Mugîre b. Şûbe'nin Müslüman Oluşu
Kays b. Nüşbe'nin Müslüman Oluşu
Eşca' Kabilesinin Medine'ye Gelip Müslüman
Olmaları ve Peygamberimiz Aleyhisselamla
Kurataların
Kimlikleri ve Yurtları
Kurata
Seferi Ne Zaman, Niçin ve Nasıl Yapıldı?
Ganimet Mallarının Bölüştürülüşü ve Medine'ye
Dönülüşü
Sümâme b. Üsal'in Yakalanışı ve Müslüman Oluşu
Sümâme b.
Üsal'in Kimliği ve Geçmişi
Peygamberimiz
Aleyhisselam m Sümâme'ye Islamiyeti Teklif Edişi ve Gönlünden Ne Geçirdiğini
Soruşu
Sümâme'nin Kalbine İslâmiyet Sevgisinin Nasıl
Düşürüldüğü
Sümâme b. Üsal'en Umre Yapmak Üzere Mekke'ye
Gidişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm Mücahidleriyle
Birlikte Yola Çıkışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Reci' Şehitlerini
Rahmet ve Mağfiretle Anışı
Benî Lihyanların Kaçıp Dağ Başlarına Sığınmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye Dönüşü
Gazanın
Tarihi, İsmi ve Mevkii
Gâbe (Zû Kared) Gazası Niçin ve Nasıl Yapıldı?
Seleme b. Ekvâ'nın Baskını Medine Halkına Duyuruşu
Seleme b. Ekvâ'nın Baskıncıları Tedirgin Edişi ve
Develerden Bazısını Kurtarışı
Uyeyne b. Hısn'ın Baskıncı Müşriklere İmdada
Gelişi
Mücahidlerin Peygamberimiz Aleyhisselamın Yanında
Toplanmaları
Baskıncı Müşrikleri Yakalamak İçin Harekete Geçen
Öncü Süvari Bölüğü
Ebu Katâde'nin Savaş Atında Gördüğü Şaşılacak Hal
Muhriz b. Nadle'nin Züllimme İsimli At Üzerinde
Savaşa Çıkışı
Mikdad b. Esved'in Mes'ade İle Çarpışması
İslâm Süvarilerinin Baskıncı Müşrikleri Bozguna
Uğratmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'den Hareket
Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Zû Kared'de Tepe
Üzerinde Karargâhını Kuruşu
Ebu Katâde'nin Alnındaki Yarasının İyileştirilişi
Sa'd b. Ubâde'nin Peygamberimiz Aleyhisselamın
Duasına ve İltifatına Nail Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Seleme ve Ebu Katâde
Hakkındaki Takdir ve İltifatları
Talha b. Ubeydullah'ın Na'man Kuyusunu Satın Alıp
Vakfetmesi
Medine'ye Dönülürken Koşu Yapılışı
Gâbe (Zû Kared) Seferinin Ne Kadar Sürdüğü?
Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin Zevcesinin Baskıncıların
Yurdundan Kaçıp Kurtuluşu ve Bindiği Deveyi
Seferin
İsmi, Mevkii, Tarihi ve Sebepleri
Seferin ismi,
Mevkii, Tarihi ve Sebebi
Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın Zülkassa'ya Gönderilişi
Seferin
Ad}, Mevkii, Tarihi ve Sebebi
Zeyd b. Hârise'nin Cemum'a Gönderilişi
Muğîre
b. Şube, Sakîf kabilesindendir. Ebu İsa künyesini taşırdı.[1]
Kendisi,
Arap dahilerinden sayılırdı.[2] En
sıkışık durumlarda, bir çıkar yol bulurdu.[3]
Muğîre
b. Şube, Hendek savaşı yılında Müslüman oldu.[4]
Muğîre
b. Şube der ki:
"Biz,
Araplar içinde, dinine son derecede bağlı ve Lât putunun bakıcısı bir kavim
idik.
Kavmimizin
Müslüman olduğunu görecek olsam bile, onlara tâbi olmayacağımı sanırdım.
Malik
oğullarından bir heyet, Kral Mukavkıs'a gitmek ve hediye sunmak üzere derlenip
toplanmışlardı.
Onlarla
birlikte ben de gitmek üzere derlenmiştim.
Amcam
Urve b. Mes'ud'a danıştım. Gitmekten beni men etti ve:
"Babanın
oğullarından hiç kimse senin yanında değil!" dedi.
Ben
onun sözünü dinlemedim, "İlle gideceğim!" dedim. Onlarla birlikte
yola çıktım.
Malik
oğullarının müttefiklerinden, yanlarında, benden başka kimse yoktu.
Nihayet,
İskenderiye şehrine vardık.
O
sırada, Mukavkıs deniz üzerinde bulunuyormuş.
Küçük
bir vapura binip, oturduğu yerin hizasına kadar vardım.
Mukavkıs
bana baktı ve birisine emretti ki; ben kimim ve ne istiyorum, öğrenilsin.
Memur
benden sordu. İşimizi ve kendisini görmeye geldiğimizi haber verdim.
Kiliseye
indirilmemizi ve orada ağırlanmamızı emretti. Ağırlandık.
Sonra,
bizi çağırdı, huzuruna girdik.
Mukavkıs,
Malik oğullarının liderine baktı, onu yakınına getirtti.
Birlikte oturdular.
Sonra,
ona:
'Bütün
bunlar, Malik oğullarından mıdırlar?' diye sordu.
O
da:
'Evet!
Ancak bir tek kişi müttefiklerdendir1 dedi ve beni ona tanıttı.
Oradaki
cemaatin Mukavkıs'a en önemsiz olanı, bendim.
Malik
oğulları hediyelerini Mukavkıs'ın önüne koydular.
Mukavkıs
sevindi ve onların alınmasını ve kendilerine bahşişlerinin de verilmesini
emretti.
Bahşiş
verilirken, onların bazısını bazısına üstün tuttular.
Bana
gelince; anmaya değmez, az ve önemsiz birşey verdiler.
Mukavkıs'ın
huzurundan çıktık.
Malik
oğulları ailelerine hediyeler satın aldılar, sevinçli idiler.
Onlardan
hiç kimse de, bana hiçbir fedâkârlıkta bulunmadılar.
Yola
çıktılar ve yanlarına da içki aldılar, içki içmeye başladılar. Ben de onlarla
birlikte içiyordum.
Ben
içmeyi bıraktım.
'Taife
dönünce, kavmime Mukavkıs'ın beni hor, hakîr gördüğünü haber verecekler!' diye,
onları öldürmeyi tasarladım!
Irakta,
Bassak nehri yanında bulunduğumuz sırada, yalandan hastalandım ve başımı
bağladım.
Bana:
'Neyin
var?' diye sordular.
Onlara:
'Başım
ağnyor!' dedim.
İçkilerini
ortaya koydular ve beni çağırdılar.
Onlara:
'Başım
ağnyor, ben içemeyeceğim. Fakat sizinle oturur, size içirebilirim!1
dedim.
Bana
hiç itiraz etmediler.
Oturup
onlara içki içirmeye başladım. Kadehten sonra kadeh içildi. Kadehler ardanda
yetiştirilince, iştihalandılar. Kendilerine geri çevirdiğim boş kadehlerin bile
farkına varamaz, düşünemez hale gelip sızakaldılar!
O
zaman, ben de onların üzerlerine çöküp hepsini öldürdüm!
Yanlarında
bulunan bütün malları alıp Peygamber Aleyhisselamın yanına geldim.
Kendisini,
Mescidde ashabıyla birlikte otururken
buldum.
Üzerimde
yolcu elbisesi vardı.
Kendisine
İslâm selamıyla selam verdim.
Ebu
Bekir b. Ebi Kuhâfe, bakınca beni tanıdı ve:
'Sen
Urve'nin kardeşinin oğlusun galiba?1 dedi.
'Evet!
Allahtan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet
ediyorum!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allah'a
hamd olsun ki, seni İslâmiyete hidayet etti1 buyurdu.
Ebu
Bekir, bana:
'İskenderiye
şehrine emniyet ve selametle vardınız mı?1 diye sordu.
'Evet!'
dedim.
'Seninle
birlikte bulunan Malikîlere ne oldu? Onlar nasıllar?1 diye sordu.
'Onlarla
bizim aramızda olan, bazı Araplar arasında olan şeydir. Biz şirk dinindeyizdir,
onları öldürdüm! Elbiselerini soyup Resûlullaha getirdim. Beşte birini
çıkarsın! Yahut onlar hakkında ne yapmayı uygun görürse, öyle yapsın! O,
müşriklerden bir ganimettir! Ben Muhammed Aleyhisselamı tasdik eden bir
Müslümanım!' dedi.
Resûlullah
Al eyhisselam:
'Senin
Müslümanlığını kabul ettim. Fakat, onların mallarından, ben ne birşey, ne de
beşte bir alınm! Çünkü, o bir gadrdir, gadrde ise hayır yoktur!' buyurunca,
sanki yakında uzakta ne varsa, hepsi beni tuttu, tutu I a kal di m!
'Yâ
Rasûlallah! Ben ancak kavmimin dininde bulunduğum sırada onları öldürmüş, sonra
da Müslüman olup huzuruna gelmiş bulunuyorum!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'İslâmiyet,
kendisinden önce olup bitenleri düşürür, siler!1 buyurdu.[5]
Maliklerden
öldürülenler 13 kişi olup, öldürüldükleri haberi Taifte Sakîflere erişince, iki
taraf çarpışmak için çağnştılar.
Urve
b. Mes'ud benim tarafımdan 13 diyet ödemeyi yüklenince, barıştılar. Peygamber
Aleyhisselamın yanında Hudeybiye umresine kadar kaldım."[6]
Peygamberimiz
Aleyhİ5Selamı ve Müslümanları Hendekte kuşatan müşrik orduları yurtlarına dönüp
gittikten sonra, Süleym oğulları kabilesinden Kaysb. Nüşbe, Medine'ye,
Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına gelmişti.[7]
Kendisi,
Cahiliye devrinde Allah'ı arayan, kitaplar okuyan bir adamdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zuhurunu haber alınca, onunla görüşmeye can attı.
Medine'ye
geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Sen
Allah'ın Resûlü müsün?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
buyurdu ve soyunu da ona haber verdi.
Kays:
"Demek,
sen kavminin içinde şerefli bir mevkiye sahip ve peygamber ailesine
mensupsun?!" dedikten sonra:
"Senin
kabule davet ettiğin şeyler nelerdir?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona İslâmiyeti açıkladı ve İslâmiyetin yapılmasını emrettiği veya
yasakladığı şeyleri de anlattı.
Kays:
"Demek,
sen ancak iyilikleri buyuruyor, kötülüklerden de sakındırıyorsun!
Ben
gerimdeki kavmimin elçisiyim!
Onlar
bana itaat ederler.
Ben
sana bazı sorular soracağım ki; onları kendisine vahiy gelenden başkası bilemez!
Haydi,
sen bana Kâh'ın ne olduğunu haber ver?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Semâdır!"
buyurdu.
Kays:
"Sen
bana Mahal'in ne olduğunu haber ver?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Arzdır!"
buyurdu.
Kays:
"Bunlar
kimindir?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ındır!"
buyurdu.
Kays
yedi kat göklerden ve onlarda bulunanlardan, onların yedikleri, içtikleri
şeylerden sordu.[8]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da ona yedi kat gökleri, melekleri, onların Allah'a nasıl ibadet
ettiklerini , yeri ve yerdekileri anlattı. [9]
Kays
Peygamberimiz Aleyhisselamın anlattıklarını can kulağı ile dinledi ve
benimsedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu İslâmiyete davet etti.[10]
Kays:
"Sen
doğrusun! Ben senin Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" diyerek[11]
Müslüman oldu.
Kavmi
olan Süleym oğullarının yanına döndül[12] ve
onlara:
"Ey
Süleym oğulları! Ben Rumların ve Farsların tercemelerini, Arapların, kâhinlerin
şiirlerini, Himyerîlerin tekerlemelerini dinlemiş, işitmisimdir.
Fakat,
onların kelamlarından hiçbirisi, Muhammed'den işitmiş olduğum Kelama
benzememekte-dir. [13]
Siz
bana Muhammed hakkında itaat edin![14]
Ondan nasibinizi alın![15]
Çünkü,
sizler onun dayısı sayılırsınız!
Eğer
o muvaffak ve muzaffer olursa, bundan sizler de yararlanır ve mes'ud olursunuz.[16]
Ben
taştan daha katı olan kalbimle onun yanına girmiştim; sözlerini bitirmedikçe,
yanından aynla-madım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kays'a "Süleym oğullarının en bilgilisi" adını
takmıştı.
Onu
göremediği zaman:
"Ey
Süleym oğulları! Sizin en bilgiliniz nerede?" diye sorardı.[17]
Allah
ondan razı olsun![18]
Benî
Eşca'lar, Adnan'ın soyundan gelen Kahtan kabilelerinden olup babalarının adıyla
Eşca1 diye anılırlar, Medine çevresinde otururlardı. [19]
Hendek
yılında Eşca1 kabilesinden 400 kişilik bir savaş birliği, Mes'ud b.
Ruhayle'nin kumandası altında gelip P eygam berim iz Aleyhisselama karşı Ebu
Süfyan'ın ordusuna katılmıştı.[20]
Benî
Kurayza savaşından sonra, başlarında yine Mes'ud b. Ruhayle olduğu halde, 100,
diğer rivayetlere göre 700 kişilik bir kafile, Medine'ye gelerek Sel' dağının
vadisine kondular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onların yanlarına gitti. Onlar için hurma yükletilip getirilmesini
ashabına emir buyurdu.
Eşca'lar:
"Ey
Muhammedi Kavmimiz olan Araplar içinde yurtları sana bizden daha yakın, sayılan
bizden daha az olan kimseler bulunduğunu bilmiyoruz.
Biz,
seninle çarpışmaktan, senin kavminle çarpışmaktan sıkılıyoruz!
Bunun
için, seninle anlaşma yapmaya geldik!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlarla anlaşma yaptı.
Benî
Eşca'lar, muahede yaptıktan sonra, Müslüman oldular.[21]
Allah
onlardan razı olsun![22]
Kuratalar;
Kurt, Karit, Kureyt oğulları, Abdullah b. Ebu Bekir b. Kilâb oğulları kabilesinden
idiler.[23]
Kuratalar;
Şerebbe diye anılan ve kendilerine ait bulunan Darıyye nahiyesindeki Bekerat
suyunun başına konarlardı.[24]
Dariyye;
Necd'de, Basra'dan Mekke'ye giden yol üzerinde olup,[25] Basra'ya
7 merhale uzaklık-tadır.[26]
Medine'ye
ise 7 geceliktir.[27]
Kurata
seferine, Hicretin altıncı yılında[28]
Muharrem'in onuncu günü çıktıktan sonra çıkı İmi ştır.[29]
Kırk
kişilik İslâm irşad birliğini Bi'r-i Maûne'de kuşatarak şehit eden Âmirb.
Tufeyl.[30] Benî
Kilâbların Cafer b. Kilâb oğulları kulundandı .[31]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ensardan Muhammed b. Mesleme'nin kumandası altında, içlerinde
Abbâd b. Bişr, Seleme b. Selâme b. Vakş ve Haris b. Hazeme'nin de bulunduğu 30
kişilik askerî bir birliği, Bekr b. Kilâb oğulları üzerine gönderdi .[32]
Bu
mücahidlerin hepsi binitli olup,[33] bir
kısmı at, bir kısmı da deve üzerinde idiler.[34]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mücahidlere, gündüzleri gizlenip geceleri ilerlemelerini ve
düşmana birdenbire ve her yandan baskın yapmalarını emir ve tavsiye buyurdu.[35]
Muhammed
b. Mesleme ile arkadaşları, gündüzleri gizlenerek, geceleri ilerleyerek
Şerebbe'ye ulaştılar.[36]
Mücahidler
Şerebbeye, Darıyye'ye eriştikleri sırada idi ki, üzerlerinde çoluk çocuk
taşınan hevdeçli develere rastladılar.
Muhammed
b. Mesleme, göç sahiplerinin kimler olduklarını sorup öğrenmek üzere
arkadaşlarından birisini onların yanına gönderdi.
Elçi
gidip geri döndü ve:
"Onlar
Muharib kabilesinden bir cemaat imiş!" dedi.[37]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hicretin 4. yılında Gatafan kabilelerinden Muharib ve Salebe
oğullarının[38] Müslümanlarla çarpışmak
üzere yığınak yaptıklarını haber alınca üzerlerine yürümüş,[39]
fakat onlar çarpışmaktan korkarak dağ başlarına kaçmışlardı.[40]
Muharibler,
bu sefer, Müslümanların yakınlarında konakladılar.
İslâm
mücahidleri, onları, develerini salıp dinlendirinceye ve develerine çoluk
çocuklarını bindirinc-eye kadar beklediler, sonra da onlara birdenbire baskın
yaptılar.
Muhariblerden
bazıları öldürüldü, sağ kalanları da kaçtılar. Kaçanlar takip edilmedi.
Mücahidler,
Muhariblerin çoluk çocuklarına dokunmadılar. Ancak, deve ve davarlarını sürüp
götürdüler.
Mücahidler,
Benî Bekrlerin yurtlarına doğru ilerlediler.
Onların
gözle görülebilecekleri birmevkie ulaştıkları zaman, Muhammed b. Mesleme,
onların tutum ve davranışlarını öğrenmek üzere Abbâd b. Bişr'i ileri gönderdi.
Abbâd
b. Bişr, Benî Bekrlerin bulundukları yere kadar sokuldu.
O
sırada Benî Bekrler hayvanlarını dinlendirmekte, sağmakta, develerini sulayıp
ıhdırmakta idiler.
Abbâd
b. Bişr, geri dönüp, gördüklerini Muhammed b. Mesleme'ye bildirdi.
Muhammed
b. Mesleme ile arkadaşları hemen hareket ettiler, Benî Bekrlere birden ve her
yandan baskın yaptılar. Benî Bekrierden on kişi öldürdüler. İğtinam ettikleri
davar ve develeri Medine'ye doğru sürdüler.
Bir-iki
gece yol alarak Dariyye'de sabahladılar.
Sabahleyin
Dariyye'den ayrılıp Nahl vadisine indiler.
Müşrikler
tarafından takip edilmekten korktukları için, davarları Adâseye kadar develerle
birlikte at sürüsü gibi hızla sürüp akıttılar. Davarlar Rebeze'de yoruldular,
yürüyemez hale geldiler.
Muhammed
b. Mesleme, davarları yavaş yavaş sürüp götürmeleri için, arkadaşlarından
bazılarını geride bıraktı.[41]
Nahl,
Medine'ye iki merhalelik (konaklık) biryerdir.[42]
Rebeze
de, Hicaz yolu üzerinde ve Zât-i Irk'ın yakınında, Medine'ye üç günlük bir
kariyyedir.[43]
Muhariblerle
Benî Sekilerden iğtinam edilen mallar; 150 deve ile 3000 davardı. Muhammed b.
Mesleme, bunların beşte birini Peygamberimiz Aleyhisselam için ayırıp,
kalanlarını (beşte dördünü) arkadaşlarına bölüştürdü. B ir deve, on koyuna denk
sayı İdi.
Mücahidlerden
her biri, deve ve davarlardan hisselerine düşenleri aldılar.[44]
Kurata seferi 19 gün sürdü. Muharrem'in son gecesinde Medine'ye dönüldü.[45]
BenîHanîfe
kabilesinden Sümâme b. Üsal, Yemâme halkının seyyidi ve ulu kişisi idi. [46]
Kendisi,
daha önce, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına uğrayarak canına kasdetmiş,
amcası
bu
cinayete engel olmuştu.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Sümâme'nin kanının dökülmesini mubah
saymış,[47]
onu
ele geçirme imkânını elde etmesi için de, Allah'a dua etmişti.[48]
Hicretin
6. yılı başlarında idi ki,[49] umre
haccı yapmak maksadıyla Mekke'ye giderken, İslâm süvarileri Sümâme'yi Medine
yakınlarında yakalayıp Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirdiler.[50]
Yakalayanlar,
onun kim olduğunu bilmiyorlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Siz
kimi yakalamış olduğunuzu biliyor musunuz?
Bu,
Sümâme b. Üsalü'l-Hanefî'dir! Ona iyi muamele yapınız! Kendisini hoş tutunuz,
incitmeyiniz!" buy urdu.[51]
Sümâme'yi
Mescidin direklerinden bir direğe bağladılar.[52]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ev halkının yanına döndü ve onlara:
"Yanınızda
bulunan yiyeceklerden toplayıp Sümâme'ye gönderiniz!" buyurdu.
Sağılan
devenin sütünden sabah akşam içirilmesi için de emir verdi.
Sümâme'yi
bağlı bulunduğu yerden ayırmadılar.[53]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sümâme'nin yanına vardıkça;
"Ey
Sümâme! Müslüman ol!" buyuruyor[54] ve:
Ey
Sümâme! Gönlünde ne var? İçinden ne geçiriyorsun?" diye soruyor, Sümâme
de:
"Ey
Muhammedi Gönlümde hayr var!
Eğer
sen beni öldürecek olursan, kanlı bir katili öldürmüş olursun!
Eğer
sen bana iyilik eder, beni bağışlarsan, iyiliğe şükreden, iyilik bilen bir
kimseye iyilik etmiş olursun!
Eğer
kurtulmalık için benden mal istersen, dilediğin kadar iste, al!" diyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu kendi haline bırakıyor, ertesi gün olunca, Peygamberimiz
Aleyhisselam Sümâmeye:
"Ey
Sümâme! Gönlünde ne var? Neler düşünüyorsun?" diye soruyor, Sümâme de:
"Gönlümde,
dün sana söylemiş olduğum şey var!
Eğer
beni öldürecek olursan, kanlı bir katili öldürmüş olursun!
Eğer
bana iyilik eder, beni bağışlarsan, iyiliğe şükreden, iyilik bilen bir kimseye
iyilik etmiş olursun!
Eğer
kurtulmalık için benden mal istersen, dilediğin kadar iste, al!" diyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine onu kendi haline bırakıyor, ertesi gün Sümâmeye:
"Ey
Sümâme! Gönlünde ne var? Sen neler düşünüyorsun?" diye soruyor, Sümâme de:
"Gönlümde,
dün sana söylemiş olduğum şey var!
Eğer
beni öldürecek olursan, kanlı bir katili öldürmüş olursun!
Eğer
bana iyilik edersen, iyiliğe şükreden, iyilik bilen bir kimseye iyilik etmiş
olursun!
Eğer
benden kurtulmalık mal istersen, istediğin kadar iste, al!" diyordu.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sümâme'yi
salıveriniz!" buyurdu.[55]
Sümâme
bağlı bulunduğu direkten salıverilip serbest bırakılınca, Yüce Allah onun kalbine
İslâm sevgisini düşürdü.[56]
"Şehadet
ederim ki; Allahtan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki; Muhammed
Allah'ın Resûlüdür!" dedi.[57]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona, Ebu Talha'nın bahçesine gidip gusletmesini emretti.[58]
Sümâme
hemen gidip güzelce guslettikten sonra, geldi. Peygamberimiz Aleyhisselama
İslâmiyet üzerine bey'at edip Müslüman oldu. Allah ondan razı olsun!
Akşamleyin
yemeğini getirdiler.
Sümâme
o yemekten ancak az bir miktarını yedi. Sağılan devenin sütünden de az bir
miktarını içti.
Müslümanlar
buna hayret ettiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Siz
gündüzün evvelinde kâfir midesiyle yiyen ve gündüzün sonunda Müslüman midesiyle
yiyen bir adamdan mı hayrete düştünüz?[59]
Kâfiryedi mide ile yer, Müslüman ise bir tek mide ile yer!" buyurdu.[60]
Sümâme
b. Üsal demiştir ki:
"Ey
Muhammed! Vallahi, akşamleyin yanına geldiğim zaman, yeryüzünde bana senin yüzünden
daha sevimsiz gelen bir yüz yoktu!
Fakat,
sabaha çıkınca, senin yüzün bana bütün yüzlerin en sevimlisi ve sevgilisi
olmuştur!
