir rivayete göre
müslüman olmuştur. Birinci beyit Hazanetu'İ-Edeb: 3/411; İki beyit te
Mafdaliyat shf: 284; İktiabu'I-Bedlisaya: 358; Şerh Mafdaliyat: 3/40. Onun
yazılı bir kitapçığı vardır, savaşa götürme hakkındadır. Övgü ve methiyelerle
doludur. Yani eski Uran kabilesinin reislerinin fazilet ve yiğitlikleri
hakkındadır.
[83] İki beyit te cahili olan Ebu Hanbel cariyetebni
Mumıîaniye aittir. Faslu'l-makal s: 315. ikinci beyit tefsiri Kurtubi 1/ 377.
Birincisi Li-sanu'1-arap madde Ememe iki beyit te Şİ'ru'ş-şura shf 58. Lisan
madde cezee 1/46.
[84] Muallakat'ın sahiplerinden ve cahili şairlerinden biri
olan Züheyr b. Ebu Seleme'dir Tefsiri Kurtubi: 1/ 387; Tefsiri Maverdi: 1/105;
Divanı s: 61; Bahnı'l-Muhit: 1/189.
[85] Adı Gıyas b. Gavs Tağlabi'dir. Meşhur Emevi
şairlerinden olup Cerir'le atışmaları olmuştur. Hıristiyan idi müslüman
olmamıştı. Ab-dulmelik b. Mervan'Ia oturur kalkardı. Feylak: Büyük kitap.
Ekfal: Korkaklar. Kefele'nin cemidir. Erakim: Tağleb ailesidir. İki beyit te
Divanı Ahtal: 390.
Huzeyl ise: Huzeyl b. Hubeyre Tağlebi'dir. İrab: Sahrada bir sudur.
Bununla Huzeyl'in, Beni Reyah b. Yerbu üzerine açtığı bir savaşa işaret ediyor.
Onların kadınlarını esir aldılar ve develerini de sürüp getirdiler. Hakeza iki
beyit Cerir ve Ahtal'ın Nekaid eserindedir: 77.
[86] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 1/
[87] Beytin kaili bilinmiyor. Meani'I-Kur'an Ferra: 1/105;
Hazane-tu'l- Edeb: 1/451; Bahru'l-Muhit: 1/202; Tefsiri. Kurtubi: 1/399; Hasiyet
Şeyhzsade ale'l-beydavi: 1/96.
[88] Hişam b. Abdutmelik tarafından Irak'a emir tayin
edilmişti. Be-lağat ve fesahat yönünden arapların meşhur hatiplerinden biridir.
Son derece eli bol ve cömert biriydi. Sonra velayetinden azledildi, yerine Yusuf
b. Ömer sekafi tayin edildi.
[89] Müfessir ve keskin bir hafız olan Katade b. Deame
Sudusi'dir. Keskin hafızlığından dolayı ununla misal verilirdi. Kendisi ben hiç
bir zaman bir muhaddisi, kulağım d lymadı bana tekrar et demedim diyor ve kalbimle
hemen söyleneni hıfz ederdim. Hicri 117'de vefat etmiş.
[90] Mahtutada (Fektulu] geçer ama hatadır Katade bunu
(feekilu) okumuştur. Tefsiri Kurtubİ: 1/402; Durru'l-Masım: 1/365 ve bu şaz bir
kıraattir.
[91] Beyit Ebu Ahzar Hamani'nindir. Şerh Ebyat Sibeveyh
Naha-s'ın shf: 178; Lisan madde nasere Tefsiri.Taberi: 1/318; Tefsiri Kurtubi:
1/433; Ruhu'l-Maani: 1/278; Bahru'l-Muhit: 1/238. Şiirde başını sallayan iki
deveyi vasıflandırıyor. Devenin başını nasraniyenin namaz kılarkan başını
sallamasına benzetmiştir.
[92] Ebu Cafer b. Ziibeyr şöyle demiş. A'raf süresindeki
olay Beni İsrail'in Musa'dan su talebinde bulunmalandır. Ayet şöyle:
"Musa'ya Tih
çölünde susayan kavmi kendisinden su talep ettiği zaman "asanı taşa
vur" diye vahyettik." (A'raf: 7/160)
Bakara'da varid olan ise, Musa'nın Rabbinden su talep etmesidir. Ayer ti
"Musa kavmi için su taleb ettiği zaman." Onların ilk başta istemeleri
ilk önce taleb etmeye benzetilmiş Musa'nın talebi ise onlar içindir. Çünkü onun
üzerine tertip olmuş ve ondan sonra vaki olmuştur. Burada başlangıç başlangıca,
gaye de gayeye münasip olmuştur. Taleplerine cevaben (inbeceset) denümiştir ve
Musa'nın talebine cevaben (fen fece-ret) denilmiş. Bu da buna münasiptir ve
gerektiği Üzere gelmiştir. Aksi için münasip değildir. Ve dahasını Allah bilir.
Mellaku't-Te'vil: 1/68.
[93] Beyit, Uhayha b. Celah'mdır. Durru'l-Mensur: 1/177.
Ebu Mühcen Sekafi'nin olduğu da söyleniyor. Lisan madde. Fum: 12/47. O arada
şöyle geçmiş: Ben kendimi tek zenginmiş gibi zannediyordum. Bah-ru'1-Muhit:
1/219; Durru'l-Masun: 1/394; Tefsiru'l-Taberi: 2/60.
[94] Beyiti Kurtubi tefsirinde: 1/425, Suyuti
Durru'l-Mensur'da: 1/177 zikretmiş. Lisan madde: Fum. Orada şöyle geçiyor: O
zamanlar on-larm bir bahçesi vardı. Beyit Umeyye b. Ebi Sait'indir. Taberani
Kebir'de İbn-i Abbas'tan tahric ettiğine göre Nafi b. Ezrak ona: (Fumiha) ayeti
hususunda ne demektir? bana haber ver, demiş o da: Fum Hinta'dır, demiş. O da:
Araplar bunu bilmiyor mu demiş, o da: Evet sen Uhayha b. Celah'ın ne dediğini
duymadın mı? demiş. (Ben bir zamanlar çok zengindim... Tas-ü tahric etmiş ve
demiş ki: Ey İbn-i Abbas kim bunu İbn-i Mesud'un kıraatine göre okursa işte bu
kokuşmuştur. Bu konuda Ümeyye b. Ebu Salt şöyle demiş: Onların evleri o zaman
açıktaydı. Orada çeşitli bitkiler, soğan ve fuman vardı. Durru'l-Mensur:
İ/176-177.
[95] Beyti Kurtubi tefsirinde söylemiş 1/425. Suyuti
Durru'İ-Men-sur: 1/177; Lisan madıfun: 12/460. Taberani'nin Kebir'de İbni
Abbas'tan naklettiğine göre Nafi b. Ezrak ona ve fumiha nedir diye sorduğunda
o da hintatun (buğday)'dır demiş.
[96] (Essabine) şeklinde hemzesiz Nafi ve Ebu Cafer
okumuştur. El-İthafshf: 138.
[97] Güzel bir görünüm ve çehresi olan bu şairin adı. Abdurrahman
b. İsmail'dir. Güzelliğinden dolayı göz değmesinden korkuluğundan çeşitli ve
belirli zaman ve mevsimlerde başına bir örtü atardı. Bunun haberi Vefayatu'1-A
yan'da zikredilir. Bu beyiti Velid b. Akdulmelik'in med-hi için söylemiş.
Vefayatu'l-vefeyat: 2/274; Şerh divan hamase: 2/96. Useyla Esile kelimesinin
terbim'idir. Bir kadın adıdır. Tukİnnu ğaylen örtüye bürünmüş gibi açık olan
yerlerini örtmesidir.
[98] Amr b. Osman'ın künyesi Ebu Bişr'dir. Hammad b.
Seleme, Halil b, Ahmed ve Ebu Zeyd'ten ders almıştır. Ahfeş ve Nadir b. Şumeyl
de ondan ders almıştır. Onun nahiv konusunda bîr eseri vardır. Kesai'yle beraber
meşhur zenburiye meselesi hakkında münazarada bulunmuştur. Bu minval üzere
hicri 180 yılında vefat etmiştir.
[99] Ebu Zeyd Said b. Evs Ensari'dir. Arapçada önderlerden
biridir. Ve Sibeveyh'in şeyhidir. Ve kendisi şöyle demiş. Eğer Sibeveyh
Ahbe-reni sikalun derse o bana atfen böyle söylemiştir, diyor. Onun basılmış
(enNevadir) adlı eseri vardır.
Ve Otuz senede tamamlandığını söylediği (El-Hemezetu) adlı eseri
vardır. Matbudur Hicri 215'te vefat"etmiştir.
[100] El-Hasais 3/154'de bak.
[101] Beyit Ranin'indir. Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/24; Şerh
ibni Ya-iş: 2/111; Meclisus-Saleb shf: 28; Tefsiri. Kurtubi: 3/267; Divanı shf:
198.
[102] İbni Manzur şöyle demiş: Kesreyle (En-nikl) Herhangi
bir şeyden olan kuvvetli ve şiddetli kayıd (kelepçe)dir. Cemi Enkal'dır. Ayette
de cemi aynı şekildedir. (İnne ledeyna enkalen ve cehimen) Lİsa-nu'1-arap madde
Nekele 11/677.
[103] Huzven şeklinden za'y1 sakin yapanlar hamze ve haleftir.
İthaf Fudalai'l-beşer s: 138.
[104] Beyit, Ebu Zueyb Huzeli'nindir. Divan'uI-Huzeliyyin:
1/140;
Hazanetu'l-Edeb: 5/491; Şerhu'l-Hamase li'1-Tebrizi: 1/225. Er-Reyd:
Dağda sivri çıkıntılardır. Ed-Duruu: Zikzaklı, kavisli burunlardır. Mana şudur:
"Tuhalu'1-ukab dağından geçtiğinde yükseklik ve yüceliğinden dolayı
etrafı zikzaklıdır."
[105] Beyitler, Ebu Kays b. Eslet Ensari'nindir.Cahili
şairlerindendir. Müslüman olduğundan söylenir. Hazanetu'l-Edeb 3/410.
Mafdaliyat shf 284. Eğani 15/153.
[106] Mahtuta'da (baidun) gelmiş hatadır. Kaside'nin baş
tarafı Teebbet şerre'ye aittir. Bir kısmı şöyledir: Afet ve felaket uğramış
yerlerden uğra da geç. Yaid'ten kasıt: Benim mutad olduğum, alıştığım. Irak:
Uykusuzluktur. Beyit Mücmel 'de mad; heyede. Orada (ya haydu) vardır (ya
idu)'nun yerine. Şerhu'l-Mafdaliyat Tebrizi: 1/95; Mafdaliyat: 27.
