2-
"Biz, Kur'an'i sana, güçlük çekesin diye indirmedik."
Gecenin tümünde kalkıp
ibadet[2]
etmekten yorulman için indirmedik demektir.
Bir rivayete göre iman
etmediklerinden dolayı kavmin için üzülesin diye indirmedik anlamındadır.
7- "O,
gizliyi de bilir."
Es-sır; kulun
başkasından gizlediği şeydir.
"Gizlinin
gizlisini de bilir."
Ehfa kelimesi;
Düşüncede ve kalpte gizli veya saklı olan şeydir.
10-
"Bekleyin! Eminim ki birateş gördüm"
Anestu naren; ateşi,
görmek veya göze ilişmesidir.
Ferezdek ta şiirinde
Anese kelimesini görmek anlamında kullanmıştır:
"Bin sanki rüzgar
onların yanına gitmek istiyor, öyle ki bulutlan sıkıp su çıkaracakmış gibi cezb
edişinde öyle görünüyor. Ateş gördüklerinde şöyle diyor: Keşke ateş onların
üşümüş ellerini ısıtsa."[3]
12-
"Tuvada'sın"
Tuva kelimesi marife
ve ucmeden dolayı gayri munsanf-tır. Öyleyse acemce bilinen bir vadiye verilen
bir isimdir.
15-
"Nerdeyse onu açıklayacağım"
Yani açıklamak
istiyorum demektir. Mana olarak şöyledir; Vaktinin bilinmesi uzak bir ihtimal
olmakla beraber onun oluşumunu yakınlaştırmaktır. Bir rivayete göre kelamda
izmar (gizlilik, kapalılık) vardır. Yani nerdeyse onu söyleyeceğim. (Ekadu
ezheruha) demiş.Sonra yerini bulsun diye açıklayacağım manasında "Uhfiha
litecze" demiş.
"Herkes peşine
düştüğü şeyin karşılığını bulsun diye."
Zira hikmet ve
maslahat kıyamet saatinin gizlenmesini gerektiriyor ki kul, azimle kararlılıkla
ibadet etsin düşünsün tevbe konusunda ifrata kaçmasın. Bercemi de şiirinde
Ka-deyi kastettiğimiz manada kullanmıştır;
"Azmettim fakat
onu yapmadım, neredeyse beni başa ge-çiriyordun Osman'ın üzerine helallerinin
ağlaması için terk ettim."[4]
Yani nerdeyse onu
Öldürecektim diyor. Ebu Ubeyde ve Kutrub'un dediğine göre Uhfiha açığa çıkarmak
anlamındadır. Her ne kadar Ahfi Ezheru manasında da olsa Ta'lil için olması
düşünülemez. Buna benzer bir ifadeyi Ubeyde b. Tib şiirinde dile getimiştir:
"Sekiz çatal tırnaklarıyla toprağı
gizliyor. Dördünün de yere değmesi
tahlildir."[5]
Yani toprağı izhar
ediyor, düşmanının şiddetinden çatal tırnaklarıyla onu çıkarmak istiyor.
Yine burada da Yahfa
zahir etmek anlamındadır. Buna benzer bir ifadeyi şu hadiste de bulmak
mümkündür;
"La kat'a alel
muhtefi: Kefen hırsızının eli kesilmez."[6]
Burada Muhtefi zahir manasındadır. Sahih olan odur ki beyitte geçen (Yahfa
etturab) ya'nın fethasıyladır. İmriiu'I-Kays'ın şiirinde de buna benzer örneği
bulmak mümkündür şöyleki:
"Onlan
infaklanndan gizledi, sanki onların celb eden geceden bir sed çekip koydu
arasına."[7]
18-
"Ona dayanırım"
Ayette geçen
Etevekkeu; kelimesi dayanmak ve yaslanmak manas ındadır.
"Onunla
davarlarıma yaprak silkerim"
Yani koyunların yemesi
için yapraklara vurup düşürül- mesidir.
"Benim ona başka
ihtiyaçlarım da vardır."
