PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAMIN
ELÇİLERİ
HÜKÜMDARLARI İSLAMİYETE DAVET EDİYOR
İsa Aleyhisselamın Kimleri, Nerelere Gönderdiği?
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ashabdan Kimleri, Kimlere
Gönderdiği?
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazdırdığı Yazıları
Mühürlemesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hükümdarlara Elçiler
Göndermesinin Sebebi
Amr b. Ümeyye'nin Habeş Necaşi'sine Gönderilişi
Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin Huzuruna Küçük
Kapıdan Girmekten Kaçınışı
Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin Huzurundaki Hitabesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okunuşu ve
Necaşi'nin Müslümanlığını Açıklayışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kutu
İçinde Saklanışı
Halen Şam'da Bulunan ve Peygamberimiz
Aleyhisselama Ait Olduğu Sanılan Mektup
Amr b. Ümeyye'nin Öldürülmek Üzere Necaşi'den
İstenilişi
Habeş Halkının Necaşi'ye Karşı Ayaklanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektuplarını
Necaşi'nin Cevaplayışı
Necaşi'nin Muhacir Müslümanları Gemilere Bindirip
Medine'ye Yollayışı
Necaşi'nin Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği
Bazı Hediyeler
Necaşi'nin Oğlu Erha ile Yanına Katılanların
Gemilerinin Batıp Denizde Boğulmaları
Dıhye b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a
Gönderilişi
Gönderiliş
Tarihi ve Gönderiliş Sebebi
Kayser'in Adağı ve Adağını Yerine Getirişi
Dıhye'nin Gassan Emîrine Başvuruşu ve Kudüs'e
Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okutturuluşu
Dıhye b. Halife'nin Sünnetli Olup Olmadığının
Muayene Ettirilişi
Herakliyus'un Mektubu Saklayışı, Mektuba Rumların
Tepkileri
Dıhye'nin Herakliyus'u Uyarışı ve İslâmiyete Davet
Edişi
Kayser'in İtirafları, Endişeleri ve Dıhye'yi
Dagatır'a Gönderişi
Dagatır'ın Müslüman Oluşu ve Şehit Edilişi
Kayser Herakliyus'un Rumları İslâmiyete Davet
Edişi
Dagatır'ın Şehit Edilişinden Sonra Dıhye'nin
Herakliyus'un Yanına Dönüşü
Kayser Herakliyus'un Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mektubuna Cevap Yazışı
Dıhye'nin Medine'ye Dönüşü ve Yolda Başına Gelenler
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kayser ve
Kayser Hanedanınca Korunuşu
Abdullah b. Huzâfe'nin İran Şahı Kisra'ya Gönderilişi
Abdullah b. Huzâfe İle Kisrâ'nın Karşılıklı
Konuşmaları
Abdullah b. Huzâfe'nin Medine'ye Dönüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Aleyhindeki
Duası
Kisrâ'nın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında
Yemen Valisine Emir ve Direktif Verişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Hakkında
Allah'tan Aldığı Haberi Elçilere Bildirişi
Elçilerin Gördüklerini ve Duyduklarını Vali
Bâzân'a Anlatmaları
Kisrâ Şîreveyh'in Vali Bâzân'a Mektubu, Bâzân'la
Ebnâların Müslüman Olmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ'ya Gönderdiği
Mektubun Ele Geçişi
Hâtıb b. Ebi Beltea'nın Mukavkıs'a Gönderilişi
Mukavkıs'ın Hâtıb b. Ebi Beltea ile Konuşmaları ve
Tartışmaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs Hakkındaki
Sözleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs'a Gönderdiği
Mektubunun Saklanışı ve Son
Şüca' b. Vehb'in Hâris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye
Gönderilişi
Salît b. Amr'ın Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali'ye
Gönderilişi
Salît b. Amr'ın Hevze b. Ali'yi Öğütleyişi
Hevze b. Ali'nin Durumu Eregün'le Konuşması
Hevze b. Ali'nin Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mektubuna Cevap Yazışı
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hicretin 6. yılında, Zilhicce ayında, Hudeybiye'den Medine'ye
döndükten sonra[1] veya Hicretin 7. yılı
Muharrem ayında[2] bir gün, ashabının
yanlarına varıp:
"Ey
insanlar! Hiç şüphesiz, Yüce Allah, beni herkese rahmet olarak göndermiştir!
Havarilerin
İsa b. Meryem'in emrinde ihtilaf ettikleri gibi, siz de benim emrimde ihtilaf
etmeyiniz!" buyurdu.
Ashab:
"Yâ
Rasûlalları! Havariler nasıl ihtilaf ettiler?" diye sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Benim
sizi davet edeceğim şeye, o da havarileri davet etmişti.
Yakındaki
bir yere gönderdiği kimseler razı oldular ve selameti buldular. Uzak bir yere
gönderdiği kimseler ise, suratlarını astılar ve ağır davrandılar.
İsa
da bunu Allah'a şikâyet etti.
Bunun
üzerine, ağır davrananlar, gönderildikleri halkın diliyle konuşur oldukları
halde sabaha çıktılar!" buyurdu.[3]
İsa
Aleyhisselam, havarilerden ve etbaından uzak yerlere gönderdiği kişilerden;
1. Butrus'u, havari olmayan etbaından Buluş
ile birlikte, Rûmiye'ye,
2. Enderais ile Menta'yı, halkı adam yiyen
Yamyamîler diyarına,
3. Tomas'ı, Maşrık'ta Babil diyarına,
4. Flübüs'ü, Kartacannaya (Afrika'ya),
5. Yuhannes'i, Efsus'a (Ashab-ı Kehf
gençlerinin karyesine),
6. Yakubüs'ü, Oraşalim'e (Beytül-Makdis
karyesi İlya'ya),
7. İbn Selmayı, göçebe Araplara (Hicaz
toprağına),
8. Simun'u, Berber toprağına,
9. Havarilerden olmayan Yahuda'yı da,
Yudis'in yerine, göndereceği yere göndermişti.[4]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Muhacir sahabileri, ayağa kalkarak:
"Sen
bizi nereye göndermek istersen, oraya gönder! Biz senin emrini yerine
getiririz![5]
Vallahi, hiçbir şey hakkında sana muhalefet etmeyiz. Bize emret ve göndereceğin
yere gönder bizi!" dediler.[6] Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabından:
1. Dıhye b. Halîfe el-KelbFyi, Rum
hükümdarı Kayser'e;
2. Abdullah b. Huzâfe es-Sehmîyi, Acem şahı
Kisrâ'ya,
3. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, Habeş
hükümdarı Necaşî'ye,
4. Hâtıb b. Ebi Beltaa'yı, İskenderiye
hükümdarı Mukavkıs'a,
5. Şüca1 b. Vehb'i, Gassan
hükümdarı Hevze b. Ali'ye gönderdi[7]
Yola
çıkarılan bu elçiler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın bildirdikleri gibi,
gönderildikleri milletlerin dillerini konuşur oldukları halde sabaha çıktılar.[8]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gönderdiği elçilerin yanlarına varacakları hükümdarlara da,
bireryazı yazdırdı .[9]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Acem şahına, Rum Kayserine ve Habeş Necaşî'sine mektup yazdırmak
istediği zaman:[10]
"Yâ
Rasûlallah! Onlar, bir mektubu, mühürlü olmadıkça, okumazlar!" denilmişti.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam gümüşten bir mühür yüzük edindi ki, kaşına,
üç satır üzerine Allah Resûl Muhammed nakşedilmişti.[11]
Mühür
yüzükteki yazı; aşağıdan yukarıya doğru, 'Muhammed1 bir satır,
'Resûl' bir satır, Allah' da bir satır olmak üzere üç satır halinde idi.[12]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu mühür yüzüğü sol elinin serçe parmağına takardı .[13]
Sağ
elinin parmağına taktığı da olurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun kaşlı tarafını avucunun içine çevirir, getirirdi.[14]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu mühür yüzük parmağında olduğu halde vefat etmiştir.[15]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bu mühür yüzüğünü, Hz. Ebu Bekir, ondan sonra Hz. Ömer, Hz.
Ömer'den sonra Hz. Osman parmağına takmıştır.
Hz.
Osman bir gün Eriş kuyusunun başında oturduğu sırada onu parmağından çıkarmış,
elinde evirip çevirirken kuyunun içine düşürmüş, kuyunun bütün suyu
çektirildiği, üç gün gidilip gelinip arandığı halde bu yüzük bulunamamıştır.[16]
Hudeybiye'de
Kureyş müşriklerine de açıklanmış olduğu üzere, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz
Aleyhisselamı uğraştırmadıkları takdirde, Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyet]
başka kavim ve kabileler arasında yaymaya çalışacaktı .[17]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hudeybiye'de Kureyş müşrikleriyle yaptığı muahede ile çarpışmayı
bırakarak on yıl barış içinde yaşamayı sağlayınca;[18] Yüce Allah'ın:
"De
ki: 'Ey İnsanlar! Ben Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberim!'"[19]
buyruğuna uyarak, en yakınından en uzağına kadar, komşu hükümdarlara ve kabile
başkanlarına İslâmiyeti duyurmak, kendilerini İslâmiyete davet etmek sırası
gelmişti.
Bunun
için, ashabından bazılarını hükümdarlara gönderdi ve yazdırıp ellerine verdiği
mektuplarla onları İslâmiyete davet etti.[20]
Amr
b. Ümeyye ed-Damrî'nin Habeş Necaşî'sine gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem
ayında idi.[21] Amr b. Ümeyye,
hükümdarlara gönderilen elçilerin ilki idi.[22]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Habeş Necaşî'sine gönderdiği, Muhammed Resûlullah mührü ile
mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu,
Peygamber Muhammed'den, Habeşlerin ulusu Necaşî'ye yazılan yazıdır:
Doğru
yola tâbi olanlara; Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman edenlere; Allahtan başka
hiçbir ilah olmadığına, O'nun şeriksiz bir tek ilah olduğuna, kendisinin hiçbir
eş ve oğul edinmediğine, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet
getirenlere, selam olsun!
Ben
seni Allah'ın davetiyle (İslâmiyete) davet ediyorum!
Ben
O'nun Resûlüyüm!
Sen
Müslüman ol ki, selamete eresin!
'Ey
Ehl-i Kitab! Geliniz: Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde
(kelime-i tevhidde) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O'na
hiçbir şeyi şerik koşmayalım!
Allah'ı
bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer
bu davetten yüz çevirirsen, Hıristiyan kavminin vebali senin üzerindedir!"[23]
İbn
İshak'a ve daha başka kaynaklara göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşî'ye
gönderdiği mektupta şöyle buyurdukları da rivayet edilir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın
Resûlü Muhammed'den, Habeş Kralı Necaşî Ashama'ya!
Selam
olsun sana!
Senin
temelli selamette olmanı diler,[24] sana
olan nimetinden dolayı Allah'a hamd ü sena ederim-ki, O'ndan başka ilah yoktur!
O Melik'tir, Kuddûs'tür, Selam'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir![25]
Şehadet ederim ki; İsa b. Meryem, Allah'ın çok temiz, iffetli, dünyadan el etek
çekmiş olan Meryem'e ilka ettiği Ruhu ve Kelimesidir ki, Meryem böylece ona
gebe kalmış, Yüce Allah onu Ruhundan nefhedip yarat-mıştır. Nasıl ki, Âdem'i de,
Kudret Eliyle ve nefhiyle öyle yaratmıştı.
Ben
seni, Bir olan, eşi ortağı bulunmayan Allah'a ve O'na ibadet ve tâata, bana
tâbi olmaya ve Allah'tan getirip tebliğ etmiş olduğum şeylere iman etmeye davet
ediyorum.
Çünkü,
ben Allah'ın Resûlüyüm!
Amcamın
oğlu Cafer'i, bazı Müslümanlarla birlikte sana göndermiştim. Yanına geldikleri
zaman, zulmü bırak, onları ağırlamaya bak!
Ben
seni ve askerlerini Yüce Allah'a ibadet ve tâata davet ediyorum.
Sana
gereken tebligatı yapmış, öğüdü vermiş bulunuyorum.
Öğüdümü
kabul ediniz!
Doğru
yola uyan gidenlere selam olsun!"[26]
Amr
b. Ümeyye, Habeş ülkesine gittiğinde, adamların Necaşî'nin huzuruna küçük bir
kapıdan eğilerek girdiklerini gördü. Kendisi de, kapıya kadar vardı. Hemen
oradan geri döndü.
Amr
b. Ümeyye'nin bu davranışı oradakilerin ağırlarına gitti. Amrb. Ümeyyeyi
hırpalamak, tartaklamak istediler.
Necaşî,
Amr b. Ümeyye'ye:
"Seni
küçük kapıdan içeri girmekten alıkoyan nedir?" diye sordu.
Amrb.
Ümeyye:
"Bizler
Peygamberimize böyle yapmayız! Onun yanına, eğilerek girmeyiz!" dedi.
Necaşî:
"Doğru
söyledin!" dedi ve adamlarına da:
"Serbest
bırakınız onu!" diye emir verdi[27]
Amr
b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Necaşî'ye sunduktan sonra, şöyle hitab etti:
"Ey
Ashama! Bana düşen söylemek, sana düşen de dinlemektir:
Sen
bize ne kadar şefkat ve nezaket gösterdinse, bizim de sana o derece güvenimiz
olmuştur.
Biz
senden hangi hayrı ve iyiliği ummuşsak, muhakkak ona kavuşmuşuzdur.
Biz
senden hiçbirzaman hiçbir hususta hiçbir korku ve endişe duymamış; daima
emniyet ve güvenç içinde bulunmuşuzdur.
Zaten,
biz senden, 'Sizinle bizim aramızda, İncil, reddolunmaz bir şahit, haksızlık
etmez, bu yolda kesip aralayıcı hüküm verir bir hâkim olsun! Şu kadar ki,
Yahudilerin İsa b. Meryem hakkındaki davranışları gibi, sen de şu ümmî
peygamber hakkında kötü davranmayasın!1 diye bir hüccet ve teminat
da almış bulunuyorduk.
Peygamber
Aleyhisselam elçilerini ayırıp hükümdarlara yolladığı zaman, ben, o elçilerin
kendileri için ummadıkları şeyi senden umduğum ve onların korktukları şey
hakkında ben senden emniyet içinde bulunduğum halde, geçmişteki hayır ve
iyiliklere göre ecir ve mükâfat bekleyerek gelip huzuruna çıkmış
bulunuyorum!" dedi.[28]
Necaşî,
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Amr b. Ümeyye'den alınca, gözlerine
sürdü.[29] Öpüp
başına koydu.[30] Hemen tahtından indi, tevazu
göstererek yere oturdu ve Müslümanlığını açıkladı. Şehadet getirdi ve:
"Eğer
yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim![31]
Allah'ı
şahit tutarak söylerim ki: O, Kitab Ehli olan Yahudilerle Nasrânîlerin
[Hıristiyanların] geleceğini bekleyip durdukları ümmî peygamberdir!
Musa
Peygamber, 'Merkebe biner!' diyerek İsa Peygamberin geleceğini müjdelediği
gibi; İsa Peygamber de, Deveye biner!' diyerek Muhammed Peygamberin geleceğini
öylece müjdelemiştir!
Gözle
görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici, daha içe sindirici değildir![32]
Fakat,
ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcılarım vardır. Yardımcılarımın
çoğalmasını ve kalblerin İslâmiyete ısınmasını bekliyorum" dedi.[33]
Necaşî,
fil kemiğinden (dişinden) yapılmış bir kutu getirtip Peygaım berim iz
Aleyhisselamın mektuplarını onun içine koydu ve:
"Bu
mektuplar aralarında bulundukça, Habeşlerde hayır ve bereket devam
edecektir!" dedi.[34]
Rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın mektupları, Habeş Necaşî'lerinin
ellerinde bulunmakta devam etmiş, Necaşîler tarafından bu mektuplara büyük
saygı ve itina gösterilegelmiştir.[35]
D.
M. Dunlop'un verdiği bilgiye göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşîye
göndermiş olduğu mektuba benzeyen bir mektup halen Şam'da bir şahsın elinde
bulunmaktadır.
