Benî Kurayza Gazası Niçin ve Nasıl Yapıldı?
Peygamberimiz Aleyhselamın Müslümanlara Benî
Kurayza Yurduna Hemen Hareket Etmelerini
Emredişi ve Kendisinin de Onlarla Birlikte Yola
Çıkışı
İslâm Mücahidlerinin Sayıları ve Yola Çıkışları
Hz. Ali'nin Sancağını Benî Kurayza Yahudilerinin
Kalelerinin Dibine Dikişi, Yahudilerin
Peygamberimiz Aleyhisselama ve Mü'minlere Sövüşü
Useyd b. Hudayr'ın Benî Kurayza Yahudilerine
Çıkışması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza
Yahudilerinin İleri Gelenlerine Seslenişi ve
Karşılıklı Konuşmalar Yapılışı
Benî Kurayza Yahudilerinin Barış İstemeleri
Benî Kurayza Lideri Ka'b b. Esed'in İtirafları ve
Benî Kurayza Yahudilerine Teklifleri
Sa'ye Oğullarının Benî Kurayza Yahudilerini
Öğütlemeleri
Sa'lebe ve Esid'in Müslüman Olmaları
Amr b. Su'dâ'nın Benî Kurayzaları Kınadıktan ve
Öğütledikten Sonra Kaleden Ayrılışı
Benî Kurayza Yahudilerinin Konuşmak ve İşlerini
Danışmak Üzere Ebu Lübâbe'yi İstemeleri
Ebu Lübâbe'nin Malının Üçte Birini Keffaret Olarak
Tasadduk Edişi
Hz. Ali'nin Benî Kurayza Yahudilerinin Kalelerini
Fetih İçin Yemin Edişi
Benî Kurayza Yahudilerinin, Bağışlanmaları çin
Evsîlerin Yardımını Dilemeleri
Sa'd b. Muaz'ın Benî Kurayza Yahudileri Hakkında
Hüküm Vermek Üzere Getirilişi
Benî Kurayza Yahudileri Hakkında Sa'd b. Muaz
Tarafından Verilen Hüküm
Benî Kurayza Yahudileri ve Malları Hakkında
Yapılan İşlemler
Benî Kurayza Erkekleriyle Kadın ve Çocuklarının
Kaldıkları Yerler ve Kendilerine Yiyecek Dağıtılışı
Huyey b. Ahtab'ın Boynu Vurulmak Üzere Getirilişi
Zebir b. Bata ile Aile Efradının Bağışlanışı
Benî Kurayza Yahudileri Kadınlarından Nübâte'nin
Boynunun Vuruluşu
Benî Kurayza Yahudilerinden Alınan Ganimetlerin
Bölüştürülüşü ve Ganimetten, Savaşacak
Müslümanlar İçin Silahlar ve Atlar Satın Alınışı
Reyhâne Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamın
Zevceliğine Nâil Oluşu
Benî Kurayza Yahudilerinin Başlarına Gelenlerin
Medine'yi Kuşatan Müşriklere Yardımda
Bulunmalarından İleri Geldiğinin Kur'ân-ı Kerîm'de
Açıklanışı ve Mü'minlere Yeni Bir Fethin de
Sa'd b. Muaz'ın Yarası Birdenbire Deşilip Vefat
Edişi
Sa'd b. Muaz'ın Yıkanışı ve Kefenlenişi,
Cenazesinin Taşınışı, Cenaze Namazının Kılınışı
Sa'd b. Muaz'ın Kabrinin Kazılışı ve Gömülüşü
Hayber Yahudilerinin Telaşlanmaları ve Peygamberimiz
Aleyhisselamla Çarpışmak İçin Hzırlanmaları
1. Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye
geldiği zaman, Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında umumî bir muahede
ve mukavele yapmıştı.
Bu
muahede hükümleri arasında: Yahudilerin de mü'minlerie bir topluluk teşkil
ettikleri kabul olunmakta; Peygamberimiz Aleyhisselamın izin ve müsaadesi
olmadıkça kendilerinin herhangi bir askerî harekâtta bulunamayacakları, ne
Kureyşîleri, ne de onlara yardım edenleri hiçbir suretle korumayacakları,
Medine'ye bir taarruz vukuunda da elbirliğiyle müdafaada bulunacakları hükmü
yer almakta idi.[1]
2. Benî Nadîr Yahudileri, öteden beri,
kendilerini Benî Kurayza Yahudilerinden üstün tutarlardı. Benî Kurayza
Yahudilerinden biri Benî Nadîr Yahudilerinden birini öldürdüğü zaman, katil
kısas
olarak
öldürülürdü.
Fakat,
Benî Nadîr Yahudilerinden biri Benî Kurayza Yahudilerinden birini öldürecek
olursa, yüz vesk (deve yükü) hurma öderdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, nihâî merci sıfatıyla, aynı soydan gelen her iki cemaati eşit
muameleye tâbi tutmak suretiyle aradaki imtiyazı kaldırmış, Benî Kurayza Yahudilerini
Benî Nadîr Yahudilerinin seviyesine yükseltmişti.[2] Benî
Kurayza Yahudileri, bu iyiliğe karşı nankörlük ettiler.
3. Benî Nadîr Yahudileri sözü geçen muahede
ve mukaveleyi bozarak Peygamberimiz Aleyhisselama karşı harbe kalkıştıkları
zaman, Benî Kurayza Yahudileri de Benî Nadîr Yahudilerine katıldılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerini muhasara ederek yurtlarından sürüp
çıkardığı halde, Benî Kurayza Yahudilerini affetti ve yeni bir muahede ile
onları yerlerinde bıraktı.[3]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Benî Kurayza Yahudileriyle de, onların muahede yapmaya yetkili
adamları olan Ka'b b. Esed'le de muahede yapmış bulunuyordu.[4]
Huyey
b. Ahtab'ın Kureyş müşriklerine söylediğine göre; Benî Kurayza Yahudileri
Peygamberimiz Aleyhisselama karşı fırsat kollamak ve Kureyş müşriki eriyle
işbirliği yapmak üzere Medine'de oturmak ta idiler.[5]
Müşrik
orduları gelip Müslümanları kuşattıkları zaman, Benî Kurayza Yahudileri,
müşterek vatan larını koruyacakları, Müslümanlara yardım edecekleri yerde, aradaki
muahedeyi bozmuşlar,[6]
muahede yazısını yırtmışlar,[7] Amr
b. Su'dâ gibi bazı insaflı kimselerin "Eğer ona yardım etmeyecekseniz,
bari kendisini düşmanlarıyla başbaşa bırakınız!" yollu öğütlerini de
dinlememişlerdi.[8] Peygamberimiz
Aleyhisselamın göndermiş olduğu tahkik ve sulh heyeti, onları işitmiş
oldukların- dan daha kötü ve azgın bir tutumda buldular.[9] İşler
kızışıp harbe dönüşmeden önceki hallerine dön meleri ve Huyey b. Ahtab'ın
sözünü dinlememeleri için onlara and verdiler.
Ka'b
b.Esed:
"Hiçbirzaman
o barışıklık haline dönmeyeceğiz! Ben o barışıklığı şu ayağımdaki sandalın orta
parmağıyla yanındaki parmak arasına geçen tasması gibi kopanp atmış
bulunuyorum!" dedi.[10]
Benî
Kurayza Yahudileri de:
"Resûlullah
da kim oluyormuş?! Muhammed'le aramızda ne ahid vardır, ne de akid!" dediler.[11]
Peygamberimiz
Aleyhisselama sövdüler:
"Muhammed,
kendisine diş bileyenler birleşip çevresinde
halkalandıkları zaman, bize adamlar salıp sulh ve muahede istiyor!
Hayır!
Hayır!
Onun
üzerine hep birden saldırıp kendisini avlamak için and içilmiştir!
Biz
de, o kardeşlerimize muhakkak arka ve yardımcı olacağız!" dediler.[12]
Bu,
Benî Kurayza Yahudilerinin muahedeyi ikinci bozuşları idi.
Onlar,
muahedeyi bozmakla, Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları en nâzik ve
tehlikeli bir sırada, ölüm kalım savaşlarında yardımsız ve yalnız bırakmış;
müşterek vatanın düşmanların eline düşüp talan edilmesine rıza göstermiş
oluyorlardı.
7. Benî Kurayza Yahudileri, bu kadarla da
kalmadılar.
Medine'yi
yağmalamak ve başta Peygamberimiz Aleyhisselam olmak üzere Müslümanları ve
Müslümanlığı ortadan kaldırmak için Medine'ye gelen düşmanlarla anlaşma
yaptılar. Onlara yardım ettiler. Müslümanları birtaraftan da onlarkuşattılar.[13]
8. Mekke müşriklerine; Ebu Süfyan'a ve
Uyeyne b. Hısn'a: "Siz sebat ediniz! Biz Müslümanları şehirlerinde
arkalarından vuracağız!" diyerek haber saldılar.[14]
9. Huyey b. Ahtab'ı müşriklere göndererek,
Medine'ye geceleyin baskın yapmak üzere, Kureyşîler ile Gatafanlardan biner
kişi istediler. [15]
10. Medine'ye, geceleri baskın yapmak üzere,
keşif birlikleri göndermekten geri durmadılar. [16] Benî
Kurayza Yahudilerinin müşriklere yardım ettikleri Kur'ân-ı Kerîm'de de
açıklanmış bulunmak tadır. [17]
Müslümanlar
Hendekten dönüp Medine'ye, evlerine gelince, silahlarını çıkardılar.[18]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Hendekten Medine'ye döndüğü zaman Hz. Âişe'nin evine geldi.[19]
Üzerinden silahını çıkarıp yere koydu.[20]
Vakit öğle vakti idi.[21]
Yıkanmak üzere, gusulhâneye girmişti.[22]
Başını yıkadı.[23] Gusletti. Buhurlanmak
için, buhurdanlığını getirtti.[24]
O
sırada, başına beyaz bir sarık sarmış, eğerinin üzeri atlas örtülü bir katıra
binmiş olduğu halde, Cebrail Aleyhisselam geldi.[25]
Cebrail
Aleyhisselamın sarığının taylasanı iki omuzunun arasına salınmıştı. Sırtında da
zırh gömlek vardı.[26]
Cebrail
Aleyhisselam Mescidin kapısında, cenazelerin konulduğu yerin yanında durdu.[27]
Başından tozlan silkti[28] ve:
"A!
Ey Allah'ın Resûlü! Sen silahını çıkardın mı?! dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
buyurdu.[29]
Cebrail
Aleyhisselam:
"Vallahi,
biz daha silahlarımızı çıkarınadık![30]
Düşman
senin üzerine geleliden beri,[31]
melekler silahlarını çıkarmadılar ve müşrikleri takip etmedikçe de dönmediler![32]
Kalk,
silahını kuşan![33] Onların üzerine
yürü!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Nereye?
Kimlerin üzerine?" diye sordu.
Cebrail
Aleyhisselam:
"İşte,
oraya!" dedi ve eliyle de Benî Kurayzalara doğru işaret etti.[34]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ashabım
çok yorulmuşlardır! Birkaç gün onların dinlenmelerini beklesen olmaz mı?"
dedi.[35]
Cebrail
Aleyhisselam:
"Yâ
Muhammed! Yüce Allah, Benî Kurayza üzerine hemen yürümeni sana emrediyor! Şimdi
ben yanımdaki meleklerle onların kalelerine gidiyorum![36]
Allah onları düz ve sert taş üzerine yumurtayı çarpar gibi çarpacaktır![37]
Ben
binitimi onların kalelerinde üzerlerine sürüp kendilerini perişan ve darmadağın
edeceğim!" diyerek dönüp gitti.[38]
Enes
b. Malik der ki:
"Cebrail
Aleyhisselamın kumandası altındaki melek süvarileri Ensardan Ganm oğullarının
sokaklarından geçip giderlerken yerden kalkan tozlan şimdi bile görür
gibiyimdir!"[39]
Cebrail
Aleyhisselam gider gitmez, Peygamberimiz Aleyhisselam sıçrayıp ayağa kalktı[40] ve
halka şöyle seslenmesini Bilal'e emir buyurdu:[41]
"İşiten
ve itaat eden kişi, ikindi namazını Benî Kurayza yurdundan başka yerde
kılmasın![42] Ey Allah süvarileri! Siz
de atlarınıza bininiz!"[43]
Peygamberimiz
Aleyhisselam takyesini, miğferini, zırhını getirtti. Takyesini ve miğferini
başına geçirdi. Zırhını sirtona giydi. Kılıcını beline bağladı. Kalkanını
arkasına çevirdi. Mızrağını eline aldı. Atına bindi.
