Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Yapılışı
Mescidin Kandille Aydınlatılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin İlk
Vazifelileri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Fazileti
Mescidin Yanına Peygamberimiz Aleyhisselamın
Zevceleri İçin Odalar Yapılması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid Yanındaki
Evine Taşınışı
Ezanın Önemi ve Ezanla İlgili Bazı Faziletler
Külsûm b. Hidm ile Es'ad b. Zürâre'nin Vefatları
Selman-ı Fârisî'nin Kendi Dilinden Dinî Hayatı ve
Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir'in Ev
Halklarının Medine'ye Getirilişi ve
Peygamberimizin Hz. Âişe ile Evlenişi
Ashabın Medine'de Hastalanışı ve Peygamberimiz
Aleyhisselamın Medine Hakkında Dua Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine Yönetimini
Üstlenişi ve Bu Husustaki Yönetmelik
Medine'nin Haremleştirilişi ve Sınırlanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazıcıları
Ölüsünü Yerin Dışarı Attığı Mürted Adam
Muhacirlere Medine'de Ev Yerleri, Arazi ve
Hurmalık Dağıtılışı ve Tapu Fermanları Yazılıp Verilişi
Medine Çarşısının Kuruluşu ve Ticarî Hayatın
Düzene Konuluşu
Medine'de Adalet İşlerinin Düzenlenişi ve
Yürütülüşü
Müslümanlara İçme Suyu Sağlanışı ve Bahçe Sulama
İşinin Düzene Konuluşu
Evlenme İşlerinin Yoluna Konuluşu
Peygamberimizin Meşgul Olduğu ve Ashabını
Yetiştirdiği Başlıca Konular
Eğitim İşleri: Suffa ve Ashab-ı Suffa
Hicve Hicivle Mukabeleye İzin Verilişi
Abdullah b. Übeyy'in Peygamberimiz Aleyhisselama
Çatışı
Peygamberimiz
Aleyhisselam devesi Kasvâ'nın üzerinde bulunduğu ve devenin yuları da devenin
başına dolanmış olduğu halde, deve Medine'nin içinde ilerleyerek Adiyy b.
Neccar oğullarının evleri hizasına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yapılacak mescidinin kapısının konulacağı yere çökmüştü ki, orası o zaman
Neccar oğullarından Sehl ve Süheyl isimlerinde iki yetim gence ait hurma serme
ve kurutma yeri olup, adı geçen gençler Muaz b. Afrâ'nın[1]
himayesi altında idiler.
Kasvâ
çöktüğü zaman Peygamberimiz Aleyhisselam onun üzerinden inmemiş, Kasvâ ayağa
kalkarak biraz daha gittikten sonra birdenbire geri dönüp ilk önce çöktüğü
yere kadar gelmiş ve oraya tekrar çökmüş ve artık kalkmayarak boynunu ve
göğsünü yere uzatıp böğürmeye ve deprenmeye başlamıştı.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ'nın üzerinden inmiş[2] ve:
"İnşaallah,
menzil burasıdır!" buyurmuş[3] ve:
"Kimindi
burası?" diye sormuştu.
Muaz
b. Afra:
"Yâ
Rasûlallah! Amr'ın oğulları Sehl ve Süheyl'indir!" demişti.[4]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sehl ve Süheyl'i çağırıp, mescid yapmak üzere, hurma serme ve
kurutma yerlerini onlardan satın almak istedi ve:
"Bu
arsanızın bedelini bana söyleyiniz, ödeyeyim?" buyurdu.
Gençler
"Hayır,
yâ Rasûlallah! Biz orayı sana hediye ederiz!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam arsayı onlardan hediye olarak almaya razı olmadı.[5]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber
gönderdi.
Geldikleri
zaman, onlara:
"Ey
Neccar oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyiniz de, ödeyeyim?"
buyurdu.[6]
Neccar
oğulları:
"Hayır![7]
Vallahi, biz onun bedelini Allahtan başkasından istemeyiz![8] Onun
bedelini hiçbir zaman almayız!" dediler.[9]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın onlar satıp bedelini almayı kabul edinceye kadar, arsayı
bedelsiz almaya yanaşmadığı; en sonunda onlardan on dinar (altın)a satın alıp,
bunu kendilerine ödemesini Hz. Ebu Bekir'e emir buyurduğu rivayet edilir.[10]
1- Mescid arsasının içinde, müşriklerin
kabirleri, oyuk, tümsek, bakımsız harap yerler ve hurma ağaçları da
bulunuyordu.
2- Peygamberimiz Aleyhisselam emir
buyurdu.
Hurma
ağaçları,[11] garkad ağaçlan kesildi.[12]
Müşriklerin
kabirleri açılarak, kemikleri başka bir yere götürülüp gömüldü.
Bakımsız,
harap yerleri[13] düzeltildi.[14]
Arsadaki,
yağmur sularının akıntıları ve sızıntıları giderildi.[15]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; yapılacak mescid için kerpiç kesilmesini, hazırlanmasını emretti.
Kerpiç kesildi ve hazırlandı.[16]
3- Mescid yapılırken, Hadramevtli bir adam
gelmişti ki, iyi çamur karardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah
işini iyi yapana rahmet etsin!
Sen
bu işe devam et!
Ben
senin işini iyi yaptığını görüyorum!" buyurdu.[17]
Yemame
halkından Benî Hanifelerden Talk b. Ali der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam mescidini yapar, Müslümanlar da kendisiyle birlikte çalışırlarken
Resûlullah Aleyhisselamın yanına varmıştım.
Ben,
çamur karma işinin ustası idim.
Düzlük
ve ince kumluk yerden, kürekle toprak alıp karmaya başladım.
Resûlullah
Aleyhisselam bana bakıyordu:
'Bu
Hanifî, muhakkak çamur karma ustasıdır!' buyurdu.[18]
Benim
toprağı düzlük ve ince kumluk yerden kürekle alışım
ve çamur karışım kendisinin hoşuna gitmiş olmalı ki:
'Bu
Hanifî'yi çamur karmaya çağırınız! Yaklaştırınız!
Çünkü,
o, çamur karma işini en güzel yapanınızdır1 buyurdu."[19]
4- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı
kölesi Sefine derki:
taşını
benim taşımın yanına koysun! Sonra Ömer, taşını Ebu Bekir'in taşının yanına
koysun! Sonra Osman, taşını Ömer'in taşının yanına koysun! Bunlar, benden sonra
halifelerdir!' buyurdu.[20] E bu
Bekir geldi. B ir taş getirip tem ele koydu. Sonra Ömer geldi. Bir taş getirip
temele koydu. Sonra Osman geldi. Bir taş getirip temele koydu. Resûlullah
Aleyhisselam:
'Bunlar,
benden sonra işi yönetecek olanlardır!' buyurdu."[21] Yine
Sefine:
"Resûlullah
Aleyhisselamdan işittim: 'Halifelik otuz yıldır. Ondan sonra krallık olur1
buyurdu" dedikten sonra:
"Ebu
Bekir'in halifeliğini (yaklaşık olarak) iki yıl,
Ömer'in
halifeliğini on yıl,
Osman'ın
halifeliğini oniki yıl,
Ali'nin
halifeliğini de altı yıl (olarak gözönünde) tut!
Bunların
otuz yıl tuttuğunu buluruz!" demiştir.[22]
5- Mescidin temelleri taşla üç zira (arşın)
kadar yükseltil dikten sonra, üzerine kerpiç örüldü.[23]
Taş
duvar üzerine kerpiç örülürken de, kerpiçler birbiri üzerine gelecek biçimde;[24]
erkekli dişili,
enlemesine
boylamasına konularak, yani birbirlerine bağlanarak örüldü.[25]
6- Yapıda, çamurdan harç da kullanıldı.[26]
7- Mescidin Kıble tarafına direk
olarak sıra ile hurma ağacı gövdeleri dizildi.
8- Kapıların yan söveleri taştan örüldü.[27]
9. Abdullah b. Ömer'in bildirdiğine göre;
mescidin tavanı ve direkleri hurma dalları ve gövdesindendi.[28]
10.Yapılan mescid murabba' (dörtgen)
biçiminde, yükseltilen dört duvar ile bir mihrab ve üç kapıdan ibaretti.
11- Duvarların Kıble cihetinden beriye doğru uzunluğu
yüz zira (arşın) idi.
Eni
de; her iki tarafta, yüzer zira idi veya yüzer zinadan biraz eksikti.
12- Duvarların yüksekliği: üç zira'ı taştan,
üst tarafı kerpiçten olmak üzere beş-yedi zira' kadardı.
13- Mescidin mihrabı (kıblesi),
Beytü'l-Makdis'e (Kudüs'e) doğru idi.
14- Mescide konulan kapılardan birisi
bugünkü Kıble tarafındaki Muahhara duvarında, geride olup,cemaat bu kapıdan
girer çıkardı.
İkincisi: Bâb-ı Âtike, Bâbü'r-rahme diye anılan
kapı idi.
Üçüncü kapı: Peygamberimiz Aleyhisselamın girip çıkuklan
kapı olup, bugün Bâb-ı Cibril diye anılan Âl-i Osman kapısı idi.
Kıble
Beytü'l-Makdisten Kabe tarafına çevrilince, Peygamberimiz Aleyhisselam birinci
kapıyı kapattı.
Onun
yerine, Şam duvarında başka bir kapı açtı.
İkinci
ve üçüncü kapılar değiştirilmedi.[29]
15- Mescid yapılırken, Peygamberimiz
Aleyhisselam; Müslümanları çalışmaya teşvik için,[30]
kendiside çalışmaktan geri durmadı. Peygamberimiz Aleyhisselamın çalıştığını
gören Muhacirve Ensar, çalış
maya giriştiler, koyuldular.[31]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kerpiç taşırken, Müslümanlardan birisi: "Yâ Rasûlallah! Onu
bana ver (Ben taşıyayım)" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Git,
sen de başkasını al, taşı!
Sen
Allah'a benden daha muhtaç değilsin!" buyurdu.[32]
Müslümanlardan
birisi:
"Peygamber
çalışırken biz oturursak, andolsun ki, bu amel, bizim için ancak dalâlet
olur!" mealli bir beyit söylemiştir.[33]
Müslümanlar,
mescidde çalışırken,[34]
Abdullah b. Revâha'nın söylemiş olduğu:[35]
"Ahiret
yaşantısından başka yaşantı yoktur!
Ey
Allah'ım! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!"[36]
Diğer
rivayete göre:
"Ey
Allah'ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur!
Ensar
ve Muhacirlere yardım et![37]
mealli bir beyti okuyorlar;
Peygamberimiz
Aleyhisselam da onlarla birlikte taş taşıyor[38] ve:
"Ahiret
yaşantısından başka yaşantı yoktur!
Ey
Allah'ım! Muhacirlere ve Ensara rahmet et!"[39]
Başka
rivayete göre:
"Ey
Allah'ım! Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur. Ensarı ve Muhacirleri
yarlığa!"
"Ey
Allah'ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur! Ensara ve Muhacirlere yardım
et!"[40]
"Ey
Allah'ım! Ecir, ahiret ecridir! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!"[41]
diyerek, Müslümanların söylediklerine katılıyordu.[42]
16. Mescid yapılırken herkes kerpiçleri
birer birer taşıdığı halde, Ammar b. Yâsir biri kendisi, birisi
de Peygamberimiz Aleyhisselam için olmak üzere ikişer ikişer taşırken,[43]
Peygamberimiz Aleyhisselam
onu görüp tozlarını silkmiş ve:
"Ey
Ammar! Sen ne için kerpiçleri arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?"
diye sormuş, o da:
"Allah'tan,
bunun ecrini diliyorum!" demişti.[44]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onun sırtını sığamış ve "Ey
Sümeyye'nin oğlu! Halkın bir ecri var, senin iki ecrin var!" buyurmuştur.[45]
Ammar
b. Yâsir güçlü bir zât olduğundan, kendisine ağır taşlardan ikişer ikişer,
kerpiçlerden de taşıyamayacağı kadar yükledikleri zaman, Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Yâ
Rasûlallah! Onlar kendilerinin taşıyamayacaklarını bana yüklüyoriar! Beni
öldürecekler!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, eliyle onun tozlarını çırparken:
"Vâh
Sümeyye'nin oğlu! Seni öldürecek onlar değiller![46]
Seni
ancak azgın, isyankâr bir cemaat öldürecektir![47]
Ammar
onları Cennet'e çağırır, onlarsa Ammar1! ateşe (Cehennem'e)
çağınrlar![48]
Onun
dünyadan en son içeceği de, bir içim sütten ibarettir!" buyurdu.[49]
Ammar
b. Yâsir:
"Fitnelerden
Allah'a sığınırım!" dedi.[50]
Hz.
Ali, mescid için herkesle birlikte kerpiç taşırken, ashabdan birzâtın
kerpiçleri götürüp bıraktıkça eğilerek üstünü başını silkelemeye durduğunu
görmüş[51] ve:
"Mescidleri
imar edenler, orada dikilmeyi, eğilmeyi, oturmayı âdet edinenlerle ve tozdan
topraktan eğilmiş görülenlerle bir olmazlar!" recezini söylemişti.
Ammar
b. Yâsir de, bunun kimin hakkında söylendiğini bilmeksizin, ezberleyip
tekrarlamaya başlamıştı ki, bununla kendisine tariz ettiğini sanan zât,
Ammar'ın yanına gelince:
"Ey
Sümeyye'nin oğlu! Bugün söylediğini işittiğim sözü bir daha söylediğini
işitirsem, şu değneği yüzüne vururum!" diyerek, elindeki değneği gösterdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ammar'a söylenilen sözü işitince; elini gözleri ile bumunun
arasına koyup:
"Ammar,
benim iki gözümle bumum arasındaki deridir! (Yani, o benim derim gibidir. Ona
vuran bana vurmuş olur)" buyurdu.[52]
Ammar'a:
"Sen
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızmasına sebep oldun! Hakkımızda âyet inmesinden
korkuyoruz!" dediler.
Amman
"Ben
ona razıyım, bana kızsa da!" dedikten sonra:
"Yâ
Rasûlallah! Bana mı, yoksa ashabına mı
kızdın?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ne
sana kızdım, ne de onlara!" buyurdu.
Ammar,
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Onlar
kerpiçleri birer birer taşıyorlar, bana ise ikişer üçeryüklüyorlar!"
diyerek şikâyetlendi.[53]
16- Mescidin hurma dallan ve yapraklanyla
örtülmüş bulunan tavanının üzerine, yağmuru geçinmeyecek çamurla bulgurlama
yapılmış değildi.
Yağmur
yağdığı zaman, mescid çamurla dolardı.[54]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Ramazan'da mescidde itikafa çekildiği sırada yağan yağmur
mescidin içine akmış, Peygamberimiz Aleyhisselam sabah namazını orada
kıldırdığı zaman, alnında ve yüzünde çamur izleri görülmüştü.[55]
17- Bir gece, yine yağmur yağmış, yerler
ıslanmış, Müslümanlardan birisi namaz kılmak için elbisesi ile kum getirip
altına sermişti. Namaz kılınınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu,
ne kadar güzel!" buyurmuştur.[56]
Mescidin
tabanına ilk kez Hz. Ömer Akîk vadisinden kum getirtip serdirmiştir.[57]
18- Mescide minber yapılmadan önce, mescidde bir
hurma kütüğü vardı ki, PeygamberimizAleyhisselam hutbe esnasında ona dayanırdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sonradan kendisi için yapılan minberin üzerine çıktığı zaman
kütükten gebe veya yavrusundan ayınlmış devenin bozulmasını, inlemesini
andıran sesler gelmeye başlamış,[58]
kütüğün bu halinden mescid çalkalanmıştı.[59]
Peygamberimiz
Aleyhisselam minberden inip kütüğü kucaklayınca, kütük bir çocuk gibi hıçkıra
hıçkıra susmuş, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O,
yanında yapılan zikrullahı dinlemekten uzak kaldığı için ağlamıştı!"
buyurmuş[60] ve bir çukur kazılıp
kütüğün oraya gömülmesini emretmiş, kütük minberin altına.[61]
sağına ve soluna gömülmüş;[62]
Mescid, Hz. Osman devrinde, yeniden yapılmak üzere yıkılıp temizlendiği sırada,
bu kütüğü Ensar-ı Kiramdan Übeyy b. Ka'b almış, güvelenip toz toprak haline
gelinceye kadar evinde saklamıştır.[63]
19- Peygamberimiz Aleyhisselama ashabından
birisi:"Sana; Cuma günü, üzerine dikileceğin, halkın seni görebileceği ve
hutbelerini işitebileceği birşey yapsak olmaz mı?" diye sormuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur!"
buyurdu.[64]
Ensar
kadınlarından, marangoz kölesi bulunan kadına:
"Benim
için marangoz kölene söyle de, halka hitab ettiğim zaman üzerine
oturabileceğim, tahtadan bir yer yapsın!" diye haber saldı.
Kadın
da, Gâbe ağaçlığında yetişen esi (ılgın) ağacından onu yaptınp, Peygamberimiz
Aleyhisselama gönderdi.[65]
Vaktiyle
Kabe'yi yapım iş olan Rum marangoz Bakom'un:
"Ben
Resûlullah'a tarfâ (ılgın) ağacından üç basamaklı bir minber yaptım"
dediği de bildirilmekte-dir.[66]
Yapılan
üç basamaklı minberin üçüncü basamağı, oturma yeri idi.[67]
Peygamberimiz
Aleyhisselam üçüncü basamağa kadar çıkar, oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.
Hz.
Ebu Bekir, halifeliği zamanında, ikinci basamağa oturur, ayaklarını birinci
basamağa koyardı.
Hz.
Ömer, birinci basamağa oturur, ayaklarını yere koyardı.
Hz.
Osman da, altı yıl, Hz. Ömer gibi yaptı.
Hicretin
otuzuncu yılında, üçüncü basamağa çıkıp oturmaya başladı. İlk kez, minbere
Mısır işi perde astıran da o olmuştur.[68]
Minber
yapılıp mesciddeki yerine ilk konulduğu zaman, minberle Kıble arasında, bir
koyun geçecek kadar açıklık vardı .[69]
Mervan
b. Hakem, Muaviye b. Ebi Süfyan'ın emriyle altı basamak daha ekleyerek,
minberin basamaklarını dokuza çıkardı.[70]
Hicretin
50. yılında, hacca gelen Muaviye b. Ebi Süfyan, Medine'ye uğrayınca, minberi
yerinden söktürüp Şam'a, Dımaşk'a götürmek istemişti.
Minber
söküldüğü sırada güneş tutulup gökte yıldızlar görünmeye başlayınca, ashabdan
Ebu Hureyre'nin nasihati üzerine, Muaviye minberi götürmekten vazgeçmiş ve:
"Ben ona güve düşmesinden korkmuştum da, söküp altına bakmak
istemiştim!" diyerek halktan özür dilemişti.
Halife
Abdülmelik de, onun oğlu Velid de aynı teşebbüsü tekrarladılar.
Birincisi,
Kabîsa b. Züeyb'in, ikincisi de Saîd b. Müseyyeb'in uyarısı ve öğüdü üzerine,
götürmekten vazgeçtiler.
Halife
Mehdi, İmam Malik b. Enes'e:
"Ben
Peygamberimiz Aleyhisselamın minberini eski haline çevirmek [yani, Mervan'ın
yaptığı ek basamaklan sökmek] istiyorum!" demişti.
İmam
Malik:
"Bu,
ılgın ağacından yapılmıştır. Sen onu sökecek olursan, minber harab olur"
deyince, Mehdi kararından vazgeçmiştir.
Minberin
birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanus tahtasıyla kaplanmış;
üçüncü basamağına, kimsenin oturmaması için abanustan tahta bir levha
geçirilip, üzerine bir de kubbe yapılmıştı.
Halk,
ellerini sürerek onunla teberrük ederlerdi.
Minber,
bu şekilde uzun zaman devam etti.
Abbasi
halifeleri zamanında, yenilendikçe, minberin hurdaya çıkan enkazından taraklar
yapılarak teberrük edilirdi.
Muhammed
b. Cübeyr'in H icretin 578. yılında bizzat görüp anlattığına göre:
Minber,
adam boyu yüksekliğinde veya biraz fazlaca idi.
Minberin
genişliği beş kanştı.
Uzunluğu beş adımdı.
Basamaklarının
sayısı sekizdi.
Kapısı
kilitlenir, Cuma günü açılırdı.
Hicretin
654. yılında Mescid yanınca, bu mübarek minber de yanmıştır.
Yemen
hükümdarı Muzaffer, Hicretin 656. yılında kokulu sandal ağacından bir minber
yaptırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanan minberinin yerine koydurdu.
Hicretin
666. yılında hükümdar Zahir Rüknüddin Baybars, eski minberi söktürerek, yerine
dokuz basamaklı bir minber yaptırıp koydurdu.
Zahir
Rüknüddin'in yaptırdığı minberi güveler yemeye başlayınca, Hicretin 797.
yılında Mısır hükümdan Zahir
Berkuk
onu söktürüp yerine kendisinin yaptırdığı minberi koydurdu.
Mısır
hükümdarı Müeyyed Şah da, Hicretin 820. ve 822. yılında yeni bir minber yaptınp
gönderdi.
Bu
minber de, Hicretin 886. yılında mescidin ikinci yanışında yandı.
Bunun
üzerine, halk minberin yerini temizleyip kerpiçten bir minber yaparak alçı ile
sıvadılar.
Hicretin
888. yılında Mısır Sultanı kerpiç
minberin yerine taştan bir minber yaptırdı.[71]
Hicretin
998. yılında Osmanlı padişahlarından Sultan Murad İstanbul'da mermerden on iki
basamaklı bir minberyaptırıp Medine'ye gönderdi, Mısır Sultanının minberini de Küba Mescidine naklettirdi .
Halen
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinde bulunan minber, Sultan Murad'ın
yaptırıp gönderdiği minberdir.[72]
20- Mescid de, muhtelif tarihlerde
genişletilmiş ve yenilenmiştir:
A. Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde
Mescid cemaate dar gelmeye başladığı zaman,
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Mescidi
genişletmek üzere,[73]
filan oğullarının hurma kurutma yerierini,[74]
günahlan Allah tarafından bağışlanmak,[75]
Cennette karşılığını almak üzere, hayrına[76] kim
satın alır?" buyurunca;[77] Hz.
Osman orayı onlardan yirmi veya yimnibeş bin dirheme satın alarak[78]
Peygamberimiz Aleyhisselama vanp:
"Ben
orayı satın aldım!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Orayı
mescidimize bağışla, ecri senin olsun!" buyurmuş;[79]
böylece Mescidin ilk genişletilmesi sağlan m ı ştır.[80]
B. Abdullah b. Ömer'in bildirdiğine göre;
Resûlullah Aleyhisselamın devrinde Mescidin direkleri hurma ağacı gövdesinden,
üzeri de hurma dalları ile örtülü olup Hz. Ebu Bekir'in devrinde bunlar
çürüyünce, Hz. Ebu Bekir onları hurma gövdeleri ve dallanyla yenilemekle
yetindi.[81] Mescidin
Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde olanına birşey eklemedi.
C. Hz. Ömer'in devrinde,[82]
Hicretin 17. yılında,[83]
mescid cemaati alamayacak derecede sıkışık birhale geldiği için, Hz. Ömer
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas'a başvurarak onun evini
satın almak istemişse de Hz. Abbas satmaya yanaşmamış, fakat sonunda
mescidlerini genişletmeleri
için onu Müslümanlara bağışlamıştır.[84]
Bunun
üzerine, Hz. Ömer; Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanında olduğu gibi, mescidin
duvarlarını kerpiçle ördürmüş, üzerini hurma dallarıyla örttürmüş,[85]
çürüyen[86]
direklerini de hurma gövdeleriyle yeniletin iş,[87]
bağışlanan evle de[88]
mescidi biraz daha genişletmiştir.[89]
D. Hz. Osman'ın devrinde, Müslümanlar Cuma
günleri mescidin darlığından ve namaz kılmak için meydanlara yayıldıklarından
şikâyetlenip, mescidin genişletilmesini ondan istediler.
Hz.
Osman da Ashabın görüş sahibi olanlanyla konuştu. Mescidin yıkılıp
genişletilmesi hususunda görüş birliğine vanldı.[90]
Bunun
üzerine, Hz. Osman mescidin yapısını değiştirdi. Ona birçok ilaveler yaptı.
Duvarları yontma nakışlı taşlarla ve kireç harçla[91]
çürüyen[92]
direklerini yontma nakışlı taşla yaptırdı.
Mescidin
tavanını sert ve dayanıklı sac ağacıyla kaplattı.[93]
Yapının çakıl ve kumları Akîk deresinden taşındı.[94]
Kerpici, Bakiyy'de kesildi. Mescidin temeli, adam boyu yükselinceye kadar,
taşla örüldü.
Hz.
Ömer devrinde olduğu gibi, mihrabın sağından, sol undan ve aksi istikametteki
kısmından ikişer kapı olmak üzere, altı kapı konuldu.[95]
Yapılan
değişiklikte, mescidin boyu 160 zira (arşın)a,
Eni
150 zira'a (veya 130 zira'a) çıkarıldı.[96]
Yapı
işi, Hicretin 29. yılı Rebiülevvel ayının başında başladı, 30. yılın Muharremi
girince, on ayda bitirildi.[97]
E- Velid b. Abdülmelik b. Mervan'ın
devrinde, Mescidin Cuma günleri cemaata dar geldiği ve cemaatin Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcelerine ait odalara taştığı görülünce, odaların yıkılarak
Mescide katılmasına kararverilip,[98]
Velid b. Abdülmelik tarafından Rum kralına bir yazı yazıldı.[99]
Yazılan yazıda:
"Biz,
Büyük Peygamberimizin Mescidini onarmak istiyoruz.
