MERYEM SURESİ[1]

 

2- "Bu Rabbinin Rahmetinin yadıdır"

Ayetin başında geçen "Zikr" kelimesinden önce "Haza" zamiri vardır. Yani haza zikr demektir. Veya sana indirilen şeyde (Kur'an'da) zikr vardır.

4- "Baş bembeyaz alev aldı"

Mastar üzerine nasbedilmiştir. Buna göre cümle şöyle­dir; Ke ennehu; Şabbe re'su şeyben. Yani sanki baş bembe­yaz alev almıştır. Bir rivayete göre cümle temyiz üzerine nas-bedildiği söyleniyor. Buna göre cümle şöyledir;

"Onunla sıkıntıya düştüm, ter döktüm. "

6- "Ki'o bana varis olsun"

Velinin sıfatı üzerine nekire manasında ref olarak gelmiş­tir. Çünkü nekirenin sıfatı da nekire olur. Buna göre cüm­le şöyle olur; Veliyyen varisen (varis olacak bir veli). An­cak Zekeriyya (a.s.) din ve ilimde varisinin olması için dua etmiştir. Çünkü amcasının çocuklarının kitaplarım değişti­receklerinden korkmuştur.[2]

8- "İhtiyarlığın son sınırı."

Ayette geçen İtiyyen kelimesi aşırı derecede olan yaşlı­lıktır. El-ati Vel-asi[3]; Yaşlılıktan ötürü olan, cılızlık, za­yıflık, cansızlık, halsizlik, iştahsızlık, vb. şeylerdir.

13- "Tarafımızdan ona kalp yumuşaklığı"

Ayette geçen Henan rahmet anlamında[4] ve Ledunna ise indimizde, yanımızda manasındadır. Bir rivayete göre kullarımız üzerine olan teatüf ve şefkat manasındadır. Te-hannun kelimesiyle cümlenin tefsir edilmesi; bunun için başka sülasi fiil olmadığından ötürüdür.

16- "Ayrıldığında"

Ayette geçen İntebezet kelimesi uzaklaşmak ve yalnız kalmak manasındadır.[5]

20- "Meryem; ben baği ve iffetsiz olmadım."

Ayette geçen baği kelimesi Facire (zina eden, iffetsiz ka­dın) demektir. Bağiye kelimesinden türetilmiştir veya iki mef'ul manasına gelir ki; bu cümle şöyle gelir (nefsun ka­tiyi). (Ve keffun hadib) bir yıldız adıdır.

23- "Doğum sancısı ona geldi"

Ayette geçen Ecaehave Elceeha[6] kelimeleri ve ecabeha (ona cevap verdi, icabet etti) manasindadır. Züheyl bu iki manayı da ifade eder şekilde şiirinde şöyle dile getirmiştir:

"Bize dayanarak yürüyen yürüdü, ona korku ve rica geldi. Vakta ki malını bize teslim etti ve onun için bir artış oldu."[7]

Şair şiirinde Ecaethu kelimesini Evcee ve ecabe mana­sında kullanmıştır.

"Unutulup gitseydim."

Ayette geçen Nesyen mensiyyen kelimeleri vasf olunan bir mastardır. Şu ayeti kerimede olduğu gibi:

"Hicren mehcuren."                         (Furkan: 25/22)

Bir rivayete göre Ennesy; hakaret, adiliğinden[8], ayıp, ku­sur ve eksiklik olduğundan ötürü atılan şeylere verilen bir isim­dir.

. Eşşenfera'nın şiirinde En-nesy; mefkud (kaybolmuş) manasındadır. O zaman El-mensiyyu ğayren nesy'dir. Ya­ni ikisi aynı manada değildir. Şöyle dedi:

"Yürümediği ve yerinde durup dönmediği zaman benim hoşuma gider ve onun yürek perdesi düşmüş değildir. San­ki yer onu unutmuş annesinin üzerine onu anlatıyordu. Se­ninle konuştuğu zaman onu fazla uzatmaz kısa keserdi."[9]

24- "Altında bir su arkı vücuda getirdi."

Ayette geçen Seriyyen kelimesi; şerif (şerefli) ve vecih (şanlı)[10] anlamındadır. Süddi'ye göre Seriy; şerif ve vecih olan Allah'dır. Bir rivayete göre Seriy; küçük nehir veya akarsudur.'[11] Yaş olan meyvenin yenilmesinden ve küçük olan akarsuyundan içilmesinden dolayı bu ad verilmiştir.