[107] Meani'l-Kur'an Ferra: 1/720; Bahru'l-Muhit: 324;
Tefsiri. Kurtubi: 1/463; Hazanetu'1-Edeb: 11/65; Hasais: 2/458.
[108] Tevbete b. Humeyyir'İn künyesi Ebu Harb'tır. Meşhur
bir atlı şair ve Leyla Ahiliyye'nin arkadaşı veya beyidir. Leyla hakkında bir
çok şiiri vardır. Tefsiri Kurtubi: 1/215; Muğni Lebib Rakam: 94; Haza-netu'l-
Edeb: 11/68; Emali Şeceriyye: 2/317; Ameli'1-Kali: 1/88.
[109] Beyit Zi Rumme'nindir Divani shf: 622;
Hazanetu'I-Edeb: 11/67; Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/30; Hasais: 2/458; Emali
Şeceriyye: 1/32;E1-Mektedeb: 1/163.
[110] Bu riczi Şemmer söylemiş. Lisan madde Hebete ve kevl.
Ne-vadir Ebu Zeyd shf: 173; Çembere: 3/115; Ef alu serkiti: 1/129; Hasais:
2/211; Musaid: 2/20. Nisbetsİzdir. Cenah birinin adıdır.'
El-Kevt: 100 ve fazlası olan koyun sürüşüdür. EI-AIabit-en azı elli olan
sürüden bir gruptur.
[111] HazanetEdeb: 4/218; Lisan madde sur. Hasais: 2/418;
Tefsiri Maverdi 1/28 Tefsiri Taberi 1/145. Tefsiri Kurtubi: 1/465
Mahnı'1-Ma-hit 1/266. Şerh Muallakat Nuhas 2/35.
[112] El- cevd: Kesinlikle onun üzerinde yağmur olmayan
yağmurdur. Hasan şöyle demiş: Sibeveyh'in anlatmak istediği (Ahezetna)
bilcev-di ve fevkahu) sözü mübalağa ve aşın gitmekten ibarettir. Zira cevd denilen
yağmurun üzerinde bir şey yoktur. Lisan madde. cevd.
[113] Beyit Antere'nin muallakatındadir. Şerh Muallakatı
İbni Nuhas: 2/44. Hasais: 1/24.
[114] İki beyit, İbni Dumye'nin karısı Amine'nindir. Onun üç
beyi-ti vardır ve ilki şudur: Bana vad edip, muhalefet eden sendin, seni kınayan
kimseler yerine benim başıma gelene seviniyorsun. Onların Eğani'de kıssası
vardır: 1/182. Beyan ve't-Tebyin: 4/68; Şerhu'l-Hamase Tebrizi: 3/177. Üçüncü
beyitiyle beraber tekrar edilecek.
[115] İki beyiti bulamadım.
[116] Beyit, Buays veya Ferazdek'indir. Ebu Ubeyde Beni
Kuleyb'-ten bazılarına, bu şiirle hücum edişiniz ne kadar katı bir şekilde
olmuş diye sordum der. O da Buays'ın kavlidir beyitİ söylemiş Şi'ru'ş-Şuara
shf: 329; Akdu'l-Ferid: 6/130; Divanu'l-Menai shf: 175.
[117] Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem Adevi'dir. Onların
mevlası babasından ve İbni Münker'den rivayet etmiş ama onu zayıf addetmişler.
Onun Tefsir ve nasih mensuh adlı eserleri vardır. Tirmizi ve İbni Mace ondan
nakil yapmışlar. Hicri 182'de vefat etmiş.
[118] îbni İshak, İbni Cerir, İbni Munzir ve İbni Ebu Hatem
1/276'da İbni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Yahudiler Rasulullah (s.a.v.)
gönderilmeden önce Evs ve Hazreç'lilere haber veriyorlardı ve geleceğini
biliyorlardı. Vakta ki araplardan peygamber (a.s.) çıktı onu inkar ettiler.
Onun hakkında söyledikerini de inkar ettiler. Muaz b. Cebel Bişr b. Berra ve
Davud b. Seleme onlara:
"Ey yahudiler
Allah'tan korkun gelin teslinı olun biz henüz şirk ehliyken siz Muhammed'ten
bize haber veriyordunuz ve biliyordunuz. Onunla Övünüyordunuz ve yakında
geleceğini bize haber veriyordunuz ve onun sıfatlarını bize sayıyordunuz."
Dediler. Bunun üzerine beni Na-dir'den olan Selam b. Misken:
"O bizim bildiğimiz, tarif ettiğimiz bir şekilde gelmedi ve o bizim
size bildirdiğimiz kişi değildir." Dedi ve buna cevaben Allah'u Teala Bakara:
2/89. Ayetinden olan bu ayeti nazil etti. Durru'l-Mensur: 3/217; Tefsiri
Taberi: 1/411.
[119] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 1/
[120] Mahtutada (Multemiş'tir) ama hatadır. (Velasle)
hatadır. (İh-vani) yerine (Ehvali) gelmiş Muieîenmiş Dab'inin.asıl ismi Cerir
b. Ab-dul Mesih'tir. Cahili şairi erde rdir. Hayra kralı Amr b. Hind'in kadeh
arkadaşıydı. Zülfe iyi bir menzildir. Divani shf: 155-160; Sadeketu ve sa-dik
shf: 388; Hayavan: 3/136; Eğani: 21/136.
[121] Beyit Ferazdak'indir. Fil ile ma'ruf olan Anbese b.
Ma'dan'ı eleştirip saldırmaktadır. Arap ilmini usulüne koyanlardandır.
Ferezdak'ın şiirlerini ayıplıyor ve Cerir'in şiirlerini rivayet ediyordu.
Divanı shf: 179; Tarih ulamak Nahviyyin shf: 161;Buğyetu'l-Vuat: 2/233;
Inbahu'r-Ruvat: 2/381; El-Miizekkeru ve'1-miiennesu İbni Enba-ri shf: 133.
Mahtuta'da: (Şağilun yerine nacizun, zari yerine ravi gelmiş) hatadır.
[122] Beyit Ebu Nuvas'ındır. Ebu Ferras Hamdani'nin olduğu
da söylenir. Sahih olan da budur. Yetimedu'd-Dehr: 1/60; Şerh Şevahid Keşşaf:
135; Tebşir Fiddin İsferayini shf: İ5; Birinci beyit Tefsir Razi: 3/218; İkincisi
Keşşaf: 1/301'dedir.
[123] Beyit Ebu Nuvas'ındır. Ebu Ferras Hamdani'nin olduğu
da söylenir. Sahih olan da budur. Yetimedu'd-Dehr: 1/60; Şerh Şevahid Keşşaf:
135; Tebşir Fiddin İsferayini shf: İ5; Birinci beyit Tefsir Razi: 3/218; İkincisi
Keşşaf: 1/301'dedir.
[124] Emali'l-Murteda: 1/421. Nisbetsizdir. Tefsiri Taberi:
1/463. El-Vateb Süt Torbasıdır. El-Ulbetu içine sağılan şeydir. Eşsırrı yavru
emmesin diye memeyi bağlamaktır.
[125] Razi ve Hayyan bu konuda Ebu Müslim'den şöyle rivayet
etmişler, (ma) Ellezi manasında olan ismi mevsuldur. Konumu çerdir. (Mülki
Seleyman) üzerine atfedilmiştir. Takdiri şöyledir. (Ma tetlu'ş-şe-yatinu iftiraen
ale mülki süleymane ve ala ma unzile ale'l-mekkeyni) şeytanların okudukları
Süleyman'ın (a.s.) mülkü üzerine ve iki meleğe indirilenin üzerine olan bir
yalan iftiradır.
Fahru Razi şöyle demiş:
Ebu Müslim, sihrin iki meleğin üzerine indiğini inkar etmiş. Çeşitli görüşler
delil getirmiş.
1- Eğer sihir iki melek
üzerine inmiş olsaydı, Allah'ın indirmesi gerekli. Bu caiz değildir. Çünkü
sihir, küfür ve beş olduğundan Allah'ın onu indirmesi şanına yakışmaz.
2- Şu ayet (velakin
şeytanlar kafir oldu insanlara sihri öğretiyorlar) Sihri öğrenmenin küfür
olduğuna delalet ediyor. Eğer melekler hakkında sihri öğrettikleri sabit
olsaydı onların küfre girmeleri lazımdı. O da batıldır.
3- Peygamberler
hakkında sihri öğretmek için gönderilmeleri caiz olmadığı gibi hakeza birinci
yola göre melekler hakkında da caiz değildir.
4- Sihir ancak ve ancak, kafirlere, fasiklara ve kovulmuş pis şeytanlara
izafe edilir. Allah'ın bizzat kendisinin ondan neyhettiği ve bunu yapan için
cezayı vadettiği şey nasıl olur Allah'a izafe edilir.
Sonra şöyle der: "Fahru Razi" Merhum Ebu Müslim, bu ayetin
tefsirinde öyle bir metod İzlemiş ki, çoğu müfessirlerin belirttiği görüşe
muhaliftir ve şöye demiş: Şeytanların sihri Süleyman bundan beridir, hakeza iki
meleğe indirileni desihre nisbel etmişlerdir ki indirilen de sihirden beridir.
Çünkü iki meleğe indirilen şey şeriat din ve hayra olan çağrı duasıydı. Ancak
bunların kavillerinde olan şu şeyi insanlara öğretiyorlardı. (Şüphesiz biz bir
fitneyiz (İmtian) küfre düşmeyin) Bu da gönderildiklerine dair kabul edilip
tutunmaları için bir te'kid'tir. Bu grup tutucu ve kabul eden diğer grup ise
muhalefet edip yüz çevirendi ve iki melekten fitne ve küfür olan ve onunla kan
koca arasını ayıracak miktarda sihir öğreniyorlardı.
[126] İki beyit Kemmiyt'indir. Ka'b b. Züheyr'in değildir.
Haşimi-yet sh. 47. Birincisi Betliyosi'nin. Müselle'sinde: 2/257. Lisan madde
ar;> fe îktidab: 369.
[127] Bu beyit, Hudde b. Haşrem'in cezaevinde söylediği
kasidede-kilerdendir. Müellefin dediği gibi musakkabin değildir. O da emevi
müs-liiman bir şairdir. Emali'1-kali: 1/170; Hazanetu'1-Edeb: 9/331;
Hamasetıı'l-Basriyye: 1/45.
[128] Nisaburi (başlığı altında söylediğimiz yere, önsöze
bakın) ve İbniBahr. 1/55-57.
[129] (Ma nunsih) şeklindeki kıraat Kur'ayı seba'dan olan
Amir Şa-minin kıraatidir. Onun bu kıraati mütevatirdir. Ebu Ali Farisi bu
kıraati istiskal yapmıştır.
Ebu Hayyan şöyle demiş: Zamah'şeri (en saha)'daki hemzeyi taaddi
(geçişlilik) için kılmıştır. Onun neshedilmesi ancak bir emirle nesh olur demiş
o da Cebrail (a.s)'a emredilip, onun neshini bildirip mensuh olduğunu
söylemesiyle ancak olabilir.
