ALTINCI BÖLÜM İBN TEYMİYE'NİN TALEBELERİ
IBNTEYMIYE'NİN YERINI TUTAN BUYUK TALEBESİ HAFIZ İBN KAYYIM
Talebeleri ve Çağdaşlarının İtirafları:
Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin talebelerinin ve
ondan ilim öğrenenlerin sayısı pek çoktur. Onun çalışmalarının, davetçi bir
ömür geçirmesinin, etkili ve yüksek şahsiyetinin bir sonucu olarak; kendi
devrine derin bir şekilde etki yapması, çevresine sevenlerinden ve öğrencilerinden
büyük bir kalabalığın toplanması pek tabiî idi.
Ama onun medarı iftiharı
olan talebesi ve onun bilgilerini düzenleyip yayan Hafız İbn
Kayyim'in sahip olduğu özellik ve imtiyaz,
öğrencilerinden hiçbirinde yoktur. O hayatı boyunca hocasının yanından
ayrılmamış, son nefesine kadar onunla beraber olmuştur. Hocası öldükten sonra
da onun tutumu ve meşrebi üzerinde yürümüş, onun sevgisi ile ve ona bağlılıkla
mest olarak yaşamıştır.
Onun ilmî hizmetleri,
değerinin yüceliği, muhteşem meziyetleri, kendisi üzerinde ayrı bir kitap
yazmayı; onun eserleri ve ilmî araştırmaları üzerinde genişçe incelemede
bulunmayı gerektirirdi. Fakat şaşılacak şey şu ki onun hayatıyla ilgili çok az
bilgi ele geçmiştir. Değerli ve ünlü talebesi Hafız İbn
Receb Hanbelî'nin daha çok Tabakât el-Hanâbile kitabının
dipnotunda onun hakkında yazdıkları nakledilmektedir. Aslında o kendi hayatını
ve kişiliğini hocasının, üstadının hayatı içinde öyle kaybetmişti ki,
kendisinin herhangni ayrı bir varlığı ve kişiliği
göze çarpmıyordu. Burada biz onun hayatından ele geçebilen
bilgileri vereceğiz.[1]
Adı Muhamnıed, künyesi Ebu Abdullah,
lakabı Şemseddin, ünvânı Zür'î'dir. Babasının adı Ebu
Bekir b. Eyyûb'dur. Şam'da doğdu, burada yaşadı ve
burada toprağa verildi. Babası Cevziyye medresesinin
yöneticisiydi. O medreseye nispetle ona, İbn Kayyim el-Cevziy-ye ve daha
kısaltılmış olarak İbn Kayyim
denilir.
İbn Receb'in anlattığına göre
o, H. 691'de doğmuştur. Şihab Nablûsî,
Kadı Takiyyüddîn Süleyman, Fâtıma
binti Cevher, İsa b. Mut'im,
Ebu Bekir b. Ab-düd-dâim ve
benzeri dönemin âlimlerinden hadis dinlemiş, Hanbelî
mezhebi fıkhında maharet elde etmiş ve fetva verme görevine başlamıştır.
Daha sonra Şeyhülislâm
İbn Teymiye'nin eteğine
öyle yapışmıştır ki, ölünceye kadar ondan ayrılmamıştır. Allâme İbn Kesîr şöyle yazıyor: "Hafiz
İbn Teymiye H. 712'de
Mısır'dan dönünce Hafız İbn Kayyim
ona öyle yakınlık duydu ve öyle beraberlik kurdu ki, ölünceye kadar ondan
ayrılmadı."[2]
Hafız İbn Receb şöyle yazıyor: "O
bütün islâmî bilgilerde yetenekliydi. Fakat tefsir
kolunda onun bir benzeri yoktu. Usûlü din konusunda da en yetkili kişilerdendi.
Hadis, hadis-fıkhı ve hüküm çıkarmadaki inceliklerde ona denk biri göze
çarpmıyordu. Fıkıh, usûlü fıkıh, arapça ve kelâm
ilminde de üstün bir seviyeye ulaşmıştı. Tarikat ilmine ve tasavvuf ehli
kişilerin işaret ve inceliklerine de haylice vakıftı. Ben; Kur'an
ve sünnetin ne demek olduğunu, inceliklerini ve iman gerçeklerini ondan daha
iyi bilen birini görmedim. O kusursuz, günahsız değildi. Ama ben bu
özelliklere sahip onun gibi birini görmedim."
Allâme Zehebî de şöyle diyor: "İbn Kayyim, hadis metinleri ve hadis ricalini bilmeye çok ilgi
duyardı. Fıkıh meseleleriyle de çok meşgul olur, o meseleleri çok geniş ve
detaylı olarak yazarak, Arapça dilbilgisini öğrenmekte, fıkıh usûlünde ve
hadis usûlünde çok maharetli idi."[3]
"Hafız İbn Receb anlatıyor: "O; çok
ibadet eden ve gecelerini çok uyanık geçiren biriydi. Namazları uzun ve huzur
dolu olurdu. Her zaman zikreden, çalışan, uğraşan biriydi. Onda Allah
sevgisinin bir coşkusu ve cezbesi, kulluğun özel bir hali vardı.Yüzünde ilâhî
huzura yönelme, yoksulluk, acizlik ve boynu büküklüğün nuru görünürdü. Bu hal
içinde ben onu başkasına benzemeyen bir insan olarak gördüm. Çeşitli kereler
hac yaptı. Bir süre Mekke'de kaldı. Mekkeliler onun çok ibâdet edişinin ve çok
tavaf edişinin insanı hayrete düşüren hallerini anlatmaktadırlar."
Allâme İbn Kesîr, kendi yazdığı tarih kitabında şöyle diyor:
"Hafız îbn Kayyim, çok
sevimli bir insandı. Ne kimseye hased eder, ne
kimseye eziyet eder, ne bir kimsenin ayıbını ortaya çıkarır, ne de bir kimsede
kusur arardı. Ben onun en yakın arkadaşı ve sevdiği bi-
riydim. Bizim zamanımızda dünyada ondan daha fazla ibadet
eden ve çok nafile ibadet yapan biri var mıydı bilmiyorum. Namazını uzun uzun kılar, rükû ve secdeleri çok uzatırdı. Bazı kereler
dostları ona kızarlardı ama o, bunu terketmezdi.
Sözün kısası şu ki, o; genel olarak bütün yönleriyle benzeri az bulunabilen
biriydi.[4]
Hocası ve üstadı gibi
o da musibetlere uğrayıp imtihana tabi oldu ve mücahede
kademelerinden geçti. Son olarak üstadı İbn Teymiye kale içinde hapsedilince o da hapsoldu
ve ondan ayrı bir yere konuldu. Üstadının vefatından sonra serbest bırakıldı.
Bütün bu tutukluluk süresi içinde o, Kur'an
okumakla, mânalarını düşünmekle, ne demek istediğini düzenli şekilde incelemeyle,
metodlu bir bakışla araştırmakla meşgul oldu. îbn Receb şöyle yazıyor:
"Bu tutukluluktan
o çok fayda elde etti. O, zevk ve hak ehlinin sağlam bilgilerinden o kadarım
elde etti ki; bununla marifet sahiplerinin bilgilerini, o bilgilerin inceliklerini,
derinliklerini anlamak ve anlatmak ona kolay geldi. Onun eserleri bu konularla
doludur.[5]
Alimlerden büyük bir
topluluk ibn Teymiye'den, hayattayken
ve o öldükten sonra ilim öğrendiler ve ondan faydalandılar. Bu asrın büyük
bilginleri ona çok değer verirler, ona talebe olmayı şeref kabul ederlerdi.
Onun talebelerinden
olan İbn Abdülhâdi ve İbn Receb gibi çok ünlü büyük
bilginler vardır. Kadı Burhaneddin Zür'î'nin onunla ilgili şu sözü vardır: "Bugün gökkubbe-nin altında ondan daha
fazla geniş bilgili bir insan görülmemektedir." [6]
Hafız İbn Kayyim bir süre Sadriyye medresesinde ders okuttu. Cevziyye'nin
imamlığı (yöneticiliği) uzun süre boyunca ona havale edildi. O kendi kalemi ve
kendi eliyle pek çok kitap yazdı. İbn Receb diyor ki: "O; yazmaktan, okumaktan ve eser telif
edip kitap satın almaktan çok hoşlanırdı. Bunun sonucu idi ki büyük bir
kütüphane meydana getirmiş, orada pek çok kitap toplamıştı. Kütüphanesindeki
pek çok kitap, onun kendi eliyle başka kitaplardan istinsah ettiği kitaplardı. [7]
Onun eserleri metodlu oluş ve tertipli yazılış bakımından hocası Hafiz İbn Teymiye'nin
eserlerinden daha üstündür. Bunun dışında onun kitaplarında tasavvuf
tatlılığı, akıcı ifade ve insan ruhuna işleyicilik daha çok bulunmaktadır.
Herhalde bu onun tabiatının ve ruhî yapısının bir sonucudur. Onun ruhi
yapısında celâl, (otorite ve haşmet)den daha çok cemâl (hoşgörü-nüm) vardır. [8]
Onun eserlerinin
listesi uzundur. Bunlardan en önemli olanları aşağıda sıralanmıştır:
Tehzîb-i Sünen-i Ebî Dâvûd.
Medâricü's-Sâlikîn Beyne Menâzil-i İyyâke Na'bü-dü ve İyyâke
Nestaîn: Bu eser Şeyhülislâm Abdullah Ensârî'nin, Menâzilü's-Sâirîn
isimli eserinin şerhidir. Tasavvuf ve Tarikat hakkında en güzel kitaplardandır.
Zâdü'1-Meâd fi Hedy-i Hayri'1-îbâd: Bu eser üzerinde biraz sonra geniş bilgi vereceğiz.
Cilâü'l-İfhâm fî's-Salâti ve's-Selâm Alâ Hayri'l-Enâm.
İ'lâmü'l-Muvakkıîn an Rabbilâlemîn: Bu eser fakih-ler ve fetva ehli olanlar ve hadisle meşgul olanlar için
büyük bir bilgi hazinesidir ve onun en önemli eserlerin-. dendir.
el-Kâfiye eş-Şâfıye fi'1-întisâri li'1-Firkati'n-Nâciye.
es-Savâiku'1-Mürsele Ale'l-Cehmiyyeti
ve'1-Muattaa.
