SAFFAT SURESİ[1]

 

1- "Saf saf dizilmiş olanlara yemin olsun."

Yani Meleklere, çünkü onlar gökte saflar halindedirler. Veyahut ta; Onlar havada kanatlarını yayıp açarak ta ki Al­lah onlara bir şey emretsin veya niçin yaratıldıklarını emr edene kadar.

2- "Toplayıp sürenlere yemin olsun."

Kalpler şeytanın vesvesesini idrak ettikleri gibi onları da idrak eder, işte bunlar da sorumluluğun çağrışımlarından bi­ridir.

3- "Zikir okuyanlara yemin olsun."

Yani Allah'ın kitaplarını okuyan ve Onu teşbih ve tak­dis etmektir. Burada Allah meleklerin üç sınıfıyla yemin et­miştir. Veya bu üç sınıfın Rabbine yemin etmiştir. Ayetler­de ayrı ayrı geçen sigalardan herbir cemin cemidir; çünkü melekler müzekkerdir.[2] Şöyle diyebilirsin; ilk cemi "Saf-fetun"dur, ikinci cem sigası ise "SaffaturT'dır.

6- "Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik." Ez-Ziyne kelimesinin isim olması caizdir. Yıldızlara tam bir izafe olarak izafe edilmiştir. Şöyleki; "Bi zinetin mi­ne '1-kevakibi" Ve aynı zamanda Mef'ulun bihe izafe edil­miş bir mastar olması da caizdir. Bir rivayete göre izafesi şöyledir; "Bi zinetin el kevakibe" yani birincisinin tenviniy-le ve ikincisinin nasbesiyledir. Bazı kıtaatlarda da olduğu gi­bi.[3] Bu şu ayetin babına girer;

"Duai'I-hayri."                                 (Fussilet: 41/49)

Ve:

"Bi suali na'cetike."                                (Sad: 38/24)

Yani (Duaihi'l-hayre) ve (ve sualihi na'cetike) demek­tir.

9- "Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azab vardır."

Ayette geçen "Duhuren" ateşe atmaktır. Bir rivayet gö­re kovulup itilerek zorla atmaktır. Ve ayette geçen "Va-sıb" ise sürekli ve devamlı elem verici bir azabtır.

10- "Ancak bir söz kapan olursa, onu da delen ve ya­kan bir alev takib eder."

Ayette geçen "Hatifel hatfe" den kasıt kulak verip o ku­lak verdiği şeyi çalmak veya kapıp kaçmaktır. İbni Ab­bas'tan şöyle nakledilmiştir: Sıçrayıp atlayarak bir şeyi ka­pıp kaçana Er-Recm isabet etmez. Ayette geçen "Şihabun sa-kib" ateşten bir alevdir ve onun ışığı yakarak delip geçer.

"Ah şiirim, keşke için bir haber vardır: Cesed yapıldığın­dan beri ruh nereye gitti. Kişinin kuvvet ve takati yerindey-ken ve bir ateş şulesi misali delip geçerken zaman ona vu­rup alevini sakinleştirdi."[4]

11- "Şimdi sor onlara! Yaratılış bakımından kendile­rini yaratmak mı daha zor yoksa bizim yarattiklarımız-mı? Zira biz kendilerini yapışkan bir çamurdan yarat­tık."

Yaratıklardan kasıt; gökler, yer ve dağlardır. Bir rivaye­te göre Meleklerdir. Bir rivayete göre geçmişte helak edilen ümmetlerdir. Lasik ve Lazik; yapışkan çamur demektir. Ama ikisi arasında farklılık vardır şöyle ki Lasik; Biribiri-ne yapışan çamurdur. Lazik ise.; İsabet ettiği yere yapışan ça­murdur. Bir rivayete göre "Lazib" lazım manasındadır. Geçen dört lafız birbirlerine eş anlamlı kelimelerdir.

Nabiğa da Lazib kelimesini yapışkan manasında kul­lanmıştır:

"Hayrı hesaplamıyorlar ki ondan sonra şer olmaz şerri ya­pışkan bir cinsten olduğunu hesaplamıyorlar."[5]

14- "Bir mucize görseler alay ederler."

Yani alay olsun diye ağızlarına alıp konuşurlar. Bir riva­yete göre; Ayetleri alay konusu olan şeylere nisbet ediyor­lar. Mesela bir şeyi iyi veya kötü vasıflarla vasıflandırdığın zaman şöyle dersin: "İstahsentuhu ve İstakbahtuhu."

18- "Deki "Evet hem de hor ve hakir olarak" dirilti­leceksiniz."

Ayette geçen "Dahinin" hor ve hakir manasmdadır.

22- "Allah meleklerine emreder. Zalimleri, onların ay­nı yoldaki arkadaşlarını ve Allah'tan başka taptıkları putları toplayın."

Ayette geçen "Ezvacehum" dan kasıt benzerleridir. Ya­ni zina sahibi zina sahibiyle, içki sahibi içki sahibiyle haş-redilecektir.

23- "Onlara cehennemin yolunu gösterin."

Ayette geçen "Fehduhum"dan kasıt yol göstermek veya rehberlik etmektir. İbni Keysa'nın[6] dediğine göre; onları cehenneme götürün takdim edin manasındadır. El-Hadi; Es-sabik (yarışmak koşuşmak) manasmdadır. El-Hadiyetu; boyun manasmdadır.

"Boyunlar kesildiği zaman akan kanları yerdeki ayak izlerinden kıpkızıl kına suyu gibidir."[7]

24- "Böylece onları tutuklayım, çünkü onlar suçlu­durlar."

Ayette geçene "Vekifuhum"dan kasıt onları hapsedin manasmdadır. Lazım ve müteaddi bir fiildir (geçişli ve ge­çişsiz). Arabi de şiirinde vakefeyi lazım ve müteaddi olarak kullanmıştır:

"Selma'yla zulm ve haksızlığa alıştım. Ben ki ta eskiden, zulme ve haksızlığa karşı çakardım. Selma beni şek ile şüp­he arasında bıraktı ve oysaki ben şüpheler üzerine duran bi­ri değildim."[8]

28- "Uyanlar, uydukları adamlara "Siz bize sağdan gelirdiniz" derler."

