Devsîlerin Medine'ye Gelişi ve Kendilerine Hayber
Ganimetinden Hisse Verilişi
Ebu Hureyre'nin ve Annesinin Müslüman Oluşu
Ebu Hureyre'nin "Ebu Hureyre" Künyesiyle
Anılışının Sebebi
Hz. Cafer ve Arkadaşlarının ve Eş'arîlerin
Habeşistan'dan Medine'ye Gelişi
Fedek Yahudileriyle Anlaşma Yapılması
Fedekli Yahudilerin Direnişleri
Hakem b. Saîd b. Âs'ın Fedek ve Çevreleri
Valiliğine Atanışı
Seferin Tarihi, Mevkii, Tarihçesi ve Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş
Düzenine Koyuşu ve Yahudileri İslâmiyete
Davet Edişi
Vâdi'l-kurâ Yahudilerinin Bir Müddet Çarpıştıktan
Sonra Teslim Olmaları
Amr b. Saîd'in Vâdi'l-kurâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile
Evlenişi
Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî'nin
Peygamberimiz Aleyhisselamın Çadırını Bekleyişi
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanışı
Teymâ Seferinin Tarihi, ilfievfûi ve Sebebi
Teymâ Yahudilerinin Haraca Bağlanarak Yerlerinde
Bırakılmaları
Yezid b. Ebu Süfyan'ın Teymâ Valiliğine Atanışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Çarpışmak İçin Benî
Fezârelere Haber Salışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'den Medine'ye
Yönelişi
Devsîlerin Deccac Harresine Yerleştirilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Cafer'in Gelişine
Sevinişi ve Ona Mescidin Yanında Ev Yaptırışı
Habeş Ülkesinden Gelen ve Müslüman Olan Din
Adamları
Ensarın Muhacirlere Bağışladıkları Hurma Bahçeleri
ve Ağaçların Ensara Geri Verilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Sıkıntıya Düşen
Mekkeli Müşriklere Yardımda Bulunuşu
Hz. Ömer'in Türebe'ye Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hz. Ebu Bekir'in Necd'deki Hevâzinlere Gönderilişi
Beşir b. Sa'd'ın Fedek'te Benî Mürrelere
Gönderilişi
Galib b. Abdullah el-Leysî'nin Meyfaa'ya
Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Beşir b. Sa'd'ın Cinab'a Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hâris'in Uyeyne'yi Öğütlemesi ve Birlikte Müslüman
Olmaya Niyetlenmeleri
Abdullah b. Sehl'in Hayber'de Öldürülüşü
Diyet Hakkında Kasâme Usûlüne Göre Hüküm Verilişi
Kasâme Ne Demektir ve Nasıl Olur?
Abdullah b. Sehl'in Diyetinin Zekat Develeriyle Ödenişi
Devs kabilesinden ilk Müslüman olan
kişi, Tufeyl b. Amr idi ve onun İslâm'la
şeneflenişi İslâm'ın ilk yıllarında
gerçekleşmişti.
Hicretin 7. yılında, Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hayber'de bulunduğu sırada, Devs kabilesinden, Tufeyl b. Amr'a
uyup Müslüman olan 70 veya 80 ev halkı, Medine'ye hicret edip geldi.[1]
Gelenlerin 80 veya 90 ev halkı
oldukları da rivayet edilir.[2]
Devsîler, Hayber'e kadar giderek, orada
Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular. [3]
Devsîler:
"Yâ Rasûlallah! Bize savaşta sağ
yanında yer ver ve Yâ Mebrûrl' sözünü de bize savaş parolası yap!"
dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, öyle yaptı. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Devsîlere,
Hayber ganimetinden hisse verdi. [5]
Devs kabilesinden Tufeyl b. Amr'ın
İslâmiyete davetine ilk icabet eden, Ebu Hureyne idi.[6] Ebu Hureyre, Devsîlerle
Medine'ye gelirken, uzayıp giden gece yolculuğundan sıkılıyor, (Medine'ye bir
an evvel kavuşmak için) sabırsızlanıyor ve:
"Ey yolculuk gecesi! Ben bıktım
onun uzunluğundan ve sıkıntısından!
Fakat, kurtaran da odur beni küfürve
inkâr yurdundan!" mealli beyti okuyordu. [7]
Ebu Hureyre, Devsîlerle birlikte
Hayber'e vardığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Natat kalesini fethetmiş,
Ketibe kalesini de kuşatmış bulunuyordu. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu
Hureyreyi görünce, ona:
"Sen kimlerdensin?" diye
sordu.
Ebu Hureyre:
"Devs'tenim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, Devs içinde kimi gördümse,
onda hayır gördüm!" buyurdu. [9]
Ebu Hureyre, gelirken, yolda kölesini
kaybetmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselamla oturduğu
sırada, köle oraya çıkageldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu
Hureyreye:
"İşte, kölen geldi!" buyurdu.
Ebu Hureyre:
"Sen şahit ol ki, o hürdür! Ben
onu Allah nzası için azad ettim!" dedi. [10]
Ebu Hureyre, "Kedicik Babası"
demektir. Kendisine:
"Sen ne için Ebu Hureyre künyesini
aldın?" diye sorulmuştu. Ebu Hureyre:
"Ben ev halkıma ait davarları
güderdim.
Benim bir de kediciğim vardı. Onu
geceleri otların içine koyardım. Gündüz olunca, onu yanımda taşır, onunla
oynardım.
Beni 'Ebu Hureyre1 diye
bununla künyelediler.[11]
Medine'de de, bir gün, kaftanımın
yeninin içinde bir kedicik taşıyordum.
Resûlullah Aleyhisselam beni gördü ve
bana:
'Nedir bu?' diye sordu.
'Bir kediciktir!' dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam,
bana:
'Yâ Ebâ Hureyre! Ey Kedicik Babası!'
buyurdu" demiştir.
Bundan sonra, o hep Ebu Hureyre
künyesiyle anılmış, [12]
asıl adı unutulmuştur.
Ebu Hureyre der ki:
"Anam müşrik bir kadındı.
Kendisini İslâmiyete davet ettikçe, hep
bundan kaçınır dururdu.
Yine, bir gün, onu İslâmiyete davet
etmiştim.
Bana, Resûlullah Aleyhisselam
aleyhinde, hoşlanmayacağım sözler işittirdi.
Ağlayarak, Resûlullah Aleyhisselamın
yanına vardım ve:
'Yâ Rasûlallah! Ben anamı İslâmiyete
davet edip duruyorum. O ise, hep bana karşı koyuyor.
Bugün, onu tekrar İslâmiyete davet
etmiştim. Kendisi bana senin aleyhinde, hoşlanmayacağım şeyler söyledi.
Ebu Hureyre'nin anasını hidayete
erdirmesi için Allaha dua et!' dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah'ım! Ebu Hureyre'nin anasına
hidayet ver, doğru yolu göster!' diyerek dua etti.
Ben hemen Allah'ın Peygamberinin bu
duasını anama müjdelemek için gittim.
Kapının önüne geldiğim zaman, kapı
kilitlenmiş bulunuyordu.
Anam, ayaklarımın sesini iş itmişti.
Bana:
'Ey Ebu Hureyre! Dur olduğun yerde!'
diye seslendi.
İçeriden, su çağıltısı işittim.
Anam yıkanıp gömleğini giydi,
başörtüsünü başına almadan kapıyı açtı ve:
'Gir içeri ey Ebu Hureyre!' dedi.
İçeri girdim. Anam:
'Eşhedü en lâ ilahe illallah! Ve eşhedü
enne Muhammeden abduhû ve resûlüh=Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir
ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür!'
dedi.
Hemen, dönüp Resûlullah Aleyhisselamın
yanına vardım. Sevincimden ağlamakta idim.
'Yâ Rasûlallah! Müjde! Allah senin
duanı kabul etmiş! Ebu Hureyre'nin anasını İslâmiyete hidayet buyurmuş!' dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam,
Allah'a hamd ü sena etti ve:
'Hayırlı olsun!' buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Beni ve anamı bütün
mü'min kullarına sevdirmesi, onlan da bize sevdirmesi için Allah'a dua etsen!'
dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah'ım! Şu kulcağızını ve anasını
mü'min kullarına sevdir. Mü'minleri de onlara sevdir!' diyerek dua etti.
Artık, beni işiten ve gören hiçbir
mü'min halk olunmadı ki, beni veya anamı sevmiş olmasın!" [13]
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Ebu
Talib'in oğlu Hz. Cafer ile arkadaşlarının ve Eş'arîlerin Habeş ülkesinden
Medine'ye gelişleri, Hudeybiye
muahedesinden sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'de bulunduğu sırada.[14] Hicretin 7. yılında idi. [15]
Eş'arîler, 52 veya 53 kişi idiler. [16]
Ebu Musa el-Eş'arî der ki:
"Biz Eş'arîler Yem en'de iken,
Peygamber Aleyhisselamın ortaya çıkışı haberi bize erişmişti.
Bunun üzerine, biz, ben ve iki
kardeşim-ki, onların biri Ebu Bürde, diğer Ebu Rühm olup, ben onların en
küçüğüyüm dür-kavm im izden 53 veya 52 kişi ile birlikte, Resûlullah
Aleyhisselam tarafına muhacir olarak yola çıktık, bir gemiye bindik.
Gemimiz, bizi, havanın elverişsizliği
yüzünden, Habeş Necaşîsinin ülkesine bıraktı. [17]
Cafer b. Ebu Talib'le arkadaşları,
Necaşî'nin yanında idiler. [18]
Orada, Cafer b. Ebi Talib[19] ve yanındaki
arkadaşlarıyla buluştuk.
Cafer:
'Resûlullah Aleyhisselam bizi buraya
yolladı ve burada bir müddet oturmayı bize emretti.
Siz de bizimle birlikte burada bir
müddet oturun!1 dedi. [20]
Bunun üzerine, biz de, orada, Cafer'in
yanında oturduk. [21]
Nihayet, oradan, gemiye bindirilerek
Resûlullah Aleyhisselama gönderildik. [22]
Hep birlikte Medine'ye geldik.
Hayberl fethettiği sırada, Resûlullah
Aleyhisselama kavuştuk. [23]
Peygamber Aleyhisselam, bizlere de,
Hayber ganimetinden pay ayırdı veya o ganimetten birşeyler vendi.
Halbuki, Hayber fethinde bulunmayan
hiçbir kimseye, ganimetten hiçbir şey vermedi, ancak Hayber'de kendisiyle
birlikte olanlara pay verdi.
Bundan, Cafer ve arkadaşlarıyla
birlikte gemimizde bulunanları müstesna tutup, Hayber mücahid-leriyle birlikte
onlara da bir pay verdi." [24]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber
üzerine yürüdüğü ve Hayber'e yaklaştığı sırada, Muhayyısa b. Mes'ud'u,
Hayberiilerle olduğu gibi, Fedeklilerle de çarpışacağını bildirerek kendilerini
korkutmak ve İslâmiyete davet etmek üzere, elçi olarak Fedek'e göndermişti.[25]
Muhayyısa'nın, Hayber'den dönüldüğü
sırada gönderildiği de rivayet edilir. [26]
Benî Kurayza Yahudileri Hendek
savaşında görülen hıyanetleri üzerine cezalandırıldıkları zaman, Hayber
Yahudileri; Fedek, Vâdi'l-kurâ ve Teymâ Yahudilerini yanlarına alarak Medine
üzerine yürümeyi kararlaştırmışlardı. [27]
Hicretin 6. yılında, Sa'd b. Bekr
oğulları kabilesi de, Peygamberimiz Aleyhisselama karşı girişecekleri askerî
harekatta Hayber Yahudilerine yardım etmek üzere, Fedek'te toplanmışlardı. [28]
Fedek, Şam'ın Hicaz bölgesinde ve
Hayber tarafındadır.[29] Fedek, Hicaz karyelerinden
olup, Medine'ye iki veya üç günlüktür. Fedek'te yerden fışkıran sular ve pek
çok hurma bahçeleri vardır.
