Hendek Savaşının Tarihi ve Sebebi
Kâbe Örtüsü Arasında Antlaşma Yapılışı ve Müşrikliğin
İslâmiyetten Üstün Gösterilmek İstenilişi
Yahudi Propaganda Heyetinin Arap Kabilelerini Dolaşarak
Peygamberimiz Aleyhisselamla
Çarpışmaya Davet ve Teşvik Etmeleri
Kureyş Müşriklerinin Arap Kabilelerini Peygamberimiz
Aleyhisselamla Çarpışmak Üzere
Kendilerine Yardıma Çağırmaları
Kureyş Müşrikleri ile Yardımcılarının Hazırlanıp Yola
Çıkmaları
Yolda Gelip Kureyş Ordusuyla Birleşen Arap Birlikleri ve
Sayıları
Müşrik Ordularının Hareketleri Hakkında Alınan Haber Üzerine
Alınacak Tedbirlerin Konuşulması
Müdafaa Hendekleri Kazılmasının Kararlaştırılması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendek ve Karargâh Keşfine
Çıkışı
Hendek Kazılacak Yerin Belirlenişi ve Her Cemaate Kazacakları
Yerin Gösterilişi
Benî Kurayza Yahudilerinden Emaneten Araç ve Gereçler Alınışı
Hendek Kazma İşine Hızla Girişilişi
Selman-ı Fârisî'nin Ehl-i Beyt'ten Sayılışı
Müslümanların Birbirlerini Korkutacak Şakalardan
Sakındırılışı
Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kazma İşlemezYeri Bir Darbe ile
Kum Haline Getirişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendekte Parçaladığı Kaya Münasebetiyle
Verdiği Fütuhat Müjdesi
Münafıkların Fetih Müjdeleriyle Sevinen Mü'minlerin
Maneviyatını Bozmaya Çalışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kazdırdığı Hendeğin Asırlarca
Sonraki Durumu
Hendek Savaşında Müslümanların Parolası
Müşrik Ordularının Karargâhlarını Kurdukları Yerler
Düşman Ordularının Hayvanlarını Doyurmakta Güçlüklerle
Karşılaşmaları
İslâm Ordusunun Hendekte Toplanıp Savaş Düzenine Konuluşu ve
Tedbirler Alınışı
Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Olan
Muahedelerini Bozup
Müşriklerle İşbirliği Yapmaları
Benî Kurayza Yahudilerinin İleri Gelenlerinden Beşinin Ka'b
b. Esed'e İtiraz ve Muhalefet Edişi
Huyey b. Ahtab'ın Benî Kurayza Yahudilerini Kandırmaya ve Amr
b. Su'dâ'nın İse Onları
Benî Kurayza Yahudilerinin Ebu Süfyan'a Elçi Göndermeleri
Benî Kurayza Yahudilerinin Tutum ve Davranışlarının
Peygamberimiz Aleyhisselama Haber
Zübeyr b. Avvam'ın Tecessüs İçin Görevlendirilişi
Havvat b. Cübeyr'in Benî Kurayza Yahudilerine Elçi Olarak
Gönderilişi
Benî Kurayza Yahudilerine Bir Heyet Gönderilişi
Benî Kurayza Yahudilerinin Medine'ye Baskın Yapmak Üzere
Kureyşîlerle Gatafanlardan Biner
Seleme b. Eslem ile Zeyd b. Hârise'nin Medine Muhafızlığına
Tayin Edilişi
Havvat b. Cübeyr'in Başına Gelenler
Benî Kurayza Yahudilerinden Nebbaş b. Kays +ve Arkadaşlarının
Medine'nin İçine Kadar
Hendekte Toplanan İslâm Ordusundaki Mü'min ve Münafıkların
Müşrik Orduları Karşısındaki
Benî Kurayza Yahudilerinin İkinci Baskın Denemesi ve Hz.
Safiyye'nin Kahramanlığı
Müslüman Kadınlarını Tehdit Eden Necdan'ın Öldürülüşü
Münafıkların Hendekten Dağılmaları
Müşriklerin Baskın İçin Fırsat Kollamaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanlara Ferahlatıcı
Müjdeler Verişi
Hendeğin En Dar Yerinde Peygamberimiz Aleyhisselamın Yerine
Sa'd b. Ebi Vakkas Tarafından
Ebu Süfyan Kumandasındaki Süvari Birliğinin Bozguna
Uğratılışı
Halid b. Velid ve Amr b. Âs Kumandasındaki Süvari
Birliklerinin Püskürtülüşü
Kureyşîlerle Gatafan Süvarilerinin Müşterek Hücumlarının
Tekrar Tekrar Püskürtülüşü
Müşriklerden Her Gün Birisinin Kumandasında Süvarilerin Hücuma
Getirilişi
Hücumların Sıklaştırılışı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın
Çadırının Oka Tutuluşu
Çarpışmaktan İkindi Namazını Kılmaya İmkân ve Fırsat
Bulunamayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa'd b. Habte'ye İltifatı ve
Duası
Sa'd b. Muaz'ın Kolundan Okla Vuruluşu
Sa'd b. Muaz'ın Yüce Allah'tan Dilekleri
Müşriklerin Süvari Kumandanlarının Umumî Taarruz Keşifleri ve
Denemeleri
Hendeğin Dar Yerinden Beş Müşrik Süvarisinin Sıçrayıp Geçişi
Amr b. Abd'in Müslümanlara Meydan Okuması
Hz. Ali'nin Amr b. Abd'le Çarpışmak İçin Sabırsızlanması ve
Çarpışması
Hz. Ali'nin Harp Meydanından Peygamberimiz Aleyhisselamın
Yanına Dönüşü
Nevfel b. Abdullah'ın Cesedinin Satın Alınmak İstenilmesi
Düşmanların Süvari, Piyade Bütün Askerî Güçlerini Saldırıya
Geçirmeleri
Tufeyl b. Numan'ın Şehit Oluşu
Savaş Yüzünden Kılınamayan Namazların Geceleyin Kaza Edilişi
Korkuya Düşen Müslümanlara Tavsiye Buyurulan Dua
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ardarda Dua Edişi ve Duasının
Kabul Buyuruluşu
Gatafanları Kureyş Müşriklerinden Ayırma Denemesi
Nuaym b. Mes'ud'un Kureyş Müşrikleriyle Benî Kurayza
Yahudileri Arasındaki Birliği Bozuşu
Nuaym b. Mes'ud'un Kureyşîler ve Gatafanlarla Konuşması
Yahudilerin Karar ve İsteklerini Kureyşîlere Tebliğ Etmeleri
İkrime b. Ebu Cehil'in Benî Kurayza Yahudilerine Gönderilişi
Mes'ud b. Ruhayle ve Arkadaşlarının Benî Kurayzalara
Gönderilişi
Kureyşîlerin Karar ve İsteklerini Benî Kurayzalara
Bildirmeleri
Müşriklerle Yahudilerin Birbirlerinden Yardım Görme
Umutlarını Kesmeleri
Ebu Süfyan'ın Huyey b. Ahtab'a Çatması
Huyey b. Ahtab'ın Benî Kurayza Yahudilerini Kandırmaya
Çalışması
Medine'yi Kuşatan Düşmanların Aralarında Tefrikaya ve
Anlaşmazlığa Düşmeleri
Ebu Süfyan'ın Gönderdiği Ültimatom Yazısını Peygamberimiz
Aleyhisselamın Cevaplayışı
Dehşetli Bir Rüzgârın Esmeye Başlayıp Müşrikleri Tedirgin ve
Perişan Edişi
Huzeyfe b. Yeman'ın Beyaz Sarıklı Süvarilere Rastlayışı
Benî Kurayza Yahudilerinden Nebbaş b. Kays'ın Karısının
Rüyası ve Benî Kurayza Yahudilerinin
Akıbetlerinden Korkmaya Başlamaları
Benî Kurayza Yahudilerinden Nebbaş b. Kays'ın Karısının
Rüyası ve Benî Kurayza Yahudilerinin
Akıbetlerinden Korkmaya Başlamaları
Kur'ân-ı Kerîm'in ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Dağılan
Müşrik Orduları Hakkındaki
Hendek
(Ahzab) savaşı, Hicretin 5. yılında,[1]
Şevval[2] ile
Zilkade arasında vuku buldu.[3]
Benî
Nadîr Yahudileri yurtlarından sürülüp çıkarıldıkları zaman, onlardan bir kısmı
Şam'a, bir kısmı da Hayber'e gelip yerleşmişlerdi.
Sellâm
b. Ebi'l-Hukayk ile Kinane b. Rebi1 b. Ebi'l-Hukayk ve Huyey b.
Ahtab, Hayber'deki akrabalarının yanına inmişlerdi.[4]
Hayber'de
hazırlıklı, cesaretli, çok sayıda Yahudi cemaati bulunuyordu.[5]
İçlerinde
Sellâm b. Ebi'l-Hukayk en-Nadrî ile Huyey b. Ahtab en-Nadrî, Kinane b. Rebi' b.
Ebi'l-Hukayk en-N adrîve Hevze b. Kays el-Vâilî ve Ebu Ammarel-Vâilîve
BenîNadîrve BenîVâillerden bazı kimseler,[6]
Vahvah b. Amrve onun kabilesinden bazıları,[7]
Dubay'a
oğullarından Ebu Âmir (Fâsık) Abdi Amr b. Sayfî'nin de bulunduğu 19 kişilik bir
heyet; Mekke'ye giderek Kureyş müşriklerini ve onlara bağlı bulunan kabileleri
Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiler
"Onun
işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda bulunacak, sizinle el ve iş
birliği yapacağız!" dediler.[8]
Ebu
Süfyan, onlara:
"Siz
bu işte azimli ve kararlı mısınız?" diye sordu.
Heyet:
"Evet!
Muhammed'e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım
diye geldik!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Öyle
ise, hoşgeldiniz, safa geldiniz! Muhammed'e düşmanlıkta yardımcı olanlar, bizim
katımızda insanların en sevgilisi ve makbulüdür!" dedi.[9]
Heyetten
bazıları, Ebu Süfyan'a:
"Kureyş'in
her kabilesinden 50 kişi getir ve sen de içlerinde bulun!
Siz
ve biz, Kabe örtüsünün arasına girip göğüslerimizi Kabe'ye yapıştırarak;
birbirimizden ayrılmamak, birbirimizi bırakmamak üzere, hepimiz birden Allah'a
ant içelim. Bizlerden tek adam kalmayıncaya kadar, şu adam [Peygamberimiz
Aleyhisselam kastediliyor] hakkında sözbirliği yapalım!" dediler.
Öyle
yaptılar ve antlaştılar.
Kureyş
müşrikleri, birbirlerine:
"Medine'nin
reisleri, bilgi ve ilk kitab sahipleri, ayağınıza kadar gelmiş bulunuyorlar.
'Biz
mi, yoksa Muhammed mi; hangimiz daha doğru yolda?' Onlardan bir sorun
bakalım?" dediler.
"İyi
olur!" diyerek bu tavsiyeyi benimsediler.[10]
Bunun
üzerine, Ebu Süfyan, onlara:
"Ey
Yahudi cemaati! Sizler, kendilerine ilk semavî kitab inmiş, ilim sahibi bir
kavimsiniz!
Muhammed'le
anlaşamadığımız meselede bizi aydınlatın: Bizim dinimiz mi, yoksa, onun dini mi
daha hayırlı?[11]
Biz,
Beytullah'ı imar ve ona develer kurban ederiz.
Hacca
gelenlerin su ihtiyaçlarını karşılarız!
Putlara
taparız!
Buna
göre, biz mi daha doğru yoldayız, yoksa Muhammed mi daha doğru yolda?"
diye sordu.
H
eyet:
"Allah
için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakınsınız:
Çünkü,
siz şu Beytullah'a hürmet ve tazimde bulunuyorsunuz.
Hacıların
su ihtiyaçlarını karşılıyorsunuz.
Develerden
kurbanlar kesiyorsunuz.
Atalarınızın
tapageldikleri putlara tapıyorsunuz.[12]
Evet!
Sizin dininiz onun dininden daha hayırlıdır ve siz hakka ondan daha
yakınsınız!" dediler.
Yahudi
heyetinin bu sözleri Kureyş müşriklerini çok sevindirdi.
Yahudi
heyeti Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiği zaman, Kureyş
müşrikleri bunu sevinerek benimsediler; bu yolda hemen derlenip toparlandılar
ve hazırlıklara giriştiler.
Kureyş
müşriklerinin sorularına Yahudi heyetinin verdiği cevaplar üzerine inen
âyetlerde şöyle buyuruldu:
"Görmedin
mi şu kendilerine Kitab'dan biraz nasip verilmiş olanları?!
Kendileri
haça, şeytana inanıyorlar, diğer kâfirler için de 'Bunlar, iman edenlerden daha
doğru bir yoldadır!' diyorlar.
Bunlar,
Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir!
Allah
kime lanet ederse, artık ona gerçek hiçbir yardımcı bulamazsın!
Yoksa
onların yeryüzünün mülk ve saltanatından bir hissesi mi var?!
Fakat,
öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin arkasındaki minicik bir tomurcuğu bile
vermezlerdi.
Yoksa
onlar Allah'ın fazi u kereminden insanlara verdiği şeylere, nimetlere karşı
haset mi ediyorlar?
Biz
gerçekten İbrahim hanedanına da kitab ve hikmet vermişizdir. Onlara başkaca büyük
bir mülk ve saltanat da bahşetmişizdir.
İşte,
onlardan kimi ona (Muhammed Aleyhisselama) iman etti, kimi de ondan yüz
çevirdi!
Çılgın
bir ateş olarak Cehennem yeter bunlara (bu yüz çevirenlere)!"[13]
Yahudi
propaganda heyetinden bazı kimseler Kays b. Aylanlardan Gatafanlara giderek,
onları Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ettiler.
Çarpışmaya
kalktıkları zaman kendilerinin yanlarında bulunacaklarını ve Kureyşîlerin de bu
yolda kendilerine tâbi olacaklarını biİdirdiler.[14]
Bu
yolda kendilerine yardımcı oldukları ve KureyşIilerMuhammed Aleyhisselamın
üzerine yürüdükleri zaman onlarla birlikte hareket ettikleri takdirde, Hayberin
bir yıllık hurma mahsulünü onlara bırakacaklarını va'd edince, Gatafanlarla
anlaştılar.
Yahudilerin
bu davetine Uyeyne b. Hısn'dan daha çabuk icabet eden olmadı.[15]
Mürre
oğullarının kardeşi Ebu Haris b. Avf, önce Uyeyne b. Hısn ile kendi kavminden
olan Gatafanlara:
"Ey
kavmim! Beni dinleyiniz! Şu adamla [Peygamberimiz Aleyhisselamla demek istiyor]
çarpışmaya kalkmaktan vazgeçiniz! Siz onu Araplardan düşmanı olanlarla başbaşa
bırakınız, aralarına girmeyiniz!" diyerek öğüt vermişti.
Fakat,
şeytan onlan da tamaha düşürdü.
Esed
oğulları ile Gatafanlar, müttefik idiler. Gatafanlar, Peygamberimiz
Aleyhisselamla çarpışmak için, Esed oğullarına yazı yazdılar.[16]
Yahudi
heyeti, Gatafanlardan sonra, Süleym b. Mansur oğullarına başvurdular,
kararlarını bildirdiler ve bu yolda onların da yardımlarını istediler.[17]
Süleym
oğulları, Kureyşliler harekete geçtiği zaman onlarla birlikte hareket
edecekleri hakkında, Yahudi heyetine söz verdiler.[18]
Yahudi
heyeti, çevredeki bütün Arap kabilelerine uğradılar ve hepsini ayaklandırdılar.[19]
Benî
Sa'dlardan, müttefikleri olanlara da, Kureyş müşriklerinin yardımına gelmeleri
için yazı yazdılar.[20]
Kureyş
müşrikleri de, aralarında akrabalık bulunan Süleym oğullarının ileri gel
enlerine yazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere kendilerine
yardım etmelerini istediler.[21]
Hatta,
bütün Arap kabilelerine başvurarak, onları bu hususta kendilerine yardımcı olmaya
çağırdılar. Ehâbiş ile bunlara bağlı bulunan kabileler, Kureyş müşriklerinin davetine
hemen icabet ettiler.[22]
Kureyş müşrikleri, Arap kabilelerinden bazılarını da, ücretle kiraladılar.[23]
Kureyş
müşrikleri, hazırlıklarını tamamladılar.[24]
Ehâbiş
ile onlara bağlı kabileler biraraya toplanmış, 4000 kişilik bir ordu meydana
gelmişti. Kureyş ordusu için Dârü'n-Nedve'de sancak bağlandı.[25]
Sancaktar, Osman b. Talha b. Ebi Talha idi.[26]
Kureyş ordusunda 300 at, 1500 deve bulunuyordu. Ordu, Ebu Süfyan b. Harb'in kumandası
altında yola çıktı.[27]
Kureyş
ordusunun Merru'z-zahran'da bulunduğu sırada, Süleym oğulları gelip onlara
kavuştular-ki, 700 kişi idiler. Süleym oğullarına, Harb b. Ümeyye'nin müttefiki
olan ve Sıffîn'de Hz. Ali'ye karşı Muaviye b. Ebu Süfyan b. Harb'in yanında yer
almış bulunan Ebu Aver es-Sülemî'nin babası Süfyan b. Abduşşems kumanda
ediyordu.
Bunlarla
birlikte, Esed oğulları kabilesi de, Tulayha b. Huveylid el-Esed?nin kumandası
altında gelip kavuştular.
Fezâre
oğulları kabilesi, bütün cenk, savaş erleri ile yola çıktılar ve 1000 kişi
idiler. Kendilerine Uyeyne b. Hısn kumanda etmekte idi. Bunların hemen hepsi
hecinsüvar idiler.[28]
Eşca1
kabilesi 400 kişilik cenkçi, savaşçı ile yola çıktılar. Bunların kumandanları,
Mes'ud b. Ruhayla idi.
Mürre
oğulları da, Haris b. Avf'ın kumandası altında 400 cenkçi, savaşçı ile yola
çıktılar.[29]
Kinanelerden,
Sakîflerden ve daha başka kabilelerden birçok cenk, savaş birlikleri de,
başlarında kumandanları, liderleri olduğu halde, Ebu Süfyan'ın ordusuna gelip
katıldılar.[30]
Çeşitli
kabilelerden toplanan ve sayıları 10.000'i aşan bu orduların başlıca üç
ordugâhı vardı; üçü de, Ebu Süfyan'ın emrine bağlı bulunuyordu.[31]
Kureyş
müşriklerinin Medine'ye yürüme hazırlıklarına giriştikleri sırada, Huzâa
kabilesinden bir süvari dört gecede Medine'ye yetişip Kureyş müşriklerinin
Mekke'den Medine üzerine yürüme hazırlıkları içinde bulunduklarını
Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanları acele toplayıp, düşmanlarının kararlarını onlara
bildirdi. Müşriklerle nasıl savaşılacağını Müslümanlarla konuştu.
Allah'ın
emirlerine aykırı davranışlardan sakındıkları, güçlüklere katlandıkları
takdirde, kendilerine Allah'ın yardımının erişeceğini vaad etti.
Allah'ın
ve Resûlünün emirlerine boyun eğmelerini emir ve tavsiye buyurdu.
Yapılacak
işi onlara danıştı.
Çünkü,
savaş konusunda ashabına danışmak, onların görüşlerini almak, Peygamberimiz
Aleyhisselamın âdeti idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam bu sefer de onlara:
"Medine
dışında çarpışalım mı, yoksa Medine'de kalarak kazacağımız hendeklerin arkasına
mı çekilelim? Yahut düşmanların yakınına varıp arkamızı şu dağa vererek
müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu.
Ashab,
birbirine aykırı görüşler ileri sürdüler.[32]
Yüce
Allah, hendek kazılması hususunu Peygaım berim iz Aleyhisselama ilham etti.[33]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, müdafaa hendekleri kazılmasını Müslümanlara
emir ve tavsiye buyurdu.[34]
Selman-ı
Fârisî de:
"Yâ
Rasûlallah! Biz de Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından
korktuğumuz zaman etrafımızı hendekle çevirip savunurduk.
Yâ
Rasûlallah! Hendek arkasına çekilip savunmamızı emretme işi sana ait değil
midir?" dedi.
Selman-ı
Fârisî'nin Medine'nin hendekle savunulması hakkında Peygamberimiz
Aleyhisselamin tavsiyesini destekleyen bu görüşü, Müslümanların hoşuna gitti.
Uhud
günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın, Medine dışına çıkmayıp Medine'de savunmada
kalmaya kendilerini davet etmiş olduğunu da hatırladılar.
Bunun
için, kendileri de, Medine dışına çıkmak istemediler ve Medine'de müdafaada
kalmayı benimsediler.[35]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hemen atına bindi. Muhacir ve Ensarın ileri gelenlerinden
bazılarını yanına aldı.[36]
Medine'nin
savunulması için hendek kazılması gereken yerleri tayin ve tesbit etmek üzere
keşifte bulundu.[37]
Medine,
yalnız bir tarafından açık ve tehlikeli idi.[38]
Medine'nin
diğer tarafları ise, birbirine girmiş binalarla, kale gibi çevrili idi.[39]
Ayrıca,
sık hurma ağaçları ile de, geçit vermez bir halde idi.[40]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hendek kazılmak üzere, düşmana açık olan tarafı seçti.[41]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ordugâh için de elverişli biryer aradı. Buna en uygun, en
elverişli yer, Sel' dağının eteği idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, karargâhını oraya kurmayı ve arkalarını ona dayamayı uygun gördü[42]
Kazılacak
hendekler Mezad'dan başlayacak, Zübab'a uğrayacak, oradan da Ratic'e kadar
uzanacaktı. [43]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeyheyn hisarlarından Mezad'a kadar uzanan bir çizgi çizip, her
on kişiye kırk arşın uzunluğunde yer ayırdı.[44]
Muhacirlere
de, Ensara da, kazacakları yerleri "Şuradan şuraya kadar!" diyerek
ayrı ayrı belli etti.[45]
Muhacirler,
Ratic'den Zübab'a kadar olan kısmı;
Ensar
da, Zübab'dan Benî Ubeyd dağına kadar uzanan kısmı kazacaklardı ,[46]
Zübab,
Sel1 ve Benî Ubeyd, Medine dağlarındandır.[47]
Ratic;
Medine'de Yahudi kulelerinden bir kule idi[48] ve
birkaç el değiştirmiş, en sonunda ZaVerâ oğullarına geçmişti.[49]
Ratic'in
sekenesi, içlerinde henüz Müslüman olmayan bazı kişiler bulunmakla beraber,
Amrb. Malik b. Evs oğulları, Mürre b. Malik b. Evs oğulları idi.[50]
Bunlar,
Abduleşhel oğullarının kardeşi ve müttefiki idiler.
Bunun
için, Abduleşhel oğulları, kendilerine ayrılan hendeği, Ratic'den, Benî
Hâriseler tarafında bulunan kayalıklara doğru kazmıslandı.[51]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hendek kazma işinde kullanılmak üzere, Benî Kurayza Yahudilerinden
emaneten balta, zenbil, keser, ip, kürek gibi birçok araçlar aldı.
O
zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamla Benî Kurayza Yahudileri arasında bansıklık
vardı. Bunlar, Kureyş müşriklerinin Medine'ye gelmesini istemiyorlardı.[52]
Hendek
kazı işine nezaret etmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselama, kıldan bir Türk
cadın kuruldu.[53]
Kurulan
çadır, Zübab dağı üzerinde idi.[54]
Hendek
kazma işine, Muhacirler, Ensar, genç ihtiyar., bütün Müslümanlar katıldılar.
Kazılan
topraklar zenbillere doldurulup başlarda taşınıyor, dönerken dezenbillere Sel1
dağından taş doldurulup getiriliyordu.
Topraklar
Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu tarafa yığılıyor, taşlar diziliyordu.
Taşlar,
düşmanlara atmak için, Müslümanların en büyük silahlarındandı.[55]
Müslümanlardan,
hendek kazmayan veya toprak taşımayan bir kimse yoktu.[56]
Bizzat
Peygamberimiz Aleyhisselam da, zenbille toprak taşımakta ve yer kazmakta idi.[57]
Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi sahabiler de, bir an bile çalışmaktan geri durmuyor,
zenbil bulamadıkları zaman etekleriyle toprak taşıyorlardı.
Berâ1
b. Âzib der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamı, Ahzab günü, bizimle toprak taşırken gördüm ki; yüklendiği toprak
kamının beyazlığını örtmüş olduğu halde, Abdullah b. Revâha'nın:
'Allah'ım!
Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne hidayete erebilir, ne sadaka
verebilir, ne de namaz kılabilirdik![58]
Bize
tecavüz eden, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı bize yapmak isteyen
düşmanlarımızla karşılaştığımızda, kalblerimize sükûnet indir![59]
Ayaklarımızı sabit kıl![60]
mealli recezini okuyor ve son kısmını okurken de, sesini yükseltiyordu."[61]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanları ahiret sevabına teşvik için, onlarla birlikte
çalışmaktan geri durmuyordu.[62]
Soğuk
bir günün sabahında Ensar ve Muhacirler hendek kazmaya devam ettikleri sırada,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Gerçek hayır, ahiret hayrıdır! Ensar ile Muhacirleri mağfiret eyle!"
diyerek dua etmişti.
Ensar
ve Muhacirler de:
"Bizler,
sağ oldukça, yaşadıkça, Muhammed Aleyhisselam a, İslâmiyet ve cihad üzere söz
vermiş kişileriz!" diyerek mukabelede bulundular.[63]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın:
"Allah'ım!
Gerçek hayır, ahiret hayrıdır! Onu Ensar ve Muhacirlere hayırlı kıl!" diyerek
dua ettiği de olmuştur.[64]
Selman-ı
Fârisî; içlerinde Amr b. Avf, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ile Ensardan
altı kişinin bulunduğu takıma ayrılmış bulunuyordu.
Kendisi
çok güçlü, kuvvetli idi. [65]
Hendek
kazma işinde bilgili ve becerikli idi. On kişinin kazdığı yeri yalnız başına
kazardı.