İbnu'l-Arabi şöyle
demiş; çobanda olan asa şu amaçla kullanırlar; hayvanlara, yaprak, yiyecek ve
saireyi otlak azaldığında; silkelemek, düşürmek, onları kurttan ve hırsızdan[8]
korumak onunla davarı sürmek^ elin veya ağzın ulaşmadığı[9] gölet
veya kuyudan su çırpıp hayvanları sulamak amacıyla onunla herhangi bir yerine
vurup su yolunu açarak sulamak ve çoban yorulduğunda ona yaslanarak yorgunluğunu
giderir ve çoban asayı iki kürek kemiğinin üzerine koyar ve her iki omuzunun
arasına alır bedenini onun üzerine koyar ve yürüdüğünde kendisinin taşındığını
hisseder gibi olur. Ve daha sonra eve geldiğinde askı niyetiyle onu havaya
diker elbiselerim ona asar. Sonra asayı kırar ve ondan kazık elde eder. Daha
sonra onlar da kırıldığında odunyapılır. Ve daha sonra odunlar kırılarak ondan
talaş[10] elde
edilir. Kıtlık anlarında hayvanlara yem olarak verilir. Geriye kalan parçalar
alınıp yavru deve annesini emmesin diye memelerin üzerine kafes[11]
şeklinde konularak emilmemesini sağlar. Bu parçalar da daha sonra ufaltılıp
kırıntı haline getirilir ve bunlara "Evkas" diye isim verilir. Ve
daha sonra ateşin tutuşturulması güçleştiğinde bu parçalar çıra olarak kullanılır.
Ve daha sonra bununla ateş öylesine bir tutuşur ki yılan gibi kıvrılarak
havaya yükselir. Asanın üzerine bir de şiir söylenmiştir:
"Kabe'ye ve
Safa'ya yemin ederim ki sen asanın parçalarından daha hayırlısın."[12]
23-
"Taki sana en büyük ayetlerimizden birini gösterelim."
Ayette Kubra gelmiş
ancak Kuber murad edilmiştir. Tıpkı "Mearib"in
naatrnda"Uhra"148 geldiği gibi. Murad olunan Uher'dir ama diğer ayet
nizamlarına uyması için böyle gelmiştir. Bir rivayete göre cümlenin takdiri
şöyledir; Min ayatina el-ayetu'1-kubra'dır.
39- "Ve
benim nezaretimde yetiştirilmen için." Yani benim irademin ve korumamın,
himayemin altında
demektir.
40-
"Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik"
Seni peşpeşe
denemelerden, imtihanlardan geçirdik. Bir rivayete göre seni bir çok
musibetlerden ve belalardan kurtardık. Aslı;
"Fetentuzzehebe
bi'n-nar'dır (altını ateşle erittim.) Böylece Allah Musa'yı doğuşunda ve
sonrasında peygamberlik risalesini verdiğinde bir dizi denemelerden geçirdi. O
da bu denemelerden altının alevlerden kurtulduğu gibi kurtuldu.
"Sonra, sen
takdire göre geldin"
Kırk yaşında olması
gereken ve peygamberlere vahyedi-len peygamberlik risalesinin zaman ve
olgunluğuna ermiş oldun demektir. Kırk yaşından sonra peygamberlere vahy gelir.
44-
"Belki o, aklını başına alır ve korkar." Bu rica Ra-sulun (Elçinin)
ricası üzerinedir. Mursilin (göndericinin) değil, zira elçi şayet yapacağı bu
şeyinden ümitsizliğe kapılır-sa risal (gönderiliş) gerçekleşmez. Bir rivayete
göre şüphesiz kelam murselattan (iyilik için birbiri peşinden gönderilenler)
maduldur.
Kavi sanki böyledir;
Lealle yetezekkeru mutezekkirun an-hu ve yehuze bihi (belki o uyarılması
gereken veya hatırlatılması gereken şeyden dolayı hatırlar veya kendine gelir
ve ondan vazgeçer veya yapılan uyarıları dikkate alır.) Bu halde
"Leallehu" kelimesi de icab veya kabul için olmuş olur. Buna bir
örnek te Şairin şu sözünde vardır;
"Bize savaşı
bırakın belki biz de bırakırız dediniz. Bize her türlü gerçek vesikayı teminatı
verdiniz. Vakta ki biz savaştan vazgeçtik gördük ki verdiğiniz ahidler,
vaatler bir serap misali ortada parıldayıp duruyor."[13]
Şair burada Lealle
kelimesini icab veya kabul amacıyla getirmiştir.
45- Onun
bize aşırı derecede kötü davranmasında." Bizi hemen öldürebilir demektir.
