Fetih Seferinin Tarihi ve Mevkii
Abdulmuttalib'le Huzâalar Arasında İttifak
Antlaşması Yapılışı
Benî Bekrlerle Huzâalar Arasındaki Düşmanlık
Benî Bekrlerden Benî Di'llerin Huzâalardan Öç
Almaya Niyetlenmeleri
Huzâalara Saldırmak İçin Bahane Edilen Son Hadise
Kureyş Müşriklerinin Nüfâseleri Gizlice
Destekleyerek Huzâaları Öldürtmeleri
Kureyş Müşriklerinin Yaptıkları İşin Sonucunu
Düşünerek Korkuya Düşmeleri
Huzâaların Yardım Dileklerini Peygamberimiz
Aleyhisselamın Medine'den Cevaplayışı
Kureyş Müşriklerine Mektup Gönderilişi
Ebu Süfyan'ın İşlenilen Cinayeti Gözardı Etmeye
Çabalayışı
Acele Sefer Hazırlığına Girişilişi ve Bunun Gizli
Tutuluşu
Hâtıb'ın Kureyş Müşriklerine Harekât Durumunu Bir
Yazı ile Bildirmeye Yeltenişi
Mektubun Kureyş Müşriklerine Bir Kadınla
Gönderilişi
Medine'den Mekke'ye Doğru Yola Çıkış
Zübeyr b.
Avvam'ın Bir Süvari Birliğinin Başında Öncü Olarak İleri Sürülüşü ve Hevâzin
Casusunun
Yakalanıp Sorguya Çekilişi
Uyeyne b. Hısn'ın Arc'da Gelip Mücahidlere
Katılışı
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Orucunu Açışı ve Mücahidlere Oruçlarını Açmalarını Emredişi
Medine'ye
Gelmek Üzere Yola Çıkan Hz. Abbas'ın Yolda Peygamberimiz Aleyhisselamla
Buluşması
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş Düzenine Koyuşu
Ebu Süfyan
b. Hâris'le Abdullah b. Ebi Ümeyye'nin Peygamberimiz Aleyhisselamla Buluşmaları
ve
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Merru'z-zahran'da Konaklayışı
Kureyş
Müşriklerinin Ebu Süfyan b. Harb'i Denetçi ve Elçi Olarak Göndermeyi
Kararlaştırmaları
Ebu
Süfyan'la Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ'nın Müslüman Olmaları
Ebu
Süfyan'a Dar Geçitte Mücahidlerin Geçişinin Seyrettirilişi
İslâm
Mücahidlerinin Tamamıyla Gelip Zî Tuvâ'da Toplanışı
Mekkeli
Müşriklerin İslâm Mücahidlerine Karşı Koymaya ve Çarpışmaya Hazırlanmaları
Mücahidlerin
Savaş ve Mekke'yi Fetih Düzenine Konulması ve Kumandanlara Harekât
Üsâme b.
Zeyd'in Mekke'de Nereye İnileceğini Soruşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamın
Hayf'a
Ebu
Kuhâfe'nin İslâm Mücahidlerini Ebu Kubeys Dağından Kızına Gözetletişi
Ebu
Süfyan'la Hakîm b. Hizam'ın Kureyşlileri Uyarmak ve İslâmiyete Davet Etmek
Üzere Önden
Hz. Abbas'ın
Peygamberimiz Aleyhisselamdan İzin Alarak Mekke'ye Gidişi
Halid b.
Velid'in Ellît Mevkiinden Mekke'ye Girişi
Ebu
Süfyan'la Hakîm b. Hizam'ın Müşriklere Öğüt ve Tavsiyeleri
Zübeyr b.
Avvam'ın Mekke'ye Yukarı Tarafından Girişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekke'ye Girişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekkelilere Eman Verdiğini İlân Ettirişi
Ensarın
Duydukları Endişelerin Giderilişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hacun'da Kurulan Çadıra İnişi
Abdullah
b. Hatal'ın Suçu ve Öldürülüşü
Hâris b.
Tulaytıla'nın Öldürülüşü
Huveyris
b. Nukayz'ın Öldürülüşü
Mıkyes b.
Subâbe'nin Öldürülüşü
Safvan b.
Ümeyye'nin Cidde'ye Kaçışı
İkrime b.
Ebu Cehil'in Yemen'e Kaçışı
Hebbar b.
Esved'in Kaçıp İzini Kaybedişi
Abdullah
b. Zibârâ İle Hübeyre b. Ebi Vehb'in Necran'a Kaçmaları
Abdullah
b. Sa'd b. Ebî Serh'in Öldürülmek İçin Aranılışı
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mescid-i Haram'a Gelişi ve Kâbe'yi Tavaf Edişi
Fadâle'nin
Kötü Niyetini Değiştiren ve İmanını Berkiştiren Bir Hadise
Ebu Süfyan
b. Harb'in İçinden Geçirdiği Bir Kuruntudan Dolayı Uyarılışı
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Kâbe'nin Anahtarını Getirtmesi
Kâbe
Çevresindeki Putların Yıktırılışı
Bilal-i
Habeşî'nin Kâbe Üzerinde Ezan Okumasından Müşriklerin Tedirgin Olmaları
Yıkılan
Putların Kırılacaklarının Kırılışı ve Yakılacaklarının Yakılışı
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ümmü Hani'nin Evinde Fetih Namazı Kılışı
Mücahidlerin
Fetih Gecesini Zikir ve İbadetle Geçirmeleri
Kâbe'nin
İçindekiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kâbe'ye Girişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Birinci Fetih Hutbesi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hicâbe ve Sikâye Hızmetlerini Eski Görevlilerine Vermesi
Ebu
Ahmed'in Müşrikler Tarafından Gaspedilen Evleri Karşılığında Cennette Verilecek
Köşke Razı Oluşu
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Karşısında Titremeye Başlayan Adamı Teskin Edişi
Mekkelilerin
Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet Üzerine Bey'atları
Ebu
Kuhâfe'nin Peygamberimiz Aleyhisselama Getirilip Bey'at Ettirilişi
Hz. Ebu
Bekir'in Bacısına Alınan Gerdanlığı Hakkındaki Tavsiyesi
Ebu
Leheb'in Oğulları Utbe ve Muattib'in Getirtilip Bey'at Ettirilişi
Mekkeli
Kadınların Peygamberimiz Aleyhisselama Bey'at Ettirilişi
Hind ve Kızkardeşinin
Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşmaları
Hind'in
Peygamberimiz Aleyhisselama Oğlak Kebabı Hediye Edişi ve Koyunlarının ve
Kuzulayıcılarının
Bereketlenişi
Mekke
Evlerindeki Putların Kırılışı ve Bazı Şeylerin Yasaklanışı
Mekkeli
Çocuklar İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Dua Ettirilişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Süheyl b. Amr'a Eman Verişi
Huvaytıb
b. Abduluzzâ'nın Müslüman Oluşu
İkrime b.
Ebu Cehil'e Eman Verilişi ve Kendisinin Müslüman Oluşu
Hâris b.
Hişam'ın Müslüman Oluşu
Şair
Abdullah b. Zibârâ'nın Necran'dan Gelip Müslüman Oluşu
Abdullah
b. Sa'd b. Ebi Serh'in Özür Dileyişi ve Müslümanlığa Dönüşü
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Safvan b. Ümeyye'ye Eman Verişi
Enes b.
Züneym ed-Di'lî'nin Suçunun Affedilişi
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ordu İhtiyacı İçin Mekkeli Üç Zenginden Ödünç Para Alışı
İşkence
ile Dininden Döndürülen Cebr'in Yeniden Müslüman Oluşu
Peygamberimiz
Aleyhisselama Sa'd b. Bekrlerden Bir Kadının Hediye Olarak Süt ve Keş Peyniri
Getirişi
Peygamberimiz
Aleyhisselama İçmesi İçin Üzüm Şırası Getirilişi
Peygamberimiz
Aleyhisselama Sakîfli Bir Dostu Tarafından Hamr (Şarap) Hediye Edilmek
İstenilişi
Mekke'nin
Fethinde Haram Kılınan, Yasaklanan Şeyler
Soylu Bir
Kadının Hırsızlık Suçundan Dolayı Elinin Kesilişi
Fetih Müyesser
Olursa Beytü'l-Makdis (Kudüs)'te Namaz Kılmayı Adamanın Hükmü
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekke'de Kaldığı Müddetçe Namazlarını Seferî Olarak Kıldığı,
Kıldırdığı
Saîd b.
Saîd'in Mekke Çarşısı Müfettişliğine Tayin Edilişi
Mekke
Harem Sınırı ve Sınır Taşları
Kureyş
Müşriklerinin Harem Sınır Taşlarını Söktükten Sonra Yerine Koymaları
Mekke
Çevresindeki Putların Yok Edilmeleri İçin Birlikler Gönderilişi
Halid b.
Velid'in Uzzâ Putunu Kesişi
Amr b.
Âs'ın Süva' Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Sa'd b.
Zeyd el-Eşhelî'nin Menat Putunu Yıkmaya Gönderilişi
Amr b.
Selimetü'l-Cermî'nin Müslüman ve Küçük Yaşta Kavminin İmamı Oluşu
Halid b.
Velid'in Benî Cezîmelere Gönderilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Cezimelere Yapılandan Üzüntü Duyuşu ve
Allah’a sığınışı
Abdurrahman
b. Avf'ın Halid b. Velid'i Kınaması ve Onunla Tartışması
Hz.
Ömer'in Halid b. Velid'i Kınaması ve Kendisine Tavsiyesi
Mekke'nin
fethi seferi, Hicretin 8. yılında Ramazan ayında vuku bulmuştur.[1]
Mekke;
Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde olup, Batlamyus'a göre, Mağrib tarafından
78 derece tul, 23 veya 21 derece arz dairesinde, Seratan Burcunun alt
noktasında ve ikinci iklimde bulunmaktadır.[2]
Mekke;
her taraftan yükselen dağlarla çevrili bir vadide kurulmuştur.
Mekke'nin
akarsuları yoktur, suyu gökten gelir.
Kuyu
suları içinde devamlı olarak içilen Zemzem'den daha tatlısı yoktur.
Mekke'de,
çöl ağaçlarıyla tektük hurma ağacından başka, meyve ağaçlarına da pek rastlanmaz.
Fakat,
Mekke Hareminin sının dışına çıkılınca, birçok akarsuları, bahçe, bostan ve
ekinlikleri bulunan vadilerle karşılaşılır.[3]
İbrahim
Aleyhisselam, zevcesi Hz. Hacer'le süt emen oğlu İsmail Aleyhisselamı Şam'dan
alıp Mekke şehrinin bulunduğu vadiye getirdi.
Onları
bugün Mescid-i Haram'ın bulunduğu yerde, Zemzem kuyusunun yukarısındaki büyükçe
bir ağacın yanına bıraktı.
O
tarihte Mekke'de ne bir kimse, ne de içecek su vardı.
İbrahim
Aleyhisselam, Yüce Allah'ın emriyle getirdiği Mekke'nin bu ilk sakinlerine, bir
kırba su ile bir dağarcık hurma bıraktı.
Kendisi,
dönüp Şam'a gitti.
Gideceği
sırada, ellerini kaldırarak:
"Ey
Rabbim! Zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmez bir vadide, Senin dokunulmaz
Beyt'inin yanında yerleştirdim.
İnsanlardan
bir kısmını, namaz kılmak için, zürriyetimin bulunduğu bu yere meylettir,
heveslendir!
Onları
her çeşit meyvelerden nzıklandır! Umulur ki, Sana şükrederler"[4]
diyerek dua etti.
Onlara
Yüce Allah tarafından gönderilen melek (Cebrail Aleyhisselam), Zemzem kuyusunun
suyunu meydana çıkardı.
Bu
ana oğul orada yaşayıp dururlarken, günün birinde, yurt edinmeye çıkan
Cürhümilerden bir cemaat, Kedâ yolu ile gelip Mekke'nin alt tarafına kondular.
Onlar,
oraya bir kuşun gelip gittiğini görünce:
"Herhalde,
şu kuş, su başında dönüp dolaşıyordun Halbuki, biz bu vadide su bulunmadığını
biliyorduk" dediler.
Durumu
öğrenmek üzere, ayağına çevik bir-iki kişi gönderdiler.
Bunlar
dönüp suyun bulunduğunu topluluklarına haber verdiler.
Bunun
üzerine, Cürhümîler, Hz. Hacerl Zemzem'in başında görünce:
"Bizim
de gelip şuraya, senin çevrene konmamıza izin verir misin?" diye sordular.
Hz.
Hacer:
"Evet!
Konabilir ve bir hak iddia etmemek şartıyla bu sudan da
yararlanabilirsiniz!" dedi.
Cürhümîler
bu şartla oraya kondular.
Hz.
Hacer de, böylece, ıssızlıktan kurtulmuş oldu.
Cürhümflerin
geride kalan cemaatleri de geldiler, Mekke şehir haline gelmeye başladı.
İsmail
Aleyhisselam, büyüyüp yiğitlik çağına basınca, Cürhüm ilerden bir kızla
evlendi.
Daha
sonra, İbrahim Aleyhisselam Şam'dan geldi. Oğlu ile birlikte, Kabe'yi eski
temeli üzerine yeniden çattı. Yüce Allah'ın emriyle, insanlan hacca çağırdı.[5]
Cürhümîler,
Yemen Kahtanlarından idiler.
Bunlar,
Amalika'dan Katura oğullarıyla birlikte Hicaz'a gelmişler, onları hakimiyetleri
altına almışlardı.[6]
Cürhümiler,
o zaman, Mekke'ye yakın bir vadide,[7]
Amalika'dan olan bir kısım halk da, yine Mekke çevresinde oturmakta idiler,
O
zaman, Mekke; selem ve semüre denilen dikenli ağaçların, çalıların bittiği bir yerdi.
Beytullah'ın
yeri ise, kırmızı kesekli, tepemsi bir yer halinde idi.[8]
Fethin
tek sebebi, Hudeybiye muahede ve musalahasının Kureyş müşriklerince ihlal
edilişi, bozuluşu idi.
Hicretin
6. yılında Hudeybiye'de Peygamberimiz Aleyhisselamla Kureyş müşrikleri arasında
yapılmış olan muahedenin 8 ve 9. maddelerine göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın
da, Kureyş müşriklerinin de akd ve ahdlerine girmek isteyenler, serbest
bırakılmışlardı.[9]
Muahede
ve musâlahayı yazdırma işi bittiği sırada:[10]
"Resûlullah
Aleyhisselamın akd ve ahdine girmek isteyen, girsin!"[11]
denilince:
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
yoldaki taahhüt ve şartlarım, yanıma katılacak olan kişiler hakkında da
caridir!" buyurmuştu.[12]
Bunun
üzerine, Huzâalar, Ka'b oğulları sıçraşmıslar:
"Biz,
Muhammed'in akdine ve ahdine gindik![13] Yâ
Rasûlallah! Biz senin yanındayız![14]
Bizim
bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!"
demişlerdi.[15]
Kureyş
müşrikleri de:
"Bizim
bu yoldaki taahhüt ve şartlarımız, yanımıza katılacak olan kişiler için de
caridir, geçerlidir!" demişlerdi.[16]
Bunun
üzerine, Bekr oğulları sıçraşıp:
"Biz
de, Kureyşîlerin akdine ve ahdine girdik![17]
Bizim bu sözümüz, gerimizdeki kavmimizden olan kişilerin de adınadır!"
demişler;[18] böylece, Bekr oğulları Kureyş müşriklerinin,
Huzâalar da Peygamberimiz Aleyhisselamın akd ve ahdine girmişlerdi.[19]
Huzâalar;
Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib b. Hâşim'in antlaşmalısı,
müttefiki idiler.
Abdulmuttalib
b. Hâşim'in bu hususta yazdığı yazı, Huzâaların elinde bulunuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu, Hudeybiye günü Übeyyb. Ka'b'a okutturmuşt.[20]
Abdulmuttalib'in
Mekke'deki biricik yardımcısı, savunucusu ve işlerinin görüp gözeticisi olan
amcası Muttalib b. Abdi Menaf ölünce, öteki amcası Nevfel b. Abdi Menaf,
Abdulmuttalib'in dağ eteklerindeki mülklerini gaspetmiş, Abdulmuttalib bundan dolayı
çok bunalmıştı.[21]
Abdulmuttalib,
Kureyş kavminin ileri gelenlerine gidip, amcasının gasbına karşı kendisine
yardım etmelerini istemişse de,[22]
onlar:
"Biz
seninle amcanın arasına girici değiliz! (Bu, sizin iç işiniz!)"
demişlerdi.[23]
Bunun
üzerine, Abdulmuttalib, Medine'deki Hazrecîlerden, dayılan olan Neccar
oğullarına yazdığı bir manzume ile durumu anlatmıştı. Ebu Es'ad en-Neccârî,
hemen, 80 süvari ile birlikte yola çıkıp Ebtah'a geldi.
Abdulmuttalib,
onun yanına vardı ve:
"Ey
dayı! Evime in!" dedi.
Ebu
Es'ad:
"Nevfel
ile hesaplaşmadıkça, olmaz!" dedi.[24]
Kabe'nin
yakınında, develerini ıhdırdılar.[25]
Kalkanlarını
astılar, sırmalı elbiselerini tersine çevirdiler.[26]
Nevfel
b. Abdi Menaf, o sırada, Hicr'de Kureyşlilerin yaşlılarıyla birlikte
oturuyordu.[27]
Onları
görünce:
"Herhalde
bunlar bir kötülük için gelmişlerdir!" dedi .[28]
Ebu
Es'ad gidip onun başucuna dikildi, kılıcını sıyırdı[29] ve:
"Şu
Beyt'in Rabbine andolsun ki; ya Abdulmuttalib'e dağ eteklerindeki mülkünü geri
vereceksin, ya da seni kılıçtan geçireceğim!" dedi.[30]
Nevfel
korktu[31] ve:
"Şu
Beyt'in Rabbine andolsun ki; Abdulmuttalib'e, dağ eteklerindeki mülkünü geri
verdim!" dedi. Orada bulunanları da buna şahit tuttu.[32]
Yapmış olduğu işten dolayı da özür diledi. Abdulmuttalib'e karşı iyi davranmaya
başladı.[33]
Bunun
üzerine, Ebu Es'ad, Abdulmuttalib'e:
"Haydi,
kızkardeşimin oğlu! Evine gidelim!" dedi.
Abdulmuttalib'in
evinde üç gün oturdu ve umre yaptı .[34]
Huzâalar,
Hazrec oğullarının Medine'den gelip Abdulmuttalib'e yardım ettiklerini görünce:
"Vallahi,
şu vadide ondan daha güzel, daha nazik, uslu ve yumuşak huylu olan; insanları
bozup helak eden kötülüklerin her çeşidinden ondan daha uzak duran bir kimse
görmedik.
Hazrecîlerden
olan dayıları ona yardım ettiler.
O,
onların oğlu olduğu gibi, bizim de oğlumuz bulunuyor. Çünkü, onun dedesi Abdi
Menaf, Huzâaların ulu kişisi Huleyl b. Hubşiyye'nin kızı Hubban'ın oğludur.
Keşke
ona biz yardım etmiş, kendisiyle ittifak yapmış olsaydık da, biz ondan
yararlansaydık, o da bizden yaralansaydı!" dediler.
Huzâaların
ileri gelenleri, Abdulmuttalib'in yanına vardılar ve:
"Ey
Ebu Haris! Sen, Neccar oğulları cemaatinin oğlu olduğun gibi, bizim de
oğlumuzsun![35]
Bizler,
bu yerde komşularız.[36]
Kureyşîlere
karşı kalblerde olan hınç ve kinleri, geçen günler öldürmüş, yok etmiş
bulunuyor.[37]
Gel,
seninle ittifak ve antlaşma yapalım" dediler.[38]
Bu
teklif Abdulmuttalib'in hoşuna gitti.[39]
Huzâaların davetini hemen kabul etti.[40]
Benî
Mazin b. Adiyy b. Amr b. Luhayy'lardan:
Verka'
b. Abduluzzâ,
Süfyan
b. Amr el-Kumeyrî,
Ebu
Bişr,
Hacer
b. Umeyr el-Kumeyrî,
Hacer
b. Abdi Menaf b. Dâtır,
Abduluzzâ
b. Kutm el-Mustalakî, ve daha başka ileri gelenlerle birlikte geldiler.[41]
Abdulmuttalib
de, yanında Muttalib oğullarından bazıları ile birlikte,
Erkam
b. Nadle b. Hâşim ve
Ebu
Sayfî b. Hâşim'in iki oğlu Dahhâk ve Amr olduğu halde, 7 kişilik bir heyetle[42]
Dârü'n-Nectv'e'ye girdiler.[43]
Birbirlerine
yardım ve iyilik yapmak hususunda antlaştılar.[44]
Bu
antlaşmada ne Abduşşems oğullarından bir kimse bulundu, ne de Nevfel!
Abdulmuttalib
ile Huzâalar, aralarında bir de yazı yazıp, Kabe'nin duvarına astılar.[45]
Yazıyı
yazan, Ebu Kays b. Abdi Menaf b. Zühre b. Kilâb idi.[46]
Nevfel
b. Abdi Menaf, bunu görünce; o da, bütün Hâşim oğullarına karşı, Abduşşems
oğullarıyla ittifak ve antlaşma yaptı.[47]
Abdulmuttalib;
Huzâalarla yaptığı bu antlaşmaya riayet edilmesini, oğlu Zübeyr'e, söylediği
bir manzume ile sıkı sıkı vasiyet etti.
Zübeyr
de bunu Ebu Talib'e, Ebu Talib de Hz. Abbas'a öylece vasiyet etti.[48]
Sözü
geçen antlaşma yazısı, kaynaklarımızdan bazılarında kısmen veya tamamen yazılı
bulunmakta dir.[49]
Kureyş
müşriklerinin müttefiki olan Benî Bekrierin, öteden beri, Huzâalaria aralarında
düşmanlık vardı.
Esved
b. Rem ed-Di'lî'nin müttefiki olan Benî Hadramilerden Malik b. Abbâd adındaki
adam, ticaret maksadıyla yola çıkıp Huzâaların yurtlarının ortasına geldiği
sırada Huzâalar tarafından baskına uğratılarak öldürülmüş ve malı da alınmıştı.
Bekr
oğulları da, buna karşı, Huzâalardan bir adamı öldürmüşlerdi.
İslâmiyetin
Mekke'de zuhurundan biraz önce, Huzâalar da, Benî Kinanelerin eşrafından, Benî
Esved b. Rezn ed-Di'lîlerden Selma, Külsûm, Züeyb adlarındaki üç kardeşi Arafat
yanındaki harem hudut belliklerinin yanında öldürmüşlerdi.
Cahiliye
çağında Benî Bekrierden Esved b. Reznlere-başkalarına üstün tutulmaları
sebebiyle-kan bedelinin iki katı ödenirdi. Kendileri ise bunu bir kat olarak
öderlerdi.
Benî
Bekrlerie Huzâalar birbirlerine karşı böyle kinli ve hınçlı birtutum
içindelerken, İslâmiyet araya girdi, onları ister istemez Hudeybiye
musalahasına kadar[50]
oyaladı.[51]
Benî
Bekr kabilesinden Benî Diller; Hudeybiye musalahasıyla birbirlerine karşı
güvenç içinde yaşamalarını fırsat bilerek, Benî Esved b. Reznlerden vaktiyle
öldürülmüş olan adamlarının öcünü Huzâalardan almak istediler.[52]
Benî
Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye, bu yolda bazı girişimlerde
bulundu.
Ferve
b. Hübeyretü'l-Kuşeyrî, Hicretin 7. yılında umre yapmak üzere Mekke'ye gidince
Kureyş müşriki eriyle düşüp kalkmış, onların Peygamberimiz Aleyhisselama karşı
son derecede düşmanlık beslediklerini görmüş, Kureyş müşrikleri ona:
"Ya
senin görüşün nedir? Sen göçebe halkın ulususun" diye sordukları zaman:
"Sizinle
onun arasındaki şu musalaha müddeti içinde dâvamızı halledeceğiz. Bütün
Arapları kendimize çekeceğiz, sonra da, yurdunun ortasında onunla
çarpışacağız!" demiş, Mekke'de bulunduğu müddetçe, Kureyş müşriklerinin
danışma meclislerine katılmıştı.
Nevfel
b. Muaviye, Ferve'nin Mekke'den geldiğini ve Kureyş müşriklerinin meclislerine
katılmış olduğunu işitince, Ferve'nin çölüne indi.
Ferve,
Kureyş müşriklerine neler söylediğini, ona haber verdi.
Nevfel:
"O
halde, ben sizde muhakkak birşeyler bulacağım demektir.
Bizim
için, düşman, yurdu yakın olandır.
Onlar,
Muhammed'in heybesi gibidir! İşlerimizden bir harf bile onlara gizli
kalmaz!" dedi.
Ferve:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Nevfel:
"Kim
olacak? Huzâalardır. Hayırsız, kötü Huzâalar! Muhammed'in sağ yanına
oturdular!" dedi.
Ferve:
"Bu
da ne demek?" diye sordu.
Nevfel:
"Sen
Kureyşîlerin Huzâalara karşı bize yardım etmelerini iste ve sağla! Ötesine
karışma!" dedi.
Ferve:
"Ben
size bu hususta yeterim!" diye söz verdikten ve Nevfel'e yardımlarını
sağlamak için Kureyş müşriklerinin Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Rebia ve
Süheyl b. Amr gibi ileri gelenleriyle buluştuktan ve onların aradaki muahedeyi
bozmanın akıbetinden korktuklarını gördükten sonra, "Kureyş kavminde iş
yok!" dedi.[53]
Huzâalarla
Kinaneler arasında en son olarak şöyle bir hadise vuku buldu: Kinanelerden Enes
b. Züneym ed-Di'lî, bir gün, söylediği bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamı
hiciv ve tahkir edince, Huzâalardan bir genç kızmış, vurup Enes'in başını
varmıştı.
Benî
Bekrler, Enes'in başının yarılmasını da, Huzâalardan öç almak için bahane
etmişlerdir.[54]
Şaban
ayının başında Benî Bekri erden Nüfâse oğulları, Kureyş müşriklerinin eşrafının
yanlan na gittiler.
Müdlic
oğulları ise, Hudeybiye muahedesi hükmünü bozmuş olmaktan sakındıkları için,
Benî Nüfâselerden uzak durdular.
Nüfâse
oğulları, düşmanları olan Huzâalara karşı, kendilerine adam ve silah vererek
yardım etmelerini Kureyş müşriklerinden istediler.
Huzâaların
vaktiyle adamlarını nasıl öldürmüş olduklarını anlattılar.
Kureyş
müşriklerine, aralarındaki akrabalığı ve Hudeybiye muahedesinde nasıl
kendilerinin tarafını tutup akd ve ahdlerine girdiklerini, Huzâaların ise
Muhammed (Aleyhisselam)ın akd ve ahdine girdiğini hatırlattılar.
Bütün
Kureyş müşriklerini bu işe seğirtir ve çok istekli buldular.
Ebu
Süfyan'a bu hususta danışılmamıştı. Onun bu işten haberi yoktu.
Kureyş
müşrikleri, Nüfâse ve Bekr oğullarına, silah, at ve adamlar vererek yardım
edeceklerini söylediler.
Yaptıkları
yardımı, Huzâalaryüzünden doğabilecek sorumluluktan sakındıkları için, gizli
gizli yaptılar.
Huzâalar
ise, muahede halinin gereği olarak, herhangi birtopluluğun baskınına uğramak
endişesinden uzak ve gafil bulunuyorlardı.
Öyle
olmasaydı, düşmanlarına karşı, hazırlıklı ve tetikte bulunurlardı.[55]
Huzâalar,
Mekke'nin aşağı tarafında Vetir diye anılan mevkide kendilerine ait bir suyun
başında oturmakta idiler.[56]
Vetir;
Arafat dağı ile Edam arasındadır.[57]
Edam
da, Mekke'nin en meşhur vadilerindendir.[58]
Benî
Bekr kabilesinden Benî Dillerin başkanı ve kumandanı Nevfel b. Muaviye idi.
Benî
Bekrlerin hepsi ona tâbi değillerdi.
Nevfel
b. Muaviye; Benî Dillerle Benî Bekrlerden kendisine tâbi olanları yanına alarak
Vetir'de suları başında oturan Huzâalara geceleyin birden baskın yaptı.
Huzâalardan birisini yakalayıp öldürdü.
İki
taraf birbirleriyle çarpışmaya başladılar.
Kureyş
müşrikleri de, Benî Bekrleri silahlarla,[59]
atlarla,[60] kölelerie[61] ve
su ihtiyaçlarını karşılamakla desteklediler.[62]
İçlerinden
bazıları da:
"Bizi
şu gece karanlığında hiç kimse görmez. Muhammed, bizim yaptığımızı
bilmez!" diyerek,[63]
geceleyin gizlice Benî Bekrlerin yanında çarpışmaya katıldılar.[64]
Kureyş
müşriklerinin ileri gelenlerinden olup, kendilerini bildirmemek için yüzlerini
örterek[65]
gizlice çarpışmaya katılanlar arasında:
Safvan
b. Ümeyye,[66]
Mikrez
b. Hafs,
Huvaytıb
b. Abduluzzâ,[67]
İkrime
b. Ebu Cehil,
Süheyl
b. Amr,[68]
Şeybe
b. Osman... gibi kişiler ve köleleri
de bulunuyordu.[69]
Benî
Bekrlerin baskın gecesinde Huzâalardan ilk yakalayıp öldürdükleri kişi Münebbih
adındaki kimse olup,[70]
kendisi çok korkak, yüreksiz bir kimse idi.
Benî
Nüfâselerin baskına geldiklerini, Münebbih ile onun Temim adındaki arkadaşı
görmüşlerdi.
Münebbih,
arkadaşıyla birlikte Huzâaları uyarmaya giderlerken, ona:
"Ey
Temim! Sen kendini kurtarmaya bak!
Bana
gelince, vallahi, ben bir ölü gibiyimdir!
Beni
öldürseler de, bıraksalar da birdir. Kalbim neredeyse duracak!" dedi.
Temim
hemen kaçıp kurtuldu. Münebbih yakalanıp öldürüldü.[71]
Benî
Bekrler, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla çarpışmaya devam ederek Huzâalan
yerlerinden ayırdılar ve Harem'e kadar sürdüler.[72]
Harem
sınırını işaretleyen dikilmiş taşlara kadar çarpışmaktan, onlan öldürmekten
geri dur-madılar.[73]
Harem
sınırına varıp dayanınca, Benî Bekrler, kumandanlarına:
"Ey
Nevfel! Biz Harem dahiline girmiş bulunuyoruz!
Allah'ından
kork! Allah'ından kork![74]
Sen
Harem dahiline girdin![75]
Harem'i helâlleştirme!" dediler.[76]
Nevfel:
"Ağır
bir söz amma, bugün benim için ilah yoktur!
Ey
Bekr oğulları! Öcünüzü almaya bakınız!
Vallahi,
siz Harem'de hırsızlık yaptığınız (bunda bir sakınca görmediğiniz) halde, orada
öcünüzü almak için Huzâaları ne diye öldüremeyesiniz!" dedi.[77]
Huzâalar
geri çekile çekile Mekke'ye girdiler ve Huzâalardan Büdeyl b. Verkâ ile köle
Râfi'in evlerine sığındılar.[78]
Büdeyl
b. Verkâ'nın evine sığınanlar, Huzâalardan kadınlar, çocuklar ve zayıf
kimselerdi.
Benî
Bekrler, onlan Büdeyl b. Verkâ'nın evine sığınmak zorunda bıraktılar.
Oraya
sokuluncaya kadar da, onlan öldürmekten geri durmadılar.[79] Bu
hadise, Hudeybiye muahedesinden onyedi-onsekiz ay sonra idi.[80]
Benî
Bekrleri gecelen gizlice desteklemiş olan Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri,
sabah karanlığında gelip evlerine girmişlerdi.[81]
Onlar,
geceleyin yaptıkları yardımı hiç kimsenin görmediğini, bunu Peygamberimiz
Aleyhisselamin bilmediğini, bilemeyeceğini sanıyorlardı.[82]
Sabaha
çıkıp da, Râfi1 ile Büdeyl'in evine sığınmış olan Huzâalardan yirmi
erkeğin sığındıkları evin kapılarının önünde boğazlanmış olduklarını görünce,
Kureyş müşriklerinin akıllan başlarından gitti, yüreklerine korku düştü.
Yaptıklarına çok pişman oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselamla aralarındaki mütareke ve muahedeyi bu tutum ve davranışlarıyla bozmuş olduklarının anlaşılacağını anladılar.[83]
İbn
Lût ed-DPlî, söylediği bir şiirde; Huzâalan Râfi1 ve Büdeyl'in
evlerine sokup onlara uzun günler geçirttiklerini, kendilerini koç boğazlar
gibi boğazladıklarını övünerek dile getirir.[84]
Beni
Bekrier, Huzâalan Budeyl ile Râfi'in evlerinde üç gün hapsettiler.[85]
Nevfel
b. Muaviye'ye gizlice yardım eden Kureyş müşriklerinden Süheyl b. Amr:
"Sana
ve senin adamlarına yaptığımız yardımı gördün!
Huzâalardan
sağ kalıp da öldürmek istediğin kimseleri öldürme artık!
Biz
onlar hakkında senin bu arzuna uyucu değiliz! Onları bizim için serbest
bırak!" dedi.
Nevfel:
"Olur!"
dedi ve serbest bıraktı.
Huzâalar
çıkıp gittiler.
Kureyş
müşriklerinden Haris b. Hişam'la Abdullah b. Ebi Rebia; Safvan b. Ümeyye'ye,
Süheyl b. Amr'a ve İkrime b. Ebu Cehil'e gidip:
"Sizin
bu yaptığınız şey o mütareke ve muahedeyi bozmaktır!" diyerek, onları Benî
Bekrlere yapmış oldukları yardımdan dolayı kınadıktan sonra, Ebu Süfyan'ın
yanına vardılar.[86]
Ebu
Süfyan, o sırada, Şam'dan gelmiş bulunuyordu.[87]
Haris
b. Hişam'la Abdullah b. Ebi Rebia, ona:
"Bu,
düzeltilmesi gereken bir iştir.
Vallahi,
bu iş düzeltilmezse, muhakkak, Muhammed ashabıyla birlikte gelip bizi Mekke'den
zorla sürer, çıkarır!" dediler.
Ebu
Süfyan, karısı Hind binti Utbe'nin bir rüya gördüğünü söyledi ve:
"Doğrusu,
o rüya benim hiç hoşuma gitmedi. Ben onu korkunç buldum: Onun başımıza bir
kötülük getirmesinden korktum!" dedi.
Kendisine:
"Nasıl
bir rüya imiş bu?" diye sordular.
Ebu
Süfyan:
"Hind,
rüyasında Hacun'dan bir kanın uzun müddet akıp Handeme dağında durduğunu, sonra
da bu kanın yok olup gittiğini görmüş!" dedi.
Onlarda
bu rüyadan hoşlanmadılar ve:
"Kötü
birşey!" dediler.
Ebu
Süfyan, işin kendileri için hiç de iyilik getirmeyeceğini anlayınca:
"Bu
iş, vallahi, ne içinde bulunduğum, ne de bir müddet bulunup bıraktığım bir
iştir. Bunun sorumluluğu, benim üzerime yüklenemez!
Vallahi,
bu iş ne bana danışılmıştır, ne de vukuunu işittiğim zaman onu benimsemişimdir!
Vallahi,
Muhammed bize savaş açar ve bütün bu işleri benden sanırsa, hakkı vardır!
Herhalde,
bu işi haber almadan önce Muhammed'in yanına vanp mütarekenin müddetini
arttırmak, muahedeyi yenilemek hususunda kendisiyle görüşmem gerekecek"
dedi.[88]
Abdullah
b. Sa'd b. Ebi Şerh, onlara:
"Benim
bu hususta bir görüşüm ve kanaatim vardır ki, ona göre; Muhammed sizin için
savaştan daha kolay olan üç şeyden birini seçmekte sizi serbest bırakacak,
onlardan birini seçtiğiniz takdirde özrünüzü kabul edecek, size savaş
açmayacaktır" dedi.
Müşrikler:
"Nedir
bu şeyler?" diye sordular.
Abdullah
b. Sa'd:
"Ya
Huzâalardan, öldürülen yirmiüç kişinin kan bedellerinin gönderilmesini, yahut
aramızdaki muahedeyi bozan kimselerle ittifak ve ilişkinin kesilmesini, ya da
size karşı savaşılmasını kabul edersiniz!
Bunlardan
hangisi elinizden gelir?" dedi.
Süheyl
b. Amr:
"Benî
N üfâseler hakkındaki ahd ve akdden geri durmak, bize hepsinden kolay
gelir!" dedi.
Şeybe
b. Osman:
"Benî
N üfâselere kızdın da, dayıların olan H uzâalan korudun!
Onları
öldürmek bizim için daha hayırlı, daha kolaydır!" dedi.
Kurata
b. Abdi Amr:
"Hayır!
Vallahi, biz ne kan bedeli öderiz, ne de Nüfâseler hakkındaki ahd ve akdimizden
el çekeriz!
Fakat,
biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor!] savaşırız!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Bu
görüş, hiçbir şey değildir!
Bizim
için yerinde ve uygun olan görüş; Kureyşîler ahdi bozmak veya mütareke süresini
kesmekle suçlanıyorsa, bunu bizim nza ve muvafakatimizi almadan, bize
danışmadan bir cemaat yapmışsa, bundan bize ne?' diyerek inkâr yolunu
tutmaktır!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Yerinde
olan görüş işte budur! Daha başkası yok!" dediler.[89]
Bütün
olan bitenleri inkâr yoluna saptılar.
Ebu
Süfyan:
"Ben
bu işte hiç bulunmadım. Bu hususta benimle bir görüşme de yapılmadı.
Doğrusu,
yaptığınız bu işi ben hiç beğenmedim! Size bundan dolayı karanlık bir gün
geleceğini sanıyorum!" dedi.
Kureyş
müşrikleri, Ebu Süfyan'a:
"Sen
Muhammed'e git![90] Muahedeyi yenile! Halkın
arasını bul![91]
Vallahi,
biz muahedeyi bozmadık! Çarpışma yapmadık! Ancak, onlara yardım ettik: Onların
su ihtiyaçlarını karşıladık!" dediler.[92]
Bununla
beraber, Huzâalara karşı Benî Bekrlere yaptıklan yardımla muahede hükmünü
bozmuş olmaktan da korktular durdular.[93] Çok
pişman oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın, savaşmadıkça, kendilerini bırakmayacağını anladılar.[94]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne binti Hâris'in bildirdiğine göre;
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun evinde gecelediği ve namaz için kalkıp abdest
aldığı sırada, üç kere:
"Lebbeyk!
Lebbeyk! Lebbeyk! (Davetine icabet ediyorum! Davetine icabet ediyorum! Davetine
icabet ediyorum!)"
Üç
kere de:
"Nusirte!
Nusirde! Nusirte! (Sen yardım olundun gitti! Sen yardım olundun gitti! Sen
yardım olundun gitti!)" buyurdu.
Hz.
Meymûne:
"Sen
sanki bir insanla konuşuyorsun! Yanında bir kimse mi var?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Şu
Ka'b oğullarının recez okuyucusu, feryad ederek bana sesleniyor ve imdatlarına
yetişmemi istiyor! Kendilerine karşı Kureyşflerin Benî Bekrlere yardım
ettiklerini söylüyor!" buyurdu.[95]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hadisenin vuku bulduğu gecenin sabahında da, Hz. Âişe'ye:
"Huzâalarda
bir hadise çıktı!" buyurdu. [96]
Hz.
Âişe:
"Yâ
Rasûlallah! Kılıç kendilerini yok etmişken, Kureyşîler, seninle aralarındaki
muahedeyi bozmaya mı kalkıştılar dersin?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onlar,
Allah'ın olmasını dilediği iş için, muahedeyi bozdular!" buyurdu.
Hz.
Âişe:
"Yâ
Rasûlallah! Bu iş hayırlı mıdır, yoksa zararlı mıdır?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayırlıdır!"
buyurdu. [97]
Aradan
üç gün geçmiş, Peygamberimiz Aleyhisselam halka sabah namazını kıldırmıştı.[98]
Arkası
halka dönük olarak Mescidde oturuyordu.
Kureyş
müşriklerinin Benî Bekrleri gizlice desteklemesi ile Benî Bekrler Huzâaları
yenip onlardan öldüreceklerini öldürdükleri ve böylece Peygamberimiz
Aleyhisselamla aralarındaki ahd ve misakı bozdukları zaman, Amr b. Salim
el-Huzâî,[99] yanına Huzâalardan kırk
süvari alarak, başlarına gelenleri anlatmak ve yardımını dilemek üzere[100]
Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve başucunda durdu.[101]
Amr
b. Salim, şairdi.[102]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına gelince, söylemiş olduğu şiirini okumasına izin istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam izin verince, şiirini okudu.
Okuduğu
şiirinde meal olarak şöyle diyordu:
"Ey
Rabbim! Ben, bizim babamızla onun babası arasındaki eski ittifakı anıyor ve
yardımını diliyorum!
O
zaman, biz doğurucu (ana) mevkiinde idik. Sen ise oğul mevkiinde idin (bizden
doğdun)[103]
Sonra,
Müslüman olduk ve sana yardımdan el çekmedik!
Öyleyse,
Allah'ın sana hazırlamış olduğu yardımla, bize yardım et, destek ol!
Allah'ın
kullarını çağır, acele gelip, imdadımıza yetişsinler!
İçlerinde
Allah'ın Resûlü de olduğu; yapılan zulme öfkesinden renkten renge girdiği,
savaşmaya hazırlandığı ve büyük bir ordunun başına geçmiş bulunduğu halde,
denizler gibi köpükler saçarak akıp gelsinler!
Çünkü,
Kureyşîler sana verdikleri sözde durmadılar; seninle yaptıkları en sağlam
misakı bozdular: Bizi Mekke'nin aşağı tarafındaki yerimizde gözetlediler, gafil
avladılar. Halbuki, onlar hem çok zayıf ve önemsiz, hem de sayıca çok az
idiler.
Benim
kimseyi yardıma çağırmayacağımı, çağıramayacağımı sandılar[104]
Bizi
Vetir'de, geceleyin uykuda iken, birden baskına uğrattılar.
Bizi,
Müslüman olduğumuz halde, rükû ve sücud halinde iken öldürdüler!"[105]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Siz
bu hususta kimi suçluyor, suçlu buluyorsunuz?" diye konuştu.
Amr
b. Salim:
"Benî
Bekrleri!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hepsini
mi?" diye sordu.
Amr
b. Salim ve yanındakiler:
"Hayır!
Suçladığımız, onların amca oğulları Benî Nüfâselerdir! Kavmin başkanı da,
Nevfel b. Muaviyetü'd-Di'lîdir!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu,
Benî Bekri erden bir kabiledir.
Ben
Mekkelilere adam gönderip bu işi onlara soracak, kendilerini bazı hususları
seçmekte muhayyer kılacağım!" buyurdu.[106]
ŞairHassân
b. Sabit de, söylediği birşiirde, Benî Ka'blardan (Huzâalardan) birçok
kişilerin kılıçları kınlarına sokulu olduğu halde Mekke Bathâ'sında öldürülüp
bırakıldıklarını açıklar.[107]
Öldürülenler,
yirmi [108] veya yirmiüç kişi idi.[109]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Amr b. Sâlim'in şiirini dinledikten sonra, ridasının eteğini
toplayarak ayağa kalktı ve kalkarken de:
"Eğer
kendime yardım ettiğim şeylerle Benî Ka'blara yardım etmezsem, ben de yardım
görmeyey-im![110]
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a andolsun ki; kendimi ve ev halkımı koruduğum
şeylerle, bunları da koruyacağım![111]
Huzâalar
bendendir, ben de Huzâalardanım![112]
Ey
Amr b. Salim! Sen yardım olundun gitti!" buyurdu.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama, gökte bir bulut göründü.[113]
Gök, gürlemeğe başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
gök gürlemesi, Benî Ka'blara (Huzâalara) yardıma işarettir.[114] Bu
bulut, yağmur yağdırırcası-na Benî Ka'blara yardım olunacağına işarettir"
buyurdu.[115]
Hz.
Âişe'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Benî Ka'blara
(Huzâalara) yapılana o kadar kızmıştı ki, o güne kadar, hiç bu kadar kızdığı
görülmemişti.[116]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kureyş müşriklerine bir yazı gönderdi.
Gönderdiği
yazısında şöyle buyurdu:
"...Bundan
sonra derim ki; siz ya Benî Bekrlerle olan ittifakınızdan vazgeçersiniz, ya da
Huzâalardan öldürülmüş olanların diyetlerini (kan bedellerini) ödersiniz!
Bunlardan
birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle çarpışacağımı bildiririm!"[117]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bu mektubunu, Kureyş müşriklerine, ashabdan Damrâ götürdü.
Damrâ,
Kureyş müşriklerine, kendilerinin üç şeyden birini seçmekte muhayyer
bırakıldıklarını; ya öldürülen Huzâaların kan bedellerini ödemek veya Benî Bekr
ve Benî Nüfâselerle olan ittifak, ahd ilişkilerini kesmek zorunda
bulunduklarını, ya da Hudeybiye muahedesini bozan kötülükleri yüzünden kendileriyle
çarpışılacağım kendilerine tebliğ etti.[118]
Kurata
b. Abdi Amr b. Nevfel b. Abdi Menaf:
"Benî
Bekrier, uğursuz, yaramaz bir kavimdir.[119]
Benî
Bekrlerden Nüfâseler de, yoksulluk ve darlık içindedirler.[120]
Huzâalardan
öldürülenlerin kan bedellerini biz ödeyemeyiz. Bunu ödemeye kalkmak, bizde tüy
tozak bırakmazın[121]
Nüfâselerie
ittifak ve ahd ilişkilerimizi kesmemize gelince; Araplar içinde, Nüfâseler
kadar şu Beytullah'ı hac ve ziyaret eden, Beytullah'ı tazime onlar kadar özenen
bir kavim yoktur.
Onlar,
bizim müttefiklerimizdir.[122]
Biz,
onlarla olan ittifak ve ilişkilerimizi kesmeyiz.[123]
Fakat,
biz onunla [Muhammed Aleyhisselamla demek istiyor] savaşacağımızı
bildirelim!" dedi.
Damrâ,
hemen geri dönüp, Kureyş müşriklerinin söylediklerini Peygamberimiz
Aleyhisselama haber verdi.
Kureyş
müşrikleri, elçiyi bu biçimde reddettiklerine pişman oldular.
Hudeybiye
muahedesini yenilemek üzere, Ebu Süfyan b. Harb'i Peygamberimiz Aleyhisselama
gönderdiler.[124]
Ebu
Süfyan'a:
"Muahedeyi
yenile. Mütareke süresini de uzat" dediler.[125]
Ebu
Süfyan, azadlısıyla birlikte iki hayvana binip Medine'ye doğru hızla yol almaya
başladı.
Mekke'den
yola çıkıp Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gidenlerin ilkinin kendisi
olduğunu sanıyordu.[126]
Amr
b. Salim ve arkadaşlarından sonra, Büdeyl b. Verkâ da, Huzâalardan bazılarıyla
birlikte, Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler[127] ve
Peygamberimiz Aleyhisselama seslendiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam o sırada yıkanıyordu. Onlara:
"Sizin
davetinize icabet ediyorum!" buyurdu.[128]
Büdeyl
b. Verkâ, Kureyş müşriklerinin yardımlarıyla Benî Bekrlerin Huzâaları nasıl
öldürdüklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdikten sonra, Mekke'ye
dönmek üzere Medine'den ayrıldı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabına:
"Ebu
Süfyan, Hudeybiye muahedesini sağlamlaştırmak ve mütareke süresini uzatmak için
yanınıza gelmek üzere bulunuyor gibidir![129]
Fakat, istediğini elde edemeden, öfke ile geri dönüp gidecektir!" buyurdu.[130]
Amr
b. Salim ile arkadaşları, Ebvâ'ya gelince, dağılıp yoldan sapmışlar, sahile
doğru gitmişlerdi.
Büdeyl
ile arkadaşları ise, yola devam ettiler.[131]
Usfan'da
Ebu Süfyan'la karşılaştılar.
Ebu
Süfyan, onun Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından geldiğini sanıyordu ve
kendisine:
"Ey
Büdeyl! Nereden geliyorsun?" diye sordu.[132]
Sorusunu
Büdeyl'in yanındakilere de yöneltti ve:
"Bana
Yesrib'den (Medine'den) haber veriniz?" dedi.
Onlar:
"Bu
hususta bizde bilgi yok!" dediler.
Ebu
Süfyan, onların bu işi gizli tuttuklarını anladı.
Kendilerine:
"Yesrib
hurmasından, yanınızda var mı? Biraz da bize yedirseniz olmaz mı?" diye
sordu.
"Hayır!"
dediler.[133]
Ebu
Süfyan, daha açık olarak:
"Ey
Büdeyl! Muhammed'in yanına vardın mı?" diye sordu.
Büdeyl:
"Hayır![134] Şu
vadinin içindeki Huzâaların yanına gitmiştim.[135]
Oradaki
Huzâa ve Ka'blar arasında bir kıtal hadisesi üzerine çıkan anlaşmazlığı
düzeltip giderdim!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Vallahi,
ben senin iyi bir arabulucu olduğunu bilmiyordum!" dedi.
Sonra,
onlarla birlikte öğle sohbeti ve dinlenmesi yaptı.
Büdeyl
ile arkadaşları kalkıp Mekke'ye doğru yol almaya başladılar.[136] Ebu
Sülyan:
"Eğer
Büdeyl Medine'den geliyorsa, muhakkak, hayvanı hurma çekirdeği yemi
yemiştir" dedi.[137]
Kalkıp
onların konak yerlerine,[138]
Büdeyl'in devesinin çöktüğü yere vardı. Devesinin dışkısını alıp ezdi. İçinde,
hurma çekirdeği yemi bulunduğunu gördü.[139]
Konak
yerlerinde de, Medine'nin kuş gagalarına benzeyen meşhur hurmasının
çekirdeklerini buldu.[140]
"Allah'a
yemin ederim ki; Büdeyl, Muhammed'in yanından geliyor!" dedi.[141]
Büdeyl
ile arkadaşları, hadise gününün sabahında Mekke'den çıkıp Medine'ye
gitmişlerdi.[142]
Ebu
Süfyan Medine'ye gelip kızı Üımımü Habibe'nin evine girdi. Ki, Ümmü Habibe,
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi idi.
Ebu
Süfyan Peygamberimiz Aleyhisselamın döşeğine oturmak isteyince, Hz. Ümmü Habibe
döşeği hemen dürüp babasını onun üzerine oturtmadı.
Ebu
Süfyan:
"Ey
kızcağızım! Sen bu döşeği mi benden esirgedin, yoksa beni mi bu döşekten
esirgedin; anlayamadım!" dedi.
Hz.
Ümmü Habibe:
"Hayır!
Bu, Resûlullah Aleyhisselamın döşeğidir![143]
Müşrik onun üzerine oturamaz![144]
Sen
müşriksin! Necissin! Bunun için, seni onun döşeğine oturtmak istemedim!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Vallahi,
ey kızcağızım! Benim evimden ayrıldıktan sonra sana kötülük gelmiş! Sen
kötüleşmişsin!" dedi.[145]
Hz.
Ümmü Habibe:
"Hayır!
Allah bana kötülüğü değil, İslâmiyeti nasip etti!
Sen
ise, işitmez, görmez, taştan yontulmuş puta hâlâ tapıp duruyorsun!?
Babacığım! Senin
gibi, Kureyşîlerin ulusu ve yaşlısı olan kişi[146]
nasıl olur da İslâmiyete uzak kalır?!" dedi.[147]
Ebu
Süfyan:
"Yazıklar
olsun sana! Demek, ben senden bunu da (bu azarı da) mı işitecektim ha?!
Ben
atalarımın tapageldiklerini bırakacağım da, Muhammed'in dinine mi tâbi
olacağım?!" dedi.[148]
Hz.
Ümmü Habibe'nin evinden çıkıp gitti.[149]
Doğruca
Mescide, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.[150]
Ebu
Süfyan, kızı Hz. Ümmü Habibe'nin yaptıklarını ve kendisinin de ona:
"Sen
o bıraktığım gibi kalmamışsın. Araplığı bırakmışsın!" dediğini anlattı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, gülümseyerek, ona:
"Yâ
Ebâ Hanzale! Sen demek ona böyle söyledin hâ?" buyurmakla yetindi.[151]
Ebu
Süfyan:
"Yâ
Muhammedi Ben Hudeybiye barışında bulunamamıştım.
O
muahedeyi berkiştirve mütareke müddetimizi de uzat![152]
Gel!
Aramızdaki muahedeyi bir yazı ile yenileyelim?" dedi.[153]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ebu Süfyan! Sen bunun için mi geldin?" diye sordu.
Ebu
Süfyan:
"Evet!"
dedi.[154]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
Biz,
o aramızdaki ahd üzerinde duruyoruz![155]
Yoksa, siz bir hadise çıkarıp onu bozdunuz mu?" buyurdu.[156]
Ebu
Süfyan:
"Allah
korusunu[157] Hayır! Öyle birşey
olmamıştır![158]
Biz,
ahdimizin ve barışımızın üzerinde duruyoruz. Biz, ona ne aykırı davranışta
bulunuruz, ne de onu değiştiririz" dedi.[159]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da:
"Biz
de, Hudeybiye gününde yaptığımız mütareke ve musalahanın üzerinde duruyoruz!
Ona ne aykırı davranışta bulunuruz, ne de onu değiştiririz!" buyurdu.[160]
Ebu
Süfyan muahedeyi yenilemek hususundaki dileğini tekrarladı.[161]
Fakat,
Peygamberimiz Aleyhisselam ona hiçbir cevap vermedi[162]
Bundan
sonra, Ebu Süfyan, Hz. Ebu Bekir'in yanına gitti ve Peygamberimiz
Aleyhisselamla konuşmasını istedi[163] ve:
"Ey
Ebu Bekir[164] Aramızdaki muahedeyi yenilen[165] Mütareke müddetimizi uzat[166]
Halkın arasını bul!" dedi.[167]
Hz.
Ebu Bekir:
"Ben
bu işi yapamam![168] Bu,
bana ait bir iş değildir. Allah'a ve Allah'ın Resûlüne ait bir iştir.[169]
Sen
Ömer'le de buluş!" dedi.[170]
Ebu
Süfyan:
"Öyleyse,
beni himayeye alır ve bunu halkın içinde açıklar mısın?" diye sordu.[171]
Hz.