Hâdi'l-Ervâh İlâ Bilâdi'l-Efrâh: Cennetin durumu ve tesîri üzerine.
Kitab ed-Dâi
ve'd-Devâi.
Miftâhu Dâri's-Saâdet.
İctimâu'l-Cüyûşi'l-İslâmiyyeti Alâ Gazvi el-Muat- talâti ve'1-Cehmiyyeti.
Uddetü's-Sâbirîn ve'z-Zâhiretü'1-Şâkirîn.
Bedâiu'l-Fevâid.
el-Kelimü't-Tayyibüve'1-Amelü's-Sâlihü. Tuhfetu 1-Vedûdi bi-Ahkâmi'1-Mevlûdi.
-ö Kitâbu'r-Rûh.
Şifâü'1-Alîl fî Mesâili'l-Kazâi ve'1-Kaderi vel-İIik-mesti ve't-Ta'lîl.
far. Nefhatü'l-Ervâh ve Tuhfetü'l-Efrâh. el-Fevâid.
iv et-Turuku'1-Hikemiyyetü fi's-Siyâseti'ş-Şer'iyye. . el-Cevâb el-Kâfî Limen Seele Ani'1-Devâi'ş-Şâfî.
Ravdatü'l-Muhibbîn ve Nüzhetü'l-Müştâkîn. Lehfân fî Mekâyidi'ş-Şeytân. Tarîku'l-Hicreteyn ve Bâbü's-Saâdeteyn. [9]
Hicri 791 yılı Recep
ayının 23 ünde Çarşamba günü gece vefat etti. Bir gün sonra öğle namazından
sonra Cami-i Kebir'de cenaze namazı kılındı ve Babu's-Sağir kabristanına defnedildi. Allah rahmet etsin ve derecesini
yükseltsin. [10]
Hafız îbn Kayyim çok eser yazan
âlimlerdendir. Çok eseri oluşu ve güzel eser yazışı onun özelliklerin-dendir.
Eserlerinden bazı kitaplar genişçe tanıtılmaya ve konuları özetlenmeye
lâyıktır. Fakat bunun için ayrı bir kitap yazmak gerekir. Onun da en sağlam
yeri Hafız İbn Kayyim'in
ayrı bir hayat kitabının yazümasm-dadır.
Eserlerinden; ilmî bakımdan î'lâm el-Muvakkı-în, zevk ve ıslâh açısından Medâricü's-Sâlikîn veya İğâsetü'l-Lehfân,-üzerinde geniş bilgi vermeye, inceleme yapmaya
lâyıktır. Nasıl ki bu kitapta İbn Teymi-ye'nin el-Cevâb es-Sahîh ve er-Red Ale'l-Mantıkıyyîn
kitapları hakkında bunu yapmıştık.
Fakat biz burada
tanıtma ve inceleme için onun şöhreti her tarafı tutan çok değerli eseri Zâdü'l-Meâd fi Hedyi Hayri'l-îbâd'ı
seçiyoruz. Çünkü bu eser onun pek çok kitaplarının özelliklerini içinde toplar.
Aynı zamanda siyer, hadis, fıkıh, ilm-i kelâm,
tasavvuf ve ihsan kitabıdır. Amel ve ıslâh bakımından, Ihyâu'l-Ulûm'dan
sonra belki de böyle çok yönlü bir kitap ya-
zılmamıştır. İnceleme, kaynaklan gösterme, kitap ve sünnete
uygunluk gösterme bakımından bu kitap Îhyâu'l-Ulûm'dan
da üstünlük taşır.
Öyle anlaşılıyor ki
yazar; büyük ölçüde dinî eserleri içeren bir kütüphanenin yerini tutabilsin ve
bir müreb-bi, bir mürşid, bir fıkıh âlimi, bir hadisçi görevi yapabilsin
diye böyle bir eseri yazmaya karar vermiştir. Hadisler üzerinde uğraşmayı çok
seven ve Hz. Peygamberin sünnetlerine ve edeplerine
uymayı çok isteyip özen gösteren kimseler bu kitaba çok ilgi duymuşlar, onu
kendilerine yol gösteren bir fener, yol arkadaşı ve seyahat azığı kabul
etmişlerdir[11]
Bu kitap Hindistan'da
ilk Önce H. 1298'de, Mısır'da da H. 1324'de yayınlanmıştır. Hindistan baskısı
büyük boy 937 sayfa, Mısır baskısı ise orta boy 926 sayfadır, kitabın
başlangıcında yazar şöyle yazmaktadır:
"Bu, birkaç
konudan ibaret bir eserdir. Bu konuları Öğrenmek, kendi peygamberini bilmek
isteyen, onun hayatını, onun ahlâk ve âdetlerini tanımaya biraz da olsa özen
gösteren herkes için şarttır. Bu kitap, gönlün yorgun olduğu, ilmî sermayenin
az olduğu bir sırada yazıldı. Bu eserin yazılışı evimizde otururken değil, seyahat
yaptığımız bir sırada ortaya geldi. Kalbin karışık ve dağınık olduğu, insanın
bir konu üzerinde durmasının yok olduğu, başvurulabilecek kitapların bulunmadığı
ve kendilerinden ilmî fayda sağlanacak ve meseleler üzerinde karşılıklı görüşme
yapılabilecek kimselerin olmadığı bir sırada yazılmıştır."[12]
Yazarın bu anlatışı
eğer kitabın başlangıcı ve bazı bölümleriyle ilgili ise fazla hayreti
gerektirmez. Ama eğer kitabın bütünüyle ilgiliyse o zaman bu, insanı son-derece
şaşkınlığa ve hayrete düşürür. Çünkü kitapta anlatılan hadislerin metinleri, senedleri, hadis ricalinin genişçe anlatılışları, siyer ve
tarihin ayrıntılı bilgileri, meseleler ve hükümler üzerinde bir hadisçi ve ft-kıhçı tarzındaki ifadeler
gösteriyor ki; sanki bu kitap son derece geniş ve zengin bir kütüphanede
oturularak yazılmıştır. Bu kitabı okuyan kişiler böyle düşünebilir. Kitabın
bütün olarak yolculuk sırasında yazıldığı doğruysa, kabul etmek gerekecektir
ki yazar; İslâm ilimlerinde, özellikle hadis ve fıkıh bilgilerinde insanı
hayrete düşüren bilgi birikimine sahipti ve dinî bilgileri ihtiva eden
kütüphane onun göğsünde (hafızasında) yer etmişti. Ve o; güçlü hafızası ve
hatırlaması ile hadis bilginlerinden bir örnek ve zamanın harikası, en büyük
yeteneklerin sahibi hocasının yerini tam tutan bir benzeriydi.
Hafız İbn Kayyim, bu kitabının baş
tarafında Hz. Peygamberin peygamber olarak
gönderilişinin ve vahiy derecelerinin geniş bir izahını yapmıştır. Vahiy dereceleri
ve vahiy türleri konusunda onun kitabında anlattığı bilgiler, diğer genel sîret kitaplarında ele geçmez.
Sonra o, Hz. Peygamberin İslama çağrı
mücadelesinde geçirdiği merhaleleri anlatmış; mübarek isimlerini, onların
mânalarım ve inceliklerini âdeti olduğu üzere geniş ve tatlı bir biçimde
zikretmiştir. Bu anlatışı içinde, üstadının ve kendisinin âdetine uygun olarak pek
çok fıkıh ve dil meselelerini, inceliklerini ve bazı ruhî ve manevî meseleleri
yazmıştır. Bu sırada o, Peygamberimizin hayatıyla ilgili genel bilgileri ve
Peygamberimizin şahsına özgü bir takım Özellikleri bütün ge-nişliğiyle
bir araya toplamış ve onun ahlâkını ve cisma-nî yapısını, alışkanlıklarını ve sürekli yaptığı işleri iyi
bir hazine olarak bir araya getirmiştir.
Bundan sonra o; Rasûlullah'ın ibadetlerini; namaz kılış şeklini, sünnetlerini
ve âdetlerini gayet ince bir açıklama ile sunmuştur ki bu, onun geniş ve derin
hadis incelemelerinin, bilgisinin özü ve tüm bilgisinin özetidir. Bu verdiği
bilgilerde onun hadisçi rengi ve incelemeci, araştırıcı yönü net bir şekilde
parlamaktadır. Bu arada fıkıh usûlü ve hadis usûlünün bazı ince konuları,
rical ve ilim dalının bazı kıymetli bilgileri de anlatılmıştır.
Kitabın ibadetlerle ve
dört erkânla (namaz, oruç, zekât, hac) ilgili bölümleri kitabın sadece ahkâm ya da fıkıh ve hilaf kitabı halinde kalmadığını göstermektedir.
Yazar; yer yer insanı coşturan ve imanı artıran manevî, ruhî konuları
ve hoşa giden ilmî incelikleri de kitabının içine almıştır. Zekât ve sadaka
bölümünde o şöyle yazmaktadır:
"Hz. Peygamber (s.a.) efendimiz bütün yaratıklar içinde en
fazla göğsü geniş, (içi rahat) nefsi mutmain ve kalbi huzurlu olan kimseydi.
Çünkü sadaka ve iyi ilişkilerin göğüs genişliğinde büyük etkisi vardır. Allah Teâlâ, peygamberlik ve peygamberliğin özellikleri için onun
mübarek göğsünü daha önceden açmış, duyguları depolaması için içini
genişletmiş, onun mübarek göğsünden şeytanın nüfuzunu tamamen silip atmıştı.
Bu, ahlâktan (cömertlik, el açıklık ve fedâkârlıktan) dolayı göğüs genişliğinde
daha da çok artma oldu."
