Gazanın Tarihi, Mevkii ve Sebepleri
Medine Yahudilerinin Telaşlanmaları, Alacakları
İçin Müslümanları Sıkıştırmaları
Medine Yahudilerinin Müslümanların Maneviyatlarını
Sarsmaya, Bozmaya Çalışmaları
Hayber Gazasına Katılan Mücahidlerin Sayısı ve
İslâm Kadınlarının Adları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'de Yerine
Siba' b. Urfuta'yı Vekil Bırakışı
Hayber Ordusunun Sancaktarı, Parolası ve Düzeni
Baş Münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün Hayber
Yahudilerine Haber Salışı
Medine'den Sahbâ'ya Kadar Gidiş
Hayber'e Götürecek En Uygun Yolun Araştırılışı
Âmir b. Ekvâ'ya Recez Söylettirilişi
Keşif Birliği Tarafından Yakalanan Casusun Sorguya
Çekilişi
Hayber Yahudilerinin Gatafanların Desteğini
Sağlamaları
Mücahidlerin Yolda Yüksek Sesle Tekbir Getirmekten
Men Edilmeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Varışı ve Allah'a Dua
Edişi
Hayber Yahudilerinin Zanları, Görüşleri ve
Savaşmaya Hazırlanıp Aralarında Anlaşmazlığa Düşmeleri
Hubab b. Münzir'in Karargâh Hakkında Arzettiği
Görüşünü Peygamberimiz Aleyhisselamın
Benimseyip Muhammed Mesleme'ye Karargâh İçin
Elverişli Bir Yer Aratışı
Sellâm b. Mişkem'in Teşviki Üzerine Yahudilerin
Savaşmaya Karar Vermeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri
Öğütleyişi ve Cihada Teşvik Buyuruşu
Natat ve Nâim Kaleleri Önünde Savaşa Devam Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hastalanışı ve Savaşa
Bazı Sahabilerin Kumandası Altında Devam Edilişi
Yahudilerin Saldırıya Geçişi ve Mücahidleri
Bozguna Uğratışı
Mahmud b. Mesleme'nin Üzerine Bırakılan Taşla
Şehit Edilişi
Âmir b. Ekvâ'nın Merhab'la Çarpışırken Kendi
Kılıcıyla Yaralanıp Şehit Oluşu
Hayber Yahudilerinin İslâmiyete Davet Edilişi
Natat Çevresindeki Hurma Ağaçlarının Kesilişi
Yahudilerden Ayrılıp Gitmesi İçin Uyeyne b.
Hısn'la Konuşulması
Gatafanların Acele Yurtlarına Dönüşü ve
Yahudilerin Hayal Kırıklığına Uğrayışı
Gatafanların Hayber'den Döndüklerine Üzülmeleri
İki Mülteci Yahudinin Hayber ve Hayberliler
Hakkında Bilgiler Vermeleri
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'in
Fethedileceğini Müjdeleyişi ve Onu Fethedecek Yiğidin
Sancağın Kime Verileceğinin Ümit ve Merakla
Beklenişi
Hayber Fatihliğinin Hz. Ali Üzerinde Gerçekleşmesi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ali İçin Duası
Hz. Ali'nin Giydirilip Kuşattırılışı ve Görevinin
Kendisine Bildirilişi
Hz. Ali'nin Sancağı Kalenin Dibine Dikişi ve
Yahudilerle Kale Dışında Çarpışılışı
Hz. Ali'nin Âmir ve Merhab'la Karşılaşıp Onları
Öldürüşü
İslâm Mücahidlerinin Natat'a Girişi
Nâim Kalesinin Kuşatılışı ve Ele Geçirilişi
Müslüman ve Aynı Zamanda Şehit Olan Çoban
Eslemlerin Peygamberimiz Aleyhisselama Açlıktan
Şikâyetlenmeleri
Açlıktan Eşek Eti Yemeye Kalkılışı
Sa’b b. Muaz Kalesinin Kuşatılışı ve Fethedilişi:
Ganimet Malına Hıyanet Etmenin Cezası
Şehit Olmak İçin Müslüman Olan ve Şehit Olan Kişi
Kulle (Zübeyr) Kalesinin Kuşatılıp Fethedilişi
Reci' Karargâhının İlk Karargâh Yeri Olan Menzile'ye
Getirilişi ve Şıkk Kalelerinin Fethedilişi
Nizar Kalesine Mancınıkla Taş Yağdırılışı
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Nizar Kalesinde Alınan Esirler ve Ganimetler
Yahudi Simâk'a Karısının Teslim Edilişi ve
Kendisinin Müslüman Oluşu
Bozguna Uğrayan Yahudilerin Ketibe Kalelerinde
Üslenişleri
Üzerlerinde Anlaşmaya Varılıp Kararlaştırılan
Maddeler
Vatîh ve Sülalim Kalelerinden Teslim Alınan
Ganimet Malları
Hayber'in Diğer Kalelerinden Teslim Alınan Ganimet
Malları
Mücahidlerin İhtiyaçlarının Ganimet Mallarından
Karşılanışı
Ebi'l-Hukayk Hanedanına Ait Hazine Hakkında
Soruşturma Yapılışı ve Hazinenin Gömülü
Sa'ye b. Sellâm'ın Sıkıştırılınca Gerçeği
Söylemesi
Çıkarılan Hazinenin Cinsi ve Miktarı
Ebi'l-Hukayk Oğullarının Cezalandırılmaları
Uyeyne b. Hısn ile Fezârelerin Hayber Ganimetinden
Pay İstemeye Gelmeleri
Uyeyne b. Hısn'ın Yahudileri Kışkırtmaya Çalışması
Yahudilerin Peygamberimiz Aleyhisselamı
Zehirlemeye Kalkışmaları
Yahudi Kadını Zeyneb ile Hayber Yahudilerinin
Sorguya Çekilmeleri
Hz. Safiyye'nin Kimliği ve Başkumandan Hakkı
Olarak Peygamberimiz Aleyhisselam Tarafından Seçilişi
Hz. Safiyye'nin Gerdek Gecesinde Gördüğü Rüyası ve
Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'de Mücahidlere
Yasakladığı Şeyler
Hayber Ganimetlerini Toplamak ve Bölüştürmekle
Görevlendirilenler
Hayber Ganimetinin Kimlere ve Nasıl Bölüştürüldüğü
Gayrimenkul Ganimetlerin Bölüştürülüşü
Hâs (veya Hals) Vadisi Mahsullerinin Bölüştürülüşü
Hayber Yahudilerinin Hayber Topraklarını Yarıcı
Olarak İşletmeleri
Kureyş Müşriklerinin Hayber Savaşında Yahudilerin
mi, Yoksa Müslümanların mı Kazanacağı
Hakkında Birbirleriyle Bahse Girişmeleri
Haccac b. Ilâtü's-Sülemî'nin Peygamberimiz
Aleyhisselamdan İzin Alıp Mekke'deki Mallarını
Haccac'ın
Mekke'de Müşriklerdeki Alacağını Müşriklere Toplatışı
Hz. Abbas'ın Üzüntüden Bayılışı
Hz. Abbas'ın Acı Haberi Haccac'dan Soruşturuşu
Haccac'ın Hz. Abbas'a Hayber'in Fethedilmiş Olduğunu
Bildirişi
Hz. Abbas'ın Kâbe'yi Tavaf Etmesi ve Kureyş
Müşrikleriyle Konuşması
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hudeybiye'den döndükten ve Zilhicce
ayı ile Muharrem'in bir kısmını Medine'de geçirdikten sonra, Hicretin 7.
yılında, Muharrem ayının sonuna doğru Hayber üzerine yürümüştür.[1]
Gazanın mevkii, Hayber'dir.
Hayber; Şam yolu üzerinde, Medine'ye sekiz beridlik,[2]yani
48 millik uzaklıkta,[3]
birçok ekinlikleri ve hurma bahçeleri bulunan bir şehirdir.
Hayber; Yahudice, kale demektir.[4]
Amâlik kavminden, Hayber b. Kaniye b. Mehlail adında bir adam
Hayber'e gelip yerleştiği için şehre Hayber ismi verildiği ve, yine bunun gibi,
Semûd kavminden Vatîh b. Mazin adındaki kimseden dolayı da Vatîh kalesine Vatfh
isminin verildiği rivayet edilir.[5]
Hayber şehri:
Natat,
Şıkk,
Ketibe diye üç bölgeye ayrılır ve her bölge de kalelerden meydana
gelir.
Natat bölgesi:
1- Nâim,
2- Sa'b b. Muaz,
3- Zübeyr kalelerinden oluşur.
Şıkk bölgesi:
1- Übeyy (Sümran),
2- Nizar (Beriyy) kalelerinden
oluşur.
Ketibe bölgesi:
1- Kamus,
2- Vatîh,
3- Sülalim kalelerinden oluşur.[6]
Hayber gazasının birçok sebepleri vardır
Benî Nadîr Yahudileri aradaki muahedeye rağmen Peygamberimiz
Aleyhisselamın üzerine damdan kaya yuvarlamak suretiyle hayatına kasdettikleri
için yurtlarından çıkarılıp sürüldükleri zaman, onlardan bir kısmı Şam'a, bir
kısmı da Hayber'e gelip yerleşmişlerdi.
Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'la Kinane b. Rebi' b. Ebi'l-Hukayk ve Huyey
b. Ahtab, Hayber'deki akrabalarının evlerine inmişlerdi.[7]
Medine'den ayrılacakları sırada, Ebu RâfT Sellâm b. Ebi'l-Hukayk
hazinelerini içinde sakladıkları deve tulumunu kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek üzere
hazırladığımız şeydir! Biz buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber'in
hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağırmıştı.[8]
Hayber'de, hazırlıklı, cesaretli sayıda Yahudi cemaati
bulunuyordu.[9]
İçlerinde Benî Nadîr Yahudileri eşrafından Sellâm b. Mişkem ile[10]
Benî Nadîr reisi Huyey b. Ahtab ve Kinane b. Rebi' b. Ebi'l-Hukayk, Vâil
oğullarından Hevze b. Kays ve Ebu Ammar,[11]
Varr/ah b. Amr ve onun kabilesinden bazıları ile[12]
Dubay'a oğullarından Ebu Âmir
Abdi Amr b. Sayfî'nin de bulunduğu 19 kişilik bir heyet,[13]
Mekke'ye giderek Kuneyş müşriklerini ve onlara bağlı kabileleri Peygamberimiz
Aleyhisselamla çarpışmaya davet etmişler
ve Kureyş müşriklerine:
"Onun işini bitirinceye kadar, biz de sizin yanınızda
bulunacak ve sizinle el ve iş birliği yapacağız[14]
Muhammed'e düşmanlık ve onunla çarpışmak hususunda sizinle antlaşma yapalım
diye geldik!" demişler ve Kabe'nin örtüsü arasına girerek anıtlaşmışlardı.[15]
Bu Yahudi propaganda heyeti; Kays b. Aylanlardan Gatafanlara
gitmişler, onları da kendileriyle birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamla
çarpışmaya davet ve kendilerine Hayber'in bir yıllık hurma mahsulünü vermeyi
taahhüt etmişler,[16]
çevredeki bütün Arap kabilelerine uğramışlar, hepsini ayaklandırmışlar,[17]
en sonunda müşriklerin on bin kişilik ordular topluluğu ile Mekke'den gelip
Medine'yi kuşatmalarını sağlamışlardı.[18]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hendek savaşından boşalır boşalmaz
Benî Kurayza Yahudilerini cezalandırması üzerine, Hayber Yahudileri korkmuşlar
ve Sellâm b. Mişkem'e gidip bu yolda ne düşündüğünü sormuşlardı.
Sellâm b. Mişkem:
"O bizim üzerimize yürümeden, bütün Hayber Yahudileriyle
birlikte, biz onun üzerine yürüyelim! Teymâ, Fedek ve Vâdi'l-kurâ Yahudilerini
de yanımıza alalım. Yurdunun ortasında, onunla, eski ve yeni bütün hıncımızla
çarpışalım!" demiş, Hayber Yahudileri de:
"İşte, yerinde görüş budur!" demişlerdi.[19]
Ebu Râfi' öldürülünce, Yahudiler, kendilerine Üseyr b. Zarim'i
(veya Büseyr b. Rizam'ı) lider seçmiş bulunuyor! ardı.[20]
Üseyr (veya Büseyr), gözüpek, korkmak bilmez bir adamdı.
Bir gün, Yahudilerin meclisinde ayağa kalkarak:
"Vallahi, Muhammed ashabından her kimi Yahudilerden istediği
her kime göndermişse, muhakkak onu öldürmüştür![21]
Fakat, ben ona kendisinin adamlarıma yapamadığını yapacağım!" dedi.
Yahudiler
"Onun senin adamlarına yapamadığı ve fakat senin ona yapmayı
istediğin şey nedir?" diye sordular.
Üseyr:
"Gatafanların yanına gideceğim. Onları, Muhammed'le çarpışmak
için toplayacağım!" dedi.[22]
Üseyr, dediğini yaptı.
Gatafanlara ve daha başkalarına başvurarak, onları Peygamberimiz
Aleyhisselamla çarpışmak üzere biraraya getirdi.[23]
Gatafanları Hayber'de topladı[24]
ve Yahudilere:
"Ey Yahudi cemaati! Yurdunun ortasında bulunduğu bir sırada,
Muhammed'in üzerine yürüyeceğiz!
Çünkü, hiç kimse yoktur ki, yurdunun ortasında çarpışılsın da,
düşmanı umduklarından bir kısmını elde etmemiş, koparmamış olsun!" dedi.
Yahudiler
"Ne güzel görüşün var!" diyerek Üseyr'i alkışladılar.[25]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin bu hazırlıklarını haber aldı.
Hicretin 6. yılında, Ramazan ayında[26]
Abdullah b. Revâha'yı, üç kişinin başında,[27]
gözcü olarak Hayber'e gönderdi.
Gönderirken de, Abdullah b. Revâha'ya:
"Hayberl gözetle! Halkın içine gir. Onlar ne yapmak
istiyorlar, neler konuşuyorlar, öğren!" buyurdu.
Abdullah b. Revâha, arkadaşlarıyla birlikte Hayber'e gitti.
Arkadaşlarından birini Natat, birini Şıkk, birini de Ketibe
kalesine gönderdi.
Üseyr'den ve başkalarından işittikleri şeyleri ezberlediler.
Hayber'de üç gün kaldıktan sonra, Ramazan'ın son gecelerinde
Medine'ye dönüp, bütün gördüklerini, işittiklerini Peygamberimiz Aleyhisselama
haber verdiler.[28]
Daha sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hârice b. Huseyl
el-Eşcâî gelmişti.
Hârice:
"Üseyr b. Zarim'i, Yahudilerin birçok askerî birlikleriyle
birlikte senin üzerine yürür bir halde gerimde bırakmış bulunuyorum!"
dedi.[29]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Üseyr'i Hayber'e vali
yapmayı ve böylece çarpışmayı durdurup barışı sağlamayı tasarladı ise de,[30]
Üseyr buna önce isteklenir gibi olmuş, fakat sonradan hainlik yoluna sapmıştır.[31]
Yine, Hicretin 6. yılında, Sa'd b. Bekr oğulları kabilesinin de
Hayber Yahudilerine yardım için Fedek'e geldikleri ve yapacakları yardıma
karşılık Hayber'in hurma mahsulünü Hayber Yahudilerinden istedikleri haber
alınmış, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali'yi yüz kişilik askerî bir birlikle
Fedek'e gönderip onları dağıtmıştı.[32]
Hayber Yahudilerinin Peygamberimiz Aleyhisselamı ve Müslümanları
ortadan kaldırmak üzere Mekkelilerle aralarında yapmış oldukları antlaşmalarına
göre, Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber Yahudilerinin üzerine yürüyecek olursa,
Mekke müşrikleri Medine'ye baskın yapacaklar; Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke
müşrikleri üzerine yürüyecek olursa, Hayber Yahudileri Medine'ye baskın yapacaklardı.[33]
Bütün bunlar, Hayber'in gün geçtikçe Müslümanlık ve Müslümanlar
için önlenmesi güçleşen bir tehlike teşkil ettiğini gösteriyordu.
Bununla beraber, Kureyş müşrikleriyle barış yapmadan Hayber işini
halletmeye kalkmak çok tehlikeli olabilirdi.
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam umre seferini düzenleyip
Hudeybiye'ye kadar varmış ve Kureyş müşriklerine:
"Muhakkak ki, savaş Kureyşîleri çok yıpratmış, zayıflatmış,
birçok zararlara uğratmıştır.
Eğer onlar isterlerse, yine de, kendilerine bir mütareke müddeti
bel iri ey ey im .[34]
Bu müddet içinde, kendileri benden emniyet ve selamette
bulunsunlar.[35] Benimle
sair halk arasına girmesinler. Beni onlarla başbaşa bıraksınlar.[36]
Eğer insanlar beni yenerierse, zaten, kendilerinin istedikleri
budur. Eğer Allah beni insanlara galip kılarsa, o zaman, kendileri şu iki
şeyden birisini seçerler: Ya hazırlanmış olarak benimle çarpışırlar, ya da
topluca selamet dairesine girerler.
Yoksa, vallahi, Yüce Allah şu İslâm dinini yeryüzüne yayacağı
hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya
kadar, onlarla çarpışıp duracağım!"[37]
buyurması üzerine, müşriklerle Hudeybiye barışını sağlamıştı.[38]
İşte, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekkeli müşriklerle muahede
yapıp onlardan gelecek tehlikeyi önledikten sonradır ki, Hayber üzerine yürü
muştur.[39]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazası için hazırlanmalarını ve
hakkıyla çarpışacak olanları çevresinde toplamalarını ashabına emir buyurdu.[40]
Hudeybiye umresi seferine katılmaktan çekinerek, kaçınarak geri
kalmış olanlar ise, Hayber1 in yiyecek, yağ ürünü ve servet
bakımından Hicaz'ın en verimli, bereketli ve ucuzluk bir şehri olduğunu bildikleri
için, ganimet maksadıyla Hayber seferine katılmak istemişler ve:
"Haybefe biz de sizinle birlikte gidelim!" dem işlerdi.[41]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cihad etmek, Allah yolunda çarpışmak isteyenlerden başkası,
bizimle birlikte gidemeyecekler![42]Onlara
ganimetten de birşey verilmeyecektir!" buyurdu.
Medine içinde de:
"Allah yolunda çarpışmak isteyenden başkaları, bizimle
birlikte gidemeyeceklerdir! Onlara ganimetten de hiçbir şey
verilmeyecektir!" diyerek nida ettirildi.[43]
Müslümanların Hayber'e gitmek üzere hazırlanmaları, Peygamberimiz
Aleyhisselamla antlaşmalı bulunan Medine Yahudilerini çok kaygılandırdı ve
harekete geçirdi.
Bunlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaynuka, Naüîr ve Kurayza
oğulları Yahudilerini silip süpürdüğü gibi Hayber Yahudilerini de silip
süpüreceğini anladılar.
Müslümanlarda az çok alacağı olup da onu tahsil için Müslümanların
yakasına sarılmayan Medineli Yahudi kalmadı.
Yahudi Ebu'ş-Şahm'ın, Abdullah b. Ebi Hadrad el-Eslemî'de beş
dirhem alacağı vardı. Abdullah, ev halkı için bu Yahudi den arpa satın almıştı.
Ebu'ş-Şahm yakasına sarılınca, Abdullah:
"Bana biraz mühlet ver! Ben inşaallah yanına gelip alacağını
sana ödeyeceğimi umuyorum.
Çünkü, Yüce Allah, Peygamberine Hayber ganimetini va'd
buyurmuştur.
Ey Ebu'ş-Şahm! Biz, Hicaz'ın, yiyecek ve servetçe en zengin
şehrine gidiyoruz" deyince, Ebu'ş-Şahm'ın kıskançlığı ve azgınlığı kabardı
ve:
"Sen Hayber savaşını Araplardan karşılaştığınız gibi mi
sanıyorsun?! Tevrat üzerine yemin ederim ki; orada savaşçı on bin kişi
vardır!" dedi.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Ey Allah düşmanı! Sen bizim himayemiz altında bulunuyorsun!
Vallahi, seni Resûlullahın huzuruna çıkaracağım!" dedi.
Onu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirdi ve:
"Yâ Rasûlalları! Bu Yahudi neler söylüyor, dinle!" dedi
ve Ebu'ş-Şahm'ın söylediklerini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, ona hiçbir şey söylemedi.
Yalnız, dudaklarının kımıldadığı görüldü. Fakat, ne söylediği işitilemedi.
Yahudi:
"Ey Ebu'l-Kâsım! Bu, bana haksızlık etti. Yiyeceğimi aldı,
hakkımı tuttu, ödemedi!" dedi.[44]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad'a:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.[45]
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Seni hak din ve Kitab'la peygamber gönderen Allah'a yemin
ederim ki; onu ödeyecek güçte değilim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Ebi Hadrad'a tekrar
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Abdullah b. Ebi Hadrad:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onu
ödeyecek güçte değilim!
Senin bizi Hayber'e götüreceğini, bize Hayber ganimetinden
birşeyler düşeceğini umduğumu ve dönünce borcumu ödeyeceğimi kendisine haber vermiştim!"
dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ver şunun hakkını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Abdullah b. Ebi Hadrad, kalkıp çarşıya gitti.
Başından itibaren omuzuna aldığı atkıyı çıkardı. Omuz atkısının
yerine, sarığına büründü.
Yahudiye:
"Şu omuz atkısını benden satın al!" dedi.
Yahudi, atkıyı Abdullah'tan dört dirheme satın aldı.[46]
Abdullah, kalan borcunu da bulup buluşturup Yahudiye ödedi.[47]
Sarığına bürünmüş olarak gelirken, yaşlı bir kadın Abdullah b. Ebi
Hadrad'a rastladı ve:
"Ey Resûlullahın sahabisi! Bu ne hal?!" diye sordu.
Abdullah b. Ebi Hadrad da, ona durumu haber verdi.
Kadıncağız hemen üzerindeki atkısını çıkarıp ona verdi ve:
"İşte sana omuz atkısı!" dedi.[48]
Abdullah b. Ebi Hadrad'la Ebu Abs b. Cebr'in
Hayber Gazasına Nasıl Katılabildikleri
Abdullah b. Ebi Hadrad, Hayber gazasına, Seleme b. Eslem'in
verdiği elbise ile gidebildi.
Ebu Abs b. Cebr de, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Elimizde ne çoluk çocuklar için geçimlik, ne
yol azığı, ne de yolculuk elbisesi var!?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir elbise verdi.
Ebu Abs elbiseyi sekiz dirheme satıp iki dirhemine yol azıklığı
için hurma satın aldı. İki dirhemini, geçimlik için ev halkına bıraktı. Dört
dirhemine de, kendisine elbise satın aldı.[49]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'e gitmeye hazırlandığı sırada,
Medine'deki Yahudiler, Müslümanlara:
"Vallahi, Hayber'in kalelerini ve savaş erlerini görmüş
olsaydınız, daha onların yanlarına varmadan, geri dönerdiniz!
Dağların tepelerinde yükselen kaleler, orada!
Hiç kesilmeyen, sürekli akan sular, orada!
Zırh gömlekli on bin savaş eri orada!
Esed ve Gatafan kabileleri de onları koruyorlar!
Siz Hayber'e nasıl dayanabileceksiniz?!" demekte;
Ashab-ı Kiram da:
"Yüce Allah, Peygamberine, Hayber ganimetini elde edeceğini
va'd buyurmuştur" diyerek cevap vermekte idiler.[50]
Hayber gazasına katılan Mücahidlerin 1400'ü piyade, 200'ü de, atlı
idi.[51]
Hayber seferine katılan Müslüman kadınları da:
1- Peygam berim iz
Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
2- Peygamberimiz Aleyhisselamın
halası Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib,
3- Peygamberimiz Aleyhisselamın
dadısı Ümmü Eymen Bereke,
4- Peygamberimiz Aleyhisselamın
azadlısı Ebu Râfi'in zevcesi Leyla,
5- Asım b. Adiyy'in zevcesi,
6- Ümmü Umâre Nesîbe binti Ka'b,
7- Ümmü Meni1 (Ümmü
Şübas),
8- Küaybe binti Sa'd
el-Eslemiyye,
9- Ümmü Muta el-Eslemiyye,
10- Ümmü Süleym binti Milhan,
11- Ümmü Dahhâk binti Amr b.
Haram,
12- Hind binti Amr b. Haram,
13- Ümmü'-A'lâ el-Ensariyye,
14- Ümmü Âmir el-Eşheliyye,
15- Ümmü Atiyye el-Ensariyye,
16- Ümmü Salît,
17- Ümeyye binti Kays,
18- Abdullah b. Uneys'in zevcesi
Hubla,
19- Ümmü Sinan,
20- Hazrec b. Ziyad el-Eşcâî'nin
babaannesi idi.[52]
Ümeyye binti Kays der ki:
"Gıfâr oğulları kadınlarının arasında, Resûlullah
Aleyhisselamın yanına ben de gittim.
'Yâ Rasûlallan! Biz yaralıları tedavi edelim ve gücümüzün yettiği
şeyle Müslüman erkeklere yardımcı olalım diye seninle birlikte bu sefere
katılmak istiyoruz1 dedik.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah'ın bereketi üzere, gidiniz!1 buyurdu.[53]
Sefere katılan bu Müslüman kadınları yanlarında götürdükleri
ilaçlarla yaralıları tedavi etmekle kalmayacaklar, aynı zamanda mücahidlerin yemeklerini
pişirecekler, ip eğirecekler.. Allah yolunda ellerinden geleni yaparak onlara
yardımcı olmaktan geri durmayacaklardı.[54]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabdan Siba1 b. Urfutayı,
Medine'de yerine vekil bıraktı.[55]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Nümeyle b. Abdullah el-Leysîyi vekil bıraktığı da
rivayet edilir.[56]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasına çıkarken, beyaz sancağını
Hz. Ali'ye verdi.[57]
Hayber gazasında kullanılacak parola "Yâ Mansur! Emit!
Emit!" sözleri idi.[58]
Ukkâşe b. Mıhsan el-Esedî, ordu öncüsü olarak ileri sürüldü.
Hz. Ömer sağ kol kumandanlığına, ashabdan başka bir zât da sol kol
kumandanlığına tayin edildi.[59]
Hayberyolculuğu için Eşca1 kabilesinden Huseyl b.
Hârice ile Abdullah b. Nuaym kılavuz tutuldu.[60]
Huseyl b. Hârice derki:
"Davar satmak üzere Medine'ye gelmiştim. Davarları sattıktan
sonra, Resûlullah Aleyhisselamin yanına vardım.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sana yirmi sa' hurma vereyim de, ashabıma kılavuz olup Hayber
yolunu göster!1 buyurdu.
Öyle yaptım.
Resûlullah Aleyhisselam Hayber'e varıp onu fethettikten sonra da,
kendisinin yanına vardım. Bana yirmi sa1 hurmayı verdikten sonra,
Müslüman oldum."[61]
Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Hayber Yahudilerine:
"Muhammed size doğru geliyor! Tedbirinizi alınız! Mallarınızı
kalelerinize doldurunuz! Onunla çarpışmak için dışarı çıkarsınız.
Ondan hiç korkmayınız! Çünkü, sizin hazırlığınız da, sayınız da
çoktur! Muhammed'in cemaati hem az, hem de silahsızdır. Silahlan olsa bile, pek
azdır!" diye haber saldı.[62]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber'e gitmek üzene Medine'den yola
çıktı.
Önce Seniyetü'l-Veda'ya vardı.
Sonra Zegabe üzerini tuttu.
