AL-İMRAN SURESİ[1]

 

3- "Sana kitabı bölüm bölüm indirdi."

Keskin (za)'nın şeddesiyle Kur'an'ın tekrar tekrar inzal olduğunu belirtmek içindir.

"Tevrat'ı ve İncil'i toptan indirdi."[2]

Çünkü Tevrat ile İncil'deki emir ve hükümler bir kere­de inmiştir. Tevrat ve İncil'de her biri (Furkan) kelimesini içlerinde tekrar etmişlerdir. Furkan öyle bir kitaptır ki ma­nası: Faydalarının ziyadeliğinden hak ile batılı birbirinden ayırmak manasındadır.

Tevrat, İncil ve Kur'an muhtelif kalıp vezin ve binalar üzere müteşşekkil ve müttefik eş anlamlı manalar içeren ke­limelerdir.

"Tevrat" kelimesi (veriye 'z-zenedu)[3] cümlesinden fev'ale vezninde vevriyetun veznindeydi daha sonra (vav) harfi ta'ya kalb olmuş ve ayn hareketlerin peşpeşe gelişin­den ve makablinin fetha yapılmasından dolayı (ya) harfi el­ife kalbolmuştur.

"İncil" kelimesi (necele-yencilu) kalıbı üzerine bina edilmiş if il vezni üzerindedir. Açığa çıkarak, görünerek çık­mak istemek manasındadır.

(Neclu'r-raculi) Adamın çocuğudur. Çünkü adamın sul­bünden ve hanımının karnından çıkarılmıştır.

 (İncil) ise Helal ve haram ilimlerinin ondan çıkarılması­dır.

"Furkan" Kelimesi hak ile batılı birbirinden ayırmak ma­nasında ve Fu'lan vezni üzerinedir.

Manaları birbirinden farklıdır ama hükümleri izhar ve ib­raz etmek ve benzerleriyle arasında farkın olması bakımın­dan asıl kökleri (binaları) aynıdır.

7- "Muhkem"[4]

Muhkem açık, kesin ve tefsiri müttefik olan şeylerdir. Al­lah'ın murad ettiği şekilde manaları içerir ve ifade edilir.

Müteşabih: manası kapalı, müşkil ve muhtelif şekillerde yorum veya te'vilde olandır. Kesin bir mana üzerine mu-rad'ın olduğunu söylemek ve kestirmek zordur.

Bir rivayete göre muhkem; vakit ve miktarı ile tefsilat'ı bilinendir. Müteşabih ise bunun tam hilafıdır. Kıyamet sa­ati ve alametleri, küçük günahların bizzat aynıyla bilinme­si, sevap ve cezaların miktarları ve hesabın niceliği vs. de olduğu gibi.

Buna göre vakf (durak) şu kavi üzerine olur (vema ya'lemu te'vilehu illallah.)

Kim ki (verrasihune fil ilmi) kavli üzerine vakfe yapar­sa "Yekulune" kelimesini hal konumuna sokmuş olur. Ya­ni bu müteşabih ayetlerin te'vilini bilenler şöyle diyorlar:

"Ona inandık. Hepsi Rabbimiz kalındandır."

İşte bu da yöneltilen medh'in kendisidir. Onların övül­mesinin gayesi şudur:

Çünkü onların hem bunları bilip hem de bunları tasdik et­meleri artık imanları tamamen kemale ermiş zirvesine ulusmıştır demektir. Arap kelamında buna benzer durum, Yezid b. Muferrağ'm sözünde vardır:

Burda satın aldım. Keşke ben Bundan sonra onun reisi ol­saydım. Yahut baykuş olsaydım da Muşakkar ile Yemame arasında yankılı sesle çağırsaydım. Rüzgar kederden ağlıyor, şimşek ise bulutlar arasında parıldiyor[5] ve ağlıyor.

Şiirde sanki şöyle demiş: Şimşekte sanki bulutlarda pa­rıldamakla ağlıyor. Yani parıldayışla. Böyle olmazsa zaten kfelamm bir manası olmaz.

O, İslami bir şairdir. Bu beyitler, şiirinin en güzellerindendir. Beyit­leri, satın aldığı ve terbiye edip büyüttüğü ve oğlunun değerinde olan Burd isimli kölesi için söylemiş.

Zira muhkem olan, ummu'l-kitab (Kur'an)tır çünkü o (müteşabihun ileyhi)'ye cevap vermede ve ilminin ondan çı­karılması bakımından asi gibidir. Bu da müteşabihteki (is­tiva) eşitlik gibidir. Çünkü mana: şeririn (kanepe) üzerinde oturmak kudret ve istila anlamlarına gelmektedir. Bu da Al-lah'u teala için veya hakkında caiz olan bir manadır. Birin­cisi muhkem olan şu ayetteki deliliyle Allah hakkında caiz değildir.

"Onun misli hiçbirşey yoktur."            (Şura: 42/12)

Müteşabihteki hikmet; düşünce ve aklı çalıştırmaya sevk etmek ve Kur'an ilmi hakkında anştirmaya sevk etmektir ki akli veya nazari deliller de ihmal edilmesin,

13- "Karşılaşan iki gurup hakkında size muhakkak bir alamet olmuştur."

Bedir savaşında müslümanların sayısı üç yüz on küsur, müşriklerin sayısı binin üzerindeydi ve üstelik atlıları da vardı,

Allah'u Teala, müşriklerin sayısını müslümanlarm gözün­de kendilerinin sayısı kadar göründürdü. Kalpleri sebat bul­sun diye müşriklerin sayısını az göstermiştir.[6]

14- "Kantar kantar"

Dinardandır (el-kintar) 1200 miskaldir. Bir rivayete gö­re bir öküz derisinin dolusu altındır.

(El-Mukantaratu) üst üste istiflenmiş yığınlardır. Çokluk ve mübalağa ifade etme bakımından tıpkı (Ed-denaniru'l-mudennere ve'd-derahimu'1-muderhemeh) kıyası üzerine­dir.

Ruebu de şiirinde bu mana ve vezinde kullanmıştır:

"İki katreynin toplamı tamdır. E'l-ama ve'1-rnuamma onun iki gözünü beyazlaştırdı."[7]

(El-Musevveme) nişane, alamet manasında olan mualle-metun)'dur. Bir rivayete göre koyunun damgasıdır. Bir rivaye­te göre o, güzellik nişanesidir. Çünkü nişane veya alametle belirginlik olduğu gibi güzel bir simayla da bu olabilir.

18- "Allah şahitlik etti."

Allah açıkladı, hüküm verdi, karar verdi, şahitlik etti ve tebliğ etti anlamındadır.

Bir rivayete göre Allah'ın şehadeti ihbar bizim şehade-timiz ise ikrar manasmdadır. Bir rivayete göre Allah'ın şe-hadet alemden yarattığı şeylerdir ki buradaki sanat eserinin müşahedesi hakim olan sani (yapıcısı) ne bir şahit şehadet veya alamet olsun.

"Adaleti ayakta tutarak"

Şu şekilde Allah'ın isminden hal üzeredir. Yani Allah'ın takdiri adi ile sabit ve onun tedbiri de hak üzere kaim olmuş­tur anlamındadır.

19-"Muhakkak ki din"

Kesreyle olursa isti'naf üzere olurdu nasb[8] ile olursa (Ennehu la ilahe illahuve) cümlesinden bedel olarak gelmiş olurdu.

(Bağyen beynehum) ihtilafın mef ‘uludur. Bir rivayete göre mahzuf olan fiilin mastarıdır yani "Bağev beynehum .bağyen."

26- "De ki: "Ey Allah'ım..."

Burdaki (mim) nida için olan (ya)'dan bedeldir. Bundan dolayıdır ki haberde (Allahumme) denilmiyor ve onunla nida için olan (ya) biraraya gelmiyor.

Ferra'ya göre şöyledir, (Huvellahumme) yani aksidu bilhayr (hayrı kast hakkımızda).[9]

Eğer böyle idiyse ikisinin arasım cemetmek mümkün değildir. Tıpkı (Ya Allahumme) denilmediği gibi (Alla­humme ummen bilhayri)'de denilmez.

27- "Dilediğine hesapsız rızik verirsin."

Araplar az olan ata'yı, bağışı mahsuben diye isimlendi­rir. Kays b. Huteym'in de şiirinde ifade ettiği gibi:

"Ey Sevgili sen nereye gittin, oysa sen uykuda kendi başına gitmezdin çok azaltmaya, mahsuba gitmezdin."[10]

29- "Allah onu bilir."

Cümle şart ile meczum olmuştur. (Ve ya'lemu mafi's-semavati) isti'naf üzere merfu olmuştur.

33- "İbrahim ailesi"

Yani İbrahim (a.s.)'in dininden olan ve hanif dinine mensup olan bütün mü slüm anlardır. Ancak (Ehl) kelimesin­deki (ha) harfi hemzeye tebdil edilmiş ve (Eale) olmuştur ve daha sonra hemze de elife tebdil edilmiş ve o da (Ale) olmuş­tur ve daha sonra bununla büyükten büyüğe meşhur olanla­ra has kılınmıştır. Bir ifade olarak kalmıştır.

"İmran ailesi"

İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre Ali îmran'dan kasıt Musa ile Harun (a.s.)'dır. Hasan'dan rivayet edildiği­ne göre kasıt Mesih İsa (a.s.) ve annesi Meryem binti İm­ran'dır.

34 "Zurriyyet."

Zurriyyete kelimesi "Ale İbrahim"den bedel olduğu için naspolmuştur. Aslı ya zeree'dendir (Zereellahu'l-halke)'den oluşan (Zeree)'dir. Ya da Ezzer'den olan zerere’dendir.[11] Haberde şöyle:

Şüphesiz mahlukatlar eskiden zerree şeklindeydi.[12]

"Fe eshabe heşimen tezruhu'r-riyahu: Kupkuru oldu ve rüzgarlar onu havada savuruyordu ." (Kehf: 18/45)

"Zurriyyeteha: Onun zürriyetini." (AI-i İmran: 3/36)

Bu dört konu üzerindeki ihtilaf yerlerin yapılış yolunu kîtap[13] daha güzel serdetmektedir.

35- "Hür olarak"

Yani Allah için muhlis biri olarak sana adadım. O zama­nın adetine göre ibadet için çocuklar Mescid-i Aksa'ya ko­yulur, yetiştirilirdi. Bir rivayete göre onu dünya işlerinden tamamen arındırdım ki sadece Allah'a ibadete yönelsin. Köleyi azad etme manasında olan (Taharruru rakabe)'den­dir.

37- "Rabbi onu güzel bir şekilde kabul etti ve onu gü­zel bir bitki gibi yetiştirdi."

Mastar, alışılagelmiş fiilin binası üzerine gelmemiştir. Kattami'nin şiirde de belirttiği gibi:

"İşlerin hayırlısı karşılaşıp kabul gördüğündür. Peşinden takip edip gittiğin değildir.

Böylece insanları, kaçırdıkları şeylerin peşinden sürat­le gittiklerini gördüm."[14]

(El-Kabule) Garip olan mastarlardandır. Bunun misali mastarlarda El-Veluu velveduu'dur şöyle denilir. Tevedda-tu veduen ve vuduen birincisi mastar, ikincisi de sıfattır.

"Ona kefil oldu"

Tahlifle onu kabul etti ve işlerini üstlendi, teşkil[15] ile (şeddeyle) sorumluluklarını üstlenmesi için bir insana em­retti.

38- "Hunalike: Orada"

(inde zalike) manasındadır. (Hunake)'nin aslı zarfı me­kandır. Lam'in ziyadesiyle zarfı zamana dönüşür. Çünkü bundaki (lam) ta'rif içindir. Zaman'da ta'rife dahil olmuş­tur.

39- "Yubeşşiruke: Seni müjdeliyor"

Tahfif iledir. Tuhamilere göre kinayedir[16]. El-Beşir de bunun gibi fail manasında feildir.

"Ve yubşiruke" Temim kabilesinin lehçesine göredir ve yubeşşiruke Hicaz lehçesine göredir.[17]

"Allah'tan bir kelimeyi tasdik eden"

Yani İsa'yı. İsa (a'.s.)'ın Allah'ın kelimesi diye isimlen-dirilmesinin sebebi Allah'u Tealanın (kun) emriyle babasız dünyaya gelişinden dolayıdır.

Çünkü Allah'ın kelimeleriyle insanların hidayete erdiği gibi İsa (a.s.) ile de insanlar hidayet buluyordu. Çünkü Allah'u Teala Tevrat'ta onun (Meryemu'1-Azra Betul) den olacağını ve beşikteyken konuşacağım ve ölüleleri dirilte­ceğini söylemişti.

"Ve hasura"

El-Hasur: kadınlara gelmeyen sırları ifşa etmeyen ve arkadaşlarıyla beraber yaptıklarını çıkartmayandır.[18]

40- "Benim hasıl bir çocuğum olabilir."

Yani Zekeriya (a.s.) dedi ki: "Rabbim bana ihtiyarlık gelip çatmeşken ve karımda kısırken, benim bir oğlum na­şı] olabilir?" İşte Allah'ın peygamberlerinin ağzından çıkan bu ifadeler olacak emirden şek içinde olduğundan değil bi­lakis hayret ve taaccübünü ifade etmiştir. Sanki olan emrin adete muhalif olması hasebiyle Allah'ın kudretini tazim etmek istemiş gibidir.

Bir rivayete göre bu sual içinde bulundukları halle bera­ber çocuklarının olacağı bu durumun niceliğini sormuş ki bu kendisi gençleştirilip kansi doğurgan hale getirilip te mi ola­cak, yoksa karısı kısırlığıyla beraber yaşlı halde mi doğuracakdır? diye sorulan sorudur. Bunun üzerine Allah'u Teala şu ifadeyi kullanır. (Kezalike) "Hayır şu haliniz üzere çocu­ğunuz olacak." dedi.

"Rabbim bana bir ayet kıl."

Yani hamilelik zamanı için bir alamet, nişane yap7 Bu da onunla refah ve mutluluğun bir an Önce olması içindir. Bu alamet te insanlarla konuşmama şeklindeydi ve Allah'ın zikrinden alıkoyma, menetme şeklinde bir yasak değildi.

41- "İlla ramzen."

Erramz gizli olan, imayla olur.

