HUNEYN GAZASI VE TAİF
KUŞATMASI
Huneyn Gazasının Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Hevâzin Ordularının Savaş Düzeni
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hevâzinlerle
Çarpışmak Üzere Hazırlanmaya Başlaması
Attâb b. Esîd'le Muaz b. Cebel'in Mekke'de
Görevlendirilişleri
İslâm Askerlerinin Sayıları ve Mekke'den Yola
Çıkışları
İslâm Ordusuna Katılan Mekkeliler ve Maksatları
Mücahidler Tarafından Söylenen ve Peygamberimiz
Aleyhisselamın Hoşuna Gitmeyen Bir Söz
Hevâzin Casuslarının Kendilerini Ürperten ve
Titreten Müşahedeleri
Hevâzinlerin Müslümanlara Karşı Savaş Alanları ve
Kumandanlara Verilen Emirler
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri Savaş
Düzenine Koyuşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidleri
Öğütlemesi ve Zaferle Müjdelemesi
Huneyn Savaşında İslâm Kadınlarının
Kahramanlıkları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Bozguna Uğrayıp
Kaçışan Müslümanlara Seslenişi
Hz. Ali ile Ebu Dücâne'nin Hevâzin
Bayraktarlarından Birini Öldürmeleri
Ebu Katâde'nin Güçlü ve Azılı Bir Müşriki Öldürüşü
Mekke'ye Kadar Kaçan Mekkeli Müşriklerin
Mekke'deki Müslümanları Üzüntüye Düşürmeleri
Bazı Kureyşîlerin Kalblerindekini Açığa Vurmaları
Şeybe b. Osman'ın Peygamberimiz Aleyhisselama
Suikaste Kalkışı ve Müslüman Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaçışan Müslümanlara
Seslenişi ve Hz. Abbas'ı Seslendirişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüce Allah'a Dua
Edişi ve Müşriklerin Bozguna Uğrayışı
Sakîflerden Öldürülenler ve Kaçıp Taif Kalesine
Sığınanlar
Hevâzin Savaşında Taifli Sakîflerden
Öldürülenlerin Sayısı
Hevâzin Ordularının Etrafa Dağılışı ve Düreyd'in
Öldürülüşü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kaçan Düşmanları
Takip Etmelerini Mücahidlere Emredişi ve
Hevâzin Orduları Başkumandanının Taif Kalesine
Sığınışı
Sa'd b. Bekr Oğullarından Bicad'ın Yakalanıp Esir
Edilişi
Şeymâ'nın Peygamberimiz Aleyhisselamla Konuşması
Ebu Âmir el-Eş'arî'nin Evtas'ta Savaşması ve Orada
Şehit Oluşu
Halid b. Velid'in Yaralanışı ve Yarasının
İyileştirilişi
Huneyn Esirleriyle Ganimet Mallarının Ci'râne'ye
Gönderilişi
Huneyn'de Tazelenen ve Hükme Bağlanan Bir Kan
Dâvâsı
Kur'ân-ı Kerîm'in Huneyn Savaşı Münasebetiyle
Açıklaması
Tufeyl b. Amr'ın Zülkeffeyn Putunu Yıkmaya
Gönderilişi
Ebu Rigal ve Onun Kabrinden Çıkarılan Altın Dal
Halid b. Velid'in Taiflilerle Konuşmak İsteyişi
Karargâhın Başka Bir Yere Değiştirilmek Zorunda
Kalınışı
Taif'in Kuşatılışı ve Sakîfleri Boyun Eğdirmek
İçin Bazı Tedbirlere Başvuruluşu
Ebu Süfyan'ın Kaleden Atılan Bir Okla Bir Gözünü
Kaybedişi
Halid b. Velid'in Sakîflere Meydan Okuyuşu
Kaleden İnecek Kölelerin Hür Sayılacaklarının İlan
Ettirilişi
Uyeyne b. Hısn'ın Taiflilerle Konuşmak Üzere
Taif'e Gidişi
Taif Muhasarasının Kaldırılışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif'ten
Ayrılacakları Sırada Müslümanlara Tavsiyesi ve Taifliler
Taif Savaşında Şehit Olan Sahabiler
Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte
Ci'râne'ye Gidişi
Sürâka b. Cu'şum'un Peygamberimiz Aleyhisselamla
Buluşması ve Müslüman Olması
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ci'râne'ye Gelişi ve
Orada Konaklayışı
Ci'râne'de Toplanan Harp Esirleri ve Ganimet
Malları
Nasipsiz Bir Bedevînin Küstahlığı
Bedevî Müslümanların Ganimet Mallarını
Bölüştürmesi İçin Peygamberimiz Aleyhisselamı
Sıkıştırmaları ve Çekiştirmeleri
Ganimet Mallarının Sayılıp Hesaplanarak Mücahidler
Arasında Bölüştürülüşü
Kalbleri İslâmiyete Isındırılacak, Alıştırılacak
Olanlara Yapılan İhsanlar
Müellefe-i Kulûba Yapılan Dağıtım
Cuayl b. Sürâka'nın Ahirette Kendisi İçin
Hazırlanmış Olan Üstün Mükâfatla Başbaşa Bırakılışı
Ganimet Dağıtıma Yapılan İtirazlar
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ensarla Konuşması
Kur'ân-ı Kerîm'in Huneyn Ganimetiyle İlgili
Açıklaması
Nudayr b. Hâris'in Müslüman Oluşu
Ebu Mahzûre'nin Müslüman ve Mekke Müezzini Oluşu
Peygamberimiz Aleyhisselamın Umre Yapmak Üzere
Ci'râne'de İhrama Girişi
Attâb b. Esîd'in Mekke Valiliğine Tekrar Tayin
Edilişi
Muaz b. Cebel'in Mekke'de Fıkıh ve Kur'ân-ı Kerîm
Öğretmenliğine Tayin Edilişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye Dönüşü
Hevâzin Temsilcilerinin Medine'ye Gelip Esir
Edilen Çoluk Çocukları ve İğtinam Edilen Malları
Hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama Başvurmaları
Hevâzinlerin Başkanı ve Başkumandanı Malik b.
