Hz. Ebu Bekir'in Mescid-i Haram'da Müşrikleri
İslamiyete Davet Edişi
Hz. Ebu Bekir'in Annesinin Müslüman Oluşu
Tuleyb b. Umeyr'in Teşviki ile Ervâ Hatunun Müslüman
Oluşu
Müslüman Olan Sahabe Annelerinden Bazıları
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Eski
Tekliflerini Tekrarlamaları
Müşriklere Karşı Dârü'l-Erkam'dan Sert Bir Yürüyüş
Gösterisi
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)ı Öldürmeye Yemin
Etmeleri
Hâşim ve Muttalib Oğullarının Şı'b-ı Ebu Talib'de
Toplanmaları
Hz. Hamza;
Peygamberimiz (a.s.)ın amcası olup,[1]
Süveybe Hatun önce Hz. Hamza'yı, sonra da Peygamberimiz (a.s.)ı emzirmiş olduğu
için, Hz. Hamza Peygamberimiz (a.s.)ın sütkardeşi idi.[2]
Hz. Hamza
nübüvvetin 6. yılında Müslüman oldu.[3]
Peygamberimiz
(a.s.)ın bir gün Safa tepeciğinin yanında oturduğu sırada, Ebu Cehil[4] ile
Adiyy b. Hamrâ ve İbn Esda, oraya uğradılar.[5] Ebu
Cehil Peygamberimiz (a.s.)a sövüp saydı.[6] İslâm dinini ayıplamak, peygamberliğini
tahkir etmek., gibi, Peygamberimiz (a.s.)ın hiç sevmediği şeyleri söyleyip;
kendisini çok incitti. Peygamberimiz (a.s.) ise ona hiçbir şey söylemedi,
kalkıp evine gitti.
Abdullah b.
Cüd'an'ın azadlı kölesi bir hatun, evinden, Ebu Cehil'in bütün söylediklerini
işitmişti. Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.)a söyleyeceklerini söyledikten sonra,
Kabe'nin yanında, Kureyşlilerin toplandıkları yere gitti, onlarla oturdu.
Çok geçmeden,
Hz. Hamza, yayı omuzunda olduğu halde, avlanmaktan dönüp oraya geldi.
Kendisi avcı
idi, daima avlanmaya giderdi. Avlanmaktan döndüğü zaman, Kabe'yi tavaf
etmedikçe, sonra da Kureyşlilerin toplantı yerine uğrayarak onları selamlayıp
kendileriyle biraz konuşmadıkça, evine gitmezdi.
Hz. Hamza,
Kureyş yiğitleri arasında en şerefli ve en güçlü olanı, taşkınlığa ve haksızlığa
hiç dayanmayanı idi.
Safa
tepeciğinden Kabe'ye doğru giderken, azadlı cariye ona:
"Ey
Umâre'nin babası! Kardeşinin oğlu Muhammed'e biraz önce Ebu'l-Hakem Amr b.
Hişam tarafından yapılan kötülüğü görmüş olsaydın, sen hiç dayanamazdın.
Onu orada
otururken bulup sövdü saydı, hoşuna gitmeyecek şeyler söyledi, incitti. Sonra
da dönüp gitti.
Muhammed ise
ona hiçbir şey söylemedi" dedi.
Yüce Allah
Hz. Hamza'nın iyiliğini dilediği için, kendisi, kadının söylediği şeylerden son
derece öfkelendi; ve hiç kimsenin yanında durmayıp, Ebu Cehil ile karşılaşınca
ona yapacağını yapmak üzere hızla Mescid-i Haram'a girdi.
Ebu Cehil'in
Kureyşlilerden bir cemaat arasında oturduğunu gördü, ona doğru vardı. Başucuna
dikildi, hemen yayını kaldırıp onun başına şiddetle vurdu. Başını fena halde
yaraladı.
"Sen
misin ona sövüp sayan?
İşte, ben de
onun dinindeyim!
Onun
söylediğini söylüyorum!
Gücün
yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap bakayım" dedi.[7]
Ebu Cehil'in
mensup bulunduğu Manzum oğullarından bazı kimseler, Hz. Hamza'ya karşı Ebu
Cehil'e yardım etmek üzere ayağa kalkıverdiler[8] ve
ona:
"Biz
seni dininden dönmüş görüyoruz!" dediler.
Hz. Hamza:
"Onun
[Hz. Muhammed (a.s.)ın] dininin hak ve gerçek olduğu, bence belli olmuştur!
Beni ondan
kim men edebilir?
Ben
Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum. Onun söyledikleri hak ve
gerçektir.
Vallahi, ben
ondan ayrılmam!
Eğer
sözünüzde sadıklar iseniz, haydi bana engel olun bakayım?" dedi.[9]
Ebu Cehil
kendi kavminden olanlara:
"Bırakın
Ebu Umâre'yü
Vallahi ben
onun kardeşinin oğluna çok kötü sövüp saymıştım" dedi.[10]
Hz. Hamza
evine dönünce, şeytan ona vesvese vermeye ve:
"Sen
Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisi idin!
Şu, dinden
dönen kişiye uyup, atalarının dinini bıraktın ha!?
Ölmek, bu
yaptığın şeylerden, senin için daha hayırlıdır!" diyerek kalbini, zihnini
karıştırmaya başladı.
Öfkeye
kapılarak "Ben de onun dediği üzereyim!" deyip babalarının ve
kavminin dinini bıraktığına pişmanlık duyar gibi oldu!
Geceyi,
gözüne uyku girmeksizin, ağır bir iş ve şüpheler içinde geçirdi, ve:
"Ey
Allah! Şu yaptığım şey doğru ise, onun doğru olduğunu kalbime tasdik ettir!
Değilse, bu hususta benim için çıkar yolu kalbime doğdur!" diyerek
Allah'a yalvardı.[11]
Sonra da, Kabe'ye gidip, göğsünü hakka açmasını ve kendisinden şüpheyi,
şüphelenmeyi gidermesini Yüce Allah'tan diledi.[12]
Ertesi günü, sabahleyin Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı.[13]
Uykusunu kaçıran şüphe ve tereddütlerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi:[14]
"Ey
kardeşimin oğlu! Ben öyle bir iş içine düştüm ki, onun çıkış yolunu
bilemiyorum. Ey kardeşimin oğlu! Senin bana bir söz söylemeni çok arzu
ediyorum" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz (a.s.) ona va'z u nasihatta bulundu. Ahiret azab ve
nimetlerini anlattı. Onu azab ile korkuttu, Cennet ile sevindirdi.
Yüce Allah
Hz. Hamza'nın kalbine imanı Resûlullah (a.s.)ın sözleri ile yerleştirdi.[15]
Kalbini yakîn ile doldurdu.[16]
Hz. Hamza bu
yolda söylediği bir şiirinde şöyle dedi:
"Kalbimi
İslâmiyete, hanîf olan dine yönelttiği zaman, Allah'a hamdettim. O din ki,
kullarının bütün yaptıklarından haberdar olan; hepsinin iyisini kötüsünü bilen;
mâsiyetleri sebebiyle kendilerini açlıktan, susuzluktan öldürmeyip, lutfu ile
muamele eden; kudretiyle herşeye üstün gelen Rabbü'l-âlemîn tarafından
gelmiştir.
Onun emirleri
bize okunduğu zaman, kalb ve akıl sahibi olanların gözlerinden yaşlar boşanır.
Onlar apaçık
Kur"ân âyetleri olarak Ahmed'e gelmiştir ki, Ahmed Mustafa içimizde sözü
dinlenir ve kendisine boyun eğilir biridir!
Hayır!
Vallahi, biz o kavimle aramızdakini kılıçla halletmedikçe, kendisini hiç
kimseye vermeyiz! Ona yardımı kesmeyiz!"[17]
Hz. Hamza'nın
Müslüman oluşu, Peygamberimiz (a.s.)ı çok sevindirdi[18] ve
güçlendirdi.[19]
Hz. Hamza,
Yüce Allah'ın dinini kendileriyle güçlendirdiği sayılı kişilerdendi.[20]
Allah, ondan
razı olsun!
Hz. Hamza
Müslüman olunca; Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)a yapageldikleri
işkencelerin bir kısmından vazgeçtiler.[21]
Hz. Hamza'nın
Müslüman olduğu günde idi[22] ki,
Peygamberimiz (a.s.)ın yanında, o sırada, toplu bir halde[23]
otuzsekiz[24] veya otuzdokuz[25]
sahabe bulunuyordu.
Hz. Ebu Bekir
Peygamberimiz (a.s.)ın Müslümanlarla birlikte Mescid-i Haram'a gidip herkesi
İslâm iyete davet ve teşvik etmesi için ısrar ediyor, Peygamberimiz (a.s.) da
"Ey Ebu Bekir! Biz henüz azız, bu işe yetmeyiz" buyuruyordu.
Hz. Ebu Bekir
ısrar edip durunca, Peygamberimiz (a.s.) ashabıyla birlikte Dârül-Erkam'dan
çıkıp Mescid-i Haram'a gitti.
Müslümanlardan
her biri, Mescid-i Haram'da bulunan kendi kabilelerinden insanların yanlarına dağıldılar.
Peygamberimiz
(a.s.) oturduğu sırada[26] Hz.
Ebu Bekir ayağa kalkıp halkı Allah'a ve Resûlullaha inanmaya davet edince,
müşrikler Hz. Ebu Bekir1n[27] ve
Müslümanların[28] üzerlerine yürüdüler.
Hz. Ebu
Bekir'i[29] ve
oradaki Müslümanları, Mescid-i Haram'ın her tarafında,[30] en
şiddetli bir şekilde[31]
dövmeye başladılar.[32]
Hele Hz. Ebu
Bekir'i, fâsık Utbe b. Rebia, kamının üzerine çıkıp çiğnedi.