Bundan sonra o, Hz. Peygamberin (s.a.) hayatı üzerinde genişçe bilgi
verirken bu açıdan bakmakta ve göğüs genişliğinin nedenlerini araştırırken
şöyle yazmaktadır:
"Göğüs
genişliğinin (duygu enginliğinin) pek çok sebepleri vardır ve en üstün
derecesiyle hiçbir eksikliği olmadan Hz. Peygamber
buna sahipti. Göğüs genişliğinin en büyük ve önemli sebebi tevhid
(Allah'ın birliğine inanma)dır. O ne kadar mükemmel ve güçlü olursa göğüs
genişliği o kadar fazla olacaktır. Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
"Allah kimin
göğsünü İslâm için açmışsa işte o Rabbi tarafından bir nur (ışık) üzere
olur." (Zümer, 39/22)
Yine şöyle
buyurmaktadır:
"Allah, kimi
doğru yola getirmeyi dilerse, göğsünü İslâm için genişletir. Kimi de saptırmayı
dilerse, sanki o göğe tırmanıyormuşçasma göğsünü
daraltır."(Eriara., 6/26)
O halde hidâyet ve tevhid, göğüs genişliğinin en büyük sebeplerindendir. Şirk
ve dalâlet de göğüs darlığı, iç huzursuzluğu ve gönül sıkıntısının en büyük
sebebidir. İşte bunun gibi göğüs genişliğinin bir sebebi de Allah Teâlâ'nın kulun kalbine koyduğu nurdur. İşte o nur; göğsü
geniş ve ferah tutan, kalbi huzurlu ve neşeli kılan iman nurudur. Bu nur kulun
kalbinden çekip gidince kalpte sıkıntı ve daralma meydana gelir. O zaman kul
kendini, dar ve karanlık bir hapishanede hapsedilmiş de elem veren bir
işkenceye uğramış gibi hissetmeye başlar. Tirmizî'nin
rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) şöyle
buyuruyor:
"Nur kalbe
girince kalp acıtılır ve ferahlanır. Sahâbe-i kiram: Bunun sebebi nedir ya Rasûlallah? dediklerinde
buyurdu ki: Ebedî âleme yönelmek, onu arzulamak ve fâni âlemden yüz çevirmek ve
de ölüm gelmeden Önce ona hazır olmaktır."
İnsan bu nurdan ne
kadar elde ederse o kadar göğüs genişliği nimetini elde etmiş olur. Aynı
şekilde nur duygusundan göğüs genişliği, kasvet ve zulmet duygusundan da göğüs
darlığı, gönülde sıkıntı ve daralma meydana gelir. İşte bu sebepler, göğsün
genişlemesi konusunda aynı zamanda bir ilimdir. O ilim, göğsü ferahlatır ve
genişletir. O derecede ki onu bilen kişinin goğ- ! sü dünyadan daha çok geniş hale gelir. Buna karşılık :
onları bilmemekten ötürü gönülde sıkıntı ve daralma meydana gelir. Kulun
bilgisi ne kadar geniş olursa : göğsü o kadar ferah, kalbi o kadar huzurlu
olur.
Fakat bu nimet ve bu
servet her âlime nasip olmamaktadır. Bu sadece Hz.
Peygamber'den veraset yoluyla gelen ilme özgüdür ve o ilim faydalı ilimdir. Bu
faydalı ilmi elde edenler en huzurlu, en geniş kalpli, en güzel ahlâklı, hoş
tabiatlı ve temiz yaşayışlı kimselerdir.
Bir sebep de Allah'a
yönelmektir. Yani kişinin bütün kalbiyle Allah'ı sevip O'na bağlanması, O'na
yüz çevirip O'na başvurup O'na ibâdet etmekten zevk almasıdır. Gerçek şu ki;
bundan daha fazla huzur ve sükûn veren başka bir şey yoktur. Bir ara eğer bu
devlete nail olursanız, kendiliğinden ağzınızdan şu cümle dökülecektir: Eğer
cennette de bu durum nasip olursa çok tatlı, güzel bir hayat olacaktır. :
Sevgi ve muhabbetin;
göğüs genişliği, iç huzuru ve ''ruhî
hayatla çok büyük ilgisi vardır. Bir kere de olsa ancak bunu tatmış olan, bu zevki almış olan
kimse anlayabilir. Muhabbet ne kadar kuvvetli ve şiddetli olursa göğüs o kadar
ferah ve geniş olacaktır. Bu nimetten mahrum olanlarla, işe yaramaz adamlarla
karşılaşıp onları gördükçe gönül huzursuzlaşacak, sıkıntı hissedecektir. Böyle
kimseleri görmek göze zarar verir, onlarla arkadaşlık ruha sıkıntı verir.
Buna karşılık kalp
damarlarının, sıkıntısının çok büyük bir sebebi de Allah Teâlâ'dan
yüz çevirmek ve Allah'tan başkasına kapılmak, Allah'ı zikretmekten gafil olup
Allah'tan başkasına muhabbet duymaktır. Çünkü kim Allah'tan başkasına muhabbet
beslerse O'nun elleriyle ona ızdırap verilir[13] ve
onun kalbi o Allah'tan başka olanın sevgisi içinde sürekli bağlanmış ve
yakalanmış olarak kalır. Dünyada ondan daha fazla bedbaht, ondan daha fazla
zevksiz, nasipsiz, ondan daha fazla yoksun, ondan daha fazla içi geçmiş, kalbi
yıkık ve ciğeri parçalanmış hiçbir kimse yoktur.
- Gerçekte iki çeşit
muhabbet vardır: Biri, dünyanın cenneti, gönlün huzuru, kalbin lezzeti, ruhun
hayatı, gıdası, devası hatta onun hayatının ve gözlerinin nuru olan
muhabbettir. Ve o ortağı olmayan tek Allah'a bütün kalbiyle muhabbet duyması,
yönelmesiyle ve irâdesinin, bütün güçlerinin o tarafa çekilmesi ve cezb-edilmesidir. Diğeri de; ruha azap, gönle sıkıntı veren,
kalbin hapishanesi olup göğsü daraltan, sıkıntılara, eziyetlere, perişanlıklara
sebep olandır ki, o da Allah'tan başkasına duyulan muhabbettir.
Göğüs genişliğine
sebep olan bir başka şey de; her yerde, her durumda sürekli zikretmektir. Göğüs
genişlemesinde zikrin çok büyük bir etkisi vardır. Onunla kalb,
çok enteresan bir huzur ve sükûn elde eder. Aynı şekilde gafletin, gönlün
daralmasında, sıkıntılanmasında, perişan olup ızdırap duymasında büyük rolü vardır.
Bir sebep de;
yaratıklara iyilik yapmak, malla, imkânlarla, bedenle ve çeşitli iyilik
yollarıyla onlara faydalı olma karakteridir. Cömert ve iyiliksever insan çok
geniş göğüslü, kalbi huzurlu olur. O kimse içinde büyük bir huzur ve sükûn
duyar. İyilik yapma duygusu olmayan pinti kimse ise çok sıkıntılı, huzursuz,
perişan ve üzüntülü olur.
Hz. Peygamber (s.a.) efendimiz; sadaka veren, eli açık,
fedakâr insanı şu misâlle anlatmıştır: "Bir kişi üzerinde demirden iki
zırh vardır. Sadaka vermeye niyetlendiği zaman zırh açılır ve çözülür. O
derecede ki elbisesi yerlere sürünür de ayak izlerini siler gider. Pinti
kişinin durumu da şöyledir. Zırhın her bir halkası ve parçası onun vücuduna
yapışır. Vücudunu öyle sıkar ki onun içinde hiçbir huzur ve rahatlık
bulamaz."
Göğüs genişliğinin bir
başka sebebi de cesarettir. Cesur adam; çok geniş göğüslü, içi ferah ve geniş
kalpli olur. Buna karşılık korkak adam çok ürkek olur; huzur, neşe, zevk ve
hayat refahından sadece hayvanlar kadar faydalanır. Yani onun bütün bunlardan
nasibi hayvanlarınki kadardır. Korkak kimse geri kalan manevî huzur, zevk, neşe
ve sürûrdan tamamen mahrumdur. Bu aynen her cimrinin, Allah'tan yüz çeviren,
O'nu zikretmekten gafil olan, O'nun zâtından, isimlerinden, sıfatlarından ve
O'nun dininden habersiz olup Allah'tan başkasının esiri olan kimsenin bu devlet
ve servetten nasipsiz kalmasına benzer.
İşte bu huzur ve
sükûn, bu kalp genişliği; kabre varınca da bir genişlik ve bir yeşil alan
haline gelir; bu gönül sıkıntısı, kalp darlığı o kabre varıldığında azapj ve hapishaneye girme şeklinde kendini gösterir.
İnsanın kabrindeki
durumu bu dünyada kalbin göğüs içindeki durumuna benzer. Buranın yaşayış
şekli, oranın yaşayış şeklidir. Buranın işkencesi, sıkıntısı oranın azabı ve
sıkıntısıdır. Buranın serbestliği ve huzuru oranın serbestliği ve huzurudur.
Geçici olarak; imanlı, Allah'a kesin bağlı kişilerin bu dünyada (herhangi bir
tesadüfi olaylar veya dış sebeplerle, fakirlik, hastalıklar ve benzeri
sebeplerle) meydana gelen normal ve tabiî sıkıntılara, huzursuzluklara ve de
kâfirler ile gaflet ehli kişilerin (servetleri, iktidarları ve dünyadan
hayvanî kâm almaları sebebi ile) geçici olarak aldıkları zevk ve safaya itibar edilmez. İtibar edilip değer verilen durum
bir meleke (ruhî yapı) haline gelen ve kalpte devamlı olarak bulunan durumdur.
Bir başka sebep de,
gönlün daralmasına, kalbin huzursuzluğuna sebep olan ve kalbin sıhhat ve
şifâsına mâni olan kötü sıfatlardan kalbin temizlenip arınması-dır. İnsan göğüs
genişliğinin diğer sebeplerini elde eder de bu kötü sıfatları kalpten
çıkarmazsa o göğüs genişliği nimetinden büyük bir parça elde edemez. Olsa olsa en fazla onun içinde, ara sıra onun gönlüne saldırmaya
devam edecek olan iki madde kalacaktır. Sebebin biri; insanın gerekli olmayan
şeylere bakmayı, gereksiz konuşmayı, lüzumsuz sözleri dinlemeyi, faydasız ve
mânâsız görüşmeleri, ihtiyaçtan fazla yeme, içme ve uyumayı terketmesinin
gerekli olduğudur. Çünkü bu fazlalıklar, lüzumsuz şeyler kalbe sıkıntı ve
eziyet veren felâketler, musibetler haline gelir. Gönül ondan huzursuzluk
duyar. Dünya ve âhiret azabının büyük bir bölümü işte
bunların sonucu olarak ortaya çıkar. Sübhânallah!