Ebu Bekir:
"Biz,
ancak Resûlullah Aleyhisselamın himaye ettiğini himaye edebiliriz!" dedi.[172]
Ebu
Süfyan, Hz. Ebu Bekir'den sonra, Hz. Ömer'e gitti.[173]
Ona
da, Hz. Ebu Bekir'e söylediği gibi söyledi:[174]
"Muahedeyi
yenile, halkın arasını düzelt!" dedi.[175]
Hz.
Ömer:
"Demek
muahedeyi bozdunuz hâ?[176]
Eğer
ondan yeni birşey kalmışsa, Allah onu da yok etsin[177]
Onun
sağlam,[178] bitişik[179]
olan tarafı varsa, Allah onu da kesip atsın.[180]
Ben
sizin için mi Resûlullah Aleyhisselama gidip şefaat dileyeceğim?[181] Ben
mi bu işi yapacağım?![182]
Vallahi,
ben küçücük bir karıncadan başkasını bile bulamasam, yine, ondan yararlanmaya
çalışır, sizinle çarpışırım!" dedi.[183]
Ebu
Süfyan, Hz. Ömer'den bu sözleri işitince:
"Sen
de akrabalarından kötülükle cezalanasın![184]
Vallahi,
kavmine karşı senin kadar katı ve kötü davranan görmedim!" dedi.[185]
Kendi
kendine de:
"Ben
bugünkü gibi çetin bir gün görmedim!
Bir
kavim bir kavme karşı başka bir kavmi silah ve yiyeceklerle destekleyecek
olursa, muahedeyi bozmuş olacakları tabiîdir!" diyerek söylendi.[186]
Ebu
Süfyan, Hz. Osman'a gitti ve:
"Şu
cemaat içinde, bana akrabalık yönünden senden daha yakın bir kimse yoktur.
Sen
şu mütarekeyi uzat ve muahedeyi yenile! Çünkü, sahibin seni hiçbir zaman
reddetmez!
Vallahi,
ben Muhammed'in ashabına yaptığı kadar çok ikram yapan hiçbir kimse
görmemişimdir" dedi.
Hz.
Osman:
"Ben
ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde bulunanı himaye edebilirim!"
dedi.[187]
Ebu
Süfyan, Ensarın ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubâde'nin yanına vardı ve:
"Ey
Ebu Sabit! Sen ikimizin arasındaki dostluğu biliyorsun!
Ben
senin için Mekke Haremimizde bir himayeciyim!
Sen
şu memleketin (Medine'nin) ulu kişi sisin!
İki
taraf halkını himayene al, mütareke müddetini uzat!" dedi.
Sa'd
b. Ubâde:
"Ey
Ebu Süfyan! Ben ancak Resûlullah Aleyhisselamın himayesinde olanları himaye
edebilirim.
Resûlullah
Aleyhisselama karşı hiç kimse himayeye alınamaz!" dedi.[188]
Ebu
Süfyan, bundan sonra, Hz. Ali'nin evine gitti.
O
sırada, Hz. Fâtıma Hz. Ali'nin yanında bulunuyor ve henüz bir çocuk olan Hz. Hasan
da önlerinde gezip duruyordu.[189]
Ebu
Süfyan:
"Ey
Ali! Şu cemaat içinde akrabalık yönünden bana en yakın olan sensin! Ben bir iş
için gelmiştim.
Umduğumu
elde edemeden, geldiğim gibi geri dönüp gideceğim.
Resûlullaha
gidip benim için şefaatçi ol![190]
Araya girip, kavmine karşı himayeci ol. Onlar için, muahede ve mütareke
yazısını yeniletil [191]
İki
taraf arasında himayeci, arabulucu ol da, Muhammed'le mütareke müddetinin
uzatılmasını konuşup sağla!" dedi.[192]
Hz.
Ali:
"Bu,
bana ait bir iş değildir. Allah'a ve Allah'ın Resûlüne ait bir iştir.[193]
Allah
senin iyiliğini versin ey Ebu Süfyan! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam bir işe
karar verdi mi,[194] onu
muhakkak yapar.[195]
Resûlullah
Aleyhisselama ait bir iş hakkında ben hüküm veremem![196]
Biz
bu iş hakkında onunla da konuşamayız.[197]
Hiç
kimse, onun istemediği şeyi konuşamaz!" dedi.[198]
Ebu
Süfyan, Hz. Fâtıma'ya dönerek:
"Ey
Fâtıma! Sen, kavminin kadınları arasında büyüklüğünü gösterecek bir iş yapmak
istemez misin?" dedikten sonra, ona da Hz. Ali'ye söylediği gibi söyledi[199] ve:
"Sen
iki taraf halkını himayene alıp uzlaştırsan da, Araplar içinde büyük kadınların
hayırlısı olsan olmaz mı?" dedi.[200]
Hz.
Fâtıma:
"Ben
ancak bir kadınım!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Senin
himayeci olman caizdir.[201]
Nitekim, kızkardeşin (Zeyneb), Ebu'l-Âs b. Rebi'i himayesine almıştı.[202]
Bunu Muhammed de caiz görmüştü.[203]
Buna aykırı davran il mam ıştır" dedi.[204]
Hz.
Fâtıma:
"Bu,
bana ait bir iş değildir. Allah'a ve Allah'ın Resûlüne ait bir iştir.[205]
Ben
Resûlullah Aleyhisselama ait bir iş hakkında hüküm veremem" dedi.[206]
Bunun
üzerine, Ebu Süfyan:
"Ey
Muhammed'in kızı! Şu yavrucuğuna emretsen de, iki taraf halk arasında himayeci
olduğunu söylese olmaz mı?
O,
böyle yaparsa, kendisi, zamanın sonuna kadar Arapların ulusu olur!" dedi.
Hz.
Fâtıma:
"Vallahi,
benim bu yavrum ne halk arasında himayeci olacak yaşa gelmiştir, ne de
Resûlullah Aleyhisselama karşı bir kimse himayeye alınabilir!" dedi.[207]
Ebu
Süfyan, Hz. Ali'ye dönerek:
"Ey
Hasan'ın babası! Bana karşı, işlerin çok zorlaşmış olduğunu görüyorum.
Sen
bana bir öğüt ver![208]
Senin bu husustaki görüşün nedir? Zorlaşmış bulunan şu işimi bir kolaylaştı r!
Sence,
benim için yararlı olabilecek işi, çareyi bana emret!" dedi.[209]
Hz.
Ali:
"Ben
şu gündeki kadar, senin gibi, ne yapacağını şaşırmış bir adam görmedim.[210]
Vallahi,
ben senin için yararlı olabilecek birşey bilmiyorum.
Fakat,
sen Benî Kinanelerin ulu kişisisin!
Kalk,
iki taraf halkını uzlaştırmak için himayene aldığını ilân et! Sonra da yurduna
çekgit![211] Halkın arasını
bul!" dedi.[212]
Ebu
Süfyan:
"Bunun
benim için bir yarar sağlayacağını sanıyor musun?" diye sordu.
Hz.
Ali:
"Hayır!
Vallahi, yarar sağlayacağını pek sanmıyorum.
Fakat,
senin için, bundan başka, yapılacak birşey de bulamıyorum!" dedi.[213]
Ebu
Süfyan:
"Sen
doğru söyledin! Ben bunu yapmalıyım!" dedi.[214]
Bunun
üzerine, Ebu Süfyan, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidine gidip ayakta
dikilerek:
"Ey
insanlar! Ben iki taraf halkını ahd ve emanım altına aldım ![215]
Vallahi,
benim bu ahdime hiç kimsenin muhalefet edeceğini sanmıyorum.[216]
Muahedeyi
yeniledim, halkın arasını bulacağım!" dedi.[217]
Böyle
derken de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.[218]
Sonra
da, Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına vardı ve:
"Ey
Muhammedi Sen benim bu eman ve himaye taahhüdümü zannetmem ki reddedesin!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ebu Süfyan! Bunu sen söylüyorsun! (Bu, senin sözündür!)" buyurdu.[219]
Ebu
Süfyan, devesine binip Mekke'ye döndü.[220]
Ebu
Süfyan'ın Mekke'ye dönüşü gecikince, Kureyş müşrikleri:
"Vallahi,
onun Muhammed'e gizlice tâbi olduğunu ve Müslümanlığını gizli tuttuğunu
sanıyoruz!" diyerek, onu suçlamaya başlamışlardı.
Ebu
Süfyan, geceleyin Mekke'ye varıp evine girince, karısı Hind:
"Kavmin
seni Müslüman oldu diye suçlayıncaya kadar, orada tutuldun kaldın.
Kalışını
kavminin yanına başanyla dönmek için uzattınsa, değer!" dedi.
Ebu
Süfyan, olan bitenleri haber verip:
"Ali'nin
dediğini yapmaktan başkasına yol bulamadım!" deyince, Hind ona:
"Sen
Kureyş kavminin iyilikten uzaklaştırılmış, kötüleşmiş bir elçisi oldun"
diyerek hakaret etti.
Ebu
Süfyan, sabaha çıkınca, İsaf ve Naile putlarının yanında başını kazıtıp onlara
kurban kestikten sonra:
"Ben,
babamın üzerinde öldüğü şeyden, ölünceye kadar sizinle birlikte bulunmaktan
ayrılmayacağım" diyerek kurbanın kanını pufların başlarına sürdü.
Bunun
üzerine, Kureyş müşrikleri onun Müslüman olmadığını anladılar, kendisini
suçlamaktan vazgeçtiler.[221]
Kureyş
müşrikleri, Ebu Süfyan'a:
"Gerinde
ne haber var?[222] Muhammed'den bize bir
yazı getirdin mi? Yahut mütareke müddetini uzatabildin mi? Ya da, onun bize
savaş açmamasını sağlayabildin mi[223] Ne
getirdin bize?" diye sordular.
Ebu
Süfyan:
"Ben,
kalbleri bir tek kalb haline gelmiş bir kavmin yanından geliyorum.
Vallahi,
onlardan yarar umduğum, küçük büyük, kadın erkek hiçbirini bırakmaksızın,
hepsiyle konuştum.
Onlardan
birşey koparmayı başaramadım ![224]
Muhammed'in
yanına vardım, kendisiyle konuştum. Vallahi, bana hiçbir cevap vermedi.
Sonra,
Ebu Kuhâfe'nin oğluna (Ebu Bekir'e) gittim. Onda da bir hayır bulmadım.
Sonra,
Hattab'ın oğluna (Ömer'e) gittim. Onu düşmandan daha düşman buldum!
Sonra,
Ali'nin yanına vardım. Kendisini kavmin en yumuşağı buldum.
Ali
bana birşey işaret etti. Ben de onu yaptım.
Vallahi,
o yaptığım şeyin bana bir yararı olur mu, yoksa olmaz mı, bilmiyorum"
dedi.
Kureyş müşrikleri:
"O
sana neyi emretti?" diye sordular. Ebu Süfyan:
"Bana
insanların arasında ahd ve eman vermemi emretti. Ben de onu yaptım" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Muhammed
buna icazet, izin verdi mi?" diye sordular.
Ebu
Süfyan:
"Hayır![225]
Ben,
bunu yaptıktan sonra Muhammed'in yanına vardım ve:
'Ben
iki taraf halkını, uzlaştırmak için, himayeme aldım. Zannetmem ki, sen bu
himayeye alışımı reddedesin!1 dedim.
Bana:
'Ey
Ebu Süfyan! Ey Hanzale'nin babası! Bunu sen söylüyorsun "Bu, senin
sözündür!" dedi ve bundan başka birşey söylemedi" dedi.[226]
Kureyş müşrikleri:
"Yazıklar
olsun sana! Vallahi, adam (Ali) sana oyun etmiş, seninle eğlenmekten başka
birşey yapmamış!
Yaptığın
şey sana bir yarar sağladı, bir işine yaradı mı?" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Hayır!
Bir yarar sağlamadı. Fakat, vallahi, bundan başka da, yapacak birşey
bulamadım" dedi.[227]
Kureyş müşrikleri:
"Demek,
sen hiçbir şey yapamamışsın![228]
Bize hiçbir şey getirememişsin.[229]
Vallahi,
biz bugün dönen elçi gibi başarısız hiçbir elçi görmedik.[230]
Sen
bize ne savaş haberi getirdin ki savaşa hazırlanalım, ne banş haberi getirdin
ki güvenlik içinde bulunalım!" dediler.[231]
Ebu
Süfyan, dönüp Mekke'ye gittikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin
sefer hazırlığını görmesi için Hz.Âişeye emir verdi.[232]
"Sefer
hazırlığımı yap! Bunu hiç kimseye söyleme![233]
İşini gizli tut!" buyurdu.[234]
Hiç
kimse, ne için hazırlanıldığını bilmiyordu.[235]
Hz.
Ebu Bekir, kızı Hz. Âişe'nin evine gitmişti.
O
sırada, Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselam için sevık, un ve hurmadan yol
azığı hazırlamakla uğraşıyordu.[236]
Hz.
Ebu Bekir:
"Ey
kızcağızım! Resûlullah Aleyhisselam sefer hazırlıklarını görmenizi mi size
emretti?" diye sordu
Hz.
Âişe:
"Evet![237]
Resûlullah Aleyhisselam, kendisi için yol, sefer hazırlığı yapmamı bana
emretti" dedi.[238]
Hz.
Ebu Bekir:
"Sence,
nereye gitmek istiyor olabilir?" diye sordu.[239]
Hz.
Âişe:
"Vallahi,
bilmiyorum!" dedi.[240]
Hz.
Ebu Bekir, kendi kendine:
"Vallahi,
şu Benî Asfarlar(Rumlar)la savaş zamanında Resûlullah Aleyhisselam nereye
gitmek istiyor ola?![241]
Resûlullah
Aleyhisselam, birsefere niyeti en s ey di, bizim de hazırlanmamızı
bildirirdi" dedi.
Hz.
Âişe:
"Bilmiyorum.
Belki Benî Süleymlere gitmek istiyor, belki Sakîflere gitmek istiyor, belki de
Hevâzinlere gitmek istiyor olabilir" dedi.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam içeri girdi.
Hz.
Ebu Bekir:
"Yâ
Rasûlallah! Sefere mi çıkmak istiyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Ben
de hazırlanayım mı?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Nereye
gitmek istiyorsun yâ Rasûlallah?[242]
Sanırım ki; Benî Astarların (Rumların) üzerine gitmek istiyorsun d ur"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!"
buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Yoksa,
Necd halkının üzerine mi gitmek istiyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!"
buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Öyleyse,
Kureyşîlerin üzerine gitmek istiyorsun d ur" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet![243]
Kureyşflerin üzerine gideceğim ey Ebu Bekir! Bunu gizli tut!" buyurdu ve
hemen hazırlanmasını emretti.
Hz.
Ebu Bekir:
"Yâ
Rasûlallah! Onlarla senin aranda bir mütareke müddeti belirlenmiş değil
miydi?" dedi.[244]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
onların Benî Katılara (Huzâalara) yaptıklarını işitmedin mi?[245]
Hudeybiye
muahede ve mütarekesinin hükmüne riayetsizlik edenlerin ilki onlar oldu.[246]
Onlar ahd-lerine vefasızlık ettiler ve muahedelerini bozdular.
Ben
de onlarla savaşacağım!
Sana
söylediğim şeyi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu.
Kimi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Şam'a gitmek istediğini, kimi Sakîflere gitmek
istediğini, kimisi de Hevâzinlere gitmek istediğini sanıyordu.[247]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti ve fakat, önce,
nereye gidileceğini gizli tuttu, açıklamadı .[248]
Sonra,
Mekke'ye doğru gidileceğini bildirdi.[249]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'ye giden dağ yollarını ve geçitleri nöbetçilerle tuttu.[250] Hz.
Ömer'i de, nöbetçiler üzerinde denetçi olarak görevlendirdi.
Hz.
Ömer, dağ yolları ve geçitler üzerinde dönüp dolaşmakta[251] ve
nöbetçilere:
"Rastlayacağınız,
gizlice Mekke'ye geçip gitmek isteyen hiçbir kimseyi bırakmayacaksınız! Onları
geri çevireceksiniz!" demekte, hiç kimsenin Mekke'ye gitmesine meydan
vermemekte idi.[252]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşîlerin casus ve
habercilerini tut, görmez ve işitmez et! Kureyşîlerin gözlerini bağla! Beni
birdenbire görsünler!" diyerek dua etti.[253]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, çöl halkına, Medine çevresindeki Müslümanlara ve her tarafa
dav-etçiler gönderip:
"Allah'a
ve ahiret gününe imanı olan, Ramazan'da Medine'de hazır bulunsun!" diyerek,
onları sefere katılmaya davet etti.
Esma
b. Harise ile Hind b. Hârise'yi Eşlemlere gönderdi. Bunlar, Eşlemlere:
"Resûlullah
Aleyhisselam, Ramazan'da Medine'de bulunmanızı size emrediyor!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cündüb b. Mekîs ile Râfi' b. Mekîs'i Cüheynelere gönderdi.
Bunlar,
Ramazan'da Medine'de hazır bulunmalarını Cüheynelere emrettiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, İmâ' b. Rahasa ile Ebu Rühm Külsûm b. Husayn'ı Benî Husaynlara,
Benî Gıfârlara, Benî Damrâlara;
Ma'kıl
b. Sinan ile Nuaym b. Mes'ud'u Eşca'lara;
Bilal
b. Haris ile Abdullah b. Amr el-MüzenPyi Müzeynelere;
Haccac
b. Ilâtü's-Sülemî ile Irbaz b. Sâriye'yi Benî Süleymlere;
Bişr
b. Süfyan ile Büdeyl b. Verkâyı Benî Ka'blara (Huzâalara) gönderdi.[254]
Huzâî
b. Abdi Nühm, Müzeyneleri yanına alarak Revhâ'da;
Abdullah
b. Malik, Gıfârîleri yanına alarak Sukyâ'da;
Kudâme
b. Sümâme, Benî Süleymleri yanına alarak Kudeyd'de;
Sa'd
b. Cessâme, Benî Leysleri yanına alarak Kedid'de;[255]
Benî
Ka'blar da Kudeyd'de; gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın ordularına
katılacaklardı.
Eşlemler,
Cüheyneler, Eşca'lar ve daha başka Arap kabileleri Medine'ye geldiler.
Ebu
İnebe kuyusunda ordugâh kuruldu, toplanıldı.[256]
Toplananların
mevcudu 10.000 idi.[257]
Mevcudun
12.000 kişi olduğu rivayeti de vardır.[258]
Medine'den
10.000 kişi ile çıkılmış, 2.000'i
yolda gelip kati İm işti.[259]
Muhacirlerlerle
Ensardan, sefere katilmayan kimse yoktu.[260]
Muhacirlerin
sayısı 700 idi, yanlarında da 300 at vardı.
Ensarın
sayısı 4.000 idi, yanlarında da 500 at vardı.[261]
Müzeynelerin
sayısı 1.000 idi[262] veya
sayıları 1.300 olup,[263]
yanlarında 100 at vardı.[264]
Eşlemlerin
sayısı 400 idi,[265]
yanlarında 30 at vardı.[266]
Cüheynelerin
sayısı 800 İdi[267]
veya 700[268] veya 1.000 İdi[269]
veya 1400 idi.[270]
Yanlarında da, 50 at vardı.[271]
Gıfârîlerin
sayısı 400 idi.[272]
Süleymlerin
sayısı 900[273] veya 1.000[274]
veya 1.400[275] veya 1.800 idi.[276]
Diğerleri,
Muhacirlerden ve Ensardandı.
Kays,
Esed, Temim ve başka kabilelerden de, gelip mücahidler arasına katılanlar
vardı.[277]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Medine'de yerine Ebu Rühm Külsûm b. Husayn'ı vekil bıraktı.[278]
Abdullah
b. Ümmi Mektum'un vekil bırakıldığı da rivayet edilir.[279]
Sanıldığına göre; Abdullah b. Ümmi Mektum imamlıkla, Ebu Rühm de idarî işlerle
görevlendirilmişti.[280]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea,
Mekkeli müşriklere biryazı yazarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki
kararını bildirmek istedi.[281]
Hâtıb;
yazısını, Salvan b. Ümeyye, Süheyl b.Amrve İkrime b. Ebu Cehil'e verilmek üzere
yazdı ve yazısında şöyle dedi:
"Resûlullah
Aleyhisselam; gazaya çıkacağını halka bildirdi.
Kendisinin
sizden başkasına gitmek isteyeceğini sanmıyorum.
Size
gönderdiğim yazımla, yanınızda benim bir iyilik ve minnet elimin bulunmasını
arzu ettim."[282]
Başka
rivayetlere göre, Hâtıb mektubunda şöyle dedi:
"Peygamber
(Aleyhisselam); geceler gibi karaltılı, seller gibi akan askerleri ile size
doğru yönelmiş geliyor!
Allah1
a yemin ederim ki; o size yalnız başına bile gelecek olsa, Allah, muhakkak
yardım edip onu size galip kılacaktır.
Çünkü,
Allah ona yaptığı va'dini yerine getiricidir!
Hiç
şüphesiz, Allah onun dostu ve yardımcı sı dır."
"Muhammed
Peygamber (Aleyhisselam), amma size karşı, amma sizden başkasına karşı, savaşmaya
hazırlanmış bulunuyor.
Hazırlıklı
ve uyanık olunuz!"[283]
"Hâtıb
b. Ebi Beltea'dan:
Resûlullah
(Aleyhisselam), sizin üzerinize yürümek istiyor!
Tedbirinizi
alınız!"[284]
"Muhammed
Aleyhisselam, kesin olarak sizin üzerinize yürümek üzeredir!"[285]
"Bundan
sonra, derim ki:
Muhammed
(Aleyhisselam) kesin olarak sizin üzerinize yürümek istiyor.
Tedbirinizi
alınız! Hazırlanınız!"[286]
Bazı
ravilerin bu yazı muhtevasını kısaltarak nakletmiş oldukları gözönünde
tutulunca, yukarıdaki yazılarda geçen sözlerin hepsinin Hâtıb'ın yazısında yer
almış olduğu kabul edilebilir.[287]
Hâtıb
b. Ebi Beltea, Kutıeyş müşriklerine yazdığı mektubu bir kadına vermişti.
Rivayete
göre; kadın, Müzeynelerdendi.[288]
Müzeynelerin de Arc halkından, Kenud adında bir kadındı.[289]
Kendisi,
Ebu Amr b. Sayfî b. Hişam (Hâşim) b. Abdi Menafın[290]
yahut Ebu Leheb'in[291]
azadlı cariyesi olup, Sâre diye anılırdı.
Sâre
Medine'ye geldiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke'yi fetih
hazırlığıyla uğraşıyor-du.[292]
Sâre'ye:
"Sen
Müslüman olarak mı geldin?" diye sordu.
Sâre:
"Hayır!"
dedi.[293]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyleyse,
sen ne için geldin?" diye sordu.
Sâre:
"Sizler
köle azadlayıcılarsınız, aşiret sahibisiniz![294]
Köle
azadlayıcılar Bedir günü ölüp gittiler.[295]
Ben
son derecede muhtaç duruma düştüm. Bana yiyecek ve binecek veresiniz, beni
giydirip kuşatasınız diye yanınıza geldim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Tagannilerin,
şarkı söylemelerin, ağıt yakmaların seni ihtiyaçtan kurtarmadı mı?" diye
sordu.
Sâre:
"Yâ
Muhammedi Kureyşliler, kendilerinden birçok kimseler öldürüldüğünden beri,
şarkı dinlemeyi bıraktılar.[296]
Bedir vak'asından sonra, benden birşey söylememi isteyen olmadı.[297] Ben
de, şarkı söylemeyi, ağıt yakmayı bıraktm" dedi.[298]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Abdulmuttalib oğullarını, Sâre'ye yardıma teşvik etti.
Onlarda,
hemen onu giydirip kuşattılar. Birde, hayvan bulup kendisini bindirdiler, yol
azığını da koydular.
Hâtıb
b. Ebi Beltea, Sâre'nin yanına vardı. Ona on dinar (altın lira) ile bir elbise
verdi.[299] Bunlar, Kureyş müşriklerine
yazdığı mektubu onlara ulaştırma ücreti idi.
Hâtıb,
Sâreye:
"Bunu,
elinden geldiği kadar gizli tut! Mekke'ye giderken de, anayoldan gitme! Çünkü,
yol üzerinde bekçiler, nöbetçiler var!
Sen
dağ yolları ve geçitlerinden başka bir yol tutup, Mahacce'nin solundan Fuluk
içine, Akik yoluna doğru git!" dedi.[300]
Sâre,
mektubu başına yerleştirdikten sonra, üzerinden, saçlarını bölükler halinde
örerek gizledi, Kureyş müşriklerine teslim etmek üzere yola çıktı.
Hâtıb'ın
bu uygunsuz tutum ve davranışı hakkında gökten haber geldi.[301]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hz. Ali ile Zübeyr b. Avvam ve Mikdad b. Esved'e:[302]
"Acele
gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında
bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız!
Mektubu
ondan alınız ve bana getiriniz![303]
Kendisini serbest bırakınız![304]
Mektubu
vermek istemezse, boynunu vurunuz!" buyurdu.[305]
Hz.
Ali ve arkadaşları, atlarını koştura koştura Hâh bahçesine varıp kavuştular.
Orada, yolcu bir kadına rastladılar.[306]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hz. Ali ve arkadaşlarına, devesinin üzerinde giden bir kadının
Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından müşriklere yazılan ve Resûlullahın kendilerine
doğru gelmekte olduğunu haber veren bir sahifeyi yanında taşıdığını haber
vermişti.
Hz.
Ali ve arkadaşları, kadına:
"Yanında
götürmekte olduğun mektup nerede?" diye sordular.[307]
Kadın:
"Benim
yanımda mektup falan yok!" dedi.[308]
Bunun
üzerine, kadının devesini ıhdırdılar.[309]
Kadını devenin üzerinden indirdiler. Eşyasını aradılar. Mektup olarak hiçbir
şey bulamadılar.[310]
Kadın
yemin ederek inkârda bulununca, geri dönecek oldular.[311]
Hz.
Ali:
"Allah'a
yemin ederim ki; ne Resûlullah Aleyhisselam yanılır, ne de biz yanılırız!
Sen
bu mektubu bize ya kendiliğinden çıkarırsın, ya da seni soyar, ararız!"
dedi.[312]
Kadın:
"Siz
Müslüman değil misiniz?! (Bunu bana nasıl yaparsınız?)" dedi.[313]
Hz.
Ali:
"Elbette
Müslümanız! Resûlullah Aleyhisselam bize senin yanında mektup bulunduğunu
söyledi" dedi,[314]
kılıcını
sıyırdı
ve:
"Ya
mektubu çıkarırsın, ya da kılıcı tepene indiririm!" dedi.[315]
Kadın,
işin sıkı tutulduğunu görünce, Hz. Ali'ye:
"Yüzünü
benden başka yana çevir!" dedi.
Hz.
Ali yüzünü başka tarafa çevirince, kadın örgülü saçlarını çözdü, mektubu
çıkarıp Hz. Ali'ye verdi.[316]
Mektubu
Peygamberimiz Aleyhisselama getirdiler.
Mektubun
müşriklerden bazı kişilere Hâtıb b. Ebi Beltea tarafından yazılıp gönderilmiş
ve içinde Peygamber Aleyhisselamın savaş işinin onlara bildirilmiş olduğu
görüldü.[317]
"Yâ
Rasûlallah! Hâtıb, Allah'a, Resûlullaha ve mü'minlere hainlik etmiştir!?"
dediler.[318]
Peygamberimiz
Aleyhisselam haber saldı, Hâtb'ı
yanına çağırttı.[319]
Hâtıb
gelince, mektup kendisine okundu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Bunu
sen mi yazdın?" diye sordu.
Hâtıb:
"Evet!"
dedi.[320]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Hâtıb! Bu ne biçim iş?![321]
Sen bunu ne için yaptın?!" diye sordu.[322]
Hâtıb:
"Yâ
Rasûlallah! Bu hususta hakkımda hüküm vermekte acele etme!
Ben,
Kureyşîler içinde, yanaşma bir kişiyim. Asıl Kureyşîlerden değilim.
Senin
yanındaki Muhacirlerin Mekke'de ailelerini ve mallarını koruyacak akrabaları
var.[323]
Ben
ise, Kureyş cemaati içinde ne soyu, ne de kabilesi olmayan bir kişiyim.
Üstelik,
çoluk çocuklarım da onların aralarında bulunuyor.[324]
Ben
bunu onlara bir iyilik edeyim, kendilerini minnet altında bırakayım da oradaki
ev halkımı korusunlar diye yaptım.
Yoksa,
bunu küfre saptığım veya dinimden döndüğüm veya İslâmiyetten sonra küfre rıza
gösterdiğim için yapmış değilim ![325]
Yâ
Rasûlallah! Vallahi, ben Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman etmişim ve dinimi de
asla değişti rm emişim dir![326]
Ben,
Müslüman olduğumdan beri, Allah hakkında hiçbir şüpheye düşmemiş,[327]
küfür yoluna sapmamışım dır!
Müşriklerden
ayrıldığımdan beri, kendilerine hiçbir sevgi de beslememi simdir.
Fakat,
ev halkım hakkında endişe duyduğum için, onların yanında bir iyiliğimi
bulundurmak istedim.
İyi
biliyorum ki; Yüce Allah'ın onlara indireceği azap karşısında benim bu mektubum
kendilerine hiçbir yarar sağlamayacak, gelebilecek azaptan onları
kurtarmayacaktır.[328]
Yâ
Rasûlallah! Ben, bu iyiliği, çoluk çocuğumla malıma onlardan gelebilecek
zararlardan Allah belki korur diye yapmak istedim!
Muhacir
ashabından hiçbiri yoktur ki, orada kavim ve kabilesinden bazı kimseler
bulunsun da, Yüce Allah, onun ev halkını ve malını onlarla korumamış
olsun!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Doğru
söyledin!" buyurdu[329] ve
yanındaki ashabına da:
"O
size doğru söyledi.[330]
Kendisi
hakkında, hayırdan başka birşey söylemeyiniz!" buyurdu.[331]
Hz.
Ömer:
"Yâ
Rasûlallah! Bu adam Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve mü'minlere hainlik etmiştir.[332]
Yâ
Rasûlallah! Bırak beni de, şu münafığın boynunu vurayım?" dedi.[333]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İzin
verecek olursam, onu öldürür müsün?" diye sordu.
Hz.
Ömer:
"Evet!
Bana izin verirsen, onu öldürürüm!" dedi.[334]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır![335] Bu
kişi Bedir savaşında bulunanlardan değil midir?[336] O
Bedir savaşında bulunmuştur.[337]
Ne
bilirsin? Belki de, Yüce Allah, Bedir savaşına katılmış olanlara, Bedir gününde
bakıp, 'Siz istediğinizi yapın! Ben sizi bağışlamışımdır! Cennet size vacip
olmuş, siz Cennete girmeyi haketmişsinizdir!' buyurmuştur" buyurunca, Hz.
Ömer'in gözleri yaşla doldu ve:
"Yüce
Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[338]
Hâtıb'ın
bu husustaki tutum ve davranışı üzerine indirilen âyetlerde[339]
şöyle buyuruldu:
"Ey
iman edenler! Benim de, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyiniz.
Kendileriyle
aranızdaki sevgi yüzünden, onlara Peygamberin maksadını ulaştırırsınız, değil
mi?!
Halbuki,
onlar haktan size gelene (İslâm
dinine ve Kufân'a) küfretm işi erdir.
Onlar,
Peygamberi de, sizi de, Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye
yurtlarınızdan çıkarıyorlardı .
Eğer
siz Benim yolumda savaşmak, rızamı aramak için çıkmışsanız (onlan dost
edinmeyiniz)!
Siz
onlara hâlâ muhabbet mi besleyecek (sırlarımı ifşa mı edecek)siniz?!
Halbuki,
ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim!
İçinizden
kim bunu yapar (Resûlullahın sırlarını açıklar)sa, muhakkak ki, o, yolun ta
ortasından sap-m ıştır!
Eğer
onlar size bir tımak tuttururlar (sizi ele geçirirlerse, hepinizin düşmanları
olacaklar; ellerini, dillerini kötülükle size uzatacaklardır.
Zaten,
onlar, (ah bir dininizden dönüp) kâfir olsanız diye temenni de etmişlerdir.
Ne
hısımlarınız, ne evladlarınız, ahiret azabına karşı size asla yarar veremezler.
Kıyamet gününde, Allah onlarla aranızı ayıracaktır.
Allah,
ne yaparsanız, hakkıyla görendir.
İbrahim'de
ve onun maiyyetinde bulunan (Müslüman)larda (onların sözlerinde ve işlerinde)
sizin için gerçekten uyulacak güzel bir ömek vardı.
Hani
onlar kavimlerine:
'Biz
sizden ve Allah'ı bırakıp tapmakta olduğumuz şeylerden kesin olarak uzağız!
Sizi
inkâr ettik.
Siz
Allah'a bir olarak iman edinceye kadar, bizimle aranızda temelli düşmanlık ve
buğz belirmiştir!' demişlerdi.
Yalnız, İbrahim'in, babasına:
'Her
halde, senin yariıganmanı dileyeceğim!
Fakat,
senin için Allah'tan gelecek herhangi birşeyi celb veya def etmeye gücüm
yetmez!' demesi müstesnadır.
(Siz
şöyle deyiniz):
'Ey
Rabbimiz! Biz ancak Sana güvenip dayandık! Ve Sana yöneldik! Son dönüş de ancak
Sanadır!
Ey
Rabbimiz! Bizi, o küfredenler için bir fitne (konusu) yapma! (Onlan bize
musallat etme)!
Ey
Rabbimiz! Bizi yarlığa!
Çünkü,
Azîz ve Hakîm Sensin Sen!'"[340]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında[341]
Ramazan ayında Müslümanlardan 10.000 kişi-askerî bir topluluğun başında,
Medine'den Mekke'ye doğru yola çıktı.[342]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, mücahidler de hep oruçlu idiler.[343]
Yola çıkılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Orucunu
tutmak isteyen, tutsun. Orucunu açmak isteyen de, açsın!" diyerek nida ettirdi.[344]
Peygamberimiz Aleyhisselam orucunu açmadı, tuttu. Mücahidler de açmadılar,
tuttular.[345] Sulsul mevkiine
eriştiler.[346] Sulsul; Medine
nahiyelerinden olup, Medine'ye uzaklığı yedi mildir.[347]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Zübeyr b. Avvam'ı, 200 kişilik bir süvari birliğinin başında,
öncü ve gözcü olarak ileri sürmüştü.[348]
Bunlar;
Arc'la Talub arasında Hevâzin casuslarından birini yakalayıp Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına getirdiler ve:
"Yâ
Rasûlallah! Hayvanının üzerinde gördük: Çukur yerlerde bizden saklanmaya
çalışıyordu. Sonra, yüksek bir yere çıkıp oturdu. Atlan ona doğru koşturmaya
başlayınca, kaçmak istedi.
Kendisine:
'Sen
kimsin?1 diye sorduk.
'Benî
Gitarlardan bir adamım!' dedi.
'Bu
memleket halkından, Benî Gitarların hangilerindensin?' diye sorduk.
Aykırı
cevap verdi, bize soyunu anlatamadı, şüphemizi arttırdı, kendisi hakkında bizi
suizanna düşürdü.
'Senin
ev halkın nerededir?' diye sorduk.
Eliyle
bir tarafa işaret ederek:
'Yakındadır!'
dedi.
Kendisinin
işi karıştırdığını, gerçeği sakladığını görünce:
'Ya
bize doğrusunu söyleyeceksin, ya da boynunu vuracağız!' dedik.
'Ben
size doğrusunu söylersem, bu, bana, sizin katınızda bir yarar sağlar mı?' dedi.
'Evet!'
dedik.
Bunun
üzerine, bize:
'Ben
Benî Nadrlardan, Hevâzinlerden bir adamım.
Beni
Hevâzinler casus olarak gönderdiler ve:
'Medine'ye
git, Muhammed'le buluş! Müttefiklerinin (Huzâaların) işi hakkında ne yapmak
istediğini, bizim için öğrenmeye çalış!
O,
Kureyşîlere askerî bir birlik mi gönderiyor? Yoksa, kendisi mi gidip onlarla
savaşacaktır? Biz onun Kureyşîlere büyük bir ordu ile baskın yapacağını
sanıyoruz.
İster
kendisi gitsin, ister askerî bir birlik göndersin, sen de onlarla birlikte
Batn-ı Şerife kadar git!
Eğer
onlar önce bizim üzerimize yürümek isterlerse, Batn-ı Şerif yolunu tutar, bizim
yanımıza çıkarlar. Eğer Kureyşîlerin üzerine yürümek isterlerse, yollarına
devam ederler!' dediler' dedi."
Peygamberimiz
Aleyhisselam, casusa:
"Hevâzinler
neredeler?" diye sordu.
Casus:
"Onları
Buk'â'da pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraköm.
Onlar
bütün Arapları kendilerine yardıma çağırdılar, Sakîflere de haber saldılar.
Onlar da yapılan davete icabet ettiler.
Sakîfleri
de, savaşmak üzere pek çok yığınak yapmış oldukları halde geride bıraktım.
Onlar,
debbabe ve mancınık yapma işini öğrenmeleri için, Cüreş'e adamlar gönderdiler.
Kendileri de, Hevâzinlerin topluluklarıyla birlikte bulunmak üzere
gidiyorlar!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hevâzinler
işlerini yürütmeyi kime havale ettiler?" diye sordu.
Casus:
"Eşraf
gençlerinden Malik b. Avf'a havale ettiler!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hevâzinlerin
hepsi, Malik'e ve onun davet ettiği işe icabet ettiler mi?" diye sordu.
Casus:
"Güçlülük
ve dayanıklılıklarda tanınmış olan Benî Âmirler, davete aldırış etmediler"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onlar,
Benî Âmirlerden hangileridir?" diye sordu.
Casus:
"Ka'blarveKilablar!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hilaller
ne yaptı?" diye sordu.
Casus:
"Hevâzinlere
onlardan pek azı katıldı.
Akşamleyin,
senin kavmine uğramıştım.
Ebu
Süfyan, yanlarına gelmişti.
Medine'den
getirdiği haberden dolayı, Kureyşîlerin Ebu Süfyan'a çok kızmış olduklarını
gördüm.
Onlar
çok korkuyor ve ürperiyorlardı" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah
bize yeter. O, ne güzel Vekîl'dir!
Sanırım
ki, sen bana ancak doğru olanı söyledin!" buyurdu.
Casus:
"Bu,
bana yarar sağlayacak, beni ölümden kurtaracak mıdır?" dedi.
Casusun
gidip halkı uyarmasından korkuldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu tutuklamasını, Halid b. Velid'e emretti.
İslâm
ordusu Merruz-zahran'a vardığı zaman, casus kaçtı.
Halid
b. Velid, ardına düşüp onu aradı, Erâk[349]
yanında yakaladı ve:
"Eğer
senin için söz vermiş olmasaydım, boynunu vururdum!" dedi. Durumu
Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'ye girinceye kadar onu tutuklu bulundurmasını Halid b.
Velid'e em retti.[350]
Uyeyne
b. Hısn; Necd'de ev halkının yanında bulunduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamin
yanına birçok Arap kabilelerinin toplanarak bir yana doğru gitmek istediklerini
haber alınca, kavminden bazı kimselerle birlikte Medine'ye gelip, Peygamberimiz
Aleyhisselamı iki gün önce gitmiş buldu ve hızla Arc'a doğru gitti. Orada,
Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştu ve:
"Yâ
Rasûlalları! Senin bir tarafa gideceğini haber aldım, geldim.
Ben
sizde savaş hali görmüyorum: Ne çekilmiş sancaklar görüyorum, ne de bayraklar!
Yoksa, umreye mi gitmek istiyorsunuz?
Halbuki,
sizde ihram hali de görmüyorum!?
Yâ
Rasûl allan! Siz nereye yönelmiş gidiyorsunuz?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah
her nereye gitmemizi dilerse oraya gideceğiz!" buyurdu.
Uyeyne
b. Hısn, mücahidlere katılıp Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte gitti.[351]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Arc'a geldiği zaman, çok susamıştı.
Susuzluğunu
gidermek için, başına su döktü. Yüzünü yi kadı.[352]
Müslümanlar,
yaya ve binitli olarak, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Kurâu'l-Gamîm'e vardılar.
"Yâ
Rasûlallah! Oruçluluk halka çok ağır gelmeye başladı.
Halk,
senin ne yapacağına bakıyorlar!" dediler.[353]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Usfan ile Emeç arasındaki Kudeyd[354]
mevkiine gelince,[355]
ikindi namazından sonra, hayvan üzerinde iken[356] bir
bardak su[357] getirtti. Bardağı
herkesin göreceği şekilde kaldırıp onu içti,[358]
orucunu açtı.[359] Müslümanların da
oruçlarını açmalarını emretti.[360]
Müslümanlardan
bazısının orucunu açtığı, bazısının ise oruçlarını açmayıp tutmaya devam
ettikleri haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar
âsilerdir (Emre karşı gelenlerdir)![361]
Onlar
âsilerdir! (Emre karşı gelenlerdir)![362]
Siz,
sabahleyin düşmanlarınızla karşılaşacaksınız! Orucu açmak sizin için
zindeliktir!" buyurdu.[363]
Düşmanla
karşılaşacakları haber verilince, hepsi Merru'z-zahran'da oruçlarını açtılar.[364]
Hz.
Abbas, ailesiyle birlikte gelirken, Cuhfe'de veya Zülhuleyfe'de Peygamberimiz
Aleyhisselamla buluştu.[365]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona, yanındaki ağırlıklarını Medine'ye göndermesini emretti.[366]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kudeyd'e gelince, orada konakladı. Sancaklar ve bayraklar bağladı.[367]
Bağladığı
sancak ve bayrakları kabilelere, kabilelerin bayraktar ve sancaktarlarına
verdi.[368]
Uyeyne
b.Hısn, kabilelerin sancak ve
bayraklar aldıklarını görünce, canının sıkıntısından, parmaklarını ısırmaya
başladı.
Hz.
Ebu Bekir, ona:
"Yoksa,
geldiğine pişmanlık mı duyuyorsun?" diye sordu.
Uyeyne
b. Hısn:
"Ben
kavmimin Muhammed'le birlikte bulunmadığına üzülüyorum!" dedi ve
"Ey
Ebu Bekir! Muhammed nereye gitmek istiyor?" diye sordu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Allah
her nereye gitmesini isterse, o oraya gidecektir!" dedi.[369]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Kudeyd'de bulunduğu sırada, Süleymler900 veya 1.000 atlı olarak
geldiler.
Onların
zırhlan sırtlarında, mızrakları ve silahları yanlarında bulunuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın onlara gönderdiği iki elçisi Peygamber Aleyhisselamın yanına
gelmekte acele etmelerini söyleyince, derlenip toparlanarak geldiler ve:
"Yâ
Rasûlallah! Biz, senin dayıların oluruz.
Bizim
savaş zamanında nasıl sebatlı, seninle buluştuğumuz zaman nasıl sadakatli
olduğumuzu göreceksin" dediler.
Süleymlerin
yanlarında durulmuş iki sancak ve beş bayrak bulunuyordu. Bayraklar siyahtı.
"Yâ
Rasûlallah! Bizim bayraklarımızı da bağla ve istediğine ver!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Cahiliye
çağında bayraklarınızı taşıyan, bugün de taşısın! Evvelce yanıma hepinizle
birlikte gelen o güzel yüzlü, tatlı dilli kişi ne yapıyor? Siz gidiniz! Ordunun
önüne geçiniz!" buyurdu.
Onları
öncü birliği yaptı.
Benî
Süleymlerle buluşuluncaya kadar, bu görevi Halid b. Velid yapmıştı.[370]
Muhacirlerin
bayraktarları:
1. Hz. Ali,
2. Zübeyr b. Avvam,
3. Sa'd b. Ebi Vakkas,
Ensarın
bayraktarları:
1. Evsîlerin Abduleşhel oğullarından Ebu
Naile,
2. Evsîlerin Zafer oğullarından Katâde b.
Numan,
3. Harise oğullarından Ebu Bürde b. Niyar,
4. Muaviye oğullarından Cebr b. Atîk,
5. Hatma oğullarından Ebu Lübâbe b.
Abdulmünzir,
6. Ümeyye oğullarından Mübeyyaz,
7. Sâide oğullarından Ebu Useydü's-Sâidî,
8. Benî Haris b. Hazreclerden Abdullah b.
Zeyd,
9. Selime oğullarından Kutbe b. Âmir b.
Hadîd,
10. Malik b. Neccar oğullarından Umâre b.
Hazm,
11. Mazin oğullarından Salît b. Kays,
12. Dinar oğulları,
Müzeynelerin
sancaktarları:
1. Numan b. Mukarrin,
2. Bilal b. Haris,
3. Abdullah b. Amr,
Eslemlerin
sancaktarları:
1. Büreyde b. Husayb,
2. Naciye b. A'cem,
Cüheynelerin
sancaktarları:
1. Süveyd b. Sahr,
2. Rafi' b. Mekîs,
3. EbuKer'a,
4. Abdullah b. Bedr,
Benî
Amr b. Ka'bların sancaktarı:
Büsr
b. Süryan,
Benî
Gıfârların bayraktarı:
Ebu
Zerri'l-Gıfârî veya İmâ' b. Rahasa,
Kinane,
Benî Leys, Damrâ ve Sa'd b. Bekrlerin sancaktarı:
1. Ebu Vâkıd el-Leysî,
Eşca'ların
sancaktarları:
1. Ma'kıl b. Sinan,
2. Nuaym b. Mes'ud idi.[371]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın amcası Haris b. Abdulmuttalib'in oğlu Ebu Süfyan ile Abdullah b.
Ebi Ümeyye, Mekke ile Medine arasında, Nîku'l-akab mevkiinde Peygamberimiz
Aleyhisselamla buluştular, Müslüman olmak istediler.[372]
Bunların,
Sukyâ ile Arc arasında[373]
veya Ebvâ'da buluştukları da rivayet edilir.[374]
Ebu
Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın süt kardeşi ve yaşıtı idi. Hz.
Halime onu da emdirmişti.
Ebu
Süfyan, eskiden Peygamberimiz Aleyhisselama dost ve arkadaş idi. Fakat,
Peygamberimiz Aleyhisselama peygamberlik gelince, düşman kesilmişti.[375]
Hiçbir
düşmanın yapmadığı düşmanlığı yapardı. Şı'b'a varıp da, Peygamberimiz
Aleyhisselamla ashabını hicv ve tahkir etmediği gün yoktu.[376]
Yirmi
yıl, hicv ve tahkir etmekten geri durmadı.
Müşriklerin
Peygamberimiz Aleyhisselamla yaptıkları çarpışmaların hiçbirinden geri kalmadı.[377]
En
sonunda, Yüce Allah, Ebu Süfyan b. Hâris'in kalbine İslâm sevgisini düşürdü.
Bir
gün Rum Kayseri ile görüşmüş olan Ebu Süfyan b. Haris der ki:
"Rum
Kayserinin yanında ne İslâm iyetten kaçı İdi ğı nı, ne de Muhammed'den
başkasının tanındığını gördüm. Bunun üzerine, kalbime İslâmiyet sevgisi girdi.
İçinde bulunduğum müşrikliğin bâtıl ve boş olduğunu
anladım.
Ne
çare ki, biz akılları başlarında bir kavimle birlikte bulunuyorduk.
İnsanların
akıllarına ve görüşlerine göre yaşadıklarını sanıyordum.
Onlar
bir yol tutup gittiler, biz de o yolu tutup gittik.
Şerefli,
yaşlı kişiler putlarından yardım dileyerek Muhammed'e karşı ayaklandıkları ve
ataları yüzünden ona kızdıkları zaman, onlara uyduk.[378]
Bir
gün, kendi kendime:
'Ben
kimlere arkadaş oluyorum?! Kimlerin yanında bulunuyorum?! İslâm yolu belli
olmuş ve karar-laşmış bulunuyor!1 dedim ve zevcemle oğlumun yanına
vardım ve:
'Yola
çıkmak için hazırlanınız! Muhammed'in yanınıza gelmesi çok yaklaşmıştır!'
dedim.[379]
Zevcem
ve oğlum:
'Canımız
sana feda olsun![380]
Arapların
ve Arap olmayanların Muhammed'e tâbi olduğunu görüyorsun da, hâlâ ona karşı düşmanlık
mevkiinde bulunuyor, düşmanlıkta direnip duruyorsun!?
Halbuki,
ona yardım etmek herkesten çok sana düşerdi! Ona yardım edenlerin ilki sen
olmalı idin!?' dediler.
Uşağım
Mezkûr'a:
'Bir
deve ile atımı acele yanıma getir!' dedim.[381]
Resûlullah
ile buluşmak üzere Mekke'den yola çıktık.[382]
Ebvâ'ya
varıp indiğimiz zaman, Resûlullah Aleyhisselamın öncü birliği oraya gelmiş
bulunuyor ve Mekke'ye gitmek istiyordu.
Resûlullah
Aleyhisselam, benim kanımın dökülmesini helâl ve gerekli kılmıştı.
Bunun
için, öldürülmemden korktum ve gizlendim.
Oğlum
Cafer'in elinden tutup yaya olarak bir mil kadar gittik.
Sabahleyin
Resûlullah Aleyhisselamın yanına vardık.[383]
Halk,
takım takım geliyordu. Onlardan gizlendim.
Resûlullah
Aleyhisselam hayvanına bineceği zaman, kendisiyle görüşmek istedim.[384]
Resûlullah Aleyhisselam, bizden, yüzünü başka tarafa çevirdi.
Yüzünü
çevirdiği tarafa geçtim. Tekrar tekrar, benden yüzünü çevirdi.
Bütün
yakın-uzak herşey beni tuttu, sıktı! Ona erişemedikçe, ben bir ölüyümdür!
Onun
iyiliğini, merhametini ve bana olan yakınlığını düşünmüş, bu yüzden beni tutar
diye ummuştum.
Resûlullah
Aleyhisselamın akrabası olduğum için, benim Müslüman olmama sevineceklerini
sanıyor ve bunda şüphe etmiyordum.[385]
Resûlullah
Aleyhisselamın benden yüzünü çevirdiğini görünce, bütün Müslümanlar da benden
yüz çevirdiler.
Ebu
Kuhâfe'nin oğlu (Hz. Ebu Bekir) bana rastladı ve benden yüzünü çevirdi.
Ensardan
biri, beni kandırarak Ömer'in yanına yanaştırdı. Ömer, bana bakınca:
'Ey
Allah düşmanı! Resûlullah Aleyhisselamı ve ashabını inciten sensin hâ!?
Sen
ona düşmanlığını yeryüzünün doğularına, batılarına kadar ulaştırdın!"
dedi.
Hemen
onun yanından ayrılıp amcam Abbas'ın yanına vardım ve:
'Ey
Abbas! Ben Resûlullahın yakını ve asâletli oluşum dolayısıyla Müslümanlığımın
Resûlullahı sevindireceğini ummuştum.
Kendisinden
umduğum iltifatı göremedim!
Beni
kabul etmesi için onunla konuş!' dedim.
Abbas:
'Hayır!
Vallahi, onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra, kendisiyle bir tek kelime
bile konuşamam! Resûlullah Aleyhisselamı celallendirmiş olmaktan korkarım!'
dedi.
'Ey
amca! Bari, gidip başvuracağım bir kimseyi bana söyle!' dedim.
Amcam,
Ali'yi göstererek:
'İşte
o!' dedi.
Ali
ile buluşup konuştum.
O
da, bana Abbas'ın söylediğinin tıpkısını söyledi.
Abbas'ın
yanına döndüm ve:
'Ey
amca! Bana sövüp sayan adamı bu davranışından vazgeçir!' dedim.
Abbas:
'Bana
onu tarif et!' dedi.
'O,
çok esmer tenli, kısa boylu, iki gözünün arası yaralıdır!' dedim.
Amcam:
'O,
Numan b. Haris en-Neccârîdir!1 dedi.
Ona:
'Ey
Numan! Ebu Süfyan, Resûlullah Aleyhisselamın amcasının oğludur ve benim de
kardeşimin oğludur.
Resûlullah
Aleyhisselam her ne kadar ona kızmış bulunuyorsa da, ileride ondan hoşnut da
olacaktır.
Bundan
sonra, kendisine herhangi bir suretle hakaret etmekten vazgeç!' diye haber
gönderdi."[386]
Ebu
Süfyan b. Haris ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın
huzuruna girme çarelerini araştırdıkları ve kendilerinden yüz çevirildiği
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme de, onlar hakkında
Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştu:
"Biri
amcanın oğlu ve süt kardeşindir. Öbürü de halanın oğludur ve hısımındır.[387]
Allah,
bunları sana Müslüman olarak getirdi.[388]
Bunlar,
senin katında halkın en yaramazı olamazlar!" dedi.[389]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bana
onların ikisi de gerekmez!
Amcamın
oğlu benim haysiyet ve şerefimi dili ile lekelemek istedi!
Halamın
oğlu ve hışmım olan kişi ise, Mekke'de bana söylememesi gereken sözleri
söylemiştir!" buyurdu.[390]
Ebu
Süfyan b. Haris der ki:
"Gidip
Resûlullahın kapısına oturdum.
Cuhfeye
varıncaya kadar, oturmaktan ayrılmadım!
Ne
kendisi, ne de Müslümanlardan hiçbirisi benimle konuşuyordu.
Her
konakladığı yerde, gidip Resûlullahın kapısında duruyordum. Oğlum da, ayakta
dikiliyordu.
Resûlullah,
beni gördükçe, yüzünü benden çeviriyordu.
Ezâhir
yokuşundan Mekke'nin Ebtah vadisine inince, Resûlullahın çadırının kapısına
yaklaştım.
Resûlullah
bana baktı! Bu bakış, onun bana ilk yumuşak bakışı idi. Kendisinin bana gülümseye-ceğini
de ummaya başladım."[391]
Hz.
Ali, Ebu Süfyan b. Hâris'e:
"Resûlullah
Aleyhisselama arka tarafından varıp, Yusuf'un kardeşlerinin Yusuf Aleyhisselama
söylediği sözü söyle ki, onlar:
'Allah'a
yemin ederiz ki; Allah seni gerçekten bizden üstün kılmıştır! Biz, doğrusu,
sana karşı yaptıklarımızda suçlu idik!1 dediler [Yusuf: 91].
