NECM SURESİ[1]

 

1- "Battığı zaman and olsun yıldıza."

Bir rivayete göre bu yıldızlar Rasulullah (s.a.v.) zama­nında belirli bir zamana doğru akıp giden veya biten yıldız­lardan bir rivayete göre bundan murad olunan yıldızların cin­sidir. Battığı zamana Rabbimiz and etmiştir. Çünkü bunda tevhide bir işaret vardır. Aynen İbrahim'in (a.s.) kıssasın­da da olduğu gibi. Bir rivayete göre arap dilinde necm sü-reyya manasındadır. Şöyle dedi:

"İkizler burcu yükselip yıldız doğduğu zaman fıratın bütün sığ yerleri geçit olur. Emir onun izniyle benim iznim üzerine orayı, terketmediyse dilediğim zaman ben güç ye-tiririm."[2]

And için Süreyya'yı tahsis etmesinin sebebi ise onlar bu­nu çeşitli işlerde[3] bunu alamet olarak kullanıyorlardı ve onur parıltısı ışığı daha çoktu.

Ömer (r.a.) Abbas (r.a.) ile yağmur yağması için istiska yapmak istediği zaman Abbas'a: "Ey Rasulullah'ın (s.a.v.) amcası Süreyya'nın yıldızlarından kaçı kaldı" diye sorardı.

O, Süreyya şeklinde küçültme ismiyledir. Suruyya ile ge­len yağmur bereket, bolluk ve servet olduğun Enneda inde nev'iha[4] denilir.

İbni Manzur'a göre Süreyya yıldızlardan biridir ve ışık veya parıltıların çokluğundan Süreyya denilmiştir. Bir riva­yete göre çok küçük görünmekle beraber yıldızlarının çok­luğundan Süreyya denilmiştir. Züccac (enva) adlı kitabın­da şöyle demiştir: "Bazı mümin müneccimleri (yıldız alim­leri) Süreyya'ya battığında veya batmaya yüz tuttuğunda akabinde akrep burcunun çıktığını zannetmişler.

Buna göre: Yani arkadaşınız öyle biridir ki; Dinin kaç burcu ona delalat etmiş ve gerçekten o hak bir peygamberdir.

Bazıları da bunun doğumundan dolayı çıktığını zannet­mişler.

Eğer mizan (terazi) ise: Muhakkak ki batmaya doğru gitmeyi veya yüz tutması demek aynı batış demek değildir ancak ona gidiştir. îşte o zaman mizan (terazi) burcu çıkmış olur.

İşte bu Öyle bir hastalık ve saçma sapan bir konuşmadirki Galinus'un sevdasını çözümleyip halledemiyor.

6- "O aklında ve kavranışında kamil bir melektir."

Akli ve davranış melekesi son derece mükemmel idi.

Cerir de şiirinde (mirre) kelimesini bu anlamda kullan­mıştır:

"Zamanın uzaması bende eksik olan mükemmellik me­lekesini de tamamladı ne de sütünü sağanı ısıran devenin diş­lerinin kökünü inceltti."[5]

6- "Hemen kendi aslı suretine girip doğruldu." Yani yükselip kendi mekanına gitti. Bir rivayete göre as­lı suretine döndü demektir. İşte bu suretiyle Rasulullah Cebrail'i ufuklarda gördü ki buna şu ayet işaret etmektedir:

7- "İşte o zaman, kendisi en yüce bir ufukta idi." Yani Rasulullah ve Cebrail o en yüce ufukta istiva etmiş­lerdi. Burada hazf daha uygun görülmüştür ki tekrar olma­sın.

Şair de bu anlamda şiirinde ifade etmiştir.

"Görmüyor musun Neb ağacının dal ve kütükleri serttir. Ve eğilip bükülen ile sert olan bir değildir."[6]

Yani o (neb) ve hini istiva etmemişler. İşte orada tekrar­dan dolayı hazf yapılmıştır. Bir rivayete göre (ve huve bil ufuki)'den kasıt sadece Cebrail'dir (a.s.). En bariz olan gö­rüş te budur.                                                           ,

8- "Sonra ona yaklaştı ve sarktı."

Bu görüş üzerine bunu yapan Cebrail'dir.Yani vahy ile beraber veya getirerek yer yüzüne indi. Birincisine göre yaklaşan kişi: Cebrail'e yakınlaşan Muhammed'dir (s.a.v.) Ayette geçen et-tedella: İnmek ve sarkmak anlamındadır.

Lebid şöyle dedi:

"Onun üzerine konvoy veya kafile gönderdim ve yerin üzerinde ise artık güneş batmış ve karanlık çökmüştü."[7]

9- "İki şey kadar yahut daha yakın oldu."