42- "Ey Meryem muhakkak ki Allah seni seçti ve te­mizledi."

İstefa'yı tekrarın sebebi çünkü ilk (istefa) yani seçkinlik ibadet ve velayetleydi ikincisi ise evlenmeksizin ve herhan­gi bir şey karıştırmaksızın İsa'nın doğumuyla ilgili seçkin­liktir.

44- "Ey Resulüm, yoksa Meryem'i hangisi himayesi­ne alacak diye, Tevrat yazdıkları kalemleriyle kur'a atarlarken sen onların yanlarında değildin."

Yani Meryem'den fidye veya keffaret için ve onu savun­maları için, Tevrat yazdıkları kalemlerle yazıp kadehlerle de kur'a atıyorlardı. Çünkü yıllar, onlar gibi nicelerini getirip götürdü[19] ve zamanlar onlarla dolup taştı.

Bir rivayete göre bilakis AUah'u Teala Meryem'in kal­bine kendi muhabbetini koydu kavminden olanlar da sevinç­lerinden çığlıklar atarak Meryem'e kim bakacak diye arala­rında kur'a çektiler ve kur'a Zekeriyya'ya (a.s.) çıktı.

45- "Onun ismi Mesih'tir."

Mesih kelimesi çok anlamlı müşterek isimlerden biridir. Şu anlamlara gelir. Altın külçeleri, başın bir yanı, çok cima eden, kuru veya sert mendil, zira (kol, dirsek), ter ya da da­mar ve yalancı manalarına gelir.

Deccal yalancı olduğundan ve bereketi yok ettiğinden do­layı Mesihuhu'd-deccal diye isimlendirilmiştir.

Bir rivayete göre yağ ile yağlanmaktan oluşmuştur, (el-mesihu biddihn) Çünkü bu, israiloğullannda mülke sahip çı­kıp korumanın şartlarından biridir. Ve alemin mülkü duru­munda olan nübüvvet bundan daha evladır.

Bir rivayete göre İlya denilen şahıs İsa'yı yağ ile yağla­dığından dolayı Mesih denilmiştir. Serdedilen bütün bu gö­rüşlere göre Mesih kelimesi feiylun vezninde olup mef'ul[20] manasmdadır. Es-Sari ve El-Cerih kelimelerinde olduğu gibi. Bir rivayete göre Mesih (a.s.) elini sürdüğü her hasta­yı iyileştiriyordu. Mesih kelimesi fail manasındandır. Rahim ve alim kelimelerinde olduğu gibi bir rivayete göre Mesih musaddek'tir (tasdik edilen) yani havarilerler onu tasdik et­tiler feilun vezninde olup mufal[21] manasmdadır. Vekil ve rekildeki gibi.

46- "Ve yine, hem beşikte iken hem de yetişkinken in­sanlarla konuşacak,"

Bu, meleklerin İsa'nın yetişkinken konuşacağından ha­ber vermeleri, onun yetişkin hale, olgun hale geleceğini haber veriyorlar. Bu da gaybi ilimdir. Yine burada Hristiyan-lara verilen bir cevap vardır ki halleri muhtelif, değişken olan ilah olamaz.

"Ve yukellimune'n-nase" cümlesi "vecihen" üzerine atf olduğundan dolayı nasb konumundadır. Sanki şöyle denil­miş "Vecihen ve mükellimen fi'1-mehdj ve kehlen."

Şiirde de buna benzer misalde olduğu gibi:

"Keskin kılıçla ona vurup dürterek geceliyor hayvanı sürmek istiyor ve zulmediyor."[22]

Yani şiirde kasider ile cairin kelimeleri Batırın'ın iki ayrı sıfatlarıdır.

49- "Rasu!"

Züccac şöyle diyor: "Rasulen" aynı şeklide burada atf[23] konumundadır. Yani "Yukellimuhum fi'1-mehdi ve kehlen ve rasulun" Ahfeş'e göre vav zaidtir. Takdiri yuallimuhu'l-kitabe rasulen."

52- "Allah'a karşı yardımcılarım kimlerdir."

Burada (ilallahi) Meallahi manasmdadır. Harfler şartla birbirlerinin yerine kullanılırlar o da fiilelerin tekarub'u dur. (Fiillerin birbirine yakınlığı) Fiiller birbirine yakın ol­duğu zaman bazıları bir harfle, bazıları başka bir harfle müteaddi olur ve harflerden biri diğerinin yerine konulur. Böyle olmazsa (sirtu ila zeydin) cümlesini zeyd'le beraber[24] yürüdüm manasında kullanılması caiz olmaz.

Ayetteki iki harfin birbirlerine yakınlık yönü ise (izafe ve musahabe) beraberlik manasının olmasıdır. Sanki böyle denilmiş (men yendafu finusreti ilallahi) ve bu ifade şunun gibidir. (Menyendafu finusreti maallahi) ve aynı şekilde izafe manası zaten (Lam)'da hasıl olmuştur.

"Havariler dedi"

Bazı kıraatlerde (Havariyyine) nin tahfif ile okunması müşkil olmuştur. Ki bu şundan olmuştur. Makablindeki ya­nın meksur olması imtina olduğu için ancak şöyle denilme­si mümkündür: Havariyyin kelimesindeki(ya)ın aslı şed­delidir ve iki ya'nın peşpeşe gelmesini Önlemek ve istiska­li ortadan kaldırmak için tahfif yapılabilir.

Tahfif halindeki hareke ise şedde manasında olduğu ve onu tasvir ettiği bakımından bir tenbihtir.

54- "Allah da tuzak kurdu."

Bu kelime: Muzavecutul kelam üzerinedir (söz ölçü ve secidd birbirine benzemek) Veya kitabında başında sıfatlar­da istisna ettiğimiz şekilde mübteda olması bakımından lafzi vehm üzerine değildir. Lakin kelamın münteha'sı (so­nu) ve tamamlanmış olması üzerinedir.[25]

Şüphe yok ki Mekr'in (hile) başlangıcı bizdendir. Ken­disiyle hile yapılanı onun şerrine koyma iradesidir. Bunun tamamı şu şekilde olur: Ancak gizli yapılan hile ve tedbir­ler (tuzak) neticesinde olur. İşte bu gizli tedbirler Allah 'u Te-ala'dan bilmedikleri bir hesap ve yön üzere cezayı hak ede­ne yaptığına dair bir misaldir.

55- "Muhakkak ki seni öldüreceğim."

Yani öldürmeden seni kabzedip semaya götüreceğim demektir.[26] Mesela teveffeytu minhu hakki (Hakkımı ondan teslim aldım) manasındadir.

İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre Allah, İsa'yı ölüm şekliyle alıp götürmüştür. Ve daha sonra onu diriltti ve ke­rametinin mahalli olan semaya kaldırıp götürdü. Tefhim ve tazimden ötürü kaldırılış Allah âzze ve celleye izafe edilmiştir. İbrahim (a.s.)in şu sözünde olduğu gibi:

"Muhakkakki ben rabbime gi diyorum ."(Saffat: 37/99)

Zira İbrahim (as) Irak'tan Şam'a gitmiştir.

61- "Gelin"

Bu kelimenin aslı (tealeyu)'dur. Tahfif için (ya) düş­müş (vav)'da cem alameti olarak kalmıştır.

Hasan bir gurupla beraber (tealu)[27] şeklinde okumuşlar-ki mahzuf olan (ya)nın harekesine bir işaret olsun. Zira an­cak şöyle denilebilir. Teaîa tekaddeme konumundadır. Çün­kü tekaddum taalin ve taahhur ise inhifadtır..

Bilmiyormusun ki senin şu sözün (Kaddemtuhu ile'l-hakimi) şu sözün aynısıdır: (Terafana ileyhi) Yani davamı­zı hakime ilettik.

"Lanet edelim"

Yani yalan söyleyenin ve inatlaşanın kim olduğunu tes­pit etmek için Allah'ın lanetini onların üzerine getirerek ar­tık duayı bitirelim demek işiyor. Buna lanetleşme de deni­lir.

Mesela Behletullahi: Allah'ın laneti demektir. Yalan söyleyip cedelleşenler, lanetleşmekten kaçınmışlardır. On­lar Necran'in[28] Hiristiy anlarıdır.

62- "Muhakkak ki bu hak olan kıssadır." "El-Kasasu" inne'nin haberidir. (Lehuve) Atfı beyandır. Ve bu gibi durumlarda mananın takriri için (Lehuve) gelir. Kufiler bu gibi durumlar için (El-imad) diyorlar ve irabta ma-nallinin olmadığını söylüyorlar. Aynı şekilde şu ayette ge­çen (Haulai) kelimesinin hükmü de irabta mahallinin olma­dığına hükmediyorlar:

"Ha entum haulai hacectum."         (Ali İmran: 3/66) Ancak şu ayeti kerimeye (min) harfinin dahil olması (ve-ma min ilahin illallahu) gaye veya amacın ibtidasi (baş­langıç) içindir. Nefy ile ittisal olduğu zaman, gayeyi baştan sona ihtiva edip kapsar.

72- "Gündüzün başlangıcı."

Yani gündüzün başlangıcı, evveli. Bu manaya parelel ola­rak Rabi b. Ziyad da şiirinde ifade etmiştir:

"Kim ki Malik'in öldürülmesine seviniyorsa, kadınları­mızı gündüzün gözünde getirsinler. Kadınları sabahleyin se­her vaktinin belirmesinden önce, başı ve kolları açık şekil­de gönderildiğini görür."[29]

73- "Size verilenin bir mislinin verilmesi" Cümlede (La) nın takdir edilmesine ihtiyaç vardır. Şöy­le (irine hudallahi eyyuhe'l-müslimune enla yu'ta ahadun misle ma utiytum mine'l-kitabi ve enla yuhaccukum)'dur.

Buna göre bu cümle şu cümlenin (innel huda hudallahi) haberidir. Bu kavi, kelamın tam anlamıyla (yani kelamın ta­mamı) yahudileri anlatan, dile getiren, hikaye eden şu ayet üzerinedir.

"Sadece sizin dininize tabi olana inanın." ve daha sonra ibtida (başlangıç) şu kavil ile olur.

"İnnel huda" Bununla ilgili Züccac'a[30] ait başka bir gö­rüş daha vardır. Ayet'in tamamı, şu kavillerinden dolayı, Ya­hudilerin kavlerinin hikayesidir:

"Biz ve müslümanlar hidayet üzereyiz onlara iman etme­yin ki sizin, onları tasdik etmenizden dolayı, müşrikler de onları tasdik etmesin ve onlara iman etmeyi red edip kabul etmeyenler sizin iman etmenizle onlara iman konusunda cedelleşmeye ve münakaşaya gitmemezlik yapmasınlar."

75- "Ümmilerin malını almakta bizim için vebal yok­tur."

Yani Arapların[31] mallarım aldığımızdan dolayı bize bir sorumluluk yoktur. Bir rivayete göre bu şey bazı yahudilerin yanında bulanan ve eski arkadaşlarına ait olan ve müslüman olduktan sonra arkadaşlarına vermek istemedikleri emanetlerdir ve kitabımızda; dininizi değiştirdiğiniz za­man malınız bize helaldir diye yazıyor dedi. Ayetin nüzu­lü esnasında da Rasulullah (s.a.v.):

"Allah'ın düşmanları yalan söyledi. Cahiliyyyede olan herşey şu an ayaklarımın altındadır. Ancak emanet müstesnadır. Emanet iyi olana da facir olana da iade edilir."[32]

Araplar, ummidirler, Çünkü onlar yazmayı bilmiyorlar bu yüzden onlar annelerinden doğdukları gibidir.

Bir rivayete göre bu onların mekanları olan ummu'l-kura (Mekke)'ye nisbettir.

16- "Bela"

Nefesi bitip tükendiği zaman buranın üzerinde tam bir vakfe (durak) yapılır sanki şöyledir. "Bela aleyhim sebi­lim."[33]

78- "Dilleriyle tahrif ediyorlar."

Yani onlar ayetleri tebdil ve tağyir ile tahrif ediyorlar as­lı: "Yaharrikuneha"dır hareket ettirip, götürüp getirmedir.

Ferazdak da şiirinde leva kelimesini hareket etmek ma­nasında kullanmıştır:

"Kura vadisi önümüzde görünmeye başladığında ve böl­genin kenarları, köşeleri belirginleştiğinde, kavmin için­den bölgeyi özleyen herkes başını, tıpkı su dolu bulutların gelip gittiği ve hareket ettiği gibi sabırsızlıkla, iştiyakla getirip götürüyordu."[34]

79- "Rabbaniler."

Yani Rabbaniyyune bi'1-ilmi (Bildiği ile amel edenler­den olun) Errabban: Bir işin sevk ve idaresini yapıp onu ted­bir[35] eden manasmdadır. Rebe'ş-şey'e.yurebbihi fehuve rebbanun vezinleri üzerindedir, izaf yasından dolayı de­ğiştirilmiştir. Bahrani ve lehyani de olduğu gibi ve tıpkı (Ems) kelimesine; Emsey ve (harem) kelimesine de haremey denildiği gibi.

Bazı kıraatlarda (Rubbiyyune)[36] şeklinde okunmuştur.

81- "Allah vakti zamanında Peygamberlerin misakı-nı (bağlılık sözünü) almıştı."

Yani Muhammed'e (s.a.v.)[37] iman edip tasdik etmeyi ka­vimlerine de hakeza götürecekleri sözü üzerine de misaklarını almıştır.

"Lema ateytukum"

Muberrid'in görüşüne göre ceza için olan (ma)'nın üze­rine giren (lam) tahkik içindir. Manası şöyledir. (Le mehma ateytukum)

"Min kitabın ve hikmet'in summe caekum rasulun mu-saddikun lima maakum le tu'minunne,"

"Le tu'minunne" nin üzerine gelen (lam) kasem içindir şu kavlinde olduğu gibi "Le zeydun vallahi le tetiyennehu."

Bir rivayete göre birinci (lam) kasem içindir. Yani (Val­lahi lema ateytukum)'dur.