Vallahi,
akşamleyin yanına geldiğimde, bana senin dininden daha sevimsiz gelen bir din
yoktu!
Fakat,
sabaha çıkınca, senin dinin bana dinlerin en sevimlisi ve en sevgilisi
olmuştur!
Vallahi,
akşamleyin senin yanına geldiğimde, bana senin yurdundan daha sevimsiz gelen
bir yurt yoktu!
Fakat,
bu sabaha çıkınca, senin yurdun bana yurtların en sevimlisi ve sevgilisi
olmuştur!"[61]
Sümâme
b. Üsal:
"Yâ
Rasûlallah! Ben umre yapmak istediğim sırada, senin süvarilerin beni
yakalamışlardı.
Şimdi
ne buyurursun? Ne yapayım?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Sümâmeyi selametle müjdeledi ve niyetlenmiş olduğu umreyi yapmasını
kendisine emretti. [62]
Sümame:
"Lebbeyk!
Allâhümme lebbeyk! İnnel hamde ve'n-nimete leke vel mülke lâ şerike lek!"
diye telbiye ederek Mekke'ye girince, Kureyş müşrikleri onu yakaladılar ve:
"Demek
sen bize karşı davranmaya kalkışıyorsun ha!" dediler.
Sümâme'nin
boynunu vuracakları sırada, içlerinden birisi:
"Bırakınız
onu! Siz yiyecekleriniz hususunda Yemâıme halkına muhtaçsınız!" dedi.
Bunun
üzerine, Sümâme'yi serbest bıraktılar ve:
"Ey
Sümâme! Demek sen dinden çıktın?!" dediler.
Sümâme:
"Hayır!
Ben dinden çıkmadım. Fakat, ben dinin hayırlısı olan Muhammed'in dinine tâbi
oldum.[63] Ben
İslâmiyet! kabul, Muhammed'i tasdik ve ona iman ettim.[64]
Vallahi,
Allah'ın Resûlü olan Muhammed izin vermedikçe, size Yemâme'den bir buğday tanesi
bile gelem eyecek![65]
Ben,
şu Beyt'in (Kabe'nin) Rabbine and içmişimdir ki; son ferdinize kadar hepiniz
Muhammed'e tâbi olmadıkça, size Yemâme'den yararlanacağınız hiçbir şey
erişemeyecek!" dedi.
Kureyşîlerin
her çeşit erzak ve menfaatleri hep Yemâme'den sağlanırdı.[66]
Sümâme
b. Üsal, umre yaptıktan sonra, Yemâmeye gitti. Yemâme halkını Mekkeye herhangi
birşey yükleyip salmaktan men etti.[67]
Sümâme
b. Üsal Mekkelilere Yemâme'den hububat yüklenmesine engel olunca, Kureyş müşrikleri
son derecede daraldılar.[68] Kıtlık
yüzünden, deve yününü kanla yoğurup yemeye başladılar![69]
Peygamberimiz
Aleyhisselama biryazı yazıp:
"Sen
hem akraba hukukunu gözetmeyi emretmektesin! Hem de, bizimle akrabalık
bağlarını koparıp babaları kılıçtan geçirmekte, çocukları açlıktan öldürmektesin!?[70]
Bak!
Sümâme bizim yiyeceklerimizi kesti ve bizi zararlandırdı.
Eğer
sen yiyeceklerimizle aramıza gerilmemesi için ona biryazı yazmayı uygun görürsen,
yazıver emi" dediler.[71]
Kureyş
müşriklerinin lideri Ebu Süfyan da, kalkıp Medine'ye kadar geldi.
Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Âlemlere
rahmet olarak gönderilmiş olduğunu söyleyen sen değil misin?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam "Evet!" buyurunca, Ebu Süfyan:
"Fakat,
sen babaları kılıçla, bebeleri de açlıktan öldürmektesin!" diyerek çıkıp
gitti.[72]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekkeli müşriklerin müracaatları ve ricaları üzerine, Yemâme'den
Mekkelilere zahire satışına engel olmaması için Sümâmeye yazı yazdı.[73]
Yazısında:
"Kavmimle
yiyecekleri arasından çekil! Kendilerinin Yemâme'den erzak yüklemelerine engel
olma!" buy urdu.[74]
Sümâme
de Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruğunu yerine getirdi.[75]
Benî
Lihyan seferi, Hicretin 6. yılında Rebiülevvel ayının başında vuku bulmuştur.[76]
Cumâdelûlâ
ayında vuku bulduğu da rivayet edilir.[77]
Lihyan
b. Hüzeyl b. Müdrike oğulları, Usfan nahiyesinde otururlardı.[78]
Hicretin 4. yılında, Benî Lihyan, Rı'l, Zekvan ve Usayya kabileleri,
Peygamberimiz Aleyhisselamdan, kendileri için din adamları ve yardımcıları
istemişler; gönderilince de, onları Bi'r-i Maûne'de şehit etmişlerdi.[79]
Benî
Lihyan kabilesi, ayrıca, Adal ve Kare kabilelerine yaşlı develer verip; buna
karşılık, onlardan, Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmelerini ve kendilerini
İslâmiyete davet etmek üzere ashabından bazılarını göndermesini sağlamalarını
istemişlerdi.
Onlar,
bu suretle ashabdan ele geçirdiklerinden bir kısmını, öldürülmüş olan adamları
Süfyan b. Halid el-Hüzelîye karşılık öldürecekler, geri kalanlarını da Mekke'ye
götürüp Kureyş müşriklerine satacaklardı.
Çünkü,
Kureyş müşriklerinin ashabdan bazılarını ele geçirip Bedir'de öldürülen
adamlarına karşılık işkencelerle öldürmeleri kadar, özledikleri birşey yoktu.
Hicretin
4. yılında Adal ve Kare kabilelerinden yedi kişi gelip Müslüman olduklarını
söylemişler ve:
"Aramızda
İslâmiyet yayılmaya başladı. Ashabından bazılarını bizimle birlikte gönder de,
onlar bize dini iyice anlatsınlar, Kur'ân okutsunlar ve İslâm şeriatını
öğretsinler!" demişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, zaten, Kureyş müşriklerinin askerî bir hazırlıkta bulunup
bulunmadıklarından haberdar olmak ve ona göre tedbir almak üzere ashabından
bazılarını görevlendirip Mekke'ye göndermeye hazırlanmış bulunuyordu. Bunun
için, Adal ve Kare davetçilerinin isteğini müsait karşılamış, Asım b. Sabit ve
Mersed b. Ebi Mersed'in kumandası altında yedi veya on kişilik bir birliği
onlarla birlikte yollamıştı.
Reci'
mevkiinde Benî Lihyan kabilesinden elleri kılıçlı 100 okçu tarafından bu İslâm
irşad birliği kuşatılarak birçokları şehit edilmiş; birkaçı da esir edilip
Kureyş müşriklerine satılmış, bir müddet sonra onlar da şehit edilmişlerdi.[80]
Bi'r-i
Maûne faciası haberinin Peygamberimiz Aleyhisselama geldiği gece, Reci' faciası
haberi de gelmişti.[81]
Asım
b. Sabitle arkadaşlarının başlarına gelenler, Peygamberimiz Aleyhisselamı son
derecede üzmekte idi.[82]
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Unvanlara ansızın bir baskın yapmayı
tasarladı.[83]
Hemen
sefere hazırlanmalarını ashabına emretti.[84]
Benî
Lihyan seferi, aynı zamanda Kureyş müşriklerini korkutacak askerî bir gösteri
idi.[85]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'de yerine İbn Üımımi Mektum'u vekil bırakarak, 200 kişilik
bir kuvvetle yola çıktı. [86]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Benî Lihyanlara gafil iken baskın yapmak için, Medine'den
çıkışını, Şam'a doğru gitmek istiyormuş gibi gösterdi.[87]
Gündüzün
başlangıcında Medine'nin Cüruf tarafında bulunan Madnbu'l-kubbe mevkiine indi.
Güneş
batıp hava serinledikten sonra, hareket edip[88] Şam
yolu üzerinde bulunan, Medine tarafına düşen Gurab dağı yolunu tuttu.
Sonra
Mahisa, sonra Betra'ya vardı.
Sonra
Zâtülyesar'a meyledip Medine yakınında bir vadi olan Bîn üzerine vardı.
Sonra,
Suhayratül-Yemâme'ye vardı.
Sonra,
Mekke yolundan geniş bir yol üzerine yönelip gidişlerini hızlandırdı.
Nihayet
Guran'a vardı ve orada konakladı ki; Guran, Benî Unvanların menzillerinden
olup, Emec'le Usfan arasında bulunan ve Saye diye anılan beldeye kadar uzanan
bir vadidir.[89]
Asım
b. Sabitle arkadaşları Guran vadisinde şehit edilmişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onları rahmetle andı.[90]
Kendilerinin yarlıganmaları için dua[91] ve
şehitliklerini tebrik etti.[92]
Benî
Lihyanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini işitince,[93]
korktular,[94] dağ başlarına kaçtılar[95] ve
orada korundular.[96]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, orada birkaç gün oturup her tarafa birlikler gönderdi[97] ise
de, Benî Lihyanlardan hiç kimse ele geçirilemedi.[98]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"EğerUsfan'a
inseydik, Mekke halkı bizim Mekke'ye geldiğimizi sanırdı" buyurup,
ashabından 200 binekli kişi ile Usfan'a indikten sonra, iki atlı kişiyi
Kurâu'l-gamîm'e gönderdi. Onlar oraya gidip geri döndüler.[99]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Usfan'a kadar gidişi, Kureyş müşriklerini korkutmak içindi.[100] Hz.
Ebu Bekir'e:
"Usfan'a
gelişimin haberi Kureyş müşriklerine ulaşmış, onlar şimdi, üzerlerine
yürüyeceğim diye korkuya düşmüşlerdir.
Sen
de, hemen on süvariyle birlikte Gamîm'e kadar gidiver!" buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir de, on süvariyle birlikte Gamîm'e kadar gitti. Hiçbir kimseye
rastlamadan, geri döndü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
gelişimizi haber almaları, Kureyş müşriklerini çok korkutmuştur. Onlar,
üzerlerine yürümemizden korkuyor!ardır" buyurdu.[101]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, İslâm m üc ahi elleriyle birlikte Medine'ye döndü ve dönerken de:
"Biz, Allah'a dönücüleriz! İnşaallah, tevbe edicileriz. Rabbimize ibadet
ve hamd edicileriz.
Seferin
meşakkatlerinden, dönüşün üzüntüsünden, mal ve ev halkı hakkında da kötü
görüntüden Allah'a sığınırım" diyerek Allah'a dua etti.[102]
Benî Lihyan seferi ondört gece sürdü.[103]
Gâbe
(Zû Kared) gazası, Hicretin 6. yılında, Rebiülâhir ayının dördünde vuku
bulmuştur.[104] Rebiülevvel ayında vuku
bulduğu da rivayet edilir.[105] Bu
gazaya Gâbe gazası da, Zû Kared gazası da denir.[106]
Gâbe;
Şam yolu üzerinde, Medine yakınında, Medine'ye bir beridlik, yani oniki millik,[107] Sel1
dağına sekiz millik uzaklıktadır. Sık ağaçlı bir yerdir.[108] Bol
suludur.[109]
Zû
Kared de; Medine ile Hayber arasında, Medine'ye iki günlük uzaklıkta bir sudur.[110]
Talha b. Ubeydullah, bu suyu satın alıp, yoldan gelip geçenlerin içmeleri için
vakfetmiştir. [111]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sağmal 20 devesi vardı.[112]
Bunlar, beşte bir ganimet malların-dandı. Beyzâ'da ve Beyzâ yakınında
yayılıyorlardı.
O
sırada Medine çevresinde kuraklık olduğundan, bu develer Gâbe ormanlığına kadar
ilerlemişler, oralarda ılgın ve dikenli ağaçlarla, ekşili, acılı otlardan
yayılmakta idiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu develeri otlağa uşağı Rebah ile göndermişti.
Bu
çoban, her akşam onları sağandı. [113]
Sağılan sütler her gece iki büyük kırba ile Medine'ye getirilir, Peygamberimiz
Aleyhisselamın ev halkı onunla geçinirdi.[114]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî, bu develerin yanına gitmek için, Peygamberimiz Aleyhisselamdan
izin istedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
o taraflarda senin ansızın bir baskına uğramandan korkarım. Uyeyne b. Hısn ve
adamlarına hiç güvenemeyiz. Orası, onun semtlerinden bir semttir" buyurdu.
Ebu
Zerri'l-Gıfârî:
"Yâ
Rasûlallah! Bana izin ver, oraya gideyim?" diyerek ısrar edince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben
senin muhakkak oğlunun öldürüleceğini, kadınının yakalanıp götürüleceğini,
senin de değneğine dayanarak yanıma dönüp geleceğini görür gibi oluyorum!"
buyurdu.[115]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî; kendisine yapılan bu kadar açık uyarmaya rağmen, kadınını,
oğlunu, gelinini yanına alarak, develerin yayıldığı Gâbe'ye gitmişti.[116]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam 'Oraya gidersen, başına şöyle şöyle işler geleceğini görür gibi
oluyorum!' diyerek uyardığı halde benim 'İlle oraya gideyim!' diye direnişim,
doğrusu, şaşılacak şeydi!
Nihayet,
vallahi, Resûlullah Aleyhisselamın dediği oldu! Haber verdiği şey, başıma
geldi![117]
Vallahi,
biz yerlerimizde bulunuyorduk. Yatsılayın develer suvarılmış, ağıllarına
alınmış, sağılmış, biz de uykuya dalmıştık ki; geceleyin, Uyeyne b. Hısn, kırk
atlı ile gelip bizi kuşattı, başuçlarımızı dikilip bize seslendi.
Oğlum
onların yanına varınca, onu öldürdüler.
Sağmal
develerin diz bağlarını çözmeye uğraşırlarken, ben onların yanından bir köşeye
sıvıştım.
Peygamber
Aleyhisselamın yanına gelip olan bitenleri kendisine haber verdim.
Peygamber
Aleyhisselam gülümsedi."[118]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî'nin şehit edilen oğlu Zerr olup, develeri gütmekte idi.[119]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî'nin baskıncılar tarafından yakalanıp götürülen kadınının ismi
ise, Leylâ Hatundu. [120]
Baskından
üç kişi kurtul muştu.[121]
Ebu
Zerri'l-Gıfârî ile gelini (şehit edilen Zerr'in zevcesi) kurtulanlar arasında
idi.[122]
Seleme
b. Ekvâ der ki:
"Sabahleyin,
Resûlullah Aleyhisselamin develerinin sütlerini Resûlullah Aleyhisselama
getirmek üzere, Gâbe'ye doğru yola çıkmıştım. [123]
Gâbe
dağının yokuşuna vardığım zaman, Abdurrahman b. Avf'ın uşağı bana kavuştu. Çok
heyecanlı idi.
Ona:
'Allah
iyiliğini versin, ne oldu sana?1 dedim.
'Peygamber
Aleyhisselamın sağmal develeri tutulup götürüldü!' dedi.
Ona:
Kim
tutup götürdü?1 diye sordum.
'Gatafan
ve Fezâreler!1 dedi."[124]
Seleme
b. Ekvâ, Abdurrahman b. Uyeyne b. Hısn ile yanındaki süvarilerin çobanı şehit
ederek Peygamberimiz Aleyhisselamın develerini sürüp götürdüklerini haber
alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın uşağına:
"Ey
Rebah! Şu atı al! Hemen Talha b. Ubeydullah'a ulaştır! Resûlullah Aleyhisselama
da, otlaktaki develerinin baskına uğrayarak sürülüp götürülmüş olduklarını
haber ver!" dedi. [125]
Sonra
da, Seniyyetü'l-vedâ'nın tepesine çıktı. Baskıncı müşriklerin atlılarına bakıp,
bazılarını gördü.[126] Medine'ye
yönelerek, üç kere:
"Yâ
Sabâhâh! Baskına uğradık! Yetişiniz! Baskın var! Savaş var!" diyerek
bağırdı.[127]
Sesini
Medine'nin iki kara taşlığı arasındaki halka duyurdu.[128]
Seleme
b. Ekvâ'nın kılıcı ve yayı yanında bulunuyordu.
Baskıncı
müşriklerin arkasından can alıcı, yırtıcı gibi koştu; onlara yetişti. Hemen
yayına ok yerleştirip onlara ok yağdırmaya başladı .[129]
Okları atarken de:
"Al
bunu benden! Ben Ekvâ'nın oğluyum! Bugün, yaramazların öleceği gündür!"
diyordu.[130]
Seleme
b. Ekvâ der ki:
"Onlardan,
binitli bir adama yetişip:
'Al
şunu benden! Ben Ekvâ'nın oğluyum! Bugün, yaramazların öleceği gündür!1
diyerek bir ok attım. Okun demiri adamın omuzuna değdi! Vallahi, onlara hiç
durmadan ok atıyor, onları öldürüyordum!
Ağaçlık
biryerde idim. Bir süvari dönüp bana doğru gelmeye başlayınca, bir ağacın
dibine oturdum. Sonra da bir ok atıp onu öldürdüm.[131]
Bana yönelip de kendisini öldürmediğim hiçbir atiı yoktu.[132]
Dağ
yolu darlaşıp müşrikler boğazın dar, ok yetişmez yerine girdikleri zaman, ben
de dağın üzerine çıktım ve onlara taş atmaya başladım!
Allah'ın
yarattığı mahluklardan olup Resûlullah Aleyhisselama ait bulunan sağ develeri
ellerinden kurtarıp gerime alıncaya kadar, onları oka ve taşa tutmaktan geri
durmadım, arkalarını bırakmadım. Onlara ok, taş yağdırmaya devam ettim.
Baskıncı
müşrikler hafifleyip kaçabilmek için otuzdan fazla mızraklarını ve otuzdan
fazla kaftanlarını bırakmak zorunda kalmışlardı. Bıraktıkları her bir şeyi yol
üzerinde toplayıp, Resûlullah Aleyhisselam ve ashabı tanısınlar diye üzerlerine
taşlardan işaretler koymakta idim.
Müşrikler
dağ yolunun dar bir yerine erişmiş bulunuyorlardı."[133]
Kaba
kuşluk vakti olmuştu ki, Uyeyne b. Hısn baskıncı müşriklere yardıma geldi.[134]
Oturup, kuşluk yemeklerini yemeye başladılar.[135]
Ben
de, onların üst taraflarındaki küçük bir dağın tepesine çıkıp oturdum.
Uyeyne:
'Sizde
görmüş olduğum şu hal perişanlığı nedir?1 diye sordu.
Onlar:
'Şu
adam canımıza tak dedirtti. Vallahi, seherden, sabahın karanlığından beri
arkamızdan hiç ayrılmadı! E İlerim izdeki herşeyi bıraktın ne ay a kadar, bize
ok yağdırdı durdu!1 dediler. [136]
Uyeyne:
'Onun
gerisinde bıraktı klan nızı araştırmış olsaydınız, iyi olurdu. İçinizden birkaç
kişi kalkıp ona doğru varsın!' dedi.
Onlardan
dört kişi, kalkıp bana yaklaşmak için dağa tırmandılar.
Sesimi,
sözümü işitecekleri bir mesafeye yaklaştıkları zaman, onlara:
'Beni
tanıyor musunuz?' diye sordum.
'Hayır!
Tanıyamadık! Sen kimsin?' dediler.
Onlara:
'Ben
Seleme b. Ekvâyım! Muhammed'in zâtını peygamberlikle şereflendiren Allah'a
yemin ederim ki; ben sizden yakalamak istediğim kimseye muhakkak yetişirim!
Sizden, beni yakalamak isteyen kimse ise, bana asla yetişemez!' dedim.
İçlerinden
birisi, onlara:
'Ben
de bunun böyle olduğunu sanıyorum1 deyince, dönüp geri gittiler.1"
[137]
Seleme
b. Ekvâ'nın "Yâ Sabâhâh!" diyerek bağırdığı Peygamberimiz
Aleyhisselama haber* ince:
"Yetişiniz!
Yetişiniz! [138]
Ey
Allah'ın süvarileri! Atlarınıza atlayınız!" denilerek seslenildi.[139]
İslâm
süvarileri, birbirleriyle yarışırcasına, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
geln başladılar.
Savaş
davetini işitir işitmez Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşa koşa gelen
süvarilerir Mikdad b. Amr (Esved) idi. [140]
Mikdad
b. Amfin üzerinde zırh gömlek, başında da miğfer vardı, kılıcını sıyırmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mızrağına bir sancak bağlayarak, onun eline verdi.[141]
Baskıncı
müşrikleri yakalamak için harekete geçen öncü süvari bölüğünde;
Muhacirlerden:
Mikdad
b. Amr (Esved),
Muhriz
b. Nadle,
Ükkâşe
b. Mıhsan.
Ensardan:
Sa'd
b.Zeyd,
E
bu Ayyaş Ubeyd b. Zeydü'z-Zürakî,
Abbâd
b. Bişr,
Useyd
b. Hudayr,
Ebu
Katâde Haris b. Rib'î[142]
bulunuyordu.
Süvariler
gelip toplandıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Sa'd b. Zeyd'i onlara
kumandan tayin etti ve ona:
"Ben
sana halk ile birlikte gelip kavuşuncaya kadar baskıncı müşriklerin
arkalarından git!" buyurdu.
Ebu
Ayyaş derki:
"Atımın
üzerinde geldiğim zaman, Resûlullah Aleyhisselam, bana:
Keşke,
sen bu atı senden daha iyi binici bir kimseye versen de, o, baskıncı müşriklere
yetişiverse!1 buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! Ben halkın en iyi ata bineniyim!' diyerek atımı koşturmaya
başladım.
Vallahi,
daha 50 zira bile gitmemiştim ki, at beni sırtından yere atıvermişti!
Resûlullah
Aleyhisselamın:
Keşke,
sen bu atı senden daha iyi binene vermiş olsaydın!1 buyurmalarına
karşı, benim:
'Ben
halkın en iyi ata bineniyim!' diye cevap verişime şaştım![143]
Attan
düşünce, ayağım kırıldı.
Kendi
kendime:
'Allah
ve Allah'ın Resûlü, elbette doğru söyler!' dedim.
Atıma
amcamın oğlu Muaz b. Mâisüz-Zürakî bindi."[144]
Ebu
Katâde, bir gün eteğine hurma yemi koyup atına götürünce, at başını kaldırdı,
kulaklarını dikti!
Ebu
Katâde:
"Allah'a
yemin ederim ki; at, süvari atı kokusu almıştır!" dedi.
Annesi,
ona:
"Vallahi,
oğulcuğum! Biz Cahiliye devrinde bile kâhinlik etmez, gaibden yalan yanlış
haber almaya ve vermeye kalkmazdık!
Muhammed
Aleyhisselam geldikten sonra, böyle şeylerle nasıl uğraşırız?!" dedi.
At
tekrar başını kaldırıp kulaklarını dikti.
Ebu
Katâde:
"Allah'a
yemin ederim ki; at, süvari atı kokusu almıştır!" dedi .[145]
Ebu
Katâde der ki:
"Başımı,
yıkıyordum. Başımın bir tarafını yıkadığım sırada idi ki, Cerve (Havze)'nin
kişnediğini ve ayaklarını yere vurduğunu işittim.
'Bu,
savaşa hazırlanma işaretidir!' dedim.
Başımın
kalan yansını yıkamaksızın kalktım, ata bindim.
Üzerimde
kaftanım vardı.
O
sırada, Resûlullah Aleyhisselamın seslenicisi:
'Yetişiniz!
Yetişiniz!' diyerek seslenmekte idi.[146]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ey
Ebu Katâde! Hemen hareket et! Allah yoldaşın olsun!' buyurdu."[147]
Mahmud
b. Mesleme'nin atı, bahçede bir hurma ağacına urganla bağlanıp bakılmakta idi.
Züllimme,
süvari atlarının kişnediklerini işitince, kişnemeye ve ayaklarını yere vurmaya
başladı.