50-
"Her şeye hilkatini veren"
Verdiği şekil veya
surette kimse ona (şahsa) benzemez. Bir rivayete göre bazılarının bazılarına
benzemesi konusunda belirleyici ayırıcı suretlerin nevileri kastedilmiştir. Yapılan
veya halkedilen suret veya nevi üzerine başka bir canlı türü bulunmaz. Bir
rivayete göre; azalardan herbirine hilkat ve canlılık verdi ve her duyuya
(hasseye) idrakle hissetme özelliği verilmiştir. Dile konuşma yeteneği, ele
de; vurma, tutma, kaldırma ve hayret verici özellikleri ve ayağa da yürüme
özelliği vermiştir. Ayeti kerime bu konuyu daha güzel beyan etmiştir:
"O her şeyi
yarattı ona bir nizam verdi."
(Furkan: 25/2)
"Sonra da
hidayete erdirendir." dedi. Yani dünyadaki maişeti ve ahiretteki
saadetidir.
51-
"Öyleyse önceki milletlerin hali ne olacak dedi."
Bu olay kendisini
ba'stan (dirilişten) ürkütmüş ve korkutmuş olmalı ki; yokolan veya fani olan
geçmiş ümmetlerin hali nedir, nasıl dirilecekler? Onlar toz olup toprağa
karıştıkları halde ne zaman ve nasıl nerede dirilecekler diye sorar.
58- "Uygun ve müsait bir yer"
Ayette geçen suva
kelimesinin kesra veya zammesiyle iki fırka arasında eşit mesafe ve yakınlıkta
olan bir mekandır.
59-
"Bayram günü"
Buluşma zamanı bayram
ve kuşluk vakti gibi şerefli ve kıymetli bir günde. Cümle sözleşme zamanı
(mevid) için zarf üzerine nasp kılmıştır. Sanki Mevidi (sözleşme zamanı) Vad
gibi bir olay kılmıştır. Yani zinet gününde size vaddet-ti ki; zamanlar
birbirine karışmasın veya herhangi bir karışıklık olmasın.
61-
"Sonra o bir azab ile kökünüzü keser" Vereceği azab ile nesillerini
ve zürriyetlerinin tümünü yok eder. Sehate ve eshate kelimeleri de bu
anlamdadır.
63- "Bu
ikisi muhakkak ki iki sihirbazdırlar" Ebu Amr şöyle demiş; Kur'an en güzel
ve fasih bir lisan üzere indiğinden şu ayeti "înne hazam" şeklinde
okumaktan Allah'a karşı utanç duyuyorum demiş.[14] Zira
o bu ayeti Kur'an'm hattına muhalif bir şekilde "İnne hazeyni" diye
okumuştur. İsa b. Ömer'in rivayet ettiğine göre Osman bu ayet hakkında şöyle
demiş; bu ayetin okunuşunda hata olduğunu zannediyorum ama arapların onu
düzelteceğini ümit ediyorum.[15]
İbni Kesir bu ayeti
şöyle okumuştur "in hazanni" inne-deki nun'un cezmİyle ve haza'daki
nun'un şeddesiyle. Buna göre Hazani iki yönde Ref halinde gelir:
1- Bunun
nunu musakkaleden tahfif edilmiş ve böylece kendi kendine amelsiz (etkisiz)
hale gelmiş, ondan sonrası-da mubteda ve haber üzerine ref olmuştur. Haber
lamı, onunla, nefy için olan mai nafiye manasındaki "in" arasına
girmiştir ki birbirinden ayırdedilsin.
2- O,
"Ma" ve illa manasında olan haberdeki Lam mana-sındadır. Buna göre
şöyledir; Ma hazani illa sahirani; yani bu ikisi ancak sihirbazdır.
Şu ayettede olduğu
gibi:
"Ve in vecedna
ekserehum le fasikin." (A'raf: 7/102)
Yani illa fasikin
demektir.