Kavseyni: İki yay miktarı dernektir.

Ebu Hayye Numeyr de bu manada söylemiş:

"Yumuşak bir rüzgarın esintisinin onun İçin esmesiyle onun hareket edip gelmesiyle Halil ona ulaşıyor. Uzak olan yanı bir mızrak vuruşu kadar yoktur."[8]

Züccac[9] şöyle demiş: Ayette: Fekane edna makabe kavseyni dememesinin sebebi kelamda kesinlikle şüphe ol­madığından dolayıdır.

Çünkü mana şöyledir: Sizin takdir ettiğiniz ölçüp biçti­ğiniz iki yay miktarı yahut ona yalan bir miktardır. Daha ön­ce buna benzer misaller[10] geçmişti.

10- "Allah vahy ettiği şeyi bunun üzerine vahyetti."

Yani gözleriyle gördüğü şeyi kalbi de yalanlamadı. O bir kalp görüşüdür ki ilim ve kesinlik manasmdadır. Zira vah­yin mahalli kalptir. Şu ayette de belirtildiği gibi:

"De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Al­lah'ın izniyle Kur'an'i senin kalbine bir hidayet rehbe­ri, önee gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir."                (Bakara: 2/97)

12- "Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tar­tışacak mısınız?"

Yani onu hala onun ilimi ve kesinliği üzerine inkar mı ediyorsunuz?

Muberrid'in dediğine göre şöyledir: Onun gördükleri hakkında hala onunla çekişiyor musunuz?

17- "Muhammed'in gözü kaymadı ve kamaşmadı."

Ayette peçen (zağel baser) gördüğü şeyden kayıp şaşma­ması demektir ve matağa ise istenilen şeyden dolayı gözün kamaşmasidır.

19- "Gördünüz mü lat ve Uzza'yi?"

Lat: Sakif kabilesine mensub bir puttur. Uzza ise Gata-fan kabilesinin taptığı bir ağaç putudur.

20- "Ve üçüncüleri olan öteki Menafi."

Menat: Dişi olarak adlandırdıkları Huzeyl ve Huzaa ka­bilesine mensup taştan olan putun ismidir. Putlarını dişi olarak nitelendirmelerinin sebebi meleklere benzeterek ve zanlanna göre Allah'ın kızları olduğu içindir. Bunun üze­rine AUahu Teala şu cevabı vermiş:

21-22- "Demek erkek size dişi Allah'a mı? O halde bu insafsızca bir taksim."

Ayette gelen diza kelimesi Cairetun (hemze ile) yani zalimce haksızca bir paylaşım demektir.

Birincisi için şöyle dedi:

"Beni Esed hükümleriyle insafsızlık yaptılar. Çünkü on­lar başta olana günah addetmekten yüz çeviriyorlar."[11]

İkincisi için:

"Eğer bizden uzaklaşırsan payını eksiltiriz. Eğer salkın-san senin payın azdır ve burnun yere sürünür."[12]

Diza kelimesinin vezni fu'la üzerinedir. Zira nallarda fi-ala vezni yoktur ama dad harfinin kesre yapılması ya'dan dolayıdır ki buna benzer bir misal daha vardır: Hiyka kelime­si bu bağlamda: Gururlu ve kibirli şekilde yürümektir.

Kusa kelimesinin vezni Kisa Duka'nınki dika'dır. Böy­le bu vezinde gelmelerinin sebib el-Ekyes ve el-Edyak ke­limelerinin te'nis olduklarındandır. Bundan dolayı şu keli­meler ten'nis olduğundan biyde ve iyne denilmiş aslında şöy­le olması gerekirken bude ve une (ehmer ve humr gibi) gi­bi ama tenisden dolayı yukarıda verildiği gibi gelmiş.

24- "Yoksa her arzu ettiği şey insanın mı olacaktır?" Yani her istediği şey erkek mi olacak?

32- "Ufak tefek kusurları dışında, günahın büyükle­rinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbin, affı bol olandır."

Ayette geçen el-Lemem kelimesi küçük günahlar de­mektir.

Bir rivayete göre el-Lemem istemeden ve adet edinme­den ufak tefek bazı günahlara saplanmaktır.

Bir rivayete göre el-Lemem fiili zinanın haricinde olan kadınlarla aşikare konuşup flört etmek ve beraber olan se­vişmeleridir.