Bundan
daha güzel bir söz bulunabileceği kabul edilemez!" dedi.
Ebu
Süfyan b. Haris böyle yapınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, Yusuf Aleyhisselamın
kardeşlerine verdiği cevabı bildiren:
"Size
bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O,
Esirgeyenlerin en Esirgeyicisidir!" (Yusuf 92) mealli âyeti okudu.[392]
Ebu
Süfyan b. Haris, Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Bana,
onların ikisi de gerekmez!" buyurduğunu haber aldığı zaman:
"Vallahi,
ya yanına girmeme izin verecektir, ya da şu oğlumun elinden tutup yeryüzünde
açlıktan, susuzluktan ölünceye kadar çekip gideceğiz![393]
Sen
ki, benim hem akrabam, hem de halkın en uslusu, yumuşak huylusu, en iyilik
severi ve cömerdi bulunuyorsun!" demişti.[394]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Süfyan'ın bu sözlerini işitince, her ikisine de acıdı ve
kendilerinin huzuruna girmelerine izin verdi.
Girdiler
ve Müslüman oldular.[395]
Ebu
Süfyan b. Haris, Müslüman olduktan sonra, utancından, başını kaldırıp
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne bakam azdı.[396]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Merruz-zahran'a gelip konakladı.[397]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Merru'z-zahran'a gelişi,
yatsı vaktine rastlamıştı. Mücahidler Merruz-zahran'da toplandılar.[398]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Merru'z-zahran'da geceleyin ashabına:
"Mekke'de Kureyşîlerin aklı erenlerinden dördü, müşriklikten sıynlıp
İslâmiyete girmek isti buyurdu.
"Yâ
Rasûlalları! Kimdir onlar?" diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"1. Attâb b. Esîd,
2. Cübeyr b. Mut'im,
3. Hakîm b. Hizam,
4. Süheyl b. Amr'dır!" buyurdu.[399]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Merruz-zahran'a gelinceye kadar, Kureyş müşriklerine bütün h; ler
gizli kalmıştı.
Onlar
Peygamberimiz Aleyhisselamın ne yapacağını bilmiyorlar,[400]
fakat kendilerine savaş cağından korkup duruyorlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Merru'z-zahran'a gelince, geceleyin, ateş yakmalarını mücahh
emretmiş, 10.000 ateş yakı İm işti.[401]
Kureyş
müşrikleri, Ebu Süfyarı b. Harb'i, haberler araştırmak üzere göndermekte
sözbirliği ettiler.
"Muhammed'le
buluşursan, ondan bizim için eman sözü al![402]
Ancak,
onun ashabını gevşek görürsen,[403]
savaşılacağını kendilerine bildir![404]
Biz
sizin arkanızdan hazırlanıp gelmeyeceğiz.
Çünkü,
Muhammed'in kiminle; bizimle mi, yahutHevâzinlerle mi, ya da Sakfflerle mi
savaşmak diğini bilmiyoruz" dediler.[405]
Bir
gece, Ebu Süfyan b. Harb ile Hakîm b. Hizam, Mekke'den çıkıp gittiler.[406]
Yolda,
Büdeyl b. Verkâ'ya rastladılar. Onun da kendileriyle birlikte gelmesini
sağladılar.[407]
Bunlar;
Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında haber araştıracaklar, toplayacaklar,
işittikleri h; leh gözden geçirecekler, değerlendireceklerdi.[408]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ensardan bazılarına:
"Ebu
Süfyan'a göz kulak olunuz! Siz muhakkak onu bulacaksınız!" buyurmuştu.[409]
Casuslar;
Merruz-zahran'da Erâk mevkiine eriştikleri zaman, pek çok çadırlar, askerler ve
yaı ateşler gördüler, at kişnemeleri, deve böğürmeleri işittiler.
Bunlar
onları ürküttü, son derecede korkuttu.[410]
Vakit,
yatsı vakti i di. [411]
Arefe
gecesinde yakılan ateşler gibi yanan ateşleri görünce, Ebu Süfyan:
"Bu
ne kadar çok ateş? Sanki, arefe gecesi ateşlerini andırıyor!?
Ey
Büdeyl! Yoksa bu ateşler, senin kavmin olan Benî Ka'bların mıdır?" diye
sordu.
Büdeyl
b. Verkâ:
"Bunlar,
Benî Amrların ateşleri olsa gerek!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Benî
Amrların ateşi bundan az olur, onların bu kadar çok ateşleri olamaz!" dedi.[412]
Büdeyl
b. Verkâ:
"Belki
de seninle çarpışmak üzere toplanmışlardır. Müzeyneleri de, bu gece kendilerine
beki tutmuşlardır" dedi.[413]
"Bunlar,
herhalde, Benî Ka'blar (Huzâalar)'dır. Savaş için toplanmışlardır"
dediler.
Ebu
Süfyan:
"Evet!
Ama bunlar Benî Ka'blardan daha kalabalık görünüyorlar!" dedi.
"Belki
de, Hevâzinler, yağmur düşen yerlerdeki otlardan hayvanlarını otiatmak için
topraklanı kadar gelmişlerdir. Vallahi, bunların kimler olduklarını pek
anlayamadık!" dediler.[414]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, casusları yakalamak için, atlılardan bir birliği ileri
göndermişti.
Huzâalarda
yolu kesmişler, arkaya kimseyi bırakmıyorlardı.[415]
Mücahidler
Merruz-zahran'a gelip konunca, Hz. Abbas, kendi kendine:
"Vâh
Kureyşîlerin başlarına geleceklere!
Vallahi,
onlar gelip Resûlullah Aleyhisselamdan eman dilemeden önce Resûlullah
Aleyhisselam Mekke'ye harple girecek olursa, bu Kureyşflerin temelli helâklan
olur!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Erâk
mevkiine kadar gitmişti.
"Orada
ben muhakkak bir oduncu veya bir sütçü ya da bir iş güç sahibi bulup Mekke'ye
göndermeliyim ki; önce, üzerlerine Resûlullah Aleyhisselamın gelmekte olduğunu
Mekkelilere bildirsin de, Mekkeliler Resûlullah Aleyhisselam üzerlerine harple
girmeden önce gelip ondan eman dilesinler" dedi.
Hz.
Abbas bu maksatla giderve maksadını gerçekleştirmek üzere bir adam ararken, Ebu
Süfyan'la Büdeyl b. Verkâ'nın seslerini işitti.[416] Ebu
Süfyan'ı sesinden tanıdı. Ona:
"Ebu
Hanzale!"dedi.
O
da, Hz. Abbas'ı sesinden tanıdı ve:
"Ebu'l-Fadl!
Sensin ha!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Babam,
anam sana feda olsun! Ne var?[417] Arkandakilerden,
ne haber var?" diye sordu.[418]
Hz.
Abbas:
"Yazıklar
olsun sana ey Ebu Süfyan![419]
Arkamdaki, Resûlullah Aleyhisselamdır ve Müslümanlardan 10.000 kişilik, karşı
koyamayacağınız askerlerin başında size doğru yönelmiş, geliy-or![420]
Vallahi,
vay Kureyşîlerin başlarına geleceklere!" dedi.[421]
Ebu
Süfyan:
"Babam,
anam sana feda olsun! Buna bir çare, bir tedbir var mı?" diye sordu.[422]
Hz.
Abbas:
"Evet!
Vardır!" dedi.
"Sen,
ne yapmamı bana emir ve tavsiye edersin?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Vallahi,
Resûlullah Aleyhisselamdan başkası tarafından ele geçirilecek olursan, muhakkak
öldürülürsün![423]
Sen,
haydi şu katırın sırtına bin de, seni Resûlullah Aleyhisselamın yanına kadar
götüreyim.[424] Kendisinden senin için
eman dileyeyim!" dedi.[425]
Ebu
Süfyan:
"Vallahi,
benim görüşüm de böyledir!" dedi.[426]
Hz.
Abbas, Ebu Süfyan'ı süvarilerin ellerine düşmekten kurtardı.[427]
Ebu
Süfyan, hemen Hz. Abbas'ın terkisine bindi.
Hz.
Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırının üzerinde, Ebu Süfyan da
terkisinde olduğu halde, mücahidlerin ateşlerinden her bir ateşin yanından
geçerken, "Kim bu?" diye soruyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın
katırını ve Hz. Abbas'ın da onun üzerinde bulunduğunu görünce:
"Resûlullah
Aleyhisselamın amcası, Resûlullahın katırına binmiş!" diyorlardı.
Hz.
Ömer'in ateşinin yanından geçerken, Hz. Ömer:
"Kim
bu?" dedi ve hemen ayağa kalktı.[428]
Hz.
Abbas:
"Abbas'ım!"
dedi ve geçip giderken, Hz. Ömer ona bakıyordu. Terkisinde Ebu Süfyan'ı gördü.[429]
Görür görmez:
"Allah
düşmanı Ebu Süfyan hâ!
Seni
ahdsiz ve akidsiz olarak ele geçirmeye fırsat ve imkân veren Allah'a hamd
olsun!" dedi ve hemen Peygamberimiz Aleyhisselama doğru hızla gitti.
Hz.
Abbas da, katırı tepip yürümesini hızlandırdı.
Yavaş
yürüyen hayvanın yavaş yürüyen adamı geçebileceği nisbette, Hz. Ömer'i geçti ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vardı.
Hz.
Ömer de, onun izince gelip içeri girdi ve:
"Yâ
Rasûlallah! Bu Ebu Süfyan'ı, Allah, akidsiz ve ahdsiz olarak ele geçirmek imkân
ve fırsatını vendi. Bırak beni de, onun boynunu vurayım!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Ben ona eman vermiş bulunuyorum!" dedi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına oturdu.[430]
Resûlullah
Aleyhisselamın başını tutup:
"Vallahi,
bu gece benden başka hiç kimse Ebu Süfyan'la başbaşa kalmayacak!" diye
yemin etti.
Hz.
Ömer Ebu Süfyan'ın boynunu vurmak hakkındaki dileğinde direnip durunca, Hz.
Abbas:
"Yeter
ey Ömer! Vallahi, Ebu Süfyan Adiyy b. Ka'b oğullarından bir kimse olsaydı,
böyle söylemezdin! Fakat, sen bunun Abdi Menaf oğullarının erkeklerinden
olduğunu bildiğin için boynunu vurmak istiyorsun!" dedi.
Hz.
Ömer:
"Sus
ey Abbas! Vallahi, babam Hattab sağ olup da Müslüman olsaydı, ona, senin
Müslüman olduğun gün sevindiğim kadarsevinmezdim!" dedi.[431]
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Hakîm b. Hizam ve Büdeyl b. Verkâ'ya da eman vermiş bulunuyorum!
Onlar huzuruna girecekler!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onları
içeri al!" buyurdu.
İçeri
girdiler. Onlar, gecenin geç vakitlerine kadar, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanında kaldılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlardan Mekkeliler hakkında bilgi aldı ve kendilerini İslâmiyete
davet etti:
"Allah'tan
başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet
ediniz!" buyurdu.
Hakîm
b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ hemen şehadet getirdiler ve Müslüman oldular.[432]
Allah
onlardan razı olsun!
Ebu
Süfyan ise:
"Vallahi,
ey Muhammedi Senin Resûlullah olup olmadığın hakkında kalbimde azıcık bir kuşku
var! Bana biraz mühlet versen olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Abbas'a:
"Biz
bunlara eman verdik! Kendilerini artık yerine götür!"[433]
Ebu
Süfyan hakkında da:
"Ey
Abbas! Onu da sen konak yerine götür, sabahleyin yanıma getir!" buyurdu.
Hz.
Abbas, onu alıp konak yerine götürdü.
Ebu
Süfyan geceyi Hz. Abbas'ın yanında geçirdi.[434]
Sabah
namazı vakti olup da müezzin ezan okuyunca, Müslümanlar silkinip kalkmaya
başladılar.
Ebu
Süfyan, onların kendisi için kalktıklarını sandı.[435] Çok korktu ve:
"Bunlar
ne yapmak istiyorlar?[436] Ey
Abbas! Halkın bu halleri nedir? Yoksa, beni mi öldürmek istiyorlar?" diye
sordu.[437]
Hz.
Abbas:
"Hayır!
Namaza kalkıyorlar!" dedi.[438]
Ebu
Süfyan:
"Muhammed'in
münâdîsi (müezzini) bunların hepsini kaldıracak mı?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Evet!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Bunların
hepsi, kalkınca ne yapacaklar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Onlar
Müslümandırlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gidecekler!" dedi.[439]
Kendisi
de, Ebu Süfyan'ı yanına alıp gitti.[440]
Peygamberimiz
Aleyhisselam abdest almaya kalktı.
Abdest
alırken, Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın abdest suyunu yüzlerine
sürmek için üşüştüler.[441]
Ebu
Süfyan, bunu görünce:
"Ey
Fadl'ın babası! Ben şimdiye kadar ne Kisrâ'da, ne de Benî Asfariarın (Rumların)
hükümdarlarında, hakimiyet ve saltanatın böylesini görmedim![442]
Kardeşinin oğlu kadar büyük saltanatlısını görmedim!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Bu
saltanat değildir, fakat peygamberliktir! Bunun içindir ki, onun üzerine
düşüyorlar![443]
Yazıklar
olsun sana! Sen de iman et ona![444]
Eğer
Müslüman olmaz ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadette bulunmazsan,
muhakkak, öldürülürsün!" dedi.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'ın istediği şeyleri söylemek istiyor, fakat onlara bir türlü
dili dönmüyor, düzgün söyleyemiyordu![445]
Peygamberimiz
Aleyhisselam namaza başlama tekbirini aldı, Müslümanlar da tekbir aldılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselam rükûa gitti. Müslümanlar da, hep birlikte rükûa gittiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam rükûdan doğruldu. Müslümanlar da, hep birlikte rükûdan
doğruldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam secdeye vardı. Müslümanlar da, hep birlikte secdeye vardılar.[446]
Namaz
kılındıktan sonra, Ebu Süfyan:
"Ey
Abbas! Muhammed onlara (Müslümanlara) birşey emretse, onlar o emri hemen yapar,
yerine getirirler mi?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Evet!
Vallahi, onlara yemeyi, içmeyi bırakmalarını da emredecek olsa, yine ona itaat
ederler, onun emrini yerine getirirler!" dedi.[447]
Ebu
Süfyan:
"Müslümanlar
bir gün bir gecede kaç kere namaz kılarlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Beş
kere!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Vallahi,
çoktur!" dedi.[448]
Hz.
Abbas, sabahleyin, Ebu Süfyan'ı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
götürdü.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu görünce:
"Yazıklar
olsun sana ey Ebu Sülyan! Senin için, Allah'tan başka ilah olmadığını öğrenmen
zamanı daha gelmedi mi?![449]
Yazıklar
olsun sana ey Ebu Süfyan! Ben size dünya mutluluğunu da, ahiret mutluluğunu da
sağlayacak bir din getirmişimdir.
Müslüman
olunuz da, selamete eriniz!" buyurdu.[450]
Ebu
Süfyan:
"İyi
amma, Uzzâyı ne yaparım, ondan nasıl vazgeçerim?!" dedi.
O
sırada, Hz. Ömer çadırın arkasında bulunuyordu.
Ebu
Süfyan'ın söylediği sözü işitince:
"Sen
onun üzerine işe! Tersle!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Senin
baban sert ve kaba sözlü idi, sen de sert ve kaba sözlüsün!
Ey
Hattab1 in oğlu! Ben sana gelmedim! Ben amcamın oğluna geldim.
Onunla konuşuyorum!
Beni
bırak da, ben amcamın oğlu ile konuşayım!" dedi.[451]
Sonra
da, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam,
anam sana feda olsun! Usluluk ve yumuşak huylulukta, şereflilikte, akrabalık
hakkı m gözetirlikte... senden daha üstünü yoktur!
Vallahi,
sanırım ki, Allah'tan başka ilah olmasa gerek!
Çünkü,
Allah ile birlikte başka ilah bulunmuş olsaydı, elbette, beni zararlardan
korur, yararlardan yararlandırırdı![452]
Ey
Muhammedi Ben İlahımdan yardım diledim. Sen de Allah'ından yardım diledin.
Vallahi,
ben ne zaman seninle karşılaştı m sa, senin bana galip geldiğini gördüm!
Eğer
benim İlahım gerçek, senin Allah'ın bâtıl ve boş olsaydı, ben sana galip
gelirdim!" dedi.[453]
Nihayet,
Ebu Süfyan da hakka şehadet getirip Müslüman oldu.[454]
Allah
ondan da razı olsun!
Hz.
Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ
Rasûlallah! Ebu Sülyan kavmimizin eşrafından ve yaşlılarındandır.[455]
Ona, kavminin içinde övüneceği birşey lutfetsen olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur!
Kim Ebu Süfyan'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[456]
Ebu
Süfyan:
"Benim
evime mi??! Benim evime mi?!" dedi.
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Evet!"
buyurdu.[457]
Ebu
Süfyan:
"Benim
evimin ne genişliği var ki?" dedi.[458]
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Kim
Kabe'ye girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[459]
Ebu
Süfyan:
"Kabe'nin
ne genişliği var ki?" dedi.[460]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kim
Mescid-i Haram'a girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir" buyurdu.[461]
Ebu
Süfyan:
"Mescid-i
Haram'ın ne genişliği var ki?" dedi.[462]
Peygamberimiz
Al eyhisselam:
"Kim
silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir![463]
Kim
kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" buyurdu.[464]
Ebu
Süfyan:
"İşte,
bu geniştir!" dedi.[465]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Abbas'ı, Mekke'ye gitmek üzere, boz katırına bindirdi.
O
da, Ebu Süfyan'ı terkisine alıp yola çıktı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Abbas'ın arkasından adam salıp:
"Abbas'a
yetişiniz! Kendisini bana geri çeviriniz!" buyurdu.
Elçi
Hz. Abbas'a yetişti. Fakat Hz. Abbas geri dönmek istemedi ve:
"Resûlullah
Aleyhisselam, acaba Ebu Süfyan'ın Müslüman olduktan sonra, Mekke'ye varınca,
oradaki Müslümanların azlığından yararlanarak küfre dönmesinden mi korkuyor
ola?" dedi.
Elçi:
"Öyleyse,
onu burada tut, bırakma!" dedi.
Hz.
Abbas da öyle yaptı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Abbas! Onu vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazının
yanında tut da, Müslümanların, Allah ordusunun ihtişamını görsün!"
buyurdu.
Hz.
Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emri üzere, Ebu Süfyan'ı alıp vadinin
daraldığı, afların sıkışı sıkışa geçtiği dağ boğazına doğru götürdü.[466]
Hakîm
b. Hizamla Büdeyl b. Verkâ da yanlarında bulunuyordu.[467]
Hz.
Abbas, Müslümanların Ebu Süfyan'ı birden vurup öldüreceklerinden korktuğu için,
onu bir tepeciğin üzerine oturttu.[468]
Ebu
Süfyan, kendisinin durdurulup tutulmakla öldürüleceğini sanarak:
"Ey
Hâşim oğulları! Bu, bir gadr (ahde vefasızlık, verilen eman sözünde durmam azlık)
değil midir?" dedi.[469]
Hz.
Abbas:
"Biz,
gadreder (ahde vefasızlık gösterir, sözünde durmaz) değiliz.[470]
Peygamber sülâlesinde ahde vefasızlık olmaz![471]
Hayır![472]
Benim tarafımdan yapılacak, seninle ilgili işler
var!" dedi.[473]
Ebu
Süfyan:
"O
iş ne ise, haydi, önceden, ondan başlasana?" dedi.
Hz.
Abbas:
"Halid
b. Velid'le Zübeyr b. Avvam yanına geldikleri zaman, anlarsın.[474]
Eğer
sen şu yolu tutup gitmiş olsaydın, ben seni bir daha göremeyecektim!"
dedi.[475]
Ebu
Süfyan, Erâk yakınındaki dar boğazda durup da oradan geçenleri gördüğü zaman,
Hz. Abbas'ın sözünün mânâsını anladı.[476]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bütün
kabileler yanlarındaki silah ve teçhizatlarını kuşanacaklardır" diyerek
mücahidlere nida ettirdi.[477]
Mücahidleri
savaş düzenine koydu.
Kabileler,
başlarında başkan ve kumandanları olduğu halde,[478]
bayraklarını çekerek geçmeye başladılar.[479]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ilk önce, başlarında Halid b. Velid olduğu halde, Benî Süleymleri
gönderdi.
Onlar
1.000 kişi idiler.
İki
sancaklarından birini Abbas b. Mirdas es-Sülemî, diğerini Hufaf b. Nüdbe,
bayraklarını da Haccac b. llâttaşıyordu.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Halid
b. Velid'dir!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Şu
bizim delikanlı mı?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Evet!"
dedi.[480]
"Onun
yanındaki kimlerdir?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Benî
Süleymlerdir!" dedi.[481]
Ebu
Süfyan:
"Benimle
Süleym oğulları arasında ne geçmiş, ne münasebet var ki? Onlar ne diye buraya
gelmişler?!" dedi.[482]
Halid
b. Velid Hz. Abbas'la Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler
ve geçtiler.
Halid
b. Velid'in arkasından, Muhacirlerle kim oldukları pek bilinmeyen Araplardan 500
kişilik askerî birliğin başında Zübeyr b. Avvam geçti.
Zübeyr
b. Avvam'da siyah bir bayrak vardı.
Zübeyr
b. Avvam, Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdi, arkadaşları
da tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kimdir
bu?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Zübeyr
b. Avvam'dır!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Senin
kızkardeşinin oğlu mu?" diye sordu.
"Evet!"
dedi.
Sonra,
300 kişilik askerî birlik halinde Benî Gıfârlar geçti.
Bayraklarını
Ebu Zerri'l-Gıfârî veya İmâ1 b. Rahasa taşıyordu.
Bunlar,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Ey
Fadl'ın babası![483] Ey Abbas!
[484] Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Bunlar,
Benî Gıfârlardır!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Benimle
Beni Gıfârlar arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye
gelmişler?!" dedi.[485]
Sonra,
400 kişilik bir askerî birlik halinde Eşlemler geçti.
Kendilerinin
iki sancakları bulunuyor, onlardan birini Büreyde b. Husayb, diğerini Naciye b.
A'cemü'l-Eslemî taşıyordu.
Bunlar,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Eşlemler!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Ey
Fadl'ın babası! Benimle Eşlemler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar
buraya ne diye gelmişler?!" dedi.[486]
Hz.
Abbas:
"Onlar
İslâmiyete girmiş, Müslüman olmuş bir cemaattirler" dedi.[487]
Sonra,
500 kişilik askerî bir birlik halinde Benî Ka'b b. Amrlar geçti.
Onların
bayrağını, Büsr b. Süfyan taşıyordu.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Benî
Ka'b b. Amrlardır!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Evet!
Onlar Muhammed'in müttefikleri ve artlaşmalılandır.[488]
Eşlemlerin kardeşleridir" dedi.[489]
Sonra,
1.000 kişilik askerî bir birlik halinde Müzeyneler geçti.
Yanlarında
üç sancak ve 100 at bulunuyordu.
Sancakları
Numan b. Mukarrin, Bilal b. H âris ve Abdullah b. Amr taşıyordu.
Müzeyneler,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Müzeyneler!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Benimle
Müzeyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye
gelmişler? Onların silah sesleri, dağlarının başından, bana gelir
dururdu!" dedi.
Sonra,
800 kişilik askerî bir birlik halinde Cüheyneler geçti.
Onların
başlarında kumandanları ve yanlarında sancakları vardı.
Sancağın
birini Ebu Rev'a b. Ma'bed b. Halid, ikincisini Süveyd b. Sahr, üçüncüsünü
Rafi' b. Mekîs, dördüncüsünü de Abdullah b. Bedr taşıyordu.
Bunlar,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.[490]
Ebu
Süfyan Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Cüheyneler!"
dedi.
Ebu
Süfyan:
"Benimle
Cüheyneler arasında ne münasebet, geçmiş ne var ki? Onlar buraya ne diye
gelmişler?" dedi.[491]
Sonra,
200 kişilik askerî bir birlik halinde Kinanelerle Damrâlarve Sa'd b. Bekrler
geçti.
Bunların
sancağını Ebu Vâkıd e I-Leysî taşıyordu.
Bunlar,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Benî
Bekrler!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Evet!
Vallahi, onlar uğursuz bir halktır. Muhammed bize onların yüzünden savaş açtı.
Amma,
vallahi, bu hususta ne bana danışıldı, ne de benim bundan haberim vardı.
Ben,
bunu haber aldığım zaman, hiç de hoş karşılamadım. Fakat bu mukadder birşeymiş,
başımıza geldi!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Muhammed
Aleyhisselamın savaş açmasını, Allah senin için hayırlı kılmıştır. Bu yüzden,
hepiniz İslâmiyete girmek fırsatını kazandınız!" dedi.
Sonra,
Benî Leysler, 200 kişilik askerî bir birlik halinde yalnız başlarına geçtiler.
Onların
sancağını Sa'd b. Cessâme taşıyordu.
Onlar,
Ebu Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Benî
Leysler!" dedi.
Sonra,
Eşca'lar geçti.
Onlar
300 kişi idiler. Kendilerinin yanlarında iki sancak vardı.
Sancağın
birini Ma'kıl b. Sinan, diğerini de N uaym b. Mes'ud taşıyordu. Bunlar, Ebu
Süfyan'ın hizasına gelince, üç kere tekbir getirdiler.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kim
bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Eşca'lar!"
dedi.[492]
Ebu
Süfyan:
"Bunlar,
Arapların, Muhammed'e karşı en amansız davrananı idiler!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Allah
onların kalblerine İslâmiyet sevgisini düşürdü. Bu da, Yüce Allah'ın lütuf ve
kereminin bir eseridir!" deyince, Ebu Süfyan sustu.
Sonra
da:
"Muhammed
niye geçmedi ki?" dedi.
Hz.
Abbas:
"O
daha geçmedi.
Eğer
Muhammed Aleyhisselamın içinde bulunduğu askerî birliği görmüş olsaydın,
kendini, karşısında hiç kimsenin dayanamayacağı kadar silahlar, erler,
atlardan ibaret bir manzara karşısında bulurdun!" dedi.
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Vallahi,
ey Fadl'ın babası! Sanırım ki, öyledir!
Bunca
insan topluluklarına sahip ve hakim iken, ona kimin gücü yetebilir ki?"
dedi.[493]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın içinde bulunduğu birlik gelip geçinceye kadar hiçbir kabile
geçmedi ki, Ebu Süfyan onların kim olduğunu sormamış, Hz. Abbas da onlan haber
verdikçe:
"Benimle
filan oğulları arasında ne münasebet, ne geçmiş var ki? Onlar buraya niye
gelmişler?!" dememiş olsun.[494]
Ebu
Süfyan, hemen her alayın, her taburun, her bölüğün geçişinde:
"Muhammed
daha geçmedi mi?" diye soruyor, Hz. Abbas da:
"Hayır!"
diye cevap veriyordu.[495]
Nihayet,
Peygamberimiz Aleyhisselamın o tepeden tımağa kadar silahlanmış cihad ordusu
oraya doğru gelirken, atların ayaklarından kalkan tozlar ortalığı karartmakta
idi.
Muhacirlerle
Ensar mücahidlerinden oluşan bu alayda 1.000[496]
veya 2.000[497] zırh gömlekli vardı.[498]
Hepsi de miğferli idi.[499]
Peygamberimiz
Aleyhisselam bayrağını Sa'd b. Ubâde'ye vermiş ve onu alayının önüne
geçirmişti. Ensarın her kabilesine bayraklar, sancaklar verilmiş, her biri zırh
gömleklere bürünmüştü. Gözlerinden başka bir yerleri görünmüyordu.
Hz.
Ömer de, sırtına zırh gömlek giyinmişti. Peygamberimiz Aleyhisselamın alayını o
yönetmekte idi.[500]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, devesi Kasvâ'nın üzerinde ve Hz. Ebu Bekir'le Useyd b. Hudayhn
arasında bulunuyor,[501] yanındakileri
e kon üşüyordu.[502]
Ebu
Süfyan, bir benzerini daha görmediği bu mücahidler alayı önünden geçerken:[503]
"Kim
bunlar ey Abbas![504] Bu,
hangi kabile alayı?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Ensardır!"
dedi.
Ensarın
başında Sa'd b. Ubâde bulunuyor ve onların bayrağını taşıyordu. Ebu Süfyan'a:
"Ey
Ebu Süfyan! Bu gün, en büyük harp günüdür! Bu gün, Kabe'de kan dökmenin helâl
kılındığı bir gündür[505]
Allah bugün Kureyş müşriklerini hor ve hakîr kılacaktır!" diyerek bağırdı.[506]
Muhacir
mücahidlerin başında Hz. Ali gelip geçti.
Ebu
Süfyan:
"Ey
Abbas! Kim bunlar?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Muhacirlerdir.
Başlarındaki de, Ali b. Ebu Talib'dir!" dedi.[507]
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerle Ensar arasında göründü. Hz.
Abbas:
"İşte,
Resûlullah Aleyhisselam da geldi!" dedi.[508]
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Ey
Abbas! Bu gün, senin Kabe'yi ve Mekke halkını ve beni himaye edeceğin ne iyi
bir gündür!" dedi.[509]
Mücahidler,
tepelerinden tımaklarına kadar silahlara bürünmüşlerdi. Kendilerinin yalnız
gözleri görünmekte idi.
Onlar
geçerken, Ebu Süfyan şaşırdı, "Sübhânallah!" dedi ve:
"Ey
Abbas! Kim bunlar?!" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Bu,
Resûlullah Aleyhisselamın aralarında bulunduğu Muhacirlerle Ensar alayıdır![510]
Bunlar,
Allah yolunda ölüme susamış Muhacirlerle Ensardırlar!" dedi.[511]
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Kardeşinin
oğluna pek büyük bir saltanat verilmiş![512]
Bunlara,
hiç kimse dayanamaz ve güç yetiremez!
Vallahi,
Fadl'ın babası! Kardeşinin oğlunun saltanatı pek büyümüş!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Ey
Ebu Süfyan! Bu (saltanat değil) peygamberliktir!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Evet!"
dedi.[513]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sancağını Zübeyr b. Avvam taşıyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Ebu Süfyan'ın önünden geçerken, Ebu Süfyan:
"Yâ
Rasûlallah! Sa'd b. Ubâde'nin ne söylediğini bilmiyor musun?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ne
söyledi o?" diye sordu.
Ebu
Süfyan:
"Şöyle
şöyle söyledi" diyerek Sa'd b. Ubâde'nin söylediklerini haber verdi.[514]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sa'd,
yanlış söylemiş!
Bu
gün, Allah'ın, ezan sesleriyle Kabe'nin şanını yükselteceği bir gündür!
Bu
gün, Kabe'nin tevhid örtüsüyle örtüneceği bir gündür!" buyurdu.[515]
Ebu
Süfyan:
"Allah
aşkına, sen kavmini bağışla!
Sen
insanların en iyisi, en uslusu, en yumuşak huylusu, en merhametlisi, akrabalık
hakkını en çok gözetenisindir![516]
Yâ
Rasûlallah! Sen kavmini öldürmeyi mi emrettin?" dedi.[517]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Ben öyle emretmedim![518] Bu
gün, merhamet günüdür!
Bu
gün, Yüce Allah'ın Kureyşîleri (İslâmiyetle) güçlendireceği, üstünleştireceği
bir gündür!" buyurdu.[519]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın alayı hareket halinde iken, Hz. Ömer saf düzenini, sırasını
bozdurmamak için bağınyor[520] ve:
"Ahiriniz
evvelinize gelip kavuşuncaya kadar yavaş yürüyünüz!" diyerek emirler veriyor,
alay çavuşluğu yapıyordu.[521]
Ebu
Süfyan, Hz. Abbas'a:
"Ey
Fadl'ın babası! Kim bu konuşan?" diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Ömerb.
Hattab!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Çok
az ve önemsiz olan Adiyy oğullarının, vallahi, bundan sonra işi iş!" dedi.
Hz.
Abbas:
"Ey
Ebu Süfyan! Şüphe yok ki, Allah, dilediği kimseyi dilediği şeyle yükseltir.
Muhakkak
ki, Ömer de, İslâmiyetin yükselttiği kişilerdendir" dedi.[522]
Ebu
Süfyan:
"Gidiver
ey Abbas! Ben hiçbir zaman bugünkü gibi ne bir ordu, ne de birtopluluk
gördüm!" dedi.[523]
Mücahid
birlikleri, Zî Tuvâ'ya varınca, orada durdular ve Peygamberimiz Aleyhisselamın
oraya gelmesini beklediler.[525]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zî Tuvâ'ya geldi ve orada durdu.[526]
Süvariler
her yandan gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde toplandılar ve
Peygamberimiz Aleyhisselamı ortalarına aldılar.[527]
Kureyş
müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı sekiz yıl önce Mekke'den ayrılmak
zorunda bırakıp, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan ayrılırken:
"Vallahi,
biliyorum ki, sen Allah'ın yarattığı yerlerin en hayırlısı ve Yüce Allah'a da,
bana da en sevgilisi olanısın!
Senden
zorla çıkarılmamış olsaydım, senin halkın beni senden zorla çıkarmamış
olsalardı, senden çıkmaz, ayrılmazdım!" diyerek, duyduğu üzüntüyü
açıklamıştı.[528]
O
zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Her
halde, Kur'an'ın tebliğini sana farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere
(Mekke'ye) döndürecektir" buyurmuştu.[529]
Yüce
Allah sekiz yıl içinde, Kureyş müşriklerini Bedir'de ağır bir hezimete
uğratmış; bütün kabilelerden topladıkları 10.000 kişilik ordular birliğiyle
bir ay gece gündüz uğraştıkları Medine muhasarasında, Hendek savaşında hiçbir
şey yapamadan elleri boş olarak geri çevirmiş; Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî
Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi güçlü ve azılı İslâm düşmanlarını da ortadan
kaldırmış ve en sonunda Mekke'yi fethettirip kendisini sevdiği yurduna
döndüreceği hakkında yapmış olduğu va'dini de yerine getirmek üzere
Peygamberini Mekke'nin başucuna getirmiş; ve Peygamberimiz Aleyhisselam m
mübarek gönlü bütün bunlardan dolayı Yüce Allah'a karşı minnet ve şükran
duygularıyla dolup taşmış bulunuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Zî Tuvâ'da, hayvanının üzerinde, başını Allah'a karşı tevazu ile
önüne doğru eğdi.
O
derecede eğdi ki, sakalının ucu devenin semerine değiyor[530] ve:
"Ey
Allah'ım! Hayat, ancak ahiret hayatıdır!" diyordu.[531]
Kureyş
müşriklerinin ileri gelenlerinden Salvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve
Süheyl b. Amr, bütün Mekke halkını Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya
davet ettiler.[532]
Kureyşîlerie
Benî Bekrier ve Huzeyllerden de birçok kimseler, bunların davetine icabet
ederek silahlandılar.
Peygamberimiz
Aleyhisselamı Mekke'ye harple sokmayacaklarına yemin ettiler[533] ve:
"Muhammed'i,
Mekke'ye asla sokmayacağız!" dediler.[534]
Yanlarına
Ehâbîş[535] ile Benî Haris b. Abdi
Menatları ve Huzeylleri de aldılar.[536]
Çarpışmak
üzere, Handeme mevkiinde[537]
toplandılar.[538]
Peygamberimiz
Aleyhisselaım, Mekkelilerin sataşmaya hazırlandıklarını haber alınca, İslâm
müc-ahidlehni savaş düzenine koydu.[539]
Mücahidleri:
Sağ
kol, sol kol, kalb ve öncü birliği olmak üzere, dörde ayırdı.[540]
Zübeyr
b. Avvam'ı sol kol birliklerinin başına geçirdi.[541]
Bunlar,
Muhacirlerle onların süvarilerinden oluşan birliklerdi.[542]
Zübeyr
b. Avvam'a; Mekke'ye Küdâ mevkiinden[543]
girmesini,[544] bayrağını Mekke'nin
yukansındaki Hacun[545] mevkiine
dikmesini emretti.[546]
Kendisine:
"Bayrağı
dikmeni emrettiğim yerden, ben gelinceye kadar ayrılma!" buyurdu.[547]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Halid b. Velid1 i sol kol birliklerinin kumandanlığına
tayin etti. [548]
Bu
birlikler; Eşlemler, Süleymler, Gıfarlar, Müzeyneler ve Cüheynelerle diğer Arap
kabileleri cemaatlerinden kurulmuştu.[549]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Halid b. Velid'e, Mekke'ye aşağı taraftan, Ellît'tan girmesini,[550]
bayrağını evlerin yakınına dikmesini emretti.[551]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah'ı da, zırhsızların başında, kumandan olarak gönderdi. Bunlar
Mekke vadisinin ortasını tuttular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, bir askerî birliğin içinde idi.
Ebu
Hureyre'yi görünce:
"Ebu
Hureyre! Bana Ensarı çağır!" buyurdu.
Ensar,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına koşarak geldiler.[552]
Kureyş
müşrikleri, kendilerine muhtelif kabilelerden birtakım serseriler ve tâbiler
toplamışlar ve:
"Bunları
ileri sürelim. Şayet ellerine birşey geçerse, onlarla beraber oluruz. İsabet
alırlar, ölürlerse, bizden istenileni veririz!" demişlerdi.[553]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ensar topluluğu! Kureyşîlerin evbaşını görüyor musunuz?" diye sordu.
Ensar:
"Evet!"
dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bakınız!
Yarın onlarla karşılaştığınızda, onları ekin biçer gibi biçmelisiniz!"
buyurdu ve eliyle işaret etti de, sağ elini sol elinin üzerine koydu.
Kumandanlara
da:
"Benimle
buluşma yeriniz, Safa tepeciğidir!" buyurdu.[554]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kumandanlarına Mekke'ye girme emrini verdiği sırada, kendileriyle
çarpışmaya kalkışmadıkça, hiç kimse ile çarpışmamalarını;[555]
ancak, aşağıda isimleri yazılı bazı erkeklerle kadınların[556] Kâbe'nin
örtüsü altına sığınmış olarak bulunsalar bil e-öldürülm el erini emretmişti: [557]
1. İkrime b. Ebu Cehil,
2. Hebbar b. Esved b. Muttalib,
3. Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh,
4. Mikyas b. Subabetü'l-Leysî,
5. Huveyris b. Nükayz (NCifeyi),
6. Abdullah b. Hilâl b. Hatal,
7. Hind binti Utbe b. Rebia,
8. Sâre (Amr b. Hâşim oğullarının
azadlısı),
9-10. Ebu Hatal'ın şarkıcı cariyeleri Kurayna
ve Kurayba veya Fertana ve Emebe,[558]
11. Safvan b. Ümeyye,
12. Abdullah b.Zibârâ,
13. Vahşî b. Harb.[559]
14. Haris b. Tulaytıla,[560]
15. Enes b.Züleym ed-Di'lî.[561]
Üsâme
b. Zeyd b. Harise:
"Yâ
Rasûlallah! Yarın Mekke'de nereye ineceğiz?[562]
Mekke'de nereye, evine mi ineceksin?" diye sordu.[563]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Akîl
bize orada evden barktan birşey mi bıraktı ki?[564]
İnşaallah,
Allah fethi nasib edince ineceğimiz yer Hayftır ki, orada Benî Kinanelerle
Kureyşîler; Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarına karşı küfür üzerine
antlaşmalardı" buyurdu.[565]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Zî Tuvâ'da bulunduğu ve Mekke'ye harekete hazırlandığı sırada,
Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhâfe, çocuklarının en küçüğü olan kızına[566]
-ki, adı Kuraybe idi-:[567]
"Ey
kızcağızım! Beni Ebu Kubeys dağının üzerine çıkar!" dedi.[568]
Ebu
Kuhâfe'nin gözleri görmezdi. Kuraybe onu Ebu Kubeys dağının üzerine çıkardığı
zaman, Ebu Kuhâfe:
"Ey
kızcağızım! Bak, neler görüyorsun?" diye sordu.[569]
Kız:
"Kapkara
bir topluluk görüyorum!" dedi.
Ebu
Kuhâfe:
"Onlar,
süvarilerdir!" dedi.[570]
Kız:
"O
karaltının önünde giden bir adam görüyorum!" dedi.
Ebu
Kuhâfe:
"O,
orduyu saf düzenine koyan, düzelten alay çavuşudur!" dedi[571] ve:
"Ey
kızcağızım! Sen bir daha bak! Neler görüyorsun?" diye sordu.[572]
Kız:
"Vallahi,
karaltı dağıldı!" dedi.[573]
Ebu
Kuhâfe:
"Askerler
bölüklere ayrıldı.[574]
Biliyorum, vallahi,[575]
süvarilere emir verildi.[576]
Hemen eve! Eve dönelim.[577] Beni
acele evime ulaştır!" dedi.[578]
Kuraybe,
gördüğü şeylerden korkmaya başlamıştı.
Ebu
Kuhâfe:
"Ey
kızcağızım! Korkma! Vallahi, kardeşin Atîk [Hz. Ebu Bekir] Muhammed'in
yanındaki ashabının seçkinlerindendir!" diyerek onu teselli ediyordu.[579]
Ebu
Kuhâfe daha evine ulaşamadan, süvariler gelip kavuştular.[580]
Süvarilerden birisi, kızın boğazındaki gümüş gerdanlığı koparıp aldı.[581]
Hz.
Abbas, Ebu Süfyan'a:
"Yazıklar
olsun sana! Resûlullah Aleyhisselam senin kavminin yanına varıp girmeden önce,[582] sen
kavmine yetiş![583]
Onları uyar!" dedi.
Ebu
Süfyan, acele Mekke'ye gitti.[584] Ebu
Süfyan'ın yanında da, Hakîm b. Hizam bulunuyordu.[585]
Kendilerinin önden gönderilmeleri, Kureyşlileri uyarıp İslâmiyete davet etmek
içindi.[586]
Gönderilirlerken,
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Kim
Ebu Süfyan'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim
Hakîm b. Hizam'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!
Kim
kapısını üzerine kapatır ve elinden silahını bırakırsa, ona eman
verilmiştir!" buyurdu.
Ebu
Süfyan'ın evi Mekke'nin yukarı semtinde, Hakîm b. Hizam'ın evi Mekke'nin aşağı
semtinde bulunuyordu.[587]
Ebu
Süfyan, Mekke'ye varıp evine girmek istediği zaman, karısı Hind:
"Arkanda
ne haber var? Allah seni iyilikten ırak etsin! Sen en kötü bir elçi oldun!?"
diyerek ona hakaret etti.[588]
Ebu
Süfyan'la Hakîm b. Hizam, Mescid-i Haram'a vardılar.
Ebu
Süfyan:
"Ey
Kureyş topluluğu![589] Ey
Galib hanedanı!
Müslüman
olunuz da,[590] selamete eriniz![591]
Allah sizi onlardan Abbas sayesinde korudu!" diyerek avazı çıktığı kadar
bağırmaya başladı.[592]
Kureyş
müşrikleri, Ebu Süfyan'a:
"Sus![593]
Kavmine senin gibi kötü elçilik yapanı, Allah iyilikten uzaklaştırsın!"
dediler.[594]
Ebu
Süfyan'ın karısı Hind binti Utbe, kocası Ebu Süfyan'ın yanına varıp sakalından
tuttu.[595]
"Ey
Galib hanedanı! Şu kocamış ahmağı,[596] şu
elçinizi[597] öldürünüz![598]
Çünkü, o dininden dönmüştür! Kavminin ne kötü bir gözeticisidir o![599]
Allah, Kureyşîlerin senin gibi elçisini hayırdan uzaklaştırsın!" dedi.[600]
Ebu
Süfyan, Hind'e:
"Sakalımı
bırak![601] Varlığım Kudret Elinde
bulunana andolsun ki; sen ya Müslüman olursun, ya da boynun vurulur! [602] Sen
hemen evine gir!" dedi.
Bunun
üzerine, Hind, Ebu Süfyan'ın sakalını bıraktı.[603]
Ebu
Süfyan, Kureyş müşriklerine de:
"Yazıklar
olsun size! Siz bu tutum ve davranışlarınızla kendi kendinizi aldatmayınız!
O
(Muhammed Aleyhisselam), karşısında duramayacağınız, dayanamayacağınız ordular
birliğiyle başucunuza gelmiş bulunuyor![604]
Ben,
sizin görmediklerinizi, hiç göremeyeceklerinizi gördüm: Sayısız erler, atlar,
silahlar... gördüm ki, onlara hiç kimsenin gücü yeter değildir![605]
Kim
Ebu Süfyan'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"Allah
seni kahretsin! Senin evin bizim için ne kadar yararlı olabilir, hangimizi
alabilir?!" dediler.
Ebu
Süfyan:
"Kim
evine girip kapısını üzerine kaparsa, ona da eman verilmiştir!
Kim
Mescid-i Haram'a girer, sığınırsa, ona da eman verilmiştir!" dedi.[606]
Bunun
üzerine, Mekkeliler, evlerine ve Mescid-i Haram'a dağıldılar.[607]
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Kavmin Kureyşîlerin yanına vanp onları uyarmak, Allah'a ve Allah'ın
Resûlüne davet etmek üzere bana da izin vermeni istiyorum" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam izin verince, Hz. Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Onlara bu hususta neleri ve nasıl söyleyeceğimi, kendilerini tatmin
edecek, gönüllerini yatıştıracak emanın da ne biçimde verileceğini bana
açıkla!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen,
onlara:
'Kim
Allah'tan başka ilah olmadığına ve O'nun Bir olup eşi, ortağı olmadığına,
Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederse, kendisine eman
verilmiştir.
Kim
silahını elinden bırakıp Kabe'nin yanında oturursa, ona da eman verilmiştir.
Kim
kapısını üzerine kapayıp evinde oturursa, ona da eman verilmiştir!'
dersin!" buyurdu.[608]
Hz.
Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın boz katırına binip Mekke'ye gidince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Babamı
benim yanıma geri çeviriniz, babamı benim yanıma geri çeviriniz! İnsanın amcası
babası gibidir.
Ben
ona Kureyşlilerin yapılmayacak şeyi yapmalarından korkarım!
Vallahi,
ona birşey yapacak olurlarsa, üzerlerinde ateş yakarım!" buyurdu.
Hz.
Abbas, Mekke'ye vardı ve:
"Ey
Mekkeliler! Müslüman olunuz da, selamete eriniz!
Siz,
karşı durmaya güç vetirem eyeceğ in iz ordular birliği karşısındasınızdır.
İşte
Zübeyr! Mekke'nin yukarı tarafından geliyor!
İşte
Halid! Mekke'nin aşağı tarafından geliyor!
Kim
silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir!" dedi.[609]
Halid
b. Velid, Mekke'ye Ellît'tan, Mekke'nin aşağısındaki yoldan girdi.[610]
Kureyş
müşrikleri; Benî Bekrlerle Benî Haris b. Abdi Menatları, Huzeylleri ve Ehâbiş'i
orada toplamışlar, onlara Mekke'nin aşağısında bulunmalarını ve kendilerine
yardımcı olmalarını emretmişlerdi.[611]
Halid
b. Velid, Handeme dağının dibinde, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve
Süheyl b. Amr'ın Müslümanlarla çarpışmak üzere topladıkları bu cemaatle
karşılaştı.[612] Bunlar, Halid b.
Velid'in Mekke'ye girmesine engel olmak istediler, silah çektiler.[613] Ok
yağdırmaya başladılar ve:
"Mekke'ye
hiçbir zaman harple giremeyeceksin!" dediler.[614]
Halid
b. Velid'e karşı koyanlar, bilhassa, Benî Bekrlerle evbaşlardı.[615]
Halid
b. Velid, askerlerine bağırdı:
"Onlarla
çarpışınız![616]
Öldürülebilenler
öldürülecek!
Bozguna
uğrayıp kaçan, öldürülmeyecek!" dedi.[617]
Kaçanların
ardlarına düşülüp araştırılmalarını yasakladı.[618]
Onlar,
develerin iki sağım süresi arasında, bozgunun en kötüsüyle bozguna
uğratıldılar.[619]
Benî
Bekrlerden yirmiye yakın, Huzeyllerden de üç veya dört kişi öldürüldü.[620]
Bozguna
uğrayanlar, Hazvere çarşısına kadar takip edilerek öldürüldüler.[621] Pek
çokları,[622] oraya buraya kaçıştılar.
Bir kısmı da, dağbaşlarına kaçtı.[623]
Handeme dağına at üzerinde kaçanlar,[624] evlerine
sokulanlar da vardı.[625]
Müslümanlar,
kaçanları takip ettiler.[626]
Safvan
b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Cehil ve Süheyl b. Amr gibi Kureyş müşriklerinin ileri
gelenleri de, kaçanlar arasında idi.[627]
Silahlarını
Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı için onanp Handeme'de Müslümanları yenerek
onlardan alacağı esiri karısına hizmetçi yapacağını söyleyen Hımas da, kaça
kaça evine cansız düşmüştü![628]
Karısı:
"Bana
söylemiş olduğun,[629]
va'dettiğin hizmetçi[630]
nerede kaldı?[631] Senin bana getireceğin
hizmetçiyi beklemekten geri durmadım !"[632]
diyerek onunla alay etti.
Hımas:
"Sen
şimdi alay etmeyi bırak da,[633]
kapıyı benim üzerime sıkıca kapat![634]
Çünkü, kim kapısını kapar, evinde oturursa, ona eman verilmiştir!" dedi.
Karısı:
"Yazıklar
olsun sana! Ben seni Muhammed'le çarpışmaktan alıkoymak istememiş miydim?!
Ben
sana kaç kere:
'Onunla
ne zaman çarpışmışsanız, muhakkak, onun size galebe çaldığını gördüm!' dememiş
miydim?
Kapamamı
istediğin kapımız nedir?" dedi.
Hımas:
"O,
hiç kimseye açılmayacak kapıdır!
Eğer
sen Handeme'de bizim halimizi; Safvan'ın nasıl kaçtığını, İkrime'nin nasıl
kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. Amfin nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle
ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğumuzu,
bacak ve kafataslarının nasıl biçildiklerini, onların arkamızdan nasıl
homurdandıklannı, haykırdıklarını., görmüş olsaydın, beni kınayacak en küçük
söz bile söylemezdin!" dedi.[635]
Ebu
Süfyan'la Hakîm b. Hizam, Kureyş müşriklerine şöyle seslendiler: "Ey
Kureyş topluluğu! Siz ne diye kendinizi boş yere öldürüyorsunuz?! Kim Ebu
Süfyan'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim Hakîm b. Hizam'ın
evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim silahını elinden bırakırsa,
ona da eman verilmiştir!" diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine, halk,
evlerine girmek için koşuşup; kapılarını üzerlerine kapamaya, silahlarını yollara
atmaya, Müslümanlar da atılan silahları almaya başladılar.[636]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Ebu Süfyan'la Hakîm b. Hizam'ı Mekke'ye gönderdikten sonra, hemen
arkalarından, Zübeyr b. Avvam'ı hareket ettirmişti.[637]
Zübeyr
b. Avvam; Muhacir süvarileriyle birlikte, Mekke'nin üst tarafından Hacun'a kadar
ilerleyip bayrağını oraya,[638]
Feth Mescidinin bulunduğu yere dikti.[639]
Mekke'nin
yukarı tarafındaki müşriklerden mücahidlere karşı koyan olmadığı için, Zübeyr
b. Avvam, çarpışma yapmak zorunda kalmadı.[640]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hicretin 8. yılında Ramazan ayından 13 gece geçtikten sonra,[641]
Cuma günü,[642] başına siyah bir sarık
sardı.[643] Sarığının bir ucunu, iki
om uzunun arasından, arkasına saldı.[644]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın o gün başına miğfer geçirmiş olduğu da rivayet edilir.[645]
Buna
göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, ya sangını miğfieriyle birlikte sarmış, ya da
Zî Tuvâ'da sangını çıkararak miğferini giymiş, Mekke'ye girdikten sonra,
miğferini çıkarıp sangını sarmış demekti.[646]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; tepelerinden tımaklarına kadar silahlanmış mücahidlerin ortasında,[647] Hz.
Ebu Bekir'le Useyd b. Hudayhn arasında[648] Zî
Tuba'dan hareket edip Ezahir yolundan Mekke'nin üst tarafına doğru ilerledi.[649]
Ezâhir;
Ahnes hanedanının Hira dağı ile Sakar dağı arasındaki mahallesi ile geniş yol
arasında kalan yo kuştur.[650]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın taşınan sancağı beyazdı.[651]
Peygamberimiz
Aleyhisselam devesinin üzerinde bulunduğu halde Mekke'ye girerken Feth sûresini
yüksek sesle okuyor,[652]
Allah'a şükür ve tevâzuundan, başını önüne eğmiş bulunuyordu.[653]
Ezâhir
yokuşuna çıkınca, kılıç parıltıları gördü ve:
"Nedir
bu parıltılar? Halid b. Velid çarpışmaktan men edilmemiş mi idi?![654] Ben
çarpışmayı yasaklamamış mı idim?" diye sordu.[655]
"Yâ
Rasûlallah! Sanırız ki; müşrikler Halid b. Velid'le çarpışmaya kalkmışlardır!
Onlar
çarpışmayı başlatmamış olsalardı, Halid onlarla çarpışmazdı!" dediler.[656]
O
sırada, Ku rey silerden birisi gelip:
"Yâ
Rasûlallah! İşte, Halid b. Velid, adam öldürmeye hızla girişti!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ensardan, yanında bulunan birisine:
"Kalk,
Halid b. Velid'e git! Kendisine, 'Resûlullah sana Mekke'de hiç kimseyi
öldürmemeni sana emrediyor![657]
Ellerini adam öldürmekten çeksin diyor' de!" buyurdu.[658]
Adam,
gidince, Halid b. Velid'e:
"Ey
Halid! Resûlullah Aleyhisselam, Karşılaştığın, kavuştuğun kimseyi öldürmeni
sana emrediyor![659]
Gücünün yettiğini öldür!1 buyuruyor!" dedi.[660]
Bunun
üzerine, Halid b. Velid, çarpışmaya ve müşrikleri öldürmeye girişti.[661]
Yetmiş kişi öldürdü.[662]
Ebu
Süfyan gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Kureyş cemaati mahvoldu! Bundan sonra, Kureyş yok olmuş
demektir!" dedi.[663]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Niçin
yok olmuş?!" diye sordu.