Yani bizi kuvvet soruyla zor kullanarak alır götürürdü­nüz.

Şemmah ta yemin kelimesini kuvvet manasında kullan­mıştır:

"Arabetu'l-Evsi'yi, eşsizce gayelere uzandığını gördüm şeref için bir sancak kaldırıldığı zaman Arabe onu kuvvet­le alırdı"[9]

Hasan'm dediğine göre; din misalidir. Yani din kisvesi­ne bürünerek bize gelip bizi alıkoyuyordunuz demektir ve­ya önümüze sed çekiyordunuz.[10]

41- "Onlar için bilinen bir rızik vardır." Zira nefis kendisince malum olan bir şey karşısında tes­kin olur. Selman'ın dediği gibi nefis demini alıp kendine gel­di mi artık kuvvet bulur veya kazanır.

45- "Kendilerine kaynaktan kadehler dolaştırılır." Hamrın, Main diye isimlendirilmesi suyun şu manaları

üzerinedir:

1- Kaynaktan çıkması ve sürekli peşpeşe kesilmeden

takviye etmesi.

2- Kaynaktan hiç kesilmemesi.

3- Süratli akmasından.

4- Akıntının tatlı tatlı ve hazin bir şekilde olması.

5-  Yahut ta kaynaktan çok ve gür bir şekilde akması. Çünkü man çok şey manasmdadır. Kendisinden çok istifa­de edilen şeye de "El-Maun" denilir.

47- "O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla

sarhoş olurlar."

Ayette geçen "Gavl" kelimesi sersemleştirme ve eziyet verme manasındadır. Bir rivayete göre akli dengelerini boz­maz veya sarhoş yapmaz manasmdadır.

Şair de şiirinde Gavl kelimesini sersemlik manasında kullanmıştır: "Kadeh bizi sersemleştirmeye devam ediyor sen hala peşpeş içiyorsun"[11]

Ayette geçen "Yunzefun" Keskin Za'nın kesrasıyladır.[12]

Ubeyrid Reyyah şöyle demiş:

"Ömrüme yemin olsun ki eğer siz sarhoş olsanız veya ayılsanız sizin ali ebcerden olmanız benim için ne kötü ka­deh arkadaşlığı olur."[13]

Yani nimet ve lezzetlerden haz almaları ve onlardan hoşlanmaları için sarhoşluk vermez. Bir rivayete göre onla­rın ne şarapları biter ne akli dengelerinde bir eksiklik veya azalma olur. Bu; Akelle, A'sere, Efna ve Enfede babların-dadır. Mesela kuyunun bütün suyunu çıkardığın zaman şöy­le denilir: "Nezeftu'r-rekiyyete."Ve la yunzefun" keskin Za nın fethasıyladır. Ve Fiilin binası üzerine "Min hazaya" mef'ul yapılması içindir. Mesela şöyle denilir: "Nuzife'r-ra-culu fe huve nezifun ve menzufun" yani adamın aklı gitti sar­hoş oldu ve sarhoştur manasmdadır. Birincisine göre bu Nezifun'dur. Mahzumi şöyle dedi: Bayan dedi ki:

"Bekamın ve en büyük kardeşlerimin haklarına yemin ol­sun ki sen çıkmazsan ey sevgili, mahallelinin hepsine haber vereceğim. Dağda suyu süzen oyma çukurun soğuk suyuy­la dudaklarını bitiştirip alarak sarhoş içimi gibi sevgilinin ağ­zını öptüm.[14]

48- "Yanlarında güzel bakışlarını yalnız kendilerine tahsis etmiş iri gözlü eşler vardır."

Ayette geçen "Kasiratu't-Tarfi" den kasıt yalnız eşleri­ne bakmaları manasmdadır.

İmriu'1-Kays ta şiirinde bu anlamda kullanmıştır:

"Öyle yalnız eşlerine bakan zevceler vardır ki: Eğer bir yıllık çocuk emekleyerek yerden onun iki tarafı dikilmemiş gömleğinin üzerine gitseydi etkileyecekti."[15]

49- "Sanki onlar, sedefler içine yerleştirilmiş inci­lerdir."

Tek düzine halinde olduklarından ve saf ve berraklıkla-rından dolayı böyle isimlendirilmişlerdir.

İbni Ravendi'nin cahilliğinden olsa gerek arap şiirlerinin teşbih sanatının güzelliklerinden yoksun olduğunu savunmuş ve şöyle demiş:

Deve kuşu yumurtasında dilin veya lügatin güzelliği ne arar? Bunu getirmişler bir de dilin teşbih konumu yerine koy­muşlar?! Araplar zaten şiirlerinde şu ana kadar söyleyip nakletmişler ve Kur'an da onların lisanı üzerine gelmiştir.

Cahiliyeden bazı arap şairlerinden örnekler şöyledir; Raciz şöyle dedi:

"Zaferanın sardığı olmasaydı, deve kuşu yuvasındaki yumurtasının rengi senin rengin gibi olacaktı."[16]

Urve 'den:

"Sanki onlar bitkilerin arasında olan yumurta misali yü­rümekten ve yorgunluktan düşmüşler."[17]

Ferezdak:

"Bana geldiklerinde, benden Önce kimse onlara dokun-mamıştı ve onlar deve kuşunun yumurtasından doğru ve sağlam idiler."[18]

55- "İşte o zaman konuşan baktı, arkadaşını cehenne­min ortasında gördü."

Ayette geçen "Fi sevai" ortasında demektir. Zira bütün yanları eşit uzaklıkta olduğundan görünmesi mümkündür.

"Gölgesiz ve nefessiz arkadaşın görünen heyecan ve tahriki, bir şeyin yerinden kalkıp tozutması misalidir."[19]

62- "Allah buyurdu; ikamet yeri olarak cennet ehli için anılan o nimetlerini daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?"

Ayette geçen Zakkum ağacı, ağaçların en kötüsü ve ha­bisidir.