(Le tu'minunne)'deki ikinci (lam) ise kasemin cevabıdır. Şu ayet misalinde olduğu gibi:

"Şayet Allah yolunda ölür veya öldülürseniz Allah in­dinde sizin için mağfiret vardır."       (Ali İmran: 3/157)

"Lima Ateytukum" şeklinde okuyan şu sebeble okumuş­tur. "Kane min ecli maateytukum" Çünkü kitap verilen her peygamber, içinde olan emir ve yasaklar üzerine ondan mi-sak alınır. Bir rivayete göre meksur olan bu (lam) harfi, ba'de (sonra) manasındadır. Yani (Ba'de ma ateytukum) size gel­dikten sonra. Tıpkı (selase) için halevne dediğin gibi:[38]

Nabiğa şöyle demiş:

"Onun bazı ayetlerinin olduğunu düşündüm, onları yedi senede öğrendim ve zalamu ise yedidir.[39]

Musakkeb şöyle dedi:

Dubeyb mevkisinde yük devesi olan vadiden bir an Ön­ce çıkamaz.[40] Yani zaman ve yavaşlıktan sonra.

83- "Ona teslim olup"

Yani Allah'a teslim olup boyun eğerek tam teslimiyet gösterdiler. Hasan'ın dediğine göre sema ehli itaat etmeyi isteyerek yeryüzünün ehli de bazıları isteyerek ve bazıları da kerhen itaat ettiler. Bu tercih ya seçim anındaki korku­dan ya da ta'yin edildiği zaman zorda kaldığından olmuştur.

93- "İsrail'in kendine haram kıldıkları dışında"

Yakub (a.s.)'ın develerin etini kendine haram etme sebe­bi, yemeklerin içinde kendisinin en çok hoşuna gittiği ye­meklerden biri olduğundandı. Kendi kendine ahdetmişti ki eğer Allah beni siyatik (tıp) hastalığından (bir tür kadınlar­la ilgili hastalıktır) kurtarıp şifa verirse, en sevdiğim yemek­lerden birini kendime haram edeceğim![41]

Sonra şöyle denilmiş: Bu haram etme Allah'ın izniyleydi. Çünkü tahrim ve tahlil (helal etme) Allah'a aittir. Bİr rivayete göre tahrim'in kendisini izafe edilmesi sebebiy­le bunu içtihadıyla yapmıştır. Zira içtihadpeygamerlerler için caizdir. Böylece helal'in haram edilmesi bizim şeriatimizde caiz değildir. Buna maruz kalan ise yemin keffareti-ni öder. Allah'u Teala ayette şöye buyurmuş:

"Ey nebi Allah'ın sana helal kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun."                               (Tahrim: 66/1)

Böylece Yakub (a.s.)'ın develerin etinde hastalığını art­tıran bir illetin varolduğunu farkedip terketmiş olması ve böylece azmine gem vurup arzularını bir kerrede kesmek için kendine haram etmiş olması da caizdir.

96- "Bibekkete"

Ayette geçen "Bekkete" Mekke'dir. Mücahid'ten rivayet edilmiştir: İbrahim'den rivayet edildiğine göre Bekkete beytullahm bulunduğu mekandır. Ebu Ubeyde'den rivayet edildiğine göre Mekke vadisidir.[42]

Bekkete kelimesi izdiham manasında olan (Ettebak)'tan türemiştir. Bir rivayete göre bekkete zorbacıların boyunla­rına vurup kırmak manasındadır. A'rabiyye de cahiliyyedeyken şiirde bekkeyi aynı bu anlamda kullanmıştır.

"Ey oğulcuğum Mekke'de ne küçüğe ne de büyüğe zul­metme. Ey oğulcuğum kim ki Bekke'de zulmederse bir ta­kım serlerle karşılaşır."[43]

97- "Orada apaçık ayetler vardır."

Yani orada açık alametlerle İbrahim'in makamı vardır. Bu ceylanla kurdun birarada bulunmasıydı. Ta ki haremi şe­riften çıktığı zaman kurt avcılara dönüp geliyordu. Ceylan da ürküp kaçıyordu. Orada asi olup helak olanlar, Fil asha­bının kıssası, o kadar taşlanmıştı ki uzun ve çok müddet geç­mesine rağmen taşların izi vardı.[44] Kuşların beytullahm üzerine konmalarının imtina edilmesi.[45]

Ruknu'l-Yemani'nin olduğu yönde Bakur günlerinde genelini kapsarsa bu sene Yemen sulanır eğer Şam tarafını kapsarsa Şam sulanırdı. Beytullah'ın hepsini kapsarsa böl­genin hepsi sulanırdı. Zemzem kuyusunun orada olması ve İbrahim'in ayak izlerinin makamında[46] olması ve daha ni­ce alametler.

99- "Şuhedau: Şahitler" Yani ukelau (akıllılar) şu ayette olduğu gibi: "Ev elkassem' a vehuve şehid."              (Kaf: 50/37)

"Tebğunha iveca" Zikzak çizerek Allah yolundan çe­virmeye çalışmaktır. Şu ayette olduğu gibi:

"Yebğunekumu'I-fitnete."                  (Tevbe: 9/47)

El-İvec sözde, amelde ve yerde olan birşey veya hareket söz vs. dir. El-Avec ise duvar ve surlarda olandır.

102- "Teslim olmuş kimselersiniz"

Yani Allah ve rasulunün emrine teslim olup boyun eğmiş­siniz.

103- "Sefa hufretin"

Yani çukurun kenarı ve ağzı üzerinde demektir.

110- "Hayırlı ümmet oldunuz."

Yani diğer ümmetlerin birbirlerlerine peşpeşe sizin müj­denizi verdiği ve diğerlerinin duyup tanıdığı[47] ümmetsiniz. Bir rivayete göre ayette geçen "kane" fiili tammedir. Yani hadestum hayre ümmetin.

Bir rivayete göre ayette geçen "Kuntum ve Entum" ay­nıdır. (Kane)'nin onun üzerine girip çıkması, bir işin ve vukuunun te'kid'ini hakikat menzilindeymiş gibi olduğunun faydasını veren (ela) harfinin menzilindedir.

111-"İlla ezen"

Yani ancak rahatsız edip eziyet veren bîr kelam (bi hablin) yani and ile.

113- "Kitap ehlinin hepsi bir değildir. Onlardan kaim bir ümmet vardır."

Yahudilerden olan Abdullah b. Selam ve bir grup arka­daşı müslüman olduğu zaman yahudiler onların hakkında şöyle dediler. Bizim ancak şerlilerimiz ve kötülerimiz müs­lüman[48] oldular. Ayette geçen (Leysu)'daki gizli zamir, ehli kitapa raci oluyor. Çünkü daha önce zikredilmişlerdi. Ebu Ubeyde'den rivayet edildiğine göre bu cümle (Ekelu-nil berağisu)[49] kaidesi üzerinedir.

115- "Felen yukferuhu: Onlardan asla inkar edilmeye­ceksiniz"

Yani onun verdiği sevaptan asla mahrum olmayacaksı­nız. Burada mecaz kaidesine göre sevab'ın menedilişi küfür diye isimlendirilmiştir. Tıpkı Allah'u Teala'nın vereceği se­vabın şükür diye nitelendirildiği gibi. Bir rivayete göre Al­lah şakirdir manasmdadır.

117- "Sirrun"

Soğuk bir rüzgarın sesidir. Sırrun es-sarir'den[50] gel­miştir.

Hatim Tay şiirinde simin kelimesini bu anlamda kullan­mıştır.

"Ey ateş tutuşturucusu gece, soğuk bir gecedir.

Ey ateş tutuşturucusu, rüzgar şiddetli sesli soğuk bir rüzgardır.

Ateşi tutuştur ki geçen kimseler ateşini görsün.

Eğer ateşin misafiri celb ederse sen özgürsün, hürsün."[51]

118- "Bitaneten"

Aranızda işlerinizi gizleyebilecek arkadaşlarınızı sırdaş ve dost edinin demektir.

"Fesattan geri kalmazlar"

Yani sizin hakkınızda şer, fesad vs. yapmaktan kusur et­mezler. Bir rivayete göre kusur ve tereddüt etmezler.

Bundan dolayıdır ki tereddüt edene (muhbiu) deniliyor. Ve (dimanun vehubul) deniliyor. El-hubul[52] nefsin dışında olan'dır.

Şöyleki yan veya etraflarının gittiği zaman temel esası­nın şeklinin sallanmasıdır.

Zûcccac "Aruz" kitabında şöyle demiş: Mustefilinede buna benzer (sin ve fa) harfi gittiği zaman (mut'ilun mah-bun) şekline nakl edilmiş olur.

119- "Haentum haulai"

Bir tenbihtir. Ulai münafıklara hitaptır ve tekrarın fayda­sının zahir olması için hitab yapılmıştır.

120- "La yedurrukum: Size zarar vermez."

Şart'in cevabıdır. Kelamın delalet etmesi için (fa)'sı hazf edilmiştir.

Bir rivayete göre (layadirurkum) idi sonra cümle şartın cevabıyla meczum olmuştur, (ra) harfi (ra) da idgam edilmiş­tir. Birinci zamme (dat) harfine intikal edilmiş ve son (ra)'nın zammesi de (dat)ın zammesine intikal edilmiştir. Tıpkı (umdud) kelimesi için zammeyle (muddu) denildiği gibi.

121- "Bir vakit erkenden Medine'deki ailenden çık­mıştın."

İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre ve bu olay Uhud gününde olmuştur.

122- "O zaman içinizden iki birlik savaş korkusun­dan geri dönmeye niyetlenmişti."

Bunlar, Benu Seleme, Benu Harise ve Ensarlardan[53] iki gruptu veya birlikti.

"Ve onların velisi Allah'tır."

Yani velisiAllah olanlar nasıl olur da hezimete uğrar?!

125- "Min fevrihim"

Yani min vechihim[54] (hemen ön taraftan üzerlerine gel­medir) manasındadır.

Bir rivayete göre yani kızgınlıklarından[55] manasındadır.

Onların kızgınlan sebebiyle köpürüp kükremeleri, tencelerinin kaynayıp fokurdamasına benzetilmiştir.

"Musevvimine"

Yani sürüdeki damgalı ve nişaneli olanlar gibi onlar da nişaneli nişaneli kafirlerin.üzerlerine gönderildiler. Bir ri­vayete göre (musevvimin) kelimesi (Essevmetu)dandır. Ya­ni nişanelendirildiler ve belli alametler edindiler. Onların ni­şanları ise beyaz sarık veya feslerdi.[56] Atlarının nişanesi ise alınlarındaki tüylerinin yeşilliğiydi (Yeşil perçinli)

126- "Sizin için ancak müjdedir"

Yani hak üzere olduğunuza delalettir.

127- "Böylece Allah, o kafir olanlardan bir kolu kes­sin veya perişan etsin de."

Yani Bedir gününde küfrün elebaşları ve sapıklığın öncüleri öldürüldüler.

"Ev yekbitehum: Perişan etsin."

Yani perişan etsin. Bir rivayete göre onları yüz üstü düşürsün.

128- "Ev yetube aleyhim: Yahut size dönsün"

"Tevbeleri kabul edene dek" Veya "Onların tevbesini ka­bul etsin" manasındadır. Ama daha iyi olan lafzın konumun­da kalması bakımından "ev yekbitehum" üzerine atfedilmesidir. Ve bundan sonra "Ieyseleke minel emri şey'un" cüm­lesi de itirazi cümle olur.

130- "Edafen mudaafeten: Kat kat"

Yani her miadı dolunca ikinci kez te'cil edip aslının[57] üzerine artış koyarak veya aslım ziyadeleştirdiler. İşte bu faz­lalık riba (faiz)'dir.

133- "Ve eni göklerle yer kadar olan cennete..."

Yani bu cennet döşenip birbirine eklendiği zaman eni bu kadardır. Rasulullah'a (s.a.v.):

"Eğer cennetin eni gökler ve yer kadarsa ateş nerede olacak?" denildiği zaman o da:

"Sübhanallah! Gündüz geldiği zaman gece nerede­dir?" dedi.[58]

İbni Bahr bunun te'vilinde aşırı giderek şöyle demiş: "Cennetin eni eğer satışı caiz ise bu da pahasıdır. Alış-veriş akidlerindeki muavedeye benzer."

134- "Bollukta ve darlıkta infak eden kimseler..."

İkisini zikretmesinin sebebi; ikisinin de inşanı cimriliğe sevkettiğinden dolayıdır. Malın sevgisi şu iki haletten olur: Ya malın çokluğunda çok rağbet gösterilir ve cimrilik yapı­lır veya malın azlığında ona ihtiyaç duyulur ve cimrilik ya­pılır. Birinci hale misalen şiirde şöyle dile getirilmiş:

"Çünkü Şevi b. Mashar'ın sulbündeki yeşerti öyle bir ziyadeleşti ki o yeşerti ancak cömertliği fazlalaştırdı.

Cimri olan Şevi mızraklarını aldığı zaman Şevl'in mız-raklarıyla tamamen ezene kadar attı, fırlattı."[59]

İkinci halin misalinde Ebu Mihcen şöyle dile getirmiş:

"Ey kadın, benim malımdan ve çokluğundan kavme bir şey sorma. Zira kavimden, benim dinim ve ahlakım hususun­da sor.

Oysa bu daha iyidir. Benim malım, artan ve çoğalan bir değerde değildir. Bir boyun darbesiyle onda olan sırrımı giz­lerim."[60]

139- "Eğer müminler iseniz."

Zaten onlar müminlerdir. Ancak bilsinler ki sadık olan imanın gerekliliği; Allah'a olan bağlılığından dolayı, mümi­nin ye'se düşmeyip mahzun olmamasıdır.

140- "Karhun."

Fethayla "cirah" yara manasında, zammeyle[61] cerahatin verdiği elemdir. Bir rivayete göre fethayla mastardır. Zam­meyle de isimdir.

"Nudaviluha"

Yani onu (sevinçli ve kederli günlerin) afetlerin azlığı ve çokluğuyla evirip çeviririz. Burada müminlerle kafirler arasın­daki nasr (yardım) varid olmamıştır. Çünkü kafirlere yardım edilseydi onları sevmiş olurdu. Zira hiçbir zaman mutluluk do­lu yaşam günleri müminler için ebedi olmadı. Çünkü onlara dünyanın onlar için fani olduğunu ve yeterliliğin olmadığım ve hakir görme çağrısında bulunuldu ki sonunda zafer olan ni­metin ve hüsnü akibetin değeri bilinsin.

141- "Veliyumahhise."