Kendisine
ayrılan beş arşın uzunluğunda, beş arşın derinliğindeki yeri vaktinde kazıp
bitirince, Kays b. Sa'saa'nın ona gözü değmiş, Selmân-ı Fârisî'nin birdenbire
yere yıkıldığı görülmüştü!
Ne
yapmak gerektiği Peygamberimiz Aleyhisselama sorulmuş, Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Kays
b. Sa'saa'ya uğrayınız! Selman için bir kapta abdest alsın! Selman, o abdest
suyu ile yıkansın! Su kabı, Selman'ın arkasında, başaşağı çevrilsin!"
buyurmuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın buyurduğu yapılınca, Selman-ı Fârisî, devenin diz bağından
boşalıp kurtuluverdiği gibi kurtulmuş, açılmıştı.[66]
Selman-ı
Fârisî hendekte çalışırken, Ensar.
"Selman
bizdendir!"
Muhacirler
de:
"Selman
bizdendir!" diyorlar, onu kendilerinden başka takıma vermek
istemiyorlardı. [67]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Selman
bizdendir, Ehl-i Beyttendir!" buyurarak, tartışmaya son verdirdi.[68]
Zeyd
b. Sabit toprak taşırken, Sa'd b. Muaz Peygam berim iz Aleyhisselamın yanında
oturup dinleniyordu.
Zeyd
b. Sabit'in çalıştığını görünce:
"Yâ
Rasûlallah! Allah'a hamd olsun ki, beni sağ bıraktı da, sana iman etme şerefini
bana nasip etti.
Buas
kavgası günü, ben bunun babası Sabit b. Dahhâkile boğaz boğaza boğuşmuştum!"
dedi.
Peygam
berim iz Aleyhisselam:
"Fakat,
onun bu oğlu ne iyi çocuktur!" buyurdu.
Zeyd
b. Sabitin bir ara gözlerini uyku bürümüş, kendisi uyuyakalmıştı! Kendisinin
kalkanı, oku, yayı ve kılıcı yanında olduğu halde; hendekte çalışmakta olan
Müslümanlar onu hendeğin kenarında uyurbir halde bırakarak hendeği dolaşmaya
gitmişlerdi.
Yanına
varan Umâre b. Hazm şaka için onun silahını alıp saklamış, Zeyd b. Sabit'in
bundan hiç haberi olmamıştı.
Zeyd
b. Sabit uyanıp silahlarını bulamayınca, çok heyecanlandı ve korktu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunu işitince, Zeyd'i yanına çağırttı ve ona:
"Ey
uykucu! Sen uykuya daldın! Nihayet, silahların da kaybolup gitti!"
buyurduktan sonra:
"Bu
çocuğun silahlarının nerede olduğunu kim biliyor?" diye sordu.
Umâre
b. Hazm:
"Yâ
Rasûlallah! Ben biliyorum. Silahlar benim yanımdadır!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Silahlarını
teslim et ona!" buyurdu ve şaka olarak da olsa Müslümanları korkutmayı
veya onların herhangi bir şeyini alıp saklamayı yasakladı. [69]
Beşir
b. Sa'd'ın kızı, Nunnan b. Beşir'in kızkardeşi der ki:
"Annem
Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra:
'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha'nın gıdalarını
kendilerine ver!1 dedi. Giderken, Resûlullah Aleyhisselama
rastladım, babamla dayımın nerede olduklarını sordum. Resûlullah Aleyhisselam:
'Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki nedir?' buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir b. Sa'd ile dayım
Abdullah b. Revâha'ya gönderdi' dedim. Resûlullah Aleyhisselam: 'Getir onu!'
buyurdu.
Ben
de, onu Resûlullah Aleyhisselamın iki avucuna döktüm, avuçlarını doldurmadı.
Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün
üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere: "Yemeğe geliniz!1
diyerek hendek halkına sesleniniz!1 buyurdu. Hendek halkı toplanıp
ondan yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup
taşmıştı."[70]
Cabirb.
Abdullah derki:
"Hendek
kazma günü, biz kazarken, çok sert bir yere rastlamıştık.
Peygamber
Aleyhisselamin yanına varıp, hendekte kazma kürek işlemez sert bir yer
tabakasına rastladıklarından şikâyetlendiler.
Resûlullah
Aleyhisselam, bir kap içinde su istedi.
Ağzına
aldığı suyu onun içine püskürdükten ve Allah'ın dilediği kadar dua ettikten
sonra, bu suyu o sert yerin üzerine serpti.
Orada
bulunanlar:
'Onu
hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a andolsun ki, o sert yer öyle
dağıldı ki, sanki kum haline geldi!
Artık
ne kazmaya, ne de demir küreğe karşı koyariığı, dayanırlığı kalmadı!1
demişlerdir."[71]
Amr
b. Avf der ki:
"Ben,
Selman, Huzeyfe b. Yeman, Numan b. Mukarrin ve Ensardan alt kişi, kendimize
ayrılmış olan kırk arşınlık yeri kazıyorduk.
Zübab'ın
dibinden kazarak nemli tabakaya kadar inmiştik ki, Allah hendeğin kamından
karşımıza ak ve parlak bir kaya çıkardı.
Onunla
uğraşırken, balyoz, kazıma, kürek, külünk.. gibi demir araçlarımız kırıldı,
kazı işinden aciz kaldık.
Bunun
üzerine, Selman'a:
'Ey
Selman! Resûlullah Aleyhisselama git de, şu kayadan dolayı çektiğimizi haber
ver!1 dedik.
Resûlullah
Aleyhisselam o sırada kıldan dokunmuş bir Türk çadırının içinde dinleniyordu.
Selman:
'Yâ
Rasûlallah! Babalarımız, analarımız sana feda olsun!
Hendeğin
kamından, karşımıza ak bir kaya çıktı.
Onunla
uğraşırken, bütün demir araçlarımız kırıldı, kazmaktan aciz kaldık!
Çizmiş
olduğun çizgiden sapılacak olan yer yakın olduğuna göre, o kayanın yanından
biraz sapıverelim mi, yoksa bu hususta bize vereceğin bir emir var mı?
Biz
senin çizdiğin çizgiyi aşmak istemiyoruz?' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ver
bana balyozu ey Selman!' buyurdu.
Selman'ın
balyozunu aldıktan sonra, hendeğin içine, yanımıza indi.
Biz,
dokuz kişi, hendeğin bir tarafına çekildik.
Resûlullah
Aleyhisselam kayaya elindeki balyozla öyle bir darbe indirdi ki, kaya
yarılıverdi!
Ondan
bir şimşek çıkıp Medine'nin iki kayalığı (dağı) arasını aydınlattı!
Resûlullah
Aleyhisselam Allahuekber!' diyerek fetih ve zafer tekbiri getirdi.
Biz
de tekbir getirdik.
Sonra,
kayaya balyozla ikinci bir darbe daha indirdi.
Yine,
ondan karanlık bir evdeki kandil gibi Medine'nin iki kayalığı (dağı) arasını
aydınlatan bir şimşek çaktı.
Resûlullah
Aleyhisselam Allahuekber!' diyerek fetih tekbiri getirdi.
Biz
de tekbir getirdik.
Resûlullah
Aleyhisselam balyozla üçüncü darbeyi indirince, kayayı parçaladı.
Darbeyi
indirdiği zaman, yine, ondan Medine'nin iki kayalığı (dağı) arasını aydınlatan
bir şimşek çaktı.
Resûlullah
Aleyhisselam, yine Allahuekber!1 diyerek fetih tekbiri getirdi.
Biz
de tekbir getirdik.
Selman,
elinden tutarak, Resûlullah Aleyhisselamı hendekten yukarı çıkardı.
Selman:
'Babam,
anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben şimdiye kadar hiç görmediğim şeyi
gördüm!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, yanındakilere:
'Selman'ın
gördüğünü siz de gördünüz mü?1 diye sordu.
'Evet!
Babalarımız, analarımız sana feda olsun yâ Rasûlallah!
Sen
vurduğun zaman kayadan dalga gibi şimşek çaktığını biz de gördük!
Sen
tekbir getirdin, biz de tekbir getirdik.
Biz
bu ışık parıltısından başka birşey görmedik!' dediler.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Doğru
söylediniz!
Ben
kayaya ilk darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin de gördüğünüz şimşek, bana
Hîre şehrinin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini aydınlattı da, onlar bana
köpeğin altlı üstlü yan dişleri gibi göründü! Cebrail de, ümmetimin oralara
hakim olacaklarını haber verdi.
Kayaya
ikinci darbeyi indirdiğim zaman çıkan, sizin görmüş olduğunuz şimşek, bana Rum
ülkesinin kızıl köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı
üstlü yan dişleri gibi gözüktüler! Cebrail de, ümmetimin oralara hakim
olacaklarını bana haber verdi!
Sonra,
kayaya üçüncü darbeyi indirdiğim zaman, sizin de görmüş olduğunuz şimşek, bana
San'a diyarının köşklerini, saraylarını aydınlattı da, onlar bana köpeğin altlı
üstlü yan dişleri gibi gözüktüler!
Cebrail
de, ümmetimin oralara hakim olacaklarını bana haber verdi.
Sevininiz
ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!
Sevininiz
ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!
Sevininiz
ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!' buyurdu.
Buyandım
va'di kendilerine müjdelenince, Müslümanlar
'Allah'a
hamd olsun ki, O, va'dinde sâdıktır. Kuşatıldıktan sonra yardıma nail
olacağımızı bize va'd buyuruyor!' diyerek sevindiler."[72]
Selman-ı
Fârisî de der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam kayaya bir darbe indirince, balyozun altından bir şimşek
parıldadı!
Sonra,
ona bir darbe daha indirdi.
Yine,
balyozun altından bir şimşek daha parıldadı!
Daha
sonra, kayaya üçüncü darbeyi indirdi!
Yine,
balyozun altından bir şimşek daha parıldadı!
'Babam,
anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Kayaya balyozu vurduğun zaman balyozun
altından çıkan şu görmüş olduğum parıltılar nedir?'diye sordum.
Bana:
'Ey
Selman! Sen onları gördün mü?' buyurdu.
'Evet!
Gördüm!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Birinci
parlamada, Allah bana Yemen'i fethetti, açtı!
İkinci
parlamada, Allah bana Şam ve Mağrib'i fethedip açtı!
Üçüncü
parlamada, Allah bana Maşnk'ı fethedip açtı!1 buyurdu."[73]
Orada
bulunan sahabiler de, her defasında:
"Yâ
Rasûlallah! Oraları fethetmeyi bize nasib etmesi için Allah'a yalvar!"
diye ricada bulundular.
Resûlullah
Aleyhisselam da, Allah'a yalvardı.[74]
Berâ'
b. Âzib de, bu mucizeli hadiseyi şöyle anlatır
"Resûlullah
Aleyhisselam balyozu alıp 'Bismillah!' diyerek kayaya bir darbe indirdi.
Kayanın
üçte biri parçalandı!
'Allahuekber!
Bana Şam'ın anahtarları verildi!
Vallahi,
şu bulunduğum yerden, oranın kızıl köşklerini görüyorum!' buyurdu.
Sonra
'Bismillah!' deyip kayaya ikinci darbeyi indirdi.
Kayanın
üçte biri daha parçalandı!
'Allahuekber!
Bana Fars'ın anahtarları verildi!
Vallahi,
şu bulunduğum yerden, Medâin'i ve onun beyaz köşkünü görüyorum!' buyurdu.
Daha
sonra 'Bismillah!' diyerek kayaya üçüncü darbeyi indirdi.
Kayanın
kalan son kısmını da parçaladı.
'Allahuekber!
Bana Yemen'in anahtarları verildi!
Vallahi,
şu bulunduğum yerden San'a'nın kapılarını görüyorum!' buyurdu."[75]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Kisrâ'nın Medâin'deki beyaz köşkünü tarif edince, Selman-ı Fârisî:
"Doğru
buyurdun!
Seni
hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; onun vasfı aynen
böyledir! Senin Resûlullah olduğuna şehadet ederim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Selman! Bu fetihler ki, Allah onları benden sonra size nasib edecektir!
Şam
muhakkak fethol una çaktır!
Herakliyus
ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacak, çekilecek!
Siz
bütün Şam'a hakim olacaksınız!
Hiç
kimse size karşı koyamayacaktır.
Yemen
muhakkakfetholunacaktır!
Ondan
sonra, Kisrâ öldürülecektir!" buyurdu.
Selman-ı
Fârisî:
"Ben
bütün bunların vuku bulduğunu gömnüşümdür!" demiştir.[76]
Resûlullah
Aleyhisselamın anmış olduğu yerler, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın devrinde ve
onlardan sonraki devirlerde birer birer fetholundukça, ashabdan Ebu Hureyre:
"Bu
fetihleriniz, sizin için birer başlangıçtır! Ebu Hureyre'nin varlığı Kudret
Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; fethedeceğiniz veya Kıyamete
kadarfetholunacak hiçbir şehir yoktur ki, sânı yüce olan Allah onların
anahtarlarını Muhammed Aleyhisselam a önceden vermiş olmasın!" derdi.[77]
Peygamberimiz
Aleyhisselamin fetih tebşirlerine karşı, münafıklar:
"O
size Yesrib (Medine)'den Hîne'nin köşklerini ve Kisrâ'nın Medâin'ini gördüğünü
ve oraları fethedeceğinizi haber veriyor, sizler ise düşmanlarınıza karşı
ortaya çıkmaya güç yetiremiyor, hendek kazmaya çalışıyorsunuz!?" diye
söyleniyorlardı.[78]
Amr
b. Avf oğullarının kardeşi olan Muattib b. Kuşeyr de bu bozguncu münafıklar
arasında idi ve:
"Muhammed,
Kisrâ ve Kayserin hazinelerinden yararlanacağımızı bize va'd edip duruyor!
Halbuki,
bugün hiçbirimiz abdest bozmaya gidip de sağ döneceğinden emin
bulunmuyor!" demişti.[79]
"Allah
ve Allah'ın Resûlü, bize bir aldatıştan başka birşey va'd etmemiştir!"
diyenler, ancak bu gibi münafıklar ile kalblerinde hastalık bulunan kimselerdi.[80]
.
Hendek
kazma işi, altı gün sürdü.[81]
Selman-ı
Fârisî'nin günde 5 arşın derinliğinde ve 5 arşın uzunluğunda yer kazdığı
bildirildiğine göre; hendek, boydan boya beş arşın derinliğinde kazılmıştı.[82] En
ünlü süvarilerin bile kolay kolay atlayıp geçemeyecekleri, şaşırıp kalacakları
kadarda geniş tutulmuştu.[83]
Yalnız,
hendeğin bir tek yeri, aceleye geldiğinden, derin ve geniş kazılamamış, dar
kalmıştı.
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Müşriklerin
buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum" buyurarak
endişesini açıklar ve o gediği de, nöbet tutturup bekletirdi.[84]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hendeğin münasip yerlerine giriş çıkış kapıları da koymuş,[85]
kapılara her kabileden bekçiler dikmiş, onların üzerine Zübeyr b. Avvam'ı
kumandan tayin etmiş, bir çarpışma yapıldığını görür görmez çarpışmaya
katılmasını da kendisine emir buyurmuştu.[86]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hicretin 5. yılında kazdırmış olduğu bu büyük hendek,
İbnü'n-Neccahn (d. 578, ö. 643 Hicrî) zamanına kadar kalmıştı.
Fakat,
sonradan, Küba köyünden getirilen su hendek harabesinin içinden geçirilerek
Medine'nin alt tarafından ve Feth Mescidi havalisinde Sîh hurma bahçelerine
akıtılmış, zamanla hendekler doldurulup oralara hurma ağaçlan dikilmiş
olduğundan, hendeklerin duvarları yıkılmış ve bugün, oraları düz bir arsa
haline gelmiştir.[87]
Hendek
kazı işine devam edildiği ve Ebu Süfyan'ın gece gelip baskın yapmasından
korkulduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer
siz geceleyin baskına uğrarsanız, parolanız 'Hâ Mîm Lâyünsarûn=Andolsun ki,
onlar yardım olunmayacaklarl'dır.
Müşriklerin
size ancak geceleyin baskın yapacaklarını sanıyorum. Parolanız 'Hâ Mîm
Layünsarûn1 olsun!" buyurdu.[88]
1. Peygamberimiz Aleyhisselam hendek kazma
işini tamamlamak üzere bulunduğu sırada, Kureyş müşrikleri, Ehâbiş ile Kinane
ve Tihâme halkından kendilerine bağlı bulunan 10.000 kişilik ordularla gelip
Rûme kuyusu mevkiindeki sellerin, suların toplandığı, Cüruf ve Zegabe
arasındaki yere, Akik vadisine kondular.[89]
Kureyş
müşriklerinin Cüruf ile Zegabe arasında kondukları yere Rûme denir. Hz.
Osman'ın Medine'ye hicret edince satın alıp vakfetmiş olduğu Rûme kuyusu da buradadır.[90]
Cüruf, Medine'ye 3 mil uzaklıkta, Şam tarafına düşen biryerdir. Hz. Ömer'in ve
Medinelilerin mülkleri orada idi. Orada, Cüşem ve Hamel adıyla anılan iki su
kuyusu bulunuyordu.[91]
Zegabe; Akik, Kanat ve Bathan vadileri sularının toplandığı yerdir.[92]
Akik;
Medinelilerin mülkleri bulunan bir vadi olup, orada kuyular ve hurma bahçeleri
bulunmaktadır. Akik, yerine göre, Medine'ye 2, 3, 6, 7 mil kadar uzaklıktadır.[93]
2. Gatafanlar da, Necd halkından
kendilerine bağlı bulunanlarla birlikte gelip Nakmâ'nın ucundan, Zegabe'den
Uhud tarafına doğru uzanan mevkide ordugâhlarını kurdular.[94]
Gatafanların
Necdlilerle birlikte gelip kondukları Nakmâ, Ebu Talib hanedanına ait Medine
arazisin-dendi.[95]
Kureyş
müşrikleri, develerini, Akik vadisindeki dikenli ağaçlardan yayılsınlar diye
saldılar.
Orada
atların yiyecekleri, yayılacakları birşey yoktu. Ancak, yanlarında taşıdıkları
bir miktar yem, dan bulunuyordu.
Gatafanlar
da develerini, Zegabe'deki ılgın ağaçlarından ve Cüruf teki dikenli ağaçlardan yayılsınlar
diye saldılar.
Müşrikler
Irz'a, Cüruf'e geldikleri zaman, Müslümanlar ekin mahsullerini biran önce
yolmuş, biçmiş, zahirelerini anbarlarına, samanlarını da samanlıklarına koymuş
bulunuyorlardı.
Gatafanlar,
kendilerine ait 300 ati, Irz'daki ekinlerin kalıntılarını, döküntülerini
yayılmaya bıraktılar.
Bir
müddet sonra, develer, karınlarını doyuracak birşey bulamadıkları için
arıklamaya ve ölmeye yüz tuttular.
Müşrikler
Medine'ye geldikleri sırada, Medine'de kıtlık hüküm sürüyordu.[96]
Müşrikler
gelip karargâhlarını kurunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'de yerine İtin
Ümmi Mektum'u vekil bırakarak, sayıları 3.000'i bulan İslâm mücahidleriyle birlikte acele hendeğe hareket etti.
Arkaları
Sel1 dağına gelmek üzere, karargâhını Sel1 dağının
eteğinde kurdu. Kazılmış bulunan hendek önlerinde bulunuyor, düşmanla
aralarını ayırıyordu.[97]
Muhacirlerin
sancağını Zeyd b. Harise, Ensarın sancağını da Sa'd b. Ubâde taşıyordu.[98]
Müslümanların
36 süvarisi vardı.
Sel1
dağında, Feth Mescidinin bulunduğu yerde, İslâm askerleri Peygamberimiz
Aleyhisselama arzedildi.[99]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onbeş yaşına basmamış çocukları evlerine geri çevirdi. Onbeş yaşına
basmış olanların savaşa katılmalarına izin verdi.[100]
Bütün çocuklarla kadınların kalelere ve hisarlara yerleştirilmelerini emretti.[101]
Medine'de,
Harise oğullarının kale ve hisarlarından daha sağlam ve emniyetli bir kale ve
hisar bulunmadığından, Peygamberimiz Aleyhisselam kadın ve çocukları oraya
gönderdi.[102] Bazılarını da Fari'
hisarına yolladı.[103]
Kale ve hisarlara çıkarılmayan Müslüman kadın ve çocukları kalmadı.
Harise
oğulları, çocuklarını kendi kale ve hisarlarına kaldırdılar. Çünkü, orası çok
sağlam bir sığınaktı. Hz. Âişe de oraya götürülmüştü.
Amr
b. Avf oğulları da, kadın ve çocuklarını kale ve hisarlara kaldırdılar.
Bazıları,
Küba'da kale ve hisarlarının çevresine hendek kazdılar.
Amr
b. Avf oğulları ve cemaatleri, Küba'da kalelerine sığındılar.
Hatma,
Ümeyye, Vâil ve Vâkıf oğullarının çoluk ve çocukları da, kendi kale ve hisarlarında
bulunuyor! ardı.[104]
Benî
Nadîr Yahudilerinin başkanı Huyey b. Ahtab, Medine'ye doğru gelmekte oldukları
sırada, Ebu Süfyan ile diğer Kureyş müşriklerine:
"Benim
kavmim olan Benî Kurayza Yahudileri sizinle birlikte bulunacaklardır! Onların
pek çok zırhlıları ve 750 savaş erleri vardır" demişti.
Ebu
Süfyan, Medine'ye yaklaştığı zaman, ona:
"Kavminin
yanına git! Muhammed ile aralarındaki muahedeyi bozsunlar!" dedi.[105]
Ka'b
b. Esed, Benî Kurayza Yahudilerinin muahede yapmaya yetkili adamı ve başkanı
idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun kavmi olan Benî Kurayza ile de, onunla da muahede ve mukavele
yapmış bulunuyordu.[106]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, daha önce, Medine'ye geldiği zaman da, Müslümanlar ile Müslüman
olmayanlar arasında umumî bir muahede ve mukavele yapmıştı.
Bu
muahede hükümleri arasında:
"Yahudilerin
Müslümanlarla bir topluluk teşkil ettikleri kabul olunmakta, Peygamberimiz
Aleyhisselamın izni ve müsaadesi olmadıkça kendilerinin herhangi bir askerî
harekatta bulunamayacakları, ne Kureyşîleri, ne de onlara yardım edenleri
hiçbir suretle korumayacakları, Medine'ye bir taarruz vukuunda elbirliği ile
Medine'nin savunulacağı hükmü yer almakta idi. [107]
Huyey
b. Ahtab müşriklerden Zü'l-huleyfe mevkiinde ayrılıp Usbe yolunu tuttu,
geceleyin Ka'b b. Esed'in yurduna vardı.
Muhammed
b. Ka'b el-Kurazî der ki:
"Huyey
b. Ahtab, uğursuz bir adamdı.
Kendi
kavmi olan Benî Nadîr Yahudilerinin başlarına, yurtlarından sürdürmek gibi bir
uğursuzluk getirmişti.
Onun
uğursuzluğu Benî Kurayza Yahudileri ne de sıçramış, onların öldürülmelerine
sebep olmuştu.
Huyey
b. Ahtab, Benî Kurayza Yahudilerinin başına geçmeyi, onlar yanında itibarlı
olmayı özlerdi. Kendisinin durum ve tutumu, Kureyş müşrikleri içinde Ebu Cehil
b. Hişam'a benzerdi.
Huyey
b. Ahtab Benî Kurayza Yahudilerinin yurduna gittiği zaman, Benî Kurayza
Yahudileri onu evlerine sokmak istemediler.
Huyey
b. Ahtab'ın ilk buluştuğu kimse, Gazzal b. Semev'el idi.
Huyey
b. Ahtab, ona:
'Artık
seni Muhammed'den rahata kavuşturacak şeyi getirdim sana!
İşte,
Kureyş Akik vadisine, Gatafanlar da Zegabe'ye gelmiş, ordugâhlarını kurmuş
bulunuyorlar!' dedi.
Gazzal:
'Vallahi,
sen bize zamanın horiuğunu, hakîrlik ve zelilliğini getirmişsindir!' dedi.
Huyey
b. Ahtab:
'Böyle
söyleme!' dedikten sonra, Ka'b b. Esed'in kapısına doğru yöneldi ve kapıyı
çaldı.[108]
Ka'b
b. Esed, Huyey b. Ahtab'ın kendisiyle konuşmaya geldiğini işitince, kapısını
kapatmıştı.
Huyey
b. Ahtab içeri girmek için izin istedi. Fakat Ka'b kapıyı ona açmaktan kaçındı [109] ve
kendi kendine:
'Huyey
b. Ahtab'ı yanıma sokmayacağım!
Uğursuz
adam, kavminin başına uğursuzluk getirmişti.
Şimdi
o beni de Muhammed'le aramızdaki muahedeyi bozmaya davet edecektir' diyerek
söylendi.
O
sırada, Huyey b. Ahtab kapıyı çaldı [110] ve:
'Ey
Ka'b! Yazıklar olsun sana! Kapıyı aç bana!' diyerek seslendi.
Ka'b:
'Ey
Huyey! Sana da yazıklar olsun! Sen uğursuz bir adamsın![111]
Kavmine uğursuzluk getirdin. Onları mahvettin!
Sen
bizden geri dönüp git! Sen ancak benim ve kavmimin başına felâket getirmek
istiyorsun!' dedi.
Huyey
b. Ahtab, geri dönüp gitmeye yanaşmadı. [112]
Ka'b:
'Ey
Huyey! Ben Muhammed'le muahede yapmış bulunuyorum! Aramızdaki bu muahedeyi
bozucu değilim! Çünkü, ben onda vefakârlıktan ve doğruluktan başka birşey
görmedim![113]
Vallahi,
onun bize karşı ne bir ahid zimmetini bozmuşluğu, ne de bir perdemizi
yırtmışlığı vardır! O bize en iyi komşuluk yapmış bulunuyor!1 dedi.