65- "Tomurcukları sanki şeytanın başı gibidir."

Ayette geçen Tal'uha'dan kasıt tomurcuklan ve ondan çı­kan semeresidir. Zira şeytan suretinin kabihliği veya çirkin­lik ve korkunçluğu zaten insanın nefislerinde bellidir. Her ne kadar görülmemiş bir konumda da olsa bu sıfatlarından dolayı teşbih onunla yapılmıştır. Bir rivayete göre şeytan­dan kasıt büyük çiyan ve ejderhalardır.

İmriu'1-Kays şöyle dedi:

"Beni öldürüyor mu ve kılıç beni yere mi yatıracak. Masmavi dişiler cadıların iri ön dişleri gibidir."[20]

Ve şöyle söyledi:

"Hadremi'nin ikişer ikişer oynayışı, çölde kıvrıla kıvrı-Ia akıp giden yılan yürüyüşü gibidir."[21]

67- "Sonra zakkum yemeğinin üzerinde onlar için, kaynar su karıştırılmış bir su vardır."

Ayette geçen "Maun Hamim" kaynar su demektir. Bir ri­vayet göre terdir. Hamim kelimesi aynı şekilde çoğu şiirler­de de kaynar su manasında gelmiştir.

"Orada hiç rüzgar yoktur. Velakin öyle bir sıcaklık var­dır ki avcı o sıcakta kendileri serbestçe oraya gidiyor av ya­pıyor, ve gidip geliyor."[22]

"Cenahımdaki sıkılan su ile zayıf ve zebun şifa buluyor. Onunla uyanıp gidip geliyor."[23]

68- "En sonunda onların dönüşü, kesinlikle çılgın ateş olacaktır."

Ayette geçen "Summe" vav manasında gelmiştir ve Te-rahi mübalağa için değildir. Ubde b. Tabib'in dediği gibi:

"Geldiğimiz zaman çadırların gölgesini kaldırdık. Kav­min tencereleri et ile kaynadı. Henüz kırmızı ve kumraldı onu pişiren henüz hazırlamam işti.

"Onun kaynayışını değiştirmedi ve o yenilmişti. Ve son­ra saymaya kalktık ellerimizde mendiller vardı.[24]

Burada da gösteriyor ki etin hazırlanmaması pişmerrie-si, temizlememeleri ve elleri yıkamamaları deliliyle müba­lağa (terehi) için olmadığı ortaya ç\kıyor.

78- "Sonradan gelenler içinde ona "iyi bir ün" bı­raktık."

Yani onun için güzel bir övgü bıraktık.

84- "Çünkü Rabbine kalbi selim ile geldi." Yani şek, şüphe ve riyadan arınmış bir şekilde.

87- "O halde alemlerin Rabbi hakkında düşünce ve görüşünüz nedir? "Neden Allah'ı bırakıp putlara ta­pardınız" dedi."

Yani Allah sizi yaratıp ve size rızık verdiği halde başka­sına mı ibadet ediyorsunuz?

88- "Bunun üzerine İbrahim yıldızlara şöyle bir bak­tı."

Yani ona bakıp ta yaratıcısına ve yapıcısına işaret edip delil getirmek için. Hasan; o, yıldız semanın yıldızları de­ğildir diyor ve bilakis onun kalbinde yer edinen bir güç ve­ya kuvvettir ki putları nasıl yok edebilirim dîye onu hareke­te geçiriyordu.

Bir rivayete göre yıldız ilimleri hakti ve peygamberliğin bünyesindeydi ama sonra nesh[25] edilmiştir. Dehhak şöyle demiş; îsa'nın (a.s) zamanına kadar vardı. Bu tür durumlar­da neshin olması ihtimal dışıdır çünkü nesh ancak seri hü­kümlerde olur. Yıldız ilminde şu ana kadar sabit olan şey; alemde cereyan eden şeyler, Allah'ın bilgisi dahilinde olma­sıdır. Bundan dolayı da yıldız ilimleri ebedİyyen sabit ka­lacaktır.[26] Bu gün yeryüzünde yıldız ilimlerinin ilmi ve fiili olarak sabit olmaması, geçmişte de sabit olmadığını gös­terir. Ancak şöyle denilmesi mümkündür; Yıldız ilmiyle meşgul olunması, koruma altına alınması ve tahsil edilme­si neshedilmiştir, bu manada nesholması da sahihtir. Bir ri­vayete göre neshin manası şudur; Yıldız ilimlerinin neshe-dilmesiyle anlaşılmıştır ki, bazı ulvi hareket dengeleri de­ğişikliğe uğrayıp süfli bazı değişimlere düşeceği mümkün­dür. Her ne kadar bu ilim bazı şahıslar tarafından uğraş ha­line gelmese de herhangi bir bekası yoktur. Dünyada olan bütün hareket ve değişikliklerden de belli oluyor ki hiç bir şeyin beka ve sabitliği yoktur. Uskuf Necran şöyle demiş:

"Gecelememesi bakımından güneşin tasarrufu ve doğuşu­nun bekası menedildi. Doğuşu saf berrak ve batışı da safran gibi sapsarıdır. Bugün ise onunla ne getireceğini biliyor ve dün hükmetme faslı geçti."[27]

Umeyye b. Ebu Salt şöyle dedi:

"Nasıl sayıp geceyim malı diledi. Ola ki yırtıcılar onun üzerinden gelir geçerler bölük bölük olur. Veyahut ta üze­rine güneş doğan develer, güneş battığında hepsi ölür."[28]

89- "Ben hastayım dedi."

Ölüm için yaratıldığımdan dolayı ebediyyen hastayım. Bir rivayete göre; bununla bedeninde olan bir hastalığa işa­ret etmek istemiş. Evla olan birinci görüştür. Böylece İbra­him (a.s), bu işi yapabilmek için onların bir bayram günü­ne tehir etmişki düşündüğü planı gerçekleştire bilsin. Yani putları kırma işini. Hastalığından dolayı da özür beyanında bulunmuş ve bayrama katılmamış. Bu şu te'vil üzere söylen­miş; Yaratıklar, ölüm ve hastalık için ebediyen hastadırlar. Onun sıhhati hastalık, selametiyse zorluktur.