Yani onları tertemiz, halis ve günahlardan arındırması için. Bu ifade "Mahasatu'l-maşiyetu temhusu mahsen" den alınmıştır. Koyunun tüylerinin[62] gidip derisinin çıkıp görün­mesi manasındadır.

Günahların temizlenip giderilmesi, nefislerin ölüp fani ol­ması ve gitmesi Ölçü ve zikredilmeleri bakımından aynı kategoride yer alması gibidir.

142- "Yaksa Allah bilmeden."

Manası şudur: "Yeniden bir ilmin vaki olması değil, bi­lakis var olan, malum olan bir şeyin vaki olmasıdır."

"Sabredenleri bilmeden"

Naspolunmuş ve atften tasrif edilmiştir. Çünkü ikincisi­nin nefy'i manasında değildir ki, birinci nefy'in üzerine atfedilsin. Bilakis o ikincisinin ve birincisinin bir araya gelmesini menetmesi üzerinedir. Mütevekkil Leysi'nin şi­irinde de olduğu gibi:

"Herhangi bir huy veya ahlaktan dolayı kınama yoksa sa­na utanç verici onun gibi birşey hasıl olabilir ve yaptığın za­man büyük olur.

Saf ve iyi gördüğün kimselere karşı tek yönlü ve aynı ta­biatta görün zira cömert olan devamlı diri ve kaimdir."[63]

143- "Ölümü temenni ediyordunuz."

Bedir savaşından geri kalanlar şehadeti temenni etmişlerdi. Sonrada Uhud[64] savaşı olduğunda arkalarını dönüp gittiler.

144- "Muhammed sadece bir elçidir."

Uhud savaşında Rasulullah'ın (s.a.v.) Öldüğü haberi ya­yılmıştı. Eğer peygamber olsaydı ölmezdi demişlerdi.

146- "Ve keeyyin."

Bu kelimede dört lügat vardır. Keeyyin[65], Kain[66] (ayn harfiyle kain veznindedir), Ke'yin (Keften sonraki hemze ayn gibidir) ve Kein (ayn ile) Kem[67] vezindedir.

"Keeyyin" kelimesinin aslı kem (kaç) manasmdadır. Yunus "kain" kelimesinin Kevene'den yapıldığını zannet­miş. Ama böyle olsaydı irap edilirdi.

"Onunla beraber Rabbaniler savaştı."

Burada Peygamber'in vasfı üzerine cer konumundadır. Veya hal üzerine nasp konumundadır. Er-Ribbiyyun: Ha-san'dan rivayet edildiğine göre es-Subber alimleridir. Yu­nus ve Kutrub'un dediğine göre bunlar fırkalarda[68] olan ce­maatlardır.

152- "Tehussunehum"

Yani o sıralar savaşıp öyle bir düşmanları öldürüyordu­nuz ki.[69]

"Ve aseytum"

Yani Rasulullah'ın okçulara kalmalarını tavsiye ettiği ye­ri terketmekle emre itaatsizlik yapmışlardı.

"İçinizden kimi dünyayı istiyordu"

Yani zafer sevinci ve ganimet arzusuyla.[70]

153- "Tusidune"

Yani boyuna Medine yoluna doğru uzaklaşıyordunuz. EI-is'ad bir yerden uzaklaşılması bakımından yürümeye koyul­masıdır.[71] Bir rivayete göre el-is'ad gitmekle uzaklaşmak­tır.[72]

Seleme b. Harşeb'in şiirinde ifade ettiği gibi:

"Oduncular uzaklaşmaya başladılar ve ta boş bir şey bitmeyen dikenli kumluk alana gidip yaklaştılar."[73]

Bişr'in sözü şöyle:

"Ribab kabilesi uzaklaştı, onlardan ne bir görüntü vardı ne de hapsetmekle bir ateş vardı.

Etrafımızdan uzaklaşıp gittiler gibi oldular fakat bir de baktık ki yakınımızdan gölündüler adeta gizli fısıldaşmalarmı duyuyoruz.[74]

Deniliyorki: "Es'ade'r-raculu" yani adam yükseldi ma-nasmdadır. Efraa: aşağı doğru indi. Ferraa es'ada[75] misali yükseldi manasındadır. Zira burada izzetlerinden dolayı yürümedeki uzaklaşmaları kastediliyor ki emin bir şekilde bölgelerinden uzaklaşarak odun topladıkları açığa çıksın.

Çünkü bu ayet müslümanlardan bir kısmının dağ yolla­rından gidip Mekke'ye doğru yol alan ve Rasulullah'ın dağda onların üst tarafında olup kendilerini çağırıp ta ona ce­vap vermeyen bir gurup üzerine nazil olmuştur.[76]

"Ğammen bi ğammin"

Yani Allah sizi kedefüzerine kederle cezalandırdı. Me­sela "Nuziltu bibeni fulanin" yani "falanca oğullarının üze­rine doğru indim" demektir.

Birinci keder, bozguna uğramaları, ikincisi ise Rasulul­lah'ın ölüm haberinin yayılmasıdır.

154- "...bu zümreyi de nefisleri can kaygısına düşür­müş gözleri uyku tutmaz olmuştu."

Bunlar ganimet için orada hazır bulunan ve cahiliyeye ait bir zan ile Allah'ın müslümanlara kurtuluş ve şehadeti na­sip etmeyeceğini zanneden münafıklardı.

"Muhakkak ki emrin tamamı Allah'ındır."

"Kullehu" nun naspedilişi emri tekid etmek üzerine ol­duğu içindir. Yani "innel emre acmaa" ayrıca sıfat üzere nas-polması da caizdir. Yani "el-emre cemiahu" ayrıca emirden bedel olması üzerine naspolmasıda caizdir. Yani "inne kullel emri lillahi".

"Kullunu"[77] nun ref'a olması, mübteda olduğu içindir. "Lillahi" onun haberidir. Mübtedadan oluşan cümlenin ha­beri, inne'nin haberidir.

156- "Guzzen: Savaşan"

Gazin kelimesinin cem'idir. Şahidin ve şuhhed'te, aidin ve üvved gibi.

158-  "Ölür veya öldürülürseniz O'nun huzurunda toplanacaksınız."

Birinci lam kendilerinden olan bir yemindir. İkinci lam ise cevaptır.

Sanki şöyle denilmiş: "Vallahi in muttum le tuhşerune."

Vallahi eğer ölürseniz haşrolunacaksmız demiş gibidir.

"Febima rahmetin minallahi."

Allah'ın hangi rahmetinden dolayı? manasındadır. Bu öy­le bir nimet üzerine yapılan bir ta'zimdir ki bu makamda, ko­laylıkla onlara yardım etmişti. Eğer onlara ağır gelseydi korku ve heybetten ondan kaçarlardı ve düşman da onların ardına verirdi.

159- "Fezzan"

El-Fezz katı ve kuru manasındadır. El-İftizaz da bunun gibidir. Deve işkembesi suyunun çekilip içilmesi ve fıtrata uygun olmadığından kişiye verdiği buruşukluk ve karamsar­lıktır. Suyun katılığı ve sertliğini şöyle dile getirmiş:

"Ben öyle biriyim ki susuzluk için işkembenin katı tik­sindirici suyunu sıktıkları zaman yorgunluk ve şiddetli yor­gunluk ve elemlere sabrederim.

Öyle biriyim ki bir saat onun katı kanını akıttıkları ve iş­kembe düğümü veya akdi yerinden çözüldüğü zamanda da sabrederim."[78]

Ferezdak ta insanların katılık ve sertliği ile dile getirmiş:

"Ey miskin Allah mı gözlerini ağlattı, zira onun göz yaşları yokluğa aktı. Çünkü aşağıya doğru aktı, gitti. Kisra gibi üzerine buğzedilen sert, katı veya Kayser gi­bi birini ağlattın."[79]

161-"Enyeğulle"

"En yehune" yani ihanet etmek manasındadır. En YeğulIe[80] ihanet edilmektir. Bir rivayete göre hiyanet bulmak ma­nasındadır. Ecbentuhu ve ebhaltuhu gibidir. Bir rivayete göre ona ğallelte denilir. Ekzebtuhu ve ekfertehu gibi.

"Kim ganimetten aşinrsa aşırdığıyla beraber gelir."

Yani hıyanet eden kıyamette yaptığı hiyaneti omuzunda olduğu halde gelir. Bir rivayete göre yaptığı hiyaneti hiçbir zaman kendisinden kefaret karşılığı affolmaz. Ancak sahi­bine iade etmesiyle olur.

163- "Hum derecatun."

Yani sevap ve ikap ehlinin yerleri, mevkileri derece ve mer­tebelere göredir. Ateşin dereceleri en altta olduğu için derekat denilir. Cennetinki de üstte olduğu için derecat denilir.

Bir hadiste şöyle buyrulur:

"Cennet ehli olanlar, üliyin ehlini (cennetin en üst derecesindekileri), semadaki yıldızların göründüğü gibi gö­recekler.[81]

Amelleri muhtelif olduğu zaman kişilerin amellerine göre dereceleri de muhtelif şekillerde olacaktır. İbni Hur-me'nin şiirinde olduğu gibi:

"Ölüm onları gaye edinip atmak için mi yaptık; benim adamlarım onları soyup bir tarafa atıyor yahut sellerin de­receleri midir. "[82]

165- "Muhakkak onon iki misli size isabet etti."

Uhud günü, müslü manlar dan 70 kişi şehid düşmüştü. Buna karşılık Bedir gününde de müşriklerden 70 ölü, 70'te esir alınmıştı.

167- "Evidfau."

Münafıklara gelin savaşmasanız bile düşmanın saldırıla­rını çokluğunuzla önleyin denilmişti.

"Yekulune bi efvahihim"

Ağızlarıyla kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlardı.

Denilse ki: malum olan odur ki sözün sadece ağızla söy­lenmesi gerekmezini ki? Neden böyle gelmiştir. Deriz ki sö­zün hem kalple hem de lisan ile söylenmesi ihtimali vardır. Ve böylelikle de zanni ve itikadı mana üzerindedir.

Tevbe şöyle dedi:

"Değilmi ki ey saf ve temiz nefis nasıl olur da onu söy­lüyorsun. Şayet atılan korkan biri ona yakınlaşmak ve kom­şu olmak istese ona haber verir.

Yok eğer niyeti ondan uzaklaşıp ıraklaşmak olsa leyla on­dan intikam alacak yahut onların esiri serbest bırakılacak.[83]

170- "Kendilerine henüz kavuşmayanları müjdeli­yorlar."

Yani arkalarından kendilerine şehitlik rütbesiyle katıla­mayan mücahitler hakkında müjdelenerek istiyorlar. Tıpkı ailesinden gurbetten gelen birinin müjdesinin verildiği gi­bi.

173- "Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine, şöyle demişti..."

O kişi Nuaym b, Eşcai'ydir ki Ebu Süfyan müslümanlan korkutup geri bırakmak için ona bir miktar mal vermişti. Ta kî müslümanlar geri kalsın kendisi de güven ve güven­lik içinde olsun.[84]

Ayette geçen müfred lafzının yerine cem' lafzının geti­rilmesi ya emrin tefhimi (olayın ciddiyeti) için ya da kavi ve­ya amelin ihtidası (başlangıcı) içindir. Mesela bir grup in­sanı beklerken, onlardan birisinin gelmesiyle, insanlar ve­ya millet geldi demen gibidir.

175- "Dostlarını korkutuyor."

Yani şeytanın dostları sizi korkutmak istiyor veya dost­larıyla korkutmak istiyor demektir. Şu ayette olduğu gibi:

"Li yunzire be'sen şediden. İmansızları şiddetli bir azap ile korkutmak için."                             (Kehf: 18/2)

178- "Sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır."

Şu kavi için:

"İnkar edenler sanmasınlar."

İki mef’ul yerine geçmiştir. Bu senin şu sözüne benzer: "Hasibtu enne zeyden kaimun" Bu iki mefulun hükmünde­dir. Çünkü o hem hadis (olayın varlığım bildiren durum) hem de muhdesun anhu'dur. (Kendisinden söz edilen). El-İma-letu: Müddetin uzatılmasıdır. El-Mulavetu: Zamandır (dehr).

"Günahlarını arttırmaları için"

Yani işlerinin akibeti, günahları arttırmak olsun.

179-  "Bununla beraber Allah size gaybi bildirecek değildir."

Burada afet ve belanın kaldırılması söz konusu oldu­ğundan dolayı, münafıklarla müslümanların birbirinden temyiz edilmesi durumuna işaret vardır. Lakin maslahat ge­reği, peygamberlerin bazılarına gaip olan bazı şeyler bildi­rilir.

183-"Bikurbanin."

El-Kurban yakınlaşmak manasındadır ve mastardır. Er-Ruchan ve el-Hüsran'da olduğu gibi. Daha sonra geniş ma­nada kendisiyle Allah'a yakınlaşmak manasında kullanılmış­tır.

184- "Bil beyyinati ve'z-zuburi vel-kitabi."

Burda ez-Zubur ile kitap bir araya getirilip cemedilmiş-tir. Çünkü ikisinin aslı muhteliftir. Çünkü Zebur'dur, Yani içinde ez-Zebr (hakkın hilafına olan azarlama, korkutma) vardır. O da bir kitap ismidir ve harflerin biraraya getirilmesiyle oluşmuştur.

188- "O ettikleri fenalıklara sevinen ve yapmadıkla­rı şeyda övülmeyi seven kimseleri de sakın azaptan kur­tulmuş biryerde sanma..."

Bu kimseler, Rasulullah'ın (s.a.v.) tekzip edilmesine ve sevinen Rasulullah'ın (s.a.v.) davasını ve emrini gizleme üzerine anlaşan Yahudilerdir.[85] "La tahsebenne" nin bi­rinci haberi "bi mefazetin mine'1-azap" tır. Ama kelamın uzunluğundan dolayı ikisinin arasına "Fela tahsebennehum" girmiştir.

103- "Ey Rabbimiz, doğrusu biz bir davetçi işittik."

Yani Kur'an'ı[86] işittik.

"Seni aldatmasın"

Ey dinleyen ve dinleyici.

"O, Allah'ı tanımayanların refah içinde diyar diyar dönüp dolaşmaları..."

Yani verilen nimetlere ve küfürlerine karşılık hesaba çekilmeyeceklerini sanma.

198- "Nüzulen min indillahi."

