1-2
"Hamd olsun Allah'a ki Kuluna (Muhammed'e)" Hiçbir tenakuz[2] ve
eğrilik bulunmayan dosdoğru kitabı indirdi."
Ayette geçen,
Kayyimen: Tam, kamil ve dosdoğru olandır. İki Ayetin manası: Kur'an diğer
kitaplar üzerine tam, kamil manada dosdoğru bir kitap olarak indirilmiştir.
Bir rivayete göre; Müstakim (dosdoğru), dönüş merci ve ondan hükümler ve
ibretler alman bir kitap manasında olduğu söyleniyor.
"Onda hiç bir
tenakuz ve eğrilik kılmadı"
Manası: İstikamet
üzere ve haktan sapmayan demektir.
5-
"Onların küfür ve iftira konusunda ağızlarından çıkan bu söz ne büyük
oldu.."
Manası: Kelime
kelimeyi büyüttü. Kelime söz manasında kullanılmıştır. Kelimeten kat[3]
(kesinlik) üzerine nasb yapılmıştır.
6-
"Nerdeyse üzüntüden kendini mahvedeceksin"
"Bahiun"
kendini helak etme, öldürme manasmdadır.
8-
"Kupkuru bir toprak.."
Ayette geçen
"saiden" kelimesi düz, verimsiz bir arazi manasında kullanılmıştır.
"Kupkuru"
Curuzen: Kelimesi
kupkuru, üzerinde bir şey bitmeyen toprak veya nebatatı biçilmiş manasmdadır.
Cüzr veya Curz; kesmek, biçmek manasmdadır,
9-
"Yoksa sen (sadece) Kehf ve rakiym sahiplerinin ibrete şayan olduklarını
mı sandın?"
Rakiym: Üzerinde Kehf
(mağara) olan dağın ismidir. Bîr rivayete göre: Rakiym; mağara civarında bir
vadi olduğu söyleniyor. Rekametu'1-Vadi: Suyun çıktığı yer veya bulunduğu yer
demektir.
11-
"Bunun üzerine biz de onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk"
Bu şuna
benzetilebilir; derebtu ala yedini (tfnu tasarruf etme hakkından menettim,
alıkoydum) demektir. Buna benzer bir misal de; Esved b. Ya'fur şiirinde şöyle
dile getiriyor:
"Sevgilim sana
aldırmamam acaiplerdendir."
"Ben ki yeryüzü
bana, yasaklarla yasaklandı ve menedıl-di ki bu benim Uzeyb (Irak) ve murat
toprakları arasında bulunan; bayırh, inişli, çıkışlı ve engebeli topraklarda
(mıntıkalarda) kaybolmam veya yokolmam demektir."[4]
Şiirde geçen Duribet
kelimesi yasaklama, menetme, alıkoyma manasında kullanılmıştır.
12- "Ashabı
kehf ile hasımlarından hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesab
edeceğini"
Ayette geçen
"Hizbeyn"den maksat; Ashabı Kehf'in gençleri ve zamane halkıdır (o
zamanda olan halktır).
16-
"Fayda ve kolaylık sağlasın."
Bolluk ve bereket dolu
bir yaşam. Bir rivayete göre "Mirfeka" muhlis veya halisane bir yaşam
olduğu söyleniyor. Mirfeken kelimesi; isim olması, dayanak ve kesmek için
kullanılan şeye alet olması da caizdir. Ayrıca dirsek, yastık, dayanak, kesici
ve delici alet manalarında kullanılması da caizdir.
17-
"Tezaveru"
Ayette Tezaveru:
Meylederdi ve geçerdi manasında kullanılmıştır.
"Sebat etmeden
geçerdi.."
Ayette Takriduhum:
Onları çekiyordu, yerlerini değiştiriyordu manasında kullanılmıştır. Bir rivayete
göre; "Takriduhum" Takti[5]
(kesmek ve birbirinden ayırmak) manasında kullanılmıştır.
"Onlar mağaranın
bir köşesinde uykuda idiler."
Ayette geçen
"Fecve" geniş manasında kullanılmıştır. Al-lah'u Teala bu hallerini
böyle yapmıştır ki, mekanın darlığından ötürü herhangi bir koku ve rutubet içerinin
havasını bozmasın ve güneş ışınlarından zarar görmesinler.
18-
"Mağaranın ön tarafı veya girişidir"
Vasiyd: Ayette
mağaranın girişi ve ön kısmı manasında kullanılmıştır. Bir rivayete göre
Vasiyd; kapının eşiği veya kapının kendisi[6]
olduğu söyleniyor. "Evsadtü'1-babe" cümlesi de bu kabilden bir mana
ifade ediyor. Yani kapıyı kapattım.
21-
"Böylece "İnsanları" onlardan haberdar ettik ki"
Mağara ehlinin
hallerini, işlerini ve uykuda kaldıkları zaman miktarını insanlara ilettik
demektir. Bir rivayete göre: O bir gurup gencin durumlarını ve ölüm misali uzun
yıllar süren uykularını ve ondan sonra dirilişlerini insanlara ilettik
demektir.
22-
"Bazı insanlar" onlar üç kişidir, dördüncüleri de köpekleridir,"
diyecekler."
Ancak samin
"sekizinci" kelimesi; atfın başlangıcı[7]
olduğundan "vav" dahil olmuştur. Zira ayetteki kelam Seb'a
"yedi" ile tamamlanmış oluyor. Çünkü, daha önce de ifade edildiği
gibi Seb'a "yedi" tam bir sayı ifade eder.[8] Bazılarının
ifadesine göre cümledeki "vav" harfi "Semaniye" kelimesine
aittir. "Vav" ancak semaniye ile zikredilebilir.[9]
25-
"Onlar mağaralarında üç asır kalmışlar ve dokuz yıl da buna ilave
etmişlerdir."
Zikredilen senelerin
birbirlerine olan yakınlıkları; 365 günde güneşin on iki burçluk mesafe
müddetini kat ettiği günlerin birbirlerine yakınlıkları ve aynı şekilde hilalin
de üçyüz elli dört küsur günde kat ettiği mesafe müddetinde olan günlerin
birbirlerine olan yakınlıkları ve biraz önce ayette zikredilen senelerin
birbirlerine olan yakınlıklarından daha farklı olduğundan dolayı cümle böyle
gelmiştir. Sela-su mietin, adedinin tenvinli gelişi, Sinin kelimesinin bedel,
atfı beyan veya temyiz olduğunu açıkladığındandır. Çünkü "Selasu mie"
adedi ay ve günleri içermektedir. Bu kelimeyi izafe ederek tenvinli[10]
getirmeyen sadece "Selase" kelimesine dayandırarak veya kast ederek
getirmiştir ve "Mie" kelimesini kale almamıştır. Çünkü, Mietü sinin
bel mietü sene denilmez. Ancak cem sigasıyla, on adedi hariç ona kadar olan
çoğul sayılar da "Selase sinin" (üç sene) denilir.