Buraya, Nuh Aleyhisselamın torunu Fedek
b. Hâm gelip konan ilk kişi olduğu için, Fedek ismi ver-ilmiştir. [30]
Muhayyısa, Fedek'e vanp, Fedekli
Yahudilere söyleyeceklerini söyledi.[31]
İki gün onların yanlarında oturdu.
Fedekliler durumu dikkatle
gözetliyorlar ve:
"Natatta, Âmir, Yâsir, Umeyr,
Haris ve Yahudilerin seyyidi, ulu kişisi Merhab var!
Muhammed'in onlara yaklaşabilecek,
dayanabilecek güçte olduğunu sanmıyoruz!
Çünkü, onların yanında 10.000 savaş eri
bulunuyor!" diyorlardı. [32]
Muhayyısa, onlarda barış meyli
göremeyince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına dönmek istedi.
Fedek Yahudileri:
"Biraz sabırlı ol! Durumu
kavmimizin büyükleriyle görüşüp konuşuncaya kadar buradan ayrılma! [33]
Bizim için banş sağlamak üzere, seninle
bazı adamlar gönderelim" dediler.[34]
Fedekliler, Hayber Yahudilerinin
Peygamberimiz Aleyhisselama karşı kolayca savunabileceklerini, korunabileceklerini
sanıyorlardı.
Çok geçmeden, Fedeklilere, Nâim
halkının ve onların en babayiğitlerinin öldürüldükleri,[35] Nâim kalesinin
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından fethedildiği[36] haberi geldi.
Fedeklilerin kolları kırıldı ! [37] Yüce Allah, onların
kalblerine büyük korku düşürdü. [38]
Muhayyısa'ya:
"Sana söylemiş olduğumuz şeyleri
bizden işitmemiş ol! Gizli tut! Şu takılar senin olsun!" diyerek,
kadınlarından topladıkları birçok takıları vermek istediler!
Muhayyısa:
"Hayır! Sizden işitmiş olduğum
sözler, Resûlullah Aleyhisselama haber verilecektir!" dedi.
Fedekli Yahudiler; yok edileceklerini
anlayan Hayberli Yahudilerin, kanlan bağışlanıp bütün mal ve mülklerini
bırakarak yurtlarından çıkıp gitmeyi istediklerini işitince, bunlarda, kanlan
bağışlanmak, bütün mal ve mülklerini bırakarak yurtlarından çıkıp gitmek üzere
anlaşma yapmaya isteklendiler. [39]
Fedek Yahudilerinin başkanı Nun b.
Yûşa, Fedekli Yahudilerden bazılarını yanına alarak, Muhayyısa ile birlikte
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Bütün gayrimenkul mallarının ürünlerini toplayıp yurtlarından
gitmek, Peygamberimiz Aleyhisselama birşey bırakmamak, geride bir kırık malları
kalacak olsa gelip onu da almak şartıyla barış teklifinde bulundu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Fedekli
Yahudilerin bu teklifini kabul etmedi.
Muhayyısa, onlara:
"Sizin korunabilecek ne gücünüz,
ne savaş erleriniz, ne de kaleleriniz var!
Resûlullah Aleyhisselam üzerinize yüz
kişi gönderecek olsa, hepinizi kendisinin yanına sürer, getirirler!" dedi. [40]
Yahudiler, birçok konuşmalardan sonra, [41] Fedek arazisinin yarısı
kendilerine bırakılmak, yarısı da Peygamberimiz Aleyhisselama ait olmak üzere
anlaşma yapmaya razı oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da bunu
kabul etti ve buna göre anlaşma yaptı. [42]
Yapılan anlaşmaya göre; Fedek
arazisinin ve hurmalıklarının yarısı Peygamberimiz Aleyhisselama ait oluyordu.[43]
Fedek; Haşr sûresinin 6. âyetine göre,
hiçbir askerî harekat yapılmadan barış yoluyla fethedildiği için, Hayber'de
olduğu gibi Müslümanlar arasında bölüştürülmeyip, Peygamberimiz Aleyhisselama
ait olmak üzere kaldı. [44]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Fedek
gelirlerinden, konuklara harcardı. [45]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hakem
(Abdullah) b. Saîd b. Âs'ı, Fedekve çevreleri valiliğine tayin etti.[46]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Fedek
Yahudileriyle de anlaşma yaptıktan sonra, Hayber'den ayrılıp Vâdi'l-kurâya
doğru yollandı. [47]
Vadi11-kura seferi, Hicretin
7. yılında, Cumâde'l-âhire ayında, Peygamberimiz Aleyhisselamin Hayber'den
dönüşü sırasında vuku bulmuştur.[48]
Vâdi'l-kurâ, Şam'la Medine arasında
uzun bir vadidir.
Teymâ ile Hayber arasında bulunan
Vâdi'l-kurâ'd a birçok karyeler bulunduğu için, oraya Vâdi'l-kurâ adı verilmiştir. [49]
Vâdi'l-kurâ, Medine'ye 7 geceliktir. [50]
Vâdi'l-kurâ, Hıcr ve Cinab, önce
Kudâaların, sonra da Cüheyne ve Uzrelerin konak yerlerinden olmuştu.
Şam hacıları, oradan gelir geçerler.
Vâdi'l-kurâ; eskiden, Semûd ve Âd
kavimlerinin konak yerleri idi.
Yüce Allah, onları yolsuzlukları
yüzünden orada yok etmişti.
Vâdi'l-kurâ'da, hâlâ onların
eserlerinin kalıntıları vardır.
Semûd veÂd kavminden sonra, oraya
Yahudiler gelip yerleştiler, kapanmış su kuyularının ağızlarını açtılar. Oraya
hurma ağaçları diktiler.
Vâdi'l-kurâ'ya kabileler gelip konmaya
başlayınca, Yahudiler onlarla aralarında anlaşma yaptılar.
Yapılan anlaşmaya göre; Yahudiler
kabilelerin yıllık yiyeceklerini üzerlerine alacaklar, onlar da Araplara karşı
Yahudileri koruyacaklardı.
Kudâa kabileleri, böylece, Yahudileri
Arapların saldırılarından korumuşlardı.
Rivayete göre; Muaviye b. Ebu Süfyan,
halifeliği devrinde Vâdi'l-kurâ'ya uğradığında, Yüce Allah'ın:
"Sizler, buradaki nimetlerin
içinde, bağların, su kaynaklarının içinde, ekinlerin ve tomurcukları nazik,
yumuşak hurma ağaçlarının içinde hep öyle emîn emîn bırakılacak mısınız?"
(Şûra: 146-148) mealli âyetlerini okuduktan sonra:
"Bu âyetler, bu memleket halkı
hakkında inmiştir. Burası da, Semûd kavminin memleketlerindendir. Âyetlerde
haber verilen su kaynakları, hani nerededirler?" diye sormuştu.
Bir adam, ona:
"Allah, o sözünde doğrudur.
Su kaynaklarının ortaya çıkarılmasını
istiyor musun?" dedi.
Muaviye b. Ebu Süfyan:
"Evet!" deyince, hemen kazıya
başlanıp seksen tane su kaynağı ortaya çıkarıldı.
Bunun üzerine, Muaviye b. Ebu Süfyan:
"Allah, Muaviye'den daha
doğrudur!" dedi. [51]
Vâdi'l-kurâ seferinin sebebine gelince;
Benî Kurayza Yahudileri, Hendek savaşında görülen hıyanetleri üzerine
cezalandırıldıkları zaman, Hayber Yahudileri, Vâdi'l-kurâ, Fedek ve Teymâ
Yahudilerini yanlarına alarak Medine üzerine yürümeyi kararlaştırmışlardı. [52]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hayber dönüşünde Vâdi'l-kurâ Yahudileri üzerine de yürümeyi gerekli gördü ve
yürüdü. [53]
Önce Sibar'da, sonra da, Sahbâ'da
konakladı. [54]
Akşam üzeri, güneş batarken,
Vâdi'l-kurâya kavuşup orada konakladı. [55]
Vâdi'l-kurâ'da konakladığı sırada,
Vâdi'l-kurâ Yahudilerinin yanında Araplardan bazı konuklar bulunuyordu. [56]
Vâdi'l-kurâ Yahudileri, Peygamberimiz
Aleyhisselamın geldiğini işitince, çarpışmak için hazır-landılar. [57]
Köşklerinin üzerlerinden, bağırmaya,
çağırmaya başladılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı oklarla karşıladılar![58]
Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanları
çarpışmak için düzenledi, sıraladı.
Sa'db.U badeye sancak, Sehl b.
HuneyfileAbbâdb.Bişr'e[59]ve Hubabb.Münzir'e de
birer bayrak verdi. [60]
Sonra da, Vâdi'l-kurâ Yahudilerini
İslâmiyete davet etti.
Müslüman oldukları takdirde, mallarını
iğtinam edilmekten ve kanlarını dökülmekten koruyacaklarını, kalblerinde
taşıdıklarının hesabının ise Allah'a ait olduğunu kendilerine bildirdi. [61]
Vâdi'l-kurâ Yahudileri, Peygamberimiz
Aleyhisselamın teklifini kabule yanaşmadılar, Peygamberimiz Aleyhisselamla
savaşmaya kalktılar.[62]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları bir
gün kuşattı, çember içine aldı. [63]
Vâdi'l-kurâlılardan bir adam, çarpışmak
için meydana çıktı.
Zübeyr b. Avvam, onu karşılayıp
öldürdü.
Yahudilerden başka birisi daha
çarpışmaya çıktı, Zübeyr b. Avvam onu da öldürdü.
Yahudilerden çıkan üçüncüsünü ise, Hz.
Ali öldürdü. [64]
Yahudilerden çarpışmaya çıkan
dördüncüsünü ve beşincisini ise, Ebu Dücâne öldürdü. [65]
O gün, öldürülen Yahudilerin sayısı
11'i buldu. [66]
Namaz vakti girince, Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabına namaz kıldırdı.
Vâdi'l-kurâ Yahudilerini tekrar Allah'a
ve Resûlüne imana davet etti, sonra da onlarla akşama kadar çarpıştı.
Ertesi günü, erkenden, Vâdi'l-kurâ
Yahudilerinin üzerlerine yürüdü.
Güneş daha bir mızrak boyu
yükselmemişti ki, Vadi 1-kurâlılar teslim olmak zorunda kaldılar. [67]
Vâdi'l-kurâ'dan, pek çok ev eşyası,
mal, yiyecek ve giyecek şeyler iğtinam edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, menkul ganimet
mallarını beşe böldürüp, beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü.