Abduleşhel
oğullarından bir kadın, atın böyle bağlı bulunduğu yerde ayaklarını yere vurup
durduğunu görünce:
"Ey
Kumeyr (ey Ahrem)! Şu ata binsen, Resûlullah Aleyhisselam ve Müslümanlara
katılsan da savaşsan olmaz mı?" dedi.
Muhriz
b. Nadle:
"Olur!"
deyince, kadın atı ona teslim etti.[148]
Atın
sahibi Mahmud b. Mesleme, o sırada Medine dışında bulunuyordu.[149]
Muhriz
b. Nadle, hiç durup dinlenmeksizin atı sürdü, baskıncı müşriklere yetişti,
onların önlerini kesti ve:
"Durunuz
ey yaramazların, kötülerin dölleri!" diyerek bağırdı.
Baskıncı
müşriklere yetişen süvarilerin ilki, Muhriz b. Nadle idi.[150]
Baskıncı
müşrikleri tek başına oklar ve taşlarla takip eden Seleme b. Ekvâ der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın imdada gelen süvarilerini görünceye kadar, bulunduğum yerden
ayrılmadım.
Süvariler,
ağaçların arasına girmeye başladılar. Onların ilki, Ahrem (Muhriz) idi. Onun
arkasında, Resûlullah Aleyhisselamın süvarisi Ebu Katâde, Ebu Katâde'nin
arkasında da Mikdad b. Esved vardı.
Baskıncı
müşrikler, süvarileri görünce, dönüp kaçtılar.
Ben
de, dağdan inip Ahrem'in önünü kestim ve atının gemini tuttum ve:
'Ey
Ahrem! Şu kavimden sakın! Resûlullah Aleyhisselamla sahabileri gelip
kavuşuncaya kadar, onların seni kalbinden vurup şehit etmeyeceklerinden emin
değilim!1 dedim.
Ahrem:
'Ey
Seleme! Eğer sen Allah'a ve ahiret gününe inanıyor, Cenneti hak ve gerçek,
Cehennemi de hak ve gerçek tanıyorsan, benimle şehitlik arasına gerilme!'
deyince, atının gemini bıraktım.
Ahrem
baskıncı müşriklere yetişince, Abdurrahman b. Uyeyne b. Hısn, döndü.
Birbirlerine
mızraklarla saldırdılar.
Ahrem
onu mızraklayıp yaraladı. Abdurrahman b. Uyeyne de, onu* mızraklayarak şehit
etti.[151] Muhriz b. Nadle atından
yere düştü.[152] Muhriz yere düşünce, atı
şahlandı.
Benî
Abduleşhellerin mahallesindeki ahırına gelip duraklayıncaya kadar, hiç kimse
onun ne önüne geçebildi, ne de durdurup üzerine binebildin[153]
Ümmü
Âmir binti Yezid b. Seken der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın savaşına katılmak üzere Muhriz'i hazırlayanlar arasında bulunuyordum.
Vallahi,
hisarımızdan Mahmud b. Mesleme'nin atı Züllimme'nintozu dumana katarak ahırına
kadar gelip kavuştuğunu görünce:
'Vallahi,
Muhriz şehit olmuştur!' dedim."[154]
Muhriz
b. Nadle şehit olunca, Ebu Katâde Abdurrahman b. Uyeyne b. Hısn ile karşılaştı.
Birbirlerine
mızraklarla saldırdılar.
Abdurrahman,
Ebu Katâde'yi yaraladı. Ebu Katâde de, onu mızraklayıp öldürdü.[155]
Abdurrahman'ın
öldürülmesinde, Ebu Katâde'ye Mikdad b. Esved, yardımcı oldu.[156]
Seleme
b. Ekvâ der ki:
"Muhammed
Aleyhisselamı peygamberlikle şereflendiren Allah'a yemin ederim ki; baskıncı
müşrikleri yaya olarak tekrar takibe başladım.
O
kadar ilerledim ki, artık arkamda ne Peygamber Aleyhisselamın ashabından, ne de
onların yerden kaldırdıkları tozlardan hiçbir şey göremiyordum!
Güneş
batmadan önce idi ki, baskıncı müşrikler Zû Kared denilen sulu bir vadiye
saptılar. Çok susamışlardı. Su içmek istediler. Dönünce, benim arkalarında
bulunduğumu gördüler.
Onları
oradan da tedirgin ettim, uzaklaştırdım! Sudan bir damla bile tadamadılar!
Oradan
ayrılarak Zî Bi'r tepesine hızla ilerlemeye başladılar.
Güneş
batmıştı.
Onlardan
birisinin arkasından yetişip:
'Al
benden! Ben Ekvâ'nın oğluyum! Bugün, kötülerin öleceği gündür!' diyerek bir ok
attım.
Onu
kürek kemiğinin oynak yerinden vurdum.
Bana:
'Ey
anası ağlayasıca! Yoksa, bu sabahın erkeninden beri bize göz açtırmayan, bizi
tedirgin eden Ekvâî sen mi idin?!' dedi.
Ben
de:
'Evet!
Ey kendisinin düşmanı! Sabahın erkeninden beri sana ok yağdıran Ekvâî benim!'
dedim, hemen bir ok daha atıp onun ardına düştüm, kendisine iki ok yapıştırdım.
Baskıncı
müşrikler, son derece yorup yürüyemez hale getirdikleri iki atı tepe üzerinde,
arkalarında bırakarak gittiler." [157]
Mikdad
b. Esved'in anlattığına göne; kendisi, Yüce Allah'tan şehitlik dileyerek yola
çıkmıştı.
Heyfâ
mevkiinde, düşmanın hayvanları yorulup en arkada kalanlarına, sonra da
Mes'adetü'l-FezârPye yetişti, onu ucunda bayrak bağlı mızrağıyla mızrakladı,
mızrak kaydı.
Mes'ade
de dönüp Mikdad'ı mızrakladı, pazusundan yaraladı, kaçti. Mikdad'ı kendisine
yetişmekten âciz bıraktı.
Mikdad
b. Esved, bayrağını, sancağını arkadaşları görsün diye oraya dikti. O sırada,
Ebu Katâde de gelip kavuştu.
Ebu
Katâde, kendi atinin üzerinde idi. Tanınmak için, başına san bir sarık
sarmıştı.
Bir
müddet, birlikte ilerlediler.
İkisi
de, Mes'ade'nin arkasından bakıyorlardı.[158]
Mikdad,
Mes'ade'nin Muhriz b. Nadleyi şehit ettiğini Ebu Katâdeye haber verdi.[159]
Ebu
Katâde, Mikdad b. Esved'e:
"Ey
Ebu Ma'bed! Ben ya öleceğim, ya da Muhriz'i öldüreni öldüreceğim!" diyerek
Mikdad'ı geçti.
Ebu
Katâde'nin atı, Mikdad'ınkinden daha iyi ve yürügendi, Mikdad'ı gerilerde
bıraktı.
Artık
Mikdad onu göremez olmuştu.[160]
Ebu
Katâde, Mes'ade ile nasıl karşılaştığını ve onu nasıl öldürdüğünü şöyle anlatır
"Baskıncı
müşriklere yetişip saldırdığım zaman, alnımdan, bir okla vuruldum. Oku alnımdan
çekip çıkardım.
Güçlü
ve yavuz bir atlı üzerime geldi. Kendisinin miğferi yüzünü kapatmıştı.
Bana:
'Ey
Ebu Katâde! Allah beni sana kavuşturdu!' diyerek miğferini kaldırıp yüzünü
açtı.
Meğer
Mes'adetü'l-Fezârî imiş!*
Bana:
'Sen
çarpışmak mı, yahut mızraklaşmak mı, yoksa güreşmek mi; hangisini istersin?'
diye sordu.
Ona:
'Ben
bunu sana bırakıyorum!' dedim.
Bana:
'Öyleyse,
güreş!' dedi, hemen atından inip kılıcını bir ağaca astı.
Ben
de atımdan inip kılıcımı bir ağaca astım.
Sonra,
sıçraştık.
Allah
onu yenmemi bana nasip etti. Yere yıkıp göğsünün üzerine oturdum.
O
sırada, başıma birşey dokundu. Dokunan, Mes'ade'nin ağaçta asılı kılıcı imiş!
Hemen
uzanıp kılıcı elime aldım ve sıyırdım.
Mes'ade,
kılıcı elimde görünce, elime sarılıp:
'Ey
Ebu Katâde! Beni sağ bırakmanı, öldürmemeni senden dilerim!' dedi.
Ben:
'Hayır!
Vallahi, seni sağ bırakmayacağım!' dedim.
Mes'ade:
'Ya
bizim küçükler kime kalacak?' dedi.
'Cehenneme!'
dedim, sonra da onu öldürdüm. Kendi kaftanımı çıkarıp üzerine örttüm, atına
bindim. Çünkü, bizim çarpışmaya tutuştuğumuz sırada, atım kaçıp karargâha
dönmüş, onu tanımışlar.
Sonra,
ilerledim. Mes'ade'nin kardeşinin oğlunun üzerine geliverdim.
Kendisi,
17 kişilik bir süvari birliğinin içinde bulunuyordu.
Mızrağımı
onun sırt omurgasına sapladım!
Yanındaki
süvariler bozulup dağıldılar.1"![161]
Mikdad
b. Esved, Ebu Katâde'yi kaftansız görünce:
"Sen
ne yaptın?" diye bağırdı.
Ebu
Katâde:
"Hayır
yaptım! Sana onun atla yaptığı gibi!" dedi.[162]
Mikdad
b. Esved de, Faraka (yahud Karafa) b. Malik b. Huzafe'yi öldürdü.[163]
İslâm
süvarileri, baskıncı müşriklere yetişerek onlarla en şiddetli şekilde
çarpıştılar ve onları Allah'ın yardımıyla bozguna uğrattı I ar. [164]
Müşriklerin
önderleri öldürüldü, sağ kalanlarda mızraklarını, kaftanlarını atarak kaçıp
gittiler.[165]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'de yerine İbn Üımımi Mektum'u vekil bıraktı.
Sa'd
b. Ubâde'yi de, Hazrecîlerden 300 kişilik bir kuvvetle, Medine'yi beklemek
üzere görevlendirdi.
Çarşamba
günü, zırhını sırtına giydi, miğferini başına geçirdi, silahlandı. 500 veya 700
kişilik bir kuvvet]e yola çıktı. [166]
Müslümanlar,
yolda Ebu Katâde'nin öldürdüğü Mes'ade'nin üzerine örttüğü kaftanını görünce,
tanıdılar.
"Ebu
Katâde öldürülmüş! İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Ebu Katâde öldürülmem iştir. Fakat, o ölü, onun öldürmüş olduğu bir müşriktir!
Ebu
Katâde, onu kendisinin öldürdüğünü bilsinler diye kendisine ait kaftanı onun üzerine
örtmüştür" buy urdu. [167]
Hz.
Ömer veya Hz. Ebu Bekir, koşarak gitti, ölünün üzerindeki örtüyü açıp
Mes'ade'nin yüzü meydana çıkınca:
"Allahuekber!
Allah ve Allah'ın Resûlü doğru söyler!" dedi .[168]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zû Kareci'e gelip, tepe üzerinde karargâhını kurdu.[169]
Savaş davetini işitir işitmez, Amr b. Avf oğullarının atlıları hemen yola
çıktılar. Onların arkasından da, yayaları yollandılar.
Bir
cemaat de, develer, merkepler üzerinde gelip, Zû Kared'de Peygamberimiz Aleyhisselamin
ordusuna katıldılar. [170]
Zû
Kared'de Müslümanların parolaları "Emit! Emit!" idi.[171]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Katâde'ye:
"Mes'adeyi
sen mi öldürdün?" diye sordu.
Ebu
Katâde:
"Evet!"
dedi.[172]
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Yüzüne
ne oldu?" diye sordu.
Ebu
Katâde:
"Bir
okla vuruldum yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Yanıma
yaklaş!" buyurdu.
Ebu
Katâde yaklaşınca, Peygamberimiz Aleyhisselam onun yarasının üzerine püskürdü.
Hiçbir ağrısı, sızısı kalmadı.[173]
Ebu
Katâde'nin öldürdüğü Mes'adeyi Sa'd b. Zeyd soymuştu.
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Hayır!
Onu Ebu Katâde öldürmüştür. Onun elbisesini ve silahını da Ebu Katâde'ye teslim
et!" buyurduktan sonra, Mes'ade'nin atını da Ebu Katâdeye verip:
"Allah
sana bunlan mübarek kılsın!" diyerek dua etti.[174]
Sa'd
b. Ubâde, İslâm mücahidlerine erzak olmak üzere, Peygamberimiz Aleyhisselama on
deve yükü hurma göndermişti.[175]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Sa'd'ı ve Sa'd hanedanını rahmetinle esirge!" diyerek dua ettikten sonra:
"Sa'd
b. Ubâde ne iyi adamdır!" buyurdu.
Haz
reciler:
"Yâ
Rasûlallah! O, bizim aramızda büyüğümüzdür, büyüğümüzün de oğludur!
Onlar
kıtlık yıllarında halkın karınlarını doyururlar, yolda belde kalan aileleri
taşırlar; misafirleri ağırlarlar; musibet ve ihtiyaç zamanlarında verirler;
kabileleri yurtlarına göçürürlerdi!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İslâmiyet
devrinde halkın hayırlıları, Cahiliye çağında da insanların hayırlısı idiler!"
buyurdu.[176]
Seleme
b. Ekvâ der ki:
"Baskıncı
müşriklerin, yorup tepede bıraktıkları iki atı önüme katıp Resûlullah
Aleyhisselama getirirken, amcam Âmir de, bir tulum sulandırılmış süt ve
birtulum da su ile bana yetişti.
Su
ile abdest aldım, sütten de içtim. Sonra, Resûlullah Aleyhisselamın yanına
geldim.
Kendisi,
baskıncı müşrikleri su içmekten men ettiğim suyun başında, Zû Kared'de idi.
Yanında da 500 kişilik bir cemaat bulunuyordu.
Baskıncı
müşriklerin elinden kurtarıp gerimde bıraktığım develer ile müşriklere
bıraktırdığım herşeyi; bütün mızrakları, okları, kaftanları.. Resûlullah
Aleyhisselamın almış olduğunu, Bilal'in de benim düşmandan kurtardığım
develerden bir dişi deveyi boğazlayıp, onun ciğerinden, hörgücünden, Resûlullah
Aleyhisselamın yemesi için kızartmakta olduğunu gördüm.[177]
'Yâ
Rasûlallah! Yanıma yüz kişi versen de, onları sıkboğaz edip senin sağmal
develerinden onların ellerinde kalanları da kurtarsaydım![178]
Yâ
Rasûlallah! Bana müsaade buyur da, şu yanındaki cemaatten yüz adam seçeyim ve
düşmanı takip edeyim de, onlardan, tepelemediğim hiçbir haberci kalmasın'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam güldü, hatta gündüzün ışığında yan dişleri göründü ve:
'Yâ
Seleme! Seni bıraksam, acaba birşey yapacağını sanır mısın?'[179] buyurdu.
'Evet!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Şüphesiz
ki, onlara şimdi Gatafan toprağında ziyafet verilmektedir!
Gücün
yetti mi, yumuşak davran, bağışlayıcı ol, sertliği bırak!1 buyurdu.[180]
O
sırada, Gatafan'dan bir adam gelerek:
'Onlar
için filan kişi bir deve boğazladı, amma derisini açtıkları, yüzdükleri zaman,
uzaktan bir toz görüp; 'Müslüman cemaati sizi takip ederek geliyor!' dediler,
hemen oradan kaçıp gittiler!' dedi.[181]
Sabaha
çıktığımız zaman, Resûlullah Aleyhisselam:
'Bugün
süvarilerimizin hayırlısı Ebu Katâde idi, yayalarımızın hayırlısı da Seleme
olmuştur!' buyurduktan sonra, bana biri süvari, birisi de yaya hissesi olmak
üzere iki hisse verdi ve ikisini benim için birleştirdi."[182]
Baskıncı
müşriklerin sürüp götürdükleri yirmi deveden onu kurtarılmış, geri kalan onu
ise kaçıp giden müşriklerin elinde kalmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, etrafı araştırmak ve haber almak için, Zû Kared'de bir gün bir
gece oturdu.
Mücahidlerden
her yüz kişiye de, boğazlanıp yenmek üzere birer deve verdi ki, mücahidlerin
sayısı 500 veya 700 idi.[183]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zû Kared'de Beysan diye anılan bir suya uğramış ve suyun adını
sormuştu.
"Yâ
Rasûlallah! Onun adı Beysan'dırve o çok tuzlu ve acıdır!" denildi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Onun adı Na'man'dır ve suyu da tatlıdır!" buyurdu.[184]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun adını değiştirince, Yüce Allah tadını da değiştirdi,
acılığını giderdi.
Talha
b. Ubeydullah, bu kuyuyu da satın alarak vakfetti. [185]
Aynı
zamanda, bir deve boğazlayarak halka ziyafet verdi.[186]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam;
"Ey
Talha! Sen Talhatü'l-Feyyaz'sın!" buyurdu.
Bundan
sonra, o, Talhatü'l-Feyyaz diye anıldı.[187]
Seleme
b. Ekvâ der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam beni devesinin terkisine almıştı.
Medine'ye
dönülüp girilmek üzere bulunulduğu sırada idi ki, Ensardan, koşuda önüne
geçilemeyen bir zât:
'Medine'ye
kadar benimle koşu yansı yapabilecek yok mu bir yarışçı? Var mı bir yarışçı?'
diye seslenmeye ve bunu tekrarlamaya başladı.
Onun
sözlerini işitince, kendisine:
'Senin
ne bir kerîme, ne de bir şerîfe ikramın yok mudur?1 diye sordum.
Bana:
'Yoktur!
Ancak, o Resûlullah Aleyhisselam olursa, o bundan müstesnadır!' dedi.
Bunun
üzerine:
'Yâ
Rasûlallah! Babam, anam sana fieda olsun! Bana izin ver de, şu adamla
koşuşarakyarışayım?' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Yarışmak
istiyorsan, yarış!' buyurdu.
Adama:
'Haydi,
sen Medine'ye doğru koş!' dedim.
Ben
de hemen deveden atladım.
Ayaklarımı
pekiştirerek koşmaya başladım.
Ona
karşı, bir veya iki yüksekçe yerde soluğumu devamlı kılayım, soluyup kalmayayım
diye soluğumu kestim, tuttum.
Sonra
da, onun ardından koşmaya başladım.
Nihayet,
ona yetiştim. Onun iki küreği arasına ellerimle vurup:
'Vallahi,
senin önüne geçildi!' dedim.
O
da, güldü ve:
'Ben
de öyle olduğunu sanıyorum!' dedi.
Medine'ye
kadar onun önünde koştum."[188]
Gabe
(Zû Kared) seferi 5 gece sürmüş,[189]
Pazartesi gecesi Medine'ye gelinmiştir. [190]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Adbâ adıyla anılan devesi, baskıncı müşriklerin sürüp
götürdükleri develer arasında bulunuyordu.[191]
Baskıncı
müşrikler, Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin zevcesini de esir edip yanlarında
götürmüşlerdi.[192]
Kadıncağız
bağlı bulunmakta, baskıncılar da evlerinin önünde develeri dinlendirmekte
idiler.[193]
Baskıncılar
gece uykuya daldıkları sırada idi ki,[194]
kadıncağız bağından kurtuldu ve hemen bir devenin yanına yaklaştı. Deve
böğürünce, onu bıraktı.[195]
Binmek
için hangi devenin yanına vanp üzerine elini koymuşsa, o deve böğürmeye
başlamişti. [196]
Nihayet,
yanına vardığı Adbâ hiç böğürmemiş, sesini çıkarmam işti. [197]
Çünkü, o, yumuşak başlı, uysal bir dişi deve idi.[198]
Kadıncağız,
Adbâ'nın üzerine oturdu, sonra onu kaldırdı.[199]
Başını,
Medine cihetine yöneltti ve:
"Eğer,"
dedi, "Yüce Allah beni bu devenin üzerinde kurtaracak olursa, adıyorum ki,
onu muhakkak boğazlayacağım ![200]
Ciğerinden ve hörgücünden de yiyeceğim !"[201]
Baskıncılar
kadının deveye binip kaçtığını anladılar ve hemen onu aramaya koyuldularsa da,
yakalamaktan âciz kaldılar.
Kadın
da nihayet kurtulup Medine'ye geldiği ve halk onu Adbâ'nın üzerinde gördükleri
zaman:
"Aaa!
Resûlullah Aleyhisselamın devesi Adbâ!" dediler.
Kadın
ise:
"O,
adaktır! 'Allah onun üzerinde kurtaracak olursa, o muhakkakboğazlanacaktır!'
diye adanmıştır!" dedi.
Onun
bu sözünü Peygamberimiz Aleyhisselama duyurdukları zaman, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sübhânallah!
Adbâ'ya ne fena bir mukabele! Bu nasıl adak?!
Allah
onu Adbâ'nın üzerinde kurtaracak! O ise onu tutup boğazlayacak hâ?!"
buyurdu.[202]
Hemen
bir adam gönderip Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin zevcesini getirtti.[203]
Kadın
başından geçenleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi ve arkasından da:
"Yâ
Rasûlallah! Eğer Allah beni bu devenin üzerinde kurtarırsa onu boğazlamayı
Allah'a adamış bulunuyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi, sonra da:
"Adbâ'ya
ne fena bir mukabele bu!?
Allah
seni onun üzerinde taşısın ve seni onunla kurtarsın, sen de tutup onu
boğazlayasın!?
Ne
Allah'a mâsiyet şeyde, ne maliki bulunmadığın şeyde adamak olur![204]
Sen
maliki ve sahibi bulunmadığın bir deveyi boğazlayamazsın![205]
Senin
bu adaman, adak değildir!
Adak,
ancak Allah'ın rızasını onunla kazanmayı dilediğin şeydir![206]
Adbâ,
benim develerimden dişi bir devedir.[207]
Ne
Allah'a mâsiyet teşkil eden birşey hakkında yapılan adama, nede kulun, âdemoğl
unun malik ve sahip bulunmadığı birşey üzerinde yaptığı adama yerine getirilir.[208]
Haydi,
sen Allah'ın bereketiyle ev halkının yanına dön!" buyurdu.[209]
Seferin
ismi Gamr veya Gamre'dir. Gamrveya Gamre, Necd yolu üzerindedir.[210]
Buna, Gamr-i Merzuk denilir.
Feyd'den
Medine'ye giden ilk yol üzerinde, iki gecelik uzaklıkta, Esed oğullarına ait
bir sudur.[211]
Gamr
(Gamre) seferi, H icretin 6. yılında Rebiülâhir ayında vuku bulmuştur.[212]
Bunun,
Rebiülevvel ayında vuku bulduğu rivayeti de vardır.[213]
Esed
oğulları, Uyeyne b. Hısn'ın mensup olduğu Gatafanlarla müttefik idiler.
Gatafanlar,
Hicretin 5. yılında Hendek savaşından önceki günlerde Peygamberimiz
Aleyhisselamla çarpışmaya hazırlanmaları için Esed oğullarına yazı yazmışlardı.[214]
Kureyş
müşriklerinin ordusu Merru'z-zahran'a gelip konduğu sırada, Esed oğulları da
Tulayha b. Huveylid el-Esedî'nin kumandası altında gelip Kureyş ordusuna
katılmışlardı.[215]
Esed
oğulları, böylece, Müslümanlar ve Müslümanlık için bir ölüm kalım savaşı olan
Hendek (Ahzab) savaşında müşrikler ve Benî Kurayza Yahudileriyle işbirliği yapmış
bulunuyorlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, 40 kişilik askerî bir birliği Ükkâşe b. Mıhsan'ın kumandası
altında Gamr'e yolladı [216]
Esed
oğulları, İslâm mücahidlerinin kendilerine doğru gelmekte olduklarını haber
alınca, sularının başından kaçıp dağıldılar, yurtlarının yüksek kısımlarına,
yaylalarına çekildiler.
İslâm
mücahidleri, Esed oğullarının sularının başına geldikleri zaman, yurtlarını
bomboş buldular.