Yüzünü demir
ayakkabı I arıyla tekmeledi, şişirdi.
Hz. Ebu
Bekir'in yüzünde, bumu belirsiz oldu!
Kabilesi olan
Teym oğulları gelip yetişince, müşrikler Hz. Ebu Bekir'den uzaklaştılar.
Teym oğulları
Hz. Ebu Bekir'i baygın bir halde, bir örtünün içinde evine götürüp koydular.
Kendisinin öleceğini sandılar.
Hemen geri
dönüp Mescid-i Haram'a girdiler ve:
"Vallahi,
Ebu Bekir ölecek olursa, biz de muhakkak Utbe b. Rebiayı öldürürüz!"
dediler ve yine Hz. Ebu Bekir'in yanına döndüler.
Hz. Ebu Bekir
ancak günün sonuna doğru kendine gelip konuşabilmiş ve:
"Resûlullah
(a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?
Müşrikler ona
dil uzatmaya ve hakaret etmeye başlamışlardı!" deyip durmuştu.[33]
Teym
oğulları, Hz. Ebu Bekir'in yanından kalktılar ve ayrılırken, annesi
Ümmü'l-Hayr'a:
"Birşey
yemek veya içmek isteyip istemediğini kendisine bir sor bakalım?" dediler.
Evtenhalaşınca,
annesi Ümmü'l-Hayr, Hz. Ebu Bekir'e:
"Birşey
yesen, içsen!" deyip duruyor, Hz. Ebu Bekir ise:
"Resûlullah
(a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?" diyordu.
Ümmü'l-Hayr:
"Vallahi,
arkadaşın hakkında benim hiçbir bilgim yok!" dedi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Öyle
ise, Ümmü Cemil binti Hattab'a git. Resûlullah'ı ondan sor" dedi.
Ümmü'l-Hayr,
Ümmü Cemil'in yanına gitti, ve:
"Ebu
Bekir senden Muhammed b. Abdullah'ı soruyor" dedi.
Ümmü Cemil:
"Ben ne
Ebu Bekir'i, ne de Muhammed b. Abdullah'ı tanırım! İstiyorsan, seninle
birlikte, oğlunun yanına kadar gideyim" dedi.
Ümmü'l-Hayr:
"Olur!"
dedi.
İkisi
birlikte, Hz. Ebu Bekir'in yanına geldiler.
Ümmü Cemil
Hz. Ebu Bekir'i böyle, yerlere çalınmış, mahvolmuş bir halde bulunca, kendisini
tuta-mayarak çığlık kopardı:
"Vallahi
sana bunu yapan bir kavim muhakkak azgın ve sapkındır!
Ben, senin
öcünü onlardan almasını, Allah'tan diler ve umarım!" dedi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Resûlullah
(a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?" diye sordu.
Ümmü Cemil:
"Şu
annen, onun hakkında söyleyeceğimi işitir!" dedi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Ondan
sana hiçbir kötülük gelmez" dedi.
Bunun
üzerine, Ümmü Cemil:
"Selâmettedir
ve iyidir" dedi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Şimdi
nerededir o?" diye sordu.
Ümmü Cemil:
"Erkam'ın
evindedir" dedi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Allah'a
andolsun ki, Resûlullah (a.s.)a gitmedikçe ne bir yiyecek tadarım, ne de bir
içecek içerim!" dedi.
Ortalık
sakinleşip halkevlerine çekilinceye kadar bekledikten sonra, annesi ve Ümmü
Cemil, koltuklarına girerek Hz. Ebu Bekir'i Peygamberimiz (a.s.)ın yanına
götürdüler.[34]
Hz. Ebu Bekir
Peygamberimiz (a.s.)ı görür görmez, kendisini üzerine attı ve öptü.
Orada bulunan
Müslümanlarda Hz. Ebu Bekir'e sarıldılar.[35]
Hz. Ebu
Bekir'in hali Peygamberimiz (a.s.)ı son derecede rikkate getirdi.
Hz. Ebu
Bekir:
"Babam,
anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
O fâsık
adamın yüzümü gözümü belirsiz etmesinden başka bir sıkıntım yok!" dedi.[36]
Hz. Ebu
Bekir:
"Yâ
Rasûlallah! Şu annem, ebeveynine ve çocuklarına karşı çok iyiliklidir.
Sen
mübareksin! Onun için Allah'a dua ve kendisini de İslâmiyete davet et! Belki Allah
senin sayende onu Cehennem ateşinden korur!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz (a.s.) onun için Allah'a dua edip kendisini Allah'a
imana davet edince, Ümmü'l-Hayr Müslüman oldu.[37]
Allah ondan
razı olsun![38]
Ervâ Hatunun
oğlu Tuleyb b. Umeyr Darü'l-Erkam'da Müslüman olmuş,[39]
Habeş ülkesine yapılan hicrete de katılmıştı.[40]
Tuleyb b. Umeyr, bir gün, annesi Ervâ binti Abdulmuttalib'in yanına varıp:
"Bak!
Ben Muhammed (a.s.)a uydum, Allah'a boyun eğdim, Müslüman oldum!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Hiç
şüphesiz, dayının oğlu, senin yardımına ve desteğine herkesten daha lâyıktır.
Vallahi, onu erkeklere karşı korumaya gücümüz yetseydi, her tecavüzden
korurduk!" dedi.
Tuleyb b.
Umeyr
"Ey
anne! Seni Müslüman olmaktan ve ona uymaktan alıkoyan nedir? Halbuki, kardeşin
Hamza da Müslüman oldu!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Bakarım.
Kızkardeşlerim ne yaparsa, ben de öyle yapar, onlardan birisi olurum"
dedi.
Bunun üzerine
Tuleyb:
"Öyle
ise, sen ona giderek Müslüman oluncaya ve kendisinin peygamberliğini tasdik
edip 'Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar, ben de Allah'a yalvarır
dururum" deyince, Ervâ Hatun:
"Şehadet
ederim ki: Allah'tan başka ilâh yoktur! Ve yine şehadet ederim ki: Muhammed,
Allah'ın Resûlüdür!" dedi.
Ervâ Hatun,
Peygamberimiz (a.s.)a dili ile yardımcı olmaktan, oğlunu da bu yolda yardımcı
olmaya, İslâm davası üzerinde durmaya teşvik etmekten geri durmadı .[41]
Tuleyb b.
Umeyr, bir gün, Ebu Cehil'in[42]
Kureyş müşriklerinden yanındaki birkaç kişi ile[43]
Peygamberimiz (a.s.)ın önünün keserek[44] ona
eza ettiğini,[45] sövüp saydığını[46]
görünce, dayanamamış;[47]
eline geçirdiği deve çene kemiği ile[48]
vurup, Ebu Cehil'in başını yanmıştı. Tuleyb'i tutup bağlamışlar.[49]
dayısı Ebu Leheb de bağını çözmüş,[50] onu
kurtarmıştı.[51] Ervâ Hatuna:
"Tuleyb'in
Muhammed için kendisini tehlikeye attığını görüyor musun?!" denildiği
zaman, Ervâ Hatun:
"Onun
günlerinin hayırlısı, dayısının oğluna yardım ettiği gündür. O, Allah katından
hakkı ve gerçeği getirmiştir!" dedi. Kendisine:
"Demek,
sen de Muhammed'e tâbi oldun ha?!" dediklerinde Ervâ Hatun:
"Evet!
Tâbi oldum" dedi.
Müşriklerden
bazıları, gidip bunu Ebu Leheb'e haber verdiler.
Ebu Leheb
hemen Ervâ Hatunun yanına vardı ve:
"Senin,
baban Abdulmuttalib'in dinini bırakıp da Muhammed'e tâbi olduğuna şaşılır!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Kalk!
Sen de kardeşinin oğlunun yanında durup ona yardımcı, onu savunucu ol! Eğer
onun dini üstün gelirse, sen onun dinine girip kendisiyle birlikte bulunmayı
veya kendi dininde kalmayı seçmekte serbest olursun! Aksi halde ise, ona
yardımında mazur sayılırsın!" dedi.
Ebu Leheb:
"Onun
sonradan sonraya ortaya çıkarıp getirdiği bir dini bütün Araplara karşı
savunmaya bizim gücümüz mü var?" diyerek dönüp giderken,[52] Ervâ
Hatun:
"Tuleyb
dayısının oğluna yardım etti. Ondan canını, malını esirgemedi" dedi.[53]
Allah
onlardan razı olsun![54]
Hz. Ali'nin
annesi Fâtıma Hatun,[55]
Hz. Ebu
Bekir'in annesi Ümmü'l-Hayr Hatun (İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 326),
Hz. Osman'ın
annesi ve Peygamberimiz (a.s.)ın halası Ümmü Hakîm Beyzâ Hatunun
kızı olan Ervâ Hatun,[56]
Abdurrahman
b. Avf'ın annesi Şifâ Hatun.[57]
Talha b.
Ubeydullah'ın annesi Sâbe Hatun,[58]
Zübeyr b.