Kendisinin
yanında iki, üç atı bulunuyordu. Bindiği, Lahf veya Lühayf isimli atı idi.[44]
Hz.
Ali'yi çağırdı.
Sancağı
ona verdi ve önden onu yola çıkardı .[45]
Abdullah
b. Ümmi Mektum'u Medine'de yerine vekil bıraktı.[46]
İslâm
mücahidlerinin sayısı 3000 idi. 36 süvarileri vardı.[47]
İslâm
mücahidlerinin Benî Kurayza gazası sırasındaki yiyeceklerini de, Sa'd b. Ubâde,
develere yüklediği hurmalarla karşıladı.[48]
Müslümanlar
hemen silahlandılar, süvariler de atlarına bindiler.
Süvariler
ve piyadeler, Peygamberimiz Aleyhisselamı aralarına aldılar.[49]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cebrail Aleyhisselamin izi sıra yola çıktı .[50]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Benî Kurayza yurduna erişmeden önce Benî Kurayzaların yurdu
üzerinde bulunan Savreyn'de ashabından bazı kişilere rastlamıştı.[51]
Mescidin
komşusu Ganm oğulları idi.[52]
Harise b. Numan da onların içinde bulunuyordu. Hepsi silahlanmış ve
dizilmişlerdi.[53]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Yanınızdan
bir kimse geçip gitti mi?" diye sordu.
"Evet
yâ Rasûlallah! Eğerinin üstüne atlas kadife örtülmüş ak bir katır üzerinde
Dıhyetü'l-Kelbî yanımızdan geçip gitti.[54]
Silahlanmamızı bize emretti. Silahlarımızı yanımıza aldırdı. Bizi de saf yaptı
ve:
'Şimdi
size Resûlullah Aleyhisselam gelecektir!1 dedi" dediler.[55]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O,
Cebrail Aleyhisselam idi!
Kalelerini
sarsmak, kalblerine korku salmak için Benî Kurayzalara gönderilmişti"
buyurdu.[56]
Bundan
sonra, asıl Dıhyetü'l-Kelbî gelip onların yanlarından geçti.[57]
Dıhyetü'l-Kelbî
suretinde görülen Cebrail Aleyhisselamın yüzü ve sakalı tamamıyla
Dıhyetü'l-Kelbî'nin yüzüne ve sakalına benziyordu.[58]
Harise
b. Numan:
"Hayatım
boyunca Cebrail Aleyhisselamı iki kere görmüşümdür.
Biri
Savreyn gününde, diğeri de Huneyn'den dönüşümüz gününde, cenazelerin konulduğu
yerde idi" derdi.[59]
Hz.
Ali, Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerine yaklaştı. [60] Sancağını
kalenin dibine dikti.[61] Benî
Kurayza Yahudileri, kalenin üzerinden, Peygamberimiz Aleyhisselama ve
mü'minlene sövmeye başladılar.[62]
Mü'minlene yalancılık ve sihirbazlık isnad ettiler. Peygamberimiz Aleyhisselama
ve Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine dil uzattılar.[63]
Ebu
Katâde der ki:
"Biz
onlara karşılık vermeyip sustuk.
'Onlarla
aramızdakini kılıç halledecektir!1 dedik.
Ali
b. Ebu Talib, sancağı beklememi bana emretti."[64]
Hz.
Ali, Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselama ve zevcelerine
çirkin sözler söylediklerini işitince,[65]
hemen geri dönüp:
"Yâ
Rasûlallan! Şu pislerin, kötülerin yakınlarına kadar senin varman
gerekmez!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ne
için gerekmez?" diye sordu.[66]
Hz.
Ali Yahudilerden işittiği çirkin sözleri tekrarlamaya utandı, sustu.[67]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sanırım
ki; sen onlardan beni üzecek birtakım laflar işitmişsindir?" buyurdu.
Hz.
Ali:
"Evet
yâ Rasûlallah!" dedi.[68]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Musa
Peygamber bundan daha ağın ile karşılaşmış, daha çok üzülmüştü.
Git!
O Allah düşmanları[69] beni
görecek olurlarsa, söylemiş oldukları kötü şeylerden hiçbirini
söyleyemeyeceklerdir!" buyurdu.
Benî
Kurayza Yahudilerinin mallarının bulunduğu nahiyedeki kuyularından Üna veya
Enna veya Enni diye anılan kuyunun başına indi.
Benî
Kurayza Yahudilerinin kalelerine yaklaştı .[70]
Useyd
b. Hudayr, Peygamberimiz Aleyhisselamdan önce davranıp:
"Ey
Allah düşmanları! Sizler açlıktan ölünceye kadar, kalenizi kuşatmaktan
ayrılmayacağız! Sizler ancak yuvalarına tıkılmış tilki hükmündesiniz!"
dedi. Benî Kurayza Yahudileri:
"Ey
Hudayr'ın oğlu! Biz Hazrecîlerin değil, sizin müttefikiniz bulunuyoruz!"
dediler ve korktular. Useyd b. Hudayr "Artık sizinle aramızda ne ahid, ne
de antlaşma vardır!" dedi.[71]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kale dibine kadar vardı. Sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamı
kalkanı arıyla korumakta idiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kaledeki Yahudilerin ileri gelenlerinden bazı lan na-isimlerini
anarak-seslendi. İsimleri anılan Yahudi eşrafı, kalenin burcuna çıkarak:
"Ey
Ebu'l-Kasım! Ne var? Ne istiyorsun?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
maymunların kardeşleri! Allah sizi rahmetinden uzak kılsın![72]
Nihayet
Allah sizi hor, hakîr kıldı mı? Belâsını, azabını üzerinize indirdi mi?[73]
Demek,
siz bana sövüyorsunuz ha?!" buyurdu.[74]
Yahudiler
"Musa'ya
indirilmiş olan Tevrat üzerine yemin ederiz ki, biz sana böyle birşey
yapmadık!" diye karşılık verdiler.[75]
Birbirlerine
de:
"Bu,
Ebul-Kasım. O bize şimdiye kadar böyle ağır kelimelerle konuşmamıştı!" dediler.[76]
Peygamberimiz
Aleyhisselama da:
"Ey
Ebu'l-Kasım! Sen sözünü bilmezlerden değildin![77] Sen
bundan önce hiç ağır kelime kullanmazdın!" dediler.[78]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Yahudilerden bu sözleri işitince, onlara o kadarcık söylemiş
olduğundan bile utandı. Asası elinden, ridası omuzundan düştü.[79]
Bunun, kendisinin aleyhinde söylemiş oldukları çirkin ve üzücü sözlerinden
ileri geldiğini onlara hatırlattı.[80]
Kendilerini Müslümanlığa davet etti. Onlar yanaşmadılar.[81]
"Öyleyse,
Allah'ın ve Resûlünün emrine boyun eğerek kaleden ininiz! Teslim olunuz!"
buyurdu.
"Hayır
ey Ebu'l-Kasım!" dediler. Bu teklifi de reddettiler. [82]
Bunun
üzerine, çarpışma başladı.[83]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sabahleyin okçuların yanına vardı. Onları savaş düzenine koydu.
Okçular Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerini sardılar. Mücahidler oklarını
Yahudilere yetiştirebilecekleri yerde durarak ok ve taş yağdırmaya başladılar.
Benî
Kurayza Yahudileri de, kalelerinden, mücahidlere en şiddetli şekilde ok ve taş
yağdırdılar.
Münafıklar,
Benî Kurayza Yahudilerine:
"Siz
teslim olmayınız!
Medine'den
çıkıp gitmenizi isterlerse, çıkıp gitmeyiniz!
Müslümanların
isteklerine yanaşmayacak ve çarpışmakta devam edecek olursanız, biz size canımızla,
silahlarımızla yardım ederiz!
Sizin
yanınızda bulunur, malımızı ve canımızı sizden esirgemeyiz!
Size,
hiçbirimiz, hiçbir zaman aykırı davranmayız.
Eğer
Medine'den çıkarılacak olursanız, sizden sonra Medine'de biz de kalmayız. Kısa
bir müddet sonra, gelir, size kavuşuruz!" diyerek gizlice haber saldılar.[84]
Benî
Kurayza Yahudileri, kalelerinde 15 gün[85] veya
25 gece kuşatıldı. [86]
Kendilerini
kalelerinde olanca sıkıntı ve üzüntü tuttu.[87]
Muhammed
b. Mesleme der ki:
"Benî
Kurayza Yahudilerini en sıkı bir şekilde kuşattık, kuş uçurmadık!
Bir
gün, fecirden önce kalelerinin dibine kadar sokulup, akşama kadar hiç
aynlmadan, onlara oklar yağdırdık.
Resûlullah
Aleyhisselam, bizi cihada ve güçlüklere katlanmaya teşvik etti durdu.
Geceyi
bulunduğumuz yerde geçirdik. Bizimle çarpışmayı bırakmadıkça Benî Kurayza
Yahudilerinden el çekmedik ve karargâhımıza dönmedik.
Benî
Kurayza Yahudileri yok edileceklerine kanaat getirdiler.[88]
Münafıkların va'd ettikleri yardımdan da umutlarını kestiler.[89]
Kuşatmanın
uzaması, şiddetlendihlmesi onları iyice sıkmaya başladı. Allah da, kalblerine
korku düşürdü."[90]
Benî
Kurayza Yahudileri, çaresiz kalınca:
"Konuşalım!"
dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur!"
buyurdu.
Bunun
üzerine, Benî Kurayza Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamla konuşmak üzere,
Nebbaş b. Kays'ı kalelerinden aşağı indirdiler.
Nebbaş:
"Yâ
Muhammedi Benî Nadîr Yahudilerinin teslim oldukları veçhile, mallar ve silahlar
senin olsun!
Kanımızı
dökme, esirge!
Kadınlarımız
ve çocuklarımızla birlikte memleketinden çıkıp gidelim.
Her
çeşit silah hariç olmak üzere, her aile için, bir devenin taşıyabileceği
gerekli şeyleri götürmemize müsaade et!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Nebbaş'ın bu teklifini kabul etmedi.
Nebbaş:
"Öyleyse,
kanlarımızı esirge, dökme!
Kadınlarımızla
çocuklarımızı bize teslim et.
Develere
mal yükleyip götürmek de bize gerekmez" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Kayıtsız şartsız hükmüme boyun eğmekten, teslim olmaktan başka çareniz
yok!" buyurdu.
Nebbaş,
Peygamberimiz Aleyhisselarından aldığı cevapla adamlarının yanına döndü.[91]
Benî
Kurayza Yahudilerinin liderlerinden Ka'b b. Esed:
"Ey
Yahudi topluluğu! Şu gördüğünüz felâket başımıza gelip çatmış bulunuyor!
Ben
size üç şey öneriyorum: Onlardan hangisini isterseniz, onu yapınız!" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Nedir
onlar?" diye sordular.
Ka'b
b. Esed:
"Üç
önerimden birisi; şu adama [Peygamberimiz Aleyhisselam kasd ediliyor] tâbi
olur, kendisinin peygamberliğini doğrularız.
Vallahi,
belli olmuştur ki; o, sizin için gönderilmiş bir peygamberdir ve elbette
Kitabınızda vasfını yazılı bulduğunuz zâttır.
Kendisine
iman edecek olursanız, kanlarınızın, mallarınızın, çocuklarınızın,
kadınlarınızın güvenliğini sağlamış olursunuz![92]
Bizi
ona tâbi olmaktan alıkoyan, ancak Araplara karşı duyduğumuz kıskançlıktır ve
onun İsrail oğullarından gelen bir peygamber olmayışındandır.