Huyey
b. Ahtab:
'Yazıklar
olsun sana ey Ka'b! Ben sana uğursuzluk değil, zamanın bütün kuvvet ve
şerefini, denizler gibi dalgalanan orduları getirdim!' dedi.[114]
Ka'b
b. Esed:
'Nedir
bu?' diye sordu.[115]
Huyey
b. Ahtab:
'Ben
sana başlarında kumandanları ve lideriyle birlikte bütün Kureyşîleri ve
Kinaneleri getirip Rûme'ye, suların toplandığı yere kondurdum!
Ben
sana başlarında kumandanları ve lideriyle birlikte bütün Gatafanları getirip
Zegabe'den Nakmâ'ya, Uhud'a kadar uzanan yere kondurdum![116]
Atlıların,
hecinsüvarların sayısı on bini bulmaktadır!
Bin
at ve pek çok da silah vardır!
Muhammed,
artık bu galeyanımızdan, kaynaşmamızdan kurtulamayacaktır![117]
Muhammed'le
ashabının köklerini kazıyıncaya kadar ayrılmamaları, gitmemeleri için de,
benimle ahid ve akid yapmış bulunuyorlar!1 dedi.
Ka'b
b. Esed:
'Vallahi,
sen bana zamanın zillet ve horiuğunu getirmişsindir!
Sen
bana yağmurunu boşaltmış, şimşekler çakan, gürültüler koparan, içi boş, yağmursuz
bir bulut getirmişsindir![118]
Ben
derin, dibi görünmez bir deniz içindeyim ki, evimdekilerden ne bir kimseye
erişmeye kadirim, ne de yanımda çoluk çocuğum var!
Sen
benim yanıma hiç uğramadan dön, git! Senin getirdiğin şey bana gerekmez![119]
Yazıklar
olsun sana ey Huyey! Sen beni bırak da, yapmış olduğum muahedeye sadık ve bağlı
kalayım!
Çünkü,
ben Muhammed'den şimdiye kadar sadıklıktan, vefakârlıktan başka birşey
görmedim!' dedi.
Huyey
b. Ahtab:
'Yazıklar
olsun sana! Kapıyı aç da, seninle konuşacağım' dedi.
Ka'b
b. Esed:
'Yapamayacağım!
Sana kapıyı açamayacağım!' dedi.
Huyey
b. Ahtab:
'Vallahi,
senin bana kapını kapaman, halisa yemeğinden bana kendinle birlikte yedirmek
istemeyişinden başka birşey için değildir! Yemeğin senin olsun! Orada o önüme
konulmasın!' dedi.[120]
Huyey
b. Ahtab böyle pintilik atfederek Ka'b b. Esed'i kızdırdığı için, o da ona
kapıyı açtı.
Huyey
b. Ahtab, içeri girince, Ka'b'ı kandırmak, aldatmak için elinden geleni
yapmaktan geri durmadı.[121]
En
sonunda Ka'b:
'Sen
bugün yanımdan ayrıl, git! Ben bu işi Yahudi büyükleriyle bir konuşayım!' dedi.
Huyey:
'Onlar
ahid ve akid yapma yetkisini sana vermişlerdir. Sen onlarla neyi görüşüp
konuşacaksın?!' dedi ve o kadar üzerine düştü ki, nihayet onu bu yoldaki
görüşünden vazgeçirdi.
Bunun
üzerine, Ka'b b. Esed:
'Ey
Huyey! Görüyorsun ki, bu yola istemeyerek girmiş bulunuyorum! Muhammed
öldürülemez, Kureyşîler de kendi memleketlerine dönüp gitmek zorunda kalırlar,
sen de ev halkının yanına döner gidersin de, ben ve yanımda
bulunanlaryurdumuzun ortasında yapayalnız kalırız ve hepimiz öldürülürüz diye
korkuyorum!' dedi.
Huyey
b. Ahtab:
Tûr-u
Sînâ günü Musa'ya indirilen Tevrat'taki ahidler üzerine sana söz veriyorum: [122]
Eğer bu kaynaşma ve dalgalanmada Muhammed öldürülmez de Kureyş ve Gatafanlar
yurtlarına dönüp gidecek olurlarsa, seninle birlikte kalene gireceğim! Senin
başına gelecek felâket benim başıma da gelinceye kadar yanından ayrılmayacağım.
[123]
Sen
Kureyşîlerle Gatafanlardan senin yanında rehine olarak bulunmak üzere yetmiş
kişi almadıkça, çarpışmaya girme!' dedi.
Ka'b
b. Esed:
'O
halde ey Huyey! Adamlarının her kabilesinden rehine olarak yanımızda bulundurmak
üzere bize yetmiş kişi almadıkça, Muhammed'e karşı onlarla birlikte çarpışmaya
çıkmayız!' dedi"[124] ve
Peygamberimiz Aleyhisselamla aralarındaki muahedeyi bozdu.[125]
Huyey
b. Ahtab, Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza Yahudileriyle yapılmış olan
muahede hakkında yazdırdığı yazıyı getirtip yırttı.
Böylece,
barışıklık işinin bozulduğu ve harp haline girildiği bilindi.[126]
Ka'b
b. Esed, Benî Kurayza Yahudilerinin ileri gelenlerinden beşini;
1. Zebir b. Bata,
2. Nebbaş B. Kays,
3. Gazzal b. Semev'el,
4. Ukbeb.Zeyd,
5. Ka'b b. Zeyd'i yanına çağırttı.
Onlara
Huyey b. Ahtab'la yaptığı işi anlattı ve onun dönüp aralarına gireceğini ve
başa gelecek her türlü felâkete birlikte uğramaya yemin ettiğini söyledi.
Zebir
b. Bata:
"Sen
öldürülürken Huyey b. Ahtab'ın seninle birlikte öldürülmesi senin neyine gerek,
ne işine yarar ki?" dedi.
Ka'b
b. Esed sustu.
Ötekiler
de:
"Biz
senin bu yoldaki görüşünü beğenmiyor ve benimsemiyoruz, ona karşıyız!"
dediler.
Ka'b
b. Esed yaptığı işe pişman oldu.[127]
Huyey
b. Ahtab Ka'b b. Esed'in yanından ayrılıp Benî Kurayza Yahudilerinin ileri
gelenlerinin yanına gitti.
Onlar
Ka'b b. Esed'in konağının çevresinde bulunuyorlardı, durumu onlara haber verdi.
Zebir
b. Bata:
"Eyvah!
Yahudiler mahvoldu! Kureyşîler ve Gatafanlar bizi yurdumuzun ortasında,
mallarımızın ve çocuklarımızın içinde bırakır, memleketlerine dönüp giderler!
Bizde ise Muhammed'e karşı kendimizi savunabilecek güç yoktur!
Zaten,
aklını kullanarak gecelemiş bir Yahudi görülmemiştir!
Artık,
Yesrib (Medine)'de Yahudilik hiçbir zaman tutun amaya çaktır" dedi.[128]
Amr
b. Su'dâ da, güzel bir konuşma yaptı. Benî Kurayzalara Peygamberimiz
Aleyhisselamla yapmış oldukları yardımlaşma ahid ve mîsakını hatırlattı. En
sonunda:
"Eğer
ona yardım etmeye çekseniz, bari kendisini düşmanlarıyla başbaşa bırakın, birde
siz onunla çarpışmaya kalkmayın![129]
Doğrusu, ben Muhammed'e hiçbirzaman gadrve hıyanet edemem!" dedi ve Benî
Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselama yaptıkları hıyanete
katılmaktan kaçındı.[130]
Huyey
b. Ahtab:
"Yazıklar
olsun size ey Benî Kurayza! Siz beni bir dinleyin!
Hiç
şüphesiz, Allah şu adamdan ve ashabından uzaktır! Onların bugünlerde yok
edilmeleri için bütün hazırlıklar yapılmıştır.
Siz
de onların üzerine yürüyün! Toplanıp gelmiş olan şu kavimler tarafından
yapılacak çarpışmada yerinizi ve onlardan hakkınızı alın!
Eğer
siz böyle yapmayacak olursanız, Kureyşîlerin ve diğerlerinin Muhammed'le
ashabının işlerini bitirdikten sonra sizin üzerinize yönelip yürümelerinden
korkarım!
Ben
size içlerinde liderleri de
bulunmak üzere onbeş bine yakın Arap ordularını getirmiş bulunuyorum!"
dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Yazıklar
olsun sana ey Huyey!
Eğer
biz Muhammed'le yapmış olduğumuz muahedeyi bozar, aramızdaki dostluk
münasebetlerini kesip atarsak, Muhammed ve ashabının evvelce olduğu gibi
müşrikleri yenip bizim üzerimize de yürümesinden korkarız!
O
zaman bize ne biryardım eden, ne de işimize bakan bir kavim bulunur!
Ey
Huyey! Müslümanlardan bize gelecek zarardan sen zararianmazsın, kaçar, kendini
kurtarırsın!
Sen
bize iyilik edeceksen, Muhammed'le aramızdaki ahidde durmayı bize emirve
tavsiye etmelisin!
Eğer
böyle olması hayırlı ise, bu senin için de hayırlı olur.
Eğer
aksi olursa, senin yüzünden kavminin ve ev halkının başına getirdiğin
uğursuzluk gibi, bize de uğursuzluk gelir çatar!" dediler.
Huyey
b. Ahtab:
"Musa'ya
Tevrat'ı indiren Allah'a yemin ederim ki; müşrikler Muhammed ve ashabına
yenilirlerse-ki, bunu onların yapabileceklerini hiç sanmam-size gelir, kalenize
girerim. Sizin yanınızda bulunurum. Sizin başınıza gelecek felâkete ben de
uğramaya razıyım!" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri, bu hususta Huyey b. Ahtab'dan en kuvvetli yeminlerle söz
aldılar ve:
"Eğer
sen bir iş yapacaksan, senin yapacağın iş; müşrikleri getir, aramızdaki ahdi
yenile!
Onların
süvarilerinden ve eşrafından yetmiş kişiyi kalemize getir, koy! Onlar bizim
kalemizde bulunsunlar.
O
zaman biz de Muhammed'e karşı hazırlanalım, onların arkalarından, üzerlerine
yürüyelim!" dediler.
Bunun
üzerine, Huyey b. Ahtab müşriklerin yanına gitti.
Müşriklerin
eşraf ve süvarilerinden Benî Kurayzalara yetmiş kişi gönderilmek ve onların
kalelerinde yanlarında bulunmak şartıyla Benî Kurayzalar adına müşriklerle
anlaşma yaptı.
Bu
anlaşmaya göre:
Benî
Kurayza Yahudileri, çarpışma sona erinceye kadar, belli günlerde, on gece,
müşriklerin
yanında Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabına karşı çarpışacaklardı.
Müşrikler
için silah tedarik edecek ve toplayacaklardı.
Pazarları,
müşrik ordularının bulundukları yerlere nakledeceklerdi.[131]
Benî
Kurayza Yahudileri, Ebu Süfyan'a, yanında Uyeyne b. Hısn'ın bulunduğu sırada
elçi göndermişler;
"Siz
sebat ediniz! Biz Müslümanlara arkalarından saldıracağız, onların köklerini
kazıyacağız!" demişlerdi.[132]
Peygamberimiz
Aleyhisselalmın, deri çadırının içinde Hz. Ebu Bekir'le oturduğu, Müslümanların
hendek üzerinde nöbet tuttukları, süvarilerden ikisinin de hendeğin iki yanı
arasında dolaşıp durduğu sırada, Hz. Ömer gelerek:
"Yâ
Rasûlallah! Bana erişen habere göre, Benî Kurayza Yahudileri muahedeyi
bozmuşlar ve harbe girmişler!" dedi.
Bu
haber Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde ağır tesir yaptı.[133]
"Hasbunallâh
ve ni'mel vekfl=Allah bize yeter! O ne güzel Vekfl'dir" dedi.[134]
Cabirb.
Abdullah derki:
"Hendek
günü, iş ağırlaşınca, Resûlullah Aleyhisselam:
'Bize
Benî Kurayzanın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir adam yok mu?' diye
sordu.[135]
Zübeyr
b. Avvam:
'Ben
gider, öğrenir gelirim!' dedi.[136]
Gitti,
onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.
Yine,
işler ağırlaşıp kötüleşince, Resûlullah Aleyhisselam:
'Bize
Benî Kurayzanın tutum ve davranışlarını öğrenip gelebilecek bir adam yok mu?'
diye sordu.[137]
Zübeyr
b. Avvam:
'Ben
gider, öğrenir gelirim!' dedi.[138]
Gitti,
onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.
Yine,
işler ağırlaşıp kötül eşince, Resûlullah Aleyhisselam:
'Bize
Benî Kurayzanın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir adam yok mu?' diye
sordu.[139]
Zübeyr
b. Avvam:
'Ben
gider, öğrenir gelirim!' dedi.[140]
Gitti,
onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi.[141]
'Yâ
Rasûlallah! Onların kalelerini onarmakta, yollarında harp talim ve manevraları
yi a alıştırıl makta olduklarını, hayvanlarını derleyip toparladıklarını
gördüm!' dedi.[142]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Her
peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir!1
buyurdu."[143]
Benî
Kurayza Yahudilerinin tutum ve davranışlarını gözetlemekve öğrenmek üzere
Peygamberimiz Aleyhisselamın gönderdiği kişilerin ilki Zübeyr b. Avvam'di. [144]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Benî Kurayza Yahudilerini sulha ve barışıklığa davet etmek üzere,
Havvat b. Cübeyr'i gönderdi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Bizim
halimiz iki kanatlı, kollu bir adama benzer ki, kanatlarından, kollarından
birisi kesilmiş [yani Benî Nadîr Yahudileri Medine'den sürülmüş], diğeri
bırakılmıştır!" dediler, barışa yanaşmadılar.[145]
Peygamberimiz
Aleyhisselam;
1. Evs kabilesinin lideri Sa'd b. Muaz b.
Numan'ı,
2. Hazrec kabilesinin lideri Sâide
oğullarından Sa'd b. Ubâde'yi,
3. Hazrecîlerden Haris oğullarının kardeşi
Abdullah b. Revâhayı,
4. Amr b. Avf oğullarının kardeşi Havvat b.
Cübeyr'i Benî Kurayza Yahudilerine gönderdi. Gönderirken, kendilerine:
"Gidiniz,
bakınız! O kavimden bize erişen haber gerçek midir, değil midir?
Eğer
gerçekse, onu bana halkın anlayamayacağı biçimde kapalı bir dil kullanarak
bildirirsiniz, ben onu anlarım.
Açıkça
söyleyip de halkın kalblerine korku ve zaaf düşürmeyiniz, kollarını kırmayınız!
Şayet
onlar aramızdaki muahedeye sadık ve bağlı bulunuyorlarsa, bunu halka
açıklayabilirsiniz!" buyurdu.
Elçiler
Benî Kurayza Yahudilerinin yurtlarına gittiler; onları işittiklerinden de kötü
durum ve tutumda buldular.[146]
Elçi
heyeti, işler karışıp harbe dönüşmeden önce eski hallerine dönmeleri ve Huyey
b. Ahtab'ın sözünü dinlememeleri için, onlara Allah ve aradaki antlaşmalar
üzerine ant verdiler.
Fakat,
Ka'b b. Esed:
"Biz
hiçbir zaman o barışıklık haline dönmeyeceğiz! Ben o barışıklığı şu ayağımın
sandalının orta parmak arasına geçen tasması gibi koparıp atmış
bulunuyorum!" dedi.[147]
Elçiler,
onları bozdukları muahedeyi yenilemeye davet ettiler.[148]
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Siz
BenîNadîrYahudilerini Medine'den sürüp çıkarmakla bizim kanadımızı kırdınız![149]
Resûlullah
da kim oluyormuş? Muhammed'le aramızda ne ahid vardır, ne de akid!"
dediler.
Bunun
üzerine, Sa'd b. Muaz, onlara ağır sözler söyledi.
Kendisi,
celalli bir zâttı.
Sa'd
b. Ubâde, Sa'd b. Muaz'a:
"Bırak
onlarla sövüşmeyi! Bizimle onlar arasındaki iş, sövüşmekten daha büyükve
önemlidir!" dedi.
Sa'd
b. Muaz, Sa'd b. Ubâde ve arkadaşları, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
döndüler. Selam verdikten sonra, kısaca:
'AdaI
ve Kare!' dediler.
Bununla,
Benî Kurayza Yahudilerinin tutum ve davranışlarını Adal ve Kare kabilelerinin
irtikap ettikleri gaddarlık ve vefasızlığa benzetmek istediler. [150]
Benî
Kurayza Yahudilerinden son haber geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam,
elbisesine bürünüp yatmış* uzunca bir müddet öylece kalmıştı.
Müslümanlar,
Peygamberimiz Aleyhisselamın böyle yatıp kaldığını görünce, Benî Kurayza
Yahudilerinden hayır gelmeyeceğini anlamışlardı.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, yattığı yerden başını kaldırıp: [151]
"Allahuekber!
Ey Müslümanlar cemaati! Sevininiz!" buyurdu.[152]
Benî
Kurayza Yahudilerinin Huyey b. Ahtab'ı müşriklere göndererek Medine'ye
geceleyin baskın yapmak üzere Kureyşflerle Gatafanlardan biner kişi istedikleri
haberi alınınca, bela büsbütün büyümüştü.[153]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, herhangi bir saldırıya karşı Medine'yi korumak üzere, Seleme b.
Eslem'i 200, Zeyd b. Hârise'yi de 300 kişilik bir kuvvetle Medine'de
görevlendirdi.
Bunların
yanlarında da, Müslüman süvarilerinden bazıları bulunuyordu. Bu muhafızlar
Medine'yi bekleyecekler ve yüksek sesle tekbir getirerek Medine sokaklarında
devriye gezeceklerdi. [154]
Benî
Kurayza Yahudilerinin baskınına uğramadan sabaha çıkıldığı zaman, geniş bir
nefies alınmakta idi.
Hz.
Ebu Bekir:
"Medine'de
çoluk çocuklarımız hakkında Benî Kurayza Yahudilerinden duyduğumuz korku,
Kureyş ve Gatafan ordularından duyduğumuz korkudan daha fazla idi.
Zaman
zaman, Sel' dağının tepesine çıkıp Medine evlerine bakar, onları sükûnet ve
esenlik içinde gördükçe, Allah'a hamd ve şükr ederdim!" demiştir. [155]
Sel1
dağının cenub göğsündeki bir kaya üzerine eski Kûfî yazısıyla Hz. Ömer tarafından
yazıldığı anlaşılan bir yazıda da:
"Ömer
ve Ebu Bekir, akşam ve sabah, harbin her türlü mihnet ve meşakkatlerinden
şikâyetlerini Allah'a arzederier.
Allah,
Ömer'in duasını kabul etsin!
Allah,
Ömer hakkında mağfiretle muamele buyursun!" denilmektedir.[156]
Bundan,
Hz. Ömer'in de, Hz. Ebu Bekir gibi, endişesini gidermek için Medine'yi tarassut
etmekten geri durmadığı anlaşılmaktadır.[157]
Havvat
b. Cübeyr der ki:
"Hendekte
kuşatılmış bulunduğumuz bir sırada, Resûlullah Aleyhisselam beni çağırdı ve:
'Benî
Kurayzalara git de, bak, gör: Onlar, bir gece baskını yapmaya mı
hazırlanıyorlar? Yoksa bir yerden, bir gedikten içeri sızmaya mı çalışıyorlar?
Bana haberini getir!1 buyurdu.
Güneş
batacağı sırada, Resûlullah Aleyhisselamın yanından ayrıldım.
Sel1
dağından aşağı doğru indim. Güneş batınca, akşam namazını kıldıktan sonra,
hareket ettim. Ratic'i tuttum.
Sonra
Abduleşhellerin, sonra Zührelerin mahallelerine, daha sonra da Buas mevkiine
eriştim.
Benî
Kurayzalara yaklaştığım zaman, kendi kendime 'Onlardan gizlenmeliyim1
dedim, gizlendim.
Bir
müddet kaleleri gözetledim.
Sonra
beni uyku bürümüş, uyuyakalmışım!
Ben
uyurken ve haberim yokken, bir adamın beni yüklendiğini, omuzlayıp
yürüyüverdiğini görünce, korktum.
Anladım
ki, bu adam, BenîKurayza casuslarındandır.
O
zaman, Resûlullah Aleyhisselamdan son derece utandım.
Çünkü,
onun korkulu yerlerde, sınır kapılarında çok dikkatli, uyanık ve tetikte
bulunmaklığım hususunda bana yapmış olduğu tenbih ve tavsiyelerine göre
davranmayı ihmal etmiş bulunuyordum.
Adam
beni alelacele kalelerinin önüne kadar götürdü. Kendisi Yahudice konuşuyordu.
Adamın:
'Boğazlanıp
ölüsü kürü ara kuşlara sunulacak besili bir davarla müjdelerim sizi!' dediğini
anladım.
Benî
Kurayza Yahudilerinden hiçbirinin hiçbir zaman bellerinde baltaları
bulunmadıkça bir yere gitmediklerini hatırladım.
Ellerimi
yavaşça uzatıp, adamın belinden baltasını sezdirmeden aldım.
Adam
kale üzerindekilerle konuşmakla meşgul iken, balta ile birden vurup adamın
ciğerini söktüm, çıkardım!
Adamın:
'Canavar!'
diye bağırmasıyla sesinin kesilmesi bir oldu!
Yahudiler
kulelerinde hurma yaprak ve dallarını yakarak ortalığı aydınlattılar.
Adam
ölü olarak yere düşmüştü.
Ben
de hemen oradan uzaklaştım. Dahasını bilmiyorum.
Gelmiş
olduğum yoluma yönelerek izim sıra geri döndüm.
Cebrail
Aleyhisselam Resûlullah Aleyhisselama gelip bunu haber verince, Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ey
Havvat! Muzaffer ve muvaffak oldun!' buyurmuş, sonra da ashabının yanına
çıkarak, onlara:
'Havvat'ın
başından şöyle şöyle işler geçti!' diyerek bütün olup bitenleri birer birer
haber vermiş.
Ashabıyla
oturduğu ve onların birbirleriyle konuştukları bir sırada, Resûlullah
Aleyhisselamın yanına vardım.
Resûlullah
Aleyhisselam, beni görünce:
'Kurtulduğun,
yüzünden belli!' buyurdu.
'Senin
yüzünden de belli yâ Rasûlallah!' dedim.
'Başından
geçenleri haber ver!' buyurdu.
Ben
de kendisine birer birer haberverdim.
Peygamber
Aleyhisselam:
'Cebrail
de bana bunları böylece haber vermişti' buyurdu.
Orada
bulunanlar da:
'Resûlullah
Aleyhisselam bize bunlan böylece söylemişti1 dediler."[158]
Abdullah
b. Ebu Bekir b. Haram'ın bildirdiğine göre; Benî Kurayza Yahudilerinin ileri
gelenlerinden Nebbaş b. Kays, bir gece yanında Yahudilerin azılılarından ve
azgınlarından on kişi olduğu halde, "Belki Müslümanlardan bazılarını
ansızın avlamaya muvaffak oluruz!" diyerek kalelerinden çıkıp Medine'ye
yönelmişler, Bakîu'l-Garkad'a erişmişlerdi.
Seleme
b. Eslem'in arkadaşlarından bazılarıyla karşılaştılar ve birbirlerini oka
tuttular.
Yahudiler
dayanamadılar, bozuldular, dağıldılar ve geri çekildiler.
Seleme
b. Eşlem, Benî Harise mahallesinde arkalarından yetişti. Arkadaşlarıyla
birlikte, onları kalelerine kadar takip ettiler.
Benî
Kurayzaların kalelerinin çevresinde dolaşmaya başlayınca, Yahudiler korktular.
Kulelerinde ateşler, ışıklar yaktılar ve:
"Geceleyin
belaya uğradık!" demeye başladılar.
Müslümanlar,
Benî Kurayza Yahudilerine ait Kama kuyusunu ve kuyunun üzerindeki iki kuleyi
yıktılar.
Benî
Kurayza Yahudileri, kalelerinden dışarı çıkmak kudret ve cesaretini
kendilerinde bulamadılar, şiddetli bir korkuya tutuldular.[159]
Kur'ân-ı
Kerîm'in bu husustaki açıklatması şöyledir:
"Vaktâ
ki onlar (müşrik orduları) hem üstünüzden (Medine'nin doğusundan), hem
altınızdan (Medine'nin batısından) size gelmişlerdi.
O
zaman, gözler çukurlarından fırlamış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı.
Sizler
Allah'a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz.
İşte
orada mü'minler de sıkı bir imtihana çekilmiş, şiddetli bir sarsıntı ile
sarsılmışlardı. (Mü'min münafıktan ayırt edilmiş, belli olmuştu).
O
zaman, münafıklarla kalblerinde hastalık (itikad zayıflığı, şüphecilik)
bulunanlar:
'Allah
ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşeyva'd etmemiştir!' diyorlardı."[160]
Medine'yi
üst tarafından vuracak olan düşman Benî Kurayza Yahudileri; alt tarafından
vuracak olan düşmanlar da Ebu Süfyan'ın kumandası altındaki Kureyş, Ehâbiş,
Kinane, Gatafan, Esed ve Süleymlerden oluşan ordulardı.[161]
Benî
Kurayza Yahudilerinin müşriklere yardım ettikleri, Kufân-ı Kerîm'de "Ehl-i
Kitabdan, onlara müzaheret ve yardımda bulunanlar" (Ahzab: 26) denilerek
açıklanmıştır. [162]
Bu
müzaheret, Benî Kurayza Yahudilerinin Kureyş müşriki eriyle yaptıkları
muahedede belirlenmişti.[163]
Hendekte
toplanan İslâm ordusunu oluşturanların hepsi, Allah'ın ve Resûlünün
buyruklarına sımsıkı bağlanmış, Allah yolunda her güçlüğe seve seve göğüs germe
olgunluğuna ermiş kişiler değillerdi.
Kur'ârvı
Kerîm'de de açıklanmış olduğu üzere, Müslümanlar arasında münafıklar ile iman
ve iradeleri zayıf birtakım insanlar da bulunuyordu.