Bize
bu hususta ustalar ve füseyfisa temininde yardımcı ol!" denildi.[100]
Rum
kralı da:
Rum
ve Mısır halkından, usta ve işçi
olarak seksen[101] veya yüz Kişi.[102]
Kırk
deve yükü füseyfisa (renkli tepe camlan),[103]
Yüklerle
kandil zincirleri,[104]
Ayrıca
da, seksen bini[105]
veya yüz bin miskal altın gönderdi.[106]
Velid
b. Abdülmelik; Mescidin yıkılıp yeniden yapılması için, Medine valisi Omerb.
Abdülaziz'e yazı yazdı ve kendisine gelenlerin hepsini de ona gönderdi.[107]
Salih
b. Keysan adındaki zâtı da bu işe
bakmakla görevlendirdi. [108]
Mescidin
ve odaların yıkılması hakkındaki yazı Medine'ye geldiği zaman, Medineliler,
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatında ağlaştkları gibi ağlaştilar.[109]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcelerine ait olup yıktırılan odalardan başka,
Abdurrahman
b. Avf oğullarının evleri,
Abdullah
b. Mes'ud'un Dârü'l-kurrâ diye anılan evi,
Hâşim
b. Utbe'nin evi,
Talha
b. Ubeydullah'ın evi,
E
bu Sebre'nin evi,
Ammar
b. Yâsir'in evi,
Hz.
Abbas'ın evinden kalan kısmı,
Mervan'ın
evinden bir kısmı,
Mescide
katılmak üzere yıktın İdi.[110]
Mescidin
temelleri taşla, duvarları birbirine uygun yontuna nakışlı taşlarla örüldü.
Yapıda
kireçli harç kullanıldı. Kireç Nahl vadisinden taşındı.
Tepe
camları ve mermerler yerlerine işlendi.
Mescidin
tavanı, sac ağacı kerestesinden yapıldı ve altın suyu ile yaldızlandı.
Mescidin
direkleri Haşa1 mevkii taşlarından yapıldı ve demirle birbirlerine
kenetlendi.
Renkli
tepe camları yerlerine takıldı.
Ustalardan
bazıları:
"Renkli
tepe camlarını yapıp yerlerine taktığımız zaman, onların üzerlerinde Cennet
ağaç ve köşklerinin suretlerini gördük!" demişlerdir.[111]
Mescidin
Kıble cihetinden boyu 167.5 zira,
Eni
de Şam cihetinden 135 zira oldu.[112]
Mescidin
bu inşasına, Hicretin 88. yılında başlandı.[113]
Üç
yılda bitirildi.[114]
F. Ömer b. Abdül aziz devrinde mescidin
dört köşesine ilk defa birer minare yaptırıldı. Bunlardan birisinin boyu: 60
zira,
İkisinin
boyu: 55'şerzira, Birisininki de, 53 zira idi. Bu minarelerin enleri de,
8'erzira idi.[115]
G. Halife Mehdi, Hicretin 160.
yılında, hac mevsiminden önce Medine'ye gelmiş, Mekke ve Medine mescidlerinin
genişletilmesini emretmişti.
Medine
Mescidinin eni ve boyu genişletilerek Hicretin 162. yılında yapı işini
bitirdiler.
Mescidin
boyu 300 zira'a, eni de 200 zira'a çıkarıldı.[116]
H.
Halife Memun b. Reşid'in Hicretin 202. yılında mescidi genişlettiği,
yenilediği, sağlamlaştırdığı ve nakışlattığı rivayet edilir.[117]
Mescidin
daha sonraki durumu hakkında Eyyub Sabri Paşa'nın Mirat-ı Medine'sinde yeterli
bilgi vardır. Günümüzde; Mescid-i Nebevî, Suudî Arabistan Krallığınca
yaptırılan çevre düzenlemesinde, bütün hacıları içine alacak derecede
genişletilmiştir.[118]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın mescidi, önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde, kuru hurma
dallan, yaprakları yakılarak aydınlatılirdi.[119]
Temimü'd-Dârî,
Şam'dan Medine'ye gelirken, yanında birkaç altın kandil ile, kandil bağlan
getirmişti.
Cuma
gecesi, uşaklarından birine emretti; kandil bağlarını serdirdi.
Kandilleri
astırdı.
Kandillerin
içine, fitil ve zeytinyağı koydurdu.
Güneş
batıp karanlık basınca, kandilleri yaktırdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam mescide gelip de mescidin kandillerle aydınlandığını, parladığını
görünce:
"Kim
yaptı bunu?" diye sordu.
"Temimü'd-Dârîyaptı
yâ Rasûlallah!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
İslâmiyeti nurlandırdın ve onun mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve
ahirette nur-landırsın!" buyurdu[120] ve:
"Mescidimizin
kandilini kim yakacak?" diye sordu.
Temimü'd-Darî:
"Şu
uşağım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Nedir
onun adı?" diye sordu.
Tem
im ü'd-Dârî:
"Fetih!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Onun adı Sirac!" buyurdu, Sirac oldu. [121]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; mescidinin ilk ve devamlı imamı, hatibi ve vaizi idi. Sefer ve
gazalara çıkacağı zaman, yerine vekil olarak ekseriya İbn Ümmi Mektum'u
bırakırdı.[122] Mescidin müezzinlik
vazifesi Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından ilk günden itibaren Bilal-i
Habeşî'ye verilmişti .[123]
İbn
Ümmi Mektum da, Bilal-i Habeşî ile birlikte müezzinlik yapardı.
Bilal-i
Habeşî, uyuyanları sabah namazına kaldırmak için, ezanı erkence okurdu.
İbn
Ümmi Mektum ise, âmâ olduğu için, kendisine:
"Sabah
oldu! Sabah oldu!" diye uyan yapılmadıkça, ezanı okumazdı.[124]
Bu
iki müezzinden Bilal-i Habeşî ezan okuduğu zaman, İbn Ümmi Mektum kamet
getirirdi.
Ezanı
İbn Ümmi Mektum okuduğu zaman da, Bilal-i Habeşî kamet getirirdi.[125]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Rabbine kavuştuğu zaman, Bilal-i Habeşî müezzinlikten ayrıldı.
Hz.
Ebu Bekir, Bilal-i Habeşî'nin yerine, Küba Mescidinin müezzini
Sa'du'l-Kurazî'yı nakletti.
Sa'du'l-Kurazî
vefatına kadar bu vazifede kaldı.
Ondan
sonra da, oğulları, bu şerefli vazifeyi yerine getirmeye devam ettiler.[126]
Yüce
Allah hepsinden razı olsun![127]
Peygamberimiz
Aleyhisselam: "Üç mescidden:
Mescid-i
Haram'dan (Kabe Mescidinden),
Benim
şu mescidimden,
Mescid-i
Aksâ'dan
başka
hiçbir mescide (ziyaret etmek, sevap kazanmak maksadıyla) sefier edilmez!"
buyur-muşlardır.[128]
Mukaddes
bir yerde namaz kılmış olmak için, Tur Mescidine kadar giden Basra b. Ebi
Basra, dönüşünde, Ebu Hureyre ile karşılaştı.
E
bu Hureyre, ona:
"Nereden
geliyorsun?" diye sordu.
O
da:
"Tur'dan
geliyorum. Orada namaz kıldım!" dedi.
Ebu
Hureyre:
"EğerTur'a
gitmeden önce seninle görüşmüş olsaydım, gitmiş olduğun yere kadar hiç de
gitmezdin.
Çünkü,
ben Resûlullah Aleyhisselamın:
'Üç
mescidden:
Mescid-i
Haram'dan,
Benim
şu mescidimden,
Mescid-i
Aksa'dan başka mescidi ere (mukaddes bir yerde namaz kılmış olmak için) sefer
edilmez!1 buyurduğunu işittim" dedi.[129]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, bir gün kendisiyle vedalaşmaya gelen bir zâtla[130]
vedalaşırken, ona:
"Nereye
gitmek istiyorsun?" diye sorunca bu zât:
"Beytü'l-Makdis'e
(Kudüs'e) gitmek istiyorum" dedi.[131]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona bir hacet veya ticaret için mi gitmek istediğini sordu.
Erkam
b. Ebi'l-Erkam:
"Hayır!
Vallahi, yâ Nebiyyallah! Ben, sadece Beytü'l-Makdiste namaz kılmak
istiyorum" dedi.[132]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim
şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram müstesna, başka mescidde
kılınan bin namazdan daha hayırlı, daha faziletlidir" buyurdu.[133]
Erkam
b. Ebi'l-Erkam da Beytü'l-Makdis'e gitmekten vazgeçti.[134] Bu
husustaki hadis-i şerif; sudur sebebi açıklanmaksızın da rivayet olunmuştur. [135]
Hastalanan
ve "Allah bana şifa verirse, gidip Beytü'l-Makdis'te namaz kılayım!"
diyerek adakta bulunan bir kadın, hastalıktan kurtulunca, yol hazırlıklarını
görmüş ve yola çıkacağı sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymune
onu uğramış, selamlaştıktan sonra kadın durumu anlatınca, Hz. Meymune ona:
"Evinde
otur! Yol için yaptıklarını ye! Namazını da Resûlullah Aleyhisselamın
mescidinde kıl!
Çünkü,
ben; Resûlullah'ın, mescidinde kılınacak bir namazın, Kabe Mescidi müstesna,
başka mescidlerde kılınacak bin namazdan daha faziletli olduğunu söylediğini
işittim!" demiştir.[136]
Mescidin
yanına, kerpiçten, önce iki oda yapıldı ve bu odaların üzerleri de, hurma
gövdeleri ve dallarıyla tavanlandı.[137]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın daha sonraki zevceleri için de, Hz. Âişe'nin odasıyla Kıble
arasında, Mescidin doğusuna düşen kısmında odalar yapıldı ve yapılan odaların
sayısı zamanla dokuzu buldu.[138]
Odalardan dördü kerpiçten, beşi taştandı.[139]
Odalardan
bazısı hurma gövdelerinden, Bağdadî tarzında yapılarak üzerleri çamurla
sıvanmış, hurma dallarıyla tavanlanmıslardı.
Hasan
b. Ebi'l-Hasan der ki:
"Ben,
ergenlik çağına henüz basmış bulunduğum sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın
odalarına girmiş, elimle uzanıp tavanına değmiştim.
Tavanına
döşenen servi veya ardıç kütüğünün üzerine, kıldan dokunmuş bir çul gerilmişti.[140]
Odaların
kapılarına da, kapı yerine, siyah kıldan dokunmuş perdeler tutulmuştu."![141]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mescid ile yanındaki odalar yapılıncaya kadar Ebu Eyyub Halid b.
Zeyd el-Ensarînin evinde kaldıktan sonra, kendi evine taşındı.[142] Ebu
Eyyub el-Ensarî'nin evinde yedi ay kaldı.[143]
Ezan;
lügatta, bil dirin ek;[144]
şeriat dilinde ise, namaz vakitlerini, kendisine mahsus olan lafızlarla
bildirmek demektir.[145]
Müslümanları
namaza davet için okunan ezan meşru olmadan önce, Müslümanlar davetsiz olarak
biraraya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi.[146]
Namaz için nida edilmezdi.
Bir
gün, bu husus hakkında konuşuldu.
Bazıları:
"Hıristiyanların
çanı gibi, çan kullanılsın!"
Bazıları
da:
"Çan
olmasın da, Yahudilerin boruları gibi boru çalınsın!"
dediler.
Hz.
Ömer:
"Halkı
namaza çağırmak için ne diye bir adam göndermezsiniz?" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kalk
ey Bilal! Namaz için seslen!" buyurdu.[147]
Bundan
sonra, Bilal-i Habeşî:
"Essalâte
câmiaten=Cemaatle namaza!" diyerek halkı toplardı.[148]
Müslümanlardan
birisi de, Medine'nin sokaklarında:
"Essalât!
Essalât!" diyerek koşa koşa dolaşır, Müslümanları namaza davet ederdi.
Davetin
bu tarzı Müslümanlara zahmetli gelince:
"Yâ
Rasûlallah! Namaza davet için, bir nâkus (çan) edinsek?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu,
Hıristiyanlara mahsustur!" buyurdu.
"Boru
edinip çalsak?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
da, Yahudilere mahsustur!" buyurdu.[149]
"Yüksek
bir yerde ateş yaksak?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
da, Mecusîlere mahsustur!" buyurdu.[150]
Halkı
namaza nasıl toplayabileceğini düşünürken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Namaz
vakti gelince, bir bayrak dik! Onu görenler birbirlerine haber verirler"
denildi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam bunu da beğenmedi.[151]
Hicretin
birinci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidi yapıldıktan sonra,[152]
Müslümanların kendilerini namaza toplayacak birşey düşündükleri ve içlerinden
bazılarının boru, bazılarının da çan çalınması teklifinde bulundukları,[153]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ise bunların hiçbirisini benimsemediği sırada idi
ki,[154]
Ensardan Abdullah b.Zeyd b. Abdi Rabbih'e, rüyasında ezan gösterildi.[155]
Abdullah
b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip, rüyasını anlattı:
"Yâ
Rasûlallah! Bu gece[156]
uyurken, elinde bir çan taşıyan,[157]
üzerinde altlı üstlü iki parça yeşil elbise bulunan[158] bir
adam yanıma çıkageldi. Ona:
'Ey
Allah'ın kulu! Bu çanı bana satmaz mısın?' dedim.
Bana:
'Onu
ne yapacaksın?' diye sordu.
Ona:
'Halkı
onunla namaza çağıracağız!' dedim.
Bana:
'Ben
sana bundan daha hayırlısını göstersem olmaz mı?' dedi.[159]
'Olur!
Göster![160] Nedir o?1
dedim .[161]
Bana:
'Allâhu
ekber! Allâhu ekber!
Allâhu
ekber! Allâhu ekber!
Eşhedü
en lâ ilahe illallah!
Eşhedü
en lâ ilahe illallah!
Eşhedü
enne Muhammederresûlullah!
Eşhedü
enne Muhammederresûlullah!
Hayye
alessalah!
Hayye
alessalah!
Hayye
alelfelah!
Hayye
alelfelah!
Allâhu
ekber! Allâhu ekber!
Lâ
ilahe illallah! dersin'[162]
dedikten sonra, benden biraz uzaklaştı, sonra da:
'Namaza
kalkacağın sırada da:
'Allâhu
ekber! Allâhu ekber!
Eşhedü
en lâ ilahe illallah!
Eşhedü
enne Muhammederresûlullah!
Hayye
alessalah!
Hayye
alessalah!
Kad
kametissalah!
Kad
kametissalah
Allâhu
ekber!
Allâhu
ekber!' dersin1 dedi."[163]
Abdullah
b. Zeyd der ki:
"Sabaha
çıktığım zaman, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gittim.
Rüyada
gördüğümü, kendisine haber verdim.
'İnşaallah,
bu rüya hak ve gerçektir buyurdu.
'Bilal
ile kalk da, gördüğünü ona telkin et, ezberlet de, ezanı o okusun! Çünkü, onun
sesi seninkinden daha yüksek, daha gürdür! buyurdu.[164]
Bilal
ile kalktım.
Ben
ona telkin etmeye başladım, o da okumaya başladı."[165]
Peygamberimiz
Aleyhisselama bu hususta vahiy de gelmişti.[166]
Hz.
Ömer evinde bulunduğu sırada Bilal-i Habeşî'nin okuduğu ezanı işitir işitmez
ridasını sürüyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ey
Allah'ın Peygamberi! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, onun
(Abdullah b. Zeyd'in) gördüğü şeyin tıpkısını ben de görmüştüm!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Allah'a hamd ettikten sonra: [167]
"Vahiy
seni geçti!" buyurdu.[168]
Neccar
oğullarından bir hatun,[169]
Zeyd b. Sabit'in annesi Nevar Hatun[170]
derki:
"Benim
evim, Mescidin çevresinde bulunan evlerin en yükseği idi.[171]
Resûlullah
Aleyhisselamın mescidi yapılıncaya kadar,[172]
Bilal her sabah[173]
ezanı onun üzerinde okurdu.[174]
Seher
vakti gelir, onun üzerine oturur, şafak sökünceye kadar gözler, şafağın
söktüğünü görünce, ayağa kalkıp:
'Ey
Allah'ım! Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı koymalarına,
ayaklanmalarına karşı yardımını dilerim' derdi.[175]
Vallahi,
onun bu kelimeleri terkettiği bir tek gece bile bulunduğunu bilmiyorum.[176]
Sonra,
ezanı okumaya başlardı.[177]
Mescid
yapıldıktan sonra da, ezanı onun sırtında (üzerinde) okurdu.[178]
Meşruluğu
Kitab[179] ve Sünnetle sabit olan[180]
ezan iman ve İslâm alâmetlerinden
olduğu için,[181] Peygamberimiz
Aleyhisselam ezan sesi işitilen yere baskın yapmazdı.[182]
Gönderdiği
askerî birliklere de:
"Birmescid
gördüğünüz veya müezzinin ezanını işittiğiniz zaman, oradan hiç kimseyi
öldürmeyiniz!" buyururdu.[183]
Hadis-i
şeriflerde açıklandığı gibi:
1.
Namaz için nida edildiği (ezan okunduğu) zaman, şeytan, ezanı işitmemek için
yüzgeri edip kaçar!
Ezan
bitince gelir, namaz için kamet getirilince yine yüzgeri edip kaçar. Kamet
bitirilince, gelir insan ile insanın nefsi arasına sokulup:
'Filan
şeyi hatırla! Filan şeyi hatırla!1 diyerek namazdan önce hiç de
aklında olmayan şeyleri hatırlatır durur, kaç rekat kıldığını bilmez oluncaya
kadar insanı meşgul eder."[184]
2. "Müezzinin sesinin yetiştiği yere
kadar, insan cin... hiçbir şey yoktur ki, ezanı işitsin de, Kıyamet gününde
müezzin lehinde şehadette bulunmuş olmasın!"[185]
Müezzin,
sesinin yetiştiği yer nisbetinde af ve mağfiret olunur, yaş kuru herşey onun
lehinde şehadette bulunur.
3. Müezzinin davet ettiği cemaat namazına
hazır olana da yirmibeş namaz (sevabı) yazılır ve onun
iki namaz arasındaki (küçük) günahları da, bağışlanır.[186]
4. Ezan ile kamet arasında yapılan dua geri
çevirilmez.[187]
5. Sabah ezanında, ezana:"Essalâtu
hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!" eklenir.[188]
Beş
vakit namazın kametleri getirilirken de:
"Kad
kametissalah!
Kad
kametissalah!" denilir.[189]
6. Namaz ezanı, abdestli olunduğu halde
okunur.[190]
7. Müezzin:
"Allâhu
ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman
"Allâhu
ekber! Allâhu ekber!" diyen,
Müezzin:
"Eşhedü
en lâ ilahe illallah!" dediği zaman
"Eşhedü
en lâ ilahe illallah!" diyen,
Müezzin:
"Eşhedü
enne Muhammederresûlullah!" dediği zaman
"Eşhedü
enne Muhammederresûlullah!" diyen,
Müezzin:
"Hayye
alessalâh!" dediği zaman
"Lâ
havle velâ kuvvete illâ billâh!" diyen,
Müezzin:
"Allâhu
ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman
"Allâhu
ekber! Allâhu ekber!" diyen,
Müezzin:
"Lâ
ilahe illallah!" dediği zaman
Bütün
kalbiyle "Lâ ilahe illallah" diyen kimse, Cennete girer.[191]
8. Her kim, müezzinin şehadet getirdiğini
işitince:"Ben de Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir ve
şeriksiz olduğuna, Muhammed Aleyhisselamın da O'nun kulu ve resûlü olduğuna
şehadet ederim.
Allah'ı
Rabb, Muhammed Aleyhisselamı resûl, İslâmiyet] de din olarak kabul ettim"
derse, günahları bağışlanır.[192]
9. Her kim, ezanı dinleyince; "Ey şu
tam davetin ve kılınmak üzere olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed
Aleyhisselama vesileyi ve fazileti ihsan et! Kendisini, va'd buyurduğun Makam-ı
Mahmud'a eriştiri[193]
Şüphe yok ki, Sen va'd'inden dönmezsin!"[194]
derse, Kıyamet gününde ona şefaat[195]
vacip olur.[196]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın mescidinin ve zevcelerine ait odaların yapıldığı sırada Külsûm
b. Hidm, Küba'da vefat etti. [197]
Allah
ondan razı olsun.
Külsûm
b. Hidm'in vefatından kısa bir müddet sonra da, Es'ad b. Zürâre vefat etti.[198]
Allah
ondan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam Şevval ayında Es'ad b. Zürâre'nin vefat ettiği sırada, yanında
bulunuyordu.
Onu
yıkadı. Üç parça bezle kefenledi.
Cenaze
namazını kıldı.
Cenazesinin
önünde yürüdü. Bakiyy kabristanına gömdü.
Bakiyy
kabristanına Ensardan ilk gömülen, Es'ad b. Zürâre idi.[199]
Es'ad b. Zürâre'nin ölümü, Yahudilere ve münafık Araplara Peygamberimiz
Aleyhisselam aleyhinde propaganda yapmak üzere kötü bir vesile ve bahane oldu:
"Eğer
o gerçekten peygamber olsaydı, sahabisi ölmezdi![200]
Sahabisinden
ölümü önleseydi ya!" dediler.[201]
Es'ad
b. Zürâre'nin ölümünden sonra, Neccar oğulları toplanıp Peygamberimiz
Aleyhisselamin yanına geldiler ve:
"Yâ
Rasûlalların[202] Bildiğin gibi, o[203]
bizdendi.[204] Nakîbimiz [temsilcimiz]
idi, öldü.[205]
Bizden,
onun yerine, işimizi yürütecek bir adamı[206]
nakîb[207] tayin et!" dediler.[208]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlardan birini diğerine tercih etmeyi hoş görmeyerek:
"Siz
benim dayılanmsınız.[209]
Ben
sizdenim![210]
Sizin
içinizde bulunuyorum![211]
Sizin
nakibiniz benim!" buyurdu.[212]
Neccar
oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine böyle nakîb olmasını
kavimlerine karşı bir üstünlük sayarlar ve bununla iftihar ederlerdi.[213]
Selman-ı
Fârisî, Abdullah b. Abbas'a dinî hayatını ve Müslüman oluşunu şöyle anlatır:
"Ben;
Isbahan halkından ve Ceyy denilen karyeden bir Farslı idim. Babam bu karyenin
dihkanı, muhtarı idi.
Ben
onun yanında Allah'ın yaratıklarının en sevgili olanı idim.
O
beni bu aşın sevgisinden dolayı yanından hiç ayırmaz, kız hapseder gibi evinde
hapsederdi.
Mecusîliğe
(ateşperestliğe) kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma
işini bile üzerime almıştım.
Onun
bir an olsun sönmesine meydan vermezdim.
Babamın
büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:
'Oğulcağızım!
Ben bugün hep yapı işiyle uğraşacağım, çiftliğe gitmekten geri kalacağım. Oraya
sen git!1 dedi ve bana, oradan kendisinin yapmayı istediği bazı
şeyleri de emretti. Sonra da, bana:
'Sakın
ha! Oralarda oyalanıp da beni gözletme!
Çünkü,
gecikirsen, beni çiftliğimden daha çok sen merakta bırakır, her işimden
alıkorsun!1 dedi.
Babamın
beni göndermek istediği çiftliğe gitmek üzere yola çıktım.
Yolda
Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım.
Seslerini
işittim.
Hıristiyanlar
içeride ibadet ediyorlardı.
Babam
beni hep evinde hapsedip hiç dışarı bırakmadığı için, insanların ne gibi işler
yaptıklarını, ne gibi dinler tuttuklarını bilmezdim.
Rastladığım
kilisedeki Hıristiyanların seslerini işitince, ne yapıyorlar bir bakayım, diye
yanlarına vardım.
Yaptıklarını
seyrettim. İbadetleri çok hoşuma gitti. Dinlerine imrendim.
'Vallahi,
bu bizim tuttuğumuz dinden daha hayırlıdır1 dedim ve güneş batıncaya
kadar onların yanını bırakmadım.
Babamın
çiftliğini bıraktım. Çiftliğe hiç gitmedim.
Onlara:
'Bu
dinin aslı, kökü nerededir?' diye
sordum.
'Şam'dadır1
dediler.
Artık,
akşamleyin, babamın yanına döndüm.
Babam
adam gönderip beni aratmış, babamın işi gücü beni aratmak olmuş.
Yanına
geldiğim zaman, babam:
'Oğulcuğum!
Nerede idin?! Sen benim vermiş olduğum emirlere göre hareket edecek değil mi
idin?!' dedi.
Ona:
'Babacığım!
Kiliselerinde ibadet eden bazı kimselere rastladım. Onların dinlerine ait
şeyleri gördüm. Çok hoşuma gitti. Vallahi, güneş batıncaya kadar yanlarından
ayrılamadım' dedim.
Babam:
'Oğulcuğum!
O dinde hayır yoktur. Senin dinin ve atalarının dini ondan daha hayırlıdır1
dedi.
Babam,
benim kaçacağımdan korkup, ayağıma bir bukağı vurdu, sonra da beni evinde
hapsetti.