Bütün bu sahalarda kendini kaptırıp koşup gidenler nasıl darmadağınık, perişan
ve gönül sıkıntısı içinde kalmaya devam ederler. Buna karşılık güzel huylardan
pek çok güzelliklerle süslü ve Allah tarafından beğenilen nitelikleri daima gözönünde bulunduran kişinin saadeti, huzuru ne kadar
güzel bir sonuca ulaşacaktır. Bu gruptaki insanlar hakkında Allah;
"Şüphesiz ki iyiler ve iyilik yapanlar Naîm
cennetinde olacaklardır" ve önceki gruptan olanlar hakkında da:
"Günah işleyenler Cahîm denilen cehennemde
olacaklardır" buyurmaktadır. Bu iki hal ve durum arasında pek çok derece
ve mertebeler vardır. Onlar arasında Öyle fark vardır ki onu ancak en iyi Allah
bilir.
Sözün kısası şu ki: Hz. Peygamber (s.a.) efendimiz, o sıfatların her birinde;
göğüs genişliği, kalp rahatlığı, göz sükûnu ve ruh diriliği, emniyeti elde etme
bakımından Allah'ın yarattıkları içinde en çok üstün olan ve en çok ileri
derecede olan idi. Bununla birlikte o, his . ve beden olarak da göğüs
genişliğine sahipti. Bu noktada onun bir benzeri yoktur[14]
Yaratıklar içinden bir
kimse ona ne kadar uyarsa ve kimde Peygambere tabi olma şerefi, şanı, görülürse
o derecede göğüs genişliği, huzuru, tadı, ferahlığı elde edecek, o nimete nail
olacaktır. Hz. Peygamber göğüs genişliğinin, şanı
yüceliğin ve günahtan uzak olmanın en yüksek mevkiine, en üstün zirvesine
ulaşmıştı. Ona tabi olup, onun peşinden gidenlere, ona bağlı oldukları ve onun
peşinden gittikleri ölçüde bu devlet ve servetten daima nasip verilecektir.
"[15]
Yazar; ibadetleri,
İslâm'ın şartlarını ve şeriatın hükümleriyle ilgili meseleleri anlatmadan önce
onların hikmetini, faydalarını, sınırlarını da açıklamaya özen göstermiş ve bu
konuda çok derli toplu, hoşa giden bir tarzda farz oluşun hikmetini ve o
ibadetlerin, İslâm'ın şartlarının hikmetlerini, faydalarını ve onların farz kılmış
tarihlerini anlatmıştır. Burada ona bir örnek ı Hm. Oruç hakkında şöyle
yazmaktadır:
"Oruçtan amaç;
nefsin, nefsânî isteklerden alıkon
ması ve insanoğlunun alışık olduğu ve kendilerine tiryakilik
duyduğu alışkanlıklarını durdurma kabiliyeti kazandırmak ve kendisi için saadet
ve ebedî hayatın "huzurunun sebebi olan, elde etmek için içinde büyük bir
istek duyduğu şehevî güçlerinde, nefis isteklerinde oldukça hafifleme meydana
getirmektir. Aynı zamanda, kendisinin arınmasına ve manen ilerlemesine sebep
olacak ve ebedî hayat verecek, hem de kendisine açlık ve susuzluğa karşı
koyabilme gücü kazandıracak olan şeyleri vermektir.
Oruç; boş mideleri
hatırlatır ve o; yoksulların, açlık çekenlerin neler çektiğim, midelerinin
ateşini söndürecek ve ciğerlerini soğutacak bir şeyleri olmayanların neler
çektiğini insana öğretir. Oruç; şeytanın insan hayatına yön vermesinden,
insanı rastgele ve keyfî hareketler yapmaktan meneder. İnsan onun sayesinde; her an arzularına tabi
olarak dünyasını, âhiretini, hayatım ve ölümü
unutarak keyfinin, nefsinin emrine tabi olmakta devam etmez.
Oruç her insan
organında huzur meydana getirit. Hayvanı isteklerden,
azgınlıklardan alıkoyar, beşerî teklere gem vurur, frenler. O, takva
sahiplerinin gen|, nefis ve ruh çatışmalarında zırh ve kalkan, sâlih kulların, Allah'a yakın olanların sürekli ibadetleri
ve riyâ-zatlarıdır. Oruç; insanların bütün amelleri içinde âlemlerin Rabbi olan
Allah'ın özel bir payıdır. Bir oruçlu ne yapar? İşte onun yaptığı;isteklerini,
yemesini ve içmesini Rabbi için terketmesidir. Bu
bakımdan oruç; nefsin sevdiklerinin ve hoşlandıklarının terkedilmesi;
fedâkârlığın, can feda etmenin ve Allah rızasını tercihin adıdır. Oruç, kul
ile Allah arasında başka birinin anlayamıyacağı bir
sırdır. Başkaları; oruçlunun orucu bozan şeyleri terkettiğini
bilebilir. Fakat oruçlunun yemeyi, içmeyi ve isteklerini Rabbi uğruna terketmesi bir kalp olayıdır, ruhî bir durumdur. Bu; kulun,
başka hiçbir insanın bilemeyeceği sırrıdır. İşte bu, orucun asıl mahiyeti,
gerçek yüzüdür.
Dış organları ve iç
güçleri korumakta orucun enteresan bir rolü vardır. Yıkıcı şeylerin, kötü etki
yapan maddelerin, insanı tamamen eline geçirip ona hâkim oldukları ve insanda
tahribat yapmaya başladıkları zaman oruç bir şifadır, onlara karşı bir
perhizdir. Nefsin sağlığına zarar veren kötü maddeleri vücuddan
çıkarıp atan bir araçtır. O halde oruç, aynı zamanda kalp ve organların
sağlığını da korumaktadır ve isteklerin, arzuların peşinden gidip onlara kul
olunca kaybedilen sağlığı da geri getirir. Bu bakımdan o takvanın büyük
yardımcısıdır. Bunun için de Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler;
sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç size de farz kılındı. Umulur ki
sakınanlardan olursunuz." (Bakara, 2/183)
Yine bunun için Hz. Peygamber (s.a.): "Oruç bir kalkandır."
buyurmuştur. Ve yine bundan dolayı Allah'ın Rasûlü;
cinsî isteği azdığı halde evlenmeye gücü olmayan kimseye oruç tutmasını
emretmiştir.
Orucun faydaları ve
maslahatları; aklı selim sahibi ve iyi tabiatlı insanların kolaylıkla görüp
anlayacakları şekilde meydandadır. Allah Teâlâ orucu
kulları için rahmet, iyilik, bir şifa ve bir koruyucu muhafız olarak farz
kılmıştır.
Hz. Peygamberin amel tarzı ve uygulayış biçimi bu konuda
en iyi ve en mükemmel uygulayış biçimidir. Bu; bir taraftan, herşeyden daha çok kolay, diğer taraftan amaca ulaşmak
için en iyi vasıtadır.
İnsan nefislerinin,
alıştıkları ve çok istek duydukları şeylerden mahrum edilmesi çok zordur. Bu
bakımdan orucun farz kılınmasında acele edilmedi. Ancak hicretten sonraki
İslâm'ın orta döneminde farz olduğunu bildiren âyet indirildi. İnsan
tabiatlarının tevhid inancına ve namaza alıştığı, Kur'an hükümlerine iyice yatkınlaştığı bir dönemde farz
oldu.
Orucun farz kılmışı H.
2. yılda oldu. Böylece Hz. Peygamberin mübarek
hayatında oruç tuttuğu 9 Ramazan geldi. Hem de orucun farz kılınmasında dahi
kademe kademe ve kolaylaştırma yolundan gidildi. Onun
ilk farz kılmışı öyleydi ki; müslümanın onu tutmasında
veya karşılığında bir yoksula yiyecek vermesinde serbest bırakılmıştı. Sonra
serbestlik durumu ağır ağır silindi de oruç kesin
şekilde farz oldu. Karşılığında yiyecek verilmesi (fidye) emri, sadece oruç
tutma gücü taşımayan yaşlılar ve kadınlarla sınırlı kaldı. Bu ikisi orucu terkedebilir ve her gün, karşılığında bir yoksula yemek
yedirebilir (doyurur)[16]
Hastaların ve yolcuların oruç tutmamalarına kaza etmelerine izin verilmiştir.
Hamile ve emzikli kadınlara da eğer kendilerinin veya çocuklarının hayatı
tehlikeye düşerse orucu yemelerine, daha sonra kaza etmelerine izin
verilmiştir.[17]
Kitabın en güçlü
ifadelerin kullanıldığı bölümü ve yazarın ilmî derinliğini geniş bakış açısını
ve parlak, berrak hafızasını ispat eden bölümü, Haccı anlatan bölümdür. Hac ve
hacla ilgili olan şeylerle ve Hz. Peygamberin
yaptığı hac ve haccın hükümleriyle ilgili öyle derinlemesine, araştırmacı,
yaygın inceleme ve öyle çok ilmî bir birikim ortaya koymuştur ki bu kadarı
herhangi bir başka kitapta bu kısa görüşlünün[18]
gözüne iliş-memiştir.
Hac bölümü, kitabın
Mısır baskısının 180-349 sayfaları arasında bulunmakta yani 269 sayfayı kaplamaktadır.
Bu konuda o; Hz. Peygamberin Veda Hac-cı'nın en geniş şeklini ve Medine'den çıkışından başlayarak
geri dönüşüne kadar olan geniş ve uzun yolculuk durumlarını, olaylarını gözler
önüne koymuştur.
Bu bölüm çeşitli hadis
birikimlerinin özeti ve sağlam rivayetlerin, çeşitli etraflı bilgilerin en
güzel şekilde bir araya toplanmasıdır. Bu bölümde o; haccın pek çok ihtilaflı
konuları ve kendisinde değişik görüşler ileri sürülen meseleleri üzerine ışık
tutmuş, hadislerin ışığında rahatça ve müctehidçe
kararlar vermiştir. Bu kararlarında onun hiçbir fıkıh mezhebine bağlı kalmadığı
anlaşılıyor. Meselâ Hanbelî mezhebinde olmasına rağmen
o; Hz. Peygamberin ifrâd
haccı veya temettü' haccı yapmadığını ancak kıran haccı yaptığını delilli bir
şekilde ispat ediyor.