Mastar manası üzerinedir. Çünkü onların orada ebedi kalmaları öyle bir girişle girmelerini gerektiriyor. Bir riva­yete göre cümle tefsir manası üzerinedir. Şu sözde olduğu gibi: "Huve leke hibeten ev sadakaten: O senin için hibe ve­ya sadakadır."

199- "Gerçekten Allah hesabını pek çabuk görür."

Yani amellere göre gereken mükafat veya cezayı çabuk verir. Zira cezanm (mükafatın) vakti pek yakındır. Veya ma­nası şöyledir: Bütün mahlukatların hesabı aynı vakittedir. Deniliyor ki bu zaman süresi bir koyunu sağacak kadarki sü­redir. Çünkü Allahu Teala için bir şeyin hesabını görüp di­ğerine geçmesi ve herşeyi aynı anda bitirmesi pek hafiftir.

200- "İsbiru."

Yani Allah'a olan itaat üzere sabrediniz.

"Vesabiru"

Yani Allah'ın düşmanlarına karşı sabrediniz.

"Ve rabitu"

Yani Allah yolunda cihad için nöbet beklesin.[87]

Er-rabitatu ve'r-ribatu: Düşman müdafaası için normal ve düşmana yakın gediklerde atı üzerinde nöbet bekleyişi­dir. Aynı şekilde bu ifadelerle Ahtal da şiirinde kullanmış­tır:

"Bizde halen atı üzerinde nöbet bekleyenlerin olduğu bi­linmektedir. Kuleyb'te ise utanç verici ve kınanan kişilerin olduğu bilinmektedir.

Zillet diyarına inenler indikleri zaman teşbih ve zikirle­ri Kuleyb ve komşuluğun hürmetidir."[88]

Kisra gibi üzerine buğzedilen sert, katı veya Kayser gi­bi birini ağlattın."[89]

161-"Enyeğulle"

"En yehune" yani ihanet etmek manasındadır. En YeğulIe[90] ihanet edilmektir. Bir rivayete göre hiyanet bulmak ma­nasındadır. Ecbentuhu ve ebhaltuhu gibidir. Bir rivayete göre ona ğallelte denilir. Ekzebtuhu ve ekfertehu gibi.

"Kim ganimetten aşinrsa aşırdığıyla beraber gelir."

Yani hıyanet eden kıyamette yaptığı hiyaneti omuzunda olduğu halde gelir. Bir rivayete göre yaptığı hiyaneti hiçbir zaman kendisinden kefaret karşılığı affolmaz. Ancak sahi­bine iade etmesiyle olur.

163- "Hum derecatun."

Yani sevap ve ikap ehlinin yerleri, mevkileri derece ve mer­tebelere göredir. Ateşin dereceleri en altta olduğu için derekat denilir. Cennetinki de üstte olduğu için derecat denilir.

Bir hadiste şöyle buyrulur:

"Cennet ehli olanlar, üliyin ehlini (cennetin en üst derecesindekileri), semadaki yıldızların göründüğü gibi gö­recekler.[91]

Amelleri muhtelif olduğu zaman kişilerin amellerine göre dereceleri de muhtelif şekillerde olacaktır. İbni Hur-me'nin şiirinde olduğu gibi:

"Ölüm onları gaye edinip atmak için mi yaptık; benim adamlarım onları soyup bir tarafa atıyor yahut sellerin de­receleri midir. "[92]

165- "Muhakkak onon iki misli size isabet etti."

Uhud günü, müslü manlar dan 70 kişi şehid düşmüştü. Buna karşılık Bedir gününde de müşriklerden 70 ölü, 70'te esir alınmıştı.

167- "Evidfau."

Münafıklara gelin savaşmasanız bile düşmanın saldırıla­rını çokluğunuzla önleyin denilmişti.

"Yekulune bi efvahihim"

Ağızlarıyla kalplerinde olmayan şeyi söylüyorlardı.

Denilse ki: malum olan odur ki sözün sadece ağızla söy­lenmesi gerekmezini ki? Neden böyle gelmiştir. Deriz ki sö­zün hem kalple hem de lisan ile söylenmesi ihtimali vardır. Ve böylelikle de zanni ve itikadı mana üzerindedir.

Tevbe şöyle dedi:

"Değilmi ki ey saf ve temiz nefis nasıl olur da onu söy­lüyorsun. Şayet atılan korkan biri ona yakınlaşmak ve kom­şu olmak istese ona haber verir.

Yok eğer niyeti ondan uzaklaşıp ıraklaşmak olsa leyla on­dan intikam alacak yahut onların esiri serbest bırakılacak.[93]

170- "Kendilerine henüz kavuşmayanları müjdeli­yorlar."

Yani arkalarından kendilerine şehitlik rütbesiyle katıla­mayan mücahitler hakkında müjdelenerek istiyorlar. Tıpkı ailesinden gurbetten gelen birinin müjdesinin verildiği gi­bi.

173- "Onlar öyle kimselerdir ki insanlar kendilerine, şöyle demişti..."

O kişi Nuaym b, Eşcai'ydir ki Ebu Süfyan müslümanlan korkutup geri bırakmak için ona bir miktar mal vermişti. Ta kî müslümanlar geri kalsın kendisi de güven ve güven­lik içinde olsun.[94]

Ayette geçen müfred lafzının yerine cem' lafzının geti­rilmesi ya emrin tefhimi (olayın ciddiyeti) için ya da kavi ve­ya amelin ihtidası (başlangıcı) içindir. Mesela bir grup in­sanı beklerken, onlardan birisinin gelmesiyle, insanlar ve­ya millet geldi demen gibidir.

175- "Dostlarını korkutuyor."

Yani şeytanın dostları sizi korkutmak istiyor veya dost­larıyla korkutmak istiyor demektir. Şu ayette olduğu gibi:

"Li yunzire be'sen şediden. İmansızları şiddetli bir azap ile korkutmak için."                             (Kehf: 18/2)

178- "Sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır."

Şu kavi için:

"İnkar edenler sanmasınlar."

İki mef’ul yerine geçmiştir. Bu senin şu sözüne benzer: "Hasibtu enne zeyden kaimun" Bu iki mefulun hükmünde­dir. Çünkü o hem hadis (olayın varlığım bildiren durum) hem de muhdesun anhu'dur. (Kendisinden söz edilen). El-İma-letu: Müddetin uzatılmasıdır. El-Mulavetu: Zamandır (dehr).

"Günahlarını arttırmaları için"

Yani işlerinin akibeti, günahları arttırmak olsun.

179-  "Bununla beraber Allah size gaybi bildirecek değildir."

Burada afet ve belanın kaldırılması söz konusu oldu­ğundan dolayı, münafıklarla müslümanların birbirinden temyiz edilmesi durumuna işaret vardır. Lakin maslahat ge­reği, peygamberlerin bazılarına gaip olan bazı şeyler bildi­rilir.

183-"Bikurbanin."

El-Kurban yakınlaşmak manasındadır ve mastardır. Er-Ruchan ve el-Hüsran'da olduğu gibi. Daha sonra geniş ma­nada kendisiyle Allah'a yakınlaşmak manasında kullanılmış­tır.

184- "Bil beyyinati ve'z-zuburi vel-kitabi."

Burda ez-Zubur ile kitap bir araya getirilip cemedilmiş-tir. Çünkü ikisinin aslı muhteliftir. Çünkü Zebur'dur, Yani içinde ez-Zebr (hakkın hilafına olan azarlama, korkutma) vardır. O da bir kitap ismidir ve harflerin biraraya getirilmesiyle oluşmuştur.

188- "O ettikleri fenalıklara sevinen ve yapmadıkla­rı şeyda övülmeyi seven kimseleri de sakın azaptan kur­tulmuş biryerde sanma..."

Bu kimseler, Rasulullah'ın (s.a.v.) tekzip edilmesine ve sevinen Rasulullah'ın (s.a.v.) davasını ve emrini gizleme üzerine anlaşan Yahudilerdir.[95] "La tahsebenne" nin bi­rinci haberi "bi mefazetin mine'1-azap" tır. Ama kelamın uzunluğundan dolayı ikisinin arasına "Fela tahsebennehum" girmiştir.

103- "Ey Rabbimiz, doğrusu biz bir davetçi işittik."

Yani Kur'an'ı[96] işittik.

"Seni aldatmasın"

Ey dinleyen ve dinleyici.

"O, Allah'ı tanımayanların refah içinde diyar diyar dönüp dolaşmaları..."

Yani verilen nimetlere ve küfürlerine karşılık hesaba çekilmeyeceklerini sanma.

198- "Nüzulen min indillahi."

Mastar manası üzerinedir. Çünkü onların orada ebedi kalmaları öyle bir girişle girmelerini gerektiriyor. Bir riva­yete göre cümle tefsir manası üzerinedir. Şu sözde olduğu gibi: "Huve leke hibeten ev sadakaten: O senin için hibe ve­ya sadakadır."

199- "Gerçekten Allah hesabını pek çabuk görür."

Yani amellere göre gereken mükafat veya cezayı çabuk verir. Zira cezanm (mükafatın) vakti pek yakındır. Veya ma­nası şöyledir: Bütün mahlukatların hesabı aynı vakittedir. Deniliyor ki bu zaman süresi bir koyunu sağacak kadarki sü­redir. Çünkü Allahu Teala için bir şeyin hesabını görüp di­ğerine geçmesi ve herşeyi aynı anda bitirmesi pek hafiftir.

200- "İsbiru."

Yani Allah'a olan itaat üzere sabrediniz.

"Vesabiru"

Yani Allah'ın düşmanlarına karşı sabrediniz.

"Ve rabitu"

Yani Allah yolunda cihad için nöbet beklesin.[97]

Er-rabitatu ve'r-ribatu: Düşman müdafaası için normal ve düşmana yakın gediklerde atı üzerinde nöbet bekleyişi­dir. Aynı şekilde bu ifadelerle Ahtal da şiirinde kullanmış­tır:

"Bizde halen atı üzerinde nöbet bekleyenlerin olduğu bi­linmektedir. Kuleyb'te ise utanç verici ve kınanan kişilerin olduğu bilinmektedir.

Zillet diyarına inenler indikleri zaman teşbih ve zikirle­ri Kuleyb ve komşuluğun hürmetidir."[98]

 

 



[1] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Al-i îmran suresi Medine'de nazil oldu demiş. Taberaru 'nin Evsat'ta zayıf bir senedle İbni Abbas' tan tahric ettiğine göre Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi demiş:

"Kim ki içinde Al-i İmran zikredilen sureyi cuma günü okursa, güneş batana kadar iHah ve melekleri ona salavat getirirler."

[2] Bir rivaye'e göre ancak Kur'an'da (nezzele) denilmiş. Çünkü Kur'an peygambere yavaş yavaş inmiştir ve Tevrat üe İncil ise bir kere­de indirilmişlerdir. Ayette fnezzele) ifadesi birinciyi kastetmiş veya (Er.zele) üe ikinciyi kastetmiştir. Fethu'r-Rahman sh: 77.

[3] Mufreaat Ragıb madde: Tevrat.

[4] "Huvellezi enzele aleykel kitabe minhu ayatın muhkematun"

Hakkında (min) teb'id içindir nasıl olur da böyle söylemiştir dersen de­riz ki Hud suresinde de (kitabun uhkimet ayatuhu) böyle demiştir. Bur­ada ayetlerinin tümünün inkammı gerektiriyor. (Muhkemat)'tan murad nesh olanlar ve akliyattan olanlardır. Yahut manası zahir olandır. Müte-şabih'ten murad mensuhatlar ve şer'iy ati ardır ya da manası kapalı ve kes­kin olandır. Fethu'r-Rahman sh: 78-79.

[5] Hazenetu'1-Edeb: 4/329; Şi'ru ve'ş-Şuara: 227; Tabakat Fuhu'l-Şuara: 2/89; Divanı: 213-214; Birinci beyit, Mecazu'l-Kur'an: 1/48; Tefsiru'[-Taberi: 2/341; Üçüncü beyit, Tevil-Muşkili'l-Kur'an: 168; Es-Sahibiy: 397.

[6] îbni Cerir: 2/195'te ayet hakkında îbni Mes'ud'tan şöyle nak­letmiş: "Kad kane lekum ayeten fifieteynilteka" Bu Bedir günüdür. Müş­riklere baktık ki bizlerden sayıları kat kat fazladır. Daha sonra bir de bak­tık ki onların bir kişi dahi bizden fazla olmadıklarım gördük ve İşte şu ayet­tir dedi: "Karşılaştığınız gün sizin gözününde onları az, onların gö­zünde sizi çok göstermiştik."

[7] İbnİ Berri söylemiş ama Rauba b. Accac'mdir. Lisan'da ona nis-bet edilmiş. Sabun mutrahim: Tam, güzel manasmdadır. Lisan madde: Tar-hame ve katr Meani'l-Kebir: 2/1140, Divan Reube sh. 46.

[8] Hemzenin fethasıyla Kesai, diğerleri de kesresiyle okumuşlar. İihafsh: 172,

[9] Ferra şöyle demiş: Bir kelimenin oraya eklendiğini idmam ol­duğunu görüyoruz o da (umme)'dir (ya Allahummena bilhayr) demek İs­tiyor. Bunun üzerine fazla düştüklerinden karşıklık olmuştur. (Ha)'da bu­luna ref a (umme)'deki hemzeden dolayıdır. Terkedildiğinden ma kabline dönmüş. Meani'l-Kur'an: 1/203.

[10] Müellifin de dediği gibi beyit Kays b. Huteym'indir. Eski ca­hili şairlendir. Divanı sh: 55; Emali'1-Kali: 2/273. Lakin beytin ortasını sonuyla karıştırmıştır.

Ey sevgili sen nereye gittin. Oysa sen gitmezdin. Rüyalar uzak olan­ları yakınlaştırır. Benim uyanıklığımda menettiğin şeyi, rüyada bol bol veriyorsun.

Ebu Hilal Askeri şöyle demiş. Eski şiirlerden en güzel hayal alemi­ni ifade eden Kays'm şiirleridir. Divanu'l-Meanil: 1/276.

[11] Mahtutada (zevere)'dir ama hatadır.