Sözü
edilen şahıs; bunu birkaç yıl önce, bir Habeş pazarından aldığını söylemiştir.
Mektup,
yaklaşık olarak 23x33 cm. eb'âdında bir deri üzerine kahverengi mürekkeple
yazılmıştır.
Mektubun
17. satırının sonunda yuvarlak mühür izi vardır.
Bu
mühür, 2/5 cm. çapındadır ve aşağıdan yukarıya doğru 'Muhammed' bir satır,
'Resûl' bir satır, 'Allah' da bir satır olmak üzere üç satır halindedir.[36]
Kureyş
müşriklerinden Amr b. As, Hendek savaşından sonra, bazı kafadarlanyla birlikte,
Habeş ülkesinde oturmayı, Peygamberimiz Aleyhisselamla müşriklerden hangi taraf
kazanırsa o tarafa katılmayı kararlaştırmışlar; tabaklanmış bir hayli meşin
toplayıp Habeş ülkesine gitmişlerdi.
Bunların
Habeş ülkesinde bulundukları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam da, Amr b.
Ümeyye'yi elçi olarak oraya göndermişti. Amr b. Âs, Amr b. Ümeyye'nin
Necaşî'nin yanına girip çıktığını görünce, arkadaşlarına:
"Bu,
Amr b. Ümeyye'dir!
Eğer
Necaşf'nin yanına girersem, onu bana teslim etmesini, Necaşî'den isteyeceğim!
Bana verdiği zaman da, onun boynunu vuracağım!" diyerek Necaşî'nin yanına
girdi.
Öteden
beri yaptığı gibi, Necaşî'nin huzurunda yere kapandı.
Necaşî,
ona:
"Hoşgeldin
dostum! Memleketinden bana hediye olarak birşeyler getirdin mi?" dedi.
Amr
b.Âs:
"Evet!
Ey hükümdar! Sana birçok meşin hediye edeceğim!" dedi, getirdiği meşinleri
Necaşî'nin yanına yaklaştırdı.
Meşinler
Necaşî'nin hoşuna gitti.
Bunun
üzerine, Amr b. Âs:
"Ey
hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o, bize düşman bir
adamın elçi-sidir!
Onu
bana teslim et de, öldüreyim?
Çünkü,
o, eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür!" dedi.
Amr
b.Âs derki:
"Ben
bunu söyler söylemez, Necaşî kızdı; sonra da, elini uzatıp bumuma öyle bir
çarptı ki, bumumu kırdı sandım!
Eğer
o sırada yer benim için yanlsaydı, korkumdan yerin dibine girerdim!"
Bundan
sonra, Amr b. Âs:
"Ey
hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmadığını bilseydim, onu senden dilemezdim"
dedi.
Necaşî:
"Demek,
sen Musa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'in kendisine gelip
durduğu bir zâtın elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun ha?" dedi.
Amr
b.Âs:
"Ey
hükümdar! O, gerçekten, böyle bir peygamber midir?" diye sordu.
Necaşî:
"Yazıklar
olsun sana ey Amr! Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü,
o, vallahi hak üzeredir! Kendisine karşı koyanlara galebe çalacaktır-Musa
Peygamberin Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi!" dedi.
Amr
b.Âs:
"Öyleyse,
sen benim ona İslâmiyet üzere bey1 atı mı alır mısın?" diye
sordu.
Necaşî:
"Olur!"
dedi ve elini uzattı.
Amr
b.Âs da, ona İslâmiyet üzere bey'at ettikten sonra, arkadaşlarının yanına döndü
ve Müslüman olduğunu onlardan gizli tuttu.[37]
Habeş
halkı toplanıp Necaşîye:
"Sen
dinimizden ayrıldın!" diyerek ayaklandılar.
Necaşî,
Hz. Cafer'le arkadaşlarına haber gönderdi, gemiler hazırlattı ve:
"Gemilere
biner, bir müddet onların içinde bulunursunuz.
Eğer
ben şu halka yenilirsem, siz istediğiniz yere kavuşmak üzere çıkıp gidersiniz.
Eğer
ben onlan sindirir, kendime boyun eğdirmeyi başarabilirsem,yine burada
kalırsınız!" dedikten sonra yazılı bir kağıdı eline aldı.
Kağıttaki
yazıda:
"Allah'tan
başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed Aleyhisselamın Allah'ın kulu ve resûlü
olduğuna, İsa b. Meryem Aleyhisselamın da Allah'ın kulu ve resûlü ve Allah'ın
Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olmaktan başka bir vasfı bulunmadığına
şehadet" ediliyordu.
Necaşî,
bu yazıyı kaftanının içinden sağ omuzuna doğru yerleştirdikten sonra, Habeş
halkının yanlarına doğru vardı.
Onlar,
Necaşî için sıralanmışlardı.
Necaşî,
onlara:
"Ey
Habeş cemaati! Ben size insanların en yakını ve en lâyıkı değil miyim?"
diye sordu.
"Evet!
Öylesin!" dediler.
Necaşî:
"Siz,
benim aranızdaki hal ve gidişatımı nasıl buluyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler:
"En
hayırlı bir hal ve gidişat olarak görüyor ve buluyoruz!" dediler.
Necaşî:
"O
halde, siz benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler:
"Sen
dinimizden ayrıldın, İsa'nın bir kul olduğunu söyledin!" dediler.
Necaşî:
"Ya
siz, İsa hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Habeşliler:
"'O,
Allah'ın oğludur!' deriz" dediler.
Bunun
üzerine, Necaşî elini göğsüne ve kaftanına bastırarak:
"Bu,
şehadet eder ki; İsa b. Meryem, bundan [göğsümdeki yazıda olandan] başka birşey
değildir!" dedi.
Habeşliler,
Necaşî'nin bu sözünden hoşnut oldular, karşısından çekilip gittiler.[38]
Necaşî,
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektuplarını şöyle cevaplandırdı:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın
Resûlü Muhammed'e Necaşî Ashama tarafındandır
Kendisinden
başka hiçbir ilah olmayan ve beni İslâmiyete hidayet eden Allah'ın selamı,
rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun[40]
Bundan
sonra, arzederim ki yâ Rasûlallah! İçinde İsa'nın işi anılan mektubun bana
erişti.
Göklerin
ve yerin Rabbine yemin ederim ki; İsa da, kendisi hakkında, senin andığından
zerre kadar fazla değildir.
O,
ancak senin dediğin gibidir.
Senin
bize neleri tebliğ etmek üzere gönderildiğini öğrenmiş, amcanın oğlu ve
arkadaşlarıyla tanışmış, kendilerini ağırlamış bulunuyoruz.
Şehadet
ederim ki; sen, muhakkak, sözlerinde doğru olan ve kendinden önceki
peygamberleri de doğrulayıcı olarak gönderilmiş bulunan Resûlullahsın!
Ben
sana bey'at için amcanın oğluna bey'at etmiş; âlemlerin Rabbi olan Allah'a,
onun önünde boyun eğip Müslüman olmuşumdur.
Oğlum
Erha b. Ashama b. Ebcer'i de sana gönderiyorum.
Ben,
kendimden başkasına güç yetirememekte, söz geçirememekteyim.
Eğer
benim de muhakkak yanına gelmemi istiyorsan, ben onu da yaparım yâ Rasûlallah!
Ben
senin söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğuna şehadet ediyorum!
Selam
olsun sana yâ Rasûlallah!"[41]
Necaşî;
Muhacir Müslümanların yol hazırlıklarının görülmesini, düzenlenmesini ve Amr b.
Ümeyye ile birlikte iki gemiye bindirilmelerini adamlarına emretti.[42]
Hemen,
kaptanlanyla birlikte, iki gemi tahsis edildi.[43]
Kureyş
müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan'ın kızı olup Habeşistan'da mürted kocası
ölünce Peygamberimiz Aleyhisselama nikahlanan Hz. Ümmü Habibe de, onlarla
birlikte bu gemilere bindirildi.[44]
Necaşî,
Hz. Cafer'le arkadaşlarının yanına 70 kişi de kattı ki, bunların 62'si H
abeşli, B'i Şamlı idi.[45]
Hepsinin
üzerlerinde softan cübbeleri vardı.
Hepsi
de, kilise ve din adamlarının iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı
olanlarındandılar.[46]
Hz.
Ümmü Habibe'nin bildirdiğine göre;
Necaşî'nin
gemicileri, Müslümanları Car limanına kadar getirip karaya çıkardılar.[47]
Car;
Kulzum denizinin sahilinde bir şehirdir.
Car
ile Medine arası, bir gün bir geceliktir.
Car
ile Eyle arası üç merhale, Cuhfe sahiline doğru da üç merhale kadardır.
Car;
Habeş, Mısır, Aden, Çin ve diğer Hind beldelerinden gelen gemilerin çıkış yeri,
limanıdır.
Car'ın
yarısı denizde, ada üzerindedir; yarısı da sahildedir.
Pek
çok köşkleri ve yalıları olan bir yerdir.[48]
Yolcular,
Car'a çıkınca, oradan, develere binerek Medine'ye gittiler.[49]
Necaşi'nin Peygamberimiz Aleyhisselama, hediye olarak
gömlekler, donlar, kaftanlar, iki çift ince ve yumuşak mest.. gönderdi.[50]
Necaşî,
Hz. Cafer'le arkadaşlarının arkasından, oğlu Erha'yı da, 60 Habeşli ile
birlikte bir gemiye bindirip Peygamberimiz Aleyhisselama yollamıştı.
Denizin
ortalarına geldikleri zaman, bunların gemileri battı, hepsi de suda boğularak
öldüler.[51]
Dıhye
b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem
ayında idi.[52] Peygamberimiz Aleyhisselam,
Kayser Herakliyus'u İslâmiyete davet etmek üzere, ashabından
Dıhye
b. Halife'yi bir mektupla ona gönderdi. Mektubu, Kayser'e sunması için, Busra
emîrine teslim etmesini de, Dıhyeye emir buyurdu.[53]
Dıhye
b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu alıp Busra'ya hareket etti.[54]
Kayser
Herakliyus:
"Eğer
Allah İranlıların askerlerini bozguna uğratırsa, Hımstan İlyaya (Kudüs'e) kadar
yaya olarak yürüyeyim!" diye adakta bulunmuş;[55]
ülkesine giren Acem ordusunu yenip, onları toprağından çıkarmaya ve iğtinam
ettikleri en büyük salibi, haçı da geri almaya muvaffak olmuştu.[56]
Herakliyus,
adağını yerine getirmek üzere, Hıms'tan İlya'ya kadar yaya yürümeye kalkmış,
kendisinin yoluna döşekler serilmiş,[57]
yürüyüp giderken üzerine kokular serpilmiş durmuş, böylece Kudüs'e erişmiş,
adağını yerine getirmişti.[58]
Herakliyus'un
Kudüste bulunduğu sıralarda, Dıhye b. Halife de, Peygamberimiz Aleyhisselamin
mektubunu Kayser'e sunmayı sağlamak üzere Busra'daki Gassan emîri Hâris'e
başvurdu.[59]
O
da, Dıhye'yi Herakliyus'a götürmesi için, Adiyy b. Hâtim'i vazifelendirdi.
Adiyy
b. Hatim de, Dıhye'yi alıp Kudüs'e götürdü.[60]
Dıhye'ye,
kavim ve kabilesinden bazı kişiler:
"Kayser'in
yanına vardığın ve kendisini gördüğün zaman, yere kapan! Kayser izin verinceye
kadar da, başını secdeden kaldırma!" dediler.
Dıhye:
"Ben
bunu hiçbir zaman yapmam ve Allah'tan başkasına hiçbir zaman tapmam!"
dedi.
"Eğer
sen böyle yaparsan, o ne mektubunu alır, ne de sana bir cevap yazar!"
dediler.
Dıhye:
"İsterse
almasın!" dedi.
İçlerinden
bir adam:
"Ben
sana birşey daha salık vereyim mi ki, sen öyle yapınca hem mektubun alınsın,
hem de ona secde etmek zorunda kalmayasın?" dedi.
Dıhye:
"Nedir
o?" diye sordu.
Adam:
"Kayser'in
her eşiğine oturacağı bir minberi vardır.
Sen
gider, sahifeni minberin üzerine bırakırsın.
Kayser
onu alınca sahibini çağırır; o zaman sen de Kayser'in yanına varırsın!"
dedi.
Dıhye:
"Bak,
işte bunu yapabilirim!" dedi.[61]
Kudüs'te
oturan ve Şam Hıristiyanların a piskopos tayin edilen İtin Nâtur'un
bildirdiğine göre; Herakliyus, Kudüs'e geldiği sıralarda,[62]
günün birinde, pek üzüntülü ve tasalı göründü.
Meclisindeki
devlet adamlarından bazıları, ona:
"Biz
senin halini başka türlü görüyoruz!?" dediler.[63]
Herakliyus,
yıldızlara bakar, kâhinlikten anlardı.
"Ben,
bu gece yıldızlara baktığımda, Hitan Melikini (Sünnetliler Hükümdarını)zuhur
etmiş gördüm!
Bu
ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir?" dedi.
"Yahudilerden
başka, sünnet olan yoktur! Onlardan da, sakın endişelenme! Hükmün altındaki
şehirlere yaz: Oradaki Yahudileri öldürsünler!" dediler.[64]
Kayser'in
yıldızlara bakarak tasalandığı sırada, Dıhye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamin
mektubunu Kayser'in üzerinde oturup dinlendiği minberlerden birisinin üzerine
bırakmıştı.
Kayser
mektubu getirtti. Mektubun Arap dili ve yazısıyla yazıldığını görünce, Arapça
yazıyı okumayı bilen bir tercüman çağırttı.
Mektuba:
"Allah'ın
kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların sahibi, büyüğü Herakliyus'a!" diye
başlandığını görünce, Herakliyus'un kardeşinin oğlu kızdı, tercümanın göğsüne
şiddetli biryumruk indirip adamı yere oturttu ve mektubu da elinden çekip aldı.
Herakliyus,
ona:
"Sana
ne oluyor ki, mektubu çalıp kaçıyorsun?!" dedi.
Yennek:
"Adamın
mektubunu görmüyor musun?! Mektubuna hem senin isminden önce kendi ismiyle
başlamış; hem de senin hükümdar olduğunu anmayarak 'Rumların sahibi, büyüğü
Hrakl'a1 demiş!?
Neden
'Rumların Hükümdan!' diye yazmamış ve senin isminle başlamamış!
Onun
mektubu bugün okunamaz!" dedi.
Herakliyus:
"Vallahi,
sen ya küçük bir akılsızsın ya da büyük bir delisin!
Ben
senin böyle olduğunu bilmiyordum.
Ben
daha adamın mektubunun içindekine bakmadan, onu yırtıp atmak mı istiyorsun?!
Hayatıma
yemin ederim ki; eğer o dediği gibi gerçekten Resûlullah ise, mektubuna benim
ismimden önce kendi ismiyle başlamakta ve beni 'Rumların büyüğü ve sahibi'
diye anmakta haklıdır.[65]
Ben
ancak onların (Rumların) sahibiyimdir, hükümdarları değilimdir.
Fakat,
Allah onları bana uysal kılmıştır.
Allah
dileseydi Farsların Kisrâ üzerine yürüyüp onu öldürdükleri gibi, onları da
benim üzerime yürütürdü!" dedi.[66]
Kardeşinin
oğlu hakkında da:
"Dışarı
çıkarınız bunu!" diye emretti.
Uskufu
yanına çağırttı.
Uskuf;
görüşü alınır, sözü dinlenir danışman kişi idi.[67]
Hıristiyan
bilginlerinin ve Hıristiyanların başkanı idi .[68]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın mektubu okunduğu zaman, uskuf Herakliyus'a:
"Vallahi,
o, Musa ve İsa'nın bize geleceğini müjdelemiş olduğu peygamberdir. Zaten biz
onun gelmesini bekleyip duruyorduk!" dedi.
Herakliyus:
"Sen
bana bu yolda ne yapmamı tavsiye edersin?" diye sordu.
Uskuf:
"Benim
görüşüm, ona tâbi olmanızdır!" dedi.