Ebu
Süfyan:
"İşte
Halid! Halktan, bulduğunu öldürüyor!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Halid'i
bana çağırınız!" buyurdu.[664]
Halid
b. Velid'i çağırdılar.[665]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Seni
çarpışmaktan men etmiş olduğum halde, sen niçin çarpıştın?!" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Yâ
Rasûlallah! Önce onlar bizi oka tuttular, bize silah çektiler. Bizimle
çarpışmaya başladılar. Onlarla çarpışmaktan ellerimi çekmeye imkân bulamadım.[666]
Kendilerini
İslâmiyete, halkın gireceği şeye girmeye davet ettim. Kabul etmediler. Onlarla
çarpışmaktan başka çare bulamadım.
Sonunda,
Allah bizi onlara muzaffer kıldı. Onlar her yere kaçışmaya başladılar"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Halid! Hiç kimseyi öldürmeyesin diye sana haber salmadım mı?[667]
Adam öldürmekten seni men etmedim mi?" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Hayır!
Öyle değil. Gücümün yettiğini, ele geçirebildiğimi öldüreyim diye bana haber
saldın![668]
Senin
tarafından, filan adam gelip gücümün yettiğini öldürmemi bana emretti!"
dedi.[669]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ensarîyi
bana çağır!" buyurdu. Çağırdılar.
Ona:
"Hiç
kimseyi öldürmeyeceksin diye Halid'e emretmeni sana emretmemiş mi idim?"
diye sordu.
Ensarî:
"Evet!
Öyle emretmiştin.
Ben
senin emrini yerine getirmek istedim, fakat Allah başka türlü olmasını diledi!
Allah'ın dilediği oldu![670]
Sen
bir işin olmasını istedin, Allah da başka bir işin olmasını istedi.
Allah'ın
olmasını istediği iş, senin olmasını istediğin işten üstün ve baskın geldi.
Olanı
önlemeye güç yetiremedi m!" dedi.[671]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ın
hüküm ve takdir ettiğinde hayır vardır" buyurdu.[672]
Ensarîye
birşey söylemedi. Sustu.[673]
Sonra
da:
"Ey
Halid! Artık, hiç kimseyi öldürmeyeceksin değil mi?" buyurdu.
Halid
b. Velid:
"Evet!
Öldürmeyeceğim!" dedi.[674]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Müşrikleri
takipten, araştırmaktan da vazgeç!" buyurdu.
Halid
b. Velid:
"Öyle
yapayım!" dedi.[675]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Her
kim Ebu Süfyan'ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Her kim
silahını elinden bırakırsa, ona eman verilmiştir! Her kim evine girip kapısını
üzerine kapatırsa, ona da eman verilmiştir![676]
Ey
Müslümanlar topluluğu![677]
Artık silah kullanmaktan vazgeçiniz!
Ancak,
Huzâalara, Benî Bekrlerin yaptıkları şeydan dolayı, ikindi namazına kadar
çarpışmaya müsaade edilmiş, izin verilmiştir!" buyurdu.[678]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdîsi:
"Mekke'de
her kim evinin kapısını üzerine kapatır, silah kullanmaktan el çekerse, ona
eman verilmiştir!" diyerek seslendi.[679]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, aynı zamanda:
"Yaralı
öldürülmeyecektir!
Arkasına
dönüp kaçan takip edilmeyecektir!
Esir
alınan da öldürülmeyecektir!" buyurdu[680] ve:
Savaşanlar
dışındaki bütün Mekke halkına, onların canlarına, mallarına, çoluk çocuklarına
dokunulmamak üzere de eman verdi.[681]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Safâ tepeciğinde Yüce Allah'a dua ile meşgul bulunduğu sırada,
Ensardan bazıları:
"Allah
Resûlullah Aleyhisselama yurdunun fethini nasip etti.
Artık
kendileri burada kalır, oturur mu dersiniz?" diyerek aralarında konuştular.[682]
Mekke'de kalacağını sandılar.[683]
Bazıları
da, Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekkelilerin canlarına ve mallarına
dokunulmaması hakkında emir vermesine bakarak:
"Adamın(l)
kavmine acıması ve yurduna rağbeti ve özlemi tuttu!" diye mırıldandılar.[684]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, duasını bitirince, onlara:
"Ne
konuşuyordunuz?" diye sordu.
"Yâ
Rasûlallah! Birşeyyok!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam sorusunu tekrarladı durdu.[685]
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy geldi, onların ne konuştukları kendisine
haberveril-di.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, vahiyden başını kaldırıp:
"Ey
Ensar cemaati! Siz, benim için, 'Adamın kavmine acıması, yurduna rağbeti,
özlemi tuttu!' diyerek konuştunuz, değil mi?" diye sordu.[686]
"Evet
yâ Rasûlallah! Böyle söylemiştik!" dediler.[687]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Benim
ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Benim
ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Benim
ismim nedir?! (Bilmiyor musunuz?!)
Ben,
Muhammed'im! AH ahin kulu ve resûlüyüm![688]
Ben,
Allah'a ve sizlere hicret ettim![689]
(Benim
için) hayat, sizin hayatınızdır!
(Benim
için) memat da, sizin mematınızdır!" buyurdu.[690]
Ben
(sizinle birlikte olma sözümden dönmekten) Allah'a sığınırım!" buyurdu.[691]
Bunun
üzerine, Ensar ağlayıp,[692]
"Vallahi, biz, o söylediğimiz sözü sana kıyamadığımız, senden uzak kalmak
istemediğimiz için söyledik!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah
ve Resûlü de sizi doğruluyor ve sizi mazur görüyor!" buyurdu.[693]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ezâhir'e çıkınca, orada durup Mekke evlerine baktı. Allah'a hamd
ü sena etti.
Çadırının
bulunduğu yene bakınca da:
"Ey
Cabir! İşte, bizim konaklayacağımız orasıdır ki, Kureyşîler orada bizim
aleyhimizde, küfür üzerinde anlaşmışlardı!" buyurdu.[694]
Gerçekten
de, Benî Kinanelerin Mina'da, Hayf Muhassab diye anılan yurdunda, vaktiyle,
Kureyşîlerle Kinane oğulları; Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları aleyhinde ve
onlarla kız alıp vermemek, alışveriş etmemek üzere aralarında antlaşma
yapmışlardı.
Bu
boykot, Peygamberimiz Aleyhisselamı kendilerine boyun eğdirinceye kadar
sürecekti![695]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hâşim ve Muttalib oğullarıyla birlikte, Şı'b-ı Ebu Talib'de üç
yıl muhasara altında tutulmuştu.[696]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'nin yukarısına gelince, orada konakladı.[697]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'ye gelirken yukarı tarafından girer, Mekke'den çıkarken de
aşağı tarafından çıkardı.[698]
Mekke'nin
yukarı tarafı, İbrahim Aleyhisselamın Mekke Hareminde zürriyeti için dua ettiği
ve duasının kabul olunduğu, insanları hacca çağırdığı yerdi. Bunun için,
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke'ye gireceği zaman, yukarı tarafından girmeyi
severdi.[699]
Peygamberimiz
Aleyhisselama, Hacun'da, deriden bir çadır kurulmuştu.[700]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında zevceleri Hz. Ümmü Seleme ve Hz. Meymûne
olduğu halde Hacun'a geldi.[701]
Çadırına girdi.[702]
Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Şı'b-ı
Ebu Talib'deki[703]
evine inmeyecek misin?" diye sorulmuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Akîl
bize bir ev bark mı bıraktı ki!" buyurmuştu.[704]
Akıl
b. Ebu Talib; Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke'deki evi ile kendisinin erkek
ve kızkardeşlerinin ve Hâşim oğullarından hicret edenlerin hepsinin evlerini,
hicret ettikleri zaman satmıştı.[705]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekke'de iki evi vardı. Birisi, içinde doğduğu Şı'b-ı Benî
Ali'de bulunan ve annesi Hz. Âmine'den kalan evdi.
Diğeri
de, zevcesi Hz. Hatice'nin Safa ile Merve arasında, Attar çarşısının
arkasındaki evi idi.
Akîl
b. Ebu Talib, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye hicretinden sonra, bu iki
eve el koymuştu.[706]
Peygamberimiz
Aleyhisselama:
"Öyleyse,
evinin dışında, Mekke evlerinden birine in!" denildi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam bundan da çekindi ve:
"Ben
evlere girmeyeceğim!" buyurdu.[707]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına bir adam gelip:
"Yâ
Rasûlallan! Şu İbn H atal adındaki kişi, Kabe'nin örtüsüne yapışmış, sığınmış!" dedi.[708]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öldürünüz
onu![709]
Nerede bulursanız bulunuz, öldürünüz!" buyurdu.[710]
İbn
Hatal, Kabe'nin örtüsü altına sığınmış
olarak bulunsalar bile öldürülmeleri emirve kanları heder edilen kişiler
arasında idi.[711]
Devlet
başkanınca kanı heder edilip öldürülen kimse için, ne kısas, ne de diyet gerekir.[712]
İbn
Hatal, Benî Teym b. Edrem b. Galiblerdendi.[713]
Kendisi,
Müslüman olmuş,[714]
Medine'ye hicret etmişti.[715]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu zekat ve sadaka tahsildarlığı vazifesine tayin etmişti.[716]
İbn
Hatal'ın hizmetini gören Müslüman bir kölesi vardı.[717]
Huzâalardandı.[718]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu köleyi de yanına katarak, İbn Hatal'ı tahsilata göndermişti.[719]
Köle,
İbn Hatal'ın hizmetini görüyor, yemeğini yapıyordu.[720]
Bunlar,
bir konak yerinde konakladılar.
İbn
Hatal; kendisi için erkek bir davar kesip yemek yapmasını köleye emretti.[721]
Öğle
vakti,[722] yatıp uyudu.
Uyandığı
zaman, kölenin kendisi için yemek yapmadığını gördü.[723]
Köle de, uyuyakalmıştı.
İbn
Hatal, köleye son derecede kızdı.[724]
Üzerine atılıp,[725] onu
döve döve[726] öldürdü.[727]
Öldürdüğü zaman, kendi kendine:
"Vallahi,
Muhammed'in yanına varırsam, bu suçumdan dolayı beni öldürür!" dedi.[728]
İrtidad etti. İslâmiyetten, müşrikliğe döndü.[729]
Topladığı
zekat ve sadaka mallarını da sürerek Mekke'ye kaçtı.[730]
Mekkeli
müşrikler, İbn Hatal'a:
"Seni
bizim yanımıza geri çeviren nedir?" diye sordukları zaman,[731] İbn
Hatal:
"Sizin
dininizden daha iyisini bulamadım!" dedi,[732]
müşrik olarak kalmakta devam etti.[733]
İbn
Hatal tepeden tımağa kadar silahlanmış, uzun kuyruklu bir at üzerinde ve
mızrağı elinde olduğu halde Mekke'nin yukarısından çıkıp gelirken, Saîd b.
Âs'ın kızları, başörtülerini süvari atlarının yüzlerine sürdüklerini ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke'ye girdiğini İbn Hatal'a haber verdiler.
İbn
Hatal, onlara:
"Fakat,
vallahi, göreceksiniz ki, vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların
ağızlarına benzemedikçe, onlar Mekke'ye giremeyeceklerdir!" demiş ve
Handeme'ye kadar çıkıp gitmişti.
Orada
İslâm süvarilerini ve çarpışmalarını görünce içine korku düşmüş, titremeye
başlamış, Kabe'ye kadar gidip atından inerek silahlarını çıkarmış, Kabe'nin
örtüleri arasına girmişti.
Benî
Ka'blardan birisi, İbn Hatal'ın zırhını, zırh altna giydiği gömleğini,
miğferini, tulgasını, kılıcını aldı, atına da binip Hacun'a, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına geldi.[734]
İbn
Hatal'ı, Ebu Berzetü'l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü'l-Mahzûmî'nin elbirliğiyle
öldürdüklerinin bildirildiği gibi.[735]
yalnız Ebu Berze'nin öldürdüğü de bildirilmiş;[736] Ebu
Berzetü'l-Eslemî ise, onu kendisinin öldürdüğünü açıklamış:[737]
"İbn
Hatal'ı Kabe'nin örtüsüne asılmış
olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum!" demiştir.[738]
Kanları
heder edilip öldürülmeleri emredilenler arasında, İbn Hatal'ın şarkıcı iki
kadın kölesi de bulunuyordu.
Bunlardan
birinin adı Fertana[739]
veya Kureyna, diğerinin adı Kuraybe veya Emebe, Emeb idi.[740]
İbn
Hatal içki içer, Peygamberimiz Aleyhisselamı hicv ve tahkir eden şiirler
söyler, onları bunlara okutturdu.
Kureyş
müşrikleri de, İbn Hatal'ın ve bu şarkıcı kadınların yanlarına gelirler, içki
içerler; İbn Hatal'ın söylediği hiciv şiirleri okutulur, dinlenirdi.[741]
Bu
şarkıcı kadınların işleri güçleri, Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde söylenilen
hiciv şiirlerini okumaktı.[742]
Fetih
günü, bunlardan birisi, yani Emeb yakalanıp öldürüldü.[743]
Diğeri
ise kaçtı. Sonradan eman dileyip Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından eman
verilinceye kadar görünmedi.[744]
Eman
verilince, Fertana, kılık kıyafet değiştirerek gelip Müslüman oldu.[745]
Benî
Huzâalardan Haris b. Tulayüla da, kanı heder edilip öldürülmesi emnolunanlar
arasında idi.[746] Peygam berim iz
Aleyhisselam Mekke'de İslâmiyeti yayarken, Haris b. Tulaytila, Peygamberimiz
Aleyhisselama ezâ, istihza ve tekzipte en ileri giden ve haklarında:
"Şimdi,
sen ne ile em rol un uy orsan, kafalarını çatlatırcasına, apaçık bildir!
Müşriklere aldırış etme! Allah'ın yanında başka bir ilah daha tanıyan o
alaycılara muhakkak ki Biz yeteriz! Onlar yakında uğrayacakları akıbetleri
öğreneceklerdir! (Hicr: 94-96) mealli âyetler inen azılı müşriklerdendi.[747]
Kendisi, Fetih günü Hz. Ali tarafından öldürülmüştür.[748]
Kanı
heder edilip öldürülen müşriklerden birisi de, Huveyris b. Nukayz b. Vehb b.
Kusayy idi.
Kendisi,
Mekke'de Peygamberimiz Aleyhisselama işkence yapan müşriklerdendi.[749]
Huveyris'in
sözleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına giderdi.[750]
Peygamberimiz
Aleyhisselam aleyhinde söylenmiş olan hiciv şiirlerini okur dururdu.[751]
Hz.
Abbas Peygamberimiz Aleyhisselamın kızları Hz. Fâtıma ile Ümmü Külsûm'u
Mekke'den Medine'ye yollarken, Huveyris onları vurup yere düşürmüştü.[752]
Huveyris
Mekke'nin fethi gününde evine kapanmış, kapısını kil iti em işti.
Hz.
Ali varıp sorduğu zaman:
"O
çöldedir!" denildi.
Kendisinin
aranmakta olduğu da, haber verildi.
Hz.
Ali Huveyris'in kapısından uzaklaşınca[753]
Huveyris evinden çıkıp başka bir eve kaçmak isterken, Hz. Ali arkasından yetişti
ve onu vurup öldürdü.[754]
Kanı
heder edilip öldürülmesi emrolunan müşriklerden birisi de, Mıkyes b. Subâbe
idi.[755]
Mıkyes'in kardeşi Hâşim b. Subâbe, Müslüman olup Müreysi1 gazasına
katı İm işti.[756]
Amr
b. Avf oğullarından Ubâde b. Sâmit'in ailesinden Evs b. Sabit, onu müşrik sanarak
yanlışlıkla vurup öldürmüştü.[757]
Mıkyes
b. Subâbe, Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip Müslüman olmuş
ve kardeşinin diyetini istemişti.
Diyet
kendisine ödendikten sonra, kardeşini yanlışlıkla öldürmüş bulunan Müslümanı
öldürerek müşrikliğe dönmüş ve Mekke'ye kaçmıştı.[758]
Müşrikler,
ona:
"Sen
Muhammed'e tâbi olmuştun. Seni bize geri çeviren nedir?" diye sordukları
zaman, Mıkyes, iki putun yanına gidip başını kazıtmış ve:
"Ben
sizin dininizden daha iyi, daha eski bir din bulamadım!" demiş, sonra da,
neler yaptığını, kardeşini yanlışlıkla öldüren Müslümanı nasıl öldürdüğünü
Kureyş müşriklerine övünerek haber vermişti.[759]
Fetih
günü Mekkeli müşrikler bozguna uğradıkları zaman, Mıkyes b. Subâbe bazı
arkadaşlarıyla birlikte bir yerde gizlice oturup içki içmekte idi.[760]
Nümeyle
b. Abdullah el-Kinânî onun yerini öğrendi, gidip kendisini dışarı çağırdı.
Dışarı çıkınca, kılıçla vurup onu öldürdü.[761]
Nümeyle,
Mıkyes b. Subâbe'nin amcasının oğlu idi.[762]
Safvan
b. Ümeyye; kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerden ve Peygamberimiz Aleyhisselamın azılı düşmanlarındandı.[763]
Hudeybiye
muahedesinin hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrlerle birlikte
Huzâaları uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[764]
Mekkelileri
Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme'de Halid b. Velid'e
karşı koyan üç Kureyşliden biri idi.[765]
Savunma
birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[766]
Safvan b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamdan korkarak Cidde'ye kaçmıştı.[767]
Oradan gemiye binip Yemen'e gidecekti.[768]
İkrime
b. Ebu Cehil de, kanlarının dökülmesi helâl sayılan müşriklerdendi.[769]
İkrime
ve babası Ebu Cehil, Peygamberimiz Aleyhisselamın en katı ve azılı düşmanı idi.[770]
İkrime,
Peygamberimiz Aleyhisselama işkencede, düşmanlıkta ve ona karşı açılan kavgalan
malî gücü ile desteklemekte babasına benzerdi.[771]
Kendisi,
müşriklerin ünlü süvarilerindendi.[772]
Mekkelileri
Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandırıp Handeme'de Halid b. Velid
kuvvetlerine karşı koyan üç Kureyşîden birisiydi.[773]
Hudeybiye
muahedesi hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte Huzâaları
uyurlarken kılıçtan geçiren Kureyş müşrikleri arasındaydı.[774]
Müşriklerin
savunma birlikleri Halid b. Velid tarafından bozguna uğratılınca,[775]
İkrime b. Ebu Cehil de, öldürüleceğinden korkarak Yem en'e kaçtı.[776]
Kanının
dökülmesi helâl sayılan müşriklerden Hebbar b. Esved b. Muttalib,[777]
Mekke'de Müslümanlara en ağır işkenceleri yapardı.[778]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın kızı Hz. Zeyneb'i Medine'ye hicreti sırasında Zi Tuvâ'da yakalamış, hevdeç
içinde mızrakla vurarak devesinden kayanın üzerine düşürmüş, kamındaki çocuğunun
düşmesine sebep olmuştu.[779] Hz.
Zeyneb hastalanmış, vefatına kadar hastalıktan kurtulamamıştı.[780]
Mekke
fethedilince Hebbar kaçmış, ele geçirilememiştir.[781]
Abdullah
b. Zibârâ da öldürülmesi emredilen müşrikler arasında idi[782] ve
halkın Peygamberimiz Aleyhisselama ve ashabına dili ile ve eli ile en sert ve
katı davrananı idi.[783]
Müşrikleri
Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya kışkırtır dururdu.[784]
Peygamberimiz
Aleyhisselam aleyhinde söylediği hiciv şiirleri müşriklerce üstün tutulan güçlü
bir şairdi.
Fetih
günü, Ümmü Hani'nin kocası Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzûmî ile birlikte Necran'a
kaçmışlardır.[785]
Kabe'nin
örtüsü altında bile bulunsa öldürülmesi emredilen[786] ve
kanının dökülmesi helâl sayılan[787]
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Müslümandı.[788]
Mekke'nin
fethinden önce, Medine'ye hicret etmişti.[789]
Peygamberimiz
Aleyhisselama inen vahiyleri yazanlar arasında idi.[790]
Abdullah
b. Sa'd; Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahyi yazdığı sırada:
'El-Kâfirîn'
yerine 'ez-zâlimîn,1 'Azîzün Hakîmün' yerine 'Alîmün Hakîmün' diye
yazmış[791] ve:
"Ben
de Muhammed'in söylediği gibi söyleyebilirim![792]
Muhammed'e
gelen şeyin benzeri bana da geliyor![793]
Muhammed
peygamberse ve kendisine vahyolunuyorsa, ben de peygamberim! Bana da
vahyolunuyor![794]
Allah
ona Kufân indiriyorsa, ben de, Allah'ın indirdiğinin benzerini indirebilirim!
Muhammed
'S em Tan Alîm en' dedi. Ben de 'Alîmen Hakîmen' dedim!" demeye başladı.[795]
Yaptığı
bu ve benzeri sinsice yaygara ve hainliklerin yayılacağını, Medine'de daha
fazla kalamayacağını anlayan Abdullah b. Sa'd,[796]
Müslümanlıktan müşrikliğe, küfre dönerek Mekke'ye kaçtı.[797]
Kureyş müşriklerine:
"Kendisi
bana Kur'ân'ı yazdırırken 'Azîzün Hakîmün' derdi. Ben:
'Yoksa
'Alîmün Hakîmün' mü?' diye sorardım.
'Evet!
Hepsi de doğrudur1 derdi.
Sizin
dininiz, onun dininden daha iyidir!" dedi.[798]
Abdullah
b. Sa'd, bu iddialarında samimî olsaydı; Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurrâ
ashabından Übeyy b. Ka'b'a Kufân-ı Kerîm'in yedi lehçeye kadar okunmasına
melek tarafından müsaade edildiğini bildirdikten sonra, "'Gafûren Rahîmen'
desen de olur, 'Semîan Alîmen' desen de olur!" buyur-duğunu;[799]
Kufân-ı Kerîm'in Kendisine bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet
sahibi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini; ve ona hiçbir bâtılın, ne
önünden, ne ardından yaklaşamayacağı,[800]
hatta Peygamberimiz Aleyhisselamın bile ona kendiliğinden birşey karıştı ram
ayacağı, böyle birşeye teşebbüs edecek olsa biranda kalb damarının koparılarak
helak edileceği hakkındaki ilahîtem-inatı[801]
gözönünde tutsaydı, şeytana uyup bu vartaya düşmezdi![802]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, çadırında yıkandıktan ve halk da sükûnet bulup yatıştıktan sonra,
devesi Kasvâyı çadırının kapısına getirterek onun üzerine bindi.[803]
Üsâme
b. Zeyd'i yine terkisine aldı.[804]
Hz.
Ebu Bekir, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ yanında bulunuyor ve Peygamberimiz
Aleyhisselamla konuşuyordu.[805]
Muhacirlerle
Ensar, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünü, arkasını ve çevresini sarmışlardı.[806] Bu
şekilde ilerlemeye başladılar.
Ebtah'ta,
Ebu Uhayha'nın evinin hizasında, Ebu Uhayha'nın kızlarına rastladılar. Kızlar,
başörtülerini çıkarıp, onlarla süvari atlarının yüzlerindeki tozlan
siliyoriardı![807]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onları görünce, Hz. Ebu Bekir'e bakıp gülümsedi.[808]
Hassan b. Sabit'in Kureyş şairlerinden Ebu Süfyan b. Hâris'e karşı söylediği ve
bir gün İslâm süvarilerinin doludizgin Mekke'ye gireceklerini dile getiren
şiirindeki;[809] kadınların başlarındaki
başörtülerini çıkarıp onlarla atların yüzlerindeki tozları sileceklerini
anlatan beytini hatırladı[810] ve
Hz. Ebu Bekir'e:
"Hassan
b. Sabit nasıl söylemiş, ne demişti?" diye sordu.
Hz.
Ebu Bekir de, Peygamberimiz Aleyhisselama o beyti okudu.[811]
Nihayet,
Müslümanlarla birlikte Kabe'ye gelip kavuştular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, devesinin üzerinde, Hacerü'l-Esved rüknüne kadar vardı.
Elinde
bulunan ucu eğri değnekle işaret ederek Hacerü'l-Esved'i istilam etti ve tekbir
getirdi.
Müslümanlar
da, hep birlikte tekbir getirmeye başladılar.
Mekke
tekbir sesleriyle sarsıldı!
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Susunuz!"
diye işaret etti.
O
sırada, müşrikler, dağların başlarına çıkmış, bakıyorlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kasvâ'nın üzerinde bulunduğu ve Muhammed b. Mesleme de Kasvâ'nın
yularından tutmuş olduğu halde, Kabe'yi tavafa başladı.[812]
Tavafın
yedi devresini yapti.
Her
devrede, Hacerü'l-Esved rüknüne geldikçe, elindeki değnekle işaret ederek onu
istilam etti.[813]
Tavafın
yedinci devresini yapıp tavafı tamamlayınca, Kasvâ'dan indi.
Ma'mer
b. Abdullah b. Nadle, gelip Kasvâ'yı dışarı çıkardı.
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, Makam-ı İbrahim'e vardı. Orada iki rekat
tavaf namazı kılıp Zemzem kuyusuna geldi[814] ve:
"Eğer
bana uyulmayacak ve Abdulmuttalib oğullarının Zemzem suyunu çekme hizmetine
üşüşülüp kendileri bu hizmetten alıkonulmuş olmayacak olsaydı, Zemzem
kuyusundan bir kova da kendim çekerdim!" buyurdu.[815]
Hz.
Abbas, Zemzem kuyusundan bir kova çekti, Peygamberimiz Aleyhisselam ondan içti.
Bunu
Ebu Süfyan'ın (b. Haris) çektiği de rivayet edilir.[816]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, o kovadan, içtiği gibi, abdest de aldı.
Abdest
alırken, Müslümanlar üşüşüp dökülen abdest suyunu yüzlerine sürüyorlar, yere
bir damla bile düşürmüyorlardı.
Müşrikler,
bunu görünce:
"Biz
hiçbir zaman böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!" dediler, şaşıp
kaldılar.[817]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bundan sonra, Safa tepeceğine gidip Kabe'yi görünceye kadar onun
üzerine çıktı. Ellerini kaldırdı. Allah'a hamd ü sena ve istediği dualarla dua
etmeye başladı.[818]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Kabe'yi tavaf ederken Fadâle b. Umeyr b. Mülevvah el-Leysî
öldürmek maksadıyla Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam ona doğru vardı ve:
"Sen
Fadâle misin?" diye sordu.
Fadâle:
"Evet!
Fadâle'yim yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
içinden ne geçiriyordun?" diye sordu.
Fadâle:
"Hiçbir
şey düşünmüyordum! Allah'ı zikirle meşgul oluyordum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, güldü ve:
"Allah'tan
af ve yarlıganmak dile!" buyurdu.
Sonra,
elini onun göğsüne koyunca, kalbi yatıştı, imanı berkişti.
Fadâle:
"Vallahi,
göğsümden elini kaldırdığı zaman, Allah'ın yarattıklarından, bana ondan daha
sevgili olan birşey yoktu!" demiştir.[819]
Ebu
Süfyan b. Harb Mescid-i Haram'da oturuyorken, Peygamberimiz Aleyhisselamın
önde, Müslümanların da arkasından Peygamberimiz Aleyhisselamın izince
yürüdüklerini görünce:
"Muhammed
için askerler toplasam mı, şu adamla
yine çarpışmaya dönsem mi, ne yapsam ki?!" diye içinden kurmaya
başlamıştı.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam gelip onun başucuna dikildi ve iki küreği
arasına eliyle vurarak:
"Allah
o zaman da yine seni hor, hakir kılar!" buyurdu.
Ebu
Süfyan, başını kaldırıp, başucuna Peygamberimiz Aleyhisselamın dikildiğini
görünce:
"Şu
ana kadar, senin gerçekten peygamber olduğuna kanaat getirememiştim.
İçimden
geçirdiğim kuruntulardan dolayı Allah'a tevbe ediyor, O'ndan yarlıganmak
diliyorum!" dedi.[820]
Peygamberimiz
Aleyhisselaım, Mescid-i Haratn'ın bir köşesinde oturdu. Mücahidler de,
Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde oturdular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kabe'nin anahtarını getirmesi için, Bilal-i Habeşî'yi Osman b.
Talha'ya gönderdi.
Bilal-i
Habeşî, Osman'a gidip:
"Resûlullah
Aleyhisselam Kabe'nin anahtarını getirmeni sana emrediyor" dedi.
Osman
b. Talha, "Olur!" diyerek, anası Sülâfe binti Sa'd'ın yanına gitti.
Bilal-i
Habeşî, dönüp onun "Olur!" dediğini Peygamberimiz Aleyhisselama haber
verdi ve oradaki mücahidlerin yanına oturdu.
Osman
b. Talha, anasına-ki, o zaman anahtar onun yanında bulunuyordu-
"Ey
anacığım! Anahtarı bana ver! Resûlullah Aleyhisselam bana adam gönderdi ve onu
kendisine getirmemi emretti" dedi.
Sülâfe:
"Kavminin
şereflendiği, övündüğü birşeyi götürüp elinle teslim etmenden Allah'a
sığınırım![821] O, bu anahtan, sizden
alınca, hiçbir zaman size vermeyecektir!" dedi.[822]
Osman
b. Talha:
"Vallahi,
ya onu bana verirsin, ya da başka biri gelip onu senden zorla alır!" dedi.
Bunun
üzerine Sülâfe, anahtarı belindeki uçkurunun içine sokup:
"Hangi
adam buraya elini sokacak, onu alabilecek?![823]
Hayır!
Lâtve Uzzâya andolsun ki; anahtan ona hiçbir zaman vermeyeceğim!" dedi.
Osman
b. Talha:
"Eğer
sen bana emrolunan şeyi yapmaz, anahtan vermezsen, ben de, kardeşim de
öldürülürüm!" dedi.[824]
Onların
böylece konuştukları sırada, dışarıdan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'in sesi
duyuldu.
Osman
b. Talha'nın geciktiğini görünce, Hz. Ömer
"Ey
Osman! Yanıma çık!" diyerek seslendi.
Bunun
üzerine, Osman'ın anası:
"Ey
oğulcuğum! Al anahtarı! Çünkü, onu benden senin alman, Teym oğullarından Ebu
Bekir'in ve Adiyy oğullarından Ömer'in almasından daha iyi gelir!" dedi.[825]
Osman
b. Talha'nın gelmesi gecikince, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp
beklemeye ve sıkıntısından terlemeye başladı ve: "Osman'ın anasının, 'O
sizden bu anahtan alınca, artık hiçbir zaman onu size vermeyecektir!' dediğini
sanıyorum" buyurdu.[826]
Osman
b. Talha anahtarı anasından alıp Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi.[827]
Onu
uzatırken, Hz. Abbas ayağa kalktı ve:
"Yâ
Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Bunu, benim üzerimde, sikâye
hizmetiyle birleştir!" deyince, Osman b. Talha elini geri çekti.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Osman! Anahtan bana getir, ver!" buyurdu.
Osman
b. Talha:
"Bunu
sana Allah emaneti olarak veriyorum!" dedi.[828]
Kabe'nin
çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş[829] 360
put bulunuyordu.[830]
Bunlar,
Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilir, kendileri için
kurbanlar kesilirdi.[831]
Cebrail
Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Asanı
eline alıp dokun onlara!" dedi.[832]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, elindeki asa ile putlara birer birer dokunuyor ve:
"Hak
geldi, bâtıl yok olup gitti![833]
Hak
geldi. Yok olan bâtıl, ne yoktan birşeyvar edebilir, ne de yok olanı
diriltebilir!" buyuruyordu.[834]
Peygamberimiz
Aleyhisselam asâ ile dokundukça, putlar yüzlerinin ve arkalarının üzerlerine
düşüyorlardı![835]
Onlardan;
Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne işaret ettiği put kafasının üzerine,
kafasına dokunduğu da yüzünün üzerine yıkılıyordu!
Dokunulup
da yere yıkılmadık put kalmadı.[836]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; öğle vakti girince, Kabe'nin üzerine çıkıp ezan okumasını,
Bilal-i Habeşî'ye emretti.
Kureyş
müşriklerinin ileri gelenlerinden birçokları, öldürülmelerinden korkarak
dağların başlarına kaçmışlar ve gizlenmişlerdi.
Onlardan,
eman dileyen bazılarına da eman verilmiş bulunuyordu.[837]
Ezan
okunduğu sırada, Ebu Süfyan b. Harb, Attâb b. Esîd, Haris b. Hişam ve daha
başkaları, Kabe'nin yanında oturuyorlardı.[838]
Bilal-i
Habeşî sesini olanca gücüyle yükselterek ezan okumaya başladı.[839]
Kureyşlilerden bazıları:
"Ey
Allah'ın kulları! Kabe'nin üzerinde ezan okumak, bu kara köleye mi
düştü?!" dediler.
Bazısı
da, Allah'ın ona gazab edeceğini ve bu işi değiştireceğini söylediler.[840]
"Eşhedü
enne Muhammederresûlullah=Şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın resûlüdür!"
şehadeti üzerine, Ebu Cehil'in kızı Cüveyriyye:
"Hayatıma
yemin ederim ki; senin adın, sanın yükseldi!
Namazı
kılarız, amma, vallahi, sevdiklerimizi öldürenleri hiçbir zaman sevmeyeceğiz![841]
Muhammed'e gelen peygamberlik, babama da gelmişti!
Fakat,
o bunu reddetmiş, kavmine aykırı davranmak istememişti!" dedi.[842]
Halid
b. Esîd:
"Kim
bu seslenen?" diye sordu.
"Bilal
b.Rebah!" dediler.
Halid
b. Esîd:
"Ebu
Bekir'in Habeşli kölesi mi?" diye sordu.
"Evet!"
dediler.
Halid
b. Esîd:
"Nerede
sesleniyor?" diye sordu.
"Kabe'nin
üzerinde!" dediler.
Halid
b. Esîd:
"Onu
Kabe'nin üzerine Ebu Talha oğulları mı çıkardı?" diye sordu.
"Evet!"
dediler.
Halid
b. Esîd:
"O
neler söylüyor?" diye sordu.
"'Eşhedü
en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah=Şehadet ederim ki;
Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Yine şehadet ederim ki; Muhammed Allah'ın kulu
ve resûlüdür!' diyor" dediler.[843]
Halid
b. Esîd:
"Allah'a
şükürler olsun ki; babam Üseyd'i [Esîd'i] öldürdü de, ona bu günü göstermemek,
şu hoşlanmayacağı sesi iş ittirmem ek lutfunda bulundu!" dedi.[844]
Esîd,
Mekke'nin fethinden bir gün önce ölmüştü.[845]
Haris
b. Hişam:
"Vallahi,
onun gerçekten peygamber olduğunu bilseydim, muhakkak, kendisine tâbi
olurdum!" dedi.[846]
Haris
b. Hişam'a:
"Muhammed'in
putlan adamlara nasıl kırdırdığını ve şu kara köleyi Kabe'nin üzerinde nasıl
bağırttığını görmüyor musun?" denildiği zaman da:
"Eğer
Allah böyle olmasını istemeseydi, elbette onu değiştirirdi!" dedi.[847]
Hakem
b. Ebi'l-Âs:
"Vallahi,
bu, büyük bir hadisedir: Benî Cumahların kölesi çıksın da, Ebu Talhalara ait
Beytullah üzerinde anırsın!? Olur şey değil!" dedi.
Süheyl
b. Amr:
"Eğer
Allah buna gazaplanırsa, muhakkak, onu değiştirir![848]
Eğer
buna razı olursa, onu yerleştirir!" dedi.[849]
Ebu
Süfyan b. Harb ise:
"Ben
birşey söylemeyeceğim! Eğer birşey söyleyecek olursam, şu kumlar, söylediğimi
Muhammed'e haber verirler!" dedi.[850]
Cebrail
Aleyhisselam, gelip, bunların söylediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber
verdi.[851]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların yanına varıp üzerlerine dikildi[852] ve:
"Ben
sizin söylediklerinizi biliyorum.[853]
Ey
filan! Sen şöyle söyledin!
Ey
filan! Sen şöyle söyledin!
Ey
filan! Sen de şöyle söyledin!"[854]
buyurarak, onların söylediklerini kendilerine birer birer haber verdi.[855]
Ebu
Süfyan:
"Yâ
Rasûlallah! İyi ki, ben birşey söylemedim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi.[856]
Haris
b. Hişam ile Attâb b. Esîd:
"Biz
şehadet ederiz ki; sen Allah'ın Resûlüsün!
Çünkü,
vallahi, bu söylediklerimize, yanımızdakilerden başka hiç kimse vâkıf değildi!
Söylediklerimiz,
sana herhalde Allah tarafından haber verilmiştir!" dediler.[857]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; öğle namazını kıldıktan sonra, Kabe çevresindeki bütün putların
biraraya toplanarak yakılacak olanlarının yakılmasını, kırılacak olanların
kırılmasını emretti, emri yerine getirildi.
Bu
hususta söylenen bir şiirde:
"Sen
Mekke'nin fethinde putlan kırdıkları gün, Muhammed (Aleyhisselam)ı ve ordusunu
bir görseydin, Allah'ın nurunun nasıl parıldadığını, şirkin, küfrün yüzünü
karanlıkların nasıl bürüdüğünü görürdün!" denilmiştir.[858]
Putların
yıkılışı, kınlısı sırasında, Peygamberimiz Aleyhisselamın saçı, sakalı çok
tuzlanmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani'nin evine gitti. Orada, Hz.
Fâtıma'nın getirdiği örtü ile siperlenerek yıkandı.[859]
Ümmü
Hani de; Peygamberimiz Aleyhisselamın, Fetih günü olan Cuma günü evine gelip
guslettikten sonra sekiz rekat namaz kıldığını bildirmiştir.[860]
Bu
namaz, fetih namazı idi.
Kumandanlar
bir memleketi, bir kaleyi fethettikleri zaman, bu namazı kılarlardı.[861]
Sa'd
b. Ebi Vakkas da, Medâin'i fethettiği ve Kisrâ'nın eyvanına girdiği zaman,
orada bu namazı kılmıştı.[862]
Fetih
namazı sekiz rekat olup, bunda ne selamla aralarını ayırma, ne imamla birlikte
(cemaatla) kılma, ne de açıktan kıraat vardır.
Taberî'ye
göre, bu namaz sünnettir.[863]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın kıldığı sekiz rekattan ikisi, Mekke'nin fethine şükür içindi.
İkisi,
kuşluk namazına başlangıçtı.
Dördü
de, öteden beri kılageldiği kuşluk namazı idi.[864]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Ümmü Hani'nin evine vardığı zaman, Ümmü Hani:
"Yâ
Rasûlallah! Kocamdan, akrabam olan bazı kimseler, bana sığınmış bulunuyorlar.
Ali
b. Ebu Talib ise, Allah yolunda hiçbir kınayıcının kınamasına kulak
asmayacağını söylemiştir.
Ali'nin
bunların yerini öğrenip kendilerini öldüreceğinden korkuyorum.
Ümmü
Hani'nin evine girenlere, sığınanlara, Allah'ın Kelamını dinleyip Resûlüne iman
edinceye kadar eman verildiğini açıklasan?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ümmü
Hani'nin eman verdiğine, biz de eman verdik!" buyurdu.
Sonra
da, Ümmü Hani'ye:
"Senin
yanında, yiyebileceğimiz birşey var mı?" diye sordu.
Ümmü
Hani:
"Yanımda
kuru ekmek kırıntılarından başka birşey yok! Onu da sana sunmaya
utanırım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onu
getir, suyun içine ufala! Tuz da getir!" buyurdu ve:
"Biraz
da katık var mı?" diye sordu.
Ümmü
Hani:
"Yâ
Rasûlallah! Yanımda sirkeden başka birşey yok!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Getir
onu!" buyurdu, yemeğinin üzerine döküp yedikten sonra, Yüce Allah'a
şükretti.
Ümmü
Haniye de:
"Ne
güzel katıktır sirke!
Ey
Ümmü H ani! Sirke bulunan ev yoksul olmaz!" buyurdu.[865]
Mücahidler,
Mekke'yi fethettikleri günün gecesinde, sabaha kadar tekbir, tehlil
getirmekten, Kabe'yi tavaftan geri durmadılar.
Bunu
gören Ebu Süfyan, karısı Hind'e:
"Sen
bunun Allah'tan olduğu kanaatinde misin?" diye sordu.
Hind:
"Evet!
Bu, Allah tarafından olan bir iştir!" dedi.
Ertesi
günü, sabaha çıkınca, Ebu Süfyan erkenden Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
geldi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
Hind'e, 'Bunun Allah'tan olduğu kanaatinde misin?'diye sordun. O da, 'Evet! Bu,
Allah tarafından olan bir iştir!' dedi" buyurdu.
Ebu
Süfyan:
"Şehadet
ederim ki; Sen Allah'ın Resûlüsün!
Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a andolsun ki; bu sözümü Allah ile, Hind'den başka,
insanlardan hiçbir kimse işitmemiştir!" dedi.[866]
Müşriklerin
nazarında, putların en büyüğü olan Hübel putu,[867]
Kabe'ye hediye edilen şeylerin konulduğu kuyunun başında dikili bulunuyordu.[868]
Bu
put, kırmızı akikten yapılmıştı ve insan şeklinde idi.
Sağ
eli kırılmış olarak elde edilmiş olup, Kureyşîler ona altından bir el
yaptırmış!ardı.[869]
Hübel;
Benî Bekrlerin, Maliklerin, Milkânların, Kinanelerle Kureyşîlerin putu idi.[870]
Seferden
dönen bir kimse, Kabe'yi tavaf edip Hübel'in yanında tıraş olduktan sonra ev
halkının yanına varırdı.[871]
Rivayete
göre; Amr b. Luhayy, bazı işleri için Mekke'den çıkıp Şam'a gitmişti.
O
zaman, Amalikaların oturduğu Belka' ülkesindeki Meâb'a uğradı. Amalikaların
putlara taptıklarını görünce:
"Sizin
taptığınızı gördüğüm bu putlara ne için tapıyorsunuz?" diye sordu.
Onlar
da:
"Bu
taptığımız putlardan yağmur dileriz, yağmura kavuşuruz.
Yardım
dileriz, yardım olunuruz!" dediler.
Amr
b. Luhayy:
"Arap
ülkesine götürmek ve Arapları taptırmak için bu putlardan birini bana verir
misiniz?" dedi.
Onlar
da, ona Hübel putunu verdiler.
Amr
b. Luhayy, Hübel'i Mekke'ye getirip dikti ve ona tapmalarını, tazimde
bulunmalarını halka emretti.
Kader
ve nasip oklarının çekim işi de, Hübel'in yanında, görevlisi tarafından
yapılırdı.[872]
Kureyş
eşrafından Safvan b. Ümeyye, bu işe bakardı.[873]
Kabe'nin
içinde, Hübel putundan başka, hurma ağacından yapılmış iki güvercin heykeli
ile,[874]
İbrahim Aleyhisselamın kestiği koçun iki boynuzu da bulunuyordu.[875]
O
zaman, Kabe'nin altı direği vardı.[876] Bunlar
iki sıra halinde idi.[877]
Direkler yaldızla süslenmişti.
Kapıya
doğru olan direkte Hz. Meryem'le kucağında İsa
Aleyhisselamın sureti;
Öteki
direklerde de, peygamberlerin, meleklerin ve oklarla fal çeken ihtiyar bir adam
şeklinde İbrahim Aleyhisselamın sureti, bir koç veya bir koç başı ile ağaçlar
çizilmiş bulunuyordu.[878]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kabe anahtarcısı Osman b. Talha'dan anahtarı eline alıp Kabe'yi
açtı.[879]
Kabe'nin
içinde putları;[880]
meleklerin ve meleklerden başkalarının.[881]
İbrahim Aleyhisselamın,[882]
İsmail Aleyhisselamın[883] eliyle
fal çeker bir şekilde tasvir edilmiş olduğunu görünce:[884]
"Allah
bunları yapanları kahretsin![885]
Büyüğümüzü
fal oku çeker bir halde tasvir etmişler!
İbrahim'in
hal ve şanında fal oklan çekmek yoktur![886]
Vallahi,
o puta tapanlar da bilirlerdi ki, bu iki peygamber hiçbir zaman fal oklan
çekmemişlerdir!" buyurdu ve:
"İbrahim,
ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat, o, Allah'ı bir tanıyan, dosdoğru
bir Müslümandı. Müşriklerden değildi o!" (Âl-i İmran: 67) mealli âyeti
okudu.[887]
Kabe'nin
içindeki putları çıkarmasını[888] ve
suretleri gidermesini Hz. Ömer'e emretti.[889]
Hz.
Ömer, Kabe'ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı.
Ancak,
İbrahim Aleyhisselamın suretine dokunmadı.
İbrahim
Aleyhisselam, çok yaşlı ve fal oku çeker bir biçimde çizilmişti.[890]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kabe'nin içine girip İbrahim Aleyhisselamın çizilmiş resminin
çizilmediğini görünce:
"Ey
Ömer! Ben sana, 'Hiçbir suret bırakmayacaksın! Hepsini silip yok edeceksin!'
diye emir vermedim mi?!" buyurdu.[891]
Hz.
Ömer:
"O,
İbrahim'in sureti idi!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sil
onu da!" buyurdu.[892]
Hz.
Ömer, Kabe'de, bezle silip yok etmedik suret bırakmadı.[893]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kabe'nin kapısının üzerlerine kapatılmasını emretti; kapatıldı.
Kabe'nin
içinde, uzunca bir müddet kaldılar.[894]
Kabe'nin,
Abdullah b. Zübeyr zamanında yıkılıp yaptırılmasından önceki durumuna göre;[895]
Peygamberimiz Aleyhisselam Kabe'nin altı direğinden ikisi sağında, biri
solunda, üçü de arkasında kalacak[896] ve
Kabe'nin kapısı arkasına gelecek şekilde, ön sıradaki iki direk arasında, yeşil
mermerin bulunduğu[897]
yamacındaki duvarla aralarında üç zira kadar aralık kalan yerde durup[898] iki
rekat namaz kıldı.[899]
Abdullah
b. Ömer de, Kabe'ye girince, Kabe'nin kapısı arkasına gelmek üzere, yamacındaki
duvara üç zira kalıncaya kadar ilerleyip, Bilal-i Habeşî'nin:
"Resûlullah
Aleyhisselam burada kıldı" diye gösterdiği yerde kılardı.[900]
Kabe'nin
içine gimnek ve iki rekat namaz kılmak, müstehabdır.[901]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kabe'nin içinde namaz kıldıktan,[902]
Kabe'nin her köşesini dolaşarak tekbir getirdikten,[903]
teşbih ve dua ettikten,[904]
içeride uzunca bir müddet kaldıktan sonra, kapı açıldı.
Bilal-i
Habeşî, kapının arkasında, ayakta durmakta idi.[905]
İçeriye
ilk dalan, Abdullah b. Ömer oldu. Bilal-i Habeşî'yi kapının arkasında bulup,
ona Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede namaz kıldığını sordu, fakat kaç rekat
kıldığını sormayı unuttu.
Bilal-i
Habeşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yeri ona haber verdi.[906]
O
sırada, Kureyşîler Mescid-i Haram'a dolmuşlar,[907]
Kabe'nin çevresinde oturmuşlardı.[908]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın ne yapacağını merakla bekliyor!ardı.[909]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Kabe'nin kapısının eşiğinde ayakta duruyor.[910]
kapının sövelerine iki eliyle tutunuyordu.[911]
Gün,
fethin ikinci günü idi.[912]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, üç kere tekbir getirdikten sonra:[913]
"Hamd,
Allah'a mahsustur.[914]
Allah'tan başka ilah yoktur. Yalnız O vardır. O'nun hiçbir eşi, ortağı yoktur![915]
O,
va'dini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Toplanan düşmanları, tek başına,
bozguna uğrattı!
İyi
biliniz ki;[916] Cahiliye çağına ait
olup,[917] övünme vesilesi
edinilegelen herşey, kan, mal dâvaları... bunların hepsi, şu ayaklarımın
altında kalmış, kaldırılmıştır!
Ancak,
Beytullah perdedariığı (hicâbe) hizmeti ile hacılara su dağıtma (sikâye)
hizmeti, bunun dışındadır.[918]
Eski
kan dâvaları kaldırılmış olmakla birlikte, bundan sonra bir cinayet vuku
bulacak olursa, bilesiniz ki:
Kamçı
ve sopa ile yapılan ve yarı kasıtlı sayılan hata cinayetine ağır diyet ödenmesi
gerekir ki, bu da, içlerinden kırkının karınlarında yavruları bulunmak
şartıyla, yüz devedir.[919]
Ey
Kureyş cemaati![920]
Muhakkak ki, Allah, Cahiliye gururunu, Cahiliye atalarıyla (soy soplanyla)
övünüp büyüklenmeyi sizden kaldırmıştır!
Bütün
insanlar[921] Âdem'den,[922]
Âdem de topraktan yaratı İm ışür.[923]
İnsanlar
iki kısım, iki sınıftır.
Bir
kısmı mü'min ve müttakîdir; Allah katında değerli ve şereflidir.
Diğer
kısmı ise azgındır, yaramazdır. Bunlar, Allah katında da değersiz ve
şerefsizdir![924]
Nitekim,
Yüce Allah:[925]
'Ey
insanlar! Gerçekten, Biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık.
Birbirinizle
tanışasınız diye, sizi büyük büyük topluluklara, küçük küçük kabilelere
ayırdık.
Şüphe
yok ki, sizin Allah katında en değerliniz, en şerefliniz, Allahtan en çok
sakınanınızdır.
Allah
herşeyi hakkıyla Bilen, herşeyden haberdar olandır!'[926]
buyuruyor.
Ey
Kureyş cemaati![927] Ey
Mekkeliler![928] Ne dersiniz?[929]
Şimdi,
hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız?" diye sordu.
Kureyşîler
"Biz,
senin hayır ve iyilik yapacağını sanır ve 'Sen hayır yapacaksın!' deriz.
Sen,
kerem ve iyilik sahibi bir kardeş; kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun![930]
Gücün
yetti, iyi davran!" dediler.[931]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim
halimle sizin haliniz, Yusuf (Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi
olacaktır.[932]
Yusuf
(Aleyhisselam)ın kardeşlerine dediği gibi, ben de:
'Size
bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur! Allah sizi yarlıgasın! O,
Esirgeyicilerin En Esirgeyicisidir!' [Yusuf: 92] diyorum.[933]
Gidiniz! Sizler, azad ve serbestsiniz!" buyurdu.[934]
Yüce
Allah o Kureyş müşriklerini eline düşürmüş, kendisine boyun eğdirmiş iken
Peygamberimiz Aleyhisselam böylece onları bağışlamış, azadlamış, serbest
bırakmıştır.
Bunun
içindir ki, Mekkelilere "Tulekâ=Azadlanmışlar" adı vehimiştir.[935]
Mekke
fethedilip Peygamberimiz Aleyhisselam Kureyşîlerden Safvan b. Ümeyye'ye, Ebu
Sütyan b. Harb'e, Haris b. Hişam'a haber saldığı gün, Hz. Ömer, kendi kendine:
"Allah
onlara hakim olma fırsatını bize vermiş bulunuyor. Onların yapmış oldukları
kötülükleri anlatayım, başlarına kakayım!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlara söylediklerini söyleyince, Hz. Ömer
"Benden
istemeyerek sâdır olan sözden pişmanlık duydum ve Resûlullah Aleyhisselamdan utandım!" demiştir.[936]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine Fethin ikinci günü,[937]
öğle namazından sonra,[938]
Kabe'nin merdiveninde,[939]
arkası Kabe'ye dayalı olarak[940]
Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra,[941]
halka şöyle hitab etti:
"Ey
insanlar! Şüphe yok ki, Allah, göklerle yeri, güneş ile ayı yarattığı gün,
Mekke'yi de haram ve dokunulmaz kılınıştır![942]
Burası,
Allah'ın haram ve dokunulmaz kıldığı bir bölgedir.[943]
Kıyamet
gününe kadar da, haram ve dokunulmaz olarak kalacaktır![944]
Mekke'yi
haram ve dokunulmaz kılan, Allah'tır.
Onu
insanlar Harem ki İmamı şiardır.[945]
Mekke'nin
ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl olmamıştır.[946]
Allah'a
ve ahiret gününe inanan bir kimse için, Mekke Hareminde kan dökmek, ağaç kesmek
helâl olmaz![947]
Mekke'de
kan dökmek benden önce hiçbir kimse için helâl olmadığı gibi, benden sonra da,
hiçbir kimse için helâl olmayacaktır.
Bana
da, ancak, gündüzün belli bir saatinde helâl kılınmıştır.[948] Ki,
bu da, Mekkelilerin ilahî gazabı haketmiş olmalarından ileri gelmiştir.[949]
Şüphe
yok ki, Fil'i Mekke'ye girmekten alıkoyan, tutan, Allahtır.
Mekkeliler
üzerine, Resûlullah ile mü'minler de, ancak bir kez salınmışlardır. İyi bilin
ki; şu saatte Mekke benim için bile haramdır![950]
Mekke'nin
bugünkü haramlığı, dünkü haramlığı haline dönmüştür![951]
Bu
söylediklerimi, burada bulunanlar, burada bulunmayanlara ulaştırsın!
Şayet
size biri çıkıp:
'Resûlullah
burada çarpışma yapmıştı!' diyerek ruhsat yoluna kaçacak olursa, ona:
'Yüce
Allah yalnız Resûlüne helâl kılmış, izin vermişti. Size helâl kılmamış, izin
vermemiştir!' deyiniz![952]
Mekke'nin
av hayvanları ürkütülmez, kaçın İm az!
Mekke'nin
dikeni bile kesilmez!
Mekke'nin
ağacına balta vurulmaz!
Yerdeki
yitiği, uzanılıp alınmaz! Meğerki, sahibini aramak için ola.
Mekke'nin
yeşil otları biçilmez!"[953]
buyurdu.
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! İzhırdan başka!' buyur! Onu yasak dışında tut! Çünkü, o, evlerimiz
ve kabirlerimiz için gereklidir" dedi.[954]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kısa bir müddet sustuktan sonra:[955]
"İzhırdan
başka![956] Çünkü, onu biçmek
helâldir.[957]
Ey
Huzâa cemaati! Siz de artık adam öldürmekten ellerinizi çekiniz! Ne yararı
varsa, pek çok adam öldürülmüştür!
Üstelik,
Hüzeyllerin adamını da siz öldürdünüz!