Bir başka ayette
şöyledir:
"Ve in nezunnuke
leminel kazibine." (A'raf: 7/66) Ama maruf olan kiraata göre şöyledir;
şüphesiz bu şekilde, Kinane, Belhers, Hasam, Zebİd, Murad, Beni Uzre ve bazı
Yemen kabilelerinin dilleri üzerine gelmiştir. Bunların lu-gatlarında
"tesniye" bütün hallerde elif iledir ve irabı da hiç bir zaman
değişmez. Buna misal olarak şiirde şöyledir;
"Onun babası ve
babasının babası şerefin zirvesine ulaştılar."[16]
Görüldüğü gibi tesniye
bütün hallerde elif ile gelmiştir. Bir görüşe göre "inne" neam
anlamındadır.[17] Buna misal olarak
Ubeydullah b. Kays şiirinde şöyle diyor:
"Kusur ve
hatalarımdan ötürü önüme geçip beni kınıyor ve hatalı buluyor ben de onları
kınıyorum ve o genç kızlar bana diyorlar ki: Yaşlandın, kocadın, piri fani
oldun. Ben de onlara dedim ki: Ah ah ben mi ha?"[18]
Görüldüğü gibi şiirin
sonunda gelen inneh kelimesi neam anlamında kullanılmıştır. Ancak her iki
görüşte de ifrat'a gidildiği apaçıktır. Çünkü tekid lamı inne'nin haberine has
olunur.
İsabetli bir görüş
olan merhum Ebu Ali'nin görüşü şöyledir: "Hazani" kelimesi hazanın
tesniyesi değildir. Çünkü bir ikiden daha maruftur. Haza'nın nekire olması
sahih olmadığı zaman haza'nın kendi lafzından tesniye yapılması-da sahih
değildir.[19]
Görmüyor musun; ente,
huve ve hiye ismi işaretleri ma-rife olduklarında kendi lafızları üzerinde
entani, hevani ve heyani şeklinde'tesniyeleri olmaz. Bunların tesniyelerinin yapılmasına
ihtiyaç duyulduğunda bazı mebni isimler getirilir ki bunların tesniye isimleri
üzerindeki suretleri katiyyen değişmez ve şöyle ki; entuma ve huma. Aynı
şekilde Haza içinde mebni bir isim getirilir ve onun üzerinde hiç bir amil de
amel etmez. Görmüyor musun ki "ellezine" de nasıl yapılmıştır.
64-
"Öyle ise hilenizi kurun."
Ayette geçen Emrin
icmasi (kurulması veya toplanması) onu cemetmek ve görüş birliği içinde plan ve
hilelerin uygulanmasıdır.
Şair de şiirinde Emr
kelimesini bu manada kullanmıştır.
"Keşke şiirim ve
arzularım fayda vermeseydi. Birgün gelecekler mi ki işlerime toplanmış ve
fayda sağlamıştır."[20]
"Sonra sıra
halinde gelin..!"
Yani hepiniz sıra
halinde geliniz. Ebu Ubeyde'ye göre Es-Saffu kavmin hepsi demektir. Araplar'dan
şöyle rivayet edilmiştir; Maistetatu en atiyes saffe; safa gelemedim yani
musallaya,[21] namazgaha.
67-
"Musa, birden içinde bir korku duydu."
Evcese kelimesi
derinden veya gizliden hissetmektir, Hifeten ise korkudur.
69-
"Onların yaptıklarını yutsun."
Yani ağzıyla onların
göz boyama hilelerini alıp yutsun.
77-
"Size yetişilmesinden korkmaksızm ve endişe etmeksizin"
Cümle hal manası
üzerine mansubtur. Yani korkmadan onlara bir yol aç. Dereken kelimesi Tarık'in
(yol) na'tı üzerine mansub olması caizdir. Buna göre cümîe şöyledir: Tenken
yebesen me'munen ğayre mahşiyyin fihidderek. (Emin, korkusuz ve kuru bir yol
izle) demektir.
87-
"Biz sana olan yadımızdan, kendi kudret ve irademizle dönmedik."
Ayette geçen melkina
güç, takat manasmdadır.
87-
"Fakat, biz o kavmin zinet eşyasından bir takım ağırlıklar
yüklenmiştik."
Samiri bu sözden
dolayı onlara şöyle söylemiştir: O eşyalar günahların ağırlık ve hantallığı ve
haram maldır, hadi onları bir araya getirip ateşe atın der zaten kendisi de kuyumcu
idi bunun organizesini de kendisi yapmıştı.
88-
"Fakat onu unuttu."
Yani Samiri imanını
terkedip kafir oldu. Bir görüşe göre Samiri arkadaşlarına "iyi bilin ki
Musa ilahını burada ter-kettiğinden dolayı gecikti" der.
96-
"Zira, o elçinin izinden bir avuç aldım."
Atın basıp çukur
yaptığı yerlerden alman topraktır. Cümlede olan muzaaf kelimeler hazfe
uğramıştır.
97- "Musa defol! dedi, artık hayatın boyunca
sen: Bana dokunmayın! diyeceksin."