Ükkâşe
b. Mıhsan, Esed oğullarını araştırmak, soruşturmak veya onlar hakkında bir ize
rastlamak maksadıyla, etrafa gözcüler saldı.
Etrafa
salınanlardan Şüca1 b. Vehb, izi sıra geri dönüp yakınlarında deve
izleri gördüğünü haber verdi.
Hemen
kalkıp oraya doğru gittiler.[217]
Mücahidler,
Esed oğullarının geceleri ses dinlemekle görevlendirdikleri casusunu, uyurken
yakaladılar.
Kendisine:
"Halk
nerededir?" diye sordular.
Casus:
"Onlar
şimdi yurtlarının yüksek yerlerine, yaylalarına erişmiş bulunuyorlar"
dedi.
Ona:
"Esed
oğullarının develeri nerededir?" diye sordular.
Casus:
"Yanlarındadır"
dedi.
Mücahidlerden
birisi elindeki kırbaçla dövmeye kalkınca, casus:
"Kanımı
bağışla! Bana eman ver de, sana onların amca oğullarına ait develeri
göstereyim?" dedi.
Mücahidler:
"Olur!"dediler.[218]
Casus
tarafından gösterileceği bildirilen develer, Esed oğullarına aitti.[219]
Mücahidler,
Esed oğullarının casusu ile bir hayli gittiler.
Adam
araştırmayı uzatınca, casus tarafından tuzağa düşürüleceklerinden korkmaya
başladılar.
Casusun
yanına yaklaşarak:
"Vallahi,
ya bize doğruyu söyleyeceksin, ya da boynunu vuracağız!" dediler.
Casus:
"Onları
şu tepenin üzerinde göreceksiniz!" dedi.
Tepeye
varınca, develerin orada yayılmakta olduklarını gördüler.
Mücahidler
birden baskın yaptılar. Bedevî müşrikler bozulup etrafa kaçışmaya başladılar.
Ükkâşe
b. Mıhsan, kaçanlan takip ettirmedi.[220]
Esed
oğullarının eman verilen casusu serbest bırakıldı. [221]
Esed
oğulları yurdunda ele geçirilen 200 deve, sürülüp Medine'ye getirildi.[222]
Muhammed
b. Mesleme on arkadaşıyla birlikte Salebe ve Uval oğullarının oturdukları
Zülkassa'ya gittiği için, bu sefere Zülkassa seferi denilmiştir.[223]
Zülkassa,
Rebezeyolu üzerinde olup, Medine'ye 24 mil uzaklıktadır.[224]
Zülkassa
seferi, Hicretin 6. yılında Rebiülâhir ayında yapılmıştır.[225]
Rebiülevvel'de
olduğunu söyleyenler de vardır.[226]
Salebe
ve Enmar oğullarının yurtlarında kuraklık hüküm sürüyor, Meraz'dan Tâlemeyn'e
kadar uzanan bölgeye ise yağmur düşmüş bulunuyordu.[227]
Benî
Muharib b. Hasafa, Benî Sa'd b. Sa'd ve Benî Enmar b. Bagîz kabileleri,
Meraz'dan Tâlemeyn'e kadar uzanan bölgeye gelmişler, orada toplanmışlardı.[228]
Bunlar,
Medinelilerin yaylım hayvanlarını yağmalamak hususunda söz birliği etmişlerdi.
O
sırada, Medinelilerin yaylım hayvanları, Heyka vadisi yaylımında yayılmakta
idi.[229]
Heyka'nın
Medine'ye uzaklığı 7 mildir.[230]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ensardan Muhammed b. Mesleme'yi, yanına on kişi katarak,
Zülkassa'da oturan Benî Sa'lebeler ile aynı kabileden Benî Uvallere saldı.
Bu
keşif birliği, geceleyin onların üzerlerine vardılar.[231]
Salebe
ve Uval oğulları, İslâm keşif birliğinin yurtlarına geldiklerinin farkına
vararak gizlendiler.
Muhammed
b. Mesleme ile arkadaşlarını, uykuya daldıkları sırada, yüz kişi ile kuşattılar
ve oka tuttular.
Muhammed
b. Mesleme sıçrayıp kalktı, yayı üzerinde idi.
Arkadaşlarına:
"Silah
başına!" diyerek bağırdı.
Onlar
da sıçrayıp kalktılar.[232]
Geceleyin,
bir müddet birbirlerine ok yağdırdılar.
Bundan
sonra, Sa'lebeve Uval oğulları, İslâm keşif birliğinin üzerine mızraklarla
saldırdılar.[233]
Üç
kişiyi şehit ettiler.
Müslümanlarda,
onlardan bir adam öldürdüler.
Salebe
ve Uval oğulları, tekrar mızraklarla saldırarak, geri kalanlan da şehit
ettiler.[234]
Muhammed
b. Mesleme de ağır şekilde yaralanarak yere baygın düştü.[235]
Şehit
olanlar arasında Müzeynelerden iki, Gatafanlardan da bir kişi vardı. [236]
Salebe
ve Uval oğulları, Muhammed b. Mesleme'nin topuğuna vurup, kımıldamadığını
görünce, ölmüş sanarak elbisesini soydular, çekilip gittiler.
Müslümanlardan
bir zât oradan geçerken, şehitlere rastladı.[237]
"İnnâ
lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Bizler Allah içiniz ve O'na dönücüleriz"
dedi.
O
sırada ayılan Muhammed b. Mesleme, bunu işitince, onun Müslüman olduğunu anladı
ve kendisinin sağ olduğunu ona anlatmak için kımıldadı.[238]
O
da, gelip Muhammed b. Meslemeyeyemekve su ikram etti.[239]
Sonra da, bindirip onu Medine'ye getirdi.[240]
Hicretin
6. yılında, Rebiülâhir ayında, akşam namazı kılındıktan sonra, Peygamberimiz
Aleyhisselam Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı Müslümanlardan 40 kişilik bir kuvvetle
Zülkassa'ya yolladı.[241]
Maksat
hem Medinelilerin Heyka (Heyfa)'da yayılan hayvanlarına yapılması muhtemel bir
baskını önlemek,[242] hem
de Muhammed b. Mesleme'ye ve arkadaşlarına yaptıklarından dolayı Zülkassa topluluklarını
cezalandırmaktı. [243]
Ebu
Ubeyde ve arkadaşları, bütün gece yürüyüşe devam ederek, sabaha karşı
Zülkassa'ya ulaştılar ve orada toplanmış bulunan müşrik Bedevilere birden
baskın yaptılar.
Bedeviler
dağılıp dağ başlarına kaçtılar.
Muharib,
Salebe ve Enmar kabilelerinin kaçarlarken geride bıraktıkları develerle elbise
ve ev eşyaları iğtinam edildi.[244]
İğtinam
edilen mallar arasında davar da bulunuyordu.[245]
Zülkassa'da
yakalanarak Medine'ye getirilen adam ise, Müslüman olunca, Peygamberimiz
Aleyhisselam tarafından serbest bırakıldı. [246]
Seferin
adı Cemum'dur. Cemuh denildiği de vardır.[247]
Cemum;
Süleym oğullarının yurdu olup.[248]
Nahl ovası ile Nakre arası ndadır.[249]
Nahl ovasının sol-undadır.
Nahl
ovasının Medine'ye uzaklığı 4 berid'dir*[250]
Cemum
seferi, Hicretin 6. yılında, Rebiülâhir ayında vuku bu I muştur. [251]
Âmir
b. Tufeyl'in davetine icabetle, kendi su başları olan Bi'r-i Maûne'de ashabdan
40 kişilik İslâm irşad heyetinin canlarına kıyan Usayya, Rı'l ve Zekvanlar,
Süleym oğulları kabilesine mensup idiler.[252]
Müslümanlığı
ve Müslümanları ortadan kaldırmak için Mekke'ye giden Yahudi propaganda
heyetine, Süleym oğulları, Kureyşîler harekete geçtiği zaman onlarla birlikte
hareket edecekleri hakkında söz vermişlerdi.[253]
Kureyş
ordusunun Merru'z-zahran'a geldiği sırada, Süleym oğulları da Ebu Âverü's-Sülemî'nin
babası Süfyan b. Abduşşems'in kumandası altında 700 kişilik bir kuvvetle gelip
Kureyş ordusuna katılmışlar ve Medine'yi onlarla birlikte kuşatmışlardı.[254]
Bunun
için, Süleym oğullarına da bir darbe indirilmesi gerekmiş bulunuyordu.[255]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zeyd b. Hâriseyi, askerî bir birliğin başında Süleym oğullarına
saldı.
Zeyd
b. Harise Cemum'a vardığı zaman, orada Müzeynelerden Halime adında bir kadını
bulup yakaladılar.
Halime,
İslâm mücahidlerine, Süleym oğullarının konak yerlerinden birisini gösterdi.
İslâm
mücahidleri de, oraya birden baskın yapıp bir hayli deve, davar ve esir alarak
Medine'ye döndüler.
Yakalanan
Halime'nin kocası da, esir edilen müşrikler arasında bulunuyordu.
Zeyd
b. Harise, Medine'ye dönünce, her ikisini Peygamberimiz Aleyhisselama teslim
etti.[256] Peygamberimiz
Aleyhisselam da onlan serbest bıraktı. [257]
lys;
Süleym oğulları yurdunda bir yerdir.[258]
Medine'ye dört gecelik, Zü'l-merveye bir geceliktir.[259]
Ağaçlı bir vadidir.[260]
lys
seferi, Hicretin 6. yılında Cumâdelûlâ ayında vuku bulmuştur.[261]
Şam'dan
Kureyş müşriklerinin bir ticaret kervanının gelmekte olduğu öğrenilmişti.[262]
Kureyş
müşrikleri, daha önce de, Ebu Süfyan'ın idaresindeki büyük ticaret kervanının
bağışlanan kazancıyla güçlenerek Uhud'a kadar gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla
çarpışmış bulunuyorlardı. [263]
Kureyş müşrikleri iktisaden güçlü durumda bulundukça, Hendek savaşında olduğu
gibi, kabileleri yanlarına alarak, Medine'ye saldırın aktan;[264]
bilakis, Sümame b. Üsal'in Yemâme'den Mekke'ye hububat yüklenmesinde[265]
veya Ebu Basîr'in Şam ticaret yollarını kesmesinde[266]
olduğu gibi, başlan dara geldikçe de, Peygamberimiz Aleyhisselama yalvarmaktan
geri durmuyorlardı.[267]
O
halde, Kureyş müşriklerinden selamette kalabilmek için, zaman zaman onları
iktisaden zayıflatmak, güç duruma düşürmek gerekiyordu.
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Şam'dan gelmekte olan Kureyş ticaret
kervanına elkoy-mak üzere, Zeyd b. Hârise'nin kumandası altında 170 kişilik bir
süvari birliğini yola çıkardı.[268]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın kızı Hz.Zeyneb'in kocası Ebu'l-Âs b. Rebi' de ticaret için Şam'a
gitmişti.
Kendisi,
henüz Müslüman olmamakla beraber, güvenilir bir kişi idi.
Ebu'l-Âs'ın
yanında Kureyş müşriklerine ait pek çok mal bulunuyor ve kendisi de kafile ile
Şam'dan dönüyordu.[269]
İslâm
mücahidleri Kureyş ticaret kervanını yakaladılar, kervanda bulunan malları,
bilhassa Safvan b. Ümeyye'ye ait pek çok gümüşleri ele geçirdiler.
Kervanda
bulunan kimseleri de esir ettiler.[270]
Ebu'l-Âs
b. Rebi' de esir edilenler arasında idi.[271]
İğtinam
edilen mallar, mücahidler arasında bölüştürüldü.[272]
Ebu'l-As,
seher vakti, Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb'e:[273]
"Babandan,
benim için eman al!" diye haber gönderdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Müslümanlara sabah namazını kıldırdığı sırada, Hz. Zeyneb başını
hücresinin kapısından çıkararak:
"Ey
insanlar! Ben Resûlullah'ın kızı Zeyneb'im![274] Ben
Ebu'l-Âs'ı himayeme aldım!" diyerek seslendi.[275]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, selam verince, yüzünü halka çevirdi ve:
"Ey
insanlar! Benim işittiğimi siz de işittiniz, değil mi?" diye sordu.
Cemaat:
"Evet!"
dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; sizin şimdi işitmiş olduğunuz
şeyi ben de şimdi işitinceye kadar, bu hususta hiçbir şey bilmiyordum. [276]
Mü'minler,
birbirlerine karşı tek kişi, tek el hükmündedirler.
Bunun
için, onlara, yakınlarını himaye etmeleri yaraşır.[277]
Müslümanlara, yakınlarını himaye etmeleri düşer!" buyurdu.[278]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mescidden dönünce, kızı Hz. Zeyneb'in yanına vardı[279] ve:
"Senin
himayeye almış olduğun kişiyi biz de himayemize aldık!" buyurdu.[280]
Hz.
Zeyneb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ebu'l-Âs
akrabadır, amca oğludur. Hem de, çocuğumun babasıdır. Bunun için, onu himayeme
aldım!" dedi.[281]
Hz.
Zeyneb'in, Ebu'l-Âstan, Ali ve Ümame isimlerinde iki çocuğu vardı.[282]
Peygamberimiz
Aleyhisselann, Hz. Zeyneb'e:
"Ey
kızcağızım! Makamını şerefli tut, gözet! Ebu'l-Âs sana yaklaşmaya yol bulmasın!
Çünkü,
sen ona helâl değilsin;[283] o
müşriklikte devam ettiği müddetçe!" buyurdu.[284]
Hz.
Zeyneb, Ebu'l-Âs'ın iğtinam edilmiş olan malını istemeye geldiğini söyledi[285] ve
onların kendisine geri verilmesini diledi.[286]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mücahidlere haber saldı.
Gelip
yanında toplandıkları zaman, onlara:
"Şu
adamın (Ebu'l-Âs'ın) bizden olduğunu biliyorsunuzdur.
Siz
onun ve ondan başkalarının mallarını iğtinam etmiş bulunuyorsunuz. O mallar
size Allah'ın müşriklerden nasip ettiği ganimetlerdendir.[287]
Eğer
ona malını geri vermenizi uygun görürseniz, geri veriniz![288]
Geri
vermekten kaçınırsanız, zaten onlar sizin hakkınızdır!" buyurdu.
Mücahidler:
"Hayır
yâ Rasûlallah! Biz o malları ona geri vereceğiz!" dediler.[289]
Her
biri, almış oldukları şeylerin hepsini-küçük ve eski su kırbasına veya abdest
matarasına veya ipe varıncaya kadar-yanlarında az veya çok hiçbir şey bırakmaksızın
getirip ona verdiler.[290]
Ebu'l-As,
aldığı mallarla Mekke'ye döndü.
Her
hak sahibine hakkını, mallarını teslim edip işini bitirdikten sonra:
"Ey
Kureyş cemaati! Herhangi birinize, yanımdaki mallarından, vermediğim birşey
kaldı mı?" diye sordu.[291]
"Hayır!
Vallahi kalmadı!" dediler.[292]
Ebu'l-Âs:
"Size
olan ahdimi yerine getirdim mi?" diye sordu.
"Evet!
Vallahi yerine getirdin![293]
Allah seni hayırla mükâfatlandırsın! Biz seni şerefli ve vefalı bulduk!"
dediler.
Ebu'l-Âs:
"Vallahi,
sizin yanınıza gelmeden önce Müslüman olmamı engelleyen şey; mallarınızı
götürmek istediğim için Müslüman olduğumu sanmanız korkusundan başka birşey
değildir![294]
Ben
şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim
ki; Muhammed Allah'ın kulu ve resûlüdür!" dedi.[295]
Ebu'l-Âs
Mekke'den Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona Hz. Zeyneb'i eski nikâhı ile veya yeni bir nikâhla ve yeni
bir mehirle verdi. [296]
Tart;
Mıraz yakınında, Nuhayl'ın arkasında, Medine'ye 36 mil uzaklıkta, Mahacca
üzerindeki Bakara yolunda bir sudur.[297] Su
kaynağı di r.[298]
Tartta
birçok kuyular ve su birikintileri de vardır.[299]
Tart,
Zülkassa gibi, Benî Sa'lebelerin konak yerlerindendir.[300]
Tart
seferi, Hicretin 6. yılında, Cumâdelâhir ayında vuku bulmuştur.[301]
Salebe
oğullarının Hicretin 4. yılında Enmar kabileleriyle birleşerek Müslümanlarla
çarpışmaya hazırlandıkları haber alınıp Zâtü'r-rikâ'ya kadar gidilmişti.[302]
Medine
yaylımındaki hayvanları yağmalamaya hazırlanan ve Muhammed b. Mesleme kumandasındaki
on kişilik keşif birliğini Zülkassa'da kuşatarak şehit eden Sa'lebe ve Uval
oğullarına,[303] Ebu Ubeyde b. Cerrah, 40
kişilik bir kuvvetle Zülkassa'da ilk darbeyi indirmişti.[304]
Sa'lebe
oğullarına ikinci darbeyi de, Tarf'ta Zeyd b. Harise indirecekti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zeyd b. Hârise'yi, onbir kişilik bir kuvvetle Tarta, Benî
Sa'lebelere saldı. [305]
Sa'lebe
oğulları Zeyd b. Hârise'nin birliğini Tarf'ta görünce, Peygamberimiz Aleyhisselamın
üzerlerine yürüdüğünü sanarak korkup kaçtılar.[306]
Sa'lebe
oğulları, Zeyd b. Hârise'nin birliğini, Peygamberimiz Aleyhisselamın öncü
birliği sandılar.[307]
Zeyd
b. Harise birliğinin parolaları "Emit! Emit!" idi.
Zeyd
b. Harise, Sa'lebe oğullarının yirmi devesi ile ele geçindikleri davarlarını
sürüp bir sabah Medine'ye getirdi.[308]
Salebe
oğulları, Zeyd b. Hârise'nin öncü birliği olmadığını ve kendilerine başkaca
kuvvet gelmediğini, gelmeyeceğini anlayınca, Zeyd b. Hârise'yi ve birliğini
takibe koyuldularsa da, onlara yetişemedil-er.[309]
Tartta
Sa'lebe oğullarıyla bir çarpışma olmamıştir.[310]
Tart
seferi dört gece sürmüştür.[311]
Hicretin
6. yılında, Recep ayında, Zeyd b. Harise, ashabdan bazılarının ticaret
mallarını Şam'a götürüp satmak için yola çıkmıştı. [312]
Zeyd
b. Harise ve arkadaşları atlı idiler.[313]
Zeyd
b. Harise ve arkadaşları, ticaret mallarıyla Vâdi'l-kurâ'ya yaklaştıkları
sırada, Fezâre ve Bedr kabilesinden birtakım adamlar bunların önlerini kestiler,
Zeyd b. Harise ile arkadaşlarını kılıçtan geçirdiler.
Hepsinin
öldüklerine kanaat getirerek, yanlarındaki bütün mallan gasbedip gittiler.
Zeyd
b. Harise ağır yaralı olarak baygın bir halde yere düştü, ölme derecesine
geldi.
Bir
müddet sonra ayılıp, şehit arkadaşları arasından kalkarak yavaş yavaş Medine'ye
geldi.
Başlarına
gelenleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[314]
Zeyd
b. Harise, Benî Fezârelerle çarpışmadıkça yıkanmayacağına,[315] koku
sürünmeyeceğine yemin etti.[316]
Dûmetü'l-Cendel;
Şam yollarının ağzında olup, Dımaşk'a 5, Medine'ye 15 veya 16 gecelik
uzaklık-ta,[317] Şam'ın Medine'ye enyakın
beldelerinden olup, Tebükyakınında,[318]
akarsuları, humnalıkve ekinlikleri bulunan bir yerdi.
Büyük
bir panayır ve ticaret merkezi idi.[319]
Dûmetü'l-Cendel
seferi, Hicretin 6. yılında, Şaban ayında vuku bulmuştur.[320]
Seferin
sebebi, İslâmiyeti yaymaktı.[321]
Abdullah
b. Ömer der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam Abdurrahman b. Avf'ı yanına çağırdı ve ona:
'Hazırlan!
Ben seni inşaallah bugün veya yarın sabah askerî bir birliğin başında
göndereceğim!' buyurdu.[322]
Ben
bunu işitince, kendi kendime:
'Mescide
gireceğim. Sabah namazını Peygamber Aleyhisselamla kılacağım. Peygamber
Aleyhisselamın Abdurrahman b. Avf a tavsiyelerini dinleyeceğim!' dedim.
Mescidde
sabahladım, sabah namazını Mescidde kıldım.
Mescidde,
Resûlullah Aleyhisselamın ashabından şu on kişilik cemaatinin:
1. Ebu Bekir,
2. Ömer,
3. Osman,
4. Ali,
5. Abdurrahman b. Avf,
6. Abdullah b. Mes'ud,
7. Muaz b. Cebel,
8. Huzeyfe b. Yeman,
9. Ebu Saîd el-Hudrî,
10. Benim Resûlullah Aleyhisselamla birarada
bulunduğumuz sırada, Ensardan bir zât gelip
Resûlullah
Aleyhisselama selam verdikten sonra, oturdu ve:
'Yâ
Rasûlallah! Allah'ın salâtve selamı senin üzerine olsun! Mü'minlerin en üstünü
hangisidir?' diye sordu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Onların,
ahlâkı en güzel olanıdır!' buyurdu.
Ensarî:
'Mü'minlerin
en zekisi, en akıllısı hangisidir?' diye sordu.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Onların,
ölümü en çok hatırlayanı, ölüm gelmeden önce ona en iyi, en çok hazırlananıdır!
İşte, asıl akıllı kimseler onlardır!' buyurdu.[323]
Sonra
da, bize yönelerek:
'Ey
Muhacirler cemaati! Beş şey vardır ki; siz onlarla imtihan edilirseniz, onlar
başınıza gelirse, haliniz yaman olur! Ben sizin onlara erişmenizden Allah'a
sığınırım!
1. Bir kavimde fuhuş (zina) zuhur eder ve
bu açıktan işlenecek derecede yayılırsa, muhakkak o kavimde veba,
geçmişlerinde olmayan birtakım hastalıklar zuhur eder ve yaygınlaşır!
2. Bir kavim ölçüyü ve tartıyı eksik
yaparsa, o kavim muhakkak kıtlığa, şiddetli geçim sıkıntısına ve hâkim zulmüne
uğrar!
3. Bir kavim mallarının zekâtını vermekten
kaçınırsa, o kavim muhakkak yağmurdan men edilir (kuraklığa uğrar). Hayvanları
olmasa, onlara hiç yağmur da yağdırılmaz!
4. Bir kavim Allah'a ve Allah'ın Resûlüne
verdikleri sözü bozarsa, Allah o kavme muhakkak kendilerinden olmayan düşmanı
musallat kılar! Düşman da, onların ellerindekinden bir kısmını çeker, alır!
5. İmamları Allah'ın Kitabıyla hükmetmez,
Allah'ın indirdiklerine karşı kibirlenirse, Allah onları aralarında (çıkacak
fitne ve fesatlarla) azaba uğratır!' buyurdu."[324]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Dûmetü'l-Cendel'e hareket ve ora halkını İslâmiyete davet
etmesini Abdurrahman b. Avf'a emretti.
Dûmetü'l-Cendel'e
gidecek mücahidlerin sayısı 700 idi .[325]
Bunlar,
seher vakti Medine dışında Cürüf'teki karargâhlarında toplandılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Abdurrahman b. Avf'ın onlardan geri kaldığını görünce, ona:
"Sen
arkadaşlarından ne için geri kaldın?" diye sordu.
Abdurrahman
b. Avf:
"Yâ
Rasûlallah! En son görüşmemin, konuşmamın seninle olmasını arzu ettim. Yolculuk
elbisem üzerimdedir!" dedi.[326]
Abdurrahman
b. Avf, sabahleyin başına siyah pamuklu bezden, gelişigüzel bir sarık sarmış
bulunuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu önüne oturttu.[327]
Abdurrahman b. Avf'ın sarığını çözüp tekrar sardı. Sarığın bir ucunu, onun
omuzunun arasından, dört parmak veya dört parmak kadar sarkıttı. Sonra da:
"Ey
İbn Avf! Sarığı işte böyle sar![328]
Çünkü, sangın böyle sarılışı daha güzel, daha uygundur!" buyurdu.