Lebİd şiirinde seriy'nin akarsu olduğunu ifade etmiştir:

"Uzun gövdeli hurmalar nehir ve akarsudan metaını alır. Onların arasında uzun uzadıya üzüm ağacı nimetler var­dır."[12]

25- "Dökülsün"

Ayette geçen Tesakete[13] kelimesinin aslı Tetesake-tu'dur. Tahfiften ötürü Ta harflerinden biri Sin harfine id-ğam edilmiştir. Çünkü her iki kelime de Hems harflerinden-dir. Düşmek ve dökülmek anlamındadır.

"Dolgun taze hurma."[14]

Ayette geçen "Ruteben Ceniyyen" cümlesi temyiz oldu­ğundan dolayı mansub olmuştur. Bir rivayete göre fiilin üzerine vaki olduğundan ötürü mansub olmuştur. Çünkü Et-tesakut müteaddi bir fiildir. Tıpkı şu kelimelerde oldu­ğu gibi; Tekadeytuhu ve Tenaseytuhu. Buna daha açık bir misal de ayette vardır:

"Levla entedarekehu ni'metün."       (Kalem: 68/49)

Cümlenin üzerine etken bir fiil geldiğinden mansub ol­muştur. Bir rivayete göre kelamın takdiri şöyledir:

"Ve huzzi ruteben ceniyyen bi ciz'in nahleti tusakit aley-ki: "Ey Meryem hurmanın dallarını tut salla ki sana doğru taze ve dolgun hurmalar düşüversin."

27- "Nihayet onu kucağında taşıyarak kavmine getir­di"

Ayette geçen "Tahmiluhu" kelimesinin ondan (Meryem) ötürü hal olması da ve ondan (bebekten) ötürü hal cümlesi olması da caizdir. Ve her ikisinden de hal olması da caizdir.

Şair şöyle demiştir:

"Eğer seninlcjek başıma karşılaşırsam senden veya ben­den hangimizin atlı süvari bir savaşçı olduğunu görür­sün."[15]

Eğer ayette "Fe etet bihi kavmeha tahmiluhu ileyhim" şeklinde gelmiş, olsaydı; o zaman "Tahmiluhu" kelimesi müenneslik zamiri olan ha'dan ötürü ondan (Meryem'den) hal olması, müzekkerîik zamiri olan he'den ötürü ondan (bebekten), tesniye zamiri olan huma zamirinden ötürü O iki­sinden ve cem için olan hum zamiri olduğundan ve onların hepsinden dolayı hal cümlesi olması da caiz olurdu. Ve hal cümlesinde bulunan zamirlerin hal cümlesinde olmasından Ötürü bütün bunlar caiz olacaktı.

"Hakikaten sen çok garip bir iş yapmışsın!"

Ayette geçen Feriyyen kelimesi acaip ve garip anlamın­dadır. Bir görüşe göre bu söylenenler iftiralardan bir iftira­dır.

29- "Biz dediler. Henüz beşikteki bir sabiyle nasıl konuşuruz?"

Sen çocukla konuşmamızı istiyorsun ey Meryem, biz nasıl olur da beşikte olan bir çocukla konuşuruz? Cümle ya­pı itibariyle şart ve cezayı gerektirmektedir. Cümlede koşu­lan şart sadece müstakbelde gerçekleşeceğinden Ötürü ma­zi olan fiil istikbal (Müstakbel) konumunda olan fiilin ye­rine konulmuştur. Zira bazen "Kane" fiili "Yekunu"nun yerine, Yekunu da Kane'nin yerine konulur. Bunun açık bir misalini Cerir'in şiirinde bulmak mümkündür:

"Hamilelik müddetimiz uzayınca ikisi beni buldular. Öyleki şiddetli bir korku ve uzak bir kaçışla. Benden önce­kileri idrak ettim ve masna olarak benden sonrakiler için ka­sidelerde birşey de bırakmadım."[16]

İkinci mısrada gelen Kane,Yekunu'nun yerine geçmiştir. Bir başka şürde de Yekunu Kane'nin yerine kullanılmıştır;

"Onun kabrinden geçtiği vakit onun adına semiz bir de­ve kes ve asil atlar etrafında dolaşıyorlardı adeta. Kestiği­nin kanından onun kabrinin etrafına serp ki hizmet ve kesim­ler olsun."[17]

37- "Sonra guruplar kendi aralarında ihtilafa düştü­ler."

