PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAM MEDİNE'DE
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'de Kıldırdığı
İlk Cuma Namazı
Peygamberimiz Aleyhisselamın İrad Buyurduğu
Hutbeleri
Sâlim b. Avf Oğullarının Vaad ve Dilekleri
Ubâde ve Abbas b. Sâmit'in Vaad ve Dilekleri
Beyâza Oğullarının Vaad ve Dilekleri
Saide Oğullarının Vaad ve Dilekleri:
Hârise b. Hazrec Oğullarının Vaad ve Dilekleri
Adiyy b. Neccar Oğullarının Vaad ve Dilekleri
Peygamberimiz Aleyhisselamı Konuk Etmek İçin
Tartışılması ve Kur'aya Başvurulması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub'un Evine
Gidişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Gelişine Mini Mini
Kızların Sevinmeleri
Medineli Müslümanların Olağanüstü Sevinçleri ve
Coşkuları
Medinelilerin Peygamberimiz Aleyhisselam İçin
Kurban Kesmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub'a Konuk
Oluşu
Es'ad b. Zürâre'nin Peygamberimiz Aleyhisselama
Serir (Somya) Hediye Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselama Her Gün Ensar
Tarafından Yemekler Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İçinde Yedi Ay
Kaldığı Evin Tarihçesi
Medine'nin Coğrafî Durumu, İsimleri ve İlk
Sakinleri
Evs ve Hazrec Kabileleri: Ensar
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medinelilere İlk
Tavsiyeleri
Selamın Mânâsı, Selam'ın Allah'ın İsimlerinden
Biri Oluşu
İnsanlık Tarihinde Geçen İlk Selamlaşma Hadisesi
Selamın Üstün ve Sevaplı Şekilleri
Selam Verme ve Almanın Hükmü ve Âdâbı
Berâ' b. Ma'rur'un Vefatı ve Cenaze Namazının
Kılınışı
Cenaze Namazı ve Bu Namaza Ait Bazı Bilgiler
Yeryüzünde Kılınan İlk Cenaze Namazı
Ensardan Yüz Seksen Kişinin Peygamberimize Bey'at
Edişi
Ensar Kadınlarının Bey'at Edişi
Ümmü Süleym Hatunun Oğlunu ve Kendisine Talip Olan
Ebu Talha'yı Müslüman Edişi
Yahudi Alimlerinden Abdullah b. Selam'ın Müslüman
Oluşu
Müslüman Olan Yahudi Alimlerinden Bazıları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yahudilerle Konuşmaya
Gidişi
Hazerde ve Seferde Namazın Nasıl Kılınacağı
Medine'de Endişeli ve Korkulu Geceler Geçirilişi
Mekkeli Müşriklerin Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e
Ültimatomları
Müslümanlar Arasında Kardeşlik Kurulması
Küba'dan
Medine'ye doğru yola çıkan Peygamberimiz Aleyhisselam, Salim b. Avf oğullarının
oturdukları Rânuna vadisine geldiği zaman, Cuma namazı vakti girmişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, oranın üst tarafına indi. Orada Cuma namazını kıldı. Bu,
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine içinde kıldığı ilk Cuma namazıydı .[1]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında bulunan ve Cuma namazı kılan cemaat da, yüz kişi idi.[2]
İbn İshak'ın
Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan nakline göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma
günü, ayakta dikilerek ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu
veçhile hamd ve senada bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette,
bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır!
Sonra Rabbi
ona tercümansız, perdedarsız olarak:
'Sana Resûlüm
gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi?
Ben sana mal
verdim, ihsanda bulundum.
Sen kendin
için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak.
O da, sağına
soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek!
Sonra önüne
bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek!
Öyle ise
yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen
o hayır işlesin!
Onu bulamayan
da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın.
Çünkü bir
iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir!
Selam ve
Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!"
"Allah'a
hamd olsun!
Allah'a hamd
eder ve O'ndan yardım dilerim.
Nefislerimizin
şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız.
Allah'ın
doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz!
Saptırdığını
da hiç kimse doğru yola iletemez!
Şehadet
ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir;
O'nun şerîki yoktur!
Sözlerin en
güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır.
Allah kimin
kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı
insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur.
Doğrusu,
Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır.
Allah'ın
sevdiğini seviniz!
Allah'ı
candan gönülden seviniz!
Allah'ın
kelamından, zikrinden usanmayınız!
Allah'ın
kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin!
Çünkü,
Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını,
kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder.
Helal ve
haram olan herşeyi beyan eyler.
Artık Allah'a
ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız.
O'ndan gereği
gibi sakınınız.
Dilinizle
söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz.
Allah'ın
ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz.
Muhakkak
biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder.
Selam olsun
sizlere!"[3]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak
üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle
buyurulmustur:
"Hamd,
Allah'a mahsustur.
Ben, O'na
hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim.
O'na iman
ederim, inanmazlık etmem.
İnanmazlık
edenlere de düşmanlık ederim.
Ben Allah'tan
başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına,
Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim.
Allah, onu
peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa
düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme
zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt
olan Kur'ân'la göndermiştir.
Allah'a ve
Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur.
Allah'a ve
Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa
düşmüştür.
Size
Allah'tan korunmayı tavsiye ederim.
Zaten bir
Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi,
ona Allah'tan korunmayı emretmesidir.
Allah'ın sizi
sakındırdığı şeylerden sakınınız!
Bundan daha
üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur.
Rabbinden
korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz
ahiret mutluluğu için en güvenilir bir yardımdır.
Kim gizli ve
açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse,
dünyada onun adı hayırla anılır.
Öldükten
sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir
zamanda kendisine azık olur.
Bunun
dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler
olmasını ister.
Allah,
azabından sizi korkutur.
Allah,
kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir.
Sözünü
doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur!
Çünkü, Yüce
Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf:
29] buyuruyor.
Şimdiki ve
gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan
korununuz!
Kim Allah'tan
korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür.
Allah'tan
korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir.
Allah'tan
korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur.
Allah'tan
korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir.
Nasibinizi
alınız!
Allah katında
ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız.
Allah
doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça
öğretmiştir.
Allah'ın size
ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz.
Allah'ın
düşmanlarına düşman olunuz.
O'nun
yolunda, gereği gibi cihad ediniz!
Sizi O seçip
Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ
kalan da açık delillerle sağ kalsın.
Allah'tan
başkasında kuvvet ve kudret yoktur.
Allah'ı
anmayı çoğaltınız.
Bu günden
sonrası için çalışınız.
Kim Allah'la
arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir.
Çünkü Allah
insanlar üzerinde hükmünü yürütür.
İnsanlar ise
Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler.
Allah
insanlar üzerinde tasarruf eder.
İnsanlar ise
Allah üzerinde tasarruf edemezler.
Allah en
büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur."[4]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cuma namazını kıldıktan sonra, devesine bindi.[5]
Devenin yularını da devenin başına doladı.[6]
Yine,
Peygamberimiz Aleyhisselam önde, Hz. Ebu Bekir arkasında, Neccar oğullarının
eşrafı da çevresinde olduğu halde, Medine'nin içine doğru hareket ettiler.[7]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın devesi Kasvâ sağa sola baka baka ilerlerken,[8] Salim
b. Avf oğullarından Itban b. Malik ile Abbas b. Ubâde, Salim b. Avf
oğullarından bazıları ile birlikte gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Bizim yanımızda kal!
Sayıca çok,
mal ve silahça hazırlıklı, düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne
malik olan bize buyur!" dediler.[9]
Başka
rivayete göre:
Salim b. Avf
oğullarından Itban b. Malik ile Nevfel b. Abdullah, Kasvâ'nın yularından
tutarak:
"Yâ
Rasûlallah! Bize in!
Biz sayıca
çokluğuz! Mal ve silahça hazırlıklıyız!
Yâ
Rasûlallah! Biz geniş meydanlar, bağ ve bahçeler sahibiyiz!
Araplardan bu
yurda giren kimse-korkarsa-bize sığınır..." dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gülümsedi[10] ve:
"Allah
onları size hayırlı ve mübarek kılsın!" diyerek dua ettikten sonra:[11]
"Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu.[12]
Ubâde b.
Sâmit ile Abbas b. Sâmit:
“Ya
Rasulallah! Bize in!
Biz sayıca
çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız” dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
“Allah onları
size hayırlı ve mübarek kılsın!” diyerek dua ettikten sonra:
“Devenin
yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” buyurdu.[13]
Kasvâ, yolu
açılınca, Beyaza oğullarının evleri hizasına kadar gitti. Beyaza oğullarından
Ziyad b. Lebid ile Ferve b. Amr geldiler ve:
"Yâ
Rasûlallah! Bize buyur! Sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız.
Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Devenin
yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu.
Kasvâ'nın
yolunu açtılar.
Kasvâ, Benî
Sâidelerin evlerine kadar gitti.[14]
O sırada,
Abdullah b. Übeyy b. Selül; köşkünde, dizlerini dikmiş, iki elini kavuşturmuş
oturuyor, yanında da birçok kimseler bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselamın
kendisine doğru geldiğini görünce:
“Git! Sen,
seni davet etmiş olanlara in!” dedi.
Sa'db.Ubâde:
"Yâ
Rasûlallah! Onun sözlerinden kalbine bir üzüntü gelmesin!
Senin bize
geldiğin şu sıralarda, Hazrec oğulları onu kendilerine hükümdaryapmak
istiyorlardı! İşte şurası benim evim!
Yâ
Rasûlallah! Kavmimin içinde hurmalığı, kuyu başı, serveti, silahı, aile
efradı., benimkinden daha çok ve benden daha cesaretli bir kimse yoktur!"
dedi.[15]
Hem Sa'd b.
Ubâde, hem Münzir b. Amr ve Beni Sâidelerden bazı zâtlar
"Yâ
Rasûlallah! Bize buyur! Biz sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız.
Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Devenin
yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu.
Yolu açılınca, Kasvâ, Beni Harise b. Hazreclerin
evleri hizasına kadar gitti.[16]
Sa'd b.
Rebi', Hârice b. Zeyd, Abdullah b. Revâha ve Beni Hâriselerden bazıları,
devenin önüne gerilerek:
"Yâ
Rasûlallan! Bize buyur!
Sayıca
çokluğa, silahça hazırlığa, seni düşmanlarından koruma ve savunma gücüne sahip
bulunan bize gel![17] Bizi
geçme!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah,
onları size mübarek kılsın[18]
Devenin
yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona em rol unm ustur!" buyurdu.[19]
Yolu
açılınca, Kasvâ ilerleyip Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib'in
annesi Selmâ binti Amr'ın mensup bulunduğu Adiyy b. Neccar oğullarının evlerini
geçeceği sırada, Adiyy b. Neccar oğullarından Salit b. Kays, Ebu Salît ve Üseyre
b. Ebi Hârice ile Adiyy b. Neccarlardan bazıları:
"Yâ
Rasûlallah! Dayılarına gel! Sayı ve silah çokluğuna, düşmanlarına karşı seni
koruma ve savunma gücüne sahip olan bize buyur[20] Bizi
bırakıp, bizden başkasına geçme! Sana kavmimiz içinde akraban olarak bizden
daha yakın kimse yoktur!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Devenin
yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu. Kasvâ'nın
yolunu açtılar.
Kasvâ; Malik
b. Neccar oğullarının evleri yanına varınca, Peygamberimiz Aleyhisselamin
bugünkü Mescidinin kapısının bulunduğu yere çöktü ki, orası o zaman Neccar
oğullarından Sehl ve Süheyl adlarında iki yetim gence ait hurma serme, kurutma
yeri idi.
Bu gençler;
Muaz b. Afrâ'nın[21] himayesi altında idiler.
Kasvâ çöktüğü
zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onun üzerinden inmedi.
Kasvâ ayağa
kalktı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine, onun yularını serbest bıraktı.
Kasvâ, biraz
gittikten sonra, birdenbire arkasına dönüp ilk önce çöktüğü yere kadar geldi,
oraya tekrar çöktü, artık oradan kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatıp
böğürmeye ve deprenmeye başladı. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam
Kasvâ'nın üzerinden indi[22] ve:
"İnşaallah,
menzil burasıdır!" buyurdu.[23]
Kasvâ çöktüğü
zaman, Cebbar b. Sahr çöktüğü yerden kaldırmak için ona ayağı ile vurmuş, tepmişti.
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd kızdı ve:
"Ey
Cebbar! Sen benim evimin önünden kaldırmak için ona vurdun, teptin ha?!
Resûlullahı hak dinle, Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki,
İslâmiyet mani olmasaydı sana kılıçla vururdum!" dedi.[24]
Aynı
kaynaklar.[25]
Medineli
Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmıyor, herkes onu
götürüp ağırlamaya can atıyor ve bu hususta birbirleriyle de tartışıyorlardı.[26]
Nihayet,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben bu
gece Abdulmuttalib'in dayıları olan Neccar oğullarına iner, bununla onlara
ikramda bulunmuş olurum" buyurdu.[27]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Akrabamızın
evlerinden, buraya en yakını hangisidir?" diye sorunca, Ebu Eyyub Halid b.
Zeyd:
"Benimkidiryâ
Nebiyyallah! İşte, evim şurasıdır! Evimin kapısı da şurasıdır!" dedi.[28]
Fakat, Neccar
oğulları, aralarında kur"a çekilip kur'a Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'e
çıkmadıkça, Peygamberimiz Aleyhisselamı ağırlamak şerefini bırakmaya razı
olmadılar.[29]
Bunun
üzerine, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselama "Evim,
buraya evlerin en yakınıdır. Ağırlığını oraya taşıyayım" deyince,
Peygamberimiz Aleyhisselam "Olur!" buyurdu.[30]
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd, Kasvâ'nın yükünü indirdi. Palanını soydu. Yükünü evine taşıyınca
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kişi, binitinin
ve ağırlıklarının yanında bulunur" buyurdu.
Es'ad b.
Zürâre, Kasvâ'nın yularını tutup kendi evine götürdü.[31]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'e:
"Git!
Bizi kabul için yer hazırla!" buyurdu.