Herakliyus:
"Ben
senin dediğin şeyi yapmanın gerekliliğini çok iyi biliyorum!
Fakat,
ben ona tâbi olmaya güç yetinemeyeceğim!
Çünkü,
hem hükümdarlığım elden gider, hem de Rumlar beni öldürürler!" dedi.[69]
Herakliyus,
adamlarına:
"Gidiniz
de, bu adam sünnetli midir, değil midir; bir bakınız!" dedi.[70]
Dıhye'yi
soyup baktıkları zaman, onun sünnetli olduğu görüldü.
Herakliyus:
"Vallahi,
gördüm onu! Elbisesini veriniz de, giysin o!" dedi.[71]
Herakliyus,
Arapların sünnetli olup olmadıklarını, Dıhye'den sorunca, Dıhye:
"Araplar
sünnet olurlar!" dedi.
Bunun
üzerine, Herakliyus:
"Bu
ümmetin meliki, hükümdarı zuhur etmiş bulunuyor!" dedi.[72]
Herakliyus
Rûmiye'de (Roma'da) oturan ve bilgide kendisinin dengi olan bir dostuna
(Dagatır'a) Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında yazı yazdı .[73]
Herakliyus'un
bu dostu, İbranice okur, yazardı.[74]
Herakliyus,
ayrıca:
"Peygamber
olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden, buralarda bir kimse var mıdır?"
diye sor-m ustu.
"Vardır!"
dediler.[75]
Herakliyus,
Kudüs emniyet amirini çağırdı ve ona:
"Peygamber
olduğunu söyleyen şu kişinin soyundan, kabilesinden Şam'da bir adam bulunuz ve
onu muhakkak benim yanıma getiriniz!" diye emir verdi.[76]
Kendisi, kalkıp Hıms'a gitti.
Daha
Hımstan ayrılmadan, Roma'daki dostundan, Peygamberimiz Aleyhisselamın zuhuru ve
gerçekten peygamber olduğu hakkındaki görüşüne uygun bir mektup geldi.[77]
O
sırada, Ebu Sülyan b. Harb, ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesinin
içinde, Herakliyus da Kudüste bulunuyordu.[78]
Ebu
Süfyan'ın bildirdiğine göre; Gazze'de bulundukları sırada, Herakliyus'un
emniyet amiri, üzerlerine saldırır gibi gelip:
"Siz,
şu Hicaz'daki zâtın kavminden misiniz?" diye sordu.
Ebu
Süfyan'la arkadaşları:
"Evet"
deyince, emniyet amiri:
"Haydi,
benimle birlikte hükümdarın yanına kadar gideceksiniz!" dedi.[79]
Herakliyus'un
emniyet âmiri, Ebu Süfyan'la arkadaşlarını oradan Kudüs'e götürüp Herakliyus'un
huzuruna çıkardı.
Herakliyus,
çevresinde Rumların büyükleri olduğu halde oturmuş, başına da tacını giymişti.[80]
Herakliyus,
Ebu Süfyan'la 30 kişi olan Mekkelileri, İlya (Kudüs) Kilisesinin içinde kabul
etti.[81]
Tercümanını
çağırdı.[82]
Ebu
Süfyan'la arkadaşlarına:
"Peygamber
olduğunu söyleyen o zâta soyca en yakın olan hanginizdir?" diye sordu.
Ebu
Süfyan der ki:
"'Onların
soyca ona en yakın olanı benim' dedim.
Gerçekten
de, kafile içinde, o zaman Abdi Menaf oğullarından benden başka kimse
bulunmuyordu.
Bunun
üzerine, Kayser:
'Onu
benim yakınıma getiriniz.[83]
Onun
arkadaşlarını da ona yaklaştırınız!
Onlar
bunun arkasında dursunlar1 dedi.[84]
Beni,
Herakliyus'un önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttu I ar. [85]
Herakliyus:
'Aranızda
zuhur edip peygamberlik davasında bulunan şu kişi hakkında bana bilgi ver'
dedi.
Ben,
onun işini ve gidişini küçültmek istedim de:
'Ey
hükümdar! Sen onun işine pek o kadar önem verme! Onun hali, sana eriştirilmiş
olandan düşük ve küçüktür!' dedim.
Herakliyus
benim bu sözümü hiç umursamadı.
'Sen
onun hakkında soracağım şeylere cevap ver!1 dedi.
İstediğini
sor' dedim.[86]
Bundan
sonra Herakliyus, tercümanına:
'Söyle
onun arkadaşlarına: Peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında, ben bundan
birtakım şeyler soracağım!
Eğer
bu kişi, sorduğum şeyler hakkında bana yalan söylemeye kalkışırsa, kendisini
yalanlasınlar!' dedi.
Vallahi,
onun (Peygamber Aleyhisselamın) bana sorulacak şeyler üzerinde uyduracağım
yalanımı, arkadaşlarımın orada-burada anlatıp durmalarından utanma saydı m[87]
muhakkak yalan uydururdum!
Fakat,
benim yalan söylediğimi anlatacaklarından utandığım için, Herakliyus'a
doğrusunu söyledim ![88]
Bundan
sonra, Herakliyus'un bana onun hakkındaki ilk sorusu,[89]
tercümanına:
'Söyle
ona: Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin içinizdeki soyu nasıldır?' diye
sormak oldu.[90]
'O,
aramızda en iyi soyludur.[91] Soy
yönünden en seçkinimizdir' dedim.[92]
Herakliyus:
'Sizden,
bu peygamberlik sözünü ondan önce söylemiş hiçbir kimse var mıydı?1
diye sordu.
'Yoktu!'
dedim.
Herakliyus:
'Onun
ataları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi idi?' diye sordu.
'Hayır!'
dedim.
Herakliyus:
'Ona
halkın eşrafı mı, yoksa zayıf ve fakirleri mi tâbi oluyorlar?' diye sordu.
'Hayır!
Ona halkın zayıf ve fakirleri,[93]
gençler ve kadınlar tâbi oluyorlar! Kavminin yaşlılarından ve eşrafından ona
tâbi olan yoktur!' dedim.[94]
Herakliyus:
'Ona
tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?1 diye sordu.
'Evet!
Artıyor!' dedim.
Herakliyus:
'Onlardan,
onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak ondan dönen bir kimse var
mı?' diye sordu.
'Yoktur!'
dedim.
Herakliyus:
'Peygamberlik
sözünü söylemeden önce, onu hiç yalanla suçladığınız, kötülediğiniz olmuş mu
idi?' diye sordu.
'Hayır!'
dedim.
Herakliyus:
Kendisinin
hiç ahdini bozduğu, sözünde durmadığı var mıdır?' diye sordu.
'Hayır!
Ancak, biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak anlaşma yapmış
bulunuyoruz.[95] Kendisinin bu müddet
içinde ne yapacağını bilmiyoruz![96] Bu
yoldaki ahdini bozacağından korkuyoruz!' dedim.[97]
Vallahi,
verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey katmak imkân ve fırsatnı bulamadım ![98]
Arkadaşlarımın
yalanımı anlatıp yaymalarından korkma s ay di m, yine de, onu başka şeylerle
kusuriamaya çalışırdım!
Herakliyus:
'Siz
onunla hiç çarpıştınız mı? Yahut, o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye sordu.
'Evet!'
dedim.
Herakliyus:
'Sizin
onunla yaptığınız, onun sizinle yaptığı harp nasıl sonuçlandı?' diye sordu.
'Yenme,
aramızda sıra ve nöbetle sonuçlandı: Bir kez o bizi yendi, bir kez de biz onu
yendik!' dedim.
Herakliyus:
'O
size ne emrediyor?' diye sordu.
'Yalnız
bir Allah'a ibadet etmeyi ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmamayı bize emr,
atalarımızın tapmış oldukları şeylerden de bizi nehy ediyor.
Namaz
kılmayı, doğru olmayı, yoksullara sadaka vermeyi, haramlardan sakınmayı,
verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi,
onları görüp gözetmeyi emrediyor' dedim.[99]
Ben
bunları Herakliyus'a söylediğim zaman, Herakliyus, tercümanına:
'Ona
de ki: Ben senden onun içinizde soyunun nasıl olduğunu sordum. Sen kendisinin
içinizde en soylu[100]
olduğunu söyledin.
Zaten,
peygamberler de, böyle, kavimlerinin en soyluları içinden seçilip
gönderilirler.
Ben
sana 'Bu peygamberlik sözünü, ondan önce, içinizde söyleyen bir kimse var mı
idi?' diye sordum. Sen 'Hayır! Yoktur' dedin.
Eğer
ondan önce bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, 'Bu da, belki, kendisinden önce
söylenmiş bir söze uymak istemiş bir kimsedir' diye söyleyebilirdim. Ben sana,
'Onun atalarından bir melik, bir hükümdar var mı idi?' diye sordum. Sen
'Hayır! Yoktur!' dedin.
Eğer
onun atalarından gelmiş bir melik, bir hükümdar olsaydı, 'Bu da, belki,
babalarının saltanatını elde etmeye çalışan bir kimsedir' diye söyleyebilirdim.
Ben
sana, 'Bu peygamberlik sözünü etmeden önce, onu hiç yalanla suçlamış mı
idiniz?' diye sordum. Sen 'Hayır!' dedin.
Benim
bildiğime göre; insanlara karşı hiç yalan söylememiş olan kişi, Allah'a karşı
asla yalan söylemez!
Ben
sana, 'Ona tâbi olanlar insanların eşrafı mıdır? Yoksa, zayıf ve fakir takı mı
mıdır?' diye sordum. Sen halkın zayıf ve fakir takı m inin ona tâbi olduklarını
söyledin!
Zaten,
Peygamberin tabileri de onlardır.
Ben
sana, 'Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' diye sordum. Sen
onların arttıklarını söyledin.
Zaten,
iman işi de, tamamlanıncaya kadar, hep böyle gider!
Ben
sana, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak dininden dönen oldu
mu?' diye sordum. Sen 'Hayır!' dedin.
Zaten,
iman işi de böyle olur; taşıdığı ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince, hiç
kimse onu beğenmemezlik etmez.
Ben
sana, 'O hiç ahdini, sözünü bozar mı idi?' diye sordum. Sen 'Hayır!1
dedin.
Zaten,
peygamberler de böyle olur!
Ben
sana, 'Siz onunla hiç çarpıştınız mı ve o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye
sordum. Sen, sizin onunla çarpışma yaptığınızı, onun da sizinle çarpışma
yaptığını ve bir kez onun sizi yendiğini, ikincisinde de sizin onu yendiğinizi
söyledin.
Zaten
peygamberlerde, böyledir İbtilâlara uğratılırlar. Sonunda, güzel akıbet ve
sonuç onların olur.
Ben
sana, 'O neler emrediyor size?' diye sordum. Sen de, onun Yüce Allah'a ibadet
etmeyi ve ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmam ayı size emr, atalarınızın tapmış
oldukları şeylerden de sizi nehy ettiğini; namaz kılmayı, sadaka vermeyi, doğru
olmayı, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine
teslim etmeyi size emrettiğini söyledin.
Bunlar,
peygamberde bulunan sıfatlardır.
Zaten,
ben onun zuhur edeceğini biliyordum. Fakat, sizden olacağını ummuyor,
sanmıyordum.
Eğer
onun hakkında söylediklerin doğru ise, o, şu ayaklarımın bastığı yere yakında
hâkim olacaktır!
Eğer
onun yanına varabileceğimi bilsem, kendisine kavuşmak için her zahmete
katlanırdım!
Yanında
olsaydım, ayaklarını yıkardım!1 dedi.[101]
Vallahi,
ben bu gılıflı (sünnetsiz Herakliyus)'dan daha keskin görüşlü, daha zeki bir
adam görmedim !"[102]
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın
kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların büyüğü Herakliyus'a.
Hidayete
uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan
sonra, derim ki: Ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman
ol, selameti bul da, Allah sana ecrve mükâfatını iki kat versin!
Eğer
bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaan olan halkın vebali
senin boynuna olsun[103]
'De
ki: Ey Ehl-i Kitab! Gelinil, bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir
sözde (kelime-i tevhid-de) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim
ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da, birbirimizi
rabler edinmeyelim!
Eğer
onlar bu davetten yüz çevirirlerse: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak
Müslümanlarız, deyin!1"[104]
Herakliyus:
"Ben,
Süleyman Peygamberden sonra, böyle Besmele ile başlayan bir mektup
görmemiştim!" dedi.[105]
Mektubu okuttuktan sonra, dürüp beline soktu, sakladı.[106]
E
bu Süfyan der ki:
"Herakliyus
diyeceğini dedikten ve mektubu okutma işini bitirdikten sonra, Herakliyus'un
yanında gürültüler çoğaldı, sesler yükselmeye başlad.[107]
Fakat,
ben ne söylediklerini anlayamadım.[108]
Herakliyus
bizim dışarı çıkarılmamızı emretti, dışarıya çıkarıldık.
Dışarıya
çıkınca, arkadaşlarıma:
'İbn
Ebi Kebşe'nin[109] işi iyice büyümeye
başladı! Baksanıza! Benî Asf arlar in hükümdarı bile ondan korkuyor!1
dedim.[110]
Vallahi,
hiç de istemediğim halde, Yüce Allah kalbime İslâmiyeti sokuncaya kadar, onun
davasının zafer ve başarıyla sonuçlanacağına kesin olarak inanmakta devam
ettim."[111]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife, Herakliyus'a:
"Ey
Kayser! Beni sana Hıms'tan bir kimse gönderdi ki, o, senden hayırlıdır!
Allah'a
yemin ederim ki; beni ona göndermiş olan zât ise, hem ondan, hem de senden daha
hayırlıdır!
Sen
benim sözlerimi tevâzuyla, alçakgönüllülükle dinleyip, verilen öğüdü kabul et!
Çünkü,
sen tevazu gösterir, alçakgönüllülük edersen, öğütleri anlarsın. Öğüdü kabul
etmezsen, insaflı olmazsın!" dedi.
Kayser
Herakliyus:
"Devam
et!" dedi.
Dıhye:
"Biliyor
musun, Mesîh (İsa Aleyhisselam) namaz kılar mıydı?" diye sordu.
Kayser:
"Evet!"
dedi.
Dıhye:
"Öyleyse,
ben seni Mesîh'in Kendisi için namaz kılmış olduğu Allah'a davet ediyorum!
Ben
seni, Mesîh daha annesinin kamında iken gökleri ve yeri yaratıp idare etmekte
bulunan Allah'a davet ediyorum!
Ben
seni, önceden Musa'nın, ondan sonra Meryem oğlu İsa'nın geleceğini müjdelediği,
haber verdiği şu ümmî peygambere imana davet ediyorum!
Eğer
sende bu hususta eskiden kalma biraz ilim varsa, eğer kendin için dünya ve
ahiret mutluluğunu elde etmek istiyorsan, onları gözlerinin önüne getir, dök!
Aksi
takdirde, ahiret mutluluğu elinden gider, dünyada küfür ve şirk içinde
kalırsın!
Şunu
da iyi bil ki, senin Rabbin olan Allah, cebbarları helak edici ve nimetleri
değiştiricidir!" dedi.
Kayser
Herakliyus, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu öpüp gözlerine sürdü, başına
koydu. Sonra da:
"Vallahi,
ben ne elime geçen biryazıyı okumadan, ne de yanıma gelen bir bilgini
bilmediklerimi kendisine sorup öğrenmeden bırakırım!
Bunda
da, ancak hayır ve iyilik görürüm.
Sen
bana, Mesîh'in Kendisine namaz kılmış olduğu Zâtı düşünüp buluncaya kadar,
mühlet ver!
Ben
bugün senin davet ettiğin şeyi kabul etmeyi uygun bulmuyorum.
Yarın
sabaha kadar, ondan daha iyisi var mı diye düşüneceğim!" dedi.[112]
Kayser
Herakliyus, Dıhye'ye:
"Allah
senin iyiliğini versin, rahmetine endirsin!
Vallahi,
ben çok iyi biliyorum ki; senin sahibin, Allah tarafından insanlara gönderilen
peygamberdir!
