Hz. Ali'nin annesi Fâtıma Hatun, Hâşim oğulları
kadınlarından olup, Peygamberimiz Aleyhisselamin amcası Ebu Talib'in zevcesi
idi.
Kendisinin gerek Ebu Talib'le ve gerek
Peygamberimiz Aleyhisselamla soyu Hâşim'de birleşir.[1]
Fâtıma Hatun; Hâşim oğulları kadınları içinde,
Hâşimî erkek sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya getiren hatundu.[2]
Hâşim oğulları kadınlarından, halife annesi
olanların da ilki idi.
Ondan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz.
Fatma gelir ki, Hz. Hasan'ı dünyaya getir-miştir.[3]
Fâtıma Hatun; Peygamberimiz Aleyhisselama-dedesi
Abdulmuttalib'in ölümü üzerine-sekiz yaşından itibaren mürebbilik, annelik
yapmıştı: Kendi çocukları aç dururken Peygamberimiz Aleyhisselamın kamını
doyurur, kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken, o önce
Peygamberimiz Aleyhisselamın saçını başını tarar, gülyağlanyla yağlardı.[4]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu sık sık ziyaret
ederdi.[5]
Fâtıma Hatun, faziletli, salih amelli bir İslâm
hatunu idi.[6]
Kendisi, H icretin dördüncü yılında,[7]
Medine'de[8]
vefat etti.[9]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bugün annem vefat etti!" buyurdu.[10]
Kendi gömleğini ona kefen olarak sardırdı.[11]
Cenaze namazını kıldırdı. Kabrinin içine indi. Sanki genişletir gibi, kabrin
köşelerine eliyle işaret etti ve kabrin içine uzandıktan sonra kabirden çıktı.
Gözleri yaşarmış, gözyaşı kabre damlamıştı.[12]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sahabileri:
"Senin buna yaptığını gördüğümüz şeyi hiç
kimseye yaptığını görmemiştik!?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ebu Talib'den sonra, bunun kadar bana iyiliği
dokunan bir kimse olmamıştır!
Kendisine Cennet elbiselerinden giydirilsin diye,
gömleğimi kefen olarak giydirdim!
Kabir hayatı kendisine mülayim ve kolay gelsin diye
de, kabirde yanına uzandım!" buyurdu.[13]
Peygamberimiz Aleyhisselamin kızı ve Hz. Osman'ın
zevcesi Hz. Rukayye'den bir erkek çocuk doğmuş, ona Abdullah adı konulmuştu.
Abdullah, altı yaşında bulunduğu sırada, bir horoz
onun yüzünü ve gözünü gagalamış, şişirmişti.
Bunun üzerine tutulduğu hastalıktan kurtulamayarak,
Hicretin dördüncü yılında Cumâdelûlâ ayında vefat etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun cenaze namazını
kıldırdı. Hz. Osman da onu kabrine indirdi.[14]
Peygamberimiz Aleyhisselam Abdullah'ın kabrinin
başına bir taş dikti. Gözleri yaşarmış olduğu halde:
"Yüce Allah, kullarından, merhametli ve yufka
yürekli olanlara rahmet eder!" buyurdu.[15]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin dördüncü
yılında, Zeyci b. Sabit'e Yahudilerin yazısını öğrenmesini emredip:[16]
"Ben, yazılarımı onların
değiştirmeyeceklerinden emin değilim!" buyurdu.[17]
Zeyd b. Sabit der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Zeyd! Sen benim için Yahudi yazısını öğren[18]
Çünkü, vallahi, ben, yazacağım şeyler hakkında Yahudilere itimad edemem,
güvenemem!1 buyurdu.
Bunun üzerine, ben de, yarım ay geçmemişti ki, onu
öğrenmiş, hatta onda maharet kazanmıştım.
Peygamber Aleyhisselam Yahudilere birşey yazacağı
zaman onu ben yazar; kendisine Yahudilerden gelen yazıları da ben okurdum
."[19]
Yine Zeyd b. Sabit der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Süryanice'yi güzelce okuyup yazabilir misin?
Çünkü, bana Süryanice yazılar geliyor!1 buyurdu.
Ben:
'Hayır! İyi okuyup yazamam!'dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen onu iyice öğren!' buyurdu.
Onyedi günde öğrendim ."[20]
Allah ondan razı olsun![21]
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Zeyneb
binti Huzeyme, Hicretin dördüncü yılında Rebiülâhir ayının sonunda vefat etti.[22]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, cenaze namazını
kıldırdıktan sonra, onu Bakiyy kabristanına defnet-ti.[23]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatında, Hz. Hatice
ile Hz. Zeyneb'den başka zevcesi vefat etmem iştir.[24]
Hz. Zeyneb, Cahiliye devrinde, yoksullara çok
sadaka verdiği için, "Miskinler Annesi" diye anılırdı.[25]
Ebu Seleme b. Abdulesed Hicretin dördüncü yılında
Cumâdelâhir'in sonuna doğru vefat edince, zevcesi Ümmü Seleme Hind dul
kalmıştı.[26]
Kendisinin Ebu Seleme'den Zeyneb, Seleme, Ömer,
Rukayye isimlerinde dört çocuğu vardı.[27]
Hz. Ümmü Seleme, okuma bilir, yazı yazmayı
bilmezdi.[28]
Kadın sahabilerin fıkhı en iyi bilenlerindendi.
Peygamberimiz Aleyhisselamdan 378 hadis rivayet
etmiştir.[29]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Ebu Seleme bir gün Resûlullah Aleyhisselamın
yanından yanıma geldi de:
'Resûlullah Aleyhisselamdan bir söz işittim, ona
sevindim: Müslümanlardan, musibete uğrayan bir kimse, musibete uğradığı zaman
'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah'ınız (Allah'ın kullarıyız) ve
muhakkak O'na dönücüleriz!1 [Bakara: 156] der ve 'Musibetimin
arkasından bana daha hayırlısını ihsan buyur!1 diye dua ederse,
muhakkak, Allah bunun gereğini yapar, buyurdu1 dedi.
Ebu Seleme'den, bunu ezberledim."[30]
Hz. Ümmü Seleme, bir gün, kocası Ebu Selemeye:
"Bana erişen habere göre; Cennetlik kocası
ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisi ile evlenmezse, muhakkak Allah
onu Cennette kocası ile biraraya getirecekmiş!
Yine bunun gibi, Cennetlik zevcesi ölen Cennetlik
bir erkek de, sonradan başka bir kadınla evlenmezse, Allah muhakkak onu da
Cennette kocası ile biraraya getirecekmiş!
Öyleyse, gel, seninle ahidleşelim: Ne sen benden
sonra evlen, ne de ben senden sonra evleneyim!" demişti.