İbni Atiyye, takdriri
şöyle olur demiş: "Ma nunsihuke min ayetin." yani onu neshetmeyi sana
mubah kılarız. Burada sanki Allah'u Teala'-nın neshetmesiyle peygamberine onu
bu nesh ile terketmesini mubah kılmış gibidir. İşte bundan dolayı bu ibaha
"mubah kılma" (insah) diye isimlendirilmiştir.
İbni Atiyye bu kıraati
başka bir tahriç üzerine daha çıkarmıştır. O da yine hemzenin teaddi için
olmasıdır. O da kitabın neshindendir. Ve onun izalesiz bir şekilde olan bir
naklidir manası şöyle olur. Yazdığımız ve inzal ettirdiğimiz herşey levhi
mahfuzdandır. Veya orada olan şeyleri tehir ettiğimiz ve terkettiğimiz şeyleri
inzal etmeyiz. Eğer bunlardan herhangi bir şeyi yapmışsak tehir ettiğimiz
metruk olan şeye bedelen daha hayırlısını veya mislini getirmişizdir.
Bahru'l-Muhit: 1/342.
Bu rivayet mütevatir
rivayetlerdendir. Arapçamn bazı yönlerine mutabakat sağlıyor ve inkar
edilmesinin bir anlamı da yoktur. Çünkü kıra-atta asıl şart, kabul edilmesi
açısıdır. İbni Cezeri'nin dediği gibi: Nahve muvafık olan ve Kur' an nüshasının
aslına muhalif olmayan herşey bunları kapsıyor ve isnadının da Kur'an olduğu
doğrulanıyorsa işte bu üç rükündür. Bu rükunlardan hangisi ihlal edilirse,
şayet o yedi kıraatin içinde de olsa şaz olduğu ispatlanmıştır.
Bu kıraat üç erkanı içermektedir. Yine de biz nahvi kıraata yönlendireceğiz.
Çünkü tabi olunan bir sünnettir. Kıraati nahve göre yapmıyoruz. Yanımızda
mütevatir olan kıraat esastır. Bunun dışında kalan birer furu'dur.
[130] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 1/
[131] Esasu'l-Belağe: 173; Rakaa lisan madde Rakaa 8/132
nisbet-sizdir. Hayavan: 3/138. Mu'cem mekayisi'1-luğa madde. Rakaa. Mahtu-tada
(Muterakkian) yerine (mutevakkian) gelmiş hatadır. Lisan'da şöyle demiş: Ve
era fihi muîerakkan: Yani onda şetmedilecek ve hicvedilecek yer görüyorum,
[132] îbni Kesir ve Ebu Amr'ın kıraatma göredir. Te'hir
manasında olan (Nesee)'dendir. Yani onun neshini tehir ederiz. Yani onun
nuzulu-nu te'hir ederiz veya lafzen ve hükmen onu imha ederiz. İthaf shf: 145.
[133] İki beyitte divanında yoktur.
[134] İbni Cerir ve İbni Ebu Hatem'in Mücahid'ten
çıkardıkları haber şöyle Kureyş'liler Rasulullah'dan (s.a.v.) Safa tepesini
altına çevirmesini istediler o da: "Tamam." dedi ve şöyle buyurdu:
"O sizin İçin, beni İsrail'in Ma îde (sofra)'si gibidir. Eğer inkar
ederseniz." Bunun üzerine kabul etmeden geri döndüler. Bunun için bu ayet
nazil oldu. Yani Allah'ın alenen kendilerine görünmesini istediler. Durru'l-Mensur:
1/261. Tefsiri İbni Cerir: 4/10; Tefsiri İbni Ebu Hatem: 1/328.
[135] Essadaketu vesadik İbni Havyan: 333. Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır.
Konumuzla alakalı şahit delili ise A'rade'nin zahere manasında olmasıdır
ki bu da nadirdir. Lisan mudde Arede Beyit, Ahtel'indir divanı: 52.
[136] Ahfeş: Haidun ve hudun tıpkı naketun aizun ve uzun,
hailun ve havlun, bazilun ve bezhın gibidir demiş. Meani'l-Kur'an: 1/144.
[137] Zümer 29. ayet. Ibni Kesir Ebu Amr ve Ya'kub'un
kıraatma göredir. İthaf shf: 375.
[138] Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan ve Said b.
Zeyd'in babasıdır. Cahiliyyede ibadet eder ve inzivaya çekilirdi. Beyitler
Ravdu'l-Unf.: 1/266; Eğani: 3/17; TeFsir Razi: 4/4. İkinci Te'vil
Müşkili'l-Kur'an: 480; Durru'i-Masun: 2/73; Tefsiri Taberi: 1/393.
[139] Beyit, Ferezdak'indir. Kurd'u nitelendiriyor.
Hazanetu'1-Edeb: 7/578; Divan'ul-Ferezdak: 2/329. İkincisi: Tefsi-
ru'1-îbni Atiyye: 1/247; Meaııi'l-Ahfaş: 1/36; Tefsiru'l-Kurtubi: 1/435.
[140] Müslim'in İbni Ömer'den naklettiği bîr hadiste
Rasuluîlah (s.a.v.) Mekke den Med'iie'ye giderken bineği üzerindeydi ve nereye
yönelirse oraya doğru namaz kılardı. (Nereye yönelirseniz orası Allah'a yöneliştir."
Bu konuda nazil olmuştur.
[141] Beyit Sibe^t-yh'in şahitlerfndendir. Kaili
belirsizdir. Meani'l-Kuran Ferra: 2/314. Te'vil Müşkili'l-Kur'an shf: 177.
ŞehrEbyat Nuhas shf:
43; Tefsiri Kurtubi: 2/84; Emali İbni Şeceri: 1/313.
[142] Beyit Ebu Atahiye'nindir. Şerh Makumat Haririrli
şurayşi: 1/78; Divanı: 22; Hemasetu'I-Basriyye: 2/423. îkinci beyit muhtasar
İbni Kesir: 1/26; Bahru'l-Muhit: 1/168.
[143] Lisanu'1-Arap madde. Kavele. Nisbetsizdİr.
İrtişafiTd-Darb: 2/368; Muhakkik nisbetsiz bırakmış Hasais: 1/22. Muhakkik
nisbetsiz bırakmış imriu'l-Kays'a aittir. Divani sh: 53. Ebu Fadl İbrahim'in
tahki-kiyledir.
[144] (Feyekune) şeklinde nasb ile İbni Amr, Kesai (Nahl ve
Yasİn'de okumuşlardır. Burada fa ile cevap yapıp nash etmesi eğer (kun) lafzı
emir sigasındaysa sahih bir minval üzeredir.
[145] Yani nasıl konuşup birbirimizle muamele ederek
anlaşıyorsak o dille bize hitap etmiş. (Mütercim)
[146] Ahmed b. Ali'dir. Cassas Hanefi diye bilinir. Kendi
vaktinde imam Ebu Hanife'nin arkadaşlarının (talebelerinin) imamıdır.
Zahidliğİy-ie meşhurdur. Matbu (Ahkamu'l-Kur'an) eseri vardır. Hicri 37O'te
vefat etmiş.
[147] Abdurrezzak çıkarmış Hakim sahih görmüş: 2/266 ve
Bey-hakİ'ninSünen'indebu ayet hakkında İbniAbbas'tan şöyle bir nakil yapmış
Allah İbrahim'i taharetle (temizlikle) imtihan yapmıştır.
Beşi başta, beşi de
cesed'tedir. Başta olanlar bıyıkları kısaltma, mazmaza, istinşak, misvaklanmak
ve saçı ayırmaktır. Cesedde olanlar tırnaklan kesme, koltuk altını kesme, etek
traşı olma, büyük abdest yerini ve bevl yerini yıkamaktır.
ibni Ebu Şeybe, Müslim,
Ebu Davud ve Tirmizi'nin Aişe (ra.)'tan nak-İettileri hadiste Rasulullah
(s.a.v.) şöyle demiş:
"On şey fıtrattandır: Bıyıkları kısaltma, sakalları uzatma,
mis-vaklanma, su ile istinşak, tırnakları kesmek, parmak dış yüzeylerinin
boğum uçlarını yıkamak, koltuk altlarını çekmek, etek traşı olmak ve su ile
istinca yapmak." Mus'ab onuncusunu unuttum ama zira o da mazmazadır.
Sahihi Müslim babu'1-iman rakam: 261; Sünen Ebu Davud: 53; Tirmizi: 2758.
[148] Abdurrezzak, Abd ibni Humeyd ve Hakim: 2/266'da bu
ayet hakkında îbni Abbas'tan şöyle çıkarmışlar. Hac menasikleri İbrahim
(a.s.)'in imtihan edildiği kelimelerdendir. îbni Cerir'in İbni Abbas'tan kelimeler
hakkında çıkardığı rivayet şöyle (Şüphesiz ben seni insanlara imam kılacağım)
ve (ve o zaman İbrahim ile İsmail, kabenin temellerini yükselttiler). Bu
ayetler hac menasikleri ibrahim'e makam kılınan yer Beytin sakinlerinin
nzıklandıklan nzık, Muhammed'in onların zür-riyetinden gönderilmesi
hakkındadır. Durnı'l-Mensun 1/274; Tefsiri İbni Cerir: 1/526.
[149] îbni Ebu Şeybe ve ibni Cerir: 1/527. Hasan'dan
çıkardıkları nakilde şöyle demiş onu yıldızla imtihan etmiş ve ondan razı
olmuş yemekle imtihan etmiş ondan razı olmuş ve güneşle imtihan etmiş ondan
razı olmuş. Durru'l-Mensur: 1/274.
[150] îbni Ebu Dünya veBeyhaki Şuabu'I-îman'da Ebu
Hureyre'den çıkardıklarında şöyle demiş: Rasullullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"İlk kez misafirlerini ağırlayıp ikram eden İbrahim
(a.s.)'dır." İkrime (r.a.)'tan rivayet edilen hadiste şöyle demiş:
"İbrahim HalHu'r-Rahman Ebu Dayfan künyesîyle bilinirdi. Kimsenin
kovalıkla geçmemesi îcin sarayının (konağının) dört kapısı vardı."
[151] Ka'benin vasfını yapan bu beyit Varaka b.
Nevfel'indir. Bir rivayete göre Ebu Talib'indir. Tefsiri Maverdi: 1/155;
Bahru'l-Muhit: 1/38; Tefsiri Kurtubi: 2/110; Lisan madde sevebe Hasiyet
Şehzade; 1/413. Müzekker vel müennesi İbni Enbari: 455. Muhakkik onu bilme-miş
(Et-Talaia) şeklinde tahrif etmiş. (Et-Talaih) şeklinde rivayet edilir.