Zaten,
biz de onun gelmesini bekleyip duruyorduk.
Kitablarımızda
da, onun ismini ve vasfını yazılı bulmuştuk.
Fakat,
ben hayatım hakkında Rumlardan korkuyorum! Eğer korkm asaydı m,[113]
kendisi ülkemde bulunsaydı, ona hemen tâbi olur ve yardım ederdim!" dedi.[114]
Dıhyeyi Uskuf Dagatır'a gönderdi ve gönderirken de:
"Sahibinin
işini ona anlat! Vallahi, o, Rumların içinde, benden daha ulu kişidir.
Kendisinin sözü de, Rumlar katında, benim sözümden daha geçerlidir! O sana ne
diyecek, bir bak!" dedi.[115]
Bu
hususta yazdığı bir mektubu da, Dıhye'nin eline verdi.[116]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Uskuf Dagatır'a bir mektup yazdırıp Dıhye'ye teslim etmiş ve
onda şöyle buyurmuş bulunuyordu:
"İman
edenlere selam olsun!
Hiç
şüphesiz, İsa b. Meryem, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve
Kelimesidir.
Ben
Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
Yâkub'a ve esbâta indirilenlere, Musa'ya ve İsa'ya verilmiş olanlara ve bütün
peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım.
Biz,
onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz; hepsinin peygamberliğine
inanırız.
Biz,
Allah'a boyun eğen Müslümanlarız!
Doğru
yola tâbi olanlara selam olsun!"[117]
Dıhye,
Kayser'in yanından ayrılıp Dagatır'a gitti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam tarafından Herakliyus'a ne için geldiğini ona haber verdi ve
kendisini de İslâmiyete davet etti.
Dıhye'nin
bildirdiğine göre, Dagatır:
"Vallahi,
senin sahibin, Allah tarafından gönderilmiş peygamberdir!
Biz,
onun sıfatlarını tanıyoruz, ismini de Kitablanmızda yazılı bulmuşuzdur!"
dedi.[118]
Nasrânîler,
her Pazar toplanırlar; Uskuf Dagatır da, yanlarına vanp onlara öğütler
verdikten, kıssalar anlattıktan sonra, öteki Pazara kadar evinde otururdu.
Pazar
günü gelince, Nasrânîler Dagatır'ın dışarı çıkmasını beklediler.
Dagatır,
hastalığını bahane ederek çıkmadı.
Bunu
birkaç kez yaptı.
En
sonunda, Nasrânîler
"Ya
o bizim yanımıza çıkacaktır, ya da biz onun yanına gireceğiz!
Şu
Arap geleliden beri, biz senin tutumundan hoşlanmıyoruz!" diyerek
Dagatır'a haber saldılar.
Dıhye
derki:
"Uskuf
Dagatır, bana:
'Sahibine
(Resûlullah'a) git, benden selam söyle. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına,
Muhammed'in Resûlullah olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve temiz, iffetli,
dünyadan el etek çekmiş Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olduğuna
şehadet ettiğimi haber ver!' dedi.[119]
Dagatır
odasına girip üzerindeki siyah elbiseyi attı, üzerine beyaz bir elbise giydi.
Sonra, asasını eline aldı. Kilisede toplanmış bulunan Rumların yanına vardı[120] ve:
'Ey
Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamberden bir mektup geldi.
Mektubunda,
bizi Yüce Allah'a davet ediyor.
Ben
şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur! Ahmed de, Allah'ın kulu
ve resûlüdür!' dedi.
Dagatır
bunu der demez, Rumlar hep birden onun üzerine atıldılar. Döve döve onu şehit
ettiler!"[121]
Yüce
Allah ondan razı olsun![122]
Kayser
Herakliyus da, Hınıs'taki köşküne Rutin ulularını çağırıp, kapıların
kapatılmasını emretti. Sonra, yüksek bir yere çıktı[123] ve:
"Ey
Rum cemaatin[124] Siz, temelli kurtuluşu
ve doğru yola kavuşmayı, hâkimiyetinizin devamlı olmasını,[125] İsa
b. Meryem'in söylediğine uymayı istemez misiniz?" dedi.
Rumlar
"Ey
hükümdar! Bunları elde etmek için ne yapalım?" diye sordular.
Herakliyus:
"Ey
Rum cemaati! Ben sizi, hayırlı bir iş için topladım:
Bana
o zâtın mektubu geldi. Beni dinine davet ediyor!
Vallahi,
o, gelmesini bekleyip durduğumuz, Kitablarımızda kendisini yazılı bulduğum uz,[126]
alâmetlerini ve zamanını bildiğimiz[127]
peygamberdir!
Geliniz,
ona tâbi olalım da, dünyamız ve ahiretimiz bize selamet olsun![128] der
demez, homurdanarak, dışarı çıkmak için kapılara doğru koşuştular. Fakat,
kapıları kapalı buldular.[129]
Herakliyus,
Rumların İslâmiyetten böyle tedirgin olduklarını görünce, iman etmelerinden
ümidini kesti.[130]
Kendi hayatı hakkında da, endişeye düştü.[131]
Adamlarına:
"Onları
geri çeviriniz!" diye emretti.[132]
Rumlar
geri dönüp gelince, onlara:
"Ey
Rum cemaati ![133] Ben size demin söylemiş
olduğum sözlerimi, dininize bağlılığınızın sağlamlığını öğrenmek, sınamak için
söylemiştim.[134]
Dininize
bağlılığınızın sağlamlığını gösteren ve beni sevindiren halinizi, tutum ve
davranışınızı,[135]
sizden umduğum, beklediğim şeyi gözlerimle görmüş bulunuyorum!" dedi.[136]
Bunun
üzerine, Rumlar Herakliyus'a secde ettiler ve kendisinden hoşnut oldular.[137]
Herakliyus
emretti, köşkün kapıları açıldı, Rumlar köşkten çıkıp gittiler.[138]
Dıhye b. Halife; Dagatır'ın Rumlar tarafından şehit edilmesi
üzerine, oradan hemen dönüp Kayser Herakliyus'a durumu haber verdi. Herakliyus:
"Sana 'Biz hayatımız hakkında Rumlardan korkarız!1
demiştim ya! İşte, dediğim çıktı!
Vallahi, Dagatir Rumlar katında benden daha ulu kişi idi ve onun
sözü de benim sözümden daha geçerli idi!" dedi.[139]
Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat Rumların baskın
çıkmaları üzerine bundan vazgeçmiş, Müslüman olmam ıştır.[140]
Herakliyus, Dıhye b. Halife'ye bahşişler, kıymetli hediyeler ve
elbiseler verdi.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubuna da, cevap yazdı.
Yazısında şöyle dedi:
"İsa'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resûlü Muhammed'e Rum
Hükümdarı Kayser tarafındandır:
Elçin, mektubunla birlikte bana geldi.
Ben şehadet ederim ki; sen Allah'ın Resûlüsün!
Biz zaten seni yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk. İsa b.
Meryem, seni bize müjdelemişti.
Rumları sana iman etmeye davet ettimse de, yanaşmadılar,
kaçındılar. Onlar beni dinleselerdi, kendileri için muhakkak ki hayırlı olurdu.
Ben senin yanında bulunup da sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını
yıkamayı ne kadar arzu ederdim !"[142]
Dıhye b. Halife, Kayser Herakliyus'tan aldığı bahşişler, kıymetli
hediyeler ve elbiselerle dönüp Hısma'ya geldi.[143]
Cüzamlardan birtakım adamlar, üzerindeki eskimiş elbiseden başka, yanındaki
herşeyi yağmaladılar.
Dıhye, Medine'ye gelince, daha evine girmeden, doğruca
Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısına kadar vardı, kapıyı çaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kim o?" diye sordu.
Dıhye:
"Dıhyetü'l-Kelbf!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İçeri gir!" buyurdu.
Dıhye içeri girdi.
Bütün olan bitenleri, başından sonuna kadar, Peygamberimiz
Aleyhisselama birer birer haber verdi.[144]
Kayser'in mektubu okununca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun için, bir müddet daha kalmak vardır! Onlar bir müddet
daha kalacaklardır![145]
Onun saltanatı bir müddet daha devam edecektir![146]
Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatları sürecek,
devam edecektir!" buyurdu.[147]
Dıhye:
"Yâ Rasûlallah! Kayser'in yanından dönüp gelirken, Hısma'da
bulunduğum sırada, Cüzamlardan bir cemaat beni baskına uğrattı. Hiçbir şey
bırakmaksızın, yanımdaki şeyleri yağmaladılar. Nihayet, Medine'ye şu eski püskü
elbisemle gelebildim!" dedi.[148]
Dıhye'yi soyanlar, Cüzamlardan Huneyd b. Us (VâkıdT ve İbn Sa'd'a
göre Arız) ile oğlu Us (yahud Ârız)[149]
ile aynı kabileden bazı kimselerdi.[150]
Kayser Herakliyus; Peygamberimiz Aleyhisselamın gönderdiği mektubu
atlas bir ipeğe sardı.[151]
Altından bir kutunun içine koyup sakladı.
Kayser hanedanı katında nesilden nesile devredilegelen bu mübarek
mektup, Alfons b. Ferdinand'ın Tulaytıla üzerine yürüyüp Endülüs
memleketlerinden ele geçireceği yerleri ele geçirdiği tarihte (Hicrî 464) onun
nezdinde idi.
Alfons'tan sonra da, kızının oğlunun nezdinde kaldı.[152]
Yine Süheylî'nin (doğumu H. 508, vefatı H. 581) bir arkadaşından,
onun da mektubu gören tanınmış İslâm kumandanlarından Abdülmelik b. Safd'den
sorup öğrenmiş bulunan birzâttan rivayetine göre; Abdülmelik demiştir ki:
"Mektubu, kral getirip bana gösterdi. Ben onu okumak ve öpmek
isteyince, mektubu korumak için elimi tutup beni men etti, yapmak istediğim
şeyi benden esirgedi."[153]
İbn Hacer el-Askalânîye (doğumu H. 773, ölümü H. 852) birçok
kişinin Kadı Nûreddin b. Sâıgu'd-Dımaşkî'den rivayet ederek bildirdiklerine ve
ona da Seyfeddin Kılıcu'l-Mansûrî'nin söylediğine göre; [154]
Seyfeddin Kılıç demiştir ki:
"Melik Mansur Kılavunu's-Sâlihî (ölümü H. 689), beni bazı
hediyelerle Mağrib ülkesi kralına gönderdi.
Mağrib kralı da, beni arabuluculuk için Efrenc (Avrupa) kralına
yolladı.
Avrupa kralı, arabuluculuğumu kabul ve yanında kalmaklığımı bana
teklif etti. Fakat, ben onun yanında kalmaktan kaçındım.
Bana:
'Ben sana yüce bir armağan sunacağım!1 deyip, altından
kaplamalı bir kutu ve kutunun içinden altından bir boru, borunun içinden de bir
mektup çıkarıp gösterdi.[155]
Mektup, ipek bir beze yapıştırılmıştı.[156]
Mektubun, zamanla, birçok harfleri silinmiş bulunuyordu.
Kral:
'Bu, sizin peygamberinizin atam Kayser'e göndermiş olduğu
mektubudur!
Biz ona bugüne kadar elden ele tevarüs etmekten geri kalmadık.
Bize ata ve babalarımızdan tavsiye ve tenbih edilmiştir ki; bu
mektup yanımızda bulundukça, saltanat bizden gitmeyecektir!
Biz onu son derecede titizlikle korumakta ve ona saygı
göstermekteyiz.
Saltanatımızın sürüp gitmesi ve yaşaması için, onun yanımızda
bulunduğunu, Nasranîlerden de gizli tutmaktayız!' dedi."[157]
Hicretin 6. yılında Zilhicce ayında Hudeybiye'den dönüldükten
sonra, Hicretin 7. yılında Muharrem ayında İslâmiyete davet etmek üzere birer
mektupla hükümdarlara gönderilen altı zâttan birisi de Abdullah b. Huzâfe olup,
Acem Şahı Kisrâ'ya gönderilmişti.[158]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunu Kisrâya sunmak üzere,
Bahreyn valisine vermesini de, Abdullah b. Huzâfe'ye emir buyurdu.[159]
Peygamberimiz Aleyhisselam; yazdırdığı "Muhammed
Resûlullah" mührüyle mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Farsların büyüğü Kisrâya!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara, Allah'a ve Resûlüne iman
edenlere, Allah'tan başka hiçbir ilah ve mâbud olmadığına, O'nun eşi, ortağı
bulunmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet
getirenlere selam olsun!
Ben seni Allah'a imana davet ediyorum!
Çünkü, ben, Allah'ın kalbleri diri ve akılları başında olanları
uyarmak, kâfirler hakkında da o azap sözü gerçekleşmek üzere bütün insanlara
göndermiş olduğu peygamberiyim!
Öyleyse, Müslüman ol, selameti bul!
Davetimden yüz çevirirsen, kaçınırsan, bütün Mecusîlerin günahı
senin boynuna olsun!"[160]
Abdullah b. Huzâfe; Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu,
Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisi Münzirb. Sâvâ'ya başvurdu. O da, onu
Kisrâ'ya yolladı.[161]
Abdullah b. Huzâfe'nin bildirdiğine göre; kendisi Kisrâ'nın
kapısına kadar vardı, yanına girmek için izin istedi.[162]
Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti. Sonra Fars devlet
adamlarının, daha sonra da Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin içeri
alınmasına müsaade etti.[163]
Abdullah b. Huzâfe içeri girdi.[164]
Kisrâ, mektubun elçiden alınmasını emretti.
Abdullah b. Huzâfe:
"Onu, Resûlullah Aleyhisselamın buyruğu üzere, sana kendim
vereceğim!" dedi.
Kisrâ:
"Öyleyse, haydi, yanıma yaklaş!" dedi.
Abdullah b. Huzâfe, yaklaşıp Kisrâ'ya mektubu verdi.
Kisrâ, mektubu okutmak için Hîre'li kâtibini çağırdı, mektubu ona
okuttu.
Kâtip, mektubu:
"Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü
Kisrâ'ya!" diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ mektuba Resûlullah
Aleyhisselamın ismiyle başlanmış olmasına son derecede kızdı, bağırdı, çağırdı.
Daha mektubun içinde ne denildiğini anlamadan,[165]
mektubu alıp yi itti [166]
ve:
"O, benim bir kölem durumunda bulunduğu halde, bana böyle
yazıyor ha?!" dedi.[167]
Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurunda yaptığı konuşmasında:
"Ey Fars cemaati! Sizler, peygambersiz, Kitabsız ve
yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kısmına hakim olarak sayılı
günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz!
Halbuki, yeryüzünün hakim olamadığınız kısmı daha çoktur.
Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve ahiretlik hükümdarlar
gelmiş ve hüküm sürmüşlerdir.
Onlardan, ahiretlik olanlar, dünyadan da nasiplerini almışlardır.
Dünyalık olanlar ise, ahiret nasiplerini yitirmişlerdir.
Sana getirip teklif ettiğimiz bu iş sence küçümseniyor; amma, vallahi,
nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve
korunamayacaksın!
Sen, vaktiyle girmiş olduğun yerden sürülüp çıkarıldığını da
yalanlayamazsın!
Zikar vak'asındaki durum, bunun delilidir!" dedi.
Kisrâ da, yaptığı konuşmasında, özet olarak:
"Mülkve saltanat bana münhasırdır!
Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak
çıkacağından korkum vardır!
Firavun, İsrail oğullarına hakim olmuştu.
Siz, onlardan daha iyi, daha güçlü değilsiniz!
Benim sizi hemen hakimiyetim altına alıvermeme ne engel var?
Ben Firavun'dan daha iyi ve daha güçlüyüm dür![168]
Zikar vak'asına gelince, o, Şam vak'asıdır" dedi.[169]
Kisrâ, Abdullah b. Huzâfe'nin dışarı çıkarılmasını adamlarına
emretti, Abdullah b. Huzâfe dışarı çıkarıldı.[170]
Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurundan çıkar çıkmaz, hayvanının
üzerine atlayıp Medine yolunu tuttu.
Kendi kendine:
"Vallahi, benim için, iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem.