Lebid şöyle dedi:

"Hastalıktan dolayı konutlarım yumuşamadı. Ancak onu sabahlamak ve akşamlamak yumuşattı. Bana şifa vermesi için sürekli Rabbime selamet çağrısında bulundum. Bir de

baktım ki. selamet hastalıkmış."[29] Humeyd b. Sevr şöyle demiş:

"Sıhhatten sonra gözlerimin beni kuşkulandırdığını gö­rüyorum. Ey hastalık sakın ola ki iyileşip sağlam olmayasın. Tamamlanması gerekeni tamamladıkları zaman iki ikindi vakti bir gece ve gündüze ulaşamayacaktır."[30]

Bir başkası şöyle demiş:

"ömrüne yemin olsun ki, gören gözlerden perdeler iza­le olduğu zaman bu dünya ikamet yeri değildir. Kişinin dünyada baki kalması nasıl mümkün olur. Zira fani sebeb-lerle onun bakiliğine ulaşılmak isteniyor."[31]

Bütün bu beyitlerin manasında ve şu sözde şu ifadeler vardır:

"Herkes kuvvetince beka üzerine dönüyor. Oysa günler faniliğe doğru dönüyor."[32]

Şu sözde benzer ifadeler vardır:

"Her saatte seni dirilten şey seni, öldürüyor. Seni döndüren dönderiyor ama seninle alay etmiyor.[33]

Bir rivayete göre Hekim olan ermiş kişiler şöyle demiş­ler; Şüphesiz kendisinden yaratıldığımız o rutubet veya nemlilik (Meni) ve kalb için Özel bir gıda teşkil eden onun o özelliği, yağlı leziz yumuşak saf ve kaygandır. İşte kalbin o hararet ve ateşi, kandildeki tutuşan yağ misalidir. İki se­bepten dolayı sürekli devam eder; Helal olan diş hava etke-niyle ve fıtri arzu ve isteklerin istemiyle, işte bu sebepler­le içerdeki hararet ve ateş teskin olur ve kurur. İşte bu ku­ruluk kemale erme ve yetişkin olmanın verdiği fiillerin ta­mamlayıcısı ve yardımcı unsurlarındandır. İlk başlarda biz henüz rutubetin zirvesine ulaşmış değildik ve bundan ötü­rü hararet çoğaldı. Eğer böyle olmasaydı kaybolur ve de tu­tulurdu. Ve böylece vücut üzerine hakimiyet kurar, yiyecek ve içecekleri mutedil bir şekle getirene kadar etkenliğini sür­dürür. Bu halde hararet ilkinden daha kuvvetli olur çünkü madde ilk önce hazırlanır ve kalbin nem oranı düşene kadar bu hal devam eder. İşte bu durumda fıtri arzu ve istekler nef­sinin hararetinin dinmesine ve hayatını fanilik ve afetlerle kılmış olur, o ve o diridir, sağdır ve ölüdür. Allah'ın da şu ayette işaret ettiği gibi:

"Şüphesiz sen de öleceksin onlarda ölecekler."

(Zümer: 39/30)

93- "Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu." Ayette geçen "Ferağe aleyhim" den kasıt onlara yönel­mesidir. Er-Revğ ve Er-Ruğan; gizlice saklanarak gitmek­tir. Ayete geçen "Darben bil yemin" den kasıt kuvvettir. Bir rivayete göre yemin; solun hilafı olan sağ ile vurmaktır. Bir rivayete göre and içerek düşündüğü şeyi yapmaktır. Şu ayette olduğu gibi:

"Yemin olsun Allah'a ki sizin putlarınızı kırıp döke­ceğim."                                                   (Enbiya: 21/57)

Şiirde geçen Hadire'nin[34] ifadelerinde aynı mana için kullanılmıştır:

"Ve ledeyye eş'ase basitun yeminehu kasemen le kad en-dactu lem yeteverrai."[35]

Burada sağ ve kasem anlamında kullanılmıştır.

94- "Koşarak İbrahim'e geldiler."

Ayette geçen "Yeziffun" koşarak süratle yönelmektir. Ve­zin kalıbı şöyledir; Zeffe yeziffu Zefifen ve Ezeffe Yuzif-fu İzfafen.[36]

102- "Babasıyle beraber yürüyüp gezecek çağa gelin­ce; Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyo­rum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben; Babacı­ğım emrolduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun dedi."

Yürüme çağına gelmesinden kasıt; Allah'ın taat ve iba-detindeki olan beraberliktir. İbrahim (a.s)'in oğluna bir bak düşün demesi, oğluna olan bir ard niyetinden dolayı değil ama bununla oğlunu denemek istemiştir. Bakalım ah vah mı yapacak yoksa sabır mı edecek? Ve neticede ayette geldiği gibi sabretmiştir.

103- "Her ikisi de teslim olunca, onu alnı üzerine yatırınca."

Ayette geçen "Telle" yatırmak "Cebin" ise alın manasın-dadır. Kutrub'un dediğine göre "alın üzerine yatırmak" sa­dece bir darbı meselden ibarettir veya verilen bir misaldir. Ayette geçen (Felemma eslema)'nın cevabı; "Ve nadeyna-hu"dur. "Ve nadeynahu" üzerindeki vav harfi, Mukhame (ce­vap) içindir.

Tıpkı dediği gibi:

"Sizin kabileleriniz çoğaldığı zaman çocuklarınızın de­likanlı olduğunu gördünüz. Ve kalkanın arkasını bize çevi­rip kınayan acizlik ve ziyandadır dediniz."[37]

Bir rivayete göre cevabın şu olması da caizdir; "İrine ha­za le huvel belau'l-mubin" Baba ve oğula verilen emir iste­nilen neticeye varınca, bu şekilde imtihanda zirvesine ula­şıp tamamlanmış oldu. Bir rivayete geçen bela veya imtihan­dan kasıt; Nimettir çünkü buna şu ayet işaret etmektedir;

"Ve nadeynahu" ve bunun peşinden gelen "Ve fedey-nahu"dur. Bu Evs b. Hacer'in dediği gibidir:

"Gelen belalar ve zararların devam etmesiyle baharın iki ayı da toz pembe geçti.