Hurma bahçeleriyle arazileri ise,
Hayberiiler gibi işletip mahsulünü yarı yanya bölüşmek üzere, Vâdi'l-kurâ
Yahudilerinin ellerinde bıraktı. [68] Peygamberimiz
Aleyhisselam, Vâdi'l-kurâ'da dört gün oturdu. [69]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Amr b.
Saîd'i, Vâdi'l-kurâ valiliğine tayin etti, atadı.[70]
Vâdi'l-kurâ'da Peygamberimiz Aleyhisselama
Sorulan Sorular ve Cevapları
Peygamberimiz Aleyhisselamın
Vâdi'l-kurâ'da bulunduğu sırada, bir adam gelerek: "Yâ Rasûlalları! Sen
nelerle emrolundun?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"'Allah'a, hiçbir şeyi şerik
koşmaksızın ibadet edesiniz, namazı kılasınız, zekatı veresiniz!' diye
emrolundum" buyurdu. Adam:
"Yâ Rasûlallah! Şunlar
(Yahudiler), nasıl kişilerdir?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Gazaba uğramış kişilerdir!" buyurdu. Adam:
"Ya şunlar (Hıristiyanlar) nasıl
kişilerdir?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onlar da, doğru
yoldan sapmış olanlardır!" buyurdu. "Ganimet malları, kimler
içindir?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bir hisse Allah için, dört hisse
de, şunlar, şu mücahidler içindir!" buyurdu. "Ganimete bu kimselerden
daha lâyık kimseler yok mudur?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Yoktur!" buyundu.[71]
Hz. Safiyye Haybefde iken âdetinden
temizlenmiş ve kendisiyle evlenilmesinde dinen bir engel kalmamış bulunuyordu.
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam
Hayber'de onunla evlenmemiş;[72] bu evlenme işi, Hayber'den altı mil uzaklaşıldığı ve
Sibar mevkiine gelindiği zaman da Hz. Safiyye istemediği için, geri kalmıştı.
Hayber'den bir beri d (oniki mil)
uzaklaşıldığı, Sahbâ mevkiine gelindiği zaman ise, Hz. Safiyye muvafakat
etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"İlk durak olan Sibar'da konmak
istediğim zaman bana aykın davranışının sebebi ne idi?" diye sordu.
Hz. Safiyye:
"Yâ Rasûlallah! Yahudilerin
yakınında sana bir zarar gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca,
emniyete kavuştum!" dedi.
Kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama
bağlılığı anlaşıldı, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında itibarı arttı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ümmü Süleym
Hatuna:
"Arkadaşın Safiyye'nin yanına git!
Onun saçını, başını tara!" buyurdu ve orada Hz. Safiyye ile evlenmek
istedi.
Ümmü Süleym Hatun der ki:
"Yanımızda, ne çadır, ne de
siperlenecek duvar dibi vardı.
İki elbise alıp, onları bir ağacın
üzerine gererek kapattım.
Safiyye'nin saçını, başını orada
taradım ve kendisine koku sürdüm." [73]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Safiyye
için bir çadır kurdurdu. [74]
Ümmü Sinan el-Eslemiyye de,
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Safiyye ile evlenmesi sırasında kendisinin de
hazır bulunduğunu, Hz. Safiyye'yi birlikte tarayıp kokuladıklarını, onun
süslendiği zaman son derecede güzelleştiğini, o gecedeki kadarda güzel bir koku
koklamamış olduklarını ve Hz. Safiyye'yi hazırladıktan sonra Peygamberimiz
Aleyhisselamın geldiğini ve ona doğru vardığını, yapılmış olan tavsiyeye uyarak
Hz. Safiyye'nin Peygamberimiz Aleyhisselam için ayağa kalktığını ve o sırada
yanlarından ayrılıp ikisini başbaşa bıraktıklarını bildirir. [75]
Benî Neccar oğullarının kardeşi Ebu
Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî ise,
kılıcını kuşanıp, kendiliğinden, sabaha kadar Peygamberimiz Aleyhisselamı
çadırının çevresinde dolaşarak bekledi.
Peygamberimiz Aleyhisselam erkenden
çadırından çıkınca, Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârîtekbir getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu elinde
kılıç olduğu halde çadırının yanında görünce:
"Ey Ebu Eyyûb! Nedir bu
halin?" diye sordu.
Ebu Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî:
"Yâ Rasûlallah! Şu yanına girdiğin
kadından sana birzarar gelebileceğinden korktum. Bu kadından ki, babasını,
kardeşini, kocasını, amcasını ve bütün kavim ve kabilesini öldürmüştün!
Kendisi de, biraz önce küfür üzere idi,
yeni Müslüman olmuştu.
Bunun için, senin hakkında ondan
korktum![76]
Sana ondan zarar gelmeyeceğinden emin
olamadım!" dedi. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümsedi[78] ve:
"Allah seni hayra erdirsin! [79] Ey Allah'ım! Beni
koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebu Eyyûb'u koru!" diyerek dua etti. [80]
Ümmü Süleym el-Eslemiyye'nin
bildirdiğine göre; ertesi günü, sabahleyin, erkenden, arkadaşlarıyla birlikte
vanp Hz. Safiyyeye guslettirdiler.
Kendisinin Peygamberimiz
Aleyhisselamdan hoşnut olduğunu ve Peygamberimiz Aleyhisselam m bütün gece
uyumayıp onunla konuşup durduğunu öğrendiler.
Sabaha çıkınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kimin yanında fazla yiyecek
varsa, onu bize getirsin!" buyurdu.
Ashabdan birisi, yanında bulunan fazla
un kavurmasıyla hurma ve tereyağını getirdi.
Başkaları da, yanlarındaki fazla
yiyecekleri getirdiler. Bir hayli yiyecek toplandı .[81]
Böylece, ashabdan kimi keş peyniri
(çökelek), kimi tereyağı, kimisi de hurma getirince, bunlardan hays yapıldı. [82]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Safiyye
için, küçük deri sofra üzerinde düğün yemeği hazırlattı ve Enes b. Malik'e:
"Çevredekilere haber ver!"
buyurdu. [83]
Davetlilere, tereyağı, keş peyniri ve
hurmanın birbirleriyle karıştırılarak yapılmasından meydana gelen hays ile un
kavurması ve hurma ikram edildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, sofrada
bulunup onlarla birlikte yemek yedi. [84]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sahbâ'da üç
gün oturdu. [85]
Teymâ seferi, Vâdi'l-kurâ Yahudilerinin
teslim oldukları tarihi müteakip vuku bulmuştur.[86]
Teymâ; Şam'la Vâdi'l-kurâ arasındadır.
Şam ve Dımaşk hacılarının yollan üzerindedir.
Teymâ arazisi, geniş ise de, bol sulu
değildi. [87]
Dağın dibinden çıkan bir tek su kaynağı
vardır. [88]
Teymâ, Medine'ye sekiz merhale
uzaklıkta ve Medine ile Şam arasında olup, sonradan Medine'ye bağlanmıştir. [89]
Teymâ Yahudileri de, Vâdi'l-kurâ ve Fedek
Yahudileri gibi Hayber Yahudilerinin Medine'ye saldırmak için yanlarına almayı
kararlaştırdıkları Yahudilerdendi. [90]
Teymâ Yahudileri; Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hayber, Fedek ve Vâdil-kurâ Yahudilerini hâkimiyeti altına
aldığını işitince, cizye, haraç vermek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselamla
anlaşma yaptılar.
Böylece, yurtlarında oturmak ve
topraklarını ellerinde tutmak imkânını buldular.[91]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Yezid b.
Ebu Süfyan'ı, Mekke'nin fethinde Müslüman olunca, Teymâ valiliğine tayin etti.[92]
Gatafanların bir kolu olan Benî
Fezâreler de, Gatafanlar gibi, Hayber Yahudilerine yardıma gelmiş bulunuyorlardı.
Yahudilere yardımdan vazgeçtikleri,
yurtlarına dönüp gittikleri takdirde, kendilerine de Hayber'in humna
mahsulünden verileceği hakkında haber gönderilmiş, fakat Benî Fezâreler bu
teklifi kabul etmekten kaçınmışlardı.
Gatafanların başkan ve kumandanı Uyeyne
b. Hısn'dan sonra, bunlardan bazı kişiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama
gelerek:
"Bize va'd etmiş olduğun payımızı
ver!" demişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunlara da,
Uyeyne b. Hısn'a dediği gibi:
"Sizin payınız, Hayber dağlarından
Zü'r-Rukaybe dağıdır! Haydi, Zü'r-Rukaybe sizin olsun!" buyur-m ustu.
Fezârîler:
"Öyle ise, biz de sizinle
çarpışırız!" diye çıkışmak istemişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Bizimle çarpışmak için buluşma
yeriniz, Cenefâ olsun!" buyurmuştu.
Fezârîler, Peygamberimiz
Aleyhisselamdan bu cevabı işitir işitmez, kaçıp gitmişlerdi.[93]
Cenefâ; Benî Fezârelerin yurtlarından
ve sularındandır. [94]
Benî Fezâreler, Peygamberimiz
Aleyhisselamla çarpışmak istemişler ve bunun için de toplanmış bulunuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haybefden
dönerken, çarpışmak için haber salınca, onlar birden tedirgin olmuşlar, her
tutulacak yolu tutmuşlar, her kaçılacak yere kaçmışlardır. [95]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Hayber,
Fedek, Vâdi'l-kurâ ve Teymâ Yahudilerinin işlerinden boşaldıktan sonra, alınmış
olan ganimetlerle Medine yolunu tuttu.[96]
Medine'ye yaklaştı. Sabah namazından
biraz önceye kadar, bütün gece yola devam etti.
Dinlenmek için bir yerde konaklayıp:
"Sabah namazı vaktimizi
gözIeriyle-bizim için-kollayacak (uyumayacak) elverişli ve koruyucu kim var? [97] Belki biz uyuyup
kalabiliriz" buyurdu. [98]
Bilal-i Habeşî:
"Ben varım yâ Rasûlallah!"
dedi. [99]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam
da, mücahidler de, başlarını yere koyup uyudular. [100]
Bilal-ı Habeşî, namaz kılmaya durup,
Yüce Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı. Sonra, çökmüş devesine dayanarak
sabah namazı vaktini gözlemeye başladı.[101]
Hz. Ebu Bekir, vakit vakit:
"Ey Bilal! Gözlerine sahip ol!
Sakın uyuyup kalma hâ!" diyordu.
Bilal-i Habeşî der ki:
"Abama bürünmüş, dizlerimi dikmiş,
iki elimi kavuşturup oturmuş, sabah namazı vaktini gözlemeye başlamıştım.
Yanımı ne zaman yere koyduğumu, nasıl
uyukladığımı pek bilemiyorum!
Halkın:
'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn!'
diye okuduklarını işitmedikçe, [102] güneşin sıcaklığını
duymadıkça, uyanamadım ! [103]
İlk uyanan ve telaşlanan da, Resûlullah
Aleyhisselam oldu[104] ve:
'Ey Bilal! Nedir bu yaptığın bize?!'
diye sitem etti. [105]
'Babam, anam sana feda olsun yâ
Rasûlallah! Senin ruhunu tutan, bırakmayan Kudret, benim de ruhumu tuttu,
bırakmadı!' dedim.[106]
Resûlullah Aleyhisselam gülümsedi[107] ve:
'Doğru söyledin!' buyurdu. [108]
Ashab, beni dillediler durdular.