Sonra Hz. Peygamberin kıran haccını yaptığında önceki ve sonraki
âlimlerden doğan farklı görüşleri ve ortaya çıkan hataları belirtiyor. Onların
kaynağını ve hataya götüren, yanlış kanaate ileten noktalarını yazıyor. Hatta Hz. Peygamberin haccı konusunda eski dönemde ve yeni
dönemde en büyük âlimlerin düştükleri tereddütleri ve pek çok araştırmacı ve
derin bilgili âlimlerin düştükleri yanlış anlayışları, açıklayarak derin
araştırmaları sonucu ortaya çıkardığı gerçekleri yazmıştır.
Bu konuda tabiînden
Tavus, ilk dönem âlimlerinden Taberî ve daha sonra
gelen imamlardan Kadı İyaz ve Allâme İbn Hazm gibi ilim direklerinin
ve en tanınmış kişilerin yanlış anlamalarını ve vehimlerini açığa çıkarmıştır.
Bundan da onun ilimdeki güçlülüğü ve insanı hayrete düşüren ilmî derinliği
tahmin edilmektedir.
Gerçek şu ki, sadece
hac bölümü bu kitabın büyüklüğünü ve yazannın
imamlığını, onun muhteşem ilmî değerini ispat etmeye yeterlidir.
Bu kitapta Hafız İbn Kayyim (rah.a.)
kendisinin ve hocasının manevî yapısına ve kendi araştırmalarının, geniş bakış
açısının derecesine uygun olarak kelâm konuları ve akaid
üzerinde de yer yer sözetmiş,
şeriatın
ruhunun sağlam ve
dürüst bir sözcülüğünü yapmaya çalışmıştır. Bu konuda onun sebeplere yapışma
hakkında yazdığı araştırmacı ve derinlemesine anlatışı görülmeye değer.
Hz. Peygamberin gazalarını (seferlerini ve savaşlarını)
anlatmaya başlamadan önce o, cihadın ne demek olduğunu ve cihadın kademelerini,
her zaman olduğu gibi araştırmacı ve arif bir kişi üslubuyla anlatmıştır. Sonra
İslâm davetinin başlangıcı olan Mekke döneminin ahvalini ve Medine'ye hicreti,
cihadın farz oluşunu, cihadı, ganimet malını, barış ve güveni, cizyeyi, ehl-i kitaba nasıl davramlacağını
ve münafıklara ait hükümleri geniş bir şekilde yazmıştır. Cihadın meşru kılınıp
farz olmasını anlatırken o; cennetin ne demek olduğunu, onun karşılığında can
vermenin değersizliğini çok heyecanlı ve gönül okşayan bir tarzda anlatmıştır.
Bu onun kalem gücüne, ifade gücüne ve imân gücüne çok güzel bir örnektir. Şöyle
yazmaktadır:
"Allah'ın
muhabbetini ve cennetini elde etmenin karşılığı; canı, malı; canın ve malın
sahibi olan Allah'ın yolunda kullanmaktır. Allah, bunun ikisini de iman ehli
olanlardan satın almıştır. Korkak, değersiz, eli boş ve meteliksiz birinin ne
cesareti ne de gayreti olabilir ki bu malları satın alabilsin. Allah'a hamd olsun ki o mal öyle yoksul ve meteliksiz kişilerin satın
alabileceği, ayağa düşmüş bir mal değildir. Ne de o eli dar olanların veresiye
almak isteyebilecekleri alışverişin olmadığı kesat bir durumdur. Bu mal
değerbilir insanların pazarında satılmak için sergilenmiştir.
Mal sahibi malını
(sevgisini ve cennetini) candan daha ucuz bir değer karşısında satmaya razı
olmadığı, laf ebeleri, işe yaramaz adamlar öğrendiklerinde geri çekildiler.
Kimin canı onun karşılığında olduğunu, onu satın alacak değerde olduğunu görmek
için aşıklar ilerlediler. Mal sürekli dolaştı. Sonunda, mü'minlere
karşı yumuşak, kâfirlere karşı sert olanların elinde karar kıldı.
Hak iddia edenler
çoğaldıkça, herkesin hak iddia edişi kabul edilirse aşık ile aşk iddiasında
bulunan arasında, acı çekenle, acı çektiğini iddia eden sahtekâr arasında bir
fark kalmayacağı için, iddiaların doğru olup olmadığını isbat
etmeleri istendi. İddiacıların her biri bir şâhid
gösterdi. Bu iddia isbat edilmeden, doğru olduğuna
delil gösterilmeden kabul edilemez denildi. Âyet:
"De ki: Eğer siz
Allah'ı seviyorsanız bana tabi olup ^ peşimden gelin de Allah da sizi
sevsin."
Bunu duyan herkes geri
çekildi, ancak her sözlerinde, hareketlerinde, davranışlarında Hz. Peygambere gerçekten tabi olup, onun yaptığı gibi yapan
ve davra-; nanlar yerinde
kaldı. Onlardan da iddialarının doğru i olduğunu ispat etmeleri istenip de
bunun sağlamlığı ve doğruluğu kesin şekilde ortaya konuncaya kadar kabul . edilemiyeceği; 'Allah yolunda her çeşit çabayı harcarlar ve
hiçbir kötüleyenin kötülemesinden çekinmezler." âyeti buyurulunca; Allah'a
aşk ve muhabbet duydukla-ı rmı iddia edenlerin çoğu
geri çekildi ve ortada mücahitler (Allah yolunda cihad
edenler) kaldı.
Onlara da; aşıkların
canı, malı mülkü yoktur. O halde satılık malı; âyet: "Şüphesiz ki Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine cennet
verilme karşılığında satın almıştır." onlara verin denildi. Satanla satın
alan arasında alışveriş tamamlanınca, birine malı teslim etmek, diğerine de
malın değerini ödemek düşer. Tüccarlar; satın alanın büyüklüğünü ve ödediği
paranın miktarım ve kendisi eliyle bu alışverişin yapıldığı kimsenin azamet ve
büyüklüğünü ve muamelenin anlatıldığı kitabın değerini gördüklerinde anladılar
ki bu mal çok değerli, çok kıymetlidir. O zaman onlar, lezzetinin geçici olduğu
pişmanlığının, vebalinin devamlı olduğu, değersiz birkaç dünya huzuru karşılığında
uğradıkları zarar ve ziyan olduğunu anlayacaklardır. Bu bakımdan böyle
davrananlar çok zararlı ve anlayışı kıt kişilerdir. Bu alışveriş tamamlanıp da,
onlar aldıklarını ele geçirince kendilerine; sizin canlarınız, mallarınız
bizim olmuştur ve artık biz onları çoğaltarak ve bir kaç misli arttırarak size
geri vereceğiz, denilir.
"Allah yolunda
öldürülenlere ölüler demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler. Rableri katında rızıklanan kimselerdir."Biz sizden canlarınızı ve
mallarınızı, faydalanma, onlardan istifade etme arzusu ile istemedik. Aksine;
biz ne kadar kusurlu, eksik şeyi kabul ederek karşılığında en kıymetli, en
yüksek değerdeki şeyi vererek sizin verdiklerinizle satın aldığınız malın ikisini
de birlikte, size geri vererek cömertliğimizi, keremimizi gösterdik.
İşte burada Hz. Câbir'in başından geçen olayı
hatırlayınız: Hz, Peygamber ondan bir deve satın
aldı, değerini eksiksiz ödedi, sonra da değerine ilâve yapıp biraz da
fazladan verdi. Sonra da deveyi geri verdi. Hz. Câbir'in babası Uhud savaşında şehid olmuştu. Hz. Peygamberin
böyle davranmasında onun dikkati o yöne çevrildi. Allah Teâlâ
onun babasına da böyle davranmıştı. Nitekim Hz.
Peygamber ona şöyle haber verdi: Allah onu diriltti. Arada hiçbir perde
olmadan onunla konuştu da buyurdu ki: "Ey kulum, benden ne diliyorsan
dile" Allah'ın kerem ve cömertliğini insan tam olarak nasıl bilebilir?
O malı da verdi.
Karşılığındaki değerini de ve bu alışveriş işinin tamamlanmasını da lütfetti. O
malı ku-suruyla, eksiğiyle birlikte kabul buyurdu.
Karşılığında en büyük değeri, ücreti lütfetti. Kulunu o, kendi verdiği malla
satın aldı, sonra da onu övdü. Buna muvaffak; kılanın ve ona nasip edenin
kendisi olmasına rağmen; kulunu övdü."[19]
Bundan sonra İbn Kayyim; Hz.
Peygamberin1 gazalarını ve kuvvetler göndermesini, sefere çıkışlarını sıra ve tertible yazmıştır. Kendisi hadis ve siyerin ikisinde de
yetkili olduğundan ve tarihçiden daha çok ten-kidçi
ve hadisçi olduğundan dolayı kitabının bu bölümü diğer siyer kitaplarına
üstünlük taşır. İhtilaflı meselelerde onun sözü ve karan, kesin karar değeri
taşır.
Gazalar ve olaylar
hakkında kendine has üslubuyla âyetlerin tefsirini yapar, onların
inceliklerini, güzelliklerini de anlatır. Gazaları anlattıktan sonra, o gaza
ile ilgili ne kadar fıkhî hükümler varsa veya ondan
ne gibi meseleler ve hükümler çıkarılabiliyorsa bunları anlatmak onun
âdetidir. Meselâ, Hayber savaşını anlattıktan sonra
ayrı bir bölüm olarak "Hayber savaşında ortaya
çıkan fikhî hükümler hakkındadır" bölümünü yazmıştır.
Mekke'nin fethi gazasını yazdıktan sonra da, "Bu gazada ortaya çıkan
fıkıhla ilgili şeylere işaret eden bölüm"ü yazmıştır. Huneyn
ve Evtâs gazalarından sonra da, "Bu gazanın
içine aldığı fikıh meselelerine ve hikmetli
nüktelere işaret eden bölüm" ve benzerlerini yazmış ve çok kıymetli fıkhî meseleleri bir araya toplamıştır.
Bu gazalarda,
olaylarda o sadece, ilk dönem siyercilerinin ve megâzi
yazarlarının yazdıklarını nakleden biri değildir. Kim noktalarda o, bazı meşhur
görüşler-' den farklı görüş ileri sürer, şahsî araştırmaları ve anlayışıyla
şahsî buluşunu ileri sürer. Meselâ, genel ola-, rak
tarih ve siyer kitaplarında, Ensar çocuklarının ve.
kadınlarının hoşgeldin diye Hz.