Seni bize bedelen cezalandıracağız veya cezalandıraca­ğım sakın sen Övünmekten kaçın."[38]

112- "Sallihlerden bir peygamber olarak O'na İs-hak'ı müjdeledik."

Daha önce İbrahim'i İshak'ın doğumuyla müjdelediğimiz gibi bu kez de İshak'ın nübüvetini müjdeledik.

130- "İlyas'a selam olsun dedik."

Ayette geçen "Yasin"den kasıt; Muhammed (s.a.v) ve ümmetinin olması caizdir çünkü onlara Yasin ehli deniliyor. Bir rivayete göre "İlyas'm" kelimesi, şu şekilde mevsul olarak okuyanın (Ve inne ilyase) kıraatına göre (îlyas) ke­limesinin başka bir kıraat şekli olması da caizdir. Haddaş b. Züheyr'in şiirinde işaret ettiği gibi: "Ve mislu İbrahime îbrahamu[39]" Bu iki kelimenin de­ğişik şekildeki birer kıraatidir. Bir rivayete göre bu o pey­gamberin iki isminin olduğunu düşünmek de caizdir. Yakup ve İsrail, Muhammed ve Ahmet'te olduğu gibi. Bunu (İlya-sin)[40] şeklinde hemzenin kesresi ve lamın sukunuyle oku­yanlarda vardır. Ebu Amr şöyle demiş: (İlyasin) kelimesi İl-yas kelimesinin bir başka kıraatidir. Tıpkı; Turi Sina keli­mesinde Turi sinin olduğu gibi. Bu misalimize delalet eden geçmiş peygamberlerin kısssalarının bahsinde onların "Se­lam" ile zikredilmesinde de vardır. Bir rivayete göre; İlyas kelimesinin kendisi cem yapılmış, sonundaki "Ya" harfi dinin ehline "Nun" ise izafe olmayan aded üzere getirmiş­tir Mesela El-muhellebun ve El-Eş'arun da olduğu gibi. (Muhallebiler ve Eşariler) demektir. Raciz şöyle dedi: "Ben, bizim sadilerin efendisi olan Sad'm oğluyum." [41]parsınız? demiş­ti."

Ba'l; Altından taptıkları bir put ismidir. Ba'lebek ismi de bundan dolayı konulmuştur. Aynı şekilde Bağdat ismi de bir put ismidir ve daha sonra değiştirilerek, Medinetu'l-Mansur ve Medinetu Vselam konulmuştur. Çünkü daha önce "Bağ" bir put adıydı. Bir rivayete göre "Ba'l"   Rab (sahip) ve

Seyyid (efendi) anlamındadır. Mesela bu evin Ba'h kimdir denildiğinde; evin sahibi kimdir manasındadır. Bir rivaye­te göre "Ba'l" Yemen dilinde veya lehçesinde; Allah'ın isimlerinden biridir. Buna göre takdiri şöyledir; Allah'tan başka ilaha mı.yalvarıyor sunuz? demektir.

"Muğadiben"[42] yani kızarak. Burada Allah hakkında böyle bir şeyin olacağının imkansız olduğundan, bu kızgın­lık kavmine karşı olmuştur.

142- "Yunus kendisini kötülerken onu bir balık yut­tu."

Ayetteki mananın böyle te'vil edilmesi menedilmiştir, çünkü El-Mulim[43]; kötülenmeye veya kınanmaya müstehak olan kişi demektir. Esedi'nin dediği gibi:

"Şayet ona güç yetirirsen ebediliği seviyorum. Yanımda ebediliği istdiğim gibi öldüğümde günahkar olmadan ölme­yi istiyorum."[44]

Buradaki "El-Muğadebe" mufaale babından değildir, yani iki şahıs arasında olan karşılıklı bir kızgınlık hali de­ğildir. Ama bir şey ki kişiyi son derece üzen ve onu kendi­sini kahreder derecesine getiren bir hareket veya tavırdan sonra hasıl olur ve buna "El-Muğadib" denilir. Huzeli'nin dediği gibi:

"Gece karanlığını gelip çöktüğünü hissedince, kızmış ve kınanmaya müstehak olan garibin evinde geceliyor­du."[45]

Rivayet edildiğine göre kavmi gemiye bindiklerinde dal­gaların azmasından dolayı boğulmaktan korktular. Bir riva­yete göre kendilerine musallat olan dev bir balıktan korktu­lar ve şöyle dediler; günah veya suç işleyen bir kulun kur­tuluşu pek olmaz ve bundan Ötürü onu denize atalım derler ve aralarında kurra çekerler ye kurranın neticesinde Yu­nus çıkar ve onu denize atarlar.

141- "Gemide olanlarla karşılıklı kurra çektiler de ye­nilenlerden oldu."

Ayette geçen "Fe Saheme" oklarla çekilen kurradır. Ayette geçen "Mudhadin" çekilen kurra sonucunda yenilen­dir.

145- "Halsiz bir vaziyette kendisini dışarı çıkardık." Ayette geçen "El-'Arau" geniş saha veya düz arazidir.

Ayette geçen "Sekim" soluk soluğa nefes çeken bitkin ço­cuk gibiydi demektir.

146- "Ve üstüne kabak türünden geniş yapraklı bir ne­bat bitirdik."

Ayette geçen "Yaktin" kabak[46] cinsinden bir bitkidir. Bir rivayete göre toprağın üzerinde yaprakları yayılan her tür­lü bitkidir. Yaktin; Yef'il veznindedir ve yer kapladığından katene denilmiştir. Mukatil şöyle demiş; Bu bitkinin kızgın çölün hararetinden koruduğu gibi bir dağ keçisi de her gün gelip onun sütünü içer ve tekrar giderdi.

147-  "Onu yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik."