Bunun
için, müşrik ordularının çokluğu ve güçlülüğü, Müslümanlar arasındaki münafıklarla
zayıf iradeli, zayıf imanlı olanların gözlerini korkutmuş, yüreklerini titretin
işti. [164]
Münafıklarla
kalbleri hastalıklı olanlar:
"Allah
ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşey va'd etmemiştir! Muhammed bize Fars ve
Rum diyarının fietholunacağını va'd ediyor! Halbuki biz şurada, düşmanlar
tarafından kuşatılmış bulunuyor ve hiçbirimiz, abdest bozmak için bile,
korkudan dışarı çıkamıyoruz!" diyorlardı.
Münafıklardan
birisi de, ashabdan birisine:
"Ey
filan! Resûlullah, Kayser öldükten sonra, yerine Kayser gelmeyecektir. Kisrâ
öldükten sonra da, yerine Kisrâ gelmeyecektir. Varlığım Kudret Elinde bulunan
Allah'a yemin ederim ki; bunların hazineleri de muhakkak Allah yolunda
harcanacaktır!' diyormuş!
Hiçbirimiz
korkudan abdest bozmaya bile çıkamıyoruz!
Allah
ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşey va'd etmiyor!" demişti.
Sahabi:
"Sen
yalan söylüyorsun! Ben seni Resûlullaha haber vereceğim" diyerek
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmiş ve münafikın sözünü Peygamberimiz
Aleyhisselarma bildirmişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam o münafıkı çağırtıp ona:
"Sen
böyle mi söyledin?" diye sorunca, münafık:
"Yâ
Rasûlallah! Bana iftira ediliyor! Ben böyle birşey söylemedim! Şu ağzımdan
hiçbir zaman böyle birşey çıkmamıştır!" diyerek inkâr etmişti. [165]
Münafıklar,
İslâm ordugâhından birtarafa savuşup gitmek yo I unu tuttu ki an gibi, kendi
kabilelerinden veya başka kabilelerden olup hendekte savaşacak olanları da
türlü türlü fitne ve fesatlarla ayartmaya, dağıtmaya çalıştılar.
Kur'ârvı
Kerîm'de açıklandığına göre,[166] onlardan
birtakımları:
"Ey
Yesrib (Medine) halkı! Sizin için, burada durmak imkânı yok! Hemen dönüp
gidiniz!" demişlerdi.
Münafıklardan
birtakımı da:
"Evlerimiz
açık kalmıştır!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istiyordu.
Halbuki,
onların evleri açık değildi. Onlar kaçmaktan başka birşey düşünmüyorlardı. [167]
Nitekim,
Harise oğulları kabilesinden Evs b. Kayzî, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:
"Yâ
Rasûlallah! Evlerimiz düşmana açık bir durumdadır. Medine dışındadır. Bize izin
ver de, dönüp evlerimize gidelim!" demişti.[168]
Harise
oğulları da:
"Evlerimiz
açıktır. Evlerimize hırsızların girmesinden korkuyoruz! [169]
Yâ
Rasûlallah! Ensar evlerinden hiçbiri, bizim evlerimiz gibi değildir. Gatafan
ordusuyla bizim aramızda, onların şerrini bizden giderecek kimse yoktur.
İzin
ver de, evlerimize dönelim, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruyalım!"
demişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, onların dönüp gitmelerine izin vermişti.
Sa'd
b. Muaz, Harise oğullarının dönmek için hazırlandıklarını haber alınca,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
"Yâ
Rasûlallah! İzin verme bunlara! Vallahi, biz ne zaman bir musibete uğrasak,
daralsak, onlar hep böyle yaparlar!" dedikten sonra, Harise oğullarının
yanına vardı.
"Biz
sizden temelli böyle hareketler mi göreceğiz?! Biz ne zaman bir musibete
uğrasak, daralsak, siz hep böyle yapar durursunuz" diyerek onlara çıkıştı.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onların dileklerini kabulden vazgeçti.[170]
Münafıkların
ne samimiyetleri, ne de İslârmiyete bağlılıkları vardı.
Kur'ân-ı
Kerîm'de açıklandığına göre:
"Eğer
Medine'nin etrafından üzerlerine girilmiş olup da İslârmiyetten şirke dönmeleri
müşrikler tarafından istenilmiş olsaydı, muhakkak ki onlar bu isteği yerine
getirmekte fazla gecikmezlerdi!
Halbuki,
onlar düşmana arka çevirmeyecekleri hakkında daha önce Allah'a kesin söz vermiş
de bulunuyorlardı.
Allah'a
verilen sözden dolayı sorumluluk vardır."[171]
Gerçekten
de, Harise oğulları, Selime oğullarıyla birlikte, Uhud savaşından da kaçmak
istemişler, fakat bundan vazgeçmişler, bir daha böyle bir harekette bulunmamaya
yemin etmişlerdi.[172]
Bu
iki kabileyi hendekte, ancak Allah, rahmetiyle tutmuştu.[173]
Hendek
savaşında gerçek mü'minlerin tutum ve davranışlarına gelince, yine Kur'ân-ı
Kerîm'de açıklandığına göre:
"Mü'minler,
orduları gördükleri zaman, İşte, bu, Allah'ın ve Resûlünün bize va'd ettiği
şeydir! Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir!' dediler.
Bu,
onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırmaktan başka birşey yapmadı.
Mü'minler
içinde, Allah'a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler vardır ki, onların
kimi adadığını ödedi (şehit oldu), kimi de bunu (yerine getirmeyi) bekliyor.
Onlar,
hiçbir suretle, ahidlerini değiştimnediler!"[174]
Yüce
Allah'ın mü'minlere olan imtihanının, va'd'inin ne olduğu da, Kufân-ı Kerîm'de
şöyle açıklanmıştır:
"Ey
mü'minler! Yoksa siz sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden
Cennete girivereceğinizi mi sandınız?
Onlara
öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar gelip çattı ve öyle belalarla sarsılmışlardı
ki, hatta peygamberi, maiyyetindeki mü'minlerle birlikte Allah'ın yardımı ne
zaman yetişecek?' diyordu.
Gözünüzü
açın, iyi bilin ki; Allah'ın yardımı muhakkak yakındır!"[175]
Bunun
içindir ki, hendekte düşman ordularıyla sarıldıklarını görmeleri, mü'minlerin
ancak Allah'a olan imanlarını, yani Allah'ın rmü'rminlene yardım edeceği
hususundaki va'dine inançlarını, her türlü ibtilâya sarsılmadan göğüs germe
azimlerini, Allah'ın takdirine teslimiyetlerini arttırmıştı. [176]
Münafıklar
Medine'yi saran orduların Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabını ortadan kaldırıvere-ceklerini
zanneder ve hatta umarlarken, mü'minler Allah'ın kendilerine yardım edeceği ve
İslâmiyeti bütün dinlere üstün kılacağı va'dinin er geç gerçekleşeceği inancını
taşıyor ve bu inançlarıyla da ağır bir imtihanda münafıklardan ve zayıf imanlılardan
ayrılmış bulunuyorlardı.[177]
Peygamberimiz
Aleyhisselaımin halası ve Zübeyr b. Avvam'ın da annesi olan Hz. Safiyye, şair
Hassan b. Sabit'in Fâri'deki köşkünde bulunuyordu.
Benî
Kurayza Yahudilerinin ileri gelenlerinden Gazzal b. Semev'el'in kumandası
altında on kişilik bir Yahudi birliği gelip köşkü oka tuttular ve içeriye
girmeye çalıştılar.
İçlerinden
birisi, köşkün kapısına kadar yaklaşıp içeri girmek istedi.[178]
Hz.
Safiyye der ki:
"Hassan
b. Sabit, köşkte bizim yanımızda idi. Bizimle birlikte kadınlar ve çocuklar da
bulunuyordu.
Yahudilerden
birisi, bulunduğumuz köşkün çevresinde dolaştı, bize doğru geldi.
Benî
Kurayza Yahudileri bizimle harp halinde idiler. Resûlullah Aleyhisselamla
aralarındaki muahedeyi bozmuşlardı. Hiç kimse, aramızdaki gerginliği
gideremezdi.
Resûlullah
Aleyhisselam ile ashabı, hendekte düşmanlarıyla uğraşıyordu. Düşmanlardan
sıyrılıp, ayrılıp bize gelme gücüne ve imkânına sahip değillerdi. Bize ancak
gelebilirlerse geleceklerdi.
Hassan
b. Sabit'e:
'Ey
Hassan, şu Yahudi gördüğün gibi köşkü dolaşıp duruyor!
Vallahi,
ben onun açık yerlerim izi öğrenip arkamızdaki Yahudilere kılavuzluk
etmeyeceğinden emin değilim!
Düşmanla
meşgul bulunan Resûlullah Aleyhisselam ile ashabının, bizden pek haberleri de
olmaz!
Sen
in de öldür şunu!1 dedim.
Hassan
b. Sabit:
'Allah
seni yarlıgasın ey Abdulmuttalib'in kızı! Vallahi, sen de iyi bilirsin ki, ben
bu işin adamı değilim.[179]
Ben
gücü dilinde olan kimselerdenim. Kılıç ve mızrak erlerinden değilim.[180]
Hayır!
Vallahi dediğini yapamam! Eğer bende bunu yapabilecek cesaret ve kudret
olsaydı, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte savaşa çıkardım' dedi.[181]
Hassan
bana böyle söyleyince ve onda bu işi başaracak güç göremeyince, başıma sıkıca
bir tülbent bağladıktan sonra elime bir sırık aldım, köşkten aşağı indim.[182]
Köşkün
kapısını açtım. Adamın arkasından yavaşça vardım.[183]
Sırıkla vurup başını parçaladım, işini bitirdim![184]
Başını kestim.
Hassân'a:
'Al
şu başı da, aşağıdaki Yahudilere doğru fırlatıp at!' dedim.
Hassan:
'Bende
bu güç ve cesaret nerde?' dedi.
Bunun
üzerine, Yahudinin başını alıp Yahudilere doğru attım.
Yahudiler
'Bize
Müslümanların ailelerini yanlarında adam bulundurmaksızın kimsesiz ve yalnız
bıraktıkları haber verilmişti!' diyerek dağılıp gittiler. [185]
'Ey
Hassan! Haydi, öldürdüğüm Yahudinin yanına in de, elbisesini soy, al!' dedim.
Onun
elbisesini soymaktan beni alıkoyan şey, kendisinin erkek oluşu idi.
Hassan:
'Ey
Abdulmuttalib'in kızı! Onun elbisesini soymaya benim ihtiyacım yok! Onun
soykası bana gerekmez!' diyerek bu işi yapmaktan da kaçındı."[186]
Râfi'
b. Hadic'in bildirdiğine göre; Hendek Savaşı sırasında, Benî Harise kalelerine
yerleştirilen kadınlarla çocukların yanlarında kendilerini koruyabilecekleri
silahları da yoktu.
Salebe
b. Sa'd oğulları kabilesinden Necdan adındaki kişi, bir gün at üzerinde hisarın
dibine kadar gelip, kadınlara:
"Yanıma
inin! Sizin için hayırlı olur" demeye ve kılıcını oynatmaya başladı.
Resûlullah
Aleyhisselamın ashabından bir topluluk, onu görünce, kuleye doğru koştular.
Harise
oğullarından Züheyr b. Râfi1 adındaki zât da içlerinde idi.
Züheyr:
"Ey
Necdan! Gel, çarpışalım!" dedi ve hemen üzerine saldırarak onu öldürdü.[187]
Münafıkların
evlerinin Medine dışında ve duvarlarının da alçak olup düşmana ve hırsıza açık
bulunduğunu bahane ederek hendekten dağıldıkları gecede, Peygamberim iz
Aleyhisselamın yanında 300 kişiden başka kimse kalmamıştı.[188]
Müşrikler,
Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabını hendekte kuşattıkları müddetçe, baskın
yapmak için her gece gözcüler salmaktan geri durmadılar. [189]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ile ashabı da, önce Allah'ın açıkladığı gibi, bu müddeti mihnet,
meşakkat, düşmanlarının altlarından üstlerinden gelip baskın yapacakları
endişesi içinde geçirdiler.[190]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, halktaki sıkıntının günden güne arttığını ve büyüdüğünü gördükçe:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; karşılaştığınız sıkıntılar
sizlerden muhakkak kaldırılacak, sizler feraha çıkarılacaksınız?
Beyt-i
Atık olan Kabe'yi de korkusuzca tavaf etmemi ve Yüce Allah'ın Kabe
anahtarlarını bana teslim etmesini umuyorum!
Muhakkak
ki, Allah Kisrâyı ve Kayser'i yok edecek, onların hazineleri de Allah yolunda
harcanacaktır!" buyurarak Müslümanları sevindirmekte idi.[191]
Hz.
Aişe der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam hendekteki gediği, dar yeri beklemek için gidip geldiği sırada,
soğuk kendisini titretmiş, gelip ısınmak için yanıma sokulmak zorunda
kalmıştı.
Biraz
ısındıktan sonra, yine o gediği beklemeye gideceği sırada:
'Ben
düşmanların oradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum.
Keşke bu gece iyi bir adam olsa, benim yerime oraya beklese!' buyurmuştu.
O
sırada, bir silah ve demir âlet şıkırtısı işittim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Kim
o?' diye sordu.
'Sa'db.Ebi
Vakkas!'dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Bu gediği sana
havale ediyorum! Sen orayı bekle!' buyurdu ve kendisi de uyumaya başladı.
Uyurken, nefesinin çıkardığı hışıltısını işittim."[192]
Hz.
Ümmü Seleme der ki:
"Hendekte
Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulundum. Orada ve bulunduğu her yerde,
kendisinden hiç ayrılmadım.
Resûlullah
Aleyhisselam hendeği bizzat beklemekte idi. O sırada şiddetli bir soğuğa da
tutulmuştuk.
Resûlullah
Aleyhisselama bakıyordum. Resûlullah Aleyhisselam Allah'ın dilediği kadar namaz
kılmak üzere namaza durmuştu. Sonra, gidip bir müddet hendeğe doğru baktı ve:
'Şunlar
herhalde müşriklerin süvarileridir, hendeği dolaşıyorlar! Onlara karşı koyacak
kim var?' buyurduğunu işittim.
Sonra:
'Ey
Abbâd b. Bişrl' diye seslendi.
Abbâd:
'Lebbeyk=
Buyur!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Yanında
kimse var mı?1 diye sordu.
Abbâd
b. Bişr
'Evet!
Ben ve ashabından bazıları senin çadırının çevresinde bulunuyoruz!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Arkadaşlarınla
birlikte gidip hendek boyunca dolaş! Şu görünen süvariler herhalde düşman
süvar-ilerindendir, sizin için dolaşıyorlar, gafletinizden yararlanarak ansızın
baskın yapıp bazılarınızı öldürmeyi umuyorlar!' buyurdu ve:
'Ey
Allah'ım! Onların serlerini, kötülüklerini bizden uzaklaştır! Onlara karşı bize
yardım et ve bizi onlara galip kıl! Senden başka, bizi onlara galip kılacak
yoktur!1 diyerek dua etti.
Abbâd
b. Bişr, arkadaşlarıyla birlikte gitti.
O
sırada, Ebu Süfyan, müşriklerin bir süvari birliğiyle hendeğin dar yerini
dolaşıyordu.
Müslümanlar
oraya yetiştiler, onları taşa ve oka tuttular. Ben de onlarla birlikte durdum,
müşrik süvarilerine ok ve taş attık. Nihayet, attığımız ok ve taşlarla onları
zayıflattık, yıprattık.
Onlar
bozuldular, yerlerine dönmek zorunda kaldılar.
Resûlullah
Aleyhisselamın yanına döndüğüm zaman, kendisini namazda buldum. Namazını
bitirdikten sonra, durumu öğrenince, uykuya yattı ve nefesinin hışıltısını
duydum.
Tan
yeri ağarıncaya ve Bilal-i Habeşî sabah ezanını okuyuncaya kadar, kendisini
uyandırmadım.
Resûlullah
Aleyhisselam çadırından çıkıp Müslümanlara sabah namazını kıldırdı.
Allah
Abbâd b. Bişr'e rahmet etsin!
O herzaman
Resûlullah Aleyhisselamın çadırını beklemeye devam eden ashabdandı."[193]
Useyd
b. Hudayr, arkadaşlarıyla birlikte hendeği beklemekte idi.
Amr
b. Âs'ın kumandası altında keşif ve tecessüsle vazifeli yüz kadar müşrik
süvarisi, hendeğin sıçrayınca geçilebilecek yerine kadar gelip dayanmışlardı.
Bunlar,
Müslümanlara ansızın baskın yapmak istiyorlardı.
Useyd
b. Hudayr, arkasında arkadaşları olduğu halde, onlara doğru ilerledi.
Onları
taşa ve oka tutarak geri püskürttüler.
O
gece savaşan Müslümanlar arasında bulunan Selman-ı Fârisî, Useyd b. Hudayr'a:
'Bu
yer hendeğin en dar tutulmuş olan yeridir. Biz zaten müşriklerin süvarilerinin
buradan sıçrayıp geçmelerinden korkuyorduk!1 dedi.
Gerçekten
de, halk orayı kazmakta işi aceleye getirmişler, gerektiği gibi geniş ve derin
kaza-mam ı şiardı. Müslümanlar nöbet tutup orayı bekliyorlar, şiddetli bir
soğuk ve açlık içinde kıvranıyorlardı.
Cabirb.
Abdullah derki:
"Hendeği
beklemekte olduğumuz sırada, müşrik süvarilerinin ansızın baskın yapmak için
hendeğin dar bir yerini araştırıp oradan hücuma kalkmak istediklerini gördüm.
Bunu,
Amr b. Âs ile Halid b. Velid idare ediyorlar, Müslümanların gaflet zamanlarını
kolluyorlardı.
Biz
Halid b. Velid'e yüz kişilik süvari birliğinin başında atını şaha kaldırıp
süvarilerini geçirmek için hendeğin en dar bir yerini araştırdığı sırada
rastlamıştık.
Onları
hemen oka tuttuk ve geri püskürttük!"
Muhammed
b. Mesleme de şöyle der:
"Halid
b. Velid o gece yüz süvarinin başında geldi.
Onlar
Akik vadisinden çıkıp geldiler, Mezad'da durakladılar.
Peygamber
Aleyhisselamın çadırına yaklaştılar.
Peygamber
Aleyhisselamın çadırını bekleyen ve o sırada ayakta durarak namaz kılmakta
bulunan Abbâd b. Bişr'e hemen haber verdim.
Abbâd
b. Bişrrükûa, sonra secdeye gitti.
Halid
b. Velid yanında üç kişi olduğu halde geldi, dördüncüsü kendisi idi.
'İşte
Muhammed'in çadırı! Oka tutunuz' dediklerini eşittim.
Çadıra
ok atmaya başladılar.
Biz
hendeğin bu kıyısında, onlar öbür kıyısında durup birbirimize oklar yağdırdık.
Biz
arkadaşlarımızın yanına döndük, onlar da arkadaşlarının yanına döndüler.
Bizim
aramızda da, onların arasında da, pek çok yaralananlar oldu.
Sonra,
onlar hendek kıyılarını takip ederek gittiler, biz de onları takip ederek
gittik.
Müslümanlar
onların nöbet tutup gittikleri yere, ileri karakollarına kadar vardılar. Hangi
karakola uğradıksa, orada bizimle çarpışmaya duran bir birlikle, direnen bir
birlikle karşılaştık.
Ratic'e
kadar vardık, dayandık.
Onlar
orada uzunca bir müddet durakladılar.
Onlar
Benî Kurayza Yahudilerinin gelmelerini bekliyorlar, Medine'ye ansızın bir
baskın yapmak istiyorlardı.
Seleme
b. Eşlem b. Hureyş'in süvarilerinin Medine'de bulunduğunu ve Medine'yi
beklemekte olduğunu biliyorduk.
O
sırada, Seleme b. Eşlem Ratic'in arkasından geliverdi.
Halid
b. Valid'in süvari birliğiyle karşılaşıp çarpıştılar ve birbirlerine
karıştılar.
Bir
koyun sağılacak kadar vakit geçmiş geçmemişti ki, Halid b. Velid'in
süvarilerinin dönüp kaçtıklarını gördüm!
Seleme
b. Eşlem, ardlarına düşüp onları çıkıp geldikleri yere kadar kovaladı."
Halid
b. Velid sabaha çıkınca, Kureyş müşrikleriyle Gatafanlar kendisini ziyaret
ettiler ve:
'Hendekte
bulunanlara veya sana karşı koyanlara neler yaptın, söyle bakalım?' dediler.
Halid
b. Velid:
'Ben
bütün gece oturdum. Onlar birtakım süvariler gönderdiler, ne yapacaklar diye
onları gözetledim durdum!' dedi.[194]
Hz.
Ümmü Seleme der ki:
"Vallahi,
ben geceleyin Peygamber Aleyhisselamın çadırında bulunuyordum. O da, uyuyordu.
O
sırada, korku verici bir ses işittim:
Birisi:
'Ey
Allah'ın süvarileri!' diyerek sesleniyordu.
Resûlullah
Aleyhisselam, Muhacirlerin parolalarını 'Ey Allah süvarileri' olarak tayin
etmişti.
Resûlullah
Aleyhisselam, onun sesinden hemen uyanıp çadırından dışan çıktı. Çadırının
yanında ashabından bazıları bulunuyor ve çadırını bekliyorlardı.
Abbâd
b. Bişr, onlar arasında idi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Halk
ne haldedir?' diye sordu.
Abbâd
b. Bişr
'Yâ
Rasûlallah! Bu ses Ömer b. Hattab'ın sesidir! Bu gece, onun nöbeti ve
sırasıdır. O 'Ey Allah süvarileri!' diyerek sesleniyor, halk da ona doğru
sıçraşıyorlar. Kendisi Hüseyke nahiyesindedir' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, Abbâd b. Bişr'e:
'Git,
gör! İnşaallah, yanıma döner, gördüklerini bana haber verirsin!' buyurdu.
Çadırın
kapısına dikilip, bütün konuşulanları dinledim.
Resûlullah
Aleyhisselam ayaktaki duruşundan daha ayrılmamıştı ki, Abbâd b. Bişr geldi.
'Yâ
Rasûlallah! Bu, Amr b. Abd'dir, müşriklerin süvarilerine kumanda ediyor.
Kendisinin
yanında da, Gatafan süvarilerinin başında Mes'ud b. Ruhayle vardır!
Müslümanlar
onları oka ve taşa tutmaktadırlar!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam hemen çadırına girdi, zırh gömleğini ve miğferini giydi, atına
bindi.
Yanında
ashabı olduğu halde hareket etti, hendeğin o dar yerine, gediğe kadar gitti.
Çok geçmeden geri döndü. Kendisi, sevinçli idi:
'Allah
onları yüz geri etti, içlerinden pek çokyaralananlar oldu!1 buyurdu.
Sonra uykuya yattı ve hatta nefesinin hışıltısını işittim.
Korku
verici bir ses daha işittim.
Resûlullah
Aleyhisselam hemen uyandı.
'Ey
Abbâd b. Bişr!' diye seslendi.
Abbâd
b. Bişr
'Lebbeyk=Buyur!'
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Bir
bak, nedir bu ses?1 buyurdu.
Abbâd
b. Bişr gitti ve sonra dönüp geldi ve:
'Bu,
Dırâr b. Hattab'dır! Kureyş süvarilerine kumanda ediyor! Gatafan süvarilerinin
başında da Uyeyne b. Hısn vardır! Müslümanlar onları taşa ve oka tutuyorlar!1
dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam tekrar zırhını giydi ve atına bindi. Ashabıyla birlikte hendeğin
darve gedik yerine gitti.
Seher
vaktine kadar, yanımıza gelemedi.
Seher
vakti dönüp gelince:
'Düşmanlar
sinmiş olarak geri döndüler. İçlerinde pek çok yaralananlar oldu!' buyurdu.
Sonra,
ashabına sabah namazını kıldırıp oturdu.
Ben
Resûlullah Aleyhisselamın yanında, içinde çarpışmalar ve korkular bulunan
Müreysi', Hayber, Mekke'nin fethi, Huneyn gibi birçok gazalarda ve Hudeybiye'de
de bulunmuşumdur.
Bizim
katımızda, bunların hiçbiri, Resûlullah Aleyhisselam için, Hendekten daha
zahmetli ve daha korkulu olmamıştır.
Benî
Kurayza Yahudilerinin çoluk çocuklarımıza baskın yapmayacaklarından emin
değildik.
Medine
sabahlara kadar bekleniyordu.
Orada korkudan
sabahlara kadar Müslümanların getirdikleri tekbir sesleri işitiliyordu."[195]
Müşrikler
aralarında nöbet ve sıra ile hücuma geçiyorlardı. Bir gün Ebu Süfyan b. Harb
adamlarıyla birlikte hücuma kalkıyor, Bir gün Hübeyre b. Ebu Vehb,
Bir
gün İkrime b. Ebu Cehil,
Bir
gün Dırâr b. Hattab,[196]
Bir
gün Halid b. Velid,
Bir
gün de Amr b. Âs... hücumu idare ediyordu.[197]
Bunlar,
süvarilerini Mezad ile Ratic arasında gâh dağıtıyorlar, gâh toplayıp hücuma
geçiyorlar ve böyle yapmaktan geri durmuyorlardı[198]
Bela,
ibtila büyütmüş, herkesi büyük bir korku bürümüştü.
Müşriklerin
Hıbban b. Arika, Ebu Üsâmetü'l-Cüşemî gibi ünlü, ve bunlardan başka, bilinmeyen
daha birçok Arap okçuları da yanlarında gelmiş bulunuyordu.
Bir
gün, hep birden, Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırını nişan alarak
okyağdırmaya başladılar.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerinde zırh gömlekve başında da miğfer
vardı. Kendisi ayakta dikiliyordu.[199]
Üç
gün, gecenin geç saatlerine kadar, şiddetli çarpışmalar oldu.[200]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sahabileri, her yetişilecek yere yetişmeye çalışmakta idiler.[201]
Müşrikler,
bir gün, Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere olanca güçleriyle hücuma
geçtiler.