Böylece Musa
İsrailoğullarına, onlara ona yaklaşmamayı Ve onunla içice girmemelerini
emretti. Bir rivayete göre Samiri insanlardan kaçarak korkusundan dağlara
sığındı ve vahşileşti insanlar arasına bir daha karışmadı ve kimse de ona
yaklaşmadı.
97-
"Tapmakta olduğun ilah."
Ayette geçen Zelte
kelimesinin aslı Zellelte'dir ama tahfif yapılmıştır. Tıpkı şu kelimeler gibi;
mesetu mistu, ehses-tu ehestu gibi. Zelle burada devamlılık süreci için
kullanılmıştır. Raciz şöyle demiş:
"Hac etmeye devam
ediyorlar. Biz de onu hicb ediyoruz çakıl taşlan atılmaya devam ediliyor
tertipli bir şekilde.[22]
"Sonra da onu parça parça edip denize atacağız." Ayette geçen
Lenensifennehu kelimesi parçalamak,
ufaltmak manasmdadır. Mesela: Nesefet taame bil minsefi; yiyecek vb. şeyleri
değirmen veya başka şeyle öğütüp fazlalıklarının uçup gitmesini sağlamaktır.
Veya öğütülen kısımları kalbur vb. şeylerle eleyip fazlalıklarının uçup gitmesini
sağlamaktır.
102- "Biz o zaman günahkarları, gözleri
gömgök mahşerde toplarız."
Ayette geçen Zurken
kelimesi kör ve ama anlamındadır. Ezheri[23] bu
konuda şöyle demiştir:
"Aşırı öfkeden de
olduğu gibi, onların gözleri şiddetli susuzluktan döner gömgök olur. Dirar b.
Hattab da şiirinde Zurk kelimesini aynı bu anlamda kullanmıştır.
"Yüce bir izzete
ve doğru bir topluluğa ait olduğum zaman onu yayacağım. Ağardı bembeyaz oldu buruştu.
Sanki onların gözleri
coşup heyecanlanma anında adeta gömgök mavilikle sürmelenmiştir."[24]
103-
"Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: "Dünyada sadece on
gün kaldınız."
Ayette geçen
Yetehafetune gizli gizli fısıldaşmaktır.
107-
"Orada ne bir iniş ne de bir çıkış görebileceksin."
Ayette geçen ivec
kelimesi meyletme ve aşağıya doğru iniş anlamındadır. Emt ise yukarıya doğru
çıkış manasındadır. Bir rivayete göre Emt; yerdeki çukurlardır ve inişli çıkışlı
yerlerdir.
108-
"Bu yüzden fısıltıdan başka bir ses işi tem ezsin."
Ayette geçen Hems
kelimesi gizli gizli gelen ses ve fısıltılardır.
111-
"Bütün yüzler, diri ve her şeye hakim olan Allah için eğilip boyun
bükmüştür..."
Ayette geçen A'net
kelimesi (Zellet ve Haşaat)[25],
eğilmek, burkulmak, boyun bükmek ve itaat etmek manasında-dır. Bundan
dolayıdır ki esir olari kişiye El-Aniy denilmiştir.
114-
"Sana, O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'an'i acele etme."
Yani sana Vahy
edilmeden önce O'nun (Kur'an'm) inmesini isteme ve bu konuda da herhangi bir
şey sorma demektir. Bir rivayete göre Muhammed (a.s.) Cebrail'in (a.s.)
telkinini hırslı bir şekilde acele etmesini ve getirmesini istiyordu.
117-
"Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz!"
Yani sen ve hanımın
yorulur eziyet ve sıkıntı çekersiniz. Bir rivayete göre erkek maişeti temin
etmek için, yorulup sıkıntı ve meşakkat çektiğinden ayetteki lafız müfret
muha-tab sigasında Adem'e hitaben Feteşka şeklinde gelmiş ve (nıü~ekker için sen yorulursun demektir.) Ve
kadın ta bu tür meşakkatlara aldırış etmediği ve kendi rahatına baktığından
dolayı ayette geçen Feteşka ona hitab değildir (iki kişiye yapılan bir hitab
değildir.)
Şair şöyle dedi:
"Onu yaşamındaki
odanın gölgesi ve yemyeşil bahçelerin bir birine geçmiş, karışmış olması onun
hoşuna gitmişti. Ve onunla alakalı herşeyin sorumluluğunu üzerine alan vali
veya yetkili ona kafi geldi. Zaman başka birşey için doğmayacak."[26]
119-
"Sıcaklığın sıkıntısını duymayacaksın ve de his etmeyeceksin."