Vallahi,
onun diyetini (siz ödemezseniz), ben ödeyeceğim![958]
Şu
bulunduğum yerdeki andan sonra, kim öldürülürse, öldürülenin ailesi için, iki
şeyden birini seçmek vardır
Ya
öldürenin kısas olarak öldürülmesini,
Ya
da öldürülenin diyetini (kan bedelini) ister![959]
Hiç
şüphesiz, insanların Allah'a karşı en saygısızı, en taşkını, Allah'ın Hareminde
adam öldüren, yahut kendi katilinden başkasını öldüren, ya da Cahiliye
çağındaki öcünü almak için adam öldürendir!" buyurdu.
O
sırada, adamın birisi ayağa kalktı ve:
"Filan,
benim oğlumdur. Onun anası ile yatıp kalkmıştım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hitabesine şöyle devam etti:
"İslâmiyette
insanın babasından veya baba tarafından akrabasından başkasına intisap etmesi
diye birşey yoktur!
Cahiliye
çağının kötü işleri silinip gitmiştir![960]
Doğan
çocuk, döşeğin sahibine aittir!
Zânîye,
esleb vardır!" buyurdu.[961]
"Esleb
nedir?" diye sorulunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mahrumluk
demektir" buyurdu[962] ve
hitabesine şöyle devam etti:
"İddiasını
isbatlamak için delil getirmek davacıya, yemin de inkâr edene düşer.[963]
Ey
insanlar! Cahiliye çağında birtakım antlaşmalar yapılırdı. Cahiliye çağında
yapılmış olan antlaşmalara riayet ediniz![964]
İslâmiyet
ona kuvvetten başka birşey eklemez.[965]
İslâmiyette
ne Cahiliye antlaşması vardır, ne de fetihten sonra hicret![966]
Fakat,
cihad ve cihada niyet vardır.
Seferber
edilmek istendiğiniz vakit, hemen seferber olunuz![967]
İslâmiyette
Cahiliye çağı antlaşması ihdas etmeyiniz![968]
Müslüman
Müslümanın kardeşidir. Bütün Müslümanlar kardeştirler.[969]
Müslümanlar,
kendilerinden olmayanlara (düşmanlara) karşı bir eldirler; elbirliğiyle,
topluca hareket ederler.
Müslümanların
kanları birbirine eşittir.
Zimmetlerini,
onların en hafifleri, en uzaktakileri bile yerine getirmeye gayret ederler.[970]
İyi
biliniz ki; ne bir kâfir için bir mü'min ve Müslüman öldürülür, ne de onlardan
taahhüt sahibi olanların taahhütlerinden dolayı, harbî olan kâfirler için
öldürülürler.[971]
Kâfirin
diyeti, Müslüman diyetinin yarısıdır.
İyi
biliniz ki; İslâmiyette değiş-tokuş yolu ile evlenme yoktur![972]
Kadın
ne halasının, ne de teyzesinin üzerine nikahlanıp biraraya getirilebilir.[973]
Kocasının
izni olmadıkça onun malından birşey vermesi, kadın için helâl, caiz değildir.[974]
Kadın,
yanında bir mahremi bulunmadıkça, üç günlük yola gidemez.[975]
İyi
bilesiniz ki; vâris için, vasiyyete gerek yoktur![976]
Ayrı
din sahipleri, birbirlerine vâris olamazlar.[977]
Parmakların
her birisinde diyet, onar onar devedir.
Kemiği
görünen derin yaralardan her birisinde diyet, beşer beşer devedir.
Sabah
namazından sonra, güneş doğuncaya kadar, namaz yoktur.[978]
Zekat
ve sadakaları teslim almak için, hayvanları bir yerden başka bir yere sürdürüp
götürtm ek yoktur.
Zekat
ve sadakalar, ancak, mal sahiplerinin yurtlarında teslim alınacaktır.[979]
Sizi
iki günün orucundan nehyederim: Biri Kurban Bayramı günü, diğeri de Ramazan
Bayramı günü orucudur.
Sizi
iki biçim giyimden de men ederim: Hiçbiriniz, ne ud, edeb yerleri açıkta
kalacak biçimde sırt ve baldırlarını sarık ve benzeri bir bez parçasıyla
sarsın, sarınsın! Ne de, iki yanı kaldırılıp omuzlara atılınca ud, edeb
yerleri açılacak biçimde bir atkıya hürünsün!
Ben
size ancak anlayacağınız, tutacağınız yolu gösterdim!" buyurdu.[980]
Yemen
halkından Ebu Şah adında bir zât kalkıp:
"Yâ
Rasûlallah! Bunları, benim için, yazınız!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ashabına:
"Onun
için, yazınız!" buyurdu.[981]
"Ebu
Şah için yazdıkları nelerdi?" diye sorulunca, Evzâî:
"Onun
için, dinlemiş olduğu hutbe yazıldı" demiştir.[982]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hutbesini bitirdikten sonra, Mescici-i Haram'ın bir köşesine
varıp oturdu. Kabe'nin anahtarını elinde tutuyordu.[983]
Hicâbe
(Kabe'nin kayyımlığı) hizmetini Osman b. Talha'dan, sikâye (hacılara su
dağıtıcılığı) hizmetini de Hz. Abbas'tan geri almış bulunuyordu.[984]
Hz.
Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselama elini uzatarak:
"Yâ
Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Hicâbe
ile sikâye vazifelerini bizim üzerimizde birleştir!" dedi.[985]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
size halkın Beytullah'a göndereceği örtü gibi şeylerden geçiminizi
sağlayacağınız şeyi değil, hacıların su ihtiyaçlarını karşılamak üzere
servetinizden harcayarak bu yüzden hayra ereceğiniz zahmetli şeyi veriyorum!"
buyurdu[986] ve sikâye vazifesini Hz.
Abbas'a yeniden verdi.
Hz.
Abbas'ın Taifte üzüm bağı vardı.
Gerek
İslâmiyetten önce, gerek sonra, oradan kuru üzüm taşır, sunulacak Zemzemlerin
içine ondan atılarak, hacılara ikram edilirdi.
Hz.
Abbas'tan sonra, İbn Abbas da, onun oğlu da, ondan sonrakilerde, hep böyle
yaparlardı.[987]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Osman
nerede?" diye sordu.[988]
"Bana Osman'ı çağırınız!" buyurdu.[989]
Hz.
Osman (b. Affan), ayağa kalktı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bana
Osman'ı çağırınız!" buyurarak emrini tekrarladı.
Bunun
üzerine, Osman b. Talha ayağa kalktı.[990]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Şüphe
yok ki, Allah, emanetleri ehil olanlara vermenizi, insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa: 58) mealli
âyeti okuyarak:[991]
"Ey
Ebu Talha oğulları! Yüce Allah'ın emanetini, sizde temelli kalmak ve dürüst
hareket etmek üzere alınız!
Onu,
zalim olmadıkça, hiç kimse elinizden alamaz![992]
Ey
Osman! Yüce Allah size Beytini (Kabe'sini) emanet ediyor!
Yüce
Allah'ın emânetini alınız![993] Ey
Osman! İşte, anahtarını al!
Bu
gün, iyilik ve ahde vefa günüdür!" buyurdu.[994]
Osman
b. Talha anahtarı alıp gittiği sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam arkasından
ona seslendi.
Osman
b. Talha dönüp gelince:
"Sana
vaktiyle söylemiş olduğum şey vuku bulmadı mı?" diye sordu.[995]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hicretten önce, Mekke'de bulunduğu sırada Osman b. Talha'yı
İslâmiyete davet etmişti.
O
zaman, Osman b. Talha:
"Yâ
Muhammedi Sen kavminin dinine aykırı davranmış ve ortaya yeni bir din çıkarmış
bulunuyorsun! Doğrusu, benim sana tâbi olacağımı umman, şaşılacak
şeydir!" demiş; Peygamberimiz Aleyhisselam bir gün de halk ile birlikte
Kabe'nin içine girmek isteyince, Kabe'nin kayyımı olan Osman b. Talha
Peygamberimiz Aleyhisselama karşı çok kaba ve katı davranmış, Kabe'ye girmesine
engel olmuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun bu uygunsuz davranışını sükûnetle karşılamış ve:
"Ey
Osman![996] Umarım ki; bir gün sen
beni bu anahtarı nereye istersem koyacağım, kime istersem vereceğim bir mevkide
de göreceksin!" buyurmuştu.
Osman
b. Talha:
"O
zaman Kureyş mahvolmuş, kıymetten düşmüş olur!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bilakis,
asıl o zaman Kureyş yaşayacak ve kıymetlenecektir!" buyurmuştu.[997]
Osman
b. Talha, vaktiyle kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselama söylemiş olduğu
sözünü ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da kendisine söylemiş olduğu sözü
hatırladı ve:
"Şehadet
ederim ki; sen, hiç şüphesiz, Allah'ın Resûlüsün!" dedi.[998]
Ebu
Ahmed b. Cahş, Ebu Süfyan b. Harb'in damadı idi.[999]
Kadın
erkek bütün Cahş ailesi Mekke'deki evlerini barklarını bırakıp Medine'ye hicret
ettikleri zaman, Ebu Süfyan-onların antlaşmalıları olmasına rağmen-evlerine
elkoymustu.[1000]
Ebu
Süfyan, damadı Ebu Ahmed'in evini Amrb. Alkame'ye dört yüz dinara satmıştı.[1001]
Ebu
Ahmed, bunu haber alınca, söylediği bir şiirle Ebu Süfyan'ı kınamıştı.[1002]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Fetih hutbesini irad edip bitirdiği zaman, Ebu Ahmed, Mescid-i
Haram'ın kapısında, devesinin üzerinde:
"Allah
aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Sizinle olan andımıza riayet ediniz.
Allah
aşkına ey Abdi Menaf oğulları! Evimi bana geri veriniz!" diyerek bağırmaya
başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hemen, Hz. Osman'ı yanına çağırdı. Birşey söyleyip onu
sevindirdi.
Hz.
Osman da Ebu Ahmed'in yanına vardı, onu sevindirdi.
Ebu
Ahmed devesinden indi, halk ile oturdu.
Kendisinin,
Allah'a kavuşuncaya kadar, bu evden bahsettiği duyulmadı.[1003]
Ebu
Ahmed'e:
"Sana
Resûlullah Aleyhisselam ne söyledi?" diye sorduklarında:
'Sabredersen,
senin için hayırlı olur: Bu evine karşılık, sana Cennette bir köşk var!'
buyurdu.
Ben
de:
'Sabrederim!'
dedim" demiştir.[1004]
Ebu
Ahmed'in ev halkı da:
"Resûlullah
Aleyhisselam, Ebu Ahmed'e:
'Evine
karşılık, sana Cennette bir köşk var!' buyurdu" demişlerdir.[1005]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın vefatından sonra, Hz. Osman'a da:
"Fetih
günü, Ebu Ahmed'in sözü üzerine Resûlullah Aleyhisselam sana ne söylemişti?"
diye sorulmuştu.
Hz.
Osman:
"Resûlullah
Aleyhisselamın sağlığında ondan söz etmedim. Vefatından sonra söz eder miyim
hiç?" demiştir.[1006]
Fetih
günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına bir adam gelip konuşurken, kendisini
birden bir titreme tutmuş, titremeye başlamıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sakin
ve ebsem ol![1007]
Ben
bir hükümdar, bir kral değilim![1008]
Ben,
ancak, güneşte kurutulmuş et parçaları yiyerek geçinmiş olan Kureyşîlerden bir
kadının oğluyumdur" buyurdu.[1009]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Mekkelileri İslâmiyet üzerine bey'at yapmaya davet etti.[1010]
Mekkeliler
Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at için toplanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam
Safa tepeciğinin üzerinde oturdu.
Hz.
Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın berisinde durdu ve halkın ellerini tutup,
güçleri yettiği kadar Allah'ın ve Allah'ın Resûlünün buyruklarını
dinleyecekleri ve itaat edecekleri hakkında, Peygamberimiz Aleyhisselama birer
birer bey'atlarını aldı.[1011]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın bey'at almak üzere Mekke'nin yukarısındaki Sûku'l-Ganm'de,[1012]
Kam-ı Müskala yanında oturduğu da rivayet edilir.[1013]
Erkek kadın, büyük küçük bütün Mekkeliler, bey'at için geldiler.[1014]
Allah'a iman, Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın
Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet etmek suretiyle, Peygamberimiz
Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey'at ettiler.[1015]
Yüce
Allah, hepsinden razı olsun!
Bey'at
alınırken, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruklarını bey'at
edeceklere ulaştırmakta ve duyurmakta idi.[1016]
Bu
bey'at, erkeklerin bey'atı idi.[1017]
Mücaşi'
b. Mes'ud derki:
"Mekke
fethedildikten sonra, kardeşimle birlikle, Peygamber Aleyhisselamın yanına
gittim ve:
'Yâ
Rasûlallah! Medine'ye hicret etmek üzere bey'at için kardeşimi sana getirdim!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Artık,
hicretin hükmü-daha önce hicret edenlere ait olarak-geçti.[1018]
Mekke'nin fethinden sonra, hicret yoktur!' buyurdu.[1019]
Kendisine:
'Öyleyse,
hangi şey üzerine bey'atmı alacaksın?' diye sordum.
'İslâmiyet,
iman ve cihad üzerine!' buyurdu."[1020]
Hz.
Ebu Bekir, babası Ebu Kuhâfe'nin elinden tutup yedenek Mescid-i Haram'a
getirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu görünce:
"Şeyhi
evinde bıraksaydın, buraya kadar emendirmeseydin de, kendisinin yanına ben
varsaydım olmaz mıydı?" buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Yâ
Rasûlallah! Senin ona kadar yürümenden, onun sana kadaryürüyüp gelmesi, daha
lâyık, daha uygundur!" dedi.
Ebu
Kuhâfe gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam, önüne oturtup onun göğsünü sığadı.[1021]
Sonra
da, ona:
"Ey
Ebu Kuhâfe! Müslüman ol, selamete er!" buyurdu.
Ebu
Kuhâfe hemen Müslüman oldu, şehadet getirdi.[1022]
Allah
ondan razı olsun![1023]
Bir
süvari, Mekke'ye girince, Hz. Ebu Bekir'in bacısının boğazındaki gerdanlığı
almıştı.
Hz.
Ebu Bekir, bacısının elinden tutup:[1024]
"Allah
ve İslâmiyet aşkına! Bacımın gerdanlığını geri veriniz!" diyerek orada
seslendi.
Hiç
kimseden ses çıkmayınca da, bacısına:
"Ey
bacıcığım! Gerdanlığının karşılığını Allah'tan dile![1025]
Vallahi,
bugün insanlarda emanet duygusu pek azdır!" dedi.[1026]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas'a:
"Kardeşin
Ebu Leheb'in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar? Onlan göremedim!?"
diye sordu.
Hz.
Abbas:
"Herhalde,
Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlarda gidip
uzaklaşmışlardır!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onları
bulup bana getir!" buyurdu.
Hz.
Abbas, hayvanına binip onlan getirmeye gitti ve getirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onları Müslümanlığa davet edince, onlar Müslüman oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların Müslüman olmalarına çok sevindi. Ellerinden tutup onları
Mültezem'e götürdü. Onlar için Allah'a dua ettikten sonra döndü.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yüzünde sevinç görünüyordu.
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Allah seni sevindirsin! Yüzünde sevinç görüyorum?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
Amcamın şu oğullarını benim için bağışlamasını Rabbimden diledim. O da
bağışladı!" buyurdu.[1027]
Kureyş
erkeklerinin bey'atları bitince, Kureyş kadınları takım takım gelip Peygamberimiz
Aleyhisselama bey'at ettiler.[1028]
Ümmü
Hani binti Ebu Talib, Ümmü Habib binti Âs b. Ümeyye, Ervâ binti Ebi'l-lys (Âs),
Âtike binti Ebi'l-lys ile, Affan b. Ebi'l-lys'ın kızı, gelip ilk bey'at eden
kadınlar arasındaydı.[1029]
Ebu
Süfyan b. Harb'in kansı Hind binti Utbe, İkrime b. Ebu Cehil'in kansı Ümmü
Hakîm binti Haris b. Hişam, Safvan b. Ümeyye'nin karısı Begüm binti Muazzel,
Fâhite binti Velid b. Mugîre, Hind Reyta binti Münebbih b. Haccac ve daha bazı
Kureyş kadınları da, toplanarak, on kişilik birtakım halinde bey'at için
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında, zevcesi ile, kızı Hz. Fâtıma ve Abdulmuttalib oğulları
kadınlarından bazıları da bulunuyordu.[1030]
Hz.
Ömer; erkeklerin bey'atlarında olduğu gibi, Peygamberimiz Aleyhisselamın
buyruklarını kadınlara tebliğ edip ulaştırarak, onların da bey'atlarını aldı.[1031]
Ebu
Süfyan b. Harb'in karısı Hind binti Utbe'nin de dediği gibi, bey'at sırasında
Peygamberimiz Aleyhisselam Safa tepeciği üzerinde, Hz. Ömer de Peygamberimiz
Aleyhisselamın berisinde bulunuyor, bey'at için buyurduklarını kadınlara
ulaştırıyor, duyuruyordu.[1032]
Hind
binti Utbe, kocası Ebu Süfyan'a:
"Ben
gidip Muhammed'e bey'at etmek istiyorum!" deyince, Ebu Süfyan:
"Ben
senin dün bu sözünü yalanlar davranışta bulunduğunu görmüştüm!?" dedi.
Hind:
"Vallahi,
şu Mescidde, bu geceden öncesine kadar, (Müslümanların yaptıkları gibi) Allah'a
hakkıyla ibadet yapıldığını görmedim! Vallahi, onlar geceyi namaz kılarak
geçiriyorlar!" dedi.
Ebu
Süfyan:
"Sen
yapacağın şeyi muhakkak yaparsın! Kavminden bir adamı yanına al da, bey'at
etmeye onunla birlikte git!" dedi.[1033]
Hind,
tanınmamak için peçelenmiş,[1034] kılık
kıyafet değiştirmişti.[1035]
Tanınacağından, tanınırsa öldürüleceğinden korkuyor, Peygamberimiz Aleyhisselamdan
uzakça duruyor,[1036]
kendisini tanıtma-maya çalışıyordu.[1037]
Hind,
kanının dökülmesi mubah sayılanlar arasında idi.[1038]
Hind:
"Yâ
Rasûlallah! El tutuşup sana bey'at edelim mi?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
kadınlarla el tutuşmam!
Benim
yüz kadına birden hitab etmem, her kadına ayrı ayrı hitab etmem gibidir"
buyurdu.[1039]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kadınlarla ancak sözle bey'at yapardı. [1040]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Söyle
onlara: 'Allah'a hiçbir şeyi eş, ortak tutmamak üzere Resûlullaha bey'at
edecekler!'" buyurdu.
Hind'in
yanındaki Kureyş kadınları sustular, konuşmaktan kaçındılar.
Hind:
"Vallahi,
biz, kadın erkek bizler, putlara tapıp duruyorduk.
Senin
erkeklerden almadığını gördüğümüz bir taahhüdü sen bizden alıyorsun![1041]
Erkeklerden
istemediğin bir taahhüdü kadınlardan ne diye istiyorsun? [1042]
Her
ne ise, biz, söylememizi istediğin şeyi de söyleyeceğiz![1043]
Ben
iyice anlamışımdır ki; Allah ile birlikte başka mabudlar da olsaydı, başımıza
gelenlerden bizi korurlardı!" dedi.[1044]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hind'e baktı ve Hz. Ömer'e:
"Söyle
onlara: Hırsızlık da etmeyecekler!" buyurdu[1045]
Hind:
'Yâ
Rasûlallah! (Kocam) Ebu Süfyan, pinti ve cimri bir adamdır![1046]
Vallahi,
ben, onun haberi olmadan, malından birşeyler çalıyordum!
Bu,
benim için, helâl midir, değil midir; bilmiyorum.[1047]
Ebu
Süfyan ne bana, ne de oğluma yeteri kadar birşey vermiyor!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onun
malından, kendine ve oğluna yetecek kadar birşey alabilirsin!" buyurdu.[1048]
Ebu
Süfyan:
"Senin
geçmişteki çaldığın, geçti gitti. Gelecekte çalacağın da, sana helâl
olsun!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi,[1049]
Hind'i yanına çağırdı [1050]
ve:
"Demek,
sen Hind binti Utbe'sin hâ?!" buyurdu.
Hind:
"Evet![1051]
Allah'a şükürler olsun ki; kendisi için seçip beğendiği dinini üstün kılmıştır.
Ey
Muhammed! Muhakkak ki, bana rahmetin dokunacaktır! Ben şimdi Allah'a inanmış
bir kadınım!" dedi ve yüzünden peçesini açtı.
"Ben
Hind binti Utbe'yim![1052]
Allah
geçmişleri bağışlar.[1053]
Sen de benim geçmişlerimi bağışla ki, Allah da seni bağışlasın!" dedi.[1054]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hind'e:
"Hoşgeldin!"
buyurdu.
Hind:
"Vallahi
yâ Rasûlallah! Dün, yeryüzünde senin çadırındakiler kadar zillete ve hakarete
uğramasını özlediğim bir çadır halkı yoktu!
Bugün,
sabaha çıkınca, senin çadırındakiler kadar izzet ve şerefe ermesini özlediğim
bir çadır halkı yoktur!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu
hal sende daha da çoğalsa gerektir!" buyurdu.[1055]
Fâtıma
binti Utbe de:
"Senin
çadırın ve içindekiler kadar kin duyduğum ve Allah'ın yağmalatmasını
arzuladığım bir çadır yoktu! Fakat, şimdi bana senin çadırın ve içindekiler
kadar sevdiğim ve Allah'ın mamur ve mübarek kılmasını özlediğim bir çadır
yoktur!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyledir!
Vallahi, ben kendisine çocuklarından, ana ve babalarından daha sevgili olmadıkça,
hiçbiriniz, gerçekten iman etmiş olmazsınız!" buyurdu.[1056]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'e döndü ve:
"Söyle
onlara: Zina etmeyecekler!" buyurdu.
Hind:
"Yâ
Rasûlallah! Hür kadın zina eder mi hiç?!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Vallahi, hür bir kadın zina edemez!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer'e:
"Söyle
onlara: Çocuklarını da öldürmeyecekler!" buyurdu.[1057]
Hind:
"Vallahi,
küçük iken, onları biz büyüttük, yetiştirdik. Büyük iken, onları siz öldürdünüz
[1058]
Sen
bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki[1059]
onları öldürelim?![1060]
Her
ne ise, bu, sizin ve onların bileceği bir iş!" dedi.[1061]
Hz.
Ömer, Hind'in:
"Sen
bize Bedir günü öldürmedik çocuk bıraktın mı ki?" sözüne o kadar güldü ki,
az kalsın arkasına devrilecekti!
Peygamberimiz
Aleyhisselam ise, sadece gülümsedi.[1062]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Söyle
onlara: Elleriyle ayakları arasından bir iftira düzüp getirmeyecekler!"
buyurdu.
Hind:
"Vallahi,
iftira çok kötü birşeydir.
Bize
ancak doğru yol ve ahlâkî faziletler emrolunuyor! dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Söyle
onlara: Allah'a tâat ve kulluk sayılan işlerde Resûlullaha muhalefet ve
itaatsizlik etmeyeceklerdir!" buyurdu.
Hind:
"Vallahi,
şu meclisimizde, hakkımızdaki herhangi birşeyde sana itaatsizlik ve muhalefet
edelim diye oturmadık![1063]
Babam,
anam sana feda olsun! Sen bizi ne kadar şerefli, ne kadar güzel şeylere davet
ettin!" dedi.[1064]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onlara Kur'ân-ı Kerîm okudu.[1065]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ebtah'ta bulunduğu sırada, Hind binti Utbe, kestirdiği iki körpe
oğlağını ateş veya güneşte iyice ısıtılmış taş üzerinde kebap yaparak
Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Hizmetçi
kadın Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırına vardı, selam verdi. İçeri girmek
için izin istedi. İzin verilince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdi.
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, zevcesi Hz. Üımımü Seleme ile Hz.
Meymûne ve Abdulmuttalib oğulları kadınlarından da bazıları bulunuyordu.
Hind'in
azadlısı kadın:
"Hanımım
bu hediyeyi sana gönderdi. Kendisi 'Bugünlerde, bu yıllarda, koyunlarımız çok
az kuzu-luyor1 diyor ve kebabı kuzudan yapamadığı için özür diliyor"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah
sizin koyunlarınızı bereketlendirsin ve kuzulayıcılarını çoğaltsın!"
diyerek dua etti.
Hizmetçi
kadın Hind'in yanına dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın duasını haber verince,
Hind buna çok sevindi.
Hizmetçi
kadın:
"Koyunlarımızın
ve kuzulayıcılarımızın öylesine çoğaldıklarını gördük ki, ne bundan önce, ne de
yakın zamanlarda böylesini hiç görmemiştik!" derdi.
Hind
de:
"Bu,
Resûlullah Aleyhisselamın duası bereketi yüzündendir!
Hamd
olsun o Allah'a ki, bizi İslâmiyete hidayet etti.
Bir
gece rüyamda kendimi güneşin altında devamlı olarak ayakta duruyor, yakınımda
bulunan gölgeye gitmeye bir türlü güç yetiremiyor bir halde görmüştüm!
Resûlullah
Aleyhisselam bize yaklaşınca, sanki gölgeye girivermiştim!" derdi.[1066]
Hind,
Müslüman olunca, evindeki putu keserle vurup parça parça etmiş ve:
"Biz
senden dolayı ne kadar gurur, aldanış içinde idik!" demiştir.[1067]
Mekke'de,
umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı.
Bir
kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu,
onun yola çıkmadan önce yapacağı iş olurdu.
Yoldan
döndüğü zaman da, yine, puta el yüz sürer; bu, onun döndükten sonra, daha
ailesini görmeden yaptığı ilk iş olurdu.
Yüce
Allah, Muhammed Aleyhisselamı tevhid akidesiyle peygamber olarak gönderdiği
zaman, Kureyşliler
"Bütün
ilahları bir tek ilah mı yapıyor?! Doğrusu, bu, şaşılacak şey!"
demişlerdi.[1068]
Cübeyr
b. Mut'im der ki:
"Mekke'nin
fethedildiği günlerde, Resûlullah Aleyhisselamın münâdîsi (seslenicisi):
'Allah'a
iman eden kişi, evinde kırmadık, yakmadık put bırakmasın! Putların parası da
haramdır!' diyerek seslendi.
Bundan
önce, Mekke'de, onlara tapıldığını, çöl Araplarının onları satın alıp
çadırlarına götürdüklerini görürdüm.
Kureyşîlerden,
evlerinde bir putu bulunmayan, evlerine girerken, evlerinden çıkarken ona
teber-rüken el sürmeyen kimse yoktu.
Mekke'de
nida edildikten sonra, yeni Müslümanlar evlerindeki putları kırdılar."[1069]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'de içkileri de döktürdü. İçki küplerini kırdırdı.
İçki
ve put alım satımını,[1070]
içki ve put, domuz, ölmüş hayvan eti bedelini yemeyi, kâhinlere ücret vermeyi...
de yasakladı.[1071]
Velid
b. Ukbe der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam Mekke'yi fethettiği zaman, Mekkeliler çocuklarını Resûlullaha
götürüyor, Resûlullah Aleyhisselam da onların başlarını sıvazlıyor, okşuyor,
kendilerine dua ediyordu.
Beni
de Resûlullaha götürdüler.
Başıma
bol zaferanla diğer kokulardan yapılan ağır bir koku sürülmüştü.
Resûlullah
Aleyhisselam benim başımı sığamadı. Kendisini bundan alıkoyan, ancak, anamın
beni bu ağır koku ile kokulamış olması idi. Resûlullah Aleyhisselam, sırf bunun
için, benim başımı sığamadı."[1072]
Mekkelileri
Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya ayaklandınp Handeme'de Halid b. Velid'e
karşı koyan üç Kureyşliden birisi Süheyl b. Amr idi.[1073]
Kendisi;
yaptıklan muahede hükmünü çiğneyerek yüzlerini örtüp Benî Bekrierle birlikte
Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1074]
Süheyl
b. Amr der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam Mekke'ye girip hakim olduğu zaman, kendimi evime attım, kapımı
üzerime kapattım!
Benim
için Muhammed'den eman istesin diye, oğluma haber saldım. Öldürülmeyeceğimden
emin değildim: Muhammed'le ashabına karşı olan tutum ve davranışlarımı
hatırladım. Onlar katındaki durumumu düşündüm.
Benden
daha kötü davranışlı bir kimse yoktu:
Resûlullah
Aleyhisselamla hiç kimse karşılaşmazken, Hudeybiye günü ben karşılaşmış,
muahede-nameyi de zorlayıp istediğim biçimde yazdırmıştım.
Bedir
ve Uhud savaşlarına ve Kureyşlilerin ona karşı olan her hareketine
katılmıştım!..."
Abdullah
b. Süheyl, babası için, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ
Rasûlallan! Ona eman verecek misin?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
Ona Allah'ın emanı ile eman verilmiştir! Evinden dışarı çıksın!" buyurduktan sonra, çevresinde bulunanlara:
"Kim
Süheyl b. Amr'a rastlarsa, ona dokunmasın! Ona sert bakışla da bakmasın ki, o
dışarı çıkabilsin!
Andolsun
ki; Süheyl, aklı ve şerefi olan bir adamdır.
Süheyl
gibi kişiler, İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamazlar.
O,
şimdiye kadar üzerinde durduğu şeylerin kendisi için hiç de yararlı olmadığını
görmüş ve anlamış bulunuyordur!" buyurdu.
Abdullah
b. Süheyl, babasının yanına gidip, Peygamberimiz Aleyhisselamın söylediklerini
ona haber verdi.
Süheyl
b. Amr:
"Vallahi,
o küçükken de, büyükken de, iyi, dürüst ve yararlı idi" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına gidip gelmeye başladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselamla birlikte, Huneyn gazasına gitti ve Ci'râne'ye gelince Müslüman
oldu.[1075]
Allah
ondan razı olsun![1076]
Huvaytıb
b. Abduluzzâ, Hudeybiye muahede ve musalahası yazısına şahit olduğu ve imzasını
koyduğu halde, bu muahede hükmünü çiğneyerek yüzünü kapatıp Benî Sekilerle
birlikte Huzâalan uyurken kılıçtan geçiren Kureyşliler arasında idi.[1077]
Huvaytıb
b. Abduluzzâ der ki:
"...Fetih
yılı, Resûlullah Aleyhisselam Mekke'ye girince, son derecede korktum. Hemen
evimden dışarı çıktım.
Ev
halkımı, içinde emniyette olabilecekleri yerlere dağıttım.
Kendim
de, Avf'ın bahçesine kadar gittim.
Bahçeye
girdiğim zaman, orada Ebu Zerri'l-Gıfârî ile karşılaştım.
Kendisiyle
aramızda dostluk vardı. Dostluk ise, tabiî ki, temelli olarak birbirlerini
korumayı gerektirir.
Onu
görür görmez, kaçtım.
Bana:
'Ebu
Muhammedi1 diyerek seslendi.
'Buyur!'
dedim.
Bana:
'Senin
neyin var? Sen ne için kaçıyorsun?' diye sordu.
Ona:
'Korkum
var!' dedim.
Bana:
'Senin
için korku yok! Yüce Allah'ın emanıyla, sana eman verilmiştir! [1078]
Gel!' dedi.[1079]
Hemen,
dönüp yanına vardım, selam verdim.[1080]
'Sana
eman verilmiştir. İstersen seni Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna çıkarayım,
istersen1[1081] evine kadar git!1
dedi.
Kendisine:
'Benim
için, evime kadar gitmeye imkân var mı ki? Vallahi, evime sağ olarak
kavuşacağımı sanmıyorum! Ya yolda yakalanır, öldürülürüm, ya da evimde iken
yanıma girilir, öldürülürüm [1082] Ev
halkım da, dağınık yeri erdedir' dedim.
Bana:
'Haydi,
sen ev halkını bir yerde tnpla![1083]
Seni
evine ulaştırıncaya kadar, seninle birlikte geleceğim!' dedi ve benimle
birlikte geldi.
Gelirken
de:
'Huvaytıb'a
eman verilmiştir! Ona saldırılmayacak, dokunulmayacaktır!' diyerek
sesleniyordu.
Ebu
Zer, beni evime ulaştırdıktan sonra, dönüp Resûlullah Aleyhisselama gitti.
Durumu kendisine arzetti.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Mekkelilerden,
öldürülmelerini emrettiğim kimseler dışındaki herkese eman vermiş değil
miydik?!' buyurdu.[1084]
Bunun
üzerine, öldürülmeyeceğime iyice kanaat getirdim.
Ev
halkımı da evlerine geri çevirdim.
Ebu
Zer yanıma tekrar geldi ve bana:
'Ebu
Muhammedi Sen her yerde geçip gittin! Daha ne zamana kadar ve nereye kadar
geçip gideceksin?!
Sen
hayırlardan birçoğunu kaçırdın! Geride kalan daha birçok hayır var!
Hemen
Resûlullah Aleyhisselama git, Müslüman ol, selamete er!
Resûlullah
Aleyhisselam insanların en iyisi, insanların akrabalık haklarını en çok
gözeteni, insanların en hayırlısı, en ağırbaşlısı, en uslusu, en yumuşak
huylusudur.
Onun
şerefi, senin de şerefindir. Onun güçlülüğü, üstünlüğü, senin de güçlülüğün,
üstünlüğündür!' dedi.
Ebu
Zer'e:
'Öyleyse,
ben seninle birlikte çıkar, ona giderim' dedim.
Hemen,
onunla birlikte yola çıkıp Ebtah'ta bulunan Resûlullahın yanına vardım.
Ebu
Bekir ve Ömer de, onun yanında bulunuyordu.
Resûlullah
Aleyhisselamın başucunda durdum.
Ebu
Zer'e:
'Ona
selam verileceği zaman ne söylenir?' diye sordum.
Ebu
Zer:
'Esselâmu
aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtüh=Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri
üzerine olsun ey peygamber, de!' dedi.
Resûlullaha
böyle söyleyerek selam verdim.
Resûlullah
da:
'Ve
aleykesselâm Huvaytıb!=Senin üzerine de olsun Huvaytıb!' buyurdu.
Hemen:
'Eşhedü
en lâ ilahe illallah ve enneke Resûlullah=Şehadet ederim ki; Allah'tan başka
hiçbir ilah yoktur! Hiç şüphesiz, sen de Allah'ın Resûlüsün!' dedim.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Hamd
olsun o Allah'a ki, seni hidayete, doğru yola erdirdi!1 buyurdu ve
Müslüman olmama sevindi. "[1085]
Allah
ondan razı olsun![1086]
İkrime
b. Ebu Cehil'in zevcesi Ümmü Hakîım binti Haris, akıllı bir kadındı. [1087]
Mekkefethedildiği
zaman, içlerinde Hind binti Utbe'nin de bulunduğu, Kureyş kadınlarından on kişilik
bir topluluk halinde gelip Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at ederek Müslüman
olduktan sonra:
"Yâ
Rasûlallah! İkrime senden korkarak kaçtı. Kendisini senin öldüreceğinden
korkuyor. Ona eman versen?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ona
eman verilmiştir!" buyurdu.[1088]
Ümmü
Hakîm Hatun, kocası için Peygamberimiz Aleyhisselamdan eman alınca, onu aramaya
gidip getirmek için de izin istedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam izin verdi.[1089]
Ümmü
Hakim, Rumî uşağını yanına alarak yola çıktı.
Yolda
uşağı ona sarkıntılığa yeltendi.
Ümmü
Hakîm, Âkke halkından bir cemaatin yanına varıncaya kadar onu oyaladı. Orada,
uşağına karşı onlardan yardım istedi. Onlar da uşağı iple sımsıkı bağladılar.
Ümmü
Hakîm, İkrimeye, Tihâme sahillerinden bir sahilde, gemiye bindiği bir sırada
yetişti.[1090]
İkrime
der ki:
"Gemiye
binip Habeşe'ye kavuşmak istiyordum. Binmek için, geminin yanına vardım.
Gemici,
bana:
'Ey
Allah'ın kulu! Allah'a şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah'ı bir tanımadıkça
gemime binme! Bunu yapmazsan, geminin içinde helak olacağımızdan korkarım!'
dedi.
Kendisine:
'Allah'a
şerik koşulan şeyleri bırakıp Allah'ı bir tanımayan hiç kimse gemiye binemez
mi?' diye sordum.
Gemici:
'Evet!
Allah'a karşı ihlaslı olmadıkça, hiç kimse gemiye binemez!' dedi."[1091]
İkrime
gemide oturduğu yerden seslice Lâtve Uzzâ adını anınca, gemici:
"Şurada
hiç kimsenin Allahtan başka hiçbir şeye dua etmesi caiz ve doğru olamaz![1092]
Allah'a
karşı ihlaslı ol! Başkasını araya karıştırma!" dedi.
İkrime:
"Peki!
Ne diyeyim?" diye sordu.
Gemici:
"'Allah'tan
başka ilah yoktur!' de![1093]
Çünkü,
burada Allah'tan başkası yarar vermez!" dedi.
İkrime:
"Galiba,
bu, Muhammed'in bizi imana davet ettiği İlah olsa gerekli [1094]
Halbuki,
ben bu yüzden kaçmıştım! [1095]
Muhammed'in
getirip kabul etmeye bizi davet ettiği ve üzerinde anlasam ayarak kendisinden
ayrıldığım şey de budur!
Vallahi,
o denizde İlahımız ise, muhakkak, karada da İlahımızdır![1096]
Vallahi,
o denizde bir olursa, her halde, karada da birdir!" dedi.[1097]
O
sırada, çıkan fırtına gemiyi altüst ediyordu!
Gemici,
gemi halkına:
"İlahınıza
ihlaslı olunuz: O'ndan başka hiçbir şey, felâketi başımızdan savamaz!"
dedi.[1098]
İkrime,
gemi halkının Allah'a dua ve birliğini ikrar ettiklerini görünce, onlara:
"Bunu
ne için yapıyorsunuz?" diye sordu.
"Burada
Allah'tan başkası yarar vermez!" dediler.[1099]
İkrime:
"Denizde
Allah'a ihlaslı olmadıkça beni hiçbir şey kurta ram azsa, karada da ondan
başkası kurtaramaz!
Ey
Allah'ım! Boynumun borcu olsun: Eğer sen beni içinde bulunduğum tehlikeden
kurtarırsan, Muhammed'e gidip elimi onun eline koyarak bey'at edeyim [1100]
Beni
geri çeviriniz [1101]
Allah'a
yemin ederim ki; ben artık Muhammed'in yanına döneceğim!" dedi.[1102]
İkrime
der ki:
"İşte
bunun üzerinedir ki, İslâmiyeti anlamaya başladım ve İslâmiyet sevgisi kalbime
düştü!"[1103]
Ümmü
Hakîm de, o sırada, yanlarına varmış bulunuyordu.[1104]
İkrime'ye:
"Ey
amcamın oğlu! Ben sana insanların akraba haklarını en çok gözeteni, insanların
en iyisi ve en hayırlısı olan zâtın yanından geldim![1105]
Kendini
boş yere helak etme! Sen bunun üzerinde dur!
Sonunda
gerçeği kavrayacak ve anlayacaksın![1106]
Hem,
ben senin için[1107]
Muhammed Resûlullah Aleyhisselamdan[1108]
eman da almış bulunuyorum![1109]
Sen emniyettesin!" dedi.[1110]
İkrime:
"Sen
bu işi yapabildin mi?" diye sordu.
Ümmü
Hakîm:
"Evet!
Ben kendisiyle konuştum. Sana eman verdi" dedi.
İkrime:
"Rumî
uşağının bir kötülüğü ile karşılaştın mı?" diye sordu.
Ümmü
Hakîm onun kendisine yapmak istediği kötülüğü haber verince, İkrime vurup onu
öldürdü.
Ümmü
Hakîm, İkrime'nin temas isteğini:
"Sen
kâfirsin! Ben Müslüman bir kadınım!" diyerek reddetti.
İkrime:
"Seni
benden geri durduran şey, herhalde, büyük birşey olsa gerek!" dedi.[1111]
İkrime,
Ümmü Hakîm ile birlikte Mekke'ye döndü.
Mekke'ye
yaklaştıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"İkrime,
sizin yanınıza, mü'min ve muhacir olarak geliyor!
Sakın,
onun babasına kötü söz söylemeyiniz!
Çünkü,
ölüye kötü söz söylemek diriyi üzer, ölüye birşey erişmez!" buyurdu.[1112]
İkrime
Peygamberimiz Aleyhisselamın çadırının kapısına gelip eriştiği,[1113]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu gördüğü zaman,[1114]
onun gelişine sevincinden dolayı hemen sıçrayıp ayağa kalktı ve yanına doğru
vardı [1115] Onu kucakladı.[1116]
Ona
üç kere: [1117]
"Hoşgeldin
süvari muhacir!" buyurdu.[1118]
Sonra,
oturdu.
İkrime
ile Ümmü Hakîm de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdular.
Ümmü
Hakîm'in yüzü peçeli idi.[1119]
İkrime:
"Yâ
Muhammed! Bu zevcem senin bana eman verdiğini söyledi!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Doğru
söylemişin[1120] Sana eman
verilmiştir!" buyurdu.[1121]
İkrime:
"Yâ
Muhammed! Sen beni nelere davet ediyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
seni Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma
şehadet etmeye,
Namaz
kılmaya,
Zekat
vermeye,
Oruç
tutmaya,
Haccetmeye,
Ve
şöyle şöyle yapmaya davet ediyorum!" buyurup, İslâmiyet esaslarını ve
İslâm ahlâkını saydı.
İkrime:
"Vallahi,
sen ancak hak ve gerçek olana, güzel ve iyi birşeye davet ediyorsun!
Vallahi,
davet ettiğin şeylere davete başlamadan önce de, sen içimizde sözü en doğru
olanımız, iyilik yönünden de en iyimizdin![1122]
Ben
şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur.[1123] O'nun
eşi, ortağı da yoktur![1124]
Yine
şehadet ederim ki; Muhammed Allah'ın kulu ve resûlüdür![1125]
Sen
ki, Allah'ın kulu ve resûlüsün! İnsanların en iyisi, en doğrusu ve en
vefalısısın!" dedi.
İkrime,
bunları söylerken, Peygamberimiz Aleyhisselamdan utandığından dolayı, başını
önüne eğmiş bulunuyordu.[1126]
İkrime'nin
Müslüman oluşu Peygamberimiz Aleyhisselamı sevindindi.[1127]
İkrime:
"Yâ
Rasûlallah! Bildiğinin hayırlısını bana öğret, işlememi de emret![1128]
sen bana hayırlı olan şeyi öğret de, ben onu söyleyeyim" dedi.[1129]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"'Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki;
Muhammed Allah'ın kulu ve resûlüdür!1 dersin![1130]
Allah yolunda cihad edersin!" buyurdu.[1131]
İkrime:
"Bundan
sonra, ne diyeyim?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"'Allah'ı
şahit tutarım ve burada bulunanları da şahit tutarım ki; ben Müslümanım,
muhacirim ve mücahidim1 dersin!" buyurdu.
İkrime
de, öyle söyledi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben,
bugün benden dilediğin şeyi, senden başka kimseye vermediğim şeyi sana
vereceğim!" buyurdu.[1132]
İkrime:
"Yâ
Rasûlallah[1133] Sana karşı yaptığım
bütün düşmanlıklar,[1134]
müşrikliğin yayılması ve üstün gelmesi arzusuyla[1135]
sana karşı attığım bütün adımlar, sana karşı geldiğim bütün yerler, senin
yüzüne karşı veya arkandan sarf ettiğim bütün sözler için bana Allahtan mağfiret
dilemeni istiyorum!" dedi.[1136]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ım! Onun bana karşı yaptığı bütün düşmanlıklardandı.[1137]
Senin yolundan çevirmek maksadıyla[1138]
gittiği, içinde erişeceği yere kadar adım attığı ve bununla da Senin nurunu
söndürmeyi arzuladığı her yerdeki tutum ve davranışlarından doğan günahlarını
bağışla! Onun, aleyhimde, yüzüme karşı veya arkamdan işlediği bütün kötülükleri
de bağışla!" diyerek dua etti.
İkrime:
"Razı
oldum yâ Rasûlallah![1139]
Amma,
vallahi, yâ Rasûlallah! Allah'ın kullarını Allah'ın yolundan çevirmek için
harcadığımın iki katını Allah yolunda harcamadıkça, Allah yolundan çevirmek
için yaptığım savaşların iki katını da Allah yolunda yapmadıkça, geri
durmayacağım!" dedi.[1140]
Hz.
Âişe derki:
"Resûlullah
Aleyhisselam:
'Uyurken
rüyamda Ebu Cehil'in yanıma gelip bana bey'at ettiğini görür gibi oldum!'
buyurmuştu.
(Ebu
Cehil'in yeğeni) Halid b. Velid, Müslüman olunca:
'Yâ
Rasûlallah! Halid'in Müslüman olmasıyla, Allah senin rüyanı doğruladı' denildi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Muhakkak
ki, ondan başkası Müslüman olacaktır!' buyurdu.
Nihayet,
İkrime b. Ebu Cehil Müslüman oldu ve bu, Resûlullah Aleyhisselamın rüyasını
doğruladı ."[1141]
Başka
bir rivayette de; Peygamberimiz Aleyhisselam rüyasında Cennete girince, orada
hoşuna giden bir hurma ağacı görmüştü.
"Bu
kimindir?" diye sorup da;
"Ebu
Cehil'indir!" denilince, bu çok ağırına gitmiş, kendi kendine:
"Cennette
Ebu Cehil'in hurma ağacı nasıl olabilir?
Vallahi,
o hiçbir zaman Cennete giremez!" demişti.[1142]
Hz.
Ümmü Seleme de:
"Resûlullah
Aleyhisselam:
'Cennette
Ebu Cehil'e ait (olduğu söylenen) bir hurma ağacı gördüm!' buyurmuştu.
İkrime
b. Ebu Cehil Müslüman olunca da, bana:
'Ey
Ümmü Seleme! Ebu Cehil'e ait (olduğu söylenen) Cennette gördüğüm o hurma ağacı,
işte budur!' buyurdu" demişti.[1143]
İkrime,
Müslüman olduktan sonra, Mekke'de Kureyşîlerin evlerinden hangi evde put
bulunduğunu işitirse, hemen gider, onu kırardı. Halbuki, daha önce Cahiliye
çağında put yapıp satanların başı idi.[1144]
İkrime
iyi bir Müslümandı.[1145] Müslümanların
iyilerindendi.[1146]
Mushafı
eline alır, yüzüne gözüne sürer ve:
"Rabbimin
Kelamı, Rabbimin Kitabı!" diyerek ağlardı.[1147]
Yüce
Allah ondan razı olsun![1148]
Hâris
b. Hişam, Ebu Cehil'in kardeşi ve Halici b. Velid'in de amcasının oğlu idi.[1149]
Kureyşflerin
eşrafındandı.[1150]
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun Cahiliye çağında konukları ağırladığını, halka yemekler
yedirdiğini anar ve:
"Allah'ın
onu İslâmiyete hidayet etmesini ne kadar arzu ederdim!" buyururdu.[1151]
Peygamberimiz
Aleyhisselamin amcası Ebu Talib'in kızı ve Hz. Ali'nin kızkardeşi (ablası) Ümmü
Hani, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumî'nin nikâhlısı idi.
Akrabasından
dolayı kendisine akraba olan Haris b. Hişam ile Züheyrb. Ebi Ümeyye, Mekke'nin
fethi günü, Ümmü Hani'nin evine geldiler[1152]
ve:
"Biz
senin himayene giriyoruz!" dediler.
Ümmü
Hani, onlara:
"Olur!"
dedi.
O
sırada, Hz. Ali atlı ve tepeden tımağa kadar silahlanmış olarak Ü mmü Hani'nin
evine geldi.
Ümmü
Hani, Hz. Ali'yi tanıyamadı.
Ona:
"Ben
Resûlullah Aleyhisselamın amcasının kızıyım!" dedi.
Hz.
Ali miğferini yukarı kaldırıp yüzünü açınca, Ümmü Hani "Kardeşim!"
diyerek onu kucakladı, selamladı.[1153]
Hz.
Ali, Ümmü Hani'nin yanındaki müşrikleri görünce, öldürmek için kılıcını sıyırıp
onların üzerlerine yürüdü[1154]
ve:
"Öldüreceğim
onları!" dedi.[1155]
Ümmü
Hani:
"Ey
kardeşim![1156] Sen bana bu işi yapar
mısın?!" dedi[1157] ve
hemen onların üzerlerine bir örtü örttü.[1158]
Hz.
Ali:
"Sen
iki müşriği mi koruyorsun?![1159] Çekil
onların yanından!" dedi.[1160]
Ümmü
Hani:
"Vallahi,
sen onları öldüremezsin![1161]
Öldürmeye benden başlamadıkça!" dedi.[1162]
Bunun
üzerine, Hz. Ali birşey yapmadan çıkıp gitti.
Ümmü
Hani de, onların üzerlerine kapısını kilitledi ve:
"Hiç
korkmayınız!" dedi.[1163]
Durumu
arzetmek üzere, Mekke'nin yukarısındaki Bathâya, Hacun'a kadar gitti.[1164]
Peygamberimiz
Aleyhisselamı orada bulamadı. Hz. Fâtıma'yı buldu.[1165]
Ona:
"Anamın
oğlu Ali'nin elinden ne çektiğimi bir bilsen!
Bana
kocamdan akraba olan müşriklerden iki kişiyi himayeme almıştım. Ali öldürmek
için kılıcını sıyırıp onların üzerlerine yürüdü!" dedi.[1166]
Hz.
Fâtıma:
"Demek,
sen iki müşriği himayene aldın hâ?" dedi.[1167]
Hz.
Fâtıma'nın bu sözü, Ümmü Hani'ye, Hz. Ali'nin davranışından daha ağır geldi.
O
sırada Peygamberimiz Aleyhisselam oraya çıkageldi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın üstü başı tozlarım işti.[1168]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, çadırında, bir leğenin içinde yıkandı.
Yıkanıncaya
kadar, Hz. Fâtıma da elbisesini Peygamberimiz Aleyhisselamın çevresinde tutarak
Peygamberimiz Aleyhisselamı siperledi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam elbisesini giydi ve sekiz rekat kuşluk namazı kıldı.[1169]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ümmü Hani'yi görünce:
"Kim
bu?" diye sordu.
Ümmü
Hani:
"Yâ
Rasûlallah! Ben Ümmü Haniyim!" dedi.[1170]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ümmü Hani Fâhite! Hoşgeldin!" dedi[1171]
ve:
"Sen
ne için geldin?" diye sordu.[1172]
Ümmü
Hani:
"Yâ
Rasûlallah! Anamın oğlu Ali'nin elinden ne çektiğimi bir bilsen! Az kalsın
elinden kurtulamayacaktım!
Kocamdan
akrabam ve müşrik olan iki kişiye eman vermiş, kendilerini himayeme almıştım.
Anamın
oğlu Ali, üzerlerine yürüyüp onlan öldürmek istedi!" dedi.[1173]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onun
böyle davranması, uygun olmamış![1174]
Senin
himayene aldığın, bizim de himayemizdedir![1175]
Senin eman verdiğine, biz de eman ver-mişizdir![1176]
Onlar
öldürülmeyeceklerdir!" buyurdu.[1177]
Bunun
üzerine, Ümmü Hani hemen evine dönüp durumu onlara bildirdi ve:
"İsterseniz
burada oturun, isterseniz evlerinize dönün!" dedi.
Onlar,
Ümmü Hani'nin evinde iki gün oturduktan sonra, kendi evlerine döndüler.[1178]
Haris
b. Hişam derki:
"Müşriklerin
kendisine karşı koydukları her yerde Resûlullah Aleyhisselamın beni de görmüş
bulunmasına rağmen bana gösterdiği iyiliği ve merhameti hatırladıkça, beni
görmesinden utanır olmuştum.
Mescid-i
Haram'a girdiği sırada, kendisine rastladım.
Beni
güleryüzle karşıladı. Yanına varıncaya kadar, ayakta durdu.
Selam
verdim ve hemen Cenab-ı Hakk'ın birliğine şehadet getirip Müslüman oldum.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam;
'Hamd
olsun O Allah'a ki, sana doğru yolu gösterdi. İslâmiyeti
nasip etti. Senin gibi bir adam İslâmiyeti tanımaz ve takdir etmez olamaz!
Vallahi, zannetmem ki, İslâmiyet gibi bir din, tanınmaz ve takdir edilmez
olsun!' buyurdu."[1179]
Haris
b. Hişam; kalbleri İslâmiyete ısındırılmak için kollanılan kişiler arasında
iken, Müslümanlığını güzelleştirmiş, ashabın üstünlerinden ve hayırlılarından
olmuştur.[1180]
Yüce
Allah ondan razı olsun!
Haris
b. Hişam'ın oğlu Abdurrahman der ki:
"Haris
b. Hişam:
'Yâ
Rasûlallah! Bana birşey haber ver ki, ona sımsıkı sanlayım?' demişti.
Resûlullah
Aleyhisselam, diline eliyle işaret ederek:
'Buna
sahip ol!' buyurdu.
Aradan
çok geçmeden, onun en az konuşan bir adam olduğunu gördüm.
Halbuki,
ondan daha zeki ve anlayışlısı, atıp tutmaya başladığı zaman da ondan şiddetlisi,
hiddetlisi yoktur.[1181]
Mekke
fethedilince, Abdullah b. Zibârâ, öldürüleceğinden korkarak, Ümmü Hani'nin
kocası Hübeyre b. Ebi Vehb ile birlikte Necran'a kadar kaçtı ve Necran kalesine
girdi.
Orada,
kendilerine:
"Arkanızdakil
erden ne haber var?" diye sordukları zaman:
"Kureyşîleri
soruyorsanız, Muhammed Mekke'ye girdi. Kureyşîler de öldürüldüler!
Vallahi,
öyle sanıyoruz ki, Muhammed bu kalenize kadarda ilerleyip gelecektir!"
dediler.
Belharisler
ile Kilablar, kalelerinin bozuk, yıkık yerlerini onardılar ve yaylım
hayvanlarını topladılar.[1182]
Şair
Hassan b. Sabit'in söylemiş olduğu bir tek beyit, Abdullah b. Zibârâyı
uyarmaya, umutlandırmaya ve Mekke'ye geri çevirmeye yetti. [1183]
Abdullah
b. Zibârâ, Hassan b. Sabit'in beytini alıp da Mekke'ye, Peygamberimiz
Aleyhisselamin yanına gitmeye hazırlanınca, Hübeyre b. Ebi Vehb:
"Ey
amcamın oğlu! Sen nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.