Ebu Seleme, ona:
"Sen bana itaat eder, sözümü dinler
misin?" diye sordu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Ben sana ancak itaat etmek, söylediğini
dinlemek için danışırım" dedi.
Bunun üzerine, Ebu Seleme:
"Ben öldüğüm zaman sen evlen!" dedikten
sonra:
"Allah'ım! Benden daha hayırlı, onu hor
görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasip et!" diyerek dua etti.[31]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Ebu Seleme vefat ettiği zaman, Peygamber
Aleyhisselama gidip:
'Yâ Rasûlallah! Ebu Seleme vefat etti. Ne diyeyim,
nasıl dua edeyim?1 diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Allah'ım! Beni de, onu da yarlığa! Bana, onun
ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan et!' de' buyurdu.[32]
Kendi kendime:
'Benim için, Resûlullah Aleyhisselamın sahabisi Ebu
Seleme'den daha hayırlı kim olabilir?[33]
Müslümanların hangisi Ebu Seleme'den daha
hayırlıdır?
O; aiIesiyle birlikte Resûlullah Aleyhisselama
hicret eden ilk hanedir dedim.[34]
Sonra, Allah bana bir azim verdi de, Resûlullah
Aleyhisselamın tavsiye buyurduğu duayı okumaya devam ettim."[35]
Hz. Ümmü Seleme'nin iddeti; dört ay on günlük
bekleme, evlenmeme müddeti (Bakara: 234) dolunca, ona Hz. Ebu Bekir talip
oldu.
Hz. Ümmü Seleme onu reddetti.
Sonra, Hz. Ömer talip oldu.
Hz. Ümmü Seleme onu da reddetti.[36]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisi
için dünürlük yapmak üzere, Hâtıb b. Ebi Belteayı Hz. Ümmü Selemeye gönderdi.[37]
Hz. Ümmü Seleme:
"Resûlullah Aleyhisselama ve elçisine merhaba!
Tarafımdan Resûlullah Aleyhisselama haber ver ki;
ben kıskanç bir kadınım!
Aynı zamanda çoluklu çocukluyum.
Şahit olarak da, yanımda velilerimden bir kimse
yok!" dedi.[38]
Aradan kısa bir müddet geçmiş yahut geçmemişti ki,
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ümmü Seleme'ye gidip kapısına dikildi.
Ümmü Seleme Hatuna talip olduğunu, velisi bulunan kardeşinin
oğluna veya onun kendi oğluna açtı.
Hz. Ümmü Seleme, velisine:
"Çoluklu çocuklu olduğumu ileri sür,
Resûlullah Aleyhisselama olumsuz cevap ver!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ertesi günü sabahleyin
gelip dileğini tekrarlayınca, Hz. Ümmü Seleme, önceki gibi söyledikten sonra,
velisine:
"Eğer Resûlullah Aleyhisselam tekrar gelirse,
beni kendisine nikâhla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam geri geldi.[39]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yanıma girmek üzere
izin istedi.
O sırada, ben içeride deri tabaklıyordum. Ellerimi
karaze yaprağı ile yıkadım, kendisine 'Buyur!'
dedim.
Yüzü deri, içi hurma lifi dolu yüzyastığını yere
koydum. Yastığın üzerine oturdu.[40]
Aramızda perde olduğu halde benimle konuştu ve
evlenme teklifinde bulundu.[41]
Sözlerini bitirdiği zaman:
'Yâ Rasûlallah! Benim için, sende rağbet
edilmeyecek birşey yoktur. Fakat ben çok kıskanç bir kadınım. Korkarım ki,
benden uygunsuz bir hareket görürsün de, Allah beni ondan dolayı azaba uğratır.
Aynı zamanda, ben yaşlıyım ve çoluk çocukluyum da!'
dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Kıskançlıktan bahsettin. Senin çoluk çocuğun,
benim de çocuğumdur!' buyurdu."[42]
Diğer rivayete göre:
"Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen dedin ki: 'Ben yaşlı bir kadınım.' Kendisinden
daha yaşlı erkekle evlenmesi, kadına ayıp değildir.
Sen dedin ki: 'Ben yetimler annesiyim!' Onların
geçimleri Allah'a ve Resûlüne aittir.
Sen dedin ki: 'Ben çok kıskancım!' Ben onu senden
gidermesi için Allah'a dua ederim.[43]
Sen, 'Yanımda velilerimden kimse yok!' dedin.
Onlardan, hâzır veya gaib, bulunan veya bulunmayandan, bana razı olmayacak bir
kimse yoktur!' buyurdu."
Bunun üzerine, Hz. Ümmü Seleme, oğluna:
"Kalk! Beni Resûlullah Aleyhisselama
nikâhla!" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Zevcem filanca kardeşine mehir olarak verdiğim şeylerden,
sana eksik vermeyeceğim![44]
Yanımızda, kendisine kışın elbise, yazın da
mefruşat olmak üzere bir miktar kadife kumaş,
Yüzü deri, içi hurma lifi dolu bir yastık,
Hububat öğütmek için iki adet el değirmeni,
Topraktan yapılmış bir su testisi,
Bir adet un çömleği,
İçinde hamur yoğurulacak ve tirit yapılacak büyük
bir çanak var!" buyurdu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Kabul ettim!" dedi.[45]
İşte, Hz. Ümmü Seleme'nin mehir ve çeyizi böyle
idi. Yani:
2 adet el değirmeni,
1 adet su testisi,
1 adet yüzyastığı (ki yüzü deridendi, içine hurma
lifi doldurulmuştu),[46]
1 adet döşek (ki içine hurma lifi doldurulmuştu).[47]
Hz. Ümmü Seleme derki:
"'Ey Allah'ım! Beni ve Ebu Selemeyi yarlığa!
Bana, onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan et!'
diyerek dua etmeye devam edince, Allah, bana ondan daha hayırlı olan Muhammed
Resûlullah Aleyhisselamı ihsan etti!"[48]
Hz. Ümmü Seleme'nin iddeti Şevval ayının sonuna on
gün kala tamamlanınca, Şevval'in son gecelerinde Peygamberimiz Aleyhisselamla
evlendi.[49]
Kendisine, vefat eden "Yoksullar Anası"
Hz.Zeyneb'in odası verildi.[50]
Hz. Ümmü Seleme'nin bildirdiğine göre:
Hz. Zeyneb'in odasında 1 adet toprak çanak, 1 adet
el değirmeni, 2 adet çömlek (ki, birisi taştan yapılmıştı) bulunuyordu.
Çanağın içinde biraz arpa, çömlekten birisinin içinde
de erimiş biraz yağ vardı.
Hz. Ümmü Seleme, arpayı el değirmeninde çektikten,
öğüttükten sonra, onu çanak-çömlekte yağla kardı, karıştırdı.