Yani güneşin kızgın
harareti altında kalmayacaksın.
Mahzumi de şiirinde
Tedha kelimesini aynı anlamda kullanmıştır.
"Bir adam gördü,
güneş çıkmaya başlayınca aydınlanıyor kuşluk vaktine giriyordu ve ısınıyordu
gece olunca da üşüyordu. Ey ıssız çöle sefere giden onunla nice çölleri, dağları
aştın şimdi o yorgun, bitkin ve tozlu bir şekildedir."[27]
121-
"Şaşırdı."
Ayette geçen Feğeva;
görüşünden saptı ve şaşırdı[28] demektir.
129-
"Eğer Rabbinden daha önce sadrolmuş bir söz ve tayin edilmiş bir vade
olmasaydı gerekli olurdu."
Ayette geçen cümlenin
takdiri şöyledir; Velev la kelime-tun sebekat min rabbike ve ecelun musemma
lekane Uzama. Eğer Rabbinden daha önce sadrolan bir kelime ve belirlenen bir
zaman olmasaydı acilen lüzumlu olan azabı size yapacaktı. Bu azabı kendisi
hazırlamıştır fakat tehir etmiştir.
Cerir'in dediği gibi:
"Hayaller başta
ama sendeki zaman bunlar ve hayaller nerde, seni ziyaret eden ziyaretçiye
selama selamla geri dön."[29]
"Zira ferazdak
cin çarpmış bir kaya uzantısıdır. Ona hiç bir dağ keçisi ulaşamaz ve
dokunamaz."[30]
Yani taletu'l-evalü[31]
[1] İbni Zübeyr'den nakledildiğine göre Ta-Ha suresi
Mekke'de nazil oldu demiştir. İbni Mürdeveyh'in İbni Abbas'tan çıkardığına
göre Ra-sulullah (s.a.v.) şöyle demiş:
"Zikri evvelden
olup içinden nimetler zikredilen sure bana vah-yedİldi, Ta-Ha ve et-tevasim
sureleri, Musa'nın lavhalarmdan bana verildi. Kur'an'ın fevatihleri (açılış) ve
Bakara'nm sonları Arşın altından bana verildi. Mufassal İse fazlalık olarak
bana verildi."
İbni Mürdeveyh'in Ebu
Umame'den çıkardığına göre Nebi (s.a.v.) şöyle demiş:
"Kur'an'in tümü cennet ehlinin önüne konulur. Onun içinden sadece
Ta-ha ve Yasin'i okurlar. Onlar o ikisini cennette okurlar."
[2] Bezzar hasen bir senetle Ali'den (r.a) şöyle bir hadis
nakletmiş: "Rasulullah (s.a.v.) kıyamda kah bir ayak üzere dayanıp kah
öbür ayak
üzere dayanıp
duruyordu. Bir ayak yorulunca diğerinin üzerinde duruyordu ve ta ki şu ayet
nazil oldu:
"Biz Kur'an'ı sana
güçlük çekesin diye indirmedik." Abd İbni Hu-meyd'in naklettiği rivayet te
şöyle:
"Rasulullah adete
kendini bağlıyordu ve bir ayağını diğer ayağının üzerine koyuyordu ta ki bu
ayet nazil oldu. "Biz Kur'an'ı güçlük çekesin diye indirmedik." İbni
Asakir'in Aişe'den (r.a) naklettiği rivayet şöyle:
"Kur'an'dan ilk
öğrendiğim sure "Taha" süresidir. Ben her bu sureyi okuduğumda (Taha
ma enzelna aleykel Kur'ane lî teşka) Rasulullah (s.a.v) bana:
"Ey Aişe sen şakıyye olmadın" derdi.
[3] Beyit onun divanında: 30'dadir. Hamasatu'l-Basriyye:
1/158; Emali'l-Murteda:l/58; Muğni lebib: 2/276.
[4] Tefsiri Kurtubi: 10/183; Tabakat Fuhulu Şuara: 1/174;
Haza-netu'1-Edeb: 4/80; Muberrid'inKamii'i: 1/228.
[5] Beyit Mafdaliyat'tadır. Mafdaliyat shf: 140; Nevadır
Ebu Zeyd shf: 9; Divanu'l-Meani: 2/108; Lisan madd. Helele. Harbi'nin
Garibu'l-Hadis'i: 2/846.