Sonra Nakmâ'ya;
Nakmâ'dan sonra Müstenah'a;
Müstenah'tan sonra Asr'a (Asr veya Asar'a) vardı.[63]
Seniyetü'l-Veda; Medine'ye gelinirken giriş, Medine'den Mekke'ye
gidilirken de yolcuların uğurlanış ve çıkış yolu olan yokuştur.[64]
Nakmâ; Medine'nin ağaçlık dene içlerindendir.[65]
Uhud dağının yakınındadır.[66]
Isr, Medine ile Füru' arasında bir dağdır.[67]
Isr'ın Medine'ye uzaklığı bir merhaledir.[68]
Isr'da, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid yapıldı.[69]
Isr Mescidi, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'e giderken içinde
namaz kıldıkları mescidlerin meşhurlarındandır.[70]
Peygamberimiz Aleyhisselam kılavuzları çağırdı.[71]
Huseyl b. Hârice ile Abdullah b. Nuaym gelince, Huseyl'e:
"Önümüze düş! Bizi öyle vadilere tutup götür ki, Hayber'le
Şam arasındaki yoldan Hayber'e varalım; Hayber Yahudileriyle Şam arasına
girmiş, onlarla müttefikleri olan Gatafanlar arasına gerilmiş olalım!" buy
urdu.[72]
Huseyl:
"Ben seni öyle bir yere götüreceğim, ulaştıracağım ki, orada
birçok yollar vardır. Yâ Rasûlallah! Orası yolların kavşağıdır. Bütün yollar
oradan gelir geçer" dedi.[73]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolların isimlerini bana söyle!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ismin güzelini arar, sever; kötüsünden
ise hoşlanmaz, onu uğurlu saymazdı.[74]
Huseyl:
"Hayberln bir yolu var ki, ona 'H azen1
denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona 'Şaş' (Şe's)
denilir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, ona 'Hâtıb' denilir"
dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O yolu da tutma!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl'e:
"Ben senin Resûlullah Aleyhisselama haber vermek için bu
gecede olduğu kadar kötü isimler bulduğunu görmedim!" dedi.
Huseyl:
"Hayberln bir yolu daha var ki, artık ondan başka yolu
kalmamıştır!" deyince, Hz. Ömer:
"İsmini söyle!" dedi.
Huseyl:
"Onun ismi 'Merhab'dır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur! O yolu tut!" buyurdu.
Hz. Ömer, Huseyl'e:
"Bu yolun ismini önce söyleseydin ya!" dedi.[75]
Seleme b. Ekvâ'nın bildirdiğine göre; Seleme'nin amcası Amir b.
Ekvâ (Sinan) da, Hayber seferine katılanlar arasında bulunuyordu.[76]
Kendisi, şairdi.[77]
Bir gece, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte giderlerken,[78]
İslâm mücahidlerinden birisi, ona:
"Ey Âmir! Bize recezlerinden [kısa vezinli şiirlerinden] bir
parça dini etsen ya!" demişti.
Bunun üzerine, Âmir hayvanından indi[79]
ve:
"Ey Allah'ım! Sen bize hidayet ve rahmet ihsan etmemiş
olsaydın, biz muhakkak dalâlet ve sapkınlık içinde kalırdık!
Bizim üzerimize yürüyen kâfirler, bizim kaçındığımız fitne ve
fesadı [dinden döndürme kötülüğünü] bize yapmak istedikleri ve bizimle
karşılaştıkları zaman, kalblerimize sükûnet ve metanet indir, ayaklarımıza
sebat ver![80]
Biz bağırışlarla çarpışmaktan korkutulmak istenilsek de,
çarpışmaya çağırıldığımız zaman, gelir ve ondan geri kalmayız!
Düşmana arka çevirip kaçmaktan da kaçınınz!"[81]
mealli kıt'asını okuyunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şiir okuyup develeri hızlandıran kimdir?" diye sordu.
Sahabiler.
"Âmir b. Ekvâ'dır!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ona rahmet etsin!" diye dua etti.[82]
Peygamberimiz Aleyhisselam herkime rahmet ve mağfiretle dua
ederse, o muhakkak şehit olurdu.
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın Âmir için rahmet dileğini
işitince:[83]
"Vallahi yâ Rasûlallah! Bu duanızla, Âmir'e cennetlik
gerçekleşti! Keşke onu bize bağışlasaydın da, kendisinden bir müddet daha
yararlansaydık!" dedi.
Gerçekten de, Âmir b. Ekvâ, Hayber'de şehit oldu.[84]
Peygamberimiz Aleyhisselam; bazı süvarileri, Abbâd b. Bişr'in
kumandası altında, keşif ve tecessüs için öncü olarak ileri sürmüştü.
Abbâd b. Bişr; Eşca1 kabilesinden olup Yahudiler
hesabına casusluk yapan bir bedevî (çöl Arabi) yakaladı ve ona:
"Sen kimsin?" diye sordu.
Bedevî:
"Ben kaybettiğim devemi arayan bir arayıcıyım!" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Sende Hayber hakkında bir bilgi var mı?" diye sordu.[85]
Bedevî:
"Sen benden Hayber hakkında mı, yoksa Hayberliler hakkında
mı; hangisinden bilgi istiyorsun?" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Yahudilerden!" dedi.
Bedevî:
"Olur!
Kinane b. Ebi'l-Hukayk ve Hevze b. Kays, Gatafan'dan olan
müttefiklerinin yanına gitti. Onlardan asker toplayıp Hayber'in bir yıllık
mahsulünü onlara vermeyi va'd ettiler.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr'in kumandası altında, atları, silahları
ve hazırlıklarıyla gelip Yahudilerin kalelerine girdiler.
Onlar şimdi Yahudilerle birlikte kalelerdedirler.
Kalelerde 10.000 savaş eri bulunuyor.[86]
Onlar, Muhammed ve ashabı ile çarpışmak için bekliyor-lar![87]
Onlar, oklarla vurulmaz, başa çıkılmaz kalelilerdir!
Kendilerinin yanlarında da, pek çok silahlan ve yiyecekleri
vardır.
Yıllarca kuşatılacak da olsalar, yine, bunlar kendilerine
yeterlidir.
Onların kalelerinde içecekleri, devamlı akar sulan davardır.
Onlara hiç kimsenin dayanabileceğini sanmıyorum!" dedi.
Abbâd b. Bişr, kamçısını kaldırıp ona birkaç kamçı vurdu ve:
"Sen ancak onların bir casususundur! Bana doğrusunu söyle!
Yoksa boynunu vururum!" dedi.
Bedevî:
"Sana doğrusunu söylersem, bana eman verir, kanımı bağışlar
mısın?" diye sordu.
Abbâd b. Bişr
"Evet!" dedi.
Bunun üzerine, Bedevî:
"Onlar, Yesrib Yahudilerine (Benî Kurayza ile Benî Nadîriere)
yapmış olduğunuz şeyden korkuya düşmüş bir cemaattirler.
Medine Yahudileri, Medine'ye emtia satın almaya giden amcamın
oğlunu buldular. Sizin sayıca az, atlarınızın ve silahlarınızın da az olduğunu
haber vermek üzere, onu Kinane b. Ebi'l-Hukayk'a göndermişler.
Ona:
'Muhammed, şimdiye kadar sizin gibi iyi çarpışan bir kavimle
karşılaşmamıştır.
Muhammed'in; harp malzemelerinizin, sayınızın, silahınızın
çokluğunu, kalelerinizin sarplığını bilemeyerek üzerinize yürümesine,
Kureyşîler ve Araplar sevinmektedirler.
Kureyşîlerve başkaları, durumu dikkatle izliyorlar.
Kureyşîler
"Hayber Yahudileri Muhammed'i yenecektir! Eğer Muhammed
muzaffer olursa, bu temelli horluk olur!' diyorlar' demişler.
Ben bütün bunları işitmiş bulunuyorum.
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, bana:
'Sen git de, yolda onların önlerine geç!
Onlar senin ne iş üzerinde bulunduğunu anlayamazlar.
Sen onları bizim hesabımıza korkut!
Bir dilenci gibi, yanlarına sokul.
Onlara sayımızın ve yardımcılarımızın çokluğunu anlat!
Kendileri hakkında edineceğin haberlerle yanımıza dönmekte acele
et!1 dedi."[88]
Abbâd b. Bişr bedevîyi Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi
ve kendisinden aldığı bilgileri Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Hz. Ömer:
"Vurun onun boynunu" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Ben ona eman verdim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Abbâd! İş belli oluncaya kadar, sen onu yanında
tut!" buyurdu.[89]
Bedevî bir iple bağlandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber'e varınca, Bedevîye İslâmiyeti
anlattı ve:
"Seni üç kere İslâmiyete davet edeceğim. Müslüman olmazsan,
boynundan ip çıkan İm ayacaktır!" buyurunca, bedevî Müslüman oldu.[90]
Bedevinin dediği doğru idi:
Kinane b. Ebi'l-Hukayk ile Hevze b. Kays, yanlarına Yahudilerden
14 kişi alarak müttefikleri bulunan Gatafanlara gitmişler, Hayberln bir yıllık
hurma mahsulünün yarısını vermeyi taahhüt edip onların yardımını sağlamışlardı.
Gatafanlar, Utbe b. Bedr'in kumandası altında hazırlıklı ve atlı
olarak Hayber'e gelip Yahudilerle birlikte kalelere girmişlerdi.[91]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber'e gelmeden üç gün önce, Uyeyne
b. Hısn da, Yahudilere yardım etmek üzere, Gatafanlardan 4.000 kişi ile gelip
Natat kalesine girmiş bulunuyordu.[92]
İslâm mücahidleri, bir vadiye erişince:
"Allahuekber! Allahuekber! Lâ ilahe illallâhu vallâhu
ekber!" diyerek hep birden yüksek sesle tekbir getirmeye başlamışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nefeslerinize acıyınız!
Çünkü, sizin dua ettiğiniz Allah ne sağırdır, ne de gaibdir!
Siz en çok işiten ve en yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz"[93]
buyurdu.[94]
Kılavuz; İslâm mücahidlerini Şerir vadisine kadar götürdü.[95]
Şerir; Hayberyakınında bir vadidir.[96]
Karkara vadisine erişilince, namaz vakti girmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, vadiden çıkıncaya kadar namazı
kılmadı.[97]
Karkara Hayber'e altı mildir.[98]
İslâm mücahidleri, Karkaraya ininceye kadar vadiyi takip ettiler.[99]
Pegyamberimiz Aleyhisselam, Şıkk ile Natat arasında konakladı.
Oradaki böğürtlen, Sincan dikenlik ve çalılığı üzerinde namazını
kıldı. Namaz kıldığı yer, çevresi taşla çevrilerek mescid haline getirildi.[100]
Sonra, doğrulup Şıkk kalesiyle Natat kalesi arasından, Hayber'e
doğru ilerlediler.[101]
Peygamberimiz Aleyhisselam, o sırada "Durunuz!"
buyurarak mücahidleri durdurdu ve Allah'a şöyle dua etti:
"Ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah'ım!
Ey yerlerin ve yüklenip taşıdıklarının Rabbi olan Allah'ım!
Ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah'ım!
Ey rüzgârların ve savurduklarının Rabbi olan Allah'ım!
Biz Senden bu kentin hayrını ve iyiliğini, bu kent halkının
hayrını ve iyiliğini ve kentte bulunan herşeyin hayrını ve iyiliğini dileriz!
Bu kentin şerrinden, bu kent halkının şerrinden, bu kentte bulunan
herşeyin şerrinden de Sana sığınırız!
Haydi ilerleyiniz, Bismillah!"[102]
Hayber Yahudilerinin 10.000 kişilik savaş erleri[103]
her gece tanyeri ağarmadan önce silahlarını kuşanıp savaş düzenine göre saf
bağlarlar;[104]
kalelerine, kalelerinin sarplığına, silahlarının ve sayılarının çokluğuna
bakarak Peygamberimiz Aleyhisselamın kendileriyle çarpışamayacağını sanırlar
ve:
"Muhammed mi bizimle çarpışacak?! Ne kadar uzak!"
diyerek gururlanırlardı.[105]
Peygamberimiz Aleyhisselam geceleyin meydanlarına gelip konuncaya
kadar, Hayber Yahudilerinin haberleri olmadı.
Hayber Yahudileri, aralarında anlaşmazlığa da düştüler.
Haris Ebu Zeyneb adındaki Yahudi kaleler dışında karargâh
kurmalarını ve Peygamberimiz Aleyhisselamla kaleler dışında çarpışmalarını
teklif ve tavsiye etmiş ve:
"Benim gördüğüm, Muhammed tarafından kuşatıldıktan sonra onun
emrine boyun eğerek kalelerinden inmek zorunda kalanlar için hayat hakkı
kalmamış, onlardan kimisi esir edilmiş, kimisi de sonradan öldürülmüştür!"
demişti.
Yahudiler
"Bizim bu kalelerimiz, senin o misal getirdiğin kalelere
benzemez! Bu sarp kaleler, dağların tepeleri üzerindedir!" demişler,
Hâris'in görüşünü benimsememişler ve kalelerine sığınmışlardı.[106]
Yahudilerin ileri gelenlerinden Sellâm b. Mişkem Hayber'in Sa'b b.
Muaz kalesinde idi.
Yahudi casuslarından birtopluluk onun evine gittiler.
Ona, kaleden dışarı çıkıp da mı, yoksa kalelere sığınarak mı
çarpışılmasının uygun olacağını danıştılar.
Sellâm, onları kaleden dışarı çıkarak çarpışmaya teşvik etti ve:
"Yerinde olan görüş; Abdullah b. Übeyy'in öğüt yoluyla size
işaret eylediğidir!" dedi.
Fakat, Hayberliler kalelerden dışarı çıkmaya cesaret edemeyerek
kalelerinde kaldılar.[107]
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm mücahidleriyle birlikte
Hayber'e geldiği gece Hayberliler hep uykuya dalmışlar, hiç kımıldamamışlar,
horozları bile ötmem işti. Güneş doğunca, tarlalarına gitmek üzere kalelerinin
kapılarını açmışlardı.[108]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam bir kavimle çarpışacağı zaman, sabah
olmadıkça onlara ansızın baskın yapmaz, ezan sesi işitirse baskın yapmaktan
vazgeçer, ezan sesi işitmezse baskın yapardı.
Hayber'e geceleyin inmiştik.
Resûlullah Aleyhisselam orada geceyi geçirdi.[109]
Sabah namazını Hayber'in yanıbaşında, daha karanlık iken kıldık.[110]
Sabah olup Hayber'den ezan sesi işitmeyince,[111]
hayvanına bindi.
Bizler de hayvanlarımıza bindik.
Ben Ebu Talha'nın terkisine bindim.
Giderken, benim dizim Resûlullah Aleyhisselamın dizine değmekte
idi.[112]
Sabahleyin, Hayber işçileriyle karşılaştık.[113]
İşçiler, kaleden çıkıp, araçları, zenbilleri, kovaları ile[114]
tarlalarına gidiyorlardı.
Resûlullah Aleyhisselamla askerlerini görür görmez:
İşte Muhammed ve Hamîs![115]
İşte Muhammed ve Hamîs! Vallahi, Muhammedi İşte Muhammed ve Hamîs!'[116]
diyerek bağırıştılar ve hemen arkalarına dönüp kaçtılar.[117]
Resûlullah Aleyhisselam, ellerini kaldırdı [118]
ve:
'Allahuekber! Allahuekber! Harab olup gitti Hayber!
Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, uyarılmış
olan o kâfirlerin hali yaman olur!' buyurdu [119]
ve bunu üç kere tekrarladı ."[120]
Hamîs; ordu,[121]
büyük askerî birlik demektir.
Cahiliye çağında da, orduya hamîs denirdi.[122]
Orduya hamîs denilmesi de beş kısımdan; yani öncü, ardcı, orta,
sağ ve sol yan birliklerinden oluştuğu içindir.[123]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Menzile mevkiine kadar ilerledi,
hayvanından indi, yürüyerek oradaki bir kayaya doğru gitti.[124]
Hayvanın yularını çekmek istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayvanı kendi haline bırakınız!" buyurdu.
Hayvan kayanın yanına varıp çöktü.[125]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağırlıklarının yanına bırakılmasını,
mücahidlerin de oralara inmelerini em retti.[126]
Hayber'e, hurmaların koruk ve ham bulunduğu bir sırada gelinmişti.
Hava ise çok sıcak ve sıcaklık da tehlikeli derecede idi.[127]
Menzile karargâhında, Peygamberimiz Aleyhisselam için bir mescid
yapıldı.[128]
Peygamberimiz Aleyhisselam nafile (teheccüd) namazını orada kıldı.
Menzile adını taşıyan bu mescid taştan yapılmıştı.[129]
Menzile Mescidi, içinde bayram namazları da kılınan en büyük ve
geniş mesciddir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kılarken yöneldiği kaya da bu
mescidin içindedir.[130]
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Burası Natat kalesine çok yakındır. Hem de,
Hayber'in bütün savaşçıları orada toplanmıştır.[131]
Ben Natat kalesi halkını çok iyi tanırım.
Onlar kadar uzaklara ok atabilen ve onlar kadar oklarını isabet
ettiren bir kavim yoktur.
Bununla birlikte, onlar bizim üst tarafımızda da bulunuyorlar.[132]
Bizim bütün tutum ve davranışlarımızı görebilecek, öğrenebilecek
bir mevkidedirler.
Biz ise, onların tutum ve davranışlarını görebilecek,
öğrenebilecek mevkide değiliz![133]
Onların okları, yukarıdan aşağı doğru hızla iner,[134]
bizim oklarımız ise onlara ulaşmaz![135]
Bununla birlikte, onların evlerinden sık sık çıkıp sık hurma
ağaçlan içinde siperlenmeyeceklerinden de emin değilim.[136]
Burası, humna bahçeleri arasında tehlikeli bir yerdir.
Tehlikelerden, bozukluklardan uzak bir yeri karargâh edinmeyi
emretseniz olmaz mı?[137]
Hiç değilse, şu kara taşlık, kayalık yeri aramızda bulunduralım.
Yahudilerin atacakları oklar bize erişemesin!" dedi.[138]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubab b. Münzir'e:
"İşaret ettiğin görüş yerindedir!" buyurdu[139]
ve Muhammed b. Mesleme'yi yanına çağırarak, ona:
"Bak! Yahudilerin kalelerinden ve bataklık hastalığından
uzak, Yahudi evlerinden yapılabilecek saldırılardan emniyet ve selamette
kalabileceğimiz, karargâh edinmeye elverişli bir yer araştır!" buyurdu.
Muhammed b. Mesleme etrafı dolaşarak Reci'e kadar vardıktan sonra,
geceleyin Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Senin için, karargâh edinmeye elverişli bir yer buldum!"
dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ın bereketi onun üzerinde olsun!" buyurdu.[140]
Hayber Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın ordusu ile
birlikte Hayber'e geldiğini görünce, kalelere çekilmişler, Sellâm b. Mişkem'e
gidip durumu haber vermişlerdi.
Sellâm b. Mişkem:
"Siz benim sözümü dinlemediniz! Muhammed'in üzerine yürümekte
kusur ettiniz!
Bari burada onunla çarpışmakta kusur etmeyiniz!
Onunla çarpışa çarpışa ölmeniz, sizin için, tek başınıza
kalmanızdan hayırlıdır" dedi.
Bunun üzerine, Yahudiler, sonuna kadar savaşmaya kararverdiler.
Mallarını, çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine götürdüler.
Erzak ve yiyeceklerini de Nâim kalesinde depoladılar.
Bütün savaş erlerini Natat kalesinde topladılar.
Sellâm b. Mişkem de, hasta olduğu halde, onlarla birlikte Natat'a
geldi. Yahudileri savaşmaya kışkırttı durdu ve orada da öldü.[141]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerinin savaşmaya
hazırlandığını anlayınca, geceleyin mücahidleri Natat kalesinde toplanan
Yahudilerle çarpışmak üzere hazırladı.
Sabır ve sebat ettikleri takdirde muhakkak zafere ve ganimete
ereceklerini onlara müjdeledi ve kendilerini çarpışmaya teşvik etti.
Yahudiler İslâm karargâhına ok yağdırmaya başladılar.[142]
Yahudilerin attıkları oklar İslâm karargâhının gerisine düşmekte,[143]
İslâm mücahidleri de bu okları toplayıp yaylarına yerleştirerek onlara atmakta
idiler.[144]
İslâm mücahidleri o gün Natat'taki Yahudi topluluğu ile akşama
kadar savaştılar.
İlk günde, Natat Yahudilerinin attıkları oklarla yaralanan
mücahidlerin sayısı elliyi buldu.
Hubab b. Münzir:
"Yâ Rasûlallah! Karargâhı hemen değiştirsen iyi olur"
dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akşam olunca, inşaallah değiştiririz!" buyurdu.
Akşamleyin, Peygamberimiz Aleyhisselam, yakınlarındaki evlerden
gelebilecek tehlikelerden ashabını korumak için, karargâhın yeni yere
değiştirilmesini emretti.
Mücahidler karargâhı Reci'e taşıdılar.
Hz. Osman da Reci1 karargâhında görevlendirildi.[145]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
her gün sabahleyin silahlanarak İslâm mücahidleri ile birlikte bayraklarını
çekip gelmekte, Natat'ın üst tarafında akşama kadar Yahudi kuvvetleriyle
savaşmakta, akşam olunca da Reci1 karargâhına dönmekte idi.
Yaralanan mücahidler, Reci1 karargâhına götürülüp
tedavi edilmekte idiler.
İlk günde yaralananlar da orada tedavi edilmişlerdi.[146]
Büreyde b. Husayb'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz
Aleyhisselam, tutulup bir-iki gün süren yanm baş ve yüz ağrısından dolayı
Müslümanların yanına çıkamamış,[147]
aksancağını Hz. Ebu Bekir'e verip onu Yahudilerle çarpışmaya göndermişti.
Hz. Ebu Bekir mücahidi erle gitti, şiddetle çarpıştı. Fakat,
kaleyi ele geçiremedi.[148]
Bozguna uğradı, geri döndü.[149]
Ertesi günü, mücahidlerle birlikte Hz. Ömer gönderildi. O da,
Hayber Yahudileriyle şiddetle çarpıştı. Fakat, ona da kaleyi fethetmek nasip
olmadı.[150]
Mücahidlerle birlikte bozulup geri döndüler ve birbirlerini korkaklıkla
suçladılar.[151]
Hz. Ömer tekrar gitti. Yine zafer elde edemedi.[152]
Peygamberimiz Aleyhisselam, sancağını Ensardan bir zâta (Sa'd b.
Ubâde'ye) verdi.
O da, gitti, bir iş yapamadan geri döndü.[153]
Yahudilerin hücum birlikleri, önlerinde Haris Ebu Zeyneb olduğu
halde, yerleri sarsa sarsa ilerlemeye başladılar.
Ensar sancaktarı, İslâm mücahidleriyle birlikte onları karşıladı, kalelerine girinceye kadar, onları
geriletti.
Fakat, Merhab'ın kardeşi Üseyr, kaleden askerleriyle çıkıp Ensar
sancaktarının kumandası altındaki Müslümanları bozguna uğrattı. Peygamberimiz
Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar gelip dayandılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere kızdı, Allah'ın
Müslümanlara dünyadaki ve ahiretteki vaadlerini hatırlattı. Üzgün olarak akşamladı.
Ensar sancaktarı Sa'd b. Ubâde de yaralandı.
Ensar ve Muhacir sancaktarlanyla arkadaşları, birbirlerini geç ve ağır davranmakla
suçlamakta ve:
"Hep sizin yüzünüzden!" demekte idiler. [154]
Yedi gün, Reci1 karargâhından gelinip, Natat'a üst
tarafından hücumlar yapıldı.[155]
Yazın en sıcak bir günü idi. Mahmud b. Mesleme, hararetten ve
çarpışmaktan yorgun ve bitkin düşmüştü. Silahlarının hepsi de üzerinde
bulunuyordu. Gölgelenmek ve dinlenmek için Nâim kalesinin dibine oturmuştu.
Nâim kalesinde savaşçı bulunmadığını, orada ancak erzak ve eşya
bulundurulduğunu sanıyordu.
Merhab[156]
yukarıdan Mahmud b. Mesleme'nin üzerine el değirmeni taşını bıraktı.
Taş, onun başına düşünce, miğferini ezdi, alnının derisini yüzüne
kadar yüzüp indirdi.
Mahmud b. Mesleme, Reci'deki İslâm karargâhına götürüldü. Aldığı
yaradan, üç gün sonra, Merhab'ın öldürüldüğü gün, dünyaya gözlerini yumdu.[157]
Hayberli Yahudilerin kumandanlarından ve ünlü kahramanlarından
Merhab, kılıcını sallaya sallaya kaleden dışarı çıktı.[158]
Merhab'ın kılıcında:
"Bu kılıç Merhab'ın kılıcıdır ki, onu kim tadarsa helak olur!" diye yazılı idi.[159]
Merhab, dışarı çıkınca:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben gelip çatan harplerin
tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tımağa kadar silahlanan, cesareti ve
kahramanlığı denenip durmuş olan Merhab'ımdır!" diye övünerek, kendisiyle
çarpışacak er diledi.
İslâm mücahidlerinden Âmir b. Ekvâ da, onunla çarpışmak için
ortaya çıkıp:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, tepeden tımağa kadar
silahlı, kendisini savaşın dehşetleri ve şiddetleri içine atmaktan çekinmeyen
Âmir'imdir!" dedi.
Hemen birbirleriyle vuruştular.[160]
Önce, Merhab Âmir'e kılıçla saldırdı.
Âmir kalkanı ile korundu.
Merhab'ın kılıcı kalkana saplandı.
Âmir kılıcını kaldırıp Merhab'ın bacağına, aşağıdan yukarıya doğru
olanca hızıyla çaldı[161]
Âmir b. Ekvâ'nın kılıcı kısa idi.[162]
Âmir, Merhab'ın bacağına kılıcını hızla vurduğu zaman, kılıcın
ağzı kendisine yönelip kendi bacağının orta damarını kesiverdi![163]
Bu yara, kendisinin şehit olmasına sebep oldu.[164]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci'den Menzileye döndüğü zaman, Âmir
b. Ekvâ yaralanmış bulunuyordu.
Kendisi hemen Reci'e götürüldü.[165]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu Reci'deki bir mağaraya Mahmud b.
Mesleme ile birlikte gömdü.[166]
Yüce Allah, ikisinden de razı olsun![167]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yahudilere bir şeytan gelmiş de:
'Muhammed, ancak, mallarınızı ele geçirmek için sizinle
çarpışıyor!1 demiş.
Onlara:
'Öyle ise, Lâ ilahe illallah deyiniz de, mallarınızı, canlarınızı
koruyunuz! Ahiretteki hesabınız ise Allah'a aittir!1 diye
sesleniniz!" buyurdu.
Yahudilere seslendiler.
Yahudiler
"Musa'nın aramızdaki Kitabı olan Tevrafa yemin ederiz ki; biz
ne istediğiniz şeyi yaparız, ne de dinimizi bırakırız!" diyerek karşılık
verdiler.[168]
İslâm mücahidi eriyle Yahudi kuvvetlen arasında sık ağaçlı hurma
bahçeleri bulunuyor ve Yahudilerin bunlar arasında siperleneceklerinden endişe
ediliyordu.[169]
Yahudilerin yegâne iktisadî güçleri de, Medine'de yitirip
Hayber'de buldukları hurma bahçeleri idi.