[12] Ahmed, Hakİm'in sahih gördüğü ve Beyhaki'nin Esma ve sı­fatta sh: 413'te İbni Abbas'tan tahric ettikleri hadiste Rasulullah (s.a.v.) şöyle demiş:

"Şüphesiz Allah Tea'la Arefe günü Adem'in sulbünden olan çocuk­larından misak aldı. Onun sulbünden çıkacak olan bütün nesli çıkar­dı ve zerrecikler gibi hepsini huzurunda savurdu sonra onları kar­şısına alarak şöyle dedi: "Ben sizin rabbiniz değil iniyim?" Onlar da şöyle dedi: "Bela şehadet ederiz" ve şu kavle kadar (mubtilun)."

Müsned: 1/172; Müstedrek: 2/544.

îbni Cerir İbni Ebu Hatem ve Ellalikai Siinnet'te İbni Abbas'tan şu ayet hakkında "ve iz aheze rabbuke" şöyle dediğini tahric etmişler: "Şüphe­siz Allah Adem'i yarattı, sonra sulbünden olan zürriyetini zerreler halin­de çıkardı ve onlara: "Rabbİniz kim?" dedi onlar da: "Rabbimiz Al­lah'tır" dediler sonra onları sulbüne iade etti ve la ki misak'ı alınan ki­şiler doğana kadar kıyamet saati olana kadar onlardan ne bir şey artar ne de eksilir. Durru'l-Mensur: 3/558. 599; Tefsiri Taberi: 9/114.

[13] îbni Cinni şöyle demiş: Bu kelimenin aslının 4 lafız olma ih­timali vardır. Zeree-zerere- zereve- zeriye. (zeree) kelimesi zereella-hu'1-halke'dendir. Zerere, Ezrerre'den oluşmuş, manası haberde varid ol­duğu gibidir. Yani yaratıklar bir zere misaliydiler. Zereve Burada vav ile ya zerevtu'I-habbe ve zereytuhu'dan oluşmuştur. Hepsi de böyle denilir. Ayet fe esbahe heşimen tezruhu 'r-riyahu da onun bir lütfü ve hafifliği­dir. Ezzer kelimesinin durumu aynıdır. Tefsiri Kurtubi: 2/107.

[14] Divani sh. 31. Hazanetu'1-Edeb: 2/369; Mahtutada (Cerre ğa-dihim)'dir, hatadır. Uyunu'l-Ahbar: 1/33; Birini Tabakat Şuara sh: 166. Tefsiri Kurtubi: 4/69; Şi'ru'ş-Şuara sh: 483; Muktedeb: 3/205.

[15] Asım, Hamza, Kcsai ve Halef şeddeyle diğerleri de tahlifle okurlar. İthaf sh: 473.

[16] Hamza ve Kesai ya'nın fethası ba'nın sükunu ve şeddesiz sinin zammesiyle okumuşlar. Müjde manasında olan beşere'dendir. Diğerle­ri de ya'nın zammesi ba'nın fethası şeddeli şin'in kesresiyle (yubeşşiru­ke) okumuşlar. Beşere Hicaz luğatına göredir. İthaf sh: 174.

[17] Hamza ve Kesai'nin kıraatına göre (Beşere yebşuru) Temim'-lilere göre Ebşere yubşiru'dur İbni Mes'ud'un kıraatidir. İ'rabu'l-Kur'an: 1/328; Tefsiri Kurtubi: 4/75.

[18] Raculun hasur ve hasiyr denilir, ihtiyacı olup ta gizleyen ve ar­kadaşlarının açığa verdiği gibi dışa vurmayan gizli tutan kişidir. İbni Mes'ud, Abbas/Hasan ve diğerlerinin dediğine göre gücü olduğu halde kadınlarla cima etmeye yaklaşmayandır. İki sebebtanbu görüş en sahih olandır. Bu ona medh ve senadır seni genelde fıtratta olmayan sonradan kesbedilen fiiller için olur. 2- LuğattaFeul'un sigasi (Failine)'nin siga-lanndandır manası. O, kendini nefsi şehvetlerden arındırıyor demektir. Umulur ki buda onun şer'idir. Ebu Hasan hali şöyle demiş: Hasur haşe­re 'dendir bir şeyin adeti olan ve onunda kullanılan men manasmdadır. Nez Mudderer: 4/166.

[19] Deniliyor ki: Lahhet Fulanun asahu: Falanca asasını soydu. Ha­diste şöyle: "Bu emir halen sizde devam ediyor. Bazı ameller ihdas etme­den siz onun velilerisiniz. Şöyle şöyle yaparsanız, Allahu Teala üzerini­ze en şerli yaratığım gönderir. Sizi budanmış, soyulmuş dal gibi yapar." Lisan madde: Lehate: 2/83.

[20] Medhal li ilmi Tefsir sh. 267.

[21] Medhal li ilmi Tefsir sh. 273.

[22] Lisanu'1-Arap madde aşa: 15/62; Emali İbni Şeceri: 2/Î67; Meani'l-Kur'an Ferra: 2/198; Musaid: 2/477; Manası: Aşa'nın yerine kı­lıcı getirmiştir. Nisbetsizdir. Mahtutada (bate) yerine (benat) gelirmiş (yu-aşşiha) yerine (yuğaşşiha) getirmiş ikisi de hatadır.

[23] Züccac'a göre (Resulen)'in nasp edilişi iki yöndendir: Beni İsrail'e rasul kılınması üzerine ve benim yanımda muhtar olan. (Allah daha iyi bilir). İnsanlara beni İsraile rasul olduğunu konuşuyor. Buna delil: "Ben, Rabbiniz-den bir ayet ile size geldim." Meani'l-Kur'an ve irab Züccac: 1/ 413.

[24] Müellif bazı tasarrufları yapmakla beraber İbni Cinni'den naklet-miştir. İbni Cinni şöyle dedi: İyi bil ki, fiil başka fiilin manasında olduğu za­man biri bir harfle, diğeri başka bir harfle müteaddi olur. Araplar öyle geniş manalar vermişler ve bir harfi diğerinin yerine koyuyorlar ki bu fiil başka bir fiil anlamına da gelebileceği bilinir. Bundan dolayı mu'tad olan bir harfle onun­la beraber gelmiş ki bu da aynı manada olduğu halde sonra şöyle demiş: Şu ayettte (men ensari ilallahi) meallahi manasmdadir. Ve sen (sirtu ila zeydin) yani maa zeydin demiyorsun lakin bu kural bu ayet için manası şöyle oldu­ğu zaman olur. (Men yudafu finusreti ilallahi) İşte sadece burada (Üa)mn gel­mesi caizdir. Hasais: 2/308-309.

[25] Sh. 98'e bak.

[26] İlmi Cerİr ve İbni Ebu Hatem'in Hasan'dan rivayet ettikleri­ne göre (İnni muteveffike) uyku halinde alıp götürmedir. Allah, onu ay-ku halinde semaya kaldırmıştır. Hasan dedi ki: Rasulullah (s.a.v.) yahu-dilere şöyle demiş: "İsa ölmedi. O, kıyamet gününden Önce tekrar si­ze dönecektir." Durru'l-Mensur: 2/225; Tefsiri Taberi: 3/289.

İbni Cerİr sahih birsenetle Ka'b'ın şöyle dediğini nakletmiş: İsa, kendisine tabi olanların azlığını ve yalanlayanların çokluğunu görünce Al­lah'a şikayette bulundu ve Ailah ona şöyle vahiy etti:

"Seni alıp götüreceğim, semaya kaldıracağım, seni tekrar diril­teceğim bir gözü kör ve şaşı olan deccalı öldüreceksin, bu olaydan son­ra 24 yıl yaşıyacaksın sonra seni, dirileri öldürüp canını aldığım gi­bi alacağım."

Ka'b, işte bu Rasulullah'ın (s.a.v.) söylediği şu sözü tasdik ediyor de­di:

"Benim evvelimde İsa'nın da ahirinde olduğu bir ümmeti nasıl he­lak edersin."

İbni Asakir bu ayet hakkında îbni Abbas'tan şöyle nakletmiş "Seni Öldürüp semaya kaldıracağım." Yani seni bana kaldıracağım ve ahir za­manda vefat ettireceğim.

Katade'den naklen şöyle dedi: Bu mukaddem ve manilerdendir. Ya­ni: Seni kaldıracağım ve öldüreceğim. Bu da işaret ediyor kî lugatta (vav) tertip ifade etmiyor. Durru'l-Mensur: 2/225.

[27] O, şaz bir kıraattir.

[28] Hakim'in Cabir'den tâhric edip sahih gördüğü rivayet şöyle:

Necran taifesi Rasulullah'a (s.a.v.) gelip şöyle dediler:

"îsa için ne dersin?" O da:

"İsa Allah'ın Ruhu ve kelimesi, kulu ve rasuludur" dedi Onlar şöy­le dediler:

"Onun böyle olmadığına dair lanetlaşmeye var mısın?" dediler. Ra-sulullah ta:

"Bu sizin için uygun mudur?" dedi. Onlar da:

"Evet" dediler. Rasulullah:

"Dilediğiniz zaman." dedi ve çocukları Hasan ile Hüseyin'i çağır­dı. Bunların reisleri:

"Bu adamla lanetler meyiniz" dedi. "Allah'a yemin olsun onunla la-netleşirseniz iki gruptun biri helak olur." Gelip:

"Ey Ebu Kasım bunlar bizim sefihlerimiz idi seninle lanetleşmek is­tediler ancak sender bizi af etmenizi istiyoruz." dediler ve o da:

"Sizi afettim." dedi ve sonra azap Necranı kapsadı der. Durru'l-MensiT: 2/131; Mustedrek 2/594.

[29] Beyit: Rabi b. Ziyad Absi'nin Malik b. Züheyr hakkında söy­lediğidir.

Şerh Hamasiye Tebriz: 3/26; Hazenetu'1-Edeb: 86371; Eğani: 16/18; İlk kışı, ı Tefsiri Kurtubi: 4/11.

[30] Meani'l-Kur'an ve irabi: 1/429.

[31] Bu ayet hakkında İbni Ebu Hatem Hasan'dan şöyle rivayet et­miş Muhammed'in arkadaşlarının borçları onların üzerinde vardı ve on­lar da, Muhammed'in arkadaşlarının malını yememizde bize bir sakınca yoktur vermesek de olur diyorlardı ve üstelik onlar ehli kitaptırlar ve her müslüman ahdini yerine getirmekle emrolunmustur.

[32] Hadisi: Abd İbni Humeydi İbni Cerir, İbni Munzir ve İbni Ebu Hatem Said b. Cübeyr'den rivayet etmişler. Durru'l-Mensur: 2/244; Tefsiri Taberi: 3/318. Senedinde saduk olan Yakub Kimmi vardır. La­kin onun hakkında vehm de ediliyor.

[33] Eşmuni (bela)mn vakfe olmadığını demiş bir rivayete göre vak­fedir çünkü bela daha öne geçen nefy'nin cevabıdır. Yani (Bela) aleyhim sebiİu'I-azabi bi kezibihîm) Menaru'1-Huda sh: 82.

[34] Divan'da şöyle geçer: Kura vadisi arkamızda yakınlaştığı za­man ve uzaktan her yerin sütun ve şekilleri göründüğünde. Eşşinan bu­lutlardır El-Hezaim çok suyu olan. Divan Ferezdek: 2/308.

[35] Muberrid Rebbaniyyun'un ilim erbabı olduğunu söylemiş, müfredi Rebban'dır, Rabbehu-Yerubbuhu da buna benzer onu tedbir edip ıslah etmek manasmdadır.

[36] Şaz bir kiraatır Hasan böyle okumuş ithaf sh: 180.

[37] lbni Cerir. 3/332'de Ali (r.a.)'tan söylediğini rivayet etmiş. Al-lah'u Telaa hiç bir peygamber Adem oğlundan göndermemiştir ki ondan sonra Muharnrned'le ilgili ahd ondan almış olmasın. Eğer onlar dirilse o da sağ olsa ona İman edecekler ve yardım edecekler ve onlara emredecek kavimlerinden ahd alacaklar. Ve sonra şu ayeti okumuş;

"Ve iz ahezellahu misakan nebiyyîne lemma ateytukum min ki­tabin ve hikmetin."

[38] Lam'ın kesresi ve mira'in tahfifiyle olan kırat Hamza'mndir. Ahazeye mutaallik olan cer lam'ı üzerinedir, (ma) mastar içindir. Yani: (Lieclii tai iyyakum ba'ze'l-kitabi ve'1-hikmeti) İthaf sh: 177.

[39] Tefsiru'l-Kurtubi: 4/126; Mecazu'l-JCur'an: 1/33; Kitabu Sibe-veyh: 1/260; Şerh'ul-Ebyat li İbni Seyrafi: 1/46; Hazanetu'1-Edeb: 2/453; Şerh Makamatu'l-Hariri: 1/71; Divanı: 79.

[40] Divanu'l-Musakkab: 142. Dubayb: Bir yer ismidir. Tutaliu yerine Tetellau gelmiş hatadır. Mafdaliyat: 288; Emali'I-Yezidi: 111.

[41] Buhari tarihinde İbni Munzir ve tbni Ebu Hatem'in İbni Ab-bas'tan şöyle dediğini rivayet etmişler. Yahudiler Peygamber (s.a.v.)'me gelip ya Ebul Kasım Yakub'un kendisine haram ettiği şey neydi? dedi­ler O da "Yakub sahrada yaşıyordu, siyatik (tıp) hastalığından şika­yet ediyordu. Deve etinden başka kendisini tedavi edecek bir şey bulamadı. İşte bundan dolayı haram etmiştir." dedi. Yahudiler de: sadekte (doğru söyledin) dediler.

[42] Mecazu'l-Kur'an: 1/96.

[43] Beyit Subey'a binti Ehabbin Halid ismindeki oğluna hitaben söylemiş. Mekke'nin hürmetinin tazimini ona anlatmaya çalıyor ki ora­da isyankarlık yapmasın. RavduTunf: 1/41.

[44] Ezraki'nin İbni Haysem'den zikrettiğine göre Ebu'l Tufeyl'den cahiliyye ve İslam'da atılan bu taşların mahiyetini sorduğunda şu ana ka­dar adlan bu taşların bir dağ tümsek gibi plup nasıl yolu kapatmadığım sorar. Ebu Tufeyl ben de bu konuda İbniAbbas'tan sordum.O da bana: "Al-lah'u teala burayla bir melek görevlendirmiştir. Oraya doğru gelen her ta­şı kaldırıp başka tarafa koyar gelmeyene de kanşmayıp terkeder." dedi İbni Ömer şöyle demiş: "Vallahi taşını kaldırıp atmayayanm haccı kabul olmaz" demiş Tuhfetu'r-raki Sacid sh: 92-94.