"Ez-Zevami" yerine.Tahubbu'l-habeb bir tür yürüyüştür.
Ya'melatu'z-zevamil yumuşak yürüyen devedir.
[152] Farazdak beyti Ziyad b. Ebihi'ye atfen söylemiş onun
verdiği ceza ve vaidin korkusunu zikrediyor şiirde Ziyad bu şiiri duyunca ona
karşı yumuşamıştır. "Eğer bana gelseydi onu himaye edip eman
verirdim." demiş. Divanı: 2/216; Tabakat Fuhul Şuara: 308. Mahtutada
(mukay-yedehm)'un yerine (mukalledutun) gelmiş, hatadır.
[153] Eğani: 8/31. Beyitle ilgili kıssa da vardır. Divani:
225.
[154] Hadis: Ahmed, Hakim ve Beyhaki Irbad b. Sariye'den
çıkarmışlar ve Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi demiş:
"Ben babam İbrahim'in ve İsa (a.s.)'in müjdesine nail olanım."
İbni Asakir'in Ubade b.
Samit'den çıkardığı rivayette Rasulullah'a (s.a.v.) şöyle demiş:
"Bize kendinden
haber ver ya Rasulallah" O da:
"Evet ben babam
İbrahim'in daveti üzerineyim. En son benim müjdemi veren İsa b.
Meryem'dir(a.s.)."
Hasaisu'l-Kubra: 1/9; Müstedrek: 2/418; Müsned: 4/127.
[155] O, Ebu Abdullah Muhammed b. Ziyad'tır. Kesai ve
Mufaddel b. Dayb'den ders almış ondan da Saleb İbni Sikiyt ve Ebu Ubeyd almıştır.
Arap lisanını son derece bilen biriydi. Onunla Esmai arasında çekişme vardı.
Hicri 231 'de vefat etmiş.
[156] Beyit Ferazdak'mdır Maruf olan rivayete göre şöyle
(festeche-let sufehauha hulemamha) Mubteda ve haber'e binaen refayla rivayet
edilmiş. Bir rivayette birincisinin nasbi ikincisinin ref'asıyladır. Tabakat
fu-hul Şuara: 1/365; İntihab: 18; El-lisan kefere mecsa'leb: 72.
[157] Menai'l- Kur'an: 1/79.
[158] Mecazu'l-Kur'an: 1/56.
[159] Kays'tan olan birinindir. Meani'l-Kur'an Ahfeş: 1/79.
Meani'l-Kur'an Ferra: 2/383; Esasu'l-belağa'da gela Meani'z-Züccac: 1/210.
[160] Bu beyit başka beyitin ortasında alınmış zikr
edilmiştir. Başı ondan önceki beyitle beraber şöyle: Atlarımı memleketinizin
üzerine salıverdim sizden bir grup cellat eda etti. Öyleki bunu bana göre
maruf olana şükretmediğiniz için yaptı. Eğer dilerseniz tekrar geri iade
ederiz. Şa-kik b. Cüz'ün kasidesinden alınmıştır. Ferhatu'1-Edeb: 49. Dal ve
zalla riveyet edilir. Hasais: 2/309; Vesfu'l-Mebani: 130. Kitabma yecuzu
liş-şair fiddarureh: 131. Muhakkik nisbetsiz bırakmış ve tahrif etmiş.
[161] Beyit Nabiga'nın değil Kuhayf Ukayli'nİndir.
Hazanetu'I-Edeb: 10/132; Mecazu'l-Kur'an: 2/84; Muktedeb: 2/320; Hasais: 2/311;
Meani'l-Ahfeş: 1/46.
[162] Beyit Devser b. Gessan Yerbui'nindir. Ondan sonra şu
beyitler vardır: Ona kötülük ettiğin süre içinde özür dilemem. Tıpkı kasten onlara
benzerleri getirdiği gibi. Elbiselerim eskiliğinden yırtılıp parçalan-sa da ben,
eski kınında olan kılıcın ucu gibiyim. Esmaiyat: 51. Lisan madde Vella
iktidab: 433; Hasais: 2/311.
Sadaketu ve's-sadık: 325. Beytin Devser b. Züheyl Kureyi'nin ok j • ğu
da söylenir. Mahtutada (bî idbarin)'dir. Ha düşmüş.
[163] Bu beyit iki beyitten ibaret düzmedir.
"Bize anne olan
birine sığınırız. Öyle ki gasbolunmuş. Onu aziz büyük burunlu ve kuyruklu diye
isimlendirdi. ,
Meneden engelleyen
büyük bir yanı vardır, öyleki yüksek bir bulut parasıyla ölçülse, onu deler
geçer yükselir."
Tay kabilesine mensuh bir arabinindir. İktidab: 348; Hasais: 2/314. Yani
Um ile Tayy'in dağlarından birini kastetmiş. Dağlar onları kapsayıp himaye
ettiğinden (um) diye addetmiş.
[164] Beyit, Hamza b. Abdulmuttalib müslüman olduğunda
söylemiştir. Ömer (r.a.)'ın değildir. Bu beyitten sonra şu gelir.
Lidinin cae minrabbin
azizin habirin bil'ibadi bihim latifim. Bahru'l-Muhit: 1/398; Ababu'z-Zahir
madde. Hanefe Ravdu'1-unf: 2/49; Durru'l-Masun: 3/306; Durru'l-Mensur: 2/137.
Muhakkik Ömer b. Ebu
Rabia'nın olduğunu zannederek divanında yoktur der.
Tasti'nin îbni
Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b. Ezrak ona şöyle demiş:
"(Hanifen)
hakkında ne dersin." O da:
"Muhlis bir
dindir" demiş. O da:
"Araplar bunu
biliyor mu?" der. îbni Abbas ta:
"Evet. Sen Hamza b. Abdulmuttalib'in (bu beyiti kastederek) şöyle
dediğini duymadın mı?" der. Beyit Hamza'nındır, Ömer'in değildir. Bir çoğu
vehmederek Ömer'e nisbet etmiştir. Beyitin geri kalan kısmı Rav-du'l-Unf:
2/49'dadir.
[165] Ricz: Bahru'I-Muhit: 1/398; Tefsiru'l-Kurtubi: 2/40;
Şerhu'l-Hamase: 2/187. El-Abab madde: hanefe. Durru'İ-Masun: 2/137.
[166] Sivebeyh şöyle der: Emrede'r-racule, merradehu
Temridan onun sorumluluğunu üstlendi ve hastalığında ona sahip çıktı ve hastalığının
geçmesi için onu tedavi etti. Çoğu durumlarda ispat için olsa bile burada selb
içindir. Lisanu'1-Arap merida et-takziye. Çer çöpü izale etmektir.
[167] Eşkahu da denilir. Ona şikayetini söyledi ve o da onu
kınadı. Habbab b, Eret'in hadisinde şöyie geçer aşıri sıcaktan RasyluJJab'a
(s.a.v.) şikayette bulunduk ama o şikayet etmedi.
[168] A'tebehe Ona nza ve hoşnutluk vardı o da yerine döndü
mese
[169] Mesela, Reculun sebtu'l-yedeyni beyyinu's-subuti eli
açıkve cömert demektir. Mataran sebtun ve sebit: Peşpeşe dökülen yağan yağmurdur.
Sebatetuhu yağmurun çokluğu ve bolluğudur. Lisan Sebete.
[170] O şaz bir kıraattir.
[171] Beyit îbni Rumi'nindir. Divanu'l-Meani: 1/43.
[172] Beyit divanında yoktur. Birinci beyitin ikinci kısmı
cari olan bir misaldir. Meydani: Yerin en yakım en uzağını haber verir demiş
yani eğer bir şeyin evvelinde hayır varsa sonunda da aynısı vardır.
Mu'cmeu'I-Em-sal: 2/420.
[173] Beyit divanında yoktur. Bunda bir karışıklık vardır.
[174] Bu ayet hakkında Abd İbni Humeyd ve İbni Cerİr'in
Kata-de'den çıkardıkları şöyle: O gün Rasulullah (s.a.v.) Mescid-i Aksa'ya
yö-nelip namaz kılıyordu. Mescid-i Haram'a doğru kıblenin olmasını arzu
ediyordu. Allah Teala da istediği yöne onu çevirdi. "Yönünü Mescid-i
Ha-ram'a çevir." dedi Tefsiri Tabreri: 3/113.
[175] Cafer b. Muha'nmed'ten Kur'an'daki kıssalar niçin
tekrar edilmiştir diye sorulur o dn Allah biliyor ki her insan Kur'an'ı
hıfzetmez. Eğer kıssa tekrar edilmeseydi bazılarının yanında olması bazılarının
da yanında olmaması caiz olııtdü. Tekrar edildi ki,- bir kısmını da
hıfzedenlerin yanındı, olsun.
[176] Beyitler Saide b. Ciieyye Huzeli'nindir.
Divanu'l-Huzeliyyin: 1/227.
[177] Sibeveyh'in şevahidlerindendir. Şerh Ebyat Nuhas: 148;
Me-ani'l-Kur'an Ahfeş: 1/116; Muktedeb: 4/209 İbni Yaiş 2/89; Hazanetu'I-Edeb:
3/421. Beyit Amrb. Ma'di Yekrib'indir. Hadremi b. Emir'in olduğu da söylenir.
İkisi de sahabidir.
[178] Cassas Ahkamu'l-Kur'an:l/94.
[179] Hadis Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir. O
Rasufullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmiş:
"Kul, kabre
konulup arkadaşları ondan ayrılıp gittikleri zaman onların ayak seslerini duyar
iki melek yanma gelir ve oturup ona şöyle derler: "Muhammed (s.a.v.)
denilen bu adam hakkında sen ne diyordun?" Mümin olanlar: "Onun
Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediliyorum" derler. Ona:
"Ateşte olan yerine bak bakalım Allah'u Teala bunun yerine sana cennetten
bir makamla değiştirdi" derler ve her iki yerini de görürler."
Katade: Müminin
kendisine kabrinin genişletileceği bize zikredildi der. Bu hadis müttefekun
aleyh'tir. Müslim'in Katade'den aidığı rivayette de şu ziyade var:"Yetmiş
zira (
İbni Hacer, bu ziyadenin Katede'den olduğuna rastlamadım veya duymadım
demiş. Ahmed'in Ebu Said'ten başka bir yönden aldığı hadis şöyle: "Kabri
ona genişletilir." Tirmizi ve İbni Hibban'ın Ebu Hurey-re'den çıkardıkları
hadis şöyle: "Kabri yetmiş zira genişletilir." Ber-' ra'dan olan
hadis "gözün göreceği kadar genişletilir." Fethu'1-Bari: 3/235-240.
[180] Beyit Rasulullah'ın (s.a.v.) amcası Ebu Talib'indir.
Ravdu'l-Unf'te bu kasidenin zikri mevcuttur. 2/13. Emali îbni Şeceri: 2/341.