[6] Hadis Lisan'da maddetul hafada'dır. El-Muhtefi;
ölülerin kefenini çıkartandır ki buna Nebbaş da denilir.
[7] Beyit Divan'mda shf: 36; Lisan madd.hafa.
Mecazu'l-Kur'an: 2/17; Ebu Ubeyd'in Garibu'l-Hadıs'i: 1/60.
[8] El-Harib; hırsızdır.
[9] İbni Manzur, El-Bugeybuğun; suyu yüzeye yakın kuyudur
diyor veya taşımaya yakın bir mesafede olan kuyudur. İbnul Arabi de; Bİ'run
buğbuğun ve buğeybuğun; suyu taşmaya yıkın kuyudur diyor.
[10] Lisan'da Hulletun, şöyle tarif edilmiş; kökü yerde
olan her bitkidir ve sene kıtlık olduğu veya kurak olduğu zaman bu hayvanlar
için bir yiyecek stoğu veya deposudur. Araplar buna El-Ulketu diyorlar.
[11] Ezheri şöyle dem ş; Tevadi kelimesinin müfredi
tevdiyetun'dur. Yavru deve emmesin diye ana devenin memelerine bağlanan tahta
parçalandır,
[12] Beyit Ğunyetu'l-Arabİ'nindir. Oğlu hakkında
söylemiştir. Bu kadın insanlarla çok ülfet ederdi. Bir gün oğlu biriyle kavga
yapar ve burnunu koparırlar ve annesi Gunye de oğlunun diyetini alır, bunun
üzerine kötü ve fakirlik hali biraz düzelir. Daha sonra oğlu başka biriyle kavga
yapar ve bu kez de kulağı kopardır ve yine oğlunun diyetini alır ve gittikçe
durumları iyileşmeye başlar. Daha sonra başka biriyle daha kavga eder ve bu kez
de dudakları koparılır ve anne yine oğlunun diyetini alır. Bu kez oğlunun
azalarımdan dolayı diyet karşılığı aldığı mal, eşya deve ve mülkleri görünce
oğiu hakkındaki görüşü iyimser olur ve bu beyti işte bunun üzerine bir ibret
misali söyler. Mecmau'l-Emsal: 1/37; El-Be-yan "e't-tebyin: 3/64; El-Asa
shf: 305; Lisan madd. Fereka. Muhadera-tu'Kıdibba: 2/173.
[13] BeyitEmali'ş-şecere'dedir: 1/51; nisbetsizdir.
Hamasetu'1-Bas-riye: 1/25; Durru'l-Mensur: 1/189; Tefsiri Kurtubi: 1/227.
[14] Nafi, İbni Amir, Şu'be, Hamza, Kesai, Ebu Cafer ve
Yakub bunu şeddeyle (İnne) şeklinde okumuşlar. (Hazani)'yi ise; nun ve elifin
tahfif iyle okumuşlar. İbni Kesir "in" şeklinde tahfifli okumuş ve
(Hazani)'yi-de nun'un şeddesiyle okumuş. Hafs da onun gibi okumuş ancak nun'u
tahfif etmiş. İthaf shf: 304.
[15] Merhum İbni Teymiyye bu haber hususunda şöyle demiş;
Bazıları Osman'ın (r.a.) şöyle dediğini zannetmişler. Kur'an da bazı dil hataları
vardır araplar onun diliyle düzeltecekler. Bu haber batıldır ve çeşitli
yönlerden sahih değildir, çünkü araplar kelamda hatalara karşı son derece titiz
davranmışlar ve ikrah etmişler ve nasıl olur da Kur'an'da bunu böyle bırakırlar.
Sahabiler en küçük bir mekruha karşı hassas idiler nasıl olur da
Kur'an'da buna karşı suskun kalırlar ve üstelik bunu izale etmek de o kadar
zor değildi kendilerine. Ve Araplar bunu kendi dillerinde olan hatayı
düzeltecekler delil pek sağlıklı değil ve doğruluğu da yoktur. Çünkü Kur'an hem
arapların hem de acemlerin yanlarındaydı sonradan düzeltilmesi mümkün
değildir. Geniş bilgi almak isteyenler Şuzuru'z-Zeheb adlı esere müracat
edebilir. İbni Hişam burada çok güzel ve doyurucu açıklamalar yapmıştır.
Şuzuru'z-Zeheb shf: 62-65.