Yemen'li Veddah için söylenen bu şiirde de ellemem bu

anlamda kullanılmıştır:

"Bir gün sevgiliye benimle yatar mısm dediğimde, tebes­süm ederek: Haram olan fiilden Allah'a sığınırım." dedi. Et­rafında dönüp Allah'ın ruhsat verdiği aşıkane konuşmalar ve öpüşmelere razı edene dek bana bir şey tattırmadı."[13]

33- "Gördün mü arkasını döneni?" Bu kişiden kasıt As b. Vaü'dir.

34- "Azıklık verip sonra vermemekte direneni?" Lisanıyla olan hayır hasanatlar. Ekda'dan kasıt vereni-

de menetti ve daha sonra tamammen kesti.

37- "Ve sözünü yerine getiren İbrahim'in sahifelerin-dekiler?"

Bu kaide ona musebbeb (ona sebeb olan) olanın ismiy­le sebeb olanın isimlendirilmesi olan kaidesine göredir. Manası şudur:

Söylediği zaman yapar veya dediği şey vaki oldu anla­mındadır.

"Bu, bazı muvellidinlerin sözü gibidir. Mübarektir, gör­düğü zaman rızıklamr."[14]

41- "Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir."

Cezeytuhu elcezae şeklinde gelmesi cezeytuhu bilceza-i'den daha fasih ve beliğdir. Bu kaideye göre ayette geçen şekil en fasih olan şekliyle gelmiştir. Her iki şekli de şair şi­irinde cemetmiştir:

"Şayet Alkame b. Seyf'in yaptığının karşılığında ceza versem, ona tek bir günün belasının cezasını vermem. Sabi'in sevgisine yabancıdır. Beni muhterem adamız müstağni ola­na attığı şekilde attı."[15]

43- "Doğrusu güldüren de ağlatan da odur."

Ayette geçen edhake güldürüp mutlu eden ve ebka ise hü-zünlendirip ağlatan demektir. Bir rivayete göre insanla ya­ratılan gülme olarak yarattı. Mücahid'in dediğine göre: Yay'a çift kiriş takılması misali gibidir. Bir rivayete göre Ne­batatı bitirmekle yeri güldürüldü (adete güler gibi olması). Göğü de yağmur yağdırmakla adeta ağlar misali yaptı.

İktibas yapan bazıları bu tür iktibası bu görüşten esinle­nerek iktibas etmiş ve şöyle şiirlerinde dile getirmişlerdir.

"Kulunu ağlatan ve güldüren, açken doyurdu ve korku­dan emin kıldı.

Alınacak kalbimin dışında keşke kalp olsaydı maalesef rahman olan göğsümde iki kalp yaratmamıştır."

46- "Rahme atıldığında oluşan nutfeden"

Min nutfetin iza tumna'dan kasıt akıtılıp rahime atılan de­mektir. Bir rivayete göre yaratılıp takdir edilen demektir.

48- "Zengin eden de varlıklı kılan da O'dur." Eğna, zenginlik Ekna ise varlıktır.[16] İkisi de malın aslı­dır.

49- "Doğrusu odur şira yıldızının rabbi."

Şira yıldızı Huzaa kabilesinin taptığı parlak bir yıldızdır. Şira kelimesinin müzekker olarak gelmesi parlaklık ve bü­yüklük bakımından tek olduğu içindir. Yerinde sabit olan yıl­dızlarda şira yıldızına yakın parlaklık ve büyüklükte olan yoktur. Bundan dolayıdır ki Ebu Kebşe ilk kez şira yıldızı­na ibadet etmeyi icad etmiştir. Bundan dolay ıda Rasulullah, Ebu Kebşe'ye benzetilmiştir.[17]

Bundan dolayı araplar şiddetli sıcakları şira yıldızına nisbet edip izafe etmişlerdir.

Böylelikle bazı sapık adi müneccimlerin sözlerinde bu ko­nuda bazı vesveseler vardır. Hatta onların bazılarından şöy­le zikredilmiş güneş yükseklik derecesindeki noktasına ulaştığı zaman bütün kuvvet ve tesiriyle dünyayı sarar ve ona hakimiyet sağlar (sıcaklık yönünden) ve deniz seviyesi yük­selip taşar dehr yer kesat olur, yorgunluk şiddet ve zorluk yok olur bütün herşey boşa gider ve güzelliğin tabiatı dumu­ra uğrar. Bunu diyen kişi perde arkasına yıldız namye bakan ve bu dedikleriyle yıldız bilimcilikle uğraşan sanat karları üzer. Elbetteki güneşin uzaklık noktası dünyaya karşı sabit bir noktadadır onların yanında.           ı

Merhum emir Almaza hakkında bu ilimle uğraşıp şöhret, mal ve servet peşinde koşan bazı yazarlar bu konuyu nazım halinde şöyle dile getirmişler:

"Güneş ısı derecesi bakımından son durak noktasını aş­tı. Bu galebe ve üstünlük malik olan herkes içindir. Yoru­cu hareketler devam etemez, güneş ısısıyla uzaklaşmak ha­li durgundur."