TıbyanŞerh Divan Mütenebbi: 3/26.
[181] Dufa, büyük selin gürültüsü ve dalgalarıdır.
[182] El-Hak Ve hiyk insana isabet eden kötü şeylerdir.
[183] Hazanetu'1-Edeb: 10/451; Kitab Sibeveyh: 1/439;
Şerhıı'I-Eb-yat: 2/34; Müktesıd: 1/465. Lisan madde, serehe.
[184] Ribyun ve Rebİun gözdür. Rebeel kavmun yerbuhum:
şereflendiler veya şeref buldular. İdim aşın kindir. İhteveyna nimetlenmedik
veya yemedik. Savaş hazırlığı yaptıkları için beyitler Abduşşarik b. Abdul
Uzza Cuheni'nindir. Şerhu'l-Hamaseti Litrebiriz: 1/30.
[185] Muveşşehu'I-Merzibani sh: 282; Hazanetu'I-Edeb: 9/174.
[186] Kasas 28/76. Madhal lüleni tefsir sh: 355,
[187] Divan Ahtal shf: 392; Hazanetu'1-Edeb: 11/133; Tab
fuhi Şu-ara: 1/497.
Birincisi Mecazu'I-Kur'an: 1/64; Tefsiri Kurtubi: 2/215;
Durru'1-Mer.-sur: 2/233; El-Bahr: 1/477.
[188] Sahrayı nitelendiren bu beyit İbni Ahmer'indir.
Tefsiri Kurtu-bi 2/224; Mecazu'l-Kur'an: 1/150; Durru'l-Masun: 2/237;
Lisanu'1-Ara-b. Heleke El Müzekker vel müennes İbni Enbari sh: 116; Divani sh:
66. Ef al: 1/132; Muhakkik bilememiş ve İbni Ahrem'enisbet ederek tahrif etmiş.
[189] Tefsiri Kurtubi: 2/224. Lisan madde Helele Nabigat
Zebyani-'nindir. Divani sh: 40 Garibu'l-Hadis: 1/85.
[190] Ferra zikredip şöyle demiş. Kesai şöyle dedi:
Mekke'deyken Yemen kadısı bana sorup şöyle dedi:
[191] Mecazu'l-Kur'an: 1/65; Meani'I-Kur'an Ferra: 1/99;
Mecazli's-Saleb sh: 55; Emali Şeceriyye: 1/52; Meani'I-Kur'an Ahfeş: 1/135; Divani
sh: 94.
[192] Yavrusunun kaybeden deveyi vasıflandıran bu beyit
Hunsa'nı-ndır. Deveyi kardeşi sahn, kaybetme olayına misal getirmiş
Hazane-tu'I-Edeb: 1/432; Şi'ru'ş-Şuara sh: 215; Divanu'1-Husa sh: 48; İkincisi
Meani'I-Kur'an Ahfeş: 1/97; Muktedep: 3/230; Hasais: 2/203; Kurtubi: 2/238.
Ummu sakb: Erkek deve yavrusudur. El-bevvu: Annesi doğurduğu zaman ölen deve
yavrusunun cildi (derisi)'dir. Deriye saman doldurulur ana devenin önüne
konulur ve o da onu koklar ve süt vermeye başlar. Ez'ar: Zeere'nin cemidir.
Başka yavrulara yavrusuymuş gibi sevgi, yakınlık gösteren devedir. Hunsa
Rasulullah'a (s.a.v.) gelip müs-liiman olan bayan sahabidir. Şiirleri
Rasulullah'ın hoşuna giderdi ve ona hadi şiir söyle anlamında "heyyeh ya
hunsa" derdi.
[193] Ebu Kays b. Eslet Ensari'nindir. Şerh Ihtiyarat
Mufaddal Teb-rizi: 3/1241; Mafîiyat sh: 285.
[194] Beyit A'şa'mn kalbilesinden veya gurubundan olan
Haznek bin-ti Bedr'indir Kocasına mersiye için söylemiş. Meani'l-Kur'an Ahfeş:
1/87-157; Meani'l-Kur'an: 1/105; İrab Kur'an Nuhas: 1/231; Mecazu'l-Kur'an:
1/65; Tefsiri Kurtubi: 2/239.
[195] İbni Cİnni Musannef te zikretmiş ikinci beytin sonu
(Esa fiha hammatun musulu)'dur. Ezfiye: tencerenin konulduğu yerdir,
Hamma-tun hamametun'un cemidir. Deve
Böğürtüsü veya devenin çökerken üzerine çöktüğü veya yaslandığı yansıdır.
Musİf: 3/82 ve 2/185. Muhakkiki nisbetini bilememiş. Ebu ğol'undur. Nevadir
sn. 443. Şevahidu'I-İzah sh.357 İkinci Lisanu'1-Arap madde sefa.
Mesailu'l-Halebiyat sh: 148.
[196] (Nahivde sanattır.) Karşıdaki kişiyi güzel ve hayırlı bir
işe teşvik etmektir. (Mütercim)
[197] Ata b. Ebu Rabah'tır.İilimdeson derece derinleşen ve
uzun seneler fetva verip faydalı olan biridir. Kendisi siyah felçli, gözünün biri
kör, topal ve yassı burunluydu. Hicri 115'te vefat etmiştir.
[198] Divani sh 293. Birincisi Bahru'I-Muhit: 2/337; Keşşaf:
1/401.
[199] Menai'l-Kur'an Ferra: 1/146; Hazanetu'1-Edeb: 8/399;
Hasiyet Şeyhzade: 1/490; Uyunu'l-Ahbar: 1/8. -İkincisi Müğni lebib'tedir. İkisi
de Rebiu'l-Ebrar'da; 1/714. Tefsiri Kurtubi: 3/56.
[200] Beyit, Ka'b b. Sa'd Ğunnevi'nindir. Cahili'dir. İslamı
idrak ettiği de söylenir. Beyit; Mecazu'l-Kur'an'da: 1/67; Tefsiru'l-Taberi:
2/90; Meani'l-Kur'an H'l Aheş: 1/49; Tefsiru'l-Maverdi: 1/204;
Tefsiru'l-Kurtubi: 2/313; Bahrıı'l-Muhit: 2/47; Haşiyelu Şeyhzade: 1/495.
[201] Ebu Duad İyadi'nindir. Tefsiri Kurtubi: 2/320; Tefsiri
Hazin: 1/118; Esmaiyat: 190, Lisan madde: Sedefe
[202] Bişr b. Ebu Hazım'indir. Esah olan görüşe göre Amr b.
Madi Yekrib'indir. Tefsiri Kurlubi: 2/320; Miicnel madd.e Sadaa elayn: 6/255;
Divan Amr sh: 146. İki m uhakkik te nisbetsiz bırakmış. Dr. Mahzumi ve Samurai.
[203] DareKutni'iri.ı Talkb. Ali'den çıkardığı hadiste
Allah'ın Nebisi şöyle demiş:
"Tiyiniz içiniz uîukfaki belirtiler sizi aldatmasın kırmızılıık
çıkana kadar yiyiniz içiniz." Tefsiri Kurtubi: 2/319; Sunen-i Darekutni:
2/166.
[204] Amr b. Ebu Rabia Mahzumi'nindir. Divam'nda öyle geçer.
Fe-ma raeni illa manadm terhalu ve kad lahe meftukun minessubhi eşkaru. Meftuk:
munşik (parçalayan, aralayandır. Eşkar güneş iğim eman olan Divanı sh.124.
Akdu'l-Ferid. 6/214.
[205] Beyit Süveyd b. Ebu Kahil Yeşkeri'nindir. İbni Selam
onu cahiliyye şairlerinin altıncı tabakasında addetmiştir. Mahtutada: Betiat yerine
Batyat -iza'l-leylu yerine, iza'l-Ievnu gelmiş hatadır. Emali'1-Kali: 1/101;
Şi'ru's-Şuarash.: 270; Mafdaiiyatsh: 192. Ti ile Tullean rivayet ediyor. Zı ile
daha iyidir.
El-Zelu: Zali'nin cemidir. Göz, göz kapağı ya da kaş ile işarettir.
De-velerdekİ gamz diğer hayvanlarda olduğu gibidir. Ayıplı, kusurlu develer.
Tevali: Evahir hanlarıdır, "muğribi'1-levn" den kasıt sabahtır. Şerhi
İhtiyarat Mufdal Tebiriz: 2/874.
[206] Hamalik himlak'in cemidir. Kirpikleri beyazın
kaplamasıdır. Lisan hamleka.
[207] İki beyit te divanında yoktur.
[208] İhtican bir şeyi toplayıp birbirine katmaktır. Lisan
hecane şiirde de bu mana ifade edilmiştir.
[209] Sahr b. Habna Temim'indir. Ezarikanın
haricilerindendir. La-adhulul beyte ahibbu min muahhrihi: Şüpheden dolayı
evlerin arkasından girmem. Kamil Muberrid: 1/62; Hamasat Basriye: 2/5. Mahluta
da Ehbu yerine ahbere gelmiş hatadır.
[210] Divan Şemmah sh: 181; Cemheret eş'ar arap: 2/827-828;
El-Le-vahiz lahiz'in cemidir yolu kesen dağdır. İki dağın birlşemiyle yolun
dar-laştığı yerin iki arasında geçiş şeklinde olmasına lahizan denilir.
Nidv: Eski yıpranmış elbisedir. Kiram: kırmızı perdedir. Recaiz:
Recazetun'un cemidir, kadın bineğidir. Lisan madde leheze. Tac madde kenene Ayn
madde Karee ikincisi lisan madde Receze el-Bariu fi'l-luğa sh: 134. Muhafsis:
6/147. Mahtutada Kiram yerine Dıram gelmiş hatadır.
[211] Mücahid b. Cebr Ebu Haccac Mekki ve Beni Mahzum'unmev-lasıdır.
Meşhur tabiilerinden biri ve müfessir imamlardandır. İbni Ab-bas'tan ders almış
Hicri 100 senesinde secde halinde vefat etmiş.
[212] Maliki mezhebi üzerine arapça ve fıkıhta söz
sahibiydi, Ali b. Medini ve bir guruptan hadis almıştır. Abdullah b. İmam
Ahmet'ten rivayetleri vardır. Halife Mütevekkil devrinde Bağdat'ın iki yanına
kadılık yapmış onun "Ahkamu'l-Kur'an, Meani '1-Kur'an" adlı
basılmamış iki eseri vardır.-Hicri 282'de vefat etmiştir.
[213] Beyit Saide b. Ciieyye Huzeli'nindir. Hasıra bini: Onu
dara soktular ve o da zorluğa girdi. Ellehim: Maktuldür. Divan hazeliyyin:
1/232. İkincisi lisan madde Haşere ve madde, lahm: 12/537. Sihah Cevheri maddğ
lahm, Mahtutada kalu yerine fekullema sunime lehimu yerine lem yehum gelmiş.