Abdurrahman
b. Avf'a verilmek üzere bir sancak getirilmesini Bilal-i Habeş?ye emretti. Yüce
Allah'a hamd ü senada ve kendisine de salât ü selamda bulunduktan sonra,
sancağı ona uzatıp:
"Al
bunu ey İbn Avf! Hepiniz Allah yolunda cihad ediniz!
Allah'ı
inkâr edenlerle çarpışınız!
Ganimet
mallarına hıyanet etmeyiniz!
Öldürdüklerinizin
burun-kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz!
Küçük
çocukları öldürmeyiniz!
Bunlar,
size Allah'ın ahdi ve Peygamberinin sünnetidir!" buyurdu.[329]
"Eğer
Allah sana fetih ve zafer ihsan eder,[330]
onlar senin davetini kabul edip Müslüman olurlarsa,[331]
onların krallarının, liderlerinin kızı ile evlen!" buyurdu.[332]
Abdurrahman
b. Avf, askerlerinin başında Medine'den hareket etti.
Dûmetü'l-Cendel'e
varınca, orada üç gün kaldı. Ora halkını İslâmiyete davet etti.[333]
Dûmetü'l-Cendel
halkı:
"Biz
kılıçtan başka birşey vermeyiz!" dediler.[334]
İslâmiyeti
kabulden kaçındılar.
Abdurrahman
b. Avf'a ilk önce böyle kılıç gösterdiler. Üçüncü gün olunca, Asbağ b. Amr
el-Kelbî Müslüman oldu.
Kendisi
Hıristiyandı ve Dûmetü'l-Cendel halkının kralı idi.[335]
Asbağ
Müslüman olunca, kavminden birçok kimse de Müslüman oldu.[336]
Abdurrahman
b. Avf, durumu ve Dûmetü'l-Cendel'de evlenmek istediğini, Peygamberimiz
Aleyhisselama bir yazı ile arzetti.
Yazıyı,
Cüheynelerden Râfi' b. Mekis isminde birisiyle Medine'ye gönderdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Abdurrahman b. Avf'a gönderdiği cevabî yazısında, Asbağ'ın kızı
Tümazırla evlenmesini bildirdi.
Bunun
üzerine, Abdurrahman b. Avf, Dumetülcendel'de Tümazır'la evlendi.[337]
Dumetülcendel
halkından Müslüman olmayıp kendi dinlerinde kalmak isteyenler ise, heryıl
seksen bin dirhemin sekizde birinin dörtte birini vergi olarak ödemek üzere,
Abdurrahman b. Avf'la anlaşma yaptı lar.[338]
Abdurrahman
b. Avf, yeni hanımını yanına alarak, İslâm mücahidleriyle birlikte, Dûmetü'l-Cendel'den
Medine'ye döndü.[339]
Fedek
seferi, Hicretin 6. yılında Şaban ayında vuku bulmuştur.[340]
Fedek;
Hicaz'da bir kariyyedir. Medine'ye iki-üç günlüktür.[341]
Seferin
sebebi: Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b. Bekr oğulları kabilesinin
HayberYahudilerine yardım etmek üzere Fedekte toplandıklarını haber almıştı.[342]
Sa'd
b. Bekr oğulları kabilesi, bu yolda yapacakları yardıma karşılık, kendilerine
Hayber"in hurma mahsulünü vermelerini Hayber Yahudil erinden istem
işlerdi. [343]
Sa'd
b. Bekir oğullarının yardıma gelmeleri boşuna değildi.
Hayber
Yahudileri bir yıldan beri Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışma hazırlığı
içinde idiler.
Benî
Kurayza Yahudileri cezalandınldığı zaman, Hayber Yahudileri, toplanıp yapılacak
işi araların-da konuşmuş; Teymâ, Fedek ve Vadi'l-kurâ Yahudileriniyanlarına
alarak Medine üzerine yürümeye, eski yeni bütün hınçlanyla çarpışmaya karar
vermiş bulunuyorlardı.[344]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ali'yi 11 kişilik askerî bir birliğin başına geçirerek
Fedek'te toplanan Benî Sa'd b. Bekrlere saldı.
Mücahidler
geceleri gittiler, gündüzleri gizlendiler, Hemec'e ulaştılar.[345]
Hemec;
Hayber'le Fedek arasında bir su kaynağıdır.
Mücahidler,
Hemec'de bir adam yakaladılar.[346]
Yakalanan adam, Benî Sa'dların casusu idi.[347]
Ona:
"Sen
nesin? Arkandaki Benî Sa'dların toplantılarından malumatın var mı?" diye
sordular.
Adam:
"Bende
bu hususta bilgi yok!" dedi.
Mücahidler
onun üzerine yürüyünce, kendisinin Benî Sa'dların casusu olduğunu, Hayber
Yahudilerine yardım karşılığında Hayber hurma mahsulünün Benî Sa'd'lara
tahsisini istemek üzere kendisini göndermiş olduklarını ona söylettiler.
Kendisine:
"Benî
Sa'dlar neredeler?" diye sordular.[348]
Casus:
"Bana
eman verirseniz, onların yerlerini size haber veririm" dedi.
Eman
verdiler.[349]
Casus:
"Onlardan
200 kişilik bir cemaati geride bırakmıştım. Onların liderleri de Veber b. U
leym'dir!" dedi.
Mücahidler:
"Önümüze
düş, onların yerini bize göster!" dediler.
Casus:
"Eğer
bana eman verirseniz, gösteririm!" dedi.
Mücahidler:
"Eğer
sen bizi götürüp onların yerlerini ve yaylım hayvanlarını bize gösterirsen,
sana eman veririz, aksi takdirde senin için eman yok!" dediler.
Casus,
göstermeye razı oldu. Önlerine düşüp mücahidleri götürdü durdu. Öyle ki,
casustan şüphelenecek, kendisinin bir kötülük düşündüğünü, tuzağa düşürmek
istediğini sanacak kadar götürdü!
Dümdüz
ve büyük çöllere, yüksek yüksek yerlere eriştirdi.
Sonra
bir ovaya indirdi ki, orada pek çok develer, davarlar vardı.
"İşte,
Benî Sa'dların develeri ve davarlan bunlar!" dedi.
Mücahidler
birden baskın yapıp develeri ve davarlan ele geçirdiler.
Casus:
"Bırakınız
beni artık!" dedi.
Mücahidler:
"Hayır!
Onların arkamızdan gelmeyeceklerinden emin oluncaya kadar, seni
bırakmayacağız!" dediler.
Develerin
ve davarların çobanı ise, kaçarak, soluğu Benî Sa'dların toplandıkları yerde
almış; Sa'd b. Bekr oğullarını uyarmış, korkutmuştu.
Sa'd
b. Bekr oğulları kaçıp etrafa dağıldılar.
Casus:
"Siz
beni daha ne diye tutuyorsunuz? İşte, Bedevî Araplar darmadağın oldular!
Çobanları onları uyardılar ve korkuttular" dedi.
Hz.
Ali:
"Biz
onların karargâhlarına daha ulaşmadık!" dedi.
Casus,
mücahidleri oraya kadar da götürdü. Fakat, orada hiçbir kimse göremediler.
Bunun üzerine, casusu serbest bıraktılar.[350]
Rivayete
göre, İsa b. Alîle'nin dedesi demiş ki:
"Ben,
Hemec'den Bedi'a kadar uzanan vadide Sa'd b. Bekr oğullarını, kadınlarını
hayvanlara bindirip kaçarlarken görmüştüm.
Kendi
kendime:
'Bugün
onların başına bir felâket mi geldi ki?!' dedim.
Yanlarına
yaklaştım. Liderleri Veber b. Uleym'le karşılaştım.
Ona:
'Nereye
bu gidiş?!' diye sordum.
Veber:
'Şerre,
kötülüğe! Muhammed'in cemaatleri üzerimize yürüdü! Ona karşı koymaya bizde güç
yok! Daha çarpışmaya tutulmadan, rüzgârına tutulduk!
Hayber"e
gönderdiğimiz elçimizi yakaladılar! O bizi onlara haber verdi, yapılmayacak
şeyi bize yapti!' dedi.
Kendisine:
'Kimdir
o elçiniz?' diye sordum.
Veber:
Kardeşimin
oğludur! Biz Araplar içinde kalbi ondan daha sağlam, dayanıklı bir genç bulunmaz
sanırdık!' dedi.
Ona:
'Ben
görüyorum ki; Muhammed'in işi, güvenliğe eren ve büyüyen bir iş oldu.
O
Kureyşîleri çökertti!
Onlara,
yapılamayacak şeyi yaptı!
Daha
sonra, sırasıyla Yesrib'deki kaleleri, yani Kaynukaları, Benî Nadirleri, Benî
Kurayzalan ve şu Hayber'd eki I ere kadar sairlerini de hep o çökertti, yerlere
serdi!' dedim.
Veber,
bana:
'Sen
bundan korkma!
Hayber"de
nice adamlar var!
Kendilerini
saldıranlardan koruyucu kaleler, hiç kesilmeyen sular var!
Muhammed
hiçbir zaman onlara yaklaşamaz!
Yurdunun
ortasında bile, onlarla çarpışmak liyakatini kendisinde bulamaz' dedi.
Ona:
'Bu
senin görüşün mü?' diye sordum.
Veber:
'Bu
onların (Hayber Yahudilerinin) görüşleri ve mütalaalarıdır!' dedi."[351]
Benî
Sa'd b. Bekrlerden iğtinam edilip Medine'ye getirilen, 500 deve ile 2000
davardı.[352]
Bunların
beşte biri Beytü'l-mâl için çıkanldıktan sonra, kalan beşte dördü mücahidler
arasında bölüştürüldü.[353]
Seferin
mevkii Vâdi'l-kurâ nahiyesi olup Medine'ye yedi geceliktir.[354]
Sefer, Hicretin 6. yılında, Ramazan ayında yapılmıştır.[355]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Gâbe yaylımında yayılmakta bulunan yirmi devesini Uyeyne b. Hısn
el-Fezârî, Gatafan ve Fezârelerden 40 atlı salarak baskın yaptırıp sürdürmüş,
Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin oğlunu da şehit ettirmişti.[356]
Diğer
rivayete göre; baskıncıları yollayan, Rebia b. Bedr'in kızı ve Malik b. Huzeyfe
b. Bedr'in karısı Ümmü Kırfe idi.
Ümmü
Kırîe, kendi kabilesinden 40 kişiyi "Medine'ye giriniz!" diyerek
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine salmıştı.[357]
Bu
Ümmü Kırîe; oğullarından ve oğullarının oğullarından 30 atlı hazırlayıp,
onlara:
"Medine'ye
gidiniz, Muhammedi öldürünüz!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ım! Oğullarını ona kaybettir!" diyerek onun aleyhinde dua etmişti.[358]
Ümmü
Kırîe on oğlan doğurmuş, onların hepsi de lider olmuşlardı.[359]
Ümmü
Kırîe'nin kavmi arasında şerefli bir mevkii vardı. Kavminin kraliçesi idi.[360]
Araplar
arasında, dillere destandı. Araplar, "Ümmü Kırfe'den daha emniyette olanı,
daha şereflisi yok!" derlerdi.
Ümmü
Kırîe'nin evinde 50 kişinin kılıcı asılı dururdu ki; hepsi de Ümmü Kırîe'nin
mahremi, ev halkı idiler.[361]
Zeyd
b. Harise ve arkadaşları Şam'a ticaret mallarıyla giderlerken, Vâdi'l-kurâ
yakınlarında Fezârelerden bir cemaat tarafından kılıçtan geçirilmişler ve
ticaret malları da yağmalanmıştı.
Zeyd
b. Harise şehitler arasında bir müddet baygın kaldıktan sonra kalkıp Medine'ye
gelmiş,[362] Benî Fezârelerle çarpışmadı
kça yıkanım amaya,[363] başına
yağ ve koku sürünmem eye and içmiş, kendisini Benî Fezâreler üzerine
göndermesini Peygamberimiz Aleyhisselamdan dilemişti.[364]
Zeyd
b. Hârise'nin yaraları iyileşince, Peygamberimiz Aleyhisselam, onu askerî bir
birlikle Benî Fezârelere gönderdi.[365]
Gönderilen
birlik, büyükçe bir süvari birliği idi.[366]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gönderirken, onlara:
"Gündüzleri
gizleniniz, geceleri gidiniz!" buyurdu.[367]
Kılavuz,
Zeyd b. Harise ve arkadaşlarının önüne düşüp Benî Fezârelere doğru yollandı.
Bedir
oğulları ise, kendilerine bir gözcü tayin etmişlerdi.
Her
gün, sabaha çıktıkları zaman, gözcü kendilerine ait bir dağın tepesine çıkıp,
yoldan kendilerine doğru gelenlere bakar, gelenleri bir günlük uzaklıktan haber
verir ve:
"Rahatça
uyuyunuz! Bu gecenizde size gelebilecek bir tehlike, bir zarar yok!"
derdi.
Zeyd
b. Harise ve arkadaşları bir gece kadar gittikten sonra, kılavuz yanıldı, başka
bir yola saptı. Akşama kadar, o yanlış yola devam ettiler. Yanıldıkianm
aniadıiar.[368]
Benî
Fezâreler, İslâm mücahidlerinin geldiklerini haber aldılar.[369]
Zeyd
b. Harise ve arkadaşları, Benî Fezâreleri geceleyin gafil iken basmayı
bekleyerek sabahladılar.
Sabaha
çıktıkları zaman, Benî Fezâreleri yurtlarından dağılıp gitmiş buldular. O
sırada, Benî Fezârelerden, dağılmamış küçük bir topluluğa rastladılar ve onları
kuşattılar.
Zeyd
b. Harise tekbir getirdi, arkadaşları da tekbir getirdiler.[370]
Şiddetle çarpıştılar.
Benî
Fezâreler bozguna uğradılar.[371]
Zeyd
b. Harise, Benî Fezâreleri araştırmak için ileri gitmekten, arkadaşlarını men
etti.
Benî
Fezârelerin belli başlı adamlarından Abdullah b. Mes'ade ile Kays b. Numan b.
Mes'ade öldürüldü.[372]
Öldürülenlerin
Mes'ade b. Hakeme'nin iki oğlu Numan'la Ubeydullah olduğu da rivayet edilir.[373]
Seleme
b. Ekvâ da, Benî Fezârelerden birinin ardına düşüp onu öldürdükten sonra,
araştırmaya devam ederek, Ümmü Kırfe Fâtıma binti Rebia'nın kızı Cariye binti
Malik b. Huzeyfe b. Bedr'i, Fezâre oğullarının çadırlarından birisinde
yakaladı.[374]
Seleme
b. Ekvâ, içlerinde kadın ve çocukların da bulunduğu bir topluluğun dağa doğru
seğirttiklerini görüp, ok atarak onlarla dağın arasını kesti. Kendilerinin
dağa kaçmalarını engelledi.[375]
Mücahidlerden
Kays b. Muhassir de, Ümmü Kırîe'nin ardına düşüp, onu yakaladı.[376]
Ümmü
Kırîe, çok yaşlı, koca bir karı idi.[377]
Peygamberimiz
Aleyhisselama sövüp saymaya başlayınca,[378]
Zeyd b. Harise onu öldürmesini Kays b. Muhassir'e emretti.[379] Kays
b. Muhassir de onu öldürdü.[380]
Benî
Fezârelerin ele geçirilebilen malları iğtinam edildi.[381]
Zeyd
b. Harise, Ümmü Kırîe'nin zırh gömleğini Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.[382]
Seleme b. Ekvâ, Malik b. Huzeyfe b. Bedr'in kızı Cariye'yi esir edip Medine'ye
getirmişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Seleme! Demek sen bir kadın esir aldın?" buyurdu ve bunu birkaç kere
tekrarlayınca, Seleme onu Peygamberimiz Aleyhisselamın istediğini sanarak,
Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, onu, alır almaz, Hazn b. Ebi Vehb'e bağışladı ki;[383] H
azn, Ebu Seleme'nin dayısı idi.[384]
Hicretin
6. yılında, her yeri kuraklık ve kıtlık sardığından,[385]
Ramazan ayında,[386]
Cuma günü[387] Peygamberimiz
Aleyhisselam Mescidde yağmur duası yaptı. [388]
Enes
b. Malik der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın devrinde bir kıtlık yılı gelip çatmıştı.
Bir
Cuma günü, Resûlullah Aleyhisselam ayakta hutbe irad buyururken, bir adam
minberin karşısında Dârü'l-kaza tarafındaki eski kapıdan içeri girip
Resûlullah Aleyhisselamın karşısında ayakta durdu[389] ve:
'Yâ
Rasûlallah! Yağmur kıtaldi! Her yeri kuraklık ve kıtlık sardı! [390]
Mallar,[391] develer, sığırlar,
davarlar,[392] atlar ve davar sürüleri
kırıldı! [393]
Çoluk
çocuklar aç kaldılar![394]
Çoluk çocuklar da, insanlar da helak oldular![395]
Yollar
kapandı! [396] Memleketleri kıtlık
sardı! [397]
Allah'a
dua et de, bize yağmur versin!1 dedi. [398]
Mescidde
bulunanlardan bazıları da, ayağa kalkarak seslendiler
'Yâ
Rasûlallah! Yağmurlar kıtaldi! Ağaçlar kurudu! Hayvanlar kırıldı! [399] Her
yeri kuraklık sardı! [400]
Yâ
Rasûlallah! Mallar helak oldu!
Bizim
için Allah'tan yağmur dile![401]
Allah'a dua et de, bize yağmur yağdırsın!' dediler.[402]
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ellerini kaldırdı.
Halk
da, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte ellerini kaldırdılar.
Resûlullah
Aleyhisselam ellerini o kadar kaldırmıştı ki, koltuklarının altlarını
görmüştüm.[403]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ey
Allah'ım! Bize yağmur ver! Ey Allah'ım! Bize yağmur ver! Ey Allah'ım! Bize
yağmur ver!1 diyerek dua etti.[404]
Vallahi,
o sırada biz gökyüzünde ne yoğun ne de ince hiçbir bulut, hiçbir şey
görmüyorduk. Bizimle Sel' dağı arasında ne bir ev, ne de bir mahalle vardı.[405]
Gökyüzü ayna gibi parlaktı.
Resûlullah
Aleyhisselam dua edince, birden bir rüzgâr koptu.[406]
Sel1
dağının arkasından, kalkan şeklinde bir bulut parçası belirdi, semanın ortasına
gelince yayıldı.[407]
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; bulutlar gökyüzünü kaplamadıkça,
Resûlullah Aleyhisselam ellerini indirmedi![408]
Yağmurun
yağmaya başladığını görünce de:
'Ey
Allah'ım! Bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!1
diyerek dua etti .[409]
Toplanan
bulutlardan, kırbadan boşanır gibi yağmurlar boşanmaya başladı.[410]
Yağmur
damlalarının Resûlullah Aleyhisselamın sakalına doğru süzülüp yuvarlandıklarını
gördüm![411]
Üzerimize
öyle yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitmeye yol bulamayacaktık![412]
Evlerimize
varıncaya kadar, sulara dala dala yürüdük.[413]
Öyle
ki, güçlü kuvvetli veya evi yakın olan gençlere bile, ev halklarının yanına
dönmek bir dert oldu.[414]
O
gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cumaya kadar hep üzerimize
yağmuryağdı durdu.[415]
Vallahi,
yedi gün güneş yüzü görmedik![416]
Cuma
günü, Resûlullah Aleyhisselamın ayakta hutbe irad ettiği sırada, aynı kapıdan
bir kimse içeri girdi. Resûlullah Aleyhisselamın karşısında ayakta dikildi.[417]
'Yâ
Rasûlallah! Evler yağmurdan yıkılmaya,[418]
hayvanlar sularda boğulmaya başladı![419]
Yollar kesildi.[420]
Yolcular yollarından geri kaldılar, zarariandılar.[421]
Allah'a dua et de, artık şu yağmuru dindirsin, bizden kessin!' dedi.[422]
Mescidde
bulunan cemaat de seslendiler:[423]
'Yâ
Rasûlallah! Evler yağmurdan yıkılmaya başladı! Yollar kapandı![424]
Yâ
Rasûlallah! Yağmurdan dubarlar yıkılıyor! Suların içinde boğulmaktan
korkuyoruz!
Yâ
Rasûlallah! Sular içinde boğulmaya başladık![425]
Allah'a
dua et de, şu yağmuru bizden kessin!' dediler.[426]
Resûlullah
Aleyhisselam, âdemoğlunun bu kadar çabuk usanmasına gülümsedi.[427]
Yine
ellerini kaldırdı ve:
'Ey
Allah'ım! Çevremize yağdır, üzerimize değil![428]
Ey
Allah'ım! Dağlara, tepelere, vadi içlerine ve ormanlara yağdır!' diyerek dua
etti.[429]
Dua
ederken de, eliyle semanın neresine, neredeki buluta işaret etti ise, orası
açıldı ve Medine üstü açık bir meydan gibi oldu![430]
Bulutların
sağa sola parçalandığını gördüm![431]
Bulutlar, Medine'nin üzerinden, elbise sıyrılıp çıkarılır, dürülürgibi
sıyrıldı![432] Medine'nin üzeri
tamamıyla açıldı. Artık bulutlardan Medine'ye bir damla bile düşmüyordu!
Medine'ye
baktım: Medine, taç giyinmiş gibi panldıyondu![433]
Biz
de, güneşte yürümeye çıktik.[434]
Kanat
vadisinin seli, bir ay durmadan aktı![435]
Hangi
yandan kim geldiyse, bol yağmur yağdığını söylemekte, haber vermekteydi."[436]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın altı türlü yağmur duası yaptığı sabit olmuştur.[437]
1. Peygamberimiz Aleyhisselamın yapmış
olduğu yağmur dualarının ilki, Hicretin 6. yılında Ramazan ayında-yukarıda ani
attı ğımız-yağm ur duası olup, Peygamberimiz Aleyhisselam bu duasına:
"Ey
Allah'ım! Bize yağmur ver!" diyerek duaya başlayınca, Ebu Lübâbe b.
Abdulmünzir.
"Yâ
Rasûlallah! Hurmalar daha kurutma yerlerinde bulunuyor!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, duasına devamla:
"Ey
Allah'ım! Ebu Lübâbe çırılçıplak koşup hurma kurutma yerinin su deliğini kendi
fotasıyla tıkamak zorunda kalıncaya kadar, bize yağmur ver!" dedi.
O
sırada, gökyüzünde hiçbir bulut görünmediği halde yağmur boşanmaya başlamış idi
ki, Ensar Ebu Lübâbe'nin çevresinde toplanıp:
"Ey
Ebu Lübâbe! Herhalde sen Resûlullah Aleyhisselamın dediğini yapmadıkça gökyüzü
açılmayacak, yağmurun arkası kesilmeyecek!" dediler.
Bunun
üzerine, Ebu Lübâbe kalkıp hurma kurutma yerine gitti. Hurma kurutma yerinin
deliğini kendi fotası yi a tıkayınca, gökyüzü açıldı! Yağmur kesildi.[438]
2. Hz.
Âişe'den rivayet edildiğine göre; halk Peygamberimiz Aleyhisselama yağmur
kıtlığından şikâyetlendiler.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam bir minber kurulmasını emretti. Namazgahta
kendisi için bir minber kuruldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, halka yağmur duasına çıkacakları bir gün de tayin etti.
O
gün, güneşin ziyası vurduğu zaman, namazgaha gitti.
Minbere
oturup tekbir getirdi.Yüce Allah'a hamdü sena etti.Sonra da:
"Siz.yurtlarınızın
kuraklık ve kıtlığından,yağmurun uzun zaman üzerinizden uzaklaşmış,gecikmiş
olmasından şikayetlendiniz.