Nitekim, Medine'den ayrıldıkları sırada, Sellâm b. Ebil-Hukayk:
"Biz, buradaki hurmalıklarımızı bırakıyorsak, Hayber'in
hurmalıklarına varıyoruz!" diyerek bağır-mışti.[170]
Bunlar, onlara, evlatlarından daha sevgili idi.[171]
Hayberliler Gatafanları ne zaman kendilerine yardıma
çağımnışlarsa, onlara hep Hayber'in hurma mahsulünden vermeyi taahhüt
etmişlerdi .[172]
Düşmanın iktisadî gücünü sarsmak, ona indirilecek darbenin en
etkilisi ve en yenicisi idi.
Bunun için, Hubab b. Münzir, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Hurma ağaçları, Yahudilere evlatlarından daha
sevgilidir. Onların hurma ağaçlarını kes de, ümitleri ve direnme güçleri
kırılsın!" demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, hurma ağaçlarının
kesilmesini emretti.
Müslümanlar, Natat hurma bahçelerinden, dört yüz ağaçtan başka
ağaç kesmediler.[173]
Gatafanların başkanı Uyeyne b. Hısn'ın Gatafan savaş erleriyle
gelip Hayber kalesine girdiği ve Yahudilerin yanında bulunduğu sıralarda,
Peygamberi m iz Aleyhisselam ona Sa'd b. Ubâde'yi gönderdi.
Sa'd b. Ubâde, kalenin dibine kadar varıp:
"Ben Uyeyne b. Hısn'la konuşmak istiyorum!" diyerek
onlara seslendi.
Uyeyne b. Hısn Sa'd b. Ubâde'yi içeri almak isteyince, Merhab:
"Onu içeri sokma!
O, kalemizin bozuk yerlerini görür, gelinecek köşelerini öğrenir!
Fakat, sen onun yanına git!" dedi .[174]
Merhab'ın köşkü ile kardeşi Yâsir'in konağı da Natat'ta idi.[175]
Uyeyne b. Hısn:
"Kalenin sarplığını, çetinliğini ve kaledeki savaş erlerinin
çokluğunu görsün diye onu içeri sokmak isterdim" dedi.
Merhab, Sa'd b. Ubâde'nin içeri sokulmasına yanaşmadı.
Bunun üzerine, Uyeyne b. Hısn, kalenin kapısına vardı.
Sa'd b. Ubâde, ona:
"Resûlullah Aleyhisselam beni sana gönderdi.
'Yüce Allah bana Hayberln fethini va'd buyurdu. Siz geri dönüp
gidiniz! HayberYahudilerine galebe çaldığımız zaman, Hayberln bir yıllık hurma
mahsulü sizin olsun!' buyuruyor" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Biz, vallahi, müttefiklerimizi hiçbir şey için geri
bırakmayız!
Biz, senin de, senin yanında bulunan kimselerin de şuracıktaki
gücünün ne olduğunu çok iyi biliyoruz.
Şu Yahudi kavminin müstahkem kaleler halkı olduğunu, savaş
erlerinin sayılarının ve silahlarının çokluğunu da biliyoruz.
Eğer sen ve yanındakiler burada daha fazla kalırsanız,
mahvolacaksınız.
Eğer çarpışmak isterseniz, savaş erlerini ve silahlarını üzerinize
çekmekte acele etmiş olacaksınız!
Hayır! Vallahi, şu Hayberliler ansızın baskın yapıp sizi mağlup
eünek maksadıyla üzerinize yürümüş ve bunu başaramayarak geri dönüp gitmiş olan
Kureyş kavmi gibi değillerdir.
Bunlar savaşta size öyle tuzaklar kuracaklar ve onu öyle uzatıp
duracaklar ki, en sonunda onlara eğilmek zorunda kalacaksınız!" dedi.
Sa'd b. Ubâde:
"Ben şüphesiz olarak bilir ve sana da bildiririm ki; sana
teklif ettiğimiz şeyi içinde bulunduğun şu kalede bir gün dilemek zorunda
kalacaksın da, sana kılıçtan başka karşılık vermeyeceğiz
Ey Uyeyne! Yesrib Yahudilerinden yurtları yanıbaşımızda olanların
neye uğradıklarını, nasıl darmadağın olduklarını görmüşsündür" dedi ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönüp Uyeyne'nin söylediklerini
Peygamberimiz Aleyhisselama haber vererek, şunları söyledi:
"Yâ Rasûlallah! Yüce Allah sana olan va'dini yerine getirecek
ve sana yardım edecektir! Sen şu çöl Arabına bir tek hurma bile verme!
Yâ Rasûlallah! Onlar, kendilerine kılıçların sıyrıldığını görecek
olurlarsa, daha önce Hendek'te yaptıkları gibi, yurtlarına kadar
kaçarlar!" dedi.[176]
Gatafanlardan Benî Fezâre cemaatine de, Hayber Yahudilerine yardım
etmekten vazgeçtikleri, dönüp yurtlarına gittikleri takdirde Hayber'in bir
yıllık hurma mahsulünden verileceği teklif edilmiş, bunlar da Peygamberimiz
Aleyhisselamın bu teklifine-Uyeyne b. Hısn gibi-yanaşmamışlardır.[177]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerin hücumlarını Gatafanların
bulundukları kaleye yöneltmelerini emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu emri zeval vakti ile akşam vakti arasında
ve Gatafanların Natat, Nâim kalesinde bulundukları sırada vermişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın seslenicisi:
"Gatafanların içinde bulundukları Nâim kalesi yanında
bayraklarınızı çekip sabahlayacaksınız!" diyerek seslenince, Gatafanlaro
gecelerini korku içinde geçirdiler.
Bu geceden sonra, gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini pek
anlayamadıkları bir bağırıcının:
"Ey Gatafan cemaatı! Hayfâ'da bulunan ev halkınız! Ev
halkınız! İmdad! İmdad! Ne dere kaldı, ne mal!" diyerek üç kere
bağırdığını işittiler, acele Hayber'den ayrılıp yurtlarına gittiler.
Sabaha çıkılınca,
Ketibe kalesinde bulunan Kinane b. Ebi'l-Hukayk'a, Gatafanların gittikleri
haber verildi.
Kinane'nin elleri yanlarına düştü, zelil oldu. Yok olunacağını
anladı ve:
"Biz, şu çöl Araplanyla hep boşuna biraraya geldik durduk.
Biz onların yanına vardık. Bize yardım va'd etmemiş olsalardı, biz
Muhammed'le savaşıcı olmazdık.
Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'ın:
'Şu çöl Araplarından hiçbir zaman yardım istemeyiniz!
Biz onlan hep denemiş dumnuşuzdur.
Onlar Benî Kurayzalara yardım için çağırılmışlardı. Onları
aldattılar.
Biz onlarda bize karşı hiçbir vefakârlık göremedik.
Huyey b. Ahtab da, onların yanına kadar gitmişti.
Fakat, onlar Muhammed'den barış dileğinde bulundular.
Sonra Muhammed BenîKurayzalar üzerine yürüyünce, Gatafanlar
dağılarak ev halklarının yanlarına döndüler1 dediğini unutmamalı
idik" dedi.[178]
Gatafanlar, Hayfâ'daki halklarına gelip kavuştukları zaman, onları
eskiden oldukları durumda buldular ve onlara:
"Sizi herhangi bir sürükleyici oldu mu?" diye sordular.
"Hayır! Vallahi, biz sizin ganimet alıp getirdiğinizi
sanmıştık.
Halbuki, yanınızda ne bir ganimet, ne de bir hayır
görüyoruz!?" dediler.
Uyuyne b. Hısn, adamlarına:
"Vallahi, bu, Muhammed ve ashabının aldatmalarındandır!
Vallahi, biz aldatıldık!" dedi.
Haris b. Avf:
"Siz hangi şeyle aldatıldınız?" diye sordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Natat kalesinde iken, gecenin ilk üçte biri sıralarında, bir
bağırıcının:
'Hayfâ'daki ev halkınız! Ev halkınız! Ne dere kaldı, ne mal!'
diyerek üç kere bağırdığını işittik.
Sesin gökten mi, yoksa yerden mi geldiğini anlayamadık!"
dedi.
Haris b. Avf:
"Ey Uyeyne! Vallahi, sağlığında bundan yararlanabilirsin!
Vallahi, işitmiş olduğun ses, gökten gelmiştir!
Vallahi, Muhammed herkesi yenecek; dağların başında olanlara bile,
dilerse, erişecektir!" dedi.
Uyeyne b. Hısn, ev halkının yanında birkaç gün oturduktan sonra,
adamlarını Yahudilerin yardımına gitmek için yanına çağırdı.
Haris b. Avf, gelip:
"Ey Uyeyne! Sen beni dinle de, evinde otur! Yahudilere
yardımı bırak!
Bununla birlikte, sanıyorum ki; Hayber'e döndüğünde, Muhammed
orayı fethetmiş, ele geçirmiş bulunacaktır!
Senin bu tutum ve davranışınla, hakkında iyi davranılacağından
emin değilim!" dedi.
Uyeyne, Hâris'in sözlerini kabulden kaçındı ve:
"Ben müttefiklerimi hiçbir şey için geri bırakmam!"
dedi.[179]
Ka'b b. Malik der ki:
"Reci'deki karargâhımızda bulunduğumuz sırada, Natat
halkından Simâk adlı bir Yahudi:
'Eğer bana eman verirseniz, yanınıza geleyim1 diyerek
seslendi.
Biz:
'Olur!1 dedik, hemen onun yanına koştuk.
Kendisinin yanına ilk varan, bendim.
Ona:
'Sen kimsin?1 diye sordum.
'Yahudilerden bir adamım' dedi.
Kendisini alıp Resûlullah Aleyhisselamın yanına koyduk.
Yahudi:
'Ey Ebu'l-Kasım! Yahudilerin sakıncalı, gizli, önemli yerlerinden
bazılarını sana göstermek şartıyla bana ve ev halkıma eman verir misin?' diye
sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Evet!' buyurdu.
Yahudi Simâk, Yahudilerin kalelerini ele geçirmeye elverişli
yerlerini Resûlullah Aleyhisselama haber verdi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ashabını yanına çağırdı,
onları Yahudilerle çarpışmaya teşvik etti.
Yahudilerin aralarında anlaşmazlık çıktığını ve müttefikleri olan
Gatafanların da kaçtıklarını bildirdi."[180]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Reci1 karargâhında kaldığı
yedi günde, geceleri ashabı arasında sıra ile karargâhı bekleme nöbeti
tutturdu.
Altıncı gecede, nöbet sırası Hz. Ömer'de idi.
Hz. Ömer'in arkadaşlarıyla birlikte gece yarısı ordugâh çevresinde
dolaştığı sırada, Yahudilerden bir adam bulunup getirildi.
Hz. Ömer, onun boynunun vurulmasını emretti.
Yahudi:
"Beni Peygamberinizin yanına götürünüz! Onunla
konuşacağım!" deyince, Hz. Ömer onu öldürmekten vazgeçti.
Yahudi ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına kadar
gittiler. Peygamberimiz Aleyhisselamı namazda buldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer'in geldiğini işitince, selam
verdi.
Hz. Ömer, Yahudi ile birlikte içeri girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiye:
"Gerinde ne haber var ve sen kimsin?" diye sordu.
Yahudi:
"Ey Ebu'l-Kasım! Bana eman ver, sana doğrusunu
söyleyeyim?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu.
Yahudi:
"Ben Natat halkının yanından geliyorum. Onların hiç düzenleri
kalmamıştır.
Onları bu gece kaleden çıkıyor oldukları halde geride
bıraktım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar nereye gidiyorlar?" diye sordu.
Yahudi:
"Öteden beri içinde bulundukları Şıkk kalesine zelil olarak
gidiyorlar!
Kendileri senden son derecede korkmuş bulunuyorlar!
Onların yürekleri, korkularından duracak gibi çarpıyor!
Yahudilerin silah, erzak ve yağlan bu kalede depolanmıştır.
Birbirleriyle çarpışırlarken kullanmış oldukları kale araçlarını
içinde sakladıkları yeraltındaki ev de bu Natat kalelerindedir" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o araçlar?" diye sordu.
Yahudi:
"Bir adet mancınık[181]
İki aded debbabe (kale yapım ve yıkımında kullanılan araç),[182]
Birçok zırh gömlek,
Miğferler,
Kılıçlar., gibi silahlardır.
Yarın, kaleye girdiğinde, oraya da girersin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İnşaallah!" buyurdu.
Yahudi:
"İnşaallah, seni onun üzerine kadar götürüp durduracağım.
Orayı, Yahudilerden, benden başka hiç kimse bilmez!
Dahası da var!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir o dahası da?" diye sordu.
Yahudi:
"Araçları çıkardıktan sonra, onu Şıkk kalesine dikmedir!
Debbabenin de altına adamlar girip kalenin dibini kazar ve
delerler! Orayı bir günde fetheder, ele geçirirsin!
Ketibe kalesinde de böyle yaparsın!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Sanırım ki, bu adam doğru söylüyor"
dedi.
Yahudi:
"Ey Ebu'l-Kasım! Bana eman verecek, kanımı dökmeyeceksin,
değil mi?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen emniyet ve selamettesin" buyurdu.
Yahudi:
"Nizar kalesindeki karımı da bana bağışla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu da sana bağışladım!" buyurdu ve ona:
"Yahudiler çoluk çocuklarını Natat kalesinden ne için
ayırdılar?" diye sordu.
Yahudi:
"Serbestçe çarpışabilmek için onları yanlarından ayırdılar,
çoluk çocukları Şıkk ve Ketibe kalelerine gönderdiler" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudiyi İslâmiyete davet etti.
Yahudi:
"Bana birkaç gün mühlet ver!" dedi.[183]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, Allah ve
Allah'ın Resûlü onu sever,[184]
o da Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü sever![185]
O, Hayber'i fethetmedikçe, arkasına dönmeyecektir[186]
O, Hayber'i zorla alacaktır![187]
Allah, fethi onun eli ile gerçekleştirecektir. [188]
Kendisi düşmandan yüz çevirici, kaçıcı kişi de değildir!" buyurdu.[189]
Sehl b. Sa'd'ın bildirdiğine göre; sahabiler geceyi sancağın kime
verileceğini konuşarak geçirmişler, hemen hepsi de sancağın kendilerine
verileceğini ummuş durmuşlardı.[190]
Büreyde b. Husayb der ki:
"Yarın Hayber'in fethi nasip ve müyesser olacak diye geceyi
gönül rahatlığı ve ferahlığı içinde geçirdik.
Sabah namazı vakti olunca, Resûlullah Aleyhisselam sabah namazını
kıldırdıktan sonra ayağa kalktı ve sancağın getirilmesini istedi.
Mücahidler Resûlullah Aleyhisselamın karşısında saf bağlamışlardı.[191]
Resûlullah Aleyhisselam, getirilen sancağı eline alıp salladı,
sonra da:
"Bunu, hakkını yerine getirmek üzere, kim alır?" diye
sordu.
Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve hemen bütün Kureyş Muhacirleri, sancağı
almak için boyunlarını uzatıp durdular.
Sa'd b. Ebi Vakkas, önce, Peygamberimiz Aleyhisselamın hizasına
çöktü. Sonra da, kalkıp önünde durdu.[192]
Büreyde b. Husayb da sancağa uzananlar arasında idi.[193]
Zübeyr b. Avvam, gelip:
"Sancağı ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Geç!" buyurdu.
Sonra, başka birisi geldi ve:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurdu.
Daha başka birisi kalkıp:
"Ben alır, onun hakkını yerine getiririm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da:
"Geç!" buyurduktan sonra:
"Muhammed'in zâtını peygamberlikle şereflendiren Allah'a
andolsun ki; ben bu sancağı öyle birer kişiye vereceğim ki, o, düşmandan kaçmak
nedir bilmez!" buyurdu.[194]
Hz. Ömer;
"Benim, kumandanlığı o günkü kadar arzuladığım hiç
olmamıştır!" demiştir.[195]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir müddet bekledikten sonra:
"Ali nerededir?" diye sordu. "Yâ Rasûlallah! Onun gözleri
ağrıyor!" dediler.[196]
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu bana çağırınız?" buyurdu.[197]
Seleme b. Ekvâ kalkıp gitti, Hz. Ali'yi elinden tutarak
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi.[198]
Hayber"in tozundan, Hz. Ali'nin gözleri ağrımakta idi.[199]
Ashab-ı Kiram, onun gelebileceğini hiç beklemiyorlardı. Birdenbire
onunla karşılaşınca:
"İşte, Ali geldi!" dediler.[200]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İşte, bununla fetih gerçekleşecek!" buyurdu.[201]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali'ye:
"Yanıma yaklaş!" buyurdu.[202]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Görüyorsun ki; ayaklarımın bastığı yeri bile
göremeyecek bir haldeyim!" dedi.[203]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali'nin ağrıyan gözlerine puf
diyerek püskürdü.[204]
Elleri ile de gözlerini meshedip sığadı.[205]
Şifa vermesi için de, Yüce Allah'a dua etti.
Ağrı, sızı birden geçti!
Hz. Ali'nin gözleri, hiç ağrımamış gibi oluverdi![206]
Hz. Ali derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, gözlerim ağrıdığı ve adam salıp
beni getirttiği zaman:
'Yâ Rasûlallah! Gözlerim ağrıyor!1 dedim.
Gözlerime puf diyerek püskürdükten sonra:
'Ey Allah'ım! Sıcağın, soğuğun sıkıntısını bundan gider!' diyerek
dua etti.
O günden beri, sıcaktan da, soğuktan da hiç rahatsız olmadım!"[207]
Gerçekten de, Hz. Ali en sıcak günde en kalın elbise giyer,
sıcaktan bunalmazdı. En soğuk günde de en ince elbise giyer, soğuktan üşümezdi.
Bunun sebebi sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'de
kendisi için bu hususta dua etmiş olduğunu söylem iştir.[208]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ali'ye zırh gömlek giydirdi.
Zülfikah onun beline bağladı.
Ak sancağını ona uzatarak:[209]
"Al bu sancağı ![210]
Allah sana fethi nasip edinceye kadar,[211]
git, çarpış![212] Arkana
bakınma!" buyurdu.[213]
Hz. Ali biraz gittikten sonra durdu, ama arkasına bakmadı ve:
"Yâ Rasûlalları! Ben insanlarla ne üzerine
çarpışacağım?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar 'Allahtan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed
Allah'ın kulu ve resûlüdür!1 diye şehadet getirinceye kadar, onlarla
çarpış!
Onlar bunu yaptılar mı, kanlarını ve mallarını senden korudular
demektir!
Ancak, hakkıyla olursa, o başka!
Kendilerinin hesaplan da Allah'a kalmıştır!" buyurdu.[214]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Onlarla, bizim gibi Müslüman oluncaya kadar
mı çarpışacağım?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"(Kalelerine) yavaşça gir! Tâ onların sahasına in! Sonra,
kendilerini İslâmiyete davet et!
İslâm'da, kendilerine vâcib olan Allah hakkını, İslâmî umdeleri
onlara haberver!
Vallahi, senin sayende Allah'ın bir adama hidayet vermesi, senin
için, kırmızı tüylü develerin [dünya nimetlerinin en kıymetlilerinin] sana
bahşolunmasından daha hayırlıdır!" buyurdu.[215]
Hz. Ali'ye ve arkadaşlarına yardım etmesi için de, Allah'a
yalvardı.[216]
Seleme b. Ekvâ der ki:
"Vallahi, Ali sancağı alınca, silkelene silkelene gitti.
Biz de, onun ardına, izine düşüp gittik!
Ali b. Ebu Talib, sancağını kalenin dibindeki bir taş yığınına
dikti.
Kalenin üzerinden bir Yahudi, ona:
'Sen kimsin?1 diye sordu.
Ali b. Ebu Talib:
'Ben, Ali b. Ebu Talib'iml' dedi.
Bunun üzerine, Yahudi, Yahudilere:
'Musa'ya indirilmiş olanlara andolsun ki; siz yenilgiye uğrayacaksınız!'
dedi."[217]
Natat kalesinin arkasına üç kat duvar örülmüştü.
Yahudiler, Müslümanlarla çarpışmak için kaleden ve duvarlardan
geçerek dışarı çıktılar.[218]
Hz. Ali ve arkadaşlarıyla çarpışmak için kaleden adamlarıyla
birlikte ilk çıkan da, Merhab'ın kardeşi Haris oldu.
Haris, cesareti ve yavuzluğu ile tanınırdı.
Hz. Ali onunla çarpıştı ve vurup onu öldürdü.[219]
Başına kırmızı sarıkla tuğ yapmış bulunan Ebu Dücâne, Hayber
süvarilerinden Haris (EbuZeyneb) ile karşılaştı ve onu öldürdü.
Yahudi savaşçılarından Üseyr ve Âmirde, Haris gibi, başlarına tuğ
yapmışlardı.[220]
"Benimle çarpışacak kim var?" diyerek haykırıyordu.
Muhammed b. Mesleme, ona doğru vardı.
Birbirlerine kılıç vuruştular.
Muhammed b. Mesleme, onu öldürdü.
Yâsir de, Yahudilerin yavuz savaşçılarındandı.
Müslümanlardan kaçacak olanları toplayıp götürmek için yanında
kısa bir mızrak taşıyordu.
Hz. Ali hemen ona doğru vardı.
Zübeyr b. Avvam:
"Allah aşkına! Sen aramıza girme!" diye and verince, Hz.
Ali geri durdu.[221]
Yâsir
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben tepeden tımağa kadar
silahlanıp er meydanlarında dolanan Yâsir'imdir!" diye recez söyleyerek
övünüyordu.[222]
Zübeyr b. Avvam'ın annesi Hz. Safiyye binti Abdulmuttalib:
"Yâ Rasûlallan! Oğlumu öldürecek o!" diye feryad edince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Belki inşaallah oğlun onu öldürecektir!"
buyurdu.[223]
Zübeyr b. Avvam da:
"Hayber halkı iyi bilir ki; ben de, güçlü, kuvvetli, hiçbir
kavimden yüz çevirip kaçmaz, zaaf göstermez ulu bir kişiyimdir!
Şan ve şereflerini koruyanların, hayırlı kişilerin oğluyumdur!
Ey Yâsir! Kâfirlerin topluluğu seni aldatmasın!
Onların topluluğu ağır ağır çekilip giden serap gibidir!"
recezini okuyarak ona doğru vardı.[224]
Çarpıştılar. Zübeyr b. Avvam, Yâsir'i vurup öldürdü.[225]
Âmir; iri ve uzun boylu bir adamdı. Üzerine iki kat zırh gömlek
giymiş, demirlere bürünmüş idi ve:
"Karşıma çıkacak kim var?" diyerek haykırıyor, kılıcını
sallayıp duruyor ve Müslümanlara saldırmaya hazırlanıyordu.
Hz. Ali onu karşıladı. Bacaklarına Zülfikarla vurup çökertti ve
başını gövdesinden ayırdı.[226]
Merhab'a gelince; kendisi, HimyerYahudilerindendi.[227]
Hayberliler içinde, Merhab'dan daha cesaretli kimse yoktu.[228]
Merhab, kendisine mahsus kalenin başkanı ve kumandanı idi.[229]
Merhab, kardeşi Yâsir'in öldürüldüğünü görünce, silahlanıp
askerleriyle birlikte kaleden dışarı çıktı.
Üzerine iki kat zırh gömlek giymiş, iki kılıç kuşanmış, başına da
iki kat sarık sanrım işti.[230]
Başına aspur boyasıyla boyalı Yemen işi[231]
bir miğfer, onun üzerine de yumurta biçiminde, taştan oyulmuş ikinci bir miğfer
geçinin işti.[232]
Merhab'ın karşısında, benim diyen en babayiğit adam bile
dayanamazdı.[233]
Kendisi, kızmış, köpürmüş bir puğur deve gibi idi[234]
Kılıcını sallayarak:[235]
"Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu,
kızıştığı zamanlarda tepeden tımağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı
denenmiş Merhab'ımdır![236]
Ben, kükreyerek geldikleri zaman, arslanlan bile kâh mızrakla, kâh kılıçla
vurup yere sermişimdir!" diyerek recez söylüyor ve övünüyordu.[237]
Hz. Ali de:
"Ben oyum ki, anam bana Haydar [Arslan] adını takmıştır.
Ben, ormanların heybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir!
Sizi geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir!"
diye recez söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi.[238]
Merhab; o gece, düşünde, kendisini birarslanın parçaladığını
görmüştü.[239]
Belki de, Yüce Allah, Merhab'a düşünü hatırlatmak ve kendisinin
kalbine korku düşürmek için, Hz. Ali'ye recezini böyle söyletmişti.
"Korkanın elinde, silah taşımaya güç kalmaz" denilir.
Hz. Ali ile Merhab, karşılaşınca, birbirlerine kılıç vurdular.
Hz. Ali Merhab'ın tepesine kılıçla öyle bir darbe indirdi ki,[240]
kılıç Merhab'ın siperlendiği kalka-nını[241]
ve demirden miğferini kesti.[242]
Başını ikiye ayırdı![243]
Dişlerine kadar işledi!
Karargâh halkı da kılıcın çıkardığı madenî, acı sesi işittiler.[244]
Hayber karargâhında bulunan Hz. Ümmü Seleme de:
"Merhab'ın dişlerine kadar inen kılıcın çıkardığı madenî acı
sesi, ben de işittim!" demiştir.[245]
Merhab, cansız olarak yere düştü![246]
Merhab ve Yâsir öldürüldüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sevininiz! Hayber işi artık rahatı aştı, kolaylaştı!"
buyurdu.[247]
Hz. Ali, o gün, Yahudilerin ulu ve namlı kişilerinden sekizini
öldürdü.
Müslümanlar da hücuma geçtiler. Yahudilerden, savaşan birçok
kimseleri öldürdüler. Geride kalanlar da, bozguna uğrayarak kalelerine kaçıp
sığındılar. Mücahidler de, kaçan Yahudileri takip ettiler.[248]
Ümmü Sinan derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, her sabah, üzerinde zırh gömlek
olduğu halde, çarpışmak, çarpışmayı yönetmek için, Reci1
karargâhından ayrılır; akşamleyin yanımıza dönerdi. Böylece, yedi gün kalındı.
Nihayet, Yüce Allah Natat'ın fethini nasip etti."[249]
Peygamberimiz Aleyhisselamın haber vermiş olduğu gibi, Yüce Allah,
Hayber'in fethini Hz. Ali'nin eliyle gerçekleştirmişti.[250]
Hz. Ali başta olmak üzere, İslâm mücahidi eri kaçışan Yahudilerin
arkasından Natat'a daldılar.
Ka'b b. Malik'in bildirdiğine göre; Natat boşaltılmıştı. Natat
sokaklarında, bir kısım çoluk çocuktan başka kimse bulamadılar.
Yahudiler, Natat'ı boşaltmışlardı.[251]
Natatta ilk olarak ele geçirilen BenîKımme mahallesi olup,
Merhab'ın kardeşi Yâsir'in konağı burada idi.[252]
Natat'ın üç kalesi vardı:
1. Nâim,
2. Sa'b b. Muaz,
3. Kulle (Zübeyr kalesi).[253]
Peygamberimiz Aleyhisselam üzerine iki kat zırh gömlek giydi,
başına miğfer geçirdi. Yayı ile kalkanını eline aldı. Zarib adındaki atına
bindi. Ashab-ı Kiram da, Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresini sardılar.[254]
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâm mücahidi eriyle birlikte Natat'ın Nâim
kalesine kadar ilerledi. Nâim'in müteaddit kaleleri vardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri savaş düzeninde sıraladı.
Kendisi emir vermedikçe, çarpışma yapmayı yasakladı.