[214] Bu görüş Abdullah b. Zübeyr, Alkatne ve İbrahim'e
aittir. İbni Zübeyr'e göre alıkonulanın sureti hac bitene kadar bırakılmaması
daha sonra Beytu'l-Haram'a ulaşıp umre yapmasında en sonunda gelecek için hac
yapmasıdır ve buna umreyle hac fariza sonrasındaki temet tuya denilir.
[215] Te'vil Müşkil Kur'an sh: 243. Divanı sh: 835. Savi'nin
tahkiki birinci beyit Tefsiri Kurtubi.: 2/403;"Bahru'l-muhit: 2/510;
Şi'nı'ş-Şuara sh: 315.
[216] Lisan arap madde harume kitab ef al serkisti: 1/483;
Hazane-tu'1-Edeb 3/147; Divan rai sh: 231; Muhasser: 12/200 Garibu'l-Hadis:
4/7. Beytin Hazenetu'l-Edeb'te hikayesi vardır. Esmai şöyle demiş: Muhri-men bu
şekilde cezasını haketmiş olarak gitmiş olmadı. (Yani hak etmediği bir cezayla
gitti)
[217] Tenvinle refa'yla (Felarefesun vela fusukun) İbni
Kesir, Ebu Amr Ebu Cafer, Ve yakub okumuşlar. Ebu Cafer ek birşey getirerek
(Vela cidalu )Yu ref'a yapmıştır. İthaf fudala beşar sh 155.
[218] Irak Fakihi İbrahim b. Yezid Nehai'dir. Mesruk ve
Alkame b. Kays 'tan rivayetleri vardır ondan da Hammad b. Ebu Süleyman ve Süleym-rnanu"!
A'meş rivayet etmiştir. Küçükken Aişe'yi görmüştür. Salih, iyi bir fakih ve
teklifi az bir insandı Hicri 96'da vefat etmiş. Siyer Alam: 4/520.
[219] Bir de Ferazdek Selam b. Ziyad b. Ebihi'yi medhediyor,
aslı dört beyittir. Divanı: 2/132. Dördüncü beyit: Selem'İn zamana sıkı sarılması
bana kafi oldu onun halen iffetlilere ve nail olanlara mani olmaya devam eden
bir yönü vardır.
[220] İbni Cerir: 2/181 ve İbni Ebu Hatem'in Suddi'den
"veminen-nasi men yu'cibuke" kavli hakkında şöyle dediğini
çıkarmışlar. Beni Zehra'nın müttfeki olan Ahnes b. Şureyk es-Sekafi hakkında
nazil olmuştur. Medine'de Rasuluilah'm (s.a.v.) yanma giderek:
"Allah ta şahidimdir ki doğru söylüyorum müslüman olmaya
geldim" der. Onun bu hareketi Rasuluilah'm (s.a.v.) dikkatini çeker ve
hoşuna gider. İşte bu ayet "Kalbinde olana Allah'ı şahit tutar" Bu
konudadır. Daha sonra Rasuluilah'm (s.a.v.) yanından ayrılarak müslümanlardan
bazılarının ekinlerinin içinden geçer hepsini ateşe verip yakar ve develerinin
tümünü de keser bırakır. İş bu ayet te (Senin huzurundan ayrılıp gittiği zaman
yüryüzünde fesat çıkarmaya) bu konudadır." Durru'1-Mensur: 1/572.
[221] Tasti'nin İbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b.
Ezrak İbni Ab-bas'tan bu ayet hakkında:
"Halbuki o
düşmanlarını en şiddetlisidir" nedir diye sorar o da:
"Karşıt hasmın
(düşmanın) batılda olan mücadele veya cedelleşmesidir" der.
Durru'l-Mensur: 1/573. Nafi: Araplar bunu biliyor mu der. O da:
"Evet sen
Muhellel'in sözünü duymadın mı?" der. "Taşların altında sağlam iyi
olan ve hasım olan da vardır" O da:
"Şiddetli husumet sahibidir. Ve huşunetini gizler."
[222] Cahiz iki beyti El-Hayavan'da: 2/297 zikretmiş. Tukzi
suduru-hum içlerinde gizli olan hıyanet kin ve nefretlerini dışarı atmasıdır.
[223] Meani'l-Kur'an ve Irabuhu Züccac: 1/277.
[224] Muberrid Kamil'de zikretmiş; Ubeyde b. Hilal Harciye
nisbet etmiştir. Orada: verrimahutunevvişubu geçer. Ve yednu yerine yehvi
geçer. Cahiz Ebu A'yzara nisbet eder. Hayvan: 6/423; Beyan ve't-tebyin: 1/255;
El-Kamil: 2/301.
[225] Mücmel İbni Fans: 1/811; Müfredat Ragıb sh: 23; Lisan
madde umem Tefsiri Kurtubi: 16/75; Müselles Betüyasi: 1/329; Sihah madde umem
divanı sh: 81.
[226] EI-ayn-7/81-82.
[227] Nafiin kiralıdır. Çünkü haber verilen zamana göre
mazidir.Veya hîkayenin mazi haline itibarla haldir ithaf sh: 156.
[228] Beyitleri Hassan b. Sabit'indir. Şam kırallanndan
Cufne ahalisini medhettiği kasidesindendir. Mahtutada (Yeftinune hatta) gelmiş
bariz hatadır. Hazanetu'I-Edeb: 4/384; Divanı: 462; Divan'ul-Maani: 1/37.
Birinci beyit: Kitab Sibeveyh: 1/413; Şerhu'l-Ebyat lil Seyrafi: 1/69. El
Muktasid Şerh'ul-îdah: 2/1086.
[229] Sadece Ebu Amr ref ile okumuş ithaf sh: 157.
[230] Mecazu'l-Kur'an: 1/73.
[231] Kitabu'l-Hayavan Cahiz: 5/602. Mahtutada (mesleme)
yerine selimetun gelmiş hatadır.
[232] (Yattahharne) Ha ve Ta'nın şeddesiyle Tatahbare'nin
muzarisi olarak okunmuş Tatahere, Yani yıkanıncaya kadar. Ebubekr Hamza, Kesai
ve halefin kıratına göredir. Uhey ve İbni Mes'ud ta olduğu gibi aslı
yeletahare'dir. İthaf sh: 157.
[233] Divan Cerir sh: 454; Meharim Meharic (çıkışlar)'dır.
Mahtu-lada (maharim) yerine (mekarim) gelmiş hatadır. Maharim: Mahreçlerdir.
[234] Divanı sh.: 125; Tevil Muşkili'l-Kur'an: 225;
Sanaateyn: 138; Muğni'i-Lebib rakam; 1080; Kitap Sibeveyh: 52.
[235] Tabakat Fuhu'l-Şuara: 1/336; Divanı: 2/307;
Durru'l-Masun: 2/430; Eğani: 19/14; Müfredat: 52.
[236] Zi Rumme'nindir. Hişam b. Kays Mer'iyi hicvediyor.
Cerir o-na yapmıştır. Daha sonra Ferazdak Zi Rumme'yte karşılaşır vemeri için
söylediği:
"O şiirini bana
oku" der o da okur bu beyite varınca Ferazdak: "Bana tekrar et"
der o da tekrar eder. Divanı sh: 276. Emali'1-Kali:
2/142. îkincikısım Müfredat îsbehani sh: 452. Lisan madde: Leğa. Hivar
doğuştan sütten kesilene kadar olan deve yavrusu.
[237] Beyit Sa'Iebe b. Suayr Mazi'nindir mahtutada: curnu
zuva'tır. hatadır. Deniliyor ki: Kuşun nağmelerini ve sesini işinim. Hayeven
Ca-hiz: 2/363; Mafdaliyat sh: 130; Şerh Mafdaliyat Tebrizi: 2/623.Esseba şarap
satın almaktır cevn şairdir kendi siyahlarına cevn yapmıştır. Ezzariu çok
olandır.
[238] Ebu Hanife ve arkaşlarınm mezhebine göredir.
[239] Malik,Şafii ve arkadaşları böyle demişler.
[240] Veki, Abdurrezzak: 6/338; Ahmed, Beyhaki: 7/340. Ebu
Ruzeyn Esedi'den tahric ettiklerine göre bir adam:
"Ya Rasulallah, bu
ayet hakkında ne buyurur sunuz? Talak ikidir diye sorar ve Üçüncü talak
nerdedir?" der. RasuluIIah'da (s.a.v.):
"Güzellikle salmak üçüncüsüdür" der.
[241] Tastime Saili'nde İbni Abbas'tan Nafi b. Ezrak'ın ona
bana bu ayetleri haber verir misin dediğini nakletmiş (Talak ikidir). Araplar,
cahiliyyede üçüncü talak'ı biliyorlar mıydı? O da:
"Evet" der
kesinlikle Üç talağın da olduğunu biliyorlardı. Sen Aşa'mn şöyle dediğini
duymadın mı?" der. Onun iki kız kardeşini aldılar ve dediler ki: Hayır,
vallahi sen aileni boşamazsan senin üzerinden asayı (engel) kaldırmayız. Zira
ben onunla zarar gördüm der ve şöyle söyler: Ey Cariyem (veya komşum) söyle,
sen onun boşadığımısın. Ve hakeza insanın işleri böyle gelir geçer.
Bunun üzerine şöyle dediler: Vallahi asayı senin üzerinden kaldırmayız
ya da onun hakkında üç talak'ı söylemezsin. Bunun üzerine şöyle der: Söyle
açıkla talak'ı bain asadan daha hayırlıdır. Ve onun dehşet dolu şimşekleri
başında devam ediyor.
Bunun üzerine dediler ki: Vallahi senin üzerinden asayı kaldırmayız.
Yahut talak'ı üçlemezsin. Bunun üzerine şöyle der: Söyle, iffeti korumak
zemmedil m em iş tir. Bu bizde sevilen, isteniiendir ve hakeza sevmektir. Bu
mıntıkadan bir gençle evlen tadını al, tıpkı senin tattığın gibi ben de bazı
İnsanların genç kızlarını tadıyorum. Durru'l-Mensur: 1/664. Beyitler
Divanu'I-A'şa sh: 1220Eğani: 8/80; İktidab: 388.
[242] Mecazu'l-Kur'an: 1/74.
[243] Beyitler Ziyad A'cemin Muğire b. Muhalleb'in mersiyesi
için yazdığı kasidesindedir. Saltan'in değildir. Sadece Esmai Saltan'a nisbet
etmiştir. Emali Yezidi sh 3. Zeyl Emali -1-Kali sh: 8. Muhammed b. Ab-bad'tan
nakledildiğine göre Me'mun benim yanımda mersiyelerin en güzeli Ziyad A
'cemin'dir. Onu bana okuyun demiş bütün kasideyi okumuşlar sadece bu beyti
okumamışlar ve Me'mun da bitmedi getir getir söyle sen bu beyiti okumadın
demiş bu beyit kaside de en güzelidir. Çünkü bu beyit ölümü hatırlatıp tehdit
ediyor der: "Sen şu saatte gelseydin ya" Şiirdeki bu malumat bilgisi
şaşkınlıkla karşılanır. Fevatu'I-Vefayiî; 2/30; Rebiu'l-Ebrar: 4/277.