Peygamberi karşılama-, lan sırasında şu şiiri
okudukları nakledilegelmektedir:
"Veda
tepelerinden bize ayın ondördü doğdu geldi. * Allah'a
çağıran biri, çağırdığı sürece şükretmek bize vacip oldu.
Ey bize peygamber
olarak gönderilen, baş eğilen bir emirle geldin bize."
Bütün eserler, bu
şiirin Peygamberimizin M den hicreti sırasında Medine'ye girerken okunduğunu
yazar. Ama İbn Kayyim bu
görüşte değildir."Onun araştırmalarına göre bu şiir (Suriye tarafından
olan) Tebük gazasının dönüş sırasında okunmuştur. Bu
konuda şöyle yazar:
"Bu konuda bazı
rivâyetçiler yanlışlığa düşmüşlerdir. Bu şiir Hz.
Peygamberin Mekke'den Medine'ye teşrifleri sırasında okunmuştur, denmesi açık
bir yanılgıdır. Çünkü, Veda tepeleri Suriye tarafmdadır.
Mekke'den gelenler onu göremezler ve Suriye'ye doğru yönelmedikçe ona
uğrayamazlar."[20]
Tebük gazasını yazdıktan sonra da İbn
Kayyim bu gazanın hükümlerini, önemini ve sonuçlarını
geniş bir biçimde yazmaktadır. Bu yazısında da pek çok faydalı sözler, fıkhı
bilgiler, hoş buluşlar, içtimaî ve medenî hükümler konu edilmektedir.
Gazaları ve kuvvet
göndermeleri yazıp bitirdikten sonra Arap kabilelerinden gelen heyetleri
genişçe yazarak anlatmış, Hz. Peygamberin gönderdiği
heyetleri ve elçilerle devlet başkanlarına, Arap emirlerine gönderdiği
mektupları zikretmiştir.
Kitabın, ikinci
cildinin büyük bir bölümü tıbb-ı nebevîye (Hz. Peygamberin sağlıkla ilgili buyrukları ve
davranışlarına) ayrılmıştır. Bu bölümde o; Peygamber tıbbının sırlarını,
hikmetlerini ve Hz. Peygamberin tıbba (sağlık
bilgisine) yönlendirmelerini ortaya koymuştur. Bu bölümde tıbla
ilgili kararlar, fıkıhla ilgili kararlar ve hadisle ilgili anlatımlar iç
içedir. Bu arka arkaya gelen konular içinde o, büyük bir gayret ve emekle; harf
sırasına göre bütün ilaçları, gıdaları bir araya toplamıştır. Haklarında
sağlam veya zayıf ya da uydurma bir hadis anlatılan
konularda tıbbî bakımdan söz etmekte ve onların özelliklerini anlatmaktadır.
Onun; aşk ve sevda
hastalığını, tedavisini, sevdanın ne olduğunu ve onun nasıl tedavi edilip
tedbir alınması gerektiğim anlattığı, "hastalıklar ve tedavisi" konusunu
okurken onun, insanın ruh yapısını ne kadar derinden tanıdığı, hayatı ne kadar
genişlemesine ve kalp hastalıklarını ne derecede iyi tanıdığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar bu tıbb-ı nebevî konusunda Şah Ve-liyyullah
Dehlevî'nin Hüccetulâhi'l-Bâliğa kitabında; bu konuların Allah tarafından bildirilme
değeri taşımadığını ve şer'î bir yönü olmadığını yazmış ve tıbbın Hz. Peygamber'in ve Arapların tecrübe ve âdetlerine
dayandığını bildirmiş olmasından bir incelik öğreniyorsak da Hz. Peygamberin buyruklarına saygı ile bakan ve her
tavsiyesine kesin bir inançla, bağlılıkla uyan ve
ona göre hareket
etmeye hazır olan insanlar için çok kıymetli malzemeler bir araya
getirilmiştir.
Bu bölümü de
bitirdikten sonra, Hz. Peygamberin kararlarına ve
onun emir ve hükümlerine yönelmiş, bu konuda çeşitli fikhî
meseleler üzerinde geniş, büyük ve çok kıymetli bilgileri derlemiştir. Bir
bakıma hadislere ve Hz. Peygamberin emir ve
kararlarına dayanan bir tür fıkıh kitabı meydana getirmiştir.
Bu bölümlerin dışında
kitapta pek çok kıymetli tefsir, dilbilgisi (nahiv) tarih, kelâm incelikleri
ve araştırmaları vardır. Bunlar bin sayfalık olan bu kitapta dağınık
vaziyette yer almaktadırlar.
Bu kitabın tenkid edilebilecek yönü sadece şudur: Kitapta siyer,
hadis, fıkıh, tarih, kelâm, nahiv ve sarf (dil bilgisi) ve hemen hemen bütün İslâmî ilimler birbirine
karıştırılmıştır. Herhalde bu kitabı yazarken onun üzerinde hocası ve üstadı İbn Teymiye'nin etkisi fazlaydı.
Bundan dolayı o, küçük bir ilgiden dolayı hemen bir nahiv veya kelâm meselesini
ortaya sürmekte, sonra da bütün genişliğiyle onun üzerinde durmaktadır. Eğer
bunlardan, siyer ve Hz. Peygamberimizin şekli
özellikleri (şemaili) ayrı, gazaları ve büyük savaşları ayrı, fıkıh ve hükümleri
ayrı ve nahiv konuları ayrı ya-zılabilseydi,
kitaptan faydalanmak daha kolay olurdu.
Ama buna rağmen bir
kütüphane yerini tutan bu eser İslâm'ın en önemli kitapîarındandır.
O kitabın varlığı; derin, araştırıcı, çok yönlü büyük bir âlimin varlığına eşittir.
Binlerce Allah yolunu dileyen ve sünnete uyan kimse bu eserden doğru yolu
görmüş, manevî gıda almış ve imân tadı bulmuştur. [21]
Şeyhülislâm Hafız İbn Teymiye'nin, hadis ve sünnet
üzerinde insanı hayrete düşürecek biçimde geniş bilgiye sahip ve hayatının
büyük bir bölümü sünnet ilmini yaymak, ıslâh ve davet yolunda hizmet etmekle
geçiren talebeleri ve bağlıları arasında Hafız İbn
Kay-yim'den başka, İbn Abdülhâdi, İbn Kesîr ve İbn Receb büyük özellik ve önem
taşırlar.
İbn Abdülhâdi kırk seneden daha
az bir ömür yaşadı. Siyer ve biyografi bilginlerinin tahminine göre eğer ömrü
vefa etseydi çağının en büyüklerinden olurdu ve en ünlüleri geride bırakırdı.
Meşhur âlim Safedî şöyle söylemiştir: "Eğer
yaşasaydı zamanın bir harikası olurdu."
Allâme Zehebî, Mu'cemu'l-Büldân isimli eserinde
onu şu sözlerle
anmaktadır:
"O çok büyük bir
fıkıh bilgini, çok güzel bir Kur'an okuyucusu, çok
üstün hadisçi, hafız, inceleyici, dilbilgi-ni, değişik ilim dallarının âlimidir. O benden hadis dinlemiş
ve yazmıştır. Ben de ondan istifade etmişimdir.[22]
O dönemin en büyük
âlimi Ebu'l-Haccâc el-Mizzî onun hakkında şu itirafta bulunur:
"Ben ne zaman
onunla karşılaşsam mutlaka bir şey öğrenip ondan faydalanmışımdır."[23]
İşte bu sözler Allâme Zehebî'den de nakledilmiştir. Safedî
diyor ki:
"Ben onunla
buluştuğum zaman; ben ondan edebî meseleler ve arapçayla
ilgili ilmî sorular sorardım, o da bir sel gibi çağlayarak cevap verirdi."[24]
Hafız İbn Kesîr (meşhur tefsir ve tarih kitaplarının sahibi) onu
şu sözlerle anlatmaktadır:
"O, çok uzun bir
ömür yaşamış olan âlimlerin ulaşamadığı ilmî dereceye ulaşmıştır. Hadis,
nahiv, sarf, fıkıh, tefsir, fıkıh usûlü, hadis usûlü, tarih, kıraat gibi bütün
ilimlerde o uzmanlaşmıştı. Onun çok faydalı eserleri, derlemeleri vardır. O;
rical isimlerini ve hadis yollarını çok iyi ezbere bilen, cerh ve tadil ilmini
çok iyi tanıyan, hadis illetlerini derinden kavrayan ve onu çok iyi anlayan
biriydi. Alimlerle çok güzel tarzda ilmî görüşmelerde bulunurdu. Zihni çok
düzgündü. Allah Teâlâ ona, selef yolu üzerinde
gitmeyi nasib etmişti, Kitap ve sünnete uymaya
muvaffak kılmıştı. O, salih ameller üzerinde sabırla,
sebatla devam etmiştir."[25]
Adı: Şemseddin Muhammed, lâkabı: el-İmâd,
künyesi: Ebu Abdullah ve Ebu
Abbas'tır. Genellikle İbn Abdülhâdi adıyla meşhurdur. Soy zinciri şöyledir: Kudâme oğlu, Muhammed oğlu, Yusuf oğlu, Abdülhâdi
oğlu, Abdülhamid oğlu, Abdülhâdi
oğlu, Ahmed oğlu Muhammed. Ailesinin asıl vatanı
Kudüs'tü. Sonra bu aile Şam'a göçtü. Şam'da Salihiye
mahallesinde yerleşti. Bu mahallede îbn Abdülhâdi 704. H. yılında doğdu. Değişik rivayetlere göre Kur'an-ı Kerim'in okunuşunu Öğrendi. Hadis ve programlı
ders kitaplarının büyük bir bölümünü Kadı Ebu'1-Fadl
Süleyman İbn Hamza, Ebu Bekir b. Abdüddâim, İsa b. Mut'im Haccâr, Zeyneb binti el-Kemâl'den ve pek
çok üstâd ve âlimlerden öğrendi. Hadis ve hadisle
ilgili değişik bilgiler üzerinde özellikle çalıştı. Hadis ilminin kolları olan
rical ilmi ve hadis illetleri konusunda özel maharet ve yetenek elde etti.