Fakat, Eşca1 kabilesinden birisi Yahudilere saldırmak
istedi ve Yahudiler tarafından öldürüldü. Mücahidler:
"Yâ Rasûlallah! Filan kişi şehit edildi!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Ben çarpışmayı yasaklamadım mı?" diye
sordu. "Evet! Yasakladın!" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cennet âsi olana helâl değildir!" diye ilan edilmesini
emir buyurdu.[255]
Yahudiler, o gün mücahidlere ok yağdırdılar, mücahidler de kalkanlanyla
korundular.[256]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidleri çarpışmaya teşvik etti.[257]
Şidddetle çarpışıldı Yahudilerin en sabatlı, en cesaretli, en kahraman
adamları, Nâim savaşında öldürüldü.[258]
Mücahidlerden de:
1. Evs b.Habib,[259]
2. Üneyf b. Vâil şehit oldu.[260]
Allah onlardan razı olsun![261]
Hayber Yahudilerinden Amirin Yesar adında Habeşli (Zenci) bir
kölesi vardı ve onun davarını güderdi.[262]
Yesar; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber kalelerinden bazısını
kuşattığı sırada[263]
Hayberlilerin silaha sanldıklarını görünce, onlara:
"Siz ne yapmak istiyorsunuz?" diye sormuştu. Onlar da:
"Şu peygamber olduğunu söyleyen kişi ile çarpışacağız!"
demişlerdi.
Peygamber sözü, kalbine işledi.
Davarını sürüp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.[264]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Muhammedi Sen neler söylüyor ve nelere davet
ediyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyete, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına şehadete,
Allahtan başkasına ibadet etmemeye ve benim de Resûlullah olduğuma şehadete
davet ediyorum!" buyurdu.[265]
Yesar:
"Ben böyle şehadet getirir ve Allah'a iman edersem, bana ne
var?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu iman ve şehadet üzerine ölürsen, sana Cennet var!"
buyurunca,[266] Yesar:
"Yâ Rasûlallah! Bana İslâmiyet], nasıl Müslüman olacağımı
anlat!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyeti anlatınca, Yesar Müslüman
oldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyete davette hiç kimseyi hor
görmez, küçümsemezdi.[267]
Yesar, Müslüman olunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben şu davarların sahibinin işçisiyim. Bu
davarlar benim yanımda bir emanettir.
Şimdi ben bunları ne yapayım?" diye sordu.[268]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onları karargâhtan dışarı çıkar, onlara bağır ve ufak taşlar
at!
Muhakkak ki, Yüce Allah sana emanetini eda ettirecek,[269]
onlar sahipleri yanına döneceklerdir!" buyurdu.[270]
Yesar hemen kalkıp yerden bir avuç kum aldı, davarların yüzlerine
attı ve:
"Sen sahibine dön! Vallahi, ben artık sana sahip
olamayacağım!" dedi.[271]
Davarlar, sanki çoban tarafından sürülüyorlarmış gibi, kaleye
girinceye kadar, topluca gittiler, sahiplerinin yanına döndüler.[272]
Yesar'ın Müslüman olduğunu anladılar.[273]
Hz. Ali'nin sancağı çekip kaleye dalarak çarpıştığı sırada, Yesar
da Hz. Ali'nin yanında çarpıştı .[274]
Daha Allah'a bir vakit bile namaz kılamadan, bir tek secde bile
yapamadan şehit oldu![275]
Yesar, Yahudilerin attıkları taşla veya okla şehit oldu.
Yesar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirilip arkasının
üzerine yatırıldı, üzerine de bir örtü örtüldü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona dönüp baktı.
Ashab-ı Kiram da, dönüp baktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ondan, hemen yüzünü başka tarafa
çevirdi.
Ashab:
"Yâ Rasûlallah! Sen ondan ne için yüzünü çevirdin?" diye
sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şimdi, onun yanında Cennet hurilerinden iki zevcesi
bulunduğunu,[276]
onların onun elbisesiyle vücudu arasına girmekte birbirleriyle nizalaştıklarını
gördüm![277]
Allah, bu kuluna yardım edip, onu Hayber'e şevketti" buyurdu.[278]
Huriler, Yesar'ın yüzünden tozları silerlerken:
"Allah seni toza toprağa bulayanın yüzünü toza toprağa
bulasın! Seni öldüreni öldürsün!" demekte idiler.[279]
İslâm ordusunun erzakı çoktan tükenmişti.
Mücahidler, günlerden beri, aç olarak çarpışıyorlardı.
Eşlem kabilesi mücahidleri, toplanarak Esma b. Hârise'ye:
"Muhammed Resûlullaha git de; 'Eşlemler sana selam
söylüyorlar. Biz açlığa dayanamaz hale geldik, diyorlar1 de!"
dediler.
Eiüreyde b. Husayb:
"Vallahi, ben hiçbir zaman Araplar arasında bugünkü gibi
yapılan birşey görmedim!" dedi.
Hind b. Harise:
"Vallahi, biz Resûlullah Aleyhisselama adam göndermenin hayır
kapısını açacağını umuyoruz!" dedi.
Esma b. Harise, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Eşlemler, 'Biz açlığa ve zaafa dayanamaz hale
geldik! Bizim için Allah'a dua et!1 diyorlar" dedi.[280]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, onlara verilecek birşey
yoktu.[281]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, benim elimde onlara yetecek kadar yiyecek
yoktur!" buyurdu ve sonra da, herkese işittirecek kadar yüksek sesle:
"Ey Allah'ım! Sen onların halini, hiç yiyecekleri kalmadığını
ve benim de elimde onlara verebileceğim hiçbir şey bulunmadığını biliyorsundur.
Onlara genişlik verecek yiyeceği ve et yağı en çok olan kalelerden en büyüğünün
fethini nasip et!" diyerek Allah'a dua etti.[282]
Ebu Rühm el-Gıfârî der ki:
"Hurmaların koruk ve ham olduğu zamanda Hayber'e varıp konmuştuk.
Hayber, çok sıcak ve sıcaklığı da tehlikeli bir yerdi. Orada, son derecede
açlığa uğramıştık.
Sa'b b. Muaz kalesini kuşattığımız sırada idi ki, kaleden yirmi
veya otuz kadar ehlî eşek dışarı çıkmıştı.
Yahudiler, onları içeri sokamadılar.
Müslümanlar, onları tutup boğazladılar.
Yer yer ateş yakıp eşeklerin etlerini pişirmeye başladılar.[283]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu ateşler nedir? Bunları ne için yakıyorlar?" diye
sordu.
"Et pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hangi eti, ne etini pişirmek için?!" diye sordu.
"Ehlî" eşeklerin etini pişirmek için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Dökünüz onu! Onların kaplarını da kırınız!" buyurdu.
Ashabdan birisi:
"Yâ Rasûlallah! Etlerini döksek de, kaplarını yıkasak olmaz
mı?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya da öyle yapınız!" buyurdu.[284]
Enes b. Malik, Peygamberimiz Aleyhisselama gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu.
Enes b. Malik, ikinci kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine sustu.
Enes b. Malik, üçüncü kez gelip:
"Eşeklerin eti yeniyor!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah ve Resûlü, sizi ehlî eşeklerin etini yemekten
nehyeder.
Çünkü, o murdardır!
Onlardan hiç yemeyiniz. Onları dökünüz!" diyerek halka
seslenilmesini emir buyurdu.
Et tencereleri döküldü.[285]
Seslenen zât, Ebu Talha idi.[286]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hubab b. Münzir’e sancağı verdi., mücahidleritoplayıp savaşmaya
hazırladı.
Sa’b
b. Muaz kalesine varıp dayandılar.
Eslemler,
kaleye kavuşanların ilki idiler.
Sa’b
b. Muaz kalesinde Yahudilerin 500 savaşçısı bulunuyordu.
Onlardan
Yuşa’ adındaki savaşçı, kaleden dışarı çıkıp kendisiyle çarpışacak er diledi.
Hubab
b. Münzir ona karşı vardı.
Birbirlerine
kılıç vurdular. Hubab b. Münzir onu
öldürdü.
Zeyyal
adında başka bir yahudi meydana çıktı.
Ona,
Umare b. Ukbetü’l-Gıfari karşı vardı ve:
“Al
bunu, benden! Ben Gıfarların uşağıyım!” diyerek Zeyyal’ın tepesine kılıçla bir
darbe indirip işini bitirdi!
Müslümanlar:
“O,
bu sözü söylemekle, cihadı boşa giderdi!” dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların bu sözünü işitti ve:
“Onun
öyle söylemesinde bir sakınca yoktur!
Kendisi
ecre erer ve övülür!” buyurdu.
Sa’d
b. Ubade’nin kumandası altında çarpışıldığı gün, Müslümanlar bozguna uğradılar.[287]
Muhammed
b. Mesleme der ki:
“Peygamber
Aleyhisselamı kalkanlarıyla koruyanlar arasında bulunuyor, okla çarpışılırken
mücahidlere:
“Kalkanlarınızla
koruyunuz!” diye bağırıyordum.
Mücahidler
de öyle yaptılar.
O
gün öyle oka tutulduk ki, yerimizden sökülüp atılacağımızı sandım.
Ok
atarken, Resûlallah Aleyhisselama
bakıyordum. Rasûlallah Aleyhisselam, attığı
oklardan hiçbirini boşa gidermiyordu. Bana bakıp gülümsedi.
Nihayet,
yahudiler dağıldılar ve kalelerine girdiler.”
İki
gün, Hubab b. Münzirin kumandası altında en şiddetli şekilde çarpıştılar.
Üçüncü gün olunca, tan yeri ağarırken, Peygamberimiz Aleyhisselam mücahitlerle birlikte Sa’b b.
Muaz kalesi karşısında durdular.
Kaleden, gemi direği gibi bir Yahudi çıktı. Kendisinin elinde, mızrağı vardı.
Yahudi
piyadeleri de onunla birlikte dışarı çıktılar ve çıkar çıkmaz Müslümanlara ok
yağdırmaya giriştiler.
Ashab-ı
Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselamı kalkanlarıyla
korudular.
Yahudiler,
çekirgeler gibi oklar yağdırdıktan sonra Müslümanlara hep birden saldırdılar ve
onları bozguna uğratılar.
Müslümanlar,
Peygamberimiz Aleyhisselamın bulunduğu yere kadar
gerilediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam atından inmişti.
Atı, Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Mid’am tutuyordu.
Sancaktar Hubab
b. Münzir ise, yerinde sebat etmekte idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahitleri cihada teşvik etti.
Yüce Allah’ın Hayber fethini ve ganimetini kendilerine vaat
buyurmuş olduğunu haber verdi.
Yanına toplanan mücahitleri sancaktarlarının yanına gönderdi.
Bunun üzerine, Hubab
b. Münzir mücahitlerle birlikte, Yahudilere
azar azar yaklaşarak onları püskürttüler, kaçırdılar.
Yahudiler,
kalelerine girip kapılarını kapattılar.
Kalenin
kademeli duvarlarının üzerine çıktılar, oradan Müslümanlara taş yağdırdılar.
Müslümanlar,
Hubab b. Münzir’in bulunduğu yere kadar gerilemek zorunda kaldılar.
Yahudiler,
aralarında, kendi kendilerini kınıyorlar:
“
Bizler ne diye sağ kalkak istedik?! ” diyorlardı.
Çünkü,
sebat ve cesaret sahipleri hep Naim kalesi savaşında öldürülmüşlerdi.
Sa’b b. Muaz kalesi savaşçıları, ölüme susamış olarak kaleden
dışarı çıktılar.
İslam mücahitleri de, dönüp onlarla kale kapısında en şidetli bir şekilde
çarpıştılar.
Yahudilerden
birçok kimseler öldürüldü.
Yahudiler,
öldürülenleri kaleden içeri taşımakta idiler.
Hubab
b. Münzir, mücahitlerle birlikte hücuma geçti.
Yahudiler,
kalelerine girmek zorunda kaldılar.
İslam mücahitleri, Yahudilerin
arkalarını bırakmayarak kaleye girdiler.
Mücahitlerin kaleden
içeri girdiklerini görünce , Yahudiler şaşkına döndüler, uysallaştılar.
Onlardan
karşı koyannlar öldürüldü, bir kısmı da esir edildi.
Yahudiler,
her tarafta , binit hayvanlarının iyilerine binip Kulle (Zübeyr) kalesine doğru
kaçmak istiyorlardı.
Fakat,
İslam mücahitlerini görünce, oraya buraya kaçıştılar.
Mücahitler, duvarların üzerlerine çıkarak yüksek sesle tekbir
getirmeye başladılar.
Tekbirler Yahudilerin
kollarını kırdı.
Eslem
ve Gıfâr kabilelerinin gençleri de, kalenin üzerine çıkıp tekbir getirdiler.
Sa’b b. Muaz kalesinin kuşatılması ve alınması üç gün sürdü.
Sa’b b. Muaz kalesi savaşında mücahitlerden Ebu Dayyah Numan b.
Sabit ile Haris b. Hatıb ve Adiyy b. Mürre şehit oldular.[288]
Allah onlardan razı olsun!
Ebu Dayyah Numan b. Sabit’i, Yahudilerden
birisi, kılıçla vurup tepesinden: Haris b. Hatıb’ı
da, bir yahudi kale üzerinden attığı okla tepesinden vurup şehit etmişti.[289]
Adiyy b. Mürre’yi ise, Yahudilerden
birisi, göğsünden mızraklayarak şehit etmiştir.[290]
Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle,[291]
Müslümanlara Sa’b b. Muaz kalesinin fethini nasib etti ki, Hayber
kaleleri içinde, yiyeceği, et yağı bu kaleden daha bol olan bir kale yoktu.[292]
İslam mücahitleri, Sa’b b. Muaz kalesinde pek çok miktarda arpa ,
hurma, tereyağı , bal, zeytinyağı ve etten sızdırılmış yağ buldular ki, orada
bu kadar ganimet elde edebileceklerini umuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
“ İstediğiniz kadar yiyniz! Hayvanlarınızı da yemleyiniz! Fakat,
memleketlerinize bir şey götürmeye kalkmayınız! diyerek seslendi.
Mücahitler, orada bulundukları müddetçe, kendi yiyeceklerini ve
hayvanlarının yemlerini aldılar.
Kalede çok miktarda, kumaş, elbise, kab kacak , taşınamayacak
kadar büyük eşya ve içkiler de bulundu. İçki küplerini kırılması emredildi.
Küpler kırıldığı zaman, içkiler seller gibi aktı.
Mücahitler; Yahudilerin
içinde yemek yedikleri bakır kaplar, su ve içki içtikleri toprak çanak ve
bardaklar hakkında ne yapılacağını da Peygamberimiz
Aleyhisselama sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Onları yıkayınız. İçlerinde yemeklerinizi pişiriniz, yiyiniz,
içiniz!” buyurdu.
Sa’b b. Muaz kalesinden, çok sayıda davar, sığır, merkep gibi
hayvanlardan başka; pek çok savaş araçları, mancınık, debbabe, mallardan ve
silahlardan, gelecek için hazırlanıp depolanmış pek çok şeyler çıkarıldı.
Sa’b b. Muaz köşklerinden de, Yemen işi yirmi çuval kumaş ve
elbise, 1500 kadife, on yük de kuru tahta çıkarıldı.
Yahudiler;
kalenin zaman boyunca hep kendilerinde kalacağını ve kendilerinin malı
olacağını sanmışlardı.[293]
Peygamberimiz Aleyhisselamın münadisi:
"Bölüşülmeden ganimet mallarından aldığınızı, bir iğne ve
iplik bile olsa, geri veriniz!
Çünkü, ganimet mallarına hıyanet etmek çok ayıptır ve Kıyamet
gününde ateştir" diyerek seslendi.
O gün, ganimet memuru Ferve b. Amr, emtia satışı yapmış, güneşten
gölgelenmek için de, başına ganimet eşyasından birşey bağlamış bulunuyordu.
Başına sardığı şeyle durak yerine döndüğü zaman, Peygamberimiz
Aleyhisselamın emri kendisine hatırlatılınca, o da hemen gidip başına sardığı
şeyi ganimet eşyası arasına bıraktı.
Ferve'nin bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama haberverilince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cehennem ateşinden bir bağı başına bağlamış!" buyurdu.[294]
Hz. Ömer der ki:
"Hayber günü, Resûlullah Aleyhisselamın ashabından bazıları
gelip 'Filan kişi şehit oldu! Filan kişi şehit oldu!1 dediler.
Hatta, vurulup yere düşmüş bir adama rastladılar ki, onun
hakkında, 'Filan da şehit oldu!' dediler.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Hayır! Öyle söylemeyiniz! Ben onu, ganimet malından aşırdığı bir
hırka veya aba yüzünden, Cehennem ateşinin içinde gördüm!' buyurdu. Sonra da:
'Ey Hattab'ın oğlu! Git de, halkın arasında:
'Cennete Müslümanlardan başka girmez, diye seslen!' buyurdu.
Ben de; Resûlullah Aleyhisselamın yanından ayrılıp:
'Haberiniz olsun ki; Cennete mü'minlerden başkası girmez!' diyerek
seslendim."[295]
Abdullah b. Abbastan rivayet edilen hadis-i şerife göre:
"Bir kavimde ganimet mallarına hıyanet yaygınlaştı mı,
muhakkak, onların kalblerine korku düşürülür!
Bir kavimde zina yaygınlaştı mı, muhakkak, onlarda ölüm çoğalır!
Bir kavim ölçeceklerini, tartacaklarını eksik ölçmeye, eksik
tartmaya başladı mı, muhakkak, onların rızıkları, geçimlikleri eksilir!
Bir kavim haksız hüküm verdi mi, muhakkak, içlerinde kan dökülmesi
yaygınlaşır!
Bir kavim verdikleri sözden döndü mü, muhakkak, Allah da onların
üzerine düşmanlarını musallat kılar!"[296]
Bir çöl Arabi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek iman
edip Müslüman olmuş ve:
"Senin yanına hicret edeceğim!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onu kollamalarını bazı sahabilerine
tavsiye buyurmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber gazasında ele geçirdiği ganimet
hayvanlarını mücahidler arasında bölüştürürken, bu çöl Arabına da hisse
ayırmıştı.
Bu zât ganimet hayvanlarını her gün karargâh arkasında gütmekte,
yaymakta idi.
Karargâha geldiği, hissesini ona verdikleri zaman:
"Nedir bu?" diye sordu.
"Resûlullah Aleyhisselamın senin için ayırdığı
hissedir!" dediler.
Onları alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallan! Nedir bu?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana bölüştürdüğüm hissendir!" buyurunca:
"Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için iman ve ittiba
etmedim!" dedikten sonra, boğazına işaret ederek:
"Şuramdan okla vurulayım da Cennete gireyim diye iman ve
ittiba etmiştim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen Allah'ı doğrularsan, Allah da seni doğrular"
buyurdu.
Bunun üzerine, bu zât hemen hazırlandı, çarpışmaya gitti,
çarpıştı. Çarpışma sırasında, kendi eliyle işaret ettiği yerden (boğazından)
bir okla vurulup şehit edilmiş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
getirilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, o garib midir?" diye sordu.
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu Allah'ı doğruladı, Allah da onu doğruladı!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu kendisinin cübbesine sardı. Cenaze
namazını kıldıktan sonra:
"Allah'ım! Bu kulun, Senin yolunda muhacir olarak geldi ve
şehit olarak da öldürüldü!
Ben onun böyle olduğuna şehadet ediyorum!" buyurdu.[297]
Yahudiler; Nâim ve Sa'b b. Muaz kalesinden ve bütün Natat'tan
Külle kalesine geçtiler.
Natat kalelerinden bazılarının sarp yerlerinde ancak bir-iki
Yahudi kalmıştı.
Onlar, üzerlerine varanları, muhakkak vurup öldürüyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları gözetlemek üzere, mücahidlerden
bazılarını görevlendirdi.[298]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte yavaş yavaş
ilerleyerek Külle kalesine yaklaştı ve onu kuşattı.
Yahudiler, kalenin kapılarını kilitlediler.
Külle kalesi, en sarp ve en sağlam bir kale idi.
Kaleye, bu sarplığından, en sağlamlığından dolayı, ne süvari, ne
de piyade çıkabilirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini üç gün kuşattı.[299]
Yahudilerden, Gazzal adında birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına geldi ve:
"Ey Ebu'l-Kasım! Ben seni Natattan kaçan halk üzerine
götürecek şeye kılavuzlasam ve sen Şıkk halkına gidecek olursan-ki, Şıkk halkı
senden korkularından neredeyse helak oluverecekler-bana eman verir, kanımı
dökmez misin?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ve onun ev halkına eman verince,
Gazzal:
"Sen bir ay oturup kuşatacak olsan, bu kaleyi fiethedemez,
ele geçiremezsin. Fakat, onların yeraltında su kanal ve ırmakları vardır ki,
geceleri gidip oradan su alır, içerler, sonra da kalelerine döner, senden
korunurlar! Eğer onların sularını kesersen, susuzluktan, bağıra bağıra helak
olurlar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hemen gidip onların su yollarını
kestirdi.
Suları kesilince, kale halkı, siperlendikleri yerde daha fazla
kalmaya dayanamadılar, çıkıp şiddetle çarpıştılar.
O gün, Müslümanlardan bazıları şehit oldu.
Yahudilerden de, on kişi öldürüldü.
Natat kalelerinin sonuncusu olan Külle kalesi de, böylece
fethedilmiş oldu.[300]
Natat halkı, Yahudilerin en azılı ve en cesaretlilerinden
oldukları için, İslâm karargâhı da Natat evlerinden ve hurma bahçelerinden
uzakça bir yer olan Reci'e nakledilmek zorunda kalınmıştı.
Natat kaleleri fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam karargâhın
Reci'den ilk yerine (Menzileye) taşınmasını emir buyurdu.[301]
Şıkk'ın:
Übeyy (Sümran),
Nizar (Beriyy) adıyla anılan iki kalesi vardı .[302]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Külle kalesini fethettikten sonra,
Şıkk kalesine geçti.
Übeyy (Sümran) kalesi üzerinde durdu.
Sümran kalesi, Şıkk'ın ilk kalesi idi.[303]
Sümran, bir dağ olup; kale onun üzerinde kurulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sümran dağının başında namaz kıldı.[304]
Sümran kalesi halkı ile de şiddetle çarpışıldı.
Sümran kalesinden, Gazzal adında bir Yahudi çıkıp, kendisiyle
çarpışacak er diledi.
Hubab b. Münzir, ona doğru vardı. Vuruştular.
Hubab b. Münzir, vurup Gazzal'ın sağ elini-kolunun
yarısından-kesti!
Gazzal'ın kılıcı, elinden yere düştü.
Silahsız kalan Gazzal, kaleye doğru kaçmaya başladı.
Hubab b. Münzir onun arkasını bırakmadı, kılıçla vurup ökçesini de
kesti, yere yıkılınca da başını gövdesinden ayırdı!
Başka bir Yahudi de meydana çıkıp:
"Benimle kim çarpışır?" diyerek seslendi.
Cahş hanedanından bir Müslüman ona karşı vardı. Vurulup şehit
oldu.
Yahudi, yerinde durarak kendisiyle çarpışacak er diledi.
Ebu Dücâne, hemen onun karşısına çıktı.[305]
Kendisi, miğferinin üzerine kırmızı bir sarık sarmıştı,
Başka bir tarafa gider gibi yapt ve birden dönüp bir vuruşta
Yahudinin bacaklarını biçti![306]
Yere yıkılan Yahudinin başını gövdesinden ayırdı!
Önlerinde Ebu Dücâne olduğu halde, mücahidler hep birden tekbir
getirerek hücuma geçtiler ve kalenin içine daldılar.
Kalede çarpışan Yahudiler, geyikler, keler ve tilkiler gibi,
duvarlara doğru olanca hızlarıyla kaçmaya başladılar. Soluklarını, Şıkk'ın
Nizar kalesinde aldılar!
Natat kalelerinden kaçıp kurtulabilenler de, Nizama gelip
sığınmışlardı.
İslâm mücahidleri, Sümran kalesinde bir hayli ev eşyası, yiyecek,
giyecek şeyler ve davarlar iğti-nam ettiler.
Sümran'dan kaçanlar, Şıkk'ın ikinci kalesi olan Nizar kalesinde
üslendiler.
Orada, son derecede savundular ve korundular.[307]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'b b. Muaz kalesinde ele geçirilen[308]
mancınığın onanldıktan sonra dikilmesini ve Nizar kalesinin taşa tutulmasını
emir buyurdu.
Mancınığı hazırladılar. Nizar kalesine mancınıkla taş yağdırmaya
başladılar.[309]
Yahudiler de, mücahidi eri ok ve taş yağmuruna tuttular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, çarpışan Müslümanların yanında
bulunuyordu.
Yahudilerin attıkları oklardan birisi, Peygamberimiz
Aleyhisselamın elbisesine değdi ve üzerine asılı kaldı.[310]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yenden bir avuç kum alıp kaleye doğru
attı. Yahudiler sarsıldılar ve yere serildiler.[311]
Nizar kalesinden başka, ne Natat'ta, ne de Şıkkta, Yahudilerin
çoluk ve çocuklarından esir edilenler olmadı.
Yahudiler, Nataftan çekilince, çok sarp ve sağlam olan Nizar
kalesindekiler hariç olmak üzere, bütün çoluk ve çocuklarını Ketibe kalesine
göndermişlerdi.
Nizar kalesinde bulunan çoluk ve çocuklar esir edildiler.[312]
Peygamberimiz Aleyhisselama Hayberln fethini çabuklaştırmaya ve
gerçekleştirmeye yarayan bilgileri vermiş olan Yahudi Simâk'a, esirler
arasında bulunan karısı Nüfeyle teslim edildi.
Vatîh ve Sülalim kaleleri fethedildiği zaman da, Simâk Müslüman
oldu. Hayber'den çıkıp gitti ve bir daha adı sanı duyulmadı.[313]
Natat ve Şıkk kalelerinde tutu nam ayan, yenilgiye uğrayan
Yahudiler, Ketibe'de, Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinde üslendiler, İslâm
mücahidlerine karşı savundular, korundular.[314]
Ketibe; Kamus, Vatîh ve Sülalim kalelerinden müteşekkildi.[315]
Kamus Haybefde bir dağ olup, Yahudi Ebi'l-Hukayk'ın kalesi bu
dağın üzerinde bulunuyordu.[316]
Kamus kalesi, çok sarp ve sağlam bir kale idi[317]
ve Hayber kalelerinin en büyüğü idi .[318]
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, Vatîh ve Sülalim kalelerinde otururdu.
Bu kaleler, kapılan açılamaz, üzerlerinden aşılamaz kalelerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bunların fethi için mancınık kurdurmak
istedi ise de, bunun tehlikeli olacağını anlayınca, vazgeçti. Ondört gün
kuşatmakla yetindi.
Bu müddet içinde, kaleden hiç kimse çarpışmaya çıkmadı.[319]
Kamus kalesinin Yahudi savaşçıları, hazırlanıp kalenin kapısında
dikildiler.
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, ok atmaya hazırlandı.
Okun yayını çekmek isteyince, elleri titremeye başladı.
Ok atmaya hazırlanan okçulara da, "Atmayınız!" diye
işaret etti.
Yüce Allah, Yahudilerin kalblerine korku düşürdü.[320]
Onlar, yok olacaklarını anladılar, kanlarının bağışlanıp sürgün
edilmelerini istediler.[321]
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yanına inip seninle konuşacağım!" diye, Şemmah adındaki
Yahudi ile haber saldı.
Mücahidler Şemmah'ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
getirdiler.