Çünkü onlar "Yakubilik mezhebine"[18], "Melkaniye mezhebine"[19] ve "Nasturiye mezhebine"[20] ve daha nice gu­ruplara parçalanıp bölündüler.

38- "Onlar, bizim huzurumuza çıkacakları gün ne de iyi duyar ve görürler"

Zira onlar dünyadayken hakkı görmemezlikten ve duy-mamazhktan gelirlerse Kıyamet gününde onlara bir şey vermem ve tattırmam demektir. Cümlede bulunan Taac­cüp yönü, onlar görüp duydukları halde; görme ve duyma­ları kendilerine bir faide sağlamayacaktır.

46-  "Uzun bir zaman benden uzak dur."

Ayette geçen Vehcumi kelimesi benden uzak dur122, Meliy-yen kelimesi de uzun bir zaman veya uzun bir müddet demek­tir.

47-  "O bana lutufkardır."

Ayette geçen Hafiyyen kelimesi merhamet ve iltifatta bu­lunan demektir. Ettehafiy ise söz ve fiille iltifat etmektir. El-hefave ise şefkat, merhamet, aziz, kıymetli ve cömertliktir.

59- "Nihayet onların peşinden öyle bir nesil geldi ki"

Ayette geçen El-halfu kelimesi kötü ve fasit bir kalıntı geride bırakmaktır. El-halef ise salih bir kalıntı geride bırak­maktır.

Şair şöyle dedi:

"Babanı tanıdım ama seni tamdık görmüyorum ve baban mevlidin seçiminde döndü. Arkandan iyi şeyler bırak her­kes sana gelir. Kötü şeyler bırakma arkandan. Geride kötü şeyler bırakan ardından irşad eden kimseyi bırakamaz."[21]

"Bu yüzden ilerde azgınlıklarının cezasını çekecek­ler."

Ayette geçen Ğayyen kelimesi ümitsiz, cehd ve gayreti boşuna giden ve nasipsiz kalandır. Bir rivayete göre Gayyen şer manasındadır. Bir görüşe göre cümlede muzaaf olan kelime veya cümle hazf olmuştur, buna göre cümle şöyle­dir: "Cezae'1-ğay." Bunu açıklayıcı bir misal de şu ayette vardır:

"Yelka esamen."                               (Furkan: 25/68)

Yani aslı Yelka cezaehu esamen'dir. Enes b. Müdrik[22] el-Hasami'nin şiirinde aynı şekilde bir misal vardır:

"Ziftlenmiş şey karanlığın gelişini engellediğine şahit ol­dum. Ve gecede artık karanlığında pariayanlanyla yavaş ya­vaş geliyor. Bir vuruşla onu yarıp ayırdım okun çıktığı ve düştüğü yerlerde feryad kopuyordu."

Şiirde Ye'be kelimesinden sonra muzaaf hazfe gitmiştir. Aslı şöyledir:

"Ye'ba redde'z-zelameti'dir,"

68- "Diz üstü çökmüş vaziyette."

69-  "Daha çok asi olanlar."

Ayette geçen Cisiyyen ve İtiyyen kelimelerinin yapısın­da Vav harfi vardır. Ancak ayet başlarına muvafakat etme­si için vav harfi ya harfine kalbedilmiştir. Bir rivayete gö­re bu vav'm bir vechidir. Çünkü vav i'lal kaidelerinin taraf­larından birinde vaki olmuş ve öncesinde de zamme vardır. Aslı da şu şekilde idi. Cisivve'en ve İtivve'en.

"Hasımlar toplanıp çöktükleri zaman kadın kelamda çok münazaa ve şaşaa eder dururdu, direnirdi."[23]

70- "Orayı boylamaya daha çok müstahak olanları el­bette biz daha iyi biliriz."

Ayette geçen Siliyya kelimesi girmek anlamındadır. Bir rivayete göre Siliyya kelimesi, gereklilik ve lüzum anlamın­dadır. Bu misalin bir benzerini Kuleyb şiirinde ifade et­miştir.

"Deve kuşunun bağlandığı yer kadar ikisi bana yakınlaş­tı. Varilin savaşı hayalden ibaret olduğunu gösterdi. Allah biliyor ki onun cennetlerinde olmadım bugün ben onun sı­caklığı için giriyorum harbe."[24]

Şiirin sonunda gelen Siliy duhul ve lüzum anlamında kul­lanılmıştır.