27- "Sığınak, dayanak"
Allah'tan başka
mutedil bir sığınak ve dayanak bulunmama manasındadır. Ahfeş'ten[11]
nakledildiğine göre Ma'-dil; sığmak manasındadır. Kutrub'tan nakledildiğine
göre kaçış yolu manasındadır.
28- "Rasulum kalbini, bizi anmaktan gafil
kıldığımız kişilere boyun eğme."
Tevhidi görmemesi için
kalbini mühürlediğimiz veya gafil[12]
bulduğumuz demektir. Şair şiirde Ahbertu kelimesini Vecedtu "bulmak"
manasında kullanmıştır;
"Bir ömür
geçirdim, ama onu övgü günü şeref ve iyi şeylerden geri bıraktım,
engelledim."[13] Ve
demiş ki:
"Ali Amf'm
haberini ve onların dışında haber veren atı veya atlıyı buldum,"
Yani haber buldum
manasındadır. El-habr[14]; çok
manasındadır. Halid b. Gülsüm[15]
şöyle tefsir etmiştir;
"Fecr atmadı taki
kurbağaların sesi tesadüf edip çıkıncaya dek."[16]
"Efceret"
kelimesi fecrin atması, görülmesi ve tesadüf etmesi olarak nitelendirilmiştir.
Ebul İbni Cinni
"Hasais" kitabında şöyle demiş; Eğer ağ-felna kelimesi Sadadna yani
alıkoymak, menetmek, yüzçe-virmek ve feryad eylemek manasında olsaydı Sadafna
(tesadüf etme) manasında olmayacaktı ve atf vav harfiyle değil bilakis fa
harfiyle olacaktı[17].
Birinci ifade ikincisine illet (sebeb) ve ikincisi de mutavaa (muvafakat)
girmesi için "Fettebea Hevahu" gelmesi gerekirdi. Bu şuna benzer; Ondan
istedim o da bana verdi, Onu cezb ettim o da cezb oldu.
"Aşırılık haddi
aşma."
Ayette Furut kelimesi
Daya (kaybetme) manasındadir. Allah'ın hukuklarında tefrit etmek; onları telef
etmek, kayb etmek ve hiçe saymak manasmdadır. Bir rivayete göre; Şerre adım atmak
veya öncü olmak manasmdadır. Feresun Furut; atların önüne geçen Öncü attır. Bir
rivayete göre; Furut; aşırı gitme ve israf etmek manasmdadır.
29-
"Onun (Cehennemin) duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır."
Ya'la b. Umeyye
Rasulullah'dan (s.a.v.) Suradik'in manasını şu şekilde dediğini nakletmiştir;
Suradikuha; dünyanın etrafını saran okyanustur[18].
Katade'ye göre Suradikuha; Cehennemin dumanı ve yükselen şiddetli alevleridir.
"...erimiş maden
gibi bir su ile..."
İbni Abbas'tan[19]
nakledildiğine göre; "Eî-muhl" yağın üzerinde kabaran tortular,
pislikler vb. şeylerdir. Müca-hid'ten nakledildiğine göre; "Muhl"
Sadid; yani haşlayan kaynar sudur. İbni Mesud[20]
Muhl'u şöyle tarif etmiştir; Ya-mndakilerine altın ve gümüş getirmelerini
emreder, getirilenleri eritir ve daha sonra işte bu cehennem ehlinin içeceği
olan Muhl'dur. Hakikaten eritilen her maden cevheri kö-püklenip akmaya başlar.
31-
"Orada altın bileziklerle bezenecekler"
Ayette geçen
"Esavir" kelimesi "Isvar ve Suvar" kelimelerinin cemidir.
Bilezik manasmdadır.[21]
"Onlar Adn
cennetinde tahtlar üzerinde kurulmuşlardır"
Ayette geçen
"Eraik" kelimesi karyola, divan, koltuk ve kanepe anlamındadır. Bir
rivayete göre; taht, şerir ve yaslanacak şeydir.
33-
"İki bağın ikisi de yemişlerini ve meyvelerini vermiş"
Ayette geçen
"Kilta" kelimesi her nekadar (cem) çoğul manasında da olsa burada
lafız sadece bir tanedir veya aynıdır. Bundan dolayı "Ateta"
kullanılmamış yerine "Kilta" kelimesi kullanılmıştır. Şair A'şa şöyle
der:
"Amcanızın
oğlunun suyu taşıyorsa bizim günahımız nedir? Ve senin suyuna sed çekilmiş
kurbağa ve yavruları gelip gitmiyor."
"Her ikinizin
babası Diame'den bir fer (şube) idi. Vela-kin onlar artıp çoğaldılar, sen ise
eksik ve nakıs oldun."[22] Şiirde
şair kilta'nın kardeşlerinden olan kila kelimesini aynı şekilde kullanmıştır.
"Hiç birini eksik
bırakmamıştı" Ayette geçen "Tezlim" kelimesi Tenkus (eksik ve
nakıs) manasında kullanılmıştır.
34- "Bu
adamın başka semeresi (geliri) de vardı" Ayette geçen "Semer"
kelimesi gelir getiren mal ve mülk manas ındadır.
38-
"Fakat o Allah benim Rabbimdir" Ayette geçen "Lakinna"
kelimesinin aslı "Lakin ene" dir. Fakat ben manasmdadır.
"Ene" de Elifin işbaıyla Hemzenin harekesi alınıp "Lakin"
kelimesinde bulunan sakin "Nun" hamledilmiş ve "Lakinna"
olmuştur. Ahmer kelimesine el-Hamr dedikleri gibi. "Lakinnena"
kelimesinde bulunan iki nundan biri idğam edilmiş ve şedde getirilerek
"Lakinna" haline gelmiştir. Ayette de buna bariz bir misal vardır:
"Ma leke la
te'menna."
(Yusuf: 12/11)
"Sana ne oluyor
da bize güvenmiyorsun." Ayette geçen "Te'menna" aynı kaide
üzerine Te'menna olmuştur. La-kin'den sonra gelen "Ene"
Zamiru-Şen'dir. Bu şu demektir; Lakin ben, şe'nim (Yani bir şeyi isteyen
durumunda olan) sözkonusu olanda (kast olunan ve olması gereken) "Allahu
Rabbi: Allah beniın Rabbimdir" ibaresidir. Bu kaideyi açıklayıcı bir
ifade de şu şiirde yer almıştır:
"Suçlu olan
sensin ama beni suçluyorsun."
"Sen bana buğz
ediyorsun ama kesinlikle bundan kaçın
ben ise sana buğz
etmiyorum."[23]
Şiirde geçen
"Termineni ve Taklileni" kelimelerinde
aynı kaideler
uygulanmıştır.
40-
"Üzerine gökten yıldırımlar gönderir"
Ayette geçen
"Husban" kelimesi nar "Ateş" anlamındadır.[24] Bir
rivayete göre soğuk anlamındadır. Bir görüşe gö-rede "Husban" Hesapla
yapılan azaptır. Zira Allahu Teala-nın azabı; günahlarını hesab edip ceza
vermekledir. Bir görüşe göre Hesab'ın aslı aynı hedefe ve aynı yere atılan oklardır"
deniliyor.