O
gün ne Peygamberimiz Aleyhisselam, ne de sahabilerinden hiçbiri, ikindi
namazını kılmak fırsatını bulabildi.[202]
Fakat,
Allah hendeği geçmek fırsatını müşriklere vermedi. Kahraman sahabiler yetişip
yağdırdıkları oklar ve taşlarla onları geri püskürttüler. [203]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hendek günü, müşrikler hakkında:
"Onlar
nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi orta (ikindi) namazından
alıkoydularsa (üzdülerse), Allah da onların evlerine, karınlarına, kabirlerine
ateş doldursun (kendilerine azab etsin)!" diyerek beddua etti, ilendi. [204]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, İslâm mücahidleri arasında Sa'd b. Habte'nin yaşının küçük olmasına
rağmen müşriklerle şiddetle savaştığını görünce, onu yanına çağırdı ve:
"Sen kimsin ey genç?" diye sordu. Sa'd:
"Sa'd
b.Habte'yim!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah
seni mesut ve bahtiyar kılsın!" diyerek dua etti ve: "Yaklaş
yanıma!" buyurdu. Sa'd b. Habte yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam onun
başını sığadı.[205]
Hz.
Aişe der ki:
"Hendek
savaşı günü, savaşan halkın ardından gittim.
Arkamdan
bir ses geldiğini işittim. Dönüp bakınca, Sa'd b. Muaz ile kardeşinin oğlu
Harise b. Evs'i gördüm.
Ben
olduğum yere çöktüm.
Sa'd
b. Muaz'ın sırtında dar bir zırh gömlek vardı. Kendisinin kolları zırhtan
dışarı çıkmıştı.
Sa'd
b. Muaz halkın en iri yapılısı ve uzunu idi.
Kendisi:
'Biraz
bekle, çarpışmaya katıl Hamel!
Ölmek
ne güzel, gelince ecel!' recezini söylüyordu. [206]
Sa'd
b. Muaz'ın elinde harbe (kısa mızrak) vardı, acele gidiyordu.
Annesi
ona:
'Ey
oğulcağızım! Koş, Resûlullah Aleyhisselama kavuş! Geciktin vallahi!' diyordu.
Sa'd'ın
annesine:
'Ey
Sa'd'ın annesi! Ben Sa'd'ın zırh gömleğinin parmaklarına kadar vücudunu örtmesini
arzu ederdim' dedim.
Vallahi,
Sa'd'ın açık kalan kollarından, okla vurulur diye korkmuştum. [207]
Sa'd'ın
annesi:
'Allah
takdirini, hükmünü yerine getirir!' dedi.[208]
Ben
bir bahçeye varıp girdim.
Orada
Müslümanlardan birkaç kişi bulunuyordu. İçlerinde, Ömer b. Hattab ile
gözlerinden başka bir yeri görünmeyen miğferli bir zât da vardı.
Ömer,
bana:
'Sen
ne diye geldin?! Vallahi, sen gerçekten çok cür'etli ve cesaretlisin! Sen bir
felâkete uğramayacağından emin olabilir misin?' diyerek çıkıştı.
O
beni böyle kınadığı zaman, yer yarılıp yerin dibine geçmeyi isterdim.
Miğferli
zât, miğferini yüzünden yukarı doğru kaldırdı. Meğer Talha b. Ubeydullah imiş!
Talha:
'Ey
Ömer! Allah senin iyiliğini versin! Sen bugün çok oldun! Doğru ve isabetli
görüşlülük veya Yüce Allah'a doğru kaçış nerede kaldı?!' dedi.[209]
Nihayet,
Sa'd b. Muaz açık kolundan bir okla vurulmuş, kolunun damarı kesilmişti.[210]
Bu,
koldaki 'ekhal' dedikleri orta damardı ve hayat daman idi."[211]
Böyle
kol damarı kesilen kimsenin kanı durmadan akacağı için, ölümden kurtulması
mümkün değildi.[212]
Sa'd
b. Muaz'ı kolundan okla vuran, Kureyş müşriklerinden Hıbban b. Kays b. Arika
idi. [213]
Ebu
Üsâmetü'l-Cüşemî'nin vurduğu da rivayet edilir.[214]
Hıbban
oku Sa'd b. Muaz'a atarken:
'Al
benden! Benim Arika'nın oğlu olduğumu bil!' demişti.
Sa'd
b. Muaz, kolundan vurulunca, ona:
'Allah
da Cehennemde senin yüzüne ter döktürsün!1 diyerek ilenmişti.[215]
Bu
bedduayı Peygamberimiz Aleyhisselamın yaptığı da rivayet edilir.[216]
Sa'd
b. Muaz, yarasının ağır ve öldürücü olduğunu anlayınca:
"Ey
Allah'ım! Eğer Kureyş müşriki eriyle herhangi bir çarpışma daha bıraktınsa,
beni de o çarpışmada bulunmak üzere sağ bırak!
Çünkü,
Resûlüne işkence ve kötülük yapan, onu yalanlayan ve yurdundan çıkaran o Kureyş
kavmiyle çarpışmayı özlediğim kadar, çarpışmak istediğim bir kavim daha yoktur.
Ey
Allah'ım! Eğer bizimle onlar arasındaki çarpışma bu kadarla kalacaksa, aldığım
yarayı benim için şehitliğe sebep kıl![217]
Beni manevî huzuruna al![218]
Fakat,
Benî Kurayza Yahudilerinin akıbetlerini, cezalandırılmalarını görüp gözüm aydın
oluncaya ve sevininceye kadar da beni öldürme, yaşat![219]
Onların
Sana, Senin Peygamberine ve Senin dostlarına olan düşmanlıklarının cezasını
çektiklerini görmekle sevineyim!" diyerek dua etti.[220]
Sa'd
b. Muaz dua eder etmez, kanı dindi, bir damla bile akmadı![221]
Kureyş
müşriki erinin namlı süvarilerinden:
Amr
b. Abd,
İkrime
b. Ebu Cehil,
Hübeyre
b. Ebu Vehb,
-Nevfelb.
Abdullah,
Dırâr
b. Hattab, çarpışmak için giyinip kuşandılar, atlarına bindiler, Kinane
oğullarına uğradılar ve:
"Ey Kinane oğulları! Çarpışmak için hazırlanın! Bugün, süvarilerin kimler
ve nasıl olduklarını
öğreneceksiniz!"
dediler.[222]
Düşman
kumandanları, umumî taarruz için biraraya geldiler.
Sabahleyin,
başlarında Ebu Süfyan olmak üzere, İkrime b. Ebu Cehil, Dırârb. Hattab, Halid
b.Velid, Amr b. Âs, Hübeyre b. Ebu Vehb, Nevfel b. Abdullah, Amr b. Abd, Nevfel
b. Muaviye ve daha birçokları, yanlarına Gatafan liderlerinden Uyeyneb. Hısn'ı,
Mes'ud b. Ruhayle'yi, Haris b. Avf'ı, Süleymlerin liderlerini, Benî Esedlerin
lideri Tulayha b. Huveylid'i aldılar ve yerlerine de adamlar bıraktılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselamla ashabı üzerine bütün süvari birliklerinin bir uğurdan saldırıya
geçebilecekleri dar bir yer araştırmak için hendek boyunca dolaşmaya
başladılar.
Hendeğin
en dar yerine, Müslümanların acele edip gereği gibi kazamadan dar bırakmış
oldukları yere kadar geldiler. Oradan hücuma geçmeyi kararlaştırdılar.
Hendek,
süvarilerin hiç de hoşlarına gitmedi.[223]
Müşriklerin
askerleri de, kumandanlarının ardısıra, hendeğin kıyısına kadar geldiler.
Hendekle karşılaşınca, onlar da durakladılar ve şaşırdılar
"Vallahi,
bu, Arapların hiç yapmadığı, başvurmadığı bir harp hilesi, harp tedbiridir!
Herhalde onun [Peygamberimiz Alayhisselamın demek isteniyor] yanındaki Farslı
adam bunu onlara tavsiye etmiş olmalıdır!" dediler.[224]
Müşriklerin
kumandanları:
"Hendeğin
şu dar yerinden kim atlayıp geçebilir?" diye birbirlerine sordular.
İkrime
b. Ebu Cehil,
Nevfel
b. Abdullah,
Dırârb.
Hattab,
Hübeyre
b. Ebu Vehb,
Amr
b. Abd, atlayıp geçmeye hazırlandılar.[225]
Bunlar,
hendekle Sel1 dağı arasındaki çorak ve sert yerde hendeğin dar
gediğine doğru atlarını dörtnala kaldı rdılar.[226]
Hendeğin o dar yerinden ati ayıp geçmeye muvaffak oldular.[227]
Diğer müşrikler, geçemeyip hendeğin arkasında sıralandılar. Geçenler, Ebu
Süfyan'a; "Sen ne için geçmiyorsun?" diye sordular. Ebu Süfyan:
"Siz
geçtiniz. Eğer bize ihtiyacınız olursa, bizler de geçeriz!" dedi.[228]
Müşriklerin geçtiğini görünce, Hz. Ali Müslümanlardan birkaç kişi ile acele
gidip o gediği tuttu.[229]
Hendeği
geçenlerden Amr b. Abd, Bedir savaşında ağırca yaralanmış olduğundan Uhud
savaşında bulunamamıştı.
Kendisinin
kim olduğu bilinsin diye bir alâmet takırımıştı.[230]
O
zaman, kendisi doksan yaşında idi.[231]
Peygamberimiz
Aleyhisselamdan ve Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından öcünü almadıkça,
koku sürünmeyi kendisine yasaklamıştı.[232]
Arapların
namlı kahramanlarından, yiğitlerindendi. [233]
Tepeden
tımağa kadar demirlere, zırhlara bürünmüştü.[234]
Amr
b. Abd, atının başını çekip:
"Benimle
çarpışacak kim varsa, çıksın meydana!" diyerek seslendi.[235]
Müslümanlar,
Amr b. Abd'in yaman bir adam olduğunu bildikleri için, başlarına kuş konmuş
gibi, kımıldamadılar, susup kaldılar.[236]
Hz.
Ali fırlayıp ayağa kalktı ve:
"Yâ
NebiyyalIah! Ben çarpışayım onunla!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
otur! O, Amr'dır" buyurdu.
Amr
b. Abd:
"Hani
sizden öldürülünce Cennete gireceğini iddia ettiğiniz kimseler nerede
kaldılar?! İçinizden meydana çıkıp benimle çarpışacak bir kimse yok mu?"
diye tekrar seslendi.
Hz.
Ali yine fırlayıp kalktı ve:
"Yâ
Rasûlallah! Ben çarpışayım onunla!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
otur! O, Amr'dır!" buyurdu.
Amr
b. Abd, üçüncü kez seslenerek kendisiyle çarpışacak er diledi ve:
"'O
toplulukta benimle çarpışacak er var mı?' diye bağıra bağıra kısıldı gitti
sesim!" diye başlayan dört beyitlik bir kıt'a söyledi.
Yine
Hz. Ali fırlayıp ayağa kalktı ve:
"Ben
çarpışayım onunla yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Alayhisselam:
"O,
Amr'dır!" buyurdu.
Hz.
Ali:
"Amr
olursa olsun!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali'nin Amr'la çarpışmasına müsaade
buyur-du.[237]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hz. Ali'nin Amr b. Abd'le çarpışmasına müsaade buyurunca, kendi
kılıcını (Zülfikar'ı) ona verdi. Zırh gömleğini ona giydirdi. Sarığını da onun
başına sardı.[238]
"Allah'ım!
Ona yardımını ihsan et!" diyerek dua etti.[239]
Abdullah
b. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendek günü altı kişinin; Muhacirlerden
Talha, Zübeyr, Ali ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile Ensardan Ebu Dücâne ve Haris b.
Sımme'nin üzerine titreyip durduğunu bildirmiştir.[240]
Hz.
Ali, Amr b. Abd'e:
"Acele
etme! Ben sesine, davetine icabetle, aciz olmayarak geliyorum sana!
Her
iyiniyet, basiret ve sadakat sahibi kişi, muhakkak düşmanına galebe çalmış ve
necata ermiştir!
Ben
de seni Zülfikar'ın bir darbesiyle devirip cenazeler ağıtçısı gibi başucuna
dikileceğimi umuyorum!" diyerek Amr b. Abd'a doğru vardı.
Amr
b. Abd, ona:
"Sen
kimsin?" diye sordu.
Hz.
Ali zırha bürünmüştü. Gözlerinden başka yeri görünmüyordu.
"Ben
Ali'yim!" dedi.
Amr
b. Abd:
"Abdi
Menafin oğlu Ali mi?" diye sordu.
Hz.
Ali:
"Ben
Ebu Talib'in oğlu Ali'yim!" dedi.
Amr
b. Abd:
"Ey
kardeşimin oğlu! Amcalarından, senden başka, daha yaşlı bir kimse yok mu? Ben
senin kanını dökmek istemem! Çünkü, senin baban benim dostumdu" dedi.
Hz.
Ali:
"Vallahi,
ben senin kanını dökmek isterim!" dedi.
Bunun
üzerine Amr b. Abd kızdı, kılıcını sıyırarak atını Hz. Ali'nin üzerine sürdü.
Kılıcının
yalını ateş gibi parlıyordu.
Hz.
Ali:
"Ben
seninle nasıl çarpışabileyim? Ben yayayım, sen atının üzerindesin! Atından,
yanıma in!" dedi.[241]
Amr
b. Abd hemen atından yere atladı.
Atının
sinirlerini kılıçla vurup kesti ve yüzüne de çarptıktan sonra, Hz. Ali'nin
karşısına gelip dikildi. Hz. Ali ona:
"Ey
Amr! Ben senin Kureyş'ten bir kimse ile karşılaştığında onun iki veya üç
dileğinden birisini kabul edip yerine getireceğin hakkında Allah'a söz
verdiğini işittim, doğru mudur bu?" diye sordu.
Amr:
"Evet!
Doğrudur!" dedi.
Hz.
Ali:
"Öyleyse,
ben seni Allah'a ve Resûlullaha imana ve İslâmiyeti kabule davet
ediyorum!" dedi.[242]
Amr:
"Bu
bana gerekmez!
Ey
kardeşimin oğlu!
Geç
bunu, benden böyle birşey isteme!" dedi.[243]
Hz.
Ali:
"Öyleyse,
bizimle çarpışmayı bırak!
Yurduna
dön, git!
Eğer
Muhammed Aleyhisselamın işi yoluna girip kendisi düşmanlarına galebe çalarsa,
sen bu hareketinle ona yardım etmiş olursun!
Şayet
düşmanları onu ortadan kaldırırsa, senin arzun onunla çarpışmaksızın yerine
gelmiş olur" dedi.
Amr:
"Bu
sözü hiçbir zaman Kureyş kadınları bile söylemezler!
Ben
adağımı yerine getirecek güçte olduğum halde, onu yerine getirmeden nasıl dönüp
giderim?!
Ben
adayacağımı adamış ve intikam almadıkça başıma yağ ve koku sürmeyi kendime
yasaklamış bulunuyorum![244]
Sen
üçüncü dileğini söyle!" dedi.
Hz.
Ali:
"Öyleyse,
seni benimle çarpışmaya davet ediyorum!" dedi.[245]
Amr
b. Abd güldü ve:
"Doğrusu,
ben bu haslette Araplar içinde benden korkmadan benimle çarpışmak isteyecek bir
kimse bulunabileceğini sanmazdım![246]
Sen
ne diye benimle çarpışmak istiyorsun ey kardeşimin oğlu?
Vallahi
ben seni öldürmek istemiyorum! Senin baban benim dostumdu. Sen geri dön, git!
Sen
genç bir yiğitsin!
Ben
ancak Kureyş'in Ebu Bekir, Ömer gibi yaşlıca ve olgunca olanlarıyla çarpışmak
isterim!" dedi.[247]
Hz.
Ali:
"Fakat
ben seni öldürmek isterim!" deyince, Amr'ın kan başına sıçradı!
Birbirlerine saldırdılar.[248]
İlk
saldıran Amr oldu. Hz. Ali'ye kılıçla şiddetli bir darbe indirdi.
Hz.
Ali Amr'ın darbesini sığır derisinden yapılmış kalkanıyla karşıladı. Amr'ın
kılıncı Hz. Ali'nin kalkanına saplandı ve kılıcın ucu Hz. Ali'nin başını
yaraladı.
Sıra
Hz. Ali'ye geldi.
Hz.
Ali Amr'ın boyun köküne Zülfikar'la indirdiği şiddetli bir darbe ile kellesini
uçurdu ve gövdesini yere düşürdü!
Çığlıklar
koptu!
Hz.
Ali "Allahuekber!" diyerek tekbir getirdi .[249]
Hz.
Ali'nin tekbirine uyarak, Müslümanlar da tekbir getirdiler.[250]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, tekbir sesini işitince, Hz. Ali'nin Amr'ı öldürmüş olduğunu
anladı .[251]
Hz.
Ali Amr b. Abd'in işini bitirince, Dırâr b. Hattab'la Hübeyre b. Ebu Vehb Hz.
Ali'nin üzerine yürür gibi olmuşlardı,
Hz.
Ali onlara doğru yönelince; Dırâr, Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz, arkasını
dönüp kaçmaya başladı.
Sonradan,
Dırâr'a kaçmasının sebebi sorulduğu zaman:
"Ölüm
hayali surete bürünmüş, bana görünmüştü!" demiştir.
Hübeyre
b. Ebu Vehb Hz. Ali ile çarpışmaya yeltendi ise de, Hz. Ali'nin bir kılıç
darbesi onun zırh gömleğinden tenine erişince, o da dönüp kaçtı.
Nevfel
b. Abdullah da, kaçarken atıyla birlikte hendeğe düştü, boynu kırıldı. [252]
Müslümanlar
onu hendeğin içinde taşa tuttular.
Nevfel:
"Ey
Arap topluluğu! Beni bundan daha iyi bir öldürüşle öldürseniz olmaz mı?"
diye seslendi.
Bunun
üzerine, Hz. Ali hendeğin içine indi. Onu kılıçla vurup öldürdü. [253]
Nevfel
b. Abdullah, Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına hatime çekmek için and içen,
diş bileyen azılı müşriklerdendi.
İkrime
b. Ebu Cehil ise, mızrağını atarak kaçıp kurtulmuştu. [254]
Harp
meydanlarından kaçıp canlarını kurtaranlar, ordugâhlarına kavuşunca, Amr b.
Abd'le Nevfel b. Abdullah'ın öldürüldüklerini haber verdiler.
Bunun
üzerine Kureyş müşrikleri gevşediler ve ümitsizliğe düştüler. Ebu Süfyan,
Fezârelerin kaçmalarından ve Gatafanların da dağılmalarından korkmaya başladı[255] ve:
"Bugün,
bizim için hiçbir faydası olmayan bir gün olmuştur! Yerlerinize dönünüz!"
dedi, dağıldılar.
Kureyşîler
Akik'e, Gatafanlarda karargâhlarına döndüler.[256]
Hz.
Ali sağ kalan müşrik süvarilerini de hendeğe kadar kovaladı. Öldürdüklerinin
soykalarını almaya tenezzül etmedi. "Lâ ilahe illallah Muhammedun
Resûlullah!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına döndü.[257]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ali'ye:
"Amr
b. Abd'i öldürdükten sonra kendini nasıl, ne durumda bulmuştun?" diye
sordu:
Hz.
Ali:
"Bütün
Mekkeliler bir taraf olsalardı, ben de bir taraf olsaydım, kendimi onların
hepsini yenebilecek güçte bulmuş, hissetmiştim!" dedi.[258]
Amr'ın
kızkardeşi, Amfin ölüsünün soyulmamış olduğunu görünce:
"Onu
ancak onun dengi ve eşiti olan şerefli bir kişi öldürmüştür!" dedikten
sonra, kimin öldürdüğünü sordu.
"Ali
b.EbuTalib öldürdü!" dediler.
Bunun
üzerine, kadın, söylediği beyitlerde:
"Eğer
onu ondan [Hz. Ali'den] başkası öldürmüş olsaydı, ona temelli ağlar
dururdum!" dedi.[259]
Nevfel
b. Abdullah'ın ölüsünün hendekte kalması müşriklere ağır geldi.
Peygamberimiz
Aleyhisselama adam göndererek:
"Nevfel'in
ölüsünü, gömmek üzere bize ver de, sana diyetini ödeyelim?" dediler[260] ve
10.000 dirhem gönderdiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bize
onun ne cesedi, ne de cesedinin bedeli lâzımdır![261] Biz
ölü bedelini yemeyiz.[262]
Onlara ölülerini veriniz! O habis bir ölüdür, onun diyeti de habistir"
buyurdu.
Bu
hususta onlardan hiçbir şey kabul etmedi.[263]
Ölülerinin cesedini alıp götürmekte kendilerini serbest bıraktı.[264]
Kureyş
orduları Akik'e, Gatafan orduları da karargâhlarına döndükten sonra, hiçbiri
geri kalmamak ve hep birden hücuma kalkmak üzere hazırlıklara giriştiler.
Kureyşîler
ve Gatafanlar, bütün geceyi adamlarını hazırlamak ve düzenlemek ile geçirdiler.
Askerî
yığınaklarını Müslümanlara karşı kale gibi diktiler. Hendeği her taraftan
tuttular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, güneş doğmadan önce, hendeğin kıyısına geldi. Ashabını sıraladı
ve savaş için hazırladı.
Sabır
ve sebat eder, güçlüklere göğüs gererek katlanırlarsa, Allah'ın yardımına
kavuşacaklarını va'd etti.[265]
Müşrik
orduları, tek kişileri bile geri kalmamak üzere, hendeğin her tarafından hücuma
geçtiler.
Müslümanlar
da, hendek arkasında siperlenerek onlarla savaştılar.[266]
Cabirb.
Abdullah derki:
"Müşrikler
o gün hiç durmadan bizimle çarpıştılar. Ordularını takım takım ayırdılar. Halid
b. Velid kumandasındaki büyük ve ağır bir fırkalarını Resûlullah Aleyhisselama
doğru yönelttiler. O gün gecenin geç saatlerine kadar çarpıştılar.
Ne
Resûlullah Aleyhisselam, ne de Müslümanlardan herhangi birisi, yerlerinden
ayrılmak; ne öğle, ne ikindi, ne akşam, ne de yatsı namazını kılmak imkân ve
fırsatını bulabildi.
En
sonunda, Yüce Allah düşmanları bozguna uğrattı, dağıldılar.
Kureyşîlerle
Gatafanlar karargâhlarına döndüler, Müslümanlarda Resûlullah Aleyhisselamın
çadırına doğru çekildiler.[267]
Useyd
b. Hudayr, Müslümanlardan 200 kişilik bir kuvvetle hendek üzerinde nöbetçi
kaldı.
Nöbetçiler,
hendeğin kıyısında bulundukları sırada, Halid b. Velid'in kumandası altındaki
süvari birliğinin ansızın hücumuna uğradılar.
Nöbetçiler,
bir müddet, onlara karşı koydular.
Bu
çarpışmada, müşrikler arasında bulunan Vahşî, Selime oğullarından Tufeyl b. Numan'ı
mızrak-layıp şehit etti.[268]
Müşrikler
bozuldular, geri çekildiler.[269]
Peygamberimiz
Aleyhisselam çadırının bulunduğu yerde Bilal-i Habeş?ye emretti, ezan okuttu.
Bir ezan ve kametle, önce kazaya kalan öğle namazını olduğu gibi güzelce kıldırdıktan
sonra, her namaz için ayrı kamet getirterek, kazaya kalan öteki namazları da olduğu
gibi güzelce kıldırdı.[270]
Ebu
Saîd el-Hudrî der ki:
"Hendek
günü:
'Yâ
Rasûlallah! Yürekler korkudan gırtlaklara dayanmış bulunuyor! Okuyabileceğimiz
bir dua var mı?1 dedik.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Evet,
var 'Ey Allah'ım! Açık ve korkulu yerlerimizi kapa! Bizi bütün
korktuklarımızdan emin kıl!1 diyerek dua ediniz1
buyurdu."[271]
Cabir
b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Ahzab Mescidinin
yerinde ridâsını bırakıp ayağa kalktı. Ellerini kaldırdı. Toplanıp gelmiş
bulunan müşrik kabileleri aleyhine dua etti.
Namaz
kılmadan oradan ayrıldı.
Tekrar
oraya vardı. Yine müşrikler aleyhine dua etti ve orada namaz kıldı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, orada Pazartesi, Salı ve Çarşamba gününde dua etti.
Çarşamba
günü, öğle namazıyla ikindi namazı arasında, duasının kabul buyurulduğu kendisine
vahyedildi.
Ashab
bunu Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde dalgalanan sevinçten anladılar.[272]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yaptığı dualarında:
"Ey
Kitabı indiren, hesabı en çabuk gören, kabileleri hezimetlere, bozgunluklara
uğratan Allah'ım! Sen şu kabileleri de hezimete uğrat, sars onları Allah'ım![273]
Onlara karşı bize yardım et![274]
Ey
Allah'ım! Ben Senden, bana olan ahdini ve va'dini yerine getirmeni diliyorum.
Sen
şu bir avuç Müslümanların helakini dilersen, artık hiç ibadet olunmazsın.[275]
Ey
darda, tasalarda olanların imdatlarına yetişen! Ey muhtaç ve çaresiz
kalmışların dualarına icabet eden Allah'ım! Üzüntümü, sıkıntımı kaldır artık!
Benim halimi, ashabımın hallerini görüyor ve biliyorsun!" dedi.[276]
Peygamberimiz
Aleyhisselam muhasaranın uzayıp gittiğini, soğuğun, kıtlığın ve açlığın günden
güne arttığını görünce, Gatafanların kumandanları Uyeyne b. Hısn ile Haris b.
Avf'a; Müslümanları muhasaradan vazgeçerek askerleriyle birlikte dönüp
yurtlarına giderlerse kendilerine Medine'nin yıllık hurma mahsulünün üçte
birinin verilebileceğini bildirmişti.[277]
Uyeyne
b. Hısn:
"Eğer
bize Medine'nin bu yi İki mahsulünü verirsen, biz aradan çıkar, seni kavminle
başbaşa bırakarak dönüp gideriz!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!"
buyurdu.[278]
Haris
b. Avf:
"Yâ
Muhammedi Ya Medine'nin hurmasını seninle yarı yarıya bölüşürüz, yahut üzerine
süvarilerle piyadeleri yığar, doldururum!" dedi.[279]
Peygamberimiz
Aleyhisselam üçte bir üzerine birşey arttırmayınca, üçte bire razı oldular, on
kişilik bir heyetle Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.[280]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde'ye haber saldı.