Halbuki,
bu, Allah'a ait bir iştir.
Ben
onunla olan muahedeyi de istemeyerek bozdum.
Gerek
bizim başımıza, gerek kendi kavminin başına gelen bütün belâlar, felâketler,
ancak şu oturan adamın [Huyey b. Ahtab'ın demek istiyor] yüzündendir!
Onun
kavmi, bizden de düzgündü.
Muhammed,
onlardan, kendisine tâbi olanlardan tek kişi bile bırakmadı, hepsini sürgün
etti.
İbn
Hıraş'ın yanınıza geldiği zaman size söylediği şeyler hatırınızda değil midir?
O:
'Ben
Şam gibi her türlü yiyeceği, içeceği getir diye istenilebilen bolluk bir yeri
bırakıp su kırbasından, hurma ve arpadan başka birşeyi bulunmayan bir yere
geldim!1 demişti.
Kendisine
'Bununla ne demek istiyorsun?' diye sorulunca, o:
'Şu
kariyyeden (Mekke'den) bir peygamber çıkacaktır!
Eğer
ben sağ iken çıkarsa, ona tâbi olur, yardım ederim.
Eğer
benden sonra çıkarsa, siz ona karşı hile ve aldatma yoluna gitmekten sakınınız!
Ona tâbi olunuz!
Onun
yardımcıları ve dostları olunuz!
Böylece,
her iki Kitaba, hem önceki, hem sonraki Kelamlara iman etmiş olursunuz!'
dememiş mi idi?
Gelin,
ona tâbi olalım. Getirip tebliğ ettiği şeyleri doğrulayalım da, kanlarımızı,
çocuklarımızı, kadınlarımızı ve mallarımızı güvenliğe ve selâmete çıkaralım.
Onun yanında, sahabileri mevkiinde bulunalım" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Biz,
bizden başkasına tâbi olmayız!
Biz,
Kitab ve peygamber sahibi bir topluluğuz.
Biz,
bizden başkasına tâbi olmayız![93]
Biz
hiçbir zaman ne Tevrat'ın hükmünden ayrılırız, ne de onu başka birkitabla
değiştiririz!" dediler.
Ka'b
b. Esed:
"Madem
benim bu önerimi kabul etmiyorsunuz, geliniz, çocuklarımızı ve kadınlarımızı
öldürelim, arkamızda bir ağırlık bırakmayalım, sonra da kılıçlarımızı sıyırıp
Muhammed ile ashabının üzerine yürüyelim. Allah aramızda hükmünü verinceye
kadar Muhammed'le çarpışalım!
Ölürsek,
arkamızda korkacağımız bir nesil bırakmamış olarak ölmüş oluruz.
Eğer
galip olursak, vallahi, yeniden kadınlar edinebilir, evlatlar
yetiştirebiliriz" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Şu
zavallıları ellerimizle öldüreceğiz ha?!
Onları
öldürdükten sonra, bizim için, yaşamanın ne hayn, ne kıymeti kalır?"
dediler.[94]
Huyey
b. Ahtab, Ka'b b. Esed'in bu husustaki teklifine güldü ve:
"Şu
zavallıların günahı nedir (ki öldürülecekler)!?" dedi.[95]
Ka'b
b. Esed:
"Eğer
bu öneriyi de kabul etmiyorsanız, bu gece Cumartesi gecesidir!
Bu
gecede, Muhammed ile ashabı herhangi bir harekette bulunmayacağımızdan emin ve
gafil, hazırlıksız bulundukları bir sırada, ansızın kaleden aşağı inerek
Muhammed ile ashabı hakkındaki matlubumuza nail olabiliriz!" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Biz
demek bu gece birşeyler yapacağız, Cumartesi çalışma yasağımızı bozacağız ha?!
Sen
de bilirsin ki: Bizden önce kim böyle birşey yaptıysa, muhakkak mesh [hayvana
çevrilme] felâketine uğramıştır!" dediler.
Bunun
üzerine, Ka'b b. Esed:
"İçinizden
hiçbir adam, anasından doğalı beri, zaman boyunca, bir gece bile gecelemem
iştir!" dedi.[96]
Huyey
b. Ahtab:
"Ben
seni buna, Kureyşîlerve Gatafanlarla birlikte çarpışmada bulunmak üzere davet
etmiştim de, Cumartesi gününün yasaklığını bozmuş olmayı ileri sürerek
yanaşmamıştın!? Eğer sen benim sözümü dinleseydin, Yahudiler de dinlerler ve bu
işi yaparlardı" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Biz
Sebt gününün yasaklığını bozam ayız!" diyerek bağırıştılar.
Nebbaş
b. Kays:
"Onları
ansızın nasıl baskın yapıp öldürürüz? Sen onların her gün işlerinin
şiddetlendiğini görmüyor musun? Onlar önceleri ancak çarpışmak için gündüzleri
bizi kuşatıyor, geceleri dönüp karargâhlarına gidiyorlardı. O zaman, sen,
'Onlar bizi geceleri de kuşatacak olurlarsa, halimiz nice olur?!' diye bir söz
söylemiştin.
İşte,
şimdi onlar gece ve gündüz bizden ayrılmıyorlar!
Nasıl
ve ne gibi bir baskınla onları öldürebileceğiz?!
Bu,
doğrusu, büyük ve çetin bir öldürülme hadisesidir! Bir belâ ve ibtilâdır ki,
bize takdir ve hükmedilmiştir!" dedi.
Birbirlerine
ileri geri sözler söylemeye başladılar. Elleri yanlarına düştü. Yaptıklarına
son derecede pişman oldular.[97]
Sa'ye'nin
oğulları Salebe ve Esîd ile bunların amcalarının oğlu Eseci b. Ubeyd:
"Ey
Benî Kurayza cemaati! Vallahi, siz iyi bilirsiniz ki; o, Resûlullahtır.
Kendisinin sıfatları da bizce malumdur.
O
sıfatları bize hem kendi bilginlerimiz, hem Benî Nadîr bilginleri
söylemişlerdir.
O
bilginlerin ilki de, şu Huyey b. Ahtab ile bizim katımızda halkın en doğru
sözlüsü olan İbn Heyyeban'dır.
O,
öleceği sırada, bu peygamberin sıfatlarını bize haber vermişti" dedi.[98]
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Bu,
o gelecek peygamber değildir!" dediler.
Sa'ye
oğulları:
"Evet!
Vallahi, bu, o gelecek olan peygamberin sıfatlarındadır![99]
Allah'tan korkunuz! Ona iman ediniz!" dediler.[100]
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Biz
Tevrat'tan ayrılmayız!" dediler. [101]
.
Asım
b. Ömer b. Katâde der ki:
"Bana
Benî Kurayza halkının yaşlılarından bir adam:
'Sen
Benî Kurayzaların kardeşi Benî Hedl'den Salebe b. Sa'ye, Esîd b. Sa'ye ve Esed
b. Ubeyd'in nasıl Müslüman olduğunu biliyor musun?1 diye sordu.
Ben:
'Hayır!
Vallahi bilmiyorum!' dedim.
Benî
Kurayzanın yaşlılarından olan zât dedi ki:
'Şamlı
bir Yahudi vardı. Ona İbn Heyyeban denirdi.
İslâmiyetten
iki yıl önce, bu zât bizim yanımıza geldi. Aramıza girdi, hepimizin üstünü
oldu.
Hayır!
Vallahi, beş vakit namaz kılmayanlar arasında, hiçbir zaman, ondan daha
faziletli ve daha üstün bir adam görmedik!
O,
yanımızda oturdu, kaldı.
Yağmursuzluktan
kıtlığa uğradığımız zaman, ona:
'Ey
İbn Heyyeban! Bizim için yağmur duasına çık!' derdik.
O
da:
'Hayır!
Vallahi, zekât ve sadakanızı getirip önüme koymadıkça, olmaz!' derdi.
Kendisine:
'Zekât
ve sadaka ne kadardır?' diye sorardık.
O
da:
'Hurmadan
bir sa', yahut arpadan iki müd!' derdi.
Bunu
kendisine götürürdük.
O
da, kayalığımızın üstüne çıkar, Allah'tan bizim için yağmur dilerdi.
Vallahi,
bulunduğumuz yerden daha ayrılmadan, yağmura tutulur ve sulanırdık.
Bunu
iki veya üç kere değil, defalarca yapmıştı.
Sonra,
aramızda, o ölüm döşeğine düştü.
Öleceğini
anlayınca:
'Ey
Yahudi cemaati! Yemesi içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık
yurduna getirenin ne olduğunu sanırsınız?' diye sordu.
'Sen
daha iyi bilirsin!' dedik.
'Ben
bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek
olan O Peygamberi gözlemek üzere geldim!
Onun
yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umuyorum,
Onun
gelme zamanı size çok yakındır.
Ey
Yahudi cemaati! Ona tâbi olmakta sizi kimse geçmesin!
Çünkü,
o, kendisine aykın hareket edenlerin kanlarını dökmek, çocuklarını ve
kadınlarını esir etmek yetkisiyle gönderilecektir!
Siz
bu hususta ondan korunamazsınız!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam peygamber olarak gönderildiği ve Benî Kurayza Yahudilerini
kuşattığı zaman, yetişmiş, delikanlılık çağında bulunan bu gençler'Ey Kurayza
oğulları! Evet! Vallahi, bu, gelecek olan O Peygamberin sıfatındadır!' dediler,
geceleyin kaleden inip Müslüman oldular, kanlarını, mallarını, çoluk
çocuklarını kurtardılar.'"[102]
Bunlar,
ne Kurayza, ne de Nadîr oğulları soyundandı.
Fakat,
yukarı kuşaklarda, onların amcaoğulları soyundan gelmiş oluyorlardı.[103]
Bunlar
da, Abdullah b. Selam gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamberliğine inanan
ve Yahudileri İslâmiyete teşvik eden Yahudi bilginlerinden idiler. [104]
Amr
b. Su'dâ, Benî Kurayza Yahudilerine:
"Ey
Yahudi cemaati! Muhammed'in size vermiş olduğu söze karşı, siz de, onun
düşmanlarından hiçbir kimseye yardım etmemek, kendisini ansızın gelip
bastıracak ve kuşatacak olanlara karşı ona yardımda bulunmak üzere söz
vermiştiniz!
Siz
aranızdaki bu muahedeyi bozdunuz!
Ben
sizin bu hainliğinize girmedim ve katılmadım.
Eğer
onun dinine girmekten kaçınıyorsanız, Yahudilikte kalınız, ona cizye, haraç
veriniz.
Fakat,
o bunu kabul eder mi, yoksa etmez mi, orasını pek bilemem!" dedi.
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Biz
Araplara haraç verme zilletini yüklenmeyiz, kabul etmeyiz. Ölmek, bize bundan
daha hayırlıdır!" dediler.
Amr
b. Su'dâ:
"Ben
sizden, sizin tutum ve davranışınızdan uzağım!" dedi ve o gece Saye
oğulları ile birlikte kaleden indi.[105]
Kaleden
indiği zaman, Muhammed b. Mesleme'nin kumandası altındaki devriye koluna
rastladı. Muhammed b. Mesleme, onun karaltısını görünce:
"Kim
o?" diye sordu.
Amr
b. Su'dâ:
"Ben
Amrb. Su'dâyım!" dedi.
Muhammed
b. Mesleme:
"Ey
Allah'ım! Beni kerîm olan kişilerin hatalarını gidermekten mahrum
bırakma!" diyerek onun yolunu açtı, kendisini istediği yere gitmekte
serbest bıraktı.
Amr
b. Su'dâ da, o gece Medine'ye doğru yönelip gitti. Resûlullah Aleyhisselamın
Mescidinin kapısına kadar geldi.[106]
Geceyi
Mescidde geçirdi.[107]
Sabaha çıkınca kendisinin yeryüzünden nereye yönelip gittiği, bugüne kadar
bilinemedi.