Avvam'ın annesi ve Peygamberimiz (a.s.)ın halası Safiyye Hatun, Mekkeli
sahabe annelerindendi.[59]
Hz. Hamza'nın
Müslüman olduğu ve Müslümanların sayılarının günden güne arttığının görüldüğü
sıralarda idi.[60] ki; içlerinde Ebu Cehil
de bulunan,[61] Kureyş müşriklerinin
ileri gelenleri, bir gün toplantı yaptlar[62] ve:
"Muhammed'in
işi yaygınlaştı, işlerimizi karıştırdı.[63]
Sihirde,
kehanette, şiirde en bilgiliniz kim ise araştırın da,[64]
topluluğumuzu dağıtan, işimizi karıştıran, dinimizi ayıplayan[65] şu
adamın yanına vanp kendisiyle bir konuşsun;[66]
üzerinde direndiği şeyle ne yapmak istediğine bir baksın![67] Onun
haberini bize getirsin![68] Buna
da, Utbe b. Rebia'dan daha uygun bir kimse bilemiyoruz" dediler.[69]
O sırada Utbe
b. Rebia müşriklerin yanında bulunuyor, Peygamberimiz (a.s.) da toplantı yerine
yakın bir tarafta yalnız başına oturuyordu.[70]
Utbe b.
Rebia:
"Vallahi,
ben şiir, kehanet ve sihrin her çeşidini işitmiş ve bunlar hakkındaki bilgilere
vukuf hâsıl etmiş bulunuyorum. Bana, bunların gizli, kapalı kalan bir tarafı
yoktur![71]
Ey Kureyş
cemaatı! Ben kalkıp Muhammed'in yanına varayım. Onunla konuşayım.
Kendisine
bazı şeyler teklif edeyim.
Teklif
edeceğim şeylerden hangisini kabul ederse, istediğini kendisine veririz.
Belki artık
bizimle uğraşmaktan vazgeçer!" dedi.
Müşrikler:
"Olur,
ey Ebu'l-Velid! Kalk, onun yanına var, kendisiyle konuş!" dediler.
Utbe hemen
kalktı, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp oturdu ve:
"Ey
kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki; kabile içinde, şeref ve soyca aramızda
üstün bir mevki desin.
Fakat,
kavminin başına büyük bir iş, bir gaile getirdin!
Onunla,
onların topluluklarını dağıttın!
Onunla,
onların akıllarını akılsızlık saydın!
Onunla,
onların ilahlarını ve dinlerini ayıpladın!
Onunla,
onların babalarından gelip geçmiş olanları tekfir ettin![72]
Ey Muhammedi
Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Hâşim mi daha hayırlı[73]
Ey Muhammedi
Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Abdulmuttalib mi daha hayırlı?
Sen mi daha
hayırlısın? Yoksa Abdullah mı daha hayırlı?" diye sordu.
Peygamberimiz
(a.s.), Utbe'nin bu sorularına hiç karşılık vermedi, sustu.[74]
Utbe:
"Eğer
bunların senden daha hayırlı olduğunu kabul ediyorsan, bunlar senin ayıplamakta
olduğun ilahlara tapıyorlardı!
Yok, eğer sen
onlardan hayırlı olduğunu sanıyorsan, konuş! Bu yoldaki sözünü de dinleyelim?
Biz hiçbir
zaman kavmine senden daha uğursuz ve ağır gelen birşey görmedik.
Topluluğumuzu
dağıttın! İşimizi karıştırdın! Araplar içinde bizi rezil ettin!
Kureyşliler
içinde bir sihirbaz, bir kâhin türemiş!1 dedirttin!
Vallahi, biz kılıçlarımızla birbirimizi yok etmeye
kalkacağımız, çığlık koparılacak andan başkasını bekleyemiyoruz![75]
Gel, sen beni
dinle:
Sana bazı
şeyler teklif edeceğim!
Onların
üzerinde dur! Düşün! Belki onlardan bazısını kabul etmek işine gelir"
dedi.
Peygamberimiz
(a.s.):
"Söyle
ey Ebu'l-Velid! Dinliyorum" buyurdu.
Utbe:
"Ey
kardeşimin oğlu! Eğer sen getirdiğin bu işle mal elde etmek istiyorsan, sen
malca en zenginimiz oluncaya kadar, mallarımızdan senin için mal toplayalım.
Eğer sen
bununla şeref ve şan kazanmak istiyorsan, seni üzerimize seyyid yapalım ve
sensiz hiçbir işe karar vermeyelim.
Eğersen
bununla kral olmak istiyorsan, seni kendimize kral yapalım.
Eğer bu sana
gelen şey, sana görünüp de kendinden uzaklaştırmaya güç yetiremediğin bir tâbi'
cin işi ise, seni tedavi ettirelim? Seni ondan kurtarıncaya kadar, mallarımızı
bu uğurda saçarcasına harcayalım? Tedavi edilinceye kadar tâbi cinin adama
sataşıp durduğu olabilir!" dedi.
Utbe
sözlerini bitirinceye kadar Peygamberimiz (a.s.) onu dinledi ve:
"Ey
Ebu'l-Velid! Söyleyeceklerini, söyleyip bitirdin mi?" diye sordu.
Utbe
"Evet" deyince, Peygamberimiz (a.s.):
"Sen de,
şimdi beni dinle!" buyurdu.
Utbe
"Öyle yapayım" dedi.
Peygamberimiz
(a.s.), Besmele çekerek Fussilet sûresini okumaya başladı.
Utbe de,
susup, iki elini arkasından yere dayayıp onu dinledi.
Peygamberimiz
(a.s.), Fussilet sûresinin secde âyeti olan 37. âyetini de okuyup secde ettikten
sonra:
"Ey
Ebu'l-Velid! Hiç işitmediğini dinlemiş bulunuyorsun!
Artık işte
sen, işte o!" buyurdu.
Bundan sonra,
Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına varırken, arkadaşları birbirlerine:
"Allah'a
and içeriz ki; Ebu'l-Velid, size, buradan gidişinden başka biryüzle
geldi!" dediler.
Gelip
yanlarına oturduğu zaman, Utbe'ye:
"Ey
Ebu'l-Velid! Arkanda ne haber var?" diye sordular.
Utbe:
"Arkamdaki
haber; vallahi, ben şimdiye kadar bir benzerini daha işitmemiş olduğum bir sözü
işitmiş bulunuyorum.
Vallahi, o ne
şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir!
Ey Kureyş
cemaatı! Gelin, beni dinleyin!
Siz bu işi
bana bırakın. Şu adamı, üzerinde durduğu şeyle başbaşa bırakın! Siz aradan
çekilin! Ondan uzak durun!
Vallahi, kendisinden
dinlemiş olduğum söz, büyük bir haber olacaktır!
Eğer onu
Araplar öldürürlerse, sizden başkasıyla onun hakkından gelmiş olursunuz.
Eğer o
Araplara hakim olursa, onun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz, onun kudret ve
şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir.
Siz böylece,
onun sayesinde, insanların en mutlusu olursunuz![76]
Ey kavmim!
Gelin, bugün bana itaat edip sözümü dinleyin de, sonra tek bana isyan
edin!" dedi.[77]
Kureyşliler:
"Vallahi,
ey Ebu'l-Velid! O, seni de diliyle sihirlemiş!" dediler.
Utbe:
"Bu,
benim onun hakkındaki görüşümdür. Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın!"
dedi.[78]
Utbe'nin,
Kureyş müşriklerine "Muhammed 'Onlar bu beyandan sonra yine imandan yüz
çevirirlerse, 'Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi, size de bir azabın gelip
çatabileceğini hatırlatırım' de!1 dediği zaman, ağzını elimle
tutarak, daha fazla okumaması için, kendisine akrabalık adına and verdim.
Çünkü, Muhammed birşey söylediği zaman hiç yalanlanmadığını bildiğim için,
üzerinize azab ineceğinden korktum" dediği de rivayet edilir.[79]
Hz. Ömer'in
annesi Hanteme[80] Ebu Cehil'in amcasının
kızı olduğuna göre, Ebu Cehil Hz. Ömer'in dayısı sayılırdı.[81]
Hz. Ömer,
Müslüman olmadan önce, Peygamberimiz (a.s.)a ve Müslümanlara karşı, insanların
en katı davrananı idi.[82]
Hz. Ömer'in
Müslüman oluşu Kureyş müşriklerinin Habeş ülkesine hicret eden Müslümanları
kendilerine teslim etmesi için ona ve kumandanlarına sunulacak hediyelerle
birlikte Necaşî'ye gönderdikleri Amr b. Âs ve Abdullah b. Ebi Rebia'nın elleri
boş olarak, hoşlarına gitmeyen bir şekilde geri çevrildikleri sıralarda,[83] ve
Hz. Hamza'nın Müslüman oluşundan üç gün sonra olup;[84] bu
da, nübüvvetin altıncı yılında,[85]
Zilhicce ayından[86] bir Cuma günü idi.[87]
Peygamberimiz
(a.s.), Dârü'l-Erkam'da Pazartesi günü:[88]
"Ey
Allah! Şu iki adamdan, Ebu Cehil veya Ömer b. Hattab'dan, sana sevgili olanı
ile İslâm'ı aziz kıl, güçlendir!" diyerek dua etmişti.[89]
Hz. Ömer der
ki:
"Ben,
Müslüman olmadan önce, Resûlullah (a.s.)a sataşmak için evden çıkıp, kendisini
buldum. O, Mescid-i Haram'a erişmekte beni geçmişti. Ben de, vanp arkasında,
ayakta durdum.
Resûlullah (a.s.)
el-Hâkka sûresini okumaya başladı .[90]
Dinlediğim
kelamın belagatına, düzgünlüğüne, derii-topluluğuna hayran oldum. Kendi
kendime:
'Bu, vallahi,
Kureyşlilerin dediği gibi, bir şair galiba!' dedim.
O sırada,
Resûlullah, sûrenin şu (mealdeki) âyetlerini okudu:
'Gördüğünüz,
görmediğiniz şeylere and ederim ki: Hiç kuşkusuz, o (Kur'ân), Allah katında çok
şerefli bir resûlün (Allah'tan telakki ettiği) sözüdür!