Ebu Eyyub,
hemen gidip yeri hazırladıktan sonra geldi ve:
"Yâ
Nebiyyallah! İkinize de yer hazırladım.
İkiniz de,
kalkınız, Allah'ın bereketi üzere, yerinize buyurunuz!" dedi.[32]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in evine ineceği sırada, Neccar
oğullarının mini mini kızları deflerle çıkıp:
"Neccar
oğullarının kızlarıyız biz!
Muhammed'in
hısımlığı, komşuluğu ne mutlu, ne hoş!" diyerek neşîdeler okuyorlardı.[33]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Beni
seviyor musunuz?" diye soruyor, onlar da:
"Evet yâ
Rasûlallah!" diyorlar,[34]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Vallahi,
ben de sizleri seviyorum!
Vallahi, ben
de sizleri seviyorum!
Vallahi, ben
de sizleri seviyorum!" buyuruyordu.[35]
Berâ' b. Azib
der ki:
"Ben,
Medinelilerin, hiçbir şeye, Resûlullah Aleyhisselamın gelişine sevindikleri
gibi sevindiklerini görmedim![36]
Medine halkı,[37]
erkekler ve kadınlar,[38]
yollara,[39] evlerin üzerlerine
çıkmışlar, oğlan çocukları ve hizmetçiler yollara dökülmüşler.[40]
'Nebiyyullah
geldi! Nebiyyullah geldi![41]
Yâ Muhammedi
Yâ Rasûlallah![42]
Allahuekber!
Resûlullah Aleyhisselam geldi! Muhammed geldi![43]
Muhammed
geldi! Resûlullah geldi!
Allahuekber!
Muhammed geldi! Resûlullah geldi!1 diyerek bağ iriyorlardı .[44]
'Resûlullah
bu! Geldi! Geldi! dediklerini işittim."[45]
Enes b. Malik
de:
"Ben, Resûlullah'ın
Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" demiştir.[46]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Medine'ye geldiği zaman, Medineli Müslümanlar, bir deveyi veya
sığırı kurban olarak kesmişlerdir.[47]
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki:
"Resûlullah,
evime indiği zaman, evimin alt katına inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyub,
yukanda bulunuyorduk. Kendisine:
'Babam, anam
sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben yukarda olmamı, senin ise altımda bulunmanı
iyi görmüyor, ağır buluyorum!
Sen yukarı
çık, yukanda ol!
Biz inelim,
aşağıda bulunalım dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Yâ Ebâ
Eyyub! Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve elverişlidir' buyurdu,
alt katta oturdu.
Biz de
meskende onun üstünde bulunduk.
O sırada,
içinde su bulunan testimiz kırıldı.
Resûlullahın
üzerine damlayıp onu rahatsız etmesinden korkarak, ben ve zevcem Ümmü Eyyub,
tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık."[48]
Ebu Eyyub bir
gece kendi kendine:
"Biz
Resûlullah Aleyhisselamın başının üzerinde yürüyoruz ha!?" dedi ve bir
kenara çekilerek gecelediler.
Sabahleyin
bunu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Alt kat
daha elverişlidir!" buyurdu ise de, Ebu Eyyub:
"Sen
altında bulundukça, ben bir çatının üstüne çıkamam!" dedi.
Bunun
üzerine, yerlerini değiştirdiler:
Peygamberimiz
Aleyhisselam üst kata çıktı, Ebu Eyyub da alt kata indi.[49]
Hz. Aişe der
ki:
"Kureyşîlere
Mekke'de serir üzerinde uyumaktan daha hoş birşey yoktu.
Resûlallah
Aleyhisselam, Medine'ye geldiği ve Ebu Eyyub'un evine indiği zaman, ona:
'Yâ Ebâ
Eyyub! Sizin bir seririniz yok mu?' diye sordu.
Ebu Eyyub:
'Yoktur
vallahi!' dedi.
Es'ad b.
Zürâre, bunu haber alınca, Resûlullah'a, direkleri sac ağacından yapılmış,
üzeri keten lifle dokunmuş, hasırla kaplı bir serir gönderdi.
Resûlullah
Aleyhisselam, evine taşınıncaya kadar, onun üzerinde uyumuştu.
Vefatına
kadar da onun üzerinde uyudu.[50]
Resûlullah
Aleyhisselam, yıkanıp kefenlendiği zaman, bu seririn üzerine konuldu, cenaze
namazı da kendisi bu şerir üzerinde bulunduğu halde kılındı.[51]
Halk,
ölülerini taşımak üzere onu bizden isteyip alır ve onunla teberrük ederlerdi.
Ebu Bekir'in,
Ömer'in cenazesi de onun üzerinde taşınmıştı."[52]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bu mübarek seriri Emevîler devrinde Hz. Âişe'nin mirası içinde
satışa çıkarılınca, onu Muaviye b. Ebi Süfyan'ın azadlılarından Abdullah b.
İshak adında bir adam dört bin dirheme satın almıştı.[53]
Zeyd b. Sabit
der ki:
"Ebu
Eyyub'un evine indiği zaman Resûlullah'ın yanına ilk önce girip ona tereyağı ve
sütle yapılmış bir çanak tirit takdim eden ben idim ve:
'Bu çanağı
annem gönderdi' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allah onu
bereketli kılsın!' diyerek dua etti.
Ashabını
çağırdı, onu yediler.
Yemeğin
arkası kesilmeden, Sa'd b. Ubâde, uşağının başında üzeri örtülü bir çanak tirit
ve haşlanmış kemik söğüşü ile kapıya gelip içeri girdi. Malik b. N eccar
oğullarından, sıra ile Resûlullahın kapısına üç-dört yerden yemek taşınmadığı
bir gece yoktu.
Bu, Ebu
Eyyub'un yedi ay kaldığı evinden ayrılıp kendi evine taşınıncaya kadar devam
etti."[54]
Sa'd b. Ubâde
ile Es'ad b. Zürâre'den her gece birer çanak yemek gelirdi.[55]
Sa'd b.
Ubâde; etle veya sütle veya sirkeli zeytinyağıyla veya tereyağıyla yapılmış
tirit gönderirdi.
Bunlardan en
çok gönderdiği de, etli tiritti .[56]
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensarî de der ki:
"Resûlullah'a
biz de daima akşam yemeği yapıp gönderirdik.
Kalanını bize
geri çevirdiği zaman, ben ve Ümmü Eyyub, Resûlullahın elinin değdiği yerleri
araştırarak oralardan yer ve bununla teberrük ederdik.
Yine bir gece
yapıp gönderdiğimiz soğanlı veya samnısaklı yemeği Resûlullah geri çevirmişti.
Onda elinin
izini göremeyince, korkarak yanına gittim ve:
'Yâ
Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Sen akşam
yemeğini geri çevirdin. Fakat onda elinin izini göremedim? Halbuki ben ve Ümmü
Eyyub geri çevirdiğin yemekte senin elinin değdiği yerleri araştırmakta ve
bununla teberrük etmekte idik' dedim.
Resûlullah:
'Ben sizin
görüşemediklerinizle görüşen, meleklerle fısıldaşan bir kimseyim.[57]
İnsanı
rahatsız eden şeyden melekler de rahatsız olurlar.[58]
Ben sizler
gibi değilim: Arkadaşımı [Cebrail'i] rahatsız etmekten korkarım!1
buyurdu.[59]
Kendisine:
'Haram mı dır
o yemek?' diye sordum.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Değildir!
Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım!' buyurdu.
Kendisine:
'Senin
hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!' dedim.[60]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Siz onu
yiyiniz!' buyurdu.
Bunun üzerine
biz ondan yedik ve Resûlullaha bir daha o sebzeden yemek yapmadık."[61]
Bir gün Ümmü
Eyyub'a:
"Resûlullah
senin kocanın evinde yedi ay oturmuştu. Resûlullahın en sevdiği yemek
hangisiydi?" diye sorulmuştu.
Ümmü Eyyub:
"Onun ne
kendisi için bir yemeğin yapılmasını emrettiğini gördüm, ne de bir yemeği
yerdiğini gördüm.
Kendisine
herise yapar, hoşuna gittiğini görürdük de, ona bu beş, altı yahut on günde bir
hazırlanırdı" dedi.[62]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Medine'ye gelince içinde yedi ay oturduğu mübarek ev Mescidin
doğusunda olup; yediyüz yıl önce Medine'ye gelen, Yemen hükümdarlarından Tüban
[Tübba] Ebu Kerib Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke'de zuhur ve Medine'ye
hicret edeceğini Yahudi alimlerinden öğrenince, bu evi daha o zamandan
yaptırmış, yazıp altın mühürle mühürlediği bir mektubu da Peygamberimiz Aleyhisselama
takdim edilmek üzere Medine alimlerinin en büyüğüne vererek, kendisi erişemezse
çocuğundan veya çocuğunun çocuğundan erişecek olan vasıtasıyla takdim
edilmesini emretmişti.
İşte bu ev;
babadan evlada geçe geçe, Tüban'ın mektubu ile iman etmiş Medine alimlerinden
birinin soyundan gelen Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in eline geçmişti.[63]
Tüban Ebu
Kerib Es'ad, mü'mindi; Peygamberimiz Aleyhisselama yedi yüz yıl önce iman
etmişti.
Çünkü o
manzum mektubunda meâlen şöyle demişti:
"1- Ben, Hz. Ahmed'in Allah tarafından
gönderileceğine kesin olarak kanaat getirdim.
2- Ömrüm onun ömrüne uzansaydı [onun zamanına yetişseydi],
muhakkak ona, o amcamın oğluna vezir ve yardımcı olurdum.
3- Yeryüzündeki Arapları ve Arap olmayanları, herkesi ona
boyun eğmeye mecbur kılardım.
4- Kılıç çeker, onun düşmanlarıyla çarpışır, kalbinden her
kederi dağıtırdım !"[64]
Tüban'ın
manzumesinde birinci ve ikinci beyitlerle birlikte:
5- Zebur'da onun ümmeti ismen anılmıştır.
Onun ümmeti,
ümmetlerin hayırlısıdır" beyti de bulunuyordu.[65]
Tüban'ın
mektubunu ellerinde bulunduranlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye
gelmekte olduğunu işitince; mektubu, ona teslim etmek üzere, Süleym
kabilesinden güvenilir bir zât olan Ebu Leyla'ya verdiler.
Ebu Leyla
Mekke yolunda Peygamberimiz Aleyhisselamı buldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu görünce yanına çağırdı[66] ve
ona:
"Sen,
Ebu Leyla mısın?" diye sordu.[67]
Ebu Leyla:
"Evet!"
dedi.[68]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Senin
yanında I. Tübba'ın mektubu var![69]
Getir, ver bana mektubu!" buyurdu.[70]
Ebu Leyla
Peygamberimiz Aleyhisselamı tanımıyordu. Kendi kendine, düşündü kaldı.[71]
Doğrusu,
şaşılacak şey!"[72] dedi
ve:
"Sen
kimsin? Ben senin yüzünde sihir [sihirbazlık] eseri görmüyorum.
Sen bende
bulunanı nasıl bildin?!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben,
Muhammed'im! Getir, ver mektubu bana!" buyurdu.[73]
Adam mektubu
sakladığı yerden hemen çıkarıp Peygamberimiz Aleyhisselama verdi.
Hz. Ebu Bekir
onu Peygamberimiz Aleyhisselama okuyunca,[74]
Peygamberimiz Aleyhisselam üç kere:
"Merhaba=Hoşgeldin,
safa geldin salih kardeş Tübba!" buyurdu.[75]
Ebu Leyla'ya
da, hemen Medine'ye dönmesini emretti.
Ebu Leyla,
Medine'ye dönüp, Medinelilere Peygamberimiz Aleyhisselamın gelmekte olduğunu
müjdeledi. Medinelilerden her biri, bu müjdesinden dolayı ona bahşiş verdi.[76]
Peygamberimiz
Aleyhisselam: "Tübba'a sövmeyiniz! Çünkü, o Müslüman olmuştu"
buyurmuştur.[77]
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensârî'nin evi sonradan azadlı kölesi Eflah'a geçti.
Duvarlarından
gedikler açılmaya başladığı, yıkılmaya yüz tuttuğu zaman, Mugîre b. Abdurrahman
b. Haris b. Hişam onu Eflah'ın oğlundan bin dinara (altına) satın alarak tamir
ettirip vakfetti.[78]
Zamanla yine
harab olan ve arsa haline gelen bu mübarek ev tekrar satılınca, Melik Muzaffer
Şihabüddin Gazi b. Melik Âdil Seyfüddin Ebi Bekr b. Eyyub b. Sadi onu satın alıp
üzerine dört mezhep talebesinin okuyacağı mükemmel bir medrese yaptırdı.
Bu medrese
için, kendi memleketinde, Dımaşk'ta, Medine'de ve sair yerlerde zengin vakıflar
tesis etti. Medresenin içinde, pek çok nefis kitaplar bulunan bir kütüphanesi
de vardı.[79]
Sonraları,
bakımsızlık yüzünden harab olup küçük bir zaviye haline gelen ve Hicretin 1259.
yılında Sultan Abdülmecîd tarafından yıktırılarak mükemmel bir surette yeniden
yaptırılan bu zaviye, "Zâviye-i Cüneydiyye" adıyla anılır ve ziyaret
edilirdi.[80]
Medine-i
Münevvere; deniz sathından 916 metre kadar yükseklikte,[81]
Kızıl Denizin 100 kilometre doğusunda,[82]
meridyen olarak 39 derece 55 dakika doğuda, paralel olarak 24 derece 15 dakika
kuzeyde,[83] Mekke'nin yarısı
büyüklüğünde, çorak topraklı, kara taşlık bir şehir olup, kuzeyinde Uhud dağı
bulunmaktadır. Ki, şehre en yakın dağ, Uhud dağıdır.
Medine-i
Münevvere'nin hurma bahçeleri çok ve suları boldu.[84]
Medine-i
Münevvere'de sebzelerin her çeşidi yetiştiği gibi; başta hurmaların en iyisi
olmak üzere, kavun, karpuz, şeftali, incir, limon, turunç, üzüm, elma, nar,
muz, vişne... gibi her çeşit meyve de yetişir.[85]
Yazın,
gündüzleri havanın gölgede hararet derecesi 48'e kadar yükselir.