Bu yemek, Peygamberimiz Aleyhisselamın ve ev
halkının düğün gecesindeki yemeği idi![51]
Üsâme b. Zeyd'den rivayet edildiğine göre; bir gün
Cebrail Aleyhisselam Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmişti.
O sırada, Hz. Ümmü Seleme Peygamberimiz
Aleyhisselamla konuştuktan sonra kalkıp gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ümmü Seleme'ye:
"Kimdir bu?" diye veya benzeri
kelimelerle, kim olduğunu sordu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Dıhye'dir bu!" dedi.
Hz. Ümmü Seleme:
"Allah'a yemin ederim ki; Peygamber
Aleyhisselamın Cebrail Aleyhisselamdan aldığı vahyi ashaba haber vermek üzere
irad buyurduğu hutbesini dinleyinceye kadar, Cebrail Aleyhisselamı Dıhye
sanmıştim!" demiştir.[52]
Hz. Ümmü Seleme'nin Odasını Kerpiç Duvarla Ördürmesi Üzerine
Uyarılışı
Abdullah b. Zeyd der ki:
"Ümmü Seleme'nin kerpiçten evini, odasını
görmüştüm.
Ümmü Seleme'nin oğluna sordum.
Bana dedi ki:
'Resûlullah Aleyhisselam Dûmetü'l-Cendel gazasında
iken, Ümmü Seleme odasını kerpiçten yaptırdı.
Resûlullah Aleyhisselam, Medine'ye dönünce, Ümmü
Seleme'nin yanına vardı. Kerpiçten örülen duvarlara baktı da:
'Nedir bu bina?' diye sordu.
Ümmü Seleme:
'Yâ Rasûlallah! Halkın gözlerinden gizlenmeyi,
korunmayı arzu ettim ve kerpiçten duvar ördürdüm!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey Ümmü Seleme! H iç şüphesiz, Müslümanların
mallarının içinde şer bulunanı ve hayırsız olanı, yapıya giden, bağlanandır!'
buyurdu."[53]
Fatebiru yâ uli'l-ebsâr! Ey basiret sahipleri,
bundan ibret alınız![54]
Hz.
Hüseyin'in Doğum Tarihi
Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan Hicretin üçüncü yılında
Ramazan'ın ortasında doğduktan[55]
elli gece sonra, Hz. Fâtıma Hz. Hüseyin'e hamile kaldı.[56]
Hicretin dördüncü yılında, Şaban ayından beş gece
geçince de, Hz. Fâtıma'dan Hz. Hüseyin doğdu.[57]
Hz.
Hüseyin'in Ümmü't-Fadf Hatun Tarafından Emziritişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas'ın zevcesi
Ümmü'l-Fadl Hatun, hem Hz. Hasan'ı, hem de Hz. Hüseyin'i, oğlu Kusem'le
birlikte bir müddet emzirdi.[58]
Akika kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci günü
kesilir, çocuğun ismi takılır ve başının saçı kestirilir.[59]
Akika Kurbanı, çocuğun doğumunun ondördüncü ve
yirmibirincigünü de kesilebilir.
Kurban kesilirken:
"Bismillâhi vallahu ekber! Allah'ım! Bu, Senin
rızan için kesilen akika kurbanıdır" denilir.[60]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hüseyin'in doğumunun
yedinci günü akika kurbanı kestirdi, ismini koydu ve:
"Ey Fâtıma! Hüseyin'in saçını kes! Saçının
ağırlığınca sadaka ver!" buyurdu.
Hz. Hüseyin'in saçı tartıldı, saçının ağırlığı bir
dirhem geldi.[61]
Hz. Fâtıma, kesilen saçın ağırlığınca gümüşü
fakirlere dağıttı.[62]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kesilen akika
kurbanından, ebeye bir but gönderilmesini, kalanının da kemikleri kırılmadan
pişirilip yenilmesini ve başkalarına da yedirilmesini tavsiye buyurdu.[63]
Hz. Ali derki:
"Ben, harbi-darbı sever bir adamdım.[64]
Hasan doğduğu zaman, ona Harb ismini koymuştum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu
bana! Ne isim taktınız ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Hasan'dır!' buyurdu.
Hüseyin doğduğu zaman da, ona Harb ismini
koymuştum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu
bana! Ne isim koydunuz ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Hüseyin'dir!' buyurdu.
Üçüncü oğlan doğduğu zaman, ona da, yine Harb
ismini koydum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu
bana! Ne isim koydunuz ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Muhassin'dir!
Ben, bunlara, Harun Aleyhisselamın oğulları olan
Şebber, Şebirve Müşebbir'in isimlerini koydum.[65]
Bunların her birinin ismini değiştirmekliğim bana
emrolundu' buyurdu."
Hz. Alide:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[66]
Peygamberimiz Aleyhisselam, isimlerle ilgili bazı
hadis-i şeriflerinde de:
"...İsimlerin Allah'a en sevimli olanı
Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin güzeli Haris ve Hemmam, çirkini de Harb
ve Mürre'dir."[67]
"Muhakkak ki, siz, Kıyamet günü kendi
isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Öyle ise,
isimlerinizi güzel koyunuz!" buyurmuşlardır.[68]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hüseyin'in ismini
koyarken, kulağına ezan okudu.[69]
Cabir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre; Hz.
Hüseyin, doğumunun yedinci günü sünnet ettir-ilmiştir.[70]
Sünnet olmak, erkekler için sünnettir.[71]
Fıtrat hasletlerindendir.[72]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin hakkında:
"Bunlar, benim oğullarım ve kızımın
oğullarıdır.[73]
Allah'ım! Ben onları seviyorum! Onları sen de sev![74]
Onları seveni de sev!" dedi[75]
ve bunu üç kere tekrarl a di.[76]
Ebu Eyyub el-Ensârî der ki:
"Bir gün, Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna
girmiştim. Hasan ile Hüseyin, önünde oynuyorlardı.
'Yâ Rasûlallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?'
diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Nasıl sevmem?[77]
Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanım dır?' buyurdu. "[78]
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas,
Peygamberimiz Aleyhisselam hastalandığı sırasında, ziyaretine gelmişti.
Ondan sonra, Hz. Ali de, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin'le birlikte içeri girdi.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Bunlar, senin
oğullarındır!" dedi.
"Evet, amca! Onlar senin de
oğullarındır!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Ben onları seviyorum!" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Senin onları sevdiğin gibi, Allah da seni
sevsin!" buyurdu.[79]
Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiş, onlara
kin besleyen de bana kin beslemiş olur!"[80]
"Hasan ve Hüseyin, Cennet halkı gençlerinin
iki seyyidi, efendisidir!"[81]
Peygamberimiz Aleyhisselamın üvey oğlu Ömer b. Ebu
Seleme der ki:
"Şu 'Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden kiri, günahı
gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister1 [Ahzab: 33] âyeti Peygamber
Aleyhisselama Ümmü Seleme'nin evinde nazil oldu.