O, bir şair
sözü değildir! Siz ne az inanır (adamlar)sınız!'[91]
Ben, yine,
kendi kendime:
'Galiba, bu
bir kâhindir! (İçimden geçirdiklerimi anladı!)' dedim.
Resûlullah (a.s.)
şu (mealdeki) âyetleri okumaya devam etti:
'O, bir kâhin
sözü de değildir! Siz ne kıt düşünür (adamlarsınız!
O (Kur'ân),
âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
Eğer,
(Peygamber, söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş
olsaydı, elbette, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverir, sonra da,
muhakkak onun kalb damarını koparır (kendisini yaşatın az) dik!
O vakit,
sizden hiçbiriniz, buna mâni de olamazdınız!
Şüphe yok ki,
o (Kur'ân), fenalıktan korunanlar için kafi bir öğüttür.
İçinizde onu
yalan sayanlar bulunduğunu, elbette, Biz de biliyoruz. Muhakkak ki, o (Kur'ân),
kâfirler üzerine bir hasrettir (iç yarasıdır)!
Hiç kuşkusuz,
o (Kur'ân) kesin bilginin tam gerçeğidir.
O halde, o
büyük Rabbini, Kendi ismiyle teşbih (ve tenzih)e devam et!'[92]
Resûlullah (a.s.)
sûreyi böylece okuyup bitirdiği zaman, her yerde, kalbime İslâm meyli düştü."[93]
Yine, Hz.
Ömer der ki:
"Ben
Cahiliye devrinde içkici idim. İçki içmeyi çok sever ve içince neşelenirdim.
İslâmiyetten
nefret duyar ve uzak dururdum.
Hazvere'de,
Ömer b. Abd b. İmrânül-Mahzumilere ait evlerin yanında, Kureyş erkeklerinden
bazılarının içinde toplandığı bir toplantı yerimiz vardı.
Bir gece,
toplantı arkadaşlarımla buluşmak arzusu ile bu toplantı yerine gitmiştim.
Oraya
vardığımda, toplantı yerinde onlardan hiç kimseyi bulamadım. Kendi kendime
'Filan içkicinin yanına gideyim. Belki onda biraz içki bulur, içerim' dedim.
Kendisi Mekke'de içki satardı.
Bu maksatla
ona gittim. Fakat kendisini bulamadım. Yine, kendi kendime 'Bari Kabe'ye
gideyim, onu yedi veya yetmiş kere tavaf edeyim' dedim.
Kabe'yi tavaf
etnek arzusuyla Mescid-i Haram'a vardım.
Bir de gördüm
ki, Resûlullah (a.s.) durmuş, namaz kılıyordu.
Kendisi,
namaza durduğu zaman Şam'a doğru yönelir ve Kabe, Şam ile kendisinin arasında
kalırdı. Namaz kıldığı yer, Rüknü'l-Esved ile Rüknü Yemânî arası idi.
Onu görünce,
kendi kendime:
'Vallahi, ne
olursa olsun, bu gece Muhammed'in söylediklerini işitmek için durup dinlemek
istiyorum' dedim.
Yine, kendi
kendime:
'Dinlemek
için onun yanına yaklaşacak olursam, belki kendisini korkutmuş olabilirim'
dedim. Hicr köşesine gittim. Orada, Kabe'nin örtüsünün altına girdim. Örtünün
arkasından yavaş yavaş yürüdüm. Resûlullah (a.s.), ayakta durup namaz kılıyor
ve Kur'ân okuyordu.
Ben,
yürüyerek onun karşısına kadar gelip, kıblesinde durdum.
Aramızda,
Kabe'nin örtüsünden başka birşey yoktu.
Kur'ân'ı
dinlediğim zaman, kalbim ona karşı yumuşadı."[94]
İbn İshak,
İbn Hişam; Hz. Ömer'in Müslüman oluşunu şöyle anlatırlar:
Hz. Ömer'in
kızkardeşi Fâtıma binti Hattab Hatun, Saîd b. Zeyd ile evli olup, ikisi de
Müslüman olmuşlardır.
Fakat,
Müslümanlıklarını Hz. Ömer'den gizli tutuyorlardı.
Yine Hz.
Ömer'in mensup bulunduğu Adiyy b. Ka'b oğullarından Nuaym b. Abdullah da
Müslüman olmuştu. O da, kavminden korktuğu için, Müslümanlığını gizli
tutuyordu.
Habbab b.
Enet, Fâtıma Hatuna gelip gidip Kur'ân okur ve okuturdu. Bir gün, Hz. Ömer,
Peygamberimiz (a.s.) ile ashabından bir cemaata saldırmak üzere, kılıcını
kuşanmış olarak evinden çıkmıştı.
Peygamberimiz
(a.s.)la ashabının Safa tepeciğinin yanındaki bir evde toplandıkları ve
kadınlı-erkekli kırk kişiye yakın oldukları, kendisine haber verilmişti.
Dârü'l-Erkam'da;
Peygamberimiz (a.s.) ile amcası Hz. Hamza, Ashab-ı Kiramdan Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ali ve Habeş ülkesine hicret etmeyip Peygamberimiz (a.s.)la birlikte Mekke'de
oturan Müslümanlardan bazıları da bulunuyordu.[95]
Nuaym b.
Abdullah Hz. Ömer'e rastladı ve:
"Ey
Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.[96]
Hz. Ömer:
"Kureyşlilerin
işlerini darmadağın eden, akıllarını akılsızlık sayan, dinlerini ayıplayan,
ilahlarına dil uzatan, şu ata dinini bırakıp yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum.
Öldüreceğim onu!" dedi.
Nuaym b.
Abdullah:
"Vallahi
ey Ömer! Seni nefsin aldatmıştır, nefsin!
Sen
Muhammed'i öldürünce Abdi Menaf oğullarının seni yeryüzünde gezer bırakacağını
mı sanıyorsun?!
Sen kendi ev
halkına dönsen de, onların işi üzerinde dursan olmaz mı?" dedi.
Hz. Ömer:
"Sen
benim ev halkından, hangisini kastediyorsun?" diye sordu.
Nuaym b.
Abdullah:
"Amcanın
oğlu enişten Saîd b. Zeyd ile kızkardeşin Fâtımayı kastediyorum! Vallahi,
onların ikisi de Müslüman oldular, Muhammed'e uydular ve onun dinine girdiler!
Sana önce onlarla ilgilenmek düşer" dedi.
Hz. Ömer,
hemen geri dönüp kızkardeşiyle eniştesinin evine kadar gitti.
O sırada,
onların yanında Habbab b. Enet ve onun yanında da, içinde Fatiha sûresi yazılı
bir sahife bulunuyor, onu onlara okuyordu.
Hz. Ömer'in
tıkırtısını işittikleri zaman, Habbab evin bir köşesinde gizlendi.
Fâtıma Hatun
sahifeyi alıp uyluğunun altına sakladı.
Hz. Ömer,
evin yanına geldiği zaman, Habbab'ın Fâtıma Hatunla Saîd b. Zeyd'e Kur'ân
okuduğunu işitmişti. Eve girince:
"İşitmiş
olduğum o şey ne idi?" diye sordu.
Kızkardeşiyle eniştesi:
"Sen
birşey işitmedin!" dediler.
Hz. Ömer:
"Evet!
Vallahi, ikinizin de Muhammed'e uyduğunuzu ve onun dinine girdiğinizi haber
aldım!" dedi ve hemen eniştesi Saîd b. Zeyd'in üzerine çullandı.
Fâtıma Hatun
da kalkıp onu kocasının üzerinden ayırmak, uzaklaştırmak isteyince, Hz. Ömer
vurup Fâtıma Hatunun başını yardı!
Hz. Ömer bunu
yapınca, kızkardeşi de, eniştesi de:
"Evet!
Biz Müslüman olduk! Allah'a ve Resûlüne iman ettik!
Sen istediğini
yap!" dediler.
Hz. Ömer
kızkardeşinin başını yarıp kanattığını görünce, yaptığına pişman oldu, yapmak
istediği şeylerden vazgeçti. Kızkardeşine:
"Demin
okuduğunuzu sizden dinlediğim şeylerin yazılı bulunduğu sahifeyi bana ver de,
Muhammed'in getirdiği şeyin ne olduğuna bir bakayım?" dedi.
Kızkardeşi:
"Biz
senin sahifeye birşey yapmandan korkanz!" dedi.
Hz. Ömer:
"Korkma!"
dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine, ilahları üzerine yemin etti.
Bunun
üzerine, Fatma Hatun, onun Müslüman olacağını umarak:
"Ey
kardeşim! Sen, puta taptığın müddetçe, pissin (temiz değilsin)! Halbuki, ona
(Kur'ân-ı Kerîm yazılı sahifeye), pâk olandan başkası dokunamaz!" dedi.
Hz. Ömer
kalkıp yıkanınca, Fâtıma Hatun ona sahifeyi verdi. Verdiği sahifede Tâhâ sûresi
yazılı idi. Hz. Ömer sûreyi baş tarafından okumaya başladı[97] ve
onaltı âyet okudu.[98]
"Bu
sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!" demekten, kendini alamadı.
Habbab, bunu
işitince, saklandığı yenden çıkıp Hz. Ömer'in yanına geldi ve:
"Ey
Ömer! Vallahi, Allah'ın, Peygamberinin duasını sana nasip edeceğini umuyorum.
Ben dün Peygamber (a.s.)dan işittim ki; o, 'Ey Allah! İslâm'ı, Ebu'-Hakem b. Hişam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!'
diyerek dua etmişti.
Ey Ömer!
Artık Allah'tan kork, Allah'tan" dedi.