Gatafan
heyeti otururken, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b. Muaz ve Sa'd b. Ubâde ile
gizlice konuşup bir barışıklık meydana getirmek istediğini onlara açıkladı.[281]
Uyeyne
b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Haydi,
aramızdaki anlaşmamıza dair bir yazı yaz!" dedi.[282]
Sa'd
b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde:
"Yâ
Rasûlallah! Bu, yapmamızı senin istediğin birşey midir? Yoksa bu, Allah'ın sana
emrettiği ve bizim de muhakkak yerine getirmemiz gereken birşey midir? Yahut,
yapılmasını bize bıraktığın birşey midir?[283]
Bu
sana semâdan verilmiş bir emir ise, hemen onu yerine getir!
Bu
iş sana Allah tarafından buyurulmayan ve fakat senin bir görüşünden ibaret
birşey ise, yine de onu yerine getir, biz emrini dinler ve buyruğuna boyun
eğeriz.[284]
Bu,
kendin için yapmak istediğin birşey midir?[285]
Yoksa,
bununla bizim hayatimizi korumak, esirgemek mi istiyorsun?" dediler.[286]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eğer
bunu yapmaya Allah tarafından emrolunsaydım, size danışmaz, gereğini hemen
yerine getirirdim.
Bu,
sizin kabul edip etmemekte serbest bulunduğunuz bir görüşten ibarettir![287]
Evet! Bu, sırf sizin için yapmak istediğim birşeydir! Vallahi, ben ancak bütün
Arapların sizi tek yaydan oka tuttuğunu, her yandan üzerinize saldırdığını
gördüğüm için böyle birşey yapmayı düşünmüş, bununla da o birleşmiş Arapların
bir müddet için kuvvetlerini kırmak istemiştim!" buyurdu.
Sa'd
b. Muaz:
"Yâ
Rasûlallah! Biz ve şu kavim (Gatafanlar), birzamanlar Allah'a şerik koşar,
putlara tapar, Allah'a ibadet etmez, onu tanımaz iken bile,
bunlar-misafiriikveya birşey satın alma dışında-Medine'den bir tek hurma yemeyi
um amamı şiardır.
Şimdi,
Allah bizi İslâmiyetie şereflendirdiği, onunla doğru yolu buldurduğu ve seninle
ve onunla bizi güçlendirdiği bir sırada mı mallarımızı bunlara (haraç olarak)
vereceğiz?!
Vallahi,
bizim için, böyle bir anlaşma yapmaya hacet yoktur!
Vallahi,
Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar, onlara kılıçtan başka birşey
sunmayacağız!" dedi.[288]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların sözlerine sevindi.
Haris
ile arkadaşlarına:
"Bunlar
ne söylüyorlar, işittiniz ya?" buyurdu.
Haris
ve arkadaşları:
"Yâ
Muhammedi Sen bize gadrettin" dediler.[289]
Sa'd
b. Muaz, barış sahifesini alıp içinde yazılı şeyleri sildi.[290]
Peygamberimiz Aleyhisselam da onu alıp yırttı.[291]
Uyeyne
b. Hısn ile Haris b. Avf'a yüksek sesle:
"Dönüp
gidiniz artık. Size kılıçtan başka birşey sunmayacağız. Aramızdaki anlaşmazlığı
kılıç halledecektir!" buyurdu.[292]
Uyeyne
b. Hısn:
"Vallahi,
siz kendiniz için hayırlı olan birşeyi geri bıraktınız! Sizin o kavme
(Kureyşlilere) karşı dayanabilecek gücünüz yoktur!" diyerek ayağa kalktı.
Abbâd
b. Bişr
"Ey
Uyeyne! Sen bizi kılıçla mı korkutuyorsun? Hangimizin korkak olduğunu
öğreneceksin! Vallahi, Resûlullahın meclisinde olmasaydınız, kavminizin yanına
sağ dönemezdiniz!" dedi.
Uyeyne
b. Hısn ile Haris b. Avf, dönüp giderlerken, kendi kendilerine
"Vallahi,
biz onlardan birşey koparabileceğimizi sanmıyoruz! Onlar müşriklere karşı doğru
bir yol tutmuşlar, çok basiretli ve uyanık bulunuyorlar!
Vallahi,
ben ancak şu kavim (Kureyşliler) üzerime düştüğü ve beni tesir altında
bıraktığı için, istemeyerek bu işe katılmış bulunuyordum! Biz onlarla birlikte
bulunmakla, hiç de iyi bir yerde ve durumda bulunmuş olmadık.
Bununla
beraber, Kureyşliler bizim Muhammed'le görüşüp konuştuğumuzu öğrenecek
olurlarsa, bizi terkederlerve bize hiç yardım etmezler!" diye
söyleniyorlardı.
Uyeyne
b. Hısn:
"Vallahi,
bu iş öyle olacaktır!" dedi.
Haris
b. Avf:
"Biz
Kureyşlilere yardım için Muhammed'e saldırmakla birşey elde edemeyeceğiz!
Vallahi, eğer Kureyşliler Muhammed'e galebe çalacak olurlarsa, bu hususta
kazanacak olan, Araplardan başkası, yani Yahudiler olacaktır.
Bununla
beraber, ben Muhammed'in işinin açık ve üstün bir iş olduğunu görüyor ve
sanıyorum. Vallahi, Hayber Yahudilerinin bilginleri, Harem halkından,
Muhammed'in sıfatında bir peygamberi Kitablarında yazılı bulduklarını söyler
dururlardı!" dedi.
Uyeyne
b. Hısn da:
"Vallahi,
biz Kureyşten yardım görelim diye gelmedik. Kureyş'ten yardım isteğinde
bulunsaydık, onlar bize ne yardım ederlerdi, ne de Mekke Haremlerinden çıkıp
bizimle birlikte gelirlerdi.
Fakat,
ben bu hususta elimize ganimetten birşey geçmeyecek olduğuna göre, bari Medine
hurmasını alalım diye umutlanmıştım.
Bununla
beraber, bizi şuraya çekip getiren Yahudi müttefiklerimizden yardım
görebileceğimizi umuyordum" dedi.
Haris
b. Avf:
"Vallahi,
Evs ve Hazrec kabileleri, kılıçtan başka birşeye yanaşmalmaktadırlar. Vallahi,
onlar değil hurma yüzünden, hatta şu hurma ağaçlarının dal, budak, yaprakları
yüzünden bile, kendilerinden tek kişi kalmayıncaya kadar, yerimizde durdukça,
bizimle çarpışacaklardır!
Halbuki,
her tarafı kıtlık sarmış bulunuyor. Yaşlı develer, aüarda ölmeye
başladılar" dedi.
Uyeyne
b. Hısn:
"Bize
hiçbir şey yok!" dedi.[293]
Uyeyne
b. Hısn ile Haris b. Avf, son derecede ümitsiz ve üzüntülü olarak
karargâhlarına döndüler.
Ensarın
ihlas ve samimiyetini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın emirlerine göre hareket
hususunda ittifak halinde bulunduklarını görüp, Medine'yi ele geçirmeye hiçbir
suretle yol bulamayacaklarını anladılar. İşlerinde büyük bir ümitsizliğe
düştülerve sarsıldılar.[294]
Karargâhlarına
geldikleri zaman, Gatafanlar, onlara:
"Gerinizden
ne haber getirdiniz?" diye sordular.
"İş
tamamlanamamıştır.
Biz
son derecede basiretli, uyanık ve adamlarının [Peygamberimiz Aleyhisselam
denilmek isteniliyor] önünde canlarını seve seve feda edecek bir kavim gördük!
Biz
de mahvolduk, Kureyşîler de mahvoldular!
Kureyşfler
Muhammed'e birşey diyemeden, yapamadan geri dönüp gidecekler!
Muhammed
de, Benî Kurayza Yahudilerinin üzerine düşecek!
Biz
geri dönüp gidince, onların hepsini, ellerini uzatıp boyunlarına
bağlattırıncaya kadar, kalelerinde kuşatacaktır!" dediler.
Haris
b. Avf:
"Gebersinler,
Cehennem olsunlar! Muhammed bize Yahudilerden daha sevgilidir!" dedi.[295]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın düşündüğü ve başvurduğu tedbir, Gatafanlar üzerinde istenilen
tesiri böylece göstermeye başlamış oldu.[296]
Nuaym
b. Mes'ud der ki:
"Benî
Kurayza Yahudileri, şeref ve servet sahibi idiler.
Biz
Arap kavminin ise, ne hurma bahçesi, ne de üzüm bağı bulunurdu. Bizler ancak
deve ve davar sahibi idik.[297]
Ben
Ka'b b. Esed'in yanına gider, onların yanında günlerce kalırdım. İçkilerini
içer, yemeklerini yerdim. Sonra onlar hayvanıma yanlarında bulunan hurmalardan
yüklerlerdi, ev halkımın yanına dönerdim.
Kabileler
Resûlullah Aleyhisselamın üzerine yürüdükleri sırada, ben de kavmimle birlikte
gelmiştim.
O
zaman, kavmimin dininde idim.
Resûlullah
Aleyhisselam da, beni tanırdı.
Kabileler
Medine'de karargâhlarını kurup oturdular.
Nihayet,
kıtlık etrafı sardı.
Yaşlı
develer, atlar ölmeye başladı.
Yüce
Allah kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Müslüman oldum. Müslüman olduğumu
kavmimden gizli tuttum.
Akşamla
yatsı arasında Resûlullah Aleyhisselamın yanına gittim. Kendisini namazda
buldum.
Beni
görünce, oturdu. Selam verdikten sonra, bana:
'Ey
Nuaym! Ne haber getirdin?' diye sordu.
Kendisine:
'Ben
seni tasdik, senin getirdiğin şeyin hak ve gerçek olduğuna şehadet edeyim diye
geldim.
Yâ
Rasûlallan! Sen ne istersen, bana emret![298]
Vallahi,
benim emredeceğin şeyi muhakkak yerine getirdiğimi göreceksin![299]
Yâ
Rasûlallah! Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanlar benim Müslüman olduğumu
bilmiyorlar' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Elinden
gelirse, bizi kuşatmış olan kavimlerin arasına gir de, onları birbirlerinden
ayırmaya çalış![300]
Çünkü, harp aldatmaktan ibarettir!' buyurdu.[301]
'Ben
bu işiyapanm. Fakat yâ Rasûlallah! Gerektiğinde gerçeğe aykırı birşeyler
söylememe izin vermelisin!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'İstediğini
söyle! Sana helâldir!' buyurdu.[302]
Benim
Uyeyne b. Hısn ve Ebu Süfyan'ın yanında bulunduğum sırada idi ki, onlara Benî
Kurayzaların elçisi geldi de:
'Siz
sebat ediniz! Biz Müslümanlara arkalarından saldıracağız!' dediklerini
bildirdi.[303]
Bunun
üzerine, ben Benî Kurayza Yahudilerinin yanına gittim.[304]
Onlar
beni görünce:
'Merhaba!
Hoşgeldin!' dediler.
Hal
hatır sordular, önüme yiyecek içecek çıkardılar.
Onlara:
'Ben
size böyle yemek içmek gibi şeyler için gelmiş değilim. Ben ancak sizin
hakkınızda korktuğum birşey üzerindeki görüşümü size açıklayayım diye geldim.[305]
Ey
Kurayza oğulları! Benim size olan sevgimi ve aramızdaki hususiyeti, dostluğu
biliyorsunuzdur' dedim.[306]
Kurayza
oğulları:
'Doğru
söylüyorsun. Sen bizim katımızda, bize karşı kötü bir tutum ve davranışla suçlanmış
bir kimse değilsin.[307] Biz
seni böyle biliyoruz. Sen bizim katımızda doğruluğundan ve iyiliğinden dolayı
sevilen bir kimsesin!1 dediler.[308]
Onlara:
'Öyleyse,
benden işiteceğiniz şeyleri gizli tutun, hiç kimseye birşey sızdırmayın!'
dedim.
'Öyle
yaparız!' dediler.[309]
'Şu
adamın [Peygamberimiz Aleyhisselam denilmek isteniliyor] işi hiç şüphesiz bir
belâdır!
Onun
BenîKaynukalara, Benî Nadîrlere yaptıklarını görmüş bulunuyorsunuz. O, onların
mallarını müsadere ettikten sonra, kendilerini de yurtlarından sürüp çıkardı.
İbn
Ebi Hukayk bize kadar gelmişti. Biz size yardım için onunla birlikte toplanıp
geldik. Ben, sizin de gördüğünüz gibi, işlerin uzayıp gittiğini gördüm.
Vallahi,
siz Muhammed'e karşı Kureyşîlerve Gatafanlarla bir durumda değilsiniz.
Kureyşîlerve
Gatafanlar, seyyar, konar göçer bir kavimdirler. Onların nereye gelip
konduklarını da gördünüz.[310]
Kureyşîlerle
Gatafanlar, sizin gibi değillerdir.
Bu
yurt, sizin yurdunuzdur. Bütün mallarınız, mülkleriniz, çoluk çocuklarınız
buradadır. Onları buradan başka bir yere nakletmeye de kadir olamazsınız!
Kureyşîlerve
Gatafanlar buraya Muhammed ve ashabıyla çarpışmak üzere gelmiş bulunuyorlar.
Siz de Muhammed'e karşı onlara yardımcı oldunuz.
Halbuki,
onların yürü arı, malları mülkleri, çolukları çocukları sizin gibi burada
değil, başka yerdedir.
Onlar
sizin gibi değillerdir. Onlar fırsat ve imkân bulabilirlerse, yenerler,
ganimetlerini toplarlar. Bunun aksi olursa, buradan savuşurlar,yurtlarına döner
kavuşurlar. Sizi yurdunuzda o adamla başbaşa bırakıp aradan çekiliveririer.
Siz
onunla başbaşa kalınca da, sizde ona karşı koyacak güç, kuvvet yoktur.[311]
Muhammed
tarafı, Kureyşîlerve Gatafanlar üzerine ağır basmaya başladı:
Onların
ileri gelenlerinden Amr b. Abd'i öldürdüler, bazıları da yaralanarak kaçtılar.[312]
Siz
onların eşrafından bazı kimseleri elinizde bulunmak üzere sağlam teminat ve
rehine olarak almadıkça, sakın Kureyşîlerve Gatafanların yanlarında,
Muhammed'le çarpışmayınız!
Rehineler
elinizde bulunursa, onlar sizi yalnız bırakıp gidemezler, size yaptıkları
taahhütlerini yerine getirirler!' dedim."[313]
Nuaym
b. Mes'ud, Benî Kurayzalandan sonra Kureyşîlerin yanına gitti. Ebu Süfyan b.
Harb'e ve Kureyş'in ileri gelenlerinden onunla birlikte olan adamlarına:
"Benim
size olan dostluğumu ve Muhammed'e olan uzaklığımı ve ayrılığımı biliyorsunuz!
Benim
aklıma bir fikir geldi ki, bunu size öğüt olmak üzere bildirmemi üzerime bir
borç ve vazife biliyorum.
Yalnız,
bu fikrin benden geldiğini gizli tutunuz!" dedi.
Kureyşîler
"Öyle
yaparız!" dediler.[314]
Nuaym
b. Mes'ud:
"Siz
de biliyorsunuz ki; Yahudi cemaati Muhammed'le aralarındaki musalaha üzerinde
yaptıklarına, yani musalahalarını bozduklarına pişman olmuş bulunuyorlar.[315] Onu
düzeltmek ve eski duruma dönmek istiyorlar.
Ben
yanlarında bulunuyordum.[316]
Onlar:
'Biz
yaptığımıza pişman olduk. Şu iki kabilenin, Kureyşîlerle Gatafanların
eşrafından senin için alacağımız kişileri* boyunlarını vurmak üzere sana
teslim etmemize, Kureyşîlerle Gatafanlardan geri kalanların köklerini kazımak
üzere seninle birlikte savaşmamıza razı olur musun?[317]
Buna
karşı sen de kesmiş olduğun kanadımızı, yani Benî Nadîr Yahudilerini yurtlarına
geri çevirmelisin?1 diye ona haber gönderdiler.[318]
O
da, onlara 'Olur!' diye cevap verdi.[319]
Eğer
Yahudiler size haber gönderir, sizin ileri gelen adamlarınızdan rehineler
isteyecek olurlarsa, sakın onlara adamlarınızdan bir tek kişi bile göndermeyin![320]
Eşrafınız hakkında onlardan sakının!
Fakat,
benden işittiklerinizi gizli tutun, bunlardan hiç kimseye bir hart bile
söylemeyin!" dedi.
Kureyşîler
"Söylemeyiz!"
dediler.[321]
Nuaym
b. Mes'ud, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Kureyşîler,
Kurayza oğullarına:
'Burada
oturmamız uzamış, kıtlık da bizi sarsmış bulunuyor. Muhammed'le ashabının işini
bitirip bir an önce rahata kavuşmak istiyoruz!' diye haber gönderdiler"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Kurayza
oğulları, Nadîr oğullarını yurtlarına ve servetlerine iade ettiğim takdirde,
beni barışa davet ettiler" buyurdu.[322]
Nuaym
b. Mes'ud Gatafanların yanına vardı. Onlara:
"Ey
Gatafan cemaati! Sizler benim köküm ve kabilemsiniz. Halkın bana en sevgili
olanısınız!
Sanırım
ki, sizler beni kötü bir tutum ve davranışta bulunmuş olmakla
suçlayamazsınız" dedi.
Gatafan
I ar:
"Doğru
söylüyorsun. Sen bizim katımızda, bize karşı herhangi bir kötülükle suçlanmış
bir kimse değilsin" dediler.
Nuaym
b. Mes'ud:
"Öyleyse,
benden işiteceğiniz şeyleri gizli tutun, hiçbir kimseye birşey
çıtlatmayın!" dedi.
Gatafan
I ar:
"Sen
ne emredersen yaparız!" dediler.
Bunun
üzerine, Nuaym b. Mes'ud, Kureyşîlere söylediklerinin benzerini onlara söyledi.
Kureyşîleri
kaçındırdığı, sakındırdığı şeylerden, Gatafanları da kaçındırdı, sakındırdı. [323]
"Ben
sizin yardımcınızım. Yahudilerin sizlerle yaptıkları muahedelerini bozduklarını
öğrendim. Muhammed hiçbir zaman yalan söylemez. Ben ondan işittim: Kurayza
oğulları, kardeşleri olan Nadîr oğullarını yurtlarına ve mallarına iade ettiği
takdirde, Muhammed'le barış yapacaklarım iş!" dedi.[324]
Onlardan
bir adam da, Nuaym b. Mes'ud'u doğruladı.[325]
Benî
Kurayza Yahudileri, Gazzal b. Semev'el'i Ebu Süfyan ile diğer Kureyş eşrafına
gönderdiler.
Gazzal,
onlara:
"Sizin
burada oturmanız uzayıp gittiği halde, hiçbir şey yapamadınız. Sizin işiniz,
görüşünüz yerinde değildir.
Siz
bize Muhammed'in üzerine bir taraftan sizin yürüyeceğiniz, bir taraftan
Gatafanların yürüyeceği günü belli etmiş olsaydınız, başka bir taraftan da,
hiçbirimiz geri kalmaksızın, biz yürürdük.
Fakat
siz bize eşrafınızdan yanımızda rehine olarak bulunmak üzere bazı kimseleri
göndermedikçe, artık biz sizin yanınızda Muhammed'le çarpışmaya çıkamayacağız!
Çünkü,
sizin istemediğiniz bir yenilgiye uğrayıp bizi yurdumuzun ortasında Muhammed'in
düşmanlığıyla başbaşa bırakarak acele yurdunuza dönüp gitmenizden
korkuyoruz!" dedi ve geri döndü.
Kureyşîlerle
Gatafanlar, Benî Kurayza Yahudilerine, istedikleri rehinelerden bir tek kişi
bile gönder-mediler.
Ebu
Süfyan:
"Bu,
herhalde Nuaym'ın söylemiş olduğu şeydir!" dedi.
Nuaym
b. Mes'ud, Benî Kurayzaların yanına gitti. Onlara:
"Ey
Benî Kurayza cemaati! Ben Ebu Süfyan'ın yanında iken, rehineler isteyen elçiniz
gelmişti.
Dönerken,
elçiye Ebu Süfyan tek kişi bile vermediği gibi; 'Onlar benden keçi oğlağı bile
istemiş olsalardı, onlara rehine olarak onu da vermezdim! Demek ben onlara
arkadaşlarımın üstünlerini rehine olarak vereceğim de, onlar da öldürsün diye
onları Muhammed'e teslim edecekler ha!1 dedi.
Siz
rehine alma hususundaki görüşlerinizde durup direnin. Çünkü, siz Muhammed'le
çarpışmayacak olursanız, Ebu Süfyan dönüp gider. Siz de ilk muahedenizin
üzerinde durmuş olursunuz" dedi.
Ka'bb.Esed:
"Biz
Muhammed'le çarpışmazdık. Vallahi, ben zaten böyle olmasını istemiyordum. Fakat
Huyey! Âh o uğursuz adam!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Eğer
Kureyşîler ve Gatafanlar Muhammed'e yenilirlerse, bizim için kılıçtan başka
birşey kabul edilmez!" dedi.
Nuaym
b. Mes'ud:
"Ey
Ebu Abdurrahman! Sen böyle birşeyden korkma!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Hayır!
Tevrat'a andolsun ki; harp işinde Yahudilerin en yerinde görüşü, Kureyşten
rehineler istemeksizin Muhammed'in üzerine yürümektir! Kureyşîler bize hiçbir
zaman rehineler vermeyecektir!
Kureyşîler
bize ne diye rehine verecekler? Onlar sayıca bizden daha çoktur. Onların
yanlarında atlar var, bizim yanımızda at yok! Onlar kaçmak isterlerse
kaçabilirler. Biz onları önlemeye kadir olabilir miyiz?
Şu Gatafanlar,
Evsîlerin hurmalarından bir kısmının kendilerine verilmesi için Muhammed'in
yanına kadar gittiler ve geri döndüler. Muhammed kılıçtan başkasına yanaşmadı.
Onlar, umduklarına ereme-den, ellerine hiçbir şey geçmeden geri döndüler"
dedi.[326]
Benî
Kurayza Yahudilerinden beklemedikleri haberi alınca, KureyşîlerEbu Süfyan'a:
"Yahudilerin
haberi hakkında inceleme yap da, işin içyüzünü biröğren bakalım?" dediler.
İkrime
b. Ebu Cehil'i onlara gönderdiler.
İkrime,
Cuma günü güneş batarken, Benî Kurayza Yahudilerinin yanına vardı.
"Ey
Yahudi cemaati! Burada eğlenip durmamız uzadı. Develer, atlar ölmeye başladı.
Hertarafı kıtlık sardı.[327]
Biz
bu yerde böyle hep oturup duracak değiliz! Yarın sabah çarpışmaya hazırlanın!
Aramızdaki
anlaşmazlığı bir sonuca erdirinceye kadar, Muhammed'le çarpışacağız!"
dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Yarınki
gün Sebt (Cumartesi) günüdür. Biz Sebt gününde hiçbir iş tutmayız.[328]
Bizden Sebt gününde iş tutmuş olan kimselerin felâkete uğradıkları sizce meçhul
değildir.[329]
Bununla
birlikte, Sebt günü çıktıktan sonra adamlarınızdan teminat olarak bize
rehineler vermedikçe de sizin yanınızda Muhammed'le çarpışacak değiliz!
O
rehineler yanımızda sağlam bir teminat olarak bulundukça, Muhammed'le
çarpışabiliriz!" dediler.[330]
İkrime:
"Hangi
rehineler?" diye sordu.
Ka'b
b. Esed:
"Bize
şart olarak vermeyi kabul ettiğiniz rehineler!" dedi.
İkrime:
"Sizin
tarafınızdan, bunu şart koşan kimdir?" diye sordu.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Huyeyb.
Ahtab'dır![331]
Biz,
çarpışmanın size zor ve ağır gelmesi halinde sizin bizi yalnız bırakarak acele
memleketlerinize dönüp gitmenizden korkuyoruz!
Halbuki,
(çarpışacağımız) adam [Peygamberimiz Aleyhisselam kasd ediliyor] bizim
memleke-timizdedir. Bizde ise, ona karşı koyabilecek güç ve kuvvet yoktur![332]
Bizim
çocuklarımız, kadınlarımız ve mallarımız da yanımızda bulunuyor!" dediler.
İkrime
b. Ebu Cehil, Ebu Süfyan'ın yanına dönünce:
"Gerindekilerden
ne haber getirdin?" diye sordular. İkrime:
"Allah'a
yemin ederim ki; Nuaym'ın getirmiş olduğu haber doğru imiş! Allah düşmanları
hainlik ettiler!" dedi.[333]
İkrime
rehine meselesi hakkında Benî Kurayza Yahudileriyle konuştuklarını da Ebu
Süfyan'a haber verince, Ebu Süfyan, Huyey b. Ahtab'a:
"Ey
Yahudi! Biz sana şöyle şöyle söylemedik mi?" dedi.
Huyey
b. Ahtab:
"Hayır!
Vallahi böyle söylemedin!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Evet!
Bu, Huyey'den görülen bir vefasızlık ve hainliktir!" dedi.
Huyey
b. Ahtab, Ebu Süfyan'ın kendisinin dediği gibi söylemiş olduğuna, Tevrat
üzerine yemin etti.[334]
Gatafanlarda,
Ebu Süfyan'ın gönderdiği gibi, içlerinden bazı adamlarla birlikte Mes'ud b.
Ruhayle'yi Benî Kurayza Yahudilerine gönderdiler.
Benî
Kurayza Yahudileri, onlara da Ebu Süfyan'a verdikleri cevap gibi cevap
verdiler.
Gatafanlar
da, kendi kendilerine:
"Allah'a
yemin ederiz ki; Nuaym'ın bize vermiş olduğu haber doğru imiş!" dediler.
Kureyşîlerin
daha fazla duramayacaklarını, dönüp gideceklerini anlayınca da, elleri
yanlarına düştü.