"...kupkuru bir
toprak haline gelir"
Toprakları; üzerinde
ot bitmeyen, yeşermeyen, dümdüz, kuru, çıplak ve bir daha kullanılması mümkün
olmayan bir yerdir.
41-
"Yahut onun suyu dibe çekilir"
Ya da
"Ğairen" yani suyu yere batar olur. Ayette Ğavren kelimesi mastar
olarak gelmiştir. Ama vasfın yerine kullanılmıştır. Şair şöyle demiştir:
"Bu çok uzak
ihtimaldir. Boyun, uyku, soğuk içecek ve gölge süreklidir."[25]
42-
"Ellerini oğuşturup kaldı"
Yani oh ve iç çekerek
hasretinden dolayı[26] iki
elini birbirine vuruyordu.
44-
"İşte burada yardım ve dostluk"
El-velayetu fethayla
El-velarnn mastarıdır. O gün Allah'ı dost edinirler ve Allah'ın dışında olan
şeylerden kaçınıp beri olurlar, El-velayetu kesrayla eî-valiy'nin mastarıdır.[27] O da
(El-veliy) Allah'tır. Ve Allah'ın onların velisi (müşriklerin) olmaması, o gün
onların cezası olarak yeterdir demektir. Bir görüşe göre Velayet kelimesi isimlerde;
El-ci-daye ve El-cedaye[28]
(erkek ve dişi geyik yavrusudur) gibi mastar olan kelimelerde ise El-visaye ve
El-vesaye gibidir.
"Hak olan Allah'a
mahsustur"
Hak kelimesinin kesra
germesi Allah'a sıfat olduğundandır. Buna göre mana şöyledir: Allah gerçek ve
hakikat üzeredir. Hak kelimesinin ref ayla[29]
gelmesi velayet kelimesine sıfat (na't) olduğundandır.
"En güzel akıbeti
veren yine O'dur."
Yani Allah onlar için
akıbette en hayırlısıdır.
45-
"Onlara dünya hayatının misalinin gökten indirdiğimiz bir su misali
olduğunu söyle"
Dünyanın suya
benzetilişi; işlerinin sel misali akıp gitmesi, az olursa kafi ve çok
olduğunda telef olması bakımından ve yapısının muhtelif durumları bakımından
suyla biten çeşitli nebatatların durumuna benzetilmesi yönünden bir misal
olarak verilmiştir.
"Arkasından
rüzgarın savurduğu çer çöp haline gelmiştir"
. Heşim kelimesi;
kuruyup kırılan, dökülen ve rüzgarın etkisiyle kırılarak savrulup giden ottur.
Bu şekilde meta kısmının faniliğine ve İnsanın ihtiyarlık veya başka türlü
olan kuvvet ve takat zayıflığına benzetilmiştir, jbni Miyade şiirinde şöyle
demiş:
"Ey reyah sana
kesin kararlı bir emirle emrettim Sen dedin ki: Necd ehlinden bazı cılızlardır.
Seni Kureyş'lilerin bazılarının tüyü bitmeyen ve sulblerinden olanlara kılıç
çekmekten nehyettim."[30]
Şair Heşimetun
kelimesini cılız ve kuru manasında kullanmıştır.
"Tezruhur-riyah:
Rüzgarın savurduğu"; Bir rivayete göre "Zerret-hurrih, zerrethu ve
ezerrethu" rüzgar onu savurdu ve uçurup götürdüğü zaman söylenebilir.
46-
"Hem de ümit etmeye daha layıktır"
Zira Allah'a
dayanılarak yapılan emel veya hayaller diğerlerine rağmen daha ciddi, gerçek
ve yalan olmayanlardır.
47- "Ve
yeryüzünün çini çıplak olduğunu görürsün" Yeryüzünü gizleyen, yerinde
tutan ve ayıplarını Örten hiç
bir dağ o gün yoktur.
Bir rivayete göre; O gün (kıyamet) içinde gizli olan ölüleri ve gömülü olan
hazineleri dışarıya atar manasındadır.
48-
"And olsun ki sizi ilk defasında yarattığımız şekilde bize geldiniz"
Yani yerlerinden
diriltilerek kalkıp geldiler,
52-
"Tehlikeli bir uçurum."
Mevbikan kelimesi
meclisen manasmdadır. Bir rivayete göre "Mevbikan" Muhliken (helak
edici) manasindadır.
55-
"Azabın ansızın gelmesi."
Kubulen; ani veya
ansızın gelen bir şey manasrndadır. Bir rivayete göre Kubulen; Azap türlerinden
biridir. Kubul; sanki Kabil kelimesinin cemi durumundadır[31]. Bir
rivayete göre Kubulen; Mukabelet manasındadır. Mukabelet te; Ki-belen
(karşılaşmak, taraf, önüne almak ve yönelmek) anlamlarındadır.
56-
"Hakkı batıl ile kaldırmak için mücadele ederler" Hakkı iptal edip
izale etmek için. Ed-Dahid; kaydırmak
ve sürçtürmek yoluyla
bir şeyi iptal etmektir. Şair de şiirinde Dahid kelimesini sürçmek manasında
kullanmıştır:
"Devenin ayağının
kayarak ve sürçerek düşmekten kurtulduğu gibi ben de durumlarımın kötüye
gitmesinden sonra mevladan imdat istiyorum."[32]
58-
"Kaçıp kurtulacakları bir sığınak bulamayacaklardır."
Mev'il kurtuluş
yeridir. Bir görüşe göre Mev'il sığmaktır. Hasan'ın dediği gibi:
"Büyük ve mübarek
bir orduyla derinliği az olan kuyunun başında çöküp kaldık ve ikamet ettik.
Ceylan yavruları aramızdan kurtulamıyordu ve her ne kadar bizden şiddetle
kaçıp kurtulmak ta istese."[33]
59-
"Onları helak etmek için"
Ayette geçen "Li
mehlikihim" Helak etmek manasındadır. Bu haliyle cümledeki yapısı mastar
üzerine bina edilmiştir. Şu ayeti celilede de misali olduğu gibi
"Mudhele sıdkin:
Doğru bir giriş." (İsra:
17/80)
Şair şöyle dedi:
"Benim kafiyeleri
serdettiğimi bilmiyor musun onlarda ne bir acizlik ve sürçme ve ne de celbetmek
vardır."[34]
Bir rivayete göre
"Mehlik" kelimesinin helak olacakları zamana isim yapılması da
caizdir. Buna göre mana şöyledir: "Onları helak etmek için bir zaman
tayin ettik. Ama yine de "Ehlaknakum" kelimesinin takdir edilmesinden
ötürü mastar gelmesi daha evla ve daha fasihtir. Buradaki fiil cümle yapısı
itibariyle mastarın vücudunu (varlığını) ve husulünü (elde edilmesini)
gerektiriyor. Ve o da "mef'ulu" mutlaktır. Mef'ulu mutlak mahallen ve
zarf olarak zaman ve mekanın bulunmasını gerektirir. Üç harften fazla olan her
fî-ilin durumu, mastar, zaman ismi ve olacak mekanı, Mef'ulu binin misali
üzerinedir. Mehlik kelimesi helak olacak zamana isim olursa
"Mevidin" (tayin edilen mekan ve yer) zamana isim olması caiz
değildir. Zira zaman Mehlikte bulunduğundan ötürü zaman için zamanın olması
mümkün değil bilakis Mevidin kendisi mastar manasındadır. Buna göre misal
şöyle gelir; Helak edilmelerinin zamanı için bir zaman tayin ettik veya tespit
ettik. Bunun aksi de olabilir ki şöyle; Mehlik kelimesi mastar olursa Mevid
(mekan ve yer)'te zaman ismi olur. Bu ifadeler ve açıklamaların çoğu insanlar
için müşkil bir durumdadır hatta Esmai'nin[35]
kendisine dahi.