Bu hususta onların bana en katı ve sert
davrananı da, Ebu Bekir'di.
Halkın beni en hafif kınayanı ise,
Resûlullah Aleyhisselamdı. [109]
Uyukladığımız vadiden yürünerek çıkılınca, Resûlullah Aleyhisselam:
'Burası, şeytanların eğleştiği
birvadidir! [110]
Haceti olanlar, hacetini gidersin!' buyurdu.
Halk, ağaçların altlarına dağıldılar. [111]
Resûlullah Aleyhisselam, devesini
çöktürüp abdest aldı.
Halk da, abdest aldılar. [112]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey Bilal! İlk ezanı oku!' buyurdu.
Seferlerin hepsinde böyle yapardım.
Ezanı okuduğum zaman, halk toplandı.
Resûlullah Aleyhisselam, onlara:
'Sabah namazının sünnetini kılınız!'
buyurdu.
Halk, sünneti kıldılar. Sonra, bana:
'Ey Bilal! Kamet getir!1
buyurdu.
Kamet getirdim.
Resûlullah Aleyhisselam, öne geçip
halka namaz kıldırdı.
Namaz kılarken, insan, güneşin sıcağından,
alnının terini silecek dereceye gelmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, selam verince,
cemaate yöneldi ve:
'Bizim ruhlarımız, Allah'ın Kudret
avucundadır!
İsterse onu tutar, alıkor. Buna, bunu
yapmaya, O en lâyıktır.
Ruhlarımızı bize geri çevirdiği zaman,
bizim için, namazımızı kılmak mümkün olur. [113]
Herhangi biriniz uyur veya unutur da
namazını geçirirse, onu nasıl vaktinde kılıyor idiyse, yine öylece kılsın, kaza
etsin! [114]
Çünkü, Yüce Allah 'Beni anmak için, namaz kıl!' buyurmuştur' dedi ." [115]
Bundan sonra, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir'e dönüp:
"Şeytan Bilal'e geldi. O sırada,
Bilal namaz kılıyordu.
Onu yanının üzerine yatırdı. Uyuyuncaya
kadar, kendisini, çocuk tıpışlar gibi tıpışlamaktan geri durmadı!"
buyurdu.
Sonra da, Bilal-i Habeşî'yi yanına
çağırdı.
Ona, başından geçeni sordu.
Bilal-i Habeşî de, Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hz. Ebu Bekir'e haber verdiği gibi haberverdi.[116]
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Senin Resûlullah olduğuna şehadet
ederim!" dedi. [117]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye
girerken:
"Bizler, Rabbimize yönelici;
günahlarımızdan tevbe, Rabbimize kulluk edici olarak dönüyoruz!" diyerek
dua etti.
Müslümanlarda, Medine'ye varıp ininceye
kadar, bunu tekrarlamaktan geri durmadılar. [118]
Devsîler, Hayber"in fethinden
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Medine'ye geldiler.
Devsîlerin başkanı Tufeyl b. Amr:
"Yâ Rasûlallah! Benimle kavmimin
arasını ayır: Onları, Deccac Harresine kondur!" dedi.
Devsîlerden Abdullah b. Üzeyhir de:
"Yâ Rasûlallah! Benim kavmim
içinde soy sop ve mevkice bir üstünlüğüm vardır. Bunun için, beni onlara başkan
yap!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b.
Üzeyhir'e:
"Ey Devsli kardeş! İslâmiyet
garib, yapayalnız ve yadırganır olarak başlamıştır. O, bir gün gelecek, yine
başladığı gibi garib, yapayalnız ve yadırganır hale dönecektir! Cennet, o
gariblere mahsustur.
Allah'ı tasdik eden kurtulmuş, bundan
başkası ise helak olmuştur!
Şüphe yok ki, senin kavminin sevab
cihetinden büyüğü, iman ve sadakati büyük olandır!
Çok sürmeyecek, hakkın bâtıla galebesi
gerçekleşecektir!" buyurdu.[119]
Gerçekten İslâmiyetin başlangıcında
olduğu gibi, Müslümanlar, zamanın sonunda da az olacaklar, garib, yapayalnız
kalacaklardır.
Cennete, mutluluğa ise, zamanın sonundaki
Müslümanlar da müstahak olacaklardır.
Bu da, onların, evvel ve âhir,
imansızlara karşı koyup, karşılaştıkları işkence ve güçlüklere göğüs
germelerinin ve İslâm dinine
sarılmalarının mükâfatı dır. [120]
Devsîler içinde bulunan Ebu Hureyre,
Medine'ye gelince, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Suffasındaki
Muhacirler arasına katılmıştır. [121]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber'den
döndüğü zaman, Hz. Cafer'le karşılaşıp onun iki gözünün arasından, alnından
öptü, kucakladı, bağrına bastı.
O kadar sevinç duydu ki:
"Ben hangisine; Hayber'in fethine
mi, yoksa Cafer'in gelişine mi sevineceğimi bilemiyorum!" buyurdu.[122]
Mescidin yanında, onun için bir ev
yaptırdı. [123]
Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; Rum
hükümdarı, Peygamberimiz Aleyhisselama, atlastan, altın sırmalı, uzun yenli bir
kürk hediye etmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu sırtına
giyince, halk:
"Yâ Rasûlalları! Bu, sana semadan
mı indirildi?!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Pek mi hoşunuza gitti bu?
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; Sa'd b. Muaz'in
Cennetteki peşkirlerinden bir peşkir (havlu) bile bundan daha hayırlı, daha
güzeldir!" buyurmuş; sonra da, onu sırtından çıkarıp Hz. Cafer'e
göndermiştir.
Hz. Cafer onu sırtına giyince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben bunu sana giyesin diye
göndermemiştim!" buyurdu.
Hz. Cafer:
"Onu giymeyip de ne
yapacağım?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kardeşin Necaş?ye gönder!"
buyurdu. [124]
Habeş Necaşîsi; Medine'ye Hz. Cafer'le
birlikte 62'si Habeşli, B'i de Şamlı 70 kişi yollamıştı.[125] Onların hepsi de, kilise
ve din adamlarının en iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı olanlarından
idiler. [126]
Hepsinin üzerlerinde softan cübbeleri
vardı. [127]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara
Yâsîn sûresini okudu. [128]
Onlar, sûreyi sonuna kadar dinlediler.[129] Ağladılar. [130] Gerçeği anladılar. [131]
"Bu, İsa Aleyhisselama indirilenin
en çok benzeridir!" dediler, iman ettiler, Müslüman oldular. [132]
Hayber ganimetinden Muhacirlerin
hisselerine mal ve hurmalıklar düştüğü ve artık malî durumları oldukça
düzeldiği için, Ensarın onlara önceden bağışlamış veya yararlanmak üzere
emaneten vermiş oldukları hurma bahçeleri ve hurma ağaçlarını, Peygamberimiz
Aleyhisselam Ensara geri verdi.
Enes b. Malik'in annesi Ümmü Süleym,
Peygamberimiz Aleyhisselama hurma ağaçları vermiş, Peygamberimiz Aleyhisselam
da onları dadısı ve Üsâme b. Zeyd'in annesi Ümmü Eymen'e bağışlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu hurma
ağaçlarını da Ümmü Süleym'e geri verip, Ümmü Eymen'e, kendi hissesine düşen
hurma bahçesinden her on hurma ağacı yerine, hurma ağaçlan verdi.[133]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Mekkelilerin kuraklık, kıtlık ve ihtiyaç içinde kıvrandıklarını haber alınca,
Mekke'ye Amr b. Ü meyye ile arpa, altın veya altınla hurma çekirdeği gönderdi.
Bunların, Ebu Süfyan b. Harb ile Safvan
b. Ümeyye b. Halef ve Süheyl b. Amfin her üçüne teslim edilmesini emir buyurdu.
Safvan'la Süheyl b. Amr, bunları
almaktan kaçındılar.
Fakat, Ebu Süfyan hepsini teslim alıp
Kureyşîlerin fakirlerine dağıttı ve:
"Allah kardeşimin oğlunu hayırla
mükâfatlandırsın! Çünkü, o, akrabalık hakkını gözetti!" diyerek, duyduğu
memnunluğu dile getirdi.[134]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu
Süfyan'a da, yine Amr b. Ümeyye ile hediye olarak Acve hurması gönderip, buna
karşılık kendisine meşin hediye etmesi için yazı yazdırmış; Ebu Süfyan da,
Peygamberimiz Aleyhisselamın istediği meşini hediye olarak göndermişti. [135]
Tünebe seferi, Hicretin 7. yılında,
Şaban ayında yapılmıştır.[136]
Türebe; Mekke'ye dört gecelik uzaklıkta
bir vadidir. Mekke'den San'â ve Necran'a giden yol üzerindedir. [137]
Türebe'nin Medine'ye uzaklığı altı
mildir. [138]
Hilal oğulları ile Âmir b. Rebiaların
ortaklaşa oturdukları bu vadi, Taif'teki Serat'tan başlayıp Necd'e kadar
uzanan, yirmi günde gidilebilecek büyüklükte bir vadidir.
Türebe'nin çevresinde Yesum ve Ferkad
dağları bulunmaktadır.
Türebe vadisinde hurma ve çeşitli meyve
bahçeleri ile ekinlikler vardır.[139]
Hevâzinlerden dört oymak:
1- Cüşem b. Muaviye b. Bekr,
2- Nasr b. Muaviye b. Bekr,
3- Sa'd b. Bekr,
4- Sakf b. Münebbih b. Bekr b. Hevâzin
oğulları[140] Türebe'de toplanmış bulunuyorlardı.[141]
Sa'd b. Bekr oğulları, Hicretin 6.
yılında da Hayber Yahudilerinin Medine'ye yapacakları baskında onlara yardımcı
olmak üzere Fedek'te toplanmışlar ve yardımlarına karşılık olarak da bir yıllık
hurma mahsulünün kendilerine verilmesini istemişlerdi. [142]
Peygamberimiz Aleyhisselam; onların
böyle Türebe'de toplanmış olduklarını haber alınca, Hz. Ömer'i 30 kişilik bir
birliğin başına geçirerek Türebeye gönderdi.
Hz. Ömer, Hilal oğullarından bir
kılavuzla yola çıktı.
Geceleri yürüdüler, gündüzleri
gizlendiler.
İslâm
birliğinin kendilerine doğru gelmekte olduğunu haber alınca, Hevâzinler
kaçülar. [143]
Hz. Ömer, Hevâzinlerin yurtlarında hiç
kimseye rastlayamadığından, Medine'ye dönmek üzere Necd yolunu tuttu.
Cedr nahiyesine eriştiği sırada,
kılavuz, Hz. Ömer'e:
"Has'am oğullarından başka bir
topluluğu bırakıp gidecek misin-ki, onlar, yurtlarındaki kuraklık yüzünden,
buralara kadar gelmiş bulunuyorlar?" dedi.
Hz. Ömer:
"Resûlullah Aleyhisselam onlarla
çarpışmamı bana emretmemiş, ancak Türebe'de Hevâzinlerle çarpışmayı gaye
edinmemi emretmiştir!" dedi ve Medine'ye döndü. [144]
Hz. Ebu Bekr'in Necd seferi, Hicretin
7. yılında olup,[145] Hz. Ömer'in Türebe
seferinin devamı sayılabilir.