Peygamber Aleyhisselam, Fâtıma'yı, Hasan'ı,
Hüseyin'i çağırdı.
Onları bir örtü ile bürüyüp örttü.
O sırada, Ali arkada, geride bulunuyordu.
Onu da örtü ile bürüdü, örttü. Sonra da:
'Allah'ım! Bunlar, benim Ehl-i B eyf imdir! Bunlardan
günah kirini gider, kendilerini tertemiz yap!' diyerek dua etti.
Ümmü Seleme:
'Yâ Rasûlallah! Ben de onlarla birlikte miyim?'
diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen, yerindesin! Ve bana hayırlısın!'
buyurdu."[82]
Bu hadise, Hz. Ü mmü Seleme ve daha başkaları
tarafından da anlatılmıştır.[83]
Hz. Âişe de, bu hadiseyi şöyle anlatır
"Peygamber Aleyhisselam, üzerinde siyah yünden
yapılmış nakışlı bir örtü (kilim) olduğu halde, sabahleyin erkenden çıkınca,
yanına Hasan b. Ali geldi.
Peygamber Aleyhisselam, onu örtünün içine aldı.
Sonra, Hüseyin geldi. Onu da örtünün içine aldı.
Sonra, Fâtıma geldi. Onu da örtünün içine aldı.
Sonra da:
'Ey Ehl-i Beyt! Allah, ancak ve ancak, sizden kiri
gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister1 [Ahzab: 33] âyetini
okudu."[84]
Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; yağmur meleği* Rabbimizden izin alarak Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ümmü Seleme! Kapıyı üzerimize kapa,
yanımıza kimseyi bırakma!" buyurdu.
O sırada, Hz. Hüseyin koşarak kapıya geldi.
Hz. Ümmü Seleme onu içeri bırakmadı.
Fakat, Hz. Hüseyin kapıyı zorlayıp içeri daldı,
kendisini Peygamberimiz Aleyhisselamın kucağına attı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu boynuna, omuzuna
aldı, öptü, sevdi.
Melek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Onu çok mu seviyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu
Melek:
"İyi ama, ümmetin onu öldürecektir!"
dedi.[85]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Demek, onu öldürecek olanlar mü'minler
ha?!" buyurdu.
Melek:
"Evet![86]
İstersen, onun öldürüleceği yeri de sana göstereyim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Göster!" buyurunca, melek orayı
Peygamberimiz Aleyhisselama gösterdi.
Oradan getirdiği bir avuç ıslak toprağı da,
Peygamberimiz Aleyhisselama verdi. Hz. Ümmü Seleme, onu alıp elbisesinin
eteğine koydu.[87]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ümmü Seleme'ye:
"Bu toprak, senin yanında emanettir!
O kana tahavvül ettiği zaman, bil ki, Hüseyin
öldürülmüştür!" buyurdu.[88]
Hz. Ümmü Seleme, onu bir çanağın içine koydu. Ona
bakar dururdu.[89]
Hz. Ali'nin mataracısının anlattığına göre; Hz. Ali
Sıffin'e giderken Ninova hizasına gelince:
"Ebu Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur!
Ebu Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur!"
diyerek seslendi.
Mataracı Ebu Abdullah:
"Ne için duracağız?" diye sorunca, Hz.
Ali:
"Ben bir gün Peygamber Aleyhisselamın yanına
gitmiştim. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu.
'Ey Allah'ın Peygamberi! Seni gözlerinden yaşlar
akıtacak dereceye bir getiren mi oldu?' diye sordum.
'Evet! Biraz önce, Cebrail yanımda idi. Hüseyin'in
Fırat kıyısında şehit edileceğini bana haber verdi. Onun toprağından sen de
koklar mısın?' dedi.
'Evet!' dedim.
Bunun üzerine, elini uzattı. Bir avuç toprak
avuçlayıp bana verdi. Gözlerimin yaşını tutmaya kadir olamadım" dedi.[90]
Hz. Hüseyin de der ki:
"Babam, Sıffin'e giderken, buraya, Kerbelâ'ya
uğramıştı. Ben de yanında idim. Durdu. Burasının neresi olduğunu sordu. İsmi
kendisine haber verilince:
'Onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer,
işte burasıdır!
Kanlarının döküleceği yer, işte burasıdır!' dedi.
Bunun ne demek olduğu kendisinden sorulunca da:
'Muhammed hanedanının yükleri, ağırlıkları, işte
burada indirilecektir!' dedi."[91]
Selma Hatun der ki:
"Ümmü Seleme'nin yanına girmiştim. Ağlıyordu.
Kendisine:
'Ne için ağlıyorsun?' diye sordum.
'Resûlullah Aleyhisselamı rüyada gördüm. Başında ve
sakalında toz toprak vardı. Kendisine:
'Ne oldu sana yâ Rasûlallah?' diye sordum. 'Az
önce, Hüseyin'in öldürülüşüne şahit oldum!' buyurdu' dedi."[92]
Hz. Ümmü Seleme, Hz. Hüseyin'in şehit edildiği gün
de, çanakta sakladığı Kerbelâ toprağının kan haline geldiğini gördü.[93]
"Vâh Hüseyin'im! Vâh Resûlullahın oğlu!"
diyerekferyad etti.[94]
"Allah ona bunu yapanların evlerine ve
kabirlerine ateş doldursun!" dedi ve bayıldı.[95]
Abdullah b. Abbas, Hz. Hüseyin'in şehadeti ile
ilgili rüyasını şöyle anlatmıştır:
"Resûlullah Aleyhisselamı rüyada gördüm.
Kendisi, son derece üzüntülü ve tasalı idi. Elinde sırça bir çanak, çanağın
içinde de, toplanmış kan vardı. Kendisine:
'Yâ Rasûlallah! Bu nedir?1 diye sordum.
'Bu, Hüseyin'in ve ashabının kanıdır. Allah'a
götürüyorum!' buyurdu."
İbn Abbas'ın rüyayı gördüğü gün sayılınca, Hz.
Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edildiği güne rastladığı görülmüştJür.[96]
Yüce Allah, Hz. Hüseyin'den ve Kerbelâ'da şehit
olan ashabından razı olsun.
(Kerbelâ faciasının nasıl cereyan ettiği hakkında
daha geniş bilgi için, Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Faciası adlı kitabımızı
okuyunuz.)[97]
Hz. Zeyneb, Peygatm berim iz Aleyhisselamın halası
Ümeyme binti Abdulmuttalib'in kızı idi.[98]
Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd b. Harise için
dünürlük ettiği halde, Hz. Zeyneb Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisi için
dünürlük ettiğini sanarak razı olmuştu.