Bunu diyen şahıs şi'ra yıldızın nasıl seçip söylediğini id­rak etmiyor ki kıraliyet merkezinin tam orta noktasını belir­ten kendisi sanki geliş gidiş uzaklık noktasındadır hareket edemiyor şeklindedir.

Bu alim ölüm ve hayatla damgalanmış olması bezen­mesi yırtıcıların da pençe ve azı dişlerine sahip olduğu amellerinde değişikliğe ve tahvile maruz kaldığı sürece bu­nu diyen kişinin sözü muhaldir. İnsanlar arasında olan ihti­laf noktaları maslahatlarının müşterekliğindendir. Eğer in­sanlar bolluk ve yoklukta, zenginlik ve fakirlikte eşit olsa­lardı helak olurlardı.

53- "Altı üstüne gelen kasabalarımda devirip yıkmıştı."

El-Mu'tefiketu ehva'dan kasıt: Lut'un (a.s.) kavminin al­tüst olan şehirleridir. (Ehva'dan) kasıt Cebrail (a.s.) onları köyleriyle semaya kaldırıp daha sonra aşağı bırakmıştır.

57- "Yaklaşan yaklaştı." Yani kıyamet günü yakınlaştı.

58- "Onu Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur."

Yani onların yaptıkları işler ve amelleri Allah'tan başka kimse tesbit edip açığa çıkaramaz. Bir rivayete göre açığa çıkara onların şiddet ve zorluklarıdır.

(Kaşifeha) üzerine gelen (ha) harfi kaşifetun kelimesin-nin mastar olduğundan ötürüdür. Afiyetun ve akibetun mi­salidir.

61- "Ve siz habersiz oyalanmaktasınız."

Ayette geçen (samidun) kelimesi sakin, sessiz sönmüş ve ölmüş manasındaki hamidun anlamındadır.

Rema el-Hidsan şöyle demiş:

"Rema'l-Hidsan, kadınların kendisini oyaladıkları mik-tarınca, Ali Harbin kadınlarını oyaladı. Onların siyah olan şuurlarını beyaza çevirdi ve beyaz olan yüzelerini de siya­ha çevirdi."[18]

 

 



[1] Buhari ve Müslim'in ibni Mesut'tan çıkardığına göre şöyle de­miş: "Ve'n-Necrn suresi içinde secde inen ilk suredir. Bu sure nazil ol­duğu zaman Rasulullah (s.a.v.) ve eline bir avuç toprak alıp üzerine sec­de eden bir tek adam müstesna bütün insanlar secdeye kapandı. Daha son­ra o kişinin kafir olarak öldürüldüğünü gördüm. Ve o da Ümeyye b. Ha­leftir. Feth'ul-Bari: 8/614; Müslim: 576.

[2] Beyitler Abdullah b. Subret'el-Kureyşi'nindir. Veya Eğer b. Ab­dullah'ındır. Hamaset'ul-Basriyye: 1/7; Şerh Tebrizi: 2/19; Tezkiret's-Sadiyye: 70.

[3] Hadiste şöyle gelmiştir; Yıldız sabahleyin doğduğunda veya çık­tığında bütün beldelerin üzerinden afetler kalkar. Ebu Davud çıkarmış­tır. Keşfu'1-Hafa: 1/102; Taberani Mucemu's-Sağif'de shf: 7O'te şu la­fızlarla çıkarmış: "Yıldız yükseldiği zaman bütün beldelerin üzerinden afetler kalkar." Zayıflık vardır. Ahmed'in çıkardığında şöyle geçer: "Yıldız doğduğunda hiç bir bela veya musibet yoktur ki kalkmasın. Necm süreyyadır." Müsned: 2/388. Ahmed ve Beyhaki'nin Osman b. Ab­dullah b. Süraka'dan onun da İbni Ömer'den naklettikleri İbni Ömer şöyle demiş: "Rasulullah, bela ve afetlerden emin olunana kadar hadis­te semerelerin alım ve satımını nehyetmişti." "Bu ne zaman olurdu ya Ebu Abdurrahman denildi?" O da: "Süreyya yıldızı doğunca" dedi. Sahavi Ma-kasidul Hasene shf: 40; Müsned: 2/42.