Esmai Accac'a atfen
şöyle bir şiir söylemiş:
"Kırmak veya
tırmanmakla, boyunun derisinin soyulup kırmızılığını görüyorsun."[36]
Ebu Hatem şöyle dedi:
"Zira o ancak
(boynunun eğriliği veya bir yönüdür.)[37]
"Sana bunu kim
söyledi der?" O da:
"Reube'den (Ebu
Zeyd'ten)[38] ve kim bunu duydu
der?" O da şöyle der:
"Böyle şey
olmaz." O da:
"Evet ama "Musahhac"
kelimesini mastar yapmıştır ve şu kafiyede de olduğu gibi:
"Elem te'lemi
muserrehi'l-kavafi"[39]
Burada şiirin sahibi olan Esmai savunulmuş pozisyonuna getirilmiş gibidir. Ve
tekrar şöyle der:
"Allahu teala
ayette şöyle demiş:
"Ve mezzeknahum
külle mumezzekin." (Sebe: 34/19)
Ayetin sonunda gelen
"Mumezzek" kelimesi mastardır der. Ve ondan sonra sukut eder.[40]
60-
"Bir zaman Musa, genç adamına demişti ki.."
O genç Musa'nın (a.s.)
kız kardeşinin oğlu Yuşa b. Nun'dur.
"Durup
dinlenmeyeceğim"
Yürümeye devam
edeceğim demektir.
"Ta iki denizin
birleştiği yere kadar."
Bunlar: Biri
Meşrik'ten (doğudan) başlayıp, diğeri de Mağrip'ten (batıdan) başİayip birleşen
Fars ve Rum denizleridir. Bugünkü Akdeniz ve Hazar denizidir. Bir rivayete
göre Hazar denizi ile Karadeniz'dir. Bir görüşe göre iki Bahr'dan maksat;
İlimlerinin derinliğinden ötürü Hıdır ve İlyas (a.s.) kast edilmiştir
deniliyor.[41]
"Yahut senelerce
yürüyeceğim."
Ayette geçen
"Emdi Hukuben" uzun seneler anlamında demektir. Bir görüşe göre 80 seneden
daha az bir zaman olduğu söyleniyor.
61-
"Her ikisi iki denizin birleştiği yere varınca." Müellife göre
varacakları yer Afrika'dır.
"Balık, denizde
bir detiğe doğru yola koyulmuştu." Yani Balık ölmüştü. Allah onu diriltti,
denizde başarılı oldu ve zafere ulaştı. (Sereben) yol demektir.[42]
64-
"Musa "işte aradığımız o idi" dedi"
Bu olaydan Önce
Musa'ya; metaını unuttuğunda Hıdır'-la karşılaşacağı ve onu bulacağı vahy
edilmişti.
"Hemen izlerinin
üzerine geri döndüler."
Yani ikisi de geri
dönüp eski izlerini sürerek araştırmaya koyuldular.
71-
"Büyük bir iş yaptın."
Yani akıl almaz acaip[43] bir
iş yaptın.
73-
"Musa "unuttuğun şeyden ötürü beni muahaze etme" dedi"
Ayette geçen Nesiytu
kelimesi terk etmek manasında kullanılmıştır.
"Beni muaheze
etme"
Yani işlerimde bana
güçlük çıkarma.
74-
"Tertemiz bir çocuk."[44]
Ayette geçen
Zekiyyeten kelimesi, günahları mağfiret edilmiş suçsuz ve günahsız demektir.[45] Bir
rivayete göre; dininde ve aklında zeki (temiz) olandır. Vezzekiyyetu fil
ye-deyn demek; tam gelişim çağı demektir. Bu mana İbni Ab-bas'ın kavline
göredir. Maktul olan çocuk henüz genç ve delikanlıydı. Bir görüşe göre akıl ve
baliğ olana da ğulam denilir. Leyla Ahiliyye bir şiirinde ğulam kelimesini genç
anlamında kullanmıştır. Ve şöyle demiştir:
"Haccac
hastalıklı bir yere girdiği zaman en son noktaya kadar onu araştırır ve o
hastalığı iyileştirirdi. Gencin yakalandığı o müzmin, hastalıktan kurtardı.
Öyleki kanalları salladığı zaman onu sulardı."[46]
77- "Bu
arada, orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar, (Hızır) hemen
onu doğrulttu muhkem-leştirdi"
Ayette geçen Yu'ridu
kelimesi Yekadu manasında gelmiştir. Suli[47]
Meani kitabında, bazı yazarların cemadat hakkında iradenin olduğunu inkar
ettiklerini ve bunu savunanları da kınadıklarını nakletmiştir.
"Üzüntü ve
kederde onunla gam ve sıkıntılarını açıp yardı tıpkı oku demirden çıkarmak
isteyip te sıyırdıkları gibi."[48]
80-
"Korktuk"
Kerih gördük. Bir
rivayete göre Haşiyna, bildik manasındadir. Yani; Alimna. Haşiye fiili; Hasibe
ve Zanne Fiilleri gibi ef alı kulub'tandır. Bunlar öyle fiillerdir ki;
fiilleri, istikrar ve sebata doğru yakınlaştırır.
81-
"Daha merhametli"
Anne ve babasına daha
çok iyilik eden ve daha mükemmel bir şekilde faydalı olandır.
84-
"Her şeyden bir sebeb"
Bir şeye ulaşması için
bir şeyin sebeb olacağının ilmini ona bildirdik.
85- "O
da "batıya doğru" bir yol tuttu."
Yani doğudan batıya
doğru bir yol tuttu. Sebebin yol olduğuna dair bir ayetten delil;
"Esbabe's-semavat." (Mümin: 40/37)
Göklerin yolları
demektir.
86-
"Onu kara bir balçığa batar buldu"
Ayette geçen Ayne
hamietin demek balçığın bizzat kendisidir. Denizde sefere çıkan, güneşin
gerçek değil de rüya ve hayal olarak battığını zanneder.
88-
"Onun için en güzel bir karşılık vardır" Yani cenneti husna vardır.
Ayette sıfatla iktifa ettiğinden ötürü vasıf olunan zikredilmemiştir.
"Ceza"[49] kelimesi ten-vinli
yapıldıktan sonra el-Husna kelimesi bedel yapılmış olabilir.