Hz. Ömer,
Habbab'a:
"Ey
Habbab! Sen bana Muhammed'in bulunduğu yeri göster de, yanına varıp Müslüman
olayım!" dedi.[99]
Habbab:
"O, Safa
tepeciğinin yanındaki bir evin içindedir. Kendisinin yanında da, ashabından
bazıları bulunuyor" dedi.
Hz. Ömer
hemen kalkıp kılıcını kuşandı. Sonra, Peygamberimiz (a.s.)la ashabının bulunduğu
yere vanp kapılarını çaldı.
Hz. Ömer'in
sesini işitince, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında bulunan bir zât[100]
kalkıp kapının gediğinden dışarı baktı.
Hz. Ömer'i
kılıcını kuşanmış olarak görünce, korktu. Peygamberimiz (a.s.)ın yanına döndü:
"Yâ
Rasûlallah! Bu, Ömer b. Hattab'dır! Kılıcını kuşanmış bir haldedir!" dedi.
Hz. Hamza:
"Ona
izin ver! Eğer iyilik için geldiyse, kendisine bol bol iyilik ederiz!
Eğer kötülük
için geldiyse, onu kendi kılıcıyla öldürürüz!" dedi.
Peygamberimiz
(a.s.):
"Ona
izin veriniz!" buyurdu.
Kapıdaki zât
(Bilal-i Habeşî) ona izin verdi.
Peygamberimiz
(a.s.) kalkıp ona doğru vardı ve kendisiyle avluda karşılaştı.
Kuşağından ve
ridasının toplandığı yerden tutup, kendisine doğru hızlıca çekti ve:
"Ey
Hattab'ın oğlu! Neye geldin?!
Vallahi,
Allah'ın senin başına bir musibet indirmesine kadar duracağını sanmıyorum"
buyurdu.
Hz. Ömer:
"Ey
Allah'ın Resûlü! Ben Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve ona Allah'tan gelen şeylere
iman edeyim diye senin yanına geldim" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz (a.s.) "Allahuekber" diyerek tekbir getirdi.
Peygamberimiz
(a.s.)ın ashabından olan ve evde bulunan halk, Hz. Ömer'in Müslüman olduğunu
anladılar.[101] Onlar da tekbir
getirdiler.
Tekbir
sesleri Mekke'nin yollarında duyuldu.
Hz. Ömer der
ki:
"Müslüman
olup da dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.
Ancak, benim
payıma bunlardan hiçbir şeyin düşmediğini gördüm.[102]
Kendi kendime:
'Müslümanlar
musibete uğrarlarken, ben musibete uğramamak istemem!' dedim.[103]
Müslüman
olduğum gece, kendi kendime düşündüm ki: Mekke halkından, Resûlullah (a.s.)a
düşmanlıkta en azılısı kim ise, gidip Müslüman olduğumu ona haber vereyim!
'Tamam! Ebu
Cehil'e haber vereyim!' dedim.
Sabaha
çıktığım zaman, Ebu Cehil'in kapısını çaldım.
Ebu Cehil
yanıma çıkıp:
'Hoş geldin
kızkardeşimin oğlu! Ne haber getirdin?' dedi.
Kendisine:
'Allah'a ve
O'nun Resûlü olan Muhammed'e iman ve kendisinin bildirdiği şeyleri tasdik
ettiğimi sana haber vereyim diye geldim1 deyince, kapıyı yüzüme
çarparcasına kapayıp:
'Allah seni
de, senin getirdiğin haberi de kötü etsin, iyilikten uzak kılsın! (Allah senin
de belânı versin! Senin getirdiğin haberin de belâsını versin!) dedi."[104]
Hz. Ömer,
Müslüman olduğunu haber vermek için dayısı Velid b. Mugîreye[105]
nasıl gittiğini ve nasıl karşılandığını da, şöyle anlatır:
"Evden
çıkıp dayıma gittim. Kendisi Kureyşlilerin eşrafından idi. Kapısını çaldım.
İçeriden:
Kim o?' diye
sordu.
'İbn Hattab!'
dedim.
Yanıma çıktı.
Kendisine:
'Benim
müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?1 dedim.
Dayım bana:
'Sen
gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu. Ben:
'Evet,
yaptım!' dedim. Dayım:
'Sakın
yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış
bulunuyorum bile![106]
Ey dayım! Ben
Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman ettim. Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorum.
Sen bunu
kavmine böylece haber ver!' dedim.
Dayım Velid:
'Kızkardeşimin
oğlu! Sen eski işinin üzerinde sebat et! Seni halk kendi halinde bilsin! Er
kişi kendi hali üzere sabahlar, kendi hali üzere akşamlar!' dedi.
Kendisine:
'Vallahi
benim için iş açıkça belli olmuştur!
Sen benim
Müslüman olduğumu kavmine haber ver!' dedim.
Velid:
'Senin bu
işini haber veren ilk kişi ben olmayacağım!' dedi[107] ve
evine girip kapıyı yüzüme karşı kapadı. Kendi kendime:
'Bu birşey değil!' dedim.
Kureyş
müşriklerinden, başka bir adama gidip kapısını çaldım. İçeriden:
'Kim o?' diye
sordu.
İbn Hattab!'
dedim.
Yanıma çıktı.
Kendisine:
'Benim
müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?1 dedim.
'Sen
gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu.
'Evet!
Yaptım!1 dedim. Bana:
'Sakın,
yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış
bulunuyorum bile!' dedim.
O da, hemen
içeri girip, kapıyı yüzüme karşı kapadı.[108]
Kendi kendime:
'Müslümanlar
dövülüyor, ben ise dövülmüyorum.[109]
Müslümanları
d övüyorlar,[110] ben ise dövülmüyorum.[111] Beni
hiç kimse dövmüyor!' dedim.[112]
Geri döndüm.[113]
Bana, bir
adam:
'Sen
Müslümanlığını bildirmek istemiyor musun?' dedi. Ona:
'Evet!
Bildirmek istiyorum' dedim.
'Öyle ise,
Kureyşliler Hicr'de oturdukları sırada, sır saklamayı bilmeyen filan adama git!
İkinizin arasında gizli kalmasını hatırlat!
Kendisine:
'Ben
müşriklikten çıktım, başka bir dine girdim' de, yeter. Çünkü, onun sır sakladığı pek azdır' dedi."[114]
Abdullah b.
Ömer der ki:
"Babam,
Müslüman olduğu zaman, Kureyşlilerin en çok söz taşıyanı, en çok söz yayanı
kimdir? diye sordu. Kendisine:
'Cemil b.
Ma'meru'l-Cumahî'dir!' denildi.
Bunun
üzerine, babam onun yanına gitti.
Ben de
babamın arkasından gittim. Babam ona:
'Ey Cemil,
biliyor musun? Ben Müslüman oldum, Muhammed'in dinine girdim der demez, vallahi
Cemil ayağa kalkıverdi.
Acelesinden
ridasını sürükleyerek, o önde, babam arkada, gittiler. Ben de babamı takip
ettim.
Mescid-i
Haram'm kapısına varıldı.
O sırada,
Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Kabe'nin kapısı civarındaki toplantı
yerinde bulunuyorlardı.
Cemil,
Kabe'nin kapısında ayakta dikilerek, avazının çıktığı kadar:
'Ey Kureyş
cemaati! Haberiniz olsun ki, Ömer b. Hattab dininden çıkmış, başka bir dine
girmiştir!' diyerek bağırdı.
Babam ise:
'O yalan
söylüyor! Ben Müslüman oldum ve Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve
Muhammed'in Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet ettim!' deyince, Kureyş
müşrikleri babama saldırdılar.
Güneş
başlarının üzerinde yükselinceye kadar, babamla Kureyşliler, çarpıştılar.
Sonunda,
babam yorulup oturdu.
Müşrikler
babamın başucuna dikildiler. Babam onlara:
'Siz bana
istediğinizi yapın! Allah'a yemin ederim ki, biz üçyüz kişi olsaydık, ya biz
yenilir, burayı size bırakırdık; ya da siz yenilir, burayı bize bırakırdınız!'
diyordu.
Babam Ömer
ile Kureyş müşrikleri bu durumda bulundukları sırada, üzerinde Yemen işi
çizgili bir elbise ile nakışlı bir gömlek bulunan, Kureyşlilerden yaşlı bir
adam gelip üzerlerine dikildi ve:
'Nedir bu
haliniz?' diye sordu. Saldırganlar:
'Ömer
dininden çıkmış, başka bir dine girmiştir1 dediler. Gelen adam
onlara:
'Bırakın onu
kendi haline! Adam kendisi için bir iş (birdin) seçmişse, size ne oluyor? Ne
istiyorsunuz siz ondan?!
Adiyy b. Ka'b
oğullarının size adamlarını böylece teslim edeceklerini (öldürteceklerini) mi sanırsınız?!
Açılın, dağılırı adamın başından![115]
Ben onun
koruyucusuyum!' dedi.[116]Vallahi,
onlar babamın üzerinden, bir elbisenin soyuluşu gibi, sıyrıldılar, dağıldılar.
Medine'ye
hicret ettikten sonra, babama:
'Ey
babacığım! Mekke'de, Müslüman olduğun gün, seninle çarpışan müşrikleri azarlayıp
başından dağıtan adam kimdi?' demiştim. Babam:
'Ey
oğulcuğum! O, Âs b. Vâilü's-Sehmî[117]
idi' dedi."[118]
Hz. Ömer,
Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ
Rasûlallah! İçinde İslâmiyeti açıklamadığım bir küfür meclisi
bırakmayacağım!" dedikten sonra Mescid-i Haram'a giderek, müşriklerin
oradaki toplantı meclislerinde Müslüman olduğunu açıklamış; Allah'tan başka
ilah bulunmadığına ve Muhammed (a.s.)ın Resûlullah olduğuna şahadet getirince
müşriklerin saldırısına uğramış; bu onları, onlar bunu dövmeye başlamış;
müşriklerin sayısının çoğaldığı sırada, daha önce kendisini korumaya alan Âs b.