Abdullah
b. Zibârâ:
"Vallahi,
Muhammed'in yanına gitmek istiyorum!" dedi.
Hübeyre
b. Ebi Vehb:
"Ona
tâbi olmayı mı istiyorsun?" diye sordu.
Abdullah
b. Zibârâ:
"Evet!
Vallahi!" dedi.
Hübeyre
b. Ebi Vehb:
"Keşke
ben senden başkasını yoldaş edinmiş olsaydım!
Vallahi,
zannetmem ki, sen Muhammed'e temelli bağlı kalasın!" dedi.
Abdullah
b. Zibârâ:
"Bu,
senin görüşündür!
İnsanların
en hayırlısı ve en iyisi olan amcamın oğlunu bırakıp da, ne için Benî Haris b.
Ka'bların yanlarında oturalım?!" dedi.
Necran'dan
ayrılıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Abdullah
b. Zibârâ gelirken, Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla birlikte oturuyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu görünce:
"İşte
İbn Zibârâ! Yüzünde İslâmiyet nuru parlıyor!" buyurdu.
Abdullah
b. Zibârâ, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip ayakta durdu ve:
"Selam
olsun sana ey Allah'ın Resûlü!
Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
Şüşhesiz
ki, sen de, O'nun kulu ve resûlüsün!
Hamd
olsun O Allah'a ki, beni İslâmiyete hidayet edip kavuşturdu.
Ben,
sana karşı, ata, deveye binerek veya yürüyerek düşmanlık yapmaktan geri
durmamış; sonra da, senden korkup Necran'a kaçmıştım.
İslâmiyete
hiçbir zaman yaklaşmamak istiyordum.
Yüce
Allah ise, benim için, istediğimden daha hayırlısını diledi ve onun sevgisini
gönlüme düşürünce, içinde yuvarlandığım dalâlet ve sapkınlıkları; hiçbir yarar
vermez, kendisine kimin taptığını, kimin tapmadığını bilmez bir taş parçası
karşısında akıl sahibinin tapınmasındaki ve ona kurbanlar kesmesindeki
manasızlığı ve boşluğu düşünebildim!" dedi[1184] ve
yapmış olduğu bütün kötülüklerden dolayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan özür ve
af diledi, özrü kabul edildi.[1185]
Allah
ondan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hamd
olsun O Allah'a ki, sana İslâmiyeti bahşetti.
Şüphe
yok ki, İslâmiyet kendisinden önce yapılanları siler!" buyurdu.[1186]
Abdullah
b. Zibârâ, İslâm amelleriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.[1187]
Abdullah
b. Zibârâ'nın arkadaşı Hübeyre b. Ebi Vehb ise, Necran'da oturdu. Orada müşrik
olarak ölüp gitti.[1188]
Abdullah
b. Sa'd b. Ebi Şerh de, Kabe'nin örtüsü altında bile olsa öldürülmesi
emnedilenler,[1189]
kanı helâl sayılanlar arasında idi.[1190]
Mekke
fethedilince, kaçıp Hz. Osman'a sığınmıştı.[1191]
Abdullah
b. Sa'd'ın annesi, Hz. Osman'ı emzirmişti.[1192]
Bunun
için, Abdullah b. Sa'd, Hz. Osman'ın sütkardeşi idi.[1193]
Abdullah
b. Sa'd, Hz. Osman'a:
"Ben
vallahi seni seçtim. Beni şurada tut! Muhammed'e git, benim hakkımda kendisiyle
konuş!
Muhammed
beni görürse gözlerimi oyar!
Çünkü,
benim suçum, suçların en büyüğüdür!
İşlemiş
bulunduğum suçtan pişmanlık duymuş, tevbe etmiş bulunuyorum!" dedi.
Hz.
Osman:
"Hayır!
Ben seni yanıma alır, giderim" dedi.
Abdullah
b. Sa'd:
"Vallahi,
o, beni görecek olursak, muhakkak boynumu vurdurur! Benim yüzüme bakmaz!
O,
benim kanımın dökülmesini helâl saymıştı.
Onun
ashabı da, beni öldürmek için, her yerde arıyorlar!" dedi.[1194]
Gerçekten
de, o her yerde sıkı sıkı aranılıp duruyordu. [1195]
Hz.
Osman, olağanüstü durum yatışıncaya kadar, Abdullah b. Sa'd'ı sakladı.[1196]
Sonra, ona:
"Haydi,
gel! Sen benim yanımda git! İnşaallah, Resûlullah Aleyhisselam seni
öldürmez!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Osman'ın hiçbir dileğini dinlememezlik etmezdi
Hz.
Osman, elinden tutup Abdullah b. Sa'd'ı Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
götürdü, önünde durdular ve:
"Yâ
Rasûlallah! Bunun anası bunu yürütür, beni sırtında taşırdı.
Bunun
sütünü keser, beni emzirirdi.
Bunu bırakır,
bana iyilik eder, hediye verirdi.
Bunu,
anasının benim üzerimdeki iyilikleri için, bana bağışla![1197]
Yâ
Rasûlallah! Halka verdiğin genişliği, emanı, İbn Ebi Serh'e de ver!" dedi
ve Abdullah b. Sa'd'ın elini tutup Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, boynunu ve yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz.
Osman İbn Ebi Serh'in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, yine, yüzünü ondan başka tarafa çevirdi.
Hz.
Osman İbn Ebi Serh'in elini tekrar Peygamberimiz Aleyhisselama uzattı.[1198]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ondan yüzünü başka tarafa çevirdikçe, Hz. Osman o yana varıp
karşısında duruyor ve dileğini tekrarlıyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam İbn Ebi Serh'ten tekrar tekrar yüz çevirmek, ona em an vermemekle,
birisinin hemen kalkıp onun boynunu vurmasını istiyordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu iş için hiç kimsenin kalkmadığını gördü.
Hz.
Osman ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın başını öptü ve:
"Yâ
Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! Şunun bey1 atı m al!"
diyerek, üzerine düştükçe düştü.[1199]
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh için af ve eman diledi.[1200]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, uzunca bir müddet sustuktan sonra: [1201]
"Olur!"
buyurdu.[1202]
Başını
kaldırıp Abdullah b. Sa'd'a üç kere baktı.[1203]
Sonra, bey'atını aldı.[1204]
Hz.
Osman Abdullah b. Sa'd'la dönüp gittikten sonra,[1205]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çevrelerindeki sahabilerine dönüp: [1206]
"Ben
ancak bazınız kalkıp onun yanına varsın da boynunu vursun diye sustum.[1207]
Bey'atını
almaktan ellerimi çektiğimi görünce, eman vermeden, kalkıp o fâsıkı öldürecek,
içinizde anlayışlı birkimse yok mu idi?![1208]
Bunu
yapmaktan sizi alıkoyan ne idi?!" buyurdu.[1209]
Bir
Ensarî, İbn Ebi Serh'i, görürse, öldürmeyi adamıştı.
İbn
Ebi Şerh Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına Hz. Osman'la geldiği zaman, Ensarî
kılıcı elinde, ayakta duruyor; İbn Ebi Serh'i öldürmesi için Peygamberimiz
Aleyhisselamın işaretini bekliyordu.
Hz.
Osman'ın kayırmasıyla İbn Ebi Şerh kurtulup gidince, Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ensarîye:
"Adağını
yerine getirsen olmaz mı idi?!" buyurdu.
Ensarî:
"Yâ
Rasûlallah! İki elim kılıcımda, ayak üzeri duruyor, onu öldürmek için bana ne
zaman işaret edeceksiniz diye bekliyordum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İşaret,
hıyanettir! Peygamber için, işaret etmek yoktur!" buyurdu.[1210]
Daha
başkaları da:
"Yâ
Rasûlallah! Biz, senin kalbinde olanı bilmiyorduk ki?[1211]
Keşke
bize gözünle işaret ediverseydin,[1212]
onu öldürdük!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
işaretle kimseyi öldürtmem [1213]
Peygamber
işaretle adam öldürtmez![1214]
Gözucuyla
işaret etmek hiçbir peygambere yaraşmaz!" buyurdu.[1215]
Abdullah
b. Sa'd b. Ebi Şerh, Peygamberimiz Aleyhisselamı gördükçe, utancından kaçar
dururdu.
Hz.
Osman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam,
anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah'ın seni her görüşünde senden nasıl
kaçtığını bir görseydin!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi ve:
"Onun
bey'atını almadım mı? Kendisine eman vermedim mi?" diye sordu.
Hz.
Osman:
"Evet
yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü
düşünüyor da, senin yüzüne bakmaktan utanıyor!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İslâmiyet
kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!" buyurdu.
Hz.
Osman hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa'd'a haber verdi.[1216]
Bunun
üzerine, Abdullah b. Sa'd, halk ile birlikte Peygamberimiz Aleyhisselama gider,
gelir, selam verirdi.[1217]
Abdullah
b. Sa'd, yeniden Müslüman olduktan sonra, İslâmiyet amelleri ile Müslümanlığını
güzelleştirmiş; ölünceye kadar, kendisinde kötü bir tutum ve davranış
görülmemiş[1218] sadece hayır ve
fazilet, iyi hallilik ve dindarlık görülmüş,[1219]
fitneden, daima kaçınır olmuş ve:
"Ey
Allah'ım! Benim en son amelimi sabah namazı yap!" diyerek dua etmiş
durmuştur.
Bir
gün, abdest alıp sabah namazına durmuş, birinci rekatta Fatiha ile Adiyât
sûresini okumuş, ikinci rekatın sonunda sağ tarafına selam vermiş, sol
tarafına selam verirken ruhu kabzolunmustur.[1220]
Allah
ondan razı olsun.[1221]
Kureyş
müşriklerinin ileri gelenlerinden Safvan b. Umeyye; Cidde'den gemiye binip
Yemen'e gitmek üzere Mekke'den kaçmış.[1222]
Şuaybe'ye ulaşmıştı.[1223]
Ashabdan
Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey
Allah'ın Peygamberin[1224]
Salvan b. Ümeyye benim kavmimin seyyididir. Kendisini denize atmak için kaçıp
gitmiş bulunuyor. [1225]
Senin kendisine eman vermeyeceğinden korkuyor.
Babam,
anam sana feda olsun![1226] Ha
ona da eman ver, ne olur?[1227]
Allah'ın
salât ü selamı senin üzerine olsun!" dedi.[1228]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ona
eman verilmiştir!" buyurdu.
Umeyr
b. Vehb, Safvan'ın izi sıra yola çıktı ve kendisine yetişti.[1229]
Safvan'ın
yanında Yesar adındaki uşağından başka kimse yoktu.
Safvan,
uşağına:
"Yazıklar
olsun sana! Bak, kimi görüyorsun?" diye sordu.
Uşak:
"Bu,
Umeyr b.Vehb'dir!" dedi.
Safvan:
"Ben
Umeyrl ne yapayım? Vallahi, o ancak beni öldürmek maksadıyla gelmiştir. Kendisi
bana karşı Muhammed'e yardım etmiş, onun peşine takılmış bulunuyor!"
dedikten sonra, Umeyr'e:
"Ey
Umeyr! Bana yaptıkların daha yetmedi mi?
Hem
borcunu ve ailenin geçimini banayükledin, hem de gelip beni öldürmek
istiyorsun!?" dedi.[1230]
Umeyr
b. Vehb:
"Babam,
anam sana feda olsun!
Allah'tan
kork, Allahtan kork da, kendini helak etmekten sakın!
İşte,
sana Resûlullah Aleyhisselamdan eman da getirmiş bulunuyorum!" dedi.
Safvan:
"Yazıklar
olsun sana! Sen benden uzak dur! Benimle konuşma!
Çünkü,
sen yalancısın! Olmayacak şeyi uyduruyorsun!" dedi.
Umeyr
b. Vehb:
"Ey
Safvan! Babam, anam sana feda olsun.[1231]
Ben,
sana, insanların en iyisinin ve akraba haklarını en çok gözeteninin yanından
geliyorum!
Resûlullah
Aleyhisselam sana eman verdi!" dedi.
Safvan:
"Hayır!
Vallahi, bana ondan tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, seninle birlikte
dönmem!" dedi.
Bunun
üzerine, Umeyr b. Vehb, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Yâ
Rasûlallah! Salvan'a gittim. O senden kaçıyor ve kendisini öldürmek istiyordu.
Ona
senin eman verdiğini söyledim.
'Bana,
ondan, tanıyacağım bir alâmet getirmedikçe, geri dönmem!' dedi.[1232]
Yâ
Rasûlallah! Kendisine eman verdiğini anlayacağı bir alâmet ver bana!"
dedi.[1233]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Al
sangımı!" buyurdu.[1234]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın verdiği sarık, Mekke'ye girerken başına sarmış olduğu, Yemen
bezinden sarığı idi.[1235]
Umeyr
b. Vehb, Salvan'a Peygamberimiz Aleyhisselamının sarığını götürdü.[1236]
Ona:
"Ey
Salvan! Babam, anam sana feda olsun![1237]
Ben,
sana, insanların en hayırlısının, akraba haklarını en çok gözeteninin,
insanların en iyisinin, insanların en sabırlısı,
en uslusunun yanından geliyorum.
Amcanın
oğlunun şerefi senin şerefindir!
Onun
üstünlüğü senin üstünlüğündür.
Onun
hükümranlığı senin hükümranlığındır.[1238]
O,
senin atalarının, babalarının oğludur.
Kendisi
hakkındaki tutum ve davranışlarında Allah'tan korkmanı sana hatırlatırım!"
dedi.[1239]
Safvan:
"Ben
öldürülmekten korkuyorum!" dedi.[1240]
Umeyr
b. Vehb:
"O
seni İslâmiyete davet ediyor. Kabul edersen ne âlâ!
Kabul
etmezsen, sana iki ay mühlet vermiş, tercih hakkı tanımıştır.
O,
insanların en vefalısı ve en iyisidir.
Mekke'ye
girerken sarınıp bir ucunu arkasına salmış olduğu sarığını sana
göndermiştir" dedi ve:
"Onu
görsen, tanır mısın?" diye sordu.
Safvan
"Evet!" deyince Umeyr b. Vehb sarığı çıkarıp ona gösterdi.
Safvan:
"Evet!
Aynen onun sarığıdır!" dedi [1241] ve
Umeyrle birlikte dönüp Mekke'ye geldi.[1242]
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mescid-i Haram'da Müslümanlara ikindi
namazını kıldırıyordu.
Orada,
ayakta durdular.
Safvan,
Umeyr b. Vehb'e:
"Müslümanlar
gece ve gündüzde kaç namaz kılarlar?" diye sordu.
Umeyr
b. Vehb:
"Beş
namaz!" dedi.
Safvan:
"Bu
namazlan onlara Muhammed mi kıldırır?" diye sordu.
Umeyr
b. Vehb:
"Evet!"
dedil
Peygamberimiz
Aleyhisselam selam vererek namazını bitirince, Safvan b. Ümeyye, bağırarak:
"Ey
Muhammed! Umeyr b. Vehb, bana senin sangını getirdi.
Beni
senin yanına gelmeye çağırdığını, İslâmiyet işini kabul edersem ne âlâ,
etmezsem bana iki ay mühlet verip tercih hakkı tanıdığını söyledi" dedi.[1243]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Doğru
söylemiş!" buyurdu.
Safvan
b. Ümeyye:
"Bana
bu hususta iki ay mühlet var, tercih hakkı tanı!" dedi.[1244]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sana
bu hususta iki ay değil, dört ay mühlet verilmiş, tercih hakkı tanınmıştır[1245] İn
hayvandan!" buyurdu.[1246]
Bunun
üzerine, Safvan hayvanından indi.[1247]
Huzâa
süvarileri Medine'ye gelerek Kureyşîlerle Benî Bekrlere karşı Peygamberimiz
Aleyhisselamın yardım va'dini alıp dönecekleri sırada:
"Yâ
Rasûlallah! Enes b. Züneymü'd-Di'lî seni şiirle hicv ve tahkir etti!"
demişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onun kanını heder ve helâl kılmıştı.[1248]
Enes
b.Züneym, bunu haber alınca, söylediği uzun bir şiirle Peygamberimiz Aleyhisselamdan
özür ve af diledi.[1249]
Benî
Bekrlerden Nüfâse oğullarının lideri Nevfel b. Muaviyetü'd-Di'lî bu hususta Peygamberimiz
Aleyhisselamla konuşup:
"Yâ
Rasûlallah! Sen affetmekte insanların başında gelirsin!
Bizden
hiçbir kimse, sana düşmanlık ve eziyet yapmamıştır.
Biz
cehalet içinde bulunuyor, neyi tutacağımızı, neyi bırakacağımızı bilmiyorduk.
Nihayet,
Allah bizi mahv ve helak olmaktan senin sayende doğru yola hidayet etti.
Huzâa
süvarileri onun aleyhinde sana çok yalan söylemişler!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bırak
Huzâa süvarilerini!
Biz
Tihâme'de, yakından veya uzaktan, bize Huzâalardan daha çok iyiliği dokunan bir
kimse görmedik!" buyurdu.
Nevfel
b. Muaviye sustu. Susunca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Affettim
onu!" buyurdu.
Nevfel
b. Muaviye:
"Babam,
anam sana feda olsun!" dedi.[1250]
Mekke
fethedilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mekke'nin
ganimetlerinden hiçbir şey bize helâl kılınmıştır!" buyurduğu için,[1251]
Mekke'den ganimet olarak birşey alınmamıştı.[1252]
İslâm
ordusunun zarurî ihtiyaçlarını karşılamak gerekiyor ve bu da, bir hayli paraya
bağlı bulunuyordu.
Bunun
için, Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke zenginlerinden kıntar[1253]
Safvan b. Ümeyye'den ödünç ve borç olarak 50.000 dirhem,
Abdullah
b. Ebi Rebia'dan 40.000 dirhem,
Huvaytıb
b. Abduluzzâ'dan da 40.000 dirhem gümüş para isteyip aldı.[1254]
Bunu,
muhtaç olan mücahidler arasından bölüştürdü. İhtiyaçlarına göre: her birine 50
dirhem veya daha az ya da daha çok düştü.
Benî
Cezîme harekâtının tazminatını da bununla karşıladı.[1255]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mekkelilere olan bu borcunu, Hevâzin savaşı ganimetinden
tamamıyla ödemişi[1256]
ve:
"Ödüncün
karşılığı, ancak, onu ödemek ve teşekkür etmektir!" buyurmuştur.[1257]
Cebr,
Yahudi olup, Abduddar oğullarının kölesi idi.[1258]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hicretten önce Mekke'de Yusuf sûresini okurken dinleyip, bunun
Allah Kelamı olduğuna kanaat getirerek Müslüman olmuştu.
Fakat,
Müslümanlığını gizli tutmakta idi.
Abdullah
b. Sa'd b. Ebi Şerh Müslümanlıktan dönüp Mekke'ye kaçınca, daha evine girmeden,
Cebrin Müslüman olduğunu efendilerine haber vermiş; onlar da, Cebr'i işkencenin
en ağırına uğratarak, söyletmek istediklerini zorla söyletmişler, onu
Müslümanlıktan döndürmüşlerdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Mekke'yi fethettiği zaman, Cebr gelip başından geçenleri
Peygamberimiz Aleyhisselama anlattı ve buna da Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in
sebeb olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Cebr'i efendilerinden satın alıp azad etti. Kendisini Benî
Âmirlerden şerefli bir kadınla da evlendirdi. Kendisine geçimlik de verdi.[1259]
Ashabdan
Ebu Husayn der ki:
"Peygamber
Aleyhisselamın Ebtah'ta bulunduğu sırada, Sa'd b. Bekr kadınlarından birisi-ki,
sütteyzesi veya süthalası idi-içi süt dolu bir tulumla bir dağarcık keş peyniri
getirdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girip kendisinin kimlerden
olduğunu haber verdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onu tanıdı ve kendisini İslâmiyete davet etti.
Kadın
hemen Müslüman oldu, Peygamber Aleyhisselamın peygamberliğini doğruladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun hediyesinin kabul olunmasını emretti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, sütannesi Halime Hatun hakkında ona sorular sordu, vefat etmiş
olduğunu öğrenince, gözleri yaşla doldu. Sütteyzeye veya halaya:
"Onlardan,
sağ olan kim var?" diye sordu.
"Onlardan,
sütkardeşin iki erkekle iki kız var!
Kendileri,
vallahi, senin ihsanına ve akrabalık hakkını gözetmene muhtaç durumdadırlar.
Kendilerinin
sığındıkları, güvendikleri kişileri ölüp gitti" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Nerede
öldü?" diye sordu.
Kadın:
"Evtas
bumunda!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam; bu sütteyze veya süthalaya elbise giydirilmesini ve kendisine
hevdeçli bir deve ile 200 dirhem gümüş para verilmesini ilgililere emretti.
Bu
sütteyze veya süthala kadın, dönüp giderken:
"Vallahi,
sen alınıp büyütülmüş olan ne iyi çocuktun!
Büyüdüğün
zaman da, ne mübarek, ne iyi bir zâtsın!" diyordu.[1260]
Ashabdan
Muttalib b. Ebi Vedâa der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, yazın çok sıcak bir gününde, Beytullah'ı tavaf ediyordu. Susadı
ve su istedi.
Bir
adam:
'Yâ
Rasûlallah! Yanımızda, şu kuru üzümden, köpüklenmiş üzüm şırası (müselles) var!
Sana onu getirip içirsem olur mu?1 diye sordu.
Peygamber
Aleyhisselam:
'Olur!1
buyurdu.
Adam
hemen evine haber salıp onu büyük bir sürahi ile getirtti.
Onu
sunduğumuzda, Peygamber Aleyhisselam onda ağır bir koku duydu ve hiç
hoşlanmayıp geri verdi.
İçmek
için, su getirtti.
Sonra,
yine su istedi. Kendisine Zemzem getirildi. Onu başının üzerine döktü. Zemzem
suyunun iki yanından aktığını gördüm. Ondan ihtiyacı kadar da içtikten sonra:
'Kim
içeceği şeyden şüphelenirse, onu suyu ile birlikte kırsın, atsın!" buyurdu."[1261]
Abdullah
b. Abbas derki:
"Resûlullah
Aleyhisselama, Sakffli bir dostu, bir kırba hamr (şarap) getirip hediye
etmişti.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Yüce
Allah'ın bunu haram kıldığını bilmiyor musun?!' buyurdu.
Adam
uşağının yanına vardı ve:
'Bunu
Hazvere çarşısına götürüp sat!' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Uşağına
ne emrettin?' diye sordu.
Adam:
'Hamn
(şarabı) satmasını emrettim' dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Onun
içilmesi haram edildiği gibi, satılması da haram edilmiştir' buyurdu."[1262]
Cabir
b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Fetih yılında,
Mekke'de:
"Hiç
şüphe yok ki; Allah ve Resûlü hamrı (şarabı),
Lâşeyi,
Domuzu,
Putları
satmayı haram kıldı!" buyurmuştur.
"Yâ
Rasûlallah! Ölü hayvanların iç yağlarının hükmünden bize haber ver.
Çünkü,
onlarla gemiler boyanıyor, deriler yağlanıyor. Halk onlardan kandil
yakıyor" denildi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
O da haramdır.
Allah
Yahudilerin belâsını versin!
Allah
kendilerine ölü hayvanların iç yağlarını haram kılınca, onu erittikten sonra
satıp, parasını yediler!" buyurdu.[1263]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'nin fethinde kadınlarla müfa suretiyle belirli ve kısa bir
süre için evlenmeyi de yasakladı.[1264]
Kureyşîlerin
Mahzum oğullarına mensup bir kadın, nasılsa, bir hırsızlık yapmıştı.
Kadının
aile halkı, elinin kesileceğinden korkarak, Üsâme b. Zeyd'e başvurup,
kendisinin Peygamberimiz Aleyhisselam katında şefaatçi olmasını dilediler.
Üsâme
durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzedip kadının bağışlanmasını dileyince,
Peygamberimiz Aleyhisselamın rengi değişti ve:
"Sen
kötülükleri önlemek üzere Allah'ın koymuş olduğu cezalardan bir cezanın affı
hakkında mı benimle konuşuyorsun?!" buyurdu.
Üsâme:
"Yâ
Rasûlallah! Bu uygunsuz davranışımdan dolayı, Allah'tan yarlıganmamı
dile!" dedi.
Akşam
olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam ayağa kalkıp Allah'a lâyık olduğu üzere hamd
ü senada bulundu ve:
"Bundan
sonra derim ki: Sizden önceki insanları helak eden, ancak, onların içlerinden
şerefli ve soylu birisi hırsızlık ettiği zaman onu cezasız bırakmaları,
içlerinden fakir ve zayıf biri hırsızlık edince de onun hakkında ceza
uygulamaları idi.
Muhammed'in
varlığı Kudret Elinde olan Allah'a yemin ederim ki; Fâtıma binti Muhammed
hırsızlık edecek olsaydı, muhakkak, onun da elini keserdim!" buyurdu.
Sonra
da emretti, o kadının eli kesildi.
Bunun
üzerine, kadın güzelce tevbe etti ve evlendi de.
Kadın,
bundan sonra, Hz. Âişe'nin yanına gelir gider, o da onun ihtiyacını Peygamberimiz
Aleyhisselama arzederdi.[1265]
Fetih
günü, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına biri geldi:
"Allah
bana Mekke'nin fethini nasip ederse Beytü'l-Makdis (Kudüs)te namaz kılmayı
adadım!?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İşte
şurada kılman, daha faziletlidir!" buyurdu.
Adamcağız
sözünü, sorusunu üç kere tekrarlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; işte şurada kılınacak namaz,
başka beldelerde kılınacak bin namazdan efdal ve üstündür!" buyurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne de:
"Yâ
Rasûlallah! Ben de, eğer Allah bana Mekke'nin fethini nasip ederse,
Beytü'l-Makdis'te namaz kılmayı kendime borç bilmiştim" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Senin
buna gücün yetmez. Seninle oranın arasına Rumlar girmiştir!" buyurdu.
Hz.
Meymûne:
"Ben
de, önümde, arkamda, koruyucularla giderim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sen
buna güç yeti rem ezzsin!
Fakat,
hayrına, Beytü'l-Makdis kandilinde yanmak üzere zeytinyağı gönder!
Böylece,
oraya gidip namaz kılmış olursun!" buyurdu.
Bunun
üzerine, Hz. Meymûne heryıl kendi parasıyla zeytinyağı satın alır,
Beytü'l-Makdis kandilinde yanmak üzere, bunu Beytü'l-Makdis'e gönderirdi.
Vefet
edeceği zaman da, bunu vasiyet etmişti.[1266]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'de Hacun'daki çadırında kalmakta ve herzaman için Mescid-i
Haram'a gidip gelmekte idi.[1267]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'de kaldığı müddetçe de, dörtrekatlı farzları seferî olarak,
kısaltıp ikişer rekat kılmış ve kıldırmıştır.[1268]
Peygamberimiz
Aleyhisselaım, Mekke'yi fethettiği zaman, Saîd b. Saîd b. As'ı Mekke çarşısına
müfettiş olarak tayin etti.[1269]
Rivayete
göre; Âdem Aleyhisselam Cennetten yeryüzüne indirilince, şeytanın setrinden
korkmaya başlamış ve Allah'a sığınmıştı.
Bunun
üzerine, Yüce Allah ona koruyucu melekler göndermiş, bu melekler Mekke'yi her
tarafından kuşatın ı şiardı.
Melekler
Mekke'nin çevrelerinde nerelerinde durmuşlarsa, Yüce Allah oraları Mekke'nin
Harem sının yapmıştır.[1270]
1. Medine yolu tarafından, Ten'im
yakınındaki Benî Gitarların evlerine kadar üç mildir. [1271]
Ten'im;
Mekke-Medine yolunun batı tarafındadır.
Bu
yoldaki Harem sınır taşları, Zâtü'l-hanzal diye anılan dağ yolunun başındadır.
Bu sınırın ön tarafı Harem, arka tarafı ise Hill'dir, yani Harem dışıdır.[1272]
2. Yemen yolu tarafından, Libn tepesindeki
Edâetü'l-Libn'e kadar yedi mildir.[1273]
Edâetü'l-Libn;
Tihâme tarafında, Yemen yolundadır.
Burada,
sınır taşlan, Gurab dağı üzerindedir.
Dağın
yansı Harem, yarısı Hill'dir, harem dışıdır.[1274]
3. Cidde yolu tarafından el-A'şâş'a kadar
on mildir.[1275]
Cidde
yolundaki Hudeybiye Harem sınır taşları A'şâş'a kadar uzanır.
A'şâş'tan
önceki Batn-ı Mer üzerindeki saha Harem dışında ve Müreyr üzerine bakan bölge
Harem içinde kalır.[1276]
4. Tâif yolu tarafından Arafat yolu
üzerindeki Batn-ı Nemireye kadar onbir mildir.
5. Irak yolu tarafından Makta' dağındaki
Seniyetü'l-hal'e kadar yedi mildir.[1277]
Makta',
Necd ve Irak yolunda olup, Harem sınır taşları Harem'e dayanan
Seniyetü'l-hal'in başındadır.[1278]
6. Ci'râne yolu tarafından Abdullah b.
Halid b. Esîdlerin Şı'b'ına kadar dokuz mildir.[1279]
Mekke
Hareminin sinirtaşlarını ilk önce diken, İbrahim Aleyhisselamdı.
Ona,
bu taşların dikileceği yerleri de, Cebrail Aleyhisselam göstermişti.[1280]
Yüce
Allah'ın emriyle Kabe'yi yapma işini tamamladıktan sonra, İbrahim
Aleyhisselamla İsmail Aleyhisselam, kendilerine hac amellerini göstermesi için,
Allah'a yalvardılar (Bakara: 128).
Cebrail
Aleyhisselam, gelip İbrahim Aleyhisselam a hac amellerini gösterdi.
Haremin
sınırlan üzerinde durdu ve o sınırlarda İbrahim Aleyhisselamı da durdurdu.
İbrahim
Aleyhisselam, durduğu yerlere taşlar dizdi, işaretler koydu ve üzerlerine
toprak çekti.
İsmail
Aleyhisselamın koyunları bu Harem sınırlan içinde otlarlar, yayılırlar, Harem
sının dışına çıkmazlar, Harem'in her tarafından yayıla yayıla sınırların
sonuna vardıkları zaman, oradan topluca geri dönerlerdi.[1281]
Harem
sınır taşlarını ilk defa onaran ve
yenileyen de, İsmail Aleyhisselam idi.[1282]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın dedelerinden Kusayy'ın zamanına kadar, Harem taşları yerlerinden
kımıldatılmadı.
İsmail
Aleyhisselamdan sonra Harem sınır taşlarını onaran ve yenileyen, Kusayy olmuştur.[1283]
Musa
b. Ukbe'nin bildirdiğine göre; Kuneyş müşrikleri Harem sınır taşlarını
söktüler.
Müşriklerin
bu davranışları Peygamberimiz Aleyhisselamın çok ağırına gitti.
Cebrail
Aleyhisselam gelerek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ
Muhammedi Kureyşîlerin Harem sınır taşlarını sökmeleri her halde sana çok ağır
geldi" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
dedi.
Cebrail
Aleyhisselam:
"Amma,
onlar bu sınır taşlarını yerlerine tekrar dikeceklerdir" dedi.
Çok
geçmeden, Kureyş kabilesinden bir adamın bu işi bahis konusu ettiği, arkasından
aynı kabileden bir adamın daha çıkıp bunu konuştuğu ve sonunda, Kureyş
kabilelerinden birçok kimselerin bu işi konuşmaya
başladıkları görüldü.
Hatta,
içlerinden biri, onlara:
"Allah
sizi Harem sayesinde aziz ve şerefli kılmış, tecavüzlerden korumuştu.
Siz
ise, onun sınır taşlarını yerinden söküp çıkardınız!
Şimdi,
Araplar sizi kapacaklardır!" dedi.
Meclislerde
bunu konuşa konuşa sabahladılar.
Harem
sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler.
Bunun
üzerine, Cebrail Aleyhisselam gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ
Muhammedi Kureyşîler Harem sınır taşlarını tekrar yerlerine diktiler"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Cebrail! Taşları tam yerlerine dikebildiler mi?" diye sordu.
Cebrail
Aleyhisselam:
"Onların
Harem sınır taşlarından diktikleri her bir taşı, yerlerine, kendileri değil,
birer melek eliyle koydular!" dedi.[1284]
Mekke
fethedildikten sonra da, Peygamberimiz Aleyhisselam, Temim b. Esed el-Huzâ?yi
göndererek, H arem sınır taşlarını onartıp yenilettirdi.[1285]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mekke'yi fethettikten sonra, Ramazan'ın yirmisine rastlayan Cuma
günü, her tarafa askerî birlikler gönderdi ve İslâmiyete uymayan herşeyi
değiştirmelerini onlara emretti.
1. Hişam b. Âs, 200 kişilik bir birlikle
Yelemlem taraflarına,
2. Halid b. Saîd b. As, 300 kişilik bir
birlikle Ürene taraflarına,
3. Halid b. Velid, arkadaşlarından 30
kişilik bir süvari birliğiyle Uzzâ putuna gitti.[1286]
Uzzâ;
Nahle'de, üç semüre (sakız) ağacından veya büyük dikili ağaçtan ibaret idi.[1287]
Uzzâ'nın yanında da, Gatafanların taptıkları bir put bulunuyordu. [1288]
Uzzâ'nın
üzerine, birde ev yapılmıştı. Uzzâ'nın kapıcı ve bakıcıları orada otururlardı.[1289]
Araplardan,
Mekke'de oturup da Uzzâ'ya, sonra Lât'a, sonra Menat'a tapmayan yoktu.[1290]
Kureyşîlere göre; putların en büyüğü Uzzâ, sonra Lât, sonra Menattı.[1291]
Rivayete
göre; bunların her birinde bir şeytan bulunur, kapıcı ve bakıcılarına görünür
ve onlarla konuşurdu.[1292]
Halkı
Uzzâ'ya tapmaya davet edenler; Amrb. Rebia ve Haris b. Ka'b adındaki kişilerdi.
Amr
b. Rebia, halka:
"Taif
serin olduğu için Rabbiniz Taifteki Lâfta yazlar, Tihâme sıcak olduğu için de
Nahle'deki Uzzâ'da kışlar!" derdi.
Uzzâ'ya
tapmayı ilk benimseyen ve Kureyşîlere benimseten de, Amr b. Luhayy idi.[1293]
Kendisi,
kâhindi, cinle ilişkisi vardı.[1294]
Uzzâ;
Kureyşîlerle Beni Kinane ve Huzâaların ve bütün Mudarların Nahle bölgesindeki
tapınakları idi.[1295]
Benî
Nasr, Cüşem, Sa'd b. Bekrier,[1296]
Ganiyy ve Bâhileler de Uzzâ'ya taparlardı.[1297]
Bununla
beraber, Kabe'yi, tapınakların hepsinden üstün tutarlardı. Çünkü, onun Allah
dostu İbrahim'in mabedi ve mescidi olduğunu bilirlerdi.[1298]
Araplar,
hac amellerini tamamladıkları ve Kabe'yi tavaf ettikleri zaman, Uzzâ'ya gidip
onu da tavaf etmedikçe ihramdan çıkmazlar, onun yanında bir gün itikâfa
girerler ve ihramdan öyle çıkarlardı.[1299]
Uzzâ'nın
kapıcıları ve bakıcıları Süleymlerden Şeyban oğulları olup, kendileri Hâşim
oğullarının müttefiki idiler.[1300]
Şeyban
oğullarından son kapıcı ve bakıcı da, Dubay'a b. Haremiyyü's-Sülemî idi.
Yüce
Allah, Peygamberimiz Aleyhisselamı peygamber gönderip putlara tapmayı yeren
âyetler indirerek putperestliği yasaklayıncaya kadar, Uzzâ'ya tapılmaktan geri
durulmadı.
Uzzâ'ya
dil uzatılması, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına gitti.
Ebu
Uhayha Saîd b. Âs b. Ümeyye, ölümüyle sonuçlanan hastalığa tutulduğu zaman, Ebu
Leheb b. Abdulmuttalib onu ziyarete varmış ve ağlar bulmuştu.
Kendisine:
"Ey
Ebu Uhayha! Ne diye ağlıyorsun? Yoksa, öleceğine mi ağlıyorsun? Ölmekten
kurtulunmaz ki?" deyince, Ebu Uhayha:
"Hayır!
Ben öleceğime ağlamıyorum! Fakat, benden sonra Uzzâ'ya tapılmayacağından
korkuyor ve buna üzülüyorum!" demişti.
Ebu
Leheb:
"Vallahi,
Uzzâya senin sağlığından dolayı tapılmıyordu ki, senin ölümünden sonra ona
tapılmak bırakılsın!" dedi.
Bunun
üzerine, Ebu Uhayha:
"Şimdi
anladım ki; benim yerimi tutacak birisi var!" dedi.
Ebu
Leheb'in Uzzâ'ya son derecedeki bu bağlılığı ve tapma tutkusu, kendisinin çok
hoşuna gitti.
Ebu
Leheb Uzzâ'nın kapıcı ve bakıcısı Eflah b. Nadrü's-Sülemî'yi de ölüm döşeğinde
ziyaret edip kendisini üzgün görünce:
"Ben
seni niye çok üzgün görüyorum?" demişti.
Eflah:
"Benim
ölümümden sonra Uzzâ'ya hizmet edilmemesinden, bakılmamasından korkuyor ve
üzülüyorum!" dedi.
Ebu
Leheb, ona:
"Hiç
üzülme! Senden sonra onun üzerine ben bulunur, onu görür, gözetirim!"
diyerek söz verdi.
Bunun
üzerine, Ebu Leheb, her kime rastlarsa:
"Eğer
Uzzâ Muhammed'e ve dâvasına galebe çalarsa, ben bir elimi onun üzerinde
bulunduruyorumdur!
Eğer
Muhammed Uzzâ'ya galebe çalarsa-ki, galebe çalacağını hiç sanmıyorum-kendisi
kardeşimin oğludur, beni sayar!" diye propaganda yapmaya başlamıştı.[1301]
Uzzâ,
Hüzeyllerin Mekke'ye iki gecelik uzaklıktaki Nahletü'ş-Şâmiye vadisinde
bulunuyordu.[1302]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Halid b. Velid'i Uzzâ'ya göndereceği zaman, ona:
"Nahle
vadisine git! Orada yanyana üç semüre ağacı bulacaksın! Onlardan birincisini
kes!" buyurdu.[1303]
Halid
b. Velid, yanına arkadaşlarından otuz süvari alarak Nahle'ye gitti.[1304]
İlk
ağacı kesti. Oradaki putu kırdı. Mal anbarını da yaktı.[1305]
Sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü.[1306]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Halid b. Velid'e:
"Yıktin
mı?" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Evet
yâ Rasûlallah!" dedi.[1307]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Birşey
gördün mü?" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Hayır!
Birşey görmedim!" dedi.[1308]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyleyse,
sen onu daha yıkamamışsın! Ona geri dön![1309]
İkincisini de kes![1310]
Yık onu da!" buyurdu.
Halid
b. Velid, öfkeli bir halde geri dönüp Uzzâ'nın yanına vardı. Kılıcını sıyırdı.[1311]
Uzzâ'nın
kapıcı ve bakıcısı Dubay'a, Halid b. Velid'in geldiğini işitince, Uzzâ'nın
üzerine bir kılıç asarak kendisi dağa çıktı.[1312]
O
sırada, kapkara, çırılçıplak, saçı
başı darmadağınık,[1313]
elleri boynunda, dişlerini gıcır-datan[1314]
bir kadın Halid b. Velid'in karşısına birden dikiliverince, Halid b. Velid'in
sırtının tüyleri ürperdi.[1315]
Uzzâ'nın
kapıcısı ve bakıcısı ise, Halid b. Velid'e bakarak:
"Ey
Uzzâ! Haydi, yalan çıkarma! En şiddetli bir saldırışla
Halid'in üzerine saldır! Başörtünü at ve cemren!
Ey
Uzzâ! Eğersen bugün Halid'i öldürmezsen, zelil olarak geri dönecek ve
Nasranîleştirileceksin!" diye bağırıyordu.[1316]
Halid
b. Velid, kılıcını sıyırmış olduğu halde, ona doğru vardı ve:
"Ey
Uzzâ! Seni tanımak yok! Tenzih ve tasdik etmek de yok! Allah'ın seni alçalünış
olduğunu görüyorum!" diyerek kılıçla vurup şeytan karıyı ikiye böldü.[1317]
O
zaman, o, kapkara bir kül haline geldi.
Halid
b. Velid, Uzzâ ağacını da kesti.
Uzzâ'nın
kapıcı ve bakıcısını da öldürdü.[1318]
Sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü. Olan bitenleri haber verince,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!
İşte o, Uzzâ'dır![1319]
Uzzâ,
artık ülkenizde kendisine tapılmaktan temelli olarak umudunu kesmiştir.[1320]
Bundan,
sonra, Araplar için Uzzâ yoktur! Ona hiç tapılmayacaktir!" buyurdu.[1321]
Halid
b. Velid:
"Ey
Allah'ın Resûlü! Haıınd olsun O Allah'a ki, bize İslâmiyet gibi yüce bir dini
ikram ve ihsan etti de, bizleri helak olmaktan kurtardı. Ben, babamın yüz deve
ve koyun içinden en iyisini seçerek götürüp Uzzâ için kestiğini ve onun yanında
üç gün kaldıktan sonra sevine sevine yanımıza döndüğünü görürdüm.
Babamın
hayatını tüketmiş ve ölüp gitmiş olduğu bu görüş ve inanışa, işitmez, görmez,
zarar ve yarar vermez birtaş, ağaç parçası için kurbanlar keserek nasıl
aldanmış olduğuna bakıyorum da, şaşıyorum!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bu,
hiç şüphesiz, Allah'a ait bir iştir.
Onun
doğru yolu kolaylaştırdığı kimse doğru yolu bulur, sapkınlığı kolaylaştırdığı
kimse de sapkınlık içinde kalır!" buyurdu.[1322]
Uzzâ'nın
yıktırılması hadisesi, Hicreti 8. yılında, Ramazan'ın bitmesine beş gece kala
vuku bulmuştur.[1323]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mekke'nin fethinden sonra, Mekke çevresindeki bölgelerde bulunan
putları yıkıp ortadan kaldırmak, İslâmiyete aykırı herşeyi değiştirmek üzere
her tarafa askerî birlikler gönderdiği sırada,[1324]
Amr b. Âs'ı da Hüzeyllerin putu olan S Cıva'ı yıkmaya göndermişti.[1325]
Süva1;
Amr b. Luhayy'ın Cidde sahilinde bularak getirdiği ve Arapları tapmaya davet
ettiği beş puttan birisi olup, Amr b. Luhayy onu Mudar b. Nizâr soyundan,
davetini kabul eden Haris b. Temimü'l-HüzelPye vermişti.
Süva1,
Nahle vadisinde, Ruhatta idi.[1326]
Ruhat;
Yenbu1 bölgesinde, Medine mülhakatından bir yerdir.[1327]
Yenbu1
da, Mekke ile Medine arasındadır.[1328]
Süva'ın
kapıcı ve bakıcısı Benî Lihyanlardandı.[1329]
Süva'ın
kapıcı ve bakıcısının Hüzeyllerin Sahile oğullarından olduğu da rivayet edilir.
Si^/a'
putuna, Benî Kinanelerle Hüzeyller, Müzeyneler ve Amr b. Kays b. Ayl anlar
taparlardı.[1330]
Süva1
putunun bulunduğu yer, Mekke'ye üç mil uzaklıkta idi.[1331]
Amr
b. Âs der ki:
"Süva'
putunun yanına kadar vardım. Yanında, kapıcı ve bakıcısı bulunuyordu.
Bana:
'Ne
istiyorsun?' diye sordu.[1332]
Ona:
'Süva'ı
yıkmak istiyorum!' dedim.
Bana:
'Onu
yıkmak senin neyine gerek?' dedi.[1333]
Ona:
'Süva'ı
yıkmamı[1334] bana Resûlullah
Aleyhisselam emretti!'dedim.
Bana:
'Onu
yıkmaya senin gücün yetmez!' dedi.
Ona:
'Ne
için gücüm yetmez?' diye sordum.
Bana:
'O,
senden kolayca korunur ve savunur!' dedi.
Ona:
'Yazıklar
olsun sana ki, hâlâ bâtıl ve boş şeylerle oyalanıp durmaktasın! Bu put işitir
veya görür mü hiç?' dedim, ve yanına yaklaşıp onu kırdım.
Arkadaşlarıma
da emrettim: Süva'ın mal deposunu yıktılar, ama onun içinde birşey bulamadılar.
Bakıcıya:
'Nasıl,
gözünle de gördün mü?' dedim.
Bakıcı:
'Ben
Allah'a boyun eğdim, Müslüman oldum!' dedi."[1335]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Fetihten sonra Mekke çevresindeki ülkelerde bulunan putları yıkıp
ortadan kaldırmak ve İslâmiyete aykırı şeyleri değiştirmek üzere her tarafa
askerî birlikler gönderdiği sırada.[1336]
Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî'yi de, Müşellel'de bulunan Menat putunu yıkmaya
göndermişti.[1337]
Menat;
Evs ve Hazrec kabileleri ile Yesrib (Medine) halkından bunların dinine bağlı
olanların putu olup, Kudeyd nahiyesinde, Müşellel'de dikili idi.[1338]
Müşellel;
Mekke ile Medine arasında, deniz sahilinde, Kudeyd'e kadar uzanan bir dağ olup,[1339]
Medine'ye uzaklığı yedi mildir.[1340]
Menat'ı
ilk diken, Amr b. Luhayy idi.
Menat,
Kudeyd'de, Hüzeyllere ait bir kaya idi.[1341]
Menat,
putların hepsinin en eskisi olup, onu Araplar mâbud edinmişlerdi.
Çocuklarına;
Abdi Menat, Zeydi Menat gibi adlar takarlardı.
Hemen
bütün Araplar, Menat'a tazimde bulunurlar ve onun çevresinde kurbanlar
keserlerdi.
Evs
ve Hazreclerle Mekke ve Medine'ye gelenler, yakın yerde bulunanlar da, Menat'a
tazim ederler, ona kurbanlar keserlerdi, hediyeler sunarlardı.
Yalnız,
Maadd'ın evladları, İsmail Aleyhisselamın dininden kalanlara; Rebia ve
Mudarlarda, kendi dinlerinden kalanlara bağlı kalmışlardır.
Menat'a,
Evs ve Hazrecler kadar sarılan ve tazimde bulunan bir cemaat yoktu.[1342]
Menat,
Ezd kabilesiyle Gassan kabilesinin de putu idi.
Bu
kabileler Menafi ziyaret ederler, ona tazimde bulunurlardı.[1343]
Sa'd
b. Hüzeym ve Kudâalarda Menat'a taparlardı.[1344]
Evs
ve Hazreclerle Medinelilerden ve başkalarından bunların dininde bulunanlar,
haccederler, halk ile birlikte bütün vakfeleri yaparlar, fakat başlarını tıraş
ettiremezlerdi.
Hacdan
dağıldıkları zaman, Menat'a giderek başlarını onun yanında tıraş ettirirler,
onun yanında kalırlar, böyle yapmadıkça, haclarını tamamlanmış saymazlardı.[1345]
Menat'ın
kapıcı ve bakıcısı, Ezd kabilesinden Gatarif idi.[1346]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sa'd b. Zeyd'i, 20 süvari ile birlikte, bu Menat'ı yıkmaya gönderdi.[1347]
Menat'ı
yıkmaya gidenlerin başında, Hz. Ali'nin[1348]
veya Ebu Süfyan b. Harb'in gönderildiği de rivayet edilir.[1349]
Sa'd
b. Zeyd, Menat'ın yanına kadar vardı.
Menat'ın
kapıcı ve bakıcısı, Sa'd'a:
"Ne
yapmak istiyorsun?" diye sordu.
Sa'd:
"Menat'ı
yıkmak istiyorum!" dedi.
Menat'ın
kapıcı ve bakıcısı:
"Sen
bunu yapabilecek misin?!" dedi.
Sa'd
b. Zeyd Menata doğru varınca, Menat'tan, kapkara, çırılçıplak, saçı başı darmadağınık bir karı çıkıp göğsünü dövmeye
ve bağırmaya başladı!
Menat'ın
kapıcı ve bakıcısı, ona:
"Menat'ı
yanına al da, sana karşı gelenleri parçala!" dedi.
Sa'd
b. Zeyd, kılıçla vurup kara karıyı öldürdü. Arkadaşlarıyla da, varıp Menat'ı da
yıktılar.
Menat'ın
mal deposunda birşey bulamadılar.
Sonra,
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndüler.
Bu
hadise, Ramazan'ın bitmesine altı gün kala vuku bulmuştur.[1350]
Amr
b. Selimetü'l-Cermî der ki:
"Biz,
halkın yol uğrağı olan[1351]
bir su başında[1352]
bulunuyorduk. Gelen geçen kervanlar,[1353]
Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönen insanlar bize uğrarlardı.[1354]
Biz
de, onlara:
'Ne
oluyor insanlara? Ne oluyor insanlara? Ne yapıyor şu zât?[1355] Ne
oldu şu iş?1 diye sorardık.[1356]
Onlar
da:
Kendisini
Allah'ın peygamber olarak gönderdiği ve kendisine şu şu âyet veya sûreleri vahyettiği
söyleniyor!1 derlerdi.[1357]
Ben
de, onların yanına sokulur.[1358] o
kelamları (Kur'ân-ı Kerîm âyet veya sûrelerini)[1359]
dinler,[1360] ezberlerdim.[1361]
Onlardan,
dinleyip de ezberlemediğim yoktu.
Böylece,
Kur'ârvı Kerîm'den pek çok âyet ve sûreleri ezberlemiştim.[1362]
Sanki,
onlar kalbime yapışmış bulunuyordu.[1363]
Arap
kabileleri halkı, Müslüman olmak için, Mekke'nin fethini bekliyorlar ve:
'Onu
kavmi olan Kureyşîlerle başbaşa bırakınız!
Eğer
o kavmine galebe çalarsa, kendisi, hiç şüphesiz, gerçekten peygamberdir!'
diyorlardı.
Mekke,
fâtihleri tarafından fethedilince, bütün Arap cemaatleri Müslüman olmaya
koşuştular.[1364]
Temsilci
olarak bir adam geliyorve:
'Yâ
Rasûlallah! Ben filan oğullarının elçisi ve temsilcisiyim. Müslüman olmak için
sana geldim!' diyordu.[1365]
Babam
Selime de, kavmimle birlikte, Müslüman olmaya koştu.[1366]
Allah'ın oturmasını dilediği kadar, Resûlullahın yanında oturdu.[1367]
Sonra
da:
'Bize
namazı kim kıldıracak?' diye sordular.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sizin
Kur'ân'ı en çok bileniniz size imamlık etsin, namazınızı kaldırsın!' buyurdu.[1368]
Babam,
Resûlullah Aleyhisselamın yanından dönüp gelince, kabile halkına:
'Vallahi,
ben size gerçekten peygamber olan bir zâtın yanından geliyorum[1369]
ki, o, şöyle şöyle yapmanızı size emrediyor, şundan şundan da sizi nehyediyor.[1370]
'Filan
namazı şu vakitte, filan namazı şu vakitte kılacaksınız! Namaz vakti gelince,
biriniz ezan okusun ve Kur'ân'ı en çok bileniniz de, size imamlık etsin!'
buyurdu' dedi.
Kabile
halkı, baktılar İçlerinde Kur'ân'ı benden çok bilen bir kimse bulamadılar.
Çünkü,
ben, Kur'ân'ı, uğrayan kervan halkından dinleyip ezberlemiş bulunuyordum.[1371]
Bunun için, kabile halkı beni önlerine, imamlığa geçirdiler.
Halbuki,
ben o zaman altı-yedi yaşlarında idim.
Üzerimde
de, elbise olarak yalnız bir bürde, bürgü vardı.
Rükûa
veya secdeye vardığım zaman, yukarı toplanıp edeb yerim açılırdı.
Kabilemizden,
yaşlı bir kadın, bu hali görünce:
'(Kur'ân
okuyucunuzun, imamınızın) ud, edeb yerini bize örtülü tutmayacak mısınız?!'
dedi.
Bunun
üzerine, satın aldıkları Bahreyn kumaşından, bana bir gömlek (cübbe) biçip
diktiler.
Ben,
buna sevindiğim kadar, hiçbir şeye sevinmemişimdir!"[1372]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Allah'a imana davet etmek üzere, Mekke çevresindeki bazı
kabilelere askerî birlikler göndermişti.[1373]
Halid
b. Velid, Uzzâ'yı yıkıp Mekke'ye dönünce, Peygamberimiz Aleyhisselam onu da
Muhacirler ile Ensarve Benî Süleymden 350 kişilik askerî bir birliğin başına
geçirerek Benî Cezîmelere gönderdi.[1374]
Halid
b. Velid onları sadece İslâmiyete davetle iktifa edecek, çarpışma yapmayacaktı.[1375]
Benî
Cezîme b. Âmir b. Abdi Menat b. Kinaneler.[1376]
Mekke'nin aşağı tarafında, bir gecelik uzaklıktaki Yelemi em nahiyesinde,[1377]
Gumeysâ diye anılan sularının başında oturmakta idiler.[1378]
Halid
b. Velid, askerleriyle birlikte Benî Cezîmelerin yurduna vanp dayandı.[1379]
Benî
Cezîmeler, Müslümanları görünce, silahlandılar.[1380]
Çarpışmaya kalktılar, karşı koymanın en şiddetli siyle karşı koydular.
Halid
b. Velid; ikindi, akşam ve yatsı namazlarına kadar bekledi.
Ezan
sesi işitilmeyince, üzerlerine saldırdı. Onlardan, öldürülenler öldürüldü. Esir
edilenler de esir edildiler.
Benî
Cezîmeler, sonradan, kendilerinin Müslüman olduklarını iddia ettiler.[1381]
Abdullah
b. Ebi Hadrad der ki:
"Gumeysâ
günü, Benî Cezîmelere baskın yapıldığı sırada, süvarilerin arasında ve Halid b.
Velid'in yanında idim.
Onlardan
bir adamla karşılaştık. Adamın yanında da bir kadın vardı.
Adam,
kadından dolayı çarpışarak, onu dağa çıkardı.
Başka
bir adamla karşılaştık. Onun yanında da bir kadın bulunuyordu.
Adam,
kadından dolayı çarpışarak onu dağa çıkarmayı başardı.