Kışın
gündüzleri sıfırın altında 10 dereceye, geceleri ise -15 dereceye kadar düştüğü
ve hatta suların donduğu bile olur.[86]
Rivayete
göre; Medine'ye ilk gelip yerleşen kimsenin oğlunun adı Yesrib olduğundan,
Medine o zamandan itibaren bu adla anılagelmiştir.[87]
Yâkutu'l-Hamevî,
Medine'nin 29 ismini sıralar.[88]
Semhûdî de, "İsim çokluğu isim sahibinin
şerefliliğine delalet eder" dedikten sonra, çeşitli kaynaklara dayanarak,
Medine'nin:
1- Tâbe,
2- Tayyibe,
3- Asıma,
4- Darü'l-emân,
5- Dârü's-sekîne,
6- Bârre,
7- Berre,
8- Beytü'r-resûl,
9- Habîbe,
10- Mahbûbe,
11- Dârü'l-ebrar,
12- Dârü'l-hicre,
13- Dârü's-selâme,
14- Darü'l-feth,
15- Mahfûze,
16- Haremü'r-resûl,
17- Medine gibi 94 ismini sayıp, onlar hakkında açıklama yapar.[89]
Medine'ye
Tâbe ve Taybe isimleri Yüce Allah tarafından verilmiştir.[90] Miraç
gecesinde Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"İn de,
namaz kıl!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam inip namaz kıldığı zaman, Cebrail Aleyhisselam:
"Sen
nerede namaz kıldın biliyor musun?
Sen Taybe'de
namaz kıldın! Oraya da hicret edeceksin!" demiş;[91]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Tebük seferinden dönerken, Medine görününce:
"İşte,
Tâbe!" buyurmuştur.[92]
Nuh
Aleyhisselamın oğlu Sam'ın oğlu Lâvez'in oğullarından Amlîk (lmlak)[93]
Amalikaların atası olup, Amalikalar bütün beldelere yayılmış, dağılmışlardı.
Maşrık,
Umman, Hicaz, Şam, Mısır halkları onlardandı.
Bahreyn,
Umman, Necd, Teymâ halkı onlardandı.
Kenânîler
diye anılan[94] Şam zorbaları, Mısır firavunları da onlardandı .[95]
İrem b.
Şam'ın oğlu Avs'ın oğullarından birisinin adı Abil ve Abil'in oğlunun adı da
Yesrib'di.
Bu baba oğul,
Medine'nin ilk sakini idiler.
San'aya
yerleşen Amalikalardan bazıları Yesrib'e inip Abil'i oradan çıkarmışlar, oraya
kendileri yerleşmişlerdi.[96]
Medine'de ilk
kez ekin ekenler, hurma ağacı ve üzüm asmaları dikenler,[97]
yüksek evler, köşkler yapanlar, Amalikalardı .[98]
Buhtunnassar
[Buhtunnasr] Beytü'l-Makdisi yıkıp İsrail oğullarından süreceğini sürdükten,
esir edeceğini esir ettikten sonra, İsrail oğullarından bir cemaat Hicaz
taraflarına gittiler. Vâdi'l-Kura'ya, Teymâ'ya ve Yesrib'e indiler.
O zaman,
Yesrib'de, Amalikaların kalıntıları ile Cürhümîlerden bir cemaat bulunuyordu.
İsrail oğulları orada
bunlarla birlikte oturdular ve onlara karıştılar.
Medine'nin
yerlileri gittikçe azalırken, İsrail
oğulları çoğaldılar.
Yerlilerin
azaldıklarını, zayıfladıklarını görünce, üzerlerine yürüdüler; onları
Yesrib'den sürüp çıkardılar. Mallarını, mülklerini ele geçirdiler.
İsrail oğulları
böylece, Allah'ın dilediği kadar, Medine'de kaldılar.[99]
Yemen'deki
Me'rib seddini, ilk önce fındık fareleri oymaya başlamış, sonra da Yüce Allah
bir sel salıp yıkmıştı.[100]
Yurtlarının
harab olduğunu gören, Evs ve Haznecîlerin atası Müzeykıya Amrb. Âmir b. Harise
b. Salebe bütün mallarını, mülklerini ve hayvanlarını satarak, oğulları ve
kendilerine tâbi olanlarla birlikte gidip önce Âklerin beldelerinde oturdu..
Sonra
Mekke'ye, Mekke'den sonra da Medine'ye gitti.
O zaman
Medine'nin içinde Yahudiler oturdukları için, bunlar Medine'nin dışında
oturdular.
Sayıca
çoğalıp güçlendikleri zaman Yahudileri şehrin dışına çıkarıp, şehrin içine
kendileri yerleştiler.
Bu sefer de
Yahudiler şehrin dış kısımlarında oturdular.[101]
Medine'de
bütün mallar, mülkler, köşkler, hurma bahçeleri Yahudilerin elinde idi. Çokluk
ve güçlülük de onlarda idi.
Bir müddet
sonra, Evs ve Hazrecler hem Yahudilerle aralarında, hem birbirlerine karşı
güvenlik, hem de başkalarına karşı birbirlerini savunma antlaşması yapmak
isteyip yaptılar ve uzun müddet buna bağlı
kaldılar.
Evsî ve
Hazrecîlerin mal mülk sahibi olmaya başladıklarını, sayıca da çoğaldıklarını
gören Beni Kurayza ve Beni Nadîr Yahudileri onların kendilerine galebe çalıp evlerini ve mallarını zaptedeceklerinden
korktular.
Kendi
aralarında görüşüp konuşarak Evsî ve Hazrecîlerle yapmış oldukları antlaşmayı
bozdular.
Yahudiler
sayıca çok kalabalık idiler.
Evsî ve
Hazrecîler, Yahudilerin kendilerini Medine'den sürüp çıkaracaklarından korkar
bir halde yaşamaya başladılar.
Benî Salim b.
Avf b. Hazrec'in kardeşi Malik b. Aclan'ı kendilerine seyyid, başkan yaptılar.[102]
İsrail oğullarının başına
Fıtyevn adında ahlâksız bir adam geçmiş,[103] Evs
ve Hazrecîleri de hükmü altına almıştı.[104]
Yahudiler de,
Evsî ve Hazrecîler de, ona boyun eğmişlerdi.[105]
Fıtyevn;
evlenecek her kızın ve kadının kocasından önce kendisinin yanında bir gece
kalmasını âdet haline getirtmiş ve bunu Evsî ve Hazrecîlere da uygulamaya[106] ve
Malik b. Aclan'ın, Süleym oğullarından bir adamla nikahlanan kızkardeşini
yanına getirtmeye kalkışmıştı.[107]
Kızkardeşinin kocasıyla gerdeğe gireceği gecede kavminin meclisine bacakları
açık girdiğini gören Malik b. Adan, ona:
"Sen,
bacakların açık olarak çirkin bir çıkışla
kavminin yanına çıktın ha!?" diyerek çıkışınca, kızkardeşi:
"Bu
gecemde bana yapılmak istenilen şey, kocamdan başkasının yanına sokulmak
istenilişim, bundan daha ağırdır!" dedikten sonra evine girdi.
Malik b.
Adan, hemen onun yanına vardı. Ne demek istediğini öğrenince, ona:
"Senin
elinden bir hayır, bir iyilik gelir mi?" diye sordu.
Kızkardeşi:
"Evet,
gelir! Sen benden ne gibi bir iyilik istersin?" dedi.
Malik b.
Adan:
"Ben
senin yanındaki kadınlarla birlikte içeri girerim! Yanına girince de Fıtyevn'i
kılıçla vurur, gebertirim!" dedi.
Kızkardeşi:
"Yap
bunu!" dedi.
Malik b.
Adan, kadın elbisesi giyinip kadınlarla birlikte gitti.
Kadınlar
Fıtyevn'in yanından çıkınca Malik b. Adan içeri girip Fıtyevn'i kılıçtan
geçirdi, öldürdü ve Şam'a kaçtı.
Orada,
hükümdarlardan Ebu Cebele'ye, Fıtyevn'i kadınlara yaptığı kötülüklerden dolayı
öldürdüğünü ve Yahudilerden korktuğu için artık Medine'ye dönemeyeceğini
söyledi.
Bunun
üzerine, Ebu Cebele; Medine'ye gidip Yahudileri hor hakir kılmadıkça kadınının
yanına var-mamaya, koku sürünmemeye, içki içmemeye yemin etti.
Büyük bir
ordu ile Medine'ye gelip Yahudilerin ileri gelenlerini ziyafete davet ederek,
hepsini kılıçtan geçirdi.
Bundan sonra,
Evsî ve Hazrecîler aziz, Yahudiler ise zelil oldular.[108]
Evs ve Hazrec
kabileleri, iki kardeşten üreyip çoğalmış oldukları halde, aralarında sık sık
anlaşmazlıklar çıkar, kılıçlara sarılırlar, yıllarca çarpışır dururlardı.
Aralarındaki
çarpışmaların sonuncusu ise Buas çarpışması idi ki, Hicretten beş-altı yıl önce
durmuştu.[109]
Hz. Âişe'nin
dediği gibi; Hicret sırasında Evs ve Hazrec kabilelerinin toplulukları
dağılmış, en asaletti ve şerefli adamları öldürülmüş veya yaralanmış bulunuyordu.
Sanki Yüce
Allah İslâm dinine hazırlamak için onları bu duruma düşürmüştü.[110]
Evs ve Hazrec
kabilesinden Müslüman olanlara Ensar denir.
Ensar;
nasîrkelimesinin çoğuludur.
Nasîr de,
nâsır'ın mübalağa sîgası olup, ziyadesiyle yardım edici demektir.
Gaylan b.
Cehrin:
"Siz,
öteden beri mi Ensar ismiyle anılırdınız? Yoksa bu ismi size Allah mı
koydu?" sorusuna, Enes b. Malik:
"Evet!
Bize bu ismi Allah koydu!" demiştir.
Kur'ârvı
Kerîm'de Ensar hakkında şöyle buyurulur
"İslâm'da
birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzellikle tâbi
olanlar (yok mu?); Allah onlardan razı olmuştur.
Onlar da
Allah'tan razı olmuşlardır.
Allah bunlar
için-kendileri içinde temelli kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akar
cennetler hazırladı.
İşte, bu en
büyük kurtul ustur. "[111]
Yahudi iken
Müslüman olan Abdullah b. Selam der ki: "Resûlullah [Aleyhisselam]
Medine'ye gelince, halk ona koşuştu. 'Resûlullah geldi!1 denilince,
onu görmek için ben de halkın arasında onun yanına gittim. Resûlullahın yüzünü
görünce, anladım ki, onun yüzü bir yalancı yüzü değildir! Konuşurken,
kendisinden ilk işittiğim söz de: [112]
'Ey insanlar![113]
Selamı yayınız (Selamlaşmayı yaygınlaştırınız!) Yemek yediriniz![114]
Akrabalarla ilgileniniz! [115]
İnsanlar uykuda iken siz namaz kılınız ki, selametle Cennete giresiniz sözü
idi."[116]
Selam;
selamet gibi masdar olup, kusurlardan, âfetlerden uzak ve salim olmak demektir.
Müslümanlar
arasında alınıp verilen "Selâmün aleyküm" sözü de selametle dua etmek
mahiyetindedir.
Es-Selam: Her
türlü noksandan, kusurdan, yok olma, zevale erme şaibelerinden tamamıyla uzak
bulunan Yüce Allah'ın isimlerindendir.[117]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Selam
Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir ki, onu Allah yeryüzüne koymuştur.
O halde,
selamı aranızda yayınız!" buyurmuştur.[118]
Es-Selam,
Kur'ân-ı Kerîm'de de Yüce Allah'ın ismi olarak anıldığı gibi,[119]
bunun, dua mahiyetinde de, Cennet'in ismi olarak da anıldığı vardır.[120]
Yüce Allah,
Adetin Aleyhisselamı yarattığı zaman,[121]
ona:
"Haydi,
şu melekler cemaatının yanına git de, onlara[122]
'Esselâmü aleyküm diyerek[123]
selam veril[124]
Senin
selâmına onların nasıl karşılık vereceklerine[125]
bak![126]
Söyleyeceklerine iyice kulak veril[127]
Çünkü, o, hem
senin, hem de senin zürriyetinin selamlaşmasıdır" buyurdu.[128]
Adem
Aleyhisselam gidip meleklere:
"Esselâmü
aleyküm!" dedi.
Melekler de:
"Esselâmü
aleyküm ve rahmetullah![129]
Yahut:
"Ve
aleykesselâmü ve rahmetullah!" dediler.[130]
Selamlarına "Rahmetullah" sözlerini ekledirler.[131]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir mecliste otururken, bir zât gelip: "Esselâmü
aleyküm!" diyerek selam verdi.[132]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun selamına karşılık verdi. Adam oturunca,[133]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"On
sevap kazandı!" buyurdu.
Sonra
başka bir adam geldi ve "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" diyerek
selam verdi.[134]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun selamına karşılık verdi. Adam oturunca,[135] Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Buna
yirmi sevap var!" buyurdu.
Sonra
başka bir adam geldi ve:
"Esselâmü
aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!" diyerek selam verdi.[136]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun selamına karşılık verip adam oturunca:[137]
"Buna
da, otuz sevap var!" buyurdu.[138]
O
sırada, meclisten bir adam kalkıp selam vermeden gitti.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Arkadaşınız
unuttuğu şeyi (selam vermeyi) ne çabuk da unuttun[139] Sizden biriniz meclise gelince selam versin,
oturmayı uygun görürse otursun!
Meclisten
ayrılmak için kalkınca da yine selam versin!
Verilmeye
layı klik ve gereklilikte, önceki selam sonrakinden farklı değildir"
buyurdu.[140]
Hz.
Ömer der ki:
"Ben
bir gün Ebu Bekir'in terkisinde giderken, Ebu Bekir rastladığı insanlara:
'Esselâmü
aleyküm!' diyor, onlar:
'Esselâmü
aleyküm ve rahmetullah!' diyorlardı.