İfade; Muhatapların şekki üzerinedir veya onlar hak­kında olan kapalılık üzerinedir. Sanki şöyle denilmiş gibi; Şu ikisinden birine gönderildi. Yani ya yüz bine ya da da­ha çok kişiye.

148- "Sonunda ona iman ettiler. Bunun üzerine biz­de onları bir süreye kadar yaşatttık."

Yani Ölümlerine kadar. Zira onlar henüz azab gelme­den iman etmişlerdi. Ama onlar Yunus'un gelişini azab diye nitelendirdiler ve henüz Ye's ve feryadu figan gelmeden iman ettiler.

158- "Allah ile cinler arasında bir hısımlık uydurdu­lar."

Melekler Allah'ın kızlarıdır dediler. Buna karşın Ebu Be­kir onlara, madem öyle peki onların anaları kimdir?[47] diye sorar. Bir rivayete göre onlar putlardır dediler. Yanı hısım­lar. En-Neseb; cin veya perinin onun içinden konuşup on­ları aldatıp dalalete ilmesidir ve bu görüş daha evladır, şu ayet işaret ediyor:

"Şüphesiz onlar bir gün hesap için huzurumuza top­lanacaklar."

Ayette geçen "înnehum le muhdarune" den kasıt onlar azapta boğulup kaybolacaklar ve bundan dolayı son derece rahatsızdırlar.

162- "Kimseyi Allah'a karşı saptıramazsımz."

Ayette geçen "Fatinin" yani Mudillin "saptırma" manasındadır.

172- "Şüphesiz onlar mansur ve muzafferdirler.

Hasan şöyle demiş; cihad ile emrolunan hiç bir peygam­ber öldürülmemiştir.[48]

 

 



[1] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre, Saffat Suresi Mekke'de na­zil oldu demiş: Nesai ve Beyhaki'nin Sünen'inde İbni Ömer'den çıkar­dığına göre şöyle demiş:

"Rasulullah (s.a.v.) bize tahfifle emrediyor ve saffatı okuyarak bize imamlık yapardı."

[2] Mahtu tadadır. Melekler ne müzekkerlikle ne de müenneslikle vasıflandırüabiIİr.

[3] Bununla Şu'be, Asım'dan kıraat olarak okumuştur.

[4] İki beyitin söyleyeni belli değildir. İkinci beyit Tefsiri Kurtu-bi: 15/8.

[5] Mecazu'l-Kur'an: 2/167; Tefsiri Kurtubi: 15/49; Tefsiri. Tabe-ri: 23/25; Divanı, shf: 13. îbni Abbas'tan nakledildiğine göre Nafi b. Ez-rak (Tinun Lazib) hakkında sorduğunda o da şöyle cevap vermiş; Yapış­kan diye cevap vermiş. Tekrar:

"Araplar bunu bilmiyorlar mı?" demiş. "Sen Nabiğa'nın ne dediğini duymadın mı?"

"Hayrı hesaplamıyorlar ki ondan sonra şer olmaz şerri yapışkan bir cinsten olduğunu hesaplamıyorlar."

[6] O Muhammed b. Ahmed b. İbrahim b. Keysan Ebul Hasan Na-havidir. Muberrid ve Saleb'ten ders almıştır. İki mezhebi birbirine karış­tırmıştır. Meanil Kur'an adlı bir eseri vardır. Hicri 320'de vefat etmiş.

[7] Muallakatındaki beyittendir. Divan: 121; Şerh Muallaka! Neh-has'ın: 1/39.

[8] Beyit Muallakat'ındadir ve Divanı shf: 121.VeNuhas'm Mu-allakat'ı: 1/39.

[9] Divanı shf: 335-336; El-İsabe: 2/ 473; El-İstiab: 3/ 879; El-Ka-mil; 1/76; Nakduş-Şi'r.shf; 105.

[10] İbni Munzir'in naklettiğine göre Hasan şöyle demiş; Yapılacak her hayır veya iyilik anında onların yanına gelirler ve onları alıkoyma­ya çalışırlardı.

[11] Beyit Muti b. îyas'indır. Abbasi ve Emevı devletlerinde yaşa­mıştır. Lisan mad. Gavl. Mecazu'l-Kur'an: 2/169; Eğanİ: 13/70; Tefsi­ri. Taberi: 23/31; Tefsiri Kurtubi: 15/79; Celisu's-Salih: 1/518. Dr. Hu-li kimseye nisbet etmemiştir.Bahru'l -Muhit: 7/350. Eddad İbni Enbari shf: 163. Tahkikçi nisbet etmemiş.

[12] Hamza ve Kesai'nin kıraatına göredir. İbni Baziş'in el-îknası; 2/745.

[13] Mecazu'l-Kur'an: 2/169; Tefsiru'l-Taberi: 23/32; Tefsiru'1-Kur-tubi: 15/79. Hatiaya nisbet etmiş. Ama vehmdir. Lisanu'1-Arap mad. Nezife. Eğani: 2/13; Bahru'I-Muhit: 7/350. Esved'e nisbet etmiş. Mah-tutada: Edredu'r-reyah ididir. Hatadır.

[14] Amr b. Ebu Rabia Mahzumi'nİndir. Cemil b. Mamer Azri'ye de nisbet edilir. İkisi de onun divanında, sh. 83. Onda birincisi vardır. Bir kısmı şöyle: Şöyle dedi:

"Babamın yaşamına ve kardeşlerimin hürmetine yemin olsun" Vefa-yatu'1-Ayan: 1/370; Şerh Ebyat Muğni Lebib: 2/315.

[15] Divanı.shf: 65; İtb; iki tarafı dikilmemiş gömlektir. Telhis ki-tab şir shf: 120; Durru'l-Masun: 3/684.

[16] Şerh Makamatı Hariri: 1/112. Nisbetsizdir. Muhassasta: 11/11 'de îbni Siyde Ebu Necine nisbet etmiş. El-Cadİyy; Zaferandır.

[17] Urve b. Uzeyne. Medine'nin Ünlü şairlerindendir ve aynı zaman­da hadis ve fıkıh dalında da ün salmıştır. Malik b. Enes ondan rivayet et­miştir. Divanı shf: 368; Eğani: 21/110. Kali'nin Zeyli'1-Emali: 125.