Kilisedeki
Hıristiyanlara adam gönderdim.
'Yanınıza
Şam'dan birticaret kafilesi geldiği zaman bana haber verin1 dedim.
Yanlarına
Şam'dan, Hıristiyan tüccarlarından bir kafile gelince, bana haber verdiler.
Onlara:
İşlerinizi
bitirdiğiniz, memleketinize dönmek istediğiniz zaman bana haber verin' dedim.
Onlar
memleketlerine dönüp gitmek istedikleri zaman bana haber verince, ayağımdan
demir bukağıyı çıkarıp attım.
Onlarla
birlikte Şam yolunu tuttum, Şam'a geldim.
Şam'a
gelince:
'Şu
din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?' diye sordum.
'Kilisedeki
piskopostur' dediler.
Yanına
gittim. Ona:
'Ben
bu dine girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı
senden öğrenmek, seninle birlikte ibadet etmek istiyorum' dedim.
Bana:
'Kiliseye
gir!1 dedi.
Onunla
birlikte içeri girdim.
Şam
Piskoposu kötü bir adamdı.
Sadakalarını
getirip vermelerini Hıristiyanlara emir ve onları buna teşvik eder, yanında
toplanan şeylerden bir kısmını ise kendisi için gizler, yoksullara birşey
vermezdi.
Hatta,
böylelikle yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti!
Onun
böyle yaptığını gördükçe, kendisine son derecede kin tutuyordum. En sonunda,
adam öldü.
Hıristiyanlar
onu gömmek için toplandılar.
Onlara:
'Bu
kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvik eder, onları kendisine
getirdiğiniz zaman kendisi için saklar, yoksullara onlardan birşey vermezdi!1
dedim.
Bana:
'Sen
bunu nereden biliyorsun?' diye sordular.
Onlara:
'Ben
size onun mal gömüsünü gösterebilirim' dedim, gömünün yerini gösterdim.
Oradan,
içinde altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.
Bunu
görünce:
'Vallahi,
biz onu hiçbir zaman gömmeyiz' dediler.
Onun
ölüsünü astılar ve taşa tuttular!
Onun
yerine, kiliseye başka bir din adamı getirdiler.
Beş
vakit namaz kılmayanlar içinde, ben ondan (yeni din adamından) daha faziletli,
dünyayı onun kadar hiçe sayan, ahirete onun kadar uyanık, gece gündüz ibadete
onun kadar düşkün bir kimse görmedim.
Ondan
önce hiç kimseyi, onu sevdiğim kadar da sevmedim!
Sonra
bu zât ölüm döşeğine düştü.
Kendisine:
'Ey
filan! Ben senin yanında bulundum.
Senden
önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadarda sevmedim!
Görüyorsun
ki, sana Yüce Allah'ın emri gelmiş; bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1
dedim.
Bana:
'Oğulcuğum!
Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum.
İyi
din adamlan hep ölüp gittiler.
Yaşayanlar
da, dinin öteden beri tatbik edegeldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların
çoklarını da bıraktılar.
Yalnız
Mevsıl'da [Musul] bir zât vardır ki, filandır.
O,
benim tuttuğum yol ve bulunduğum hal üzeredir.
Sen
onun yanına git!' dedi.
Bu
muhterem zât öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Mevsıl'daki
arkadaşının yanına vardım.
Yanına
varınca:
'Ey
filan! Filan zât, öleceği sırada, senin de kendisinin yolunda ve halinde
olduğunu bana haber verdi ve yanına gitmemi tavsiye etti' dedim.
'Olur!
Yanımda otur!' dedi.
Yanında
kaldım. Onu da, öbür arkadaşının yolunda ve halinde, çok hayırlı buldum.
Fakat,
çok geçmeden o da öldü.
Öleceği
sırada, kendisine:
'Ey
filan! Filan zât seni bana tavsiye ve yanına gitmemi emretmişti.
Görüyorsun
ki; sana da Allah'ın emri gelip çatmış bulunuyor.
Senden
sonra kimin yanına gitmemi bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?' dedim.
Bana:
'Oğulcuğum!
Vallahi, ben Nasîbin'deki [Nusaybin] filan zâttan başka, bizim yolumuz ve
gidişatımızda bir kimse daha var mı bilmiyorum.
Sen,
benden sonra onun yanına git!1 dedi.
Mevsıl'daki
din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Nasîtıin'deki arkadaşının
yanına vardım. Durumumu ona anlattım. Mevsıl'daki arkadaşının bana ne gibi emir
ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim.
Bana:
'Olur!
Yanımda otur!' dedi.
Yanında kaldım.
Onu
da, önceki iki arkadaşının yolunda ve halinde buldum. Bu yararlı zâtın da
yanında ve
hizmetinde
bulundum.
Vallahi,
çok geçmeden, Nasîbin din adamına da ölüm geldi çattı.
Kendisi
ölüm döşeğine düşünce:
'Ey
filan! Filan zât bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye
etmişti.
Falan
zât da, kendisinden sonra senin yanına gitmemi bana tavsiye etti.
Sen
bana, senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1
dedim.
Bana:
'Oğulcuğum!
Vallahi, Rum topraklarından Ammûriye'deki zâttan başka, yanına gitmeni sana
emredeceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha kaldığını
bilmiyorum. O zât tıpkı bizim yolumuz ve gidişatımızdadır.
İstersen
onun yanına git! İşte o bizim yolumuz ve gidişatımızdadır1 dedi.
Nasîbin
din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Ammûriye'deki arkadaşının
yanına vardım.
Durumumu
ona da anlattım.
Nasîbin'deki
arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim.
Bana:
'Olur!
Yanımda otur!' dedi.
Öteki
arkadaşlarının doğru yolları ve gidişatlarında olan bu hayırlı zâtın da yanında
ve hizmetinde bulundum.
Ammûriye'de
az çok birşeyler de kazandım.
Hatta
biraz davarlarım ve ineklerim de vardı.
En
sonunda Ammûriye din adamına da Allah'ın emri geldi çattı.
Kendisi
ölüm döşeğine düşünce, ona:
'Ey
filan! Ben filanın yanında idim.
O
bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.
Sonra,
falan zât bana kendisinden sonra filan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.
Filan
zât da bana kendisinden sonra senin yanına gitmemi tavsiye etti.
Şimdi
sen bana senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?'
dedim.
Bana:
'Oğulcuğum!
Vallahi, bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye edebileceğim,
bizim yolumuz ve gidişatımızda hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum!
Fakat,
ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür!
O
peygamber İbrahim Aleyhisselamın dini üzere gönderilecektir!
Kendisi
Arap toprağında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki, hurma bahçeleri
bulunan biryere hicret edecektir!
O,
hediyeden yer, sadakadan yemez!
Onun
iki dalı arasında da, peygamberlik mührü vardır!
Eğer
o diyarlara gitmeye gücün yeterse, git; hemen yola düş!1 dedi.
Nihayet,
Ammûriye din adamı da öldü ve gömülüp ortadan kayboldu.
Bundan
sonra, Ammûriye'de, Allah'ın dilediği kadar oturdum.
Sonra,
Kelb kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimseler bana rastladılar.
Onlara:
'Beni
Arap diyarına götürünüz de, şu davarlarımı, şu ineklerimi size vereyim' dedim.
'Olur!1
dediler.
Verdim
ve beni yanlarında götürdüler.
Vâdi'l-kurâ'ya
erişince, bana zulmettiler. Beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.
Yahudinin
yanında bir müddet kaldım.
Vadi'l-kurâ'daki
hurma ağaçlarını görünce:
'Burası
Ammûriye'deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman peygamberinin göçeceği
yer mi ola?' diye ümiüendimse de, buna kalbim pek de yatışmadı.
Ben
Vâdi'l-kurâ'da Yahudi ağamın yanında bulunduğum sırada, Kurayza oğulları
Yahudilerinden olan amcasının oğlu Medine'den geldi ve beni ağamdan satın alıp
Medine'ye götürdü.
Vallahi,
Medine'yi görür görmez, Ammûriye'deki efendimin tarif ettiği ahir zaman
peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu tanıdım ve anladım.
Artık
Medine'de oturdum durdum.
Halbuki,
Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderilmiş, Mekke'de ne kadar
kalmışsa kalmış.
Fakat,
ben kölelik meşguliyeti içinde bulunduğumdan onun hakkında hiçbirşey
işitmemiştim.
Sonra,
kendisi Medine'ye hicret edip gelmiş.
Vallahi,
yine de haberim olmamıştı.
Ben,
bir gün, hurma ağacının başında ağama ait işlerden bazılarını yapıyordum, ağam
da altımda oturuyordu.
O
sırada, ağamın amcasının oğlu gelip Yahudi ağamın başına dikildi ve:
'Ey
filan! Allah, Kayle oğullarının [Evs ve Hazrec kabilelerinin] belâlarını
versin!
Vallahi,
onlar Mekke'den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına Küba
köyünde toplanmış bulunuyorlar!' dedi.
Bunu
işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse ağamın üzerine
düşeceğim sandım!
Ağamın
amcasının oğluna:
'Ne
dedin? Ne dedin?' diyerek hemen hurma ağacından indim.
Ağam
kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:
'Bu
senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına git!' dedi. Ben de:
'Birşey
yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim' dedim.
Yanımda
biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı.
Akşam
olunca, onları alıp Küba köyünde bulunan Resûlullah Aleyhisselama gittim,
yanına girdim.
Kendisine:
'Senin
salih bir zât olduğunu işittim. Yanında da, muhtaç, kimsesiz sahabilerin
varmış!
Şu
şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda bulunduruyordum.
Buna,
sizi başkalarından daha lâyık gördüm!1 diyerek, onları kendisine
uzattım.
Resûlullah
Aleyhisselam, ashabına:
'Alınız,
bunu yiyiniz!' buyurdu, elini çekti ve ondan hiç yemedi.
Kendi
kendime:
'Bu,
bir!' dedim.
Sonra,
onun yanından ayrılıp yerime döndüm.
Yine,
biraz birşeyler biriktirmiştim.
O
sırada, Resûlullah Aleyhisselam da Medine'nin içine gelmiş bulunuyordu.
Resûlullah
Aleyhisselamın yanına vanp:
'Senin
sadakadan yemediğini gördüm.
Bu,
sana ikram olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da emretti, onlar da kendisiyle
birlikte yediler.
Bunun
üzerine, kendi kendime:
'Bu,
iki!1 dedim.
Bundan
sonra, Resûlullah Aleyhisselamın Bakiyyü'l-Garkad'da bulunduğu sırada, yanına
vardım.
Kendisi
oraya ashabından birisinin cenazesi peşinde gitmişti.
Resûlullah
Aleyhisselam, ashabı arasında oturuyordu.
Üzerinde,
her tarafını bürüyen iki ihram vardı.
Kendisine
selam verdim.
Sonra
da, Ammûriye'deki efendimin bana tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir
miyim diye arkalarına bakmak için, arka taraflarına geçtim.
Resûlullah
Aleyhisselam, bana tarif edilen şeyi anlamak için arkaya geçtiğimi anlayınca,
arkasından ridasını sıyırdı.
Peygamberlik
mührünü görünce, tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım.
Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Bu
tarafa dön!' buyurdu.
Gelip
önlerinde oturdum.
Ey
İbn Abbas! Sana anlattığım gibi, başımdan geçeni ona da anlatmıştım.
Benim
bu kıssamı ashabının da işitmiş olmaları, Resûlullah Aleyhisselamın pek hoşuna
gitmişti.
Esirlik,
kölelik, bu Selman'ı uğraştırmış, oyalamıştır.
Bunun
için, Bedir ve Uhud savaşlarında Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunma
imkânını bulamamışım dir."[214]
Hz.
Aişe der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam; Medine'ye hicret ettiği zaman, bizi ve kızlarını Mekke'de
bırakmıştı.
Medine'den,
azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile Ebu Râfi'i, iki deve ve birde ihtiyaç
duyacakları şeyi satın almak üzere, Ebu Bekir'den aldığı 500 dirhem harçlıkla
birlikte bize, Mekke'ye gönderdi.
Ebu
Bekir de, Abdullah b. Uraykıt'ı iki veya üç deve ile onların yanına katıp
zevcesi annem Ü mmü Rûman'ı, beni ve kızkardeşim Esmayı (ki, Zübeyr b. Avvam'ın
zevcesi idi) bindirerek göndermesini Abdullah b. Ebu Bekir'e yazdı, emretti.
Medine'den,
konuşa konuşa yola çıktılar.
Kudeyd'e
geldikleri zaman, Zeyd b. Harise, o 500 dirhemle üç deve daha satın aldı.
Talha
b. Ubeydullah'a rastladılar.
O
da, Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte Medine'ye hicret etmek istiyordu.
Hep
birlikte yola çıktık.
Ebu
Rafi' Fâtıma'yı, Ümmü Külsûm'u ve Şevde binti Zem'a'yı;[215]
Zeyd
de Ümmü Eymen'i ve oğlu Üsâme'yi bindirip yola çıktı.
Hep
birlikte konuşa konuşa Mina mevkiinden Beyz'a ulaştığımız zaman, devem kaçtı.
Ben
Mahfe'nin içindeydim, annem de yanımda idi.
Annem:
'Eyvah
kızağım! Eyvah gelinciğim!' diyerek çırpınıyordu.
Yüce
Allah devemizi döndürüp, bizi devemize ve selamete kavuşturdu.
Nihayet,
Medine'ye geldik.
Ben
Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte idim,
O
zaman, Mescid ve Mescid civarındaki odalar yapılmış bulunuyordu.
Resûlullah
Aleyhisselamın ev halkı kendi odalarına indiler.
Biz
de Ebu Bekir'in evinde bir müddet oturduk.
Sonra,
Ebu Bekir:
'Yâ
Rasûlallah! Ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?' diye sordu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Mehrdir1
dedi.
Bunun
üzerine, Ebu Bekir, mehr olarak oniki buçuk ukiyye[216]
gönderince,[217] Resûlullah Aleyhisselam
Şevval ayının içinde benimle evlendi."[218]
Hz.
Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselamla evlendiği zaman, dokuz[219]
veya on yaşında idi.[220]
Düğün
için, ne deve kesildi, ne de koyun. Yalnız, Sa'd b. Ubâde, Peygamberimiz
Aleyhisselam a, büyük bir kapla yemek gönderdi.[221]
Hz.
Aişe der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam Medine'ye geldiğinde[222] ve
bizim Medine'ye geldiğimizde de,[223]
orası vebalı (sıtmalı) bir yer idi.[224]
Allah'ın en vebalı (sıtmalı) yeriydi.[225]
Medine'nin
Buthan vadisinden, acı ve pis bir su akar dururdu.[226]
Resûlullah
Aleyhisselamın ashabı hastalandılar.[227]
Yüce
Allah, peygamberini bu hastalıktan beri, uzak kıldı.
Ashab,
namazlarını ayakta kılamaz, oturarak kılar oldular.
Ebu
Bekir ile azadlıları Âmir b. Füheyre ve Bilal bir evde bulunuyorlardı ve
hummaya tutulmuşlardı.[228]
Onları
ziyaret için Resûlullah Aleyhisselamdan izin isteyip, izin verilince,[229] -ki
bu, bize perde arkasına çekilme emrinden önce idi-[230]
yanlarına girdim.[231]
Kendilerinde,
şiddetini Allah'tan başkasının bilemeyeceği bir hastalık elemi vardı .[232]
Ebu
Bekir'e:
'Babacığım!
Kendini nasıl buluyorsun?' diye sordum.
'Her
kişi ailesi içinde sabahlarken, ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır1
mealli beyti okudu.[233]
'Vallahi,
babam ne dediğini bilmiyor!1 dedim.
Sonra,
Âmir b. Füheyre'nin yanına yaklaştım, ona:
'Ey
Âmir! Kendini nasıl buluyorsun?' diye sordum. Bana:
'Muhakkak
ki, ölümü daha onu tatmadan önce buldum.
Korkak
kişinin ölümü, kendisinin tepesindedir
Her
kişi, takati nisbetinde mücahede edicidir1 mealli beyitleri okudu.
'Vallahi,
Âmir de ne söylediğini bilmiyor!' dedim.[234]
Bilal'e
de:
'Kendini
nasıl buluyorsun?'[235]
diye sordum .[236]
O
da, kendisini sıtma nöbeti[237]
tutmuş halde, odanın kapısının önüne serilip yatmış vaziyette,[238]
sesini yükseltti ve:
'Bilmem
ki, acaba bir gece daha Mekke'nin Fahh vadisinde çevremi ızhır ve kokulu celil
otları sarmış olduğu halde geceler miyim ola?
Acaba
bir gün olup da Mecenne sularının başına bir daha vanr mıyım ola?
Acaba
Mekke'nin Şâme ve Tefîl dağlan, bana bir daha görünür mü ola?' mealli kıt'ayı
terennüm etti[239] ve:
'Allah'ım!
Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia, Ümeyye b. Halef bizi yurdumuzdan çıkarıp veba
yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi, Sen de onlara lanet et! (Kendilerini
rahmetinden uzaklaştır!) diyerek ilendi.[240]
Resûlullah
Aleyhisselama gelip, onlardan işittiklerimi haber verdim:
'Onlar,
hummanın şiddetinden, sayıklıyorlar! Akılları başlarında değil' dedim .[241]
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam semaya baktı[242] ve:
'Allah'ım!
Bize Medine'yi sevdir! Mekke'yi sevdirdiğin gibi veya daha fazla sevdir![243]
Allah'ım![244]
Bizim İçin[245] Medine'yi sağlığa
elverişli kıl![246]
Onun
vebasını,[247] hummasını[248] Mehyea'ya,[249]
Cuhfe'ye nakl ve havale et![250]
Allah'ım![251]
Medine'nin müddü ve sâı hakkında bize bereket ihsan et!" diyerek dua etti.[252]
Müdd;
bir rıtl ve sülüs rıti veya iki rıtl şeyi içine alan ölçeğin ismi olup, ne
büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki avucunun (kocam avucunun) dolusu
demektir.[253]
Sâ'da;
beş rıtl ile sülüs ntl ölçektir ki, ne büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki
kocam avucunun dört dolusunu alan ölçek demektir.[254]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine hakkındaki başka bir duasında da:
"Allah'ım!
Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını Medine'ye ver!" demiştir.[255]
Ashabdan
Ebu Hureyre derki:
"İnsanlar
(Medineli Müslümanlar), ilk çıkan turfanda meyveyi gördüler mi, onu Resûlullah
Aleyhisselama getirirler; Resûlullah Aleyhisselam da, onu alınca:
'Allah'ım!
Şüphe yok ki, İbrahim (Aleyhisselam), Senin kulun, halîlin ve peygamberindi.
Ben de Senin kulun ve peygamberinim!
O
sana Mekke için dua etmişti. Ben de, Sana Medine için dua ediyor; onun Mekke
için yaptığı duasında Senden dilediğinin bir mislini, bir kat daha fazlasıyla
biriikbe Medine için Senden diliyorum!' der,[256]
sonra da, o turfanda meyveyi, orada bulunan çocuklardan[257]
gördüğü[258] en küçüğünü[259]
çağırarak[260] ona verirdi."[261]
Medine, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle, sakinleri için o kadar
mutlu bir şehir haline gelmişti ki, Hz. Ömer Allah yolunda şehit olmayı ve
Resûlullah'ın şehri olan Medine'de ölmeyi özlüyor ve diliyordu![262]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Medine'ye hicret edip geldiği zaman, ilk işi, Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında-kendilerini
mallarıyla, canlarıyla birbirlerine bağlayan-bir kardeşlik kurarak Medine'de
güçlü bir İslâm toplumu oluşturmak olmuştu.[263]
Müşrik
Medinelilerle Yahudilerden birçoklarının, aradaki akrabalık dolayısıyla, bu
İslâm toplumuna karşı zaafları vardı.
Nitekim
Mekkeli müşriklerin tehdit ve tahrikiyle Peygamberimiz ve Müslümanlar
aleyhindeki teşebbüslerinden onları vazgeçirmeye, bu hususun hatırlatılması
kâfi gelmişti.
İstekleri
yerine getirilmeyen Mekkeli müşriklerin Medine'ye umumî bir baskın yapmaları ve
orada Müslüman, müşrik ve Yahudi ayırmadan katliamda bulunmaları hiç de
imkânsız değildi.
Çünkü,
tehdit ve tahriklerinin neticesiz kaldığını öğrendikten sonra, Mekkeli
müşrikler, Yahudilere de aynı tarzda tehdit ve tahrik mektubu göndermeyi ihmal
etmem işlerdi.[264]
Bu
da, Müslüman olmayan Medinelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşmalarına
yol açtı.
Bundan
başka; öteden beri, Evsliler ayrı, Hazrecliler ayrı, Yahudiler de ayrı birer
topluluk halinde idiler ve her topluluk Medine'de yegâne söz sahibi topluluk
olma dava ve sevdasında idi.
Nitekim,
Hazrecîler liderleri Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün başına hükümdarlık tacı
giydirmeye, krallık sarığı sardırmaya hazırlanmış bulunuyorlardı.[265]
Halbuki,
ne Evsfler için Hazrecîbirbaş, ne Hazrecîler için Evsîbirbaş hoşa gider
değildi. Denilebilir ki; Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye geliverişi,
bütün Medinelilere pek makbule geçti.
Evsî
ve Hazrecîlerin müşrikleri de, Yahudiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama
yöneldiler.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam aşağıdaki yönetmelik yazısıyla Medine'nin
yönetimini üzerine aldı:
"Bismiİlâhirrahmânirrahîm.[266]
Bu,
Peygamber Muhammed (Aleyhisselam) tarafından, Kureyşli ve Yesribli (Medineli)
mü'min ve Müslümanlar ile onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve onlarla
birlikte savaşanlar arasında yazılan bir yazıdır:
Muhakkak
ki, onlar, sair insanlardan ayn bir toplulukturlar.
Kureyş'ten
olan Muhacirler kan diyetlerini aralarında-geleneğe göre-ortaklaşa ödeyecekleri
gibi, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil
esaslar dairesinde-ödeyecek-I erdir.
Avf
oğulları da, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneğe göre-ortaklaşa
ödeyecekleridir.
Her
zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil
esaslar dairesinde-ödeyeceklerdir.
Haris
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneğe göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler
arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Sâide
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler
arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Cüşem
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir.
Her
zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil
esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Neccar
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir.
Her
zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil
esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Amr
b. Avf oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine
göre-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Her
zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil
esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Nebit
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler
arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Evs
oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa
ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler
arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Mü'minler;
borçlu ve çok çoluklu-çocuklu olanları kendi hallerine bırakmayarak, onların
kurtulmalık
akçelerini
veya kan diyetlerini-aralarında maruf olan adil esaslar
dairesinde-ödeyeceklerdir.
***
Hiçbir
mü'min diğer bir mü'minin mevlası[267] ile
aleyhte bir anlaşma yapmayacaktır.
Takvalı
mü'minler; içlerinden, azgınlık eden veya zulüm ve haksızlık yapmak isteyen
veya günah işleyen veya düşmanlık eden, yahut mü'minler arasında kanşıklık
çıkaran kimseye karşı cephe alacaklar ve-o kendilerinden birinin evladı da
olsa-hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
Hiçbir
mü'min bir kâfir için bir mü'mini öldürmeyecek ve mü'mine karşı kâfire yardım
da etmeyecektir.
Allah'ın
ahdi ve te'minat birdir; onların, en hakir görülenlerine bile şâmildir. Çünkü,
mü'minler, diğer insanlardan ayrı olarak, birbirlerinin m evlası di rlar.
Yahudilerden,
bize tâbi olanlar da, hiçbir zulme uğratmaksızın ve aleyhlerinde bir
yardımlaşma olmaksızın, yardım göreceklerdir.
Mü'minlerin
sulhu, barışı birdir.
Hiçbir
mü'min, Allah yolundaki bir savaşta, mü'minlerden ayrı olarak sulh yapmayacak;
onlar, ancak
aralarında,
müsavat ve adalet dairesinde hep birlikte sulh yapacaklardır.
***
Bizimle
birlikte savaşa katılan bütün savaşçılar, aralarında, birbirleriyle
nöbetleşeceklerdir.
***
Mü'minler,
birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının öcünü almakla mükelleftirler.
Takvalı
mü'minler, en güzel, en doğru yol üzeredirler.
Onlar
hiçbir müşrik Kureyşlinin malını ve canını korumayacak, bu yolda bir mü'mine
engel de olmayacaktır.
Bir
kimsenin bir mü'mini sebepsiz yere öldürdüğü kesin delillerle sabit olunca,
öldüren hakkında kısas hükmü uygulanacaktır.
Ölenin
velîsi buna nza göstermediği takdirde, bütün mü'minler ona karşı cephe
alacaklardır. Kendilerine, bundan başkası helal olmaz.
Bu
sahifedekileri kabul ve ikrar eden, Allah'a ve ahiret gününe inanan bir
mü'minin, ortaya kötü bir hadise çıkaran kimseye yardım etmesi ve onu
barındırması helal değildir.
Öylesine
yardım eden veya onu barındıran kimse, Kıyamet günü Allah'ın lanet ve gazabına
uğrayacak; onun tevbesi de, kurtulmalık akçesi de kabul olunmayacaktır.
Herhangi
bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde, o, Yüce Allah'a ve Muhammed (Aleyhisselam)a
arz ve
havale
olunacaktır.