[244] Ebu Zibban, Abdulmelik b. Mervan'ın künyesidir.
Ağızından gelen pis kötü bir kokudan dolayı bu künye verilmiştir. Beyit, Sabit
Kutnete'l-Alkinin'dir. Lisanıı'1-Arap madde: zebebe; Meani'l-Ferra: 1/150;
Bahru'l-Muhit: 2/222; Durru'l-Masun: 2/476; Tefsim'l-Taberi: 5/77. Beyit ve
ayette olan delil: Birincisini habersiz bırakma ve ikincisini kastetmedir.
Çünkü orada haber ve mana vardır. Ferra bu, caizdir demiş. Bu durum: isimler
zikredilirse sonra içinde haber manası olan mu-zaafun ileyh olan isimler
zikredilir. Öyleki birincisini terkedersen haber ondan bedelen muzafun ileyhi
olur. Meani'l-Kur'an li'1-Ferra: 1/150.
[245] Buhari ve Beyhaki'nin İbnİ Abbas'tan çıkardıklarına
göre burada ta'rid vardır. Ve şöyle Ben evlenmek .istiyorum, şu şu şartlarda
bir kadın seviyorum ve artık bir kadınla beraber olmak istiyorum der. Allah'ın
bana saliha bir kadın nasip efmesini temenni ediyorum der ve sevdiği istediği
kadını direkt olarak söylemeyerek özelliklerini belirterek söyler.
Durru'l-Mensur: 1/695.
[246] Bu haber İhyau ulumi'd-din'dedir.1/58. Nihayet İbni
Esir: 1/445; Garibu'l-hadis Ebu Ubeyd: 4/15. Abdurrahman b. Avf'a nisbet etmişler.
[247] Bir beytin ikinci mısrasıdır. Evveli de şudur.
(Vukufun ala kabrin mukimin bi kafretin) Cahiz'in zikrettiğine göre Süleyman b.
Ab-dulmelik oğlu Eyyub'u defnettiği zaman kabrin başında durup bakarak beyit
söylemiş. Sen bize bir yardımcıydın ve bizden ayrıldın. Senden sonra yaşamın
tadı acıdır. Ve daha sonra bineği yakmlaştırılır ve biner kabrinin başında
şöyle der: Çorak bir yerde kabrinin başında duranın sevgilisinden ayrıldıktan
sonra metaı pek azdır.
Sonra şöyle der: Sana selam olsun, sonra bineğinin başını okşadı ve
dedi: Sabretsem de doyumluktan seni ağzıma almam. Ağzıma alsam da ağzıma gelip
takılan bir nefesti geldi .gitti. Kamil Muberrid: 2/93; Beyan ve't-Tebyin:
4/123.
[248] İki beyiti de bulamadım.
[249] Eski cahili şairdir. O, Asa'nin Farisi'dir. Asa: Onun
atıdır. Beyit, onun Mafdaliyat kasidesindendir. Mafdaliyat: 204. Sanaateyn:
100; Hayavan: 4/414; Er-Rubed;Erbede ve Redae'nin cemidir. Er-Rebe-detu:
Alacalı, benekli. Havatib: Odun taşıyan hayvanlardır.
[250] Eğani: 7/121. Orada bu kıssa da vardır. Meani'î-Kebir:
1/81; Divanı: 95. Bazı değişiklikler vardır. İkincisi: Sanaateyn: 89.
[251] Mübdeda olduğu ve haberinin de (Hezvacihim) olduğu
üzere ref'ayla İbni Kesir, Şu'be, Kesaİ, Ebu Cafer, Yakub ve Ebu Cafer okumuşlardır.
Selamun Aleykum'da olduğu gibi tahsis konumunda olduğu için böyle olmuştur.
İthaf sh: 159.
[252] îbni Enbari'nin Mesahif' te Zeyd b. Eslem'den
(Vellezine yutevef-fevne minkum ve yezerune ezvacen vasiyyeten li ezvacihim)
ayeti hakkında çıkardığına göre şöyfe demiş: Koca kadına evden çıkmadığı ve
evlenmediği sürece bir yıl nafakayı vasiyet ederdi. Bu durum şu ayetle
neshedildi: "Vellezine yutevvefne minkum ve yezerune ezvacen yeterabbesne
bienfu-sihinne erbaate eşhur" Bu ayet te nesholundu ve kadınlara 4 ay
ongun beklemeleri farz kılındı, dörtte bir ve sekizde bir farz kılındı.
Ebu Davud, Nesai ve
Beyhaki'nin îbni Abbas'tan şu ayet hakkında çıkardıklarına göre: (Vellezine
yutevefevne minkum ve yezerune ezvacen vasiyyeten liezvacihim melaen ilel
havli gayre ihracın) şöyle demiş: Allah'u Teala bu hükmü, miras ayetindeki;
onlara dörtte bir ve sekizde bir payını farz kılmasıyla neshetmiştir. Bir yıl
bekleme süresini de iddet müddetlerinin 4 ay on gün olduğunu sınırlandırarak
neshetmiştir.
Durru'l-Mensur: 1/738; Sünen-i Ebu Davud hadis: 2301; Süneni Nesai:
6/200.
[253] Subki şöyle demiş: Bu ayet, müfessirlerin cumhurunun
görüşüne göre şu kavi ile (erbaete eşhurin ve aşren) mensuh olmuştur. Senediyle
beraber Buharı bunu rivayet etmiştir. Fethu'I-Bari: 8/193.
Mücahid'in görüşüne göre mensuh değildir. İki ayetten birinde olduğu
gibi eğer kadın içerde oturmayı tercih etmemişse kadının iddeti 4 ay on gündür.
Şayet seçerse başka ayette olduğu gibi bir sene iddeti olmuş olur. Her iki
ayette de iki haldeki manaya hamledilmiştir. Ebu Müslim İs-behani üçüncü görüşü
benimseyerek ayetin manasının şöyle olduğunu söylemiş: Kocaları vefat eden
kadınlar, eğer kocaları kendilerine bir senenin nafakasını ve sekeni (evde
oturma) vasiyet etmişlerse iddet bir yıldır.
Eğer bu müddet dolmadan
çıksalar ve kocalarının vasiyetlerine muhalefet etseler (Allah'ın onlara
belirttiği müddetdcn sonra ma'ruf olanı kendi nefsilerinde yaparlarsa onlar
için bir günah yoktur. Yani sahih bir nikahla evlenseler. îşte bu hale göre
vasiyete uyup bir yıl beklemeleri lazım gelmez. Sebebin şu olduğunu söylemiş:
Zira onlar cahiliyyede nafaka ve evde durmanın bir yol olduğunu vasiyet
ediyorlardı. Ve kadının bu vasiyete mutlaka itibar edip uyması gerekirdi. Bu
ayetle de Allah'u te-ala bunun gerekli olmadığım açıklamıştır. Bu görüş İmam
Razi'nin tefsirinde benimsediği kavildir. Ve bu görüşün gayet sahih olduğunu
söylemiştir.
Babam da buna muvafakat etmiş ve ayetin mensuh olmadığına dair Aîlah'u
Teala, Mücahid ve Ebu Müslim'in görüşünde babama ihsan etmiştir. İbhac
Şerriu'l-MinVıac-. 2/231.
[254] İbni Amr, Yakub ve Asım (fa)'nin nasbıyla okumuşlar.
Geri kalanlar da ref'ayla okumuşlar, ancak İbni Kesir, İbni Amr ve Ebu Cafer
şeddeyle ve Elifin hazfıyla (F^.yudaafhu) okumuşlardır. Nasp okuyanın hücceti
kelamı mana üzerine hamledip şart cevabı yaptığından, ref a okuyanın hücceti
Öncesiyle kesik olduğu içindir. (Yakridu) üzerinde sıla olduğu üzere atfolması
üzerine ref'a olması da caizdir. Takdiri (men-zellezi yukridullahe feyudaifall
ıhu lehu) Keşfan Vucuhi'l-kıraat: 1/300.
[255] Veki, Said b. Kansur. Abdu İbni Humeyd ve îbni Ebu
Hatem'in Ebu Salih'ten çıkardıkları haberde şöyle demiş; Tabutta (sandık) Musa
ve Harun 'un asa ve elbiseleri ve Tevrat'tan ve men denilen şeyden iki levha
vardı. Kelime tu 'J-Ferec: "Lailahe illallahil hakimi kerim, svbhanal-lahi
afabu's-semavafu's-sab'i ve rabbu'I-arşi'l-azim velhamduliüahi
rabbi'I-alemin'dir." diyor. Ve Ebu Salih zayıftır.
[256] Fethayla (garfete) şeklinde Nafi, İbni Kesir Ebu Amr
ve Ebu Cafer okumuştur. Diğerleri de refayla okumuşlar. İthaf sh: 161.
[257] Mahtutada (El-feyetu)'dur ama hatadır.
[258] Katade şöyle demiş: Allah, İbrahim'i halil edindi Musa
ile konuştu İsa'nın yaratılışını Adem'in topraktan yaratılış şekline benzetti
sonra şöyle dedi: "Ona ol dedi ve oluverdi (Kun feyekun)." İsa,
Allah'ın kulu, kelimesi ve ruhudur. Davud'a Zebur'u verdi. Süleyman'a,
kendisinden sonra hiç kimseye verilmeyecek saltanatı verdi. Muhammed
(s.a.v.)'in de geçmiş ve gelecek günahlarım bağışladı. Faziletler bunlardır.
[259] Bu görüş AH b. Isa Raman'iye mensubum Kudretin meşieti
şu ayetteki ifadeye benzer. (Eğer rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi
iman ederdi) Ama bunu dilemedi. Onlara teklif (surumluluk) vermek istedi.
Onlar da ihtilafa düştüler. Bahru'l-Muhit: 2/274.
[260] Özet olarak sırfe hakkındaki görüş şöyledir. İnsanlar
herhangi bir fiili yapmaya kadirdirler, ancak Allah'u teaia onları, bunu yapmalarından
sırf eder ve bu da sırftan bir misal olmuş olur, veya onun misliyle
getirmelelerini engelleyip meneder, bu da men'den bir misal olmuş olur. Veya
güçleri buna yetmekle beraber buna götüren yolları azaltır ve fiile karışmaz.
Bu da Mutezile'nin görüşüdür. Bazıları, bu Kur'an'la olacağını söylemiş şöyle
buluğa erenler mislini getirmeye kadirdir, lakin Allah'u Tealaonlan bundan sırf
etmiştir.