Ebu
Süfyan onları harekete geçirebilmek için uğraştı durdu.[335]
Kureyşîler,
Benî Kurayza Yahudilerine:
"Biz,
vallahi size rehine olarak adamlarımızdan birtekkişi bile vermeyiz. Siz
kendiliğinizden çarpışmak isterseniz, çıkın, çarpışın![336]
Bizim
yanımızda çarpışmaya gelirseniz, ne âlâ! Aksi takdirde, aramızdaki antlaşma
hükümsüzdür!" diyerek haber gönderdiler.[337]
Benî
Kurayza Yahudileri, birbirlerine:
"Demek
Nuaym b. Mes'ud'un söylemiş olduğu şey doğru imiş! Kureyş ve Gatafan kavimleri
Muhammed'le çarpışacaklar. Eğer onu yenmek imkân ve fırsatını bulabilirlerse,
yenip ganimet alacaklar. Bunun aksi olursa, acele memleketlerine dönüp
gidecekler, yurdumuzda bizi o adamla başbaşa bırakacaklar!" dediler ve
Kureyşîlerle Gatafanlara:
"Siz
bize kendi adamlarınızdan rehineler vermedikçe, biz de vallahi sizin yanınızda
Muhammed'le çarpışmayız!" diyerek haber gönderdiler.[338]
Yahudiler
de, Kureyşîler de, Gatafanlar da:
"Nuaym'ın
dediği çıktı!" diyorlardı.
Bunlar
onlardan, onlar da bunlardan yardım görme umutlarını kestiler. İşleri karıştı.
Aralarında anlaşmazlığa düştüler.[339]
Ebu
Süfyan, ayağa kalkarak, bütün arkadaşlarına şöyle seslendi:
"Ey
Kureyş cemaati ve burada bulunan kişiler! Ben maymun ve domuzların kardeşleri
olan Yahudilerden yardım beklemeyi uygun görmüyorum!
Ey
Tanrı! Ben Kurayza oğullarının andlarından uzağım!"
Bunları
söyledikten sonra da:
"Yarın
sabah, hep birden, Muhammed'in üzerine saldırmaya hazırlanınız!
Hendekten
geçmek imkân ve fırsatını elde edinceye kadar, bütün güçlük ve çetinlikleri yenmeye
çalışacaksınız!" dedi.[340]
Benî
Kurayza Yahudileri İkrime b. Ebu Cehil'e söyleyeceklerini söyledikten sonra,
Ebu Süfyan, Huyey b. Ahtab'a:
"Kavminin,
bize va'd etmiş olduğun yardımı nerede kaldı?!
Bak,
şimdi onlar bize karşı ahdlerini yerine getirmemek, hainlik etmek maksadıyla
bizden ayrılmış bulunuyorlar!?" dedi.
Huyey
b. Ahtab:
"Hâşâ!
Tevrat'a andolsun ki; böyle birşey yoktur. Fakat, Sebt günü boş durma ve oturma
günüdür. Biz Sebt yasağına saygısızlık etmeyiz. Sebt hükmünü çiğneyerek
Muhammed'e karşı yaptığınız savaşta size nasıl yardım edebilirdik?
Pazar
günü olunca, Muhammed ile ashabının üzerlerine yürüyüp ateş yakar gibi onların
canlarını yakacağız!" dedi.[341]
Huyey
b. Ahtab, Ebu Süfyan'la konuştuktan sonra Benî Kurayza Yahudilerinin yanına
gitti. Onlara:
"Babam,
anam sizlere feda olsun!
Kureyşîler
sizi ahde vefasızlık ve hainlikle suçladılar. Beni de sizinle birlikte
suçladılar.
Düşmanımızla
bir işiniz çıktığı zaman, sizin için Sebt yasağı yoktur, ona riayetsizlik
etseniz de!" dedi.
Ka'b
b. Esed kızdı ve:
"Muhammed
onları tek kişi bırakmayı ne ay a kadar öldürse bile, biz Sebt yasağını
bozmayız!" dedi.
Huyey
b. Ahtab, Ebu Süfyan'ın yanına döndü.
Ebu
Süfyan:
"Ey
Yahudi! Kavminin ahde vefasızlık ve hainlik etmek istediklerini sen de öğrendin
mi?" dedi.
Huyey
b. Ahtab:
"Hayır!
Vallahi onlar ahde vefasızlık yapmak istemiyor, belki Pazar günü çarpışmaya
çıkmak istiyorlar" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Sebt
ne demektir?" diye sordu.
H
uyey:
"Yahudilerin
içinde çarpışma yapmalarının ağır günah sayıldığı, günlerden bir gündür.
Biz
Yahudi oğullarından bazıları, Sebt günü balık avlayıp yediler.
Allah
da, onları maymunlara ve domuzlara çevirdi!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Öyleyse,
ben maymunların, domuzların kardeşleri olanların yardımını istemeyi uygun
görmüyorum!
Ben
İkrime ile arkadaşlarını onlara göndermiştim.
Onlar:
'Bize
eşrafınızdan rehineler göndermedikçe çarpışmayız!1 dediler.
Bundan
önce de, Gazzal b. Semev'el onların elçisi olarak bize gelmişti.
Lâfa
yemin ederim ki; sizin bu tutumunuz vefasızlık ve hainlikten başka birşey
değildir!
Ben
senin de o Yahudi cemaatinin vefasızlık ve hainliklerine dahil bulunduğunu
sanıyorum!" dedi.
Huyey
b. Ahtab:
"Tûr-u
Sînâ'da Musa'ya indirilen Tevrat'a yemin ederim ki; ben vefasızlık ve hainlik
etmedim!
Ben
onların yanından ayrılıp senin yanına geldiğim zaman, onlar halkın Muhammed'e
en çok düşmanı olanı ve onunla çarpışmaya da en isteklisi idiler.
Fakat
Pazar gününe kadar burada bulunmayacaklar ve seninle birlikte çarpışmaya
katılmayacaklar!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Hayır!
Vallahi, sizin vefasızlığınızı ve hainliğinizi beklemek için, halkı artık bir
saat bile durdurmam!" dedi.
Huyey
b. Ahtab, Ebu Süfyan'ın bu sert çıkışından, hayatı hakkında endişeye düştü.[342]
Medine'yi
kuşatan düşman kabileler, a rai arında tefrikaya ve ihtilafa düştüler.[343]
Herkes birbirinden çekiniyor, sakınıyordu.[344]
Gatafanlar,
Süleymler
"Vallahi,
Muhammed bize Yahudilerden daha sevgilidir ve bizce daha öncelik taşır!"
demeye başladılar.[345]
Kıtlık
etrafı sarmıştı. Kureyşîler de hendekte oturup durmaktan bıkmışlar, iyice sıkılmaya
başlamışlardı.
Ebu
Süfyan, ise, hep Medine'ye baskın yapmak umut ve arzusunu taşımakta idi.[346]
Müşrik
ordularının başkumandanı Ebu Süfyan b. Harb, emri altındaki o kadar güçlü
ordularla haftalarca çabaladığı halde hendeği geçip Müslümanlarla meydan
savaşı yapmadığına ve Müslümanları ortadan kaldıramadığına son derecede
sinirlenmekte idi.
O,
bu kızgınlıkla Peygamberimiz Aleyhisselama bir yazı yazmış ve yazısında şöyle
demişti:
"Ey
Allah! Senin isminle başlarım!
Ben
Lâfa, Uzzâ'ya* yemin ederim ki; senin kökünü kazıyalım da, bir daha seninle
uğraşmayalım diye bütün topluluğumuzun, ordularımızın başında senin üzerine
yürümüş, gelmiştim![347]
İyi
bilirsin ki, ben Kureyşîlere aitbirticaret kervanı üzerinde, Rabığ'da, Ahyâ
suyunun başında senin ashabınla karşılaşmıştım.
Ashabın,
çarpışmak için, bizi kuşatmışlardı.
Yaptığımız
savunma karşısında, oradan geçip gitmemize ister istemez razı olmuşlar, ben de
Kureyş kervanının üzerinde kavmime varmış, kavuşmuştum.
Ashabın
bize yetişememiş, kavuşamamışlardı.
Kavmimi
yenilgiye uğrattığın vak'ada [Bedir'de] ben bulunamadım. Sonra, yurdunuzun
ortasındaki Sevık'ta sizinle cenk etmeye gittim. Adamlar öldürdüm, bir
hurmalığı, ekini ve iki evi yaktım*
Ondan
sonra, Uhud günü, bütün topluluğumuzun, ordumuzun başında seninle cenk ettim.
Sizin bizi Bedir'de yendiğiniz gibi, biz de orada sizi yenmiştik.
En
sonra, bütün topluluğumuzun ve ordumuzun başında, üzerinize yürüdük. Hendek
günlerinde topluca karşımıza kim çıktı?!
Siz
hep kalelerde korunmak, hendeklerin ardında siperlenmek yolunu tuttunuz![348]
Senin
bizimle karşılaşmak istemediğini, dar yerlere ve hendeklere sığındığını,[349]
Arapların bilmedikleri tedbirlere başvurduğunu görıdüm![350]
Ne
olurdu, bunu sana kimin öğrettiğini de bir bilseydim?[351]
Arapların
sığınak olarak bildikleri şey, ancak mızraklarının gölgesi ve kılıçlarının
ağzıdır!
Senin
bu tutum ve davranışın, kılıçlarımızdan ve bizimle karşılaşmaktan kaçmak yolunu
tutmaktan başka birşey değildir.[352]
Eğer
size tekrar döner gelirsek, tarafımızdan size Uhud günü gibi acı bir gün daha
hazırlanmış olduğunu ve o günde kadınların açıldığını, serbest kılındığını
göreceksiniz!"
Ebu
Süfyan, bu yazıyı Ebu Üsâmetü'l-Cüşemî ile göndermişti.
Yazı
getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam ashabdan Übeyy b. Ka'b'ı çağırdı.
Onunla birlikte çadırına girdi.
Übeyy
b. Ka'b, Ebu Süfyan'ın yazısını Peygamberimiz Aleyhisselam okudu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Ebu Süfyan'ın yazısına şöyle cevap verdi:
"Muhammed
Resûlullah'tan Ebu Süfyan b. Harb'e!
Emmâ
bâd*
Yazdığın
yazı bize geldi.[353]
Seni
nefsin eskiden beri Allah'a karşı hep aldatıp duruyor.[354]
Ey
Galib oğullarının ahmağı ve onların beyinsizi![355]
Sen
bütün topluluğunuzun ve ordunuzun başında bize geldiğini ve kökümüzü
kazımadıkça da dönmek istemediğini hatirlatıyorsun![356]
Bu
öyle bir iştir ki, Allah senin ile yapmak istediğin o iş arasına geriliyor ve
bize de bir daha Lât ve Uzzâ adını ağzına alamayacağın kadar güzel bir akıbet
ve sonuç hazırlıyor.
Yapmış
olduğumuz hendek hakkındaki 'Bunu sana kim öğretti?1 sözüne gelince;
hiç şüphesiz, seni ve senin arkadaşlarını kızdırmak için, onu bana Yüce Allah
ilham etti!
Elbette
ve elbette, sana öyle bir gün gelecektir ki, o gün bana karşı savunmak,
korunmak, bir tarafa savuşup gitmek imkân ve fırsatını bulamayacaksın.[357]
Elbette
ve elbette, sana öyle bir gün gelecektir ki, o günde Lât'ı, Uzzâ'yı, İsafı, Nâile'yi,
Hübel'i kıracağım![358]
Ve
o gün, ben bunları sana hatırlatacağım![359] Ey
Galib oğullarının akılsız ve beyinsizi!"[360]
Cebrail
Aleyhisselamın Allah tarafından müşriklerin üzerine salınacağını ve onları
perişan edeceğini Peygamberimiz Aleyhisselama önceden haber vermiş olduğu
rüzgâr, kasırga,[361]
Sebt (Cumartesi) gecesi gürlemeye başladı.[362]
Bu,
en soğuk kış gecelerinde esen soğuk, dondurucu bir rüzgârdı.[363]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu rüzgâr hakkında:
"Ben,
Allah tarafından, Sabâ, yani gündoğusu yeli ile yardım olundum!
Âd
kavmi ise batı yeli ile helak oldular!" buyurmuştur.[364]
Bu
rüzgâr, tozları, toprakları müşriklerin gözlerine dolduruyordu.
Onları
kendi başlarının derdine düşürmüş, ordugâhlarına çekilmek, sinmek zorunda
bırakmıştı. [365]
Rüzgâr
çadırların bezlerini, derilerini yırtıyor, direklerini söküyor, koparıyor,
sergileri kumlara gömüyor, hiç kimse hiç kimsenin yanına gidemiyordu.[366]
Yakılan
ateşler, ışıklar sönüyor; develer, atlar birbirlerine karışıyordu.[367]
Müşrikler
ordugâhlarında tekbir ve silah sesleri de işitiyorlardı. [368]
Müşriklerin
kalblerine büyük bir korku düşmüştü.[369]
Bu
husus, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle hatırlatılır ve açıklanır:
"Ey
mü'minler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayınız ki, o zaman size ondular
saldırmışlardı da, Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular
(melekler) salmıştık. Allah ne işlerseniz hepsini hakkıyla görendir."[370]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Sel' dağındaki Feth Mescidinin yerinde bulunuyordu.[371]
Gecenin
üçte biri geçince, namaz kılmaya kalktı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir sıkıntı ve üzüntüye uğradığı zaman, namaz kılmayı arttırırdı.[372]
Huzeyfe
b. Yeman der ki:
"Ahzab
gecesi, halk Resûlullah Aleyhisselamın başından dağıldılar, yanında oniki
kişiden başka kimse kalmadı.[373]
Biz
saf halinde oturmuştuk.
Ebu
Süfyan ve onunla birlikte bulunan kuvvetler üst tarafımızda, Benî Kurayza
Yahudileri aşağımızda idi. Çoluk çocukların üzerine baskın yapıverecekler diye
korkup duruyorduk.
Bize
öyle bir gece gelip çatmıştı ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik.
Gökgürültülerini
andıran gürültülerle, korkunç bir rüzgâr da gelip çatmıştı bize!
Öyle
bir karanlık çökmüştü ki, hiçbirimiz uzattığı parmağını göremiyondu.[374]
Resûlullah
Aleyhisselam müşriklerin aralarında anlaşmazlığa düştüklerini ve Allah'ın
onların topluluklarını dağıttığını haber almıştı.[375]
Resûlullah
Aleyhisselam, gecenin bir kısmını namaz kılarak geçindikten sonra, bize doğru
yöneldi ve:
'Bizim
için şu kavmin ne yaptığını gördükten sonra benim yanıma dönecek bir kimse var
mı ki, ben onun Cennette bana arkadaş olmasını Yüce Allahtan dileyeyim?'
buyurdu.
Orada
bulunanlardan hiçbiri, duydukları şiddetli korku ve karşılaştıkları şiddetli
açlık ve şiddetli soğuk yüzünden, ayağa kalkamadı. [376]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Bana
şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet günü benimle
haşrede?' buyurdu.
Biz
sustuk. Kendisine bizden hiçbir kimse cevap veremedi.
Sonra,
tekrar:
'Bize
şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet günü benimle
birlikte haşrede?' buyurdu.
Biz
yine sustuk. Kendisine bizden hiç kimse cevap veremedi.
Üçüncü
kez:
'Bize
şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet gününde
benimle birlikte haşrede?' buyurdu.
Biz
yine sustuk. Kendisine bizden hiç kimse cevap veremedi.[377]
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam benim yanıma geldi.
Üzerimde,
ne düşmandan korunabileceğim kalkanım, ne de soğuktan korunabileceğim elbisem
vandı.
Zevcemin
entari üzerinden giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir ceketten başka bir
şeyim yoktu.
Resûlullah
Aleyhisselam yanıma gelince, dizlerimin üzerine çöküp büzüldüm. Benim için:
'Kim
bu?' diye sordu.
'Huzeyfe!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Huzeyfe
hâ?' buyurdu.
'Evet
yâ Rasûlallah! Huzeyfe'yim!' dedim.[378]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
geceden beri benim sesimi işitmedin mi? Ne için ayağa kalkmadın?' diye sordu.
'Seni
hak din ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; ben kendimdeki açlıktan
ve karşılaştığım soğuktan dolayı davetine icabet edemedim!1 dedim.[379]
Ben
oradaki halkın en çok korkanı, en çok da soğuktan üşüyeni idim.[380]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Git
de, bana şu kavmin haberini getir!
Git,
şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar da, onlara ne ok, ne
taş atacak, ne mızrak saplayacak, ne de kılıç vuracaksın!' buyurdu.[381]
'Yâ
Rasûlallah! Onlar beni öldürürier diye korkmuyorum. Fakat, beni esir edip
keserler, biçerler diye korkuyorum!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
benim yanıma dönüp gelinceye kadar ne sıcaktan, ne de soğuktan zarar
görmeyeceksin![382]
Senin
için esir edilmek, kesilip biçilmek sakıncası da mevcut değildir' buyurdu.
Resûlullah
Aleyhisselamın 'Senin için bir sakınca yoktur!1 buyurmasından ilk
anladığım şey, bana bir zarar gelmeyeceği oldu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Git,
şu kavmin içine gir! Ne söylüyorlar bir bak![383]
Bana şu kavmin haberini getir, ama onları aleyhime kaldıracak birşeyi
yapmaktan sakın!1 buyurdu.[384]
'Allah'ım!
Onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!' diyerek
dua etti.[385]
Kılıcımı,
yayımı aldım. Üzerimdeki ötemi berimi sıkıladım.
Müşriklere
doğru yürüyüp gitmeye başladım.[386] Sanki
hamamda yürüyor gibi idim![387]
Vallahi, içimde ne bir korku, ne de bir üşüme kalmış, hepsi içimden çekilip
gitmişti! İçimde bunlardan hiçbir şey duymuyordum artık![388]
Nihayet,
müşriklerin ordugâhının yanına vardım.
Ebu
Süfyan'ı yanmış bir ateşin başında ve birtakım adamların içinde buldum.[389]
Ebu
Süfyan, kara, iri yan bir adamdı. İki elini ateşe tutup koltuklarına sürüyor
ve:
'Göçüp
gitmek gerek! Göçüp gitmek gerek!' diyordu.
Kendisini
bundan önce hiç görmemiştim, tanımıyordum.[390]
Ebu
Süfyan sırtını ateşe tutup ısıtmaya başladığı sırada idi ki,[391]
kendi kendime:
'Ben
daha ne bekliyorum? Allah düşmanının yerini görmüş bulunuyorum!' dedim.[392]
Ok
çantamdan bir ok çıkarıp, yayımın ortasına yerleştirdim. Ateşin ışığından
yararlanarak onu atıp vurmak istedim.
Hemen,
Resûlullah Aleyhisselamın:
'Benim
yanıma dönüp gelinceye kadar bir hadise çıkarmayacaksın!' buyruğunu
hatırlayınca geri durdum, okumu çantama koydum. Kendimde bir cesaret buldum.[393]
Onların içlerine girdim.
Rüzgâr
ve Allah'ın gözle görülmeyen ordusu onlara yapacağını yapıyor; onların tencere
ve tavalarını deviriyor, ateş ve ışıklarını söndürüyor, çadırlarını başlarına
yıkıyordu![394]
O
sırada, ateşin başına kadar varmış, müşriklerin yanlarına oturmuştum.
Ebu
Süfyan, ayağa kalkıp:
'İçinizde
casuslar, gözcüler bulunmasından sakınınız! Her adam yanında bulunanın kim
olduğuna baksın.[395]
Sizden her biriniz, yanında oturanın elini tutsun![396] Kim
olduğunu tanısın!'* dedi.[397]
Hemen
sağ elimi uzatıp yanımda oturan kimsenin elini tuttum[398] ve
ona:
'Sen
kimsin?' dedim.[399]
'Amr
b.Âs!1 dedi.[400]
Hemen
sol elimi de uzatıp sol yanımda oturan kimsenin elini tutarak[401]
kendisine:
'Sen
kimsin?' dedim.[402]
'Muaviye
b. Ebu Süfyan!' dedi.[403]
Ben
tanınırım diye korkumdan böyle yaptım.[404]
Bundan
sonra, Ebu Süfyan:
'Ey
Kureyş cemaati! Vallahi, siz durulacak bir yerde durup sabahlamadınız![405]
Vallahi, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz![406]
Atlar,
develer ölmeye başladı.[407]
Kıtlık her tarafı sardı.[408]
Benî Kurayza Yahudileri de bize karşı aksilik etmeye başladılar. Onlardan,
hoşumuza gitmeyecek haberler aldık.
Rüzgârlardan
başımızı gelenleri görüyorsunuz! Ne tencerelerimizi, ne ateşimizi, ne de barınacağımız
çadırlarımızı yerinde bırakıyor!
Hemen
göç edip gidiniz! İşte, ben göç edip gidiyorum!1 dedi.
Sonra
da, devesine doğru vardı. Devenin bir dizi bağlı idi, üzerine oturdu, yürütmek
için ona vurdu. Deve üç ayağı üzerine sıçrayıp kalktı. Vallahi, devenin ayak
bağı ayakta iken çözüldü!
Eğer
Resûlullah Aleyhisselamın:
'Bana
dönüp gelinceye kadar bir hadise çıkarmayacaksın!' buyruğu olmasaydı ve
isteseydim, onu okla vurup öldürmüş gitmiştim.[409]
Halkın
en yakınında bulunanı, Âmir oğulları idiler.
Onlarda:
'Ey
Âmir oğulları hanedanı! Buradan göç edip gidiniz! Buradan göç edip gidiniz!
Burası sizin için durulacak gibi bir yer değildir!' diyorlardı.
Rüzgâr
ordugâhlarını altüst ederken, onlar ordugâhlarından bir karış bile ileri geçecek
durumda değillerdi.
Vallahi,
onların büyük halıları ve döşekleri üzerine rüzgârın yağdırdığı taşların
çıkardıkları sesleri işitiyordum.[410]
İkrime
b. Ebu Cehil, Ebu Süfyan'a:
'Sen
kavmin lideri ve orduların başkumandanı olduğun halde, halkı nasıl geride bırakıp
gidiyorsun?!' deyince, Ebu Süfyan utandı.
Hemen
devesini ıhdırdı ve yularını eliyle çekip durdu ve halka:
'Haydi,
göç ediniz!' dedi.
Ebu
Süfyan dikilip dururken, halk göç etmeye başladılar.
Ebu
Süfyan, askerinin takip edilmesinden korkarak Amr b. Âs'a:
'Ebu
Abdullah! Benim ve senin burada kalmamız gerekleşmiştir. Muhammed'le ashabının
takiplerinden gafil ve süvarilerimizin de himayesinden uzak bulunuyoruz.
Askerimiz çekilip gidinceye kadar takip edilmeyeceğimizden de emin değiliz!'
dedi.
Amr
b.Âs:
'Peki,
ben geride kalayım' dedi.
Ebu
Süfyan, Halid b. Velid'e de:
'Ebu
Süleyman! Sen ne dersin?' diye sordu.
Halid
b. Velid:
'Ben
de onun gibi geride kalayım' dedi. [411]
Böylece,
takip edilmekten korktukları için, Amr b. Âs ile Halid b. Velid ardcı olarak
ikiyüz atlı ile geride kaldılar."[412]
Bunlar,
seher vaktine kadar ordugâhta beklediler.[413]
Kureyşîlerin
orduları böylece Medine'den ayrılıp gittiler.
Medine'ye
kuşatan diğer müşrik ordularına gelince, Tulayha b. Huveylid:
"Muhammed
size kötülük etmeye, sizi büyülemeye başladı! Hemen buradan savuşup
kurtulmaktan başka çare yok! Hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare
yok!' diyerek kavmine sesleniyordu.
Her
kabilenin lideri, kavmine:
"Ey
filan oğulları! Yanıma geliniz!" diyerek sesleniyor ve kabileleri yanlarında
toplandıkları zaman da:
"Hemen
buradan savuşup kurtulmaktan, hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare
yok!" diyorlardı. [414]
Kureyşîlerin
çekilip gittiklerini işitince, Fezâre ve Gatafanlar da yurtlarına döndüler. [415]
Huzeyfe
b. Yeman, Gatafanların ordugâhlarına gittiği zaman, onları göçüp gitmiş,
ordugâhlarını boşalmış buldu.
Gatafanlar
göç edinceye kadar, Mes'ud b. Ruhayle ile süvari arkadaşları, Benî Süleymlerden
de bazı kimseler, ardcı olarak geride kalmışlardı. [416]
Huzeyfe
b. Yeman der ki:
"Müşriklerin
ordugâhından döndüğüm zamanda da, yine, hamamda yürüyor gibi idim![417]
Resûlullah
Aleyhisselama doğru giderken, yolu yarıladığım veya yarıya yakın yol aldığım
sırada gördüğüm yirmi kadar beyaz sarıklı süvari, bana:
'Sahibine
haber ver Allah, düşman askerlerine karşı ona kâfi gelmiştir!1
dediler.[418]
Resûlullah
Aleyhisselamın yanına döndüğüm zaman, kendisi zevcelerinden birisine ait Yemen
işi bir kilim üzerinde namaz kılıyordu.[419]
Vallahi,
döner dönmez, bütün üşümelerim gerisin geri bana gelmişti; tirtir titriyordum.[420]
Resûlullah
Aleyhisselam yaklaşmamı eliyle işaret edince, yanına yaklaştım.
Yaklaşınca,
kilimin bir ucunu benim üzerime sarkıtıp saldı. [421]
Namazını
bitirince:
'Yeman'ın
oğlu! Otur! Müşrikler hakkında ne haberin var?1 diye sordu.
'Yâ
Rasûlallah! Halk Ebu Süfyan'ın başından dağılmış, başında ancak bir cemaat
kalmış! Ateş yakmışlar. Allah, bizim üzerimize boşalttığı soğuk gibi, onların
üzerine de soğuk boşaltmaktadır!