Zaten.Allah
da Kendisine duada bulunmanızı size emretmiş,duanızı kabul buyuracağını da va'd
eylemiştir"buyurduktan sonra:
"Hamd,alemlerin
Rabbi,Rahman,Rahim,Kiyamet gününün sahibi Allah'a mahsustur.
Allah'tan
başka hiçbir ilah yoktur.
O
Allah, dilediğini yapar.
Ey
Allah'ım! Allah, yalnız Sensin!
Senden
başka hiçbir ilah yoktur!
Ganî
olan Sen'sin!
Bizler
ise, fakîr ve yoksullarız!
Sen,
bize yağmurunu indir!
İndirdiğini
de, bizim için, bir zamana kadar kuvvet kıl ve yetir!" dedi ve sonra da
ellerini kaldırdı; tâ koltuklarının ak yeri görününceye kadar, ellerini
kaldırmakta devam etti.
Sonra
cemaate arkasını döndü. Ellerini kaldırmış olduğu halde cübbesini çevirdi,
sonra cemaata döndü. Minberden inerek iki rekat namaz kıldı.
Derken,
Allah bir bulut yarattı.
Gök
gürlemeye, şimşek çakmaya başladı.
Allah'ın
izniyle öyle yağmur yağdı ki, Resûlullah Aleyhisselam Mescidine gelemedi!
Sellerin
aktığını, halkın siperlenecek yerlere koşuştuklarını görünce, azı dişleri
görününceye kadar güldü ve:
"Şehadet
ederim ki; Allah herşeye kadirdir! Ben de, O'nun kulu ve Resûlüyüm dür!"
buyurdu.[439]
3. Peygamberimiz Aleyhisselam Cumadan başka
bir günde de Medine'de yağmur duası yapmış,
fakat bu dua sırasında namaz kıldığı rivayet edilmemiştir.[440]
Peygamberimiz
Aleyhisselama bir çöl Arabi gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Ben senin yanına öyle bir kavmin yanından geliyorum ki; onların ne
azığını koyacak çobanları kalmıştır, ne de yayılacak hayvanları!"
demişti.[441]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ım! Mudarları kuraklık ve kıtlık yılına uğratarak onlara karşı bana yardım
et!" diyerek dua etmişti. [442]
Mudarlardan
bir adam gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Kuraklık ve kıtlık yılına uğramaları için Mudarlar aleyhinde dua
etmiştin.
Mudarlar
mahvoldu!
Artık
onların ne böğüren develeri, ne de bağıran küçük çocukları kaldı! [443]
Ey
Allah'ın Peygamberi! Aşın dereceyi bulan kuraklık ve kıtlıkyüzünden, bizde ne
kulaklarını kımıldatacak deve, ne de azığını koyacağımız bir çoban
kaldı!" dedi.
Adamcağız,
bu sözünü tekrarladıktan sonra, dönüp bir müddet bekledi. [444]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu çağırdı ve kendisine:
"Sen
ne demiştin?" diye sordu.
Mudarî
sözünü tekrarı adı. [445]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam minbere çıktı,
Allah'a
hamd ü sena etti.[446]
"Ey
Allah'ım! Sana dua ediyorum, duamı kabul buyur!
Senden
dilekte bulunuyorum. Dileğimi ver![447]
Ey
Allah'ım! Sen bizi kıtlıktan kurtarıcı, güzel ve iyi sonuçlu, her yanı kaplayıcı,
bol, iri da mi alı, [448] hiç
zarar vermeyen, yararlı,[449]
sağanaklı biryağmurla acele olarak sula!" diyerek dua etti.[450]
Daha
yatsı vakti olmadan, gökyüzünü bulutlar kapladı, yağmur yağmaya başladı.
Hangi
yandan kim geldi ise, "Ot ve su bolluğundan, hayat bulduk!" demekte;
yağmur haberi vermekte idi. [451]
Yedi
gün geçmeden, halk hayvanları için oüara ve sulara kanmış,[452]
yeni bir hayata kavuşmuşlardı.
Gelenlere:
"Su
ve ot bolluğundan, develer kulaklarını kımıldatmaya başladılar mı?" diye
sordukları zaman, onlar:
"Onlar
böğürmeye bile başladılar!" diyorlardı.[453]
4. Âbi'l-lahm oğullarının azadlısı Umeyr'in
görüp bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Zevrâ yakınında bulunan
Ahcâru'z-zeyt yanında ayakta dikilerek ellerini kaldırmış, yüzünü Kıbleye dönüp
yağmur duası yapmıştır.[454]
Ahcâruz-zeyt,
Harre mevkiinde idi. Taşları kara ve parlak olduğundan, "Ahcâruz-zeyt=Yağlı
taşlık" adını almıştır.
Ahcâruz-zeyt
Medine çarşılarından birisi olup, Peygamberimiz Aleyhisselam orada yağmur duası
yapardı. [455]
5. Halk kuraklık ve kıtlığa uğrayınca,
Peygamberimiz Aleyhisselam, başına siyah bir sank sarmış, sangının bir ucunu
arkasına salmış, omuzuna da Arapvâri bir yay asmış olduğu halde, Medine'den
çıkıp Bakîu'l-Garkad'a kadar gitti.
Ayakta
Kıbleye döndü, tekbir getirdi.
Açıktan
okuyarak ashabına iki rekat namaz kıldırdı.
Birinci
rekatta tekbir getirdi. İkinci rekatta Duhâ suresini okudu.
Sonra
da, kıtlıkyılının değişmesi için olmalı ki, cübbesini tersine çevirdi.
Sonra,
Yüce Allah'a hamd ve senada bulundu.
Daha
sonra, ellerini kaldırdı ve:
"Ey
Allah'ım! Memleketlerimiz boşaldı. Toprağımız küle döndü! Hayvanlarımız azaldı.
Ey
bereketleri oldukları yerden indiren,
Rahmeti
rahmet madenlerinden,
Yağmuru
bulundukları yerlerinden çıkarıp yayan Allah'ım!
Küçük
günahlardan bile mağfiret Senden dilenir.
Öyle
ise, toptan günahlarımızın yarlıganmasını da Senden diler, büyük günahlarımızdan
dolayı da Sana tevbe ederiz!
Ey
Allah'ım! Bulutları akıntılı, bol, ve iri damlalı ve İlâhî Arşının altından
bize yararlı olacak biçimde bereketlenmiş olarak üzerimize boşalt!
Yağdıracağın
yağmur, bizim için kurtarıcı olan, sıkıntı vermeyen, tekrar tekrar gelen,
eksilmeyen, mahsul yetiştiren, her yeri kaplayan, ucuzluk, bolluk veren
biryağmur olsun ki; otlar onunla çabukça bitip yetişsin, bizim için bereket
çoğalsın, hayırların her çeşidi bizi karşılasın, geri kalmasın!
Ey
Allah'ım! Sen, Kitabında, 'Biz, diri olan herşeyi sudan yarattık!' buyurdun.
Ey
Allah'ım! Sudan yaratılmış olanların, sudan başka birşeyle yaşaması mümkün
değil.
Ey
Allah'ım! İnsanlar ümitsizliğe düştüler.
Onlardan
ancak ümitsizliğe düşenler düştüler ve kötü zanlar beslemeye başladılar.
Onların
yaşlanmış hayvanları susuz kalmıştır.
Yavrusuz
kalan ana yavruları için nasıl inlerse, onlar da öylece inlemekteler!
Gökten
yağmur damlalan kesildi.
Bu
yüzden, onların kemikleri inceldi, etleri gitti, yağlan eridi!
Ey
Allah'ım! İnleyenlerin iniltisine, güçsüzlükten sesi çıkmayanların ağlamasına,
Senden başka rızkını verecek kimsesi bulunmayanlara acı!
Ey
Allah'ım! Susuz yabanî hayvanlara, yaylım için salınmış ehlî hayvanlara,
yemekten içmekten ağızları bağlanmış çocuklara acı!
Ey
Allah'ım! Belleri bükülmüş yaşlılara, emzikteki yavrulara, otlak arayan
hayvanlara acı!
Ey
Allah'ım! Bize bağışladığın gücü, kuvveti, daha çok kuvvet vererek arttır. Bizi
mahrum olarak geri çevirme!
Şüphe
yok ki, dua ve dilekleri işitip rahmetinle karşılayacak ancak Sensin ey
merhametlilerin en merhametlisi olan Allah!" diyerek dua etti.[456]
Resûlullah
Aleyhisselam daha duasını bitirmeden, hava birden değişiverdi: Öyle yağmur
yağmaya başladı ki, orada bulunan herkes, evlerine nasıl dönebileceklerini
bilemediler![457] Peygamberimiz
Aleyhisselam, yağmur duasına çıktiğı zaman, genellikle:
"Ey
Allah'ım! Kullarını, dilsiz hayvanlarını sula! Rahmetini yay! Ölmüş beldelerini
ıslatıp dirilt!" diyerek dua edendi.[458]
6. Tebük seferi sırasında, Müslümanlar,
sabaha çıkınca, yanlarında su bulunmadığından, susuzluktan Peygamberimiz Aleyhisselama
şikâyetlendiler.[459]
Müslümanlar
arasında bulunan münafıklardan bazıları da:
"Eğer
Muhammed bir peygamber olsaydı, Musa Peygamberin kavmine Allah'tan yağmur
dileyip yağmur yağdırdığı gibi, o da Allahtan yağmur diler, yağmur
yağdırırdı!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunu işitince:
"Demek
onlar böyle söylediler hâ?i
Rabbinizin
sizi yağmurla sulayacağını umarım!" buyurdu.[460]
Hz.
Ömer der ki:
"Konak
yerlerinden biryere konmuş ve orada dayanılmaz bir susuzluğa uğramıştık ki,
susuzluktan boyunlarımız kopacak sanmıştık!
Adam
çıkıp su aramaya gidiyor, su araya araya boynunun koptuğunu sanacak dereceye
gelmedikçe, geri dönmüyordu!
Hatta,
adam boğazladığı devesinin işkembesindeki tersini sıkıp suyunu bile içiyordu! [461]
O
sırada, Ebu Bekir:
'Yâ
Rasûlallah! Hiç şüphesiz, Allah Senin duanı hayırla karşılar. Bizim için dua
ediversen?' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sen
benim dua etmemi istiyor musun?' diye sordu.
Ebu
Bekir
'Evet!'
dedi.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ellerini kaldırdı, daha ellerini indimnemişti
ki, gök eğildi, karardı, gökten yağmur boşanmaya başladı!
Halk,
yanlarındaki bütün kaplarını doldurdular.
Gidip
baktığımızda, yağan yağmuru, ordugâhın ötesine geçmiş bulmadık!"[462]
Abdullah
b. Ebi Hadrad da, bu yoldaki müşahedesini şöyle anlatır:
"Resûlullah
Aleyhisselamın Kıbleye dönüp dua ettiğini gördüm:
Vallahi,
gökte hiçbir bulut görmüyordum.
Resûlullah
Aleyhisselam daha duasını bitirmemişti ki, her yandan kaynaşan bulutlara
bakıyordum.
Resûlullah
Aleyhisselam bulunduğu yerden daha aynlmadan, gök, suyunu üzerimize boşalttı!
Resûlullah
Aleyhisselamın, boşanan yağmur sırasında getirdiği tekbirini hâlâ işitiyor
gibiyimdir!
Kendisinin,
o sırada:
'Şehadet
ederim ki; ben Allah'ın Resûlüyümdür!' buyurduğunu da işitmişimdir.
Bir
müddet sonra, Allah üzerimizden buluttan dağıttı.
Yağmur
ancak yeryüzünden bir kısmına yağmıştı.
Halk
en sonuncusuna kadar içtiler ve suya kandılar."[463]
Yağmur
duası; istiğfar ve hatnci ü sena ile Allahtan yağmur dilemektir. Kitab ve
sünnetle, icma ile meşrudur.[464]
Hz.
Ali:
"Yağmur
duasına çıktığınızda, Allah'a hamd ediniz, O'na lâyık olduğu üzere senada
bulununuz!
Peygamber
Aleyhisselama salât ü selam getiriniz!
Allah'tan
yarlıganmak dileyiniz!
Çünkü,
yağmur duasına çıkmak istiğfardır, Allahtan yarlıganmak dilemektir"
demiştir.[465]
Hz.
Ömer, halifeliği sırasında, halkı namazgaha çıkardı. Orada, Allah'a dua ve
istiğfarda bulundu. Fakat, namaz kıldırmadı. Böyle, istiğfar üzerine birşey
arttırmaksızın dönünce, kendisine:
"Ey
mü'minler emîri! Biz senin yağmur duan gibisini görmedik!?" dediler.
Hz.
Ömer, Nuh Aleyhisselamın:
"Artık
Rabbinizden mağfiret dileyiniz ki, O çok yariıgayıcıdır; böylelikle, gökten,
üzerinize bol bol yağmur salıversin! Üstelik, sizin mallarınızı, oğullarınızı
da çoğaltsın! Size bağlar, bostanlar versin, ırmaklar akıtsın!"[466]
"Ey
kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyiniz!
Sonra,
O'na tevbe ve rücu' ediniz ki, üstünüze gökten bol bol feyzini göndersin,
kuvvetinize daha fazla kuvvet katsın!" dediğini anlatan âyetleri okudu.[467]
Ömer
b. Abdulaziz de, Meymun b. Mihran'a yazdığı yazıda şöyle demiştir:
"Ben,
'Filan ayda filan günde yağmur duasına çıksınlar! Oruç tutmaya gücü yeten
kişiler oruç tutsunlar! Sadaka vermeye gücü yetenler de sadaka versinler!1
diye, şehirler halkına yazı yazdım.
Çünkü,
Yüce Allah, 'Gerçekten iyi temizlenen ve Rabbinin ismini zikredip de namaz
kılan kimse, umduğuna ermiştir1 [A'lâ: 14-15] buyuruyor.
Atanız
Âdem ve ananız Havva'nın dediği gibi; 'Ey Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik.
Eğer Sen bizi bağışlamazsan, muhakkak, biz hüsrana düşenlerden oluruz!' [A'râf:
23] deyiniz!
Nuh'un
dediği gibi deyiniz ki; o, 'Ey Rabbim! Ben, bilmediğim şeyi senden istemekten
Sana sığınırım! EğerSen beni yarlıgamazsan, hüsrana düşenlerden olurum!' [Hûd:
47] dedi.
Musa'nın
dediği gibi de deyiniz ki; 'O, 'Ey Rabbim! Ben gerçekten kendime yazık ettim!
Artık Sen beni yarlığa!' dedi. Bunun üzerine Allah da onu yarlıgadı. Çünkü, O
çok yari ıgayıcı, çok esirgeciyidir.' [Kasas: 16]
Yunus'un
dediği gibi de deyiniz ki; o, 'Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni her
noksandan uzak tutarım. Ben gerçekten kendisine yazık edenlerden oldum!'
[Enbiyâ: 87] dedi."[468]
.
Yağmur
duasına üç gün ardarda çıkılır. Çıkılmadan önce, yoksullara sadakalar verilir.
Tevbeler yenilenir. Müslümanlar için, Allah'tan yariıganmak dilenilir.
Yapılagelen bütün zulümler, haksızlıklar bırakılır. Ehlî hayvanlar yavrularıyla
birlikte götürülüp, duaya çıkılan yerde birbirlerinden ayrılarak aralarında
meydana gelen meleşmeler, böğürüşlerle... ihtiyacın ağırlığı sergilenir, herkes
rikkate, heyecana getirilir. Çok yaşlanmış ihtiyarlar ile küçük çocuklar da
birlikte götürülür. Çünkü, rahmetin inmesi, zayıflar yüzündendir.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sizler
ancak zayıflarınız yüzünden geçindiriliyor, yardım olunuyor değil
misiniz?" buyurmuştur.[469]
Yağmur
duasına yürünerek gidilir. Temiz ve fakat eski, hatta yamalı elbise giyilir.
Başlar önlere eğilir, boyunlar bükülür. Tevazulu, alçakgönüllü, huzû ve huşûlu
olunur.
Yağmur
duası için, kır yere çıkılır.
Ancak,
Mekkeliler Mescid-i Haram'da, Medineliler Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mescidinde, Kudüslüler de Mescid-i Aksâ'da toplanırlar.
Şüphesiz
ki, kutsal, şerefli mekânlar, rahmetin daha çabuk ve çok inmesine sebep
olurlar.
Medine'de,
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurundan başka yerde yağmur ve rahmet
istenilmez. Çünkü, onun hakkında Yüce Allah, "Biz seni âlemlere rahmet
olarak gönderdik" [Enbiyâ: 107] buyurmuştur. O, günahkârların şefaatçi sı
dır.
Hayvanlar,
Medine'de Mescidin kapısında durdurulur.
Yağmur
duasında imam Kıbleye döner, ellerini kaldırır, dua eder; cemaat de, oturmuş
oldukları halde, imamın duasına "Amîn!" derler.
Yağmur
duasına çıkılınca iki rekat namaz kılmak da caizdir (Şürünbilâlî,
Merâkı'l-felâh, s. 451-453).
Peygamberimiz
Aleyhisselamın, yağmur duasında, bayram namazlarında olduğu gibi, açıktan okuyarak
iki rekat namaz kıldığı da olmuştLjr.[470]
İmam
Malik bu husustaki bir soruyu cevaplarken der ki:
"İmam
namaza hutbeden önce başlar. İki rekat namaz kılar. Sonra Kıbleye döner.
Kıbleye dönerken, cübbesini çevirir. Cübbesinin sağını solunun üzerine, solunu
da sağının üzerine koyar. (Cübbenin alttan sol eteği sağ elle, sağ eteği sol
elle tutulur. Eller arkadan çevrilerek, sağ elle tutulan etek sol omuza, sol
elle tutulan etek de sağ omuza atılır. Böylece, cübbenin aşağısı yukarıya, sağı
sola, solu da sağa gelmiş olur). Cemaat de, yönleri Kıbleye doğru olmak üzere
oturmuş bulunurlar. İmam ayakta hutbe okur ve dua eder."[471]
İmam
Ebu Yusuf'a göre; imam halkı yağmur duasına çıkarır. Onlara iki rekat da namaz
kıldırır. Rekatların ikisinde de, açıktan okur. Sonra, orada, ayakta dikilerek
halka yüzünü döndürür, hutbe okur. Hutbeye başlayacağı sırada, cübbesini
çevirir. Bunu, cübbesinin yukarısını aşağıya, aşağısını yukarıya getirerek
yapar. Çevrilecek sof elbise ise, onun sağ eteğini sol omuzuna, sol eteğini de
sağ omuzuna koyar.
Halk
imamın karşısında bulunur. Onlar, cübbelerini çevirmezler.
İmam
hutbesinde Allah'a dua eder, boynunu büküp yalvarır, Allah'tan mü'minler için
yarlıganmak diler.[472]
Hz.
Ali; Ramazan ve Kurban bayramlarında ve yağmur duası namazında birinci rekatta
yedi, ikinci rekatta beş tekbir alır, hutbeden önce namaz kılar, namazda
okuyacağı sûreleri açıktan okurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Hz. Ebu Bekir de, Hz. Ömerve Hz. Osman da böyle yapardı. [473]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın kıldığı iki rekat yağmur duası namazının birinci rekatında
Tekvir, ikinci rekatında Duhâ sûresini;[474]
birinci rekatında Şems, ikinci rekatında Leyi sûresini;[475]
birinci rekatında A'lâ, ikinci rekatında Gâşiye sûresini okuduğu da rivayet edilmiştir.[476]
Yağmur
duası için ezen okunmadığı gibi, kamet de getirilmez.[477]
Sefer,
Hicretin 6. yılında, Şevval ayında idi.[478]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Zû Kared'den dönüşünden sonra olduğu da rivayet edilir.[479]
Seferin
mevkii olan Zülcedr, Küba nahiyelerinden olup, Medine'ye uzaklığı, deve
yürüyüşüyle altı mil kadardır, Ayr dağının yakınındadır.[480]
Buthan vadisi, suyunu oradan alır.[481]
Başka
rivayete göre; seferin mevkii Cemmâ idi.[482]
Cemmâ;
Medine'ye, Akik nahiyesinden Cüruf1 e kadar 3 mil uzaklıkta küçük
bir dağdır. Oradaki iki küçük dağdan en küçüğüdür.[483]
Benî
Muharib ve Sa'lebelerie yapılan savaşta alınan esirlerden, Peygamberimiz
Aleyhisselama Yesar adında bir köle düşmüştü.[484]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun gizlice namaz kılmakta olduğunu görünce, kendisini
kölelikten azad etmişti.[485]
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam Yesar'ı Cemmâ nahiyesi yaylımındaki
develerini görüp gözetmekle görevlendirmişti.[486]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Cemmâ yaylımında yayılan develeri 15 kadardı.[487]
Orada,
yayılan zekat develeri de vardı.[488]
Müslüman
halkın develeri de Cemmâ'da yayılmakta idi.[489]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına, Becîle kabilesinden,[490] Uraynelerden
8 kişi gelmişti.[491]
Bunların
dördü Uranîlerden, üçü Ükllerden,[492] birisi
de Süleym oğullarındandı.[493]
Uranîler,
Kahtan; Ükller ise, Adnan soyundan idiler.[494]
Medine'ye
gelen bu adamlar, açlıktan son derecede zayıflamışlar, arıklamışlar, neredeyse
ölecek hale gelmişlerdi.[495]
Çok
hastalıklı ve sıtmalı idiler, karınlan da şişmişti.[496]
Sararmış, solmuşlardı.[497]
Bunlar,
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Sana
İslâmiyet üzerine bey'at edeceğiz!" dediler, bey'at ederek Müslüman
oldular,[498] kelime-i tevhidi
söylediler.[499]
Halbuki,
onlar yalancı idiler. Müslüman olmayı özlerinden istiyor değillerdi.[500]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mescidinin Suffasında oturdular.[501]
Medine'nin
havasını kaldıramadılar, daha çok hastalandılar.[502]
Vebaya,[503] dalak sancısına
tutul-dular.[504]
Rivayete
göre; onların tutuldukları hastalık Medine humması (sıtması) idi.[505]
Onlar,
Medine'den çıkıp gitmeyi istemeye başladılar:
Medine'nin
yemekleri; abdest, gusül, cihad... kendilerinin hoşlarına gitmedi, işlerine
gelmedi.
"Yâ
Rasûlallah! Bizi barındır, yedir, geçindir![506] Yâ
Rasûlallah! Bize süt bul!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Siz
Resûlullahın develerinin yanına gitmedikçe, size burada içirecek süt
bulamam!" buyurdu.[507]
"Yâ
Rasûlallah! Şu ağrılar başımıza gelmiş bulunuyor. İzin versen de, biz develerin
yanına gitsek?[508]
Yâ
Rasûlallah! Bizler hayvan sahipleriyiz. Ekin ve arazi sahipleri değiliz.[509]
Medine'nin havası bize ağır geldi!" dediler.[510]
Hallerinden
şikâyetlendiler.[511]
Medine'nin dışında bir yana gönderilip orada bakılmalarını istediler.[512]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"İsterseniz,
siz zekat develerinin bulundukları yere kadar gidip onların sütlerinden ve
sidiklerinden* içebilirsiniz!" buyurdu[513] ve:
"Develerin
sütlerinden ve sidiklerinden nasiplenmeniz için çobanımızla gidebilir
misiniz?" diye sordu.
"Evet!"
dediler, çıkıp gittiler.[514]
Üç
ay kadar, develerin yanında kaldılar.[515]
Develerin
sütlerinden ve sidiklerinden içerek sıhhat buldular.[516]
Benizleri yerine geldi.[517]
Hastalıklarından kurtulup sıhhat buldukları zaman, çok semizlediler ve hatta,
semizlemekten, karınlarında büklümler bile meydana geldi. [518]
O
sırada, Medine'de mum, yâni birsam denilen bir çeşit akıl bozukluğu hastalığı
da zuhur etmişti.[519]
Mum;
birsamla birlikte gelen humma hastalığı olup, bunun yüzde ve bedende çiçek
sivilcelerinden daha küçük sivilceler çıkan bir hastalık olduğu da
söylenmiştir.[520]
İyileşip
Medine'ye gelen bu adamlar:
"Yâ
Rasûlallah! Medine'de şu mum hastalığı zuhur etmiş bulunmaktadır. Bize izin
verilse de, develerin yanına dönsek?" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur!