Amr
b. Su'dâ'nın hali Peygamberimiz Aleyhisselama anlatılınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ahde
vefakârlığından dolayı Allah'ın kurtardığı bir adamdır o!" buyurdu.[108]
Kuşatma,
son derecede şiddetlendirilmişti.[109]
Benî
Kurayza Yahudileri:
"İşimizi
konuşmak ve danışmak üzere, Amrb. Avf'ın kardeşi Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir'i
bize gönder!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselama haber saldılar.[110]
Ebu
Lübâbe'nin malları, ailesi ve çocukları, Benî Kurayzaların yurdunda
bulunuyordu.[111]
Ebu
Uübâbe der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam beni çağırdı.
'Müttefiklerinin
yanına git! Onlar, Evsîler arasında seni istediler1 buyurdu.
Kuşatma
şiddetlendirildi ği sırada, onların yanlarına vardım. [112]
Benî
Kurayzanın erkekleri, beni görünce, kalkıp karşıladılar. Kadınlar ve çocuklar,
ağlayarak benden yardım umdular.
'Ebu
Lübâbe! Biz, bütün halka karşı senin müttefikin bulunuyoruz!' dediler.
Ka'b
b. Esed:
'Ebu
Beşîr! Hadâikve Buas günlerinde senden ve kavminden dolayı bize neler
yapıldığını biliyorsun.
Siz
her çarpışmada orada idiniz.
Kuşatma
bize şiddetlendirildikçe şiddetlendirildi, mahvolduk!
Biz
kendisinin hüküm ve emrine uyarak teslim olmadıkça, Muhammed kalemizden
ayrılmamıza yanaşmayacaktır!
Ne
olur, üzerimizden ayrılsa da, Şam'a veya Hayber'e çıkıp gitsek, yahut
kendisinin toprağında bulunmasak ve kendisine karşı hiçbir zaman toplantı ve
yığınak yapmasak olmaz mı?1 dedi.
Huyey
b. Ahtab'a işaret ederek:
'Bu
sizin yanınızda bulundukça, helâket ve felâket sizi bırakmayacaktır!' dedim.
Ka'b
b. Esed:
'Vallahi,
o bana getireceğini getirdi, sonra da onu benden geri çevirmedi' dedi.
Huyey
b. Ahtab:
'Ben
ne yaptım? Nihayet, seni bu işe karışmaya isteki en d irdi m.
Seni
kendim yanılttığım ve üzüntüye soktuğum için de, senin başına gelecek felâket
benim başıma da gelecektir!' dedi."
Benî
Kurayza Yahudileri:
"Ey
Ebu Lübâbe! Senin görüşün nedir? Sen ne yapmamızı emredersin?
Bizde
çarpışmaya takat ve güç yok!
Ey
Ebu Lübâbe! Muhammed'in emrine, hükmüne boyun eğerek teslim olmamızı sen uygun
görür müsün?" dediler.
Ebu
Lübâbe:
"Evet!"
dedi ve eliyle de boğazına işaret etti ve "Bu, boğazlanmaktır!" dedi.[113]
"Muhammed
Aleyhisselamın hükmüne göre teslim olursanız, sizi boğazlar!" demek
istedi. [114]
Ebu
Lübâbe der ki:
"Vallahi,
onların yurdundan daha ayaklanm ayrılmamıştı ki, bu hareketimle Allah'a ve
Allah'ın Resûlüne karşı hainlik etmiş olduğumu anladım! [115] Çok
nadim ve pişman oldum. 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!' dedim.
Ka'b
b. Esed, bana:
'Ey
Ebu Lübâbe! Sana ne oldu?' dedi.
'Allah'a
ve Allah'ın Resûlüne hainlik ettim!' dedim.
Gözlerimden
akan yaşlar sakalımı ıslattı.
Kaleden
aşağı indim.
Halk
benim dönüşümü bekliyorlardı.
Ben
kalenin arkasından başka bir yol tutup, Mescide kadar gittim. Mesciddeki direğe
kendimi bağlattım![116]
'Allah
kalbimi biliyor!' dedim.
'Allah
bana nasuh birtevbe ihsan edinceye kadar, vallahi ben Resûlullah Aleyhisselamın
yüzüne de bakamam![117]
Allah
işlediğim günahtan tevbemi kabul etmedikçe, bu yerimden ayrılmayacağım!
Artık
ben bir daha ne Benî Kurayzalara yaklaşırım, ne de içinde Allah'a ve Allah'ın
Resûlüne hainlik ettiğim bir memleketi görmek isterim!' dedim."
Yüce
Allah, bu hususta indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"Ey
iman edenler! Allah'a ve Allah'ın Resûlüne hainlik etmeyiniz! Siz kendi
emanetlerinize bile bile hainlik eder misiniz?!"[118]
Ebu
Lübâbe'nin kendisini bağlattığı direk, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz.
Ümmü Seleme'nin kapısının önünde idi.
Hava
çok sıcaktı.
Ebu
Lübâbe, geceli gündüzlü bir hafta, üzüntüsünden hiçbir şey yemedi ve içmedi.
Nihayet,
kendisinin kulakları işitmez oldu.[119]
Benî
Kurayza Yahudilerinin kalesinden karargâha dönmesi gecikince, Ebu Lübâbe'nin
işini Peygamberimiz Aleyhisselama anlattılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eğer
o doğruca benim yanıma gelmiş olsaydı, kendisinin yarlıganmasını Allahtan
dilerdim.
Madem
ki o yapacağını yapmış, kendisini bağlatmış bulunmaktadır.
Artık,
Allah tevbesini kabul edinceye kadar, ben onu bulunduğu yerden
salıveremem!" buyurdu.
Ebu
Lübâbe, altı gece, Mescidin hurma gövdesinden dikilmiş direğinde bağlı kaldı.
Her
namaz vaktinde, zevcesi gelerek namaz için onun bağını çözer, namaz kıldıktan
sonra da onu tekrar direğe bağlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme'nin evinde bulunduğu sırada, Ebu Lübâbe'nin
tevbesinin kabul olunduğu hakkında âyet indi.
İnen
âyette şöyle buyuruldu:
"Onlardan
diğer bir kısmı da, günahlarını itiraf ettiler.
Onlar
iyi bir ameli başka bir kötü ile karıştırmışlardır.
Ola
ki, Allah onların tevbelerini kabul eder.
Çünkü,
Allah çokyarlıgayıcıdır, çok esirgeyicidir."[120]
Hz.
Ümmü Seleme derki:
"Seher
vakti, Resûlullah Aleyhisselamın güldüğünü işittim.
'Yâ
Rasûlallah! Ne için gülüyorsun? Allah senin dişlerini güldürsün!1
dedim.
'Ebu
Lübâbe'nin tevbesi kabul olundu!' buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! Müjdeleyeyim mi?' diye sordum.
'Olur!
Müjdelemek istiyorsan, müjdele!' buyurdu."
Bunun
üzerine, Hz. Ümmü Seleme, odasının kapısına dikilerek:
"Ey
Ebu Lübâbe! Seni müjdelerim: Allah senin tevbeni kabul buyurdu!" dedi.
Halk,
Ebu Lübâbe'yi bağlı bulunduğu direkten çözüp salıvermek için, ona doğru
koşuştular.
Ebu
Lübâbe:
"Hayır!
Vallahi, beni Resûlullah Aleyhisselam salıvemnedikçe, bağlandığım direkten
ayrılmam!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sabah namazına giderken, yanına uğrayıp onu salıverdi.[121]
Ebu
Lübâbe direğe kıldan iple bağlandığı için, ip onun iki kolunu kertmiş,
kesmişti. Uzun müddet bunun tedavisiyle uğraşıldığı halde, ipin kertikleri
geçmemiş, kollarında onun izi kalmıştı.[122]
Ebu
Lübâbe, Peygatn berim iz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ben
o günahı içinde işlemek musibetine uğradığım kavmimin yurduna göçeceğim.[123]
Halbuki 'İçinde Allah'a ve Allah'ın Resûlüne hainlik ettiğim bir memleketi
hiçbirzaman görmek istemem!' diye de, Allah'a söz vermiş bulunuyorum.[124]
Kefaret olarak malımdan ne kadar çıkarılmak gerekiyorsa çıkarılsın!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Üçte
birini çıkarmak senin keffaretine yeter!" buyurdu.
Bunun
üzerine, Ebu Lübâbe, malının üçte birini çıkarıp tasadduk etti ve kavminin
yurduna göçtü, gitti.
Dünyadan
ayrılıncaya kadar, kendisinden, hayırdan başka birşey görülmedi.[125]
Hz.
Ali, bir gün:
"Ey
imanlılar ordusu!" diyerek Müslümanlara seslendikten sonra, Zübeyr b.
Avvam'la birlikte ileri atıldı:
"Vallahi,
ya ağzıma bir tane tadacak şey koyup tatmayacağım, ya da onların kalelerini fethedeceğim!"
diye yemin etti.[126]
Bunun
üzerine, Benî Kurayza Yahudileri, teslim olmaktan başka çare kalmadığını
anladılar.[127]
Kendileri
hakkında hüküm vermek ve onun vereceği hükme göre teslim olmak üzere, bir hakem
tayinini istediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ashabımdan,
istediğiniz kimseyi hakem seçiniz!" buyurdu.
Benî
Kurayza Yahudileri, Sa'd b. Muaz'ı hakem seçtiler[128] ve:
"Yâ
Muhammedi Biz, Sa'd b. Muaz'ın hükmüne göre ineceğiz ve teslim olacağız!"
dediler.[129]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Peki!
Onun hükmüne göre ininiz, teslim olunuz" buyurdu.[130]
Kendisine
ait bir yetkiyi, Sa'd b. Muaz'a bıraktı.[131]
Benî
Kurayza Yahudileri, Evsîlere:
"Hazrecîlerin
müttefik kardeşleri olan Kaynuka oğullarını tutup kurtardıkları gibi, siz de,
müttefik kardeşleriniz olan bizleri tutmaz, kurtarmaz mısınız?" diyerek
haber saldılar. [132]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bir tarafa çekilip oturduğu sırada, Evsîler Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına geldiler ve Benî Kurayza Yahudileri hakkında:
"Yâ
Rasûlallah! Bunlar, Hazrecîlerin değil, bizim müttefiklerimizdir.
Abdullah
b. Übeyy b. Selûl'ün müttefiki olan Benî Kaynuka Yahudileri hakkında bir akşam
yaptığın muameleyi biliyorsun:
Onların
400 zırhlı, 300 de silahsız savaş erlerini, Abdullah b. Übeyy'e bağışlamıştın[133]
Bu
müttefiklerimiz, muahedelerini bozmak suretiyle yapmış oldukları şeylere pişman
olmuşlardır.
Onları
bize bağışlayıver!" dediler.[134]
Peygamberimiz
Aleyhisselam susuyor, konuşmuyordu.
Evsîler
bu husustaki isteklerini ısrar derecesine vardırdılar ve hepsi birden konuşmaya
başladılar.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Evs topluluğu! İçinizden birisinin onlar hakkında hakem olup hüküm vermesine
razı mısınız?" diye sordu.
Evsîler:
"Evet!
Razıyız!" dediler.[135]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
iş, Benî Kurayzaların istekleri üzerine, Sa'd b. Muaz'a havale edilmiş
bulunmaktadır" buyurdu.[136]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslüman kadınlarından Rüfeyde (Küaybe) Hatun için Mescidde bir
çadır kurdurmuştiu.
Bu
faziletli hatun, Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için, orada, kimsesiz, yaralı
Müslümanların bakım ve tedavileri ile uğraşmakta idi.
Sa'd
b. Muaz da Hendekte yaralandığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b.
Muaz'ın kavmine:
"Onu
Rüfeyde'nin çadırında bulundurunuz ki, yakından, sık sık ziyaret
edebileyim" buyurmuştu.
Sa'd
b. Muaz Benî Kurayza Yahudileri hakkında hüküm vermek üzere seçilince, kavmi
onun yanına vardılar.
Merkebin
üzerine deriden yatak serdikten sonra, onu merkebe bindirdiler. [137]
Kendileri de, onun çevresinde yürüyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın karargâhına
doğru yollandılar. [138]
Evsîler,
yolda Sa'd b. Muaz'a:
"Ey
Ebu Amr! Müttefiklerin hakkında iyi davran!