Ebu
Bekir
'Esselâmü
aleyküm ve rahmetullah!' diyor, onlar:
'Esselâmü
aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!' diyorlardı.
Bunun
üzerine, Ebu Bekir
'Bugün
insanlar selam faziletinde bizi pek çok geçtiler!1 dedi."[141]
Selam
vermek veya verilen selamı almak, Müslümanın Müslüman üzerindeki
haklarındandır.[142]
Selamlaşmakta cimrilik etmek, iyi sayılmamıştır.[143]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; evine selam vererek giren kimsenin hem Allah'a karşı korunmuş olacağını,[144] hem
de bunun kendisine ve ev halkına bereket getireceğini haber vermiştir.[145]
Selam vermek
nafile bir ibadet olmakla beraber, verilen selamın alınması gerekmektedir.[146]
Selam verilirken de:
1- Binitli olan, yayaya,
2- Yaya, oturana,
3- Azlık, çokluğa,[147]
4- Yaşça küçük olan, büyük olana önce selam verir.[148]
5- Selamı cemaat içinden birisine tahsis ederek vermek
mekruhtur ve Kıyamet alâmetlerindendir.[149]
6- Tanıdığına ve tanımadığına selam vermek İslâm'ın hayırlı
hasletlerindendir.[150]
7- Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke'nin fethinde yanına gelen
ve kendisine selam veren amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani Hatuna:
"Merhaba=hoşgeldin
Ümmü Hani!" buyurdu.[151]
Yanına
geldikçe Hz. Fâtıma'ya da:
"Merhaba
kızcağızım!" buyurup, onu sağına veya soluna oturttuğu bildirilmektedir.[152]
8- Müslüman olmayanların verdikleri selama "ve
aleyküm!" denilerek mukabele edilir.[153]
9- Mü'min kardeşi ile selamlaşmak, musafaha ile tamamlanır. [154]
Musafaha; iki
kişinin, esenleşmek için birbirlerinin ellerini-avuç içleri birbirine yapışacak
biçimde-tutuşmalarına ve yüzyüze gelmelerine denir.[155]
10- Enes b. Malik der ki:
"Biz:
Yâ
Rasûlallah! Bazımız bazımıza (hürmeten) eğilebilir mi?' diye sorduk. Resûlullah
Aleyhisselam: 'Hayır!' buyurdu.
[11-12.] 'Bazımız bazımızla kucaklaşabilir mi?'
diye sorduk. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır! Fakat, musafaha ediniz!'
buyurdu."[156]
"Bir adam:
'Yâ
Rasûlallah! İçimizden biri, bir din kardeşi veya bir dostu ile karşılaşınca,
ona (hürmeten) eğilebilir mi?' diye sordu. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır!'
buyurdu.
'Onu
kucaklayabilir ve öpebilir mi?' diye sordu. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır!'
buyurdu. Adam:
'Onun elini
tutar ve kendisi ile musafaha yapabilir mi?' diye sordu. Resûlullah
Aleyhisselam: 'Evet!' buyurdu."[157]
13- Ebû Mes'ûd el-Ensârî der ki: "Bir gün, Berâ' b. Âzib'e
rastlamıştım.
Bana selam
verdi. Elimi tutup yüzüme güldü ve:
'Sana niçin
böyle yaptım, biliyor musun?' diye sordu.
Ona:
'Bilmiyorum!
Fakat senin her yaptığın şeyde hayırdan başka birşey görmem!' dedim.
Bunun üzerine:
'Resûlullah
Aleyhisselam da, bana rastlayınca, sana yapmış olduğumun tıpkısını bana yapmış
ve niçin böyle yaptığını benden sormuştu.
Ben de senin
şimdi bana söylemiş olduğun gibi söylemiştim.
Resûlullah
Aleyhisselam da:
'Müslümanlardan
iki kişi karşılaşırda birisi öbür arkadaşına selam verir ve elini tutarak
musafaha yaparsa, Yüce Allah onların günahlarını-onlar daha birbirlerinden
ayrılmadan önce-bağışlar' buyurmuştu' dedi."[158]
Berâ' b.
Âzib'in kendisi de:
"Resûlullah
Aleyhisselam:
'Birbirlerine
kavuşup da musafaha yapan iki Müslüman yoktur ki, onlar daha birbirlerinden
ayrılmadan önce günahları bağışlanmış olmasın!' buyurdu" demiştir.[159]
14- Küçük çocuklarla musafaha yerine onların üç kere başları
sığanır, okşanır, kendileri için "Allah sana bereket versin!" diyerek
dua edilir.[160]
15- Erkeklerin kadınlarla musafaha yapmaları, el sıkışmaları
caiz değildir.
Esma binti
Zeyd Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselamın bey'at etmek isteyen Ensar
kadınlarına:
"Ben
kadınlarla musafaha yapmam!" buyurduğunu;[161]
Hz. Âişe de,
Peygamberimiz Aleyhisselamın, kadınlardan bey'at alırken bile elinin onlardan
hiçbirinin eline,[162]
avucunun onlardan hiçbirinin avucuna[163]
değmediğini bildirmiş;[164]
"Bey'atını sözle aldığı her kadına[165]
'Git, senin bey'atını aldım' buyururdu" demiştir.[166]
16- İslâm'da ilk topluca musafaha, Medine'ye geldikleri zaman,
Yemenliler tarafından yapılmıştır.[167]
Berâ' b.
Ma'rur; Hazrec kabilesinden ve Ensarın başkanlarından olup,[168]
Safer ayında, Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye gelmeden bir ay önce vefat
etmişti.
Ölüm döşeğine
düştüğü zaman, ailesine:
"Kabrimde,
beni Kabe'ye doğru yöneltiniz!" demiş, dediği yapılmıştı.[169]
Kendisi hac mevsiminde Mekke'ye geleceğini, Peygamberimiz Aleyhisselama vaad
etmiş bulunuyordu.
Hac mevsimine
erişemeden ölüm döşeğine düşünce, ailesine:
"Muhammed
(Aleyhisselam)a olan va'dim dolayısıyla beni Kabe'ye doğru çeviriniz! Çünkü,
ben ona gelmeyi va'd etmiştim!" demiş ve böylece sağ ve ölü olarak Kabe'ye
yönelenlerin ilki olmuştu.[170]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'ye gelince, Berâ' b. Ma'rur'un kabrine ashabı ile birlikte
gitti. Kabrinin üzerinde saf bağlayıp cenaze namazını kıldı ve:
"Allah'ım!
Onu yarlığa! Ona rahmet et, ondan hoşnut ol!" diyerek dua etti.
Berâ' b.
Ma'rur, Akabe Bey'atnda bulunan Ensar kabileleri temsilcilerinden ilk vefat
eden ve kabri üzerinde cenaze namazı kılınan zât idi.[171]
Cenaze
namazı, farz-ı kifâyedir. Ölen bir Müslümanın cenaze namazını Müslümanlardan
bir kısmı kılınca, öteki Müslümanların üzerinden cenaze namazı kılma borcu
kalkar.[172]
Cenaze
namazı, abdestli olarak ayakta, Kıbleye karşı dönülerek, rükûsuz, secdesiz,
dört defa tekbir alınmak suretiyle kılınır.
İmam,
cenazeye karşı, cemaat da imamın arkasında saf olurlar.[173]
İmam ve
cemaat ellerini kulaklarına kadar kaldırarak tekbir alıp ellerini bağlarlar.
İçlerinden
"Sübhâneke allâhümme..." duasını okurlar.
Eller
kaldırılmaksızın, imamın açıktan aldığı ikinci tekbire cemaat içinden katılır
ve "Allâhümme salli" ve "Allâhümme bârik..." salavatlarını
okurlar.
Üçüncü tekbir
alınınca:
"Allah'ım!
Bizim dirimizi, ölümüzü, küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı, burada
bulunanımızı, bulunmayanımızı yarlığa!
Sen, bizden
kimi yaşatırsan, müslüman olarak yaşat!
Sen, bizden
kimi öldürürsen, mü'min olarak öldür!"[174]
Allah'ım!
Bizi bu ölünün ecrinden mahrum etme! Onun ardından, bizi azdırma!" mealli
dua okunur.
Dördüncü
tekbir alınınca, imamla birlikte, önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa selam
verilir.
Cenaze
namazına katılana bir kırat ağırlığında, defin esnasında da bulunana iki kırat
ağırlığında ecir ve sevap verilir ki, her kırat Uhud dağı büyüklüğü ve
ağırlığındadır.
Cenaze
giderken, hürmeten ayağa kalkılır.
Cenaze sesler
ve meş'alelerle takip edilmez.[175]
Cenaze duası
olarak Fatiha sûresini okumak da, sünnettendir.[176]
Cenaze kabre
konulurken:
"Bismillah
alâ milleti Rasûlillah= Allah'ın ismi ve Resûlullah'ın dini üzere!"
denilir.[177]
Yeryüzünde
ilk cenaze namazı, Adem Aleyhisselam için kılınmıştır.
Âdem
Aleyhisselam, ölüm döşeğine düştüğü zaman, oğullarına:
"Oğulcuklarım!
Ben Cennet meyvelerinden yemeyi özlüyorum!" dedi. Oğulları onu babalan
için aramaya, elde etmeye gittiler, meleklerle karşılaştılar.
Meleklerin
yanlarında, Âdem Aleyhisselam için kefen, güzel koku ile kazma, kürek ve zenbil
vardı.
Melekler
"EyÂdem'in
oğulları! Nereye gidiyorsunuz ve ne istiyorsunuz?" diye sordular.
Onlar da:
"Babamız
hastadır. Cennet meyvelerinden yemeyi arzuluyor. Onu toplamak için bizi
gönderdi" dediler.
Melekler
onlara:
"Geri
dönünüz! Babanızın eceli geldi!" dediler.
Âdem
Aleyhisselamın oğulları, meleklerle birlikte geri döndüler.
Melekler Âdem
Aleyhisselamın yanına girince, Hz. Havva korktu ve Âdem Aleyhisselama yapıştı.
Âdem Aleyhisselam,
ona:
"Yüce
Rabbimin melekleriyle benim aramdan çekil!" dedi.
Bunun üzerine
meleklerÂdem Aleyhisselamın ruhunu kabzettiler.
Sonra onu
yıkadılar, kefenlediler, güzel koku ile kokuladılar.
Kabrini
kazdılar.
Meleklerden
birisi öne geçti.
Öteki meleklerde
onun arkasına durdular.
Âdem
Aleyhisselamın oğulları da onların arkasında sıralandılar.
Cenaze
namazını kıldılar.
Melekler
kabrin içine girip Âdem Aleyhisselamı kabre indirdiler, kabirden çıktılar.
Kabrin
üzerini kerpiçle kapattılar.
Kabrin
üzerine toprak çektikten sonra:
"Ey
Âdem'in oğulları! İşte, ölüleriniz hakkında tutacağınız yol budur!"
dediler.[178]
Ebu Eyyub
Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki:
"Bir
gün, Resûlullah Aleyhisselama ve Ebu Bekir'e yetecek kadar yemek yapıp
getirince, Resûlullah:
'Git, bana
Ensarın eşrafından otuz kişi çağır! buyurdu.
Yanımda
hazırladığım yemeğe ekleyecek birşey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi.
Biraz ağırdan aldım.
Peygamber
Aleyhisselam, tekrar:
'Git, bana
Ensarın eşrafından otuz kişi çağır!1 buyurdu.
Bunun
üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler. Gelince, onlara:
'Yemek
yiyiniz!' buyurdu.
Yediler.
Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize
karşısında, Peygamber Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve oradan
ayrılmadan Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler.
Peygamber
Aleyhisselam, bundan sonra:
'Git, bana
Ensarın eşrafından altmış kişi çağır!' buyurdu.
Vallahi,
altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu!
Gidip
çağırdım.
Onlar da
önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize
karşısında, Peygamber Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve daha oradan
ayrılmadan Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler.
Bundan sonra,
Resûlullah Aleyhisselam:
'Git, bana
Ensarın eşrafından doksan kişi çağır!1 buyurdu.
Beni, bu
doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu.
Onları da
gidip çağırdım. Yemekten yediler.
Onlar da
önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında Peygamber
Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve daha oradan ayrılmadan da
Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen zât
yedi ki, hepsi de Ensardan idiler."[179]
Yüce Allah,
onların hepsinden razı olsun![180]
Ensar
kadınlarından Ümmü Atiyye'nin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'ye gelince, Ensar kadınlarını bir eve topladı.
Onlara Hz.
Ömer'i gönderdi.
Hz. Ömer evin
kapısına dikildi, selam verdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın selamını onlara
söyledi ve:
"Ben
size Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçiyim!" dedi.
Onlar da:
"Resûlullah'a
ve Resûlullah'ın elçisine merhaba!" dediler.
Hz. Ömer:
"Allah'a
hiçbir şeyi şerik koşmayacağınıza,
Zina
etmeyeceğinize,
Çocuklarınızı öldürmeyeceğinize,
Ellerinizle
ayaklarınız arasından bir iftira düzüp getirmeyeceğinize,
Mârufta
(meşru olan hususlarda) Resûlullah'a karşı gelmeyeceğinize dair, bana bey'at
ediniz!" dedi.
Kadınlar
"Olur!"
dediler ve evin içinden, bey'at için, ellerini dışarıya doğru uzattılar.
Hz. Ömer de
evin dışından elini onlara doğru uzattı.
Sonra da:
"Allah'ım!
Şahit ol!" dedi.[181]
İbn Sa'd'ın
Tabakâtü'l-kübrâ'sında isimleri ile kaydettiğine göre, Peygamberimiz
Aleyhisselama bey'at eden Evsve Hazrec kabilesi kadınlarının sayısı 343tü.[182]
Rebiülevvel
ayından ikinci yıl Safer ayına kadar, Medine'de, Evs kabilesinden Müslüman
olmayan, müşrikliği bırakmayan yalnız Vâkıf, Hatma, Vâil ve Ümeyye oğulları
kaldı.[183]
Peygamberimiz
Aleyhisselam bey'at eden Ensar kadınlarından Ü mmü Âmir der ki:
Resûlullah
Aleyhisselamın mescidimizde akşam namazını kıldığını görünce, hemen evime gelip
biraz ekmekle hurma pekmezi (veya kuru üzüm) getirdim ve:
'Babam, anam
sana feda olsun! Ye!' dedim.