Fakat,
biz buna karşılık Allah'tan onların dilemedikleri ecri dileriz!' dedim.[422]
Kendisine
müşriklerin bütün haberlerini verdim ve onları göçüp giderlerken geride
bıraktığımı söyledim.[423]
Peygamber
Aleyhisselam, azı dişleri görününceye kadar güldü.[424]
Resûlullah
Aleyhisselam beni iki ayağı arasına, ayak ucuna yatırdı. Örtünün bir ucunu
üzerime bıraktı.[425]
Örtünün içinde sabaha (sabah namazı vaktine) kadar uyumaktan ayrılamadım.
Sabaha eriştiğim zaman, Resûlullah Aleyhisselam:
Kalk
artık ey uykucu!' buyurdu."[426]
Peygamberimiz
Aleyhisselam sabaha çıktığı zaman, oradaki düşman ordugâhlarında bir tek kişi
bile geride kalmamıştı.[427]
Müşriklergötüremedikleri bazı meta'larını da bırakıp gitmişlerdi.[428]
Müşrikler
öğleye doğru Melel'e, ertesi gün de Seyyâle'ye vardılar.[429]
Ebu
Süfyan'ın Kureyş ordularıyla Tihâme bölgesine kavuştuğu sırada, Uyeyne b. Hısn
ile yanındaki Necdliler, Ebu Süfyan'ın arkasından yetiştiler.
Benî
Kurayza Yahudileri de, dönüp kalelerine sığındılar.[430]
Benî
Nadîr Yahudilerinin başkanı Huyey b. Ahtab ise, Ebu Süfyan'la birlikte Revhâ'ya
kadar korka korka gittikten sonra, Ka'b b. Esed'e vermiş olduğu sözü yerine
getirmiş olmak için oradan ayrılarak, geceleyin Benî Kurayza Yahudileriyle
birlikte kalelerine girdi.[431]
Müslümanların
hendekte müşrikler tarafından kuşatıldıkları sırada, Benî Kurayza
Yahudilerinden Nebbaş b. Kays'ın karısı, hendeğin boşaldığını, hendekte hiç
kimsenin kalmadığını ve Müslümanların Benî Kurayza Yahudilerini kalelerinde
kuşatarak davar boğazlar gibi boğazladıklarını rüyasında görmüş; bu, Yahudi
bilginlerinden Zebir b. Bata'ya anlatılınca, Zebir b. Bata:
"Onun
güzleri bunu görmek için mi uyumuş?! Uyumaz olasıca!
Kureyşîler
dönüp gidecekler, Muhammed de gelip bizi kuşatacak!
Tevrat'a
yemin ederim ki; kuşatmadan sonraki şeyler, ondan daha şiddetli, daha ağır olacaktır!"
diye yorumlamıştı .[432]
Benî
Kurayza Yahudileri, Kureyş müşrikleri çekilip gittikten sonra:
"Muhammed
üzerimize yürüyecektir!" dediler, son derecede korkmaya başladılar.[433]
Peygamberimiz
Aleyhisselamla ashabının köklerini kazımak maksadıyla toplanıp Medine'yi
kuşatan müşrik orduları, hiçbir şey yapamadan, olanca öfkeleriyle dönüp gitmek
zorunda kalmışlardı [434]
Bu
vakıa, Kufârvı Kerîm'de şöyle açıklanır:
"Allah,
o kâfirleri (inkarcıları) hiçbir hayra eremedikleri halde, olanca öfkeleriyle
red ve yüzgeri etti.
Allah,
muharebe hususunda mü'minlere kâfi geldi.
Allah,
Kavî'dir; herşeye galib ve üstündür."[435]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, hendekten dönecekleri sırada:
"Artık
Kureyşîler bu yılınızdan sonra gelip sizinle çarpışamayacaklar, fakat siz
onlarla çarpışacak-sınız![436]
Artık
bundan böyle müşriklerin üzerine biz yürüyüp onlarla çarpışacağız! Fakat onlar
gelip bizimle çalışamayacaklardır" buyurdu.[437]
Sa'd
b. Muaz (Hendekte yaralanmış, kısa bir müddet sonra, yarası deşilerek vefat
etmiştir.)
Enes
b. Evs b. Atık,
Abdullah
b. Seni,
Tufeyl
b. Numan,
Salebe
b. Ganeme,
Ka'b
b.Zeyd.[438]
Yüce
Allah hepsinden razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hendekten Medine'ye dönünce, Mescidde Sa'd b. Muaz'ın üzerine bir
çadır kurulmasını emir buyurdu.[439]
Hemen
bir çadır kurulup Rüfeyde Hatun tarafından tedavisine başlandı.[440]
Hendek kuşatması ve savunması 23 gün sürmüştür.[441]
[1] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 224, Vâkıdî, M egâzf, c. 1, s. 4, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 65, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, t 1, s. 343, Taberî, Târih, c. 3, s. 42,
43.
[2] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 224, Taberî, Târîh, c. 3, s. 43, İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s. 1
85, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 178, İbn Sevvid, U\ûnu'l-eser, c. 2, s. 55,
Zehebî, Megâzî, s. 233, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 93.
[3] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
4, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 65, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 343, Zehebî,
Megâzî, s. 233.
[4] İbn İshak, İbn Hisam.c.
3, s. 201, Taberî, c. 3, s. 38, İbn Hazm.s. 182, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 77, İbn
Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 28, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 566.
[5] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 441.
[6] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 225.
[7] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 441.
[8] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 225, Vâkıdî, c. 2, s. 441.
[9] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 441, 442
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/19-20.
[10] Vâki di, M egâzf, c. 2,
s. 4 41, 442.
[11] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 225, Vâki df, Megâzî, c. 2, s. 442.
[12] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
442.
[13] Nisa: 51-55, İbn İshak,
İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225, 226,Taberî, Târîh, c.3, s. 44, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 55, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 94, 95.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/20-22.
[14] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 226.
[15] Vâki cif, Megâzr,c.2, s.
443.
[16] D iyarbekrf, Târîhu'l
-ham fs, c. 1, s. 48 0.
[17] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 343.
[18] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
442,443.
[19] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 343.
[20] M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/22-23.
[21] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 480.
[22] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
442.
[23] Vâki di, Megâzı
1367/1948 Kahire baskıa, s. 290.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/23.
[24] Ibn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
[25] Vâkidf, Megâzî.c.2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
[26] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 2, s. 66.
[27] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/23-24.
[28] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 2, s. 66.
[29] Vâkıdî, Megâzî,c.2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
[30] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 343.
[31] Vâkıdî, Megâzî,c.2, s.
444, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/24.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
444, 445.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/25.
[33] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
493.
[34] İbn Hazm, Ceyâmiu's-are,
s. 186, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 178, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 55,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 95, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2,
s. 29, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 229.
[35] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/25-26.
[36] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
445.
[37] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 481.
[38] Sem hûdf, Vetâu'l-vetâ,
c. 4, s. 1206.
[39] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
446, 450, İtan Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
[40] Sem hûdf, Vetâu'l-vçtâ,
c. 4, s. 1206.
[41] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 486.
[42] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/26.
[43] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
445. 41 .
[44] Taberî, Târîh, c. 3, s.
45.
[45] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 482.
[46] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
446, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
[47] Sem hûdf, Vetâu'l-vetâ,
c. 4, s. 1216.
[48] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 12.
[49] Sem hûdî, Vetâu'l-vetâ,
c. 4, s. 1215.
[50] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 12, Semhûdf, Vetâu'l-vetâ, c. 4, s. 1215.
[51] İbn Hazm, Cemhere, s.
338, 345, 346.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/27.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
445, 446, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
1, s. 481.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/27-28.
[53] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c.2,s. 83, Taberî, Târih, c. 3, s. 45. 51 .
[54] Semhüdî, Vetâu'l-vetâ,
c. 3, s. 845, c. 4, s. 1206.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
446.
[56] Vâkıdî,
Megâzı,c.2,s.448.
[57] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
446.
[58] Vâkıdî, Megâzî.c. 2, s.
449, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 71 , Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 282,
Buhârî, Sahih, c. 5, s. 47, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1 430.
[59] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 71, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 47, Müslim , c. 3, s. 1430.
[60] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 71, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 47.
[61] İbn Sa'd, c. 2, s. 71,
Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 282, Buhârî, c. 5, s. 47, 48, Müslim, c. 3, s. 1431 .
[62] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 226.
[63] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 70, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 187, 188, Buhârî, Sahih, c. 5,
s. 45, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1431,1432.
[64] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 70, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 212, c. 5, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/28-29.
[65] lbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 4, s. 83.
[66] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
446,447.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/29-30.
[67] Taberî, Târîh, c. 3, s.
45.
[68] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 235, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 83, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
2, s. 446, 447, Taberî, Târîh, c. 3, s. 45, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3,
s. 418, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 421, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s.
130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/30.
[69] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
448.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/30-31.
[70] İbn İshak.İbnHişam ,
Sîre, c. 3, s. 228, 229, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 476, E bu Nuaym ,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 499, 500, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 427,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 57, Zehebî, Megâzî, s. 235, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 99, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 572.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/31-32.
[71] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 228, Bevtıakf, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 415.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/32.
[72] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 83, 84, Taberî, Târih, c. 3, s. 45, 46, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 419, 420, İbn Esîr, Kâmil,c.2, s. 179.
[73] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 230, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 41 7, 418, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 58, Zehebî, Megâzî, s. 236, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye vıe'n-nihâye, c. 4, s. 99.
[74] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
vıe'n-nihâye, c. 4, s. 101,102.
[75] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 303.
[76] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
450.
[77] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 230, Taberî, Târih, c. 3, s. 46
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/32-37.
[78] Taberî, Târîh, c. 3, s.
46, Bevhakf, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 420, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 179.
[79] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 233, Vâki cif, Megâzî, c. 2, s. 459, 460, Taberî Târîh, c. 3, s.
46.
[80] Ahzab: 12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/37.
[81] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
454, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 67.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
447, Diyarbekıi, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 482.
[83] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 235, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 470.
[84] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
452, Diyarbekıİ, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 484, 485.
[85] Vâki cif, Megâzî, c.
2,s. 452, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 50.
[86] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
50.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/37-38.
[87] Semhûdf. Vetâu'l-vetâ.
c. 4. s. 1204.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/38.
[88] İbrı Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 72.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/38-39.
[89] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 230, 231.
[90] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 104.
[91] Yâkût, t 2,5.128.
[92] .ûüdulkuddüs,
Âsâru'l-Medfne, s. 125.
[93] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 139.
[94] Yakut, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 104.
[95] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 300.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/39.
[96] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 444.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/40.
[97] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 231.
[98] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 2, s. 67.
[99] Sem hûdî, Vetâu'l-vetâ,
c. 3, s. 830.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
453.
[101] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 237, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 72.
[102] Heysemi, M ecmau'z-zevâi
d, c. 6, s. 133.
[103] Semhûdî, Vfetâu'l-vela,
c. 1, s. 302.
[104] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 451.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/40-41
[105] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
454.
[106] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre,c.3, s. 231.
[107] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre,c.2, s. 147,1 50, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 290,294.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
454, 455.
[109] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 231.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
455.
[111] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 231
[112] Vâki dr, Megâzî, c.2, s.
455.
[113] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 231.
[114] Vâki cif, Megâzî, t 2
,s.455.
[115] E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 103.
[116] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 232, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 455.
[117] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
455.
[118] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 232, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 455, 456.
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
456.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
456.
[121] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 231-232, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 456.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
456.
[123] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 232, Vâkıdî, Megâzî, c. 2,5.456.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
456.
[125] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 232, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 456.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
456.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/41-46.
[127] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/46.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
457.
[129] Musa b. Ukbe'den naklen
E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 103.
[130] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre.c.3, s. 249.
[131] Vâkıdı, Megâzî 1367/1948
Kahire baskıa , s. 290.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/47-49.
[132] Zührî, Megâzî, s. 80,
Abdumezzak, M usannef, c. 5, s. 368.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/49.
[133] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s.
457.
[134] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/49.
[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 314.
[136] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 105, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 305, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[137] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 314.
[138] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 105, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 365, Buhârî,
Sahih, c.5,s. 49.
[139] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 314.
[140] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 106, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 365, Buhârî, c. 5, s. 49.
[141] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 314.
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
457.
[143] Vâkıdî, c. 2, s. 457,
İbn Sa'd, c. 3, s. 106, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 364-365, Buhârî, c. 5, s. 49.
[144] Vâkıdi.Megâzî, c. 2, s.
457.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/49-50.
[145] İbn Hacer,
Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 229.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/51.
[146] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 232.
[147] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
458.
[148] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 104.
[149] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 294.
[150] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 233, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 459.
* Sel' dağında Fetih Mescidinin bulunduğu
yerde (Semhûdf, Vefâu'l-yefâ, c. 3, s. 835, 836).
[151] Musa b. Ukbe'den naklen
E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 104.
[152] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 3, s. 233, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 430, Zehebî, Megâzî,
s. 237, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 104.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/51-52.
[153] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
460.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/53.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
460, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 67.
[155] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
460.
[156] İbrahim Rıfat Paşa,
Mir'atü'l-Haremeyn, c. 1, s. 389, Abdulkuddûs, Âsâru'l-Medfne, s. 146,147.
[157] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/53-54.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
460, 461.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/54-55.
[159] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
460, 461.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/55-56.
[160] Ahzab: 33/10-12.
[161] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 257, 230, 231, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 494, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 344, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 484.
[162] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
495, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71
[163] Vâki dr, Megâzî
1367/1948 Kahire baskısı , s. 292, 293.
[164] Ahzâb: 10-12.
[165] Taberî, Tefsir, c. 21,
s. 131,132.
[166] Ahzâb: 13.
[167] Taberî, Tefsir, c. 21,
s. 135.
[168] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 233.
[169] Taberî, Tefsfr, c. 21,
s. 135,136.
[170] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
463.
[171] Ahzâb: 15.
[172] Taberî, Tefsir, c. 21,
s. 137.
[173] İbn Hazm, Cevâ miu's-sîre,
s. 188.
[174] Ahzâb: 22-23, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 4, s. 84.
[175] Bakara: 214.
[176] Taberî, Tefsfr, c. 21,
s. 144.
[177] Taberî, Tefsfr, c. 21,
s. 132.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/56-60.
[178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
462.
[179] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 239.
[180] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 201.
[181] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 133, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 302, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 489.
[182] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 133, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s. 302.
[183] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 639.
[184] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 463.
[185] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 133, 134, Semhûdf, Vefa, c. 1, s. 302, Diyarfcekrf,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 489.
[186] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/60-62.
[187] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 133, Taberânî'den
naklen Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s.
301, 302, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs. c.
1. s. 489.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/62-63.
[188] E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 114, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 147,
Halebî, Insânu'l-uyûn, c. 2, s. 651.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/63.
[189] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 345.
[190] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 240.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/63.
[191] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
459, 460, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye re'n-nihâye, c. 4, s. 109.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/63-64.
[192] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/64.
[193] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/64-65.
[194] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/66-67.
[195] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/68-69.
[196] Vâkidr, Megâzı, c. 2, s.
463, 467, 468.
[197] İbn Sa'd.
Tabakâtü'l-kübrâ. c. 2. s. 67.
[198] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/69-70.
[199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
468, 469.
[200] Semhûdf, Vfefâ
u'l-vıefâ, c. 1, s. 303, 304.
[201] Vâkıdî, Megâzî 1367/1948
Kahire baskıa , s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/70.
[202] Musa b. Ukbe'den naklen
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 109.
[203] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 484.
[204] Vâkıdî.Megâzî, c. 2, s.
474, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69, 72, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1,
s. 126, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 48, Müslim, Sahih, c. 1, 736, 737, Beyhakî,
Sünen, c. 1, s. 460.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/70-71.
[205] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 2, s. 514, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 339.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/71.
[206] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 421, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Taberî,
Târih, c. 3, s. 49.
[207] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 237, 238, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 469.
[208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
469.
[209] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 422, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 141, Taberî,
Târih, c. 3, s. 49, 50.
[210] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 238.
[211] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 146.
[212] Taberî, Târih, c. 3, s.
50, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 182.
[213] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 238.
[214] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 238, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 469, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s.
67, Taberî, Târih, c. 3, s. 50.
[215] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 238.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
469, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 67, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 182.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/71-73.
[217] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 3, s. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 525, Taberî, Târîh, c. 3, s. 49, İbn
Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 189-190, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 182.
[218] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 423.
[219] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 238, Vâkıdî, c. 2, s. 525, Taberî, c. 3, s. 49, İbn Haim, s. 189,190, İbn
Esir, c. 2, s. 182.
[220] Vâkıdı, Megâzı,c.2,s.
525.
[221] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 350, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156, İbn Esir, c.2, s. 182.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/73-74.
[222] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 238, Taberî, c. 3, s. 48, İbn Se^id, c. 2, s. 61 .
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
470.
[224] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/74-75.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
470, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 68.
[226] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 235, İbn Seyyid, c. 2,s. 61.
[227] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 470, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 68.
[228] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
470.
[229] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/75-76.
[230] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 3, s. 235.
[231] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
470, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 68.
[232] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 470.
[233] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 31.
[234] İbn Seyyid,c.2, s. 61.
[235] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 236.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
470, 471, Diyarbekrî, Târftıu'l-hamîs, c. 1, s. 486.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/76.
[237] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 6, s. 316, 317, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 61, 62.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
471.
[239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
471, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 68, İbn Seyyid, UyÛnu'l-eser, c. 2,
s. 61.
[240] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 135.
[241] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 32, 33, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 317, 319, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 61, 62, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 486, 487 Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 641, 642.
[242] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 236, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 32, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 61, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.
2, s. 642.
[243] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
471.
[244] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 642.
[245] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
471, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 32, İbn Seyyid, c. 2, s. 61.
[246] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
471, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 642.
[247] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 236.
[248] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 236, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 61.
[249] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 68.
[250] Halebî, İnsânu'l-uyÛn,
c. 2, s. 642.
[251] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 6, s. 313, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 62, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 106, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 642.
[252] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487.
[253] Taberî, Târîh, c. 3, s.
49.
[254] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 237.
[255] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
472.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/76-81.
[257] Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 319, 320.
[258] Fahru'r-Râzî'nin Tefsirinden naklen Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 643, A. Zeynî Dahlan, Sîre, c. 2, s. 7.
[259] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/81-82.
[260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
474.
[261] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 265, Taberî, Târih, c. 3, s. 49.
[262] Bevhakf,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 3, s. 438,.
[263] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 248.
[264] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 265, Taberî, Târih, c. 3, s. 49.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/82.
[265] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 472, 473.
[266] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 345, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487.
[267] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
472, 473.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/82-83
[268] Vâki cif, Megâzı, c. 2,
s. 472, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 68.
[269] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 68.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/83.
[270] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 473, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 68, 69.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/84.
[271] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 3, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 111.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/84.
[272] Vakıdı, Megâzî, c. 2, s.
488, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 73.
[273] Vâki df, M egâzf, c. 2,
s. 487, İ bn S a'd, Taba kâtü' l-kübrâ, c. 2, s. 74, Ahm ed b. H anbe I, M
üsned ,0.4,5.353, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1363,
Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 195, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 152, Zehebî, Megâzî, s.
250, Ebu'l- Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 111.
[274] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1363, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 42, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 152, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 111.
[275] İmam Muhammed, S
iyem'l-kebf r, c. 5, s. 1693, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 477, Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 367, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 73.
[276] Kastal ânf, M evâhi
bü'l-le dünniye, c. 1, s. 147, Sem hû df, Vetâu'l -vefa, c. 3, s. 833, D iyarto
ekrf, T ârfhu'l -ham fs, c. 1, s. 487
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/84-85.
[277] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 234.
[278] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 5, s. 1 693.
[279] Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 2, s. 113.
[280] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 477.
[281] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
478.
[282] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 5, s. 1 694.
[283] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 234.
[284] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
478.
[285] İbn Haldun, Târîh, c. 2,
ks. 2, s. 30.
[286] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 132.
[287] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 73, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 235, 236,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 346, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 597.
[288] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 234.
[289] Heysemî, Mecmau'z-zevâ
id, c. 6, s. 132.
[290] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 234.
[291] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 5, s. 1 694.
[292] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 5, s. 1 694, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 479, İbn Abdülberr,
İstiâb, c. 2, s. 597.
[293] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
479, 480.
[294] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 487.
[295] Vâkıdî, MegâZÎ, c. 2, s.
479, 480.
[296] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/85-89.
[297] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
480.
[298] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
480, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 277, 278.
[299] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
480.
[300] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 480, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s.
278.
[301] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
480, 481, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 278.
[303] Zührî, Megâzî, s. 80.
[304] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
480, 481, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 278.
[305] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
481.
[306] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 481.
[307] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240.
[308] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
481.
[309] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
481.
[310] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
481.
[311] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
481.
[313] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 240, 241, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 481, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 278.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/90-93.
[314] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241.
[315] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 241, Vâkıdî, c.2,s. 481, 482, İbn Sa'd, c. 4, s. 278.
[316] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
482, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 278.
* Nfetmiş kişivi (Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
482, İbn Sa'd, c. 4, s. 278).
[317] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241.
[318] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
482, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 278.
[319] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241.
[320] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 482, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s.
278.
[321] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
482.
[322] Bevhakf,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 405, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
113, Suvutf, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 578.
[323] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241.
[324] Beyhaki,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 305, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 578.
[325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
482, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 278.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/93-95.
[326] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/95-96.
[327] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
483.
[328] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 241, 242, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 483.
[329] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c.3, s. 242.
[330] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 483.
[331] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
485, 486.
[332] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242.
[333] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
483.
[334] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
486.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/96-98.
[335] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
484.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/98.
[336] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242.
[337] İbn Sey\id,c.2, s. 65.
[338] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/99.
[339] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 484.
[340] Vâki cif, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 296.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/99-100.
[341] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/100.
[342] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
484, 485.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/100-101.
[343] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 147.
[344] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69.
[345] Belâzuıî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 345.
* Lât'a, Uzzâ'ya, İsafe, Naile veHübel'e
(Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 344, Makrizf, en-Nizâ ye't4ahâsum, s. 15,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 657).
[346] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/102.
[347] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s.
492.
* Hadisenin mahiyetini anlamak için eserimizin
4. cildine bakınız.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
493.
[349] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 492, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 344, Makrizf, en-Nizâ ve14ahâsum ,
s. 15, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 657.
[350] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 657.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
492.
[352] Halebî, İnsânu’l-uyun,
c. 2, s. 657.
*Yani, Besmeleden sonra (Halebî, İnsân, c. 2, s.
657)
[353] Belâzurî, Ensâb, c. 1,
s. 344, Makrizf, s. 1 5,16, Halebî, c. 2, s. 657.
[354] Vâkıdî, c. 2, s. 492,
Belâzurî, c. 1, s. 344, Makrizf, s. 16.
[355] Belâzurî, c. 1, s. 344,
Makrizf, s. 16.
[356] Vâkıdî, c. 2, s. 492,
493, Halebî, c. 2, s. 657.
[357] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
493.
[358] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
493, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 344, Makrizf, en-Nizâ vel^ahâsum, s.
16.
[359] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
493, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 657.
[360] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 344, Makrizf, en-Nizâ vet-tahâsum, s. 16, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 657.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/102-104.
[361] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71.
[362] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
488, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 69.
[363] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242.
[364] Vâkidî, c. 2, s. 476, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,
s. 324, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 22, Müslim, Sahih, c. 2, s. 617, Beyhakî,
Sünen, c. 3, s. 364.
[365] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 35.
[366] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71.
[367] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.
[368] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 148.
[369] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.
[370] Ahzâb: 9, İbn İshak, İbn
Hişam, Sîre, c. 3, s. 257, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 71.
[371] Semhûdı, Vefâu'l-vefâ,
c. 3, s. 835.
[372] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
488.
[373] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, İ bn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 226.
[374] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 451 , 452.
[375] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 242.
[376] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 392.
[377] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 449.
[378] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 114.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
489.
[380] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 114.
[381] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
489.
[382] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 451, Zehebî, Megâzî, s. 249.
[383] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s.
489.
[384] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414.
[385] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
489, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 501, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 65, 66, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 114, Diyarbekrî,
Târıhu'l-ham fs, c. 1 .s. 4 91, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 652.
[386] Ebu Muaym, Delâil, c. 2,
s. 501, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.
[387] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414.
[388] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 114, 115.
[389] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31.
[390] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[391] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414.
[392] İbn Hacer,
Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 228.
[393] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[394] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243, Vâkıdî, c. 2, s. 489, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s.
392.
[395] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
489.
[396] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.
* Ebu Süfyan, aralarına bir yabancının
sızdığını sezmişti (İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 226).
[397] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 652.
[398] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.
[399] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243.
[400] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s.
489.
[401] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.
[402] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243.
[403] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
489.
[404] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 66, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 652.
[405] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243.
[406] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
490, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69.
[407] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
490.
[408] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s.
490, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 69.
[409] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 243, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
5, s. 392.
[410] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[411] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s.
490.
[412] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 69.
[413] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
490.
[414] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 653, 654.
[415] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[416] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
490.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/104-112.
[417] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414.
[418] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115, Diyarbekrî, Târîhu'l-ham fs, c. 1 , s. 492.
[419] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[420] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[421] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31.
[422] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 31, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 451.
[423] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[424] Beyhakf,
Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 455, D iyarbekrf, T ârfViu'l -h am fs, c. 1, s.
492.
[425] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 1 84.
[426] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1414, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 149.
[427] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
491, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69, 70.
[428] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 148.
[429] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
485.
[430] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 422.
[431] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s.
485.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/112-113.
[432] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s.
496, 497.
[433] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 266.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/114.
[434] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 260, 261, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 467, 468, Belâzurî, E
nsâbu'l-eşrâf, c. 1 ,s. 345, Taberî, Tefsir, c. 21, s. 148,149, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
[435] Ahzâb: 25.
[436] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 266.
[437] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 262 Buhârî, Sahih, c. 5, s. 48,Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s.
457,İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 184, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 66,
Zehebî, Megâzî, s. 251, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/114-115.
[438] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 3, s. 264.
[439] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 422, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 13.
[440] İbn İshak, İbn
Hisam.Sîre, c. 3, s. 250, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 427, 428, Buhân,
Edebü'l-mütred, s. 289, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 11 0,111, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 4, s. 302, 303.
[441] M. Apaydın,
Resûlullah'ın Günlüğü, s. 1 22.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/115.