Gidiniz, orada bulununuz!" buyurdu.
Gittiler.[521]
Bu
nankör adamlar, Harre nahiyesinde bulundukları sırada, kâfirlik yoluna
saptılar.[522]
Sabahleyin,
Peygamberimiz Aleyhisselamın develerinin yanına vardılar, onları sürüp
götürdüler.[523]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın azadlısı Yesar, yanına birkaç kişi alıp, onlara yetişti.[524]
Gaddar
adamlar çobanların üzerlerine yürüdüler,[525]
Yesar'ı yakaladılar,[526]
boğazladılar.[527] Ellerini, ayaklarını
kestiler. Son nefesini verinceye kadar onun diline ve gözlerine diken
batındılar, çekip gittiler.[528]
Amr
b. Avf oğulları kadınlarından bir kadın, merkebinin üzerinde oradan geçerken,
bir ağacın altında Yesar'ın cesedini gördü. Kavminin yanına dönünce,
gördüğünü, onlara haber verdi.
Onlar
da, Yesar'ın ölüsünün bulunduğu yere doğru gittiler, ölüsünü Küba'ya
getirdiler.[529] Küba'da gömdüler.[530]
Facianın
habercisi "İmdad!" diye seslenerek Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına geldi[531] ve:
"Çobanı
öldürdüler, develeri sürüp götürdüler!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ın süvarileri! Hayvanlarınıza bininiz!" denilerek İslâm
mücahidlerine seslenilmesini emretti.
Süvariler
hemen atlandılar.[532]
Haber
Peygamberimiz Aleyhisselama gündüzün başında erişmişti.[533]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, canileri yakalamak üzere, arkalarından acele 20 süvari saldı.[534]
Süvari
birliğine Kürz b. Cabir"i kumandan tayin etti.[535]
Kumandanlığa
Saîd b. Zeyd'in tayin edildiği de rivayet edilir.[536]
Canilerin
izlerini sürmek üzene, süvarilerin yanlarına bir iz sürücü de katıldı. [537]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, süvari birliğini gönderirken, Ükl ve Uranîler aleyhinde:
"Ey
Allah'ım! Onlara, yollarını kör et! Yollarını, tek deve yolundan daha dar ve çıkmaz
et!" diyerek dua etti.[538]
Süvariler,
Ükl ve Uranîlere, Münakka'nın üst tarafında yetiştiler.[539]
Münakka;
Medine'nin doğusunda, Irak yolunda biryerdir.[540]
Ükl
ve Uranîler, Harre'de yattılar Sabaha çıkınca, yemeklenini yediler
İslâm
süvarileh, onların ne tanafa savuşup gittiklenini bilemediler
O
sınada, deve küneği, kolu taşıyan bin kadına rastladılar, onu tuttular.
Kendisine:
"Yanında
taşıdığın nedir?" diye sordular.
Kadın:
"Bir
cemaate rastlamıştım. Onlar bir deve kesmişlerdi, bunu bana onlan
verdiler" dedi.
İslâm
süvarileri:
"Şimdi
onlar nerededir?" diye sordular.
Kadın:
"Onlar
şuradaki çölün kana taşlığındadırian.
Onaya
doğnu gittiğinizde, kendilerinin ateşlerinin tüttüğünü gürünsünüz!" dedi.
İslâm
süvarileh hemen onaya doğnu gittiler.
Ükl
ve Unanîlenin yemekten kalktıkları sırada onları kuşattılar, teslim olmalarını
istediler.
Hiçbirini
kaçırmadan, hepsini esir ettiler,[541]
bağladılar, terkilerine alıp Medine'ye getirdiler
O
sınada Zegabe'de bulunan Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vandılan.[542]
Ükl
ve Unanîleni seyretmek üzene, Enes b. Malik ile bazı çocuklar da, süvarilerin
ankasından, oraya geldiler.[543]
Gündüz
epeyce ilenlemişti.[544]
Ükl
ve Uranîler, Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı ve çobanı olan Yasar'ı
ellerini, ayaklarını kesmek, gözlerine ve diline diken batırmak suretiyle şehit
etmişlerdi.[545]
Bunlar,
hem hırsızlık yapmışlar, hem adam öldürmüşler, hem de İslâm olduklarını
söyledikten sonra kâfirlik yoluna sapmışlar,[546]
irtidad etmişler,[547]
Allah'a ve Resûlüne karşı harp açmışlardı.[548]
Ükl
ve Uranîlerin, ceza hukukunca, yaptıklarının aynı kendilerine yapılmak
suretiyle cezalandırılmaları gerekiyordu.[549]
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam, İslâm süvarilerine emretti: Ükl ve Uranîlerin
elleri ve ayakları kesildi, gözlerine de mil çekildi.[550]
Enes
b. Malik der ki:
"Onlar
çobanın gözlerine diken batırdıkları için, Peygamber Aleyhisselam da, buna
karşılık, onların gözlerine mil çektirmişti.[551]
Mil
çekilmeden önce, milleri kızdırdılar, onları canilerin gözlerine sürdüler.
El
ve ayaklarının kesilen yerlerini de, kanlarının dinmesi için, dağlamadılar.[552]
Sonra
da, teşhir için, asıldılar.[553]
Öylece
Harre'de bırakıldılar, ölüp gittiler.[554]
Ükl
ve Uranîlerin böyle cezalandırılmaları, İslâm çobanını aynı şekilde öldürmüş
olmalarından ileri gelmiş, kendileri de aynı şekilde cezalandırılmışlardı.[555]
Bu,
bir kısas idi.[556]
Kısasta ise hayat vardı.[557]
Kötüleri, zalimleri yaptıklarının, yapacaklarının aynı ile
cezalandırılacaklarını gözlerinin önüne sererek korkutmak; kendilerini bu kötü
tutum ve davranışlarından alıkoymak; ve özellikle, Müslümanların hayatını
korumayı sağlamak vardı.[558]
Kur'ân-ı
Kerîm'in bu husustaki hükmü de şöyledir:
"Allah'a
ve Allah'ın Resûlüne harp açanların, yeryüzünde yol kesmek suretiyle
fesatçılığa koşanların cezası, ancak, öldürülmeleri, yahut asılmaları, ya da
sağ elleri ile sol ayaklarının çaprazvari kesilmesi, ya da bulundukları yerden
sürülmeleridir.
Bu,
onların dünyada rüsvaylığıdır. Âhirette ise, onlara pek büyük bir azap da
vardır."[559]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Zegabe'den Medine'ye gelip Mescidinde oturduğu sırada, Seleme b.
Ekvâ ile Ebu Rühm el-Gıfârî, canilerin ellerinden kurtardıkları 14 deveyi
Mescidin kapısı önüne getirmişlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlara doğru varıp baktı da, Hına diye anılan deveyi göremeyince:
"Ey
Seleme! Hına nerede?" diye sordu.
Seleme:
"Ükl
ve Uranîler onu boğazlamışlar, ondan başkasını boğazlayamamışlar!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Git,
bak, bir yer bul; bunlar orada yayılsınlar!" buyurdu.
Seleme
b. Ekvâ, onlar için Zülcedr kadar uygun bir yer bulunamayacağını söyledi.
Bunun
üzerine, develer tekrarZülcedr'e gönderildiler ve orada kaldılar.
Her
gece develerin sütleri sağılıp Peygamberimiz Aleyhisselama getirilirdi.[560]
[1] İbrı Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ,c.4, s. 284, 285, İbn Abdilberr, İstiâb, t 4, s. 1445,
İbnEsîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 247.
[2] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1 445, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 248.
[3] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 285.
[4] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1 445.
[5] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 285, 286.
[6] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 17.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/163-166.
[7] İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 448.
[8] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 260, 261.
[9] İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 448, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 260.
[10] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 307.
[11] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 261.
[12] İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 448.
[13] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 307, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 448, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 260.
[14] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 448, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 260.
[15] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 307.
[16] İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 448, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 260.
[17] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 260.
[18] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/166-168.
[19] Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 40.
[20] Vâki cif, Megâzî, c.2,
s. 443, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66.
[21] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 306.
[22] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/168-169.
[23] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 376.
[24] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 2, s. 78.
[25] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 457.
[26] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 2.
[27] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 457.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/169.
[28] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78.
[29] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
534, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78.
[30] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.
348, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 52, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 240.
[31] İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks. 1, s. 311.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
534.
[33] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78.
[34] Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 2, s. 154.
[35] Vâki dr, Megâzı, c.2, s.
534, İbn Sa'd, t 2, s. 78.
[36] Vâki df, Megâzı, c.2, s.
534.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
534.
[38] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.3, s. 214.
[39] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
396, İbn Sa'd,Tabakâtü'l-kübrâ,c.2,s.61 ,Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe,c. 3,s. 371
Zehebî, Megâzî, s. 201, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 83.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.
396, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 61.
[41] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
534,535.
[42] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 276, 277.
[43] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
C. 3, S. 24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/169-171.
[44] Vâkıdî, Megâzî.c.2, s.
535, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78, İbnSeyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s.
78.
[45] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78, İbn 5eyf\d, U^nu'l-eser, c. 2, s. 78.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/171-172.
[46] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 452, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1387, İbn Atodilberr, İstiâb, c. 1.S.213.
[47] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c.5,s. 550.
[48] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
1, s. 203.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/172.
[49] Sem hûdf, Vetâu'l-vela,
c. 1, s. 31 0.
[50] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübra, c.5,s. 550.
[51] İbn İshak.İbnHisam,
Sîre,c.4, s. 287.
[52] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 452, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 7. 51
[53] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/172-173.
[54] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 287.
[55] Ahmedb. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 452, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 7,118, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1386.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/173-174.
[56] Ahm ed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 246.
[57] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 452, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 7,118, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1386.
[58] Ahm ed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 483.
[59] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 288.
[60] İbn İshak, İbn Hisam
,Sîre, c. 4, s. 288, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 145, Buhârî, Sahîh, c.
6, s. 200, 201, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1084, 1085, Dârimî, Sünen, c. 2, s.
25, 26, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 5, s. 31.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/175.
[61] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 288, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 246, 247, Buhârî, Sahîh,
c. 5, s. 118, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1386, İbn Abdilberr, İstiâb, c. l.s.215,
İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c. 1 ,s.294.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/175.
[62] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 452, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 8.
[63] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 288.
[64] İbn E ar, Usdu'l-gâbe,
c. 1, s. 295.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 288, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 452, Buhân Sahih, c. 5, s. 118,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1387.
[66] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 1, s. 214, 21 5.
[67] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 288.
[68] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 550, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 215.
[69] Halebî, İnsânu'l-uyün,
c. 3, s. 172.
[70] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 288.
[71] İbn Abdilberr, İ stiâb,
c. 1, s. 215.
[72] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 146.
[73] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 288.
[74] İbn ^Jûdilberr, İ stiâb,
c. 1, s. 215.
[75] İbn EsTr, Usdu'l-gâbe,
c. 1, s. 295, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/175-177.
[76] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
535, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 78, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 83.
[77] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 292, Taberî, Târîh, c. 3, s. 59, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
200, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 188, Zehebî, Megâzî, s. 275, İbn Haldun, Târîh,
c. 2,ks. 2, s. 32.
[78] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 348.
[79] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 53.
[80] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre.c. 3, s. 1 78,193, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 354, 355, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 2, s. 55, 56, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 94, Buhârî, Sahih, c. 5, s.
40, İbn Kayyım, Zâdu'l-m ead, c. 1, s. 367.
[81] Vâkıdî, Megâzî, d, s.
355, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 53.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
535, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 78, 79.
[83] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 200, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. 32.
[84] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 4, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 677.
[85] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre,c.3, s. 392, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 536, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 79, Taberî, Târîh, c.3, s. 59, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 83,
Zehebî, Megâzî, s. 275, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 155.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/177-179.
[86] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 292, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 79, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 83, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 154.
[87] İbn İshak, İbn Hişam, c.
2, s. 292, Tabeıf, c. 3, s. 59, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 188 İbn Seyyid, Uyun,
c. 2, s. 83, Zehebî, Megâzî, s. 275, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 1 49, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 154, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s.
3, 4, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 2, s. 677.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
536.
[89] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 292, Taberî, c. 3, s. 59, Diyarbekrî, c. 2, s. 3,4.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/179.
[90] Vâkıdî, c. 2, s. 536,
İbn Sa'd, c. 2, s. 79, Kastalânf, c. 1, s. 155, Diyarbekrî, c. 2, s. 4, Halebî,
c. 2, s. 677, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 147.
[91] İbn Sa'd, c. 2, s. 79,
Kastalânf, c. 1, s. 155, Diyarbekrî, c. 2, s. 4, Halebî, c. 2, s. 677, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 147.
[92] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
536.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/179-180.
[93] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
536, İbn Sa'd, c. 2, s. 79, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 348,
Ebut-Tayyib, Ikdu'ssimfn, c. 1, s. 251, Kastalânf, c. 1, s. 1 55, Halebî, c. 2,
s. 677, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 147.
[94] Vâkıdîı Megâzîıc.2,s.536.
[95] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
536, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 79, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 188,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 83, Zehebî, Megâzî, s. 275, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 149, Ebul-Tayyib, Ikdu's-simfn, c. 1, s. 251 , Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 155, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 4,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 677, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 147.
[96] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 292, Taberî, Târih, c. 3, s. 59, İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s.
201, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 188, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 83, Zehebî,
Megâzî, s. 275, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 149, Diyarbekrî,
Târîhu'l- hamîs, c. 2, s. 4.
[97] Vâkıdî, M egâzf, c.
2,s.536,İbn Sa'd,Tabakât,c.2, s. 79, E bu't-Tayyib, I k du's-sim fn, c. 1, s.
251, Kast alânf, M evâhib, c. 1, s. 1 55, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s.
4, Halebî, c. 2, s. 677, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 147.
[98] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
546, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 79.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 292, 293, Taberî, c. 3, s. 59, 60, İbn Seyyid, c. 2, s. 83.
[100] İbn Esîr, Kâm il, c. 2,
s. 188.
[101] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
536.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/180-181.
[102] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 293, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 537, İbn Sa'd, c. 2, s. 7 79, İbn Se^id, c.
2, s. 83, Diyarbekrî, c. 2, s. 4, Halebî, c. 2, 677, Zürkânı, c. 2, s. 1 47.
[103] Vâki di, Megâzı, c. 2,
s. 537, İbn Sa'd, c. 2, s. 79, Kastalânf, c. 1, s. 155, Diyarbekn, c. 2,
s. 4, Halebî, c. 2, s. 677, Zürkânı, c.2,s.148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/181.
[104] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
537.
[105] İbn Sa'd, Tabak âtü'l -k
übrâ, c. 2, s. 80, Bel âzuıî, E nsâbu 'l-eşrâf, c. 1, s. 349, E bu'l -F erec İ
b nü'l-C evzf, el -Vefa, c. 2, s. 696, Ebul-Tayyib, Ikdu's-simfn, c. 1, s. 252,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 155, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
2, s. 5, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 148.
[106] Belâzurî, Ensâb, c. 1,
s. 348,349, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 84, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 1,
s. 311.
[107] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 80.
[108] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 182.
[109] Semhüdî, Vfetâu'l-vela,
c. 4, s. 1 276.
[110] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 321.
[111] Semhüdî. Vetâu'l-vefâ.
c. 4. s. 1 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/181-182.
[112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
538, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 492.
[113] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
538.
[114] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 494.
[115] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
539.
[116] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 149.
[117] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
538.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
539.
[119] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
1, s. 481.
[120] Zürkânf, Mevâhib Şerhi,
c. 2, s. 1 49.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
539, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 149.
[122] Zürkânf, Mevâhib Şerhi,
c. 2, s. 1 49.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/182-183.
[123] VâkıclP, Megâzî, c. 2,
s. 539.
[124] Bu hân , Sahih, c. 4, s.
27.
[125] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Müslim,
Sahih, c. 3, s. 1436.
[126] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 294.
[127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
539, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52,
Müslim, Sahîh, t 3, s. 1436.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
539, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 27, c. 5, s. 71 .Müslim, Sahih, c. 3, s. 1432.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/184.
[129] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
[130] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 294, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 540, Bu hân, Sahih, c. 4, s. 27,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1436.
[131] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Müslim,
Sahih, c. 3, s. 1436.
[132] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
[133] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52-53, Müslim, Sahih, c. 3, s.
1436,1437.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/185.
[134] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53.
[135] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 53, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1437.
[136] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 82, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim, SahıVı, c. 3, s. 1437.
[137] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, 83, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1437.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/186.
[138] İbn İshak.İbnHişam,
SiYe,c.3, s. 294.
[139] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 80, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 187.
[140] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 294, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 187.
[141] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 539, 540.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/187.
[142] İbn İsfıak.İbn Hişam,
Sîre.c.3, s. 294, 295, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 541,542.
[143] İbn İshakjbn H işam, S
îre, c. 3, s. 295, Vâki cif, Megâzî, c.2, s. 542, Taberî, Târih, c. 3, s. 62.
[144] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 143, 144.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/187-188.
[145] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 191 , Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 48, 49.
[146] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
544, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 321.
[147] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 4, s. 191 , Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. c. 2, s. 49.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/188-189.
[148] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 295, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 542, Taberî, Târih, c. 3, s. 63.
[149] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 202.
[150] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c. 3, s. 297,298.
* Mes'ade b. Hakeme ve Evbar (Üsar)'ın
yardımlarıyla (Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 151).
[151] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 83, Ahmed b. Han bel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim, Sahih, c. 3, s.
1437.
[152] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 368.
[153] İbn İshak.İbnHişam,
SPre,c.3, s. 296.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
543.
[155] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 83, Ahmed b. Han bel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1438.
[156] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 150.
[157] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 83, Ahmed b. Han bel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1437.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/189-192.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
540.
[159] Zehebî, Si yem
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 321.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
540.
* Mes'ade, baskıncı müşriklerin başı ve
kumandanı idi (İbnSeyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 86).
[161] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 4, s. 192, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 49, Halebî, İnsanu'l-uyûn, c.
2, s. 683, 684.
[162] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
540.
[163] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
546, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 80, 81.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/192-194.
[164] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 86.
[165] Ahmed Zeynf Dahlan,
Sîre, c. 2, s. 70
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/194.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
539, 546, 547, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 80, 81, 83.
[167] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 297, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 544, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 322.
[168] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 193, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 50.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/194-195.
[169] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 297.
[170] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
542, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 81.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
546.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/195.
[172] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 480 İtan Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1732.
[173] Vâki cif, Megâzı, c. 2,
s. 55, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 480, İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1731,1732, İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c.
6, s. 250, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 322.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
544, 545.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/195-196.
[175] Vâkıdî, c. 2, s. 547,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 81, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 50, 51.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
547.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/196.
[177] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 83, 84, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 4, s. 53, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1438, 1439.
[178] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.3, s. 297, Vâkıdî, Megâzî, c.
2, s. 541, Taberî, Târih, c. 3, s. 63, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 86,
Zehebî, Megâzî, s. 277, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 151,152,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 156, Sem hûdf, Vefâu 'l-vıefâ, c. 1,
s. 311, D i yarbek rf, T ârîh u'l-ham fs, c. 2, s. 7, H al ebf, İ n sânu'l
-uyun, c. 2, s. 684.
[179] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 84, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1437,
Taberî, Târih, c. 3, s. 61, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 191.
[180] Vâkıdî, c. 2, s. 541,
İbn Sa'd, c. 2, s. 81 , Buharı, Sahîh, c. 4, s. 28, c. 5, s. 71, Müslim, Sahih,
c. 3, s. 1433, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 242, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 152,
Kastalânî, c. 1, s. 156, Diyarbekrî, c. 2, s. 7, Halebî, c. 2, s. 685.
[181] İbn Sa'd, Tabakât,
c.2,s. 84. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim, c.3, s. 1439. Taberî,
Târih, c.3, s. 61,62, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 191, Zehebî, Megâif, s. 280,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 1 53.
[182] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 84, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 53, Müslim ,
Sahih, c. 3, s. 1 439, Taberî, Târih, c. 3, s. 61, 62, İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 191, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 88, Zehebî, Megâif, s. 281,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n- nihâye, c. 4, s. 153, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 8.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
542-546, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 81, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 87.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/197-198.
[184] Kadı I yaz, eş-Şifâ, c.
1, s. 277, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 527, Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 4,
s.1153ı1159ı Suyûtîı Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s.
51, Diyarbekrî, c. 2, s. 9.
[185] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 1, s. 527, Zübeyr b. Bekkâr'dan naklen Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 9.
[186] Zehebî, Si yem
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 1 8.
[187] Zehebî, Si yem a' lam i
"n-nübel â,c.1,s.18,D iyarbekrf, Târîhu'l -ham fs, c. 2, s. 9, Sem hûdf,
Vefâu' l-vefâ, c. 4, s. 1159.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/198-199.
[188] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 84, Ahmed b. Hantael, Müsned, c. 4, s. 53-54,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1439, 1440, Taberî, Târîh, c. 3, s. 63, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 1 91, Zehebî, Megâzî, s. 281, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
vre'n-nihâye, c. 4, s. 153.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/199-200.
[189] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
537, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 87, Ebut-Tayyib, Ikdu's-simfn, c. 1, s.
252.
[190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
537, İbn Sa'd, Tabakatü'l-kübrâ, c. 2, s. 87.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/200.
[191] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 430, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 239.
[192] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 149.
[193] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1263.
[194] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 430, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 240.
[195] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1263.
[196] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 24.
[197] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1263.
[198] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 430, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1263, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 240.
[199] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1263.
[200] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 430.
[201] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
548, Dârekutnî, Sünen, c. 4, s. 163.
[202] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1263.
[203] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 240.
[204] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 297, 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 548.
[205] ^Jodurreiiak, Musannef,
c. 8, s. 435.
[206] Dârekutnî, Sünen, c. 4,
s. 163.
[207] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 297, 298, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 548.
[208] £bdurrezzak, Musannef,
c. 8, s. 434, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1263, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 105, İbn
Mâce, Sünen, c. 1, s. 686 Nesâf, Sünen, c. 7, s. 1 9.
[209] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 298
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/200-202.
[210] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 212, Semhûdf, Vetâu'1-vefa, c. 4, s. 1278.
[211] İ bn Sa'd, Tab akâtü
'l-kübrâ, c. 2, s. 84.
[212] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
4, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 377, Taberî, Târih, c. 3, s. 82, İtan
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 207, Zehebî, Megâzî, s. 293, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 178.
[213] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 84, 85, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 1 04, Zehebî, Megâzî, s. 293,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 178, Ebut-Tayvib, Ikdu's-simfn, c. 1, s. 252, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 156.
[214] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 480.
[215] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
[216] Vâkıdî, c. 2, s. 551,
İbn Sa'd, c. 2, s. 85, Taberî, c. 3, s. 82, İbn Esîr, c. 2, s. 206, 207, İbn
Seyyid, c. 2, s. 103-104, Zehebî, s. 293, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 178,
Ebut-Tayyib, c. 1, s. 252, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134, Kastalânf, c.
1,s.156.
[217] Vâkıdî, c. 2, s. 550,
İbn Sa'd, c. 2, s. 85, Halebî, c. 3, s. 174.
[218] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
550.
[219] Taberî, Târîh, c. 3, s.
82, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s.
9, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 174.
[220] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
550.
[221] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 174.
[222] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 550, 551, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 85, Taberî, Târîh, c. 3, s.
82, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 104 Zehebî, Megâzî, s. 293, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 178, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 156
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/202-205.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
511, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 85.
[224] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 85, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 366.
[225] Vâki cif, Megâzî, c. 1,
s. 4, c. 2, s. 551, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 85.
[226] Tabeıf, Târih, c. 3, s.
83, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 158.
[227] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
552, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 86.
[228] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
552, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 86, Belâzurî, Ensâbu'l-eşfâf, c. 1 , s. 377,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2,s.105.
[229] Vâkıdî, c. 2, s. 552,
İbn Sa'd, c. 2, s. 86, İbn Seyyid, c. 2, s. 105.