Resûlullah,
ashabına:
'Yiyiniz!
Bismillah!' buyurdu.
Kendisi ve
kendisiyle birlikte gelen ashabı ve evde bulunanlar da, ondan yediler.
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; kırk kişilik erkekler cemaati,
ne hurma pekmezinin (veya kuru üzümün) bir kısmını, ne de ekmeğin tamamını
yiyebildiler!
Yanımda
bulunan kırbadaki sudan da içtikten sonra, ayrıldılar.
Hastalandıkça
veya hayır ve bereket umdukça bu kırbadaki sudan içtik durduk!"[184]
Neccar
oğullarından Milhan b. Malik'in kızı ve Ümmü Haram'ın kızkardeşi olan Ümmü
Süleym Hatun, Malik b. N adr ile evli idi.
Ümmü Süleym
Hatun Müslüman olup Peygamberimiz Aleyhisselama bey'atettiği sırada, oğlu Enes
b. Malik yanında değildi.
Enes b.
Malik, annesinin Müslüman olduğunu öğrenince, geldi ve ona:
"Sen
dinden çıktın, saptın mı?!" dedi.
Ümmü Süleym
Hatun:
"Ben
dinden çıkmadım ve sapmadım! Fakat, şu (yurdumuza gelen) zâta iman ettim!"
dedi ve Enes'e de İslâm dinini telkin etti. Eliyle işaret ederek:
"Haydi,
sen de 'Şehadet ederim ki; Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür de
bakayım?" dedi.
Enes b.
Malik, annesinin istediğini yapınca, babası Malik:
"Oğlumun
itikadını bozma!" dedi.
Malik evden
çıkıp gidince bir düşmanıyla karşılaştı ve öldürüldü.
Medineli
müşriklerden Ebu Talha, Ümmü Süleym'le evlenmek istedi.
Ümmü Süleym
Hatun, onunla evlenmeye yanaşmadı:
"Sen,
sana ne zararı, ne de yaran olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görürsün?!
Bir
marangozun getirip senin için yonttuğu bir ağaç parçasının sana ne zararı, ne
yararı dokunur?!" dedi.
Ümmü Süleym
Hatunun sözü, Ebu Talha'nın kalbine tesir etti.
Ebu Talha,
Ümmü Süleym Hatuna, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym
Hatun:
"Ey Ebu
Talha! Sen, sizin tapmakta olduğunuz putlarınızı filan ailenin marangoz
kölesinin ağaçtan yontup yaptığını; ve ona bir ateş parlatacak olursanız hemen
tutuşup yanacağını bilmez misin?!" deyince, Ebu Talha onun yanından
ayrıldı.
Ebu Talha,
başka bir gün gelip, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym
Hatun, yine:
"Ey Ebu
Talha! Senin tapmakta olduğun put, yerde biten ve filan oğullarının Habeşî
kölesinin yonttuğu değil midir?" dedi.
Ebu Talha:
"Evet!"
deyince, Ümmü Süleym Hatun:
"Sen,
yerde biten ve filan oğullarının Habeşî kölesi tarafından yontulan birşeye
tapmaya utanmaz mısın?!
Sen,
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed (Aleyhisselam)ın Resûlullah
olduğuna şehadet etsen de, senden bundan başka mihr istemeyerek sana varsam
olmaz mı?" dedi.
Ebu Talha:
"Bırak
beni, bir düşüneyim!" dedi, gitti.
Düşünüp
taşındıktan sonra, geldi ve:
"Bana
yaptığın teklifi kabul ettim: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve
Muhammed (Aleyhisselam)ın Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" deyince,
Ümmü Süleym Hatun, oğlu Enes b. Malik'e:
"Kalk ey
Enes! Ebu Talhayı benimle evlendirmek için, gereğini yap!" dedi.[185]
Enes b. Malik
der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, Medine'ye geldiği zaman, ben sekiz-on yaşında idim.[186]
Annem bana
başörtüsünün yarısını izar, yarısını da rida yaptı.[187]
Beni elimden tutup Resûlullah Aleyhisselama götürdü ve:
'Yâ
Rasûlallah! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kimse kalmadı.
Ben, bu
oğlumdan başka, sana hediye edecek birşeye malik değilim.[188]
Yâ
Rasûlallah! Bu oğlum Enes'ciktir! Sana hizmet eder, senin hizmetçindir!
Onun hakkında
Allah'a dua et!' dedi.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah'ım!
Bunun malını ve evladını çoğalt![189]
Verdiğin
şeylerde, onun için bereket ihsan et!' diyerek dua etti.[190]
Resûlullah
Aleyhisselam, benim için üç şey hakkında dua etti.
İkisini
dünyada gördüm:
Vallahi,
malım pek çoktur!
Çocuklarımın
ve çocuklanmın çocuklarının sayısı ise, bugün yüz civarındadır!
Üçüncüsünü
de, âhirette göreceğimi umuyorum!"[191]
Yüce Allah,
onlardan razı olsun![192]
Abdullah b.
Selam[193], Yusuf Aleyhisselamın
neslindendi.[194] Medine Yahudilerinin
ulularından ve alimlerindendi.[195]
Medine'deki
İsrail oğullarının alimlerinden başlıcaları[196] beş
kişi olup, bunlardan birisi Abdullah b. Selam'dı.[197]
Abdullah b.
Selam'ın babası Selam da Yahudi alimlerindendi.
Abdullah b.
Selam der ki:
"Ben
Tevrat'ı ve tefsirini, babamdan öğrenmiştim.
Babam, bir
gün; âhir zamanda gelecek peygamberin sıfatını, alâmetini ve yapacağı işler hakkındaki âyeti bana anlattı ve:
'Eğer o Harun
evladından gelecek olursa ona tâbi olurum, yoksa tâbi olmam!' dedi.
Peygamber
Aleyhisselamın Medine'ye gelişinden önce, öldü.[198]
Resûlullah
Medine'ye, Küba'ya gelip Amr b. Avf oğullarının evine ininceye kadar, sustum.
Ben kendime
ait hurma ağacının üzerinde uğraşır,[199] yaş hurma toplarken,[200]
Benî Nadîrlerden birisinin:
'Bugün, Arapların
bekledikleri adamları geldi!' diye bağırdığını işittim ve bir kimse de gelip
onun geldiğini bana haber verince,[201]
beni bir titreme tuttu, yüksek sesle[202]
'Allahuekber!1 diyerek tekbir getirdim.
O sırada,
Halide binti Haris, hurma ağacının altında oturuyordu.[203]
Kendisi çok
yaşlı idi.[204]
Tekbirimi
işitince:
'Allah seni
umduğuna erdirmesin, elini boşa çıkarsın ey habîs!
Vallahi Musa
b. İmran'ın gelişini işitmiş olsaydın, bundan daha fazlasını yapmazdın!"
diyerek çıkıştı.
Ona:
'Ey hala!
Vallahi, o,[205] Musa b. İmran'ın
kardeşidir.[206] Onun gibi, peygamberdir.[207]
Onun dinindedir. Onun gönderildiği şeyle gönderilmiştir' dedim.
Bunun
üzerine, halam:
'Ey
kardeşimin oğlu! Yoksa, o Kıyamete yakın, gönderileceği bize haber verilmiş
olan peygamber midir?' dedi.
'Evet!'
dedim.
Halam:
'Peki
öyleyse!' dedi.[208]
'Resûlullah
geldi' denilince, onu görmek için, halkın arasında ben de gittim.
Resûlullah'ın
yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü yalancı yüzü değildir."[209]
Abdullah b. Selam, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına varınca:
"Ben
sana üç soru soracağım ki, bunların cevaplarını ancak peygamber olan
bilebilir" dedi:
"1. Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi
nedir?
2. Cennetlikler Cennete girince ilk önce hangi yiyeceği
yiyeceklerdir?
3. Çocuk ne sebeple babasına benzer ve hangi sebeple annesine
benzer?" diye sordu.
Peygamber
Aleyhisselam:
"Bu
soruları, senin önün sıra, Cebrail (Aleyhisselam) bana gelip haber vermişti:
1. Kıyamet alâmetlerinin en öncesi bir ateştir ki, o insanları
doğudan batıya sürecektir!
2. Cennetliklerin yiyeceği ilk yiyecek de, balık ciğerinin
sarkmış olan fazlasıdır!
3. Çocuğun babaya veya anaya çekmesine gelince:
Cinsî
münasebette erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse, çocuk babaya benzer.
Kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse, çocuk anaya benzer!" buyurdu.
Bunun üzerine,
Abdullah b. Selam:[210]
"Ben
şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur![211]
Ben şehadet
ederim ki; Sen, hiç şüphesiz, Allah'ın Resûlüsün![212]
Yâ
Rasûlallah! Yahudiler, insanı hayrette bırakacak derecede yalan söyleyen, asılsız isnadve iftiralarda bulunan haksız
bir kavimdir. Eğer, sen beni onlardan sormadan önce onlar benim Müslüman
olduğumu öğrenirlerse, senin yanında bana akla gelmedik isnad ve iftiralarda
bulunurlar.[213]
Sen beni
odalarından birine koyarak gizledikten sonra, onlar arasındaki durumumu, nasıl
olduğumu onlara sormanı; bunu Müslüman olduğumu öğrenmelerinden önce sana
haber vermelerini istiyorum" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu odalarından birisine koydu.[214]
Yahudilere
haber saldı, geldiler.[215]
Onlara:
"Ey
Yahudi cemaatı! Yazıklar olsun size!
Allah'tan
korkunuz!
Kendisinden
başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki: Siz benim Resûlullah olduğumu ve
benim size hak ve gerçeği getirdiğimi muhakkak biliyorsunuzdur! Müslüman
olunuz!" buyurdu.
Yahudiler, üç
kere:
"Biz
bunu bilmiyoruz!
Biz bunu
bilmiyoruz!
Biz bunu
bilmiyoruz!" dediler.[216]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"İçinizde[217]
Husayn,[218] Abdullah b. Selam, nasıl
adamdır?" diye sordu.[219]
Yahudiler
"Bizim
seyyidimizdirve seyyidimizin de oğludur![220]
Bizim en
alimimizdirve en alimimizin de oğludur.[221]
Bizim hayırlı
m izdir ve hayırlımızın da oğludur!" dediler.[222]
Resûlullah
Aleyhisselam, onlara:
"İbn
Selam Müslüman olduysa ne dersiniz?[223] Siz
de Müslüman olur musunuz?" diye sordu.[224]
Yahudiler
"Hâşâ!
O, Müslüman olmaz![225]
Allah onu böyle şeyden korusun!" dediler.[226]
Bunun
üzerine, Peygamber Aleyhisselam:
"Ey İbn
Selam! Çık bunların yanına!" buyurdu.[227]
Abdullah b.
Selam, hemen yanına çıkıp onlara:
"Ey
Yahudi cemaatı! Allah'tan korkunuz!
Onun size
getirdiği şeye yöneliniz!
Vallahi, siz
de muhakkak biliyorsunuz ki, o Allah'ın Resûlüdür!
Onun ismini
ve sıfatını yanınızdaki Tevratta da yazılı bulmuş bulunuyorsunuz.
Ben şehadet
ederim ki, o Resûlullah'tır!
Ben ona iman
etmiş, onu doğrulamış ve onun Resûlullah olduğunu bilmiş bulunuyorum!"
dedi.[228]
Abdullah b.
Selam;
"Ben
şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
Ve yine
şehadet ederim ki; Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür!" diyerek
iman ve ikrarda bulunduğu zaman,[229]
Yahudiler ona türiü hakaret ve iftiralarda bulundular:[230]
"Bu,
bizim en şerlimizdir ve en şerlimizin de oğludur![231]
Bu, bizim en
cahilimizdir ve en cahilimizin de oğludur!" dediler.[232]
Abdullah b.
Selam:
"Yâ
Rasûlallah! Onların çok iftiracı, gaddar, yalancı ve fâcir bir kavim
olduklarını sana haber vermemiş mi idim? (İşte böyle olduklarını gösterdiler)"
dedi.
Bundan sonra,
Abdullah b. Selam da, ev halkı da Müslümanlıklarını açıkladılar.[233]
Halaları
Halide binti Haris Hatun da Müslüman oldu ve İslâm
amelleri ile Müslümanlığını güzelleştir-di.[234]
Abdullah b.
Selam Müslüman olduğu zaman, Yahudi alimlerinden:
1. Huyey b. Ahtab,
2. Ka'b b. Esed,
3. Ebu Râfi',
4. Eşya',
5. Şemvil b. Zeyd:
"Arapta
peygamberlik olmaz! Senin adamın bir hükümdardır!" diyerek Müslümanlıktan
vazgeçirmek istedilerse de. muvaffak olamadılar.[235]
1. Salebe b. Sa'ye,
2. Useyd b. Sa'ye,
3. Esed b. Ubeyd
ve daha
başkaları, samimî olarak Müslüman oldular ve Müslümanlıkta sebat ettiler. Yüce
Allah, onların hepsinden razı olsun! Yahudi alimlerinin ve kâfirlerinin
bazıları ise:
"Muhammed'e
ancak bizim kötülerimiz tâbi oldu. Eğer onlar bizim hayırlılarımızdan
olsalardı, atalarının dinini bırakmazlar, başka yola gitmezlerdi!"
dediler.[236]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Yahudilerin bayram gününde, Avf b. Malik'i yanına alarak,
Medine'deki Yahudi havrasına (sinagoguna) gitti.
Yahudiler
Peygamberimiz Aleyhisselamın gelmesinden hoşlanmadılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Yahudi cemaatı! Siz bize oniki kişi bildiriniz ki, onlar Allahtan başka hiçbir
ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etsinler de, gök
altındaki yeryüzünde bulunan bütün Yahudileri uğrayacakları ilahî gazab ve
azabdan beri çeksinler!" buyurdu.
Yahudiler
sustular.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına, onlardan hiçbirisi gelmedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sözlerini tekrarladı.