Mezhepler üzerinde derin fıkıh bilgisine ulaştı. Hadîs usûlü, fıkıh usûlü ve arapça bilgilerde de tam yetkiye ulaştı. İbn Receb şöyle yazıyor:
"Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin uzun süre yanında
kaldı. Sohbetinde bulundu. Ondan Râzî'nin kitabı
el-Erbaîn fi Usûli'd-Dîn'in bir bölümünü okudu. Onun
fi-kıhta asıl hocası Şeyh Necmeddin
Harrânî, meşhur hadis bilgini, rical âlimi ve kendi
devrinin de rical ve hadis âlimi olan Hafız Ebul-Haccâc el-Mizzî'nin 10 sene
yanında bulunarak ondan ders okudu. Allâme Zehebî'den
de ilim öğrendi. Bu zât; rical, ilel ve diğer
ilimlerde onun yeteneğini ve üstünlüğünü itiraf etmiştir. Hüseynî'nin
anlattığına göre bir süre Sadriye ve Rızâiye medreselerinde ders vermiş ve başmüderris
olarak bulunmuştur."[26]
Çağdaşı İbn Kesîr onun vefatını anlatırken şöyle yazar:
"O hemen hemen üç ay boyunca ateşli bir ishal ve ülser hastalığına
tutuldu, ızdırabı çok arttı, ishali çok şiddetlendi.
Nihayet Çarşamba günü 10 Cemâziyelev-vel H. 744'de ikindiden önce vefat etti."
İbn Kesîr diyor ki: "Babası bana; onun ağzından son
olarak çıkan cümlelerin kelime-i şahadet olduğunu ve şu şekilde söylediğini
bildirdi: Eşhedü enlâ ilahe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Alla-hümmec'alnî minettevvâbîn vec'alnî minel mütetah-hirîn= Allah'tan başka
hiçbir ilâh olmadığına ve Hz. Muhammed'in onun
peygamberi olduğuna bütün varlığımla inanıyor ve söylüyorum. Allah'ım beni tevbe edenlerden kıl ve beni günah kirlerinden temizlenenlerden
kıl.
Ertesi gün Perşembe
günü Muzafferi Camii'nde cenaze namazı kılındı. Cenazeye şehrin ileri gelenleri,
âlimlerin en başta gelenleri, idareciler, kadılar, tacirler ve halk herkes
katıldı." İbn Kesîr şöyle yazıyor:
"Onun cenazesinde
büyük kalabalık vardı ve bir çeşit nûraniyet ve
parlaklık göze çarpıyordu."
Ravza'da, es-Seyf b. el-Mecd'in yanına defnolundu. [27]
Allâme İbn Hâdî, kısa ömürlü olmasına rağmen pek çok eser,
kalınlık ve sayfa sayısı açısından da önemli çok sayıda kitap bırakmıştır. Bu
eserler, içindeki konuları ve yazılış tertibi açısından da önemlidir. Onlardan
niceleri cildler halindedir. Hafız İbn Receb, Tabakât
el-Hanâbile kitabının dipnotunda bildirdiği
eserlerinden daha çok önemli olanlarını burada zikredelim:
el-Ahkâm el-Kübrâ (7 cilt).
el-Muharrem fi'1-Ahkâm
(1 cilt). Kitab el-Umde fi'1-Hufîaz
(2 cilt). Ta'likatün li's-Sikât (2 cilt).
Ehâdisu's-SâlâtAle'n-Nebî(s.a.)(lcilt).
el-İ'lâm
fî Zikri Meşâyihi'l-Eimmeti'l-A'lâm...
Hz. Peygamberin doğumu ile ilgili büyük bir kitap.
Ta'likatün Alâ Süneni11-Beyhâkî (2
cilt).
Tercümetü'ş-Şeyh Takiyüddin İbn Teymiye (1 cilt).
Münteka min Tehzîbi'l-Kemâl
li'1-Mizzî (5 cilt).
Müntehab min Senedi'1-îmâm Ahraed (2 cilt).
Müntehab mine'l-Beyhakî Müntehab min Sünen-i Ebî Dâvûd.
Şerhu Elfıyeti İbn Mâlik (1 cilt).
İmâm Zehebî'nin eserleri üzerinde tenkidler
ve incelemeler (Değişik parçalar halinde).
er-Red
alâ Ebî Hayyân en-Nahvî.
Bunun dışında çeşitli
risaleler ve değişik hadisler hakkında listesi çok uzun olacak olan ayrı küçük
eserler.
Allâme Takıyyüddîn İbn Sübkî, İbn Teymiye'nin
ziyaret meselesi üzerindeki görüşünü reddetme konusunda Şifâu's-Sikâm
fi Ziyâret-i Hayri'l-Enâm isimli kitabını yazınca İbn Abdülhadî, es-Sarîmu'l-Münekkî fi'r-Reddi Ale's-Sübkî adıyla, o eseri tenkid eden
hadisçi bir üslupla cevap yazmıştır ki, bu onun ilmî üstünlüğüne, hadis ve
rical konusunda geniş yeteneğine tanıklık eder. [28]
Adı: İmâdüddin İsmail b. Ömer, künyesi Ebu-1-Fidâ. İbn Kesîr adıyla şöhret
bulmuştur. Kays kabile-sindendi. Busrâ
şehri (Suriye)'nin civarında babasının cuma imamlığı
yaptığı Mecder kasabasında H. 701 yılında doğdu. H.
706 yılında babasıyla birlikte Şam'a göçtü. Şeyh Burhâneddin
el-Fezârî ve diğerlerinden fıkıh dersi aldı. İbnü's-Süveydî Kasım b. Asâkir ve diğer hadis otoritelerinden hadis dinledi ve
rivayet etti, Allâme Mizzî'ye özel talebelik yaptı ve
onun damadı olma şerefini de elde etti. Çoğunlukla ondan rivayetler de
yapmıştır. Fetva vermekle, ders okutmakla, ilmî tartışmalarla meşgul olmuştu.
Fıkıh, tefsir ve Arapça dilbilgisinde özel yetkisi ve yeteneği vardı. Rical ve
hadis illetleri konusunda derin bilgi ve ince görüşe sahipti. Ümm el-Dâlih medresesinde öğretim
görevlisi olarak bulundu. Allâme Zehebî'nin
Ölümünden sonra Ten-keziye medresesinde de ders
verdi,
Allâme Zehebî onun hakkında şu kelimeleri kullanır:
"O olgun bir
fıkıh bilgini, araştırmacı bir hadisçi ve tenkidçi
bir tefsircidir. Onun çok faydalı eserleri vardır."
Hafiz İbn Hacer
Askalânî şöyle der:
"O kafasına pek
çok ilim yerleştirmişti. Eserleri daha o hayattayken ülkelere yayılmıştır.
İnsanlar o öldükten sonra da ondan faydalanmıştır."
Şafiî olmasına rağmen
Şeyhülislâm İbn Teymiye'ye
çok bağlı ve onun büyüklüğüne, önderliğine imamlığına (müctehidliğine)
inanırdı. Ona talebelik de yapmıştır. İbn Hacer diyor ki: "O, İbn Teymiye'den ilim Öğrendi. Onu çok sevip ona bağlandı. Onun
yüzünden bir takım sıkıntılara uğradı."
el-Bidâye
ve'n-Nihâye adlı kitabında İbn Kesîr, İbn Teymiye'nin hayatını, olaylarıyla ve detaylarıyla özen
göstererek yazmış ve onu tamamen savunmuştur. Bizim bu kitabımızdaki
Şeyhülislâmın hayatı ve şahsı ile ilgili verdiğimiz bilgilerin büyük bölümü
işte bu kitaptan alınmıştır.
Şu eserleri meşhurdur:
et-Tekmîl fi Ma'rifeti's-Sikâti ve'd-Duafâi ve'l-Mecâhîl (5 cilt).
el-Hüdâ
ve's-Sünen fî Ehâdîsi'l-Mesânîd ve's-Sü-nen.
Tahrîcü Edilleti't-Tenbîh.
Müsnedü'ş-Şeyhayn.
Ulûmu'l-Hadîs.
Tabakâtu'ş-Şâfiiyye vs.
Ahkâm konusunda geniş
bir kitap yazmaya başlamıştı. Fakat bitiremedi. İmam Ahmed'in
Müsnedini harf sırasına göre düzenledi, buna Taberânî ve Ebu Ya'lâ'nm Zevâid'ini de ekledi.
Fakat onun asıl,
herkes tarafından beğenilen, telif şaheseri olan iki kitabıdır. Bu iki eserden
ilim ortamları bugüne kadar faydalanagelmektedirler.
O iki eserden birisi
onun Tefsir'idir ki, temeli nakillere ve rivayetlere dayanan tefsirlerdendir.
Hepsinden daha çok değerli ve güvenilir kabul edilmektedir. Büyük âlim Süyûtî onun hakkında şöyle yazar: "Onun, benzeri
yazılmamış olan bir tefsiri vardır."
Bu tefsirden Önce
nakil yoluyla tefsir yazan müfes-sirlerin
yazdıkları tefsirlerde; hadisçi bir titizliğin azlığından dolayı zayıf
hadisler ve israiliyât bilgileri vardır.
Hafız İbn Kesîr, çok büyük, mükemmel bir hadis-çiydi. Hadisçi
metoduyla bu tefsiri düzenlemiştir. Her ne kadar kendisinden beklenen o yüksek
hadisçi değerini bu eserde tam olarak yerine getirememiş ve bir ölçüde geniş
bilgi verme yolundan gitmiş ve israiliyâtm bir
bölümünü kitabına almışsa da, şüphe yok ki mevcut tefsirler içinde hadis tarzı
açısından, yani tefsiri Hz. Pegamberden
nakledilen hadislerle yapması bakımından bu tefsir en fazla güvenilir ve
faydalanılabilir bir tefsirdir.
Bugünlerde Mısır'ın
ünlü bilgini ve araştırmacı âlimi Ahmed Muhammed Şâkir Umdetu't-Tefsîr ani'l-Hafız İbn Kesîr adıyla
bunun özetini yayınlamıştır. Bu özet kitapta, İbn
Kesîr'in tefsirinin Özellikleri, güzellikleri yerinde tutularak; zayıf
hadisler, desteği dayanağı olmayan israiliyât,
tekrarlanmış olan sözler ve senetler, uzun kelâmla ilgili anlatımlar, fıkıhla
ilgili detaylar, dil ve kelimelerle ilgili münakaşalar çıkartılmıştır.
Onun diğer Önemli ve
değerli bir eseri de,el-Bidâye ve'n-Nihâye'dir. Bu eser H. 1351 yılında 14 cilt olarak Mısır'da
yayımlanmıştır. Arap tarihçilerinin prensiplerine uygun olarak insanoğlunun
yaradılışından başlı-yarak H. 767'ye kadar geçen olayları içine alır.