Fakat, Zeyd b. Harise için istenildiğini anlayınca:[99]
"Yâ Rasûlallah! Ben nefsime danışıyorum; soy
sopça ondan daha hayırlıyım.[100]
Yâ Rasûlallah! Ben ona varmaya razı olmam! Ben Kureyş'ten bir bakireyim!"
diyerek nikâhlanmaktan kaçındı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ise:
"Fakat, ben onu senin için kabul ettim!"
buyurdu.[101]
"Allah ve Allah'ın Peygamberi bir işe
hükmettiği zaman, mü'min erkekle mü'min kadın için, işlerinde kendilerine
muhayyerlik yoktur.
Kim Allah'a ve Allah Resûlüne isyan ederse,
muhakkak ki, o apaçık bir sapkınlıkla yolunu saptirmıştr"[102]
âyeti nazil olunca, Zeyneb Hatun:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim onunla evlenmemi
istiyor musun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Zeyneb Hatun:
"Resûlullaha asi olmadığımı bildir, onunla
evleneyim" dedi.[103]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd'i
Zeyneb Hatuna Kitabullahı ve Resûlullahın sünnetini öğretsin diye nikahladı.[104]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Zeyd tarafından Zeyneb
Hatuna ımehr ve çeyiz olarak şunları takdir etti:
1- On dinar
(altın lira),[105]
2- Altmış dirhem
gümüş,
3- Bir adet
başörtüsü,
4- Bir adet
çarşaf,
5- Bir adet
gömlek,
6- Bir adet
entari,
7- Elli müdd
(ölçek) erzak,[106]
8-
On müdd[107]
veya otuz sa1 hurma.[108]
Zeyneb Hatun; Zeyd b. Hârise'nin yanında bir yila yakın veya bir yıldan biraz fazla
bir süre kaldı.[109]
Zeyd b. Harise, bir gün, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Ben ailemden ayrılmak
istiyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen ondan niçin ayrılacaksın? Yoksa, kendisinden,
şüpheleneceğin birşey mi gördün?" diye sordu.
Zeyd b. Harise:
"Hayır, vallahi yâ Rasûlallah! Ben ondan
şüphelenebileceğim hiçbir şey görmüş değilim. Ondan, hayırdan başka birşey
görmedim![110]
Fakat, o kendisini şerefçe üstün görüyor, bana
karşı hep büyükleniyor ve dili ile beni üzüp duruyor![111]
Kendisi, dayanı lam ayacak kadar hırçın huylu!" diyerek, boşamak
istediğini söyledi.[112]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd'e:
"Tut onu, boşama! Allah'tan kork!"
buyurdu.[113]
Halbuki, Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd'e bunu
söylediği zaman, onun Zeyneb Hatunu muhakkak boşayacağını ve iddeti dolduktan
sonra da onun kendisine zevce olacağını biliyor, Allah tarafından kendisine
böyle haber verilmiş bulunuyor,[114]
fakat münafık halkın:
"Muhammed, evlatlığın boşadığı kansı ile evlendi!?"
diyerek yaygara koparmalarından çekinerek, bunu kalbinde gizli tutuyordu.[115]
Cahiliye devri geleneğine göre; bir kimse birisini
evlat edinirse, halk evlatlığı onun adı ile anar; evlatlık, öz oğul gibi, o
kimsenin mirasından da yararlanırdı.
Bu gelenek:
"Allah, evlatlıklarınızı, öz oğullarınız gibi
tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lafınızdır. Allah hakkı söyler ve O doğru
yolu gösterir.
Siz onları öz babalarına nisbetle çağırınız. Bu,
Allah katında daha doğrudur. Eğer onların babalarının kim olduğunu
bilmiyorsanız, o halde, onlar, dinde kardeşleriniz olmakla beraber,
dost-larınızdır da.
Hata ettiklerinizde ise, size bir vebal yoktur.
Allah çokyarlıgayandır, çok esirgeyicidir"
(Ahzâb: 4-5) mealindeki âyetler indirilinceye kadar devam etti.
Bu âyetler inince, azadlı köleler ve evlatlıklar,
öz babaları adına iade edildiler. Öz babaları bilinmeyenler de, eski
efendilerine dinde dost ve kardeş oldular.[116]
Fakat, münafıklar, Cahiliye devri geleneğine göre
evlatlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu Peygamberimiz
Aleyhisselam aleyhinde bir propaganda vesilesi yaptılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb'i zevceliğe
kabul ettiği zaman:
"Muhammed, evladın boşadığı kansı ile
evlenmeyi haram kıldı. Kendisi ise, evlatlığı Zeyd'in boşadığı kansı ile
evlendi!?" diyerek yaygaraya başladılar.[117]
Zeyd b. Hârise Hz. Zeyneb'i boşadıktan ve onun
iddeti de dolduktan sonra, bir gün,
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Âişe ile oturup konuştuğu sırada, kendisine
vahiy hali geldi ve vahiy hali açılınca, gülümseyerek:
"Zeyneb'e kim gidip Allah'ın onu bana gökte
nikahladığını müjdeler?" buyurdu ve telakki eylediği vahyi okudu.[118]
Okuduğu vahiyde şöyle buyuruluyordu:
"Hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine nimet
(İslâmiyet) verdiği, senin de yine (kölelikten azad etmek suretiyle) lutufta
bulunduğum zâta (Zeyd'e):
'Sen zevceni tut, boşama! Allah'tan kork!' diyordun
da, Allah'ın açığa çıkaracak olduğu şeyi (onun boşandıktan sonra seninle
evlendirileceği hususundaki ilahî emri) kalbinde gizliyor, insanların dedikodularından
korkuyordun. Halbuki, Allah, Kendisinden korkmana daha çok layıktı.
Vaktâ ki,Zeyd o kadından ilişkisini kesti, onu boşadı.
(O da iddetini tamamladı). Biz de, onu sana zevce yaptık. Tâ ki, oğullukların
kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine
günah olmasın!
Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın,
üzerine farz ve takdir ettiği herhangi birşeyi ifa etmesinde, peygambere hiçbir
vebal olmaz. Nitekim, daha önceki peygamberlerde de, bu, Allah'ın uyguladığı
âdetidir (kanunudur). Allah'ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
O peygamberler, Allah'ın gönderdiklerini tebliğ
edenler, O'ndan korkanlar ve Allahtan başka hiçbir kimseden korkmayanlardır.
Hesap görücü olarak Allah yeter.
Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin öz babası
değildir. Fakat, o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.
Allah, herşeyi hakkıyla bilendir."[119]
Hz. Aişe:
"İşlerin en büyüğü ve en üstünü, ona
(Zeyneb'e) yapılan idi ki, Allah onu gökte nikahlamıştı.