Resûlullahın mektubunu verilecek yere vermiş, vazifiemi yapmış
bulunuyorum ya!" dedi.
Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti ve
onu Hîre'ye kadar arattırdı ise de, bulduramadı.[171]
Abdullah b. Huzâfe, Medine'ye gelip, durumu Peygamberimiz
Aleyhisselama haber verdi.[172]
Abdullah b. Huzâfe Kisrâ'nın mektubu yırttığını söyleyince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar da parça parça olsunlar[173]
O benim mektubumu parçaladı ha?[174]
Allah da onun mülk ve saltanatını parçalasın![175]
O, kendi eliyle mülk ve saltanatını parçalamış oldu![176]
Allah'ım! Onun mülk ve saltanatını parçala!" dedi.[177]
Kisrâ, Yemen valisi Bâzân'a Peygamberim iz Aleyhisselam hakkında
bir yazı gönderdi ve yazısında şöyle dedi:
"Mekke'de, Kureyşten biri ortaya çıkmış! Kendisinin peygamber
olduğunu söylüyormuş[178]
Ona söyle: Kendisi ya bu peygamberlik dâvasından vazgeçer, ya da
onu ve kavmini öldürecek adamları üzerlerine salarım![179]
Sen, yanındaki güçlü kuvvetli adamlarından ikisini ona sal[180]
Kavminin dinine muhalefet etmiş olan kişiye, kavminin dinine dönmesini emret![181]
Dönmekten kaçınırsa, kendisinin başını kesip bana gönder!"[182]
Kisrâ'nın Yemen valisi Bâzân, Kisrâ'nın mektubunu alır almaz,
yazıcı, muhasip ve Farsça okur yazar vekilharcı olan Bâbeveyh'i, yanına
Farslılardan Hurre Hüsre adındaki bir adamı da katarak, Peygamberimiz
Aleyhisselama gönderdi.
Kisrâ'ya gitmesi için, Peygamberimiz Aleyhisselama yazdığı bir
yazıyı da, ellerine verdi. Vekilharcı olan Bâbeveyh'e, Peygamberimiz
Aleyhisselam için:
"Şu zâtın memleketine git![183]
Haline, gidişatına bir bak![184]
Kendisiyle konuş![185]
Kendisini imtihan et![186]
Onun haberini bana getir![187]
İşin içyüzünü anla, bana anlat!" dedi.[188]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, Mekke'ye doğru yollandılar.
İlk önce, Taife vardılar.
Taif'in Nahb deresinde Kureyş müşriklerinden bazı adamlara
rastladılar.[189]
Kureyş eşrafından Ebu Süfyan'la Salvan b. Ümeyye ve daha
başkaları, rastladıkları kişiler arasında idi.[190]
Elçiler onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede bulunduğunu
sordular.
Kureyşfler de;
"O, Medine'dedir!" dediler.
Kureyş müşrikleri, vali Bâzân'ın mektubunda yazılı olanı
elçilerden sorup öğrenince, çok sevindiler ve birbirlerine:
"Sevininiz! Hükümdarlar Hükümdarı olan Kisrâ onun karşısına
dikilince, artık siz onun hakkından kolayca gelebilirsiniz!" dediler.
Bâzân'ın elçileri, Taif'ten Medine'ye, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına geldiler.[191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların münasip bir yere kondurulup
ağırlanmalarını ashaba emir buyurdu.
Onlar birkaç gün oturup dinlendikten sonra, haber salıp onlan
yanına çağırdı.[192]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
girdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Oturunuz!" buyurdu.
Onlar, dizlerinin üzerine çöktüler.[193]
Yemen valisi Bâzân'ın bu elçileri, sakallarını dibinden
kazıtmışlar, bıyıklarını ise alabildiğine uzatmışlar, büyütmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları böyle görünce, hoşlanmadı ve
onlara:
"Yazıklar olsun size, bu kılığa girmenizi size kim
emretti?" diye sordu.
Elçiler
"Böyle yapmamızı Rabbimiz Kisrâ emretti bize!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Fakat, benim Rabbim bana sakalımı salmamı, bıyığımı ise
kesmemi emretti" buyurdu.
Elçi Bâbeveyh, şöyle konuşmaya başladı:
"Şahlar Şahı, Hükümdarlar Hükümdarı Kisrâ, vali Bâzân'a yazı
yazıp, seni kendisine getirmek üzere sana adam göndermesini emretti.
Bâzân da, yanıma düşüp gitmen için, beni sana yolladı!
Eğer benimle birlikte gidersen, Yemen valisi, Hükümdarlar
Hükümdarına senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır!
Eğer benimle gelmekten kaçınırsan, sen de bilirsin ki, Kisrâ seni
de senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!" dedi[194]
ve Bâzân'ın mektubunu Peygamberimiz Aleyhisselama sundu.[195]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bâbeveyh'i dinledi, mektupta
yazılanları da öğrendi.[196]
Gülümsedi ve elçileri İslâmiyete davet etti.
Bâbeveyh'le Hurre Hüsre, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda
duydukları manevî heybetten hem titriyorlar,[197]
hem de cesaretli cesaretli konuşmaktan geri durmuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Eğer bizimle gelmeyeceksen, vali Bâzân'ın mektubuna cevap
yaz!" dediler.[198]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer ben bu işi kendiliğimden yapmış olsaydım, vazgeçerdim!
Fakat, beni sânı yüce olan Allah gönderdi .[199]
Siz bugün yanımdan ayrılıp konutunuza dönünüz! Yarın sabahleyin
yanıma geliniz!
Ne yapmak istediğimi, o zaman size haber vereyim!" buyurdu.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yüce Allah, Kisrâya oğlu Şfreveyh'i musallat kıldı: Şîreveyh
onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan filan saatleri geçince
öldürdü!" diye vahiy geldi.
Ertesi gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, elçileri yanına çağırıp,
bunu onlara haber verdi[201]
ve:
"Sahibinize (Bâzân'a) tebliğ ediniz ki; benim Rabbim olan
Allah, onun rabbi Kisrâ'yı bu gece, geceden yedi saat geçince, gecenin yedinci
saatinde öldürmüştür!" buyurdu.[202]
Bâbeveyh'le arkadaşı şaşırdılar[203]
ve Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Sen ne söylediğini biliyor musun?!
Üzerine yürüyüp seni cezalandırmamız, bizim için, bu söylediğini
vali Bâzân'a haber vermekten daha kolaydır!
Biz senden işittiğimiz bu sözü gerçekten ona yazalım ve hükümdara
haber verelim mi?!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Bunu benden işittiğinizi ona haber veriniz! Hem de ona
deyiniz ki: 'Benim dinim ve hakimiyetim Kisrâ'nın mülk ve saltanatının ulaştığı
yerlere kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak basacakları en uzak yerlere
kadar uzanacaktır!'
Yine ona deyiniz ki: 'Eğer sen Müslüman olursan, idaren altında
bulunan yerleri sana vereceğim! Seni, Ebnâlardan, Yemen'deki Farslılardan olan
kavmine hükümdar yapacağım!1" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; elçilere söyleyeceklerini söyledikten
sonra, Hurre Hüsre'ye altın ve gümüşle işlenmiş bir kemer verdi.
Bunu, Peygamberimiz Aleyhisselama, hükümdarlardan birisi hediye
etmişti.
Hurre Hüsre'ye, bu kemerden dolayı, "Zülmaceze=Kemerii"
derlerdi.
Hurre Hüsre'nin soyundan gelen oğulları ve torunları da bu adla
anıldılar.[204]
Bâbeveyh'le Hurre Hüsne, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından
ayrıldılar.
Bir hayli yolculuktan sonra Bâzân'ın yanına geldiler ve ona,
Peygamberimiz Aleyhisselamda gördüklerini ve kendisinden işittiklerini., haber
verdiler.
Bâzân:
"Vallahi, onun bu sözü hükümdar sözü değildir!
Ben öyle sanıyorum ki; bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!
Kendisinin Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini
bekleyelim.
Eğer kendisi bu husustaki sözünde doğru çıkacak olursa, o
gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.
Eğer onun söylediği doğru çıkmazsa, o zaman, hakkında gereğini
düşünürüz!" dedi.[205]
Bâzân, Bâbeveyh'le Hurre Hüsre'ye:
"Siz onu nasıl buldunuz?" diye sordu.
Bâbeveyh'le Hurre Hüsre:
"Biz, ondan daha heybetli, onun kadar hiçbir şeyden
korkmayan, muhafızları bulunmayan, ondan daha tevazulu, alçakgönüllü, halk
arasında yaya yürüyen bir hükümdar görmedik!
Ashabı, onun yanında, seslerini yükseltmiyor, kısıyorlar..."
dediler.[206]
Aradan çok geçmemişti ki, Vali Bâzân'a, Kisrâ'nın oğlu
Şîreveyh'ten bir yazı geldi.
Gelen yazıda şöyle deniliyordu:
"Bundan sonra, derim ki: Ben Kisrâyı öldürdüm!
Ben onu, ancak, Fars eşrafından birçok kimseleri öldürmeyi, onları
hudut boylarında toplayıp tutuklamayı mubah saymasına kızdığım için öldürdüm!
Bu mektubum sana gelince, halkın benim için bey'atını al!
Kisrâ'nın sana yazı yazmış olduğu zât hakkında da, buyruğum
gelinceye kadar bekle, onun üzerine pek düşme!"
Şîreveyh'in mektubu okunup sona erince, Vali Bâzân, Peygamberimiz
Aleyhisselam hakkında:
"Bu zât, muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir
peygamberdir!" diyerek Müslüman oldu.
Aslen Farslı olup Yemen'de oturan Ebnâlar da Müslüman oldular.[207]
Allah hepsinden razı olsun!
Kisrâ'nın öldürüldüğü haberi geldiği sırada, Bâzân hasta idi.
Süvarileri, Bâzân'ın başında toplandılar ve:
"Sen birisini bizim başımıza vali tayin et!" dediler.
Bâzân:
"Sizin için gelecek bir hükümdar, herisin önünü sonunu gören,
gözeten bir hükümdar vardır: Siz şu zâta uyunuz, O'nun dinine giriniz, Müslüman
olunuz!" dedi.
Bâzân öldükten sonra, Ebnâların başkanı, Peygamberimiz
Aleyhisselam a bir heyet göndererek, Müslüman olduklarını bildirdi.[208]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İran Şahına göndermiş olduğu mektubun
aslı, Lübnan Dışişleri Bakanlığında bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon'un babası
tarafından Birinci Dünya Savaşı sonunda Şam'da 150 altına satın alınmış olup;
1962 yılı Kasım'ının sonuna doğru Dr. Selahaddin el-Müneccid'e okutturulmak
için başvurulması üzerine ortaya çıkmıştır.
Dr. Selahaddin Müneccid'in tarif ve tasvirine göre; parşümen
üzerine yazılmış bulunan bu mübarek mektubun rengi zamanla değişmiş ve dokuması
eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır.
Mahfaza, ayrıca, camdan bir çerçeve tarafından muhafaza edilmiş
olup parşümen oraya yapışık kalmıştır.
Parşümen eski ve yumuşaktır.
Parşümenin rengi, koyu kahverengidir.
Sahife kenarları, bu yüzden, siyahlanın ıştır.
Mektubun boyu 28 cm, eni 21,5 cm .dir.
Mektubun eb'âdı ince uzun ise de, üst kısmı alt kısmından
geniştir.
Mektupta, yerine göre uzunlukları 21,2 cm.den 21,5 cm.ye kadar
değişen 15 satır vardır.
Satırların en altında dairemsi bir mühür izi olup, bunun çapı 3 cm.dir.
Mektupta, yukarıdan aşağıya doğru akmış su izleri vardır.
Bunlar, bazı yerlerde harfleri veya kelimeleri silmiş, bazı
yerlerde mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasına doğru bulunan Resûl
kelimesindeki R hani hariç olmak üzere, mühürdeki yazıyı da silmiştir.
Denilebilir ki; mektup yırtılmak istenilmiştir.
Gerçekten de, yırtık, başlangıçtaki ufkî 3. satırdan, bu satırın
ortasına kadar inmekte; böylece, yırtık izi, tersine bir L harfi manzarası arz
etmekte d ir.
Yırtık, mektubun yazıldığı parşümenden ayırt edilebilen ve daha
sonraki devre ait deriden yapılmış ince bir iplikle dikilmiştir.
Mektubun yazı karakteri, Hendek savaşı sırasında Sel1
dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulunan en eski yazı karakterine
uymakta d ir.[209]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâmiyete davet etmek üzere Hicretin
7. yılında[210]
Muharrem ayında[211]
hükümdarlara birer mektupla gönderdiği altı elçiden birisi de Hâtıb b. Ebi
Beltea olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu İskenderiye hükümdarı, Kıbtîlerin
büyüğü Mukavkıs'a göndermişti. [212]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu göndermeden önce:
"Ey insanlar! Ecir ve sevabını Allah ödemek üzere, şu mektubu
Mısır hükümdarına hanginiz götürür?" diye sorunca, Hâtıb b. Ebi Beltea
sıçrayıp ayağa kalktı ve Peygamberimiz Aleyhisselama doğru vardı ve:
"Yâ Rasûlallah! Ben götürürüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Hâtıb! Allah bu vazifeni senin hakkında mübarek
kılsın!" buyurdu.
Hâtıb b. Ebi Beltea mektubu Peygamberimiz Aleyhisselamdan aldı,
vedalaşıp evine gitti. Hayvanının çulunu, kolanını sıkılaştirdı. Ailesiyle de
vedalaştiktan sonra yola çıktı.
Hâtıb, önce Mısır'a gitti. Mukavkıs'ı orada bulamayınca,
İskenderiye'ye gitti.[213]
Mukavkıs'ın saray kapıcısının yanına vardı. Ne için geldiğini ona haber verdi.
Kapıcı, Hâtıb'a çok hürmet etti. Onu hiç bekletmedi.[214]
Mukavkıs, o sırada, deniz üzerinde bir mecliste bulunuyordu.
Hâtıb, bir sandala binip Mukavkıs'ın meclisi hizasına kadar vardı;
Peygamberimiz Aleyhisselam m mektubunu, baş ve şehadet parmağı arasına alarak
ona gösterdi.
Mukavkıs, mektubu görünce, Hâtıb b. Ebi Beltea'yı önüne
getirmelerini adamlarına emretti.[215]
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Hâtıb'ın elinden
aldı,[216]
okuttu.
"Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektupta şöyle
buyuru I uy ordu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun
İmdi, ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki
kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmez, kabul etmekten kaçınırsan,
Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!
'De ki: Ey Ehl-i Kitab! Geliniz! Bizim aramızla sizin aranızda
eşit ve ortak bir Kelime'de birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım! Ona
hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rab diye
tanımayalım!
Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, onlara: Siz şahit
olunuz ki, bizler muhakkak Müslumanlarız, deyiniz.'"[217]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okununca, Mukavkıs, Hâtıb b.
Ebi Beltea'ya "Hayırlı olsun!" dedi.[218]
Hâtıb b. Ebi Beltea derki:
"İskenderiye hükümdarı Mukavkıs, haber gönderip beni yanına
getirtti. Patriklerini de yanına topladı.
Bana:
'Ben anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve seninle
konuşacağım!1 dedi.
Kendisine:
'Buyurunuz, konuşalım!1 dedim.
Mukavkıs:
'Bana haber ver: Senin efendin bir peygamber değil midir?' diye
sordu.
'Evet! O, Allah'ın Resûlüdür!1 dedim.
Mukavkıs:
'O gerçekten böyle bir peygamber idi ise, kendisini öz yurdundan
çıkarıp başka bir yurda sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde ne için
Allah'a dua etmedi?' diye sordu.
Ona:
'Sen İsa b. Meryem'in Resûlullah olduğuna şehadet edersin değil
mi?
O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp asmak
istedikleri zaman; kendisini dünya semasına kaldırıp yükselteceğine, kavmini
helak etmesi için Allah'a dua etse olmaz mı idi?' dedim.[219]
Mukavkıs söyleyecek söz bulamadı. Bir müddet sustuktan sonra:
'Sözünü tekrarla!' dedi.