[45] Mekki ve diğer alimler kuşların beytulahın yükseğine çıkama­dıklarım zikretmişler. Eğer çıksa da bu o kuşta bulunan hastalığın alame­tidir. Onu iyileştirmek için çıkıyor, İbni Atiyye bu bana göre zayıftır de­miş. Tuhfetu'r-raki Sacid sh: 120

[46] Mücahid: "İbrahim'in iki ayağının izleri makamda ayan beyan­dır." demiş. Simaru'l-Kulup sh: 17.

[47] İbni Cerİr ve İbni Ebu Hatem'in Suddi'den rivayet etliğine gö­re Ömer b. Hattab şöyle demiş: "Eğer Allah dikseydi (entum)" derdi. O zaman bunun altına hepimiz dahil olurduk. Lakin (kuntum) demiş ve Mu-hammed (s.a.v.)'in ashabını has kılmıştır. Kim ki ashabının yaptığı gibi yaparsa insanlar arasından gönderilmiş en hayırlı Ümmetten olmuş olur. Durru'l-Mensur: 2/293. Tefsiri Taberi: 4/43

[48] îbni İshak, Taberani, BeyHaki Delail'de ve İbni Asakir'in İb-ni Abbas'tan rivayet ettiklerine göre Abdullah b. Selam, Salebe b. Suay-ye, Usayd b. Suayye Esed b. Ubeyd ve onlarla beraber teslim olan bir grup yahudİ RasuluIIah'a iman edip tasdik ettikleri ve İslama rağbet ettikleri zaman yahudi alimleri (ahbar) ve onlardan olan kiifür ehli şöyle dediler: Muhammed'e iman edip tabi olanlar bizim şerlilerimizdİ. Eğer bizim ha­yırlılarımız olsalardı dinlerini terkedip başkasına gitmezlerdi. Bunnu üzerine, Allah (c.c.) bu ayeti bunlar hakkında (Leysu sevaen)den (ve ula-ike minessalihin)'e kadar nazil etmiştir. Durru'l-Mensur: 2/296 Tefsiri Taberi: 4/35.

[49] Yani (Ummelun) kelimesi (Leysu) île ref a olmuştur. Nuhas'a göre bu yanlıştır. Çünkü onların zikri daha önce geçmeştir (ekeluni'I-be-rağis) ise daha önce zikri geçmemiştir. Ve (leysu sevaen) üzerinde kelam tam olmuştur der (Veminehlil kitabı ummetun) üzerinden tekrar devam edilir. î'rabu'MCur'an: 1/358; Mecazu'l-Kur'an: 1/102.

[50] Tasti'nin Mesail'inde İbni Abbat'tan rivayet   ettiğine göre Nafi b. Ezrak (fihasırrun) ayeti hakkında sorduğunda o da soğuktur de­miş. O da, Araplar bunu biliyor mu? demiş. İbni Abbas ona: "Sen, Na-biğa Beni Zebyan'ın sözünü duymadın mı?" demiş. Onlar: "Yeryüzün­de şiddetli ve kurutucu dondurucu soğuklar başg österince kalmaya de­vam ederler.

[51] Beyitleri, Zamahşeri, Rebiu'l-Ebrar'da zikretmiş. Arabiye nis­pet etmiş. Rebiu'l-Ebrar: 1/179. Müellifin dediği gibi, Hatem Tai'nindir. Divani sh: 270; Akdu'l-Ferid: 1/197.

[52] İbni Manzur şöyle demiş: Bize falanca oğullan hakkında "Dima-un habul" diyorlar. Habul el ve ayaklarının kesilmesidir. Lisan: 11/197.

[53] Buharı, Müslim ve diğerlerinin Cabir b. Abdullah'tan nakletİk-lerine göre "Ayet bizim için nazil olmuştur." der. Beni Seleme ve beni Ha­rise hakkında (izhemmettaifetani entefşela) nazil olmuştur. (Allah iki bir ligin dostudur) ayeti hakıknda inmediğine ne kadar mutlu, mesrur oldun: Fethu'I-Bari: 8/225; Müslim: 2505.

[54] İbnİ Cerit ve Abdubnu Humeyd'in rivayet ettiği bu görüş îkrimenin'dir. Tefsiri Taberi: 4/81.

[55] ibni Cerir ve Abdubnu Humeyd'in rivayet ettiği bu görüş Mücahid'indir Tefsiri Taberi: 4/81

[56] İbni îshak ve Taberani'nin ibni Abbas'tan rivayet ettiğine gö­re Bedir gününde meleklerin alametleri beyaz sarıklardı ve onların da ar­kalarından geliyolardı. İbni Ebu Şeybe ve îbni Cerit'in Umeyr b. İshak'tan rivayet ettiğine göre Bedir gününde İlk saf oluştuğu zaman Rasulullah (s.a.v.) ashabına:

"Alametler edininiz. Zira melekler de alametler edindiler" dedi.

Testi'nin İbnİ Abbas'tan rivayet ettiğine göre Nafi b. Ezrak Musevvîmine'nin ne olduğunu sormuş o da başlarında beyaz sarık alemetİ bu­lunan meleklerdir der ve işte meleklerin alameti budur der. Nafi, araplar bunu biliyor mu? der o da Evet sen şairin söyle dediğini duymadın mı?" der. Atları Öyle bir hale getirdim ki her biri alametlenmiş ve deriden ko­parılmış saf yünlerle alametlenmişti.

[57] İbni Cerir ve İbni Münzir'in Ata'dan rivayet ettiklerine göre şöy­le demiş: Cahiliyyede Sakifliler beni Muğire'den borç alıyorlardı ve za­manı geldiğinde; size fazladan verelim de borcumuzu tecil edin diyorlar­dı. Bunun için bu ayet nazil olmuştur. Durru'l-Mensur: 3/310; Tefsiri Ta-beri: 4/90.

[58] Hadisi İbni Cerir: 4/92'de Herakl'ın elçisi Tunnuhi'den çı­karmış ve şöyle demiş: "Rasulullah'm huzuruna içinde şu yazılı olan He­rakl'ın mektubuyla girdim. Sen bana içinde şunlann olduğnu yazdığın şe­ye çağırıyorsun:

"Eni göklerle yer kadar olan ve muttekiler için hazırlanmış cen­nete." "Peki ateş nerededir?" Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi: "Sübhanallah! Gündüz geldiğinde gece ner'eye gidiyor?" Bezzar'ın Ebu Hureyre'den ve Hakim'in sahihtir dediği hadis şöyle: Rasulullah'a biri gelip şöyle dedi:

"Şunu (cennetin arduha semavatu ve'1-ardu) bilmiyor musun? Ateş nerdedir. O da:

"Sen bilmiyor*musun gecelerin geldiği zaman her şeyi kaybedip ka­patıyor. Peki gündüz nerdedir? der." O da:

"Allah'ın dilediği şekilde oldu" der. Rasulullah da:

"Ateşte Allah'ın dediği şekilde olur" der. Durru'l-Mensur: 3/315; Müstedrek: 1/36.

[59] Emali'l-Murteda: 2/118. Nisbetsizdir.

[60] Şi'ru ve'ş-Şuara sn.: 273; Lakin İkinci beyit şöyle:

Korku ve dehşet anında salıverilmiş kışlaya girerim, boyun darbesiy­le ondaki sırrı gizlerim, ne güzeldir.

Malım artan çoğalan bir kıymette değildir. Ben ise korku ve dehşet çukurunun etrafında dönüp dolaşıyorum.

Hazanetu'1-Edeb: 8/410; El-Feneğ çokluktur Uyunu'l-Ahbar: 1/38; Eğani: 21/142.

[61] Zammeyle, Şu'be, Hamza, Kesaî ve Halef ve diğerleri de fet­hayla okumuşlar. İthaf: sh. 179.

[62] Halil şöyle demiş: "Mahase'l-hablu yemhasu mahsen: İpin küçük tüylerinin kesilmesi, kopması manasındadır. Lisan'da inmelese'ş-şey'u: Gitti, yok oldu manasındadır. Nun mime İdğam edilmiştir.

[63] Bir rivayete göre beyitler Mütevekkil Leysi'nindir. Diğerine gö­re Ebu Esved Düveli' itindir. Birincisi Mütevekkü'in Divanı sh.: 284. İkin­cisi zikredilmemiş. Aynı zamanda Ebu Esved'İn de divanındadır. Kaside'nin hepsini zikretmiş ama ikinci beyti zikretmemiş. Divan sh.: 128. İki beyit te başka beyitlerle beraber Hamasetu'1-Basriye: 2/15.

[64] Abdubnu Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir'in Mücahİd'ten çıkardıkları haber şöyle: Bazıları Bedir savaşında bulunmadılar. Bedir gi­bi bir karşılaşmanın olmasını temenni edip daha öncekilerin nail olduğu gibi kendilerinin de ecir ve sevaba nail olmasını istediler. Uhud savaşı ol­duğu zaman bunlardan kaçan kaçana hepsi arkalarını dönüp gittiler. İş­te ayet te bunları, hareketlerinden dolayı kınıyor. Tefsiri İbni Cerir: 4/109; Durru'l-Mensur: 2/334.

[65] İbni Kesir ve Ebu Cafer'in dışında bütün karilerin kıraatidir.

[66] İbni Kesir ve Ebu Cafer bu kıraatle okumuşlar.

[67] "İbni Muhaysin ve Hasan böyle okumuşlar. Tevatür olmayan şaz kıraattir.

[68] İbni Enbari vakf ve ihtidada ve Tasti Mesaü'inde îbni Ab-bas'tan çıkardıkları haberde Nafi b. Ezrak ona:

"Ribbiyyin" nedir? demiş. O da:

"Cemaatlerdir" demiş.

"Arablar bunu biliyor mu?" demiş. O da:

"Evet sen Hassan'ın şu sözünü duymadın mı?" der:

"Ve bir gurup niyetlerini kastlerins yerine getirmedikleri zaman biz de onların üzerine fırkaları, cemaatleri göndermeyi düşünürüz."

[69] Taberani'nin İbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b. Ezrak ona: "İz tehessunehum biiznihi" nedir?" demiş. O da:

"Onları öldürüyordunuz" manasmdadır demiş'. O da:

"Muhammed (s.a.v.)'e kitap gelmeden araplar bunu biliyorlar mıy­dı?" demiş. İbni Abbas ta:

"Evet" demiş.

Sen Utbete'l-Ieysi'nin şu sözünü duymadın mı?

"Onları kılıçlarla öldürüyorduk hatta sanki biz onların kafalarını acı bir şekilde bedenlerinden ayırıyorduk."

[70] İbni Mes'ud şöyle demiş: "Uhud günü bu ayet nazil olana ka­dar, Muhammed'in arkadaşlarından birinin dünyayı istediğine rastla­madım.

[71] Bu Ferra'nın görüşüdür.

[72] Bu Müberrid'in görüşüdür.

[73] Şerh Mafdaliyat Tebrizi: 1/169; Takarrebu yerine Taarefi riva­yet ediliyor. Mafdaliyat sh.: 37. Huttab Hatib'in cem'idir. Avakir: Üze­rinde birşey bitmeyen kumlardır. Huşubu terfa ile avakir, beni Zübyan'ın topraklarında yoktu.

[74] Beyit Bişr b. Ebu Hazım'mdır. İki beyit, İbni Enbari'nin §er-hettiği Mafdaliyat'tadır. 67. İkincisi Lisan madde: Kasa. Divanı Bişr sh: 68. Erribab: Temim'den olan kabilelerdir. El-Kasa: Uzaklaşmaktır. Araplar şöyle derler: Le tehutunnenil kasa ev le edribenneke: Ya benden uzaklaşırsın ya da seni vuracağım. Mana şöyle: Bizden uzaklaştılar, oy­sa etrafımızdalardı. Bir rivayete göre Kasa: Evin avlusudur, veya içidir. Mahtuta'da kasa yerine kata, reevna yerine reveyna gelmiş ikisi de ta­hrif edilmiştir. Mafdaliyat: 341. İkincisi KiSap Meani'İ-Kebir: 2/934.

[75] Ferraa kelimesi de zıt anlamlılardandır. Mesela Feraa raculu fi'l-cebeli (Adam dağa çıktı manasındadır.) Feraa: Aslında yukarıdan aşağı­ya inmek, kaymak manasındadır. Lisan Feraa.

[76] Abdubnu Hu neyd, İbni Cerir ve îbni Münzir'in Katade'den bu ayet hakkında şöyle dsdiğini rivayet etmişler: Bu olay Uhud savaşından kaçarak vadinin diğer ucuna çıkanlar hakkında inmiştir. Allah'ın Nebi'si de vadinindiğer ucunda onlara şöyle çağrıda bulunuyordu. "Allah'ın kul­ları bana doğru gelin, Allah'ın kulları bana doğru gelin." Tefsiri Taberi: 4/833; Durrul-Mensur: 2/350.

[77] Ref'a ile Ebu Amr ve Yakub okumuşlar. İthaf sh.: 180.

[78] Beyitler İbrahim b. Abdullah b. Nüceyrimi Ebu İshak Nahavi elLuğavi'nindir. Onun makamı Mısır'daydı. Kafuru'l-ihşidi de onun meclisinde oturuyordu. Hayat hikayesi beyitlerle birlikte Mü'cemu'1-Edib-ba: 1/201'dedir. El-Eyn yorgunluktur. El-Veca şiddetli yorgunluktur. El-Levh susuzluktur, el-Fezzaz deve işkembesinin suyudur. Akduşizza-ziha çuvalın iki yanına giren eğri tahta veya odun parçasıdır.

[79] Ferezdak'indir. Miskin b. Amr'ı hicvediyor. Ziyad b. Ebİhi'ye ağıt yapmıştır. Mahtuta'da (adatuhu)'dur hatadır. El-Uddan zamandır. Ala üddanihi zamanın üzerine demektir. Divanı: 1/201. İkinci beyit lisa-nu'1-Arap madde. Adn: 13/279. Divan'ında: "Etebki emren min ehli meysan kafiren" şeklindedir.