'Zeyneb, bize karşı, bununla iftihar edecek,
övünecektir1 dedim" der.[120]
Gerçekten de, Hz. Zeyneb, Peygamberimiz
Aleyhisselamın diğer zevcelerine karşı:
"Onları kendilerinin ev halkları
evlendirmiştir. Beni ise, yedi kat göklerin üstünde, Allah evlendirdi!"
diyerek övünürdü.[121]
Çünkü, Yüce Allah, onu Kitabının nassı ile, velisiz
ve şahitsiz olarak Peygamberine nikahlamıştı.[122]
Hz. Zeyneb Peygamberimiz Aleyhisselama, böyle, Allah tarafından nikahlanmış
olunca, kendisine,
öteki zevceler gibi bir mehir de verilmemiştir.[123]
Enes b. Malik der ki:
"Zeyneb binti Cahş, Zeyd'den boşandıktan
sonra, iddeti tamamlanınca, Resûlullah Aleyhisselam, Zeyd'e:
'Kendime senden daha emniyetli bir kimse bulamadım.
Zeyneb'e git. Ona, benim için dünürlük et!1 buyurdu.[124]
Zeyd, gidip Zeyneb'in kapısını çaldı.
Zeyneb:
'Kim o?' diye sondu.
Zeyd:
'Zeyd!' dedi.
Zeyneb:
'Zeyd, beni boşadıktan sonra, benden ne ister?!'
dedi.
Zeyd:
'Beni sana Resûlullah Aleyhisselam gönderdi' dedi.
Zeyneb:
'Öyleyse, hoşgeldi Resûlullahın elçisi!' dedi,
kapıyı açt .[125]
Hz. Zeyneb, o sırada ekmek hamurunu mayalamakta
idi."[126]
Zeyd der ki:
"'Ey Zeyneb! Sana müjdelerim: Resûlullah
Aleyhisselam beni kendisi için dünürlük edeyim diye sana gönderdi' dedim.
Zeyneb:
'Ben, Rabbime danışmadıkça, birşey yapmam' dedi ve
hemen namaz kılma yerine gitti.[127]
'Allah'ım! Resûlün beni istiyor. Layık isem, beni
ona zevce kıl!' diyerek dua etti."
Hz. Zeyneb'in Peygamberimiz Aleyhisselamla
evleneceğine çok sevindiği ve Allah'a şükür secdesi yaptığı, Allah rızası için
iki ay oruç tutmayı adadığı,[128]
hatta Allah tarafından nikâhlandığını müjdeleyene ziynetlerini bahşiş olarak
verdiği de rivayet edilir.[129]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam.Zeyneb binti Cahş'la
gerdeğe gireceği gün, annem Ümmü Süleym, bana:
'Ey Enes! Resûlullah Aleyhisselam bugün gerdeğe
girecektir. Sanıyorum ki, yanlarında hiç yiyecekleri de yoktur. Şu yağ
tulumunu buraya getir!1 dedi.
Getirdim.
Annem, yalnız Resûlullah Aleyhisselam ile zevcesine
yetecek kadar halis Medine hurmasını toprak bir çanak içinde yağla
karıştırarak, hays yaptı.[130]
'Ey Enes! Bunu Resûlullah Aleyhisselama götür de:
'Sana bunu annem gönderdi. Kendisi sana selam
söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor
de' dedi.
Onu Resûlullah Aleyhisselama götürdüm ve:
'Annem sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan
küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor,' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Bırak onu!' buyurdu.[131]
Onu, kendisi ile duvar arasındaki boş yere koydum.
Bana:
'Ebu Bekir'i, Ömer'i, Osman'ı ve Ali'yi çağır!'
buyurdu.
Ashabı olan halktan da, birçoklarının ismini andı,
saydı. Resûlullah Aleyhisselamın azıcık bir yiyecek için birçok kimseleri
yanına çağırmayı bana emir buyurmasına şaştım! Bununla beraber, emrine aykın
hareket etmeyi uygun görmeyip, onların hepsini çağırdım.
Bana:
'Bak! Mescidde kim varsa, onları da çağır!'
buyurdu.
Öyle yaptım. Mescide gidip, namaz kılan veya orada
uyuyan kimi buldumsa, onlara:
'Resûlullah Aleyhisselamın düğün ziyafetine
buyurun!1 dedim.
Geldiler. Nihayet, sofa doldu.
Bana:
'Mescidde kimse kaldı mı?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.
Bana:
'Bak! Yolda kim varsa, onları da çağır!' buyurdu.
Çağırdım.
Bana:
'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordu.
'Hayıryâ Rasûlallah! Kalmadı' dedim.[132]
Sofa ve odalar doldu. Bana:
'Haydi, çanağı getir!' buyurdu.[133]
Çanağı getirip önüne koydum.[134]
'Onar onar, herkes halka olsun ve herkes önüne
konulan yemekten yesin!' buyurdu.
Bu minval üzere cemaat takım takım gelip yemek
yediler ve doydular. Bir takım çıktı, başka bir takım girdi. Böylece, herkes
yemek yedi.
Bana:
Kaldır artık sofrayı ey Enes!' buyurdu.
Ben de kaldırdım. Ama, çanaktaki yemek sofraya
koyarken mi daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu, bilemiyorum.[135]
Çanağı zevcesinin yanına koyduktan sonra, annemin
yanına vardım, görmüş olduğum hadiseye şaşakaldığımı söyledim.
Annem, bana:
'Hiç şaşma! Eğer Allah bütün Medinelilerin yemesini
murad buyurmuş olsaydı, hepsi de yerler ve doyarlardı!' dedi "[136]
O zaman gelip yemek yiyenlerin sayısının 300 kadar
olduğu bildirilmiştir.[137]
Hz. Zeyneb, Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ümmü
Seleme'den sonra evlenmiştir.[138]
Kendisi, o zaman, 35 yaşında idi.[139]
Hz. Âişe der ki:
"Ben, dinde, Zeyneb'den daha hayırlı, ondan
daha Allah korkulu, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok
gözeten, ondan daha eli açık, kendisini Yüce Allah'a yaklaştırmak için yoksullara
sadakayı ondan daha çok saçan bir kadın görmemişimdir."[140]
"Allah, Zeyneb binti Cahş'a rahmet etsin!
O, şu dünyada erişemeyeceği şerefe erişmiş; Allah
onu dünyada peygamberine zevce yapmış ve Kur'ân'da zikretmiştir.
Bir gün, bizim Resûlullah Aleyhisselamın çevresinde
çevrelendiğimiz sırada, Resûlullah bize:
'Sizin kulacı en uzun olanınız, bana Cennette en
önce gelip kavuşanınızdır!' buyurmuştu.