Tekrarladım. Mukavkıs yine sustu.[220]
Sonra da:
'Güzel söyledin! Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun.
Hakîm olan, yerli yerince konuşanın da yanından geliyorsun!' dedi."[221]
Bundan sonra, Hâtıb la Mukavkıs, konuşmaya şöyle devam ettiler:
Hâtıb, Mukavkıs'a:
"Senden önce, burada bir adam, kendisinin en yüce Rab
olduğunu iddia etmiş;[222]
o Firavun, kavmine, 'Ben sizin en yüce Rabbinizim!' diyerek bağırmıştı.[223]
Yüce Allah onu dünya ve ahiret azabıyla yakalayıp cezalandırdı,
ondan intikam aldı.
Sen, senden başkasından ibret al da, başkasına ibret olma!"
dedi.[224]
Mukavkıs:
"Bizim için, bir din vardır! Biz, bu dinimizi, ondan daha
hayırlısı olmadıkça, bırakmayız!" dedi.[225]
Hâtıb:
"Senin bağlı bulunduğun ve daha hayırlısı olmadıkça
bırakmayacağını söylediğin dininden daha hayırlı olan din, hiç şüphesiz
İslâmiyettir![226] Biz
seni İslâmiyete davet ediyoruz ki, Allah din olarak insanlara onu yeterli
kılmıştır, dahası da yoktur![227]
Bu peygamber [Muhammed Aleyhisselam], İslâmiyete yalnız seni
değil, bütün insanları davet etti.
Onlardan, kendisine karşı en katı, en sert ve kaba davrananlar,
Kureyş müşrikleri oldu!
Ona karşı en azgın düşmanlığı da Yahudiler yaptılar!
İnsanlardan, ona en çok yakınlık gösterenler ise, Hıristiyanlar
oldu.
Hayatım üzerine yemin ederim ki;[228]
Musa Peygamber nasıl İsa Peygamberi haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemiş
ise, İsa Peygamber de Muhammed Aleyhisselamı öylece haber vermiş, geleceğini
müjdelemiştir![229]
Bizim seni Kur'ân'ı kabule davet etmemiz, senin Tevrat'a bağlı
olanları İncil'i kabule davet etmen gibidir.
Her peygamber bir kavme yetişmiş olup, o kavim o peygamberin
ümmetinden sayılmış, o peygambere itaat edenler de o ümmete katılmıştır.
Sen ise, bu peygambere (Muhammed Aleyhisselama) yetişenlerdensin![230]
Biz, seni İslâm dinine davet etmekle, İsa Peygamberin dininden men
ediyor değiliz! Bilakis, onunla, onun gerçek tebligatıyla amel ve hareket
etmeni sana teklif etmiş oluyoruz" dedi.[231]
Mukavkıs:
"Ben bu peygamberin işini, dinini inceledim. Gördüm ki, onda
ne dünyadan el etek çekilmesi emrediliyor, ne de mergub ve makbul şeyler
yasaklanıyor!
Kendisini de, ne yolunu şaşırmış bir sihirbaz, ne de gaibden
haberler aldığını iddia eden yalancı bir kâhin olarak bulmuş değilim!
Fakat, kendisinde benim bulduğum; gaibi, gizli, kapalı şeyleri
keşfedip haber vermek gibi peygamberlik alâmetleridir.
Bununla beraber, ben biraz daha düşünmek isterim!" dedi.[232]
Mukavkıs, bir gece haber salıp Hâtıb'ı huzuruna getirtti.
Mukavkıs'ın yanında, Arapça tercümanından başka kimse yoktu.
Mukavkıs, Hâtib'a:
"Onun (Muhammed Aleyhisselamın) hakkında soracağım şeylere
doğru cevap verir misin?
Ashabının arasından, sahibinin seni niçin seçip gönderdiğini
biliyorum.[233]
Ben sana üç şey soracağım!" dedi.
Hâtıb:
"İstediğini sor! Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim!"
dedi.[234]
Mukavkıs:
"Muhammed insanları nelere davet ediyor?" diye sordu.
Hâtıb:
"Yalnız Allah'a ibadet etmeye davet ediyor. Gece gündüz, beş
vakitte namaz kılmayı emrediyor! Ramazan orucunu tutmayı, Beytullah'ı hacc ve
ziyaret etmeyi, verilen sözde durmayı... emrediyor. Ölmüş hayvanın etini
yemekten ve kandan men ediyor!" dedi.[235]
Mukavkıs:
"Onun (Muhammed Aleyhisselamın) şekil ve şemailini (fizikî
yapısını) bana tarif et, anlat!" dedi.
Hâtıb kısaca tarif etti.
Mukavkıs:
"Anlatmadığın daha bazı şeyler kaldı: Gözlerinde biraz
kırmızılık, sırtında iki omuzu arasında da peygamberlik hâtemi (mührü) vardır.
Merkebe biner, sırtına harmani giyer, hurma ve az etli kemikle geçinir,
amcaları ve amca oğulları tarafından korunur!" dedi.
Hâtıb:
"Bunlar da onun sıfatıdır!" dedi.[236]
Mukavkıs:
"Ben, gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum. Fakat,
onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum.[237]
Çünkü, daha önceki peygamberler hep oradan çıkmışlardı.
Gerçi, son peygamberin Arabistan'da, sertlik, darlık, yoksulluk
ülkesinden çıkacağını da Kitablarda görmüştüm.[238]
Allah'ın Kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin
zuhuru zamanı da, tam bu zamandır!
Biz, onun vasfını, İki kızkardeşi bir nikâh altında birleştirmez!
Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez! Fakiri er, yoksullarla oturur
kalkar!' diye de, Kitabda yazılı bulmuştuk![239]
Ona uymak hususunda Kıbtîler beni dinlemezler![240]
Ben saltanatımdan da ayrılmaya kıyam ayacağı m! Bu hususta çok
cimriyim dir![241]
Ben Kıbtîlere bundan ne bir kelime ananm, ne de hiç kimseye bu
konuşmamı bildirmeyi, duyurmayı isterim!" dedi[242]
ve Arapça yazı yazan bir yazıcı çağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna şöyle cevap yazdırdı:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Muhammed b. Abdullah'a Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıstan!
Selam olsun sana!
Bundan sonra, arzederim ki; mektubunu okudum.
Mektubunda andığın ve beni davet ettiğin şeyleri anladım.[243]
Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyor ve fakat onun Şam'dan
çıkacağını sanıyordum.
Elçini ağırladım.
Sana Kıbtîler katında mevkileri yüksek iki cariye ile elbiseler
gönderdim.
Binmen için, sana bir de katır hediye ettim.
Selam olsun sana!"
Mukavkıs, bundan fazla ne birşey yaptı, ne de Müslüman oldu.[244]
Mukavkıs, Hâtıb'a:
"Sakın hâ! Kıbtîler senin ağzından tek kelime bile işitmesinler!"
diye tenbihatta bulundu.[245]
1. İki cariye (Mâriye ile
kızkardeşi Şîrîn),
2. Bin miskal altın,
3. İki binit hayvanı (bir
katırla bir merkep),
4. Yirmi kat Mısır işi ince
elbise,[246]
5. Bir adet billur kadeh,[247]
6. Kokulu bal,[248]
7. Sarık,
8. Kabâtî Mısır keten kumaşı,
9. Öd, misk gibi güzel koku,
10. Gülyağı,
11. Kutu içinde sürmelik,
12. Tarak,
13. Makas,
14. Misvak,
15. Ayna,
16. İğne,
17. İplik,
18. Baston.
Mukavkıs Hâtıb'a Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Sürme kullanır mı?" diye sormuştu.
Hâtıb:
"Evet! Aynaya bakar, saçını tarar; seferde ve hazerde,
aynayı, sürmedanlığı, tarağı, misvağı yanından ayırmaz!" demişti.[249]
Mukavkıs'ın Peygamberimiz Aleyhisselama hediye ettiği iki cariyeye
Hâtıb Müslüman olmalarını teklif etti, onlar da Müslüman oldular. Mâriye'yi
Peygamberimiz Aleyhisselam zevceliğe kabul etti, Sîrîn'i de Hassan b. Sabite
verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. İbrahim adındaki oğlu, Hz.
Mariye'den doğmuştur.[250]
Mukavkıs'ın hediye ettiği katır Düldül, merkep de Ufeyr, Yâfur
diye anılırdı .[251]
Bunlar, iyi cins binit hayvanlarındandı.[252]
Her ikisi de gri tüylü idi.[253]
O güne kadar, Arabistan'da ak tüylü katır görülmemişti. İslâm'da ilk görülen ak
tüylü katır, Düldül oldu.[254]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hediye edilen billur kadehle de su
içerdi.[255]
Mukavkıs tarafından Hâtıb'a verilen hediye, 100 dinar (altın) ile 5 kat elbise
idi.[256]
Hâtıb'ın bildirdiğine göre; kendisi, Mukavkıs'ın yanında, kısa bir
müddet, beş gün kaldı ve son derecede ağırlandı.[257]
Yabancı heyetler ise, Mukavkıs'ın yanında bir ay ve bir aydan da
fazla kalmakta idiler.[258]
Hâtıb, beş günden sonra, Mukavkıs'ın ülkesinden ayrıldı.[259]
Mukavkıs Hâtıb'ı Cezîretü'l-Arab'a muhafız askerlerle yolladı.
Bunlar Arabistan'a ayak bastıkları sırada, Şam'dan Medine'ye
gitmekte olan bir kafileye rastladılar.
Hâtıb, Mukavkıs'ın askerlerini geri çevirip kafileye katıldı.[260]
Medine'ye gelip kavuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mukavkıs'ın hediyelerini kabul etti.[261]
Hâtıb b. Ebi Beltea Mukavkıs'ın sözlerini Peygamberimiz
Aleyhisselama anlatınca,[262]
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yaramaz adam saltanatına kıyamadı! Esirgediği
saltanatı ise, kendisinde kalmayacaktır!" buyurdu.[263]
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu filciişinden
yapılmış bir kutu içine koyup kutuyu mühürledi ve cariyesine teslim etti.[264]
Hicretin 1267. yılında Mısır'ın Ahmim beldesinde eski bir
manastırdaki Kıbt kitapları arasında bulunan ve Peygamberimiz Aleyhisselamın
Mukavkıs'a gönderdiği mektup olduğu anlaşılan mektup, Abdülmecid Han tarafından
satın alınarak İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Mukaddes Emanetler Bölümünde
saklanmaktadır.
Mektup; 16x19 cm. eb'âdında, kahverengi bir deri üzerine siyah
mürekkeple yazılmış olup, oniki satırdır.
Mektubun altında Peygamberimizin mührü bulunmaktadır.
Mektupta yer yer güve yenikleri vardır.[265]
Hicretin 7. yılında,[266]
Muharrem ayında,[267]
İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de
Şüca' b. Ebi Vehb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Şam sınırı hükümdarı
Haris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye
göndermişti.[268]
Haris b. Ebi Şimr, Hıristiyan Arapların hükümdarı idi.[269]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haris b. Ebi Şimr'e gönderdiği
"Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm âhirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Haris b. Ebi Şimr'e!
Doğru yola uyan, tâbi olanlara, Allah'a iman eden ve Resûlünü
doğrulayanlara selam olsun!
Ben seni eşi, ortağı olmayan Bir Allah'a imana davet ediyorum!
Davetimi kabul edersen, hüküm ve saltanatın yine sende
kalacaktır."[270]
Şüca' b. Ebi Vehb, mühürlenip kendisine verilen bu mektupla yola
çıktı.[271] Şüca'
b. Ebi Vehb der ki:
"Haris b. Ebi Şimr'e gittim.
Kendisi, o sırada Dımaşk'ın Gota bölgesinde* bulunuyor, Kayser
Herakliyus'a yapılacak kondurma, ağırlama ve armağan hazırlıklarıyla
uğraşıyordu.
Kayser Herakliyus, Hıms'tan İlyaya (Kudüs'e) gelmişti.[272]
Hâris'in kapısında iki veya üç gün kadar oturup onu bekledim.
Hâris'in kapıcısına:
'Ben Resûlullah Aleyhisselamın Hâris'e gönderdiği elçisiyim!1
dedim.
Kapıcı:
'Sen onunla buluşamazsın! O ancakfilan gün, filan saatte çıkar!1
dedi.
Kapıcı Rum'du ve kendisinin adı da Mira idi.
Mira, Resûlullah Aleyhisselamı benden sondu.
Ben de, Resûlullah Aleyhisselamın sıfatlarını ve Haris b. Ebi
Şimr'i nelere davet ettiğini anlatınca, içi kabardı, en sonunda kendisini tutam
ayarak ağlamaya başladı.
Ağlarken de;
'Ben İncil'i okudum. Bu peygamberin sıfatlarını[273]
ve onun insanları nelere davet edeceğini[274]
İncil'de aynen yazılı buldum![275]
Fakat, ben onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum. Kurazîlerin
yurdundan (Medine'den) çıktığını gördüm![276]
Ben ona iman ve kendisinin peygamberliğini tasdik ediyorum. Fakat,
Haris beni öldürür diye, imanımı açıklamaktan korkuyorum!' diyor, ondan hayır
gelmeyeceğini üzülerek haber veriyor, bana ikramda bulunuyor, beni en güzel
şekilde ağırlıyordu.
En sonra, Haris bir gün çıkıp tahtına oturdu, başına tacını koydu.
Kendisinin yanına girmeme izin verildi. Girip Resûlullah
Aleyhisselamın mektubunu ona sundum.
Haris, mektubu okuduktan sonra, yere attı ve:
'Saltanatımı benden kim sökebilecekmiş göreyim?!
O Yemen'de de olsa, halkla üzerime gelmeden, ben ona gideceğim!'
dedi.
Gece gelip kavuşuncaya kadar, oturduğu yerden ayrılmadı. Sonra,
kalkıp atların nallanmasını emretti.
Bana da:
'Sahibine, gördüğünü haber ver!' dedi.
Kayser'e bir mektup yazıp elçiliğimin haberini bildirdi ve
Resûlullah Aleyhisselamın üzerine yürümeye hazırlandı.[277]
O sırada, Kayser Herakliyus Kudüste, Dıhyetü'l-Kelbî de Kayser'in
yanında bulunuyordu.[278]
Kayser Herakliyus, Hâris'in mektubuna yazdığı karşılıkta:
'Sakın, onun üzerine varayım deme! İlya'da benimle buluş!' dedi.
Kayser'den mektubunun cevabı gelince, Haris beni huzuruna çağırdı
ve bana:
'Sahibinin yanına ne zaman gitmek istiyorsun?1 diye
sordu.
'Yarın!' dedim.
Bana yüz miskal altın bahşiş verilmesini emretti.
Hâris'in kapıcısı Mira da, bana yol için azık ve elbise
yetiştirip:
'Resûlullah Aleyhisselama benden selam söyle![279]
Dinine tâbi ve Müslüman olduğumu haber ver!' dedi.[280]
Medine'ye dönüp Haris b. Ebi Şimr'in dediklerini ve davranışını
Peygamber Aleyhisselama haber verdim.
Peygamber Aleyhisselam:
'Onun saltanatı yok olsun!' buyurdu.
Mira'nın selam söylediğini ve dediklerini de haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Doğrudur!' buyurdu."[281]
Haris b. Ebi Şimr, Mekke'nin fethi (Hicretin 8.) yılında öldü.[282]
Onun ölümü ile Gassanî saltanatı Cebele b. Eyhem'e geçti ve onda
da sona erdi.[283]
Hicretin 7. yılında[284]
Muharrem ayında[285]
İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de
Salît b. Amr olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Yemâme hükümdarı Hevze b.
Ali'ye göndermişti.[286]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevze b. Ali'ye gönderdiği,
"Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurmuştu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Hevze b. Ali'ye!
Doğru yola tâbi olan, uyanlara selam olsun!
İyi bil ki; benim dinim develerin ve atların ayak basacakları en
uzak yerlere kadar uzanacak, bütün dinlere galip ve üstün gelecektir! Sen de
Müslüman ol, selameti bul!