Yahudiler,
yine cevap vermediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sözlerini üçüncü kez tekrarlayıp onlardan hiçbir cevap
alamayınca:
"Siz yüz
çeviriyor, kaçıyorsunuz, amma vallahi H âşir benim!
Âkıb benim!
Mustafa
Peygamber benim!
Siz, ister
inanınız, ister inanmayıp yalanlayınız!" diyerek, Avf b. Malikle geri
döndüğü sırada, arkalarından bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın ismini
anarak arkasından seslendi.
Seslenen zât,
Yahudilere, kendisini nasıl tanıdıklarını sordu.
Yahudiler,
ona:
"Vallahi,
içimizde Allah'ın Kitabını ne senden, ne senden önceki babandan, ne de babandan
önceki dedenden daha çok bilen, daha çok anlayan bir kimse tanımıyoruz!"
dediler. O da:
"Öyle
ise, ben Allah için şehadet ederim ki; bu zât, Allah'ın Kitabı Tevrat'ta ismini
ve sıfatını yazılı bulduğumuz peygamberidir!" deyince, Yahudiler:
"Sen
yalan söylüyorsun!" diyerek onun sözünü red ve kendisine kötülükler isnad
ettiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Siz
yalan söylüyorsunuz! Sizin sözünüze hiç güvenilmez. Biraz önce onun hakkında
senalarda bulunanlar, onu övenler de siz idiniz!
İman ettiği
zaman ise kendisini yalanladınız ve aleyhinde söyleyeceğinizi söylediniz. Sizin
sözünüz kabul edilmez!" buyurdu; Avf b. Malik ve Abdullah b. Selamla
beraber dışarı çıktı .[237]
Hz. Aişe'nin
bildirdiğine göre; "Yüce Allah namazı farz kıldığı zaman seferde de,
hazende de (gündüzün vitri olan) akşam namazından başkasını-ki o üç rekat olarak
farz kilınmıştı-ikişer rekat, ikişer rekat olarak farz ki İmi ştı.
(Hicretten)
sonra, sefer namazları oldukları gibi bırakıldı da, hazer namazları ikişer
rekat arttırıldı."[238]
Bu da;
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye hicretinden bir ay sonra yapıldı .[239]
Abdullah b.
Abbas da şöyle demiştir:
"Muhakkak
ki, Yüce Allah; Peygamberimiz Aleyhisselamın dili ile, namazı hazerde dört,
seferde iki, düşman korkusu halinde bir rekat olarak farz kıldı.[240]
Peygamber
Aleyhisselam Medine'den Mekke'ye doğru yola çıkbğı ve yalnız Rabbü'l-âlemîn'den
başkasından korkmadığı halde, dört rekat farzı iki kıldı.[241]
Biz
Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Mekke-Medine arasında yaptığımız seferde,
Yüce Allah'tan başkasından korkumuz olmadığı halde, namazı iki rekat
kılmışızdır.[242]
Peygamber
Aleyhisselam, Fetih yılında, Mekke'de onyedi gün kaldı, dört rekat farzları
ikişer kıldı" demiştir.237
Abdullah b.
Ömer'e, bir gün, Ümeyye b. Abdullah:
"Ey
Abdurrahman'ın babası! Biz Kur'ân'da korku halinde kılınacak namazı da, hazende
kılınacak namazı da bulduk. Fakat seferde kılınacak namazı bulamadık?"
demişti.
Abdullah b.
Ömer, ona:
"Ey
kardeşimin oğlu! Şüphe yok ki, Yüce Allah Muhammed Aleyhisselamı peygamber
olarak gönderdi. Biz, ancak onun işlediğini gördüğümüz şeyi işlemekten başka
birşey bilmeyiz.[243]
Ben; Resûlullah ile, Ebu Bekir'le ve Ömer'le, sefer namazını hep iki rekat
olarak kıldım" demiş;[244]
Resûlullah
Aleyhisselamın, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın yolculuk esnasında öğle
ve ikindi namazlarının farzlarını hep ikişer rekat kıldıklarını bildirmiştir.[245]
Abdullah b.
Mes'ud da; Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in dört rekat
farzları seferde ikişer rekat olarak kıldıklarını ve bunu arttırmadıklarını
söylemiştir.[246]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, bir hadis-i şeriflerinde:
"Benim
namazı nasıl kıldığımı gördünüzse, siz de namazı öyle kılınız!"
buyurmuşlardır.[247]
Ashab-ı
Kiram'dan Übeyy b. Ka'b derki:
"Resûlullah
Aleyhisselam ile ashabı Medine'ye geldikleri ve Ensar tarafından ban ndı rıl di
klan zaman, bütün Araplar onları tek yaydan oka tuttular (bütün Arapların
düşmanlıklarına hedef oldular).
Silahsız, ne
geceleyebilirler, ne de sabahlayabilirlerdi.
Hatta 'Acaba,
üzerimize emniyet gelip de silahsız yatıp kalktığımız, Allah korkusundan başka
bir korku duymayacağımız günleri görecek miyiz?1 dedikleri olurdu.
İşte bunun
üzerine, Yüce Allah Nur sûresinin, indirdiği 55. âyetinde şöyle buyurdu:
"Allah,
içinizden iman edip de güzel güzel amel ve hareketlerde bulunanlara yeminle vaad
etti ki: Kendilerinden önce gelenleri nasıl kâfirlerin yerine getirdi, hakim
kıldı ise, onlan da yeryüzünde muhakkak müşriklerin yerine geçirip hükümran
edecek, onlara kendileri için beğendiği dini (İslâmiyeti) payidar kılacak,
onların korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra, hallerini kesin bir
emniyete çevirecektir tâ ki onlar bu güvenlik içinde bana ibadet edeler, bana
hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalar. Kim bundan sonra nankörlük ederse, artık
onlar fâsıkların ta kendisidirler."[248]
Hz. Âişe der
ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam[249] Medine'ye geldiği
sıralarda,[250] bir gece uyuyamadı da:
'Keşke
ashabımdan yararlı bir zât olsa da, geceleyin (nöbet tutup beni) korusa
(beklese)' buyur-m ustu.
Bu halde iken
bir silah hışırtısı işitince, Resûlullah Aleyhisselam:
'Kim o?' diye
sordu.[251]
Gelen zât:
'Ben Sa'd b.
Malik![252] Sa'd b. Ebi Vakkas!'[253]
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Seni getiren
nedir?' diye sordu.[254]
Sa'd b. Ebi
Vakkas:
'İçime Resûlullah
Aleyhisselam hakkında bir korku düştü de, onu[255]
seni korumaya geldim!' dedi.[256]
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ona dua etti, sonra uyudu;[257]
uykuya daldı."[258]
Enes b. Malik
der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, halkın en cesaretlisi idi.
Medine'de bir
feryad, korkulu bir hal oldu mu, Peygamber Aleyhisselam hemen Ebu Talha'nın
Mendub diye anılan atını emaneten alıp üzerine atlar, feryadın geldiği yere
yetişirdi.
Hiçbir feryad
ve imdad sesi duyulmazdı ki, Mendub'un oraya bir deniz gibi, su gibi akıp revan
olduğunu görmeyelim!
Halbuki o çok
yavaş ve ağır yürüyen bir attı. Hiç de yürügen değildi.
Bir gece,
Medineliler bir feryad işitip çok korkmuşlar ve hemen sesin geldiği tarafa
doğru gitmişlerdi.
Resûlullah
Aleyhisselam ise, onları geride bırakarak ilerlemiş, sesin geldiği yere
yetişmiş, durumu inceleyip dönerken halkla karşılaşmıştı.
Kendisi Ebu
Talha'nın atının üzerinde, kılıcı da boynunda asılı bulunuyor ve:
'Korkmayınız!
Korkmayınız!' buyuruyor ve Mendub için de:
'Onu deniz
gibi, su gibi akıcı bulduk' diyordu."[259]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Mekke'de iken, Kureyş müşrikleri Mekke'ye gelen yabancıları
Peygamberimiz Aleyhisselamla görüştürmemek, İslâmiyetin yayılmasını önlemek
için ellerinden geleni yapmaktan geri durmamışlardı.
Nitekim,
Tufeyl b. Amr ile[260]
Müslüman olmak için Mekke'ye gelen şairÂşâ'nın ve daha birçoklarının Müslüman
olmasını engellemeye çalışmışlardı.[261]
Müşrikler
Mekke'de yaptıkları ile de kalmadılar. Medine'de de, Peygamberimiz Aleyhisselam
a karşı, daha o Medine'ye gelmeden Medineli münafıklarla işbirliği yaparak bir
zümre oluşturdular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Medine'nin Küba köyüne gelip Külsûm b. Hidm'le Sa'd b. Hayseme'ye
konuk olduğu zaman, Amr b. Avf oğullarından bazı münafıklar geceleyin
Peygamberimiz Aleyhisselamın kaldığı evi taşladılar ve Peygamberimiz
Aleyhisselamı:
"Bu
nasıl komşuluk ve koruyuculuk?!" diyerek sitemlendirdiler.[262]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yerleşmeye ve tutunmaya başladığını gören Kureyş
müşrikleri, Bedir savaşından önce Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile Evs ve
Hazrec'den onunla birlikte olan putperest Medinelilere gönderdikleri mektupta:
"Muhakkak
ki, siz bizim adamımızı yanınızda barındırmakta bulunuyorsunuz.
Andolsun ki,
siz ya onu öldürürsünüz, ya da yurdunuzdan çıkarırsınız!
Aksi takdirde
bütün Arap toplulukları ile birlikte üzerinize yürür, sizin savanlarınızı
öldürür, kadınlarınızı kendimize helal kılarız!" dediler.
Bunun
üzerine, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte hareket eden Medineli
müşrikler, Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere biraraya geldiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunu haber alınca, onların yanına vardı, ve:
"Herhalde,
Kureyşîlerin tehdidi sizi son derece etkilemiş olmalıdır. Onların tehdidi ile
size vereceği zarar, sizin bizimle çarpışarak kendinize vermek istediğiniz
zarardan daha fazla değildir!
Demek siz
kendi öz oğullarınız ve kardeşlerinizle çarpışmak, onları öldürmek
istiyorsunuz!?" buyu-runca, münafıklar dağıldılar.[263]
Peygamberimiz
Aleyh iss elam; Medine'ye geldikten sonra, Mekkeli Müslümanlardan
(Muhacirlerden) bazılarını, hem kendi aralarında birbirleriyle, hem deMedineli
Müslümanlarla (Ensarla) ikişer ikişer kardeş yaptı.[264]
Bu kardeşlik,
maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine çoluk ve çocuklarından önce varis
olma esasına dayanıyor;[265] bilhassa
yurttan yuvadan, kavim ve kabileden ayrı düşmenin verdiği garipliği, mahzunluğu
gidermeyi, Mekkelileri Medine'ye ve Medinelilere ısındırmayı ve kendilerine
destek ve güç kazandırmayı amaçlıyordu.[266]
Bu hadise
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye gelişinden beş ay sonra vuku bulmuş[267] ve
Enes b. Malik'in evinde olmuştur.[268]
Rivayete
göre; Peygamberimiz Aleyhisselama içinde kâfur kokusu bulunan yeşil toprak bir
çanak getirilip verilmiş, Muhacirlerle Ensar onun içine ellerini batırarak
antlaşmışiardır.[269]
İbn Sa'd'a
göre; Enes b. Malik'in evinde ikişer ikişer kardeş yapılan Müslümanların sayısı
45'i Mekkeli Muhacirlerden, 45'i Medineli Ensardan olmak üzere 90 kişi idi.
Onların 50'si
Muhacirlerden, 50'si de Ensardan olmak üzere, 100 kişi olduklarını söyleyenler
de vardır.[270]
Belâzurî;
22'şerden 44 kişinin,[271]
İbn. Seyyid;
41'erden 82 kişinin,[272]
İbn Habîb;
56'şardan 112 kişinin ismini tesbit ve kaydetmiştir.[273]
Kaynaklarda
isimleri açıklananların sayısının 124'ü bulduğu görülür.[274]
Kurulun
kardeşlikten doğan varis olma hükmü Enfâl sûresinin Bedir savaşından sonra inen
75. âyeti ile kaldırılmış;[275] bu
kardeşlik yardıma, yedirip içirmeye, bir de öğüde münhasır kalmıştır.[276]
Medineli
Müslümanlar (Ensar), Muhacirleri, Medine'ye daha ilk geldikleri gün evlerine
indirmek, ağırlamak için, birbirleri ile yarışa girmişler; anlaşamadıkları,
onları paylaşamadıkları için, iki okla çekilmedikçe, Muhacirlerden hiçbiri
onlardan hiçbirinin evine inememişti.[277]
Ensar, bu
kadarla da kalmadılar:
"Yâ
Rasûlallah! Hurmalıklarımızı da, Muhacir kardeşlerimizle aramızda
bölüştür!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Hayır!
Öyle olmaz!" buyurdu.
Bunun
üzerine, Ensar Muhacirlere:
"Öyle
ise, timarve sulama zahmetini siz üzerinize alınız da, sizi hurma mahsulüne
ortak yapalım!" dediler.
Bunu Peygamberimiz
Aleyhisselam da uygun gördü.
İki taraf da:
"İşittik
ve itaat ettik!" diyerek bu yoldaki tensibi kabullendiler.[278]
Ensar,
arazilerinin fazlalarını da, Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladılar ve hatta:
"Yâ
Rasûlallah! İstersen, evlerimizi de al!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara hayır dua etti. Bağışlanan arazileri, Muhacir sahabilerine
bölüştürdü.[279]
Yüce Allah
onların hepsinden razı olsun![280]
Aşura;
İslâm'da, Muharremin onuncu gününe verilen isimdir.[281]
Muharrem
orucunun Muharrem'in dokuzuncu gününden itibaren tutulmasının yerinde olacağı bildirilmiştir.[282]
Aşura günü,
öteden beri, Kureyş müşriklerinin de oruç tuttukları, saygı gösterdikleri bir
gündü.[283]
Kureyş
müşriki erince, Aşura gününde Kabe'ye örtü örtülmesi de âdet edinilmişti.[284]
Aşura günü
orucunu, Cahiliye devrinde Kureyş müşrikleri tuttukları gibi, kendisine
peygamberlik gelmeden önce Peygamberimiz Aleyhisselam da tutardı.[285]
Rivayete
göre; Aşura günü, Yüce Allah tarafından, Âdem Aleyhisselama tevbe hususunda
vahyol-unduğu gündü.[286]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Aşura
günü, Peygamberlerin oruç tuttukları bir gündür.