Halid
b. Velid:
'Artık
onların ardına düşmeyiniz!' dedi.[1382]
Müslümanlar,
hevdeçli develer üzerindeki kadınları genç bir adamın dağa doğru çekip
götürdüğünü görmüşlerdi.
Halid
b. Velid:
'Şunlara
yetişiniz!' diye emretti.
Müslümanlardan
bazıları, onların ardına düştüler ve onlara yetiştiler.
Genç
adam, Müslümanları görünce, yolda durdu."[1383]
Müslümanlar
kendisinin yanına varınca, recez söyleyerek Müslümanlarla çarpışmaya girişti.
Hayli çarpıştıktan sonra, öldürüldü. Kadınlara yetişildi.
Müslümanlar,
yine, önceki gibi bir delikanlı ile karşılaştılar.
Delikanlı,
recez söyleyerek çarpışmaya başladı.
O
da öldürüldü.
Müslümanlar,
hevdecin içinde, parlak yüzlü, sararmış benizli, bitkin bir genç adam buldular.[1384]
Ona:
İslâm
ol!" dediler.
Genç
adam:
"İslâmiyet
ne demektir?" diye sordu.
İslâmiyetin
ne olduğu, ona anlatıldı.
Kendisinin
İsiâmiyetten hiç haberi olmadığı anlaşıldı.[1385]
Ona:
"Sen
kâfir misin?"' diye sordular.[1386]
Genç
adam:
"Sizin
istediğinizi yapmazsam[1387]
bana ne yapacağınızı öğrenebilir miyim?" diye sordu.[1388]
Müslümanlar
"Kâfir
isen,[1389] seni öldürürüz!"
dediler.[1390]
"Siz
bana bir iyilik yapsanız olmaz mı?" diye sordu.
Müslümanlar
"Ne
imiş o iyilik?" dediler.
Genç
adam:
"Beni,
şu vadinin aşağısındaki hevdeçli kadınlara ulaştırdıktan sonra öldürünüz!"
dedi.
Müslümanlar
"Olur!
Öyle yapalım!" dediler.[1391]
Elleri
bağlı genç, Abdullah b. Ebi Hadrad'a:
"Ey
delikanlı!" diye seslendi. Kendisi, Abdullah b. Ebi Hadrad'la yaşıt gibi
idi.
Abdullah
b. Ebi Hadrad, ona:
"Benden
ne istiyorsun?" diye sordu.
Genç
adam:
"Sen
ellerimin bağını çözsen, beni şu kadınların yanına kadar götürsen de, onlarla
olan işimi bitirdikten sonra beni geri çevirip yapmak istediğinizi yapsanız
olmaz mı?" dedi.
Abdullah
b. Ebi Hadrad:
"Vallahi,
senin istediğin şey kolaydır!" diyerek, hemen ellerini çözüp onu
kadınların yanına götürdü.
Genç
adam, kadınların yanında durdu[1392]
ve:
"Selamlarım
seni Hubeyş![1393]
Artik, tükendi, bitti yaşayış! Benim suçum yok!" dedi[1394] ve
ona bir şiir söyledi.[1395]
Kadın:
"Sana
da, yedi, sekiz, dokuz, on kere selamlar olsun ve bu selamlar tek çift olarak
uzayıp gitsin!" dedi.[1396]
Bundan
sonra, genç adamın boynu vuruldu.
Kadın,
gelip onun cesedinin üzerine kapandı, onu öpmeye başladı! [1397]
Kadın,
bir-iki kere hıçkırdıktan sonra, orada can verdi.
Müslümanlar
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip bu hadiseyi anlattıkları zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İçinizde,
hiç mi bir merhametli adam yoktu?!" buyurdu.[1398]
Rivayete
göre; Benî Cezîmelere:
"İşte,
bu gelen Halid b. Velid ve yanındakiler de Müslümanlardır!" denilmişti.[1399]
Halid
b. Velid, Benî Cezîmelerden silaha sarılmış olanlara:
"Siz,
nesiniz?[1400] Müslüman mısınız,[1401]
yoksa kâfir misiniz?" diye sordu.[1402]
Benî
Cezîmeler
"Eslemnâ!
Müslüman olduk!" demeyi beceremediler de; [1403]
"Sabbe'nâ!
Sebbe'nâ! Biz, bir dinden çıkıp diğer bir dine girdik!" dediler.[1404]
Başka
rivayete göre:
"Biz
Müslüman bir cemaatiz, namaz kılıp duruyoruz!
Muhammed'in
peygamberliğini doğrulamış, meydanlarımızda mescidler yapmış bulunuyoruz,
oralarda ezanlar da okuyoruz!" dediler.
Halid
b. Velid:
"Ya
üzerindeki silahlar ne oluyor?" diye sordu.
Benî
Cezîmeler
"Araplardan
bir cemaatle aramızda düşmanlık vardır. Sizin onlar olduğunuzu sandık, korktuk![1405]
Kendimizi
İslâmiyete karşı olanlardan koruyalım diye[1406]
silahlarımızı üzerimize aldık!" dediler.[1407]
Halid
b. Velid onların mazeretlerini kabul etmedi.[1408]
Gerçekten Müslüman olduklarına kanaat getiremedi.[1409]
Onlara:
"Silahı,
çarpışmayı bırakınız[1410]
Tüm insanlar Müslüman olmuşlardır" dedi.[1411]
İçlerinden,
Cahdem adındaki kişi:
"Yazıklar
olsun size ey Cezîme oğulları! Vallahi, bu, Halid'dir![1412]
Muhammed,
Müslüman olduğunu söyleyip duran bir kimseyi araştırmaz.
Halbuki,
biz, Müslüman olduğumuzu söylüyoruz.
Bu
Halid, Müslümanlara yapılmak istenilmeyen şeyi bize yapmak istiyor!
O,
silahlı iken bize yapamayacağı şeyi, bize esirlikte yapacak![1413]
Silahı
bırakmanın arkasından esirlik gelecek,[1414]
esiri iği n arkasından da[1415]
kılıç,[1416] boyunların vurulması
gelecek!
Vallahi,
ben silahımı elimden hiçbir zaman bırakmam, teslim olmam!" dedi.[1417]
Benî
Cezîmelerden bir kısmı Cahdem'in görüşünü benimsedilerve Halid b. Velid'e;
"Hayır!
Vallahi, silahı bırakmanın sonu, ancak öldürülmektir!
Bizim
ne sana, ne de yanındakilere güvenimiz vardır!" dediler.
Halid
b. Velid:
"Teslim
olmadıkça, sizin için eman yoktur!" dedi.[1418]
Benî
Cezîmelerden bazıları ise, Cahdem'e:
"Ey
Cahdem! Sen bizim kanlanmızın dökülmesini mi istiyorsun?!
Halk
teslim oldular ve silahlarını bıraktılar. Savaş bırakıldı. Halk emniyet ve
selamete erdi.[1419]
Sana
Allah'ı hatırlatırız! Bize aykırı davranma!" dediler.
Cahdem,
kılıcı bırakmaktan kaçındı.
Cahdem'e:
"Biz
Müslümanız. Halk teslim olmuştur.
Muhammed,
Mekke'yi fethetmiş bulunuyor.
Halid'den
ne diye korkacağız?" dediler.
Cahdem:
"Amma
vallahi, siz, bilmediğiniz, eskiden kalma hınç ve kinlerle tutulup cezalandırılacaksınız!"
dedi.[1420]
Hep
birden üzerine düşünce, Cahdem'e de silahını bıraktırdılar.[1421]
Benî
Cezîmeler Halid b. Velid'in verdiği eman sözü üzerine silahlarını bırakınca,[1422] H
alid b. Velid:
"Onları
esir ediniz!" diye emir verdi.
Cahdem:
"Ey
kavmim! O, Müslümanlardan bir kavmi esir etmek mi istiyor?!
O,
ancak, yapılmayacak birşeyi yapmak istiyor!
Artık
herşey bitti.
Siz
bana aykırı davrandınız, sözümü dinlemediniz.
Vallahi,
onun yapacağı şey, kılıçtan geçirmektir!" dedi.[1423]
Benî
Cezîmelerden bir kısmı teslim oldukları zaman, ötekileri etrafa dağılmışlardı.[1424]
Halid
b. Velid, teslim olan Benî Cezimelerin ellerinin boyunlarına bağlanmasını
emretti, bağlandı.[1425]
Elleri
boyunlarına bağlanınca, kendileri, Müslümanlardan her birine, birer ikişer
teslim edildi.[1426]
Cahdem,
Halid b. Velid'in Benî Cezîmelere yaptığı muameleyi görünce:
"Ey
BenîCezîme! Başınıza gelen şeyi ben size önceden haber vermiş, sizi
uyarmıştım!" dedi.[1427]
Benî
Cezîmeler, geceyi bağlanmış olarak geçirdiler.
Sabah
vakti olunca, Müslümanlarla konuştular; namazlarını kıldıktan sonra, tekrar
bağlandılar.
Bunun
üzerine, Müslümanlar, aralarında anlaşmazlığa düştüler.
İçlerinden
birisi:
"Biz
onları esir etmek istemiyoruz.
Onları
Peygamber Aleyhisselama götüreceğiz!"
Başka
birisi:
"Bakalım
sözümüzü dinleyecek mi?" diyordu.
O
sırada, Halid b. Velid:
"Herkes,
yanındaki esirin kılıçla boynunu vursun!" diyerek seslendi.
Benî
Süleymler, ellerindeki her esirin hemen boynunu vurdular.
Muhacirlerle
Ensarise, kendilerine teslim edilmiş olan esirleri saldılar.
Ensardan
Seleme der ki:
"Halid
b. Velid'le birlikte bulunuyordum.
Elimdeki
esiri salıp, kendisine:
'Nereyi
istersen, oraya git!' dedim.
Ensardan
olanlarda, yanlarındaki esirleri saldılar, serbest bıraktılar."[1428]
Abdullah
b. Ömer de:
"Halid,
'Herkes, yanındaki esirin boynunu vursun!' diye seslenince:[1429]
'Vallahi,
ben esirimi öldürmem! Arkadaşlarımdan olan kişiler de esirlerini öldürmezler!'
dedim.[1430] Esirimi hemen
saldım!" demiştir.[1431]
Ebu
Beşîrü'l-Mâzinî de, esiri ile aralarında geçeni şöyle anlatır:
"Benî
Cezîmelerden yanımda bir esir bulunuyordu.
Halid
b. Velid:
'Herkes,
yanındaki esirin boynunu vursun!' diyerek seslenince, boynunu vurmak için,
kılıcımı sıyırdım.
Esir
bana:
'Ey
Ensârî kardeş! Sen bu işi kendiliğinden yapma! Kavmine bak!' dedi.
Baktım
ki; Ensar, esirlerini salmışlar!
Esirime:
'Haydi,
sen de nereye istersen git!' dedim.
Esir
'Allah
sizi mübarek kılsın!
Fakat,
bize sizden daha yakın olan kimseler [Benî Süleymler] bizi hiç acımadan
öldürdüler!1 dedi.
Halid
b. Velid, Muhacirlerle Ensarın esirleri salmalarına kızdı.
O
zaman, Ebu Useydü's-Sâidî, Halid b. Velid'e:
'Allah'tan
kork! Vallahi biz Müslüman bir cemaati öldürmeyiz!' dedi.
Halid
b. Velid, ona:
'Sen
onların Müslüman olduklarını ne biliyorsun?' diye sordu.
Ebu
Useydü's-Sâidî:
'Onların
Müslüman olduklarını söylediklerini işittik.
Şu
mescidler de onların meydanlarında bulunuyor ya!' dedi."[1432]
Ebu
Katâde de:
"Seher
vakti, Halid:
'Herkes,
yanında olan esiri öldürsün!' diye seslenince, esirimi saldım!
Halid'e:
'Allah'tan
kork! Sen, bu davranışınla, ancak bir ölüşündür!
Bunlar,
hiç şüphesiz, Müslüman bir cemaattirler!' dedim.
Halid
b. Velid:
'Ey
Ebu Katâde! Senin onlar hakkında hiçbir bilgin yoktur!' dedi.
Halid,
onlar hakkında ancak içinde taşıdığı kin ve peşin hükme göre konuşmuştu"
demiştir.[1433]
Beni Cezimilerden olup ölümden kurtulan bir adam
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek başlarına geleni Peygamberimiz
Aleyhisselama haber verince[1434]
Peygamberimiz Aleyhisselam ellerini havaya kaldırıp[1435]
iki kere:[1436]
“Allah’ım! Halid b. Velid’ in yaptığı
şeyden beri, uzak olduğumu Sana arzederim! Diyerek Allaha sığındı.[1437]
Sonra da:
“Onu zorlayıp bundan vazgeçirecek bir kimse yok
mu idi?!” diye sordu.
Haberi getiren zât:
“ Evet vardı. Ak tenli, orta boylu bir adam ona
karşı koydu.
Fakat, Halid onu azarladı, o da sustu.
Endamı düzgün olmayan, uzun boylu bir adam da
ona karşı koymak istemişti” dedi.
Hz. Ömer:
Ya Resûlallah! İlki benim oğlum, diğeri de Ebu
Huzeyfe’nin azadlısı Salim’dir.! dedi.[1438]
Rivayete göre; Beni Cezimilerden öldürülenlerin sayısı otuza yakındı.[1439]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz.
Ali’yi çağırdı ve:
“Ey Ali! Şu kavmin (Beni Cezimilerin) yanına git! İşlerini
hallet! Cahiliye çağındaki davaları ayaklarının altına al, hükümsüz say.”
Buyurdu.[1440]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mekke
fethedildiği zaman, Kureyşlilerden Abdullah b. Ebi Rebia ile Safvan b, Ümeyye
ve Huvaytıb b. Abdulluzâ’dan, ordu ihtiyacı için, ödünç olarak mühim miktarda
para almıştı.[1441]
Hz. Ali, yanına bu paralardan mühim miktarda
alarak, Beni Cezimilerin
yurduna vardı.
Halid b. Velid’ in öldürmüş, öldürtmüş olduğu
kimselerin diyetlerini (kan bedelerini) ödedi.
Kan bedelerinden veya iğtinam edilmiş ya da
ziyaa uğratılmış-köpek yalaklarına varıncaya kadar- bütün malların bedellerini
kendilerine ödendi.
Onların ödenmedik hiçbir alacakları kalmadı.[1442]
Hz. Ali Beni
Cezimilerin yurdundan ayrılacağı sırada, onlara:
“kan veya mal bedelinden, size ödemediğim bir alacağınız
kaldı mı?” diye sordu.
Beni Cezimiler:
Hayır! Dediler.
Hz. Ali:
“Şu yanımda kalan paraları da, Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin
bilmediğiniz şeylerden dolayı, Resûlallah Aleyhisselam
edına size veriyorum! Dedi, verdi. Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına döndü.[1443]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ey Ali ne yaptın?” diye sorunca, Hz. Ali :
Ya Resûlallah! Müslüman bir kavmin yanına
vardık. Onlar meydanlarına mescidler yapmışlar.
Halid’in öldürmüş, öldürtmüş olduğu herkesin
diyetlerini diyetlerini ödedeim. Ve köpeklerinin yalaklarına varıncaya kadar
onlara ödeme yaptım.
Yanımda bir miktar para artmış, kalmıştı.
Onlara:
“Resûlallah Aleyhisselamın bilmediği ve sizin bilmediğiniz şeylere
karşılık olarak , Resûlallah Aleyhisselam
tarafından size ihsan edilmiştir! dedim. ” dedi.[1444]
Resûlallah Aleyhisselam:
“çok iyi yapmış, isabet etmişsin![1445]
Ben Halid’ e adam öldürtmeyi emretmemiş, ancak onları
İslamiyete davet etmesini emretmiştim” buyurdu.[1446]
Abdurrahman
b. Avf, Halici b. Velid'i çok kınadı ve:
"Ey
Halid! Sen Cahiliye çağının işini [1447]
İslâmiyette işledin!?" deyince, Halid b. Velid:
"Ben
senin babanın öcünü aldım![1448]
Onları senin babana karşı tutup cezalandırdım!" dedi.[1449]
Abdurrahman
b. Avf:
"Vallahi,
yanılıyorsun!
Ben
babamın katilini kendi elimle öldürmüşümdür.[1450]
Buna
Osman b. Affan'ı şahit tutuyorum" dedi ve Hz. Osman'a dönerek:
"Allah
aşkına söyle! Babamın katilini benim öldürdüğümü sen bilmiyor musun?"
dedi.
Hz.
Osman:
"Allah
için, evet!
Biliyorum!"
dedi.
Bunun
üzerine, Abdurrahman b. Avf, Halid b. Velid'e:
"Fakat,
sen amcan Fâke b. Mugîre'nin öcünü aldın![1451]
Yazıklar
olsun sana ey Halid! Faraza ben babamın katilini öldürmemiş olsaydım, sen,
benim Cahiliye çağındaki babama karşı Müslüman bir kavmi nasıl
öldürebilirsin?!" dedi.
Halid
b. Velid:
"Onların
Müslüman olduklarını sana kim haber verdi?" dedi.
Abdurrahman
b. Avf:
"Senin
onları mescidler yapmış, Müslüman olduklarını söyler halde bulduğunu, sonra da
onları tutup kılıçtan geçirdiğini, birlik halkının hepsi haberverdiler" dedi.[1452]
Bunun
üzerine, Halid b. Velid, mazeret olarak:
"Abdullah
b. Huzâfetü's-Sehmî, 'Resûlullah Aleyhisselam; onlar İslâmiyetten kaçınırlarsa
kendileriyle çarpışmanı sana emretmiştir1 diyerek bunu bana
emretmedikçe, çarpışma yapmadım!" dedi.[1453]
Hz.
Ömer de, Halid b.Velid'e:
"Yazıklar
olsun sana ey Halid! Sen Benî Cezîmeleri Cahiliye çağına ait bir işten dolayı
tutup cezalandırdın!? İslâmiyet kendisinden önceki Cahiliye çağında olan
şeyleri yok etmiş değil miydi?" dedi.
Halid
b. Velid:
"Ey
Ebâ Hafs! Vallahi, ben onları ancak haklı olarak tuttum, müşrik olan bir kavim
üzerine baskın yaptım, onlar bana karşı koydular.
Onlar
karşı koyunca da, kendileriyle çarpışmamak, benim için mümkün olmadı.
Bunun
üzerine, onları esir ettim. Sonra da, kılıçtan geçirdim!" dedi.
Hz.
Ömer:
"Abdullah
b. Ömer'i nasıl bir adam tanırsın?" diye sordu.
Halid
b. Velid:
"Vallahi,
onu salih, iyi bir adam olarak tanırım!" dedi.
Hz.
Ömer:
"İşte,
o, bana, senin haber verdiğinin aksini haber verdi.
Kendisi,
bu asker içinde ve senin yanında bulunuyordu!" dedi.
Halid
b. Velid:
"Allah'tan
mağfiret diliyor ve ona tevbe ediyorum!" dedi.
Hz.
Ömer:
"Yazıklar
olsun sana! Resûlullah Aleyhisselama git de, senin yarlıganmanı Allah'tan
dilesin!" dedi ve bu hadiseden dolayı ona kırıldı.
Halid
b. Velid, Hz. Osman'la birlikte Abdurrahman b. Avf'a gitti.
Ondan
özür diledi ve onun gönlünü aldı.
Ona:
"Yâ
Ebâ Muhammedi Benim için Allah'tan mağfiret dile!" dedi.[1454]
Peygamberimiz
Aleyhisselam askerî bir birliği bir yene göndereceği zaman, onlara:
"(Gideceğiniz
yerde) bir mescid görür veya bir müezzin(in ezan) sesini işitirseniz (ora
halkından) hiç
kimseyi
öldürmeyiniz!" buyururdu. [1455]
Mealini
arz ettiği m iz bu hadis-i şerifi Dârül-Harb ve Dârü'l-İslâm konusunda ölçü
olarak gözönünde
tutmak,
buna ters düşen yanlış görüş ve yorumlara, uygulamalara sapmamak gerekir.[1456]
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 373, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s.
134, 138, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 3, s. 87, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 353, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 58, Taberî, Târîh, c. 125, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 24, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 235, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 163,Zehebî, Megâzî, s.
449, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 286, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79,
Halebî, İnşân u'l-uyûn, c. 3, s. 3, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 296.
[2] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 181.
[3] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 187.
[4] İbrahim: 27.
[5] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 105,111, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 113,117, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 ,
s. 54, 59.
[6] Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 211.
[7] Bedrüddin Aynf,
Umdetu'l-kârf, c. 15. s. 1257.
[8] Ezhakf, Ahbâru Mekke, c.
1 , s. 54.
[9] İbn İshak, İbn Hişam
,Sîre,c. 3, s. 332, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 611, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 97, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[10] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 s. 350.
[11] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 79.
[12] E bu Yusuf, Kitâbu'l -ha
rac, s. 210.
[13] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 3, s. 322, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 612, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1,s.35O.
[14] E bu Yusuf, Kitâbu'l -ha
rac, s. 210.
[15] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
612.
[16] E bu Yusuf, Kitâbu'l -ha
rac, s. 210.
[17] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî, c. 2, s. 61 2, Belâzurî, c. 1, s. 350, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 79.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
612.
[19] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 32.
[20] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
781,782.
[21] Belâzurî, Ensâb, c. 1,
s. 69, Taberî, c. 2, s. 177, 179.
[22] Taberî, Târîh, c.2, s. 1
77,178, Halebî, İnsânu'l -uyun, c. 3, s. 3.
[23] Belâzurî, Ensâb, c. 1,
s. 69, 70, Taberî, Târih, c. 2, s. 178,179.
[24] Taberî, Tânh, c.2, s. 1
78.
[25] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, Târîh, c. 2, s. 179.
[26] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[27] Taberî, Târîh, c. 2, s.
1 78.
[28] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[29] Taberî, Târîh, c. 2, s.
1 78.
[30] Taberî, Târîh, c. 2, s.
1 78.
[31] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 70, Taberî, c. 2, s. 179.
[32] Taberî, Târîh, c.2, s.
178,179.
[33] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 70.
[34] Taberî, Tânh, c.2, s. 1
78.
[35] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[36] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[37] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[38] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[39] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[40] İbn Sa'd. Tabakât. c. 1.
s. 85. Belâzurî. Ensâb. c. 1. s. 71.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/297-302.
[41] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[42] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[43] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71 .
[44] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 85.
[45] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 71.
[46] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 71.
[47] Taberî, Târîh, c. 2, s.
1 78, Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 3, s. 3.
[48] İbn Sa'd, Tabakât, c. 1,
s. 85, 86, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 71, 72.
[49] Vâkıdî.Megâzî, c.2,s.
781, 782, Belâzurî, c. 1 , s. 71, 72, Halebî, c.3,s. 3, İmta'dan naklen Halebî,
c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 288, 289.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/302-303.
[50] İbn İshak, ibn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 31, 32, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 781, Taberî, Târih, c. 3, s.
110,111, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 223, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 239.
[51] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/303-304.
[52] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târih, c. 3, s. 111, İtan Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s.
223, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239.
[53] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s.
730, 731.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/304-305.
[54] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
782, 783, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 353, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 41,
İtan EsTr, Kâmil, c. 2, s. 239, İmta'dan naklen Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s.
4.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/305-306.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
783.
[56] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 31, 32.
[57] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 361, Ffruzâbâdf, Kâmûsu'l-muhft, c. 2, s. 1 58.
[58] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 1, s. 125.
[59] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 224, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 64, Zehebî, Megâzî, s. 437, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 279.
[60] Vâkidf, Megâzî, c. 2, s.
783, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 239, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[61] Beyhakî, Sünenü'
l-kübrâ, c. 9, s. 120.
[62] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[63] Beyhakî, Sünen, c. 9, s.
233, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 278.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 32, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn Esîr, c. 2, s. 239, İbn
Seyyid, c. 2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 783,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[66] Vâkıdî, c. 2, s. 783,
İbn Sa'd, c. 2, s. 1 34, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, İbn Seyyid, c. 2, s. 1
64, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 289.
[67] Vâkıdî, c. 2, s. 783,
İbn Sa'd, c. 2, s. 134, İbn Seyyid, c. 2, s. 164, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2,
s. 289, 290.
[68] Beyhakî, Sünen, c. 9, s.
234.
[69] Beyhakî, Sünen, c. 9, s.
234, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 289.
[70] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 32.
[71] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 32,33.
[72] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 32, Taberî, Târîh, c. 3, s. 111, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
244, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, Megâzî, s. 437,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 279.
[73] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
783.
[74] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn
Esîr, Kâmil, c.2, s. 239, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 164, Zehebî, s.
437, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[75] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
783.
[76] Zehebî, Megâzî, s. 437.
[77] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 32, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn
Esîr, c. 2, s. 239, İ bn Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 279.
[78] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 33, Vâkıdî, c. 2, s. 783, Taberî, c. 3, s. 111, İbn Hazm, s. 224, İbn
Seyyid, c.2, s. 164, Zehebî, s. 437, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 279.
[79] Musa b. Ukbe'den naklen
Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 281.
[80] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 6.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/306-309.
[81] Vâkidf, Megâzî, c.2,
s783.
[82] Vâkidf, c. 2, s. 783,
784, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.5, s. 6, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 4,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 290.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
783,784.
[84] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 34, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792.
[85] Vâki dr, Megâzî, c.2, s.
792.
[86] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
784, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[87] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 374.
[88] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
785.
[89] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
787, 788, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 290.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
788.
[91] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-harac.s.212, Belâzuıî, Fütûhu'l-büldân, c. 1 ,s.44.
[92] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 44.
[93] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/309-312.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
784,785.
[96] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
784,785.
[97] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
784,785.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/313.
[98] Taberânf,
Mu'cemu's-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 192,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 77.
[99] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 36.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
789, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[101] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 36.
[102] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 293.
[103] Abdi M enaf oğullarını n
annesi de, Kusayy'ın annesi de Huzâalardandı.
[104] Yahut: "Sen kimseyi
yardıma çağıramayacaksın sandılar" (Ebu Yusuf, Kitâbu'l-haraç, s. 213).
[105] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 36, 37, E bu Yusuf, Kitâbu'l-harac, s. 213, Vâki di, Megâzî, c.
2, s. 789, Belâzurî,Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 353, 354, Taberî, Târîh, c. 3, s.
111, Taberânf, Mu'cem u's-sagfr, c. 2, s. 74, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5,
s. 6, 7, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1175,1176, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.
240, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 164, 165, Zehebî, Megâzî, s. 437,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 278, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 178,179.
[106] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
786, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[107] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 40, Taberî, c. 3, s. 11 3, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
784, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 4.
[109] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
784, Halebî, c. 3, s. 4, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 290.
[110] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
791, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[111] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 374.
[112] Halebî, İnsânu'l-uyün,
c. 3, s. 5.
[113] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 7, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 240, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s.1 65,
Zehebî, Megâzî, s. 437 Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 279, İbn
Kayyım , Zâdu'l-mead, c.2, s. 179.
[114] E bu Yusuf, Kitâbu'l-harac,
s. 213.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 37, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 7, İbn Esîr, c.2, s. 240, İbn
Seyyid, c.2, s. 165.
[116] Heysemi,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 161, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 240, 241.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/314-316.
[117] İbn Hacer,
Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 243.
[118] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
786, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, s. 8, s. 40, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s.
292.
[119] İbn Hacer,
Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 243.
[120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
786, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 292.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
786, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
786, 787, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 292.
[123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
787, İbn Hacer, Metâlib, c. 4, s. 243, Zürkânf, c. 2, s. 292.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
787, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 44, Zürfcânf, c. 2, s. 292.
[125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/316-317.
[126] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
784, 786.
[127] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 7, 8,İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 240, Zehebî, Megâzî,
s. 437, 438.
[128] İtan Esrr.Kâmil, c. 2,
s. 241.
[129] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre, c. 4, s. 37, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
224, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 7, İbn Ear, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye, c. 4, s. 280.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
791, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 6.
[131] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
791.
[132] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 37,38,Taberî, Târîh, c. 3, s. 112, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 280.
[133] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 791, 792.
[134] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, c. 3, s. 112, İbn
Seyyid, c. 2, s. 165.
[135] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4 s. 38, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
792.
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 11 2, İbn Esîr, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s.
165.
[138] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
792.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165,
Zehebî, s. 438, Ebu'l-Fida, c. 4, s. 280
[140] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
792.
[141] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, c. 2, s. 165,
Zehebî, s. 438, Ebu'l-Fida, c. 4, s. 280
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
792.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/318-320.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Taberî, Târîh, c. 3, s.112, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 280.
[144] İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks.2s.42.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 791, 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8,
İbn Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 225, İbn Esîr, t 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s.
1 65, Zehebî, s. 438, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 179.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 793,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2,
s. 293.
[147] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[148] Vâkıdî, c. 2, s. 793,
Halebî, c. 3, s. 7.
[149] Halebî, c. 3, s. 7,
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[150] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 2, s. 293.
[151] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 1 22.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s.
792, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 10, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s.
7, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[153] Zührî, M eg âzf s. 87,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374.
[154] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 281.
[155] Zührî, Megâzî, s. 87,
Abdurrezzak, c. 5, s. 374.
[156] Zührî, Megâzî, s. 87,
Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 792, Abdurrezzak, c. 5, s. 374, Beyhakî, c. 5, s. 10,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 281 .
[157] Vâkıdî, c. 2, s. 792,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[158] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 374.
[159] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
281, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 792,
Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[161] Halebî, c. 3, s. 7,
Zürkânf, c. 2, s. 293.
[162] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
225, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 165, Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 179.
[163] İbn İshak, İbn Hişam ,c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm, s. 225, İbn
Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid,c. 2, s. 165,166, Zehebî, s. 438
[164] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[165] Ebu Yusuf, s. 212,
Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[166] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 7.
[167] Ebu Yusuf, Kitâbu'l
-haraç, s. 212, Bel âzurf, F ütûhu'l -bül dân, c. 1, s. 42.
[168] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 2, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 8, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 166,
Zehebî, Megâzî, s. 438, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 179.
[169] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-haraç,
s. 212.
[170] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[171] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
793, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 793,
Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf, c. 2, s. 293.
[173] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112.
[174] Ebu Yusuf s. 212,
Vâkıdî, c. 2, s. 793.
[175] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[176] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[177] Ebu Yusuf, s. 212,
Belâzurî, c. 1, s. 42, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[178] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[179] Belâzurî, c. 1, s. 42,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[180] Ebu Yusuf s. 212,
Belâzurî, c. 1, s. 42, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 282.
[181] Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn
Esîr, c.2, s. 241, Zehebî, s. 438, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c. 2,
s. 179.
[182] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225.
[183] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Vâkıdî, c. 2, s. 793, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, 10,
İbn Hazm, s. 225, İbn Esîr, c.2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s.
438, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c.2, s. 179.
[184] Vâkıdî, c. 2, s. 793,
Beyhakî, c. 5, s. 1 0, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, c. 3, s. 7, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[185] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[186] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[187] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 793, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 10, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 282, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 7, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
794, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[189] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 38, Taberî, Târih, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 79.
[190] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, Beyhakî, c. 5, s. 8, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,
c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 280, İbn Kayyım, c.
2, s. 179.
[191] Zührî, Megâzî, s. 87,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
794.
[193] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[194] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 38, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 794, Taberî, Târîh, c. 3, s. 112,
İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 8, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
794.
[196] Zührî, Megâzî, s. 87,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[197] İbn İshak, İbn Hişam ,c.
4, s. 38, Taberî, c. 3, s. 112, İbn Hazm ,s. 225, Beyhakî, c.5, s. 8, İbn Esîr,
c.2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 438, E
bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 280.
[198] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
794.
[199] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[200] Zührî, Megâzî, s. 87,
Abdurrezzak, c.5, s. 375.
[201] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
793.
[202] Zührî, Megâzî s. 87,88,
Vâkıdî, c. 2, s. 793, Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[203] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
793.
[204] Zührî, s. 88,
Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[205] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[206] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdurrezzak, c. 5, s. 375.
[207] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38, 39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 8, 9, İbn Hazm, s. 225,
İbn Esîr, c. 2, s. 241 , İbn Seyyid, c. 2, s. 1 66, Zehebî, s. 438.
[208] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 38,39,Taberî, Târih, c. 3, s. 113, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 5, s. 9, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 241, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 179.
[209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
794.
[210] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[211] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 38,39, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225, İbn Esîr,c. 2, s. 241, İbn Seyyid, c. 2, s. 166,
Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[212] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[213] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s.113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn
Hazm , s. 225, İbn Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyım, c. 2, s.
179.
[214] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 282.
[215] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 794, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn
Esîr, c. 2, s.241, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 282, İbn Kayyım, c. 2, s. 179.
[216] Beyhakî, c. 5, s. 11,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 282, Halebî, İ nsânu'l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[217] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
[218] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212, Belâzurî, Fütûh,c.1, s. 42.
[219] Vâkıdî, c. 2, s. 794,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[220] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, İbn Hazm, s. 225, İbn
Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, c.2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 282.
[221] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
795, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[222] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 795, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113,
Beyhakî,Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 11, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 166,
Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 282.
[223] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
795, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 293.
[224] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[225] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 39, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 3, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 9, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 166, Zehebî, Megâzî, s. 439, İbn
Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 179,180.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
795, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 282, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 78, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 8, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 293.
[227] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 795, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 9, İbn
Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, İbn Kayyı m, c. 2, s. 1 80.
[228] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[229] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42.
[230] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[231] Ebu Yusuf, s. 212,
Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 42.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/320-330.
[232] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Beyhakî, c. 5, s. 11, İbn
Seyyid, c. 2, s. 166, Zehebî, s. 439, Ebu'l-Fidâ, t 4, s. 282, İbn Kayyım, c.
2, s. 180.
[233] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 212.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796.
[235] Taberânf,
Mu'cemu's-sagfr, c. 2, s. 73, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 192,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 77.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796.
[237] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796.
[238] Ebu Yusu f, Kitâbu'l -h
araç, s. 213.
[239] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 3.
[240] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 796, Taberî, c. 3, s. 113, Taberânf,
Mu'cemu's-sagfr, c. 2, s. 73, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180, Kastalânf,
c. 1, s. 192.
[241] Taberânf, M u'cem
u's-sagfr, c. 2, s. 73, Heysem f, Mecmau'i-ievâid, c. 6, s. 163, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s:. 78.
[242] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796.
[243] Musa b. Ukbe'den naklen
Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 282,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 10.
[244] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 234, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[245] Beyhakî, Sünen, c. 9,
s:. 234, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 283.
[246] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 213.
[247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796.
[248] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134.
[249] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Taberî, Târîh, c. 3, s. 113, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 225, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s.1 2, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 78 Halebî,İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 79.
[250] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-harac, s. 213, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 134, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 10.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796.
[252] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
796, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s:. 1 0.
[253] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 39, 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 796, Taberî, Târîh, c. 3, s.
112, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 66,
Zehebî, Megâzî, s. 439, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 283.
[254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
799.
[255] Yâkubî, TârTh, c. 2, s.
58.
[256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
799, 800.
[257] Zührî, Megâzî, s. 86,
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, c. 2, s. 801, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90, Taberî, c. 3, s.
114,1 22 Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 21, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
226, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Seyyid, c. 2, s. 167, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 285, İbn Kayyım, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 164,
Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 194,195, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 80.
[258] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 26, Zehebî, Megâzî, s. 433, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 285, Heysemî, c. 6, s. 170,
İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c.8,s.3, Kastalânf, c.1, s. 194, Halebî, c. 3, s. 13,
Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[259] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 194, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 298.
[260] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 80, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 13.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
800, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[262] Vâkıdî, c. 2, s. 800,
Taberî, Târîh, c. 3, s. 122, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 42 Halebî, c.
3, s. 13.
[263] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 227.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
800, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 1 3.
[265] Vâkıdî, c. 2, s. 800,
Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42, Halebî,
c. 3, s. 13.
[266] Vâkıdî, c. 2, s. 800,
Halebî, c. 3, s. 1 3.
[267] Vâkıdî, c. 2, s. 800.
[268] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 63, Taberî, c. 3, s. 122, İbn Hazm, s. 227.
[269] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 63.
[270] Taberî, Târîh, c. 3, s.
122.
[271] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
800, Halebî, c. 3, s. 13.
[272] Taberî, c. 3, s. 1 22,
İbn Hazm , s. 227, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s.
42.
[273] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
812.
[274] Vâkıdî, c. 2, s. 812,
813, İbn Hazm s. 227.
[275] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 244.
[276] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 177.
[277] Taberî, c. 3, s. 1 22,
İbn Hazm , s. 227, İbn E sır, c. 2, s. 244, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 42.
[278] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 114, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 20, İbn
Hazm, s. 226, İbn Esîr, c. 2, s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 167,
Zehebî, Megâzî, s. 441, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 285.
[279] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[280] İbn Hacer'den naklen
Zürkânf, M evâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 298.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/330-336.
[281] İbrı İshak, İbn Hişam,
c. 4, s. 40, Vâkıdî, c. 2, s. 797, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 79,
Buhârî, Sahih, c. 5, s. 89, Belâzurî, Ensâbu'l-esrâf, c. 1, s. 354, Taberî,
c.3,s. 113, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 16, İbn Hazm, s. 226, İbn Esir, c. 2, s.
242, İbnSeyyid, c. 2, s. 167, Zehebî, s.439, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 283, İbn
Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, c. 6, s. 162, İbn Haldun, c.2,ks.
2,s.42.
[282] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
798, B. Aynf, Umdetü'l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c.
1, s. 194, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s.
298.
[283] Süheylf, Ravclu'l-ünüf,
c. 7, s. 86, Kurtubf, Tefsir, c. 18, s. 50, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s.
284, B. Aynf, Umdetü'l-kârf, c. 14, s. 255, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c.
1, s. 194, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11.
[284] Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl,
s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245,
Bedrüddin Aynf, Umdetü'l-kârî, c. 14, s. 255.
[285] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 48.
[286] Beyhakî, Sünen, c. 9, s.
147.
[287] Halebî, İnsânu'l-uyÜn,
c. 3, s. 11,12.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/336-337.
[288] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 40, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s. 113,
Beyhakî.Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 242,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 283, Diyarbekrî, Târihu'l-hamfs, c.
2, s. 79.
[289] Vâkidi, c. 2, s. 798,
İbn Esîr, c. 2, s. 242, B. Aynı, Umdetü'l-kârf, c. 1 4, s. 255, Diyarfcekrf, c.
2, s. 79.
[290] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 88, Vâhidf, Esbâbu'n-nüiûl, s. 281, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff,
Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf, Umdetü'l-kârf, c. 14, s. 255.
[291] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
58.
[292] Vahi df, E
sbâbu'n-nüzül, s. 282, Zem ahşerî, K eşşâf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51,
Ne seff, M e dâri k, c. 4, s. 245, B. Ayn f, Umdetü'l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[293] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf,
Umdetü'l-kârf, c. 1 4, s. 255.
[294] Zemahşerf, c. 4, s. 88,
Vâhidf, s. 282, Kurtubf, c. 18, s. 51.
[295] Zemahşerf, c. 4, s. 88,
Kurtubf, c. 18, s. 51, B. Aynf, c. 24, s. 245.
[296] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
860.
[297] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 78.
[298] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 361.
[299] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 88, Vâhidf, E sbâbu'n-nüzül, s. 282, Neseff, Medârik, c. 4, s. 245, B. Aynf,
Umdetü'l-kârf, c. 14, s. 245.
[300] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
798, 799, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
[301] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 40, 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 797, Taberî, Târih, c. 3, s.
113, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 16, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 167, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye Ve'n-nİhâye, C. 4, S. 283, İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 11, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 294.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/337-339.
[302] Başka rivayette Mikdad
yerine E bu Mersed el -Ganevf zikredilin iştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,
s. 105, Müslim , c. 4, s. 1942).
[303] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.79, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60, Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941, E bu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[304] Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl,
s. 282, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, B. Aynf,
Umde, c. 14, s. 255, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79, Halebî, İnsan, c.
3, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 295.
[305] Vahidî, s. 282,
Zemahşerî, c. 4, s. 88, Kurtubî, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245,
Diyarbekrî, c. 2, s. 79, Halebî, c. 3, s. 11 , Zürkânf, c. 2, s. 295.
[306] Ahmed b. Hanbel, c.1, s.
79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47,
Tirmizî, c. 5, s. 409.
[307] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.1O5.
[308] Ahmed b. Hanbel, c. 79,
Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî, c.
5, s. 409.
[309] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 105, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 226.
[310] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114,
İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 226, Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 282, Kurtubf,
Tefsfr, c. 18, s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 167, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 283, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180.
[311] Vâhidf, s. 282,
Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s. 245.
[312] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1 , s. 79, Ebu Dâvud, c. 3,
s. 47.
[313] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 301.
[314] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 60, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 301.
[315] Vâhidi, Esbâbu'n-nüzûl,
s. 282, Zemahşerf, c. 4, s. 88, Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51, Neseff, c. 4, s.
245.
[316] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 41, Vâhidf, c. 2, s. 798, Taberî, Târih, c. 3, s. 114 .
[317] Ahmed b. Hanbel, c.1, s.
79, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47,
Tirmizî, c. 5, s. 410.
[318] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.1O5.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[320] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 301.
[321] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 79, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh.c. 4, s. 1941, Ebu
Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 410.
[322] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,
s. 105.
[323] Ahmed b. Hanbel, c.1, s.
79,80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim , c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47,
Tirmizî, c. 5, s. 410.
[324] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 414, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114, Kurtubf, c. 18,
s. 51.
[325] Ahmed b. Hanbel, c.1, s.
80, Buhârî, c. 6, s. 60 Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47, Tirmizî,
c. 5, s. 410.
[326] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 41, Vâkıdî, c. 2, s. 798, Taberî, c. 3, s. 114.
[327] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 60.
[328] Vâhidf, s. 282,
Zemahşerf, c. 4, s. 89, Kurtubf, c. 18, s. 50.
[329] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 105.
[330] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
89, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 284.
[331] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 59.
[332] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 105.
[333] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 41, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 798, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 80,
Buhârî, Sahih, c. 6, s. 60, Müslim, Sahîh, c. 4, s. 1 941, Ebu Dâvud, Sünen, c.
3, s. 47, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 41 0, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s.
354.
[334] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 109.
[335] Hakim, Müstedrek, c. 3,
s. 302.
[336] Ahmed b. H anbel, M
üsned, c. 1, s. 105, Bel âzurf, E nsâbu'l-eşrâ f, c. 2, s. 35 4, Taberî,
Tefsfr, c. 28, s. 59.
[337] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 80, Buhârî, c. 6, s. 60, Müslim, c. 4, s. 1941, Ebu Dâvud, c. 3, s. 47,
Tirmizî, c. 5, s. 410.
[338] Ahmed b. Hanbel, c. 1,
s. 105, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[339] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 41, Taberî, Tefsfr, c. 28, s. 60.
[340] Mümtahine: 1.5.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/339-344.
[341] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre.c.4, s. 31, Vâkıdî, Megâzî, c. 1, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s.
135.
[342] Zührî, Megâzî, s. 86,
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 801, Buhârî, Sahih,
c. 5, s. 90, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 21, 24, Etau'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 268.
[343] Zührî, M egâzf, s. 86,
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 42, Vâkıdî, M egâzf, c. 2, s. 801, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 1 35, fihmed b.
Hanbel, c. 1 , s. 325, Buhârî, c. 5, s. 90, Taberî, TâriVı, c. 3, s. 114,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvye, c. 5, s. 21, 22, İbn Seyyid, Uyûnu'l- eser, c. 2,
s. 167, Zehebî, Megâzî, s. 441 , Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
286, 287, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c.
6, s. 165.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
801, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 4.
[346] Vâkıdî, c. 2, s. 801,
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 135.
[347] Yâ kût. M u'cem u'l-bül
dân. c. 3. s. 421. Sem hû df. Vefâu"! -vefa. c. 4. s. 1253.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/345.
[348] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
801, Ibn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[349] Erâk; Mekke yakınında,
A-afatta, Memire'de bir yerdir (Yâkût, Mu'cemu'l-buldan, c. 1, s. 135).
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
804, 805.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/345-348.
[351] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
802, 804.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/348.
[352] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 801, 802.
[353] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 25, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
286.
[354] Halkın buraya Kudeyd
dediği de bildirilir (İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 180).
[355] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, Sahîh, t 5, s. 90.
[356] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 226, 227.
[357] Su yerine süt rivayeti
de vardır (jbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 39 Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 344, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 90).
[358] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
90, Müslim , Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 25,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 286.
[359] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 42, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 802, Buhârî, c. 5, s. 90,MüsJim, c.
2, s. 785, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 316.
[360] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 139, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 227.
[361] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
802, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 785, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 25, İbn
Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 227, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 286,
287.
[362] Müslim, Sahîh, c. 2, s.
785.
[363] Vâkıdî, c. 2, s. 802,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 15, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2,
s. 300.
[364] Ahmed b. Hanbel. Müsned.
c. 3. s. 29. Buhârî. Sahîh. c. 5. s. 90. Tirmizî. Sünen. c. 4. s. 198.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/348-349.
[365] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 242, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 167.
[366] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 242.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/350.
[367] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s.
804, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[368] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[369] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
801, 804.
[370] Vâkıdı, Megâzî, c. 2, s.
812, 81 3.
[371] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
819, 820.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/350-352.
[372] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 42, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[373] İbn Adilberr, İstiâb, c.
4, s. 1674.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
806, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 50.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
806.
[377] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 50.
[378] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, 811, 81 2.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[380] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[381] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[382] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[383] Vâkıdî, c. 2, s. 807,
İbn Sa'd, c. 4, s. 50.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807.
[385] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
807, 88 İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 50.
[386] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
808.
[387] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 810, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114,
Beyhakî.Delâilü'n-nübüvvıe, c. 5, s. 27, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
167.
[388] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
810.
[389] Vâkıdî, Megâzî, c.2,s.
810, İbn ^dilberr, İstiâb, c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 165,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 180.
[390] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 43, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114, Zehebî, Megâzî, s. 448.
[391] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
808, 809.
[392] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 1674, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 167,168, İbn Kayyım , Zâdu'l-m ead,
c. 2, s. 181.
[393] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s.
28.
[394] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
811.
[395] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 811, Taberî, Târîh, c. 3, s. 114.
[396] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1674, İbn Esîr, Kâmil, c.2,s. 244, İbn Kayyım, Zâdu'l-m ead, c. 2, s.
181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/352-358.
[397] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4.
[398] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
814, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[399] İbn Asâkir'den naklen
Alâüddin £Ji, Kenzü'l-ummâl, c. 11, s. 359, Takiyyüddin, Ikdu's-simm, c. 6, s.
4.
[400] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 42, Taberî, c. 3, s. 11 4, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 39.
[401] Vakıdî, c. 2, s. 814,
İbn Sa'd, Tabakât, c.2, s. 135, Beyhakî, c. 5, s. 39.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/358.
[402] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s.
814, İbn Sa'd, Tabakât, c.2, s. 135, Halebi, İnsanu’l-Uyun, c. 3, s. 16.
[403] Vâkıdi, Megâzî, c. 2, s.
814.
[404] Vâkıdî, c. 2, s. 814,
Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 6, s. 170.
[405] Taberî, Târih, c. 3, s.
117.
[406] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 42, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 36.
[407] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[408] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4 s. 42, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 6, s. 165.
[409] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 375.
[410] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
814, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 36.
[411] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 5, s. 170.
[412] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
91.
[413] Taberânf, M u'cem
u's-sagfr, c. 2, s. 74.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
814.
[415] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 288.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/359-360.
[416] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 44, Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 815, 816, Taberî, Târîh, c. 3, s.
115, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.5,s.33.
[417] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 816,817.
[418] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[419] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[420] Taberî, Târih, c. 3, s.
116, Beyhakî, c. 5, s. 33. 41 4.
[421] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 44.
[422] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 44, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Beyhakî, c. 5, s. 33, Zehebî, Megâzî, s. 451.
[423] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
817.
[424] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 44, 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, Taberî, Târih, c. 3, s.
116, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,c.5, s. 33.
[425] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 45, Taberî, c. 3, s. 11 6, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[426] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
817.
[427] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
[428] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 4, Vâkıdî, c. 2, s. 817.
[429] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
817.
[430] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s. 33.
[431] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 45, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târih, c. 3, s.
166, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 33, 34.
[432] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
815, Taberî, Târîh, c. 3, s. 117, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 18.
[433] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
815.
[434] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 45, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5, s.
32.
[435] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 76.
[436] Vâkıdî, c. 2, s. 815,
Beyhakî, c. 5, s. 40, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
[437] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 43.
[438] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
835, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 43.
[439] Zührî, Megâzî, s. 88,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[440] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
[441] Vâkıdî, c. 2, s. 815,
Taberânf, Mu'cemu's-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[442] Vâkıdî, c. 2, s. 816,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 40, Heysemî, c. 6, s. 170.
[443] Taberânf,
Mu'cemu's-sagfr, c. 2, s. 75, Heysemî, c. 6, s. 164.
[444] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
816.
[445] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 443, Heysemî, c. 6, s. 171.
[446] Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 43, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 37, Zürkânf,
M evâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 312.
[447] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 37, Zehebî, Megâzî, s. 444, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
[448] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
815.
[449] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 817, 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116,
Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 34, Zehebî, Megâzî, s. 452, İbn Haldun, Târîh, c. 2,
ks. 2, s. 43.
[450] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 170.
[451] Zührî, Megâzî, s. 88,
89, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Zehebî, Megâzî, s. 451, İbn Hacer,
Fethu'l-bârf, c. 87, s. 6, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 18.
[452] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî,
Delalilü’n-Nübüvve, c. 5, s. 34, İbn Haldun, Tarih, c. 2, s. 43.
[453] Vâkıdî, c. 2, s. 816,
Beyhakî, c. 5, s. 37, 40, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 171,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2,s.81.
[454] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 45, 46, Vâkıdî, c. 2, s. 81 7, 818, Taberî, c. 3, s. 116, Beyhakî, c. 5,
s. 37.
[455] Zührî, Megâzî, s. 89,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[456] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Vâkıdî, c. 2, s. 818, Taberî, c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 34,
Zehebî, Megâzî, s. 450.
[457] Zührî, Megâzî, s. 89,
Abdurrezzak, c. 5, s. 376.
[458] Beyhakî, c. 5, s. 32,
Zehebî, s. 450, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 921.
[459] İbn Abdilberr, İstiâb,c.4, s. 1679, Zehebî, s. 450,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[460] Beyhakî, c. 5, s. 32,
Zehebî, s. 450, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[461] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Yâkubî,Târîh, c. 2, s. 59, Taberî, c. 3, s. 116, İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre,s. 229, Beyhakî, c. 5, s. 32, 34, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 291, İbn
Haldun, c. 2, ks. 2, s. 43.
[462] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 32, Zehebî, s. 450, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 291.
[463] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116,
İbn Abdilberr, İstiâb.c.4, s. 1679,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 291, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 43.
[464] Zührî, M egâzf, s. 89,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 355,
İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 679, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 34,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 19.
[465] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 32, Zehebî, Megâzî, s. 450, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 291.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/360-368.
[466] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Vâkıdî, c.2, s. 818, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 91.
[467] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 290.
[468] Zührî, Megâzî, s. 89,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 376.
[469] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
818, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s.
6.
[470] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
818.
[472] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 6.
[473] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
819, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s.
6.
[474] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172.
[475] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
818.
[476] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172.
[477] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 41, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 6.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
818.
[479] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 818.
[480] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
818, 81 9, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 304.
[481] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 20.
[482] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 292, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 184.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
819, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 304.
[484] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91.
[485] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
819, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 304,305.
[486] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
819, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[487] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
819.
[488] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
819, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c.2, s. 305.
[489] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[490] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
820, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[491] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[492] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[493] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
820, 821, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 305.
[494] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 46, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Taberî, Târîh, c. 3, s. 116,
117, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 35, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6,
s. 167.
[495] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 305.
[496] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821.
[497] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[498] Vâkıdî, c. 2, s. 821,
Halebî, c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[499] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 230.
[500] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
821.
[501] Vâkıdî, c. 2, s. 821,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 135.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821.
[503] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119.
[504] Abdurrezzak, Musannef,
c. 5, s. 377, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91.
[505] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 91, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 119, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c.2,s.182.
[506] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 128.
[507] Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
c. 6, s. 170.
[508] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
821.
[509] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s.
195.
[510] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s.
195.
[511] Zührî, Megâzî, s. 89,
Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 376.
[512] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 175.
[513] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822, İbn Sa'd, Tabakât, c.2, s. 135, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 117, Beyhakî, c. 5, s. 35, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 170, Zehebî, Megâzî, s. 452, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 290, İbn Kayyım, c. 2, s. 182.
[514] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s.
196.
[515] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
91 , Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 119, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 38, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 291, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 82,
Kastalânf, Mevâhib, c. 1 , s. 196, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 308.
[516] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 171, 172, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c.
8, s. 7.
[517] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 44, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 7, s. 6-7, Kastalânf, c. 1, s. 196.
[518] İbn Hacer, Fethu'l -b
ârf, c. 8, s. 6-7, Kast alânf, M evâhib, c. 1, s. 196.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
822, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 182.
[520] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
821.
[521] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 21, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 307.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
821.
[523] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 172.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/368-378.
[524] Zi Tuvâ; Mekke yakı nında bir
vadidir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu'l-muhft, c. 4, s. 360, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c.
2, s. 255).
[525] Vakıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[526] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824.
[527] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s.
824, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 320.
[528] Ahmedb.Hanbel.Müsned.c.
4, s. 305Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 294, 295, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 1
037, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[529] Kasas: 28/85.
[530] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s.
68, 69, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 246, 247, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2,
s. 82.
[531] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 27, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi,
c. 2, s. 321.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/379-380.
[532] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 118.
[533] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[534] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 357.
[535] Ehâbiş; Mustalıklar ile
Hevn b. Huieyme oğulları, Mekke'nin aşağısı ndaki Hubşa dağı eteğinde toplanıp
düşmanlarına karşı birlikte hareket edecekleri hakkında Kureyş müşrikleriyle
antlaşmış oldukları için, toplantı yerlerine izafetle bu kabilelere Ehâbiş
denilmiştir Çİbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 25, Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 164).
[536] Taberî, Târîh, c. 3, s.
117, 118, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 247, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,
s. 197.
[537] Handeme, Mekke
dağlarındandır (Yakût, M u'cem u'l-bül dan, c. 2, s. 392).
[538] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Taberî, c. 3, s. 11 8, İbn Esir, c. 2, s. 247.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/380.
[539] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 231 .
[540] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1407.
[541] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[542] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 8, Kastalânf, Mevâhib, c. 1,5.197.