***
Yahudiler;
mü'minlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına
katılacaklardır.
Avf
oğulları Yahudileri mü'minlerle birlikte bir topluluk oluşturacaklar; Yahudiler
kendi dinlerinde, Müslümanlar da kendi dinlerinde olacaklardır.
Onların
(Yahudilerin) mevlaları için de, kendileri için de, bu böyledir. Şu kadar ki,
bunlardan bir
zulüm
veya bir kötülük irtikap eden, ancak kendini ve ev halkını tehlikeye sokmuş
olacaktır.
***
Neccar
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
***
Haris
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
Sâide
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
***
Cüşem
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
Evs
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
Salebe
oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir. Bunlardan, bir zulüm veya bir kötülük irtikap eden, ancak kendini ve
ev halkını tehlikeye sokmuş
olacaktır.
Sa'lebe'nin
bir kolu olan Cefne de, onlar gibi (Salebe gibi) mütalaa edilecektir.
***
Şutaybe
oğulları için olan hüküm de, Amr b. Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm
gibidir.
Şüphe
yok ki, iyilik, kötülükten ayrı ve başkadır.
***
Salebe
oğullarının mevlalan da, Salebe gibidirler.
Yahudilere
karışmış ve bağlanmış olanlar, Yahudiler gibidirler.
Onlardan
(Yahudilerden) hiçbir kimse, Muhammed (Aleyhisselam)ın izni olmadan askerî bir
sefiere
çıkamayacaktır.
***
Bir
yaralamanın öcünü almak, yasaklanmayacaktır.
Fırsat
kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayeti kendisine ve ev halkına işlemiş
olacaktır. Zalime karşı işlenecek cinayet bundan müstesnadır. Allah bu hususta
doğru ve iyi davranmış olanlardan hoşnut olur.
(Savaş
halinde) Yahudilerin masrafları kendilerine, Müslümanların masrafları da
kendilerine ait olacaktır.
Şu
kadar ki, onlar bu Sahife sahiplerine harp açanlara karşı aralarında
yardımlaşacaklar ve aralarında öğüt verme ve iyilik dileme esas olacaktır.
Elbette
ki, iyilik, kötülükten ayrı ve başkadır.
Hiç
kimse, müttefikine kötülük yapmayacak, mazluma mutlaka yardım edilecektir.
Yahudiler,
mü'minlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına ortak
olacaklardır.
Yesrib
vadisinin içerisi, bu Sahife sahipleri için, haram, dokunulmaz bir bölgedir.
Himaye
altında bulunan kimse-zarar verici ve kötülük işleyici olmamak şartıyla- bizzat
himayeci
gibidir.
Himaye
verme hakkına sahip kimsenin izni müstesna, kimseye himaye hakkı verilemez.
Bu
sahife sahipleri arasında herhangi bir hadise veya münazaa çıkar ve bunun
onların aralarını bozmasından korkulursa, o, Yüce Allah'a ve Muhammed
Resûlullah (Aleyhisselam)a arz ve havale edilecektir.
Şüphe
yok ki, Allah, bu Sahifedekilere riayetsizlikten son derece sakınan, doğruluğu
ve iyiliği şiar
edinenlerden
hoşnut olur.
***
Ne
Kureyşîler, ne de onlara yardım edenler, hiçbir suretle himaye
olunmayacaklardır.
Yesrib'e
saldıracak kimselere karşı, onlar (Müslümanlar ve Yahudiler) aralarında
yardımlaşacaklardı r.
Onlar
(Yahudiler) sulh akdetmeye veya sulh akdine katılmaya (mü'minler tarafından)
davet edildiklerinde, o sulhu akdedecekler veya o sulhun akdine
katılacaklardır. Din uğrunda savaşanlar bundan müstesnadır.
Herkes,
kendine düşen kısımdan sorumlu tutulacaktır.
Bu
Sahife sahipleri için konulan, kabul edilen hükümler, aynen Evs Yahudilerinin
mevlalarına ve kendilerine de-bu Sahife sahipleri tarafından-iyiniyetle tatbik
olunacaktır. Şüphe yok ki, iyilik kötülükten ayrı ve başkadır.
Kazanıcının
kazandığı ancak kendisinedir.
Muhakkak
ki, Allah, bu Sahife'dekilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmesinden
hoşnut olur.
***
Bu
yazı, bir zalimi ve suçluyu cezalandırmaya asla engel olmayacaktır.
Medine'den
çıkan da emniyette, Medine'de oturan da emniyette bulunacaktır. Bir zulüm veya
suç işleyen kimse bundan müstesnadır.
Allah'ın
himayesi, iyilik yapan, kötülüklerden sakınan kimseler içindir. Muhammed
(Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür."[268]
Yüce
Allah; Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselamın diliyle, Medine'nin iki kara
taşlığının (tepesinin) arasını harem, dokunulmaz kıldı.[269]
Medine'nin[270]
Âir,[271] Ayr[272] ile
Sevr arasındaki[273] bir
berid'lik,[274] oniki millik[275]
mesafeye kadar olan her köşesi koru haline getirildi.[276]
Berid,
üç fersahtır.
Bir
fersah, üç mildir.
Bir
mil, üçbin beşyüz zira'dır.
Bir
zira, yirmidürt parmaktır.
Bir
parmak, yanyana konulmak üzere, üç arpadır.[277]
Hz.
Ali'nin, Peygamberimiz Aleyhisselamdan işitip yazarak kılıcına bağladığı
Sahife'deki hadis-i şeriflerinde de, Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle
buyurmuşlardır:
"İbrahim
(Aleyhisselam) Mekke'yi harem, dokunulmaz kıldı.
Ben
de Medine'yi harem, dokunulmaz kıldım:
Onun
iki karataşlığının arası harem'dir, dokunulmazdır.
Onun
tümü korudur:
Onun
yaş otu biçilemez!
Onun
avı ürkütülemez!
Onun
yitiği alınamaz.
Ancak,
onu ilan için alacak kimse bundan müstesnadır. Orada herhangi bir kimsenin
savaş için silah taşıması, oradan ağaç kesmesi caiz değildir. Ancak, bir kimse
orada devesini otlatabilir."[278]
"Medine,
Ayr ile Sevr arası olmak üzere, harem'dir, dokunulmazdır! Orada kim bir günah işler veya günah işleyeni barındınrsa,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerindedir!
Kıyamet
günü, Allah, onun tevbesini de, fidyesini de kabul etmez!
Müslümanların
zimmeti birdir.
Bu
zimmet uğrunda, onların en aşağı olanı da çaba gösterir.[279]
Kim
bir Müslümanın verdiği ahdi bozarsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların
laneti onun üzerindedir!
Onun
tevbesi de, fidyesi de kabul olunmaz."[280]
Ashab-ı
Kiram, Medine'nin haremliğine son derecede itina gösterirler, çocukların bile
aykırı davranışlarına göz yummazlardı.
Zeyd
b. Sabit, Şurahbil b. Sa'd'ın Medine
çarşısında bulduğu bir kuşu elinden alarak saldıktan sonra, ona:
"Sen
Resûlullah Aleyhisselamın Medine'nin iki kara taşlığı arasını
haremleştirdiğini, dokunulma-zlaştırdığını bilmiyor musun?!" demiştir.[281]
Abdullah
b. Ubâde Ebu İhab kuyusu mevkiinde serçe kuşlarını avlarken, babası Ubâde görüp
ona elindeki kuşu bıraktırmış ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam; Medine'nin iki kara taşlığı arasını-İbrahim (Aleyhisselam)ın
Mekke'yi harem leşti rdiği gibi-hareml eştirdi" demiştir.[282]
Ebu
Hureyre de:
"Varlığım
(Kudret) Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; eğer Medine'de bir geyik
bulmuş olsam, onu asla telaşa ve sıkıntıya düşürmem!" diyerek, bu
husustaki itinasının derecesini belirtmiştir.[283]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mekke'de iken, yazdıracağı yazılara, Kureyşîlerin yaptığı gibi
"Bismikallâhümme=Ey Allah! Senin isminle başlarım!" diyerek
başlatırdı.
Hûd
sûresinin 42. âyeti nazil olunca, âyetteki "Bismillah" cümlesini
yazılanın başına koydurmaya başladı.
İsrâ
sûresinin 110. âyeti nazil olunca, âyette geçen "er-Rahmân" ismini de
katarak, yazılarına "Bismillâhirrahmân!" başlığını koydurmaya
başladı.
Nemi
sûresinin, Besmele'nin tam şeklini içine alan 30. âyeti nazil olduktan sonra
da, yazılarını "Bismillâhirrahmânirrahîm" ile başlatırdı.[284]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yazıcıları şu kişilerdi:
1- Hz. Ebu Bekir,
2- Hz. Ömer,
3- Hz. Osman.[285]
Hz.
Âişe, Cebrail Aleyhisselam Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy getirdiği zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselamın "Ey Useym! Yaz!" buyurarak vahyi Hz.
Osman'a yazdırdığını bildirmiştir.[286]
4- Hz. Ali.
Peygamberimiz
Aleyhisselam; muahede ve musâlaha yaptığı zaman, bunlara ait yazılan genellikle
Hz. Ali'ye yazdırırdı.[287]
Nitekim,
Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye'de yaptığı muahedeyi de ona yazdırmıştı.[288] Hz.
Ali, ayrıca, şahıslarla ilgili yazıları,[289]
mülk fermanlarını da yazardı.[290]
5- Übeyy b. Ka'b,
6- Zeyd b. Sabit.
Medine'ye
geldiği zaman Peygamberimiz Aleyhisselamın yazılarını Ensardan ilk yazan Übeyy
b. Ka'b idi ve yazdığı yazıların sonuna "Filan oğlu filan yazdı"
diyenlerin de ilki idi.
Medine'de
Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahiyleri Peygamberimiz Aleyhisselamın
huzurunda ilk defa yazmaya başlayan Müslüman da Übeyy b. Ka'b idi.[291]
Übeyy
b. Ka'b bulunmadığı zaman, Zeyd b. Sabit yazardı.[292]
Zeyd
b. Sabit vahiyleri imlada üstaddı.[293]
Kendisinin
vahiyden başka yazılacak yazıları yazdığı da olurdu.[294]
Peygamberimiz
Aleyhisselam nazil olan âyetlerin hangi sûreye ve onun neresine konulacağını da
yazıcıya bildirirdi.[295]
Bu
da, Peygamberimiz Aleyhisselama Cebrail Aleyhisselam tarafından bildirilmiş
bulunurdu.
Nitekim,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana
Cebrail (Aleyhisselam) geldi. Şu İnnallâhe ye'muru bil'adli...1
âyetini şu sûrenin şurasına koymamı bana emretti" buyurmuştur.[296]
Zeyd
b. Sabit der ki:
"Vahyi
Resûlullah Aleyhisselamın huzurunda yazardım.
Yazıp
bitirdiğim zaman:
'Yazdığını
oku!1 buyururdu.
Eğer
ondan yazılmayan birşey kalmışsa eklettirir, fazla birşey olmuşsa
çıkarttırırdı.[297]
Bana:
'Ey
Zeyd! Sen Yahudilerin yazısını benim için öğren!
Ben,
vallahi, bana ait yazılar hakkında Yahudilere hiç emniyet edemem, güvenemem!'
buyururdu.
Ben
de, yanm ay geçmeden onu öğrendim ve hatta İbranice okuyup yazmakta maharet
kazandım.
Yahudilere
birşey yazacağı zaman, onu, Resûlullah Aleyhisselam için ben yazardım.[298]
Resûlullah
Aleyhisselam bana:
'Sen
Süryanice'yi de güzelce yazabilir misin? Bana Süryanice yazılar geliyor1
buyurdu.
Ben:
'Hayır!
Süryanice yazmasını bilmem!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
onu da öğren!' buyurdu.
On
yedi günde de, onu öğrendim..."[299]
Bunun
üzerine, Zeyd b. Sabit, Peygamberimiz Aleyhisselama gelen Süryanice yazılan da
okur-du.[300]
Vahiy
yazılırken, kağıt yerine, kürek kemikleri,[301]
yassı hurma dalları, beyaz ve yassı taşlar,[302] yazı
yazmaya elverişli bez ve hırka parçaları... gibi şeyler kullanılırdı.[303]
7- Zübeyr b. Avvam,
8- Halid b. Saîd,
9- Eban b. Saîd,[304]
Halid
b. Saîd, Besmele'yi ilk yazan zât idi.[305]
Peygamberimiz
Aleyhisselam şahıslarla ilgili yazılarından bazılarını ona yazdırmiştir.[306]
10- Hanzaletü'l-Üseydî,
11- Alâ b. Hadramî,
12- Halid b. Velid,
13- Abdullah b. Revâha,
14- Muhammed b. Mesleme,
15- Abdullah b.Sa'd,
16- Abdullah b. Übeyy b. Selûl,
17- Mugîre b. Şube,
18- Amr b.Âs,
19- Muaviye b. Ebu Süfyan,
20- Cüheym b. Salt,
21- Muaykıb b. Ebi Fâtıma,
22- Şurahbil b. Hasene,[307]
23- Abdullah b.Zeyd,[308]
24- Erkam b. Ebi'l-Erkam,[309]
25- Ukbe,[310]
26- Alâ b. Ukbe.[311]
27- Sabit b. Kays b. Şemmas,[312]
28- Talha b. Ubeydullah,
29- Yezid b. Ebu Süfyan,
30- Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî,
31- Büreyde b. Husayb,
32- Husayn b. Numeyr,
33- Ebu Seleme el-Mahzumî,
34- Abdullah b. Abdulesed,
35- Huvaytıb b. Abduluzzâ,
36- Ebu Süfyan b. Harb,
37- Hâtıb b. Amr.[313]
38- Abdullah b. Erkam,
Peygamberimiz
Aleyhisselamın annesi Hz. Âmine, Abdullah'ın babası Erkam'ın halası idi.[314]
Peygamberimiz
Aleyhisselama biryazı geldiği ve:
"Buna,
benim tarafımdan, kim cevap yazar?" diye sorduğu zaman, mecliste Hz. Ömer
gibi zâtlar bulunduğu halde, Abdullah b. Erkam:
"Ben!"
derdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da onayazdınr, mühürletirdi.
Kendisi
güvenilir bir zât olduğu için, Peygamberimiz Aleyhisselam, hükümdarlardan gelen
yazıları yanında saklamasını da ona emrederdi.
Abdullah
b. Erkam, Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonra, Hz. Ebu Bekir'in ve Hz. Ömer'in
de yazı lan nı yazardı.[315]
Hz.
Ömer onu Beytülmâl (Hazine) Bakanlığına da tayin etmişti.
"Ben
Allah'a karşı Abdullah b. Erkam'dan daha haşyetli, daha korkulu ve saygılı bir
kimse görmedim!" der;
Kendisine
de:
"Eğer
senin geçmiş kavimlerde bir benzerin olsaydı, ben hiçbirini sana tercih
etmezdim!" derdi.
Hz.
Osman da, Abdullah b. Erkam'ı Beytülmâl (Hazine) Bakanlığına otuz bin, diğer
rivayete göre yıllık üçyüz bin dirhem tahsisatla tayin etmişse de, Abdullah b.
Erkam kabul etmemiş;
"Ben
bu vazifeyi Allah için yaptım. Benim ecrim de Allah'a düşer!" demiştir.[316]
Kur'ân-ı
Kerîm'de de açıklandığı üzere; Ehl-i Kitabdan (Yahudilerden, Hıristiyanlardan)
bir güruh, İslâmiyeti Medine'de önlemek için:
"Kendilerine
indirilene iman edenlere gündüzün evvelinde inanınız ve gündüzün sonunda ise
inkâr ediniz! Olur ki, mü'minler dinlerinden dönerler!" demekte idiler.[317]
Nitekim,
Neccar oğullarından Hıristiyan bir adam vardı ki,[318]
Müslüman olup Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini ezberlemiş,[319]
Müslümanlar arasında da, büyük bir itibar kazanmıştı.[320]
Kendisinin
vahiy yazdığı da olurdu.
Tekrar
Hıristiyanlığa döndü[321] ve:
"Muhammed,
benim kendisine yazdığımdan başka birşey bilmiyor!" diyerek yaygaraya
başlayınca, Allah onu öldürdü.[322]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Yer
onu kabul etmez!" buyurdu.[323]
Adamı
gömdüler. Fakat, sabah olunca,[324]
gömüldüğü yerin onu dışarı attığını gördüler.[325]
"Bu,
Muhammed ile ashabının işidir!
Onların
arasından çıkıp kaçtığı için bu adamımızın kefenini soydular ve onu meydanda
bıraktılar!" diyerek iftira ettiler.
Tekrar,
derin bir çukur kazarak, adamlarını oraya bıraktılar.
Sabah
olunca, yerin onu dışarı attığını gördüler!
Yine:
"Bu
da Muhammed ile ashabının işidir! Onların aralarından çıkıp kaçtığı için,
kefenini soyup bu adamımızı kabrin dışına bıraktılar!" dediler.
Bu
seter, güçlerinin yettiği derecede derin bir çukur daha kazarak, onu içine
bıraktılar.
Sabah
olup da yerin onu yine dışarı attığını gördükleri zaman, bu işin insanlar
tarafından yapılmadığını anladılarve onu açıkta bıraktılar.[326]
Adamın böyle açıkta bırakılmış olduğunu görüp "Nedir bu adamın hali?"
diye sorulduğu zaman:
"Onu
tekrar tekrar gömdüğümüz halde, yer kabul etmiyor!" dediler.[327]
Muhacirleri
Medine'de birer yuva sahibi yapmak için, Ensar, arsa, arazi ve hurmalıklarının
fazlalarını Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladılar ve:
"Yâ
Rasûlallah! İstersen, evlerimizi de bizden al!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlara hayırdua etti.[328]
Herkesten
önce, evlerinden ve arazisinden bir kısmını ayırarak Peygamberimiz
Aleyhisselama bağışlayan da, Harise b. Numan'dı.[329]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu bağış üzerine, Muhacirlerden her birine ev yerleri ayırdı.[330]
Amr
b. Hureys'e verdiği ev yerinin hududunu bir yayla çizdi.[331]
Zübeyr
b. Avvam'a arazi ve hurmalık.[332]
Abdurrahman
b. Avf'a hurma fidanlığı verdi.[333]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; verdiği yerler hakkında da, yeni sahiplerine tapu fermanları
yazdırıp verirdi.[334]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın verdiği fermanlardan ikisinde şöyle denilmektedir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bu,
Muhammed Resûlullah'ın, Seleme b. Malik es-Sülem?ye ayırıp verdiği yer
hakkındaki yazıdır:
Resûlullah,
Zâtü'l-Hanazî'den Zatü'l-Esâvid arasında olan yeri ona verdi.
O
yerde hiç kimse hak iddia edemez. Hak iddia edenin iddiası bâtıldır, boştur.
Hak, Seleme'nin hakkıdır.[335]
Ali
b. Ebi Talib ve Hâtıb b. Ebi Beltea şahittir.[336]
"B
ismi llâhirrahm ânirrahîm.
Bu,
Muhammed Resûlullah tarafından Zübeyr b. Avvam'a verilen yazıdır
Ben,
ona Şevak'ın yukarısını ve aşağısını verdim.
Hiç
kimse onun üzerinde bir hak iddia edemez.
Ali
yazdı."[337]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Medineli Müslümanlara Yahudilerinkinden ayrı bir çarşı ve
pazaryeri göstermek isteyerek, Zübeyr b. Avvam'a verdiği arazinin bir tarafına
bir çadır kurdurup:
"Sizin
pazaryeri ve çarşınız, şimdilik burasıdır!" buyurdu.
Fakat,
Yahudilerin başkanlarından Ka'b b. Eşrefin gidip oradaki çadırın iplerini
kestiği görülünce, oradan vazgeçildi.
Bir
adam gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Ben Medine çarşısı için münasip bir yer gördüm, oraya da bir bakmaz
mısınız?" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam oraya gitti ve ayağını yere
vurarak:
"Sizin
çarşınız, pazarınız burasıdır.
Şurasından
hiçbir şey kısılmaz ve buraya vergi de salınmaz!" buyurdu.
Sonra
da, Sâide oğullarının yanına vardı ve onlara:
"Kabristanınızı
bana veriniz. Orayı çarşı ve pazar yeri yapacağım" buyurdu. Sâide
oğullarının bazıları verdiler.
Bazıları
ise:
"Orası
bizim hem kabristanımız, hem de kadınlarımızın çıkma yeridir" dediler.
Fakat,
sonradan, birbirlerini kınadılar. Vermek istemeyenler de verenlere katıldılar.
Orayı çarşı ve pazar yaptılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam; çarşı ve pazarla, alıcılar
ve satıcılarla, alınan ve satılanlarla yakından ilgilenirdi.
Bir
gün, Medine'nin yeni çarşısına uğramıştı.
Orada
kurulmuş bir baraka gördü.
"Kimindir
bu baraka?" diye sordu.
"Harise
oğullarından filan adamın!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Yakınız
onu!" buyurdu, yaktılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselamdan sonra, Dört Halife Devrinde de, bu çarşı ve pazaryerinin
herhangi bir şekilde işgaline meydan verilmedi .[338]
Kays
b. Ebi Garze der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın devrinde[339]
bize simsarlar denirdi.[340]
Resûlullah
Aleyhisselam, bize uğrayıp, bundan daha güzel [NesaPye göre: daha hayırlı]
birisim vererek:
'Ey
tacirler topluluğu![341]
Muhakkak ki, alışverişte[342]
şeytan, günah,[343]
yalan,[344] boş Iaf[345] ve
yemin bulunur.[346]
Bunun
için, siz ona, alışverişinize sadaka karıştırınız!' buyurdu."[347]
Rifâa
b. Râfi de der ki:
"Biz,
Resûlullah Aleyhisselamla birlikte çıkıp gidiyorduk.
Bir
de baktık ki, halk sabah erken alışveriş yapıyorlar!
Resûlullah
Aleyhisselam onlara:
'Ey
tacirler topluluğu!' diyerek seslendi.
Onlar
boyunlarını uzattılar, gözlerini Resûlullah Aleyhisselama diktiler.[348]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Şüphe
yok ki, tacirler Kıyamet günü fâcirler olarak diriltilirler.
Ancak,
Allah'tan korkup yeminine bağlı kalan ve sözünde doğru olan bundan müstesnadır1
buyurdu "[349]
Ebu
Hureyre'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam bir ekin yığınının
yanına uğrayıp, elini onun içine daldırmıştı.
Parmaklarına
ıslaklık dokununca:
"Ey
ekin sahibi! Nedir bu?" diye sordu.
Ekin
sahibi:
"Yâ
Rasûlallah! Ona yağmur değmişti!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
ıslak kısmı insanların görmeleri için
ne diye ekinin üstüne çıkarmadın?!
Aldatan
kimse[350] benden.[351]
bizden[352] değildir!" buyurdu.[353]
Peygamberimiz
Aleyhisselam;
Çarşı
ve pazarda satılacak şeyleri çarşı ve pazara getirilmeden yolda karşı lam ayı,[354]
satın alınan yiyeceği ve herşeyi tamamıyla teslim almadan satmayı,[355]
veya yanında bulunmayan bir malı çarşıdan satın alıp müşteriye satın ayı,[356]
birbirlerinin satışı üzerine satış yapmayı, müşteri kızıştırmayı., yasaklamış;[357]
"Satacağı
zaman kolaylık gösteren, satın alacağı zaman kolaylık gösteren, hakkını isterken
kolaylık gösteren[358]
kişiye,[359] kula[360]
Allah rahmet etsin!" buyurmuştur.[361]
Kur'ân-ı
Kerîm'de açıklandığına göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'de Müslümanlar
ve Müslüman olmayanlar tarafından kendisine getirilen her çeşit davayı ve
anlaşmazlıkları adalet dairesinde hal ve fasi edecekti.[362]
Bu
husus; mü'min, müşrik, Yahudi.. bütün Medineliler için yazılan Medine
Yönetmeliğinde de kabullenilmiş ve açıklanmış bulunuyordu.[363]
Hâkimlik,
aslında, şerefli olduğu kadar, ağır sorumluluk da taşıyan bir görevdir.
Peygamberimiz
Aleyhisselam bu hususta şöyle buyurmuşlardır
"Kadılar
(hâkimler) üçe ayrılır
Biri
Cennette,
İkisi
ateşte (Cehennemde)dir!
Hakkı
bilen ve ona göre hüküm veren kişi Cennettedir!
Hakkı
bilen ve fakat hükmünde zulme, haksızlığa sapan kişi ateşte (Cehennemde)dir!
Hakkı
bilmediği halde insanlar arasında hüküm veren kişi de ateşte
(Cehennemde)dir!"[364]
"Hâkim
zulmetin edikçe, hiç şüphesiz Yüce Allah onunla birliktedir.
Haksızlığa
saptığı zaman, onu nefsiyle başbaşa bırakır!"[365]
"Hâkim,
hüküm verirken, içtihadda da bulunur.
İçtihadında
isabet ederse, onun için iki ecir vardır.
Fakat,
hüküm verirken, içtihadda bulunur da yanılırsa, ona bir ecir vardır."[366]
"Hiç
kimse, sinirli olduğu halde, iki kişi arasında hüküm vermesin!"[367]
"Sizlerden
biri Müslümanlar hakkında hüküm vermek durumunda kaldığı zaman, sinirli iken
hüküm vermesin!