90-
"Onlar için güneşe karşı bir siper yapmamıştık." Bina veya taşla
yapılacak olan örtünme veya gizlenecek yerdir. Bir rivayete göre; güneşin
onların üzerine yazm devamlı olarak doğması kastedilmiştir. Zira insan dahil
her canlı gizlenme ihtiyacı hisseder. Fakat Afrika'nın kuzeybatısında Berber
ülkesinin ötesinde, Avrupa'nın güney doğusunda Bulgar yönüne' herhangi bir
yolcu yola çıksa karadan yürümek mümkün olmadığından denizden kutuba doğru
gitse yazm gecenin olmadığı bir yere ulaşır. Orada güneş yerüstünde açık
olarak döner.
Anlatıldığına göre
Bulgar'lardan bir elçi Emir Alma-za'nin yanına geldi. Allah onun nurunu
aydınlatsın. Bu anlatılan yere ulaşmıştı. Bu durumunu emirin önünde anlattı. O
kişi dinine bağlı birisiydi. Emir o adama kötü şeyler söyleyerek onun dinden
çıktığını yamndakilerin önünde söyledi. Öyleki Şeyh Ebu Nasr b. Müşkan[50]; emire
bu adamın söyledikleri herhangi bir mezhebin veya kendi görüşü olarak
söylemiyor. Aksine o bizzat bunu gördüğünü söylüyor. Kur'an'ı Kerim de bu
söylediklerinde onu doğruluyor ve ona şahitlik ediyor. Nevar ki emir bununla da
ikna olmaz ve gider astronomi ilminde uzman olanlara sorar onlar da ikna edici
surette ona vasıflandırır ondan sonra ikna olur. Bunun üzerine emir tekrar
onlara şöyle der:
"Peki şu ayette
bulunan ifadeye ne diyorsunuz?" "Ben onları ne yerin ne de göklerin
yaratılışına şahit tuttum."
(Kehf: 18/51)
Bir rivayete göre o
adam emire şöyle cevap verir: "Bedenlerimizin yaratılışında olduğu
gibi" der ve şu ayeti okur:
"Ne de kendilerinin
yaratılışına şahit tuttuk."[51] (Kehf:
18/51)
Bundan sonra emir
adamın yakasını bırakır.
94-
"Vergi verelim."
Yani "haraç
verelim" dediler. Harcen kelimesi; Es-sebt ves-sebat, El-hasd vel-hasad
kelimeleri gibidir. Yani Kıta-an minhu[52]
(ondan parçalar) Bir rivayete göre Harç; Fey (harp yapılmadan elde edilen ganimettir).
El-haraç ise vergi ve cizyedir. Ferra'nın dediğine göre harraç yerden, harç
ise diğer geri kalan mallardan çıkartılandır.
96-
"Nihayet, dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince"
İki dağın arasını
birleştirip her biri birbirine eşit ve orantılı olur. Bir rivayete göre
onlardan her biri diğerine meyilli ve yatık bir şekilde olmaları; Es-suduf ve
Es-sudud manasında olması demektir.
"Erimiş
bakır."
"Bir miktar
erimiş bakır dökeyim" der.
97-
"Artık onu ne aşmaya" Yani üzerinden atlayıp geçmeleri. "Ne de
onu alttan delebildiler."
Nakben; alt
taraflarından delik vesaire açmaktır. "Yerle bir etmek"
Dekkae[53];
yerin seviyesiyle düzlenip düşene kadar harap etmek ve yıkmaktır,
99- "O
gün biz onları birbirine çarparak çalkalanır bir halde bırakmişızdır"
Deniz dalgalarının
çarpışıp birbirine girdiği gibi onlar da birbirlerine girdirilirler. [54]
[1] Ahmet, Müslim, Ebu Davut, Tirmizi ve Nesai'nin Ebu
Der-da'dan Nebi'den (s.a.v.) şöyle dediğini çıkarmışlar:
"Kehf suresinin
evvelinden on ayet ezberleyen, Deccal'ın fitnesinden korunmuş olur."
Müslim: 809; Ahmed
Müsned: 6/446; Ebu Davud: 4323; Tirmizi: 2888; Hakim: 1/565'te çıkarmış sahih
görmüş, Beyhaki, Taberani ve Ziya çıkarmışlar. Ebu Said el-Hudri'den
nakledildiğine göre şöyle demiş: "Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Kim ki Kehf
suresini okursa, makamından Mekke'ye kadar onun için nur olur. Kim ki sonundan
on ayet okursa, sonra da Dec-cal çıkarsa ona hiç bîr zarar vermez."
Şerhu's-Sünne: 4/469.
[2] Ayette geçen "İveca" üzerinde vakfe
yapılması daha iyidir ve sonra "Kayyimen" diye başlanır, yani onu
dosdoğru indirdi.
[3] Ukberi'ye göre; kelimeten lemyiz, faili de muzmerdir.
Kebura; bi'se; manasındadır. Yani ne kötü. Mahzuf olan Zem fiiline mahsustur.
[4] Beyit 44. rakamda onun Mafdaliyat'ındadır. Burada;
Veminel havadis yerine, ve minel acaib, ve beynel ırak yerine, beynel azib
diye rivayet edilmiştir. Mafdaliyat: 216. İştikak: 149; Şi'ruş Şuara: 152.
[5] Bir gurup da "Yukriduhum" şeklinde
okumuştur. Bu da el-Kard'tan türemiş ve el-Kat manasındadır.Yani mağara onları
gölgesiy-le güneşin ışığından kesiyor yani koruyor.
[6] İbni Abbas bunu söylemiştir.
[7] Ukberi şöyle demiş: "Cümle, sıfata nekire olduğu
zaman, "vav'm" üzerine dahil olması caiz olur. Burada vavın
"Samin" kelimesi üzerine dahil olması uygundur. Et-Tibyan: 2/843.
[8] Vedehu'l-Burhan: 1/405. Züccac şöyle demiş; şüphesiz
onun dahil olması kıssanın tamamlandığına ve kelamın burada bitimine delalettir.
Böylece manası; Allah onların kıssalarından haber vermiş oluyor ve daha sonra
işin hakikatine getirip şöyle diyor: "Ve sekizinci köpekleridir"
diyor. Nehhas'ın İrabu'l-Kur'an'ı: 2/271.
[9] Sufdi şöyle demiş: "Şu ayette de olduğu gibi,
bazen vav Semaniye kelimesinin vavı olur.
"Muslimatin
müminatin kanitatin taibatin abidatin saihatin seyyibatin ve ebkara"
(Tahrim: 86/5)
"Et taibunel
abidunel hamidunes saihuner rakiunes sacidunel amirune bil marufî ven nahune
anîl munkeri" (Tevbe:
9/112)
Ve:
"Vasikallezinet
tekau rabbehum ilel cenneti zumera hatta iza cauha ve futihat
ebvabuha." (Ziimer:
39/73)
Bütün buralarda vav ile
gelmiş ama cehennem için vav gelmemiştir. Çünkü cehennemin kapıları yedidir,
cennetin İse sekizdir. Şu ayette:
''Ve yekulune sab'atun
ve saminuhum kelbuhum." (Kehf: 18/22)
Allah'a yemin olsun ki demiş burada hasen bir İstikradır onun için vav
gelmiş. Ama bazı muhakkikler bunu men etmişler. Ve daha şöyle demiş, vav ancak
iki ayrı veya zıt manalar taşıyan kelimeler arasına girer.