[80] Ya'nın fethasıyla Gaynın zammesiyle "yeğulle"yi İbni Kesir, Ebu Amr ve Asım okumuşlar. Hiçbir zaman bir peygamberden hıyane­tin sadır olması mümkün değildir. Diğerleri de Ya'nın zammesi ve ğaynın fethasıyla mef'ul üzere mebni okumuşlar. Yani hiçbir peygamberin başkası tarafından hıyanete uğraması sahih değildir. Bu nehy manasın­da olan nefydir. EbuDavud'un İbni  Abbas'tan naklettiği ve Tirmizi'nin hasen gördüğü bu ayet hakkında şöyle demiş: Katifetu'l-Hamra denilen deve Bedir günü kaybedildi. Bazı insanlar belki Rasulullah (s.a.v.) almış­tır dediler. Bunun üzerine (vema kane) ayeti nazil oldu. Ebu Davud: 3971. Tirmizi: 3012. Taberanî'ninceyyid bir senetle İbni Abbas'tan çı­kardığı hadiste şöyle demiş: Rasulullah (s.a.v.) bir ordu gönderdi ve sancağı geri çevrildi. Sonra tekrar gönderdi ve bu kez altından yapılı ge­yiğin boynuzlarına takılı halde tekrar çevrildi ve bunun üzerine "vema ka­ne Ii nebiyyin" nazil oldu.

[81] Hadis nihayet İbni Esir'de şöyle:

"Cennet ehli iliyyin ehlini semanın ufkunda parlayan durriy yıl­dızını gördüğünüz gib görecekler." 3/294.

Ebu Davud hadisi: 3987 rakamıyla çıkarmış. Tirmizi: 3659. İbni Mace: 1/37. Ve şu ziyade vardır:

"Şüphesiz Ebubekir ve Ömer onlardandırlar ve nimetlendirîlmişlerdir."

ŞerhuVSunne: 14/100; Aridetu'I-Ahvazi: 13/127.

[82] Dîvan İbni Hurme sh.: 94; Şevahidi Sibeveyh: 1/206; Şerhul Eb-yat Seyrafi: 1/284; Lisan'ul Arap madde Derece. Ailesi ağlayıp şöyle di­yordu: Ölüm onları bir gaye edindide mi onları atıyorsun. en-Nasbu at­mak için diktiği şeydir. Derece zarf üzerine naspolmuş.

[83] İki beyit Tevbe b. Himyeri'nindir. Haddadi'nin Madhal'i sh. 297; Emali'l-Murteda: 1/363.

[84] İbni Cerir'in: 4/180'de Suddi 'den naklettiği haber şöyle; Ebu Süfyan ve arkadaşları Rasulullah (s.a.v.) ve arkadaşları üzerine yürüme­ye pişman olduklarında dediler ki: Haydi dönün onlarla savaşıp onlan öl­dürün. Allah bunun üzerine kalplerine korku saldı ve hezimete uğradılar. Bu arada bir arabiyle karşılaştılar ve ona şöyle dediler: Eğer Muhammed ve arkadaşlarıyla karşılaşırsan bizim onlarla savaşmak için toplanıp gel­diğimizi haber ver. Allah Teala Rasulune (s.a.v.) bunu bildirdi ve o da on­ların Hamrau'1-Esed denilen yerde olmalarını istedi. Yolda arabiyle kar­şılaştıkları zaman onlara gerekli haberi verdi ve: "Hasbunallahu ve ni-me) vekil" dediler.

[85] Abdubnu Humeyd ve İbni Cerir'in Dehhak'tan çıkardıkları haber şöyle: Yahudiler birbirlerine şöyle haber gönderdiler: Sözünüzü bir tutun ki Muhammed Peygamber değildir. Dininizde sabit durun ve bera­berinizde olan kitaba uymaya devam edin. Bunu yaptılar ve de sevindi­ler. Muhammed'i (s.a.v.) inkar etmeleri üzerine gayet sevindiler. Tefsi­ri Taberi.: 4/206. Buhari, Müslim, Ahmed, Tirmizi'nin çıkardıkları bir ha­berde Mervan b. Hakem kapıcısına şöyle demiş:

"Ey Rafi git îbni Abbas'a şöyle de: "Eğer bizden her biri verildiği her-şeye sevinip ve yapmadığı şeyle de övünmeyi yeğliyorsa, hepimiz top­tan azaba maruz kalacağız?" İbni Abbas şöyle dedi:

"Size ne oluyor da alakanız bu ayetle nedir?! Zira bu ayet ehli kitap hakkında nazil olmuştur" der ve şu ayeti okur:

"Veiz ahazellahu misakellezine utul kitabe letubbeyyinennehu."

Ve şunu da okur:

"La tahsebennellezine yefrehune bima etev."

İbni Abbas şöyle der: "Nebi (s.a.v.) onlara birşey sordu onlar da o şe­yi ondan gizlediler. İstenilen şeyin dışında bir şeyi söylediler ve kalkıp gittiler. Güya söyledikleri şeyi sanki Rasulullah'ın söylediğine verilen ce-vapmış görünümü vermeye çalıştılar ve bu yaptıklarıyla övündüler ve is­tenilen şeyi söylemeyip gizledikleri için de sevindiler. Fethu'1-Bari: 8/233; Müslim: 2778; Tirmizİ: 3018.

[86] Abdubnu Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir'in rivayet etlik­leri bu görüş Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'ye aittir. İbni Cüreyc ve Ih-ni Zeyd'in görüşüne göre Muhammed'dir (s.a.v.).

[87] Taberani Evsat'ta ceyyid bir senetle Enes'ten şöyle bir hadis ri­vayet etmiş: "Rasulullah (s.a.v.)'den Murabit'ın (cihadda nöbet bekleyen) ecrinden sordular. Şöyle dedi:

"Kim bir gece (cihatta) müslümanlarin arkasında (yani müdafası için) nöbet beklerse, onun ecri, geride kalan müslamanların namaz kılıp oruç tuttukları kadardır."

Taberanİ'nin ceyyid bir senedle İrbad b. Sariye'den naklettiği hadis şöyle: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"İnsan öldükten sonra bütün amelleri kesilir, ancak Allah yolun­da cihatta nöbet bekleyen (murabıt)ın ameli kesilmez ve onun ameli sürekli yenilenip sevabını arttırır ve kıyamet gününe kadar rızkı ona doğru akmaya devam eder."

[88] Beyit Ahtel'in Cerir'i hicvettiği kasidelerinden biridir. Bu ka­side Cerir'i ona karşı susturan meşhur kasidelerdendir. Cerir ve Ah-tal'ın Nakaid'indedir. Sh. 134. Divan Ahtel sh. 369. Birinci beyit Lisan madde. Alime Mecazu'l-Kur'an: 1/112; Divanu'l-Meani: 2/175. İbni Sünni, İbni Murdeveyh, Ebu Nuaym ve İbni Asakir'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.v.) her gece Al-i İmran suresinin sonundan on ayet okurdu.

[89] Ferezdak'indir. Miskin b. Amr'ı hicvediyor. Ziyad b. Ebİhi'ye ağıt yapmıştır. Mahtuta'da (adatuhu)'dur hatadır. El-Uddan zamandır. Ala üddanihi zamanın üzerine demektir. Divanı: 1/201. İkinci beyit lisa-nu'1-Arap madde. Adn: 13/279. Divan'ında: "Etebki emren min ehli meysan kafiren" şeklindedir.

[90] Ya'nın fethasıyla Gaynın zammesiyle "yeğulle"yi İbni Kesir, Ebu Amr ve Asım okumuşlar. Hiçbir zaman bir peygamberden hıyane­tin sadır olması mümkün değildir. Diğerleri de Ya'nın zammesi ve ğaynın fethasıyla mef'ul üzere mebni okumuşlar. Yani hiçbir peygamberin başkası tarafından hıyanete uğraması sahih değildir. Bu nehy manasın­da olan nefydir. EbuDavud'un İbni  Abbas'tan naklettiği ve Tirmizi'nin hasen gördüğü bu ayet hakkında şöyle demiş: Katifetu'l-Hamra denilen deve Bedir günü kaybedildi. Bazı insanlar belki Rasulullah (s.a.v.) almış­tır dediler. Bunun üzerine (vema kane) ayeti nazil oldu. Ebu Davud: 3971. Tirmizi: 3012. Taberanî'ninceyyid bir senetle İbni Abbas'tan çı­kardığı hadiste şöyle demiş: Rasulullah (s.a.v.) bir ordu gönderdi ve sancağı geri çevrildi. Sonra tekrar gönderdi ve bu kez altından yapılı ge­yiğin boynuzlarına takılı halde tekrar çevrildi ve bunun üzerine "vema ka­ne Ii nebiyyin" nazil oldu.

[91] Hadis nihayet İbni Esir'de şöyle:

"Cennet ehli iliyyin ehlini semanın ufkunda parlayan durriy yıl­dızını gördüğünüz gib görecekler." 3/294.

Ebu Davud hadisi: 3987 rakamıyla çıkarmış. Tirmizi: 3659. İbni Mace: 1/37. Ve şu ziyade vardır:

"Şüphesiz Ebubekir ve Ömer onlardandırlar ve nimetlendirîlmişlerdir."

ŞerhuVSunne: 14/100; Aridetu'I-Ahvazi: 13/127.

[92] Dîvan İbni Hurme sh.: 94; Şevahidi Sibeveyh: 1/206; Şerhul Eb-yat Seyrafi: 1/284; Lisan'ul Arap madde Derece. Ailesi ağlayıp şöyle di­yordu: Ölüm onları bir gaye edindide mi onları atıyorsun. en-Nasbu at­mak için diktiği şeydir. Derece zarf üzerine naspolmuş.

[93] İki beyit Tevbe b. Himyeri'nindir. Haddadi'nin Madhal'i sh. 297; Emali'l-Murteda: 1/363.

[94] İbni Cerir'in: 4/180'de Suddi 'den naklettiği haber şöyle; Ebu Süfyan ve arkadaşları Rasulullah (s.a.v.) ve arkadaşları üzerine yürüme­ye pişman olduklarında dediler ki: Haydi dönün onlarla savaşıp onlan öl­dürün. Allah bunun üzerine kalplerine korku saldı ve hezimete uğradılar. Bu arada bir arabiyle karşılaştılar ve ona şöyle dediler: Eğer Muhammed ve arkadaşlarıyla karşılaşırsan bizim onlarla savaşmak için toplanıp gel­diğimizi haber ver. Allah Teala Rasulune (s.a.v.) bunu bildirdi ve o da on­ların Hamrau'1-Esed denilen yerde olmalarını istedi. Yolda arabiyle kar­şılaştıkları zaman onlara gerekli haberi verdi ve: "Hasbunallahu ve ni-me) vekil" dediler.

[95] Abdubnu Humeyd ve İbni Cerir'in Dehhak'tan çıkardıkları haber şöyle: Yahudiler birbirlerine şöyle haber gönderdiler: Sözünüzü bir tutun ki Muhammed Peygamber değildir. Dininizde sabit durun ve bera­berinizde olan kitaba uymaya devam edin. Bunu yaptılar ve de sevindi­ler. Muhammed'i (s.a.v.) inkar etmeleri üzerine gayet sevindiler. Tefsi­ri Taberi.: 4/206. Buhari, Müslim, Ahmed, Tirmizi'nin çıkardıkları bir ha­berde Mervan b. Hakem kapıcısına şöyle demiş:

"Ey Rafi git îbni Abbas'a şöyle de: "Eğer bizden her biri verildiği her-şeye sevinip ve yapmadığı şeyle de övünmeyi yeğliyorsa, hepimiz top­tan azaba maruz kalacağız?" İbni Abbas şöyle dedi:

"Size ne oluyor da alakanız bu ayetle nedir?! Zira bu ayet ehli kitap hakkında nazil olmuştur" der ve şu ayeti okur:

"Veiz ahazellahu misakellezine utul kitabe letubbeyyinennehu."

Ve şunu da okur:

"La tahsebennellezine yefrehune bima etev."

İbni Abbas şöyle der: "Nebi (s.a.v.) onlara birşey sordu onlar da o şe­yi ondan gizlediler. İstenilen şeyin dışında bir şeyi söylediler ve kalkıp gittiler. Güya söyledikleri şeyi sanki Rasulullah'ın söylediğine verilen ce-vapmış görünümü vermeye çalıştılar ve bu yaptıklarıyla övündüler ve is­tenilen şeyi söylemeyip gizledikleri için de sevindiler. Fethu'1-Bari: 8/233; Müslim: 2778; Tirmizİ: 3018.

[96] Abdubnu Humeyd, İbni Cerir ve İbni Münzir'in rivayet etlik­leri bu görüş Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'ye aittir. İbni Cüreyc ve Ih-ni Zeyd'in görüşüne göre Muhammed'dir (s.a.v.).

[97] Taberani Evsat'ta ceyyid bir senetle Enes'ten şöyle bir hadis ri­vayet etmiş: "Rasulullah (s.a.v.)'den Murabit'ın (cihadda nöbet bekleyen) ecrinden sordular. Şöyle dedi:

"Kim bir gece (cihatta) müslümanlarin arkasında (yani müdafası için) nöbet beklerse, onun ecri, geride kalan müslamanların namaz kılıp oruç tuttukları kadardır."

Taberanİ'nin ceyyid bir senedle İrbad b. Sariye'den naklettiği hadis şöyle: Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"İnsan öldükten sonra bütün amelleri kesilir, ancak Allah yolun­da cihatta nöbet bekleyen (murabıt)ın ameli kesilmez ve onun ameli sürekli yenilenip sevabını arttırır ve kıyamet gününe kadar rızkı ona doğru akmaya devam eder."

[98] Beyit Ahtel'in Cerir'i hicvettiği kasidelerinden biridir. Bu ka­side Cerir'i ona karşı susturan meşhur kasidelerdendir. Cerir ve Ah-tal'ın Nakaid'indedir. Sh. 134. Divan Ahtel sh. 369. Birinci beyit Lisan madde. Alime Mecazu'l-Kur'an: 1/112; Divanu'l-Meani: 2/175. İbni Sünni, İbni Murdeveyh, Ebu Nuaym ve İbni Asakir'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiklerine göre Rasulullah (s.a.v.) her gece Al-i İmran suresinin sonundan on ayet okurdu.

Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 1/246-286.