[4] İbnİ Manzur şöyle demiş: "Süreyya, yıldızlardan biridir. Işık ve parıltısından dolayı böyle adlandırılmış. Bir rivayete göre görünümleri­nin küçüklüğüyle beraber yıldızlarının çokluğundan dolayı böyle ad­landırılmıştır. Lisanu'1-Arab madd. Sera.

[5] Beyit divanında shf. 457 dedir.

[6] Beyit Cerir'indir. Ferra'nın Meani'l-Kur'an'ı: 3/95. Muhakkik nisbetsiz bırakmıştır. Celisu's-salih: 2/64. Tahkikçi nisbetsiz bırakmış­tır. Darairuş şir(İbni Usfur) shf: İSO; Tef Kurtubi: 17/85. Musahhih nisbetsiz bırakmıştır.

[7] Divanı sh. 145; Tefsir'ul-Kurtubi: 17/89.

[8] Birincisi Bahr'ul-Muhit: 6/194. Nisbetsizdir. İdahu'ş-Şir: 524. Lasan mad: Reyede. Nisbet etmemiş. Hazenet'ul-Edeb: 6/554; Şerh Eb-yat Muğni Lebib: 3/148. İkincisi Mean'il-Kebir: 2/784.

[9] Züccac Meanil Kur'an ve İrabı: 5/71.

[10] Saffat süresindeki 147. ayete bakınınz. Züccac Meanil Ku­r'an ve irabı: 4/314.

[11] Beyit İmriu'l-Kayse nisbet edilmiş. Divanında yoktur. Tefsir'ul-Kurtubi: 17/102; Ruh'uj-Meani: 27/57; Bahr'ul-Muhit: 8/1554. İbni Abbas'tan nakledildiğine göre Nafi b. Ezrak ona:

"'Diza' nedir?" diye sordu. O da:

"insafsızca haksızca" demiş.

"Araplar bunu biliyor mu?" der."O da:

"Evet" der. "Sen İmri'ul-Kays'm az önceki şiirini duymadın mı?" der.

[12] Lisan mad. Deneze: Tefsir Maverdi: 4/126; Tefsir'ul-Kurtubi: 17/102.

[13] Eğani: 6/39. Lisan madd.nevele. Uyunul ahbar: 4/100; Sima-rulKulubshf: 110.

[14] Bulamadım.

[15] Beyitler, Behra'dan olup ismi Fedekİy b. Abed adında birinin­dir. Alkeme b. Seyf Atabi'nin yakınnıdaydı. Develeri çalındı. Alkame de­velerini ona geri getirmek istedi ama muvafakat etmedi. Kendi devele­rinden yüz deve çıkarıp ived olarak ona verdi. Şerh'ul-Hamese: 4/70; Li­san. Lemem. Hayavan: 3/468; Beyan ve't-Tebyin: 3/233. Birincisi Tef-sir'uI-Kurtubi: 17/115.

[16] İbni Abbas'm dediğine göre eğna: Fakirlikten müstağni kılmak­tır. Ekna ise kendisiyle kanaat ettiği mal varlığıdır. "Araplar bunu bili­yor mu?" dedi. O da:

"Evet, Sen Antereta'l-Absi'nin sönü duymadın mı?" der. Hayanı ta­kın senin baban yoktur. İyi bil öldürülmesem bile ben Ölecek biriyim.

[17] İbni Abbas'tan nakledildiğine göre bu ayet Huzaalılar için na­zil olmuştur. Onlar şiraya ibadet ediyorlardı. O, ikizler burcunun peşin­den gelen yıldızlar.

[18] Beyitleri söyleyen hakkında ihtilaf edildi. Fuddale b. Şeri-kin'dir denildi. Ramal hidsen'in olduğu söylendi ve Abdullah b. Zübe-yer Esedi'nin olduğu söylendi. Sanaateyn: 344; Mu'cem'uş-Şuara: 309; Hazanet'ul-Edeb: 2/264. Lisan madsemede. Şerh'ul-Hamase Tebrizi'nin: 2/4.

Taberani'nin İbni Abbas'tan çıkardığına göre Nafi b. Ezrak ona bu ayet hakkında sordu. O da:

"Es-Semud: Eğlence ve batıldır" der.

"Arapalar bunu biliyor mu?" der. O da:

"Evet, Sen Huzeyle binti Bekr'in, Ad kavmine ağlayıp şöyle dediği­ni duymadın mı?" der.

"Keşke Ad Kavmi hakkı kabul etseydi de inkarcı olmasalarda. Denil­di ki: Kalk onlara bak sonra onlar hakkındaki oyalanma ve batılı terket."

Muhammed Ebu’l-Hasan En-Nisaburi, Vedehu’l Burhan, Tevhid Yayınları: 2/363-372.