Seleme b. Ekvâ'nın bildirdiğine göre;
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir'i de askerî bir birliğin başına
geçirerek Necd'e doğru yola çıkardı.
Geceleri parolaları "Emit! Em
it!" sözü idi.
Mücahidler, Hevâzinlerin yurduna
geceleyin ansızın baskın yaptılar.
Hevâzinlerden bazılarını öldürdüler.[146] Bazılarını da, esir
aldılar. [147]
Hevâzinlerin mallarından ellerine geçirebildiklerini
iğtinam ettiler. [148]
Sefer Hicretin 7. yılında Şaban ayında
idi.[149]
Hicretin 5. yılında, Peygamberim iz
Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek üzere Kureyş müşrik-erinden Ebu Süfyan b.
Harb'in kumandası altında gelip Medine'yi kuşatan on bin kişilik askerî
harekatın 100 kişisini, Haris b. Avf'ın kumandası altındaki Mürre oğulları
teşkil etmişlerdi. [150]
Peygamberimiz Aleyhisselam, otuz
kişilik askerî bir birliği, Beşirb. Sa'd'ın kumandası altında Mürre oğullarına
gönderdi. [151]
Mürre oğulları, Fedek'e komşu idiler.
İşleri güçleri orası ile olurdu. [152]
Beşir b. Sa'd, rastladığı davar
çobanlarına Mürre oğullarının nerede bulunduklarını sordu. Çoban-ar:
"Onlar vadilerindedirler!"
dediler. [153]
Gerçekten de, o sırada, susuzluk
yüzünden, Mürre oğulları, kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorardı. [154]
Mücahidler, Mürre oğullarının oralarda
bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını Medine'ye doğru îürüp yol almaya
başladılar.
Çobanlardan birisi "İmdad!
İmdad!" diye koşup giderek, durumu Mürre oğullarına haber verdi.
Mürre oğulları, Medine'ye yönelen İslâm birliğinin ardından, pek çok sayıda
adamlarını koşturdular, geceleyin İslâm
birliğine yetiştiler ve birden baskın yaptılar.
Sabah oluncaya ve Müslümanların okları
tükeninceye kadar çarpıştılar.
Sabahleyin, hep birden Müslümanların
üzerlerine saldırdılar.
Beşir b. Sa'd'ın arkadaşları şehit oldular.[155]
İçlerinden, kurtulup dönebilenler
döndü. [156]
Beşir b. Sa'd, çarpışa çarpışa yere
baygın düştü.
Canlı olup olmadığı anlaşılmak için
ayak topuğuna vuruldu, kımıldamayınca "Ölmüştür!" denilip bırakıldı.
Mürre oğulları, davar, deve ve
sığırlarını geri çevirip yurtlarına döndüler.
İslâm
birliğinden, sağ olarak Medine'ye gelip başlarına geleni Peygamberimiz
Aleyhisselama ilk ıaber veren, Ulbe b. Zeyd el-Hârisî oldu. [157]
Beşir b. Sa'd ise, şehitler arasında
akşama kadar kaldı. [158]
Akşam olunca, canını dişine takarak
Fedek'e kadar gelip ulaştı. Orada, birYahudinin yanında gün-erce kaldı. [159] Yaraları iyileşti. [160] Yola gidebilecek gücü
kazandı.[161]
Dönüp Medine'ye geldi. [162]
Meyfaa seferi, Hicretin 7. yılında,
Ramazan ayında yapılmıştır.[163]
Meyfaa veya Minfaa; Necd taraflarında,
Batn-ı Nahl'in arkasına düşen Nakra doğrultusunda bir yerdir.
Meyfaa'nın Medine'ye uzaklığı sekiz
berid (merhale)dir. [164]
Uval ve Abdi Sa'lebe oğulları,
Meyfaa'da otururlardı. [165]
Hicretin 4. yılında, Sa'lebe ve Enmar
kabilelerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere toplandıkları haber
alınınca, Zâtü'r-rikâ'ya kadar gidilmişti. [166]
Medine yaylımındaki hayvanları
yağmalamaya hazırlanan ve Muhammed b. Mesleme kumandasındaki on kişilik keşif
birliğini Zülkassa'da kuşatarak şehit etmiş olan Sa'lebe ve Uval oğulları na[167] Hicretin 6. yılının
Rebiü'l-âhir ayında Ebu Ubeyde b. Cerrah Zülkassa'da baskın yapmışsa da, onlar
dağlara kaçmışlardı. [168]
Aynı yılda, Cumâde'l-âhire ayında
Tarifte Zeyd b. Hârise'nin onbeş kişilik keşif birliğini görünce Peygamberimiz
Aleyhisselamın büyük bir kuvvetle geldiğini sanarak kaçışan Sa'lebe oğulları,
işin böyle olmadığını anlayınca, Zeyd b. Hârise'nin arkasına düşmüşlerdi. [169]
Sa'lebe oğulları, Gatafanlardandı. [170]
Gatafanlar ise, Hayber Yahudilerinin
yardımına koşmuşlar, yardımdan vazgeçmeleri için yapılan teklifi de
reddetmişlerdi.[171]
Uval ve Abdi Sa'lebe oğullarına bir
darbe indirmek sırası gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Galib b.
Abdullah'ı 10 kişilik askerî bir birlikle Uval ve Abdi Sa'lebe oğullarının
üzerine gönderdi. [172]
Çoban köle Yesar, Küdr gazvesinde esir alınmış ve Müslüman olunca, Peygamberimiz
Aleyhisselam tarafından azad edilmişti. [173] Yesar Habeşli idi. [174]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Ben Abdi Sa'lebe
oğullarına ansızın saldırmanın yolunu bilirim. Beni, onlara göndereceğin
birlikle birlikte yolla!" demişti. [175]
Yesar, böylece, Meyfaa seferinde
mücahidi ere kılavuz oldu. [176]
Yesar, mücahidleri başka bir yoldan
götürdü.
Azıklar tükendi. Mücahidler açlık sıkıntısı çekmeye, hurmaları sayı ile
bölüşmeye başladılar.
Bütün gece yola devam ettikten sonra,
kılavuz Yesar hakkında yanlış zanna düştüler. Kendisinin gerçek ve sağlam
Müslüman olmadığını sandılar.
Sellerin oyduğu bir yere eriştiler.
Yesar orayı görünce tekbir getirdi ve:
"Vallahi, umduğunuzu elde ettiniz!
Şu çukuru geçinceye kadar yola devam ediniz!" dedi.
Mücahidler, gizli bir duygu ve sezgi
ile hiç konuşmadan ve ses çıkarmadan, kara taşlık yerdeki tepeciğe kadar
yürüdüler. Yesar, arkadaşlarına:
"Sesini o cemaate eriştirecek
kadar gür sesli bir adam olsa da, gidip bağırsa, uygun görür müsünüz?"
diye sordu.
Galib b. Abdullah:
"Ey Yesar! Ben ve sen, ikimiz
gidelim, gizlenmiş olarak onlan çağıralım!" dedi.
Öyle yaptılar. Düşmanı gözleriyle
görebilecekleri, halkın, çobanların ayaklarının takırtısını, sağılan sütlerin fısırtısını
duyabilecekleri bir yere kadar sokuldular.
Acele, mücahidlerin yanına dönüp hep
birlikte geldiler, düşmanın bir kabilesinin yakınına kadar ilerlediler.
Birliğin kumandanı Galib b. Abdullah,
mücahidleri öğütledi ve cihada teşvik etti. Kaçanları, yakalamak için
izlemekten, araştırmaktan nehyetti.
Mücahidlerin aralarındaki anlaşmazlık
ve kırgınlıkları giderdi ve:
"Ben tekbir getirince, siz de
tekbir getiriniz!" dedi ve hemen tekbir getirdi.
Mücahidler de, hep birlikte tekbir
getirdiler. [177]
Hep birlikte saldırdılar. [178]
Meydanlarının ortasına vardılar. Düşmanların ileri gelenlerinden bazılarını
öldürdüler. Ele geçirebildikleri davar, deve ve sığırları Medine'ye doğru
sürdüler. Hiçbir esir alamadılar.[179]
Sefer, Hicretin 7. yılında Şevval
ayında yapılmıştır.[180]
Cinab; Gatafanların topraklarından, [181] Fezâre oğullarının
Medine ile Feyd arasındaki yurtların-dandır. [182]
Hayber seferi sırasında kılavuzluk
yapmış olan Eşca1 kabilesinden Huseyl b. Nüveyre, Medine'ye gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Arkanda bıraktığın yerlerden ne
haber var?" diye sormuş, Huseyl de:
"Gatafanları Cinab'da toplanmış
olarak bırakmış bulunuyorum! [183]
Uyeyne b. Hısn, onlara:
'Siz mi bizim yanımıza gelirsiniz? Yoksa
biz mi sizin yanınıza gelelim?' diye haber salmış!
Onlar da:
'Sen bizim yanımıza gel de, hep
birlikte Muhammed'in üzerine yürüyelim!' diye haber salmışlar!
Onlar, ya seni, ya da senin
yanındakilerden bazılarını öldürmek istiyorlar!" demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'i yanına çağırdı. Aldığı haberi onlara
anlattı.
Her ikisi de:
"Beşirb. Sa'd'ı yolla!"
dediler. [184]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beşir b.
Sa'd'ı çağırdı.
Ona bir sancak bağladı.
Yanına 300 kişi katarak, onu hemen yola
çıkardı. [185]
Huseyl b. Nüveyreyi de, kılavuz olarak
yanlarına kattı.[186]
Geceleri yürüyüp gündüzleri
gizlenmelerini, kendilerine emretti.
Mücahidler, Hayberln aşağılarına kadar
ilerlediler. [187]
Cinab taraflarında Fedek'le Vâdi'l-kurâ
arasındaki Yümn veya Cebar'a eriştiler. [188]
Cebar, Gatafanların Cenab tarafındaki
topraklarındandır. [189]
Mücahidler, Selah mevkiinde
konakladılar. [190]
Selah, Hayber'in aşağısında biryerdir.[191]
Mücahidler, Selah'tan ayrılarak
ilerlemeye devam ettiler, Gatafanlara yaklaştılar.
Kılavuz Huseyl:
"Gatafanlarla aranızdaki uzaklık,
bir günün üçte biri veya yarısı kadardır.
İsterseniz siz gizlenin, ben sizin
casusunuz olarak gidip edineceğim haberleri size getireyim, isterseniz hep
birlikte gidelim" dedi.
Mücahidler:
"Hayır! Önce seni ileri
gönderelim!" dediler, Huseyl'i gönderdiler.
Huseyl, bir müddet ortadan kaybolduktan
sonra, geri döndü ve:
"Onların yaylım hayvanlarının ilk
kısımları şuradadır. Baskın yapıp onları ele geçirmek ister misiniz?"
dedi.
Mücahidler:
"Önce ganimet mallarını ele
geçirelim, sonra da Gatafanları araştıralım" dediler.