Zaten,
Resûlullah Aleyhisselam da seni bu işe onlar hakkında iyi davranasın diye memur
etmiştir! [139]
Abdullah
b. Übeyy'in müttefiklerine nasıl iyilik ettiğini gördün!" diyorlardı.
Dahhâkb.
Halife:
"Ey
Ebu Amr! Onlar senin müttefiklerindir. Onlar seni her yerde korumuşlardır.
Onlar seni hakemlikte başkalarına tercih etmekle sana sığınmışlar, senin
affını ummuşlardır.
Onlarda
senin için hazırlanmış [rüşvet] develer vardır! [140]
Sen
onları arzulamalısın, onların sağ kalmalarını ummalısın!
Onlarda
senin için hazırlanmış [rüşvet] develer var!" diyor ve sözlerini
tekrarlamaktan ve:
"Sen
bana bu hususta bir cevap vermeyecek misin?" diyerek sıkıştırmaktan geri
durmuyordu.[141]
Seleme
b. Selâme b. Vakş da:
"Ey
Ebu Amr! Müttefiklerine ve dostlarına karşı iyi davran!
Şüphe
yok ki, Resûlullah Aleyhisselam, temelli kalacak olan hayn ve iyiliği sever.
Onlar
sana Buas ve Hadâik günlerinde ve daha birçok yerlerde yardım etmişlerdir.
Kötülük
yönünden, İbn Übeyy gibi olma!" diyordu.[142]
Sa'd
b. Muaz, kavminin baskılarını arttırdığı zaman, kendi kendine:
"Vallahi,
Sa'd'ın Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyeceği an
gelmiştir!" dedi.[143]
Dahhâkb.
Halife:
"Vâh
o kavmin başına geleceklere!" dedi ve Evsîlerin yanına dönüp, onlara Benî
Kurayza Yahudilerinin ölüm haberlerini verdi.
Muattib
b. Kuşeyr:
"Fena
bir felâket haberi verdi!" dedi.
Hâtıb
b. Ümeyyetü'z-Zaferî de:
"Kavmim,
temelli gitti!" dedi.[144]
Sa'd
b. Muaz Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabının yanına gelirken:
"Kalkınız,
büyüğünüzü karşılayınız![145]
İndiriniz onu!" buyurdu.[146]
Sa'd
b. Muaz gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Şunlar
(Benî Kurayza Yahudileri) senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. [147]
Haydi,
onlar hakkındaki hükmünü açıkla!" buyurdu.
Sa'd
b. Muaz:
"Ben
iyi biliyorum ki; Allah sana onlar hakkında bir emir vermiştir. Sen Allah'ın
emrettiğini işle!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
Öyledir!
Fakat,
sen de onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla!" buyurdu.[148]
Sa'd
b. Muaz:
"Hüküm
vermeye Allah ve Allah'ın Resûlü daha layıktır! [149]
Yâ
Rasûlallah! Onlar hakkında, Allah'ın hükmüne uygun hüküm verememekten
korkuyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
onlar hakkında hükmünü ver!" buyurdu.[150]
Bunun
üzerine, Sa'd b. Muaz, Evsîlere:
"Onlar
(Benî Kurayza Yahudileri) hakkında bir hüküm verdiğimde onu kabul edeceğinize
dair, bu yolda Allah'ın ahd ve mîsakıyla bana söz veriyor musunuz?[151]
Benî
Kurayza Yahudileri hakkında vereceğim hükme razı mısınız?" diye sordu.
Evsîler:
"Evet!
Razıyız. Zaten, sen burada yok iken, senin hükmüne razı olduk.
Senden
başkasının Benî Kaynukadan olan müttefiklerine yaptığı gibi iyilik yapacağın
umularak aramızdan sen seçildin!
Sen
yapacağın ikramı bize yapacaksın!
Biz
sana bugün muhtaç olduğumuz kadar muhtaç olmadık!" dediler.
Sa'd
b. Muaz:
"Siz,
zahmet ve meşakkat vermekte acele etmeyiniz!" dedi.
Evsîler,
Sa'd b. Muaz'a:
"Sen
bu sözünle ne demek istiyorsun?" diye sordular.
Sa'd
b. Muaz:
"Onlar
(Benî Kurayza Yahudileri) hakkında bir hüküm verdiğimde, o hükmü kabul
edeceğiniz hakkında bana Allah'ın ahd ve mîsakıyla söz veriyor musunuz?"
diye tekrar sordu.
Evsîler:
"Evet!
Söz veriyoruz!" dediler.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, oraya yakın bir yerde, bazı sahabileriyle birlikte oturuyordu.
Sa'd
b. Muaz, Peygamberimiz Aleyhisselama olan derin saygısından dolayı, yüzünü başka
tarafa çevirerek:
"Şurada
bulunan zât da, bu yolda vereceğim hükmü kabul buyuracağına dair, bana Allah'ın
ahd ve mîsakıyla, sizin gibi, söz veriyor mu?" diye gaib sîgasıyla sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, yanındakilerle birlikte:
"Evet!"
buyurdu.[152]
Sa'd
b. Muaz vereceği hükme razı olacakları hakkında her iki taraftan da böylece
kesin söz aldıktan sonra, Benî Kurayza Yahudilerinin kalelerinden inip teslim
olmalarını ve silahlarını bırakmalarını emretti.
Benî
Kurayza Yahudileri emri yerine getirdiler.[153]
Sa'd
b. Muaz:
"Ben,
onlar (Benî Kurayza Yahudileri) hakkında:
(Ustura
tutunan, ergenlik çağına enen) erkekler öldürülsün!
Mallan
(Müslümanlar arasında) bölüştürülsün!
Çocuklar
ile kadınlar esir edilsinler, diye hükmettim!" dedi.[154]
Sa'd
b. Muaz Benî Kurayla Yahudileri hakkında bu hükmü verince, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
Yüce Allah'ın yedi kat gökler üstündeki (Levh-i Mahfuzdaki) hükmüne uygun hüküm
verdin!
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onlar hakkında bana açıkladığın
hükmü, Allah bana emretmişti.[155]
Sen
onlar hakkında Yüce Allah'ın ve Resûlünün hükmüne göre hüküm verdin!"
buyurdu.[156]
Sa'd
b. Muaz'ın Benî Kurayza Yahudileri hakkında verdiği hüküm, Musa Aleyhisselamın
şeriatında yer alan hükme uygun bulunuyordu.
Yahudilerin
kutsal kitabı olan Tevratta böyle azgınlık eden bir kavim hakkında uygulanacak
ceza şöyle açıklanmaktadır:
"Bir
şehre cenk içün yaklaştığında, anı, sulha davet edesün ve eğer sana sulh cevabını
verüb sana kapularını açar ise, içinde bulunan kavmin kâffesi sana haracgüzar
olup hizmet etsünler.
Lâkin,
eğer, senün ile musaleha etmeyüp cenk eder ise, anı, muhasara edesün. Ve
Allah'ın Rab, anı, senün elüne teslim ettikte, erkeklerinin cümlesini kılıçtan
geçüresün!
Amma
nisvan ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganimetü, yani ol şehirde bulunanun
kâffesünü yağma edüp Allah'ın Rabbın sana verdüğü düşmanların ganimetünü
yiyesün.
Bu
taifelerin şehirlerinden olmayıp senden pek uzak olan şehirlerin cümlesüne
böyle yapasın!
Amma
Allah'ın Rabbın sana mîras olmak üzere verdüğü bu kavmların şehirlerinden hiçbir
can sağ bira km ayasın!" [157]
Tevrat'tan,
Tevrat'ın hükmünden hiçbir zam an ayrılmayacaklarını söyleyen Benî Kurayza
Yahudileri, Sa'd b. Muaz'ın haklarında vermiş olduğu hükme itiraz edemediler.
Bu
ceza ve akıbetin onlar için mukadder bulunduğunu söylemelerinde de, onu ha
ketti ki erin i zımnen itiraf vardı.[158]
1. Kalelerinden indirilen Benî Kurayza
Yahudilerinin erkekleri, elleri boyunlarına bağlanarak, götürülecekleri yere
götürüldüler.
2. Kadınlarla çocuklar, aynı bir yerde
toplandılar.
3. Kalelerde 1500 kılıç, 300 zırh gömlek,
2000 mızrak, 1500 kalkan bulundu.
4. Ayrıca, pek çok ev eşyası, kap kaçak,
5. Erzak,
6. Mal, koyun, sığır ve saka develeri de
bulunup biraraya toplandı.
Küplerde,
kaplarda bulunan bütün içkiler döküldü ve kapları kırıldı.[159]
Alınan ganimet malları Remle binti Hâris'in evine taşındı.
Deve
ve davarlar da, orada yayılmaya bırakıldı.[160]
Benî
Kurayra Yahudilerinden elleri boyunlarına bağlananların sayısı 600 veya 700'dü.[161]
Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre, 400 kişi idiler.[162]
Benî
Kurayza Yahudilerinin erkekleri Üsâme b. Zeyd'in konağına, kadınları ve
çocukları da Remle binti Hâris'in konağına gütürüldüler.[163]
Peygamberimiz
Aleyhisselamin emriyle-yemeleri için de-kendilerine yüklerle hurma dağıtıldı.[164]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, öldürülecek olanlara bile iyi ve güzel muamele edilmesini;
kendilerine öğle vaktinde süt içirilmesini, su içirilmesini, onların üzerinde
güneşin sıcaklığıyla kılıcın sıcaklığının birleştiriliri ermesini emir buyurdu.
Öğle
vaktinde onlara süt içirtti, su içirtti ve yemek yedirtti.[165]
Huyey
b. Ahtab, elleri boynuna bağlı olarak, boynu vurulmaya getirildi.
Kendisinin
üzerinde, kırmızı erişli, süslü bir elbise vardı.
Fakat,
soykası hiç kimsenin işine yaramasın diye, onu her yanından didik didik
etmişti.[166]
Huyey
b. Ahtab, orada bulunan Peygamberimiz Aleyhisselama baktı. [167]
Huyey
b. Ahtab'ın oğlu da birlikte getirilmişti.
Huyey
b. Ahtab, evvelce Peygamberimiz Aleyhisselamla yapmış olduğu muahedede
Peygamberimiz Aleyhisselamın düşmanlarından hiçbirine yardım etmemeyi taahhüt
etmiş ve bu sözüne Allah'ı da şahit tutmuş bulunuyordu.
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Senin
kefil ve şahit tuttuğun Allah, ahdini yerine getirdin[168]
Ey
Allah düşmanı! Nasıl, Allah bana seni yenmek, ele geçirmek imkân ve fi rsatinı
vermez mi imiş?!" buyurdu.
Huyey
b. Ahtab:
"Evet,
verdü[169] Vallahi, sana karşı
duyduğum düşmanlıkta kendimi asla kınamıyor, kusurlu bulmuyorum! [170]
Ben
kendisinde kuvvet ve kudret bulunduğunu sandığım, umduğum her yere başvurdum.
Her
yeri dolaşıp, her hareket edebilecek olanı hareket ettirdim ve ayaklandırdım! [171]
Fakat
Allah kabul etmedi. Beni yenmek ve ele geçirmek imkân ve fırsatını ancak sana
verdi! [172]
Allah'ın
düşürdüğü, muhakkak düşer!" dedikten sonra, oradaki halka yönelerek.
"Ey
insanlar! Allah'ın emrinde mahzur ve zarar yoktur!
Bu,
bir yazgıdır, kaderdir. Büyük ve çetin bir öldürülme hadisesidir ki, Allah onu
İsrail oğullarına yazmıştır!" dedi.
Oturunca,
kendisinin boynu vuruldu. [173]
Huyey
b. Ahtab'dan sonra, oğlunun da boynu vuruldu. [174]
Ensardan
Sabit b. Kays'a, Cahiliye devrinde, Buas günü, Zebir b. Bata'nın iyiliği
dokunmuştu.
O
zaman, Sabit b. Kays, yakalanıp alnının saçı kesildikten sonra serbest
bırakılmıştı.