Onlara
(davacıya ve dava olunana), bakışta, oturma yerinde ve işaret etmede
kendilerine eşit davranılmasını
sağlasın."[368]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, muhakeme edeceği zaman, davacıyı da, dava olunanı da önünde
oturturdu.[369]
Hz.
Ali'yi Yemen'e kadı olarak gönderirken:
"Haklarında
hüküm vereceğin iki kişiden birisi hakkında, ötekini dinlemedikçe hüküm verme!
Böyle yaparsan, nasıl hüküm vereceğin sence belli olur!" buyurmuştur.[370]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, davacıdan, davasına delil ve şahit getirmesini ister;
getiremediği takdirde, dava olunana yemin teklif eder[371] ve:
"Davacının
sende birşeyi, bir hakkı bulunmadığına dair, Kendisinden başka ilah olmayan
Allah'a yemin et!" buyurarak yemin ettirirdi .[372]
"Ben
de, nihayet, bir beşerim. Siz bana davanızı getiriyorsunuz. Olur ki, bazınız
hüccetini, delilini bazınızdan daha iyi anlatır da, ben de kendisinden
dinlediğime göre hüküm vermiş bulunurum.
O
halde, ben her kime din kardeşinin hakkından bu suretle birşey bölmüş olursam,
onu hemen alıvermesin.[373]
bıraksın.[374]
Çünkü,
ben ona bununla ancak ateşten bir parça bölüp vermiş oluyorum demektir!"
buyururdu.[375]
Biri
Hadramevtten, diğeri Kinde'den iki kişi gelip,[376] Yemen'deki
bir yer hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama başvurdular.
Hadramevtli
olan:
"Yâ
Rasûlallah! Şu adam[377] ve
babası,[378] bana babamdam kalan[379]
yerimi gaspetti" dedi.[380]
Kindeli
olan ise:
"Yâ
Rasûlallah! O yerim bana babamdan miras kaldı.[381]
Orası
benim elimde ekip biçtiğim biryerimdir.
Bunun
orada hiçbir hakkı yoktur!" dedi.[382]
Hadramevtli
ise, kendilerine ait olan bu yerin dava olunanın babası tarafından
gaspedildiğini kendisinin de bildiğini ileri sürdü.[383]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Arazinin
sana ait olduğu hakkında bir beyyinen (delilin) var mı?" diye sordu.
Hadramevtli:
"Yoktur!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyle
ise, senin için, onun yemini var!" buyurdu.
Hadramevtli:
"Yâ
Rasûlallah! Bu kişi birfâcirdir, yaptığı yemine aldırış etin ez! Hiçbir şeyin
günahından da sakınır değildir!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ondan
sana, yapacağı yeminden başka birşey yok!" buyurdu.
Kindeli
yemin etmeye gidince,[384]
hazırlanınca,[385] Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eğer
bu adam hakikaten onun malını haksız olarak yemek için yemin ederse, muhakkak,
Yüce Allah'ın gazabına uğramış olarak huzura çıkar!" buyurdu.[386]
Bunun
üzerine, Kindeli:
"O
yer bunundur[387] ve babasınındır"
dedi.[388]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Yalan
yemini ile Müslüman bir kişinin hakkını alan kimseye, Yüce Allah Cenneti haram,
Cehennemi vacip kılar!" buyurunca;
"Az
birşey olsa da mı yâ Rasûlallah?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İrak
ağacından birçubuk da olsa![389]
İrak
ağacından birçubuk da olsa!
İrak
ağacından birçubuk da olsa!" buyurdular.[390]
Eş'as
b. Kays der ki:
"Benimle
Yahudilerden bir adam arasında bir arazi vardı.
Yahudi,
benim onun üzerindeki hakkımı inkâr etti.
Ben
de onu Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna götürdüm.
Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Senin
bu hususta beyyinen (delilin) var mı?' diye sordu.
Ben:
'Yoktur!'
dedim.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, Yahudiye:
'Yemin
et!' buyurdu.
Ben:
'Yemin
ona düşünce, o yemin eder ve malımı götürür!' dedim ."[391]
Yemin
ettirilecek kimseler Yahudi iseler, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara:
"Musa
(Aleyhisselam)a Tevrat'ı indiren Allah hakkı için and veriyor,
soruyorum..." diyerek yemin verirdi.[392]
Anlattığımız
hadise hakkında nazil olan[393]
âyette şöyle buyuruldu:
"Onlar,
Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir değerle değiştiren, satanlardır-ki,
işte onların, ahirette hiçbir nasibi yoktur.
Allah,
Kıyamet günü, onlara Kelamıyla hitap etineyecek, onların yüzlerine bakmayacak,
kendilerini temize çıkarmayacaktır.
Elem
verici bir azab da, onlar içindir."[394]
Muhakeme
sırasında taraflar sulh olmak istedikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam
onların bu isteklerini kabul eder ve:
"Müslümanlar
arasında sulh caizdir. Ancak, haramı helalleştiren ve helali haramlaştıran sulh
caiz değildir!" buyururdu.[395]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın, Müslümanlardan bazılarına, Müslümanlardaki alacaklarından bir
kısmını bağışlamalarını teklif buyurduğu da olurdu.
Ka'b
b. Malik, bir alacağından dolayı İbn Ebi Hadred'le çekişmişler ve seslerini
yükseltmişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, evinden, onların sesini işitti. Kapısının perdesini açıp, Ka'b b.
Malik'e:
"Ey
Ka'b!" diyerek seslendi.
Ka'b
b. Malik:
"Buyuryâ
Rasûlallah! Emrine amadeyim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sana
olan boncunun yarısını buna bırak!" diye eliyle işaret buyurdu.[396]
Ka'b
b. Malik:
"Yaptırın[397] yâ
Rasûlallah! Bıraktım!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, İbn Ebi Hadned'e:
"Kalk,
kalan borcunu öde ona!" buyurdu.[398]
Yahudi
bilginlerinden Ka'b b. Esed, İbn Saluba b. Suriya, Şe's b. Kays, birbirlerine:
"Haydi
Muhammed'e gidelim.
Olabilir
ki, onu dininde bir fitneye, bir tuzağa düşürebiliriz! Nihayet, o da bir
beşerdir!" diyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler ve:
"Yâ
Muhammedi İyi bilirsin ki, bizler Yahudilerin bilginleri, eşraf ve ulularıyız.
Biz
sana tâbi olursak, Yahudiler de tâbi olurlar.
Onlar
bize aykırı hareket etmezler.
Yalnız,
bizimle kavmimizden bazıları arasında bir anlaşmazlık ve düşmanlık var.
Biz
onlarla olan muhakememizi sana getirsek, sen onlar aleyhine ve bizim lehimize
hüküm versen de, sana iman etsek, seni tasdik etsek olmaz mı?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların bu isteklerini yerine getirmekten kaçındı.
Yüce
Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde[399]
şöyle buyurdu:
"Onların
aralarında-Allah'ın sana indirdiğine göre-hüküm ver. Onların keyiflerine uyma!
Allah'ın
sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptıracaklar diye, sakın!
Eğer
onlar yüz çevirirlerse, bil ki; Allah onların bazı günahları sebebiyle
başlarına bir musibet getirmek istiyor.
İnsanlardan
birçoğu, muhakkak, fâsıktırlar.
Onlar
hâlâ Câhiliye devrinin o kötü hükmünü mü arıyorlar?!
İmanını
yakın derecesine ulaştıran bir kavim nazarında, Allahtan daha güzel hüküm veren
kim var?"[400]
Yahudilerden
bir erkekle bir kadın zina ettiler. Yahudi bilginleri, Beytül-Midras'ta, bu işi
konuşmak üzere toplanmışlardı.
Yahudi
bilginleri:
"Bu
adamı ve kadını Muhammed'e gönderiniz!
Bunlar
hakkında nasıl hüküm verileceğini ona sorunuz bakalım?
Eğer
o onlar hakkında sizin yaptığınız tecbiye gibi; elyaftan örülmüş zifte bulanmış
bir iple dövüldükten sonra yüzlerinin karalanmasına, sonra da iki merkebe ters
olarak bindirilmelerine hüküm verirse, ona tâbi olunuz!
Çünkü,
o bir hükümdar demektir. Kendisini tasdik ediniz!
Eğer
onlar hakkında recm cezası uygulanmasına hüküm verirse, o bir peygamberdir.
Kendisinin elinizdekini, önünüzdekini çekip almasından sakınınız!"
dediler.[401]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına, yüzü karalanmış, dayak atılmış bir Yahudi getirdiler.[402]
"Yâ
Muhammedi Bu adam, evlendikten sonra, evli bir kadınla zina etti.
Sen
bunlar hakkında hükmünü ver!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam kalkıp Beytü'l-Midnas'a kadar gitti.
Yahudilerin
bilginleri de oraya gelmişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Yahudi cemaati! Bilginlerinizi yanıma çıkarınız!" buyurdu.
Yahudiler
Abdullah b. Suriya'yi, Ebu Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahuza ile birlikte
çıkardılar ve:
"İşte,
bunlar bizim bilginlerimizdir" dediler.
Abdullah
b. Suriya'nın, Medine'de kalan Yahudi bilginlerinden, Tevrat'ı en iyi bilen
kimse olduğunu da söylediler.
Abdullah
b. Suriya, onların en genci idi.[403]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Siz
zina eden kimsenin haddini (cezasını) Kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?"
diye sordu.
Yahudiler
"Evet!"
dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların bilginlerinden bir adamı çağırıp,[404]
ona:
"Ey
Ibn Suriya! Ben sana Allah adına and veriyor ve Allah'ın İsrail oğullarını
uğrattığı ibtila [bela] günlerini hatırlatarak s örüyorum:[405]
Musa'ya
Tevrat'ı indiren Allah hakkı için söyle! Kitabınızda zina cezasını böyle mi
buluyorsunuz?" buyurdu.
Abdullah
b. Suriya:
"Hayır!
Eğer sen bana bu sözle sormasa idin, sana haber vermezdim.
Biz
onu recm olarak buluyoruz!
Fakat,
ne yapalım ki, bu iş eşrafımız arasında çoğaldı.
O
hale geldik ki, şerefli birini yakalarsak onu bırakıyoruz, zayıfı yakalarsak ona
haddi vuruyoruz!
'Geliniz;
soyluya da, soysuza da uygulayacağımız birşey üzerinde birleşelim!' dedik.
Kömüre
boyamakla dayak atmayı, recm cezasının yerine koyduk![406]
Vallahi,
yâ Ebe'l-Kâsım! Bunlar, senin gönderilen peygamber olduğunu çok iyi biliyorlar,
fakat seni kıskanıyorlar!" dedi.
Bundan
sonra, kendisi de aynı hastalığa tutulup, Peygamberimiz Aleyhisselamın
peygamberliğini inkâr yoluna saptı.[407]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Ellerinizde
bulunan Tevrafı getiriniz!" buyurup, okutturdu.
Okuyan
Yahudi, elini recm âyetinin üzerine koyup, onun önündekini ve sonundakini
okudu.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında bulunan ve Müslümanlığı kabul etmiş bulunan Abdullah b.
Selam:
"Buna
emir buyur da, elini kaldırsın!" dedi.
Yahudi
elini kaldırınca, altındakinin recm âyeti olduğu görüldü![408]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yazıklar
olsun size ey Yahudi cemaatı! Allah'ın, elinizdeki hükmünü terk etmeye sizi
davet eden ne idi?" buyurdu.
Yahudiler
"Vallahi,
o bizim aramızda uygulanagelmekte iken, kral ailesinden ve eşrafımızdan bir
adam,[409] kralın amcasının oğlu,[410]
evlendikten sonra[411]
zina edince, kral onu koruyup recm ettirmedi.
Bundan
sonra, halktan birisi zina ettiği, kral onu recm etmek istediği zaman, krala:[412]
'Vallahi[413]
kralın amcasının oğlu[414]
filan kişi de recm edilmedikçe, bu da recm edilemez!' dedil-er.[415]
Aralarında
toplanıp necm cezasını tecbiyeye çevirdiler,[416]
terk ettiler.[417] Recimi anılmaz ve uygulanmaz
ettiler, öldürdüler!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
halde, Allah'ın emrini, Kitabını ilk ihya eden ve onunla amel eden benim![418]
Ey
Allah'ım! Onlar Senin emrini uygulamayıp öldürdükleri zaman, Senin emrini ilk
uygulayan, ihya eden benim!"[419]
dedikten sonra, onları getirtti.[420]
Recm
edilmelerini emir buyurdu, recm olundular.[421]
Yüce
Allah, indirdiği âyette[422]
şöyle buyurdu:
"Ey
Resûl! Kalbleriyle inanmadıkları halde, ağızlarıyla inandık diyen (münafık)la
Yahudilerden o küfür içinde alabildiğine koşuşanlar, seni mahzun etmesin!
Onlar
durmadan yalan dinleyen, senin huzuruna gelmeyen bir kavim hesabına casusluk
eden (kimse)lerdir.
Onlar,
kelimeleri, yerlerine konulduktan sonra, bir tarafa atarlar.
'Size
şu verilirse, onu alın! Verilmezse, onu kabul etmekten çekinin!' derler.
Allah,
kimin sapkınlığını irade ederse, artık sen Allah'ın ona ait iradesini önlemeye
hiçbir veçhile muktedir olamazsın!
Onlar
öyle kimselerdir ki, Allah onların kalblerini temizlemek istememiştir.
Dünyada
hor hakir olmak onların hakkıdır.
Ahirette
de, onlara pek büyük bir azab vardır!"[423]
Bir
Yahudi de,[424] Medine'de[425]
Ensar'dan[426] bir kadını[427] giderken[428]
yakalayıp, [429] üzerindeki zîneti[430]
aldı.[431] Aldıktan sonra da,
öldürmek maksadıyla[432] iki
taş arasında onun başını[433]
taşla vurup[434] ezdi.[435]
Kadıncağıza, son dakikalarını yaşadığı sırada yetiştiler.[436]
Kendisi, iki taş arasında başı ezilmiş bir halde bulundu.[437]
Ona
birbiri ardınca bazı kimseler gösterilip:
"Bu
mu o? Bu mu o?" diye soruldu.
En
sonunda katil Yahudi getirilip gösterilince, kadıncağız ona başıyla işaret
etti.[438]
Kadıncağız,
en son dakikalarını yaşadığı,[439]
dili tutulduğu sırada[440]
Resûlullah Aleyhisselama getirildi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona, sanıklardan:
"Seni
filan kişi mi öldürdü?" diye sondu.[441]
Kadıncağız,
başını kaldırarak,[442]
başı ile "Hayır!" diye işaret etti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sanıklardan birisi hakkında:
"Seni
filan kişi mi öldürdü?" diye sordu.[443]
Kadın
başını kaldırarak:[444]
"Hayır!"
diye başıyla işaret etti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Seni
filan kişi mi öldürdü?"[445]
diye, Yahudinin ismini anarak sordu.[446]
Kadıncağız,
başını önüne eğerek:[447]
"Evet!"
diye başıyla işaret etti.[448]
Bunun
üzerine, katil Yahudi yakalanıp[449]
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirilerek sorguya çekilince, suçunu
itiraf ve ikrar etti.
Kendisi
de aynı şekilde öldürülüp cezalandırıldı.[450]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Medine'ye geldiği zaman, Medine'de Rûıme kuyusundan başka tatlı
su bulunmadığını görüp:
"Rûme
kuyusunu; Cennette ondan daha hayırlısı karşılığında, kim satın almak[451] ve
kendi kovasını Müslümanların kovalanyla eşit kılmak ister?" buyurunca, Hz.
Osman onu[452] öz malından bir kısmiyia[453]
satın alıp.[454] Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Rûme
kuyusunu şu kadara satın aldım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ecir
ve sevabı sana ait olmak üzere, onu Müslümanlara vakfet, içir!" buyurdu.[455]
Rûme
kuyusu, Akîkte,[456]
Akîk vadisinin aşağısında, sel sularının biriktiği yerin yakınında idi.
Kuyunun
çevresi taşla örülü, derinliği onsekiz, eni sekiz zira idi.
İki
zira kadarı su ile dolu idi.
Rivayete
göre; bu kuyuyu ilk önce Müzeyne kabilesinden bir adam kazdırmış, sonradan
Rûmetü'l-Gıfârî'nin malı olmuştu.[457]
Rûmetü'l-Gıfârî, kırbasını bir müdde (iki avuç dolusu şeye) satardı.[458]
Rûme
kuyusu, birYahudinin de eline geçmişti.
Yahudi
de, onun suyunu Müslümanlara satar, hiç kimseye parasız bir damla su içirmezdi.[459]
Hz.
Osman Yahudiye gidip kuyuyu ondan satın almak istedi.
Fakat
Yahudi tamamını satmaya yanaşmayınca, kuyunun yarı hissesini ondan oniki bin
dirheme satın aldı ve ona:
"İstersen,
su almak için iki gün benim hisseme ayır; istersen, bir gün bana, bir gün sana
ayır!" dedi.
Yahudi:
"Olur!
Bir gün senin için ayrılmış olsun, bir gün de benim için!" dedi.
Hz.
Osman'ın su alma gününde, Müslümanların su alma ihtiyacına iki gün bile kâfi
gelmedi.
Bunun
üzerine, Yahudi:
"Sen
benim kuyu işimi bozdun! Öteki yarı hisseyi de satın al!" dedi.
Hz.
Osman onu da oniki bin dirheme satın aldı.[460]
Hz.
Osman'ın Rûme kuyusunun tamamını otuzbeş veya kırk bin dirheme satın aldığı
rivayeti de vardır.[461]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Medinelilerin sulama işlerini de düzene koydu.
Medine'nin
Mehzur[462] ve Müzeynib[463]
sulan hakkında:
"Yukarıda
bulunanın, suyu, ayak bileklerine yükselinceye kadar tuttuktan sonra
aşağıdakine salmasına hükmetti.[464]
Bathan
vadisi suyu hakkında da aynı şekilde hüküm verdi.
Mehzur
suyu hakkında verdiği hükme göre; hurmalık sahipleri suyu ayak bileklerine,
ekinciler ise nalın (takunya)larının tasmalarına yükselinceye kadar tutacaklar,
bundan sonra, kendilerinden aşağıda bulunanlara salacaklardı.[465]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, suyun fazlasını satmayı da yasakladı.[466]
"Otların
korunması için suyun fazlası esirgenmez."[467]
"Kuyunun
suyu, su almaya gelenlerden esirgenmez!" buyurdu.[468]
Abdullah
b. Abbas'ın bildirdiğine göre; Cahiliye devri insanları ölen babalarının
kadınlarıyla evlenme ve bir erkeğin iki kızkardeşle evlenmesi dışında,
Allah'ın haram kıldıklarını haram kabul ederlerdi.[469]
Cahiliye
devrinde, bir adam öldüğü zaman, oğlu ölen babasının karısına vâris ve mâlik
olur, kalkıp onun üzerine elbisesini atar, isterse onunla mehir vermeksizin
evlenirdi.[470]
Nitekim:
Ebu
Kays b. Eslet; ölen babası Eslet'in zevcesi Ümmü Ubeyd binti Damrâ'ya,
Esved
b. Halef; ölen babası Halefin zevcesi Ebu Kalha'nın kızına,
Safvan
b. Ümeyye; ölen babası Ümeyye b. Halefin zevcesi Fâhite binti Esved'e,
Manzurb.
Rebab; ölen babası Rebab'ın zevcesi Müleyke binti Hârice'ye[471] eş
olmuş;
Kays
b. Ebi Kays da; babası öldüğü zaman, kalkıp elbisesini babasının zevcesi
Kübeyşe binti Ma'n'ın üzerine atınıştı.[472]
Kadın,
ona:
"Ben
seni bir oğul sayıyorum.
Sen
kavminin salihlerinden, iyi halli kişilerindensin.
Ben
Resûlullah Aleyhisselama gidip danışacağım!" dedi, Peygamberimiz
Aleyhisselama gitti:
"Ebu
Kays öldü!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayra
ersin!" buyurdu.
Kübeyşe
Hatun:
"Onun
oğlu benimle evlenmek istedi! O, kavminin salih, iyi hallilerinden bir
kimsedir. Ben onu ancak bir oğul sayıyorum! Sen ne buyurursun?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
şimdi evine dön!" buyurdu.[473]
Yüce
Allah Peygamberimiz Aleyhisselama bu münasebetle indirdiği âyetlerde şöyle
buyurdu:
"Babalarınızla
evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyiniz!
Ancak,
bundan önce olan olmuş, geçen geçmiştir.
Şüphe
yok ki, o bir hayasızlıktı! Allah'ın hışmına uğramaya bir sebepti. O ne kötü
bir yoldu!
Analarınız,
Kızlarınız,
Kızkardeşleriniz,
Halalarınız,
Teyzeleriniz,
Erkek
kardeşlerinizin kızları,
Kızkardeşlerinizin kızları,
Sizi
emziren süt analarınızla süt kızkardeşleriniz,
Zevcelerinizin
anaları,
Kendileriyle
gerdeğe girdiğiniz zevcelerinizden doğmuş olup himayelerinizde bulunan üvey
kızlarınız ile evlenmek size haram kılındı. Eğer üvey kızlarınızın analarıyla
gerdeğe girmemiş iseniz, onlarla evlenmenizde size bir sakınca yoktur.
Kendi
sulbünüzden gelmiş olan oğullarınızın zevceleriyle evlenmeniz,
İki
kızkardeşi birlikte almanız da size haram kılındı.
Ancak,
bundan önce olan olmuş, geçen geçmiştir.
Çünkü,
Allah gerçekten yarlıgayıcı ve çok esirgeyicidir.
Bir
de, harb esiri olarak ellerinizde bulunanlar müstesna olmak üzere, evli
kadınlar...
İşte
bütün bunlar, size Allah yazısı olarak haramdır.
Bunlardan
başkası ise, zinadan kaçınarak namuslu yaşamak üzere mallarınızla talep
edesiniz diye, size helal kılındı.
O
halde, hangilerinden nikâh ile müstefid oldunuzsa, mehirlerini kendilerine
veriniz ki, farzdır; o mehri kesiştikten sonra aranızda rızalaştığınızda da,
bir vebal yoktur.
Şüphe
yok ki, Allah hakkıyla bilicidir ve mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.
İçinizden
her kim hür olan mü'min kadınları nikâh edecek genişliğe güç yetiremiyorsa, ona
da ellerinizin altındaki mü'min cariyelerinizden var!
Allah
kadrinizi imanınızla bilir.
Mü'minler
hep birbirinizden sayılırsınız.
Onun
için, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek namuslu yaşadıkları
halde, onları sahiplerinin izniyle nikâh ediniz ve mehirlerini güzellikle
kendilerine veriniz.
Eğer
evlendikten sonra bir fuhuş irtikap ederlerse, o vakit üzerlerine, hür kadınlar
üzerine terettüp edecek cezanın yansı uygulanmak gerekir.
Bu,
günaha girmek korkusu olanlarınız içindir.
Yoksa,
sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır.
Bununla
birlikte. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir."[474]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam;
Kadının
halasının üstüne,
Halanın
erkek kardeşinin kızının üstüne,
Kadının
teyzesinin üstüne,
Teyzenin
de kızkardeşinin kızının üstüne nikâhlanmasını menetti ve: "Ne büyük
küçüğün üstüne, ne de küçük büyüğün üstüne nikâhlanabilir" buyurdu.[475]
İslâmiyetten
önce, erkekler on kadınla veya ondan az yahut daha çok kadınla evlenirler ve
yanlarında da, bakımını üzerlerine aldıkları yetim kız çocukları da bulunur,
onların mallarını yemek için, onlardan bazılarıyla evlendikleri de olurdu.[476]
Feyrûz
Deylemî der ki:
"Peygamberimiz
Aleyhisselama gidip,[477] 'Yâ
Rasûlallah![478] Ben nikâhım altında iki
kızkardeş varken Müslüman oldum!?' dedim.[479]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Onlardan
birini,[480] hangisini istersen,[481]
boşa!' buyurdu."[482]
Kays
b. Haris de:
"Müslüman
olduğum zaman nikâhım altında sekiz kadın bulunuyordu. Bunu Peygamberimiz
Aleyhisselama anlatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
'Onlardan
dördünü kendine seç! (Diğerlerini bırak!)' buyurdu" demiştir.[483]
Gaylan
b. Seleme'nin, Müslüman olduğu zaman, on kadını vardı. Onlar da Müslüman
olmuşlardı. Peygamberimiz Aleyhisselam Gaylan'a on kadından dördünü tutmasını,
ötekileri boşamasını emretmiştir.[484]
Sehl
b. Sa'd derki:
"Bir
kadın, Resûlullah Aleyhisselama gelerek:
'Yâ
Rasûlallah! Ben kendimi sana hibe etmeye, bağışlamaya geldim!' dedi.[485]
Resûlullah
Aleyhisselam, kadına baktıktan sonra, başını önüne eğdi.[486]
Kadın
uzun bir süre ayakta dikildi.[487]
Resûlullah
Aleyhisselamın kendisi hakkında bir karar vermediğini görünce, kadın olduğu
yere oturdu.
Resûlullah
Aleyhisselamın ashabından[488] bir
zât, ayağa kalkarak:
'Yâ
Rasûlallah! Eğer bu kadına senin ihtiyacın yoksa, onu bana nikâhla!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sende
ona[489]
mehr olarak[490] verecek birşey var mı?'
diye sordu.[491]
O
zât:
'Yok
vallahi yâ Rasûlallah!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
evine git de bak, birşey bulabilecek misin?1 buyurdu.