Şemmah, Kinane'nin elçisi olarak geldiğini haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane'nin dileğine, "Olur!"
buyurdu.
Ebi'l-Hukayk hanedanından bir cemaat:
"Hep Yesrib (Medine) Yahudilerinin kötülük ve yaramazlıkları
yüzünden!" diyerek yakınmakta idiler.[322]
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, Yahudilerden bazı adamlarla birlikte
kaleden indi ve:
1. Kalede çarpışma yapmış olan
Yahudilerin kanları dökülmemek,
2. Yahudilerin çocukları
kendilerine bırakılmak, Hayber'den ve Hayber arazisinden çocuklarıyla birlikte
çıkıp gitmelerine müsaade olunmak,
3-5. Yanlarında birer hayvan
yükünden başka birşey götürmem ek; safra ve beyzâ (altın, gümüş), menkul ve
gayrimenkul bütün malları ile, yay, miğfer, at, cübbe, zırh gömlek... gibi
askerî araç ve gereçleri ve-üzerlerindeki elbiselerinden başka-bütün elbiseler
ile kumaşları Resûlullaha bırakmak,
6. Resûlullaha bırakılması
gereken herhangi birşeyi gizlememek ve gizleyecek olanlar Allah'ın ve
Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünün dışında kalmak... üzere anlaşma ve
barış yapıldı.[323]
Kinane b. Ebi'l-Hukayk, bu maddelere bağlı kalacağına yemin etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer siz ganimet mallarından bana teslim etmeniz gereken
herhangi birşeyi benden gizleyecek, gaib edecek olursanız, Allah'ın ve
Resûlullahın eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!" buyur-du.[324]
Peygamberimiz Aleyhisseiamm adamlar göndererek Vatîh ve Sülalim
Yahudilerinden teslim aldırdığı ganimet malları:
1. Canlı mallar ve gayrimenkuller,
2. Kumaşlar ve elbiseler,
3. Yüz adet zırh gömlek,
4. Dört yüz adet kılıç,
5. Bin adet mızrak,
6. On çantalı (500 adet) Arap
işi yay,
7. Çeşitli silahlar vs.den
ibaretti.[325]
Hayber'in Natat, Şıkkve Ketibe bölgesindeki bütün ganimet malları
toplandı.[326]
Bunlar:
1. Pek çok sayıda ev eşyası,
2. Kumaş ve elbiseler,
3. Saçaklı havlı kaftanlar,
4. Pek çok sayıda silahlar,
5. Davarlar,
6. Sığırlar,
7. Çeşitli yiyecekler,
8. Pek çok miktarda sahtiyan ve
tabaklanmış deriler,
9. Hayvan yemleri,[327]
10. Develer,[328]
11. Müteaddit Tevrat nüshaları
idi.
Yahudiler, Tevrat nüshalarının kendilerine verilmesini istediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onları Yahudilere geri verdi.[329]
Ganimet mallan bölüşülünceye, herkese hissesi verilinceye kadar
mücahidlerin katık ve hayvan yemi ihtiyacı ganimet mallarından karşılandığı
gibi, gerektiğinde, mücahidlere emanet olarak silahlar da verildi .[330]
Hayber fethedilince, birçok emtia ile sığır, deve, davar vesaire
ele geçirildi. Fakat, Hayber'dekilerin ne altınlarına, ne de gümüşlerine
rastlanabildi.[331]
Halbuki, Benî Nadfr Yahudileri Medine'deki yurtlarından çıkıp
Hayber'e giderlerken, Ebu Râfi1 Sellâm b. Ebi'l-Hukayk; içinde
altın, gümüş ve kıymetli madenlerle zinet eşyası saklanılan deve tulumunu
kaldırarak:
"Bu, bizim dünyayı alçaltmak ve yükseltmek için
hazırladığımız şeydir!" diyerek bağırmıştı.[332]
Bu hazine; önce koyun tulumuna doldurulmuştu. Çoğalınca, öküz
tulumuna, daha çoğalınca da deve tulumuna konulmuştu.[333]
Bu hazine; Ebi'l-Hukayk hanedanının büyüklerinden, büyüklerine
devredile edile saklanmakta idi.
Mekke eşrafı, düğünleri olunca, Hayber'e gidip Ebi'l-Hukayk'ın
büyüğüne başvurarak bu zinet eşyasından bazısını rehine karşılığında ondan bir
ay süre ile emaneten alırdı.[334]
Hatta, bir kez, bu zinet eşyasından birşey kaybolmuştu.
Onu kaybeden kişi, bedelini 10.000 dinar (altın) olarak ödemişti.
İbn Ebi'l-Hukayk; bu hazineyi ve daha pek çok malları
Peygamberimiz Aleyhisselamdan saklamıştı.[335]
Kinane b. Rebi' b. Ebi'l-Hukayk ile Kinane'nin kardeşi ve
amcasının oğlu Rebia, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirildiler.[336]
Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirilenler arasında Huyey
b. Ahtab'ın amcası Sa'ye (Salebe) b. Sellâm (Amr) b. Ebi'l-Hukayk da
bulunuyordu.[337]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ey Ebi'l-Hukayk oğulları! Ben sizin Allah'a ve Allah'ın
Resûlüne karşı duyduğunuz düşmanlığınızı biliyorum!
Bununla birlikte, sizin bu düşmanlığınız, adamlarınıza verdiğim
eman ve himaye taahhüdünü size de vermeme engel olmamış; ganimet mallarından
herhangi birşeyi benden gizlememek, kaçırmamak şartıyla size eman vermişimdir!
Benden birşey gizleyecek olursanız, kanlarınızı dökmek, bizim için
helâl olur![338]
Allah'ın ve Resûlünün eman ve himaye taahhüdünden uzak kalırsınız!"
buyurdu[339] ve:
"Sizi Medine'den sürüp çıkardığım zaman, Medine'den
getirdiğiniz,[340] Mekkelilere
emaneten veregeldiğiniz zinet eşyasıyla nakitleri içinde sakladığınız hazine
tulumlarınız nerededir?[341]
Filandaki, filandaki hazine tulumlarınızı ne yaptınız?" diye
sordu.[342]
"Ey Ebu'l-Kasım! Biz onları savaşlarımızda harcadık!
Vallahi, elimizde onlardan hiçbir şey kalmadı ![343]
Bizi Medine'den çıkardığın zaman, onlarla geçindik.[344]
Savaşlar ve geçimler, onların hepsini sürüp götürdü.[345]
Onlardan, elimizde hiçbir şey kalmadı!" dediler ve bu
husustaki sözlerini de yeminler ederek pekişti rdiler.[346]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Söylediklerinize dikkat ediniz![347]
(Aradan) geçen zaman az, (gizlenen) mal ise ondan çok fazladır!? (Az zamanda o
kadar çok mal nasıl harcanıp tükenir?)[348]
Ne dersiniz? Bu hazineyi, sizin yanınızda bulursam, sizi öldüreyim mi?"
diye sordu.
"Evet! Öldür!" dediler.[349]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu hazine sizin yanınızda çıkacak olursa, Allah'ın ve
Resûlünün hakkınızda vermiş olduğu eman ve himaye taahhüdü sizden uzak kalsın
mı?" diye sordu.
"Evet! Uzak kalsın!" dediler.[350]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer benden birşey sakladığınızı tesbit edersem, kanlarınızı
dökmeyi ve çoluk ve çocuklarınızı esir etmeyi helâl sayarım ![351]
Bütün mallarınızı almak, kanlarınızı dökmek, bana helâl olur.
Size vermiş olduğum eman ve himaye taahhüdü ortadan kalkar!"
buyurdu.
"Olur! Eğer senden birşey sakladığımız anlaşılırsa, bize
verdiğin eman sözünü geri al ve kanlarımızı dök!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu sözlerine Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyrb. Avvam ile Yahudilerden on kişiyi şahit tuttu.[352]
Yahudilerden bir adam, kalkıp Kinane b. Ebi'l-Hukayk'a doğru vardı
ve yavaşça:
"Muhammed'in senden istediği şey senin yanında ise veya bunun
hakkında birşey biliyorsan ona bildir de, kanını, canını kurtar!
Aksi takdirde, vallahi, o muhakkak bunu elde etmeye muvaffak
olacak, Allah onu bundan başkasına da, bizim bildirmediğimiz şeylere de vâkıf
kılacaktır!" dedi.
Kinane b. Ebi'l-Hukayk azarlayınca, Yahudi bir köşeye çekilip
oturdu.[353]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi'l-Hukayk'a:
"Ne dersin, hazineyi senin yanında bulacak olursak, senin
boynunu vurayım mı?" diye tekrar sordu.
Kinane:
"Evet! Bulursan, vur!" dedi.[354]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kinane b. Ebi'l-Hukayk'tan sonra Saye
(Salebe) b. Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'a da:
"Huyey b. Ahtab'ın tulum içinde saklanan hazinesi
nerededir?" diye sordu.
Sa'ye:
"Savaşlar ve geçimler, onu giderdi, eritti!" dedi.[355]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'ye'yi, sıkıştırması için, Zübeyrb.
Avvam'a havale etti. Zübeyrb. Avvam onu sı kıstırdı .[356]
Sa'ye, zayıf, hafif akıllı bir adamdı.
Sıkıştırılınca, eliyle bir harabeye işaret ederek:
"Ben Kinane'nin her sabah şu harabede dolaştığını görüyordum!
Benim bu hususta bundan başka bilgim yok! Eğer o oraya birşeyler gömmüşse, o
oradadır!" dedi.[357]
Gerçekten de, Peygamberimiz Aleyhisselam, Natat kalelerini
fethetmeye başladığı ve Natat halkının kalblerine korku düştüğü sırada, Kinane
b. Ebi'l-Hukayk tehlikeyi sezmiş, deve tulumu içindeki hazineyi, zinet
eşyasını, geceleyin Ketibeye götürüp kazdığı bir çukura kimse görmeden gömmüş
ve üzerini toprakla kapatmıştı. Sa'ye (Salebe) de, Kinane'nin her sabah o
harabede dolaştığını görmüştü. [358]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'yeyi, Zübeyrb. Avvam ve
Müslümanlardan bazılarıyla birlikte, o harabeye gönderdi.
Sa'ye de, onlara, Kinane'nin dolaştığı yeri gösterdi.
Orası kazıldı.[359]
Hazinenin bir kısmı oradan çıkarıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, hazinenin geri kalan kısmının da
nerede olduğunu, Kinane b. Ebi'l-Hukayktan sordu.
Kinane onları da teslime yanaşmadı.[360]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hazinenin geri kalanını getirip teslim
etmesi için Kinane b. Ebi'l-Hukayk'ı sıkıştırmasını Zübeyr b. Avvam'a emretti.
O da, Kinaneyi söyletmek için, göğsünde çakmak çakıp kıvılcım
çıkararak s öy I etmeye zorladı ise de, söyletemedi.[361]
Yüce Allah, Yahudilerin bu hazineyi nerede sakladıklarını
Peygamberimiz Aleyhisselam a haber verdi.[362]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan bir zâtı çağırıp, ona:
"Şu tarlaya doğru, şöyle şöyle git! Sonra, hurma ağacına
doğru var! Sağındaki ve solundaki hurma ağacına bak! Orada göreceğin yüksek
hurma ağacının dibinde bulacağın şeyleri çıkar, bana getir!" buyurdu.
Ensârî gitti, oradaki hazine tulumunu da bulup getirdi.[363]
İçinde hazine bulunan tulum, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne
getirilip açıldı Bunlar:
1. Altın bilezikler,
2. Altın pazubandlar,
3. Altın halhallar (ayak
bilekleri için),
4. Altın küpeler,
5. Mücevher gerdanlıklar,
6. Zümrüt gerdanlıklar,
7. Kaşlı altın yüzükler,
8. Kaşsız halka yüzükler
(Bunlar, bir hayvan çulunu dolduracak kadardı),
9. Altınlı Yemen gözboncuğundan
gerdanlıklar,
10. İnci gerdanlıklar vs .den
ibaretti.[364]
11. Yahudi cemaati tarafından
ayrıca nakit olarak 10.000 dinar (altın) getirilip teslim edildi.[365]
Ebi'l-Hukayk oğullarının sakladıkları hazine ortaya çıkarıldığı
zaman,[366]
Peygamberimiz Aleyhisselam, muahede gereğince cezalandırılmak ve Mahmud b.
Mesleme'ye karşı boynunu vurmak üzere, Kinane b. Rebi1 b. Ebi'l-H
ukayk'ın Muhammed b. Meslemeye teslimini emretti.
Muhammed b. Mesleme de, onun boynunu vurdu.[367]
Ebil-Hukayk oğullarından diğerinin de, Bişr b. Berâ'nın velileri
tarafından boynu vuruldu.[368]
Bunların çoluk çocukları da, esirler arasına katıldılar.[369]
Ebi'l-Hukayk'ın iki oğlu ile birlikte, aynı aileden daha bazıları
da, ahdi bozdukları için, boyunları vurularak cezalandınldılar.[370]
Uyeyne b. Hısn, Gatafan askerleriyle birlikte Hayfâ'ya gidip ev
halklarıyla görüştükten sonra, tekrar Hayber'e geldi.
Hayber yakınındaki Hatam mevkiinde, gecenin bir kısmını geçirdi.
Askerlerine:
"Size müjdelerim: Bu gece, düşümde Zü'r-Rukaybe'nin bana
verildiğini gördüm!
Vallahi, Muhammed'in boynundan, yakasından tutacağım!" dedi.
Uyeyne b. Hısn Hayber'e geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam
Hayberl fethetmiş ve ganimetleri toplamış bulunuyordu.
Uyeyne b. Hısn:
"Yâ Muhammedi Müttefiklerimden aldığın ganimetlerden, bana da
pay ver!
Çünkü, ben senden ve seninle çarpışmaktan vazgeçtim,
müttefiklerimi yalnız bıraktım. Senin üzerine, askerlerimi yığmadım. Dört bin
savaş eriyle geri dönüp gittim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylüyorsun!
Seni ancak işitmiş olduğun o bağırıcı, ürkütüp ev halkının yanına
kadar götürdü!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Öyle ise, bana bir ihsanda bulun!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haydi, Zü'r-Rukaybe senin olsun!" buyurdu.
Uyeyne b. Hısn:
"Zü'r-Rukaybe nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O bir dağdır ki, onu uykuda gördüğün düşünde almıştın!"
buyurunca, Uyeyne eli boş olarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldı.[371]
Gatafanların bir kolu olan Benî Fezâreler de Hayberlilere yardıma
gelmişlerdi.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri, yurtlarına dönüp gittikleri
takdirde onlara da Hayber"in hurma mahsulünden verileceği hakkında haber
salınmış, fakat Benî Fezâreler bu teklifi kabul etmekten kaçınmışlardı.[372]
Uyeyne'den sonra, Benî Fezârelerden bazı kişiler de, Peygamberimiz
Aleyhisselama gelerek:
"Bize va'detmiş olduğun payımızı ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara da:
"Sizin payınız, Hayber dağlarından Zü'r-Rukaybe dağıdır!
Haydi, Zü'r-Rukaybe sizin olsun!" buyurdu.
BenîFezârîler:
"Öyle ise, biz de sizinle çarpışırız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bizimle çarpışmak için buluşma yeriniz Cenefâ olsun!"
buyurdu.
Fezârîler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bunu işitir işitmez,
kaçıp gittiler.[373]
Cenefâ, Benî Fezârelerin yurtlarından bir yer, sularından bir
sudur.[374]
Kendisine Hayber ganimetinden bir pay verilmesi isteği
reddedildikten sonra ve Ebi'l-Hukayk oğulları öldürülmezden önce, Uyeyne b.
Hısn, Yahudilerin yanına varıp onları ayartmaya çalıştı ve:
"Ben bugünkü gibi bir iş daha görmedim. Vallahi, ben
Muhammed'i sizden başkasının yere sere-bileceğini sanmaz ve kendi kendime:
'Bunlar, kalelere, askere, güce ve seıvetlere sahiptirler!1
derdim.
Sizler, şu sarp ve aşılmaz kaleler içinde olduğunuz, şu bol
yiyecek ve içecekler, hiç kesilmeyen sular önünüzde bulunduğu halde, demek
ellerinizi ona teslim ettiniz, bağlattınız hâ?!" dedi.
Yahudiler
"Biz, Zübeyr kalesinde korunmak ve direnmek istemiştik.
Fakat, su kanalımız kesildi.
Hararet bastı. Orada tutunmak, yaşamak, bizim için mümkün
olmadı!" dediler.
Uyeyne b. Hısn:
"Siz Nâim kalelerinden kaçıp Zübeyr kalesine gitmiştiniz.
Orada kimler öldürüldü?" dedi.
Yahudiler, öldürülenleri haberverdiler.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, cesaret ve sebat sahipleri hep öldürülmüşler!
Artık, Hicaz'da Yahudiler için dirlik düzenlik yoktur!" dedi.
Salebe b. Sellâm b. Ebi'l-Hukayk, Uyeyne'nin söylediklerini
işitti.
Kendisinin akılca zayıf ve sözlerini birbirine karıştırır bir
kimse olduğu sanılırdı.
Salebe:
"Ey Uyeyne! Sen onları aldattın! Onlardan ayrıldın.
Muhammed'le yaptıkları çarpışmalarında onları yalnız bıraktın!
Sen bundan önce Benî Kurayzalara da böyle yapmıştın!" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Muhammed ev halkımız hakkında bize tuzak kurdu: Biz, o bağırıcıyı
işittiğimiz zaman, Muhammed'in ev halkımıza arkamızdan baskın yaptığını sanmış,
hemen yanlarına dönmüştük. Fakat, kendilerinde böyle birşey göremeyince, size
yardım edelim diye tekrar gelmiştik!" dedi.
Salebe:
"Kendilerine yardım edeceğin kim kaldı ki?! Öldürülenler
öldürüldü, kalanlar da Muhammed'e köle oldu!
Muhammed hepimizi esir ve mallarımızı iğtinam etti!" dedi.[375]
Uyuyne b. Hısn; Müslümanların Sa'b b. Muaz kalesindeki
yiyecekleri, hayvan yemlerini, kumaş ve elbiseleri taşıdıklarına bakıp:
"Ne diye hiç kimse hayvanlarımıza yem vermiyor ve bizler şu
ele geçirilen yiyeceklerden yedirilmiy-oruz?!
Halbuki, bu kale halkı, yanlarına gelenlere ikramda
bulunurlardı!" dedi.
Müslümanlar
"Resûlullah Aleyhisselam sana Zü'r-Rukaybeyi ayırdı ya!"
deyince, Uyeyne sustu, konuşmasını kesti.[376]
Yine, elleri boş olarak ev halkının yanına döndü.
Uyeyne b. Hısn yurduna dönünce, Haris b. Avf gelip:
"Ben sana 'Eline birşey geçmez!' diye söylemedim mi?
Vallahi, Muhammed doğu ile batı arasındaki herkesi yenecektir!
Yahudiler bunu bize haber verir dururlardı.
Ebu Râfi' Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'ın:
'Biz, peygamberlik hususunda, Muhammedi, Harun oğulları arasından
çıkmamıştır diye kıskanıyoruz. Halbuki, o, insanlara gönderilmiş olan
peygamberdir! Fakat, Yahudiler beni dinlemezler! Bizim için, iki kez
boğazlanmak vardır! Biri Yesrib'de, diğeri Hayber'de!' dediğini kulaklarımla
işittiğime şehadet ederim!
O zaman, Sellâm'a:
'O, yeryüzüne hakim olacak mı?' diye sormuştum.
'Musa'ya indirilmiş olan Tevrat üzerine yemin ederim ki; evet!
Fakat, Yahudilerin bu hususta söylediğim şeyi öğrenmelerini istemem!'
demişti" dedi.[377]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'i fethedip dinlenmekte
bulunduğu sırada, Sellâm b. Mişkem'in karısı Zeyneb:
"Muhammed davar etinin neresini, hangi yerini yemeyi en çok
sever?" diye sormuştu.
"Kol, kürek etini yemeyi çok sever!" denildi.[378]
Zeyneb, Merhab'ın da kızkardeşi idi.[379]
Zeyneb, Yahudilerle görüşüp konuştu.
Bir davar kızartılıp hepsinin zehirlenmesi hususunda söz birliği
ettiler.[380]
Zeyneb, hemen dişi keçisinin yanına vardı. Onu kesti. Kızarttı,
kebap yaptı.
Vakit geçirmeden, öldürücü zehirle zehirlemeye kalktı.[381]
Kebabın her yerine zehir sürdü. Kol ve küreklerini ise, daha çok
zehirledi.
Akşam olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın akşam namazını
kıldıktan sonra konak yerine dönüp oturduğu sırada, Zeyneb geldi ve
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Ebu'l-Kasım! Bunu sana hediye ediyorum!" dedi.[382]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hediye edilen şeyi yer, sadaka olarak
verilen şeyi yemezdi.[383]
Kendisine ev halkından başkası yiyecek birşey getirdiklerinde
sorar, eğer hediye olduğu söylenirse onu yer, "Sadakadır!" denilirse
ashabına "Siz yiyiniz!" buyurur, kendisi ondan hiç yemezdi.[384]
Zeyneb, getirdiği keçi kebabını Peygamberimiz Aleyhisselamın[385]
ve ashabından orada bulunanların önüne koydu.[386]
Bişr b. Berâ1 b. Ma'rur da, orada bulunan sahabiler
arasında idi.[387]
Peygamberimiz Aleyhisselam, davar kebabının kolundan bir parça
koparıp ağzına aldı, fakat, onu yutmayarak hemen dışarı attı.
Bişr b. Berâ1 b. Ma'rur da, Peygamberimiz
Aleyhisselamınki gibi bir parça koparıp ağzına aldı.
Fakat, o, ağzına aldığı et parçasını çiğneyip yuttu.[388]
Peygamberimiz Aleyhisselamın ağzına aldığı etin kürek eti olduğu
da rivayet edilir.[389]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına aldığı et parçasını ağzından
hemen dışarı çıkarmakla beraber, sahabilerine de:
"Ellerinizi kebaptan çekiniz![390]
Şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi!"
buyurmuştu.[391]
Bişr b. Berâ1, zehirlendikten bir yıl sonra, bu yüzden
vefat etti.
Yüce Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, bu hadiseden sonra, üç yıl daha
yaşadı.[392]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ağzına alıp çıkardığı zehirli etin
tesirinden kurtulmak için, iki omuzu-nun arasından kan aldırdı.[393]
Bişr b. Berâ'nın annesi der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam vefatıyla sonuçlanan hastalığa
tutulduğu zaman, yanına varmıştım. Kendisi, humma nöbeti geçiriyordu.
Alınlarına elimle dokundum ve:
'Yâ Rasûlallah! Seni hiç kimsenin tutulmadığı hummaya tutulmuş
gördüm!?' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Bize verilecek ecir ve mükâfat kat kat olduğu gibi, ibtilâlar da
bize böyle kat kat olur!' buyurdu ve:
'Halk, benim hastalığıma ne diyor?' diye sordu.
Halk:
'Resûlullahtaki hastalıkzâtülcenptir diyorlar1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah bana o hastalığı musallat etmiş değildir. Bu, ancak,
şeytanın bir telkini ve vesvesesidir!' buyurdu.[394]
'Yâ Rasûlallah! Sen bu hastalığın neden ileri geldiğini
sanıyorsun? Ben, oğlumun ölümünün, ancak Hayber'de yemiş olduğu zehirli davar
kebabından ileri geldiğini sanıyorum!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey Ümmü Bişr! Ben de bu hastalığımın ancak ondan ileri geldiğini
sanıyorum![395]
Hayber'de onunla birlikte tatmış olduğum zehirli etin acısından,
şu anda kalb damarımın koptuğunu duymaktayım![396]
Zaman zaman onun ağrısını ve sızısını duyuyorum!' buyurdu."[397]
Hz. Âişe de; Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatıyla sonuçlanan
hastalığı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Ey Âişe! Hayber'de tatmış olduğum zehirli etin sancısını
zaman zaman duyuyorum!
Şu anda, kalbimin damarının koptuğunu duymaktayım!"
buyurduğunu bildirir.[398]
Enes b. Malik de:
"Resûlullah Aleyhisselamın küçük dili üzerinde bu zehrin
izini görür dururdum!" demiştir.[399]
Peygamberimiz Aleyhisselam; bu zehirlenme yüzünden şehit olarak
vefat etmiş, kendisini peygamberlikle şereflendiren Yüce Allah, şehitlikle de
şereflendirmiştir.[400]
Peygamberimiz Aleyhisselam, adam gönderip, Yahudi kadını Zeyneb
binti Hâris'i getirtti.[401]
Ona:
"Bu davar kebabını, şu küreği sen mi zehirledin?" diye
sordu.
Zeyneb:
"Zehirlediğimi, sana kim haber verdi?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu önümde bulunan kürek kemiği haber verdi" buyurdu.
Zeyneb:
"Evet! Ben zehirledim!" diyerek suçunu itiraf etti.[402]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen bunu ne için yapmak istedin?" diye sordu.[403]
Zeyneb:
"Sen benim babamı, amcamı ve kocamı öldürdün! Kavmime, senin
yapmadığın kalmadı ![404]
Senin için, kendi kendime:
'Eğer o gerçekten peygamberse, yaptığım şey, kendisine muhakkak
Allah tarafından haber ver-ilir.[405]
Zehir ona zarar vermez!
Eğer o bir yalancı ise, bir hükümdarsa, bu zehirden ölür de, biz
böylece kendisinden kurtulmuş, rahata ermiş oluruz!1 dedim!"
dedi.[406]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, bunu bana yapacak gücü ve hakimiyeti sana
vermemiştir!" buyurdu.[407]
Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz Aleyhisselama, Yahudi kadını
hakkında:
"Onu öldürelim mi?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır![408]
Ona ne dokunulacak, ne de işkence yapılacaktır![409]
Şu Hayber'de bulunan Yahudileri de benim yanımda toplayınız!"
buyurdu.
Yahudiler yanında toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşeyler soracağım. Bana doğru cevap verecek
misiniz?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet, ey Ebu'l-Kasım! Doğru cevap vereceğiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Sizin babanız kimdir?" diye sordu.
Yahudiler
"Babamız filan, filan!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan söylediniz! Sizin babanız, filan, filan!"
buyurdu.
Yahudiler
"Doğru söyledin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım! Bana doğru cevap verecek
misiniz?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe'l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!
Biz sana yalan söylesek bile, sen, babamızın kim olduğunu bildiğin
gibi, yalan söylediğimizi de bilirsin!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Cehennemlikler kimlerdir?" diye sordu.
Yahudiler
"Kısa bir müddet, Cehennemde biz bulunacağız!
Sonra, oraya ardımız sıra giren sizler olacaksınız!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Haydi oradan! Vallahi, biz hiçbir zaman Cehennemde size
halef olacak değiliz!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ben sizden birşey daha soracağım. Bana doğru cevap verecek
misiniz?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet, yâ Ebe'l-Kasım! Sana doğru cevap vereceğiz!"
dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Şu davar kebabını zehirlediniz mi?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet! Zehirledik!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Bunu yapmaya sizi sürükleyen nedir?" diye sordu.
Yahudiler
"Eğer sen bir yalancı isen, zehirli kebabı yer, ölürsün, biz
de senin elinden kurtulur, rahata ereriz!