[16] Beyit Ebu Nuceym'in olduğu söyleniyor. Bir rivayete
göre beyit Raube'nindir. Muğni Lebİb rakam 53. Şuzuru'z-Zeheb shf: 62; Tefsiri
Kurtubi: H/217.
[17] Mahtutede "Neam" yoktur.
[18] Beyit Tefsiri Kurtubi: 11/217; Divan İbni Kays shf:
66; Muhel-lebi'nin Nazmu'l-Feraid'i shf: 86; El ezhiyye shf: 267; Ed-Dani'nin
ce-na adlı eseri shf: 384.
[19] Mahtuta'da "Lem" yoktur.
[20] Beyit Ferranm Meanİ'l-Kur'an'ın da 2/158.
nisbetsizdir. Lisan madd. cemaa: 8/57.Tefsiru'l-Kurtubi: 11/221.
[21] Mecazu'l-Kur'an 2/23.
[22] Er-Ricz: Dukeyn'indir. Lisan madde: Hacece: 2/227;
Mahtu-tada (Mubevvebe)'nin yerine (Muberreîeh) gelmiş hatadır.
[23] O, Ebu Mansur Ezheri Muhammed b. Ahmet'tir. Lügat konusunda
reis konumundaydı. İki Garibeyn'in sahibi olan Herevi'den Nef-teveyh ve İbni
Sirac'tan ders almiştır. Hadis ilminde de söz sahibiydi ve takva sahibi
biriydi. Onun Tehzibu'l-Lugati adlı eseri vardır. Hicri: 37O'te vefat etmiştir.
Bu nakil Tehzibu'l-luğa'dandır. 8/428.
[24] Bu beyit Dırar b. Hattab'mdır ve Hendek gününde
söylemiştir. Eğani: 17/109; Hamasetu İbni Şeceri: 16; İki beyit ise
Meanİ'l-Kebir: 1/537.
[25] Tasti'nin İbni Abbas'tan naklettiğine göre Nafi b.
Ezrak bu ayet hakkında sorduğunda şöyle demiş:
"Ve
aneti'l-vucuhulil hayyi'l-kayyumi" Yani kıyamet gününde O na teslim olur
boyun eğerler.
"Ve araplar bunu
biliyor mu?" diye sordu, Nafi. O da:
"Evet" dedi
ve şairin şöyle dediğini duymadın mı?
"Bütün esirler ve ali Kasiyy senin üzerine ağlayacaktır."
[26] İki beyitte onun divanında: 122. Hazenetu'1-Edeb:
5/317; Mu-haderatu'l-Edibba: 2/309.
[27] Beyit onun Divan'mda shf: 121; Hazanetu'1-Edeb: 5/317;
Tez-kiretu'l-Fahriye shf: 46 Muğni Lebib shf: 79.
[28] İbni Arabi şöyle demiş; bizden hiç birinin bu şekilde
Adem (a.s) için böyle demesi caiz değildir. Ancak Allah'ın ayetlerinden veya
peygamberin kavileri arasında zikredilmesi müstesna. Böyle bir şeyi söylememiz
kendimiz açısından, yani en yakın baba veya atalarımız açısm-dandahi caiz
değilken nasıl olur ilk şerefli büyük babamız, ilk peygamber ve Allah'ın
kendisini affettiği ve tevbesini kabul ettiği birisi hakkında denilebilir?
Asla.! Adem hakkındaki hatanın hangi yönde olduğu belirsizdir. Ama çeşitli
ihtimaller vardır. Bize düşen ağaçtan yedi veya yasak olan bir şeyden yedi
denilmesidir. Yasak olan bu şeyin bizzat kendisini de akledip itikad edebilir
veya bu nehyedilen şeyin seri manada bir yasak olmadığını ki çünkü, ne olduğu
meçhuldür, itikad edebilir. Ahkamu'l-Kyr'an: 3/1261.
[29] Beyit, onun Fefezdak'ı hiccveden bir kasidesindedir.
Divan sh. 117.
[30] Beyit Lisan madde: Tavale. 11/411. Subeyh b. Riyah
ez-Zen-hi'ye nisbet etmiştir. Riyah b. Sübeyh'in olduğu söyleniyor. Ahtel'in değildir.
O, Cerirve Ahtel'in Nekaid'inde s: 188'dedir. Hamasetti'1-B.s-riyye: 1/180.
[31] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan,
Tevhid Yayınları: 2/64-78.