Zebir
b. Bata, elleri boynuna bağlanan Benî Kurayza Yahudileri arasında bulunuyordu.
Kendisi
çok yaşlı idi.[175] Hem
de kördü.[176]
Sabit
b. Kays, yanına vararak, ona:
"Ey
Ebu Abdurrahman! Beni tanıdın mı?" diye sordu.
Zebir
b. Bata:
"Benim
gibi bir adam senin gibi bir adamı tanımaz olur mu?[177] Sen
Sabit'sin!" dedi.[178]
Sabit
b. Kays:
"Ben
senin vaktiyle bana uzatmış olduğun yardım eline şimdi mukabele etmek
istiyorum" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Hiç
şüphesiz, iyiler iyilere iyilikle mukabele ederler.[179] Ben
bugün sendeki o iyiliğe son derecede muhtaç bulunuyorum" dedi.[180]
Bunun
üzerine, Sabit b. Kays Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ
Rasûlallah! Zebir b. Bata'nın bana iyiliği dokunmuştur. [181]
Buas günü esir olunca, alnımın saçını kesip beni salıvermişti.
O,
bana, 'Senin üzerindeki bu iyiliği hatırla!' diyerek bunu bana hatırlattı.[182]
Ben
onun minneti altında bulunduğum iyiliğine bugün mukabele etmek istiyorum.
Onun
kanını bana bağışlayıver?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O,
sana bağışlanmıştır!" buyurdu.
Sabit
b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına geldi ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam, 'O, sana bağışlanmıştır!1 buyurarak senin kanını bana
bağışladı!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Çokyaşlanmış
bir ihtiyar, ailesiz, evlatsız, Yesrib (Medine)'de yaşayıp da ne
yapacak?!" dedi.
Sabit
b. Kays, dönüp Peygamberimiz Aleyhisselama geldi ve:
"Babam,
anam sana fieda olsun yâ Rasûlallah! Bana onun karısını ve oğlunu da
bağışlayıver?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onlar
da sana bağışlanmıştır" buyurdu.
Sabit
b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına geldi ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam 'Onlar da sana bağışlanmıştır!' buyurarak aileni, oğlunu da sana
bağışladı" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Malsız
mülksüz bir ev halkı H icaz'da bu hali ile kalabilir, yaşayabilir mi?" dedi.
Sabit
b. Kays, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına tekrar geldi ve:
"Yâ
Rasûlallah! Onun malını da, benim için, bağışlayıver?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
da senin için bağışlanmıştır!" buyurdu.
Sabit
b. Kays, Zebir b. Bata'nın yanına vardı ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam 'O da senin için bağışlanmıştır1 buyurarak, malını da
sana bağışladı!" dedi.[183]
Zebir
b. Bata:
"Ey
Sabit! Çin aynasını andıran parlakyüzüne bakan kızların yüzünde kendilerini
gördükleri Ka'b b. Esed'e ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"O,
öldürüldü!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Şehirliler
ve kırlılar ulusu,[184] her
iki kabilenin [Benî Nadîr ile Benî Kurayzanın] ulusu, harpte onları hücuma kaldıran,
kıtlıklarda doyuranı [185] H
uyey b. Ahtab'a ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"O
da öldürüldü!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Hücuma
geçişimiz zamanında öncümüz, kaçış zamanımızda ardamız ve koruyucu olan Gazzal
b. Semev'el'e ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"O
da öldürüldü!" dedi.[186]
Zebir
b. Bata:
"Önüne
düşmediği cemaatler dağılan, onsuz bağlanan düğümler çözülen yönetici, evirip
çevirici Nebbaş b. Kays'a ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"O
da öldürüldü!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Harplerde
Yahudilerin sancaktarı Vehb b. Zeyd'e ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"O
da öldürüldü!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Tevrat
okumaktan geri durmayan Amfi ara ne yapıldı?" diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"Onlar
da öldürüldüler!" dedi.[187]
Zebir
b. Bata:
"Çifte
Meclislere [Ka'b b. Kurayza ve Amr b. Kurayza oğullarına] ne yapıldı?"
diye sordu.
Sabit
b. Kays:
"Onlar
da gittiler, öldürüldüler!" dedi.[188]
Zebir
b. Bata Benî Kurayza kavminin ileri gelenlerini vasıflarıyla anarak
"Filana ne yapıldı? diye sormaya, Sabit b. Kays da "Öldürüldü!"
diye cevap vermeye devam etti.[189]
Zebir
b. Bata:
"Ey
Sabit! Bunlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur!
Ben
onların içinde yaşamış oldukları yurda onlardan sonra kalmak üzere mi döneceğim?!
Böyle olmak bana gerekmez![190]
Ey
Sabit! Senin üzerinde bulunan iyiliğim hakkı için, beni o kavme hemen
kavuşturmanı dilerim!
Vallahi,
onlardan sonra, yaşamakta hayır yoktur!
Allah'a
yemin ederim ki; sevdiklerime kavuşuncaya kadar, kuyuya kova salınıp su
çıkarılmasını beklemeye bile benim sabrım yoktur![191] And
vererek senden dilerim: Benî Kurayza esirlerini öldüren şu öldürücüler
arasından, yanıma doğru gel!
Sonra
da, beni kavmimin boyunlarının vurulduğu yere götür!
Benim
keskin kılıcımı bulup eline al! Onunla hızlı bir darbe indirip beni öldür! Ey
Sabit! Artık, ben sevdiklerime kavuşuncaya kadar, kuyuya salınan kovanın suyunu
boşaltmasını beklemeye bile sabre-demeyeceğim!" dedi.[192]
Hz.
Ebu Bekir, Zebir b. Bata'nın:
"Sevdiklerime
kavuşuncaya kadar..." sözünü işitince:
"Vallahi,
onlar Cehennem ateşine atılmışlardır ve orada temelli kalıcıdıriar.[193]
Yazıklar
olsun sana ey Bata'nın oğlu! O, kovanın su boşaltması değildir. Fakat, temelli
azabdır!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Ey
Sabit! Tez yanıma gel, öldür beni!" dedi.
Sabit
b. Kays:
"Ben
seni öldürmeyeceğim!" dedi.
Zebir
b. Bata:
"Beni
sen öldürmeyeceksin de, ya kim öldürecek?
Fakat
ey Sabit! Karımı ve çocuğumu sen gör, gözet! Onlar ölümden korkuyorlar.
Arkadaşından
[Peygamber Aleyhisselamdan demek istiyor] onları azadlamasını, mallarının mülklerinin
başına çevirmesini dile!" dedi.
Bunun
üzerine, Sabit b. Kays Zebir b. Bata'yı Zübeyrb. Avvam'ın yanına götürdü.Zübeyr
b. Avvam da, onun boynunu vurdu.
Sabit
b. Kays, Zebir b. Bata'nın karısını, malını ve oğlunu Peygamberimiz
Aleyhisselamdan istedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, onun karısını ve oğlunu esirler arasından çıkardı.
Onlara,
silahlar hariç olmak üzere, hurmalıklarını, deve, davar ve sığır gibi
hayvanlarıyla bütün eşya ve emtialarını geri verdi.
Zebir
b. Bata ailesi, Sabit b. Kays hanedanıyla birlikte bulundular.[194]
Hz.
Aişe der ki:
"Benî
Kurayza kadınlarından ancak bir tek kadın öldürülmüştür.
Resûlullah
Aleyhisselam çarşıda onların erkeklerinin boyunlarını vurdururken, vallahi, o
kadın [Nübâte] yanımda bulunuyor, benimle konuşuyor, dışından ve içinden gülüp
duruyor,[195] 'Benî Kurayza esirleri
öldürülüyor!1 diyordu.
Bir
çağırıcı:
'Ey
Nübâte![196] Filanca kadın nerede?'
diyerek seslenince,[197]
kadın:
'Vallahi,
ben çağrılıyorum!' dedi.[198]
Ona:
'Yazıklar
olsun sana! Senin neyin var? Seni ne için çağırıyorlar?' diye sordum.
Kadın:
'Öldürülmek
için! Kocam beni öldürdü!' dedi.
Kadın
tatlı dilli bir kadındı.
Kendisine:
'Kocan
seni nasıl öldürdü?' diye sordum.
Kadın:
'Zebir
b. Bata'nın hisarında idim. Kocam bana emretti, ben de Muhammed'in ashabının
üzerine değirmen taşını bıraktım. Onlardan birisinin başı parçalandı ve kendisi
hemen öldü!
Ben
onun için öldürüleceğim!' dedi, kalkıp gitti.
Hallad
b. Süveyd'e karşı, kadının boynu vuruldu.[199]
Vallahi,
öldürüleceğini bildiği halde onda gördüğüm kaygısızlığa, bol bol gülüşe, hâlâ
şaşmakta ve onu unutamam aktayım!" [200]
Benî
Kurayza savaşına katılan Müslümanların sayısı 3000 idi. 36 da at vardı.
Ganimet
mallarının ilk önce beşte biri Allah yolundaki harcamalar için çıkarıldıktan
sonra; kalan beşte dördü, 3072 hisseye bölünüp, atlıya ikişer, yayaya birer
hisse verilmek suretiyle, Müslümanlara bölüştürüldü.[201]
Ganimetten, savaşacak erler için silahlar ve atlarda satın alındı. [202]
Reyhâne
Hatun der ki:
"Esir
kadın ve çocuklar Müslümanlara bölüştürüldükten sonra, Resûlullah Aleyhisselam
yanıma geldi.
Kendisinden
utandım.
Beni
çağırıp önüne oturttu ve:
'Eğer
sen Allah'ı ve Resûlünü tercih edersen, Resûlullah seni kendisine zevce olarak
alacaktır!1 buyurdu.
Kendisine:
'Ben
Allah'ı ve Resûlünü tercih ediyorum!1 dedim.
Müslüman
olduğum zaman, Resûlullah Aleyhisselam beni azad edip zevceliğe kabul buyurdu
ve, öteki kadınlarında olduğu gibi, bana da 12 ukıyye 1 neşş mehir verdi.
Ümmü'l-Münzir'in
evinde benimle evlendi.
Öteki
zevcelerinde olduğu gibi, bana da, yanıma gelme günü ayrıldı.
Ben
de perde arkasına alındım."[203]
Yüce
Allah, Kur'ân-ı Kerîtn'inde şöyle buyurur:
"Allah,
kendilerine Kitab verilmiş olanlardan (Benî Kurayza Yahudilerinden) onlara (Medine'yi
kuşatan müşriklere) yardımda bulunanları da, yüreklerine korku düşürerek
kalelerinden indirdi.
Siz
onlardan bir kısmını (çarpışan erkeklerini) öldürüyordunuz, bir kısmını da
(kadın ve çocuklarını da) esir ediyordunuz.
Onların
yerlerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız başka bir yere
(Hayber'e) de sizi vâris kıldı.
Allah
herşeye hakkıyla kâdirdir."[204]
Sa'd
b. Muaz Benî Kurayza Yahudileri hakkındaki hükmünü verdikten kısa bir müddet
sonra, Hendekte aldığı yara deşiliverdi.[205]
Hz.
Âişe der ki:
"Mescidde
Sa'd b. Muaz'ın bulunduğu çadırın yanıbaşında, Gıfâr oğullarından bazı kişilere
ait bir çadır daha vardı.
Onlar
kendi hallerinde oturup dururlarken, birde bakmışlar ki, kendilerine doğru bir
kan akıp geliyor!
'Sizin
tarafınızdan bize doğru akıp gelen bu kan nedir?!1 dediler.
Meğer
Sa'd'ın yarası deşilmiş, kan akıp duruyormuş![206]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunu haber alınca, hemen onun yanına vardı, başını tutup dizinin
üzerine koydu. Üzerine beyaz bir örtü örttürdü, ayakları açıkta kaldı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
'Ey
Allah'ım! Sa'd, Senin Resûlünü tasdik ve Senin yolunda cihad etti, bu yolda
vazifesini yaptı.
Ruhlarını
kolayca alıp manevî huzuruna kabul buyurduğun kulların arasında, onun da ruhunu
kolayca al ve huzuruna kabul buyur!1 diyerek dua etti.