Eğer gerçekten peygambersen, zehir sana zarar vermez diye
düşündük!" dediler.[410]
Hayber'in Kamus kalesi fethedilince, esir edilen kadınlar arasında
Hz. Safiyye ile amcasının kızı da buIunuyordu.[411]
Hz. Safiyye; Benî Nadîr Yahudilerinin reisi Huyey b. Ahtab'ın kızı
olup, önce Sellâm b. Mişkem'le evlenmiş, ondan ayrılınca da Kinane b. Rebi1
b. Ebi'l-Hukayk'la evlenmiş, Hayber savaşlarında esir düşmüş, Kinane b. Rebi1
b. Ebi'l-Hukayk'ın öldürülmesiyle de, dul kalmıştı.[412]
İslâm mücahidlerinden Dıhye b. Halife, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Esir alınan kadınlardan, bana bir
kadın ver" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, ona:
"Git, bir kadın al!" buyurdu.
Dıhye b. Halife de, Hz. Safiyye'yi aldı.
Mücahidlerden birisi, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Beni Kurayza ve Benî Nadirlerin reisi
Huyey'in kızı Safiyye'yi Dıhyeye vermen, vallahi doğru olmaz! Onu ancak sen
almalısın!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Dihye'yi yanına
çağırdı.
Ona:
"Safiyye'nin yerine, başka bir kadın al!" buyurdu[413]
ve Hz. Safiyye'nin amcasının kızını ona verdi.[414]
Bilal-i Habeşî Hz. Safiyye ile amcasının kızını Yahudi
erkeklerinden öldürülmüş iki kişinin yanından geçirirken, Hz. Safiyye'nin
amcasının kızı onları görür görmez, çığlık kopardı, yüzünü yırttı, toprakları
başına saçtı .[415]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Bilal! Senden acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu
kadıncağızları ölülerinin yanından geçirdin?!" buyurdu.[416]
Hz. Safiyye'nin amcasının kızı için de:
"Bu, şeytandan başka birşey değildir.[417]
Onu yanımdan uzaklaştırın!" buyurdu ve Hz. Safiyye'yi arka tarafına
almalarını emretti ve onun üzerine omuz atkısını örttü.
Bunun üzerine, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın ganimet
arasından başkumandan hakkı olarak Hz. Safiyye'yi seçtiğini anladılar.[418]
Peygamberimiz Aleyhisselam; ganimet içinden-geleneğe
göre-başkumandan hakkı olarak, ya bir köle, ya bir cariye, ya da bir at alır ve
buna Safiyy denirdi.[419]
Hz. Safiyye'nin asıl adı Zeyneb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam
onu ganimet içinden seçip aldığı için Safiyye adıyla anıldı.[420]
Hz. Safiyye; Peygamberimiz Aleyhisselamın Haybefe gelişinden
birkaç gün önce Kinane b. Ebi'l-Hukayk ile nişanlanarak develer boğazlanıp
Yahudilere ziyafetler çekilmiş ve Sülalim bölgesine gelin götürülmüştü .[421]
Hz. Safiyye, gerdek gecesinde, düşünde; bir ayın Medine tarafından
gelip kucağına düştüğünü görmüş, bunu Kinane b. Ebi'l-Hukayk'a anlatınca,
Kinane öfkelenmiş:
"Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak
istiyorsun!" diyerek yüzüne bir tokat vurup gözünü gövertmiş, morartmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirildiği zaman, Hz.
Safiyye'nin gözünde o tokatın izi duruyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir bu?" diye sorunca, Hz. Safiyye Peygamberimiz
Aleyhisselama hadiseyi anlattı .[422]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona İslâmiyeti anlatıp:
"Biz seni kendi dininde bulunuyorsun diye zorlayacak veya
senin bu halini hoş görmeyecek değiliz [423]
Eğer sen Müslümanlığı,[424]
Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü tercih edersen,[425]
ben seni kendime alıkoyacak, zevce edineceğim![426]
Eğer Yahudiliği tercih edecek olursan, ben seni azad ederim, sen
de gider, kavmine kavuşursun!" buyurdu.[427]
Hz. Safiyye; böyle azad edilip Peygamber zevcesi olarak kalmak
veya kavminin yanına dönmek hususlarından birini seçmekte serbest bırakılınca,
azad edilip Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi olmayı tercih etti, seçti [428]
ve:
"Yâ Rasûlallah! Sen beni İslâmiyete davet etmeden önce, konak
yerine geldiğim zaman, ben Müslüman olmayı özlemiş ve seni doğrulamış
bulunuyordum.
Benim ne Yahudilikte bir emelim, ne de Hayber'de bir babam veya
kardeşim var!
Sen beni küfür ile İslâmiyetten birini seçmekte serbest
bırakıyorsun!
Allah ve Allah'ın Resûlü, bana, azadlanmamdan ve kavmimin yanına
dönmemden daha sevgi-lidir![429]
Evet! Ben Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü tercih ediyorum!"
dedi.[430]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onu azad edip zevceliğe
kabul buluyordu.[431]
Ensardan Rüveyfi' b. Sabit'in bildirdiğine göre; Hayber günü,
Peygamberimiz Aleyhisselam ayakta dikilerek yaptıkları bir hitabelerinde şöyle
buyurdular:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, dölsuyu ile
yabancı bir tarlayı sulaması (yani esir kadınlarla temasta bulunması) helâl
olmaz!
Allah'a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, esir bir
kadına-hayızlı ise, hayızdan temizlenmedikçe, hamile ise doğurmadıkça-dokunmak
da, helâl olmaz!
Allah'a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, bölüşülmedikçe,
Müslümanların ganimet mallarından bir hayvana zayıflatıp iade edinceye kadar
binmek helâl olmaz!
Allah'a ve ahiret gününe inanan bir erkek için, Müslümanların
ganimet mallardan bir elbiseyi, eskitip iade edinceye kadar giymek helâl
olmaz!"[432]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber günü:
Ehlî eşeklerin etini yemeyi,
Her yırtıcı, azı dişli hayvanın etini yemeyi,
Ganimet mallarını, bölüşülmeden, satmayı veya satın almayı da
yasakladı.[433]
Hayber"de muahede yapıldıktan sonra, bazı Yahudilerin
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Bize ait bahçelere ashabından bazıları girerek oradan
hububat ve sarımsak aldılar!?" diye şikâyetlenm eleri üzerine de,
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Abdurrahman b.Avf'a emir verilip:
"Resûlullah Aleyhisselam, 'Muahedeyapmış olanların
mallarından, hakkınız olandan başka, hiçbir şey size helâl kılınmamıştır!1
buyuruyor!" diyerek mücahidlere seslenildi.[434]
Hayber savaşında İslâm mücahidi erinden şehit olanlar, yirmiden
fazla idi[435]
1. Rebia b. Eşlem b. Sahbere,[436]
2. Sakf (Sıkaf) b. Amr b.
Sumeyt,[437]
3. Rifâa b. Mesruh,[438]
4. Abdullah b. Ebi Ümeyye b.
Vehb (Hübeyb veya Hubeyb),[439]
5. Bişr b. Berâ1 b.
Ma'rur,[440]
6. Fudayl b. N um an, [441]
7. Mes'ud b. Sa'd. [442]
8. Mahmud b. Mesleme, [443]
9. Ebu Dayyah Sabit b. Numan, [444]
10. Haris b. Hâtıb, [445]
11. Urve (veya Adiyy) b. Mürre
b. Sürâka, [446]
12. Evs b. Fâid (veya Fâke veya
Fâtik),
13. Evs b. Habib (veya Cebr
el-Ensârî),
14. Üneyf veya Hubeyb b. Vâile, [447]
15. Sabit b. Esle. [448]
16. Talha, [449]
17. Umâre b. Ukbe b. Abbâd b.
Müleyl, [450]
18. Âmir b. Ekvâ, [451]
Âmir, Hayber Nâim kalesinde Merhab'la çarpışmış, kısa olan kılıcı
ile Merhab'ın bacağına aşağıdan yukarı doğru hızla vurunca kılıcın ağzı
kendisine yönelip kendi kılıcıyla yaralanmış ve şehit olmuştu. Kendisinin bu
biçimde ölüşü bazılarınca hayra yorulmamış, şehit sayılmayacağı sanılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Hatta, ona iki ecir vardır!" buyurmuştur. [452]
19. Zenci köle çoban Yesar, [453]
20. Mes'ud b. Rebia, [454]
21. Evsb.Katâde, [455]
22. İsmi bilinmeyen bir bedeu\[456]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Hayber'de öldürülen Yahudilerin sayısı ise 93 idi. [457]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber ganimetlerini toplamak ve
korumak görevini Ferve b. Amr el-Beyâzîye vermiş, o da, Hayber ganimetlerini üç
bölgede:
1. Natat,
2. Şıkk,
3. Ketibe kalelerinde toplamış
bulunuyordu.[458]
Mücahidler, emaneten aldıkları silahların hepsini Ferve b. Amr'a
getirip teslim ettiler.[459]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Sabit'i de, Hayber gazasına
katılan mücahidleri saymakla görevlendirdi.[460]
Hayber ganimetini hesaplamaya ve ayırmaya, Zeyd b. Sabitten başka,
Selime oğullarından Cebbar b. Sahr'ın da görevlendirildiği de rivayet edilir.[461]
Hayber ganimeti, Hayber'de bulunsun bulunmasın, Hudeybiye seferine
katılmış olanlar arasında bölüştürüldü.[462]
Çünkü, Hayber ganimeti, Hudeybiye seferine katılan Müslümanlara
Yüce Allah tarafından Feth sûresinde (âyet: 20) va'd edilmiş bulunuyordu.[463]
Onlarda, 1400 kişi idiler.[464]
Ayrıca, 200 de atlı vardı.[465]
Menkul ganimet malları ilk önce beş parçaya ayrıldı.
Beş parçadan birisinin üzerine "Allah'a ait,"
Diğer parçaların üzerlerine de "Ağfal" sözleri yazıldı.
Allah'a ait olan beşte bir parça, Peygamberimiz Aleyhisselama
teslim edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, diğer dört parçanın satışa
çıkarılmasını, satın almak istedikleri şeylerin mücahidlere arttırma yoluyla
satılmasını emretti.
Ferve b. Amr el-Beyâzîyi de, satış memuru yaptı.[466]
Satılacak mallar hakkında da:
"Allah'ım! Bunlara sürüm ihsan et!" diyerek dua etti.
Ferve b. Amr der ki:
"Halkın, başıma üşüşüp satılacak mallan iki günde
tükettiklerini gördüm!
"Halbuki, malın çokluğundan, başa çıkamayacağımızı, kolay
kolay satıp kurtulamayacağımızı sanmıştım.
Resûlullah Aleyhisselam da, kendisine teslim edilen beşte bir
hisseden ev halkı ile Abdulmuttalib oğulları hanedanının erkek ve kadınlarına,
Müslümanların yetimlerine ve isteyenlerine elbise, boncuk ve ev eşyası verdi.[467]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ganimet mallarından satılanların
paralarını mücahidler arasında bölüştürdü.[468]
Hayber"e gelen Devsîlerle Eş'arîlerin Hayber ganimetinden
yararlandırılmalarını ashabıyla konuştuktan sonra, onlara da hisse verdi.[469]
Menkul ganimetten beşte dört parçası 1400 piyade ve 200 süvariye
göre ve piyadelere birer; soy at ve develere de ikişer hisse verilmek üzere
1800 parçaya bölündü.
Bunlar da, yüzer hisselik 18 kümede toplandı.[470]
Peygamberimiz Aleyhisselam; savaşa iki atla katılanlara dördü iki
at, biri de at sahibi olmak üzere beş hisse verdi.
İki attan fazlası için bir at hissesi verdi.
Süveyd b. Numan, at üzerinde geceleyin Hayber evlerini gözetlerken
attan düşüp eli kırılmış, Hayber'in fethine kadar, karargâhtan çıkamamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona da süvari hissesi verdi.[471]
Medine Yahudilerinden olup Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte
Hayber savaşına katılan on Yahudiye de, Hayber ganimetinden birşeyler verildi.
Yahudi Ebu'l-Lahm'ın azadlı kölesi Umeyr:
"Bana Hayber ganimetinden hisse ayrıldı. Ancak, ev eşyası
verildi. Ben Hayber'de köle olarak bulundum. Peygamber Aleyhisselam, Hayber'i
fethettiği zaman, bana bir kılıç verdi ve 'Bunu kuşan!' buyurdu" demiştir.[472]
İslâm ordusuna katılan yirmi kadına da ganimetten hisse ayrılmamış,
ancak kendilerine ganimetten birşeyler
verilmiştir.[473]
Bu cümleden olmak üzere;
Ümeyye binti Kays'a bir gerdanlık,[474]
Ümmü'l-A'lâ'ya üç boncuk,
Başka birisine bir altın küpe,
Ümmü Sinan'a boncuktan ve gümüşten takılar,
Ümmü Umâre'ye kırmızı boncuk...
Hâsılı, yirmi kadından her birine boncuklar, kadife ve Yemen
kumaşları ve ikişer dinar (altın) verildi.
Hayber'de bulunan veya orada doğan Müslüman çocuklarına da, Hayber
ganimetinden az çok birşeyler verildi.[475]
Hayber arazisi ve varidatı; Şıkk, Natat ve Ketibe mülkleri olarak
bölüştürüldü.
Şıkkve Natat mülkleri, Müslümanların (beşte dört) hisselerine
karşılık tutuldu.
Ketibe mülkleri ise, Allah'a ait (beşte bir) hisse olarak
Peygamberimiz Aleyhisselama bırakıldı.[476]
Başka rivayete göre; batan Hayber mülkleri, ilk önce her biri
yüzer hisselik 36 kümeye ayrıldı.
Bundan, Natat ve Şıkk mülkleri, yüzer hisselik 18 küme halinde
Müslümanlar arasında bölüştürüldü.
Vatîh, Ketibe ve Sülalim mülklerini ise Peygamberimiz Aleyhisselam
işletip; gelirlerinden, kendi ev halkının geçimleri ile karşılaşılacak önemli
hadiseleri, musibet ve felaketleri, halkın umumî ihtiyaçlarını, Medine'ye
gelecek heyetlerin masraflarını karşılamak üzere vakıf olarak elinde tuttu.[477]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bundan, akrabaları ile yetimlerin,
yoksulların, yolcuların ve sulh için Medine'ye gidip gelmiş olanların
yiyeceklerini de karşılamakta idi.
Nitekim, Muhayyısa b. Mes'ud'a verdiği otuz vesk (deve yükü) arpa
ile otuz vesk hurma bu mülklerin gelirierindendi.[478]
Ganimetin Allah'a ve Allah'ın Resûlüne ayrılan beşte bir parçası
da, dörde bölünüp:
Dörtte biri Allah ve Resûlü ve Resûlullahın akrabaları için,
İkinci dörtte biri yetimler için,
Üçüncü dörtte biri miskinler, yoksullar için,
Dördüncü dörtte biri Müslümanların yanlarına gelen fakir konuklar
için ayrılırdı.[479]
Natat mülkleri 5'e,
Şıkk mülkleri de 13'e bölündü.
Bunlar da, 1400 piyade ve 200 süvari hissesi olmak üzere yüzer
hisselik 18 gruba ayrıldı.
Hisse sahiplerine hisselerini dağıtmak üzere, heryüz hisse için de
birer başkan, yönetici tayin edildi.
Yüzer hisselik onsekiz grubun isimleri:
1. Hz. Ali grubunun hisseleri,
2. Zübeyr b. Avvam grubunun
hisseleri,
3. Talha b. Ubeydullah grubunun
hisseleri,
4. Hz. Ömer grubunun hisseleri,
5. Abdurrahman b. Avf grubunun
hisseleri,
6. Asım b. Adiyy grubunun
hisseleri,
7. Useyd b. Hudayr grubunun
hisseleri,
8. Belharis b. Hazrec grubunun
hisseleri,
9. Benî Beyâzâlar grubunun
hisseleri,
10. Benî Ubeydler grubunun
hisseleri,
11. Benî Selimelerden Benî
Haramlar grubunun hisseleri,
12. Benî Hâriselerden Ubeyd
es-Sehham b. Evs'in hissesi (rivayete göre; Ubeyd bu hisseyi Hayber
ganimet hisselerinden satın almıştı),
13. Benî Sâideler grubunun
hisseleri,
14. Benî Neccarlar grubunun
hisseleri,
15. Harise b. Hâriseler grubunun
hisseleri,
16. Evsîler grubunun hisseleri,
17. Gıfârve Eşlemler gruplarının
hisseleri,[480]
18. Nâim'deki hisseler (Avf b.
Hazrec oğulları ile Müzeynelere ve ortaklarına ait) idi.[481]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Natat'ta Hav ve Süreyr mevkiinde ilk önce Zübeyr b.
Avvam'ın hiss esini ayırdı.
İkinci olarak Beyâzâların,
Üçüncü olarak Useyd b. Hudayr'ın
Dördüncü olarak Benî Haris b. Hazreclerin,
Beşinci olarak Benî Avf b. Hazreclerie Müzeynelerve ortaklarının
Nâim'deki hisselerini ayırdı.
Bundan sonra, Şıkk'a çıktılar.
Şıkkta ilk ayrılan hisse, Benî Aclanların kardeşi Asım b. Adiyy'in
hissesi idi ki, Peygamberimiz Aleyhisselamın hissesi de onun yanında idi.
Sonra, Abdurrahman b. Avf'ın,
Sonra, Sâidelerin,
Sonra, Neccariarın,
Sonra, Hz. Ali'nin,
Sonra, Talha b. Ubeydullah'ın,
Sonra, Gıfârlarla Eşlemlerin,
Sonra, Hz. Ömer'in,
Sonra, Seleme b. Ubeyd ve Haram oğullarının,
Sonra, Hâriselerin hisselerini,
Sonra, Abdu's-Sehham'ın hissesini,
Sonra, Evslerin (ki, Ellefif diye anılan ve Cüheyneler ile sair
Araplardan, Hayber savaşına katılanlara ait bulunan) hisseler topluluğunu
ayırdı.
En sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselamın onların sırasındaki
hissesi aynldı ki, Asım b. Adiyy'in hissesi içine düşmüş bulunuyordu.[482]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mülkleri bölüştürdükten sonra,
Ketibe'nin Hâs (veya Hals) vadisindeki mülklerin buğday, arpa, hurma ve hurma
çekirdeği vesair mahsullerini, ihtiyaçlarına göre, akrabaları, zevceleri,
Müslüman erkek ve kadınlar arasında şöyle bölüştürdü:
1. Hz. Fâtıma'ya 200 vesk (yük,
yani 12.000 sa1),
2. Hz. Ali'ye 100 vesk (yük),
3. Üsâme b. Zeyd'e 200 vesk
(yük),
4. Hz. Âişeye 200 vesk (yük),
5. Hz. Ebu Bekir'e 100 vesk
(yük),
6. Akîl b. Ebu Talib'e 100 vesk
(yük),
7. Hz. Cafer'in oğullarına 50
vesk (yük),
8. Rebia b. Hâris'e 100 vesk
(yük),
9. Salt b. Mahreme ile iki
oğluna 100 vesk (bunun 40 veski Salt'a aitti),
10. Ebu Benîk'a 50 vesk (yük),
11. Rükâne b. Abdi Yezid'e 50
vesk (yük),
12. Kays b. Mahremeye 30 vesk
(yük),
13. Ebu'l-Kasım b. Mahreme'ye 40
vesk (yük),
14. Ubeyde b. Hâris'in kızlarına
40 vesk (yük),
15. Benî Ubeyd b. Abdi Yezid'e
60 vesk (yük),
16. Evs b. Mahremeye 30 vesk
(yük),
17. Mıstah b. Üsâse'ye ve İbn
İlyas'a 50 vesk (yük),
18. Ümmü Rümeyseye 40 vesk
(yük),
19. Nuaym b. Hind'e 30 vesk
(yük),
20. Buhayne binti Hâris'e 30
vesk (yük),
21. Uceyr b. Abdi Yezid'e 30
vesk (yük),
22. Ümmü Hakim binti Abdi
Yezid'e 30 vesk (yük),
23. Cümâne binti Ebu Talib'e 30
vesk (yük),
24. İbn Erkam veya Ü
mmü'l-Erkam'a 40 vesk (yük),
25. Abdurrahman b. Ebu Bekir'e
40 vesk (yük),
26. Hamne binti Cahş'a 30 vesk
(yük),
27. Ümmü'z-Zübeyr'e 40 vesk
(yük),
28. Dubâa binti Zübeyr'e 40 vesk
(yük),
29. İbn Ebi Huneys'e 30 vesk
(yük),
30. Ümmü Talib binti Ebu Talib'e
40 vesk (yük),
31. Ebu Basra'ya 20 vesk (yük),
32. Nümeyletü'l-Kelbî'ye 50 vesk
(yük),
33. Abdullah b. Vehb'e ve iki
kızına 90 vesk (yük) (bunun 40 veski iki oğluna aitti),
34. Ümmü Habibe binti Cahş'a 30
vesk (yük),
35. Melkü b. Abde'ye 30 vesk
(yük),
36. Peygamberimiz Aleyhisselamm
Hz. Aişe'den başka olan bütün zevcelerine 700 vesk (yük),[483]
37. Abbas b. Abdulmuttalib'e 200
vesk (yük),
38. Kasım b. Mahreme b.
Muttalib'e 50 vesk (yük),
39. Hind b. Üsâseye 30 vesk
(yük),
40. Safiyye binti
Abdulmuttalib'e 40 vesk (yük),
41. Husayn, Hatice ve Hind b.
Ubeyde b. Hâris'e 100 vesk (yük),
42. Ümmü Hani binti Ebu Talib'e
40 vesk (yük),
43. Muhayyısa b. Mes'ud'a 30
vesk (yük),
44. Ebu Süfyan b. Haris b.
Abdulmuttalib'e 100 vesk (yük),
45. Mikdad b. Amr'a 15 vesk
(yük), (Mikdad b. Amr'ın heryıl Hayber'den aldığı bu 15 vesk arpa
hakkı, Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından 100.000 dirheme satın alınmıştır)
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali'nin 300 vesk hissesinden 85 veski arpa idi.
Üsâme b. Zeyd'in hissesinden 40 veski arpa, 50 veski hurma
çekirdeği idi.
Salt b. Mahreme'nin hissesi, Vâkıdî'ye göre 40 değil, 30 vesk idi.
Kays b. Mahreme'nin hissesi, VâkıdPye göre, 30 vesk değil, 50 vesk
idi.
Ümmü Rümeyse'nin hissesinden 5 veski arpa idi.
Ebu Basra'nın hissesi, 20 vesk değil, 40 vesk idi.
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerinden her birinin hissesine 80
vesk hurma, 20 vesk arpa düşmüştü.[484]
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından yazdırılmış olan bir belgeye
göre de; heryıl Hayber'in buğday mahsulünden:
Peygamberimiz Aleyhisselamm zevcelerine 180'er vesk,
Hz. Fâtıma'ya 85 vesk,
Üsâmeye 40 vesk,
Mikdad b. Amr'a 15 vesk,
Ümmü Rümeyse'ye 5 vesk buğday verilmiştir.[485]
İhtimal ki, aradaki fark, arpa yerine buğday ekilmiş olmasından
ileri gelmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah es-Sakaff'nin zevcesi
Zeyneb'e de 50 vesk hurma, 20 vesk arpa vermiştir.[486]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Gıfârlardan, hissesini satmak
isteyen bir kimsenin hissesini iki deveye satın aldı. Sonra, ona:
"Ben, senden alacağım hissenin sana vereceğimden hayırlı ve
sana vereceğimin alacağım hisseden düşük olduğunu biliyorum.
Hal böyle olduğuna göre, sen istersen develeri alıp hisseni bana
devret, istersen hisseni elinde tut, bana devretme!" buyurarak uyardı.
Gıfârî develeri aldı.
Hz. Ömer de, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından satın almış
olduğu Evsîlerin Lefif diye anılan 100 kişilik ganimet hissesini Peygamberimiz
Aleyhisselamdan satın aldı.
Muhammed b. Mesleme de, Eşlemlerle Gitarların her ikisinin
hisselerini kendilerinden satın aldı ki, Eşlemler yetmiş küsur, Gitarlar da,
yirmi küsur kişi olup her ikisi yüz kişiyi bulmakta idiler.[487]
Hayber Yahudileri, hususan Vatîh ve Sülalim Yahudileri,
kendilerine Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından verilen eman ve söz üzerine,
bütün mallarını, mülklerini bırakarak Hayber'den çıkıp gideceklerdi.[488]
Peygamberimiz Aleyhisselamın onları Hayber'den sürüp çıkarmak
istediği sırada, Yahudiler:
"Bizi Hayber'de bırak da, şu Haybertoprağında bulunalım,
onları imar edelim, görüp gözetelim.[489]
Yâ Muhammedi Biz mal mülk sahipleriyiz.[490]
Mülk bakımını, işletmesini, biz sizden daha iyi bilir ve başarı rız.[491]
Sen bu mülkleri bize işlettir!" dediler.[492]
Hayber mülkleri üzerinde yarıcı olarak çalışmak istediler.[493]
Gerçekten de, ne Peygamberimiz Aleyhisselamın, ne de ashabının
Hayber mülklerine bakabilecek işçileri bulunmadığı gibi, kendilerinin orayı
bizzat görüp gözetmeye de vakitleri yoktu.[494]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İstiyorsanız, şu mallan işlemek üzere size vereyim, mahsul
ve meyveler aramızda bölüşülsün!
Sizi bu mallar üzerinde Allah'ın durdurduğu müddetçe
durdurayım!" buyurdu.
Hayber Yahudileri kabul ettiler.[495]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizi çıkarmak istediğimiz zaman, çıkarmamız şartıyla!"
diyerek ve mahsulü yarı yarıya bölüşmek üzere, onlarla anlaşma yaptı.
Hayber arazisini, böylece, onlara işletti.[496]
Buna göre; Yahudiler çalışacaklar, ekecekler, dikecekler, elde
edilecek ekin ve hurma mahsullerinin yansını hizmetlerinin karşılığı olarak
alacaklardı.[497]
Abdurrezzak'ın İmam Zührî'den rivayetine göre de; Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hayber Yahudilerini, Hayber'den çıkıp gidecekleri sırada yanına
çağırdı.
Mahsulünü yarı yanya bölüşmek üzere Hayber hurmalık ve
ekinliklerini onlara teslim etti ve kendilerine:
"Allah sizi durdurdukça, bu iş üzerinde duracaksınız"
buyurdu.
Hayber'de, ne Peygamberimiz Aleyhisselam, ne de ashabı hesabına,
Yahudilerden başka işçi çalıştın İm amıştır.[498]
Ketibe'de yetişmiş 400.000 hurma ağacı vardı.[499]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mahsul zamanında Abdullah b.
Revâha'yı, sonra da Cebbar b. Sahr'ı Hayber'e gönderir, mahsul ve meyveleri
adalet ve hakkaniyet üzere tahminlettirip yan yarıya bölüştürürdü.
Abdullah b. Revâha, mahsulü tahminleyip ikiye böldükten sonra,
istedikleri bölüğü almakta Yahudileri serbest bırakır, yahut onlara:
"Siz tahminleyip bölünüz, birisini almakta beni serbest
bırakınız" derdi.[500]
Buna rağmen, Yahudilerin Abdullah b. Revâha'ya:
"Bize haksızlık ettin!" diyecek kadar ileri gittikleri
olur, Abdullah b. Revâha:
"İsterseniz, bize düşen sizin olsun! Size düşen de bizim
olsun!" diyerek olgunluk gösterirdi.[501]
Yahudiler, kadınlarının zinet takıntılarını toplayıp Abdullah b.
Revâha'ya:
"Bunlar senin olsun da, bize bölüştürmede iyilik et! Göz
yum!" dediler.
Abdullah b. Revâha:
"Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz bana Allah'ın yaratıklarının
en sevimsizi ve iğrencisinizdir!