Vâil yetişip müşriklerin ellerinden Hz. Ömer'i tekrar kurtarmıştır.[119]
Hz. Ömer:
"Yüce
Allah İslâm'ı güçlendirinceye kadar, İslâm
uğrunda dövmekten, dövülmekten geri kalmadım!" demiştir.[120]
Ashab-ı
Kiramdan Abdullah b. Mes'ud da:
"Ömer'in
Müslüman oluşu bir fetih idi. Hicreti bir yardım idi. Halifeliği de bir rahmet
idi![121]
Vallahi, Ömer Müslüman oluncaya kadar, Kabe'nin yanında açıktan namaz kılmadık.[122]
O, Müslüman
olunca, Kureyş müşrikleriyle dövüştü.[123]
Kendisi,
Kabe'nin yanında namaz kıldı, biz de namaz kıldık!" demiştir.[124]
Allah ondan
razı olsun![125]
Hz. Ömer der
ki:
"Müslüman
olduğum ve Peygamber (a.s.)la ashabının da müşriklerden gizlendikleri sıra-da:[126]
'Yâ
Rasûlallah! Biz, ister ölü, ister diri olalım;[127] hak üzere değil miyiz?1 dedim.
Resûlullah (a.s.):
'Evet![128]
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; siz, ister ölü olunuz,
ister diri olunuz,[129] hiç
şüphesiz hak üzeresiniz!1 buyurdu.[130]
Bunun
üzerine:
'Yâ
Rasûlallah! Biz hak üzere bulunduğumuza, onlar bâtıl üzere olduklarına göre,
biz ne diye dinimizi gizliyoruz?![131]
Vallahi, biz
İslâmiyet] küfre karşı açıklamaya daha haklı, daha lâyıkız! Allah'ın dini
Mekke'de muhakkak üstün gelecektir!
Kavmimiz bize
karşı taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. İnsaflı davranmak
isterlerse, onu da kabul ederiz!' dedim.[132]
Resûlullah (a.s.):
'Biz, sayıca
çok azız!' buyurunca:
'Seni hak din
ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki;[133] hiç çekinmeden, korkmadan,[134]
oturup İslâm inanç esaslarını
açıklamadığım bir küfür meclisi kaim ayacaktır![135]
Seni hak din
ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; biz muhakkak ortaya
çıkacağız!1 dedim.[136]
İki saf
halinde çıktık. Saflardan birinin başında Hamza, diğer safın başında ben
vardım.[137]
Sert
adımlarla, yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta,[138]
Mescid-i Haram'a girdik.
Kureyş
müşrikleri bir bana, bir Hamzaya bakıyorlardı.
Onlar, o gün,
bir benzerine daha uğramadıkları hüzün ve kedere uğradılar.
O zaman,
Resûlullah (a.s.), bana:
'Hak ile
bâtılı ayırdı!' diye, 'Faruk' adını verdi."[139]
Peygamberimiz
(a.s.)ın İslâm davasından vazgeçmediği takdirde öldürülmek üzere kendilerine
teslimi için Kureyş müşriklerinin Ebu Talib'e yaptıkları teklifler neticesiz
kalmıştı.[140]
Habeş
ülkesine çıkan İslâm Muhacirleri Habeş Necaşî'si tarafından korunarak emniyet
ve huzura kavuşmuş, Hz. Hamza ve onun arkasından da Hz. Ömer Müslüman olup
Peygamberimiz (a.s.)la ashabının yanında yer almış,[141]
İslâmiyet Arap kabileleri arasında duyulmaya ve yayılmaya başlamış
bulunuyordu.[142]
Hele Necaşî'nin
Hz. Cafer ve arkadaşlarına yaptığı ikramlar, Kureyş müşriklerinin çok
ağırlarına gitmiş,[143]
onları Peygamberimiz (a.s.)a ve ashabına karşı son derece kızdırmıştı.[144]
Bunun
üzerine, müşrikler Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmek hususunda birleştiler[145] ve:
"Onu,
gizlice veya açıktan, muhakkak öldüreceğiz!" diyerek, öldürmeye yemin
ettiler.
Ebu Talib
Kureyş müşriklerinin bu cinayeti işlemeye azimli olduklarını görünce,
kardeşinin oğlunun hayatı hakkında korkuya düştü.
Kureyş
müşriklerinin Kabe çevresinde toplanmış bulundukları bir sırada, gidip Kabe
örtüsünün arasına girdi.
Kureyş
müşriklerinin zulümlerinden, Allah'a şikayetlendi:
"Ey
Allah! Kavmimiz bana karşı azgınlığa ve taşkınlığa kalkıştı!
Bize acele
yardımını yetiştir! Onların önlerine geril! Kardeşimin oğlunu öldürmelerine
imkân verme!" diyerek Allah'a yalvardı.
Kureyş müşrikleri:
"Şu
yalancı ve akılsız [hâşâ!] adam öldürülmedikçe, bizimle H âsim ve Muttalib
oğulları arasında ne barış, ne akrabalık ve ahid, ne de dokunulmazlık
var!" dediler.[146]
Ebu Talib
Hâşim ve Muttalib oğullarını yanında topladı.
Peygamberimiz
(a.s.)ı kendilerine ait Şı'b'da[147]
yanlarında bulundurmalarını ve onu-öldürmek isteyenlere karşı-korumalarını
onlara emretti.[148]
Müslüman olan olmayan, hepsi; kimi din ve iman, kimisi de-müşrik olmalarına
rağmen-aile ve akrabalık gayretiyle, bu hususta birleştiler.[149]
Muttalib
oğulları da, Hâşim oğullarının yanında yer aldılar.[150]
Zaten,
Muttalib oğullarıyla Haşim oğulları, bir soy sayılırlardı.[151] Hâşim
b. Abdi Menafin kardeşi Muttalib'e vasiyeti üzerine, Hâşim oğulları öteden beri
birlikte hareket ederi erdi.[152]
Cahiliye
devrinde de, İslâm devrinde de onlardan ayrılmadılar.[153]
Nübüvvetin altıncı yılından sonra,[154]
yedinci yılında,[155] Muharrem hilalinin doğduğu gece,[156] Ebu
Talib başlarında olmak üzere, Peygamberimiz (a.s.) ve bütün Haşim ve Muttalib
oğulları Şı'b'da toplandılar.[157]
Hâşim oğullarından yalnızca Ebu Leheb, Şı'b'a
girmediği gibi, Hâşim ve Muttalib oğullarına karşı, müşrikleri desteklemeye
devam etti.[158] Amca oğulları olan
Abduşşems ve Nevfel oğulları da, Haşim ve Muttalib oğullarını desteklemediler.[159]
[1] İbn Sa'd
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 8, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 192, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 369.
[2] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 108-110, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 291, Buhârî, Sahih, c. 6, s. 125,
Müslim, Sahih, c.2, s. 1072, Ebu Davud, Sünen, c. 2, s. 222, İbn Mace, Sünen,
c.1, s. 624, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 9, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7,s. 453,
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 370, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 51.
[3] İbn
Sa'd,Tabakât,c.3,s.9, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 192, İbn Abdilberr, İstiâb, c.
1,s. 369, Kastalâni, Mevâhib.c.1, s.62, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 294.
[4] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 311, Taberî, Târih, c. 2, s. 224, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s.
192, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 83,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 04, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 171,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 33, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 283, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 9.
[5] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 9.
[6] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c.1, s.311, İbn Sa'd, c.3, s.9 Taberî, Târîh, c. 2, s.224,Hâkim
,Müstedrek,c. 3,s. 192, Beyhakî,Delâil,c.2,s. 213, İbn Esîr,Kâmil,c. 2, s. 83,
İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 104,Zehebî,Târîhu'l-islâm, s. 171,Diyarbekrî,
Hamis,c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 477.
[7] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 311 -312, Taberî, Târîh, c. 2,s. 224, Hâkim , M üstedrek, c. 3,
s. 192-193, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.
83, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 105, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 171,
Diyarbekrî,Hamis, c. 1, s. 283, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 477.
[8] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1,s. 312, Taberî, c.2,s. 224, Hâkim, c. 3, s. 193, Beyhakî, c. 2, s. 213, İbn
Esîr, c. 2, s. 83, İbnSeyyid, c. 1, s. 105, Zehebî, s. 171, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 33, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 9,
Diyarbekrî, c.1, s. 293, Halebî, c.1, s. 477.
[9] İbn İshak,
Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 3, s. 1 51-1 52, Hâkim , c. 3, s. 193,
Beyhakî, c. 2, s. 213, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,c. 2, s. 52, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s.
33, Diyarbekrî, c. 1, s. 293, Halebî, c. 1 , s. 477.
[10] İbn İ shak,
Kitâbu'l-mübtedâ, ve'l-m eb'as, c. 3, s. 152, Taberî, c. 2, s. 224, Hâkim, c.
3, s. 193, Beyhakî, c. 2, s. 213, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 83, İbn Seyyid, c.
1, s. 105, Zehebî, s. 171, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 33, İbn Haldun, c. 2, ks.2,s.9
Diyarbekrî, c. 1 ,s. 293, Halebî, c. 1,5.477-478.
[11] İbn İshak,
Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-m eb'as, c. 3, s. 152, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 193,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s.
213-214, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 33, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 151.
[12] Süheyli, Ravdu'l-ünüf,
c. 3, s. 151.