[230] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 86.
[231] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 85.
[232] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 1 74, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s.
154.
[233] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 85, Halebî, c. 3, s. 174, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 2, s. 154.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551.
[235] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 85.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551.
[237] Vâkıdî, c. 2, s. 551,
İbn Sa'd, c. 2, s. 85, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 104,Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 174, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 154.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 1 74.
[239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551.
[240] Vâkıdî. c. 2. s. 551.
İbn Sa'd. c. 2. s. 85. Halebî. c. 3. s. 174.175. Zürkânf. c. 2. s. 154.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/205-207.
[241] Vâki cif, c. 2, s. 552,
İbn Sa'd, c. 2, s. 86.
[242] Vâkıdî, c. 2, s. 552,
İbn Sa'd, c. 2, s. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 377, İbn Seyyid, c. 2, s.
105.
[243] Zürkânî, Mevâhib Şerhi,
c. 2, s. 154,155.
[244] Vâkıdî, c. 2, s. 552,
İbn Sa'd, c. 2, s. 86, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 73, Taberî, Târih, c. 3, s. 83,
İbn Se^id, c. 2, s. 105.
[245] Belâzurî, c. 1, s. 377,
Halebı, c. 3, s. 175.
[246] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 252, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 86.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/207.
[247] Semhûdf, Vefâu'l-vıefâ,
c. 4, s. 1178, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 156.
[248] Yakut, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 163.
[249] Vâkıdî, Megâzı, c.1, s.
5.
* 4 bürüd 16 fersahtır. 1 fersah 3 mildir.
1 mil de 4 bin zira'dır (İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 116).
[250] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 86.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
5, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 86.
[252] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 194, Vâkıdî, Megâzî, c.1, s. 347, 348, Abdurrezzak, Musannef, c.
5, s. 384, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 72.
[253] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 442, 443.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
[255] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/208.
[256] İbn Sa'd, c. 2, s. 86,
Yâkubî, c. 2, s. 71, Taberî, Târih, c. 3, s. 83, İtan Esîr, Kâmil, c. 2, s.
207, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s., s. 134, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 105, 106, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 178.
[257] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 207, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 178.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/208-209.
[258] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 173.
[259] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 87.
[260] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 156.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
5, c. 2, s. 553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 87, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1, s. 377.
[262] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 87.
[263] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 64, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 199, 200, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s.
37.
[264] İbn İsfıak, İbn Hişam,
c. 3, s. 226, Vâkıdî, c. 2, s. 442, 444, İbn Sa'd, c. 2, s. 66.
[265] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 288, İbn Sa'd, c. 5, s. 550, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 21 5.
[266] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 338.
[267] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 388, İbn Sa'd, c. 5, s. 550, İbn Abdilberr, c. 1, s. 215.
[268] Vâkıdî, c. 2, s. 553,
İbn Sa'd, c. 2, s. 87.
[269] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 34.
[270] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 87.
[271] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553.
[272] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/209-210.
[273] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 5, s. 33.
[274] Hâkim, Müsiedrek, c. 4,
s. 45.
[275] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 48, s. 33, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 45, İbn
Atadilberr, İstiâb, c. 4, s. 1702, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 185.
[276] Vâkıdî, c. 2, s. 553,
İbn Sa'd, c. 8, s. 33, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1702, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 85.
[277] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 33, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 176.
[278] Hâkim, Müstedrek, c. 4,
s. 45, İ bn ^dilberr, c. 4, s. 1702, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 1 85.
[279] İbn Abdilberr, c. 4, s.
1702, İbn Esîr, c. 6, s. 185, Halebî, c. 3, s. 176.
[280] Vâkıdî, c. 2, s. 553,
İbn Sa'd.c. 8, s. 33, Hâkim, c. 4, s. 45, İbnSeyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
106, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 157, Halebî, c. 3, s. 176.
[281] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 156.
[282] Hâkim, Müstedrek, c. 4,
s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/210-211.
[283] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1702, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 185, Halebı, İnsânu'l-uyûn, c.
3, s. 176, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 156.
[284] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 33.
[285] İbn Atodilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1702, İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 185.
[286] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 33, Halebî, İnşân, c. 3, s. 176.
[287] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1702, İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 134.
[288] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 34.
[289] İbn Abdilberr, c. 4, s.
1702, İbn Esîr, c. 6, s. 185, İbn Kayyım, c. 2, s. 134.
[290] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
553, 554, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/212.
[291] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
554, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1703.
[292] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
554, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134.
[293] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 177, Zürkânî, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 156.
[294] İbn Atocliltoerr, İstiâb, c. 4, s.
1703, İbn E ar, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 185, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s.
134, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 177, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 156.
[295] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
554, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1703, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 1
85, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134.
[296] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
554, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 32, 33, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s.
638, 639, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1703, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s.
185, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 176, 177.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/212-213.
[297] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 87.
[298] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 31.
[299] Semhûdî, Vfefâu'l-vefâ,
c. 4, s. 1 258.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
555, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 85.
[301] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
5, c. 2, s. 555, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 87, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1, s. 377, Taberî, Târih, c. 3, s. 83, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 207.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
395, 396, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 61.
[303] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
551, 552, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 85.
[304] Vâkıdî, c. 2, s. 552,
İbn Sa'd, c. 2, s. 86, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 73, Taberî, c. 3, s. 83, İbn
Seyyid, UyÛnu'l-eser, c. 2, s. 105.
[305] Vâkıdı, c. 2, s. 555,
İbn Sa'd, c. 2, s. 87, Belâzurî, c. 1, s. 377, Yâkubî, c. 2, s. 72, Taberî, c.
3, s. 83, İbn Esîr, c. 2, s. 207.
[306] Vâkıdî, c. 2, s. 555,
İbn Sa'd, c. 2, s. 87, Belâzurî, c. 1, s. 377, Yâkubî, c. 2, s. 72, Taberî, c.
3, s. 83, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s.
106.
[307] Zürkânî,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 158.
[308] Vâkıdî, c. 2, s. 555,
İbn Sa'd, c. 2, s. 87, İbn Seyyid, c. 2, s. 106.
[309] Vâkıdî, c. 2, s. 555,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 178, Zürkânî, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 158.
[310] Vâkıdî, c. 2, s. 555,
İbn Sa'd, c. 2, s. 87, Yâkubî, c. 2, s. 72.
[311] Vâkıdî. c. 2. s. 555.
İbn Sa'd. c. 2. s. 87. Taberî. c. 3. s. 83.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/213-215.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90.
[313] Yâkubî, Tâıîh, c. 2, s.
71.
[314] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90.
[315] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 265, Taberî, Târih, c. 3, s. 84, İbn Sey-ftâ, U\ûnu'l-eser,
c. 2, s. 1 08.
[316] Yâkubî. Târih. c. 2. s.
71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/215.
[317] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 62.
[318] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 581 .
[319] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 581 .
[320] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
560, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 378.
[321] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 560, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 1 29.
[322] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 560, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s.
540, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 183, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 2, s. 161.
[323] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 561, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1
332, 1 333, Hâkim , Müstedrek, c. 4, s. 540.
[324] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 561, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1
332, 1 333, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 540, Deylemf, Firdevs, c. 5, s. 288,
Münzirf, et-Tergfb ve'tterhfb, c. 1, s. 543, 544, Alâüddin AJi, Kenzü'l-ummâl,
c. 16, s. 80, 81, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 184, 185.
[325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
560, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 129, Halebî, c. 3, s. 183, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 1 61.
[326] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
560.
[327] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
560, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89, İbn Seyyid, c. 2, s. 108.
[328] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 560-561, Hâkim, Müstedrek, c. 4,
s. 540, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 11.
[329] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 281, Hâkim, c. 4, s. 540, Diyarbekrî, c. 2, s. 12, Halebî, c. 3, s.
183,184, Zürkânf, c. 2, s. 161.
[330] Yâkubî, Târîh, c. 2, s.
75, İbn Abdilberr, c. 2, s. 845, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 480.
[331] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
561, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89.
[332] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
561, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 378,
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 845, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 480.
[333] Vâkıdî, c. 2, s. 561,
İbn Sa'd, c. 2, s. 89.
[334] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 184.
[335] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
561.
[336] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89.
[337] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
561, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 129, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s.
184.
[338] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
75.
[339] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
562, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/215-220.
[340] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
5, c. 2, s. 562, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89,Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 378, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83.
[341] Yâkût, Mu'cemu'l-büjdân,
c. 4, s. 238.
[342] Vâkıdî, c. 2, s. 562,
İbn Sa'd, c. 2, s. 89, Belâzurî, c. 1, s. 378, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 73,74,
Tabeıî, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 109, Zehebî, Megâzî, s. 295, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 179, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 135, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1, s. 158, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 12, Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 185.
[343] Vâkıdı, c. 2, s. 562, Taberî,
c. 3, s. 83, İbn Esîr, c. 2, s. 209, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 35, İbn Seyyid, c.
2, s. 110, Zehebî, s. 295, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 179.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
530, 531.
[345] Vâkıdî, c. 2, s. 562,
İbn Sa'd, c. 2, s. 90.
[346] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 109.
[347] Vâkıdî, c. 2, s. 562,
İbn Esîr, c. 2, s. 209, İbn Seyyid, c. 2, s. 110, İbn Kayyım, c. 2, s. 135,
Zehebî, s. 295, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 179, Halebî, c. 3, s. 185, Zürkânf, c.2,
s. 162.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
562.
[349] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 109, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 185.
[350] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
563.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
563.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
563, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 109, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 158, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 12, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 186, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 162.
[353] İbn Sa'd, c. 2, s. 90,
İbn Seyyid, c. 2, s. 110, Halebî, c. 3, s. 186, Zürkânf, c. 2, s. 162.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/220-223.
[354] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90.
[355] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 90, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 378,
Taberî, Târih, c. 3, s. 83.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/224.
[356] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 80, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 27, Belâzurî, Ensâb.c. 1, s. 348, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 188,189, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 87, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1 55.
[357] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
71.
[358] Ebu Nuaym, c. 2, s. 534,
535, Suyûtî, c. 2, s. 69.
[359] BelâiurT, E
nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 378.
[360] Kastalânf, c. 1, s. 158,
Diyarbekrî, c. 2, s. 1 3.
[361] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 110, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 13.
[362] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 90.
[363] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 265 Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 71, Taberî, Târîh, c. 3, s. 84.
[364] Yâkubî, Târîh, c. 2, s.
71.
[365] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 265, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 564, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 90.
[366] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
71.
[367] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 90.
[368] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564.
[369] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 90.
[370] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
564, 565.
[371] Yâkubî, c. 2, s. 71.
[372] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
565.
[373] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90, 91.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
565.
[375] Taberî, Târîh, c. 3, s.
84.
[376] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 90, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 158.
[377] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 265, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 565, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s.
90 Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 158.
[378] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 110.
[379] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 265, Taberî, Târih, c.3,s. 84.
[380] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
565, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 90.
[381] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
565.
[382] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 535.
[383] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
565, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 1 81.
[384] Taberî, Târîh, c. 3, s.
84.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/224-227.
[385] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 104, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 165.
[386] Taberî, Târih, c. 3, s.
83, Mes'üdf, Murücu'z-zeheb, c. 2, s. 296, İtan Esir, Kâmil, c. 2, s. 210,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledün-niye, c. 1, s. 171.
[387] Mâlik, Muvatta',11, s.
191 , Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 104,187, Bu hân, Sahih, c. 2, s. 1 6.
[388] Buhârî,Sahih,c.2, s.
16,176, Müslim, Sahih, c. 2, s. 61 2, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 161.
[389] Buhârî,Sahıh,c.2, s. 1
6, Müslim, Sahih, c. 2, s. 612.
[390] Ahmedb. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 104, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 165.
[391] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s.
104, Buhârî, c. 1, s. 224, c. 2, s. 17, Müslim, c. 2, s. 612.
[392] Mâlik, c. 1, s. 191,
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 194, Buhârî, c. 2, s. 16.
[393] Buhârî, Sahih, c. 1, s.
224, E bu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 305.
[394] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s.
256, Buhârî, c. 1, s. 224, c. 2, s. 614, Nesâf, c. 3, s. 166.
[395] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
21.
[396] Mâlik, c. 1, s. 191,
Buhârî, c. 2, s. 16, Müslim, c. 2, s. 612.
[397] Nesâf, Sünen, c. 3, s.
159.
[398] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 256, Buhârî, c. 2, s. 1 6, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 , s. 305.
[399] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 9, Müslim, Sahih, c. 2, s. 614, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 1 60.
[400] Ahmedb. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 187.
[401] Ahmed b. Hanbel, ,
Müsned, c. 3, s. 271.
[402] Nesâf, c. 3, s. 16D.
[403] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
21.
[404] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 7, Müslim, Sahih, c. 2, s. 613, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 1 61.
[405] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 6, Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
[406] Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 ,
s. 305.
[407] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 6, Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
[408] Buhârî, Sahih, c.
1,s.234.
[409] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
21.
[410] Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 ,
s. 305.
[411] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 256, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 224.
[412] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 7.
[413] Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 ,
s. 305.
[414] Ahmedb. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 104, 271.
[415] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
22.
[416] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 6,19, Müslim , Sahih, c. 2, s. 613.
[417] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
16,17.
[418] Mâlik, c. 1, s. 191,
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 104, Buhârî, c. 1, s. 224, c. 2, s. 18, 22, E bu
Dâvud, c. 1, s. 305.
[419] Buhârî, c. 1,s.24,c. 2,
s. 18, 22, Nesâf, c. 3, s. 167.
[420] Mâlik, c. 1, s. 191,
Buhârî, c. 2, s. 16,19, Müslim, c. 2, s. 613.
[421] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
21.
[422] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 7.
[423] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 9, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 161.
[424] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 104, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 19, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 161,166.
[425] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 91,92.
[426] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 261, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 19.
[427] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 104, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 166.
[428] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 92, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 104, Buhârî, c. 1, s. 224, c. 2, s. 17,
Müslim, c. 2, s. 613, 614, İbn Mâce, Sünen, c. 1, s. 404.
[429] Mâlik, c. 1, s. 191,
Buhârî, c. 2, s. 17, Müslim, c. 2, s. 614, Nesâf, c. 3, s. 162.
[430] Buhârî, c. 1,5.224,0.2,
s. 22, Müslim, o. 2, s. 613, 614, Nesâf, c. 3, s. 167.
[431] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 8.
[432] Mâlik, c. 1, s. 191,
Buhârî, c. 2, s. 18.
[433] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
19-20.
[434] Buhârî, c. 2, s. 17,
Nesâf, c. 3, s. 162,163.
[435] Buhârî, c. 1, s. 224, o.
2, s. 22, Müslim, o. 3, s. 614.
[436] Buhârî, c. 1, s. 224, o.
2, s. 22, Müslim, o. 2, s. 614, Nesâf, c. 3, s. 167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/227-230.
[437] İbn Kayyım, t 1, s. 156.
[438] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 450, Beyhakî, Sünen, c. 3, s. 354, İbn Kayvım,
Zâdu'l-mead, c. 1, s. 156,157, Heysem t, Mecmau'i-ievâid, c. 2, s. 215.
[439] Ebu Dâvud, Sünen, c. 1 ,
s. 304, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 328.
[440] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 1, s. 1 56.
[441] İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 404, 405.
[442] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 89.
[443] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 91.
[444] Abdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 89.
[445] Abdurreziak, Musannef,
c. 3, s. 91.
[446] İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 405.
[447] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 89.
[448] Abdurreizak, c. 3, s.
89, 90, İbn Mâce, c. 1, s. 405.
[449] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 90.
[450] Abdurreizak, c. 3, s.
90, İbn Mâce, c. 1, s. 405.
[451] İbn Mâce, Sünen, c. 1,
s. 405.
[452] Abdurreizak, Musannef,
c. 3, s. 91.
[453] Abdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 90.
[454] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 223, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 303, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 443,
Nesâf, Sünen, c. 3, s. 1 59, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 1, s. 156.
[455] Semhüdf, Vefâu'l-vefâ,
c. 4, s. 1121, 1123.
[456] HattâbPden ve İbn
Asâkir'den naklen Alâüddin Ali, Kenzü'l-ummâl, c. 7, s. 734-735, Nebhânf,
Hüccetullah, s. 635.
[457] Nebhanf, Hüccetullah, s.
635.
[458] Mâlik, Muvatta', c. 1,
s. 91, Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 92, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 305.
[459] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 165, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1008.
[460] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 1, s. 1 56.
[461] Taberî, Tefsir, c. 2, s.
55, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 523, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 231, Zehebî, Megâzî, s. 526, 527, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
5, s. 9, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 194, 195.
[462] Taberî, Tefsfr, c. 111,
s. 55, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 523, Beyhakî, Delâil, c. 5.s. 231, Zehebî,
Megâzî, s. 527, Ebu'l-Fidâ, c. 5, s. 9, Heysemî, c. 6, s. 194, 195, İbn
Huzeyme, İbn Hıbban, Hâkim ve BeyhakPden naklen Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2,
s. 105, 106.
[463] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s.
1008,1 009.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/231-237.
[464] Sürünbilâlf, Mera
ki'I-felah Şerhi Nûru'l-ızah, s. 449, 550.
[465] Abdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 88.
[466] Mûh: 10-12
[467] Hûd: 52, Abdurrezzak,
Musannef, c. 3, s. 88, İbn Ebi Şe^tae, Musannef, c. 2, s. 474.
[468] Abdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 87, 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/238-239.
[469]
Buharî, Sahîh, c. 3, s. 225.
[470] İbnEbiŞeybe, Musannef,
c. 2, s. 473, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 16, Müslim , SahiTı, c. 2, s. 611,
Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 442, Nesâf, Sünen, c. 3, s. 163, 614.
[471] Mâlik, c. 1, s. 190.
[472] Tahâvf, Muhtasar, s. 39,
40.
[473] ^bdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 85.
[474] Nebhânf, Hüccetullah, s.
635.
[475] £bdurrezzak, Musannef,
c. 3, s. 86.
[476] Hâkim, Müsiedrek, c. 3,
s. 326.
[477] İbn Ebi Şeybe, Musannef,
c. 2, s. 473, Buhârî, Sahîh, c. 2, s. 20.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/239-241.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
5, c. 2, s. 568, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 93, Belâzurî,
Ensâbu'l-eş/âf, c. 1, s. 378, Taberî, Târih, c. 3, s. 84.
[479] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[480] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 93 Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 114, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 4, s.
1174.
[481] Semhûdî, Vefa, c. 4, s.
1174.
[482] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[483] Yâkût, Mu'cem, c. 2, s.
158 Semhûdf, Vefa, c. 4, s. 1177.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/241-242.
[484] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[485] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 161.
[486] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[487] Vâkıdî, c. 2, s. 570,
İbn Seyyid, c. 2, s. 90, Kastalânf, c. 1, s. 161.
[488] İbn Seyyid, c. 2, s. 90,
Kastalânf, c. 1 , s. 161, Diyarbekrî, c. 2, s. 12.
[489] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1296.
[490] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[491] Vâkıdî, c. 2, s. 569,
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 93, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 205, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1296.
[492] Ahmed b. Hanbel, c. 2,
s. 163, 233, Bu hân, Sahîh, c. 5, s. 70, Müslim, c. 3, s. 1297, 1298.
[493] Taberî, Tefsfr, c. 6, s.
207.
[494] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 162.
[495] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 88.
[496] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1, s. 161.
[497] Halebî, c.3, s. 180,
Zürkânf, c. 2, s. 173.
[498] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 186, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 43, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1297.
[499] Buhârî,Sahıh,c.5, s. 70,
Zürkânf, c. 2, s. 172.
[500] Taberî, Tefsfr, c. 6, s.
207.
[501] Buhârî, Sahîh, c. 8, s.
1 9.
[502] Ahmedb. Hanbel, c.3, s.
186, Buhârî, c. 8, s. 43, Müslim, c. 3, s. 1297.
[503] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 569, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 93.
[504] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[505] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 163, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 173.
[506] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 173.
[507] Buhârî, Sahih, c. 8, s.
19.
[508] Ebu Avane'den naklen
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 173.
[509] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 170, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 70, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 206, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c.2,s.135.
[510] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 233, Taberî, Tefsfr, c. 6, s. 206, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 35.
[511] Ahmed b. Hanbel, c.3, s.
186, Buhârî, c. 8, s. 43, Müslim, c. 3, s. 1297.
[512] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 88, 89, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 189.
* Develer, çölde yavşan ve marsama otu yedikleri
için onların sidikleri ve sütleri, içilecek ilaçların içine konulurdu (İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 9). Deve sidiği, mide ishaline iyi gelirdi
(Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 1 73).
[513] Müslim, Sahîh, c. 3, s.
1296.
[514] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 186, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 43, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1297.
[515] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 161.
[516] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 186, Buhârî, c. 8, s. 43, Müslim, c.3, s. 1297.
[517] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 173.
[518] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290.
[519] Müslim, Sahih, c.3, s.
1297.
[520] İbn Esîr, Nihâye, c. 4,
s. 373.
[521] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 179.
[522] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 1 63, 233, Buhârî, c. 5, s. 70, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 179, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 135, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 161.
[523] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
569, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 93.
[524] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 569, İbn Sa'd, c. 2, s. 93.
[525] Müslim, Sahîh, c.3, s.
1296.
[526] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s.
569.
[527] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 161, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 175.
[528] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 569, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 93.
[529] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
93.
[530] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 5, s. 51 6.
[531] Taberî, Tefsfr, c. 6, s.
207, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 1 79.
[532] Taberî, Tefsfr, c. 7, s.
207.
[533] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 93, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 163, Buhârî,
Sahîh, c. 8, s. 19, Müslim, Sahîh, c.3, s. 1296, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s.
130.
[534] Vâki df, M egâzf, c. 2,
s. 569, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 93, Taberî, Târih, c. 3, s. 84 İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 21 0, İbn Seyyid, U yû nu'l-eser, c. 2, s. 89, İ bn K ayy ı m,
Zâdu'l -m ead, c. 2, s. 135, Zehe bf, M egâzf s. 295, Ebu'l-F idâ, c. 4, s. 17
9, E but -Tayyib, I kdu's-simfn, c. 1, s. 254, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1 , s. 161.
[535] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 569, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s.
93.
[536] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 57 0, İ bn Seyyi d, U yû nu'l-eser, c. 2, s. 89, K astal ânf, M evâhi b, c.
1, s. 161, S em hûdf, Vefâu 'l-vefâ, c. 1,s.31 3.
[537] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c.3,s.1 98, Müslim, c.3, s. 1298, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 131 Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 87, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 179.
[538] Beyhakî, Delâil, c. 4,
s. 88, İbn Kayy,m, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 136, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 180, Suyûtî,
Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 22, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s.
174.
[539] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 89.
[540] Semhûdf, Vefâu'l-vefâ,
c. 4, s. 1 314.
[541] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
569.
[542] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
569, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 93.
[543] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
570.
[544] Buhârî. Sahih. c. 8. s.
20. Ebu Dâvud. Sünen. c. 4. s. 130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/242-247.
[545] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
569, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 93. 541.
[546] Buhârî,c. 8,s.20,Ebu
Dâvud, Sünen, c. 4, s. 130.
[547] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 193.
[548] Buhârî. SahıVı. c. 8. s.
20. Ebu Dâvud. Sünen. c. 4. s. 130.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/247.
[549] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 36.
[550] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 570, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 93, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 186, Buhârî, Sahih , c. 5, s.
70-71 ,c. 8, s. 19, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1297, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s.
130, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c. 1, s. 378.
[551] Müslim, c. 3, s. 1298.
[552] Bu hân , Sahih, c. 8, s.
1 9, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 130.
[553] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
570, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 93.
[554] Buhâri , Sahih, c. 5, s.
70, 71, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1296.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/247-248.
[555] İbn Esîr, Nihale c. 2,
s. 403.
[556] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 177.
[557] Bakara: 179.
[558] Taberı, Tefsir, c. 11,
s. 114,115.
[559] Mâide: 33.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/248-249.
[560] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
570, 571.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/249.