Allâme İbn Esîr'in meşhur ve değerli kitabı el-Kâmil H. 628'e
kadar naklettiği olaylarla son bulmaktadır. Bu bakımdan bu kitapla 139 yılın
olayları ve tarihi ilâve edilmiştir. Moğol saldırılan ve 8. asır tarihinden
dolayı bu dönem çok önemli olaylarla doludur. Bu bakımdan da ve tarihî dayanak
ve geniş bilgi verme-
sinden dolayı bu
kitap; pek çok tarihçinin başvurduğu bir kaynak eserdir.
Hafız İbn Kesîr, H. 774 yılının Şaban ayında vefat etmiş ve
Şam'ın meşhur Sûfiyye mezarlığında defnedil-miştir.[29]
Adı Abdurrahman, baba adı: Ahmed b. Receb'tir. Soy zinciri şu şekildedir: Ebu'l-Berekât Mes'ûd oğlu Muhammed oğlu
Hasan oğlu Abdurrahman oğlu Recep oğlu Ahmed oğlu Abdurrahman. Ailesinin
memleketi Bağdat idi. 736 H. yılının Rebiülevvel
ayında orada doğdu. H. 744'de babası ile birlikte küçük yaşta Şam'a geldi.
Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. el-Habbâz'-dan ve
İbrahim b. el-Attâr ve benzerlerinden hadis dinledi.
Mısır'da, Ebu'1-Feth el-Meydûmî
ve Ebu'l-Harem el~Kalânisî
ve diğerlerinden hadis rivayet etti.
Hafız İbn Hacer Askalânî
şöyle diyor: "O pek çok hadis dinledi, ve hadisle meşgul oldu. Nihayet
hadis dalında büyük yetki elde etti."
Hafız Ebu'1-Fadl Takiyyüddin İbn Fehd Mekkî
(ö. 871.H) Tezkiretü'l-Huffâz
kitabının dipnotunda onu şu sözlerle anmaktadır:
"Hafız İbn Receb en üstün bir fıkıhçı,
en büyük araştırmacı, en yetkili bir âlim, en hoşa giden bir bilgindir. O; müslümanlarm vaizi, çok ibadet eden âlimlerinden biri ve en
takvah imamlarından olan kimseydi."
Ona ait bilgiler
verirken o şöyle yazar: "O; haramlardan çok sakınan, çok ibadet eden,
iffetli bir önderdi. Allah Teâlâ bütün kalplere onun
sevgisini yerleştirmişti. Bütün cemaatlar, gruplar
onun büyüklüğünde ve sâlih kimse olduğunda ittifak
etmişlerdi. Onun sohbet
meclisleri ve vaaz
toplantıları herkese açık çok faydalı ve son derece etkileyici idi."
eş-Şihâb
b. Hiccî onun ilmî faziletlerini anlatırken şöyle
yazar:
"Hadis dalında o
büyük yetenekli ve araştırmacıydı. Çağdaşları arasında hadis illetlerini ve
hadis me-todlarını en iyi
bilendi. Bizim çağdaşımız Hanbelî mezhebi
âlimlerinin çoğu onun talebesidir."
H. 795 yılının Recep
ayında vefat etti. Bâbu s-Sağîr
mezarlığında toprağa verildi. Ölümünden birkaç gün Önce bir mezar kazıcısına
uğradı. Bir yeri göstererek; şuraya benim için bir kabir kaz, dedi. Mezar
kazıcısı şöyle anlatıyor: Ben mezarı kazdım. O da içine indi ve yattı. İyi
olmuş, sağ olasın dedi. Birkaç gün sonra vefat etti, getirilip buraya gömüldü.[30]
Eserleri arasında
şunlar vardır: Tirmizî şerhi ve Buharî'nin
bir bölümünün şerhi. Buhârî şerhinin adını o, Fethu'l-Bârî koymuştur. Bu şerh tamamlanamamıştır. İbn Ebî Ya'lâ'nm,
Tabakât el-Hanâbile 'sinden
vaaz metoduna uyarlanan bir kitap olan el-Letâif fi Vezâif e'l-Eyyâm'ı yazmıştır.
Fıkıh kaidelerini ve faydalarını içine alır.
İmam Nevevî'nin Erbain isimli kitabına şerh yazmıştır. Bu kitapta
42 hadis vardır. Kendisi ona 8 hadis daha ilâve etmiştir. Bu eser, Câmiu'l-Ulûm ve'l-Hikem Şerhu Hamsine Hadisen Min Cevâmii'l-Hikem
adıyla H. 1346 da Mustafa el-Bâbî el-Halebî matbaasında basılmıştır. "Mâ
zi'bâni câmiâni ursilâ fî ganemin..." hadisine
ayrı bir şerh yazmıştır. Fadlu Îlmi's-Selef
Ale'l-Halef adıyla bir risalesi vardır.
Bu son anlatılan üç
kitap yayınlanmış ve çok beğenilmiştir. Bu eserlerde Hafiz
İbn Kayyim'in ıslah ve davet
ruhu, aşkı ve onun yazı üslûbundaki tatlılık ve akıcılık göze çarpmaktadır.
Bu talebelerinden ve
talebelerinin talebelerinden başka 8. ve 9. asırların öyle değerli büyük kitap
yazarları ve ıslahatçıları ortaya çıkmıştır ki, bunlarla ilgili olarak; İbn Teymiye'ye veya onun herhangi
bir talebesine talebelik yapıp yapmadıkları hakkında bir bilgi
edinilememiştir, ama onların eserlerinde açık ve net olarak İbn
Teymiye'nin düşüncesi, ruhu, ilmi ve onun daveti
görülmektedir. Bu zatlar, Şeyhülislâm İbn Teymiye'nin talebelerinden ya da
onun eserlerinden faydalanmış olsun ya da buna
fırsat bulamamış olsunlar, aynı görüş ve aynı duyguyu taşımaları bakımından
kesinlikle o düşünce ekolünün âlimleri ve ıslahatçıları arasında sayılmaya
lâyıktırlar.
Bu kişiler arasında
el-Muvâfakât kitabının ünlü yazarı büyük alim Ebû İshâk Şâtıbî (ö. 790 H.)
özellikle anılmaya değer. Onun kitabı el-İtisâm'm da
bu ıslah çalışmaları zincirinin bir halkası olduğu anlaşılmaktadır. Bu kitaba
Şeyhülislâm kendi devrinde başlamıştı. Sünnet ve bid'at
konusunda en akıllıca yazılan en mükemmel bir eser olup, temel bilgilere
dayalı ve ilmî yeteneklerle yazılmış bir kitaptır.[31]
[1] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/425-426.
[2] el-Bidâye ve'n-Nihâye, c.14, s. 234.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/426.
[3] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/426-427.
[4] A.g.e.,c.l4, s. 234-235.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/427-428.
[5] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/428.
[6] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/428-429.
[7] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/429.
[8] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/429.
[9] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/429-431.
[10] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/431.
[11] Sünnete çok bağlı ve büyük takva sahibi âlim, Mevlânâ Sey-yid Abdullah Gaznevî'nin hayatım anlatan kitapta: Zâdü'l-Meâd'a olan düşkünlüğü ile kalbi coşar, cezbelenir, ağlardı.
Ve ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, kıyamet günü Zâdü'l-Meâd'i bana azık yap.
Benim yanımdan ayırma, diye söylediği yazılmıştır.
(Sayfa 24)
[12] Zâdü'1-Meâd, s. 15.
[13] "Ey Resulüm; sakın onların ne malları, ne de
evlatları seni imrendirmesin. Allah; ancak onlar kâfir oldukları halde canlarının
çıkmasını ve dünya hayatında bunlar sebebiyle (münafıklara) azap etmesini
diliyor." (Tevbe-55)
[14] Bilinmeli ki bu göğüs genişliği, göğüs yarılmasının
kesin bir sonucudur. Bu göğüs yarılması olayını bütün ehl-i
sünnet araştırıcıları ve siyer âlimleri kabul etmektedirler. Hafız İbn Kayyım da bunu Zâdü'l-Meâd'da zikretmektedir.
[15] el-Bidâye ve'n-Nihâye, el, s. 158-160.,
[16] Geniş bilgi ve detaylar için fıkıh kitaplarına
bakınız.
[17] Zâdul-Meâd,
s. 160-161.
[18] Bu kitabın yazarı Ebu'l-Hasan
Nedevî; kendine has tevâzuundan ve bir de özellikle
İslâm bilginlerinin, o bölgelerdeki ilim erbabının alışık olmasından dolayı bu
tür ifadeyi kullanmıştır. Gerçek şu ki, o bugünün İslâm dünyasında benzeri
hemen hemen olmayan bir ilim adamıdır. Eserlerini
genellikle arapçayla yazmakta, urducasmı
ba-zan kendi yazmakta, bazan
da başkaları tarafından arap-çadan
tercüme edilmektedir. İslâm dünyasındaki pek çok ilmî ve İslâmî
kuruluşların üyesi olup Hindistan'daki Ned-ve İslâm
Akademisi'nin başkanıdır. Nedve'de tahsil yaptığım
sıralarda kendisinden manevî ve ilmî pek çok faydalar elde ettiğim hocamı
minnetle anarım. (Yusuf Karaca)
[19] Bk. s. 311-312.
[20] Bk. s. 466.
[21] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/431-452.
[22] . ed-Düreni'3-Kâmile, c.3,
s. 322.
[23] A.g.e., c.3, s. 322.
[24] A.g.e., c.3, s. 322.
[25] el-Bidâye ve'n-Nihâye, c.4, s. 212.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/453-454.
[26] ed-dürerul-Kâmile,
c.3, s. 332.
[27] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/454-456.
[28] Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan
Yayınları: 2/456-457.
[29] Hafız Şemseddin Ebu'l-Muhasib el-Hüseynî'nin Tezkiretü'l-ç Huffâz isimli
eserinin dipnotundan ve Süyûtî'nin Tabakâ-tu'1-Huffâz isimli eserinin dipnotundan alınmıştır.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/458-461.
[30] ed-Dürerul-Kâmile,
c.2, s. 322.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/462-463.
[31] 619 sayfa olarak Mısır'da basılmıştır.
Ebu’l-Hasan
En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 2/463-464.