Sa'd
b. Muaz, Peygamberimiz Aleyhisselamın sözlerini işitince, gözlerini açti ve:
'Selam
sana yâ Rasûlallah! Ben senin Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!' deyip
gözlerini kapadı!"
Sa'd
b. Muaz'ın ev halkı, Peygamberimiz Aleyhisselamın böyle Sa'd b. Muaz'ın başını
dizine aldığını ve onun konuştuğunu görünce, korktular.[207]
Sa'd
b. Muaz geceleyin ruhunu teslim ettiği zaman, Cebrail Aleyhisselam başına ak
atlastan bir sank sarmış olduğu halde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
gelerek:
"Yâ
Muhammedi Kimdir bu ölü ki, kendisi için gök kapıları açıldı ve Allanın Arş'ı
titredi!" dedi. [208]
"Arş-ı
Rahman'ın titremesi, Sa'd b. Muaz'ın vefatına sevincinden ve ona kavuşmaktan ileri
geliyordu" denilmiştir.[209]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Geceleyin,
Sa'd'dan daha ağır bir hasta bulunduğunu bilmiyorum. Acaba Sa'd ne yapıyor,
nasıldır?" buyurunca, ashab:
"Yâ
Rasûlallah! Herhalde, onun ruhu kabzolunmustur! Kavmi gelip onu evlerine
götürmüşler" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam sabah namazını kıldıktan sonra Müslümanlarla birlikte hızla
yürüyüp gittiler.[210]
Mahmud
b. Lebid der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamla birlikte biz de gittik.
Resûlullah
Aleyhisselam o kadar hızla yürüyordu ki, nihayet, ayakkabılarımızın tasmaları
koptu, ridalarımız boyunlarımızdan düştü.
Ashabdan
bazıları:
'Yâ
Rasûlallah! Hızla yürümekten yorulduk artık!' diyerek şikâyetlendiler.[211]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
'Hanzale'yi
yıkamada olduğu gibi, meleklerin yine bizi geçip Sa'd'ı yikayıvereceklerinden
korktum!" buyurdu.[212]
Resûlullah
Aleyhisselam eve eriştiği zaman, Sa'd yıkanıyor, annesi de:
'Vay
Sa'd'ın annesinin başına gelenlere!' diye başlayan ağıtını yakıyor; ağlıyordu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ölü
üzerine ağlayan her kadın, olmadık iyilikler sayarak yalan söyler! Fakat, Sa'd
b. Muaz'ın annesi bundan müstesnadır ki, o onun hakkında ne söylerse yalan
söylemiş olmaz!' buyurdu."
Seleme
de:
"Biz
kapının önünde idik. Resûlullah Aleyhisselamın arkasından eve girmek
istiyorduk.
Resûlullah
Aleyhisselam içeri girdi.
Evde,
üzerine kilim örtülmüş olan Sa'd'dan başka kimse yoktu.
Resûlullah
Aleyhisselamın yaklaştığını görünce, durdum. Kendisi bana 'Dur!' diye işaret
edince, geri döndüm.
İçeride
birmüddet kaldıktan sonra, çıktı.
'Yâ
Rasûlallah! Ben içeride kimse görmedim! Halbuki, senin yavaşladığını gördüm!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Oturmaya
kadir olamadım. Ancak meleklerden birisi kanatlarını benim için toplayıp
bükünce otura-bildim!' buyurdu ve Sa'd b. Muaz için de:
'Bu,
sana ihsandır ey Ebu Amr!
Bu,
sana ihsandır ey Ebu Amr!
Bu,
sana ihsandır ey Ebu Amr!' buyurdu.[213]
Sa'd'ın
annesine de:
'Artık
gözyaşın akmayıp dinse ve üzüntün gitse olmaz mı?
Çünkü,
senin oğluna ilk gülen Allah ve ilk titreyen de Arş olmuştur![214]
Sa'd b. Muaz Rabbine kavuşmayı dünyadan ayrılıncaya kadar dilemiş, özlemiş
durmuştur!' buyurdu."[215]
Sa'd
b. Muaz yıkanırken, Peygam berim iz Aleyhisselaım onun yanında bulunuyor, Haris
b. Evs b. Muaz ile Useyd b. Hudayrve Seleme b. Selâme su döküyordu.
Önce
su ile, sonra su ve sidr ile, üçüncüsünde su ve kâfurla yıkandı. Yıkandıktan
sonra, kızıl boz, üzeri yollu üç parça beze sarıldı.
Sonra,
üzerinde cenaze taşınan şerir getirilerek, Sa'd b. Muaz onun üzerine konulup
evden dışarı çıkarıldı.[216]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sa’d b. Muaz’ın cenazesinde bulunmak üzere yeryüzüne yetmiş bin
meleğin inmiş olduğunu haber verdi.[217]
Sa’d
b. Muaz’ın cenazesi taşınırken, annesi kendisini tutamadı, yaktığı ağıtını tekrarladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
“Her
ağıtçı yalan söyler. Sa’dın ağıtçısı müstesna!” buyurdu.[218]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sa'd b. Muaz'ın cenazesini, evinden dışarı çıkarıncaya kadar,
otuz arşın taşıdıktan sonra, cenazenin önünde yürüdü.[219]
Sa'd
b. Muaz iri gövdeli bir zât olduğu halde, halk, onu taşırken çok hafif
buldular.
Hatta,
münafıklardan bazıları da:
"Vücutlu
olduğu halde, bundan daha hafif bir cenaze taşımadık![220] Biz
bundan daha hafif bir cenaze görmedik!" diyerek, birbirlerine:
"Bunun
neden ileri geldiğini biliyor musunuz?" diye sordularve:
"Herhalde,
Benî Kurayza Yahudileri hakkında verdiği hükümden dolayı olsa gerek!"
dediler.[221]
Bu
konuşulanlar Peygamberimiz Aleyhisselama bildirilince, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Öyle değildir.[222] Onu
taşıyan, sizden başkalarıdır!
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; melekler Sa'd'ın ruhuyla
sevindiler ve Arş da onun için titredi!" buyurdu.[223]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sa'd b. Muaz'ın cenaze namazını kıldırdı. [224]
Ebu
Saîd el-Hudrî der ki:
"Bakiyy
kabristanında Sa'd b. Muaz'ın kabrini kazanlar arasında ben de bulunuyordum.
Kabri
kazdığımız müddetçe, toprağın her damlasından, üzerimize misk püskürülüyordu![225]
Resûlullah
Aleyhisselam da, başucumuzda bulunuyordu.
Kazı
işinden boşalınca, kabrin yanına su ve kerpiç hazırladık.
Kabri,
Akıl b. Ebu Talib'in evinin yanında kazdık.
Bakiyy
kabristanının halk ile dolduğunu gördüm ."[226]
Cabir
b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; kabrin içine Haris b. Evs b. Muaz ile Useyd
b. Hudayr, Ebu Naile Silkân b. Selâme ve Seleme b. Selâme indi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ayakta dikilmekte idi.
Sa'd
b. Muaz kabre konulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın benzi değişti ve üç kere
"Sübhânallah!" dedi.
Müslümanlar
da üç kere "Sübhânallah!" dediler.
Bakiyy
kabristanı teşbih sesleriyle sarsıldı.
Bundan
sonra, Resûlullah Aleyhisselam üç kere tekbir getirdi.
Ashab
da üç kere tekbir getirdiler.
Bakiyy
kabristanı, getirilen tekbirlerle sarsıldı.
"Yâ
Rasûlallah! Yüzünüzün değiştiğini ve üç kere 'Sübhânallah!1
dediğinizi gördük. Bunun sebebi nedir?" diye soruldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Arkadaşınıza
kabri darlaşmış, onu öyle bir sıkışla sıkmıştı ki, eğer bundan bir kimse
kurtulabilsey-di, elbette Sa'd kurtulurdu!
Nihayet,
Allah onu bundan kurtardı" buyurdu.[227]
Bu
hadiseyi İbn İshak'la Ahmed b. Hanbel'in de, biraz daha kısa olarak, kitaplarına
kaydettikleri görülür.[228]
Abdullah
b. Ömer'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam o gün kabrin içine de
inip kabrin genişlemesi için Allah'a dua etmişti.[229]
Sa'd b. Muaz kabre konulurken, oraya gelen annesinin oğluna bakmasına engel
olunmak istenilmişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bırakınız
onu!" buyurdu.
Anne
hatun, kabre kerpiç örülüp üzerine toprak örtülünceye kadar baktı, durdu da:
"Allah
katında ondan dolayı ecir dilerim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, orada ona taziyede bulundu.
Müslümanlar
kabrin üzerine toprak ittiler, toprağı düzelttiler ve sonra su serptiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kabrin üzerinde durup dua ettikten sonra, oradan ayrıldı.[230]
Hz.
Âişe:
"Resûlullah
Aleyhisselam ile iki arkadaşından [Ebu Bekir ile Ömer'den] sonra, vefatı
Müslümanlara Sa'd b. Muaz'ınkinden daha ağır gelen bir kimse yoktur![231]
Ebu
Bekir ile Ömer'in ona ağladıklarını odamdan işittim!" demiştir.[232]
Yüce
Allah ondan razı olsun![233]
Benî
Kurayza Yahudilerinin erkekleri öldürüldükleri zaman, Huseyl b.
Nüveyretü'l-Eşcâî, iki günde Hayber'e varmıştı.
Benî
Nadîr Yahudilerinden Sellâm b. Mişkem ve Kinane b. Rebi1 b.
Ebi'l-Hukayk ile Hayber Yahudileri toplanıp oturmuşlar, Benî Kurayza Yahudileri
hakkında bir haber almak istiyorlardı.
Çünkü,
Peygamberimiz Aleyhisselamın Benî Kurayza Yahudilerini kalelerinde kuşattığını
haber almışlardı, fakat sonucunun ne olduğunu bilmiyorlardı.
Huseyl'i
görünce, ona:
"Arkanda
bıraktıklarından ne haber getirdin?" diye sordular.
Huseyl:
"Şer
getirdim. Benî Kurayzaların çarpışan bütün askerleri, esir edildikten sonra,
kılıçla öldürüldüler!" dedi.
Kinane
b. Rebi1:
"Huyey'e
ne oldu?" diye sordu.
Huseyl:
"Esir
edildikten sonra, boynu vuruldu!" dedi ve esir edilenlerden:
o
Ka'b b. Esed'in,
o
Gazzal b. Semev'el'in,
o
Nebbaş b. Kays'ın ve sairlerinin getirilip Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde
öldürüldüklerini haber verdi.
Sellâm
b. Mişkem:
"Bunların
hepsi Huyey b. Ahtab'ın işidir ve onun yüzündendir!
Onun
bize ilk uğursuzluğu, görüşümüze aykırı davranışlarıyla başladı, bizi
mallarımızdan ve şerefimizden mahrum etti.
Demek
kardeşlerimiz öldürüldüler ha!
Çoluk
çocukların esir edilmeleri ise, öldürülmekten de ağır ve çetindir!
Artık
Yahudilik Hicaz'da hiçbir zaman tutunamaz!
Yahudilerin
ne işe yarar azimleri, ne de görüşleri vardır!" dedi.
Hayber
kadınları, Benî Kurayzaların haberini alınca, çığlıklar kopardılar, yakalarını
yırttılar, saçlarını yoldular, yaslar tuttular.
Müşrik
Arap kadınları da, haber sormak ve teselli vermek için onlara geldiler
gittiler.
Hayber
Yahudileri korktular. Sellâm b. Mişkem'e gidip, ona:
"Ey
Ebu Amr! Ey Ebu'l-Hakem! Sen ne düşünüyorsun? Senin bu yoldaki görüşün
nedir?" diye sordular.
Sellâm
b. Mişkem:
"Siz
ne görüşü tamamıyla yerine getirirsiniz, ne de ondan bir harf alırsınız"
dedi.
Kinane
b. Rebi1:
"Şimdi,
azarlama, kınama zamanı değildir! Başa gelip çatan iş hakkındaki görüşün ne
ise, sen onu söyle!" dedi.