Zira burada Seyyibat
ile ebkar farklı ve ayrı şeylerdir. En-nahin kelimesiyle el-amirin kelimeleri
yine birbirine zıttirlar. Ehli kehfın kıssası hakkında şöyle demiş:
"Burada vav harfi, semaniye ile beraber gelmiştir, çünkü üçüncü kavi veya
görüş hakka daha yakındır veya hakktır, çünkü ilk iki kavide "Recmen bil
ğayb" ve üçüncü kavide ise "Kul rabbi a'lemu bi iddetihim"
demiştir. Cennet ehli kıssasi için şöyle demiş: "Vav burada sabit
olmuştur, çünkü cehennem kapılan ancak ehli girmeleri için getirildikleri
zaman açılır ki bunlar için zorluk ve sıkıntı daha da artsın, cennet kapıları
ise, ikram olsun diye henüz ehli gelmeden kapılan açılır ve şu ayet işaret
ediyor:
"Cennetin kapılan
onlar için açılmıştır." Burada sıfatların çok ve değişik olmasıyla beraber
vav gelmiştir kavli merduttur:
"Gafİriz zenbi ve
kabilit tevbi." ve şu ayete vav dahil olmamış: "Elmelikul kuddus
selamul mÜminul muheyminul azizul cebba-rul mutekebbir." Çünkü gufran ile
tevbenin kabulü arasında herhangi bir tezat veya zıtlık yoktur ve şöyle
diyorum: "Eğer vav harfi "Ebkaren" kelimesinin üzerinden düşerse
mana tamamen bozulur, çünkü onlar aynı zamanda hem dul hem de bekar olmaları
mümkün değildir, vav getirilmiştir ki değişikliğe delalet etsin.
Merhum Şeyh Cemaluddin
İbni Hacİb şöyle demiş: "Kadı Fadıl Tahrim süresindeki vavm zaid olduğuna
kanaat getiriyordu ve bu vava semaniye kelimesinindir diyordu. Bunu Şeyh Ebu
Cud el-Mukri'nin huzurunda da zikrettiği zaman bunun bir vehmden ibaret olduğunu
söyledi ve burada zaruret olduğundan dolayı girmiştir ve eğer girmeseydi mana
ifsat olurdu demiş ancak semaniye kelimesi hariç çünkü burada ihtiyaçtan ötürü
değil zaten burada gelmesi gerekir. Ve kendisine: "Hakikaten bizi iyi
aydınlattın ya Ebu'1-Cud" demiş Şeyh Cemalet-tin.
İmam Fahruddin Razi de
burada "Ve saminuhum kelbuhum" vavın semaniye kelimesine ait
olduğunu söylemiştir. Sufdi'nin kelamı burada sona erdi. El-Ğaysu'1-Muscim:
1/71.
îbni Hişam vavın kısımları hakkında şöyle demiş: "9. vav semaniye
kelimesine aittir. Bunu Hariri gibi bazı edipler de söylemiştir. Ve İbni
Haleveyh gibi bazı zayıf nahivciler de, Sa'Iebi gibi tefsirci-lerde söylemiş ve
araplann şöyle saydiklannı söylemişler; sittetun sab'atun ve semaniyetun ve
sab'a kelimesinin tam bir sayı ifade etmesini bildirmek için ve ondan sonra
gelen sayının da başlangıç (îst'nâf) olduğunu bildirmek için. İbni Hişam bu
kavli veya görüşü red etmiştir. Muğni Lebib: 476.
[10] Bu, Hamza, Kisai ve Halefin kıraatına göre izafe
üzerine ten-vinsizdir. Cem lafzını müfred yerine koymuşlardır.
[11] İbnul Enbari Vakf ve İbtida da, İbni Abbas'tan
naklettiğine göre Nafi b. Ezrak ona, bana şu ayette geçen "O' ndan başka
sığınak ve dayanak bulamayacaksın..." hakkında bilgi ver demiş yani
"Multeha-da" nedir? O da; "yerde olan giriş veya
sığınaktır" demiş.
Şair Hasib ed-Damri
şöyle der:
"Eyvah nefsimin
kaybettiği şeyler ve nice şeyler gelip geçti,
Ama Allah'ın hükmünden kaçış yoktur."
[12] Bu tefsir mutezile mezhebi üzerine cereyan etmiştir.
Çünkü onlar Allahu Tealaya (idlal)ı nisbet etmiyorlar. Ve bu şekilde manası
sahihtir. Yani onun kalbini bizim zikrimizden gafil kıldık demektir. Bu bir
çırpıda zikr İçin (isti'dadm) iptal olması içindir. İbni Merdeveyh'in İbni Abbas'tan
naklettiği haber, bu konuda şöyledir; bu Umeyye b. Halef hakkında nazil
olmuştur. Çünkü o, Rasulullah'dan (s.a.v.) Allah'ın hoşlanmadığı bir durum
olan, Fakir ve düşük halli insanları kovmasını istemiş ve Mekke'li putperest
müşriklerin reislerine yakınlaşmayı taleb etmişti. Ve bu hareket veya nahoş
olay üzerine bu ayet nazil olmuştur.
"Kalbini bizim zikrimizden gafil kıldıklarımıza itaat etme."
Yani kalbini mühürlediğimiz. Yani Tevhidi. "Hevasma uyan" yani şirke
uyan veya koşan "onun emri bir aşırılıktı" yani Allah'ın emirlerinde
haddi aşmış ve çirkin bir işti ve Allah'ın emirleri hakkında olan cahilane bir
davranıştır.
[13] Beyit: El-Hasais: 3/54; Meani'l-Kebir: 1/560;
Mesalisu'1-Ule-ma sn.: 136'dadır. Burada Ferra ile Esmai arasında münazara geçmiştir.
Garib hadis. Hattabi'nin 1/716.
[14] Ebu Heysem şöyle demiş: "(el-Habr) fethayladır ve
el-muzadae manasınadır. Çok süt veren deveye "naketun habrun"
denilmesi de bu kabildendir. Sütünün çokluğundan müzadaeteye benzetilmiştir.
Lisan madde: habr.
[15] O Halid b. Gulsum el-Kufi'dir. Bir Lügat alimidir,
Kabilelerin haberlerini ve şiirlerini rivayet eder. Neseb, lakab ve insanların
durumları ve günleri hakkında son derece iyi bir alimdir. Onun (Eş-Şuaraul
Mez-kurin) adlı bir tasnifi vardır ve bir de (Eş'aru'l-Kabail) adlı eseri
vardır. O, Ebu Amr Şeybani'nİn tabakasından dır. İnbahu'r-Ruvat: 1/387;
Buğ-yetu'1-Vuat: 1/550
[16] Beyit Zi Rumme*irindir. Divanı sh: 401; Muhassis:
9/49; Kay-si'nin İzahu'ş- şavahid'il-İzahı: 2/885; Mahtuta'da Efceret yerine
nece-ret, ayn yerine inde ve nesiruha yerine neşiruha getirilmiş ama hatadır.