O
zât gitti. Sonra, dönüp:
'Yok
vallahi, hiçbir şey bulamadım!' dedi.[492]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Demirden
bir yüzük olsun bulmaya çalış!'
buyurdu.[493]
O
zât gitti. Sonra, yine döndü:
'Yok
vallahi, yâ Rasûlallah![494]
Demirden bir yüzük de bulamadım! Ancak üzerimdeki şu kaftanım var! Onun yarısı,
onun olsun!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'O
senin kaftanını ne yapsın?
Onu
sen giymiş olsan, kadının üzerinde birşey kalmayacak!
Kadın
giyse, senin üzerinde birşey kalmayacak!' buyurdu.
Bunun
üzerine, adamcağız da oturdu. Bir hayli oturduktan sonra, kalktı. Dönüp
giderken, Resûlullah Aleyhisselam onu gördü ve çağırılmasını emirbuyurdu.[495]
Gelince, ona:
'Ezberinde
Kur'ân'dan neler var?' diye sordu.[496]
O
zât da, bildiği sûreleri:
'Filan
filan sûreler ezberimdedir' diyerek saydı.[497]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Onları
ezberden okuyabilir misin?1 diye sordu.[498]
O
zât:
'Evet!'
dedi. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'O
kadını sana ezberindeki Kur'ân ile tezvic ve temlik ettim.[499]
Haydi, git! Kadın ezbere bildiğin Kur'ân'la sana temlik olundu.[500] Ona
Kur'ân öğret!1 buyurdu."[501]
Amir
b. Rebia'dan rivayet olunduğuna göre; Fezâre oğullarından bir kadın mehr olarak
bir çift ayakkabı karşılığında
nikâhlanmıştı. Resûlullah Aleyhisselam, ona:
"Nefsinin
karşılığında (mehr olarak) bir çift ayakkabıya razı oldun mu?" diye sordu.
Kadın "Evet!" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam bu nikâhı da caiz
gördü.[502]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Dinini
ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu ona
nikahlayınız! Eğer
yapmazsanız,
yeryüzünde fitne ve büyük fesad olur!" buyurunca: "Yâ Rasûlallah!
Kendisinde mal ve denklik bakımından noksanlık varsa da mı?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, üç kere:
"Dinini
ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu onunla
evlendiriniz! Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip
olursa, onu onunla evlendiriniz! Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse
sizden bir kadına talip olursa, onu onunla evlendiriniz!" buyurdu.[503]
Cabir
b. Abdullah evlendiği zaman,[504]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Muhakkak
ki, kadınla:
Ya
dini için,
Ya
malı için,
Ya
güzelliği için,[505]
Ya
da soyluluğu için[506]
evlenilir.
Sen
dindar olanı ele geçirmeye bak!
Yoksa
iki elin yokluğa ve darlığa düşer!" buyurmuştur.[507]
Bir
hadis-i şeriflerinde de:
"Nikâhın
hayırlısı, en kolay olanıdır!" buyurulmuştur.[508]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sözleri, işleri ve gidişlerinden başlıcalan, meşhur hadis ve
sünnet mecmualarında konulara göre tasnif edilen kitaplarda ve onların
batılarında gösterilmiş olup.yüzbinlerce hadis içinden, sadece yedisinde ve
meselâ:
Buharî'nin
el-Câmiu's-Sahîh'inde 97 kitapta, 2884 babda,
Müslim'in
el-Câmiu's-Sahîh'inde 54 kitapta, 5771 babda,
Ebu
Davud'un Sünen'inde 40 kitapta, 1814 babda,
Tirmizî'nin
Sünen'inde 46 kitapta, 2124 babda,
İbn
Mâce'nin Sünen'inde 37 kitapta, 1512 babda,
Nesâî'nin
Sünen'inde 51 kitapta, 2525 babda,
Dârimî'nin
Sünen'inde 23 kitapta, 1373 babda yer alan konular, başlıca:
1- Vahiy,
2- İlim,
3- İman esasları,
4- Taharet, abdest, gusül, teyemmüm, sular
ve çeşitleri,
5- Namaz ve namaza ait hükümler,
6- Cenazeye ait hükümler,
7- Oruç ve oruca ait hükümler,
8- Zekât ve zekâta ait hükümler,
9- Hac ve hacca ait hükümler,
10- Bazı âyetlerin tefsir ve izahları,
11- Kurbana ait hükümler,
12- Eti yenen ve yenmeyen hayvanlara ait
hükümler,
13- Yemin ve adaklar,
14- Keffaretler,
15- Köle ve cariyelerle onları azad etmeye
ait hükümler,
16- Edeblere dair hükümler,
17- Yeme, içme, giyinip kuşanma edebleri,
18- İzin isteme edebleri,
19- Selamlaşma edebleri,
20- Kalb inceliğine ait hükümler,
21- Hısım ve akrabalık ilişkileri,
22- Ahiret nimet ve azabı,
23- Kaza ve kader meseleleri,
24- Sağlık ve tedavi,
25- Zuhur edecek fitne ve fesatlara dair
haberler,
26- Ahlâklı ve takvalı yaşamanın
gerekliliği,
27- Dualar,
28- Allah yolunda cihad,
29- Alışverişlere ait hükümler,
30- Ticaretlere ait hükümler,
31- Borçlanmaya ve ödemeye ait hükümler,
32- Akitlere ait hükümler,
33- Havalelere ait hükümler,
34- Kefaletlere ait hükümler,
35- Vekâletlere ait hükümler,
36- Şirketlere ait hükümler,
37- Sulhlara ait hükümler,
38- Şartlara ait hükümler,
39- Ziraat ortaklığına ait hükümler,
40- Ağaç mahsulü ortaklığına ait hükümler,
41- Ortak mal ve arazinin idaresine ve
taksimine ait hükümler,
42- Şuf'aya ait hükümler,
43- Yitik şeylere ait hükümler,
44- Gasp ve yok etme suçlarıyla ilgili
hükümler,
45- Şahitliklere ve beyyinelere ait
hükümler,
46- Rehine ait hükümler,
47- Hacra ait hükümler,
48- Kiraya ait hükümler,
49- Veraset ve mirasa ait hükümler,
50- Vasiyetlerle ilgili hükümler,
51- Evlenme ve boşanma ile ilgili hükümler,
52- Nafakaya ait hükümler,
53- Hibeye ait hükümler,
54- Cinayetler ve diyetlere ait hükümler,
55- Suçlar ve mahiyetlerine göre uygulanacak
cezalar,
56- İrtidadla ilgili hükümler,
57- Vergilere ait hükümler,
58- Davalarla ilgili hükümler,
59- Hakimlik ve hakimliğe ait hükümler...
gibi daha pek çok hükümleri kapsar ki, bu kadarı bile,
Peygamberimiz Aleyhisselamın tebligat ve icraatının genişliğini ve ağırlığını
göstermeye yeter.
İnsan
gücünün bu kadar konulara bizzat eğilmeye ve yetiştirilecek olanları
yetiştirmeye nasıl yete-bildiğinin cevabı ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın
zamanın sonuna kadar bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini[509] ve
kendisinin bu husustaki üstün güç ve başarısının da ilahî destekten
kay-naklandığını[510]
unutmamaktan ibarettir.
Yukarıya
sıralanan konulan oluşturan sayısız hadis ve sünnetleri, erkek kadın sahabiler,
Peygamberimiz Aleyhisselamdan bizzat işitmek veya görmek, ya da birbirlerinden
işitmek suretiyle rivayet etmiş olduklarına göre, kendilerinin de o konularda
iyice bilinçlenmiş oldukları anlaşılır.
Hadis
ve sünnet mecmualarına bakılınca, raviler arasında birçok kadınların da
bulunduğu görülür.
Misal
olarak, içinde en çok hadis ve sünnet toplanmış bulunan hadis mecmualarından,
Ahmed b. Hanbel'in meşhur 6 ciltlik büyük hadis ve sünnet mecmuası olan
Müsned'inin 6. cildini, başta Peygamberimiz Aleyhisselamın zevceleri olmak
üzere, hemen hemen en çok kadınların rivayet ettikleri hadis ve sünnetler
doldurur ki, bu, Müsned'deki hadislerin altıda biri demektir.
Hz.
Ebu Bekir der ki:
"İnen
Kur'ân ve Peygamberimiz Aleyhisselamın sünnetleri bize öğretildi de, biz bu
sayede bilgi sahibi olduk, bilinçlendik."[511]
Ensardan
Übeyy b. Ka'b da:
"Resûlullah
Aleyhisselam; sabahımızda, akşamımızda, İslâm fıtratını, ihlası, Peygamberimiz
Muhammed Aleyhisselamın sünnetini, hanif bir Müslüman olan, müşriklerden
olmayan atamız İbrahim Aleyhisselamın dinini bize öğretirdi" demiştir.[512]
Bir
gün, kadın sahabiler:
"Yâ
Rasûlallah! Senin sözlerini dinlemek için, erkeklerden bize meydan kalmıyor![513]
Kendin,
bizim için bir gün tahsis et!
Senin
yanına gelelim de, Allah'ın sana öğrettiğini[514]
bize öğret!" dediler.
Resûlullah
Aleyhisselam da:
"Filan
gün filan saatte filan yerde toplanınız!" buyurdu.
Kadınlar
toplanınca, yanlarına gitti.
Kendisine
Allah'ın öğretmiş olduğu şeyleri onlara öğretti.[515]
İslâmiyet;
büyük küçük herkese, Peygatm berim iz Aleyhisselamın Medine'deki Mescidinde
öğretilmekte idi. "Mescide gelen, başka birşey için değil, ancak hayır
için, hayrı öğrenmek veya öğretmek için gelir"di.[516]
Ashab-ı
Suffa, Mescidin devamlı, yatılı öğrencileri idiler.
Kıble
Kabe tarafına çevrilmeden önce, Mescidin kuzey tarafında hurma dallarıyla bir
gölgelik yapılmıştı ki, Medine'de kavim ve kabileleri, evleri barklan
bulunmayan sahabiler orada otururlardı ve kendilerine Ashab-ı Suffa denirdi.[517]
Ashab-ı
Suffa'nın sayıları, seksenden fazla idi.[518]
İçlerinden
evlenen, ölen, sefere çıkan olursa, sayıları azalırdı.
Ashab-ı
Suffa geceleri namaz kılmak, Kur'ân okumak ve ders görmekle geçirirler;
gündüzleri de su taşırlar, odun toplayıp satarlar ve onunla yiyecek satın
alırlardı.[519]
Ashab-ı
Suffa'nın bazan geceleri yetmişinin birden bir öğreticinin başında toplanıp
sabaha kadar ders gördükleri olurdu.[520]
Ashab-ı
Suffaya kurrâ denir, kabilelere gönderilecek Kur'ân ve sünnet öğreticileri de
onların arasından seçilip gönderilirdi.[521]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; hurmalık sahiplerine, hurmalarını ağaçlarından topladıkları
zaman, her on vesk (yük) hurmadan Ashab-ı Suffa için Mescide bir salkım getirip
asmalarını emrederdi.[522]
Ashab-ı
Suffa; Müslümanların yıldan yıla zekât ve sadakalarını verecekleri gerçek fukara
zümresinden idiler.[523]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kapı
kapı dolaşmayı âdet edinip verilen bir-iki lokma veya hurma ile geri dönen,
gerçekten yoksul değildir.
Gerçekten
yoksul; zaruretini giderecek malı olmayan, buna rağmen dilenmekten sıkılan ve
kendisine sadaka verilmesi için muhtaçlığı bilinmeyen kimsedir"
buyurmuşlardır.[524]
Hz.
Aişe'nin bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye gelince, Kureyş
müşrikleri Resûlullah Aleyhisselamı ve onunla birlikte Ensarı da hicvetmeye
başladılar.[525]
Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Yâ
Rasûlallah! Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib de seni hicvediyor!"
denildi.[526]
Kureyş
müşriklerinden şair Abdullah b. Zibâra, Ebu Süfyan b. Haris, Amr b. Âs ve Dırâr
b. Hattab Peygamberimiz Aleyhisselamı hicvedince, Müslümanlardan bir zât Hz.
Ali'ye:
"Sen
de onları hicvet!" demişti.
Hz.
Ali:
"Resûlullah
Aleyhisselam müsaade ederse yaparım!" dedi.
"Yâ
Rasûlallah! Ona [Hz. Ali'ye] müsaade buyur!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
istenilen şey onda yok!" buyurdu.[527]
Ensarın
üç büyük şairi vardı:
Hassan
b. Sabit,
Abdullah
b. Revana,
Ka'b
b. Malik.[528]
Ka'bb.
Malik:
"Yâ
Rasûlallah! Şiir söylemek hakkında ne buyurursun?" diye sormuştu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
"Mü'min;
kılıcı ile de, dili ile de cihad eder."[529]
"Resûlullaha
silahlarıyla yardımda bulunmuş olan bir kavmin, ona dilleri ile de yardımda
bulunmalarına ne mani var?"[530]
"Siz
de Kureyşîleri hicvediniz!
Çünkü,
bu, onlara ok atmaktan daha ağır gelir!" buyurdu.[531]
Ka'b
b. Malik; kahramanlık destanları tarzında şiirler
söyler
"Siz
bize ne yapmaya kalkışırsanız, biz de size öyle yapar, hakkınızdan
geliriz!" diyerek müşrikleri tehdit ederdi.
Abdullah
b. Revâha; müşriklerin inançlarını ve tapınmalarını yerer, küfür ve müşrikliğin
kötülüğünü ve gülünçlüğünü belirtirdi.
Hassan
b. Sabit; Ensar şairlerinin en büyüğü idi. Kureyş müşriklerinin soy ve
ahlâkyönünden bütün ayıp ve kusurlarını ortaya döker, kötülükle geçmiş olan
günlerini dile getirirdi. Ensar şairlerinden, sözleri Kureyş müşriklerine en
ağır geleni idi.[532]
Peygamberimiz
Aleyhisselam önce Abdullah b. Revâha'ya, sonra Ka'b b. Malik'e, daha sonra da
Hassan b. Sâbit'e, "Kureyş müşriklerini hicvediniz!" diye haber saldı
.[533]
Hassan
b. Sabit gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girince:
"Kuyruğu
ile iki böğrüne çarpan bu arslana haber salmanızın, 'Gel artık!' demenizin
zamanı gelmiş" diyerek, dilini çıkarıp oynatmaya başladı[534] ki,
dili[535]
yılan dili gibiydi veyanı[536]
siyahtı.[537]
"Seni
hak (din ve Kitab) ile (peygamber) gönderen Allah'a yemin ederim ki; onları
(bu) dilimle deri parçalar gibi parçalayacağım!" dedi.
Fakat,
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen
hele acele etme!
Ebu
Bekir Kureyşîlerin neseplerini (soylarını soplarını) en iyi bilen kişidir.
Benim
de Kureyşîlerin içinde nesebim var![538]
Onların içindeki nesebim ne olacak?[539]
Ben
onlardan olduğum halde, onları nasıl hicvedeceksin?"[540]
Sen
o amcamın oğullarını hicvederken, onlarla birlikte bana da dokundurmuş
olabileceğinden endişe ederim" buyurdu.[541]
Hassan
b. Sabit:
"Ya
Rasûlallah! Bana Ebu Süfyan'ı hiciv için izin ver?" dediği zaman da,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben
onun akrabası olduğum, o benim amcamın oğlu olduğu halde.[542] sen
onu nasıl hicvedeceksin?!" buyurdu.[543]
Hassan
b. Sabit, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Seni
kerîm kılan Allah'a yemin ederim ki, seni onlardan, tereyağdan kıl çeker gibi
çeker çıkarırım!" dedi.[544]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
hele Ebu Bekir'e git![545]
O,
Kureyş kavminin neseplerini senden daha iyi bilir.[546]
O
sana benim nesebimi hülasa ve ayırd etsin!" buyurdu.[547]
Hassan
b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'in yanına vardı.
Hz.
Ebu Bekir:
"Filanı,
filanı geç! Falanı, falanı diline dola!" dedi.[548]
Hassan
b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'le konuştuktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına döndü ve:
"Yâ
Rasûlallah! O bana senin nesebini hülasa ve ayırd etti.
Seni
hak (din ve Kitab) ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki;[549]
nesebini onlardan, tereyağdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım, onları dilime
dolayacağım!" dedi.[550]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Sen
Allah ve Resûlü adına savunmada bulundukça, hiç şüphesiz Rûhu'l-Kudüs (Cebrail)
seni desteklemeye devam edecektir!" buyurdu.[551]
Hassan
b. Sabit; Ebu Süfyan b. Hâris'e hitaben söylediği hicviyede şöyle dedi:
"Hiç
şüphesiz, şerefin hörgücü, en yükseği Âl-i Hâşim'den binti Mahzum
oğullarındadır.
Senin
baban ise,[552] köledir.[553]
Onlardan,
Zühre oğullarını doğuranlar da şereflidirler.
Senin
koca karıların ise, (şereflilik şöyle dursun), şerefe yaklaşamazlar bile!
Sen
ne Abbas gibisin, ne onun anasının oğlu gibisin!
Fakat,
sen, kendisi için şeref dikilemeyen bir asal etsizsin!
Sen,
anası Sümeyye ve babasının anası da tanınmamış Semra olan bir adamsın!"[554]
"Sen
kötü mayalısın!
Âl-i
Hâşim içinde bir asalaksın, süvarinin arkasına asılan asalak gibi!"[555]
Abdulmuttalib'in
oğullarından Ebu Talib ile Abdullah ve Zübeyr'in annesi Fâtıma binti Amr, b.
Âiz, b. İmran, b. Mahzum'du.
Hz.
Hamza ile Hz. Safiyye'nin annesi Hâle binti Üheyb (Vüheyb), b. Abdi Menaf, b.
Zühreydi.
Hz.
Abbas ile Dırâr b. Abdulmuttalib'in annesi Nüteyle binti Cenab, b. Küleyb, b.
Malik, b. Amr, b. Âiz, b. Âmir, b. Nemr, b. Kâsıt'tı.[556]
Hassan
b. Sabit, Ebu Süfyan b. Hâris'i anne tarafından asaletsizliğini başına kakarak
susturmak istemiştir.[557]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Bedir savaşından önce, bir gün,[558] üzerine
Fedek işi saçaklı kadifeden palan vurulmuş bir merkebe binip (o sırada çocuk
bulunan) Üsâme b. Zeyd'i de terkisine aldı .[559]
Haris
b. Hazrec oğulları mahallesindeki evinde hasta bulunan[560]
Sa'd b. Ubâdeyi ziyarete gitti.
Yolda,
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e,[561]
köşkünün gölgesinde oturduğu ve çevresinde de kavminden,[562]
Müslümanlardan, putlara tapan müşriklerden ve Yahudilerden birtakım kimseler
bulunduğu sırada rastladı ki, Abdullah b. Revâha da o mecliste bulunuyordu.[563]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ü görünce, inip selamlamadan, görüşmeden
geçmeyi uygun görmedi.[564]
Merkebin
durunca kaldırdığı toz meclisi kapladı.
Abdullah
b. Übeyy kaftanıyla bumunu kapadı ve:
"Üstümüzü
tozlatma!" dedi.[565]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, merkepten inip onlara selam verdi.[566]
Biraz oturdu.[567] Kur'ân-ı Kerim okudu.
Orada bulunanları Yüce Allah'a imana ve İslâmiyete davet etti.[568]
Allah'ı hatırlattı. Onları ahiret azabıyla korkuttu, ahiret nimetleriyle
müjdeledi.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl ise susuyor, hiç konuşmuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam sözlerini bitirdiği zaman,[569]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey
kişi! Senin bu söylediklerin hak ve gerçekse, bundan daha güzel birşey olamaz!
Fakat,
sen bizim meclisimize gelip de bizi bununla rahatsız etme! Konakyerine git! Sana
gelen olursa, bunları onlara anlat![570]
Evinde
otur!
Sana
gelmeyen kimseyi bununla rahatsız etme ve onun meclisine de, onun hoşlanmadığı
birşeyle gelme!" dedi.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl'ün yanında bulunan Müslümanlardan[571]
Abdullah b. Revâha ise:
"Hayır.[572] yâ
Rasûlallah![573] Sen onu bize getir!
Her
zaman meclislerimize, evlerimize, barklarımıza buyur![574]
Bizi
meclislerimizde onunla bürü![575]
Vallahi,
o bizim sevdiğimiz şeylerdendir. Bize Allah'ın ikram ettiği ve bizi kendisine
hidayet eylediği şeylerdendir.[576]
Biz
onu çok severiz!" der demez, Müslümanlarla müşriklerve Yahudiler
birbirlerine sövüp saymaya, vuruşmaya
başladılar.
Hatta,
birbirlerini öldürecek dereceye vardılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onları teskine çalıştı, yatıştı I ar.[577]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl; kavminden, o zamana kadar görmediği bir muhalefeti görünce,
kendi kendine:
"Senin
kölen senin hasmın olduğu zaman, zelil olur gidersin!
Seninle
güreş tutanlar seni yıkarlar!
Şahin,
kanadı olmadan, yerden fırlayabilir mi hiç?
Şayet
bir gün onun yeleği kesilirse, o mutlaka düşer!" diyerek söylendi.[578]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, merkebine binerek Sa'd b. Ubâde'nin evine
varıp girdi.[579]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl'ün söylediği söz, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde
okunuyordu.
Sa'd
b. Ubâde:
"Vallahi,
yâ Rasûlallah! Ben senin yüzünde birşey görüyorum!
Sanki,
hoşuna gitmeyen birşey işitmiş gibisin!?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
Öyle oldu.[580]
Ey
Sa'd! Ebu Hubab'ın ne söylediğini duymadın mı?
O
şöyle şöyle söyledi!" diyerek,[581]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün söylediklerini Sa'd b. Ubâde'ye haber verdi.[582]
Sa'd
b. Ubâde:
"Yâ
Rasûlallah![583] Sen ona yumuşak davran![584]
Onun kusurunu affet!
Sana
Kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki; Allah'ın iradesi sana peygamberlik
vermek suretiyle tecelli etti.
Halbuki,
şu beldeciğin (Medine'nin) halkı İbn Übeyy'e taç giydirmeye ve tacın üzerine de
krallığa mahsus sarık sarmaya hazırlanmış bulunuyorlardı.
Fakat,
Allah, sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkı ile, onların bu tasavvurlarını
imkânsız hale koydu.
Bu
mahrumiyetle, İbn Übeyy mahzun ve mükedder oldu.
Yâ
Rasûlallah! İşte bu kederle, İbn Übeyy gördüğünüz çirkin harekette bulunmuştur.[585]
Vallahi,
o umup durduğu krallığı kendisinden senin soyup aldığın görüşüne kapılmışür.[586]
Sen
onu af buyur!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da affetti.[587]
Zaten,
Peygamberimiz Aleyhisselam da, ashabı da, Yüce Allah'ın bu husustaki buyruğuna[588]
uyarak gerek müşriklerin, gerek Kitab Ehli olanların kusurlarını affediyor,
işkencelerine katlanıyorlardı.
Nihayet,
Yüce Allah onlarla savaşmaya izin verince, Bedir savaşı yapıldı.
Böylece,
Yüce Allah Kureyş kâfirlerinin ulularını, azılılarını orada öldürdü.
Bunun
üzerine, putlara tapan Medineli müşriklerden, İbn Übeyy'le birlikte hareket
eden kişiler
"Artık,
bu, zafer ve galebenin ona yöneldiğini açıkça gösteren bir vakıadır!"
diyerek Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey'at edip Müslüman
olmak zorunda kaldılar.[589]
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl de, kavminin böyle kendisinden ayrılıp uzaklaştığını ve
İslâmiyete sarıldığını görünce, kalbinde taşıdığı olanca nifakı ve
düşmanlığıyla birlikte, istemeyerek İslâmiyete girmek zorunda kaldı.[590]
[1] Veya Es'ad b.
Zürâre'nin (İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 239, Buhârî, Sahih, c. 4, s.
258).
[2] İbn İshak, İbn
Hişam , Sîre,c. 2, s. 140,141 .Taberî, Târih, c. 2, s. 256, İbn Hişam,
Cevâmiu's-Sîre, s. 94, İbn Seyyid, Uyûnu'l- eser, c.1, s. 194-195.
[3] Zührî, Megâzî,
s. 104, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 258, Zehebî, Târîhu'l-İslâm s. 334.
[4] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 140,141 , Taberî, c. 2, s. 256, İbn Seyyid, Uyun, c. 1,
s. 195, Zehebî, s. 334.
[5] Zührî, Megâzî,
s. 10 4, İ bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 239, Buhâ rî, Sahih, c. 4, s.
258.
[6] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 212, Buhârî, c. 1, s. 111 .Müslim, Sahih, c. 1, s.
373, EbuDâvud, Sünen, c.1, s. 124, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 245.
[7] Buhârî, Sahih,
c. 1, s. 111, İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s. 245, Zehebî, M egâzî, s. 18.
[8] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 212, Buhârî, c. 1, s. 111 .Müslim, Sahih, c. 1, s.
373, EbuDâvud, Sünen, c.1, s. 124, Zehebî, Megâzi, s. 18.
[9] İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 245.
[10] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1 , s. 239, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 5, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 196.
[11] İbn Sa'd, Taba
kât, c. 1, s. 239, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 123, Buhârî, c.1, s. 111,
Müslim, c.1, s. 373, EbuDâvud, c.1,s.124.