Peygamber Aleyhisselamın vefatından sonra evde
toplanmış, duvara uzanarak, kollarımızın uzunluğunu ölçüşmüştük.
Biz bunu yaptıktan bir müddet sonra, içimizden,
Zeyneb binti Cahş vefat etti.
Kendisi kısa boylu idi, bizden uzun değildi.
O zaman anladık ki, en uzun elli, en uzun kollu
olmak, hayra ve sadaka vermeye eli en çok uzanır olmak demekmiş!"[141]
Bereze b. Râfi1 der ki:
"Halka ihsan dağıtıldığı, Ömer b. Hattab'ın
Zeyneb binti Cahş'a ihsanını gönderdiği sırada, Zeyneb'in yanına varmıştım.
Zeyneb:
'Allah Ömer'i yarlıgasın! Öteki kardeşlerimin hakkı
da bunun içinde mi?' diye sordu.
'Bunun hepsi senindir!' dediler.
Zeyneb:
'Sübhânallah!' dedi ve elbisesine büründü, ihsanını
göremez oldu.
İhsanı örttüler, üzerine bir örtü gerdiler.
Zeyneb, bana:
'Elini sok! Ondan birer avuç al! Filan oğullarına,
filan oğullarına... götür, ver!' diyerek, akrabalarına ve yetimlerine gönderdi.
Nihayet, örtünün altında ne kaldı ise, o kadarcık
birşey kaldı!
'Ey mü'minlerin annesi! Allah seni yarlıgasın! Vallahi,
bunda bizim de hakkımız vardı!?' dedim.
Bana:
'Örtünün altında kalan da, sizindir!' dedi.
Örtünün altında, ancak 85 dirhem bulduk.
Zeyneb binti Cahş, ellerini göğe kaldırıp:
'Ey Allah'ım! Artık, bu yılımdan sonra, beni
Ömer'in ihsanını almaya eriştirme!' diyerek dua etti."
Hz. Ömer, bunu haber alınca, ona nafaka (geçimlik)
olmak üzere 1000 dirhem gönderdi.[142]
Hz. Zeyneb'in tahsisatı 12.000 dirhemdi.
Bunu bir yıl alıp dağıtılacak yerlere dağıtmış,
ikinci yıl tahsisatını almadan vefat etmiştir.[143]
Vefat ettiği zaman, ne bir dirhem, ne bir dinar
(altın) bırakmamış, eline geçeni yoksullara dağıtmıştır.
Kendisi, yoksulların sığınağı idi.[144]
Hz. Âişe'nin dediği gibi; yetimler, dullar, onun
ölümüyle, en övülmeye layık yardımcılarını, büyük hanı m efendilerini kaybetm
işlerdi.[145]
Yüce Allah ondan razı olsun![146]
[1] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 222.
[2] Mus'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 40.
[3] İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 217.
[4] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 14.
[5] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 222.
[6] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 222, Yâkubî, Târih, c.
2, s. 14.
[7] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 467.
[8] İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 4, s. 1 891, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 217.
[9] İbn AbdidiIberr, c. 4, s. 1891, İbn E ar, c. 7, s.
217, Diyarbekrî, c. 1, s. 467.
[10] Yâkubî, Târih, c2,s.14.
[11] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 108, İbn Abdilberr, c.
4, s. 1891.
[12] Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 108.
[13] İbn Abdilberr.İstiâb.c. 4, s. 1891, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 217, Zehebî, Siyer, c. 2, s. 87.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/313-314.
[14] İbnSaıd,Tabakâtüıl-kübrâıc.3,s.53-54,
c. 8, s. 36, İbn Abdiltberr, İstiâb,
c. 4, s. 1840, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 114.
[15] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 401.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/314-315.
[16] Buhârî, Sahih, c. 8, s. 120, Taberî, Târih, c. 3,
s. 42.
[17] İbn Sa'd, Tabakâtü'l -kübrâ, c. 2, s. 358, Tabe
ıî, Târih, c. 3, s. 42.
[18] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 186.
[19] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 186, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 358-359, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 67-68, Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 3, s. 583.
[20] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 182, Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 422, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 307.
[21] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
4/315-316.
[22] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 116, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 316.
[23] İ bn Sa'd, Taba kât, c. 8, s. 116, Bel âzurî, E
nsâbu'l -eşraf, c. 1, s. 429.
[24] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 154.
[25] İbn Sa'd.Tabakât, c. 8, s. 115, İbn Atodilberr,
İstiâb, c. 4, s. 1853, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 129, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 4, s. 31 5.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 343-344.
[27] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 294, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 86-87, c. 3, s. 239.
[28] Belâzurî, Fütûhu'lbuldan, c. 3, s. 581.
[29] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 143,148.
[30] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 27.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/316-317.
[31] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 88, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 143.
[32] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 88, Müslim , Sahih, c.
2, s. 633, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 146.
[33] İbn Sa'd, c. 8, s. 89, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
4, s. 27, c. 6, s. 309, Müslim, c. 2, s. 632.
[34] Müslim, Sahih, c. 2, s. 632.
[35] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 309, Müslim ,
Sahih, c. 2, s. 633.
[36] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 89, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 313, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 144.
[37] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 313, Müslim ,
Sahih, c. 2, s. 632.
[38] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 313.
[39] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, t 8, s. 88.
[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 27-28,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 91.
[41] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 9, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 144, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 91.
[42] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 27-28,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 91.
[43] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 91 -92.
[44] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 89-90, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 295, 31 3, 314.
[45] Belâzuri, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 431.
[46] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 90, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 6, s. 295, 31 4.
[47] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 294.
[48] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 88, Müslim , Sahih, c.
2, s. 633.
[49] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.8,s. 87.
[50] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 92.
[51] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 92, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 431.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/317-321.
[52] Buhâri Sahih. c. 4. s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/321-322.
[53] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 499.
[54] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
4/322.
[55] Mus'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 40.
[56] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 4, 4, Taberî,
Târih, c. 3, s. 29, İtan Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 393.
[57] Musabu'z-Zübeyrî, c. 40, Belâzurî, c. 1, s. 404,
İbn Abdilberr, c. 1, s. 392, İbn Asâkfr, c. 4, s. 316, İbn E ar, c. 2,
s. 19, Zehebî, c. 3, s. 188, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 90.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/322-323.
[58] İbn Sa'd, c. 8, s. 278, 279, İbn Asâkir, c. 4, s.
316, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 339.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/323.
[59] Tirmizi, Sünen, c. 4, s. 101.
[60] Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 302-304.
[61] Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 237.
[62] Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 304, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 166.
[63] Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 302.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/323.
[64] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 165.