Deve, sığır gibi büyükbaş yaylım
hayvanlarına baskın yaptılar. Çobanlar, dağılarak hızla uzaklaştılar. Pek çok
hayvan ele geçirildi. Mücahidlerin elleri, ganimet mallarından, dolup taştı .[192]
Gatafan cemaatleri önce çarpışmaya
hazırlandılar, sonra da dağıldılar.
Sonra, tekrar hazırlanıp yurtlarının
yüksek yerlerine sığındılar.
Beşir b. Sa'd, mücahidlerle birlikte
Gatafanların konak yerlerine gitti. Fakat, orada hiç kimse bulamadılar.
Ele geçirdikleri ganimet mallarıyla
geri döndüler. [193]
Selah mevkiine geldikleri sırada,
Uyeyne b. Hısn'ın casusuna rastladılar, onu tutup öldürdüler.
Sonra, Uyeyne b. Hısn'ın cemaatine
rastladılar.
Uyeyne, mücahidlerin Gatafanları
kaçırıp mallarını iğtinam ettiklerini bilmiyordu.
Mızrak ve kargılarla çarpışmaya
giriştiler.
Uyeyne b. Hısn'ın cemaati bozuldu ve
dağıldı.
Mücahidler onların arkalarına düştüler,
iki kişi yakaladılar. [194]
Uyeyne b. Hısn ile adamları, her tarafa
kaçışıp kurtuldular. [195]
Mücahidler, aldıkları esirleri
Medine'ye getirdiler. Kendileri Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam
onları yurtlarına gönderdi. [196]
Uyeyne b. Hısn; bozguna uğrayarak,
yakalanmamak için Atîk adlı atının üzerinde hızla kaçıp giderken, Haris b.
Avf'la karşılaştı.[197]
Haris b. Avf, ona:
"Dur!" dedi.[198] Onu durdurmak istedi.
Uyeyne:
"Hayır! Durmaya gücüm yetmez!
Muhammed'in ashabı beni yakalamak için arkamdan geliyor!" diyor ve
durmadan atını tepiyordu. [199]
Haris b. Avf:
"Senin için, durum ve tutumunu
gözönünde tutup düşünmek zamanı daha gelmedi mi?! [200]
Ey Uyeyne! Sen bu kısa görüşlülüğünden
daha vazgeçmeyecek misin? [201]
Muhammed memleketler fethedip duruyor,
sen ise başka konular üzerinde bulunuyorsun!?" dedi.
Haris b. Avf der ki:
"Muhammed'in süvarilerinin
yolundan, öyle bir köşeye çekildim, sindim ki, ben onları görebiliyordum,
onlar beni göremiyorlardı. [202]
Güneşin zevalinden geceye kadar, orada
oturdum.
Ne bir kimseyi görebildim, ne de
Uyeyne'yi yakalamak isteyeni!
Görebildiğim, ancak, onun kalbine
dolmuş olan korku idi." [203]
Haris b. Avf, Uyeyne'nin yanına vanp,
ona:
"Seni arayan bir kimse gördün
mü?" diye sordu.
Uyeyne:
"Benim bu kaçışım, şunun içindir:
Ben esir düşmekten korktum!
Sen başka bir yerde benim nasıl tutulacağımı
bilebilir misin?" dedi.
Haris b. Avf:
"Be adam! Benî Nadirlerin, Hendek
günü Benî Kurayzaların, ondan önce de Benî Kaynukaların ve nihayet
Hayberlilerin işlerini sen de açıkça gördün, biz de açıkça gördük!
Halbuki, bunların hepsi de, Hicaz
Yahudilerinin en şereflileri ve en güçlüleri idiler. Kendilerinin cesaret ve
sehavetleri dillerde destandı.
Onlar, geçilmez, aşılmaz kalelere
sahiptiler. Hurmalıklar sahipleri idiler.
Vallahi, bütün Araplar onlara
sığınsalardı, kendileri Arapları koruyacak güçte idiler.
Harise b. Evs, kavmiyle aralarında
çıkan savaştan dolayı onlara sığınınca, onlar bütün halka karşı onları korumuşlardı.
Fakat, onlar kuşatılıp teslim oldukları
zaman, bu yiğitlik ve kahramanlıklarının nasıl tükenip gittiğini, nasıl ağır
şartlar yüklendiklerini görmüşsündür!" dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Evet! Bütün bunlar vallahi öyle
oldu. Fakat, bir türlü içime sinmiyor" dedi.
Haris b. Avf:
"Git, Muhammed'le birlikte
bulun!" dedi.
Uyeyne:
"Ben ona tâbi olurum, ama ona
benden önce tâbi olmuş bulunanlar, kendilerinden sonrakilere:
'Biz Bedir'de ve başka savaşlarda
bulunmuşuzdur!' diyerek övünmeye kalkacaklardır!" dedi.
Haris b. Avf:
"Bu, ancak senin görüşündür.
Eğer ona tâbi olmakta önce davranmış
olsaydık, biz de, muhakkak onun yüksek sahabilerinden olurduk.
Bununla birlikte, onlardan sonraya
kalan, yalnız biz değiliz.
Onun kendi kavminden de, onlardan
sonraya kalıp, muahede ile bulundukları hali devam ettirenler de vardır"
dedi.
Uyeyne b. Hısn:
"Vallahi, bu görüşü
benimsedim!" dedi.
Her ikisi, Medine'ye hicret etmeye,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmeye hazırlandılar.
Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf, yolda
Ferve b. Hübeyretü'l-Kuşeyrîye rastladılar.
Ferve, umre yapmak için Mekke'ye
gidiyordu.
Uyeyne ile Haris, Ferve ile konuştular.
Üzerinde durdukları işi, yapmak istedikleri şeyi ona haber
verdiler.
Ferve:
"Bence, şu Hudeybiye musalahası
süresi içinde, kavminin ona ne yapacağını görünceye ve onlardan edineceğim
haberi size getirinceye kadar, acele etmeseniz iyi olur!" dedi.
Bunun üzerine, Haris b. Avf'la Uyeyne
b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmeyi geri bıraktılar.
Ferve b. Hübeyre, Mekke'ye vardı.
Kureyşîlerin haberlerini araştırıp
incelediği zaman, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı son derecede
düşmanlık beslediklerini, kendisine hiçbir zaman boyun eğmek istemediklerini
gördü.
Onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın
Hayberlileri nasıl yere serdiğini haber verdi ve:
"Oraların ileri gelenlerini de,
sizin Muhammed'e karşı beslediğiniz düşmanlık kadar düşman olarak geride
bıraktım!" dedi.
Kureyşîler
"Ya senin görüşün nedir? Sen
göçebe halkın ulususun!" dediler.
Ferve:
"Sizinle onun aranızdaki şu
musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün Arapları kendimize
çekeceğiz! Sonra da, yurdunun ortasında onunla çarpışacağız!" dedi.
Ferve, Mekke'de oturduğu müddetçe,
Kureyşîlerin danışma meclislerine katıldı.
Nevfel b. Muaviye ed-Di'lî, Ferve'nin
Mekke'ye geldiğini ve Kureyşîlerin meclislerine katıldığını işitince,
Ferve'nin çölüne indi.
Ferve, Kureyşîlere neler söylediğini
Nevfel'e haber verdi.
Nevfel:
"O halde, ben sizde muhakkak
birşeyler bulacağım demektir.
Bizim için, düşman, yurdu yakın
olandır! Onlar, Muhammed'in samimî heybesi gibidirler. İşlerimizden bir harf
bile, onlara gizli kalmaz" dedi.
Ferve:
"Kimdir bunlar?" diye sordu.
Nevfel:
"Kim olacak? Huzâalar! Hayırsız,
kötü Huzâalar, Muhammed'in sağ yanına oturdular" dedi.
Ferve:
"Bu da ne demek?!" diye
sordu.
Nevfel:
"Sen, Huzâalara karşı Kureyşîlerin
bize yardım etmelerini sağla! Ötesine karışma!" dedi.
Ferve:
"Ben size bu hususta
yeterim!" dedi ve Nevfel'e yardımlarını sağlamak için Kureyşîlerin Safvan
b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve Süheyl b. Amr gibi başkan ve liderleriyle
buluştu.
Onlara:
"Başınıza neler geldiğini görüyor
musunuz?
Siz, Muhammed'in selametle gelip
gitmesini sağlamayı kabul ettiniz!?" dedi.
Kureyşîlerin bu başkan ve liderleri:
"Bizler, böyle yapmasaydık, başka
ne yapabilirdik? Ne yapabiliriz ki?" dediler.
Nevfel:
"Size düşman olan Huzâalara karşı,
Nevfel b. Muaviye'ye pekâlâ yardım edebilirsiniz?" dedi.
Kureyşîlerin lider ve başkanları:
"O zaman, Muhammed bizimle
çarpışır, bize galebe çalar. Çiğnenirve onun hükmüne boyun eğmek zorunda
kalırız!
Halbuki, biz şimdi barış süresi içinde
ve dinimize bağlı bulunuyoruz!" dediler.
Ferve, Kureyşîleıie görüştükten,
konuştuktan sonra Nevfel ile buluşup ona:
"Kureyş kavminde iş yok!"
dedi ve obasına döndü.
Sonra, Uyeyne b. Hısn ve Haris b.
Avf'la buluştu. Onlara, Kureyş müşriklerinin durumunu bildirdi ve:
"Gördüm ki; Muhammed'in kavmi,
onun muzaffer olacağına kesin olarak kanaat getirmişler, onun üzerine yürümeye
yeltenir gibi oluyorlar, fakat işin sonucunu düşünüp geri duruyorlar!
Ayaklarının birini ileri atarlarsa, diğerini geriye atıyorlar!" dedi.[204]
Ensardan Abdullah b. Sehl b. Zeyd ile
Muhayyısa b. Mes'ud b.Zeyd Hayber'e gitmişlerdi.[205]
O sırada, Hayber Yahudileriyle barış
yapılmış bulunuyordu. [206]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, kaza
umresi için Mekke'ye gidişinden biraz önce idi.
Gerek Abdullah b. Sehl'in, gerek
Muhayyısa'nın ev halkları, son derecede yoksulluğa düşmüşlerdi. [207]
Bunlar, ev halkları için, Hayber'den
hurma tedarik edeceklerdi. [208]
Muhayyısa b. Mes'ud der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Hayber'i
fethedip Medine'ye geldikten sonra, arkadaşlarıma:
'Siz ne diye Hayber'e gitmek ihtiyacını
duymazsınız? Yoksulluğa, açlığa uğramış bulunuyoruz!' dedim.
Arkadaşlarım:
'Oralar, şimdi eskisi gibi değildir.
Bizler, Müslüman cemaatindeniz. Bundan önce ise, birşeye tapın azdık.
Şimdi gidersek, İslâmiyete ve
Müslümanlara düşman olan, kin besleyen bir cemaatin yanına varacağız
demektir!?' dediler.
Biz yola çıktık, Hayber'e vardık.
Öyle bir kavmin yanına vardık ki,
topraklar, hurmalıklar, eskiden olduğu gibi kendilerinin ellerinde değildi.
Resûlullah Aleyhisselam, toprak ve
hurmalıkları, mahsulünü yarı yarıya bölüşmek üzere, onlara (Yahudilere) teslim
etmişti.
Yahudilerin Ebi'l-Hukayk, Sellâm b.
Mişkem, Ka'b b. Eşref gibi ululan ve zenginleri öldürülmüşlerdi.