Siz de o gün
oruç tutunuz!" buyurmuştur.[287]
Aşura günü,
Yahudilerin de tazim ettikleri ve bayram edindikleri bir gündür.[288]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'ye hicret edip gelince, Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuklarını
gördü:
"Nedir
bu?" diye sordu.[289]
"Bu
büyük,[290] hayırlı bir gündür.[291]
Bugün, Allah'ın Musa'yı[292] ve
İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı,[293]
Firavun'u ve adamlarını suda boğduğu,[294]
Musa'nın da buna şükrâne olarak[295]
oruç tutmuş olduğu bir gündür.[296]
İşte biz bunun için bugün oruç tutuyoruz!" dediler.[297]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben
Musa'ya ve onun orucunu tutmaya, sizden daha yakın, daha lâyıkım!"
buyurdu.
Aşura günü
oruç tutmaya hem kendisi devam etti, hem de bunu Müslümanlara emretti[298] ve:
"Aşura
günü orucu bir yılın keffaretidir![299] Sağ
olursam, gelecek yıl dokuzuncu gününü de, inşaal-lah oruçlu geçireceğim ![300]
Dokuzuncu ve
onuncu günü oruç tutup Yahudilere muhalefet ediniz!" buyurdu.[301]
Ramazan orucu
farz kılınınca, Aşura günü oruç tutup tutmamakta Müslümanlar serbest
bırakıldılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
(Aşura günü) Allah'ın günlerinden bir gündür.[302]
Aşura günü
orucunu tutmak isteyen tutsun, bırakmak isteyen de bıraksın" buyurdu.[303]
[1] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 139.
[2] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 236, Kastalânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 87.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/31.
[3] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 1 46-1 47, Beyhakî, c. 2, s. 524-525, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, t 3, s. 214.
[4] Taberî, Târih,
c. 2, s. 255-256, Kurtubî, Tefsir, c. 18, s. 98-99, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 3, s. 213, Diyarbekrı,Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 339-340.
[5] Taberî, Târih,
c. 2, s. 256, Mes'udî, Murûcu'z-Zeheb, c. 2, s. 285.
[6] Taberî, Târih,
c. 2, s. 256.
[7] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 235.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/31-35.
[8] Kastalâni,
Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1 , s. 88, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 244.
[9] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 1 39, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1 , s. 194.
[10] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 256, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 340, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 244.
[11] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 236, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266, Halebî, c. 2, s.
244.
[12] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/35-36.
[13] Semhûdî, Vefâu'l-vefâ,
c. 1, s. 256, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 340,
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 3/36.
[14] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 140, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 194.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/36.
[15] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 257, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 340.
[16] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/36-37.
[17] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 140, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 194, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 257.
[18] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 257.
[19] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 140, İbn Seyyid, c. 1, s. 194, Semhûdî, c. 1, s. 257.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/37.
[20] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 257.
[21] Veya Es'ad b.
Zürâre'nin (Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 258).
[22] İbn İshak, İbn
Hişam, Sire, c. 2, s. 140-141, Taberî, Târih, c. 2, s. 256, İbn Haim,
Cevâmiu's-Sîre, s. 94, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 194-195, Semhûdî, Vefâu'l-vefa,
c. 1, s. 261-262.
[23] Buhârî, Sahih,
c. 4, s. 25 8, Zehebî, Târîhu 'l-İslâm, s. 3 34, Kastalânî, Mevâhibu'l-ledünniye,
c. 1, s. 88.
[24] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 260.
[25] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/38-39.
[26] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, Müslim, Sahih, c. 4, s. 2311, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266, İbn Hazm, Cevâmiu's-sTre, s. 95, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 341.
[27] Ahm ed b.
Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 3, Müslim, c. 4, s. 2311, Zehebî, s. 332.
[28] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 236, Buhârî, c. 4, s. 260, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c.
2, s. 331, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 527, Zehebî, s. 338.
[29] Ahm ed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 414, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 291,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 246.
[30] Semhûdi
Vefau'l-Vefâ. c. 1. s. 261.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/39.
[31] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 237, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266-267, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 61.
[32] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 236, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 260, Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 2, s. 331, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve. c. 2. s. 527.
Zehebî. TârÎhu'l-İslâm. s. 338.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/40.
[33] İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 612, Kastalânî, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 89-90, Semhüdı,
Vefâu'l-vefa, c. 1, s. 262-263, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 341.
[34] Semhûdı, c. 1,
s. 262-263, Kastalânî, c. 1, s. 89-90, Diyarbekrî, c. 1, s. 341.
[35] Semhûdî, c. 1,
s. 262-263, Diyarbekrî, c. 1, s. 341.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/40.
[36] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 234, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, Buhârî,
Sahih, c. 4, s. 260.
[37] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 3, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 13.
[38] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 2311.
[39] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 3.
[40] Ahmed b.
Hanbel, c. 1, s. 3, Müslim, c. 4, s. 2311, Hâkim, c. 3, s. 13.
[41] Buhârî, c. 4,
s. 260.
[42] Müslim, c. 4,
s. 2311.
[43] Ahmed b.
Hanbel, c.1 ,s.3.
[44] Hâkim, c. 3, s.
13.
[45] İbn Sa'd, c. 1,
s. 234.
[46] İbn Sa'd, c. 1,
s. 234, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 122.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/41.
[47] Ahmed b.
Hanbel. c. 3. s. 301. EbuDâvud. Sünen. c. 3. s. 342.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/41.
[48] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 144, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 264.
[49] Ahmed b.
Hanbel.Müsned. c. 5. s. 415. Müslim . Sahih. c. 3. s. 1623. Semhûdî. Vefâ.c.1.
s. 264.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/42.
[50] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 525.
[51] İbn İshak, İbnHişam, Sîre.c.4, s. 314, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 288, 291, İbnMâce, Sünen, c. 1, s. 531.
[52] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 525.
[53] Belâzurî,
Ensâb, c. 1, s. 525, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 383.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/42-43.
[54] İbn Sa'd, Taba
kât, c. 1, s. 237, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 265-266.
[55] Semhûdî,
Vefau'l-Vefâ, c. 1, s. 266.
[56] Semhûdî,
Vefâu'l-Vefâ, c. 1, s. 266.
[57] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 144.
[58] Süheylî,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 279.
[59] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 462, Semhûdî, Vefau'l-vefa, c. 1,s.266.
[60] Müslim, Sahih,
c. 3, s. 1623.
[61] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 144.
[62] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 267, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 266.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/43-45.
[63] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 334-335, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 188-189.
[64] Mes'üdf,
Murücu'z-zeheb, c. 1, s. 68-69, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 1, s. 163.
[65] Vâkıdî,
Fütûhu'ş-Şâm, c. 1, s. 33.
[66] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335.
[67] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 1 76.
[68] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335.
[69] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 1 76.
[70] Bedrüddin Aynî,
Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 176.
[71] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 1 76.
[72] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335.
[73] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335, Bedrüddin Aynî, c. 4, s. 176.
[74] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335.
[75] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335, Bedrüddin Aynî, c. 4, s. 176
[76] İbn Asâkir,
Târih, c. 3, s. 335.
[77] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 340.
[78] Süheylî,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 279-280, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 4, s. 177, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 265.
[79] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 265.
[80] Eyyub Sabri
Paşa, Mir'at-ı Medîne, s. 366-368.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/45-48.
[81] M. Feri d
Vecdi, Dairetu'l-maârif, c. 8, s. 52 9.
[82] Eyyub Sabri Paşa,
Mir'at-ı Medîne, s. 7.
[83] M. Ferid Vecdi,
Dairetu'l-maârif, c. 8, s. 52 9.
[84] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 82.
[85] Eyyub Sabri
Paşa, Mir'at-ı Medine, s. 36.
[86] M. Ferid Vecdi,
Dairetu'l-maârif, c. 8, s. 52 9.
[87] Süheylî,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 291, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 1, s. 21, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 156.
[88] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 83.
[89] Semhûdi,
Vefâu'l-Vefâ, c. 1, s, 8, 27.
[90] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, t 5, s. 89, 94,96, Müslim, Sahih, c. 2, s. 1007.
[91] Nesâî, Sünen,
c. 1, s. 221, 222, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 52, Zehebî, Târîhu'l-İslâm, s.
242, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 5-6.
[92] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 425.
[93] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 1, s. 8, Taberî, Târih, c. 1, s. 103.
[94] Taberî, Târîh,
c. 1, s. 1 03.
[95] Taberî, c. 1,
s. 103, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 84, Semhûdî, Vefâu'l-vefa, c. 1, s.
157.
[96] Taberî,
Târîh.c.1, s. 1 06.
[97] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 16, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 84, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 157.
[98] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 84, Semhûdî, Vefa, c. 1, s. 157.
[99] Belâzurî,
Fütûhu'lbuldan, c. 1, s. 15-16.
[100] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 16.
[101] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 17.
[102] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 178.
[103] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 85, Semhûdî, Vefa, s. 1 , s. 178.
[104] Yâkubî, Târih,
c. 2, s. 197.
[105] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 85.
[106] Yâkût, c. 5, s.
85, Semhûdî, c. 1, s. 179.
[107] Semhûdi, c. 1 ,
s. 179.
[108] Yâkût, Mu'cem,
c. 5, s. 85, Semhûdî, c. 1, s. 180-181.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/48-53.
[109] Ibn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 604, c. 4, s. 384.
[110] Buhârî.Sahîh.c.
4 . s. 221.
[111] Tevbe: 100.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/53-54.
[112] İbn Sa'd, Tabak
âtü'l-kübrâ, c. 1, s. 235, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 451 , Tirmizî,
Sünen, c. 4, s. 652, Dârimî,Sünen, c. 2, s. 188, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 423,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 922, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 265.
[113] İbn Sa'd, c. 1,
s. 235, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce, c. 1, s. 423,
Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, c. 3, s. 922 İbn Esîr,c.3, s. 265.
[114] İbn Sa'd, c. 1
, s. 235, Ahmed b. Hanbel, c.5, s. 451, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s.
188, İbn Mâce, c. 1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, c. 3, s. 922
İbn Esîr, c. 3, s. 265.
[115] İbn Sa'd, c. 1,
s. 235, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 451, Dârimî, c. 2, s. 188, İbn Mâce.c.1, s.
423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr,
c. 3, s. 922 İbn Esir, c. 3, s. 265.
[116] İbn Sa'd, c. 1,
s. 235, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 451, Tirmizî, c. 4, s. 652, Dârimî, c. 2, s.
188, İbn Mâce, c. 1, s. 423, Hâkim, c. 3, s. 13, İbn Abdilberr, c. 3, s. 922
İbn Esîr, c. 3, s. 265.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/54.
[117] İbn Esîr,
Nihâye.c. 2, s. 392, 393, Asım Efendi, Kamus Tercemesi, c. 3, s. 481.
[118] Buhârî,
Edebü'l-müfred, s. 257.
[119] Haşr: 23.
[120] Nahl: 59.En'am:
54. 127. Vakıa: 90-91. Ahzab: 44. Yunus: 10. 25. Araf: 46. Yâsîn: 58.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/54-55.
[121] Buhârî, Sahih,
c. 7, s. 1 25, Müslim , Sahih, c. 4, s. 2183.
[122] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 31, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 315, Buhârî,
Sahih, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s. 2183-2184, Taberî, Târih, c. 1, s. 48,
İbn Asâkir, Târih, c. 2, s. 344, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 30, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 1,s.87.
[123] İbn Sa'd, c. 1,
s. 31, Taberi, c. 1, s. 48, İbn Esîr, c. 1, s. 30, Ebu'l-Fidâ, c. 1 , s. 87.
[124] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 315, Taberî, c. 1, s. 48, İbn Esîr, c.1, s. 30, Ebu'l-Fidâ, c.
1,s.87.
[125] İbn Sa'd, c. 1,
s. 31, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 31 5, Buhâri, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s.
2184, İbn Asâkir, c. 2, s. 345.
[126] İbn Sa'd, c. 1,
s. 31, Ebu'l-Fidâ, c. 1 , s. 87.
[127] Ahmet b.
Hanbel, c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 1 02, Müslim, c. 4, s. 2184, İbn Asâkir,
c. 2, s. 345.
[128] İbn Sa'd, c. 1,
s. 31, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 102, Müslim, c. 4, s.
2184, Taberi, Târih, 11, s. 49, İbn Asâkir, c. 2, s. 345, İbn Esîr, c. 1,s.3O.
[129] Ahmed b. Hanbel,
c. 2, s. 315, Buhârî, c. 4, s. 1 02, Müslim, t 4, s. 2184, İbn Asâkir, c. 2, s.
344.
[130] İbn Sa'd, c. 1,
s. 31, Taberi, c. 1, s. 48, 49, İbn Esîr, c. 1 , s. 30.
[131] Ahmed b.
Hanbel. c. 2. s. 315. Buhârî. c. 4. s. 1 02. Müslim. c.4.s. 2184. İbn Asâkir.
c. 2. s. 344.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/55-56.
[132] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 439, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4,
s. 350, Tirmizî, Sünen, c. 5, s.53, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 190.
[133] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 439, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[134] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 439, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350,
Tirmizî, c. 5, s. 53, Dârimî, c. 2, s. 190.
[135] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 439-440, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[136] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 440, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, Sünen,
c. 4, s. 350, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 53, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 1 90.
[137] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 440, E bu Dâvud, c. 4, s. 350.
[138] Ahm ed b.
Hanbel, c. 4, s. 440, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350,
Tirmizî, c. 5, s. 5, Dârimî, c. 2, s.190.
[139] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 438, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256.
[140] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 287, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 256, Ebu Dâvud, c. 4,353,
Tirmizî, c. 5, s. 62, 63.
[141] Buhârî, Edebü'l-müfred,
s. 256.
[142] Buhârî,
Sahîh.c. 2, s. 70, Edebü'l-müfred, s. 257, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1075.