71- "içinizden oraya uğramayacak hiç bir kimse yok­tur"

Ayette geçen Mİnkum, Minhum manasmdadır.[25] Ama şaz bir kıraata göredir. Hakeza bazı kıraatlerde de şöyle okunmuştur; İnsan suresi 21. ayetinden sonra,

"Vesekahum rabbuhum."                    (İnsan: 76/22)

Şu ayeti kerimede de aynı kaide uygulanmıştır: "İrine haza kane lekum cezaen."          (İnsan: 76/22)

Ayette geçen lekum'un aslı lehum'dur. Bir görüşe göre "Variduha" kelimesi Huduru (bulunuşun, hazırlanışın) va-rid olması, gerçekleşmesidir. Duhulün vurudu (tahakkuk etmesi) değildir.[26] Züheyr de şiirinde bu manaya benzer bir şekilde ifade etmiştir:

"Birikmesi için bıraktıkları mavi suyun yanına vardıkla­rında orada hazır durup konakladılar."[27]

Şiirde geçen verednel kelimesi suya gitmenin hazırlığı için kullanılmıştır.

"Bu, Rabbin için gerçekleşmiş bir hükümdür." Hatmen makdiyyen; hak eti manasındadır. Bunu vacip şeklinde tefsir etmek sahih değildir. Huzeli şiirinde buna benzer bir ifadeyle dile getirmiştir.

"Vallahi yaşadığım son geceye kadar seni unutmam. Zi­ra o kardeşlerden ve hak çocuklardandır."[28]

"Diri olan hiç kimsenin ebedi kalıp günü tehir edilmez, öyle ki daha öncekilerin hepsi kabre gitti. Geçmiştekilere geldiği gibi geride kalanlara da bir gün hak olan ölüm gele­cektir."[29]

74- "Görünüş bakımından güzel olan."

Rİ'yen kelimesi hemzeli ve sakin (cezimli)'dir. Ri'yu ke­limesi, Ayn harfiyle Ri'yu vezninde ve görünüş ve manza­ra ismidir. Bir rivayete göre Ri'yen kelimesinin vezni şöy­ledir; Reeytuhu ru'yeten ve ri'yen'dir. El-meriyyu verriy ise; El-meriyyu verri'yu ve El-mahmilu vel-himlu gibidir. Bir görüşe göre Ri'yen en güzel meta ve manzara demektir. Bir rivayete göre eşya bakımından insanın gördüğü en gü­zel şeylere esas, görüntü, biçim ve manzara bakımından güzel gördüğü şeylerede Erri'y denilir. Ama mehmuz olma­yan şeddeli Erriy ise Erreyy kelimesinden türemiştir. Genç­lik ve nimete doymak manasındadır. Muzerred buna benzer bir misali şöyle dile getirmiştir;

"Asırlar boyu bulutlar yağmur yağdırıp geçti. Sanki o sİ-yah bir yer ve kolay uzunluklardı.

İki biten ota gıdasını indirip veriyordu. Sular ve pınarlar fokurdayarak akıyordu."[30]

75- "Çok merhametli olan Allah ona mühlet verir" Onu dalaletinde, sapıklığında bırakması ve kötü emelle­rini gerçekleştirmesi için ona mühlet verir veya zaman ta­nır.

76- "Akibetçe daha hayırlıdır."

Onun döndürüleceği dönüş yeri demektir.

83-  "Kendilerini iyice sevk eden"

Yani iyice endişeli ve kararsız kılmaktır[31] Bir görüşe gö­re Teuzzuhum Ezza; onları pek düşkün etmek ve heyecan­landırmaktır. Bir hadisi şerifte şöyle geçmektedir;

"Karnında çıkan ses, tencerenin kaynayıp fokurdama-sıyla çıkardığı ses gibidir."[32]

84- "Biz onların gününü teker teker sayıyoruz." Yani cezayı gerektiren amellerini yazıp sayıyoruz. Bir ri­vayete göre nefislerinin yok oluşunu veya fani oluşunu sa­yıyoruz.

85- "Heyetler, guruplar halinde"

Yani ikram edilerek getirilirler. Bir rivayete göre toplu halde getirilir demektir.

86-  "Susuz olarak."

Kafirler susuz bir şekilde develerin getirilişi gibi Cehen­neme sürüklenip getirilirler.