Ancak, malsız, servetsiz, ellerinin
emeğiyle geçinen işçi takımları kalmıştı.
Şıkkta bir gün, Natat'ta bir gün
kaldık. Ketibe'de de bir gün kaldıktan sonra, orayı bizim için daha hayırlı ve
yararlı gördüğümüzden, orada günlerce kaldık.
Arkadaşım Abdullah b. Sehl, Şıkk'a
gitti. Orada, yanında ben olmaksızın geceledi.
Doğrusu, onun hakkında, Yahudilerden
korkmaya başladım. Sabahleyin, hemen izine düştüm. Onu sora sora Şıkk'a kadar
vardım.
Yahudilerin ev halkları:
'O, güneş battığı zaman bize uğramıştı.
Natat'a gitmek istiyordu' dediler.
Natat'a eriştim.
Yahudi uşaklarından birisi:
'Gel, sana arkadaşını göstereyim!'
dedi.
Beni susuz bir kuyu başına kadar
götürüp orada durdurdu.
Çukurdan kara sinekler çıkıp duruyordu.
Arkadaşım öldürülmüştü! [209]
Boynu kırılmış,[210]
kanlara bulanmış, [211]
oradaki derin olmayan, ağzı geniş bir çukura bırakılın ıştı. [212]
Şıkk halkına:
'Onu siz öldürdünüz!1 dedim.
'Hayır! Vallahi onu biz öldürmedik! [213]
Bizim bu hususta hiçbir bilgimiz de yok!' dediler.
Yahudilerden bazı kimselerin bana
yardım etmelerini istedim.
Arkadaşım Abdullah b. Sehl'in cesedini
oradan çıkardım. Kefenledim ve gömdüm.
Sonra, acele Medine'ye gelip onun
başına geleni kavmime haber verdim.
O sırada, Resûlullah Aleyhisselamı
Umretü'l-kazıyye (kaza umresi) maksadıyla yola çıkmak üzere buldum.
Kalkıp Resûlullah Aleyhisselamın yanına
gittik.
Bizim büyüğümüz, kardeşim Hu^ayyısa
idi.
Öldürülen Abdullah b. Sehl'in kardeşi
Abdurrahman da, yanımızda bulunuyordu.
Abdurrahman, benden daha gençti.
Kendisi Resûlullah Aleyhisselamın
önünde diz çöktü. Biz de, çevresinde oturduk.
Resûlullah Aleyhisselam, cinayet
haberini işitmiş bulunuyordu.
Abdurrahman:
'Yâ Rasûlallah! Kardeşim öldürüldü!'
dedi[214]
ve amcalarının oğullarından önce konuşmaya başladı. [215]
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
'Sözü, ilk önce, yaşı büyük olana
bırak!' buyurdu.[216]
Abdurrahman sustu, geri durdu. [217]
Ben konuşmak istedim. Bana da:
'Sözü, ilk önce, büyük olana bırak!'
buyurdu.
Ben de sustum. Büyük kardeşim Huvayyısa
konuştu." [218]
Huvayyısa:
"Yâ Rasûlallah! Biz, Abdullah'ı,
Hayber"in kör kuyularından bir kuyuda, çukurda, öldürülmüş olarak
bulduk!" dedikten sonra, Yahudileri ve onların kötülüklerini,
düşmanlıklarını anlattı. [219]
Huvayyısa'dan sonra, Muhayyısa konuştu, [220] hadiseyi anlattı. [221] En sonra, Abdurrahman
konuştu: [222]
"Yâ Rasûlallah! Adamımız Hayber'de
saldırıya uğramış ve öldürülmüştür!
Hayber"de ise, Yahudilerden başka
bir düşman yoktur!" dedi. [223]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Adamınızı kimin öldürdüğü
hakkında açık bir delil getirebilir misiniz?" diye sordu.
"Bizim elimizde hiçbir delil
yok!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Katilinizin ismini bildiriniz,
sonra adamınızı onun öldürdüğüne de elli defa yemin ediniz!
Bundan sonra, onu, kısas edilmek üzere
size teslim edeyim!" buyurdu.[224]
"Yâ Rasûlallah! Biz iyice
bilmediğimiz, [225]
hazır bulunmadığımız ve gözlerimizle görmediğimiz birşey hakkında nasıl yemin
edebiliriz?" dediler. [226]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyle ise, Yahudiler, adamınızı
öldürmedikleri ve öldüreni de bilmedikleri hakkında elli defa yemin eder,
iddianızdan beraat ederler!" buyurdu.[227]
"Yâ Rasûlallah! Onlar [Yahudiler)
Müslüman değiller ki! [228]
Yâ Rasûlallah! Kâfir olan bir cemaatin
yeminlerini nasıl kabul ederiz? [229] Ki, günah üzerine yemin
edip en büyük küfrü işlemekten çekinmeyenler, onlar arasındadır!" dediler. [230]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Adamınızı öldürdükleri sabit
olursa, onlar ya onun kan bedeli olan diyetini öderler, ya da hükmünüze boyun
eğmekten kaçınmış, ahidlerini bozmuş, bize karşı savaş açmış sayılacakları
kendilerine bildirilir!" buyurdu ve bunu HayberYahudilerine de böylece
yazdı, yazdırdı. [231]
Yazılan yazıya:
"Öldürülen kişinin cesedi, sizin
evlerinizin arasında bulunmuştur!" cümlesi de eklendi. [232]
Hayber Yahudileri, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yazısına:
"Biz vallahi onu öldürmedik! [233] Onu öldüreni de
bilmiyoruz!" diye cevap yazdılar. [234]
Bu cinayet dâvasında, İslâmiyetten
önceki çağlarda uygulanmakta olan ve kasâme diye anılan muhakeme usulüne
başvurulmuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu usulü
olduğu gibi bıraktı.[235]
Kasâme; lügatta, güzel olmak,
Müslümanlarla düşmanları arasında barış yapılmak mânâlarına geldiği gibi,
birşey hakkında yemin edip onu almak, veya o şey hakkında tanıklık etmek
mânâsına da gelir. [236]
Şeriat teriminde; sadece belli sebeple
belli sayıdaki belli kişilerin usulüne göre yaptıkları yeminde kullanılmıştır. [237]
Buna da, ya öldürülenin velileri
tarafından kan bedeline hak kazanılmak için, ya da kendilerinin talepleri
üzerine, karşı taraftan, içlerinde çocuk, kadın, deli ve köle bulunmamak
şartıyla seçilecek elli kişiye yemin ettirilip kan bedelinden kurtulmak için
başvurulur.
Meselâ; öldürülen kişinin cesedi bir
kavmin yurdunda bulunur ve onu kimin öldürdüğü bilinmez ve fakat o kavmin
öldürdüğü iddia edilir ve elli kişi de bu hususta yemin ederse, diyet almaya
hak kazanılır.
Eğer davacı karşı taraftan elli kişi
seçerek onları yemin etmeye davet eder, onlar da öldürülenin kendileri
tarafından öldürülmediğine ve öldüreni de bilmediklerine yemin edecek
olurlarsa, diyet ödemekten kurtulurlar.
Yemin edecek tam elli kişi bulunmazsa,
mevcut kişiler yeminlerinin sayısını elliye doldururlar. [238]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah b.
Sehl'in kanının boşa gitmesini uygun gömnedi.[239]
Onun kan bedelini, zekat develerinden
yüz deve vererek ödedi. [240]
Bu yüz devenin
25'i beş yaşına,
25'i dört yaşına,
25'i üç yaşına basmış;
25'i de bir yaşını doldurmuştu.
Sehl b. Ebi Hasme der ki:
"Abdullah b. Senl'in vereselerine
yüz devenin teslim edildiğini görmüşüm dür.
Ben o zaman gençtim. [241] Vallahi, içlerinden,
kızıl tüylü bir devenin beni teptiğini de daha unutmam ışı m dır !" [242]
Abdullah b. Sehl'in diyetini
Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisinin ödemesi; gerginliği gidermek, arayı
bulmak, [243]
çıkacak karışıklığı önlemek, barışıklığı sağlamak hususundaki ince siyasetinden
ileri geliyordu. [244]
[1] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 24, Vâki d
t, Megâzî, c. 2, s. 636, İ bn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 4, s. 239, 327, c. 1,
s. 353.
[2] İbn ^bdilberr, İstiâb,
c. 2, s. 761, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 250.
[3] İbn Sa'd, Tabak
âtü'l-kübrâ, c. 1, s. 353.
[4] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 239, c. 1, s. 353, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 259,260.
[5] İbn Sa'd. Tabakat. c. 1 . s. 353. c. 4. s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/127.
[6]İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 226.
[7] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 326, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.2, s. 286, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 119,120,
c.S.s. 123.
[8] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 328.
[9] Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
685, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 425.
[10] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 4, s. 326, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.2, s. 286, Buharı,
Sahih, c. 3, s. 119,120.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/127-128.
[11] İtan Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 329, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 689,
İtan Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 319, 320.
[12] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1770,1 771,
İtan Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 319.
[13] İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 4, s. 328, Ahmed
b. Hantael, Müsned, c. 2, s. 320, Müslim, Sahih, c. 4, s. 938, 939, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 428.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/128-130.
[14] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 3.
[15] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4,s. 34, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1.S.242.
[16] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 106, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80.
[17] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 275.
[18] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 106.
[19] Buhârî, Sahih, c. 5, s. 80.
[20] Müslim, Sahih, c. 4, s.
1946.
[21] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 106.
[22] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 106.
[23] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
80, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1946.
[24] Müslim. Sahih. c. 4. s.
1946.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/130-132.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706.
[26] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 33.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
530.
[28] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
562, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,
s. 378, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 73, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn EsTr,
Kâmil, c. 2, s. 209, Diyarbekıf, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 12, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/132.
[29] İbn Kayym, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163.
[30] Semhûdı, Vefau'l-retâ,
c. 4, s. 1281.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/132-133.
[31] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[32] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
706.
[33] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 58.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
706.
[36] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
706.
[38] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 368, Taberî, Târîh, c. 3, s. 98, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c.
2, s. 58.
[39] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 352, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 706, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c.
1 , s. 34, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks.2,s.4O.
[40] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
706,707.
[41] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[42] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 368, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c.
1, s. 33, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[43] Ebu
Ubeyd,Kitâbu'l-em\£l,s.16, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1 ,s.33, Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 238.
[44] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 368, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 33, 36, Yâküt,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 238.
[45] Belâzurî.
Fütûhu'l-büldân. c. 1. s. 33. Yâkût. Mu'cemu'l-büldân. c. 4. s. 239.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/133-135.
[46] İbn Habib, Kitâ bu'l-muhabber, s. 1 26,1bn Hazm ,
Cevâmiu's-aYe, s. 24.
[47] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
707.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/135.
[48] Bel âzurf, E nsâbu'l -eşraf, c. 1, s. 352, F ütûhu
'l-büld ân, c. 1, s. 40, İ bn Sey-yi d, U yûn, c. 2, s. 142.
[49] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 238.
[50] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 90.
[51] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 238.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
530.
[53] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 353, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 707, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1, s. 353, Fütühu'l-büldân, c.1,s.39.
[54] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
709, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 121.
[55] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 353, Taberî, Târih, c. 3, s. 96.
[56] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
710, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162.