[12]
"Resûlullah Aleyhisselam mescidini yapacağı sırada, mescidinin temeline
bir taş koyduktan sonra: 'Ebu Bekir İbn Sa'd, c. 1, s. 239, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 326.
[13] İbn Sa'd, c. 1,
s. 240, Buhârî, c. 1, s. 111 .Müslim, c.1 , s. 373, Ebu Dâvud, c. 1, s. 124.
[14] İbn Sa'd, c. 1,
s. 240, Buhârî, c. 1, s. 111 .Müslim, c.1 , s. 373, Ebu Dâvud, c. 1, s. 124,
İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 95.
[15] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1,s.239, Semhûdî, Vefa, c. 1, s. 327, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1.S.343.
[16] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 239, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 5, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 196 .
[17] Semhûdi, Vefa,
c. 1, s. 333, Diyarbekrî, c. 1 , s. 344.
[18] İbn Sa'd, Taba
kâtü'l -kübrâ, c. 5, s. 552, Sem hû df, Vefâu'l -vefa, c. 1, s. 334,
Diyarbekrî, Târfhu'l -hamîs, c. 1, s. 344.
[19] Semhûdi, Vefa,
c. 1, s. 334, Diyarbekrî, c. 1 , s. 344.
[20] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 553, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s.
218, 219, Semhûdî, Vefa, c. 1, s. 333, Diyarbekrî, c. 1 , s. 344.
[21] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 13, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 553, Zehebî, Müstedrek
Telhfsi, c. 3, s. 13, Semhûdî, Vefa, c. 1, s. 332, Diyarbekrî, c.1, s. 344.
[22] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 220, 221 Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 211, Tirmizî,
Sünen, c. 4, s. 503, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 145, Zehebî, Târıhu'l-İslâm, s.
380, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 218-219.
[23] İbn Sa'd, c. 1,
s. 239, Semhûdî, c.1, s. 335, 336, Diyarbekrî, c. 1,s.345.
[24] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 335.
[25] Semhûdi, c. 1,
s. 335, Diyarbekrî, c. 1, s. 346.
[26] Semhûdi,
Vefâu'I-vefa, c. 1, s. 33 2, Diyarbek rî, Târîhu' l-hamîs, c. 1, s. 344.
[27] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 240, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 212, Buhârî,
Sahih, c. 1, s. 111, Müslim, Sahih, c. 1, s. 374, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 , s.
124, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 95.
[28] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 130, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 11 5, Ebu Dâvud, c. 1, s.
123.
[29] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 239-240, Semhûdî, c. 1, s. 335, 337, Diyarbekrî, c. 1, s.
345-346.
[30] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 2, s. 141, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1,s.195, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 1,s.329.
[31] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 1 41, İbn Sa'd, c. 1, s. 239-240, Taberî, Târih, c. 2, s. 256,
İbn Seyyid, c. 1, s. 195, E bu'l-Fidâ,el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 216, Semhûdî,
c.1, s. 329.
[32] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 333.
[33] İbn İshak.İbn Hişam,
c. 2, s. 141, İbn Seyyid, c. 1, s. 195, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 216, Semhûdî,
Vefa, c. 1,s.329.
[34] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 142, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 216.
[35] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 329.
[36] İbn İshak.İbn Hişam,
c. 2, s. 142, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 216.
[37] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 328.
[38] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 240.
[39] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 142.
[40] İbn Sa'd, c. 1,
s. 240, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 212, 244.
[41] Buhârî, Sahih,
c. 1, s. 111, c. 4, s. 259, Semhûdî, c. 1, s. 328.
[42] İbn İshak.İbn Hişam,
c. 2, s. 142, İbn Sa'd, c.1 , s. 240, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 212.
[43] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 217.
[44] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 91.
[45] Ebu'l-Fidâ, c.
3, s. 217, Semhûdî, c. 1, s. 331.
[46] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 2, s. 142.
[47] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 142, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 241.
[48] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 2, s. 142, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 115.
[49] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 15, s. 302-303, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 257, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1139, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 129, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 303.
[50] Ahm ed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 91, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 115.
[51] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 329.
[52] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 142,143, Semhûdî, c.1 ,s.32, 330, Diyarbekrî, Hamîs.d, s.
345.
[53] Semhûdi, Vefâu
'I-vefa, c. 1, s. 33 0, D iyarbekrî, Tâ rîhu'l-hamîs, c. 1, s. 3 45.
[54] Semhûdî
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 339-340.
[55] Mâlik, Muvatta,
c. 1, s. 319, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 137, Buhârî, c. 2, s. 256, 258,
259, Müslim, Sahih, c. 2, s. 825-826.
[56] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1, s. 125.
[57] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 284.
[58] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 188, 251 ,252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 1 37, Buhârî, c. 1,
s. 220, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 379,İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 454, 455, Nesâf,
Sünen, c. 3, s. 102.
[59] Dârimî, Sünen,
c. 1, s. 119.
[60] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 300, 304.
[61] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 251.
[62] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 394.
[63] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 252, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 137-138, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve,
c. 2, s. 401, 402, Semhûdî, Vefa, c. 2, s. 390.
[64] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 137, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 454.
[65] Ahmedb. Hanbel,
c. 5, s. 339, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 220, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 283-284.
[66] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 191.
[67] İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 454, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 403.
[68] Sem hûdf,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 398.
[69] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 307.
[70] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 398400.
[71] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 400-410.
[72] Eyyub Sabri
Paşa, Mir'at-ı Medine, s. 424.
[73] Dârekutnî,
Sünen, c. 4, s. 196, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 122.
[74] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 70, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 47, Dârekutnî, c. 4, s.
196, Muhibbul-Taberî, Rıyâd, c. 2, s.122.
[75] Ahmedb. Hanbel,
c. 1, s. 70, Nesâf, c. 6, s. 47, Muhibbu't-Taberî, c. 2, s. 122.
[76] Dârekutni,
Sünen, c. 4, s. 196, M uhibbut-Taberî, c. 2, s. 122, Sem hûd f, Vefâu'l -vefa,
c. 1, s. 339.
[77] Ahmed b.
Hanbel, c. 1, s. 70, Dârekutnî, c. 4, s. 196, Muhibbu't-Taberî, c. 2, s. 196, Semhûdî,
c. 1,s.339.
[78] Nesâi, c. 6, s.
47, Dârekutnî, c. 4, s. 196, M uhibb ut-Taberî, c. 2, s. 122, Semhûdî, c. 1, s.
399.
[79] Ahmedb. Hanbel,
c. 1, s. 70, Nesâf, c. 6, s. 47, Muhibbu't-Taberî, c. 2, s. 122, Semhûdî, c.
1,s.339.
[80] Semhûdi, Vefa,
c. 1, s. 339.
[81] Ebu Dâvud,
Sünen, c.1, s. 123.
[82] Ahmedb. Hanbel,
c. 2, s. 1 30, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, c. 1 ,s.123.
[83] Semhûdi, Vefa,
c. 2, s. 481 .
[84] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 21 -22.
[85] Ahmedb. Hanbel,
c. 2, s. 1 30, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1,s.123.
[86] Süheylî,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 267.
[87] Ahmedb. Hanbel,
c. 2, s. 1 30, Buhârî, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, c. 1 , s. 123.
[88] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 22.
[89] Ahmedb. Hanbel,
c. 2, s. 1 30, Buhârî, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, c. 1 , s. 123.
[90] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 502.
[91] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 1 30, Buhârî, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, c. 1 , s. 123.
[92] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 501.
[93] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 1 30, Buhârî, c. 1, s. 115, Ebu Dâvud, c. 1 , s. 123.
[94] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 5.
[95] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 495.
[96] Semhûdi, Vefâu
'I-vefa, c. 2, s. 49 5, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 3 47.
[97] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 495, Diyarbekrî, c. 1, s. 347.
[98] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 51 6, 517.
[99] Dineverî,
Kitâbu'l-ahbâr, s. 326, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 284, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c.
2, s. 518.
[100] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 51 8.
[101] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 6, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 519.
[102] Yâkubî, Târih,
c. 2, s. 284, Taberî, Târih, c. 8, s. 65, İbn Esîr, Kâmil, c. 4, s. 532.
[103] Dineveri,
Kitâbu'l-ahbâr, s. 326, Yâkubî, c. 2, s. 284, Taberî, c. 8, s. 65.
[104] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 6, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 519.
[105] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 519.
[106] Yâkubî, Târih,
c. 2, s. 284, Taberî, Târih, c. 8, s. 65, İbn Esîr, c. 4, s. 532, Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 519.
[107] Yâkubî, Târih,
c. 2, s. 519.
[108] Belâzurî,
Fütûh, c. 1, s. 6, Taberî, Târih, c. 8, s. 65.
[109] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 499, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 268.
[110] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 517.
[111] Semhûdî,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 519.
[112] S em hûdf
.Vefâu'l-vefa, c. 2, s. 520, 684.
[113] Taberî, Târih,
c. 8, s. 88.
[114] Semhûdî, Vefâu'l-vefâ,
c. 2, s. 522.
[115] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 526, 527.
[116] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 6.
[117] Süheylî,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 267, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 540.
[118] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/85-101.
[119] Ibn Abdilberr,
Istiâb, c. 2, s. 683, Ibn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 328, Ibn Hacer, el-lsâbe,
c. 2, s. 18, Halebî, Insânu'l-uyûn, c.278.
[120] Şemhûdî,
Vefâu'l-vetâ, c. 2, s. 596-597.
[121] İtan Abdilberr,
İstiâb, c. 2, s. 683, İbnEar, Usdu'l-gâbe., c. 2, s. 328, İbn Hacer, el-İsâbe,
c. 2, s. 17,18.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/101.
[122] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 205-206 İbn Kuteytoe, Kitâbu'l-maârif, s. 126, İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1198, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 264, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 260-261, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 223.
[123] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155-156, Abdurrezzak, Musannef, s. 456-457, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 246-247,Ahmed b.Hanbel.Müsned, c. 4, s. 43, Buhârî, Sahih, c.
1, s. 150, Müslim, Sahih, c. 1, s. 285, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s.
134-135,Tiımizf, Sünen, c. 1, s. 359, 363, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 232,
Dârimî, Sünen, c. 1 , s. 214, Nesaî, Sünen, c. 2, s. 3.
[124] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 4,s. 207,Buhân, Sahih, c. 1,s.153.
[125] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 4, s. 207.
[126] İbn Abdilberr.
İstiâb. c. 2. s. 593-594.
[127] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/102.
[128] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 2, s. 374, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 71, Buhârî, Sahih, c.
2, s. 250, Müslim, Sahîh,c. 2, s. 1014, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 216,
Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 271 , İbn Mâce, Sünen, c. 1 , s. 452, Nesâf, Sünen, c.
2, s. 37, 38, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 271, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s.
82.
[129] Mâlik, Muvatta,
c. 1,s.1O9, Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 397, 398.
[130] Erkam b.
Ebi'l-Erkam'la (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 342).
[131] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 77, Buhârî, Târîhu'l-kebfr, c. 4, s. 204, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 342, 343.
[132] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 343.
[133] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 77, Buhârî, Târîhu'l-kebfr, c. 4, s. 204, Zehebî, Si
yem a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 342,343.
[134] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübejâ, c. 2, s. 342,343.
[135] Mâlik, M
uvatta, c. 1, s. 196, İbn E bi Şeybe, M usannef, c. 2, s. 371, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 53, 277, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 57, Müslim, Sahîh, c. 2, s.
1012,1014, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 147, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 450, 451,
Nesâf, Sünen, c. 2, s. 35, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 370, 371 , Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,
c. 5, s. 246.
[136] Ahmedb. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 333, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 1014.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/103-104.
[137] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 240.
[138] Şüheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 267, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 346.
[139] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 500.
[140] Süheyli,
Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 267, 268.
[141] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 500.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/104-105.
[142] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.2, s. 143.
[143] İbn Sa'd, Tabakât,
c. 1, s. 237, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 267.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/105.
[144] İbn Esîr,
Nihâye, c. 1, s. 34, Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 9.
[145] Seyyid Şerif,
Ta'rifât, s. 9.
[146] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.2, s. 154.
[147] Abdurrezzak,
Musannef, c. 457, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 148, Buhârî, Sahih, c. 1,
s. 150, Müslim, Sahîh, c. 1 , s. 285, Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 363, Nesâf,
Sünen, c. 2, s. 2, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 214.
[148] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 246.
[149] Beyhakî,
Sünenü'l -kübrâ, c. 1, s. 390, İ bn Hi bban'dan nak len Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-kârî,
c. 5, s. 103.
[150] İbn Hibban'dan
naklen Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-Kârî, c. 5, s. 103.
[151] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1 , s. 134, Beyhakî, Sünen ü'l-kübrâ, c. 1, s. 39.
[152] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 913, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 247.
[153] Abdurrezzak,
Musannef, c. 1, s. 455, 456.
[154] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43.
[155] Abdurrezzak,
Musannef, c. 456, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 1 34, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 232.
[156] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 154.
[157] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 154, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud, Sünen, c.
1, s. 134.
[158] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 154,155, Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 461, İbn Ebi
Şeybe, Musannef, c. 1, s. 203, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 232, Dârimî, Sünen, c.
1, s. 214.
[159] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1, s. 135.
[160] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud, c. 1, s. 135.
[161] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1,s.232.
[162] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1, s. 135.
[163] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 1 35.
[164] İbn İshak, İbn
Hişam ,Sîre, c. 2, s. 155, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1, s. 135, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 232, Dârimî, Sünen, c. 1, s.
214.
[165] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1 , s. 135.
[166] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155, Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 456, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 273.
[167] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 155, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1, s. 135.
[168] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 156, Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 456, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 273.
[169] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 156, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 143, Beyhakî, S
ünenü'l-kübrâ, c. 1, s. 425, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 529.
[170] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 420.
[171] İbn İshak, İbn
Hişam , Sîre, c. 2, s. 156, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 420, E bu Dâvud, Sünen,
c. 1, s. 143, Beyhakî, Sünen, c. 1, s. 425, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s.
529.
[172] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 420.
[173] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 156, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 529.
[174] İbn İshak, İbn
Hisam , Sîre, c. 2, s. 156, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 420, Ebu Dâvud, Sünen,
c. 1, s. 143, Beyhakî, Sünen, c. 1, s. 425, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 2, s.
529.
[175] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 156, Ebu Dâvud, c. 1, s. 1 43, Beyhakî, c. 1, s. 425, Semhûdî,
c. 2, s. 529.
[176] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 156, Ebu Dâvud, c. 1, s. 1 43, Beyhakî, c. 1, s. 425.
[177] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 1 , s. 143, Beyhakî, Sünen, c. 1, s. 425.
[178] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 420.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/105-110.
[179] Cum'a: 9,
Maide: 58.
[180] İbn İshak, İbn
Hisam , c. 2, s. 155,156, Abdurrezzak, Musannef, c. 1, s. 456, Ahmed b. Hanbel,
M üsned, c. 4, s. 43, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 143, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s.
232, Dârimî, Sünen, c. 1, s. 21 4.
[181] Abdurrezzak,
Musannef, c. 1, s. 483.
[182] Buhârî, Sahîh,
c. 1, s. 1 51, Ebu Dâvud, c. 3, s. 43, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 163, Dârimî,
Sünen, c. 2, s. 137.
[183] İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 12, s. 367, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 448-449, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 43, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 120, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 108,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 315.
[184] Mâlik,
Muvatta.c. 1,s. 69-70, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 313, Buhârî, Sahîh, c.
1, s. 1 51, Müslim, Sahîh, c.1 , s. 291, 292, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s.
142,143.
[185] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 35, Buhârî, Sahîh, t 1, s. 151, Nesâf, Sünen, c. 2, s.
12.
[186] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 411, Ebu Dâvud, c. 1, s. 142, İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 240, Nesâf, Sünen, c. 2, s. 12.
[187] Abdurrezzak,
Musannef, c. 1, s. 495, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 119, Ebu Dâvud, c. 1, s. 144,
Tirmizî, Sünen, c. 1 , s. 416.
[188] İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 237, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 1, s. 417.
[189] Abdurrezzak,
Musannef, c. 1, s. 463, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 , s. 140, Beyhakî, Sünen, c. 1,
s. 417.
[190] Abdurrezzak,
Musannef, c. 1, s. 465466, Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 390.
[191] Müslim, Sahîh,
c. 1 , s. 289, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 145, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 1,
s. 409, Begavf, Mesâbfhu's-sünne, c. 1, s. 33.
[192] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c.1, s. 181, Müslim, c.1, s. 290, Ebu Dâvud, c. 1, s. 145,
Tirmizî, Sünen, c. 1 , s. 411, 412, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 238-239, Nesâf,
Sünen, c. 2, s. 26.
[193] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 354, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 152, Ebu Dâvud, c. 1, s.
146, Tirmizî, c. 1, s. 413, İbn Mâce, c. 1, s. 239, Nesâf, c. 2, s. 27,
Beyhakî, c. 1, s. 410.
[194] Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 1, s. 410.
[195] Şefaatim
(Buhârî, Nesâf, BeyhakPnin rivayetine göre).
[196] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 354, Buhârî, c. 1, s. 152, Ebu Dâvud, c. 1 , s. 146, Tirmizî,
c. 1,s.413, İbn Mâce, c. 1,s.239, Nesâf, c. 2, s. 27, Beyhakî, c. 1, s. 410.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/110-112.
[197] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1328.
[198] Taberî, Târih,
c. 2, s. 256, 257, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1328, Süheylî, Ravdu'l-ünüf,
c. 4, s. 253.
[199] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 610, 612.
[200] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre.c.2, s. 153, Taberî, Târih, c.2,s. 257.
[201] İbn Şa'd,
Tabakât, c. 3, s. 611, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 138.
[202] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 154, İbn Sa'd, c. 3, s. 611, Taberî, Târih, c. 2, s. 257.
[203] İbn İshak, İbn
Hisam, c. 2, s. 154, Taberî, c. 2, s. 257.
[204] İbn
İshak.İbnHisam, c. 2, s. 154, İbn Sa'd, c. 3, s. 611, Taberî, c. 2, s. 257.
[205] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 3, s. 611.
[206] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 154, Taberî, c. 2, s. 257.
[207] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 3, s. 611.
[208] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 154, İbn Sa'd, c. 3, s. 611, Taberî, c. 2, s. 257.
[209] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre,c.2, s. 154, Taberî, c. 2, s. 257.
[210] Taberî, Târih,
c. 2, s. 257.
[211] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre,c.2, s. 154.
[212] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 154, İbn Sa'd, c. 3, s. 611, Taberî, c. 2, s. 257.
[213] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 2, s. 154, Taberî, c. 2, s. 257.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/112-113.
[214] İbrı İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 1, s. 228-234, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 75-79,
Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.S, s.441443,EbuNuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s.
258-262, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvec. 2, s. 92-97, İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c. 2,
s. 417-419, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 60-64, Zehebî, Târîhu'l-İslâm,
s. 95-101, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 332-335.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/114-122.
[215] Hz. Zeyneb,
Medine'ye gitmesine kocası As b. Rebi' müsaade etmediği için, bir müddet daha
Mekke'de kaldı (Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 269).
[216] 1 ukıyye; 40
dirhemdir. (Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 97, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s.
177, İbn Esîr, Nihâye, c. 5, s. 56, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 23.
[217] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 62-63.
[218] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 58.
[219] İbn İshak.İbn
Hişam, Sîre,c.4, s. 293, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 211, Buhârî, Sahih,
c. 4, s. 252.
[220] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 4, s. 283.
[221] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 211.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/122-123.
[222] . İbn İshak,
İtan Hişam, Sîre, c. 2, s. 238, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 65, Buhârî,
Sahîh, c. 2, s. 224.
[223] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 1003.
[224] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 260, Müslim, Sahih, c. 2, s. 1003.
[225] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238, Buharı, Sahih, c. 2, s. 225.
[226] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 225.
[227] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 65.
[228] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 239.
[229] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 65.
[230] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238.
[231] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238, Mâlik, Muvatta, c. 2, s. 890, Buhârî, Sahih, c. 4,
s. 264.
[232] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238.
[233] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238, Mâlik, Muvatta, c. 2, s. 890, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 65.
[234] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238-239.
[235] Buhârî, Sahih,
c. 4, s. 264, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 3, s. 382.
[236] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 65, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 264, Beyhakî, Sünen, c. 3,
s. 382.
[237] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre,c. 2, s. 239, Mâlik, Muvatta, c. 2, s. 891, Ahmed b.Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 83.Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 224-225.
[238] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 239.
[239] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre.c. 2, s. 239, Mâlik, Muvatta, c. 2, s. 891, Ahmed b.Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 83,Buhârî, Sahih, c. 2, s. 224-225, Beyhakî, Sünen, c. 3, s. 382.
[240] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 83, 260, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 225.
[241] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 239.
[242] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 65.
[243] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 239, Mâlik, c. 2, s. 891, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 65, Buhârî,
c. 2, s. 225, M udim, Sahih, c. 2, s. 1003, Beyhakî, c. 3, s. 382.
[244] Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 260, Buhârî, c. 7, s. 5.
[245] Buhârî, Sahîh,
c. 2, s. 225.
[246] Mâlik, c. 2, s.
891, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 260, Buhârî, c. 2, s. 225, Müslim, Sahîh, c. 2,
s. 1003, Beyhakî, c. 3, s. 382.
[247] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 239.
[248] Mâlik, c. 2, s.
891, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 260, Buhârî, c. 2, s. 225, Müslim, Sahih, c. 2,
s. 1003, Beyhakî, c. 3, s. 382.
[249] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 239, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 65.
[250] İbn İshak, İbn
Hişam , c. 2, s. 239, Mâlik, c. 2, s. 891, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 65,
Buhârî, c. 2, s. 225, Müslim, c. 2, s. 1003, Beyhakî, c. 3, s. 382.
[251] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 65, Buhârî, c. 225.
[252] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre,c. 2, s. 239, Mâlik, Muvatta, c. 2, s. 891, Ahmed b.Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 65.Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 225, Müslim, Sahih, c. 2, s. 1003, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 3, s. 382.
[253] İbn Esîr,
Nihâye, c. 4, s. 308.
[254] Firuzâbadi,
Kâmüsu'l-muhft, c. 1, s. 349, c. 3, s. 55.
[255] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 142, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 224, Müslim, Sahîh, c. 2,
s. 994.
[256] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 885, Müslim, Sahih, c. 2, s. 1000.
[257] Müslim, Sahîh,
c. 2, s. 1000, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1105.
[258] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 885.
[259] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 885, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 1000, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 11 05.
[260] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 885, Müslim, c. 2, s. 1000.
[261] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 885, Müslim, c. 2, s. 1000, İbn Mâce, c. 2, s. 1105.
[262] Buhârî, Sahîh,
c. 2, s. 225.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/123-127.
[263] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre,c.2, s. 150-152, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1,s.238,c.3, s. 22.
[264] Zührî, Megâzî,
s. 71, 72, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 358-359, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s.
156.
[265] İbn İshak, İbn
Hişam ,Sîre,c. 2, s. 238, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Bu hân ,
Sahih, c. 5, s. 173, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1423.
[266] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 147, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 197, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 224 .
[267] Mevlâ; köle
azad eden kişi, azadlanmış köle, dost, yardımcı, antlaşılan kişi., gibi çeşitli
mânâlara gelir. (İbn Kuteybe, Te'vflu Müşkili'l-Kur'ân, s. 352, Buharı, Sahih,
5, s. 178-179).
[268] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 147-150, E bu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 290-294, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 197-198, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
3, s. 224-226.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/127-134.
[269] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 286, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 221 .
[270] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 221, Müslim, Sahih, c. 2, s. 995.
[271] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 221.
[272] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 995.
[273] Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 221, Müslim, Sahih, c. 2, s. 995.
[274] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 2, s. 217.
[275] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 1000, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 5, s. 1 96.
[276] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 1000, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 217, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 5,
s. 196, İbn E sfr, Usdu'l-gâbe, c.4,s.11.
[277] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 1 03.
[278] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 119, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 217, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 5, s. 201.
[279] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 81, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 221, Müslim, Sahih, c. 2,
s. 995, 998, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 21 6.
[280] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 156, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 221, Müslim, Sahih, c. 2,
s. 999, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 216.
[281] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 308.
[282] İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 159.
[283] Müslim, Sahih,
c. 2, s. 1000, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 5, s. 1 96.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/134-136.
[284] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 263-264.
[285] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 69, İtan E ar, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 62,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 315, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 5, s. 339, Kastalânf, Mevâhibu'l-ledünniye, c. 1, s. 284, 285.
[286] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 250, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 129.
[287] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 69, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 62.
[288] İbn İshak.İbn
Hişam, c. 3, s. 331, Vâkıdî, c. 2, s. 610, Abdurrenak, c. 5, s. 337, Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 325, Buhârî, c.3,s.181.
[289] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 267, 268, 272.
[290] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 274, 285.
[291] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 68, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 62
[292] Taberî, Târih,
c. 3, s. 182, İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 68, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1,
s. 62, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 5, s. 340.
[293] Zehebî, Si yem
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 349.
[294] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 865.
[295] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 57, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 208, 209, Hâkim,
Müstedrek, c. 2, s. 330, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 2, s. 42.
[296] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 218, Ebu'l-Fidâ, Tefsfr, c.2,s. 583, Heysemî,
Meonau'i-zevâid.c. 7, s. 48, 49,Suyûtî, Dürru'l-mensûr, c. 4, s. 128.
[297] Sehâvi", I
râkPni n E Ifi yye şerhi F ethu' l-m uğfs, c. 2, s. 16 5.
[298] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 186.