[261] Beyit: Emevi şairlerinden Adiy b. Ruka Amili'nindir
Hasiyet Şeyhzade: 1/568; Kamil: 1/86; Vahşiyat: 313; Emali'1-Kali: 1/232. İkinci
beyit: Tefsiri Kurtubi: 3/272; Bahru'l-Muhit: 2/272; Tefsiri Maverdi: 1/269.
Ehver göz siyahlığı ve beyazlığı çok olandır. Ceazir cu'zur'un cemidir. Yaban
Öküzü yavrusudur. Casim Şam'da bir köydür.
[262] İki beyit Ferazdak'indir. Hişam 6. Abdulmelik'i
medhettiği ka-sidesindendir. Divanı: 2/294. Mahtutada (Fema Huren ileyhi)
yerine Fe-ma emri yedeyhi gelmiş hatadır.
[263] Cerir'in divanı sh: 418.
[264] Şemam: Yükseliştir.
[265] Beytin bu yarım satn. Hassan b. Sabit'indir. Sahabi
olan Süveyd b. Samit'in olduğu da söyleniyor. Yansı şöyle: Velakin semavi
afetin götürdüğü yemiş vesairedir. Rucebİyye; nerdeyse düşecek şekilde olup etrafında
destek için taşların konulmasıdır. Senhav çok eski hurma ağacı Tef. Kurt.:
3/292; Manii Ferra: 3/173; Bahr Muhit: 2/285; İrabul Kur'an Nuhas: 1/284;
Mucmelul Luğe: 3/664. Ama bu beyitin ikinci yansı da gel-cek müellif beyiti
Suveyd'e nisbet etmiş. Doğrusu budur.
[266] Lisan'da şöyle demiş: Ustitu fehummusnitun. Onlara
kuraklık yılı isabet etti kıtlığa düştüler.
[267] Keskin za'ile İbni Amr, Asım Hamza Kesai ve halef
okumuşlardır. Diğerleri de ra İle okunmuşlar. (Enşerellahu) muvta'dan
alınmıştır. Allah ölüleri diriltti manasındadır. İthaf sh: 162.
[268] Beyit Sivebeyh'in şevahitlerindendir: 1/484; Şerh
Ebyat Sey-rafi: 2/145; Eğani: 9/11; Mukledeb: 3/293; Divani sh. 233.
[269] Mu'cemuş Şuara sh: 66. Tabakat Fuhul Şuara: 2/718.
Kamilde iki beyit şöyle: Dilenenlere hayır yapmayı esirgeme ya ver ya da güzel
bir sözle cevap ver. İllaki bir gün yaprak düşürmek için ağaca vuranlara
yaprak olacaktır. Zira ben yumuşak ağacım.
Mahtutada Beşamete b. Ukayr meddi geçer ama hatadır. Muhtutada
(habitine)'nin yerine hailine geçer o da hatadır. Leyyinulud yerine İbnu'l-Cud
gelmiş hatadır.İhtİbat yapraklarını düşmesi için ağaca vurmaktır ve darbı mesel
olarak söylenmiştir. Kamil Muberrid: 2/119. Nisbetsizdir. Beyan Vettebyin:
3/148, 4/72; Muhammed b. Yesir'e nisbet edilir. Tef. Kurt: 10/49; Bahr. Muhit:
2/308. Nisbetsizdir.
[270] Kef in sükunuyia (ukleha) şeklinde nafi, İbni Kesir ve
Ebu Amr okumuştur. Diğerlerde zammeyel okumuşlar.
[271] Şerhul Hamase: 4/186; Akdul Ferid: 6/202; Kamil
Muberrid: l/C . Hamasate! Basrİye: 1/46. Yani beni decacın sesini beklemek
mestetti.
[272] Lisan'da nimenin dörtluğatı olduğu söylenmiş
(Neİme-rûime, ni'me ve ne'me) ikincisinden kesreyi atarak birincisini fethalı
yaparak (na-merreculu) söylesen de olur. Şayet (ma)'yı niimma üzerine koysan ve
(ni-İmma yaizukum bihi) desen iki sakinin arasım cemetmiş olursun. Eğer
di-lesen ayn'ı kesreyle harekelersin. Eğer dilersen ayn'ın kesresîyle beraber
(mm)'u fetha yaparsın. Lisan mad: Neam. İbni Arar, Kesai Hamza ve Halef nun'un
fethası ayn'ın kesresiyle okumuşlar. Diğerleri de ayn'ın kesresine ittiba olsun
diye nun'un kesresiyle okumuşlar. Ebu Amr, Kalun ve Şu'be karışık okumuşlar
bazen ayn'ın kesresi bazen de sukunuyla okumuşlar. İthaf sh: 165.
[273] İki beyit: Hamasetul Basriyye: 2/359'da nisbetsizdir.
[274] Malik, Ahmed, Ebu Davud ve Nesai'nin beni esed'te olan
bir kişiden çıkardıkları bir hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Kim dilenipte
onun bir evkiyesi veya benzeri birşeyi varsa muhakkak kendisi
dilenmiştir." îbni Ebu Şeybe, Müslim ve İbni Mace'-nin Ebu Hureyre'den
çıkardıklaft hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Kim malını çoğaltmak için dileniyorsa ancak o ateş dileniyor demektir.
Bundan böyle ister yapsın ister terketsin."
[275] Esbahani'nin Tergib'teEnes (r.a.)'tan çıkardığı
hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Kıyamet gününde faiz yiyen kimseler çılgın bir şekilde dudakları
yere sürünür vaziyette gelirler" der ve ayeti okur. "Kendisine şeytan
çarpmış nasıl kalkarsa, onlarda mezarlarından Öylece kalkarlar."
[276] Hamza ve Şu'be maktu hemzesinden sonra elifle (Fe
azinu) şeklinde dİğerleride (Fezenu) şeklinde okumuşlar.
[277] Bütün kiraatçılar (ticaretun) kelimesini (kane)'yi
fiili tamm kabul etmeleri üzerine refayla okumuşlar ancak asım (kane)yi fiili
nakise-den kabul ettiğinden nasb'e (fetha) ile okumuştur. İthaf sh:166
[278] Bu görüşü, fbni Cerir, İbni Mımzir ve ibni Ebu
Hatem'in şu ayet hakkında îbni Abbas'tannakI ettikleri vasiyette te'yid ediyor
(ve intubdu mafi enfusi kum evtuhu) yani gizli ve aleni olan şeyleriniz
demektir.
(Yuhasibkum bihillahu)
kavli nesh edilmemiştir.
Lakin Allah 'u teala yarattıkları kıyamet gününde topladığı zaman şöyle
diyecek: Ben size, nefislerinizde gizli tuttuğunuz ve meleklerimin bu konuda
haberdar olmadıkları haberleri size bildireceğim. Müminlere gelince onlara
kendilerini afvettiğimi bildirir daha Önce kendi kindileri-ne bunu konuşup
düşünmüşlerdi. O da şu kavlidir (Yuhasib kum bihilllah) diyor. Ve size haber
veriyor amma şek ve şüphe edenlere gelince kendi ve nefislerinde gizli
tuttukları yalan ve iftiraları haber verirki o da şu kavildir. "Velakin
yuahizu kumbima kesebet kulu bukum."
[279] Hadisi Ahmed, Müslim, Ebu Davud nasihinde ve îbni
Cerir Ebu Hureyre den çıkarmışlar ve şöyle demiş: Rasulullah'a (s.a.v.):
"LİIlahi ma-fissemevet ve mafil ardı ve intubdu mafi enfusikum evtuhfuhu
yuhasibkum bihillahu feyağfiru limen yeşau ve yuazzibu men yeşau vallahu ala
külli şey'in kadir." Nazil olduğu zaman Rasulullah'ın sahabilerine bu emir
çok ağır geldi ve daha sonra Rasulullah'a gelip meramlarını ifade ederek şöyle
dediler. Ya Rasulullah gücümüzün yetmediği amellerle teklif olunduk. Namaz,
oruç cihad ve sadaka gibi bu ayet senin üzerine nazil oldu ama bunların hepsine
gücümüz yetmez. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) onlara siz sizden önceki iki
kitap ehlinin (hristiyan-yahudi) dedikleri gibi (semina ve Aseyna duyduk asi
olduk mu? diyeceksiniz size ne oluyor? Bilakis siz şöyle deyin (duyduk) ve
İtaat ettik. Rabbimiz bizi mağfiret etmenizi istiyoruz. Dönüşümüz yine sanadır
ve sahabiler Rasulullah (s.a.v.)'in bu tavsiyesine uydukları zaman Allah'u
Teala da bunu neshet-miş ve şu kavli indirmiştir. "Allah bir kimseye ancak
gücünün yettiğini teklif eder." Ve surenin sonuna kadar nazil ölür.
Durru'l-Mensur: 2/127.
Sahih Müslim rakam: 125; Müsned Ahmed: 2/412; Tef. Tabr: 3/146.
[280] Bu, Necaşi el-Haris'lidir. İsmi Kays b. Amr'dır fasık
ve îslam noktasında da zayıf biriydi. Ramazan da oruç tutmuyordu. Ali (r.a.)
efendimiz ona 80 kırbaç veya celde vurulmasını emretmiş. İbni Mukbil ile
karşılıklı alışırlardı şiirde.
[281] Tastinin çıkardığı haberde Nafi b. Ezrak bu ayet
hakkında İb-ni Abbas'tan şöyle dediğini söylemiş: Yahudulerin ağır yükü taşıyıp
ve sonunda maymun ve domuza döndükleri Ahd gibidir. Araplar bunu biliyor mu
diye sordu. O da evet, sen Ebu Talib'in şöyle dediğini duymadın mı? der. Her
senede bir kağıt üzerinde güvenilir ve ağır emirler alınıp ta yazılıyor mu?
Buhari müslim ve Ebu
Davud'un İbni Mes"ud'tan rivayet ettikleri hadiste RasuluHah (s.a.v.)
şöyle demiş:
"Kim kî Bakara suresini son iki ayetini gece okursa bu onlara
kaafidir."
Ahmed, Nesai, Taberani
ve Beyhaki'nin sahih bir senetle Huzeyfe'-den çıkadıklan hadiste Nebi (s.a.v.)
şöyle dedi deniliyor:
"Bakara
süresindeki bu son ayetler arşın altındaki hazineden bana verildi. Benden
önceki peygamberlere verilmemiştir." Hakim'in sahih gördüğü ve Beyhaki'nin
Şuabul İmanda Ebu Zer'den çıkardığı hadiste Rasuluilah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Allah'u Teela Bakara suresini öyle iki ayetle bitirmiştir ki onlar
bana arşın altındaki hazineden verildi. Onları öğrenin hanımlarınıza ve
çocuklarımzada öğretin. Q iki ayet hem dua hem Kur'an ve hemde namazdır."
Müstedrek: 1/5
[282] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/85-245.