[13] İbn İshak, c. 3, s. 152,
Hâkim, c. 3, s. 193, Beyhakî, c. 2, s. 214, Süheyli, Ravd, c. 3, s. 151 ,
Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 33, Halebî,c.1, s. 478.
[14] Süheyli, Ravdu'l-ünüf,
c. 3, s. 151.
[15] İbn İshak, c. 3, s. 152,
Hâkim, c. 3, s. 193, Beyhakî, c. 2, s. 214, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 33,
Halebî, c. 1, s. 478, Zürkânî,Mevâhibu'l-ledünniye
Şerhi, c. 1, s. 236.
[16] Şüheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 3, s. 151.
[17] İbn İshak, c. 3, s. 153,
Süheyli, Ravd, c. 3. s. 151 , Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 63,
Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s.293-294, Zürkânî, M evâhib Şerhi, c. 1 , s. 256-257.
[18] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 1, s. 478.
[19] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 9, Kastalâni, c. 1,s.63.
[20] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 193, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 214, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 3, s. 33.
[21] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 31 2, Taberî, Târîh, c. 2, s. 224, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 83,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 05, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 171,
Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 33, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 293, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 478.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/49-53.
[22] Muhibbüt-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 64, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. Diyarbekrî, c. 1, s. 294.
[23] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 63, Diyarbekrî, c. 1 , s. 294, Halebî, c. 1, s. 475.
[24] Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30,
Halebî, c. 1, s. 475.
[25] Muhibbül-Taberî, c. 1,
s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 31, Diyarbekrî, c. 1, s. 295.
[26] Muhibbül-Taberî, c. 1,
s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyartoekn, c. 1, s. 294, Halebî, c. 1 , s.
475.
[27] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 326, Muhibbül-Taberî, c. 1 , s.
63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 447, Diyarbekrî, c.
1 , s. 294, Halebî, c. 1, s. 475.
[28] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyarbekrî, c. 1, s. 294, Halebî, c. 1 , s.
475.
[29] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326, Muhibbül-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 63, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.30, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 447,
Diyarbekrî Hamis, c. 1, s. 294, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 475.
[30] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyarbekrî, c. 1, s. 294, Halebî, c. 1 , s.
475.
[31] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 426, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30,
Diyarbekrî, c. 1, s. 294, Halebî, c. 1, s. 475.
[32] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, İbn Hacer,
c. 4, s. 447, Diyarbekrî,c. 1, s. 294, Halebî, c. 1, s. 475.
[33] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326. Muhibbüt-Taberî, c.1, s. 63, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyarbekrî,
c. 1, s. 294, Halebî, c.1,5.475.
[34] Muhibbüt-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 63-64, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 30,
Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s.294, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1 , s. 476.
[35] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326, Muhibbüt-Taberî, c.1, s. 64, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyarbekrî,
c. 1, s. 294, Halebî, c.1, s. 476.
[36] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 64, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30, Diyarbekrî, c. 1, s. 294, Halebî, c. 1 , s.
476.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/53-56.
[37] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326, Muhibbül-Tabeıî, c. 1, s. 64, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 30-31,
Diyarbekıî, c. 1, s. 294-295, Halebî.d.s. 476.
[38] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/56.
[39] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 123, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 239, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 2, s. 772-773,
İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 94, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 234.
[40] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 123, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 202, Zehebî Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.
228.
[41] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 123, c. 8, s. 42, Hâkim, c. 3, s. 239, İbn Abdilberr, c. 2, s. 722-723, c. 4,
s. 1779, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 3, s. 94, c. 7, s. 7, İbn Hacer, c. 2, s.
234, c. 4, s. 227, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 171.
[42] İbn Sa'd, c. 8, s.
42-43, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 228, İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[43] İbn Sa'd, c. 8, s. 43, İbn
Hacer, c. 4, s. 227.
[44] İbn Sa'd, c. 8, s. 43,
Zehebî, c. 1, s. 228, İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[45] İbn Sa'd, c. 8, s. 43,
İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[46] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 228.
[47] İbn Sa'd, c. 8, s. 43,
Zehebî, c. 1, s. 228, İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[48] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 228.
[49] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 43, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 228,
İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 227.
[50] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8,
s. 43, İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[51] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 228.
[52] . İbn Sa'd, Tabakât, c.
8, s. 42-43, İbn Hacer, c. 4, s. 227.
[53] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8,
s. 43, Mus'abu'z-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, s. 19-20, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4,
s. 227.
[54] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/56-58.
[55] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8,
s. 222, Mus'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 40, İbn Abdilberr, İsti âb, c. 4,
s. 1891, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 217.
[56] İbn Sa'd, Tabakât, c.
3,s. 53, İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maârif, s.82, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3,
s.1038, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 362.
[57] İ bn Sa'd, Tabakât, c.
3, s. 124, M us'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş s. 265-266, İbn Kuteybe,
Kitâbu'l-maârif, s. 103, İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 480, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 45.
[58] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 214, İbn Kuteybe, Kitâbu'l-maârif, s. 1 00, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s.
764, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,c.3,s.85.
[59] İbn E sfr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 326.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/59.
[60] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 313, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 105, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 1 57-158.
[61] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 202-203, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 448,
Fahru'r-Râzf, Tefsir, c. 27, s. 111, Kurtubf,Tefsfr, c. 15, s. 338, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 158.
[62] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 230, Beyhakî, Delâil, c.
2, s. 203,Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 448, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 1, s. 201 , Kurtubf, c. 15, s. 338,
Zehebî,s. 158, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 62.
[63] Zemahşerf, Keşşaf, c. 3,
s. 448, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111
[64] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295, Ebu Muaym, Delâil, c. 1 , s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 203,
Zemahşerf, c. 3, s.448, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 201,
Kurtubf, c. 15, s. 338, Zehebî, s. 158, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 62.
[65] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 230, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ,
c. 1, s. 201, Ebu'l-Fidâ, c. 3,s.62, Halebî.c.1, s. 486.
[66] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295, Ebu Nuaym , c. 1, s. 230, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 203,
Zemahşerf, c. 3, s. 448,Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 201,
Kurtubf, c. 15, s. 338, Zehebî, s. 158, 62, Halebî, c. 1, s. 486.
[67] Ebu Nuaym, Delâil, c.1,
s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1 , s. 201, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 62, Halebî, c. 1
,s.486.
[68] Zemahşerf, c. 3, s. 448,
Beyhakî, c. 2, s. 203, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111, Kurtubf, c. 15, s. 338,
Zehebî, s. 158.
[69] İbn Ebi Şeybe, c. 1 4,
s. 295, Ebu Nuaym , c. 1, s. 230, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 201, Ebu'l-Fidâ, c. 3,
s. 92.
[70] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.1, s. 313.
[71] Beyhakî, c. 2, s. 203,
Zemahşerf, c. 3, s. 448, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111, Kurtubf, c. 15, s. 338,
Zehebî, s. 158.
[72] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 313, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 105, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 158, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 63, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 486.
[73] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 203, Zemahşerf, Keşşaf, c.
3, s. 448, Fahru'r-Râzf, Tefsfr, t 27, s. 111, Kurtubf, Tefsfr, c. 15, s. 338,
Zehebî, TârThu'l-islâm , s. 158.
[74] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 295-296, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 230, Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 203,Zemahşerf, c. 3, s. 448, Fahru'r-Râzf, c. 27, s. 111,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 1, s. 201, Zehebî, Târîh, s. 158,
Ebu'l-Fidâ, c.3, s. 62, Halebî, c.1, s. 486.
[75] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 14, s. 296, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 230-231, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf,
el-Vefâ, c. 1.S.201 ,Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 62.
[76] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 313-314, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 204-206, Kurtubf,
Tefsfr, c. 1 5, s. 338-339,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 105-106, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 158-160, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.
63-64,Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 487.
[77] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 233-234, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 205,
Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 160,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 64.
[78] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 314, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 205-206, Kurtubf, Tefsfr, c. 15,
s. 338-339, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 106, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 1
60, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 64, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.
1, s.487.
[79] Beyhakî, Delâil, c. 2,
s. 203, Kurtubf, Tefsfr, c. 15, s. 339, Zehebî, Târîh, s. 160, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.63.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
2/59-64.
[80] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 265, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 81, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1144, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 145, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 60-61, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 518.
[81] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1144, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 4, s. 145.
[82] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 325, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2,s. 216, İbn E a>,
Usdu'l-gâbe, c. 4,s. 147, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 250, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 22, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 1 7, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 2, s.518, Halebî, İnsânu'j-uyûn, c. 2, s. 12.
[83] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 366, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 256, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 3, s. 79.
[84] Ebu Muaym, Delâilü'n-nübüvve,
c. 1, s. 241, Zehebî, TârThu'l-islâm, s. 179, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye,
c. 1, s. 66,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 295, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s.
16.
[85] İbn Sa'd, c. 3, s. 269,
İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 4, s. 151.
[86] İbn Sa'd, c. 3, s. 269, Zürkânî,
Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 272.
[87] Heysemî, Mecma, c. 9, s.
62, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 333.
[88] Muhibbül-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 251, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 123.
[89] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 267, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 95, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 617,
Hâkim , Müstedrek, c.3, s. 83, Beyhakî, Delâil.c. 2, s. 216, Muhibbüt-Taberî,
c. 1, s. 257, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 172, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s.
518,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 296-297, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 272.
[90] el-Hâkka: 1-37.
[91] el-Hakka: 38-41.
[92] el-Hakka: 42-52.
[93] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 17, Süheyli, Ravdu'l-ünüf, c. 3, s. 277, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4,
s. 147, Muhibbüt-Taberî, R ı yâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 248, İ bn Sey yi d, U
yûnu'l -eser, c. 1, s. 125, Ebu'l-Fidâ, Tefasîr, c. 4, s. 417, Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid, c. 9, s. 62, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 518, Suyûtî,
Dürru'l-mensûr, c. 6, s. 258, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 17, Zürkânî,
Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1 , s. 277.