[18] Lisan mad.Tamese.Tefsiri Kurtubi: 17/181; Tefsiri Maverdi: 4/159; Zuhre: 2/829; İbni Enbari Eddat shf: 215.

[19] Beyit Hattabi'nin Garib'il-Hadis'indedir: 2/25. Nisbetsizdir.

[20] Divanı: 125; Tefsiru'l-Kurtubi: 15/86.

[21] Beyit Turfe b. Abd'indır. Divan'ının şerhi: 158; Lisan mad. Ha-raa. Tefsir'ul-Kurtubi: 15/86; Hayavan: 11/53.

[22] Lisan mad. helele. Nisbetsizdir, Cemheretu'1-luga: 3/133; Mücmel: 4/892.

[23] Beyit Tırmah'mdır. Divanı: 302; Tehzib;ul-Luga:.2/20. Lisan mad. Helele. Mahtutede es-Sami'nin yerine es-Sari gelmiş hatadır.1 Bir ke­rede salyası veya tükrüğü gidiyor ve geliyor ve ağzı ıslak oluyor. El-Sa-mİ sıcakta ev yapmak isteyen avcıdır.

[24] Mafdaliyat: 141; Şerh Mafdaliyat Tebrizi: 2/170-672; İhtiyareyn: 94-95.

[25] Yıldız ilmi hususunda nehyedilen şeylerin varid olduğuna ge­lince: Onlardan bazıları şöyle: Hatib'in, Ömer b. Hattab'tan çıkardığı­na göre Rasuîullah'm şöyle dediğini duydum:

"Yidizlartfan herhangi birşey talep etmeyiniz. Kur'an'ı görüşü­nüze göre tefsir etmeyiniz. Ashabıma sövüp küfretmeyiniz ki bu imanın ta kendisidir."

îbni Mürdeveyh, Murhibi ve Hatib'in, Ebu Hureyre'den çıkardığına göre şöyle demiş:

"Rasulullah (s.a.v.) yıldızlara bakıp birşeyler yapmayı nehyetti.

Îbni Ebu Şeybe, Ebu Davud ve Îbni Murdeveyh'in tbni Abbas'lan çı­kardığına göre, Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi demiş:

"Kim yıldızlardan bir ilim iktibas ederse sihirden bir parça ik­tibas etmiş olur." Ve bu ifadeye bir şeyler ekledi ekledi.

Dur'ul-Mensur: 3/329-331; Sünen Ebu Davud: 2905.

[26] Hatib'in Nucum adlı eserinde Ala dan zayıf bir senedle naklet­tiği haber de bunu teyid ediyor. Şöyle demiş; Ali b. Ebu Talib'e yıldız ilminin aslı var mıdır diye sorulur? O da evet der. Peygamberlerden bir peygamber olan Yuşa b. Nun'un kavmi ona, bize insanın yaratılışını ve ecellerini öğretmeyene kadar sana inanmayacağız demişlerdi ve bunun üzerine Allah bir buluta emredip onların üzerine yağmur yağdırdı ve dağın tepesinde saf bir kaynak suyu çıktı ve sonra Allah; güneş, ay ve yıldızlara emredip bu kaynağın akıtmalarım istedi. Ve daha sonra Allah, Yuşa b. Nun ve kavmine, dağa çıkmaları için vahyetti ve kavmiyle beraber dağa çı­kıp orada ikamet ettiler. Orada güneş, ay ve yıldızların akıp gitmeleriyle ya­ratılışın başlangıcını ve ecelleri tesbit ettiler ve hatta gece ve gündüzün sa­atlerini de tespit ettiler. Onlardan birileri ne ^aman öleceğini ve hastalana­cağım biliyordu, kimin çocuğunun olup olmayacağını da biliyordu. Bunlar bu hal üzere epeyce devam ettiler ve ta ki Davud (a.s) küfür üzere onlarla savaştı ve onlar da Davud'a (a.s) karşı eceli gelmeyenlerden savaşçı olarak çıkarmışlardı ve eceli gelenleri de evlerinde saklamış öne sürmüyorlardı .Bu şekilde Davud'un(a.s) askerleri ölüyor ve onlardan hiç kimse ölmüyordu. Bunun üzerine Davud Allah'a (c.c.) şöyle niyazda bulundu:

"Ya Rabbi ben burada hak üzere çarpışıyorum onlar ise sana olan is­yan üzerine çarpışıyorlar ve benim arkadaşlarım ölüyor onların ise hiç öl­müyor. Allah ona şöyle vahyetti:

''Ben onlara yaratılışın başlangıcını ve ecelleri öğrettim, onlar si­ze karşı, eceli gelmeyenlerle savaşmaya çıktılar ve eceli gelenleri de evlerde bıraktılar ve işte bundan dolayı senin arkadaşların ölüyor on­larınki ölmüyor" dedi. Davud (a.s) Allah şöyle dedi:

"Sen onlara bu ilmi ne şekilde ve ne üzerine öğrettin?" diye sorar, Al­lah şöyle cevap verir:

"Güneş, ay ve yıldızların mecrası üzerine ve geceyle gündüzün saatleri üzerine" der. Allah'a niyazda bulunarak güneşi onların gözünün önünden hapsetti ve kaybetti, gündüz vaktini ziyadeleştirdi ve o ziyadelik-te geceyle gündüzde kaybolup gitti ve böylece ziyadelik miktarını da bil­mediklerinden dolayı hesabı karıştırdılar. Ali (r.a) işte bu tür çirkin durum­lardan dolayı bununla uğraşmak kerih görülmüştür" der. İlmin fazileti hakkında, İbni Ebu Hatem ve Murhİbi'nin Humeydi Sami'den naklettik­lerine göre yıldız ilmi, Adem (a.s)'ın ilmidir. Hatib'in îkrime den naklet­tiği bir haberde; İkrime y .İdiz ilmiyle uğraşan birinden şöyle sormuş:

"Adam ona bu konac.a bilgi vermeye çekinir," îkrime, İbni Abbas'tan, İnsanların kendisinden aciz kaldığı bir İlimdir dediğini duymuş. Ve ben onu Öğrermek istiyorum demiş. Hatib'in dediğine göre bu mubah olanı kastet­miş d yor. Murhİbi'nin Hasan b. Salih'ten naktletiği bir haber şöyle:

"Bu ilim insanların kaybettiği bir ilimdir" dediğini duymuş.