Sizin bana teklif ettiğiniz ücret, bir rüşvettir. Rüşvet ise
haramdır! Biz onu ağzımıza koymayız, yemeyiz!" dedi.[502]
Yahudiler
"Gökler ve yer durdukça, hak ve gerçek olan da budur!"
diyerek, rüşvetin kendilerince de haram olduğunu itiraf ettiler.[503]
Abdullah b. Revâha, mahsulü 40.000 vesk olarak tahminlemiş, her
iki tarafa yirmişer bin vesk düşmüştü.[504]
Hayber Yahudileri, Abdullah b. Süheyl'i öldürünceye kadar,
Müslümanlardan hiçbir sert muamele görmediler.
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir de,
Hayber Yahudileri hakkında aynı şekilde hareket etti.
Hz. Ebu Bekir'in vefatından sonra da, Hz. Ömer, Hayber Yahudileri
hakkında, onlar işi azıtıncaya kadar, böyle hareket etti.[505]
Hz. Ömer'in devrinde Müslümanların elinde işçiler çoğalmış, toprağı işlemek kolaylaşmış, Yahudilere pek
ihtiyaç kalmam işti.[506]
Ketibe'nin yıllık hurma mahsulü tahminen S.OOOvesk idi. Bunun
yarısı olan4.000 vesk hurma yarıcı olan Yahudilere bırakılıyordu.
Ketibe'de ekilen arpanın yıllık hasılatı 3.000 sa' idi. Bunun
yarısı olan 1.500 sa' arpayı Peygamberimiz Aleyhisselam alıyor, 1.500 sa'ını da
Yahudilere bırakıyordu.
1.000 sa' tutan hurma çekirdeğinin de yarısı Peygamberimiz
Aleyhisselama aitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bütün bu arpa ve hurma mahsulleriyle
hurma çekirdeğinden, Müslümanlara vermekte idi.[507]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hayber üzerine yürüdüğü zaman, savaşın
sonucu hakkında Kureyş müşrikleri aralarında bahse girişmişlerdi.
Huvaytıb b. Abduluzzâ der ki:
"Hudeybiye sulhundan Mekke'ye döndüğümde, Muhammed'in bütün
halka galebe çalacağına kanaat getirmiştim.
Fakat, şeytan beni Muhammed'e tâbi olmaktan kaçındırdı ve dinime 5
an İttirdi!
Abbas b. Mirdas es-Sülemî Mekke'ye, yanımıza gelip Muhammed'in
Hayberliler üzerine yürüdüğünü ve Hayberier halkının pek çok askerler
topladığını ve Muhammed'in onların elinden kolay kolay kurtulamayacağını bize
haber verdi ve:
Kim isterse, Muhammed'in kurtulamayacağı hakkında, onunla bahse
girerim!' dedi.
Ona:
'Ben de, seninle bahse girerim!1 dedim.
Safvan b. Ümeyye ile Nevfel b. Muaviye:
'Ey Abbas! Ben senin yanında ve görüşündeyim!' dediler.
Kureyşflerden bazıları, benim görüşüme meylettiler.
Aramızda, arttıra artüra, 100 deveye kadar bahse giriştik!
Ben ve benim tarafımı tutanlar
'Muhammed galebe çalacaktır!' diyorduk.
Abbas ve onun tarafını tutanlar ise:
'Yahudilerve müttefiki Gatafanlar, galebe çalacaktır!' diyorlardı.
Sesler yükselmeye başladı.
E bu Süfyan b. Harb:
'Lât üzerine yemin ederim ki; Abbas b. Mirdas tarafını tutanların
bahsi kaybedeceklerinden korkuyorum!' dedi.
Safvan b. Ümeyye kızdı ve:
'Senin korkak olduğunu anladım!' dedi.
E bu Süfyan sustu."
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayberlileriyendiği haberi gelince,
Huvaytıb b. Abduluzzâ, kesiştiklerini,[508]
yani 100 deveyi aldı.[509]
Hayber'in fethedildiği sırada, Haccac b. Ilâtü's-Sülemî,
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Benim gerek Mekke'deki karım Ümmü Şeybe binti
Ebi Talha'nın yanında, gerek Mekkeli tüccarlarda dağınık bir halde mallarım
var.[510]
Yâ Rasûlallah! Bana izin ver de,[511]
gidip bu mallarımı alayım.
Eğer Müslüman olduğumu anlarlarsa, mallarımdan hiçbir şeyi ele
geçiremem" dedi.[512]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona izin verince, Haccac:
"Yâ Rasûlallah! Mallarımı kurtarabilmem için, senin hakkında
uygunsuz birşeyler söylemem de gerekecektir.[513]
Senin hakkında uygunsuz şeyler söylemem de bana helâl olur
mu?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisi hakkında istediğini
söylemesine de izin verdi.[514]
Haccac derki:
"Mekke'ye gittim. Seniyetü'l-Beyzâ-ki, Ten'im'dedir-mevkiine
erişince, orada Kureyş müşriklerinden bazı kişiler buldum ki, onlar Resûlullah
Aleyhisselamın Hayber üzerine yürüdüğünü haber almışlardı.
Hayberln Hicaz ülkesinde en mamur, en bol mahsul veren, ucuzluk,
aynı zamanda sarp ve sağlam, savaş erleri çok olan bir yer olduğunu da
biliyorlar; giden, gelen yolculardan, harekât sonucu hakkındaki haberleri
işitmek ve öğrenmek istiyorlardı.
Hayber harekâtının sonucu hakkında aralarında mal koyup bahse de
girişmiş bulunuyorlardı.
Onlar, beni görünce:
'Vallahi, haber bundadır!1 dediler.
Bana:
'Ey llât'ın oğlu! Hoşgeldin! Şu akrabalık bağlarını kesen kişi
hakkında sende bir haber var mı?1 dediler.
Onlara:
'Söyleyeceklerimi gizli tutmak şartıyla, evet!1
deyince, gizli tutacaklarına söz verdiler ve:
'Yâ Ebâ Muhammedi Haydi, bize haber ver! Biz, o akrabalık
bağlarını kesip atmış olan kişinin Hayber üzerine yürüdüğünü işittik.
Hayber bir Yahudi memleketidir ve Hicaz'ın en mamur ve mahsuldar
bir yeridir1 dediler.[515]
Onlar, benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı.[516]
Onlara:
'Muhammed'in Hayber üzerine yürüdüğünü, ben de işittim.[517]
Bu hususta edindiğim, getirdiğim haber, sizi sevindirecek mahiyettedir!' der
demez, devemin yanını sardılar, üzerime örüldüler, sabırsızlandılar:
'Ey Haccac! Haydi, ne olduğunu bize tezce söyleyiver! Bildiriver!'
dediler.[518]
Kendilerine:
'Muhammed'le ashabı, şimdiye kadar, çarpışmayı, savaşmayı
Hayberlilerden daha iyi bilen başka bir kavimle karşılaşmamıştı.
Hayberiiler, asker toplamak üzere Arap kabilelerine de
başvurmuşlar, on bin kişilik bir ordu toplamışlardı.[519]
Muhammed'le ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz
bir bozguna, yenilgiye uğradı ![520]
Muhammed'in ashabı, hiçbir zaman bir benzerini daha işitmediğiniz
bir öldürülüşle öldürüldüler![521]
Muhammed de, esaretin en biçimsizi ile esir edildi![522]
Hayberiiler
'Muhammed'i biz öldürmeyelim, Mekkelilere gönderelim de, onu
Mekkeliler, öldürülmüş olan adamlarına karşılık, kendileri, gözleri önünde
öldürsünler![523]
Yahut, onu bizden ve onlardan öldürülenlere karşılık, Mekkelilerin
gözleri önünde, biz öldürelim!
Onlar, eski hallerinin iadesi için kavim ve kabilelerine
başvurarak sizden eman dileyecek olurlarsa, onların size yaptıklarını siz de
onlara yapmadıkça, dileklerini kabul etmeyiniz!' dediler1 dedim.[524]
Sonra, Mekke'ye geldik. Müşrikler, Mekke'de:
'Bu Haccac, size haber getirdi. Muhammed esir edilmiş![525]
Onun yanınıza getirilmesini bekleyiniz! Mekke'ye getirilince, kendisi,
gözlerinizin önünde öldürülecek!1 diyerek bağırdılar."[526]
"Kureyş müşriklerine:
'Mekke'deki mallarımı, bonçl ulardaki alacaklarımı toplamak
hususunda siz de bana yardım ediniz ki, hezimete uğrayan Muhammed ile ashabının
satılacak ganimet mallarını satın almakta başka tüccarlar benden önce
davranmadan Hayber'e kendim yetişmek istiyorum!1 dedim.
Mekkeliler, hemen kalkıp Mekke'deki mallarımı (alacaklarımı)
toplayıp verdiler.[527]
Müşrikler, sevine sevine içkiler içtiler.[528]
Sonra, karımın yanına vardım.
Onun yanında da, bana ait mallar bulunuyordu.[529]
Ona:
'Haydi, yanındaki mallarımı[530]
toplayıp yanıma getiriver![531]
Tüccarlar benden önce davranmadan Hayber'e yetişeceğim![532]
Muhammed ile ashabının satılacak ganimetlerinden biraz şeyler satın almak
istiyorum.
Çünkü, onlar Hayberliler tarafından yenilgiye uğratılarak kanlan
helâli eştirilmiş, malları da yağ-malanmıştır!' dedim.
Bu acı haber, Mekke'de çabucak yayılmıştı.
Müslümanlar, tasalarından, mahvoldular!
Müşrikler ise, sevinçlerinden, kaplarına sığmadılar."[533]
Hz. Abbas, bu haberi işitir işitmez, arkasının üzerine yi kıldı.[534]
Evine güçlükle götürüldü.[535]
Hz. Abbas'ı, oğlu Kusem, sedirine yatırdı.[536]
Hz. Abbas, kapısının açık tutulmasını emretti.
Kapının önünde toplanan kadın erkek Müslümanlar, işittikleri
haberi doğru sanarak, küfür ve azgınlığın bu galebesinden mahvolmuş gibi
idiler.
Hz. Abbas ise, üzüntüsünü, tasasını belli etmemek için, düşmanlara
duyuracak derecede sesini yükselterek recez söylüyordu.
Müslümanlar Hz. Abbas'ın durumunun iyi olduğunu görünce, ferahladılar,
zindeleştiler ve güçlendiler.[537]
Hz. Abbas, kölesi Ebu Zübeybe'yi[538]
yanına çağırdı ve ona:
"Haccac'a git! Abbas, sana 'Sânı en yüksek, en yüce olan
Allah aşkına! Senin ağzından verilmiş olan haber gerçek midir?[539]
Senin getirdiğin haberin mahiyeti nedir? Senin söylediğin nedir? Allah'ın
(Resûlüne ve Müslümanlara) va'd ettiği hayır, senin getirdiğin haber olamaz!
(Getirdiğin haberle bağdaşamaz!)1 diyor, de!" dedi.
Haccac, Hz. Abbas'ın kölesine:
Ebu'l-Fadl'a benden selam söyle!
Evlerinden, ıssız, tenha bir yer hazırlasın!
Ben kendisinin yanına geleceğim.
Vereceğim haber kendisini sevindirecektir.[540]
Yalnız, benden işittiklerini gizli tutsun!" dedi.[541]
Ebu Zübeybe, Hz. Abbas'ın kapısının önüne gelip kavuşunca:
"Müjde yâ Ebel-Fadl!" diyerek seslendi.
Hz. Abbas, sevincinden sıçrayıp kalktı ve Ebu Zübeybe'nin alnından
öptü.
Ebu Zübeybe Haccac'ın söylediklerini bildirince, sevincinden, Ebu
Zübeybe'yi azad etü[542]
ve:
"On köle daha azad etmek boynuma borç olsun!" dedi.[543]
Haccac der ki:
"Tüccar çadırlarından bir çadırın içinde bulunduğum sırada,
Abbas b. Abdulmuttalib gelip yanımda durdu ve:
'Ey Haccac! Senin şu getirmiş olduğun haberin içyüzü nedir?1
diye sordu.
Kendisine:
'Sana onu emanet olarak söyleyecek olursam, gizli tutabilecek
misin?1 diye sordum.
'Evet! Gizli tutacağım!' dedi.
'Öyle ise, şimdi sen benden biraz geri dur! Ben seninle bir
tenhada buluşurum!
Görüyorsun ki; şimdi ben halk üzerinde alacağım olan mallarımı
toplamaya uğraşıyorum.
Ben bu işlerden boşalıncaya kadar, yanımdan ayrılıp git!' dedim.
Mekke'deki bütün mallarımı toplama işini bitirdikten ve yola
çıkmak üzre derlenip toparlandıktan sonra Abbas'la bul ustum."[544]
Haccac, bir gün, öğle vaktinde Hz. Abbas'ın yanına gelip, ona:
"Allah aşkına! Benden işiteceğin haberleri, üç gün, hiç
kimseye söylemeyeceksin!" diye yemin verdi.
Hz. Abbas da, üç gün içinde bu hususta hiç kimseye hiçbir şey
söylemeyeceğine yemin etti.[545]
Haccac:
"Yâ Ebe'l-Fadl! Sana söyleyeceklerimi muhakkak gizli
tutmalısın. Üç gün içinde Mekkelilerin arkamdan gelip beni yakalamalarından
korkarım.
Üç gün sonra, istediğini söyleyebilirsin" dedi.
Hz. Abbas:
"Öyle yaparım" diye söz verdi.[546]
Haccac:
"Ben Müslüman olmuşumdur.
Karımın
yanında ve Mekke halkı üzerinde de bir hayli alacaklarım vardı.
Eğer Müslüman olduğumu anlasalardı, bana hiçbir şey vermez I erdi.[547]
Vallahi, ben Resûlullah Aleyhisselamı, o kardeşinin oğlunu,
Hayberl fethetmiş, orada Hayber ganimetinden Allah ve Resûlünün hisselerini
ayırıp almış, sahabilerine hisselerini dağıtmış, Hayber hükümdarının kızı
Safiyye ile de evlenmiş olarak gerimde bırakmış bulunuyorum!" dedi.[548]
Hz. Abbas:
"Ey Haccac! Sen neler söylüyorsun?![549]
Ben Hayber'i iyi bilirim. Orası, Hicaz'ın en mamur, en verimli, en
ucuzluk ve bolluk bir yeridir.
Hayberliler ise sayıca çoklukturlar, savaş için çok hazırlıklı ve
güçlüdürler!
Gerçek mi dersin bu söylediklerin?!" dedi.[550]
Haccac:
"Evet! Vallahi, iş böyledir![551]
Ebil-Hukayk'ın oğlu öldürüldü![552]
Resûlullah Aleyhisselam, Huyey'in kızı Safiyye'yi kendisine ayırdı
ve azad edip zevceliğe kabul olunmak veya ev halkına iade edilmek arasında
serbest bıraktı.
O da, azadlanıp zevce olmayı tercih etti.
Ben, buraya, alacaklarımı toplayıp götürmek için gelmiş
bulunuyorum.
Resûlullah Aleyhisselamdan izin istedim. İstediğimi söylemem için
de, kendisi bana izin verdi.
Sen benden işittiklerini üç gün gizli tut, sonra istediğini söyle![553]
İşini açıkla!
Vallahi, o, senin hoşuna gidecek bir halde ve durumdadır!"
dedi.
Hz. Abbas, üç gün geçince, üzerine kaftanını giydi, koku süründü,
asasını eline aldı.[554]
Haccac b. I lâfın evine kadar gitti. Kapıyı çaldı ve:
"Haccac nerede?" diye sordu.
Haccac'ın karısı:
"Yahudilerin hezimete, yenilgiye uğrattıkları Muhammed ile
ashabından aldıkları ganimet mallarını başka tüccarlardan önce davranıp satın
almak üzere Hayber'e gitti.[555]
Ey Ebe'l-Fadl! Allah seni hor ve hakîr etmesin!
Sana erişmiş olan haber, bize de çok ağır ve çetin geldi!"
dedi.
Hz. Abbas:
"Evet! Allah beni hor ve hakîr etmemiştir ve hamdolsun, vâki
olan da ancak hoşlandığımız, arzuladığımız şeyden ibarettir
Yüce Allah, Resûlüne Hayberln fethini müyesser kılmış, onların
ganimet mallan Müslümanlar arasında bölüşülmüş, Resûlullah Aleyhisselam
Safiyyeyi kendisine seçmiştir! Eğer sana kocan lazımsa, git, ona kavuş![556]
Kocan Haccac Müslüman olmuş ve Resûlullah Aleyhisselamla Hayber'in fethinde bulunmuştur.
Sen, onun dinini istemedikçe, karısı değilsindir!
O, buraya malını alıp götürmek için gelmiş, malını alınca da, senden ve senin ailenden
kaçmıştır!" dedi.
Kadın:
"Yâ Ebe'l-Fadl! Gerçek mi söylüyorsun?!" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Evet! Vallahi, söylediklerim gerçektir!" dedi.[557]
Kadın:
"Vallahi, sanırım ki, sen herhalde doğru söylüyorsun d
ur" dedi.
Hz. Abbas:
"Ben vallahi doğru söylüyorum! İş, sana haber verdiğim şekildedir" dedi.[558]
Kadın:
"Bunları sana kim haber verdi?" diye sordu.
Hz. Abbas:
"Sana acı haberi veren, haber verdi!" dedi.[559]
Kadın:
"Söylediklerin, inanılabilecek, güvenilebilecek şeylerdir.
Sen herhalde doğrusundur, doğru söylüy-orsundur!" dedi, kalkıp durumu
ailesi halkına haber verdi.[560]
Hz. Abbas, Haccac b. Ilât'ın evinden dönüp Kabe Mescidine kadar
gitti.
Kureyş müşrikleri, o sırada, Haccac'ın işini konuşuyorlardı.[561]
Hz. Abbas, Kabe'yi tavaf etti.[562]
Müşrikler Hz. Abbas'a ve onun haline bakıyorlar; kaslarıyla,
gözleriyle birbirlerine işaret ederek kendisinin felâket ve musibet
karşısındaki soğukkanlılığına ve dayanıklığına şaşıyorlardı.
Beytullah'ı tavaf sırasında,[563]
ona:
"Yâ Ebe'l-Fadl! Senin bu halin, vallahi, musibet ve felaket
ateşine karşı son derecede bir dayanık-lılıkve
soğukkanlılıktır![564]
Sen üç günden beri hiç görünmedin, nerede idin?[565]
Sana, senin başına (bir daha) hayırdan başka birşey gelmesin!"
dediklerinde, Hz. Abbas:
"Evet! Allah'a hamdolsun ki, bana hayırdan başka birşey de
gelmemiştir.[566]
Hayır! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederek size
bildiririm ki; Muhammed Aleyhisselam Hayber'i fethetmiş ve (fethi
gerçekleştirmek üzere de) onların reisi Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiyye ile
orada evlenmiş, Hayber'deki mallara ve herşeye el koymuştur! Şimdi, Hayber'deki
bütün mallar onun ve ashabınındır![567]
Yesrib ve Hayber'de Nadir oğulları Yahudilerinin görmüş
bulunduğunuz elebaşıları Ebi'l-Hukayk oğullarının boyunları vurulmuş,[568]
Hayber ganimetleri Müslümanlar arasında bölüştürülmüştür!" dedi.[569]
Kureyş müşrikleri:
"Bunu sana kim haber verdi?[570]
Bu haberi sana kim getirdi?" diye sordular.
Hz. Abbas:
"Size o haberi getirmiş olan kişi, bu haberi de getirmiş;[571]
bunu üç gün gizli tutmamı, açıklama-maklığımı benden istemiştir.
Kendisi, buraya, Müslüman olarak ve buradaki mallarını alıp
götürmek üzere gelmiştir.[572]
Malını alıp Muhammed Aleyhisselamla ashabına kavuşmak ve onun
yanında bulunmak üzere, buradan savuşup gitmiştir.[573]
İsterseniz, karısına haber salar, gidip gitmediğini
sorabilirsiniz!" dedi.
Kureyş müşrikleri, Haccac'ın karısına hemen bir adam saldılar.
Haccac'ı, karısının bile haberi olmadan, malını alıp gitmiş
buldular.
Yaptıkları soruşturma neticesinde, Hz. Abbas'ın söylediklerinin
hepsinin doğru olduğunu anladılar.
Aradan beş gün bile geçmemişti ki, bu hususta Kureyş müşriklerine
haber geldi: Hayberln gerçekten fethedildiği öğrenildi.[574]
Kureyş müşrikleri, Mekkelilere:
"Ey Allah'ın kulları! Allah düşmanı[575]
Haccac bizi aldatmış![576]
Mallarını toplayıp kaçmış!
Vallahi, biz bunun böyle olduğunu bilseydik, bizimle onun arasında
iş olur biterdi!" dediler.[577]
Hz. Abbas Müslümanların yanlarına gitti, durumu onlara haber
verdi.
Evlerinden tasalı ve kaygılı çıkan Müslümanların yüzlerini
güldürdü, kendilerini sevince boğdu.
Yüce Allah, Mekke'deki Müslümanların üzerlerindeki bütün tasaları,
kaygıları müşriklerin üzerlerine itiverdi.[578]
[1] İbrı
İshak, İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 634, İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 115, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 21 6.
[2] Berid,
4 fersahtır. 1 fersah, 3 mildir. 1 mil, 4000 adımdır. 1 adım da, 3 ayaktır.
(Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 43).
[3] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 409.
[4] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 409.
[5] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 545.
[6] İbn
Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,
s. 176.
[7] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 201.
[8] Vâkıdı,
M egâzf, c. 1, s. 375, Halebî, İnsan, c. 2, s. 565, 566.
[9] Vâkıdı,
Megâzî, c. 2, s. 441.
[10] İbn
Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 130.
[11] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225.
[12] Beyhakî,
Sünen, c. 9, s. 232.
[13] Vâkıdı,
Megâzî, c.2, s. 441.
[14] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 225, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 441.
[15] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 441,442.
[16] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 443.
[17] Vâkıdî,
c. 2, s. 442, 443, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 ,s.343.
[18] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 227, 230, 231, Vâkıdî, c. 2, s. 444, 494, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 66, Belâzurî,Ensâb, c. 1, s. 344, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 484.
[19] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 530,531 .
[20] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 92.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
566.
[22] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 566, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 186.
[23] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 92, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 74, Taberî, Târîh,
c. 3 s. 171, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 15, Halebî, c. 3, s. 186.
[24] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 266.
[25] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 566.
[26] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 566, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 92, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 111, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 160.
[27] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 566, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 92.
[28] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 566.
[29] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 566, 567.
[30] Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 187.
[31] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 567, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 92, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 111, Halebî, İnşân, c. 3, s. 187.
[32] Vâkıdî,
c. 2, s. 562, 563, İbn Sa'd, c. 2, s. 89, 90, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 3 378,
Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 73, 74, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
111 , İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 135.
[33] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 298, Serahsf, Mebsût, c. 10, s. 86.
[34] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 593, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahîh, c. 3,
s. 179, Taberî, Târîh, c. 3, s. 74.
[35] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 593.
[36] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 593, Abdurrezzak, c. 5, s. 333, Buhârî, c. s. 179, Taberî, c. 3
s. 74.
[37] Ebu
Yusuf, Kitâbu'l-haraç, s. 209, 210.
[38] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 334, Vâkıdî, c. 2, s. 611, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 351 , Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[39] Serahsf,
Siyeru'l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/19-24.
[40] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 106.
[41] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 634.
[42] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 634, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 106.
[43] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/24-25.
[44] Vâkidf,
Megâzî, c.2, s. 634,635.
[45] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 635, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[46] Ahm
ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
[47] Vâkıdî,Megâzîıc.2ıs.635.
[48] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 423.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/25-27.
[49] Vâkidi,
Megâzî, c. 2, s. 635.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/27.
[50] Vâkidf,
Megâzî, c.2, s. 637.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/27-28.
[51] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 238, İbn
Hazm, Cevâmiu's-are, s. 214, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 216, İbn Seyvid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 139, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 202,
İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 53, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 173, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
2, s. 55.
[52] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 685,687.
[53] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 685.
[54] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 271, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
205.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/28-29.
[55] Vâkıdî,
Megâzî, c. 636, İtan Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 345, Taberî, Târih, c. 3, s. 91 .Hâkim, Müstednek, c. 3, s. 36,37,İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 216,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 181.
[56] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, İbn Hazm, Cevâmiu's-a>e, s. 211,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/29.
[57] İbrı
İ shak, İbn_Hişam, Sîre, c. 3, s. 342, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 649, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106, İbn Hazm Cevâmiu's-aYe, s. 21 2, İbn
Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 38.
[58] İbn
İshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 347, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 644, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 106.
[59] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 43.
[60] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 638.
[61] İbn
Ea"r, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 17, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 6, s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/30.
[62] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 43, Halebî, İnsânu'l-u^ûn, c. 2, s. 730.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/30.
[63] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[64] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 86.
[65] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 300.
[66] Sem
hûdf, Vefâu'l-vıefâ, c. 4, s. 1323.
[67] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 128, Semhûdf, Vefa, c. 4, s. 1267.
[68] Semhûdf,
Vefâu'l-vefâ, c. 3, s. 1027.
[69] İbn
İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 244, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638.
[70] Sem
hûdf. Vefâu'l-vefâ. c. 3. s. 1028.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/31.
[71] Sem
hûdî, Velau'l-vela, c. 3, s. 1028.
[72] Semhûdî,
Velau'l-vela, c. 3, s. 1028.
[73] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 639, 640.
[74] Diyarbekrî,
Târihu'l-hamîs, c. 2, s. 44.
[75] Vâkıdi,
M egâzî, c.2,s.639,640, Diyarbekrî, Târıhu'l -hamis, c. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/31-32.
[76] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre,c.3, s. 342.
[77] Ahm
ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[78] Buhârî,
Sahih, c. 5, s. 72.
[79] Ahm
ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 47, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[80] İbn
İshak, İbn Hişam, Sıre, c. 3, s. 342, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 638, İbn Sa'd,
Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 111 , Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 431 , Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 148.
[81] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 638, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 308, Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 72.
[82] Ahm
ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 48, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72.
[83] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 111.
[84] İbn
İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 111, c. 4, s. 303, Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 4. s. 48.
Buhârî. Sahih. c. 5. s. 72.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/32-34.
[85] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 640, Diyarbekıf, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 44.
[86] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 640.
[87] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 44.
[88] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 640, 641 .
[89] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 641, Diyarbekıf, TânTiu'l-hamfs, c. 2, s. 44.
[90] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 641.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/34-36.
[91] Vâki
cif, Megâzî, c. 2, s. 640, 642.
[92] Vâkidf,
Megâzî, c. 2, s. 650.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/36-37.
[93] Kays b.
Abbâd, "Resûlullah Aleyhisselamın ashabı, üç yerde, 1) çarpışma arasında,
2) cenaze sırasında, 3) zikir sırasında sesi yükseltmekten hoşlanmazlardı"
der. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, c. 12, s. 462, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 153).
[94] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 394, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 75.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/37.
[95] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 641.
[96] Sem
hûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 4, s. 1233.
[97] Sem
hûdf, Vefa, c. 3, s. 1028.
[98] Semhûdf,Vefâ,
c. 4, s. 1288.
[99] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 641.
[100] Semhûdf,
Vefa, c. 3, s. 1028.
[101] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 641,642.
[102] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 343, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 642, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüwe, c. 4, s. 203, 204, İbn Ea>,
Kâmil, c. 2, s. 217, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 131, Zehebî, Megâzî, s.