Efceret fecre girdi. Alacim: Kurbağalardır. Müfredi alcum'dur. Nesiruha
kurbağanın burnundan çıkan sestir.
[17] El-Hasais: 3/54.
[18] Ahmet: 4/223; Hakim sahih demiş. 4/596; Beyhaki Ba's:
78.
[19] İbnİ Ebu Şeybe ve İbni Cerir Atiyye'nin şöyle dediğini
nakletmişler; tbni Abbas'tan muhl hakkında sorulduğunda:
"Bu tıpkı yağın üzerinde bulunan tortusu gibi katı sudur."
der. Ed-Dur-diyy; dipte kalan tortudur.
[20] Hennad, Abd İbni Humeyd ve Taberani nakletmişler. îbni
Me-sud'tan Muhl sorulduğunda şöyle demiş:
"Altın ve gümüş getirmelerini emreder ve getirdikleri zaman o ikisini
eritir ve işte bu Muhl'e benzer bir şeydir. Cehennem ehlinin içeceğidir. Rengi
ise gök rengidir ve cehennem ehlinin içeceği de bundan daha çok sıcaktır"
der.
[21] Suvar ve İsvar denilir. Cemi; Esvİretun'dur. Cemin
cemiyse; Esa-vir'dir. Lisan.mad, Severe.
[22] Divanı sh. 100 ve orada "E tuiduni en caşe"
vardır. E'd-de-amis; siyah bir kurtçuktur, dere vesairede su azaldığında
oluşur. Müfre-di: Da'mus'tur.
[23] Beyiti söyleyen bilinmiyor. Muğni Lebib: 122;
Tefsiru'l-Kurtu-bi: 10/405; Ruhu'l-Meani: 15/277; Şevahidu't-Tavhid
ve't-Tashih: 83; Ferra'nınMeani'l-Kur'an'ı: 2/144.
[24] Tasti'nin İbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b.
Ezrak ona şöyle demiş:
"Allah-u Teala'nın
şu ayeti ne demektir bana haber ver: "Husbanen mine's-semai." İbni
Abb'as da: "Ateştir" der.
"Peki araplar bunu biliyor mu?" diye sordu o da:
"Evet" dedi.
[25] Beyit, Lakiyt b. Zürara'nındır. Onu Cebelet günü
söylemiştir. Me-cazu'l-Kur'an: 1/404. Beyan ve't-tebyin: 3/196,
Şuzuru'z-zehebsh: 517, Eğani: 10/37, Hazenetü'1-Edeb: 6/184.
[26] Müellif bu ayeti tam yerinde zikretmiştir.
[27] "El-vilayetu" şeklinde, yani vavın
kesrasıyla Hamza, Kesai ve Halef okumuştur ve diğerleri o fethayla okumuşlar.
[28] El cidayetu ve'1-cedayetu; dişi ve erkek olan ceylan
yavrusudur.
[29] "El Hakku" şeklinde refayla Ebu Amr ve Kesai
okumuştur ve diğerleri de cer ile yani kesrayla okumuşlar. İthaf: 290.
[30] Beyitler kendisinin divamndadır. Riyah b. Osman
el-Merri'nin ölüm haberini duyduğunda söylemiştir. Divanı:l 15-116'dadır.
Dİva-nu'1-Meani: 1/123; Muberrid'in Kamili: 1/28; Lisan madd. Heşeme. Beytin
ikinci yarısını rivayet ediyor: "Ona, adamlardan sakin dedim."
[31] Birinci cilt aynı kitap En'am suresi shf.344'te.
[32] Beyit Turfe'nindir. Başı şu şekilde rivayet edilir:
"Veredet ve-nehha'î yeşkeri sadrehu." Bir rivayete göre Hakem b.
Abdul Esed'in olduğu söyleniyor ve Emevi şairlerindendir. Mecazu'l-Kur'an:
1/408; Tefsiri Kurtubi 11/6. Tefsiri Taberi 15/161.Lisan madd. Dahade.
Tezkiretu's-Sadiye shf. 186. Tebrizi'nin Şerhu'l-Hamase'si 3/93.
Muhaderatu'I-Edibba: 1/357.
[33] İki beyit Hasan'ın divanındadir. s: 170.
Ress: Kuyudur. En-Neziu dibi yakm olan. El-Eran: Büyük ordudur.
El-Yeafir: Ceylandır.
[34] Beyit Cerir'indir. Lisan madde: sahace: 2/296;
Durru'l-Masun: 3/131; Hasais: 1/367; El-Kitab: 1/119; ŞerhEbyatu'l-Kitab
Nehhas'ın: 86.
[35] İsmi Abdulmelik b. Kureyb'tir. Reşid ona:
"Şiirin şeytanı
diye lakap takmıştı. Lügat, garip, nevadir hakkında çok mahir bir alim idi. Ebu
Amr, Şu be ve Hammad b. Seleme'den rivayetler yapmıştır. Lügat alimlerinin
üzerinde ittifak etmediği şeyleri söylemezdi. Şafii şöyle demiş:
"Araplardan hiç biri Esmai kadar arapçada mahir olamamış ve tabir
de edememiştir." Hicri 215'te vefat etmiş.
[36] Bu yarım beyit, Ceymiyyete'l-Accac'mdır. Lisanu'1-Arab
madde: sahace. 2/296; Divanu'l-Accac: 2/33; El-Ceebe kalın ve katıdır.
Et-Telil: Boyundur.
[37] Ebu Hatem Sicistani Sehl b. Muhammed'tir. Kur'an
ilimleri, lügat ve şiirde imamdı. Sibeveyh'in, kitabını Ahfeş'e iki kez okudu.
Ebu Ubeyde, Esmai ve Ebu Zeyd'ten rivayet etmiştir. Nesai de Sünen'inde ondan
rivayet etmiştir. H. 255'te vefat etmiş.
[38] Mahtute'de fi harfi düşmüş. El-Felek yarıktır.
[39] Cerİr'indir. Daha önce geçti.
[40] Bu hikaye Lisan ikinci cilt 296. sahifede ve Hasais
üçüncü cilt 294. sahifede mevcuttur. Ebu Zeyd ile Ebu Hatem arasında geçmiştir.
[41] Bir rivayete göre Musa (a.s) ve Hıdır'dır. Ayetlerin
zahirine muhalif olduğundan bu görüş sahih değildir.
[42] Kurtubi şöyle demiş: Tefsircilerin cumhuru, balığın
gittiği yolun açık kaldığı görüşündeler ve Musa da onun izini sürerek takib
etmiştir. Ta ki o yol bir adanın içine çıkmıştır ve Hıdır'ı da orada
bulmuştur. Rivayetlerin ve kitabın zahirinden anlaşılıyor ki Hıdır'ı denizin
kıyısında bulmuştur.