[543] Küdâ, ZT Tuvâ'da
Kuaykıan dağının yanında, Mekke'nin yukarısına düşen bir yer olup, Akabe'ye
oradan çıkılır (Yâküt, Mu'cemu'l-buldan, c. 4, s. 440).
[544] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 35,136.
[545] Hacun; Mekke'nin
yukarısında, M ekkelilerin kabirlerinin yanında bir tepecik olup, Beytullah'a
uzaklı ğı bir buçuk m il veya bir fersah ve bir fersahın da üçte biri kadardır
(Yâküt, c. 4, s. 225). Bey'at Mescidinin hizasındadır (Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 273).
[546] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
91, Taberî, Târih, c. 3, s. 117.
[547] Taberî, Târih, c. 3, s.
117, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 8.
[548] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 49, Müslim , c. 3, s. 1407, Taberî, c. 3, s. 118.
[549] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Taben, c. 3, s. 11 8.
[550] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.2, s.
136.
[551] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 8, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 24.
[552] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1407.
[553] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1405.
[554] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1407.
[555] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 51, Vâkıdî, c.2, s. 825, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3,
s. 11 9, İbn Esîr, Kâmil, c.2, s. 247.
[556] Vâkıdî, c. 2, s. 825,
İbn Sa'd, c. 2, s. 136, Taberî, c. 3, s. 120.
[557] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
92.
[558] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
825, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[559] İbn Esîr, Kâmil, c.2, s.
251.
[560] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 85, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 10.
[561] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
789.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/381-383.
[562] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
157.
[563] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
92.
[564] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 57, c. 5, s. 92.
[565] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
92.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/383.
[566] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173. 555.
[567] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824.
[568] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 48, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[571] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 48, Vâkıdî, Megâif, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c.
6, s. 1 73.
[572] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824.
[573] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824.
[575] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[576] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 48, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[577] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[579] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824.
[580] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Heysemî, c. 6, s. 173.
[581] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Vâkıdî, c. 2, s. 824, Heysemî, c. 6, s. 173.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/383-385.
[582] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
822.
[583] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 822.
[584] Taberî, Târîh, c. 3, s.
117, İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s. 230, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 246, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.10.
[585] Taberî, c. 3, s. 117,
İbn Esîr, c. 2, s. 246, İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[586] Taberî, c. 3, s. 117,
İbn Seyyid, c. 2, s. 170.
[587] Taberî, Târîh, c. 3, s.
117, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 170, Heysemî, Mecmau'i-ievâid, c. 6, s.
170, 171.
[588] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[589] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 246.
[590] Zührî, Megâzî, s. 89,
Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 377, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 246.
[591] Zührî, Megâzî, s. 89,
Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn E ar, c. 2, s. 246.
[592] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[593] Taberî, c. 3, s. 117,
İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[594] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[595] Zührî, s. 89,
İbnİshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Abdurrezzak, c. 5, s. 377.
[596] Zührî, s. 89,
Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246, Heysemî, c. 6, s. 1 6.
[597] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[598] Zührî, s. 89, İbn
İshak.İbn Hişam, c. 4, s. 47, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Abdurrezzak, c. 5, s. 377,
İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[599] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 47.
[600] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[601] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 246.
[602] Zührî, s. 89,
Abdurrezzak, c. 5, s. 377, İbn Esîr, c. 2, s. 246.
[603] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 246.
[604] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 47, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c.
6, s. 1 67.
[605] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[606] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 47, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 1 82, Heysemî, c.6,s.167.
[607] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 47, İbn Seyyid, c. 2, s. 170, İbn Kayyım, c. 2, s. 182, Heysemî, c. 6, s.
167.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/385-387.
[608] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
[609] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 171.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/387-388.
[610] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 49, Vâkidf, Megâzî, c. 2, s. 825, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 1 36, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 197.
[611] Taberî, Târih, c. 3, s.
117, 118, Kasta lanı, Mevâhib, c. l.s.197.
[612] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 50, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 136, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s.
392,393.
[613] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[614] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 24.
[615] Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
c. 6, s. 172.
[616] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825.
[617] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 24.
[618] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
839.
[619] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 36.
[620] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 136, Beyhakr, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 44.
[621] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 44, Heysemî, Meonau'z-zevâid, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 25.
[622] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 355.
[623] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
826, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 355, Beyhakî, c. 5, s. 44.
[624] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[625] Beyhaki,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 44, Heysemi, Mecmau'z-zevâi d, c. 6, s. 173.
[626] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
826, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[627] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 51, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 356, Taberî, Târih, c. 3,
s. 11 9.
[628] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 50, Vâkıdî, c. 2, s. 823 Beyhakî, c. 5, s. 47.
[629] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 50.
[630] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
827, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[631] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827, Belâzurî, c. 1,s.356.
[632] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
827, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356.
[633] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
827.
[634] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 50, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 827.
[635] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 50, 51, Vâkıdî, c. 2, s. 828, Ezrakî, ^hbâru Mekke, c. 2, s. 269,
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 356, 357, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 47,
Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 393, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 296. 297.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/388-391.
[636] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
826.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/392.
[637] Taberî, Târik. c. 3, s.
117, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 246.
[638] Vâkidi, Megâzî, c.2, s.
828, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[639] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 83.
[640] Taberî. Târike. 3. s.
118.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/392.
[641] Zührî, Megâzî, s. 86,
Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 374, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 342.
[642] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 342.
[643] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
824, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 455, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s.
387, Müslim, Sahih, c. 2, s. 990, Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 54, Tirmizî,
Sünen, c. 4, s. 225, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 201, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s.
1186, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 507, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 67, 68, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Zehebî, Megâzî, s. 457, 458,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 293, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3,
s. 27, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 319.
[644] Beyhakî, c. 5, s. 68,
Zehebî, c. 458, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 293, Halebî, c. 3, s. 27, Zürkânf, c. 2,
s. 319.
[645] Zührî, Megâzî, s. 91,
Abdurrezzak, c. 5, s. 379, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 191.
[646] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 201, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 324.
[647] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
823.
[648] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 84.
[649] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49.
[650] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 287, 288.
[651] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 32, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 195, İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 941, Nesâf,
Sünen, c. 5, s. 200.
[652] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
92, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 70.
[653] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 293, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 83.
[654] Vâkıdî, M egâzf, c.2,s.826,İbnSa'd, Tabakâtü'l-kü brâ, c.
2, s. 136, D iyarbekrf, Târîhu'l -ham fs, c. 2, s. 83.
[655] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 9, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 197, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 311.
[656] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
826, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 36, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 9,
Kastalânf, Mevâhib, c.1 , s. 197, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 83.
[657] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 83, 84, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 26.
[658] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 297, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 311.
[659] Diyarbekrî, c. 2, s. 84,
Halebî, c. 3, s. 26, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[660] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Zürkânf, c. 2, s. 311 .
[661] Diyarbekrî, c. 2, s. 84,
Halebî, c. 3, s. 26.
[662] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
297, İbn Hacer, Feth, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26,
Zürkânf, c. 2, s. 311.
[663] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1407-1408, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c.
1, s. 45, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 174.
[664] Diyarbekrî, c. 2, s. 84,
Halebî, c. 3, s. 26.
[665] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 26.
[666] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
838, 839, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 9.
[667] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 26.
[668] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 84, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 26.
[669] Diyarbekrî, c. 2, s. 84,
Halebî, c. 3, s. 26.
[670] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 297.
[671] Vâkıdî, c. 2, s. 826,
839, İbn Sa'd, c. 2, s. 136.
[672] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
297, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[673] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
297, İbn Hacer, c. 8, s. 9, Diyarbekrî, c. 2, s. 84, Halebî, c. 3, s. 26.
[674] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s., c. 2, s. 84.
[675] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 26.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/392-396.
[676] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1408, Belâzurî, Fütühu'l-büldân, c. 1 , s. 45.
[677] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
839.
[678] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
839, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s.
177.
[679] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 173.
[680] Belâzuıî,
Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 46.
[681] İbn Hazm.
Cevâmiu's-Sîre. s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/396-397.
[682] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 59.
[683] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 234.
[684] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiurf, Fütühu'l-büldân, c. 1, s.
45, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 56.
[685] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 59.
[686] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408.
[687] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1 , s. 45, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 57, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 175.
[688] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1408, Belâiun, Fütûh, c. 1, s. 45,
Beyhakî, Delâil.c.S, s. 57, İbn Seyyid, c. 2, s. 175.
[689] Ahmed b. Hanbel, c. 2,
s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56,
İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[690] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 59, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 538, Müslim , c. 3, s. 1408, Belâiun, c. 1,
s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[691] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 59, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 306.
[692] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 538, Belâiurf, c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s. 56, İbn Seyyid, c. 2, s.
175, Zehebî, s. 456, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 307.
[693] Ahmed b. Hanbel, c. 2,
s. 538, Müslim, c. 3, s. 1408, Belâiun", c. 1, s. 45, Beyhakî, c. 5, s.
56, İbn Seyyid, c. 2, s. 175, Zehebî, s. 456, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 307.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/397-398.
[694] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
828, Halebî, İnsânu'l-uvün, c. 3, s. 28.
[695] Buhârî, Sahibe. 5, s.
92.
[696] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
828.
[697] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 49, Taberî, Târîh, c. 3, s. 118.
[698] İbnSa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 140, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 40, Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 154, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 174, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 209.
[699] Sühevlf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 98, 99.
[700] Vâkıdı, c. 2, s. 829,
İbn Sa'd, c. 2, s. 136, Halebî, c. 3, s. 27.
[701] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, Halebî, İnsânu'l-u^n, c. 3, s. 28.
[702] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 35.
[703] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
[704] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, İbn Sa'd, c. 2, s. 1 36, Ezrakî, c. 2, s. 161 , Belâzuıî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 356.
[705] Ezrakî, ^ıbâru Mekke, c.
2, s. 161, Belâzurî, E nsâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[706] Mâverdf, Ahkâm
u's-sultâniye, s. 171.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 161.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/399-400
[708] Mâlik, Muvatta', c. 1,
s. 423 İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 39,140, Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 164, Bubin, Sahih, c. 5, s. 92.
[709] Mâlik, Muvatta1,
c. 1, s. 423, İbn Sa'd, c. 2, s. 139,1 40, A. b. Hanbel, c. 3, s. 1 64, Buhârî,
c. 5, s. 92, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,5.360.
[710] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 140.
[711] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 51, 52, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 360, Taberî, Târih,
c. 3, s. 119.
[712] İbn Esir, Nihâye, c. 5,
s. 250.
[713] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s. 237.
[714] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 859, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[715] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
859, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[716] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 52, Vâkıdî, c.2,
s. 829, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359, Taberî, c. 3, s. 119.
[717] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[718] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 359.
[719] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s, c. 1, s. 360.
[720] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 360.
[721] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Taberî, Târîh, c. 3, s. 11 9.
[722] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[723] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Taberî, c. 3, s. 119.
[724] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 360.
[725] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 11 9.
[726] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 360.
[727] İbn İshak, ibn.Hişam, c.
4, s. 52, Vâkıdî.c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[728] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[729] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Vâkıdî, c.2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360, Taberî, c. 3, s. 119.
[730] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 360.
[731] Vâkıdî, c. 2, s. 859.
[732] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
860, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[733] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
860.
[734] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
826, 827.
[735] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 53, Taberî, Târih, c. 3, s. 120.
[736] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
859, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 360.
[737] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 424, Vâkıdî, c. 2, s. 859, Belâzurî, c. 1, s. 360.
[738] Vâkıdî, c. 2, s. 859,
Belâzurî, c. 1, s. 360.
[739] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 52, Vâkıdî, c. 2, s. 825.
[740] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
825.
[741] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
860.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 9.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 53, İbn Hacer, c. 8. s. 10.
[744] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 53.
[745] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 361, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 46.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/400-403
[746] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 94.
[747] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 50, 51 .
[748] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 10, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/403-404
[749] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 857.
[750] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 359.
[751] Belâzurî, Ensâb, c. 1,
s. 359, İbn Esir, c. 2, s. 250.
[752] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 52.
[753] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
857.
[754] Vâkıdî, c. 2, s. 857,
Belâzurî, c. 1.S.359, İbn Esir, c. 2,5.250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/404.
[755] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 52.
[756] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[757] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
861.
[758] Vâkıdî, c. 2, s. 861,
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, 359.
[759] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
862.
[760] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 359, İbn EsiY, Kâmil, c. 2, s. 250.
[761] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
860, 861 Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 359.
[762] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/404-405.
[763] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 248.
[764] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
783.
[765] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Vâkıdî, c. 2, s. 823, Tataerf, Târih, c. 3, s. 118.
[766] Vâkidi, Megâzî,c.2,s.
825.
[767] İbn Esir, Kâmil, c. 2,
s. 248.
[768] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 60.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/405-406.
[769] Vâkıdî, c. 2, s. 825,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[770] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1082.
[771] İbn Esîr, Kâmil ,c. 2,
s. 248.
[772] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1082.
[773] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 49, Vâkıdî, c.2, s. 823, Taberî, c. 3, s. 118.
[774] İbn Esîr, c. 2, s. 239,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 4.
[775] İbn Esîr, c. 2, s. 239,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 4.
[776] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 248.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/406.
[777] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
857.
[778] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 9.
[779] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 39, Vâkıdî, c. 2, s. 857, İbn Atodilberr, İstiâb, t 4, s. 1854,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 76,177, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s.
185.
[780] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1854, İbn Seyyid, UyÛnu'l-eser, c. 2, s. 177.
[781] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
857, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 357.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/407.
[782] İbn Esîr, Kâmil.c.2, s.
250.
[783] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 901, İ bn Esîr, Usdu'l-gâ be, c. 3, s. 239.
[784] Diyarbekrî, Târıîıu'l-hamfs,
c. 2, s. 94.
[785] İbn Esîr. Kâmil. c. 2.
s. 250.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/407.
[786] İbn İshak, İbn
Hişam,Sîre, c. 4, s. 51, 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 118, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[787] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855.
[788] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[789] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 918, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[790] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[791] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 259.
[792] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358, Taberî, Tefsfr, c. 7, s. 274.
[793] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 358.
[794] Taberî, Tefsfr, c. 7, s.
273, Halebî, İnsânu'l-u^ûn, c. 3, s. 36.
[795] Taberî, Tefsfr, c. 7, s.
273.
[796] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 90, Halebî, İnsânu'l-uvûn, c. 3, s. 36.
[797] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 358, Halebî, c. 3, s. 36.
[798] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 249.
[799] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 124.
[800] Fussilet: 41/42.
[801] EI-Hâkka: 69/44-46.
[802] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/407-409.
[803] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
831.
[804] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
93.
[805] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
831.
[806] İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 1 38.
[807] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
831.
[808] İbn İshak, ibn.Hişam,
Sîre, c. 4, s. 66, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 831, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c.
1, s. 356.
[809] Müslim, Sahih, c. 4, s.
1936, 1938.
[810] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
831.
[811] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 356.
[812] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
831, 832.
[813] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 832.
[814] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
832.
[815] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
832, Bedrüddin Aynf, Umdetu'l-kârf, c. 9, s. 276, İbn Ha cer, Fethu'l-bârf, c.
3, s. 393, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 32.
[816] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
832.
[817] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 85, Halebî, İnşân, c. 3, s. 32.
[818] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1407.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/409-411.
[819] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 59, İtan Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 180 Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ye'n-nihâye,c. 4, s. 308, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 185.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/411-412.
[820] İbn Sa'd ve Beyhaki’den
naklen Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 304, İbn Sa'd, Beyhakî ve İbn Asâkfr'den
naklen Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 85.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/412.
[821] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
833, Ezraki, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[822] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 177.
[823] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1,s.266.
[824] Alâüddin Ali,
Kenzu'l-ummâl, c. 10, s. 535.
[825] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[826] Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
c. 6, s. 177, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 15.
[827] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
833, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266.
[828] İbn Merduye'den naklen
Suyûtî, Esbâbu'n-nüzûl s. 66.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/412-414
[829] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 59, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 266, Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
92.
[830] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 120, 212 Buhârî,
Sahîh, c. 5, s. 92, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 72.
[831] Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye,
c. 1, s. 204, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 30.
[832] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[833] İbn İshak, İbn Hişam,
c.4,s. 59, İbn Sa'd, Tabakât, c.2,s. 136, Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm,
s.31, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 92, 93, Ezrakî, c. 1, s. 121, Heysemî,
Meonau'z-zevâid, c. 6, s. 176.
[834] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
93, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1408, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 121, İbn
Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 183.
[835] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 59, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 136, Ezrakî, c. 1 , s. 121 , Taberânf,
Mu'cemu's-sagfr, c. 1 , s. 77, 78, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 234, İbn Kayyım
, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 183, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
[836] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 59, Ezrakî, c. 1, s. 121, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
302.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/414-415
[837] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[838] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[839] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
846, Ezrakî, c. 1, s. 274.
[840] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 274.
[841] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
846, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 274, 275, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,
s. 356.
[842] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
846, Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, Süheyl f, Ravdu'l-ünüf, c.
7, s. 138.
[843] İbn Ebi Şeybe'den naklen
AJâüddin ^Ji, Kenzu'l-ummâl, c. 10, s. 536.
[844] Vâkıdî, c. 2, s. 846,
Ezrakî, c. 1, s. 275, Belâzurî, c. 1, s. 359, İbn E ar, Kâmil, c. 2, s. 254.
[845] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 275.
[846] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 184.
[847] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 1 37.
[848] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
46, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1 , s. 275.
[849] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
846.
[850] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 46, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 46, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c.2, s. 184.
[851] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
846,, Ezrakî, c. 1, s. 275.
[852] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 56, Ezrakî, c. 1, s. 275, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[853] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[854] Ezrakî, Nıbâru Mekke, c.
1, s. 275.
[855] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 56, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
[856] Ezrakî, c. 1,5.275.
[857] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 56, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/415-418.
[858] Ebu'l-Münzir Hişam,
Kitâbu'l-esnam, s. 31, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 121.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/418.
[859] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 144, 145.
[860] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 342.
[861] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 1 08, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 184.
[862] Süheylf, Ravd,c.7, s.
108, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 300.
[863] Süheylf, Ravd, c. 7. s.
108.
[864] Serahsf, Siyeru'l-kebfr
Şerhi, c. 1, s. 255.
[865] Taberânf, M u'cem
u's-sagfr, c. 2, s. 67,68, Heysemî, Meanau'z-zevâ id,c.6, s. 175,176.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/418-420.
[866] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 304, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 320.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/420.
[867] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 155, Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnam , s. 27, 28.
[868] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1, s. 160, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 119.
[869] Ebüu'l-Müniir H i sam,
Kitâbu'l -esnam, s. 28,103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.1, s. 119.
[870] İbn Hazm, Cemhere, s.
492.
[871] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 117.
[872] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1, s. 79, 155.
[873] İbn Abdilberr, İsti âb,
c. 3, s. 721, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 408.
[874] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Ezrakî, c.1, s. 169.
[875] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1, s. 166, 167.
[876] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
835, Ezrakî, c. 1, s. 266.
[877] Bedrüddin Avnf,
Umdetu'l-kârf, c. 9, s. 244.
[878] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1, s. 165, 167,169.
[879] Bedrüddin Avnf,
Umdetu'l-kârf, c. 9, s. 243, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 3, s. 371, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 204.
[880] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 60.
[881] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 55, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 834.
[882] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[883] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 60.
[884] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 834.
[885] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55.
[886] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55.
[887] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55.
[888] Buhârî, Sahih, c. 2, s.
1 60.
[889] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 336.
[890] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
834.
[891] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
834, Halebî, İnsânu'l-uvün, c. 3, s. 30.
[892] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
834.
[893] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 396.
[894] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
835, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 160.
[895] Bedrüddin Avnf,
Umdetu'l-kârf, c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 3, s. 372, 373.
[896] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 266, 272.
[897] B. Aynf, Umdetu'l-kârf,
c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 3, s. 373.
[898] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 13, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 183.
[899] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, c. 1, s. 269.
[900] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55-56, Buhârî, c. 2, s. 160, Ezrakî, c.1, s. 268,269.
[901] B. Aynf, Umdetu'l-kârf,
c. 9, s. 244, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 3, s. 373.
[902] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
835.
[903] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 142, Buhârî, c. 5, s. 93.
[904] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[905] Buhârî, Sahih, c. , s.
93.
[906] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, 56, Buhârî, c. 5, s. 93, Ezrakî, c. 1.S.268.
[907] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 183.
[908] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
İbn Sa'd, c. 2, s. 137.
[909] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[910] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 1, s. 267, İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks.2, s. 44.
[911] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
İbn Sa'd, c. 2, s. 137, E bu U beyti, Kitâbu'l-emvâl, s. 159, Ezrakî, c. 1, s.
267, İbn Kayyım, c. 2, s. 183.
[912] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 234, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 44.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/420-424.
[913] Ebu Dâvud, Sünen, c. 4,
s. 185.
[914] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
835, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s. 1 60,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2,
s. 121,İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 878, Nesâf, Sünen, c. 78, s. 42.
[915] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Abdurrezzak, Musannef, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, Kitâbu'l-emvâl, s.
159, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 410, Ebu Dâvud, c. 4, s. 185, Taberî, TânTı, c.
3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252.
[916] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Abdumezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s.
159,160, Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ebu
Dâvud, c. 4, s. 185, İbn Mâce, c.2, s. 878, Nesâf, c. 8, s. 41, 42, Taberî, c.
3, s:. 120.
[917] Vâkıdî, c.2, s. 835,
Abdurrezzak, c. 9, s. 281, Ebu Ubeyd, s. 1 59, Ezrakî, c. 1, s. 11 4, Ahmed b.
Hanbel, c. 2, s. 11 , c. 3, s. 410, İbn Mâce, c. 2, s:. 8785.
[918] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 835, 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ezrakî, c. 1,
s. 114, c. 2, s. 121, Ebu Ubeyd, s. 159, 160, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c.
3, s. 410, İbn Mâce, c.2, s. 878, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Haldun, c. 2,ks. 2,
s. 45.
[919] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Vâkıdî.c. 2, s. 836, Abdurrezzak, c. 9, s. 282, Ebu Ubeyd, s. 160,
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 11, c. 3, s. 410, Ezrakî, c. 2, s. 1 21, Ebu Dâvud,
c. 4, s. 185,195, İbn Mâce, c. 2, s. 877, 878, Nesâf, c. 8, s. 41,42.
[920] "Ey insanlar!"
diye de rivayet edilmiştir (Tirmizî, c. 5, s. 389).
[921] "Hepiniz,"
diye de rivayet edilmiştir (Vâkıdî, c. 2, s. 836).
[922] Âdem oğullarıdır (İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 143, Tirmizî, c. 5, s. 389).
[923] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, İbn Sa'd, Tabakât, c.2, s. 1 43, Ezrakî, c. 2, s. 121, Tirmizî,
Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Kayyım, c. 2, s. 184,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2,
s. 45.
[924] Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
389, Zemahşerf, Keşşaf, c. 3, s. 569, Neseff, Medârik, c. 4, s. 173.
[925] Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
389, Ebu'l-Fidâ, Tefsir, c. 4, s. 218.
[926] Hucurât: 14, İbn İshak,
İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 54, 55, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 389, Taberî, Târih,
c. 3, s. 120, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 301, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 184, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 45.
[927] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 301, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 84, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[928] Taberî, c. 3, s. 1 20,
İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[929] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 1 21.
[930] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s.
120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184,
İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[931] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, Vâkıdî, c. 2, s. 835, Ezrakî, c. 2, s. 121, Belâzurî,
Fütûhu'l-büldân, c. 1, s. 47, Taberî, c. 3, s.
120, İbn Esîr, c.2, s. 252, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 301, İbn Kayy,m, c. 2, s. 184,
İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[932] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 142.
[933] Vâkıdî, c. 2, s. 835,
İbn Sa'd, c. 2, s. 142, Ezrakî, c.2, s. 121, Belâzurî, c. 1, s. 47, İbn Kayyım
, c. 2, s. 1 84.
[934] İbn İsha k, İb n H işam,
c. 4, s. 55, Taberî, c. 3, s. 120, İbn S eyyid, U yûnu' l-eser, c. 2, s. 178,
Kastalâni, M evâhi bü'l-le dün-niye, c. 1, s. 201.
[935] Taberî, c. 3, s. 1 20,
İbn Esîr, c. 2, s. 252.
[936] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 141, 142.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/424-427.
[937] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s.
137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 32,Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s.
123, Buhârî, Sahih, c. 1, s. 35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 205.
[938] Vâkıdî, c. 2, s. 844,
İbn Sa'd, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[939] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 11.
[940] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 179.
[941] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 385.
[942] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa'd, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4,
s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5,5.203.
[943] Ahmed b. Hanbel, c. 1,
s. 259, 31 5, 316, Nesâf, c. 5, s. 203.
[944] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, İbn Sa'd, c. 2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, c. 4,
s. 32, Bu hân, c. 5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203.
[945] Ahmed b. Hanbel, c. 4,
s. 31, 32, c. 6, s. 385, Buhârî, c. 1 ,s.35.
[946] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[947] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 31, c. 6, s. 385,
Buhârî, c. 1 , s. 35.
[948] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 836-844, Eirakf, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, c.
4, s. 31, Buhân, c. 1 , s. 36, c. 5, s. 98, Belâzurî, Fütûhu'l-büldân, c. 1, s.
48, Nesâf, c. 5, s. 204.
[949] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[950] Ahmed b. Hanbel, c. 2,
s. 238, Buhârî, c. 1, s. 36, c. 8, s. 38.
[951] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 58, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 844, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 137, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 31, 31, Buhârî, Sahîh, c. 1 , s.
35, Nesâf, Sünen, c. 5, s. 206.
[952] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahm ed b. Hanbel, c. 4, s. 31, Buhârî, c. 1, s.
35, Nesâf, c. 5, s. 206.
[953] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, 316, Buhârî,
c. 1,s.36,c.5, s. 98, Nesâf, c. 5, s. 203, 204.
[954] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ezrakî, c. 2, s. 121, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 259, Buhârî, c.1, s. 36, c. 5,
s. 98, Belâzurî, Fütûhu'l- büldân, c. 1, s. 48.
[955] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[956] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[957] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ezrakî, c. 2, s. 121, Buhârî, c. 5, s. 98.
[958] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 846, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32.
[959] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 58, Vâkıdî, c. 2, s. 844, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 32, Buhârî, c. 1, s.
36, c. 8, s. 38.
[960] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 207.
[961] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 179.
[962] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 207.
[963] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
837.
[964] Ahmed b. Hanbel Müsned,
c. 2, s. 215.
[965] Ahmed b. Hanbel Müsned,
c. 2, s. 207, 215.
[966] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 215.
[967] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 66, Tirmizî, Sünen, c. 4, s. 148,149, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 156.
[968] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 207.
[969] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836.
[970] Serahsf, Siyeru'l-kebfr
Şerhi, c. 1, s. 252, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 836, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
2, s. 207, 211.
[971] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 21 5.
[972] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 215.
[973] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 207.
[974] Vâkıdî, c. 2, s. 836,
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 207, Ezrakî, c. 2, s. 122.
[975] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
837.
[976] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 122.
[977] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 2, s. 195.
[978] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 207.
[979] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, 837, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 215.
[980] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
836, 837.
[981] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 238, Buhârî, Sahîh, c. 8, s. 38.
[982] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 238.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/427-432.
[983] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 267.
[984] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 114.
[985] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 114, 267.
[986] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 114, 267,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 85.
[987] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
838.
[988] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 55.
[989] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
837, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267.
[990] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 267.
[991] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 265.
[992] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
838, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s.
111, 265.
[993] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, 268.
[994] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 55, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 78, İbn Kayvım , Zâdu'l-mead, c.
2, s. 184.
[995] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 184.
[996] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 178, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 184, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 338.
[997] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
837, 838, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 267, İbn Seyyid, c. 2, s. 178, İbn
Kayyım, c. 2, s. 184, Kastalânf, c. 1, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 338.
[998] Vâkıdî, c. 2, s. 838
Ezrakî, c. 1, s. 268, İbn Kayyım, c. 2, s. 184.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/432-434.
[999] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 244.
[1000] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 102, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1001] İbn İshak, İbn Hişam, c.
2, s. 145, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 103, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244.
[1002] İbn İshak, İbn Hişam, c.
2, s. 145, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 244, 245.
[1003] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s.
840, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1004] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 245.
[1005] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 840, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 102.
[1006] Vâkıdî, Megâzî,c.2,s.
840.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/434-436.
[1007] Hâkim, Müstednek, c. 3,
s. 47, 48, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvvıe, c. 5, s. 69.
[1008] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 69, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 3, s. 43, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1009] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 48, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 69, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
293, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ.c. 2, s. 80.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/436.
[1010] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 318.
[1011] Taberî, Târih, c. 3, s.
121, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, Neseff, Medârik,
c. 4,s.25Ü, İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks. 2, s. 45, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1012] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 270, 271.
[1013] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 415, c. 4, s. 168.
[1014] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 201, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 43.
[1015] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 415, c. 4, s. 168, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1016] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 85, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1017] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 252.
[1018] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 469, Ezrakî, c. 2, s. 201.
[1019] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 469.
[1020] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 469, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/436-437.
[1021] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 48, İ bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 451, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 5, s. 349.
[1022] İbn Sa'd.
Tabakâtü'l-kübrâ. c. 5. s. 451.
[1023] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/437-438.
[1024] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Ahmed b. Hanbel, Müsned.c.e, s. 349.
[1025] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 48, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 824, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 349,350.
[1026] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4.S.485, Vâkıdt, c. 2, s. 824.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/438.
[1027] İbn Sa'd, Tabak
âtü'l-kübrâ, c. 4, s. 60, Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 82, Halebî,
İnsanu'l-uyûn, c. 3, s. 48.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/438-439.
[1028] Taberî, Târîh, c. 3, s.
120, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 252, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1029] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 252,253.
[1030] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
850.
[1031] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1032] Süheyli, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 139.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/439-440.
[1033] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 7, s. 293.
[1034] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1035] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1036] Taberî, Tefar, c. 28, s.
78.
[1037] Taberî, c. 28, s. 78,
Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1038] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
825, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 136.
[1039] Vâkıdî, c. 2, s. 850,
851, İbn Sa'd, c. 8, s. 236, 237, Taberî, c. 28, s. 80.
[1040] Halebî, İnsânu'l-uyun,
c. 3, s. 47.
[1041] Zemahşerf, Keşşaf, c. 4,
s. 95.
[1042] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78.
[1043] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8.
s. 237.
[1044] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 139.
[1045] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78.
[1046] İbn Sa'd, Tabakât, c. 8,
s. 237, Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1047] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Neseff, Medârik, c. 4, s. 250.
[1048] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 237, İbn AMIberr, İstiâb, c. 4, s. 1 923, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 293.
[1049] Taberî, c. 28, s. 78,
Zemahşerf, c. 4, s. 95, Neseff, c. 4, s. 250.
[1050] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78.
[1051] Zemahşerf, c. 4, s. 95,
Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1052] Vâkıdî, Megâif, c. 2, s.
850.
[1053] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78.
[1054] Zemahşerf, c. 4, s. 95,
Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1055] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
850.
[1056] Hâkim, Müstedrek, c. 2,
s. 486.
[1057] Taberî, Tefsfr, c. 28,
s. 78.
[1058] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1923, Zemahşerf, Keşşaf, c. 4, s. 95, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s.
140.
[1059] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 237, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 46.
[1060] Heysem f,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 37.
[1061] Zemahşerf, c. 4, s. 95,
Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 89.
[1062] Zemahşerf, c. 4, s. 95,
Neseff, c. 4, s. 250, Diyarbekrî, c. 2, s. 89.
[1063] Zemahşerf, c. 4, s. 95,
Neseff, c. 4, s. 250.
[1064] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7. s. 139.
[1065] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
850, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8. s. 236.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/440-444.
[1066] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
868, 869.
[1067] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
871, Ezrakî, £hbâru Mekke, c. 1, s. 123.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/444-445.
[1068] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 85, Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnam .
[1069] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
870, 871, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 123.
[1070] Ahmed b.Hanbel.Müsned,
c. 3, s. 340.
[1071] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/445-446.
[1072] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 32.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/446.
[1073] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 49, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 823, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 8.
[1074] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 239, Diyarbekrî, Târîîıu'l-hamfs, c. 2, s. 77, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3,
s. 4.
[1075] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
846, 847.
[1076] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/447-448.
[1077] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 2, s. 480.
[1078] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 492, 493.
[1079] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
849.
[1080] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 493.
[1081] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
849.
[1082] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
849, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1083] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1084] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
849, 850, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 493.
[1085] Hâkim. Müstedrek. c. 3.
s. 493.
[1086] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/448-450.
[1087] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1088] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1089] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1090] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1091] Taberî, Târih, c. 3, s.
120.
[1092] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1093] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1094] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 91.
[1095] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1096] Taberî, Târih, c. 3, s.
120.
[1097] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1098] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 71.
[1099] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 91.
[1100] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 71.
[1101] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs,
c. 2, s. 91.
[1102] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1103] Taberî, Târih, c. 3, s.
120.
[1104] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1106] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1107] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1108] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1109] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1110] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241
[1111] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1112] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851, Hâkim , Müstedrek, c. 3, s. 241 .
[1113] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 241.
[1114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
851.
[1115] Vâkıdî, c. 2, s. 852,
Mus'abu'z-Zübeyrf, Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 241.
[1116] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 71.
[1117] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1118] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 311, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1082.
[1119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1120] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1123] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1124] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1125] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1126] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1127] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1128] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1083.
[1130] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1131] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1132] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1133] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1134] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852, Hâkim, M üstedrek, c. 3, s. 242.
[1135] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1137] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,
.852, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 242.
[1138] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 242.
[1139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
852.
[1140] Vâkıdî, c. 2, s. 852,
853, Hâkim, c. 3, s. 242, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1038.
[1141] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 242, 243.
[1142] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 311.
[1143] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 243, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 73.
[1144] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 123.
[1145] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 71, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1082.
[1146] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 71.
[1147] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 243.
[1148] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/450-458.
[1149] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 1, s. 420.
[1150] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 301.
[1151] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 1, s. 302, 303.
[1152] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 53, 54, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 829.
[1153] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829, 830.
[1154] Serahsi, Si yeru'l-k
ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c. 2, s. 829.
[1155] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 144.
[1156] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830.
[1157] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 277.
[1158] Vâkıdî, Megâzî, t 2, s.
830.
[1159] Serahsf, Si yeru'l-k
ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki cif, M egâzf, c.2,s.830, Hâkim, Müstedrek, c.
3, s. 277.
[1160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830.
[1161] Serahsf, Si yeru'l-k
ebfr Şerhi, c. 1, s. 254.
[1162] Serahsf, Siyeru'l-kebir
Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1163] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830.
[1164] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 423, 424, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830.
[1165] Serahsf, Si yeru'l-k
ebfr Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahm ed b. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 423, 424, 343.
[1166] Serahsf, Si yeru'l-k
ebfr Şerhi, c. 1, s. 2 54, Vâki df, M egâzf, c. 2, s. 830.
[1167] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830.
[1168] Serahsf, Siyeru'l-kebir
Şerhi, c. 1, s. 254, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c.
6, s. 343, 424.
[1169] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 53, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 145, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 6, s. 343, 423, 424, 425, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 84.
[1170] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 343, 423.
[1171] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 53, Serahsf, Siyer Şerhi, c. 1 , s. 454, Vâkıdî, Megâzî, c. 2,
s. 830.
[1172] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 54, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 144.
[1173] Serahsf, Siyer Şerhi, c.
1, s. 254, Vâkıdî, c. 2, s. 830, İbn Sa'd, c. 2, s. 144, 45, Ahmed b. Hanbel,
c. 6, s. 424.
[1174] Serahsf, Siyer Şerhi, c.
1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Hâkim, c. 3, s. 278.
[1175] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 54, Serahsf, c. 1, s. 255, Vâkıdî, c. 2, s. 330, İbn Sa'd, c. 2, s. 145,
Ahmed, c. 6, s. 341, 342, 343.
[1176] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 54, Vâkıdî, c. 2, s. 830, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 341, 342, Hâkim,
c. 3, s. 278.
[1177] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 54.
[1178] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
830.
[1179] Hâkim , Müstedrek, c. 3,
s. 278.
[1180] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 1, s. 302.
[1181] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 1, s. 421.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/458-462.
[1182] Vâkıdı, Megâzî, t 2, s.
847.
[1183] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 61, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 847.
[1184] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
847, 848.
[1185] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 902.
[1186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
848.
[1187] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 902.
[1188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
848, 849.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/462-464.
[1189] İbn İshak.İbn Hişam, Sîre,c.4, s. 51, 52, Taberî, Târîh, c. 3, s.
119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 259.
[1190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855.
[1191] İbn İshak, İbn Hisam ,
c. 4, s. 52, Hâkim, Müsiedrek, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s.
918, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1192] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 918, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1193] İbn İshak, İbn Hisam ,
c. 4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 855, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s.
358, Hâkim, Müstedrek, c.3.S.46.
[1194] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855.
[1195] Belâzurî,
Ensâbu'l-esrâf, c. 1 , s. 358.
[1196] İbn İshak, İbn Hisam ,
c. 4, s. 52, Hâkim, c. 3, s. 46, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1197] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855, 856.
[1198] İbn Asâkir’den naklen
Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 1 0, s. 498, 499.
[1199] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
855, 856.
[1200] İbn İshak, İbn Hisam ,
Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1201] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 918, İbn E sfr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1202] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 52, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 856, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1203] Hâkim Müstedrek, c. 3,
s. 45.
[1204] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
856.
[1205] İbn İshak, İbn Hisam ,
c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1206] Vâkıdî, c. 2, s. 856,
Hâkim, c. 3, s. 45, İbn Abdilberr, c. 3, s. 91 8, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 5, s. 60, İbn Esir, c. 3, s. 259.
[1207] İbn İshak, İbn Hisam ,
c. 4, s. 52, Taberî, c. 3, s. 119, İbn Abdilberr, c. 3, s. 918, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
856, Belâzurî, E nsâbu'l-esrâf, c. 1, s. 258, Hâkim, c. 3, s. 45, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 60.
[1209] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
856.
[1210] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 141.
[1211] Hâkim, Müstedrek, c. 3,
s. 45.
[1212] Belâzurî,
Ensâbu'l-esrâf, c. 1 , s. 358, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 45.
[1213] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
856, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 358.
[1214] İbn İshak, İbn Hisam ,
Sîre, c. 4, s. 52, Taberî, Târih, c. 3, s. 11 9.
[1215] Vâkıdî, c. 2, s. 856,
Belâzurî, c. 1, s. 358, Hâkim, c. 3, s. 45, İ bn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 91
8, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 259.
[1216] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
856, 857.
[1217] Vâkıdî, c. 2, s. 856,
857, Belâzurî, c. 1, s. 358.
[1218] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 920, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c.
2, s. 175.
[1219] İbn Hazm ,
Cevâmiu's-a're, s. 232.
[1220] İbn Abdilberr, c. 3, s.
920, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 260, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 175,176.
[1221] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/464-468.
[1222] İbn İshak, İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 121.
[1223] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
853.
[1224] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 .
[1225] İbn İshak, İbnHisam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 1 21.
[1226] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
853.
[1227] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 853, Taberî, c. 3, s. 121.
[1228] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 121 ,122.
[1229] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, c.2,s. 853, Taberî, c. 2, s. 120.
[1230] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
853, Alâüddin AJi, Kenzu'l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1231] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1232] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
853, İbn Asâkfr, Târih, c. 6, s. 432, Alâüddin AJi, Kenzu'l-ummâl, c. 10, s:.
504.
[1233] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1234] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, İbn Asâkfr, t 6. s. 432, Kenzu'l-ummâl, c. 10, s. 504.
[1235] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 853, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s.
46.
[1236] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
853, 854.
[1237] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1238] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, Alâüddin Ali, c. 10, s.
505.
[1239] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
854.
[1240] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 60 Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122.
[1241] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1242] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 60, Taberî, Târih, c. 3, s. 122.
[1243] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
[1244] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Taberî, c. 3, s. 122.
[1245] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 60, Vâkıdî, c. 2, s. 854, Taberî, c. 3, s. 122, AJâüddin Ali, c. 10, s.
505.
[1246] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 2, s. 720, AJâüddin AJi,c.10,s. 505.
[1247] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
854, Alâüddin Ali, c. 10, s. 505.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/468-472.
[1248] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
789.
[1249] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
789, 790, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1250] Vâki cif, Megâzî, c. 2,
s. 789, 791.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/472-473.
[1251] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137.
[1252] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 143.
[1253] Cahiliye devrinde Salvan
b. Ümeyye'ye "Kıntar" derlerdi. Kendisinin bir kantar altını vardı.
Safvan'ın babası da öyle idi (Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 48).
Kantar; 40 ukıyye altına veya 1200 altına veya 1200 ukiyye altına veya 70 bin
dinara veya 100 ratl altına denir (Ffruzâbâdf, Kâmûsu'l-muhit, c. 2, s. 127).
[1254] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
863, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1255] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
863, 864.
[1256] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
863, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 363.
[1257] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
863.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/473-474.
[1258] Vâkidi, Megâzı, c. 2, s.
865.
[1259] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
865, 866, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 1,5. 221.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/474.
[1260] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
869.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/475.
[1261] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
864.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/476.
[1262] Buhârî. Sahih. c. 3. s.
43. Müslim. Sahih. c. 3. s. 1207.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/476-477.
[1263] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
865.
[1264] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/477.
[1265] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 162, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 97,Ebu Dâvud, Sünen, c. 4, s. 132, Nesâf,
Sünen, c. 8, s. 72, Dâıimf, Sünen, c. 2, s. 94.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/477-478.
[1266] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
866.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/478-479.
[1267] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
829.
[1268] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 80, Vâkıdî, c. 2, s. 871, İbn Sa'd, c. 2, s. 143.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/479.
[1269] İbn Sa'd.c. 2,s.145,İbn Abdilberr, c. 2, s. 621, İbn
Esîr, c. 2, s. 390.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/479.
[1270] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 127.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/480.
[1271] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 130, 131.
[1272] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 300 (Ek Belge)
[1273] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 131.
[1274] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 309 (Ek Belge)
[1275] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 131.
[1276] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 309 (Ek Belge)
[1277] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 131.
[1278] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 309 (Ek Belge)
[1279] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 131.
[1280] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 127, 128.
[1281] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 128.
[1282] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 842.
[1283] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
842, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s. 129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/480-481.
[1284] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
2, s. 128, 129.
[1285] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
842, İtan Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 137, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 2, s.
129.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/482-483.
[1286] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1287] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 25, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1288] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 315, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 116.
[1289] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 11 6.
[1290] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 11 8.
[1291] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 27.
[1292] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1 , s. 127.
[1293] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1 , s. 126.
[1294] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 54, Yâkût, c. 5, s. 367.
[1295] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.1, s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1296] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1 , s. 127.
[1297] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 315, İbn Hazm, Cemhene, s. 491.
[1298] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.1, s. 85.
[1299] Ezrakî, Ahbâru Mekke,
c.1 , s. 126.
[1300] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre.c.1,
s. 86, c. 4, s. 79, Ezrakî, c. 1, s. 126.
[1301] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
874, Ezrakî, c. 1, s. 1 28.
[1302] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 277.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/483-485.
[1303] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 25.
[1304] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
783, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s.
145.
[1305] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 315.
[1306] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
İbn Sa'd, c. 2, s. 145, Ebu'l-Münzir Hişam, s. 25.
[1307] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
Ezrakî, c. 1 , s. 127.
[1308] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
Ezrakî, c. 1 , s. 127, Ebu'l-Münzir, s. 25, İbn Sa'd, c. 2, s. 146.
[1309] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
İbn Sa'd, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1310] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 25.
[1311] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
İbn Sa'd, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1312] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 79, Taberî, c. 3, s. 123, İbn Esîr, c. 2, s. 260.
[1313] Vâkıdî, c. 3, s. 873,
İbn Sa'd, c. 2, s. 146, Ezrakî, c. 1, s. 127.
[1314] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 25.
[1315] Vâkıdı, c. 3, s. 873,
Ezrakî, c. 1 , s. 127
[1316] İbn İshak, İbnHisam, c.
4, s. 79, Vâkıdî, c. 3, s. 873, Ebu'l-Münzir, s. 25, 26, Ezrakî, c. 1, s. 1 27.
[1317] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
873, 874, Ebu'l-Münzir Hişam , s. 25, 26, Ezrakî, Nıbâru Mekke, c.1, s. 127,
128.
[1318] Ebu'l-Münzir Hişam, s.
26, Yâkût, c. 4, s. 117.
[1319] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
874, Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnâm, s. 26, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1320] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
874, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1 , s. 128.
[1321] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 26.
[1322] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
874, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 128.
[1323] Vâkıdî, c. 3, s. 874,
İbn Sa'd, c. 2, s. 145, Ezrakî, c. 1, s. 128.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/485-488.
[1324] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
873, Ezrakî, .ûhbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1325] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
870.
[1326] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 57, Yâkût, Mu'cemu'l-buldan, c. 3, s. 276.
[1327] Ebu'l-Münzir Hişam,s.
9,10, Yâkût, c. 5, s. 450.
[1328] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 5, s. 450.
[1329] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnâm, s. 9,10.
[1330] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 316, İbn Hazm, Cemhere, s. 492.
[1331] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 207, Diyarbekrî, Târıtıu'l-hamfs, c. 2, s. 96.
[1332] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
870, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1333] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
870.
[1334] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 146.
[1335] Vâkıdî, c.2, s. 870, İbn
Sa'd, c.2, s. 146, Ezrakî, c. 1,s. 131,1 32, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s.
185, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,c.2, s. 186.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/488-489.
[1336] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
873, Ezrakî, Ahbâru Mekke, c. 1, s. 127.
[1337] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
870, İ bn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 146,147.
[1338] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 87, 88, Ebu'l-Münzir Hişam, Kitâbu'l-esnam, s. 13.
[1339] Ebu'l-Münzir Hişam , s.
13, Yâkût, Mu'cemu'l-buldan, c. 5, s. 1 36.
[1340] Yâkût, Mu'cemu'l-buldan,
c. 5, s. 204.
[1341] Ezrakî, .Ahbâru Mekke,
c. 1, s. 125, Yâkût, c. 5 s. 204.
[1342] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnam, s. 13, Yâkût, c. 5, s. 204, 205. 1322.
[1343] Ezrakî, c. 1, s. 125,
Yâkût, c. 5, s. 204.
[1344] İbn Habib, Kitâbu'l -m
uhabber, s. 316.
[1345] Ebu'l-Münzir Hişam ,
Kitâbu'l-esnam, s. 14.
[1346] İbn Habib, Kitâbu'l-m
uhabber, s. 316.
[1347] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.
6, c. 2, s. 870, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 147, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s.
260, İbn Seyyid, Uyunu'l-eser, c. 2, s. 185.
[1348] İbn İshak, İbn Hişam, c.
1, s. 88, Ebu'l-Münzir Hişam, s. 15, Yâkût, c. 5, s. 205.
[1349] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 1, s. 88.
[1350] İbn Sa'd, Tabak
âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 147, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 186, Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 208
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/489-491.
[1351] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 7, s. 89, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 95.
[1352] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1353] İbn Sa'd, c. 7, s. 89,
Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1354] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 30, 71.
[1355] Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1356] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1357] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 89, Buhâıİ, Sahih, c. 5, s. 95.
[1358] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 71.
[1359] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
95.
[1360] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 30.
[1361] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1362] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 89.
[1363] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95.
[1364] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 89, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 95, 96.
[1365] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 30.
[1366] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 30, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1367] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 90.
[1368] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 71.
[1369] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1370] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 90.
[1371] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 90, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 96.
[1372] İbn Sa'd, Tabakât, c. 7,
s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 30, Buhârî, c. 5, s. 96.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/491-493.
[1373] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 70, 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 875.
[1374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
875, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 147, Taberî, Târîh, c. 3 s. 123, İbn
Seyvid, Uyunu'l-eser, c. 2, s. 185, İbn Kayvım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 1 86.
[1375] Vâkıdî, c. 3, s. 875,
İbn Sa'd, c. 2, s. 147. Taberî, c.3, s. 123, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5,
s. 113, 114, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255, İbn Seyyid,c.2, s. 185, Zehebî,
Megâzî s. 472, İbn Kayyım, c. 2, s. 186, İbn Haldun, Târih, c. 2,ks. 2, s. 45.
[1376] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 123.
[1377] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 185.
[1378] Beyhakî, Delâil, c. 5,
s. 114, İbn E ar, c. 2, s. 255.
[1379] Vâkıdî, c. 3, s. 875,
İbn Sa'd, c. 2, s. 147, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 97.
[1380] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 883, Taberî, c.3, s. 124, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1381] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
883.
[1382] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 148.
[1383] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 256,257.
[1384] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 256,257.
[1385] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1386] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 149.
[1387] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 315.
[1388] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 149.
[1389] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
315.
[1390] İbn Sa'd, t 2, s. 149,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 315.
[1391] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 257.
[1392] İbn İshak, İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 76, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 877, 878, Taberî, Târîh, c.3, s. 125.
[1393] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa'd, c. 2, s. 149, Taberî, c. 3, s. 125.
[1394] Vâkıdî, c. 3, s. 879,
İbn Sa'd, c. 2, s. 149.
[1395] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 76, Vâkıdî, c. 3, s. 879, İbn Sa'd, c. 2, s. 149, Zehebî, Megâzî, s.
473,474.
[1396] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 77, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.2,s. 149, Taberî, Târîh, c. 3,
s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 473, 474, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,
s. 315.
[1397] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 77, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, c. 3, s. 1 25, Zehebî, s. 473,
474, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 315, 316.
[1398] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 116,118, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 187, Ebu'l-Fidâ,
c. 4, s. 316, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 99.
[1399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
875.
[1400] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 147.
[1401] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
875.
[1402] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 210.
[1403] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, .150.
[1404] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 73, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 150.
[1405] Vâkıdî, c. 3 s. 875, İbn
Sa'd, c. 2, s. 147.
[1406] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
875.
[1407] Vâkıdî, c. 3, s. 875,
İbn Sa'd, c. 2, s. 147.
[1408] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 98.
[1409] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 314.
[1410] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 875, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 147 İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 255.
[1411] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 71, İbn Esîr, c. 2, s. 255, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1412] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 875, 876, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 31 3.
[1413] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
876.
[1414] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 71.
[1415] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 71, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1416] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
876.
[1417] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 71, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1418] Halebî, İ nsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 21 0.
[1419] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1420] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
876.
[1421] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 71, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 876, Taberî, Târîh, c. 3, s. 124,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 313.
[1422] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 71, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 313.
[1423] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
876.
[1424] Halebî, İ nsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 21 0.
[1425] İbn İshak, İbnHişam, c.
4, s. 72, Vâkıdî, c. 3, s. 876.
[1426] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
876.
[1427] İbn İshak, İbnHişam,
Sîre, c. 4, s. 73.
[1428] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
876.
[1429] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
877.
[1430] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 151.
[1431] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
877.
[1432] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
877.
[1433] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/494-502.
[1434] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Taberi, Tarih, c.3, s.124, Ebu’l Fida
, el-Bidaye ve’n nihaye, c. 4, s.313.
[1435] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 71, Vakıdi, Meğâzi, c.3, s. 881, İbn
Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, c.2, s. 148, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 1511,
Taberi,c. 3,s. 124, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 114, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 256, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 186, Zehebi Megazi, s. 472, Ebu’l Fida , el-Bidaye ve’n
nihaye, c. 4, s.313, İbn Kayyım, Zâdu’l-mead, c.2, s. 186.
[1436] Beyhakî, Delâil, c.5, s.
114, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 2,
s. 186, Zehebi s. 472, Zürkani , Mevabihu’l-ledünniye, Şerhi , c. 3 , s. 83.
[1437] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Vakıdi, c.3, s.881, , İbn Sa’d,
Tabakâtü’l-kübrâ, c.148, A. b. Hanbel c.2, s. 151, Taberi,c. 3,s. 124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, c. 3, s. 186,
Zehebi s. 472, Ebu’l Fida , c. 4, s.313.
[1438] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, Ebu’l Fida , c. 4, s.313.
[1439] Vakıdi, Meğâzi, c.3, s.
884.
[1440] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi,c.
3,s. 124, Beyhakî, Delâil, c.5, s. 114.
[1441] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 74, Taberi, c.3, s.124, İbn Esir, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyun c. 2, s. 186
[1442] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 72, 73, Vakıdi, Megazi, c.3, s. 882,
Taberi, Tarih, c.3, s.124, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 114, 115,
Zehebi, Megazi, s. 473, Ebu’l Fida , el-Bidaye ve’n nihaye, c. 4, s. 313.
[1443] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Taberi, c.3, s.124, Beyhakî, c. 5, s.
115, İbn Esir, Kamil c.2, s. 256, Zehebi, s.
473, Ebu’l Fida , c. 4, s. 313.
[1444] Vakıdi, Megazi, c.3, s.
882.
[1445] İbn
İshak, İbn Hisam, Sîre,c.4, s. 73, Vakıdi, c.3, s. 882, Taberi, c.3,
s.124, Beyhakî, c. 5, s. 115, İbn Esir, c.2, s. 256, Zehebi,
s. 473, Ebu’l Fida , c. 4, s. 313.
[1446] Vakıdi, Megazi, c.3, s.
882.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
6/502-504.
[1447] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 73, Vâkıdî, c.3,s. 880, Taberî, c. 3, s. 124.
[1448] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 74, İbn Esîr, c. 2, s. 256,
İbn Seyyid,c.2, s. 1 86, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 314.
[1449] Vâkıdî, c. 3, s. 880.
[1450] İbn İshak, İbn Hişam.Sîre,
c. 4, s. 74, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 880, Taberî, Târih, c. 3, s. 124, İbn
Esîr, Kâmil, c.2, s. 256, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 86.
[1451] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 74, Taberî, c. 3, s:. 124, İbn Esîr, c.2, s. 256, İbn Seyyid.UyÛn, c. 2,
s. 1 86, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s:. 314.
[1452] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
880.
[1453] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 73, Taberî, c. 3, s. 124, Ebu'l-Fidâ, c. 4,s:.313, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 98.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/504-505.
[1454] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
880, 881.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal
Yayıncılık: 6/505-506.
[1455] İbn Ebu Sevice,
Musannef, c. 1 2, s. 367, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 448, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 3, s. 43, Tiım izf, Sünen, c. 4, s. 120, Bevtıakf, Sünenü'l-kübrâ, c.
9, s. 108, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâ ye ve'n-nihâve, c. 4, s. 315.
[1456] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/506-507.