[57] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[58] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
710, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 4, s.
1328.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/135-137.
[59] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 710, İbn Kayy,m ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162.
[60] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 162.
[61] Vâkidi, Megâzı, c.2, s.
710, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/137.
[62] Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1 , s. 39, Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 345, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 143,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 58.
[63] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 353, İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 144.
[64] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
710, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162.
[65] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
710.
[66] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
710, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2,
s. 58, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 775.
[67] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
710, 711, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162,163.
[68] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
710, 711, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 39, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 143, 144, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 162,1 63.
[69] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
711.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/138-139.
[70] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 1 26, Belâzurî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 40, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 24.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/139.
[71] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 353.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/139.
[72] Ibn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 121.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
707, 708, İtan Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 121,122.
[74] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 123.
[75] İbn Sa'd. Tabakât. c. 8.
s. 122.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/140-141.
[76] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.3, s. 354, 355, Vâkidf,
Megâzî.c.2, s. 708.
[77] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c.8,s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[78] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
708, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[79] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8,
s. 126, Hâkim, Müstedrek, c. 4, s. 29.
[80] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.3, s. 354, 355, Vâki df, Megâzî.c.2, s. 708.
[81] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, t 8, s. 122, 123.
[82] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 102.
[83] Buhârî, Sahih, c. 3, s.
42.
[84] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
708, İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 122.
[85] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 196.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/141-142.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 530.
[87] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 67.
[88] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
713.
[89] Semhûdî, Velâu'l-velâ,
c. 4, s. 1164.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
530.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/142-143.
[91] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
711, İbn Ka^ım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 775.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143.
[92] Ibn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 1 26, Belâzurî, Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 40, Ibn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s.23.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143.
[93] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 154, Semhûdf, Vefâu'l-vıefa, c. 4, s. 1179, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 55.
[94] İbn Esir, Nihâye, c.
1.S.307, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 172, Semhûdf, Vefâu'l-vefâ, c. 4, s.
1179.
[95] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 212.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/143-144.
[96] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 353 Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 711, Taberî, Târih, c. 3, s. 96, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c.
2, s. 163.
[97] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[98] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 711.
[99] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
711.
[101] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 355, Halebî,
İnsanu'l-uyûn, c. 2, s. 775.
[102] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
711.
[103] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 711.
[104] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 213, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 775.
[105] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 213.
[106] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 712, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 163, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 213.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 712, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 776.
[108] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 776.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
711, 712.
[110] İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c.
2,5.711, 712.
[112] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355.
[113] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
712.
[114] İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163.
[115] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 355, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 213.
[116] İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 163, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 776.
[117] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 2, s. 776.
[118] İbn
Sa'd.Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 123,124, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s.
58.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/144-147.
[119] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, t 1, s. 353.
[120] İbn Esîr, Nihâye, c. 3,
s. 348.
[121] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
4, s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/147-148.
[122] İbn Saıd,Tabakâtüıl-kübrâ,c.4,s.34,
35,Yâkubî, Târih, c.2,s. 56, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 211, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 242, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 342.
[123] İbn Abdilberr, İstiâb, c. 1, s. 242, İ bn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 342.
[124] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 229.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/148-149.
[125] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 292,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 3, s. 345.
[126] Taberî, Tefsir, c. 7, s.
4.
[127] Taberî, Tefsir, c. 7, s.
4, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 3, s. 345.
[128] Taberî, Tefar, c. 7, s.
4.
[129] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 292,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 3, s. 345.
[130] Taberî, Tefsir, c. 7, s.
4, Kastalânf, Mevâhib, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 3, s. 345.
[131] Taberî, Tefsir, c. 7, s.
4.
[132] Kastalânf, M evâhib, c.
1, s. 292, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 31, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c.
3, s. 345.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/149.
[133] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 64.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/150.
[134] Yâkubî, Târih, c. 2.S.56.
[135] Ebu Ubeyd,
Kitâbu'l-emvâl, s. 367.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/150.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 5, c. 2, s. 722, İtan
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 11 6, Belâzurî, Ensâb, c. 1 , s. 379.
[137] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 117.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 1 s.
5, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 191 .
[139] Yâ küt, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 21.
[140] Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,
s. 379.
[141] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s.
722.
[142] Vâki d f, Megâzî, c.2,
s. 562, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 89, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c.1 , s. 378,
Yâkubî, Târih, c. 2, s.73, 74, Taberî, Târîh, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c.
2, s. 209, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 11 0, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead,
c. 2,s. 135 Diyarbekrî, Târîhu'l-ham fs, c. 2, s. 12, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c.
3, s. 185.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
722, İbn Sa'd, Tabakât,c. 2, s. 117, Taberî, Târîh, c. 3, s. 99 İbn
Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 145.
[144] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
722 Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 221 İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 164, Halebî, İnşân, c. 3, s. 191.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/151-152.
[145] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 5, c. 2, s. 722,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 379, Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[146] Vâkidi, Megâzî, c.2, s.
722, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 46.
[147] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 118, İtan Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 146,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 60, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 191.
[148] Belâzurî, Ensâb, c. 1 ,
s. 379.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/152.
[149] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 5, c. 2, s. 723, İbn
Sa'd, Tabakât ü'l-kübrâ, c. 2, s. 11 8, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 379.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
[151] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 226, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 221,
222.
[152] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 250.
[153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 1 46,
İbn Kayyım, Zâdu'l-ıead, c. 2, s. 164.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s.
723.
[155] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 723, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 119.
[156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 164.
[157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c.
3, s. 250.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723.
[159] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 532. E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 222, İbn Kayyım ,!âdu'l-mead, c. 2, s. 164.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 723,
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 164, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 60,
Zürkânf, M evâhib Şerhi,:.2,s.25O.
[161] Halebî, İnsânu'l-uyün,
c. 2, s. 192.
[162] Vâkıdî, c. 2, s. 723,
İbn Sa'd, c. 2, s. 119, c. 3, s. 532, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 226.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/153-154.
[163] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
5, c. 2, s. 726, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 147.
[164] İbn Sa'd,
Tab akâtü "l-kübrâ, c. 2, s. 119, İ tan Seyyi d, U y ûnu'l-eser, c.2,
.147, Sem hûd f, Vefâu'l-vefa, c. 4, s. 1317.
[165] İbn Sa'd, Tab akâtü 'l-kübrâ. c. 2, s. 119.
[166] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
395, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 61.
[167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
551, 552, İbn Sa'd, Tab akâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 85.
[168] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 552, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 86, Yâkubî, TâriTı, c. 2, s. 73, Taberî,
Târih, c. 3, s. 83, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c.2, s. 105.
[169] Vâkıdî, c.2, s. 555, İbn
Sa'd, c. 2, s. 87, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 377, Yâkubî, c. 2, s. 72,
Taberî, c. 3, s. 83, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 207, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 134, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 106.
[170] Kalkasandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 370.
[171] Vâkıdî, c. 2, s. 640, 642, 650, 651, Diyarbekrî,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 44.
[172] İbn Sa'd, Tab akâtü
'l-kübrâ, c. 2, s. 119.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
138, İbn Sa'd, c. 2, s. 31.
[174] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 667, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 250.
[175] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s.
726, Taberî, Târih, c. 3, s. 99.
[176] İbn Sa'd, Tab akâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 147.
[177] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s. 726, 727.
[178] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
727, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2,
s. 147.
[179] Vâkıdî, c. 2, s. 727,
İbn Sa'd, c. 2, s. 119, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 47, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2,
s. 192.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/154-157.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, c. 2, s. 727, İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 120, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 379, Taberî,
TâriVı, c.3,s.99.
[181] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 148, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 252.
[182] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 164, 165.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
727, Taberî, Târîh, c. 3, s. 99, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 165, 166.
[184] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
727, 728, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 165,166.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
728, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 166.
[186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 278, Taberî, Târih, c. 3,
s. 99.
[187] Vâkidi, Megâzî, c. ,2 s.
728, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 166.
[188] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 120, c. 3, s. 532, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 148.
[189] Semhûdi, Vefâu'l-vefâ,
c. 4, s. 1173.
[190] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
278, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 20, İbn Seyyid, c. 2, s. 148.
[191] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 233.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 728.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
728, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 166.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
278, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 166.
[195] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 532.
[196] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
278, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 120, İbn Kayyım , Zâd, c. 2, s. 166, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2, s. 148.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/157-159.
[197] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s. 729.
[198] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 66.
[199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
729.
[200] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
729, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 166.
[201] Taberî, Târih, c. 3, s.
99.
[202] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
729.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
729, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 166.
[204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
729, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/159-163.
[205] Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 577, 578,
Buharı, Sahih, c. 5, s. 11 9, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1293.
[206] Buhârî,Sahîh,c.3, s.
169, c. 4, s. 17, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1293.
[207] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
713, 71 4.
[208] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 369, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[209] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
713, 71 4.
[210] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.3, s. 369 Ahmed, b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[211] Buhârî, Sahih, c. 4, s.
68.
[212] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.3, s. 369, Mâlik, Muvatta', c. 2, s. 877, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3,
Buhârî, c. 8, s. 119.
[213] Mâlik,Muvatta1,
c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714, Buhârî, c. 8, s. 119, Müslim,
Sahîh, c. 3, s. 1294.
[214] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
714.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3.
[216] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370.
[217] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 2, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1291.
[218] Mâlik, Muvatta1,
c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 714.
[219] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 2.
[220] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî, Megâzî,
c. 2, s. 714, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3, Buhârî, Sahih, c. 8, s. 120.
[221] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s.
714.
[222] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[223] Ahmed b. Hanbel. Müsned.
c. 4. s. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/163-166.
[224] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 3.
[225] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370.
[226] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 714, 71 5, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 4, s. 2, 3, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 68, Müslim, Sahîh, c. 3, s.
1292.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 370 Mâlik,
Muvatta1, c. 2, s. 877.
[228] Mâlik, Muvatta'.c. 2, s.
878, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 714, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 3, Buhârî, c. 8,
s. 120, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1295.
[229] Mâlik, Muvatta1,
c. 2, s. 878, Buhârî, c. 4, s. 68, Müslim, c. 3, s. 1292,1293 .
[230] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 3.
[231] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370, 371, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 877, Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 714, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 1 20, Müslim, Sahîh, c. 3, s.
1295.
[232] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370.
[233] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 71 4, Mâlik, Muvatta1,
c. 2, s. 877 Buhârî, c. 8, s. 120, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1295.
[234] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 370.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/166-167.
[235] Vâkıdı, Megâzı, c. 2, s. 715, Müslim, Sahih, c. 3,
s. 1295, İbn Esîr, Nihâye, c. 4, s. 62.
[236] Firuzâbâdi,
Kâmûsu'l-muhft, c. 4, s. 166.
[237] Kâsânf,
Bedâyiu's-sanâyi', c. 7, s. 286.
[238] İbn Esîr, Nihâye, c. 4,
s. 62.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/168.
[239] Buhârî, Sahih, c. 4, s.
42, 43.
[240] Serahsf, M ebsût, c. 26, s. 1 07.
[241] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
715.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,
c. 3, s. 370.
[243] Bedrüddin Avnf,
Umdetu'l-karf, c. 24, s. 59.
[244] İbn Hacer. Fethu'l-barî.
c. 12. s. 206.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/168-169.