89- "Pek çirkin bir şey."

Bunlar büyük münkeratlardır. Bir görüşe göre büyük felaketlerdir.

90- "Cılız bir ses."

Derinden ve gizliden[33] fısıldaşma gibi bir sesin hissedilişidir. [34]

 

 



[1] Aişe'den nakledildiğine göre Meryem Suresi Mekke'de nazil olmuştur. Taberani, Ebu Nuaym ve Deylemİ'nin, Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebu Meryem el-Gassani'nin tarikinden onun da babasından ve ceddi­nden çıkardıklarına göre şöyle demiştir:

"Rasululah'a (s.a.v.) gelip şöyle dedim: "Bu gece cariyem bana bir çocuk doğurdu." O da dedi ki: "Bu gece bana Meryem Suresi nazil oldu ve çocuğunu Meryem adıyla İsimlendir."

[2] Abdurrezzak, Abd tbni Humeyd ve İbni Cerir'in Hasan'dan bu ayet hakkında naklettikleri rivayet şöyle:

"Bana ve ali Yakub'a varis olur." Onun peygamberliği ve ilmidir de­miş. Rasulullah (s.a.v) bu konuda şöyle demiş:

"Kardeşim Zekeriya'ya Allah rahmet etsin, onun hiç bir mirası yoktu. Ailah Lut'a da rahmet etsin o büyük bir servet sahibiydi."

Şialar bunu delil getirerek peygamberlerin mallan onlardan miras ka­lır demişler, çünkü mirasın hakikati malda olur ve haktan saptırmanın da bir anlamı yoktur. Bu konumun hakikatini aslından saptırıp başka şey ol­duğunu söyleyen şey ise Rasulullah'ın şu hadisidir:

"Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız ve bıraktığımız şeyler de sadakadır."

Böylece Kitap ile Sünnet arasındaki tezathk da kalkmış oluyor. Kar-rafi şöyle demiş: Şialar nasb ile (Ma tereknahu sadekaten) şeklinde riva­yet etmişler. Bu halde manası şöyledir; bir şey miras bırakmayız olsa da vakf içindir. Bu şekilde onlar başkasına miras bırakırlar demektir. Allah Rasulunun şu hadisinin kavlini de rivayet olarak değiştirmişler; "İkteduu billezine min badi Ebi Bekrin ve Ömer" yani "benden sonra Ebubekir ye Ömer'e tabi olunuz" ve şu şekilde nakletmişler "Eba Bekr'e ve Ömer'e" bu şekilde mana tam aksi olur ki; ya Eba bekr veya Ömer olur. Manası ise; kendileri başkasına tabi olacaklar ve başkası onlara tabi ol­mayacaktır. Bir başka misal daha; Zekeriyya (a.s) çok malıyla ve bunu dağıtmasıyla meşhur bir kişidir. Örfen müstahildir ki gözünde hiç bir ka­dir ve kıymeti olmayan malı miras bırakma ve ve eşyaları veya metaı ol­mayan bu şeylerden korusun. Kurtubi şöyle demiş:

"Malı miras bırakmanın hiç bir sakıncası yoktur, her nekadar bazıla­rı bunu kabullenmese de. Şu Allah Rasulunun kavlinden dolayı "Biz mi­ras bırakmayız terkettiğimiz de sadakadır." Bu bunun için bir hüccet değildir. Çünkü bir insan kendi nefsinden haber verdiği zaman cem siga-sıyla yani biz diye hitab eder. Mana şu şekilde te'vil edilebilir: "La nu-rasul lezi tereknahu sadaketun" miras bırakmayız ki bıraktığımızda sa­dakadır. Bazı rivayetlerde şöyle denilse de:

"İnna meaşirel enbiyai la nurisu ma tereknahu sadaketun. Biz peygam­berler güruhu miras bırakmayız bıraktığımız da sadakadır." Hepsin­de de iki te'vil vardır şöyleki: Buradaki "Ma" harfi ismi mevsul için olan "Ellezi" manasındadır. Diğeri de: Yani; hali bu olan kimseler miras bı­rakmaz. Ebu Amr İbni Abdilber şöyle demiş: Alimler Allah Rasulunun bu hadisi hakkında iki şekilde ihtilaf etmişler ve şöyle ki;

1- Çoğunun görüşüdür ve cumhur da bu görüştedir. Peygamber mi­ras bırakmadı, bıraktığı da sadakadır.