Müslüman olursan, idaren altındaki yerlerin idaresini yine sana
bırakırı m !"[287]
Salît b. Amr Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühürlü mektubu ile
vardığı zaman, Hevze b. Ali Salît'i konukladı ve ağırladı.
Mektup kendisine okununca, Peygamberimiz Aleyhisselamın davetini,
redden başka türlü bir redle, yani kibarca reddetti.[288]
Salît b. Amr, Hevze b.
Ali'ye:
"Ey Hevze! Şüphe yok ki, sen de kavminin ulu kişisisin!
Senin ulu sandığın, kendilerine yöneldiğin kimselerin cesetleri
çürümüş, canları da Cehenneme girmiş bulunmaktadır!
Seyyid, ulu kişi, ancak, imanla korunmuş, sonra da, Allah'ın
emirlerini yerine getirmeyi, yasaklarından sakınmayı kendisine ahiret azığı
edinmiş olan kişidir.
Eğer bir kavim iman mutluluğuna ermişse, sakın onları kendi
görüşünle doğru yoldan saptırayım deme!
Ben yapılması emrolunan hayrı sana emr, yapılması yasaklanan
şenden de seni men ederim!
Yani, ben Bir olan Allah'a ibadeti sana emr, şeytana tapmaktan da
seni men ederim!
Çünkü, Allah'a ibadet insanı Cennete, şeytana tapmak da Cehenneme
götürür!
Eğer bu öğütlerimi kabul edersen, umduğuna erer, korktuğundan da
kurtulursun!
Öğütlerimi kabul etmekten kaçınır, yüz çevirirsen, bizim aramızla
senin anandaki perde kalkar, aramız açılır!" dedi.
Hevze b. Ali:
"Ey Salît! Sen beni seyyidlikle, ulu kişilikle şereflendirip
yücelttin! Benim görüşüm; işleri önce inceleyip düşünmem, sonra da onu
dilememdir. Şimdi, sen bana biraz mühlet ve genişlik ver. Ben düşünür,
danışırım; inşaallah, davetini kabul ederim!" dedi.[289]
Hevze b. Ali'nin yanına, Hıristiyan ulularından Dımaşk ulusu
Enegün gelmişti. Enegün, Hevze'den, Peygamberimiz Aleyhisselamı sondu. Hevze:
"Onun bana mektubu gelmişti. Beni İslâmiyete davet ediyordu.
Ben onun davetini kabul etmedim" dedi.
Enegün:
"Niçin kabul etmedin?" diye sordu.
Hevze:
"Dinimi esirgedim.
Bununla beraber, ben kavmimin hükümdarı bulunuyorum.
Ona tâbi olsaydım, hükümdarlık yapamayacaktım!" dedi.
Eregün:
"Hayır! Vallahi, sen ona tâbi olsaydın, o sana yine
hükümdarlık yaptırırdı.
Senin için hayırlı ve yararlı olan, ona tâbi olmaktı.
Muhakkak ki, o, İsa b. Meryem'in geleceğini müjdelemiş olduğu Arap
peygamberdir!
O, yanımızdaki İncil'de 'Muhammed Resûlullah' diye yazılı
bulunmaktadır" dedi.[290]
Hevze:
"Anlattığın şeyi ben de İncil'de okumuştum" dedikten
sonra, Eregün'e:
"Peki, sen ona niçin tâbi olmuyorsun?" diye sordu.
Eregün:
"Ona kıskançlıktan ve içki içmekten vazgeçememekten!"
dedi.
Hevze:
"Herakliyus bu hususta ne yaptı?" diye sordu.
Eregün:
"Kendi dininde kaldı, saltanattan ayrılmaya kıyamadı,
cimrilik etti!" dedi.[291]
Hevze b. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yazdığı
karşılıkta:
"Davet ettiğin şey ne kadar güzel, ne kadar iyidir!
Ben kavmimin şairi ve hatibiyim!
Araplar, benim kavmimden korkar ve titrerler!
Sen bana işinden bazı yetkiler ver de, sana tâbi olayım"
dedi.
Hevze b. Ali, elçi S al it b. Amr'a bahşişler ve iyi dokunmuş
kumaştan elbiseler verdi.
Salıt b. Amr, Hevze'nin verdiği hediyeleri Peygamberimiz
Aleyhisselama getirdi. Hevze'nin sözlerini haber verdi ve mektubunu da okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yerdeki bir hurma koruğunu bile dilese, ona vermem! Onun
ellerindeki herşeyiyok olsun, yok!" diyerek dua etti.
Mekke'nin fethi yılında (Hicretin 8. yılında), Mekke'den dönerken,
Cebrail Aleyhisselam Hevze b. Ali'nin öldüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama
haberverdi.[292]
[1] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258,
Taberî, Târih, c. 3, s. 84, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 180,
Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 290.
[2] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258.
[3] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 254,
255, Taberî, Târîh,c.3, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/371.
[4] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 255.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/372.
[5] Taberânî'den naklen Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 5, s.
305, 306, Alâüddin Ali, Kenzü'l-um m âl, c. 11 , s. 444, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsanu'l-uyûn, c. 3, s. 283.
[6] Zehebî, Megâzî, s. 423.
[7] İbn İsfıak.İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 254, İtan Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, 262, E bu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 29,32,
34, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 531, Yâkubî, TârıVı, c. 2, s. 77, 78,
Taberî, Târih, c. 3, s. 84, 91, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
29, 31,Ebu'l-FerecİbnCevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 717, 738, İbn Ear, Kâmil, c. 2,
s. 210, 215, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71,74, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 259, 271, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 180, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 289, 296, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 29, 40.
[8] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 14, s. 339.
[9] İbn Sa'd, Tabak âtü'l-k
übrâ, c. 1, s. 259.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/372-373.
[10] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1657.
[11] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 258, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 223, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 24, c.
3, s. 235, c. 7, s. 53, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1657, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4,
s. 88.
[12] Buhârî, Sahih, c. 7, s.
54.
[13] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1659.
[14] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1655, 1656, İbnMâce, Sünen, c. 2, s. 1202.
[15] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 250, İbn ^bdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1178.
[16] Buhâıf, Sahih, c. 7, s.
54.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/373-374.
[17] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 3, s. 321 ,Ebu Yusuf, Kitâbu'l-haraç, s. 209, 210, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 323,
Taberî, Târîh, c. 3, s. 73, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 200.
[18] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 611, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 97, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350, Taberî, Târîh, c.
3, s. 79, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 214, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37.
[19] A'râf. 158.
[20] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 254.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/374.
* Rum ülkesi krallarına
Hrakl, Kayser; Fars (İran) krallarına Kisrâ, Mısır krallarına Firavun; Yemen
krallarına Tübba'; Habeş krallarına
Necaşf; Türk krallarına Hakan denirdi. (E
bu'l-Fidâ, c. 3, s. 78, Diyarbekıf, c. 2, s. 3).
[21] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 531 .
[22] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 258.
[23] İbn İshak,
Kitâbu'l-mübtedâ ve'l-meb'as, c. 4, s. 210.
[24] Taberî, Târîh, c. 3, s.
89, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 264.
[25] Taberî, Târîh, ç. 3, s.
89, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 735, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 264, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 71, İbn Haldun, Târih,c. 2, ks.2, s. 36, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c.1, s. 291, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293.
[26] İbn İshaktan naklen
Taberî, Târîh, c. 3, s. 89, VâkıdPden naklen İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
264, İbn Kayyım, Zâdu'l-
mead, c. 3, s. 71, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 36, 37, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 291 ,292, Diyarbekrî, Târîhu'l-
hamîs, c. 2, s. 30, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/374-376.
[27] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 120,121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/376-377.
[28] İbn İshaktan naklen İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 264,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 294, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3,
s. 344.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/377.
[29] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 735,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 299, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
2, s. 30, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 3, s. 344.
[30] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 293.
[31] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 735,
736, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 299, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 30, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
[32] İbn İshaktan naklen İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 264,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 294, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
[33] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 292, Halebî, İnşân, c. 3, s. 294, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 344.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/377-378.
[34] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 299,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 31, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293.
[35] Diyarbekrî, Târîhu'l-ham
fs, c. 2, s. 31 .
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/378.
[36] Prof. M. Hamidullah,
İslâm P eygam beri, c. 1, s. 201.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/379.
[37] Aynı kaynaklar.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/379-381.
[38] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 365, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 315, 316.
* "Ey Allah'ın
Resûlü!" İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,
s. 292, Diyartoekrf, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 30.
[39] Taberî, Târih, c. 3, s.
89, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 735, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
3, s. 71, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 264, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293.
[40] Taben, Târih, c. 3, s.
89, Ebu'l-Ferec, t 2, s. 735, İbn Kayyım , c. 3, s. 71, İbn Seyyid, c. 2, s.
264, İbn Haldun, c. 2,ks. 2,
s. 37, Kastalânf, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 30, Halebî, İnşân, c. 3,
s. 293.
[41] İbn İshaktan naklen
Taberî, Târih, c. 3, s. 89, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2 s. 735, 736,
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, 72, İ bn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
264, 265, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 292, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 30,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 293.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/382-383.
[42] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 259.
[43] Taberî, Tânh.c.3, s.
89,90.
[44] İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks. 2, s. 37.
[45] Kastalânf, Mevâhib, c.
1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 30, Zürkânf, c. 3, s. 345.
[46] Taberî, Tefar, c. 7, s.
4, Diyarbekrî, c. 2, s. 31.
[47] Taberı, Tânh.c.3, s. 90.
[48] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 92, 93.
[49] Taberî, Tâıfh,c.3, s.
90.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/383-384.
[50] Sevatiul-envar dan
naklen M. Hamidullah, el-Vesaiku’s-siyasa, s.48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/384.
[51] Taberî, c. 3, s. 89,
Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 735, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, İbn Haldun, c. 2, ks.
2, s. 37, Kastalânf, c.1, s. 292, Diyartoekrf, c.2, s. 31.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/384.
[52] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 258, c. 4, s. 251, İbnEsTr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s.
30.
[53] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 259, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, s.
262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 2, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2. s. 343.
[54] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/385.
[55] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1367.
[56] Taberî, Târîh, c. 3, s.
85.
[57] Ahmedb. Hanbel, c. 1, s.
262, Taberî, c. 3, s. 85, Be^akf, c. 4, s. 381,382.
[58] Diyarbekrî, c. 2, s. 31,
32 Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 3, s. 289, 290.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/385.
[59] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 31.
[60] Halebî, İnsânu'l-uvûn,
c. 3, s. 284.
[61] Muhyiddin b. Arabf,
Muhâdarâtu'l-ebrâr, c. 2, s. 129,1 30, Diyarbekıi, TârıViu'l-hamfs, c. 2, s.
32, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3. s. 284.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/385-386.
[62] Buhârî, Sahih, c. 1, s.
6, Taberî, Târih, c. 3, s. 85, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 382, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 362.
[63] Zührî, Megâzî, s. 58,
Buhârî, Sahih, c. 1, s. 6, Taberî, Târih, c. 3, s. 85, 86, Beyhakî, D ela il,
c. 4, s. 382, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 362.
[64] Zührî, M egâ zf, s. 5 8,
Abdurrezzak, Musanne f, c. 5, s. 34 3, Buhârî, Sah ıh, c. 1, s. 6,7 Taberî, T
ârîh, c. 3, s. 85, 86, Beyhak f, Delâil, c. 4, s. 382, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye,
c. 4, s. 362, 363.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/386-387.
[65] Muhyiddin b. Arabf,
Muhâdarâtu'l-ebrâr, c. 2, s. 130, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 32,
Halebî, İnşânu'l-uyûn, c. 3, s. 288, 289, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 339.
[66] Muhyiddin b.Arabf, M
uhâdarâtu'l-ebrâr, c. 2, s. 130.
[67] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 347.
[68] İbn Esîr, Nihâye, c. 2,
s. 279.
[69] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2,
s. 347, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 267, Heysemî,
Meonau'z-ZBvâid, c. 5, s. 306,
Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/387-388.
[70] Buhârî, Sahfi-ı, c. 1,
s. 7, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 263.
[71] Taberî. Tan h. c. 3. s.
86. Ebu'l-Ferec İbn Cevzf. el-Vetâ. c. 2. s. 720.
[72] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/389.
[73] Buhârî, Sahih, c. 1, s.
7, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 263.
[74] Taberî, Târîh,c.3, s.
87.
[75] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 344, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[76] Taberî, Târîh, c. 3, s.
86, Ebu'l-Fenec, c. 2, s. 720.
[77] Buhârî, Sahih, c. 1, s.
7, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 266.
[78] Ahm ed b. Hanbel,
Müsned, c. 1 , s. 262, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 5.
[79] Taberî, Târîh, c. 3, s.
86.
[80] Ahmedb. Hanbel, c.1, s.
262,
[81] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
266,
[82] Abdurrezzak, c. 5, s.
344, Buhârî, c. 4, s. 3, Müslim, c. 3, s. 1294
[83] Ahmedb. Hanbel, c. 1, s.
262, Ebu Nuaym, c. 2, s. 343-344.
[84] Buhârî, c. 1,s.5.
[85] Abdurrezzak, c. 5, s.
344, Buhârî, c. 4, s. 3, Müslim, c. 3, s. 1294.
[86] Taberî, c. 3, s. 86
[87] "Korkmasaydım"
(Müslim, c. 3, s. 1394).
[88] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s.
344, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 378.
[89] Buhârî, Sahih, c. 1,s.5.
[90] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 344, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[91] Abdurrezzak, c. 5, s.
344, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, c. 4, s. 3.
[92] Taberî, Târîh, c. 3, s.
86.
[93] Abdurrezzak, c. 5, s.
345, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1. s. 5, c. 4, s. 3.
[94] Taberî, Târîh, c. 3, s.
86.
[95] Abdurrezzak, c. 5, s.
344, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, c. 4, s. 3.
[96] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 345, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 5, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1394.
[97] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1 , s. 262, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 3.
[98] Abdurrezzak, c. 5, s.
345, Ahmed b. Hanbel, c. 1 ,s.262, Buhârî, c. 1, s. 5,c.4, s. 3, Müslim, c. 3,
s. 1395, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 344.
[99] Abdurrezzak, c. 5, s.
346, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 262, Buhârî, c. 1, s. 5, Müslim, c. 3, s. 1395.
[100] Soy yönünden en
seçkininiz (Taberî, Târih, c. 3, s. 86).
[101] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 345, 346, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 1, s. 262, 263, Buhârî, Sahih,
c. 4, s. 3, 4, Müslim , Sahih, o. 3, s. 1395, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c.
2, s. 344, 345 Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, o. 4, s. 382.
[102] Taberf, Târîh, c. 3, s.
8 6, Be yhak f, D el âil ü'n-nübüvve, c. 4, s. 382.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/389-395.
[103] Zührî, Megâzî, s. 60,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 346, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263,
Buhârî, Sahih, c. 1 , s. 6, t 4, s. 4, S.c.S, s. 169, Müslim, Sahih, t 3, s. 1
369, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 77, Taberî, Târih, c. 3, s. 87, Ebu Nuaym, Delâil,
c. 2, s. 345, 346, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 384, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf,
el-Vetâ, c. 2, s. 724 İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 261, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, Zehebî, Megâzî, s. 415, 416, İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks. 2, s. 36, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 290, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 33.
[104] Âli İmran: 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/395-396.
[105] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 34.
[106] Taberî, Târîh,c.3, s. 85.
[107] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 347, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 5,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1 397, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübü we, c. 2, s. 346.
[108] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 263, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 5, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 2,
s. 346.
[109] Ebu Kebşe Huzâa
kabilesinden bir adam olup, putlara tapmakta Kureyş müşriklerinden ayrılarak
Şi'râ yıldızına tapmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam ise halkı putlara
tapmaktan alıkoymaya kalkınca, Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamı
ona benzeterek kendisine "İbn Ebi Kebşe=Ebu Kebşe'nin oğlu" künyesini
takmışlardı. Başka bir rivayete göre de: Ebu Kebşe, Peygamberimiz
Aleyhisselamın anneleri taralından dedesi olup, Kureyş müşrikleri,
Peygamberimiz Aleyhisselama böyle söylemekle, kendisinin baba tarafından
dedesine değil de, anne tarafından dedesine çektiğini anlatmak isterlerdi (İbn Esîr,
Nihâye, c. 4, s. 144).