21 7, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 148, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 183, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 45,
Halebî, İnşân, c. 3, s. 729, Zürfcânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c.2, s. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/37-38.
[103] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 730.
[104] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 642.
[105] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 637, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 730.
[106] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 737, 738.
[107] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 44, 45.
[108] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 642.
[109] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[110] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 109, Buhârî, Sahîh, c. 1, s. 97.
[111] İbn
İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343.
[112] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 109, Buhârî,
c. 1, s. 98, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[113] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 183.
[114] Baltalan
ve kazmalanyla (Vâkıdî, c. 2, s. 642, İbn Sa'd, c. 2, s. 106).
[115] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 343, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 111.
[116] Mâlik,
M uvatta1, c. 2, s. 468, İbn Sa'd, c. 2, s. 108, Buhârî, c. 5, s.
73.
[117] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 343, Vâkıdî, c. 2, s. 642, 643, İbn Sa'd, c. 2, s.
108,1 09.
[118] Ahmed
b. Hanbel, c. 3, s. 111, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 113.
[119] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 344, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 468, 469,
Vâkıdî, c. 2, s. 643, İbn Sa'd, c. 2, s. 109, Buhârî, c.
1, s. 98, c. 5, s. 73, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 121 Beyhakî, Sünen, c. 9, s.
153, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 148.
[120] Ahmed
b. Hanbel, c. 3, s. 111, Buhârî, c. 1,s.98.
[121] Buhârî,
Sahîh, c. 1, s. 228, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79.
[122] Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 551.
[123] Süheylf,
c. 6, s. 551, İbn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 79, Aynf, Umdetu'l-kârf, c. 17, s.
237, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1 75, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 45, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 730.
[124] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643.
[125] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vetâu'l-vetâ, c. 3, s. 1028.
[126] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643.
[127] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 660.
[128] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Semhûdf, Vefa, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 45.
[129] Semhûdf,
Vetâ, c. 3, s. 1028, Diyarbekrî, c. 2, s. 45.
[130] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/38-41.
[131] Diyarbekıİ,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46.
[132] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 731.
[133] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46.
[134] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 731.
[135] Diyarbekıi,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46.
[136] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 731.
[137] Diyarbekıİ,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 46.
[138] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643.
[139] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 731.
[140] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 644, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/41-42.
[141] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 45.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/43.
[142] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 45, 46).
[143] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 644.
[144] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 644, Diyarbekrî, Târîîıu'l-hamfs, c. 2, s. 46.
[145] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/43-44.
[146] Vâkidi,
Megâzî, c. 2, s. 644, 646.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/44.
[147] Taberr,Târıh,c.3,
s. 93, Hâkim, Müstedrek, t 3, s. 37, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[148] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 349, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353,
Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 6, s. 150.
[149] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 37.
[150] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353,
Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 37, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 150.
[151] Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 37.
[152] Diyarbekrî,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 48.
[153] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/44-45.
[154] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 653.
[155] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/45.
[156] Yahut,
Kinane b. Ebi'l-Hukayk (İmam Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 281,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 46).
[157] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 645, 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/45-46.
[158] İtan
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 110,111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51,
52, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[159] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr [Serahsf Şerhi], c. 2, s. 606.
[160] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2,3.110,111, Ahmed ta. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 51, 52,
Müslim, Sahih, c. 4, s. 1440.
[161] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 49.
[162] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 49.
[163] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Kastalânf, c.
1,s.176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49.
[164] Vâkıdî,
c. 2, s. 658, Kastalânf, c. 1, s. 176, Diyarbekrî, c. 2, s. 49, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 729.
[165] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 658.
[166] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 658, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 303.
[167] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/46-47.
[168] Vâkıdı,Megâzı,c.2,s.
653.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/47-48.
[169] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 643, Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 2, s. 731.
[170] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 375, Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 2, s. 565, 566.
[171] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 644.
[172] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 640, 642, 643.
[173] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 644, 645.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/48.
[174] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 650.
[175] Diyarbekrî,
Târflıu'l-hamfs, c. 2, s. 48.
[176] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 650, 651.
[177] Musa
b. Ukbe'den naklen Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 4, s. 1170, Diyartoekrf,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 55.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/49-50.
[178] Vâkıdı,
Megâzı, c. 2, s. 651, 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/50-51.
[179] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 652.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/52-55.
[180] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 646, 648.
[181] Mancınık;
en eski savaş araçlarından büyük bir sapan idi ki, savaşlarda düşman taralına,
düşmanlara ve kalelerine büyük büyük taşlar atmak için kullanılırdı (M. Salahf,
Kâmûs-u Osm ânf, c. 4, s. 383). Bugün, onun yerini top almıştır (Mütercim Âsi m
E fendi, Kâm üs Tercem esi, c. 3, s. 80).
[182] Debbâbe;
kalın deri ve tahtalardan yapılmış, kale duvarlarını yükseltirken işçi ve
ustaların içine girip çalışabilecekleri, üzeri kapalı seyyar iskeledir ki,
savaşlarda da, kuşatılan kalelerin delinmesi, alınması için surlara
yanaştırılır, içine askerler girer, onları üzerlerine atılacak taş ve oklardan
korurdu. (Ibn Esîr, Nihâye, c. 2, s. 96).
[183] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 647, 648, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 733.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/52-55.
[184] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 349, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 653, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 5, s. 553, Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih,
c. 3, s. 1441, Yâkubî, TânTı, c. 2, s. 56, Taberî, TânTı,
c. 3, s. 93, Beyhakî, D elâi lü'n -nüb üwe, c. 4, s. 205, 209, İ bn E siY, K âm
il, c. 2, s. 219, Zehebî, M egâzf, s. 339, E tau'l-F idâ, el-Bi dâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 186, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 149, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 175, Diyarbekrî, Târîhu'l-
hamfs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsanu'l-uyûn, c. 733, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c.
2, s. 223.
[185] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353,
Buhârî, Sahih, c. 4, s. 207, c.5, s. 77,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 144 Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, c. 4,
s. 205, 209, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 150.
[186] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 353.
[187] Tabeıî,
Târih, c. 3, s. 94, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 211 , İbn Esir, Kâmil, c. 2, s.
21 9 Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,s. 187.
[188] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhârî,
Sahih, c. 4, s. 57, s. 5, s. 76, Müslim, Sahih,
c.3, s. 1872, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 132, İbn Hacer, Metâlibu'l-
âliye,c.4,s.239.
[189] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Vâkıdî, c. 2, s. 653, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s.
99, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 56, Beyhakî, Delâil, s. 4, s. 209, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 151.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/56.
[190] Buhârî,
Sahîh, c. 4, s. 207, c. 5, s. 76.
[191] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 553, 554.
[192] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 48.
[193] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 354, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 151.
[194] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 16, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 209,
Heysemî, Meanau'i-ievâid, c. 9, s. 124.
[195] Müslim.
Sahih. c. 4. s. 1872.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/56-57.
[196] Bu
hân, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim , Sahih, c. 4, s. 1872.
[197] Müslim,
Sahih, c. 4, s. 1871, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c. 6, s. 151.
[198] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 734.
[199] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 153.
[200] Müslim,
Sahîh, c. 4. s. 1873.
[201] Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 734.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/58.
[202] İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 187.
[203] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 151, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 735.
[204] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 654, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 111, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, c. 5, s. 354.
[205] Beyhakî,
Sünen, t 9, s. 132.
[206] Bu
hân , Sahîh, c. 5, s. 77, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872.
[207] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 99, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 6, s. 124,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 735.
[208] Süheyif,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 560.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/58-59.
[209] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 49, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 737.
[210] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 349, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 210, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 135, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 186, İbn Hacer,
Metâlibu'l4liye, c. 4, s. 240, Halebî, c. 2, s. 737.
[211] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s.
110, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 210,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 135, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 186, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 240, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 737.
[212] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 11 0, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 206, Zehebî, Megâzî, s.
340, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 185.
[213] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 110, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1872, Beyhakî, c. 4, s. 206,
Zehebî, s. 340, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 185, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s.
49.
[214] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 110, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 384, 385,
Müslim, Sahih, c. 4, s. 1872, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 38, Beyhakî, Delâil,
c. 4, s. 4, s. 206, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 133, Zehebî, s. 340.
[215] Ahmedb.
Hanbel, Müsned, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 76, 77, Müslim, Sahih, c.
4, s. 1 872, Beyhakî, c. 4, s. 205, Zehebî, s. 339, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 185,
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 49, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 2, s. 224.
[216] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu'l-uyÛn, c. 2, s. 737.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/59-60.
[217] İbn
Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 186,
İtan Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 240, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2,
s. 49.
[218] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 72, 73.
[219] Vâkidi,
Megâzı, c. 2, s. 654, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 737.
[220] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 654.
[221] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 657.
[222] İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 219.
[223] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 348, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 657, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 93, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 189.
[224] Taberî,
Târih, c. 3, s. 93.
[225] Vâkıdî,
Megâzı, c. 2, s. 657, Taberî, Târih, c. 3, s. 93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/60-62.
[226] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 657.
[227] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 348.
[228] Diyarbekri,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 50.
[229] Müslim,
Sahih, t 3, s. 1440, Taberî, Târih, c. 3, s. 94, İbn EsTr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[230] Diyarbekri,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 737.
[231] Taberî,
Târih, c. 3, s. 94.
[232] Taberî,
Târih, c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 737.
[233] Diyarbekri,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 50.
[234] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 655.
[235] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52.
[236] İbnSa'd,
Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 52, Müslim, Sahih, c.
3, s. 1441, Hâkim , Müstedrek, c.3,s.39.
[237] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 347, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 357, Taberî, c. 3, s.
93, Heysemî, Meonau'i-zevâid, c. 5, s.
150, Diyarbekrî, s. 2, s. 50,51 .
[238] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 52,
Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441, Taberî, Târih,
c. 3, s. 94, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 39, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 6, s.
566, İbn Abdilberr, İsti âb, c. 2, s. 787, İbnEsîr, Kâmil, c. 2,s. 220.
[239] Diyarbekri,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 50, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 738.
[240] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 358, Müslim, c. 3, s.
1441, Heysemî, Meanau'i-zevâid, c. 6, s.150.
[241] İbn
Esîr, c. 2, s. 220, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[242] Taberî,
c. 3, s. 94, Diyarbekri, c. 2, s. 50, Halebî, c. 2, s. 738.
[243] İbn
Sa'd, c. 2, s. 112, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 39,
Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[244] Ahmedb.
Hanbel, c. 5, s. 358, 359, Heysemî, c. 6, s. 150, Diyarbekrî, c. 2, s. 50.
[245] Heysemî,
Mecmau'i-ievâid, c. 6, s. 152.
[246] İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 220.
[247] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2. s. 657.
[248] Diyarbekri,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 51.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/62-64.
[249] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 687.
[250] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 349, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 653, Buhân, Sahih,
c. 4, s. 57, c. 5, s. 36, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1872, Yâkubî, TâriVı, c. 2,
s. 56, İbn Hacer, Metâlibu'l-âlive, c. 4, s. 239.
[251] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 647.
[252] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsan, c. 2, s. 740.
[253] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, 653, Halebî, c. 2, s. 732.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/64-65.
[254] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 653, Halebî, c. 2, s. 732.
[255] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 63, 64, Vâkıdî, c. 2, s. 648, 649.
[256] Vâkıdı,
Megâzî, c. 2, s. 652.
[257] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 649.
[258] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 657, 658.
[259] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 377, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 1, s. 85.
[260] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 649, İbn Abdilbeır, İstiâb, c. 1 , s. 85.
[261] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/65-66.
[262] Aynı
kaynaklar.
[263] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85,
Beyhakî Delâilü'n-nübüvvıe, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
142.
[264] Vâkıdî,
c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.2,s.
150, Zehebî, Megâzî, s. 347, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 190.
[265] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 649, Beyhakî, c. 4,s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 190,191.
[266] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 287, 288, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım,
c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 190,
191.
[267] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, İbn Seyyid, c. 2,
s. 142.
[268] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, Beyhakî, c. 4, s.
220, Zehebî, s. 347, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191 .
[269] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 649, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 220, İbn Kayyım
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 150, Zehebî, M egâ zf, s. 3 47, E bu'l-F idâ, el-Bi dâye
ve 'n-n ihâye, c. 4, s. 191.
[270] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 85,
Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, Uyûnu'l-
eser, c.2, s. 142, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191.
[271] Vâkıdî,
c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Seyyid, c. 2, s. 142.
[272] Aynı
kaynaklar.
[273] Vâkıdî,
c. 2, s. 649, Beyhakî, c. 4, s. 220, İbn Kayyım, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 191.
[274] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 649.
[275] İbn
İshak, İtan Hişam, c. 3, s. 359, Zehebî, s. 347, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191 , İbn
Kayy,m, c. 2, s. 150.
[276] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Abdilberr, c. 1, s. 85, 86, İbn Seyyid, c.
2, s. 1 42.
[277] Beyhakî,
Delâil, c. 4, s. 221, Zehebî, s. 348, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 191, İbn Kayyım, c.
2, s. 150.
[278] Beyhakî,
c. 4, s. 220, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 1 91, İbn Kayyım, c. 2, s. 150.
[279] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 359, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/66-69.
[280] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 658, 659.
[281] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 346.
[282] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 346, Vâkidî, Megâzî, c. 2, s. 659.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/69.
[283] Vâki
cif, Megâzî, c. 2, s. 660, 661.
[284] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 50, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 72, Müslim , Sahih, c.
3, s. 1429,1 540.
[285] Bu
hân , Sahih, c. 5, s. 73, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1540.
[286] İbn
Sa'd. Tabakâtü'l-kübrâ. c. 2. s. 113. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1540.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/69-71.
[287] Vakıdi, Megazi, c.2, s.
659, 661; Halebi, İnsanu’l-Uyun, c. 2, s. 741.
[288] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s.
663-700.
[289] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s.
663, İbn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.3, s. 461.
[290] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s.
663, İbn Hacer, el-İsâbe, c.2, s. 471.
[291] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346, Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s. 659,
Taberi, Tarih, c.3, s. 93.
[292] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.3, s. 346.
[293] Vakıdi, Meğâzi, c. 2, s.
664-665.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/71-74.
[294] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 681.
[295] Aynı
kaynaklar.
[296] Mâlik,
Muvatta1, c. 2, s. 460, Zürkânf, c. 3, s. 322.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/74-76.
[297] Beyhakî,
Sünen, c. 4, s. 16, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/76-77.
[298] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 666.
[299] Vâkıdî,
Megâzı, c. 2, s. 666, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 742.
[300] Vâkıdî,
Megâiı, c. 2, s. 666, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 742, 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/77-78.
[301] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 667.
[302] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 667, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[303] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 667, 669.
[304] Semhûdf,
c. 4, s. 1236.
[305] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 667, 668, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 198,
Halebî, İnşânu'l-uyûn, c. 2, s. 743.
[306] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 668.
[307] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 668, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 198, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/78-79.
[308] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 664.
[309] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 648.
[310] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 668, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 753.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/80.
[311] Vâkıdî,
M egâzf, c. 2, s. 668, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 198, Suyûtî,
Hasâisu'l-kübrâ, c. 2, s. 56, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 743.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/80.
[312] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 669.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/80.
[313] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 648.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/80-81.
[314] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 199.
[315] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 106.
[316] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 398.
[317] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670.
[318] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 48, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 744.
[319] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 199.
[320] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670.
[321] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, 352.
[322] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/81-82.
[323] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebîr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 110, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 157, 158, Belâzurî, Fütûhu'l-buldân, c.
1, s. 25, 26, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 225-226, 231-232, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 251, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
199.
[324] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 671.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/82-83.
[325] Vâkidif
Megâzî, c. 2, s. 671, Halebî, İnsânu'l-u^ûn, c. 2, s. 680.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/ 83.
[326] İbn
İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 680.
[327] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 680.
[328] Bu
hân , Sahîh, c. 5, s. 81.
[329] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 680, 681, Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 2, s. 745.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/83-84.
[330] Vâkidi,
Megâzî, c. 2, s. 680, 681.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/84.
[331] Buhârî,Sahîh,c.5,
s. 81.
[332] Vâki
dr, Megâzî, c. 2, s. 375. Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 565, 566, 746.
[333] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[334] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 671,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsan, c. 2, s. 746.
[335] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279.
[336] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112.
[337] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 138, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 745.
[338] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 30.
[339] İmam
, Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151.
[340] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151.
[341] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 746.
[342] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 30.
[343] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1 , s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 242, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1,s.3O.
[344] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 152.
[345] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 1 38, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 199,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 745.
[346] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671.
[347] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 152.
[348] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1 , s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 199,
Halebî, c. 2, s. 746.
[349] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279.
[350] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 671, 672.
[351] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 152.
[352] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672.
[353] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 280, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46.
[354] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Taberî, Târîh, c. 3, s. 93, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/84-87.
[355] Ebu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 158, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 138.
[356] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 138.
[357] İmam
Muhammed, Siyenj'l-kebfr, c. 1, s. 280, 281, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672,
Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 2, s. 26, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye vıe'n-nihâye, c.
4, s. 197.
[358] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 672.
[359] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 672, Diyarbekıf, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 47.
[360] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351.
[361] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 762.
[362] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 672, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 746.
[363] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/87-88.
[364] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 46, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 745.
[365] Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 746.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/88-89.
[366] Belazuri,
Futuhu’l-Buldan, c. 1, s. 130.
[367] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 672, 673.
[368] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 673.
[369] Vâkıdî,
c. 2, s. 673, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 112, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 138, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 151.
[370] Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 199.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/89.
[371] Vâkıdı,
Megâzı, c. 2, s. 675, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 154.
[372] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172.
[373] Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf,
Vetâu'l-vefâ, c. 4, s. 1179, Diyarbekrî, Târflıu'l-hamfs, c. 2, s. 55.
[374] İbn
Esîr, Nihâye, c. 1, s. 307, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172, Semhûdf,
Vefâu'l-vefa, c. 4, s. 1179.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/90.
[375] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 677.
[376] Vâkıdı,
Megâzı, c. 2, s. 665, 666.
[377] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 677, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 154, 155, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 211 , 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/91-93.
[378] İbn
İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 677, Taberî,
Târih, c. 3, s. 95.
[379] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 4, s. 1 421, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 673.
[380] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 677, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1 81.
[381] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[382] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 677.
[383] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 677, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[384] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 338.
[385] İbn
İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,
s. 181.
[386] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 181 .
[387] İbn
İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Kastalânf, Mevâhib, t 1. s. 181.
[388] İbn
İshak, İ bn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 214.
[389] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174.
[390] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 678, E bu Dâvud, Sünen, c.4, s. 174, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 210, Heysemi, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 153.
[391] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, ç. 2, s. 678, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 4, s. 175, Taberî, Târih, c. 3,
s.95, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre,s. 214, İbn Esîr,Kâmil, c. 2, s. 221, İbn
Haldun, Târih, c.2,ks. 2, s. 39, Heysemî,Meonau'z-zevâid,
c. 6, s. 398, 399, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 210, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 181.
[392] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 678, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 155, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 310, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 153,
154.
[393] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 209.
[394] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 314.
[395] Ebu
Dâvud, Sünen, c. 4, s. 175, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 21 9, Süheylf,
Ravdu'l-ünüf, c. 6, s. 572.
[396] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa'd,
Tabak ât, c. 8, s. 314, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâyeve'n-nihâye, c. 4, s. 210.
[397] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 679, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 314, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 155.
[398] Bu
hân , Sahih, c. 5, s. 1 37.
[399] Müslim,
Sahih, c.4, s. 1721.
[400] İbn
İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 95, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 222, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 155, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 210, 211.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/93-96.
[401] İbn
İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 352, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 4, s. 1 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 95.
[402] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 174, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s.
222, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 210.
[403] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 4, s. 1 74, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 210.
[404] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 4, s. 1 421, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 678.
[405] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhamm ed, Siyer, c. 4, s. 1421, Vâki df,
c. 2, s. 678, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr, c. 2, s. 222.
[406] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, İmam Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 4, s. 1 421,
Vâkıdî, c. 2, s. 678, Ebu Dâvud, c. 4, s. 174, Taberî, c. 3, s. 95, İbn Esîr,
c. 2, s. 222.
[407] Müslim,
Sahih, t 4, s. 1721, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173,174.
[408] Ebu
Dâvud, Sünen, c. 4, s. 173, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 155.
[409] İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 55.
[410] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 115, 116, ^med b. Hanbel, Müsned, c. 2, s.
451, Buhârî, Sahih, c. 7, s. 32, İbn Kayyı m, Zâdu'l-m ead, c. 2, s. 155,
Zehebî, Megâzî, s. 362, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 208, 209.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/96-99.
[411] İbn
İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 350.
[412] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 210.
[413] Ahmedb.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102, Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 153.
[414] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 674.
[415] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 220, 221.
[416] İbn
İshak İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350, 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 673, İtan
Estr, Kâmil, c. 2, s. 220,221.
[417] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 674, 675.
[418] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre, c. 3, s. 350, 351.
[419] Ebu
Yusuf, Kitâbu'l-haraç, s. 22, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emval, s. 19, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 152.
[420] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/99-100.
[421] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 674.
[422] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 351, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 674, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 121, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 26, 27, İbn
E ar, Kâmil, c. 2, s. 221, İbn Ka^ım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 152.
[423] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 707.
[424] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[425] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 707.
[426] Vâkıdî,
c. 2, s. 707, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8. s. 123.
[427] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[428] Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[429] İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 123.
[430] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 1 21.
[431] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 707, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 1 25, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 99.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/101-102
[432] İbnİsJıak,
İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 345, 346, Vâkıdî, c. 2, s. 682, İbn Sa'd, c.2, s.
115, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 108, 109.
[433] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 345, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 125, İbn Seyyid,
Uyünu'l-eser, c. 2, s. 133.
[434] İmam
Muhammed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 1 33.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/102-103.
[435] İbn Haldun, Târîh, c. 2,
ks. 2, s. 39.
[436] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 699.
[437] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[438] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 699-700, İbn Sa'd, c.2, s. 107.
[439] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 357-358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[440] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[441] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[442] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[443] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358.
[444] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[445] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[446] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700.
[447] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 700, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[448] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[449] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[450] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 357, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 700, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[451] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa'd, c.2, s. 107.
[452] İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 111, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1441.
[453] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 358, Vâkıdî, c. 2, s. 700, İbn Sa'd, c.2, s. 107.
[454] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 358.
[455] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 358.
[456] Vâkıdî,
Megâzî, c.2, s. 681, 700, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 107.
[457] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
700, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/103-104
[458] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[459] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
680.
[460] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 07, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 55.
[461] İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 139, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
202.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/104-105
[462] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 684.
[463] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 684.
[464] İbn
İnak,İbn Hişam, c. 3, s. 322, Vâkıdî, c. 2, s. 574, İbn Sa'd, c. 2, s. 95,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 202.
[465] Vâkidf,
c. 2, s. 689, İbn Sa'd, c. 2, s. 107 Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 202, Diyarbekrî, c.
2, s. 55, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 690, Zürkânf, M evâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 2, s. 181.
[466] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 680, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 07.
[467] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s.
680.
[468] Vâkidi,
Megâzî, c. 2, s. 689, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 107.
[469] İbn
Şa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 108.
[470] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 364, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689.
[471] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 688, 689.
[472] Ebu Yusu f,
Kitâbu'l-haraç, s. 198.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 356, Vâkıdî, c. 2, s. 685, 686.
[474] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 357, Vâkıdî, c. 2, s. 686.
[475] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s.
686, 688.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/105-107
[476] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 363.
[477] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 113, 11 4, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emrâl, s. 79, E bu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 159,160, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 28, 29.
[478] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 363, 364, Taberı, Târih, c. 3, s. 97.
[479] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 453.
[480] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 364, 365, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 689, 690.
[481] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 365.
[482] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/107-110
[483] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 365, 367.
[484] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
693, 695.
[485] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 367.
[486] Heysemi,
Meonau'z-zevâid, c. 6, s. 7.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/110-112
[487] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 690.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/112.
[488] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 3, s. 351 , 352, İmam Muhamm ed, Siyeru'l-kebfr, c. 1, s. 279, Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 670, 671.
[489] Belâzurî,
Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 26, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 137.
[490] Ebu
Yusuf, Kitâbu'l-haraç, s. 50.
[491] İbn
İshak, İbn Hişam, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 50.
[492] Ebu
Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 50.
[493] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352.
[494] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 79, Belâzurî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 26.
[495] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 371, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl s. 79.
[496] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 352, Ebu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 50, 51.
[497] Buhârî,
Sahili, c. 5, s. 84, Belâzun, Fütûhu'l-büldân, t 1, s. 25, 26.
[498] Abdurreizak,
Musannef, c. 5, s. 372, 373.
[499] Ebu
Dâvud,Sünen,c.3,s. 161, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162.
[500] Ebu
Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 50.
[501] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Taberî, Târîh, c. 3, s. 98.
[502] Mâlik.Muvatta',
c. 2, s. 703, 704.
[503] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 369, Mâlik, Muvatta', 4, c. 2, s. 704,
Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 138.
[504] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 109.
[505] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 369, 371, Taberî, TârPh, c. 3, s. 98.
[506] Ebu
Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 79, 80, 142.
[507] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s.
693.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/113-115.
[508] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 701, 702.
[509] Belâzuıî, Ensâb, c. 1 ,
s. 352.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/115-116.
[510] İbrı
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359.
[511] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[512] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
702.
[513] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 359, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 702.
[514] £Jodurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 566, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[515] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[516] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[517] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 703.
[518] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
703.
[520] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703.
[521] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[522] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2. s. 703.
[523] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360.
[524] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 703.
[525] İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 382.
[526] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 382.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/117-119.
[527] İbn
İshak, İtan Hişam, Sîre, c. 3, s. 260, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 269.
[528] Yâkubî,
Târih, c. 2, s. 57.
[529] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, c. 2, s. 703, İbn Sa'd, c. 4, s.
269.
[530] Ziynet
eşyaayla birtakım emtiayı (Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 3, s. 1 38,139).
[531] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 466, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[532] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 360, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 703, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 4, s. 270.
[533] Abdurreiiak,
Musannef, c. 5, s. 466, 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/119-120.
[534] Vâkıdî, c. 2, s. 703,
704, Abdurrezzak, c. 5, s. 467, İbn Sa'd, c. 4, s. 270, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 3, s. 138.
[535] Vâkıdı,
Megâzı,c.2,s. 704.
[536] Abdurrezzak, c. 5, s.
467, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 138.
[537] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
704.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/120.
[538] VâkıdPye göre; Ebu
Zübeyne.
[539] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 704, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[540] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[541] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
704, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 4, s. 270.
[542] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 467, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[543] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
704.
[544] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 360, 361, Taberî, Târîh, c. 3, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/120-121
[545] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 361.
[546] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[547] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[548] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 4, s. 270.
[549] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[550] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
704.
[551] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 704.
[552] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 704, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[553] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 467, 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 138.
[554] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 4, s. 270.
[555] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[556] Abdurrezzak,
Musannef, c. 4, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 156.
[557] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[558] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 156.
[559] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 56.
[560] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/121-124
[561] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[562] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[563] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705.
[564] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 705.
[565] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705.
[566] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 156.
[567] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[568] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[569] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 130.
[570] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 270.
[571] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[572] Abdurrezzak,
Musannef, c. 5, s. 468, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139.
[573] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[574] Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 705, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 270.
[575] Müşrikler,
"Allah düşmanı" yerine, "putlarım izin düşm anı" deseler,
gerçeği söylemiş olurlardı.
[576] İbn
Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 458.
[577] İbn
İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 361.
[578] Abdurrezzak, M usannef,
c. 5, s. 468, 469, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 139, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 156, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 155.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/124-126.