2- Bizim Peygamberimiz (s.a.v) miras bırakmadı. Çünkü Allahu Te-ala onun daha çok faziletinin artması için malını sadaka olarak bırakma­sını istemiştir. Tıpkı nikahta özel bazı hallerle şeylerle ona has kılıp mübahle aldığı ve başkasına haram kıldığı gibi. Bu kavi İbni Uleyye gi­bi bazı Basra'lılann söylediğidir. Diğer müslüman alimler birinci görüş üzerinedirler. Şerh Tenkihu'l-Fusul: 437; Tefsiri Kurtubi: 11/81.

[3] İbni Manzur şöyle demiş: "Atş §eyhu utiyyen ve itiyyen; yaş­landı, kocadı ve halden düştü demektir. Asa' ya'su da bunun gibidir.

[4] Et-Tasti'nin İbni Abbas'tan naklettiğine göre Nafi b.Ezrak (Ve hananen min ledunna) hakkında sorduğunda şöyle demiş; Rahmeten min indina. Yani tarafımızdan bir rahmet olarak.

[5] İbni Abbas şöyle demiş: Hristiyanlar doğuyu kıble edindiler, çünkü Meryem ana. ehlini doğu kısmına almıştır. Yahudiler dağın uç noktasına veya tepesine secde ettiler, zira dağ kendilerinin tepesinde yani tam üstlerinde duruyordu. Onlar dağa baktıkça korku sarıyordu ve üzerlerine düşmesinden de korkuyorlardı. Öyle bir secde ettiler ki Allah onların yaptığı secdeden hoşnut oldu. Ve böylece bunu sünnet veya adet haline getirip oraya doğru secde ettiler.

[6] Et-Tasti'nin İbni Abbas'tan naklettiğine göre Nafi b. Ezrak ona şöyle sormuş: "Fe ecaehal mahadu" nedir diye sorar, o da "Elceeha"'dır demiş yani geldi manasındadır. "Doğru şekilde sıkıca bağladığımız za­man dağın zirvesinde yanınıza geliriz."

[7] Divanı sh.: 13 onda sarin yerine carin, dammena ve aleyna ye­rine de dementum ve aleykum gelmiştir.

Dementum ve aleykum gelmiştir. Beyit: Tefsiru'I-Kurtubi: 11/92; Me-cazu'l-Kur'an: 2/4; Tefsiru't-Taberi: 16/42. Lisan madde ciy'e.

[8] El Evkas; talaş manasındadır.

[9] Mafdaliyat: 9; Eğani: 21/90. 2. Beyit, Mecazu'l-Kur'an: 2/4; Tefsiru't-Taberi: 16/44; Muhassas: 14/27. Lisan madde: Nesa. Teblet: Sö­zünü kısa kesti, uzatmadı demektir.

[10] Abd îbni Humeyfin Katade'den naklettiğine göre; Hasan bu ayeti Şöyle okumuştur ve yanında da Humeyd b. Abdurrahman Himye-ri vardı: "Kad ceale rabbuki ;ahtaki seriyyeıı" ve şöyle demiş eğer seriy­yen olursa kerimen de olur. Ve Humeyd om şöyle demiş:

"Ya Eba Said, o bir nehir veya akarsudur" ve ona cevaben der ki: "Ha­len seninle aynı mecliste oturmaktan hoşnutuz lakin emirler sana tahak­küm etmişler ve sen de bize galebe etmeye çalışıyorsun."

[11] Ibnul Enbari "Vakf veîbtida'da" tahric etmiştir. Tasti de İbni Abbas'tan naklettiğine göre Nafi b. Ezrak ona, bana şundan haber verme­ni istiyorum demiş: "Tahteke seriyya", o da Es-Seriy; küçük nehirdir de­miş ve o da akar sudur demiş.

"Yumuşak huylu insanlar daima şerefli ve cömerttirler. Tıpkı akar­suların nehirlerin uzantısı olduğu gibi."

[12] Beyit divanında:150'dedir. Mahtutada tashifatı çoktur. Lisan madd. seriye. Es-Suhuk; vavsız olarak, vav ile Suhukun cemidir. Uzun hurmadır. Es-Sefa; nehir ve Ummu; yani uzunluk.