[65] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 98, Buhârî,
Edebü'l-müfred, c. 213-214, Hâkim, Müstedrek.c. 3, s. 165-166, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 52.
[66] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 159, Heysemî,
Meanau'z-zevâid, c. 8, s. 52.
[67] Ebu Dâ'vud, Sünen, c. 4, s. 288, Beyhakî,
Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 306.
[68] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 194, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 4, s. 287, Dâıimf, Sünen, c. 2, s. 204, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c.
9,5.306.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/323-324.
[69] Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 179.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/325.
[70] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 41 8.
[71] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 369, Tirmizî, c. 5, s.
75.
[72] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 229, Buhârî, Sahîh,c.7,
s. 56, Müslim, Sahih, c. 1, s. 221, Ebu Davud, Sünen, c. 4, s. 84, Tirmizî,
Sünen, c. 5, s. 91, Nesai, Sünen, c. 8, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/325.
[73] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 656-657, İbn Asâkfr,
Târîh, c. 4, s. 319, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 167-168.
[74] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 369, Tirmizî, c. 5, s.
657, İbn Asâkfr, c. 4, s. 319, Zehebî, c. 3, s. 168, Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
c. 9, s. 179.
[75] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 331 , Tirmizî, c. 5, s.
657, İbn Abdilberr, İstiâb.c.1 , s.191 .Zehebî, c. 3, s. 168, Heysemî, c. 9, s.
180.
[76] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 331, İbn Asâkfr, c. 4,
s. 205.
[77] İbn Asâkir, Târîh, c. 4, s. 317, Zehebî, Siyeru
a'l âm i' n-nü belâ, c. 3, s. 189.
[78] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 85, Buhârî, Sahîh,c.4,
s. 217, Tirmizî, c. 5, s. 657, İbn Abdilberr, c. 1, s. 391, İbn Asâkfr, c. 4,
s. 317, İbnEsîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 20.
[79] Taberâri, Mu'cemu's-sağfr, c. 1, s. 90, İbn
Asâkfr, Târîh, c. 4, s. 206.
[80] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 288, İbn Mâce,
Sünen, c. 1, s. 51, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 1 71, İbn Asâkir, Târîh, c. 4,
s. 205, 207, 217, 311, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 9, s. 179.
[81] Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 3, 62, Tirmizî, Sünen,
c. 5, s. 656, İbn Asâkfr, c. 4, s. 209, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3,
s. 168, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 9, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/325-326.
[82] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 663, Taberî, Tefsir, c.
22, s. 8.
[83] Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 304, Taberî, Tefsir, c.
22, s. 6-7, H âk im , M üstedre k, c. 2, s. 416, Vahi di", Esbâbu'n-nüzûl,
s. 239.
[84] Müslim. Sahih. c. 4. s. 1883.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/326-327.
* Veya Cebrail Aleyhisselam (Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 194).
[85] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 242, İbn Asâkfr,
Târih, c. 4, s. 328, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 194, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 187.
[86] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 194.
[87] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 242, 265, İbn
Asâkfr, c. 4, s. 328, Zehebî, c. 3, s. 194, Heysemî, Meanau'i-zevâid, c. 9, s.
187.
[88] İbn Asâkir, Târih, c. 4, s. 328.
[89] Yâkubî. Târih. c. 2. s. 245-246. İbn Asâkfr.
Târih. c. 4. s. 328.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/327-328.
[90] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 85, İbn Asâkfr,
Târih, c. 4, s. 328, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 193, Heysemi,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 187.
[91] Dineveri, Kitâbu'l-ahbâr, s. 251-253.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/328-329.
[92] Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 657.
[93] İbn Esîr, Kâmil.c. 4, s. 93.
[94] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 246.
[95] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 21 5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/329-330.
[96] İbn Esir, Kâmil, c. 4, s. 93, Zehebî, Siyer, c. 3,
s. 213, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 6, s. 231 .
[97] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
4/330.
[98] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 1 01, İbn
Habfb, Kitâbu'l-muhabber, s. 85, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 199,
Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 23, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1849.
[99] Taberî, Tefsir, c. 22, s. 11 , Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 501.
[100] Taberi, Tefsir, c. 22, s. 11 ,12, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 483.
[101] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 101, Hâkim, Müstedrek,
c. 4, s. 23.
[102] Ahzâb: 36.
[103] Ahzâb: 36.
[104] Taberî, Tefar, c. 22, s. 11.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/330-331.
[105] Mukâtil'den naklen Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 145, Tef ar, c. 3, s. 491.
[106] Zemahşerİ, Keşşaf, c. 3, s. 261, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 145, Tefsir, c.3, s. 491.
[107] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 145,
Tefsir, c. 3, s. 491.
[108] Zemahşeri, Keşşaf, c. 3, s. 261, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 145, Tefsir, c. 3, s. 491.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/331-332.
[109] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 145,
Tefsir, c. 3, s. 491.
[110] Taberî, Tefsir, c. 2, s. 132.
[111] Nesefi, Medârik, c. 3, s. 304, Diyarbekri,
Târîhu'l -hamis, c. 1, s. 501.
[112] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 434.
[113] İbn Sa'd.Tabakât.c. 8, s. 102.
[114] Taberî, Tefsir, c. 22, s. 13, Zemahşeri, c. 3, s.
262, E bu'l-Fidâ, c. 3, s. 491.
[115] Nesefi, Medârik, c. 3, s. 304.
[116] Buharı, Sahih, c. 6, s. 122.
[117] İbn Adilberr, İsti âb, c. 4, s. 1849-1850, İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 126.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/332-333.
[118] Ibn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 102.
[119] Ahzâb: 37-40.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/334.
[120] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 102.
[121] İbn Sa'd.Tabakât.c. 8, s. 103, Tirmizî, Sünen, c.
5, s. 355.
[122] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 149.
[123] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 103.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/335.
[124] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 104.
[125] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 1, s. 501.
[126] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 104.
[127] Nesâf, Sünen, c. 6, s. 79.
[128] İbn Sa'd,
Tabakât, c. 8, s. 102, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 436.
[129] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 436.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/335-336.
[130] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 104.
[131] Müslim, Sahih, c.2, s. 1051.
[132] Müslim, Sahih, c. 2, s. 1051.
[133] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 105, Müslim, Sahih, c.
2, s. 1051.
[134] İbnSa'd,Tabakât, c. 8, s. 105.
[135] Müslim, Sahih, c. 2, s. 1051.
[136] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 105.
[137] Müslim, Sahih, c. 2, s. 1051.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 4/336-338.
[138] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 125.
[139] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 11 4.
[140] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1851.
[141] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 108.
[142] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 109-110.
[143] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ.c. 8, s. 110
[144] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 114.
[145] İbn Sa'd. Tabakât. c. 8. s. 110.
[146] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
4/338-340.