[27] Eskaf Necran'ındır. Yemen kiralı Tubbain olduğu da söyleni­yor. Mucemu'ş-Şuara: 339; Beyan vet't-Tebyin: 4/46; Katru'nneda: 15; Behçet'ul-Mecalis: 2/330.

[28] İki beyit te divanında yoktur.

[29] İki beyit te Divanının,zeylinde: 221. Doğrusu ise Arar b. Kü­menin oluşudur. Zehr'ul-Adab: 1/168; Kamil: 1/128. Birincisi Sana-ateyn: 45; Hayavan: 6/503; Ayaru'ş-Şir: 82.

[30] Hasri'nin Zehr'ul-Adab: 1/168; Kamil: 1/128. Birincisi Sana-ateyn: 49; Hayavan: 6/503; Ayaru'ş-Şir: 82.

[31] İbni Rumi'nindir. Divanı: 1/130; Şerh Makamat Hariri:.l/21; Zehru'1-Adab: 1/144; Sanaateyn: 49.

[32] Ebu'l-Atahiye'nindir. Onun şu başlıklı kasidesindendir: Gün­ler senin kervanının yaklaştığını habçr verdiler. İflas ettiğini nida ettiler. Duyuyor musun yoksa sağır mısın? Gördüklerin önünden geçti imam sa­na ilhak edene dek sen baki mi kalacaksın. Divanı: 208; Fevaid Ve'l-Ah-bar, İbni Dureyd sh. 40.

[33] Tefsir'ul-Kurtubi: 11/150. Nisbetsizdir. Ayn'ul-Edeb Verriya-sede, Gadairi'ye aittir. 181: Öncesinde şunlar vardır: Senin hayatın, sa­yılan belirli nefeslerden ibarettir. Senden giden her nefis, bir cüzü eksil­tiyor. Eksilmelerle sabahlar ve onun gibi de akşamlarsın. Malın bir ma­muldür ve sen ondan faydalandığım hissediyorsun.

[34] Mahtutada cariyetun'dur, hatadır. O, az rastlanan cahili bir şairlerdendir. İhtiyareyn sh: 70, Mafdaliyat: 46.

[35] İsmi el-Hadde'dir ve nüshada el-Cariye'dir, ama matbaa hata­sı vardır. İyi bir cahiliyye şairidir. İhtiyareyn shf: 70; Mefdaliyat shf: 46.

[36] Ya'nın zammesiyle "Yuzeffun" Hamza'nın kıraatma göredir ve diğerleri fethayla okumuşlar. İthaf, shf: 369.

[37] Esved b. Yafur'undur. Divanı sh: 19, Mecalisu's-saleb: 59. Mu­hakkik Abdusselam Harun nisbet etmemiş. Emali'ş-şeceriyye: 1/357, Ras-fu'1-melani: 487.

[38] İki beyit te Divanında sh.: 27.

[39] Hemzetu'1-vasl ile olan kıraat İlyas b. Amr'ındır ve diğer kı­raatlere muhaliftir.İthaf. shf: 370.

[40] Cahiliyede meşhur şairlerden biridir. Abdullah b. Ced'an Te-mimi'ye hicv yapıyordu. Ama onu görmemiştir. Ama onu gördükten sonra onu hicvetmekten vaz geçmiş ve pişman olmuş.

[41] Ricz, Raube b. Accac'ındır. Divanının Mülhakatı: 191; MuV tedeb: 2/221; Kitab Sibeveyh: 1/289; Şutu Sanaatu'1-İrab: 2/460; Mean" Ferra: 2/392.

[42] Bu ayet sureden değildir. Müelif bu sureden olup olmadığım ka­rıştırmıştır. Ve Enbiya suresi 87. ayettir. Tamamı şöyledir: "Zannun kı­zarak gittiği zaman."

[43] İbni Abbas'tan.nakledilen bir rivayette Nafi b. Ezrak "Mulim" hakkında ona sorduğunda şöyle cevap vermiş; Hata eden ve suç işleyen manasındadır.

. "Araplar bunu beliyor mu?" diye sorar o da: "Evet" der ve "Umcyye b. Salt'm şöyle dediğini duymadın mı?" der: "Afetlerden beridir ve onun hiçbir ehli yoktur lakin mulim kötü ve gü­nahkardır."

[44] Ragıp Isfehani'nin Muhadarat'ul-Edibba'sı: 1/379. Müellif gibi onu, Esedi'ye nisbet etmiş. Hayavan: 3/475; Beyan ve't-Tebyin: 3/320. mahtutede velem ulumkı yerine yamera gelmiş hatadır.

[45] Beyit, Sahr'ul-Ğay Huzeli'nindir. Mean'il-Kebir: 2/729; Di­van 'ul-Huzeliyin: 2/53.

[46] Umeyye b. Ebu Salt bu konada şöyle bir şiir söylemiş; "Allah'tan bir rahmet misali orada bir kabak türü bitki çıktı, Allah'ın bu rahmeti olmasaydı helak olurdu."

[47] Beyhaki Şuab'ta, Abdubnu Humeyd, İbnİ Munzir ve İbni Ebu Hatem'in Mücahid'ten naklettikleri bu ayet hakkındaki bir görüşü şöy­ledir; Kureyş kafirleri şöyle dedi; "Melekler Allah'ın kızlarıdır," Ebu Be­kir de onlara, "peki anaları kimdir?" diye sordu. Onlar da, "Cin reisleri­nin veya liderlerinin kızlarıdır" derler ve bunun üzerine Allah şöyle bu­yurur:

"Şüphesiz cinlerde biliyorki bir gün onlar hesap yerine getirile­cekler."

[48] Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 2/236-256.