Sellâm
b. Mişkem:
"Muhammed,
Yesrib (Medine) Yahudilerinden boşalınca, sizin üzerinize yürüyüp meydanınıza
konacak, Benî Kurayzalara yaptığını size de yapacaktır!" dedi.
Hayber
Yahudileri, ona:
"Pekâlâ!
Sen bu yolda ne yapmamızı uygun görüyorsun?" diye sordular.
Sellâm
b. Mişkem:
"O
bizim üzerimize yürümeden, biz Hayber Yahudileriyle birlikte onun üzerine
yürüyelim!
Onlar
her ne kadar sayıca bizden çok iseler de, biz de Teymâ, Fedek ve Vâdi'l-kurâ
Yahudilerini çekip yanımıza alalım, Araplardan hiç kimsenin yardımını
istemeyelim.
Çünkü,
Arapların size neler yaptıklarını; Hendek savaşında Hayber'in hurma mahsulünü
almayı şart koştuktan sonra, bu yoldaki ahidlerini nasıl bozup sizi
bıraktıklarını görmüş bulunuyorsunuz!
Onlar,
ahidlerinden dönmek için, Evsî ve Hazrecîlerin bir kısım hurma mahsulünü de
Muhammed'den istediler.
Bununla
beraber, Nuaym b. Mes'ud da, hepsince belli bir kimse olduğu halde, Muhammed
hesabına, onların hepsine hile etmiştir.
Biz,
Muhammed'in üzerine yürüyüp, yurdunun ortasında, onunla eski yeni bütün
hıncımızla çarpışalım!" dedi.
Hayber
Yahudileri:
"İşte,
yerinde görüş budur!" dediler.
Kinane
b. Rebi1:
"Benim
haber aldığıma göre; Araplar da ona son derecede kızgın ve hınçlı imişler!
Orada
(Medine) bizim bu kalelerimiz gibi kaleler yoktur.
Muhammed
bizi ve kalelerimizi iyice bilmediği için, hiçbir zaman üzerimize
yürüyemez!" dedi.
Sellâm
b. Mişkem:
"O,
kendisine boyun eğilmedikçe, bilinemeyen bir adamdır!" dedi.[234]
[1] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 1 47,150, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emval, s. 290, 294.
[2] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4,
s. 168.
[3] Zührî, Megâzî, s. 73,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 360, Buhâıf, Sahih, c. 5, s. 22, Müslim, Sahih,
c. 3, s. 1388, Ebu Dâvud, Sünen,c.3, s. 157, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 232, 233,
Vâhidf, Esbâbü'n-nüzûl, s. 279.
[4] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 231.
[5] Vâkıdî, M egâzf,
1367/1948 K ahire b ask ı a, s. 290.
[6] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 231, 232.
[7] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 457, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 103.
[8] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 1 03.
[9] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 232.
[10] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
458.
[11] İbn İshak, İbn, Hişam,
Sîre, c. 3, s. 232.
[12] Vâkıdî, M egâzf, 1367
/1948 K ahire bask ı sı, s. 295.
[13] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 230, 231, 257, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 494, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71 , Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 344, Taberî,
Tefsfr, c. 21, s. 1 50, İbn Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 118.
[14] İmam Zührî, Megâzî, s.
80.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
460.
[16] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 239, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 462.
[17] Ahzâb: 21, Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 495, İ bn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 71.
[18] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
497, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 74, 75.
[20] Ahmedb. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[21] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[22] Ahm ed b. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 280, Belâzurî, Fütühu'l-büldân, c. 1, s. 23.
[23] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c.2,s. 75.
[24] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
497.
[25] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[26] Halebî, İnsânu'l-uyÜn,
c. 2, s. 657.
[27] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 74, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 118.
[28] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
51 , Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 347, 348.
[29] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244.
[30] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
49.
[31] İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 68.
[32] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497.
[33] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c.2,s. 68.
[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 49.
[35] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[36] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 497.
[37] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 297, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 68.
[38] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c.2,s. 77.
[39] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 76, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 50.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/117-121.
[40] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
vıe'n-nihâye, c. 4, s. 117, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 6, s. 140. 41 .
[41] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
497, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 74.
[42] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 244, 245, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 497.
[43] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 68, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1 49.
[44] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
497,498.
[45] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[46] Vâki cif, Megâzı, c. 2,
s. 496, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 74.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/122.
[47] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 74.
[48] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
500.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
497.
[50] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 119.
[51] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[52] H eysem f, M ecm
au'z-zevâi d, c. 6, s. 137.
[53] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
498.
[54] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 498, 499.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
499.
[56] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[57] İbn Hazm, Cevâm
iu's-Sîre, s. 191.
[58] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 422, Taberî, Târih, c. 3, s. 53, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 137.
[59] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
499.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/122-123.
[60] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245. 61 .
[61] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
499.
[62] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
499, İbn Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 192, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s.
493, 494.
[63] Vâkidt, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 297.
[64] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
499.
[65] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 119, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 494.
[66] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[67] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 119.
[68] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[69] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[70] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 245.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/124-125.
[71] Vâkıdî, Megâzî.c.2., s.
499.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/125.
[72] Vâkidi, M egâzf,
1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[73] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 245.
[74] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 2, s. 587, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 500.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
500.
[76] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[77] İbn İbn İshak, İbn
Hişam.Sîre, c. 3, s. 245.
[78] Vâki di, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[79] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 494.
[80] Vâki df, M egâzf,
1367/1948 Kahire baskı a, s. 298.
[81] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 21 6, 370.
[82] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 2, s. 587.
[83] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 baskıa, s. 298, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 216,370.
[84] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[85] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
496, İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 113, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s.
23, Ebut-Tayyib, Ikdu's-simfn, c. 1, s. 251.
[86] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 246, Taberî, Târîh, c. 3, s. 53, İbn Ea>, Kâmil, c. 2, s.
185, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 69, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,
c. 4, s. 130, İbn Haldun, c. 2, ks, 2, s. 31, Ebul-Tayyib, Ikdu's-simfn, c. 1,
s. 251.
[87] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 77.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
501.
[89] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskıa, s. 298.
[90] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 246.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/125-128.
[91] Vâkıdîı Megâzîıc.2ıs.501
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/128.
[92] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 246.
[93] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
501,502.
[94] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 246.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
502.
[96] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 246,247.
[97] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/128-131.
[98] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
503.
[99] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 228.
[100] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
1, s. 33.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
503.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/131-132.
[102] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 227, 228, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1.S.160,161, Beyhakî,
Sünen, c. 9, s. 114.
[103] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 249, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 114.
[104] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/132-134.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
503, 504.
[106] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 249, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 504.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
504, Taberî, Târih, c. 3, s. 55.
[108] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 249, Vâkıdî .Megâzî, c. 2, s. 504.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/134-135.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
505.
[110] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 247.
[111] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 495, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 1, s. 663.
[112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
506.
[113] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 247
[114] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 151.
[115] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 247.
[116] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
506, 507.
[117] E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 119.
[118] Enfâl: 27, İbn İshak,
İbn Hisam , Sîre, c. 3, s. 247, Taberî, Tefsfr, c.9,s. 221.
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
507.
[120] Tevbe: 102.
[121] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 248,249.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
508.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/135-139.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
509.
[124] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 247.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
509.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/139.
[126] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 251.
[127] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 151, Semhûdf, Vefau'l-vıefa, c. 1, s. 307.
[128] Heysemî, Mecmau'z-zevâ
id, c. 6, s. 138.
[129] Taberî, Târîh, c. 3, s.
53, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 122.
[130] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 422.
[131] İbn Sa'd, Tab akâtü
"l-kübrâ, c. 3, s. 426, H eysem f, Meon au'i-ievâi d, c. 6, s. 139.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/139-140.
[132] Vâkıdi, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 299.
[133] Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Übeyy'in hatırı için değil, onun bıktırıcı ve kızdırıcı ısrarı üzerine, kendilerinin yurtlarından çıkıp gitmelerine, istemeyerek 'evet' demişti. (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 51, 52).
[134] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s.
510.
[135] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 510.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
510, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 138, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 1, s.
307.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/140-141.
[137] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250.
[138] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 194.
[139] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 511.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
511.
[141] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 139.
[142] Vâkidi, Megâzî, c.2, s.
511.
[143] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 511, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
3, s. 423, İbn Hazm, C evâm iu' s-Sîre, s. 194, İ bn E sfr, Kâm i I, c. 2, s.
186, İ bn S eyyid, U yû nu'l-eser, c. 2, s. 72, Zehebî, M egâzf, s. 260, E bu'
I-Fi dâ el-Bi dâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 121, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 1 , s.
307.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
511.
[145] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 1 42.
[146] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 423.
[147] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 71, Buhârî, Sahih, c. 7, s. 135.
[148] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 425.
[149] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 152, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 666.
[150] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 424.
[151] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 512.
[152] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 250, 251, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 512, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 497
[153] Vâkıdî, Megâzî,
1367/1948 Kahire baskısı, s. 299.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/141-144.
[154] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 251 , Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 512, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 426,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 56, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 51, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1389, Taberî, Târih, c. 3, s. 56, İbn Hazm, Cevâmiu's-sfne, s.
195, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 186, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 72,
Zehebî, Megâzî, s. 259, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 121 , İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 31 , Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 138.
[155] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 425, Zehebî, S iyem a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 209.
[156] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 56, 141.
[157] Tevrat, Tesniye: B âb
20:1 0-16.
[158] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre, c. 3, Sine c.3 s.253.Vakidi,Megazi,c.2,s.503,506,514.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/144-146.
[159] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s.
509, 510.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
513.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/146.
[161] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 518.
[162] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 350, Tiımizf, Sünen, c. 4, s. 1 45, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/146.
[163] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
512,513.
[164] İmam Muhammed,
Siyeru'l-kebfr, c. 3, s. 1 029, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 512, 513.
[165] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s.
514.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/146-147.
[166] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 513.
[167] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 252.
[168] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 243, Belâzurî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 23, 24.
[169] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
513, 51 4.
[170] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 252, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 514.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
514, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 337.
[172] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
514.
[173] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 514.
[174] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 243, Belâzuıî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 24.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/147-148.
[175] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253.
[176] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 141.
[177] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253.
[178] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 141.
[179] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 518.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
518.
[181] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253.
[182] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
519.
[183] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253, 254.
[184] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
519.
[186] İbn İshak, İ bn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 519.
[187] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
519.
[188] İbn İshak, İ bn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 254.
[189] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 498.
[190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
519.
[191] İbn İshak, İ bn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 254.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
519, 520.
[193] İbn İshak, İ bn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 254.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
520
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/148-152.
[195] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 252,253. 194.
[196] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
517.
[197] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 253.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
517.
[199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
517.
[200] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 253, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 517.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/152-153.
[201] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 522, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 74-75.
[202] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/153-154.
[203] İbn Sa'd.
Tabakâtü'l-kübrâ. c. 8. s. 129. 130.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/154.
[204] Ahzâb: 26-27, İbn İshak,
İbnHişam, Sîre,c.3,s. 261, 262.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/154-155.
[205] İbrı İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 262.
[206] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 426, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 11 9.
[207] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 327.
[208] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 262, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 526.
[209] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 434 Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[210] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 423, 424.
[211] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
526, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 427, 428.
[212] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s.
528, İbn Sa'd, c. 3, s. 428.
[213] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s.
526, 527, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 428, 429.
[214] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 434, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[215] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 216.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/155-157.
[216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
527, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 432.
[217] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 429, 430, Zehebî, c. 1, s. 213, 214.
[218] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 263, 264.
[219] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 431.
[220] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 263.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
528, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 430.
[222] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 207.
[223] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 263.
[224] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 433, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 360.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/157-158.
[225] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
528, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 431, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s.
209, 214.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
528, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 431, 432.
[227] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
529, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 431 , 432.
[228] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 263, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 360.
[229] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 433, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 206.
[230] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
529, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 432, 433.
[231] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 433, Zehebî, c. 1, s. 214.
[232] İbn Esîr.Kâmil.c.2. s.
187.
[233] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/158-160.
[234] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 530, 531.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/160-162.