[13] Hamza " Yussakit" şeklinde okumuş ve muzari olan ashysa şöyle­dir; Tetesakıt. Tahfif için ta harfinden biri hazf edilmiştir. Hafs ise şöyle oku­muş: "Tusakit" Şube ve Yakub ise; "Yussakit" şeklinde okumuşlar. Diğerle­ri ise "Tessaket" diye okumuşlar. İthaftı Fudalau'I-Beşer: 298.

[14] İbni Asakir'ir Seleme b. Kays'tan naklettiği bir hadiste Rasu-lullah (s.a.v.) şöyle deırıiş:

"Kadınlarınıza lohusalıktan önce hurma yediriniz, lohusalıktan Ön­ce yiyeceği hurma olanın doğumu kolaylaşır ve çocuğu kolaylıkla doğu­rur. Çünkü hurma Meryem İsa'yı doğurmadan önceki yiyeceğiydi, eğer, ondan daha iyi bir yiyecek olsaydı şüphesiz Allah ona yedirirdi."

[15] Şerh Şevahid Elfiyetu'1-Ayn:.3/422. Tenbih ala esbabıl ihtilaf Betliyesi: 204. Nisbetsizdir. Durru'l-Masun: 3/167; Evdahu'l-Mesalik: 2/205; İrtişafu'd-Darb: 1/549.

[16] Doğrusu beyitler Ziyad E'cemi'nindir. Muğire b. Muhelleb için yazdığı mersiyesidir. Beyiti Ziyad'a nisbet edenler: Yezidi Emali'de, İb-ni Halkan Vefeyat'la ve İbni Şakir el-Ketbi Fevatu'l-Vefayat'ta. Es-Saltan el-Abdi'ye nisbet eden ise Esmai ve ondan sonra da müelliftir. İki beyit te: Zeyli'1-Emali'l-Kali 8, Vefayatu'1-Ayan: 5/354; Fevatu'I-Vefe-yat: 2/30; Emali'I-Yezidi sh.: 2; Hazenetu'1-Edeb: 10/4. İkincisi lisan kum. Birincisini (Kumeî celad) şeklinde rivayet ediyor. EI-Kum Kumaun'un cemidir. Semiz devedir. El-Celad: Celdetun'un cemidir. Sütü çok yağlı develerdir. Et-Tirfu: Asil attır. Kabrinin başında develerin kesilmesi hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazıları şöyle demiş: Bunu ölüye mükafat amacıyla yapıyorlardı ki bu onun hayatta iken kestiği develer ve misafi­re ikram için boğazladığı develere atfen yapılıyordu. Bir rivayete göre şöy­ledir: Bunu yapıyorlardı çünkü develer ölünün kemiklerini yiyorlardı ve onlar bununla sanki ondan intikam alıyorlarmış gibilerdi.

Bir rivayete göre: Develer onların en enfes mallarındandı. Bununla şunu İstiyorlardı; musibetin büyüklüğünden dolayı develer sanki onlara acılarını azaltıyormuş gibi idiler.

[17] İki beyit de divanında: 156. ikincisi ise Hazanetu'1-Edep: 10/3. Ama burada Masnaan'nm yerine "Mus'ada" vardır. Muhakkik hiç bir ye­re nisbet etmemiş. Lakin o İbni.Enbari'nin Eddad adlı eserindedir: 49'da-dır. Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır. Emaril-Murteda: 2/199. Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır.

[18] Mesih Allah'tır diyen grup.

[19] Üçün üçüncüsüdür diyen grup.

[20] Mesih Allah'ın oğludur diyen gruptur.

[21] İbnu'l-Enbari Vakf ve İbtida da îbni Abbas'tan da naklettiği­ne göre Nafİ b. Ezrak şöyle demiş:

"İbni Abbas'a: "Vehcurni meliyyen" buradaki Meliyyen nedir diye sormuş. İbni Abbas "Tavüen" yani uzun, diye cevap vermiş. Mühelhel de şöyle dedi:

"Dağlar onun Ölümünden dolayı çarpışıp sallandı dökülenler onun üze­rine ağlayıp durdular."

[22] Muhterem bir sahabidir. Cahiliyyede Has'am kabilesinin reisi ve en cesur ve atılganıydı. İslamı idrak ettikten sonra teslim olmuştur. Kı­zını Halid b. Velid ile evlendirmiştir. Aynı zamanda şairliği de vardı. El-İsabe: 1/68 ve mahtutada (Mudriketen) geçer.

[23] Bu beyit çocuğunu oynatan bir kadına aittir. Ve Tibyan'da Mü-tenebbi'nin dîvanının şerhinde: 3/235. EI-Mahk; kelamda olan münazaa ve sataşmadır.