[94] İ bn İ sh ak, İ bn H isa
m, Sîre, c. 1, s. 371 -37 2, M uhi bbüt-Tabe rî, R ı yâdu'n-nadrâ, c. 1, s.
252-253, E bu 'I-F idâ, el -B idâ ye ve'n-nihâye, c. 3, s. 81, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 18, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 277.
[95] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 367-368, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 85, Muhibbüt-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1 , s. 251 -252,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.
79-80.
[96] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 368, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 85, Muhibbüt-Taberî, Rı
yâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 252, Kurtubf,Tefsfr, c. 11, s. 163, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 80.
[97] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 368-370, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 85-86, Muhibbüt-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 252,Kurtubf, Tefsir, c. 11, s. 163-164, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 79-80.
[98] Tâhâ:1-16.
[99] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 370, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 86, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 3, s. 80.
[100] Bilâl-i Habeşî (Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 15).
[101] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 370-371, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 86, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ,
c. 1, s. 252,Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, s. 80-81.
[102] Ebu Nuaym,
Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 41, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 218. İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 149, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 253-254, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 178, Heysemî, M ecmau'z-zevâid, c. 9, s. 64.
[103] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 44, s. 1 49, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 123.
[104] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 1, s. 375, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s.
254, Halebî, İnsânu'l-uyûn,c. 2,3.16.
[105] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 327.
[106] B eyh akf, D elâ ilü'n-n
übü vve, c. 2, s. 21 8, İ b n Esîr, U sdu'l-gâbe, c. 4, s. 149, M uhi bbüt-Tab
erf, R ı yâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 253, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 123,
Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 178.
[107] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 327.
[108] B eyh akf, D elâ ilü'n-n
übü vve, c. 2, s. 218, İ bn E sfr, U sdu 'l-gâbe, c. 4, s. 149, M uhibbü
t-Taberî, R ı yâdu 'n-n adrâ, c. 1, s. 253-254, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1,
s. 1 23, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 178, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s.
64.
[109] Zehebî, TârThu'l-islâm,
s. 178.
[110] Ebu Nuaym,
Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 41, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 218.
[111] Beyhakî, Delâil, c. 2,
s. 218, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 178.
[112] Ebu Muaym,
Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 41.
[113] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 1 49, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 123.
[114] Ebu Nuaym, c.1 ,s. 41,
Beyhakî, c. 2, s.218, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 149, Muhibbüt-Taberî,c.
1, s. 254,İbn Seyyid,c. 1, s. 123, Zehebî, s. 178. Heysemî, c. 9, s. 64.
[115] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 373-374, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 85, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.
86-87, Muhibbüt-Taberî,Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 254-255, Zehebî,
Târîhu'l-islâm, s. 176, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.3,s. 81-82,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 17.
[116] Buhârî, Sahih, c. 4, s.
242, Beyhakî, Delâil, t 2, s. 221, Zehebî, Târih, s. 176, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 17.
[117] Hz. Ömer'in annesinin
annesi Âsb. Vâil'in mensup bulunduğu Sehmflerden olduğu için, Âsb. Vâil Hz.
Ömer'in dayısı sayılırdı(İbn E sfr Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 151).
[118] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 374, Hâkim, c. 3, s. 85, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87,
Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 255,Zehebî, s. 176, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 82, Halebî,
c. 2, s. 17.
[119] Heysem f,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 65.
[120] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 21 9, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 124,
Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 179.
[121] İbn İshak, İbn
Hişam,Sîre,c. 1 ,s. 367, İbn Esîr,Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 152, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c.9, s.62,Zürkânî,Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 277.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1, s. 367, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 83-84, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 4, s.
152, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 63, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 21, Zürkânî,
Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 277.
[123] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1, s. 367, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 4. s. 152.
[124] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 367, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 62.
[125] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/64-75.
[126] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 21.
[127] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 242, Muhibbüt-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 246,
256, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 ,s. 296, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 21-22, Zürkânî,
Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1 , s. 275.
[128] Ebu Nuaym , c. 1, s.
242, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 180, Diyarbekrî,
c. 1, s. 296, Halebî, c.1, s. 21, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 1, s. 275.
[129] Ebu Muaym, c. 1, s. 242,
Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Diyarbekrî, c. 1, s. 296, Halebî, c. 2, s. 22, Zürkânî,
c. 1, s. 275.
[130] EbuNuaym,c.1 ,s.242,
Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Zehebî, s. 180,Diyarbekrî ,c.1 ,s.296, Halebî,
c.2, s.22,Zürkânî, c. 1,5.275.
[131] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 246, 256, Diyarbekrî, c. 1 , s. 296, Zürkânî, c. 1, s. 275.
[132] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 150.
[133] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 246, 256, Diyarbekrî, c. 1 , s. 296, Halebî, c. 2, s. 22, Zürkânî, Mevâhib
Şerhi, c. 1, s. 275.
[134] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 256, Halebî, c. 2, s. 22.
[135] Muhibbüt-Taberî, c. 1,
s. 256, Diyarbekrî, c. 1, s. 296, Halebî, c. 2, s. 22.
[136] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 242, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Halebî, c. 2,
s. 22.
[137] E bu N uaym, D elâi
lü'n-nübü we, c. 1, s. 242, M u hibbü t-Taberî, R ı yâdu "n-n adrâ, c. 1,
s. 246, Zehebî, T ârfhu'l -i si âm, s. 180, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 296,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 22, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1,
s. 275.
[138] Ebu Muaym, c. 1, s. 242,
Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Diyarbekrî, c. 1, s. 296, Halebî, c. 2, s. 22, Zürkânî,
c. 1, s. 275.
[139] E bu Muaym, c. 1, s.
242, Muhibbüt-Taberî, c. 1, s. 246, Zehebî, s. 180-181, Diyarbekrî, c. 1, s.
296, Halebî, c. 2, s. 22,Zürkânî, c. 1, s. 275.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/76-77.
[140] İbn İshak, İ bn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 285, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 202, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 229-232,Yâkubr, Târîh.c. 2, s. 25-31, Taberî, Târih,
c. 2, s. 220, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 65, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s.
100, Zehebî,Târîhu'l-islâm, s. 152, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.
48, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 463.
[141] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 375.
[142] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 375, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 67, Halebî, c. 2,
s. 26.
[143] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 208, Halebî, c. 2, s. 26.
[144] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 208.
[145] İbn Sa'd, c. 1, s. 208,
Yâkubı, c.2, s. 31 , Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 272, Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 311, İbnSeyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221,
Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 84, Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1 , s. 67,
Diyarbekrî,Hamis, c. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 26.
[146] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/77-78.
[147] Hasj m oğullarının
Şı'b'ı, Hacun'da idi (Halebî, İ nsânu'l-uyün, c. 1, s. 102). Hacun da,
Mekke'nin yukarı kısmında, Mekkelilerin yanında kabirleri bulunan bir tepecik
olup, Kabe'ye uzaklığı bir buçuk mildir. (Yakut, Mu'cemu'l-buldan, o. 2, s.
225). Şı'b'da bulunan konak Hâşim b. Atodi Menafin birtakım evlerden oluşan evi
barkı olup, kendisinin vefatından sonra oğlu Abdulmuttalib'e geçmişti (İbn Hacer,
Fethu'l-bârî, c. 3, s. 360-361). Abdulmuttalib, gözlerine zaaf geldiği zaman,
bu evleri oğulları arası nda böl üstürmüstü. Hâsjm oğullarının bütün menzil ve
meskenleri Şı'b'da idi. (Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 347).
[148] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve.c. 1, s. 272, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, o. 2, s. 311,
Zehebî, Târîhu'l-islâm ,s.221, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 84,
Kastalâni, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 67.
[149] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 230, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 272-273, Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 311 -332, İbn Kayyım ,Zâdü'l-mead, c. 2, s. 51, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 26, Zehebî, Târîh, c. 221, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 84,
İbn Haldun, Târîh, c. 2,ks. 2, s. 9, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1,
s. 297, Halebî, c. 2, s. 25-26.
[150] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 ,s.2O9, 188, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Halebî, o. 2, s.
26.
[151] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 85, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 57, Belâzurî, c. 1 , s. 230, Halebî, c. 2,
s. 26.
[152] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 79.
[153] İbn Kayyım, Zâdü'l-mead,
c. 2, s. 73.
[154] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
31, İbn AMIberr, İstiâb, c. 1, s. 27, Diyarbekrî, c. 1, s. 297-298.
[155] İbn Sa'd, c. 1, s. 209,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-"vefâ, c. 1, s. 197, İbn Kayyım , Zâdü'l-mead,
c. 2, s. 51, İbn Seyyid, Uyun,o. 1, s. 129, Kastalâni, o. 1, s. 67, Diyarbekrî,
o. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 26.
[156] İbn Sa'd, c. 1, s.209,
İbn Kayyım, c.2,s. 51, İbn Seyyid,c. 1, s. 129, Kastalâni, c. 1,s. 67,
Diyarbekrî, c.1 ,s. 297, Halebî, o. 2, s.26.
[157] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 230, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225.
[158] İbn İshak, İbn Hisam, c.
1, s. 376, İbn Sa'd, c. 1, s. 188, 209, Belâzurî, c. 1, s. 230, Taberî, c. 2,
s. 225, İbn Hazm,Cevâmiu's-Sîre, s. 64, Ebu'l-Ferec, o. 1, s. 197, İbn Kayyım,
c. 2, s. 51, Halebî, o. 2, s. 25.
[159] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 2/78-79