(Kurtubi'de geçtiği gibi müfessirlerin cumhuru; balığın gittiği yolun
açık kalıp Musa'nın balığı takip edip denizde bir adaya çıktığı ve orada
Hıdır'ı bulduğu görüşü üzerinde ittifak etmişlerdir. Rivayete göre, genç bir
yakım ile Musa (a.s.) bu yolculuğa, Allah tarafından, kendisinden daha bilgili
olduğu haber verilen Hızır ile buluşmak için çıkmıştı. Yanlarında bir de
cansız balık vardı. Bu balık, Allah'ın kudreti ile nerede canlanır, denize
sıçrayıp giderse bu, Hızır'ın orada olduğuna bir işaret olacaktı. Mütercim)
[43] Ebu Ubeyde şöyle demiş: Eşi ve benzeri olmayan, çok
kötü büyük bir iş manasındadır. Başka bir ayette de (Şey'en îdda) şeklinde geçmiştir.
Şair şöyle der:
"Akranlar benden çok kötü benzeri olmayan çok çirkin bir işle karşılaştılar."
[44] Elif ile (Zakiyeten) şeklinde Nafi, îbni Kesir, Ebu
Amr, Ebu Cafer ve Ruveys okumuştur ve diğerleri de, elifsîz (Zekiyyeten)
şeklinde okumuşlardır.
[45] Müslim şu rakamla (2380) nakl etmiş, Ebu Davud: 4706;
Tirmi-zi: 3148; Ubey b. Kab'dan Rasulullah'dan (s.a.v.) şöyle nakletmişler:
"Hıdir'ın
öldürdüğü çocuk büyüseydi kafir olacaktı, eğer yetişkin hale gelseydi anne
babasını, tuğyan ve küfre sürüklerdi."
[46] Bu beyitleri zamanında olan kıtlık üzerine
söylemiştir. Son beyitleri söylediğinde,
"Onu suladı öyle
ki ricallerin kanlarını sicim sicim kovalarla kana kana içirdi. Öyle ki
onların derileri de sarkmıştı. Bekarlar onun gibisini doğurmadı ve denizler
onun gibi bir yardım etmedi öyle ki hiçbir toprak onun izini kapatamaz."
Haccac ona şöyle demiş: Allah bu kadın şairin belasını versin, Irak'a
girdiğimden beri hiç bir şair benim gerçek vasfımı şiirinde belirtmemiştir"
der ve bu haber Leyla Ahiliyye'ye yetişir. İki beyit olayın tamamıyla
Vefeyatu'l-Ayan'da vardır. 2/48; Muhaderatu'l-Ebrar: 2/73; Rebi-u'1-Ebrâr:
3/689.
[47] Ebu Bekir Suli Muhammed b. Yahya'dır. Meşhur irfan
sahibi ediplerden biridir. Ebu Davud Secistani, Sa'lebve Muberrid'ten rivayetleri
vardır ve ondan Hafız Darekutni, Nadimu'r-Radi ve el-Muktedir rivayet
etmiştir. Basra'da Hicri: 335'te vefat etmiştir.
[48] Divanı: 222; Mebadiu'1-Luğa: 86; Tefsiru'l-Kurtubi:
11/26; taberi Tefsiri: 15/172; Tefsiru'1-Razi: 5/745.
[49] Hafs, Hamza, Kesai, Halef ve Yakup, Tenvinli ve mansub
bir şekilde (Cezaen) okumuşlardır. Hal konumunda bir mastar olduğu üzere
okumuşlar. Diğer geri kalanlar ise Ref olarak tenvinsiz ve ibüda üzerine
okumuşlardır. Haberi ise kendisinden önceki zarf olan ve "El-Hüsna"
kelimesi ise ona muzafun ilyehtir.
[50] O, Ahmed b. Muhammed b. Ahmed (sin ile veya şin ile)
Ebu Nasr Muskan'dır. Nİsabur'ludur ve ei-Hanefi'nin dedesidir. Zehebi
Tarihu'l-İslam'da Hicri: 413'te vefat edenlerin içine almıştır. Ve hicri 20
küsür-de doğduğunu söylemiş. Otuz yaşından sonra bir gurup alimden ders almış
ve onlardan biri de el-Esamm'dir. Abdulgaffar onun kitaplarının kaybolduğunu
söylemiş ama rivayetleri hususunda Esamm ve sonrasında olanlara münhasır olmuş
ve bu şekilde rivayetleri almıyor. Ebu Salih Müezzin de ondan işittiğini
söylemiş ve hadisleri karıştırdığını söylemiş ve mütabaat olmayanları getirmiş
diyor.Tabakatus Seniyye: 2/33-34.
[51] Ve diyorum ki, Avrupa ülkelerinde gündüzler son derece
uzun ve geceler de kısadır. Almanya'da olan bazı arkadaşlar bana şöyle dediler;
biz Ramazan'da tam onsekiz saat oruç tutuyoruz, bu saatlerde herkes işini
bırakır evine döner ve hala güneş ufukta durur.
[52] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Nafi bu ayet
hakkında sorduğunda şöyle demiş: "Zuberel hadid"ten kasıt
parçalarıdır demiş.
[53] Bu şekilde, Hemzeyle (Dekae) şeddesiz, Asım, Hamza,
Kesai ve Halef okumuşlardır. Geri kalanlar ise Hemzesiz ve îenvin ile (Dekken)
okumuşlardır. Ebu Ya'la tahric etmiş ve Hakim sahih demiş: 4/488;
Tirmizi (3151)
rakamıyla Ebu Hureyre'den Sed konusunda Rasulül-lah'm (s.a.v) şöyle dediğini
nakletmişler:
"Her gün onu
kazıyorlar ve nerdeyse onu delmek üzereyken en üstteki 'bırakın yarın
delersiniz.' derve,onlar da bırakırlar. Ve Allah'onlara tekrar ondan daha
şiddetli ve muhkem hale getirir yani onlar kendi müddetlerine gelene kadar. Ve
Allahu Teala onları insanlara göndermek ister, başlarında olan; dönün haydi,
inşaAHah onu yarın delersiniz -ve istisna edilir- ertesi gün döndükleri zaman
tıpkı onların bıraktıkları gibi kalır ve onu delerler. İnsanlar arasına çıkarlar
ve onlara su içirirler bu kez insanlar onlardan nefret ederler ve kaçarlar.
Semaya doğru oklarını atarlar ve okları kanla boyalı halde geri döner.Ve
derler ki; biz yeryüzündekileri kahrettik ve gökte-kilere de galip geldik
kuvvet ve yüceliklerine rağmen. Bunun üzerine Allahu Teala onların burun ve
kafalarında bazı kurtçuklar oluşturur ve onları helak eder." ve
Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:
"Nefsim elinde olan Allah'a andolsun ki, yer yüzündeki hayvanların
tümü onların etlerinden dolayı ganimet içinde kalacaklar ve onların etlerinden
dolayı şükrederler."
[54] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 2/27-49.