[143] Buhârî,
Edebü'l-müfred, s. 268.
[144] Buhârî,
Edebü'l-müfred, s. 281, Ebu Dâvud, c. 3, s. 7.
[145] Tirmizî. c. 5.
s. 59.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/56-57.
[146] Buhâri,
Edebü'l-müfred, s. 268.
[147] Ahmedb. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 444, Buhârî, Sahih, c. 127, Edebü'l-müfred, s. 258, Müslim,
Sahîh, c. 4, s. 1703, EbuDâvud, Sünen, c. 4, s. 351, Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
61-62, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 188.
[148] Buhârî, Sahîh,
c. 7, s. 1 28, Edebü'l-müfred, s. 259, Ebu Dâvud, c. 4, s. 351, Tirmizî, c. 5,
s. 61 .
[149] Ahmed b.
Hantael, c. 1, s. 407, 408, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 270, Hâkim, Müstedrek,
c. 4, s. 445-446, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 329.
[150] Buhârî, Sahîh,
c. 1, s. 9, Edebü'l-müfred, s. 270, Müslim, c. 1,s.65, Ebu Dâvud, c. 4, s. 350.
[151] Ahmedb. Hanbel,
c. 6, s. 425, Buharı, c. 7, s. 110, Tirmizî, c. 5, s. 78.
[152] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 247, Ahmedb. Hanbel, c. 6, s. 282, Buhârî, c. 5, s.
141 , Müslim, c. 4, s. 1904.
[153] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 398, Buhârî, c. 7, s. 133, 134, Edebü'l-müfred, s. 283, 284,
Müslim, c. 4, s. 1705, 1706, Ebu Dâvud, c. 4, s. 353, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
1219.
[154] Buhârî,
Edebü'l-müfred, s. 251.
[155] İbn Esîr,
Nihâye, c. 3, s. 34, Mütercim Âsim Efendi, Kâmusu'l-Muhît Tercemesi, c. 1, s.
490.
[156] İbn Mâce,
Sünen, c. 2, s. 1220.
[157] Tirmizî, Sünen,
c. 5, s. 75.
[158] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 289.
[159] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 289, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 354, Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
74, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1220.
[160] Buhârî,
Edebü'l-müfred, s. 251.
[161] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 6, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 454.
[162] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
960.
[163] Müslim, c. 3,
s. 1489, İbn Mâce, c. 2,5.960.
[164] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[165] Müslim, c. 3,
s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[166] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1489, İbn Mâce, c. 2, s. 960.
[167] Ahmed b.
Hanbel. c. 3. s. 212. Buhârî. Edebü'l-müfred. s. 251.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/57-60.
[168] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 86.
[169] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 619, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf.c. 1,s. 246.
[170] İbn .Abdilber,
İstiâb, c. 1, s. 152-153, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 171.
[171] İbn Sa'd.
Tabakât. c. 3. s. 620.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/60-61.
[172] Kâsâni,
Bedâyiu's-sanâyi, c. 1, s. 311.
[173] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 88, 89, 91, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 342-347, İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 478479, Nesâî, Sünen, c. 4, s. 70-72.
[174] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 368, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 211, Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 344, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s.
480, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 4, s. 41.
[175] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 203.
[176] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 91, Tirmizî, c. 5, s. 345.
[177] Ahmed b.
Hanbel. c. 2. s. 27. Tirmizî. c. 3. s. 364.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/61-62.
[178] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 33, 34, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 3, s. 243, Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 136, Hâkim,
Müstedrek,
c. 1, s. 344, 345, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 199.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/62-63.
[179] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 428, Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1 , s. 243-244,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 280, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8,
s. 303.
[180] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/63-64.
[181] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 7, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 85, c. 6, s.
409.
[182] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 315, 410.
[183] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 80, Taberî, Târih, c. 2, s. 237, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 440, İbn Hazm,Cevâmiu's-are, s. 73, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s, 98 İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 161, Zehebî,
Târıhu'l-İslâm, s. 297, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 153, İbn
Haldun, Târih, c. 2 ks. 2, s. 12.
[184] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 319, 320, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 471.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/64-66.
[185] İbn Sa'd,
Tabakatü'l-kübrâ, c. 8, s. 424, 427.
[186] Zehebî, Si yem
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 266.
[187] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1929, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 267.
[188] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 266.
[189] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 94, Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 154, Müslim, Sahîh, c.
4, s. 1929, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 267.
[190] Aynı kaynaklar.
[191] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1929.
[192] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/66-68.
[193] Abdullah b.
Selam'ın adı Husayn iken, Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Husayn'ı
Abdullah'a çevirmiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 451.
[194] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 921, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 414, İbn Esîr.Usdu'l-gâbe, c.
3, s. 264.
[195] İbn
İshak.İbnHişam, Sîre,c.2, s. 163-164.
[196] Şuara: 197.
[197] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 353.
[198] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[199] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre,c.2, s. 163, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 530.
[200] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[201] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 163.
[202] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[203] İbn
İshak.İbnHişam, Sîre, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,5.266.
[204] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[205] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre, c. 2, s. 163, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 530.
[206] İbn
İshak.İbnHişam, c. 2, s. 163, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266, Beyhakî,
Delâil, c. 2, s. 530.
[207] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 266.
[208] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 163, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 530, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 3, s. 211, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 280.
[209] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 163, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 235, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c.5, s. 451, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 188, İbn Mâce, Sünen,c. 1, s. 423,
Hâkim, Müstedrek, c.3,s. 13, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s.922, Beyhakî,
Delâilü'n- nübüvve, c. 2, s. 531, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 265.
[210] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 102,103, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 528-529, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 207, E
bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 211.
[211] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108, 271 , Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 268, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, Uyun, c. 1 , s. 207, Ebu'l-Fidâ,
c. 3, s. 211.
[212] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 271, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid,
c. 1, s. 207, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211 .
[213] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, c. 4, s.
103, Beyhakî, c. 2, s. 529, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211 .
[214] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 164, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 531.
[215] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 271, Beyhakî, c. 2, s. 527, 528, İbn Seyyid, c. 1, s.
207, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 210.
[216] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 211, Beyhakî, c. 2, s. 528.
[217] . İbn İshak,
İbn Hişam, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 103,
Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, c.1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[218] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre, c. 2, s. 164.
[219] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Buhârî, c. 4, s. 103,
Beyhakî, c. 2, s. 529, İbn Seyyid, c. 1, s. 206, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 211.
[220] İbn
İshak.İbnHişam, c. 2, s. 164, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 529.
[221] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[222] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 164, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 103,
Beyhakî, c. 2, s. 529.
[223] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[224] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108.
[225] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 210.
[226] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 108, Buhârî, c. 4, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[227] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 271.
[228] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 164, Beyhakî, c. 2, s. 531.
[229] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 108, 271, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[230] İbn
İshak.İbnHişam, c. 2, s. 164, Buhârî, c. 4, s. 103, Beyhakî, c. 2, s. 529.
[231] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 271, Buhârî, c. 3, s. 1 03, Beyhakî, c. 2, s. 529, Ebu'l-Fidâ,
c. 3, s. 211.
[232] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 3, s. 108,271,272.
[233] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 164.
[234] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 164, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 78, İbn Hacer, el-İsâbe,
c. 4, s. 280.
[235] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 220, Buhârî, TârThu'l-kebfr, c. 1, ks. 1, s. 225.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/68-73.
[236] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 206.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/73-74.
[237] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 25, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 415-416
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/74-75.
[238] İbn İshak, İbn
Hisam , Sîre, c. 1, s. 260, Mâlik, Muvatta, c. 1 , s. 1 46, Abdurrezzak,
Musannef, c. 2, s. 51 5, İbn Ebi Şeybe,Musannef, c. 2,s. 451, Ahm ed b. Hanbel,
M üsned, c. 6, s. 272, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 93, M üslim, Sahih, c. 1, s.
478, Ebu Dâvud,Sünen, c. 2, s. 3, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 293
[239] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 271, Taberî, Târih, c. 2, s. 258, İbn E ar, Kâmil, c.
2, s. 110.
[240] Ahmed b.
Hanbel, M üsned, c. 1, s. 243, Müslim, Sahih, c. 1, s. 479,Nesâî, Sünen, c. 3,
s. 119.
[241] Abdurrezzak,
Musannef, c. 2, s. 51 6, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 215, Tirmizî, Sünen, c. 2,
s. 431, Nesâî, Sünen, c. 3, s. 117.
[242] Nesâî, Sünen,
c. 3, s. 118.
[243] Mâlik, Muvatta,
c. 1, s. 145,146, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 94, İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 339, Nesâî, Sünen, c. 3, s.117.
[244] Nesâî, Sünen,
c. 3, s. 118.
[245] Tirmizî, Sünen,
c. 2, s. 428.
[246]
EbuHanife,Müsned, s. 18.
[247] Buhârî, Sahih,
c. 1, s. 1 55, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 2, s. 345.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/75-77.
[248] Hâkim,
Müstedrek, c. 2, s. 401, Vahidî, E sbâbu'n-nüzül, s. 222, Suyutî,
Lübâbu'n-nükûl, s. 163.
[249] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 140-141, Buhârî, Sahih, t 3, s. 222, 223, Müslim,
Sahih, c. 4, s. 1875, Tirmizî, Sünen,c. 5, s. 650-651.
[250] Buhâri, Sahih,
c. 3, s. 222, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1875, Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 650-651.
[251] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 222, Müslim, Sahih, c. 4,
s. 1875, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 650-651.
[252] Ahmedb. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 141.
[253] Buhâri , Sahih,
c. 3, s. 222, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1875, Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 651.
[254] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1875, Tirmizî, Sünen, c.
5, s. 651.
[255] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1875, Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 651.
[256] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Buhârî", Sahih, c. 3, s. 222, Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1875, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 650-651.
[257] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1875, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 651.
[258] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1875.
[259] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 373, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 185, Buhârî,
Sahih, c. 3, s. 228, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1802-1803, Tirmizî, Sünen, c. 4,
s. 198-199.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/77-79.
[260] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre,c.3, s. 21, 22, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 237.
[261] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 3, s. 28.
[262] Yâkubî, Târih,
c. 2, s. 41.
[263] Zühri, Mâgazf,
s. 71, 72, Abdrrrezzak, Musannef, c. 5, s. 358-359, Ebru Dâvud, Sünen, c. 3,
s.156, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvie,c.3,s.178,179.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/79-80.
[264] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre c. 2, s. 150-152
[265] İbn Sa'd,
Tabakkatü'l-kübra, c. 1, s. 238, c. 3, s. 22.
[266] Süheylî,
Ravıdu'l-ünüf, c. 4, s. 296.
[267] İbn Abdilberr,
İstiab, c. 1, s. 42.
[268] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 238, 239, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111,
281, Buhari, Sahih,
c.
3, s. 57 c. 8, s. 154, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1 960, Ebu Davud, Sünen, c. 3,
s. 129.
[269] İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 363, 364 (eski baskı).
[270] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 238.
[271] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 270-271.
[272] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 201-202.
[273] İbn Habıb,
Kitâbu'l-muhabber, s. 71, 75.
[274] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 151, 152, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 23, 600, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 270, 271.
[275] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 238, t 3, s. 22, Ebu Dâvud, c. 3, s. 128,129.
[276] Buhârî,Sahîh,c.3,
s. 57, Ebu Dâvud, Sünen, t 3, s. 128.
[277] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 396, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 436, Buhârî,
Sahih, c. 2, s. 71.
[278]
Buhârî,Sahırı,c.3, s. 67.
[279] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 5, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 270, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 195,196, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 343.
[280] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/80-82.
[281] İbn Esîr,
Nihâye, c. 3, s. 240.
[282] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 3, s. 59, Müslim , Sahih, c. 2, s. 797, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s.
327, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 128-129.
[283] Mâlik, Muvatta,
c. 1, s. 219, Abdurrezzak, Musannef, c. 4, s. 289, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c.
3, s. 55, Ahmed b. Hanbel,Müsned, c. 4, s. 289, c. 6, s. 29, 30, Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 250, Müslim, Sahih, c. 2, s. 792, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 326,
TirmizP,Sünen, c. 3, s. 127.
[284] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 244, Buhârî, c. 2, s. 159.
[285] Mâlik, c. 1 ,
s. 21 9, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 143,1 62, Buhârî, c. 2, s. 250, Müslim , c.
2, s. 792, Ebu Dâvud, c. 2, s. 386.
[286] Abdurreizak,
Musannef, c. 4, s. 291.
[287] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 3, s. 55.
[288] İbn Ebi Şeybe,
c. 3, s. 55, Buhârî, c. 2, s. 251,
Müslim, c. 2, s. 796.
[289]
Abdurrezzak,c.4, s. 289, Buhârî, c. 2, s. 251 .Müslim, c. 2, s. 796, İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 552.
[290] Abdurrezzak, c.
4, s. 289, Müslim, c. 2, s. 796.
[291] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 251.
[292] Abdurreizak, c.
4, s. 289, İbn Mâce, c. 1, s. 552.
[293] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 251.
[294] Abdurreizak, c.
4, s. 289, İbn Mâce, c. 1, s. 552.
[295] Abdurrezzak, c.
4, s. 289, İbn Mâce, c. 1, s. 552.
[296] Abdurrezzak,
Musannef, c. 4, s. 289, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 251, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s.
552.
[297] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 796, İbn Mâce, c. 1, s. 552.
[298] Abdurrezzak, c.
4, s. 289, Buhârî, c. 2, s. 251 .Müslim, c. 2, s. 796, İbn Mâce, c. 1.S.552.
[299] Abdurrezzak, c.
4, s. 287, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 241, Tirmizî, c. 3, s. 129.
[300] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 3, s. 58, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 225, Müslim, c. 2, s.
798.
[301] Abdurrezzak, c.
4, s. 287, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 241, Tirmizî, c. 3, s. 129.
[302] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 143, Müslim, c. 2, s. 793, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 326,
Tirmizî, c. 3, s. 127.
[303] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 244, Buhârî, c. 2, s. 250, Müslim, c. 2, s. 793, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 2, s. 326, Tirmizî, c. 3, s.127.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/82-84.