[24] Beyit Hayavan'da: 1/22; Akdu'l-Ferid: 6/66; Mecmau'I-Emsal: 1/376; Muberrid'in Kamil'i: 1/376.

 

[25] Şaz bir kıraattir.

[26] Kurtubi şöyle demiş: Bazı gruplar (Minkum) daki "Kaf" har­fi Ha ya racidir, şöyleki:

"Le nahşurennehum veş şeyatine summe le nahdurennehum havle ce­henneme cisiyya." Burada kef harfinin ha'ya raci olduğu inkar edilemez çünkü şu ayeti kerimeden dolayı apaçıktır:

"Rableri onlara tertemiz bir şarapla suladi. Bu onlar için bir mükafaattı ve onların yaptıkları me§kurdur." Manası: Yani onlar içindi, kef harfi ha'ya raci olmuştur. Tefsiri Kurtubi: 11/138.

[27] Divanı; 78; Tefsiru'l-Kurtubi: 11/137.

[28] Bu beyit Ebu Harraş el-Huzeli'nindir ve Halid b. Züheyr'in mer-siyesiyle ilgili yazdığı bir beyittir. Lisanu'1-Arap mad. Hateme. Şerh Eş'aru'l-Huzeliyyin: 3/1227. Hazanetu'1-Edeb: 5/81.

[29] Bu beyit te Ebu Haraş Huzeli'ye aittir ve yine Halid b. Züheyr'in mersiyesiyle alakalıdır. Şerh eşındadır. Mahtute'de "Elbakin"in yerine "El-madin" gelmiştir.Eş'arul Huzeliyin: 3/1225.; Hazanetu'1-Edeb: 5/81. Er-recm; burada kabir manasındadır Mahtutada bakine min yerine madi-ne gelmiş hatadır.

[30] İki beyit. Mafdaliyat'ta sh. 94. Şemmah'ın kardeşi Muzerred b. Dırar'mdır. Er-Remman: Yerdir. Es-Siat: Yumuşaklıktır. El-Berdiyy: Nebattır.

[31] İbni Enbari Vakf ve İbîida da İbni Abbas'tan naklettiği bir ri­vayette Nafi b. Ezrak (Teuzzuhum ezza) hakkında bilgi ver dediğinde şöy­le demiş; onları öyle bir tutuşturur ki büsbütün yanarlar veya endişele­nirler. Hakim'dİr, emindir bozgunluklara aldırmaz. Kavimler ona köptir-düğü zaman o sesini çıkarmazdı.

[32] Bu hadisi Matraf b. Abdullah babasından nakletmiştir ve şöy­le demiş; Rasulullah'a (s.a.v) geldiğimde namaz kılıyordu ve karnından tencerenin fokurtusu gibi sesler geliyordu. Yani ağlıyor gibiydi. El-Ez-iz; kanndan gelen hıçkırık gibi bir şeydir ve işte bu da ağlama sesidir. El-Mircel; kaynayan tencere sesidir. Bu hadisi Nesai babul bukai fis salati kısmında zikretmiştir. Şerhu'n-Nesai: 3/13; Ebu Davud Salat babında ra­kam: 157; Ahmed Müsnet'te: 4/25; Fethu'1-bari: 2/206. İbni Hacer şöy­le demiş; bu hadisi, Ebu Davud, Nesai ve Tİrmizi Şemail kısmında zik­retmişler diyor ve isnadı kuvvetlidir diyor. îbni Huzeyme sahihtir demiş ve İbni Hibban ile Hakim de bu hadisi Müslim'in tahric ettiğini zannet­mişler.

[33] Tasti Mesail'inde İbni Abbas'tan naklettiği bu haberde Nafi b. Ezrak ona bu ayet hakkında (Rikzen) sorduğunda şöyle demiş; Hissen, ya­ni hissedilir bir şekildeki gizli bir ses manasmdadır ve ona

"Araplar bunu biliyor mu?" diye sordu. O da:

"Evet" dedi.

Dumı'l-Mensur: 5/547. Umulur ki bu soru uydurmadır. Çünkü şiirZi Rumme'nindir. İbn Abbas ise Zİ Rumme'nin doğumundan önce vefat et­miştir. Veyahut umulur ki buna göre bu Lebid'in sözü de olabilir.

[34] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 2/50-63.