[110] Ahmedb. Hanbel, c.1 , s.
263, Buhârî, o. 4, s. 5, Müslim, c. 3, s. 1397, Ebu Nuaym ,c.2, s. 346,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vetâ, o. 2, s. 724.
[111] Ahmed b. Hanbel, c.1, s.
263, Buhârî, c. 4, s. 5, Ebu Nuaym, c. 2, s. 346.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/396.
[112] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 616, 617.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/397-398.
[113] İbn İshaklan naklen
Taberî, TârıVı, c. 3, s. 87, 88, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 724,
E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 267.
[114] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 76.
[115] Taberî, c. 3, s. 88, E
bu'l-Fidâ, c. 4, s. 267, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 34.
[116] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 34.
[117] İbn Sa'd.
Tabakâtü'l-kübrâ. t 1. s. 276.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/398-399.
[118] TaberP, Târîh, c. 3, s.
88, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 211, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
267.
[119] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 347.
[120] Taberî, Târih, c. 3, s.
86, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 267.
[121] Taberî, c. 3, s. 88, İbn
Esîr, Kâm il, c. 2, s. 211, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 55, 56, E bu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 267.
[122] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/399-400.
[123] Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 7, Taberî, Târih, c. 3, s. 87.
[124] Zührî, M egâzf, s. 61, İ
bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 259.
[125] Zührî, s. 61 , İtan
Sa'd, t 1, s. 259, Buhâıî, c. 1, s. 7.
[126] TabeN.c3, s. 87,
Ebu'l-Ferecİbn Cevzf, el-Vetâ, c. 2, s. 725.
[127] Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 4, s. 384.
[128] Taberî, c. 3, s. 87,
Beyhakî, c. 4, s. 384, E bu'l-Ferec, c. 2, s. 725.
[129] Zührî, s. 61, Taberî, c.
3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 725.
[130] Buhârî, Sahih, c.1, s.
7.
[131] İbn Sa'd, c. 1, s. 259,
Taberî, c. 3, s. 87, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 725.
[132] Buhârî, Sahih, c.1, s.
7.
[133] Taberî, Târih, c. 3, s.
87, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 384, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-\tefâ,
c. 2, s. 725.
[134] Zührî, Megâzf, s. 61, İ
bn Sa'd, Tabakât ü'l-küb râ, c. 1, s. 259, Buh ârf, c. 1, s. 7.
[135] İbn Sa'd, c. 1, s. 259,
Taberî, c. 3, s. 87, Beyhakî, c. 4, s. 384, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 725.
[136] Zührî, s. 61
Abdurreziak, Musannef, c. 5, s. 347.
[137] Zührî, s. 61 Buhârî, c.1
,s.7.
[138] Taberî, c. 3, s. 87,
Beyhakî, c. 4, s. 384, E bu'l-Ferec, c. 2, s. 725.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/400-401.
[139] Taberî,
c. 3, s. 88, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 211 Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,
c. 4, s. 267, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.2,s.34.
[140] İbn
Hazm, Cevâ miu's-aYe, s. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/401-402.
[141] VâkiDi,
Megâzî, c.2, s. 555, İbn Sa'd, c. 2, s. 88, Taberî, c. 3, s. 83,İbn Kayy,m, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 35.
[142] Yâ
kubf, T âriVı, c. 2, s. 77, 78, Ferid un B ey M ünşe atı ndan nakl en M . H am fdul
lan, el -Vesaik u's-siyâ si yye, s. 51, 52.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/402-403.
[143] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 555, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 88, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 83, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 135.
[144] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 555.
[145] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 34.
[146] Kastalânf,
M evâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 291.
[147] Yâkubî,
Târih, c. 2, s. 78.
[148] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 556.
[149] İbn
İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 260, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 556, İbn Sa'd, Tabakât,
c. 2, s. 88.
[150] İbn
Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 2. s. 88.
[151] Ebu
Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 347, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c.
3, s. 339.
[152] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 365, Bedrüddin Aynf, Umdetü'l-kârf, c, c. 1, s. 99, İbn
Hacer, Fethu'l-bârf, c. 1, s. 42.
[153] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 365 İbn Hacer, Fethu'l-bârî, c. 1, s. 42, Kettânf,
et-Terâtfbu'l-idâriyye, c. 1, s. 1 57.
[154] İbn
Hacer, Fethu'l-bârf, c. 1, s. 42, Kettânf, et-Terâtfb, c. 1, s. 157, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 342.
[155] Bedrüddin
Aynf, Umde, c. 1, s. 99, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 1, s. 42, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 291 ,Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 342.
[156] İbn
Hacer, Fethu'l-bârf, c. 1, s. 42, Kastalânf, c. 1, s. 291, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 2289, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 3, s. 342, Kettânf,
c. 1 , s. 157.
[157] Bedrüddin
Aynf, c. 1 , s. 99, İbn Hacer, c. 1, s. 42, Kastalânf, c. 1, s. 291, Halebî, c.
3, s. 289, ZÜrkânî, C. 3, S. 343, Kettânf, c. 1, s. 157.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/404-405.
[158] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, 259.
[159] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 189, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 305, Buhârî,
Sahih, c. 5, s. 136, Muhyiddin b. Arabf, Muhâdarâtu'l-ebrâr, c. 2. s. 164.
[160] Yakubi,
Târih, c. 2, s.77,İbn İshaktan naklen Taberî, Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 349, Ebu'l-
Ferecİbn Cev^f, el-Vefâ, c. 2, s. 732, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 2, 3,
Muhyiddin b. Arabf, c. 2, s. 184, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
262, 263, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 290, 291 , Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 34, 35, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 291 ,
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 340, 341.
[161] Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 341 .
[162] İbn
Seyyid, c. 2, s. 263, Halebî, c. 3, s. 291.
[163] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 268, 269.
[164] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263.
[165] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 291.
[166] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260, Taberî, Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 2, s. 349, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 590, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 34.
[167] Taberî,
Târih, c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 349, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 213, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/405-407.
[168] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 589, 590, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[169] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 590.
[170] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/407-408.
[171] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269.
[172] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269, Halebî, İnşânu'l-uyûn, c. 3, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/408.
[173] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 33, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 24, c. 3, s. 225,
Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s. 732.
[174] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[175] İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 71 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
269, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 37, Diyarbekrî, Târıîıu'l-hamfs, c. 2,
s. 35.
[176] Taberî,
Târih, c. 3, s. 90, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263.
[177] İbn
Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1. s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/408-409.
[178] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 287, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[179] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 287, 288.
[180] İ
bn Sa'd, Tabak âtü'l -k übrâ, c. 1, s. 260, Ta berî, T ârfh, c. 3, s. 80, E bu
N uaym, D el âil ü'n-nübüvve, c. 349, E bu'l-F ene c İ b n CevzT, el-Vefâ, c.
2, s. 732, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 214.
[181] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263.
[182] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 291.
[183] Taberî,
Târîh, c. 3, s. 90, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 269.
[184] Ebu
Nuaym, Delâil, c. 2, s. 349, E bu'l-Ferec, el-Vefâ, c. 2, s. 732, Diyarbekrî,
c. 2, s. 35.
[185] Taberî,
c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu'l-F erec, c. 2, s. 732, Diyarbekrî,
c. 2 s. 35.
[186] İbn
Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 37.
[187] Taberî,
c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu'l-F erec, c. 2, s. 732, Ebu'l-Fidâ,
c. 4, s. 269.
[188] İbn
Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 37.
[189] Taberî,
Târîh, c. 3, s. 90.
[190] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[191] Taberî,
c. 3, s. 90, Ebu Nuaym, c. 2, s. 349, E bu'l-Ferec, c. 2, s. 733, E bu'l-Fidâ,
c. 4, s. 269, Diyarbekrî, c. 2, s. 35, Halebî, c. 3, s. 291,292.
[192] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263.
[193] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[194] Taberî,
Târîh, c. 3, s. 90, 91, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 349, 450, E
bu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s. 733,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 213, 21 4, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,
c. 269, 270, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2, s. 37, 38, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 292.
[195] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260, Diyarbekrî, TâriViu'l-hamfs, c. 2, s. 35.
[196] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[197] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260.
[198] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 35.
[199] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 288.
[200] İbn
Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 1. s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/409-412.
[201] Taberî,
Târih, c. 3, s. 91 ,Ebu Muaym, Delâilü'n-nübüwe, c. 2, s. 350, Ebu'l-Ferecİbn
Cevzf,el-Vefâ, c. 2, s. 733, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 214, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 270, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2,s.36.
[202] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260.
[203] İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 38.
[204] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/412-413
[205] İbn
İshaklan naklen Taberî, Târih, c. 3, s. 91, E bu Nuaym, Delâilü'n-nübüwe, c. 2,
s. 350, Ebu'l-Fenecİbn Cevzf, el-Veta,
c.2, s. 733, 734, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 214, 215, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c.4, s. 270, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2 s.
38, D iyarbe krf, T ârıtıu'l -ham fs, c. 2, s. 37.
[206] Ebu
Muaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 348, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 5, s. 309.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/413-414.
[207] Taberî,
Târih, c. 3, s. 91, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 350,351 , Ebu'l-Fenec, c. 2, s.
734, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 214, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38.
[208] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263, 264, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s.
37.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/414-415.
[209] Beyrut
el-Hayat gazetesinin Hicrf 27.12.1382, M il adi" 22.5.1963 tarihli ve 5242
numaralı 1, 7. nüshasından naklen M. Hamfdullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s.
237, 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/415-416.
[210] İbn
Sad, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 258, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c. 1, s. 448.
[211] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 258.
[212] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 258, 260.
[213] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 293, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 295, 296.
[214] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37.
[215] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 530, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 293,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 296.
[216] Diyarbekrî,
Târjhu'l-hamfs, c. 2, s. 37.
[217] Âl-i
İmran: 64, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
3, s. 72, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 292, 293, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 295, 296, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 347.
[218] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/3416-417.
[219] İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 1 , s. 315, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
272.
[220] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[221] İbn
Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 315, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
272.
[222] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[223] Nâziât:
23,24.
[224] İbn
Seyyid, c. 2, s. 265, İbn Kayyım , c. 3, s:. 72, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s:. 293, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s:. 37,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 296.
[225] İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s:. 72, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[226] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s:. 517, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[227] Süheylf,
c. 7, s. 517, İbn Kayyım, c. 3, s. 72, Kastalânf, c. 1, s. 293.
[228] Süheylf,
c. 7, s. 517,51 8, İbn Kayyım, c. 3, s. 72, İbn Seyyid, c. 2, s. 265,
Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[229] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 265, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 1, s. 531, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[230] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 265, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,s.293.
[231] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 265, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 3, s. 531, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 293.
[232] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 518, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 265, 266, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72,Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 293,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 296.
[233] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37.
[234] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[235] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[236] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, Târîhu'l-ham fs, c. 2, s. 37.
[237] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 260, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 3, s. 350.
[238] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[239] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[240] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531 ,
Diyarbekrî Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 37, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 350.
[241] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Zürkânf, c. 3, s.
350.
[242] İbn
Seyyid, c. 2, s. 266, İbn Hacer, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, c. 2, s. 37,
Zürkânf, c. 3, s. 350.
[243] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, İbn
Hacer, c. 3, s. 531 Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 293, Diyarbekrî,
c. 2, s. 37, Halebî, İnşân, c. 3, s. 296, 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s.
349.
[244] İbn
Sa'd, Tabakât.c.1, s. 260, İbn Seyyid, c. 2, s. 266, İbn Kayyım, c. 3, s. 72,
İbn Hacer, c. 3, s. 531, Kastalânf, c. 1 ,s.
293, Diyarbekrî, c. 2, s. 37, Halebî, c. 3, s. 296, 297, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 3, s. 349, 350.
[245] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
5/418-422.
[246] Belâzurî,
Ensâbu'l-esrâf, s. 449, İtan Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 38.
[247] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 485, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 519, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266.
[248] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531, Diyarbekrî, c. 2, s. 38, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[249] Halebî,
İnsan, c. 3, s. 296, 297.
[250] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 212, 214, BelâzurT, Ensâb, c. 1, s.
449,Taberî, Târih, c. 3, s. 139, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 225,226.
[251] İbn
Sa'd, c. 1, s. 492, c. 8, s. 21 2, Belâzurî, c. 1, s. 449, Taberî, c. 3, s. 99,
İbn Hacer, c. 3, s. 531 .
[252] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[253] İbn
Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 531.
[254] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 261, 491.
[255] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 485, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 519 Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 38, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 297, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 350.
[256] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 38.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/422-423.
[257] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 261, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266.
[258] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 38.
[259] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266.
[260] Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 299.
[261] İbn
Hacer. el-İsâbe. c. 3. s. 531.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/424.
[262] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 299.
[263] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 260, 261, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 266,
Diyarbekrî, c. 2, s. 38, Halebî, c. 3, s. 299, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s.
350.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/424-425.
[264] İbn
Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, t 1, s. 260,134, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
265, 266 İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1, s. 293, Halebî, İnsan, c. 3, s. 296, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 3, s. 349.
[265] Tahsin
Öz. Hırka-i Saadet Dairesi ve E mânât-ı Mübâreke. s. 29. 30.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/425.
[266] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 351.
[267] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 258.
[268] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 261, c. 3, s.
94 Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefâ, c. 2, s.737, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 270.
[269] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 268.
[270] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 270, İbn Kayyı m, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 72,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 268, Kastalânf, Mevâhibü'l-
ledünniye, c. 1 , s. 296, Diyarbekrî, Târîhu'l-ham fs, c. 2, s. 38, 39, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 356.
[271] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 39.
[272] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 261 , Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 737, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 270, Diyarbekrî, c. 2, s. 39.
[273] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 261, Ebu'l-Ferec, el-Vefâ, c. 2, s. 737, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 270, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 39,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 305, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3,
s. 357.
[274] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 39, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 357.
[275] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 261, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 737, İbn Seyyid, c. 2, s.
270, Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 405, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[276] Diyarbekrî,
c. b.2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 305 Zürkânf, c. 3, s. 357.
[277] İbn
Sa'd.c.1, s. 261, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 737, 738, İbn Seyyid, c. 2, s. 270, 271
.Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s.
305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[278] Diyarbekrî,
c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s. 305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[279] İbn
Sa'd.c.1, s. 261, Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 737, 738, İbn Seyyid, c. 2, s. 270, 271
.Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s.
305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[280] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 271, Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, c. 3, s.
305, Zürkânf, c. 3, s. 357.
[281] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 261, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 271,
Diyarbekrî, c. 2, s. 39, Halebî, İnşân, c. 3, s. 305, Zürkânf, Mevâhib Şerhi,
c. 3, s. 357.
[282] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 261 , Ebu'l-Ferec, c. 2, s. 738, Diyarbekrî, c. 2, s.
39.
[283] Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 305.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/425-428.
[284] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 351.
[285] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 258.
[286] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 254, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 262,
Ebu'l-Ferec, el-Velâ, c. 2, s. 738, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 270,271.
[287] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 269, İbn Kayyım, Zâdu'l-m ead, c. 3, s. 74,
Kastalânf, Me vâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 295,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 39, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 303,
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 355.
[288] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 262, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 269, İbn Kayyım,
Zâdu'l-m ead, c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâhib,
c. 1, s. 295, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 39, Halebî, İnsânu'l-uyün,
c. 3, s. 303, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 255, 256.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/428-429.
[289] Süheyl,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 590, 591 , Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 304,
Züılîânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 355.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/429-430.
[290] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 270, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 3, s. 74,
Diyarbekrî Târıîıu'l-hamfs, c. 2, s. 39, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 356.
[291] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 355, 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/430-431.
[292] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 262, Ebu'l-Ferec İbn Cevzf, el-Vefa, c. 2, s.
738, 39, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 269, 270, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 3, s. 74, Kastalânf, Mevâ hibü'l-ledünniye, c. 1, s. 295, 296, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 40, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 303. Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 5/431.