[299] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 182, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 307.
[300] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 2, s. 538.
[301] Buhârî, Sahih,
c. 5, s. 210.
[302] Buhârî, Sahih,
c. 6, s. 98.
[303] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 185, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 210.
[304] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 69, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 62.
[305] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 2, s. 421.
[306] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 1, s. 265, 273, 274, 279, 284, 285.
[307] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 69, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 62, 63.
[308] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 266, 267.
[309] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 268, 269, 274.
[310] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 271 .
[311] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 271 - 273.
[312] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 286.
[313] İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 315, 316.
[314] İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 172.
[315] İbn Abdilberr,
c. 3, s. 865-866, İbn E sfr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 173.
[316] İbn Abdilberr,
c. 3, s. 866, İbn Esîr, c. 3, s. 173, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s.
344, 345.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/136-141.
[317] Al,-i İmran:
72, İbn İshak, İbn Hişam, Sine, c. 2, s. 202.
[318] Buhârî, SahiVı,
c. 4, s. 1 81.
[319] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 120, Buhârî, SahıVı, c. 4, s. 1 81.
[320] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 120-121.
[321] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 120,121, Buhârî, c. 4,5.181 .
[322] Buhârî, SahıVı,
c. 4, s. 181.
[323] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 121.
[324] Buhârî, SahıVı,
c. 4, s. 1 81.
[325] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 121, Buhârî, SahıVı, c. 4, s. 181 .
[326] Buhârî, SahıVı,
c. 4, s. 1 81.
[327] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 121.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/141-142.
[328] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 270, İtan Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 1 95-1 96,
Semhüdf, Vefâu'l-vefa, c. 1, s. 326, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 343.
[329] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 718.
[330] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 51, 139,152,175,216, 240, 244,250,272.
[331] İbn Adilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1172.
[332] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 103.
[333] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 3, s. 126.
[334] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 273, 274.
[335] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 285, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 432-433.
[336] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 285.
[337] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 274.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/142-143.
[338] Semhüdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 2, s. 747, 748.
[339] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,s.242,İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 725.
[340] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, Tiımizf, c. 3, s. 514, İbn Mâce,
c. 2, s. 725, Nesâf, c. 7, s. 14, Beyhakî, c. 5, s. 266.
[341] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, Tirmizî, c. 3, s. 514, İbn Mâce,
c. 2, s. 725-726, Nesâf, c. 7, s. 14.
[342] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, Tirmizî, c. 3, s. 514, İbn Mâce,
c. 2, s. 725, Nesâf, c. 7, s. 14.
[343] Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 514.
[344] Ebu Dâvud, c.
3, s. 242, Nesâf, c. 7, s. 14.
[345] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, İbn Mâce, c. 2, s. 726.
[346] Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, İbn Mâce, c. 2, s. 726, Nesâi, c.
7, s. 14, 15.
[347] Ahmed b.
Hanbel, M üsned, c. 4, s. 6, Ebu Dâvud, c. 3, s. 242, Tirmizî, c. 3, s. 514,
İbn Mâce, c. 2, s. 726, Nesâf, c. 7, s.14, 15.
[348] Tirmizî, c. 3,
s. 515, 516, İbn Mâce, c. 2, s. 726.
[349] Tirmizî, c. 3,
s. 516, İbn Mâce, c. 2, s. 726, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 163.
[350] Müslim, Sahih,
c. 1 , s. 99, Tirmizî, c. 3, s. 606.
[351] Müslim, c. 1,
s. 99.
[352] Tirmizî, c. 3,
s. 606.
[353] Müslim, c. 1,
s. 99, Tirmizî, c. 3, s. 606.
[354] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 22, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 28, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1156, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 269.
[355] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 215, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1159,1161, Ebu Dâvud, c.
3, s. 281, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 168.
[356] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 401, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 283.
[357] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 238, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 28, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1154, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,s. 269.
[358] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 340, Buhârî, c. 3, s. 9, Tirmizî, c. 3, s. 610, İbn Mâce, c.
2, s. 742.
[359] Buhârî, Sahıh,
c. 3, s. 9, Tirmizî, c. 3, s. 610.
[360] İbn Mâce,
Sünen, c. 2, s. 742.
[361] Buhârî, Sahıh,
c. 3, s. 9, Tirmizî, c. 3, s. 610, İbn Mâce, c. 2, s. 742.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/143-146.
[362] Nisa: 58,59.
[363] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre., c. 2, s. 149, E bu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, c. 293, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 197, Etau'l- Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 225.
[364] E bu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 299, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 613, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
776, Hâkim, Müstedrek, c.4, s. 90, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 116,117.
[365] İbn Mâce,
Sünen, c. 2, s. 775, Hâkim , Müstedrek, c. 4, s. 93, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,
c. 10, s. 88.
[366] Buhârî, Sahih,
c. 8, s. 157, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1342, E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 299,
Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 615, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1342, Nesâf, Sünen, c.
8, s. 224.
[367] Buhârî, Sahih,
c. 8, s. 108,109, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1342, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 302,
Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 620, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 776.
[368] Dârekutnî,
Sünen, c. 4, s. 205, Ebu Ya'lâ'nın Müsned'inden naklen Suyûtî,
el-Câmiu's-sağfr, c. 1, s. 15, Alâüddin Ali,Kenzu'l-ummâl, c. 6, s. 102.
[369] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 302.
[370] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 337, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 111, Ebu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 301, Tirmizî,Sünen, c. 3, s. 618.
[371] Buhârî, Sahih,
c. 3, s. 11 6, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1 336, 1337, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s.
311, Tirmizî, Sünen, c.3, s.626, 627.
[372] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 311, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 180.
[373] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 719, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 308, Buhârî, Sahih, c. 8, s.
112, Müslim, Sahih, c. 3, s.1337, Ebu Dâvud, c. 3, s. 301, Tirmizî, c. 3, s.
624, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 777.
[374] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 308.
[375] Mâlik, c.2,s.
719, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 308, Buhârî, c. 8, s. 112, Müslim, c. 3, s.
1337, Ebu Dâvud, c. 3, s. 301 , Tirmizî, c. 3, s. 624, İbn Mâce, c. 2, s. 777.
[376] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 212, Müslim, c. 1, s. 123, Ebu Dâvud, c. 3, s. 312, Tirmizî,
c. 3, s. 625, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 1 44.
[377] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 212, E bu Dâvud, c. 3, s. 221.
[378] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 212, Müslim, c. 1, s. 123, Ebu Dâvud, c. 3, s. 312, Tirmizî,
c. 3, s. 625, Beyhakî, c. 10, s. 144.
[379] Ahmed b b.
Hanbel, c. 5, s. 212, Ebu Dâvud, c. 3, s. 221.
[380] Müslim, c. 1,
s. 123, Ebu Dâvud, c. 3, s. 312, Tirmizî, c. 3, s. 625, Beyhakî, c. 10, s. 144.
[381] Ahmed b. Hanbel,
c. 5, s. 212, Müslim, c. 1, s. 123, Ebu Dâvud, c. 3, s. 312, Tirmizî, c. 3, s.
625, Beyhakî, c. 10, s. 144.
[382] Müslim, Sahîh,
c. 1 , s. 123, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 312, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 625.
[383] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 212, 21 3, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 312.
[384] Müslim, Sahîh,
c. 1, s. 123, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 221, 312, Tirm izf, Sünen, c. 3, s.
625, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 144.
[385] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 213.
[386] Müslim, Sahîh,
c. 1, s. 124, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 221, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 625,
Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10,s. 144.
[387] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 213, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 221.
[388] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 213.
[389] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 727, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 260, Müslim, Sahih, c. 1, s. 1
22.
[390] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 260.
[391] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 211, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 159, Ebu Dâvud, Sünen, c.
3, s. 311, 312, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 569, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 778.
[392] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 312, 313, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 780.
[393] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 211, Buhârî, c. 3, s. 159, Ebu Dâvud, c. 3, s. 31 2,
Tirmizî, c. 3, s. 211, İbn Mâce, c. 2, s. 778.
[394] Âli-imran: 77.
[395] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 304. Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 635, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
788.
[396] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 454, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 11 7,118, Müslim, Sahîh,
c. 3, s. 1192, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 304, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.. 811,
Nesâf, Sünen, c. 8, s. 239.
[397] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 454.
[398] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 454, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 118, M üslim, Sahih, c. 3, s.
1192, Ebu Dâvud, c. 3, s. 304, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 811, Nesâf, Sünen, c.
8, s. 239.
[399] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 216, Taberî, Tefsir, c. 6, s. 273, 274, Vâhidf,
Esbâbu'n-nüzûl, s. 132, Zemahşeri, Keşşaf, c. 1, s. 618, Kurtubf, Tefsir, c. 6,
s. 213.
[400] Mâide: 49-50.
[401] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 213, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 232, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 246, 247.
[402] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1327, Ebu Dâvud, Sünen,
c. 4, s. 4, s. 154, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 855, Taberî, Tefsfr, c. 6, s.
232, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 246.
[403] İbn İ sha k, İ
bn H i şam, Sîre, c. 2, s. 213-214, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 232, B eyhak f, S
ünenü'l -kübrâ, c. 8, s. 246-247.
[404] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1327, Ebu Dâvud, Sünen,
c.4, s. 154, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 855, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 232, Beyhakî,
Sünen, c. 8, s. 246.
[405] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 214, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 232, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c.
8, s. 247.
[406] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 154, Taberî, Tefsfr,
c. 6, s. 232, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 855, Beyhakî, Sünen, c. 8, s. 246.
[407] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 232, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s. 246.
[408] Müslim, Sahîh,
c.3, s. 1326, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 153.
[409] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215.
[410] Taberî, Tefsfr,
c. 6, s. 233.
[411] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215.
[412] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 233
[413] Taberî, Tefsfr,
c. 6, s. 233.
[414] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 233.
[415] Taberî, Tefsfr,
c. 6, s. 233.
[416] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215.
[417] Taberî, Tefsfr,
c. 6, s. 233.
[418] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 215.
[419] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1327, Ebu Dâvud, Sünen,
c. 4, s. 1 54, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 855, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 8, s.
246, Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 130, 131.
[420] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 215, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 286, İbn Mâce, c. 2, s. 855.
[421] İbn İshak, İbn
Hişam , c. 2, s. 215, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 286, Buhârî, c. 4, s. 186,
Müslim, c. 3, s. 1327, İbn Mâce.c. 2, s. 855, Beyhakî, c. 8, s. 247.
[422] . İbn İshak,
İbn Hişam, c. 2, s. 214, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 286, Taberî, c. 6, s. 233,
Beyhakî, c.8,s. 247, Vâhidf, s. 130, 131.
[423] Mâide: 41.
[424] . Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 171, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 89, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1299, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 180, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 15, İbn
Mâce, Sünen, c. 2, s. 889, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 22.
[425] Buhârî, Sahîh,
c. 8,, s. 64.
[426] Müslim, Sahîh,
c. 3, s. 1299, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 18.
[427] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 171, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 89, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1299, Ebu Dâvud, Sünen, c.4, s. 180, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 15, İbn Mâce,
Sünen, c. 2, s. 889, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 22.
[428] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 37, Tirmizî, Sünen, c. 4,
s. 1 5, Nesâf, Sünen, c. 8, s. 22.
[429] Ahmed b.
Hanbel, c.3, s. 262, Tirmizî, c. 4, s. 15, Nesâf, c. 8, s. 22.
[430] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 171, 203, Buhârî, c. 6, s. 1 76, Müslim, c. 3, s. 1299, Ebu
Dâvud, c.4, s. 180, Tirmizî, c. 4, s. 15, İbn Mâce, c. 2, s. 889, Nesâf, c. 8,
s. 22.
[431] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 262, Buhârî, c. 6, s. 1 76, Tirmizî, c. 4, s. 15, Nesâf, c. 8,
s. 22.
[432] Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 262.
[433] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 183, 262, Buhârî, c. 3, s. 89, Nesâf, c. 8, s. 22.
[434] Buhârî, Sahih,
c. 8, s. 37, Ebu Dâvud, c. 4, s. 180.
[435] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 183, 262, Buhârî, c. 3, s. 89, Nesâf, c. 8, s. 22.
[436] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 262, Tirmizî, c. 4, s. 15, Nesâf, c. 8, s. 22
[437] Ahmed b.
Hanbel, c.3, s. 269, Müslim, c.3, s. 1300, Ebu Dâvud, c. 4, s. 180...
[438] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 262, Nesâf, c. 8, s. 22.
[439] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 176, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1299, Ebu Dâvud, Sünen, c.4, s. 1 80, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 15, Nesâf,
Sünen, c. 8, s. 22.
[440] Buhârî, Sahîh,
c. 6, s. 1 76.
[441] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 171, Buhârî, c. 6, s. 176, Müslim, c. 3, s. 1299, Ebu
Dâvud, c. 4, s. 180, Tirmizî, c.4,s. 15, Nesâf, c. 8, s. 22.
[442] Buhârî, Sahih,
c. 8, s. 37.
[443] Ahmed b.
Hanbel, c. 3, s. 171, Buhârî, c. 6, s. 1 76, Müslim, c. 3, s. 1299, Ebu Dâvud,
c. 4, s. 180, Tirmizî, c. 4, s. 1 5.
[444] Buhârî, c. 8,
s. 37, Müslim, c. 3, s. 1299, Ebu Dâvud, c. 4, s. 180, Tirmizî, c. 4, s. 15.
[445] Buhârî, Sahih,
c. 6, s. 176.
[446] Ahmed b.
Hanbel, c.3, s. 193, Buhârî, c. 6, s. 1 76, Müslim, c.3, s. 1299, Ebu Dâvud, c.
4, s. 180, Tirmizî, c. 4, s. 15.
[447] Buhârî, Sahih,
c. 8, s. 38.
[448] Ahmed b.
Hanbel, c.3, s. 171, Buhârî, c. 6, s. 1 76, Müslim, c.3, s. 1299, Ebu Dâvud, c.
4, s. 180, Tirmizî, c. 4, s. 15.
[449] Ahmed b.
Hanbel, c.3, s. 262, Buhârî, c. 3, s. 89, Müslim, c. 3, s. 1300, Ebu Dâvud, c.
4, s. 180, Tirmizî, c. 4,s.15.
[450] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 262, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 89, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1300, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 180. Tirmizî. Sünen. c. 4. s. 15. Nesâf.
Sünen. c. 8. s. 22.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/146-158.
[451] Ahmed b.
Hanbel, M üsned, c. 1, s. 75, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 74, Tirmizi, Sünen, c.
5,. 627, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 6, s. 1 68, Begavf, Mesâbfhu's-sünne, c. 2
s. 198, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 123.
[452] Buhârî, Sahili,
c. 3, s. 74, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 627, Beyhakî, Sünen, c. 6, s. 16, Begavf,
Mesâbfhu's-sünne, c. 2, s.198.
[453] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 75, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 627, Beyhakî, Sünen, c.
6, s. 168, Begavf, Mesâbfhu's-sünne, c. 2, s. 198, Muhibbut-Taberî, c. 2, . 1
23.
[454] Ahmed b.
Hanbel, c.1, s. 75, Buhârî, c. 3, s. 74, Tirmizî, c. 5, s. 627, Begavf, c. 2,
s. 198.
[455] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 70, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 1 22.
[456] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 504.
[457] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 3, s. 970, 971.
[458]
Muhibbu1-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 122, Semhûdî, Vetâu'l-vetâ, c. 3, s.
969.
[459] Semhûdi,
Vefau'l-vefa, c. 3, s. 968.
[460] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1039,1040, Muhibbul-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 2, s. 122,123, Semhûdî,
Vefâu'l-vefa, c. 3, s. 970.
[461] Semhûdi,
Vefâu'l-vefâ, c. 3, s. 968-969.
[462] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 744, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 316, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1,
s. 9.
[463] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 744, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 830, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1,
s. 9.
[464] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s.744, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 1 0, s. 161, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 16, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. . 830, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 9.
[465] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 10.
[466] Müslim, Sahîh,
c. 3, s. 1197, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 278.
[467] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 744, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 75, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1198, Ebu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 277, Tirmizi, Sünen, c. 3, s. 572, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 6, s. 152.
[468] Mâlik, Muvatta,
c. 2, s. 745, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 6, s. 1 52.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/158-160.
[469] Taberî, Tefsfr,
c. 4, s. 318.
[470] Vâhidf,
Esbâbu'n-nüzûl, s. 97.
[471] Taberî, Tefar,
c. 4, s. 318, Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 97.
[472] Vâhidf,
Esbâbu'n-nüzûl, s. 97.
[473] Ebu'l-Fidâ,
Tefen-, c. 1, s. 468.
[474] Nisa: 22-26.
[475] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 426, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 224, Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 432, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 60,61.
[476] Taberî, Tefefr,
c. 4, . 232.
[477] Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 436, İ bn Mâce, Sünen, c. 1, s. 627.
[478] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 2, s. . 272, Tirm izf, Sünen, c. 3, s. 436, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s.
627.
[479] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 232, Ebu Dâvud, Sünen, c. I 2, s. 272, Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 436, İbn Mâce, Sünen, c. 1,5.627.
[480] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 232.
[481] Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 436, İ bn Mâce, Sünen, c. 1, s. 627.
[482] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 232, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 272.
[483] Ebu Dâvud,
Sünen, c. 2, s. 272, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 628, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c.
7, s. 183.
[484] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 44, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 435, İbn Mâce, Sünen, c.
1, s. 628, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 342.
[485] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 336, Buhârî, Sahîh.c. 6, s. 121, Müslim, Sahîh.c. 2,
s. 1041, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 421, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 113.
[486] Buhârî,
Sahîh.c. 6, s. 1 21, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 1041 , Nesâf, Sünen, c. 6, s. 113.
[487] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 336, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 421.
[488] Buhârî, Sahîh,
c. 6, s. 1 21-1 22, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 1041, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 113.
[489] Ahmed b.
Hanbel, c. 6, s. 336, Buhârî, c. 6, s. 1 22, Müslim, c. 2, s. 1041, Nesâf, c.
6, s. 113.
[490] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 336, Tirmizî, c. 3, s. 43 421 , 422.
[491] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 336, Buhârî, c. 6, s. 1 22, Müslim, c. 2, s. 1041, Nesâf, c.
6, s. 113.
[492] Buhârî, Sahih,
c. 6, s. 1 22, Müslim, c. 2, s. 1041, Nesâf, c. 6, s. 113
[493] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 336, Buhârî, c. .6, s. 122, Müslim, c. 2, s. 1041, Tirmizî, c.
3, s. 421, Nesâf, c. 6, s. 113.
[494] Buhârî, c. 6,
s. 122, Müslim, c. 2, s. 1041.
[495] Buhârî,
Sahîh.c. 6, s. 1 22, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 1041 , Nesâf, Sünen, c. 6, s. 113.
[496] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 336, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 122, Müslim, Sahîh, c. 2,
s. 1041 , Nesâf, Sünen, c. 6, s.113.
[497] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 336, Buhârî, c. 6, s. 122, Müslim, c. 2, s. 1041, Tirmizî
Sünen, c. 3, s. 422, Nesâf, c. 6, s. 113.
[498] Buhârî, c. 6,
s. 122, Müslim, c. 2, s. 1041.
[499] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 336, Müslim, c. 2, s. 1041, Tirmizî, c. 3, s. 422.
[500] Buhârî, c. 6,
s. 122, Müslim, c. 2, s. 1041.
[501] Müslim, Sahîh,
c. 2, s. 1041.
[502] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 445, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 420, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 138.
[503] Tirmizî, Sünen,
c. 3, s. 395, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 7, s. 82.
[504] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 302, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 65.
[505] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 302, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 123, Ebu Dâvud, Sünen, c.
2, s. 219, Tirmizî, Sünen, c. 3,s. 396, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 65.
[506] Buhârî, Sahîh,
c. 6, s. 1 23, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 219.
[507] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 302, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 123, E bu Dâvud, Sünen,
c. 2, s. 219, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 396, Nesâf, Sünen, c. 6, s. 65.
[508] Ebu Dâvud.
Sünen. c. 2. s. 238.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/160-167.
[509] Sebe: 28, A'râf
158.
[510] Bakara: 151,
Nisa: 113.
[511] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 183, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 591, Muhibbut-Taberî,
Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 231.
[512] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 123.
[513] Buhârî, Sahih,
c. 1, s. 34.
[514] Nisa: 113.
[515] Buhârî. Sahih.
c. 8. s. 1 49.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/167-170.
[516] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 418, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 82, 83, Hâkim,
Müstedrek, c. 1, s. 91.
[517] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 255.
[518] Ebu Nuaym,
Hilyetü'l-evliyâ, c. 1, s. 34-385, c. 2, s. 3-34.
[519] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 1, s. 255, c. 3, s. 51 4, Buhâıf, Sahih, c. 5, s. 41, 42.
[520] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 137.
[521] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 3, s. 514, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 109, Buhârî, Sahih, c.
5, s. 41, 42, Müslim, Sahih, c. 1, s. 469.
[522] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 359, 360, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1,s.125.
[523] Tevbe: 60.
[524] Hemmam b.
Münebbih. Sahife. 74. hadis.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/170-171.
[525] Zehebî, Si yem
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[526] Hâkim,
Müsiedrek, c. 3, s. 488.
[527] İtin Abdilberr,
İsiiâb, c. 1, s. 341, 342, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[528] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 344, c. 3, s. 1 324, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 6, c. 4,
s. 488, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s:. 375.
[529] Ahmedb. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 456, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1 325, Begavf,
Mesâbfhu's-sünne, c. 2, s. 109.
[530] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 344, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[531] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1935, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 238, Begavf,
Mesâbfhu's-sünne, c. 2, s. 108, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 375.
[532] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 344.
[533] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 488.
[534] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1935, 1936, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 238.
[535] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 489, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[536] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[537] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 489, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[538] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1935, 1936, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 238.
[539] Buhârî, Sahîh,
c. 4, s. 1 62, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 488.
[540] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 342, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[541] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[542] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 342, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[543] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1934, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 238.
[544] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1934, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 10, s. 238.
[545] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368-369.
[546] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s:. 342, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[547] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1936, Beyhakî, Sünen, c. 10, s. 238, Zehebî, Siyeru a'lâm i'n-nübelâ,
c. 2, s. 368.
[548] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 341, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5
[549] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1936, Beyhakî, Sünen, c. 10, s. 238, Zehebî, Siyeru a'lâm i'n-nübelâ,
c. 2, s. 369.
[550] Buhârî, Sahîh,
c. 4, s. 162, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1936, Beyhakî, Sünen, c. 4, s. 238,
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 368.
[551] Müslim, Sahîh,
c. 4, s. 1936, Beyhakî, Sünen, c. 10, s. 238, Begavf, Mesâbfhu's-sünne, c. 2,
s. 1 08.
[552] Ebu Süfyan b.
Hâris'in annesi Sümeyye'nin babası Mevheb, Abdi Menaf oğullarının kölesi idi
(Nevevf, Müslim Şerhi).
[553] Müslim, Sahih,
c. 4, s. 1935, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 342, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c.
2, s. 5.
[554] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 343, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 5.
[555] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 343.
[556]
Mus'abu'i-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 1 7,18.
[557] M. Asım Köksal,
İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/171-175.
[558] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 174, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1422.
[559] İbn İshak
jbnHişam ,Sîre,c. 2, s. 236, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî,
Sahîh, c. 5, s. 172, Müslim, Sahih,c. 3, s. 1422.
[560] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, SahıVı, c. 5, s. 172, Müslim, SahıVı, c.
3, s. 1422.
[561] İbn İshak
jbnHişam ,Sîre,c. 2, s. 236, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Bu hân,
SahıVı, c. 5, s. 172, Müslim, SahıVı, c. 3, s. 1422.
[562] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 236, 237.
[563] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, SahıVı, c. 5, s. 172,173, Müslim , Sahih,
c. 3, s. 1422, 23.
[564] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[565] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, SahıVı, c. 5, s. 173, Müslim, SahıVı, c.
3, s. 1423.
[566] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 173,
Müslim, c. 3, s. 1423.
[567] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[568] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 173,
Müslim, c. 3, s. 1423.
[569] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[570] İbn İshak, İbn
Hişam , Sîre, c. 2, s. 237, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, S
ahfh, c. 5, s. 173, Müslim, Sahîh,c. 3, s. 1423.
[571] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[572] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5,
s. 173, Müslim, Sahîh.c.3, s. 1423.
[573] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 173, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1423.
[574] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[575] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 237, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 173,
Müslim, c. 3, s. 1423.
[576] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[577] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 173, Müslim , c. 3, s. 1 423.
[578] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[579] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 1 73, Müslim, c. 3, s. 1423.
[580] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[581] Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 173, Müslim, Sahîh, c. 3,
s. 1423.
[582] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 237.
[583] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 238, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 173, Müslim,
c. 3, s. 1423.
[584] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 238.
[585] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 1 73, Müslim, c. 3, s. 1423.
[586] İbn İshak, İbn
Hişam, c. 2, s. 238.
[587] Ahmed b.
Hanbel, c. 5, s. 203, Buhârî, c. 5, s. 1 73, Müslim, c. 3, s. 1423.
[588] Bakara: 1 09,
Âl-i İmran: 186.
[589] Buhârî,Sahîhıc.5,s.172,Bev+ıakfıSünenü'l-kübrâ,c.9,
s. 10, Kurtubf, Tefsfr, c. 2, s. 72, 73, Ebu'l-Fidâ, Tefsfr, c. 1,s. 436.
[590] İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 2, s. 234, 235.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/175-179.