Avf'ın Müslüman Oluşu
Gaza,
Hicretin 8. yılında, Şevval ayında vuku bulmuş,[1] Şevval
ayından altı gece geçince,[2] 5
Şevval'de, Cumartesi günü Huneyn'e doğru hareket edilmiştir.[3]
Huneyn;
Mekke'ye iki geceliktir.[4]
Huneyn'in,
Arafat tarafından Mekke'ye uzaklığı, on milden fazladır.[5]
Huneyn;
Mekke ile Taif arasında,[6]
Tihâme bölgesinde, birçok inişli çıkışlı dar geçitleri ve sapa yolları bulunan
geniş bir vadidir.[7] Tihâme vadilerindendir.[8]
Zülmecaz panayırının kurulduğu yerin yanındadır.[9]
Zülmecaz;
Kebkeb nahiyesindeki Aref e ye bir fersahtır.[10]
Vaktiyle
buraya Amali kal ardan Huneyn b. Kaniye b. Mehlâil adında birisi gelip
konakladığı için, Huneyn ismi verilmiştir.[11]
Hevâzin
ve Sakîf kabileleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'den yola çıktığını
işittikleri zaman, kendilerinin üzerine yürüyeceğini sanarak, savaşmak için
derlenip toparlanmışlardı.[12]
Hatta,
harekât durumunu öğrenmek için, casuslarını yola çıkarmışlardı.[13]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Mekke'yi fethedince, Hevâzinlerle Sakîflerin ileri gelenleri
birbirlerinin yanına gidip gelmeye başladılar[14] ve:
"Onun
bizimle çarpışmaya gelmesine bir mani kalmamıştır.
Yerinde
görüş, onun bizimle çarpışmaya gelmesinden önce, bizim onunla çarpışmaya
gitmemizdir![15]
"Vallahi,
Muhammed iyi çarpışan bir kavme rastlamadı.
İşinizi
sıkı tutunuz da, o sizin üzerinize yürümeden önce, siz onun üzerine
yürüyünüz!" dediler.
Sakîfler:
"Biz
onun üzerine yürümek istiyor, onun bizim üzerimize yürümesini istemiyoruz.
Bununla
birlikte, o bizim üzerimize yürüyecek olursa, karşısında sapasağlam bir kale
bulacak ve bizim onun dibinde bol yiyecekler içinde kendisini yeninceye veya
dönüp gitmek zorunda bırakıncaya kadar çarpıştığımızı görecektir!
Fakat,
biz böyle olmasını istemiyoruz.
Sizinle
birlikte gideceğiz, el ve iş birliği yapacağız!" dediler.
Kinane
b. Abdi Yalil:
"Ey
Sakîf cemaati! Siz kalenizden çıkıp bir adamın üzerine yürüyorsunuz, ama bunun
lehinize mi, yoksa aleyhinize mi olacağını bilmiyorsunuz!
Bari
kalenize uğrayın da, onun yıkılmış,
yıkılmaya yüz tutmuş yerlerini onarın!
Bilemezsiniz,
belki ona sığınmaya muhtaç olursunuz!" dedi.
Bunun
üzerine, Sakîfler, geride bir adam bırakarak kaleyi onarmasını ona emrettiler.[16]
Ashabdan
Ebu Berzetü'l-Eslemî'nin bildirdiğine göre; insanların veya kabilelerin
Peygamberimiz Aleyhisselama en kinlisi ve hınçlısı Sakîflerle Benî Hanîfelerdi.[17]
Ebu
Süfyan b. Harb'le Hakîm b. Hizam'ın bildirdiklerine göre; Hevâzinler de,
Peygamberimiz Aleyhisselamın en azılı, en amansız düşmanı idiler.[18]
Malik
b. Avf en-Nasrî, Hevâzinleri topladı.[19]
Kendisi
o zaman otuz yaşında olup, Hevâzinlerin lideri ve kumandanı idi.[20]
Malik
b. Avf, elbisesini uzun yaptırır, yürürken salıp yerde sürür ve bunu kibir ve
gururundan dolayı yapardı.[21]
Hevâzinlerie
birlikte Sakîfler, bütün Nasrve Cüşem kabilelerini topladılar.
Ancak,
Hevâzinlerden Ka'b ve Kilab kabileleri harekâta katıImadılar.[22]
Hevâzinlere:
"Benî
Kilabları neden geride bıraktınız?" diye sorulduğu zaman:
"Onlar,
vallahi, yakında bulunuyorlar. Fakat, İbn Ebil-Berâ' bu harekâta katılmaktan
onları alıkoydu!" dediler.
Benî
Hilallerden harekâta katılanlar, yüz kişiyi bulmuyordu.[23]
Benî
Cüşemlerin arasında Düreyd b. Sımme vardı ki, kendisi çok yaşlı ve tecrübeli
idi. Fakat, kendisinde güç kuvvet, iş kalmamıştı. Ancak, görüşünden ve savaş
hakkındaki bilgisinden yararlanılmak için taşınıyordu.[24]
Düreyd,
o zaman, 120[25] veya 160 yaşında idi. Kendisinin
gözleri de görmüyordu.[26]
Düreyd, cesareti ve zekâsıyla tanınmıştı. Benî Cüşemlerin eşrafındandı. Onların
lideri ve kumandanı idi.[27]
Sakîflerin,
o zaman, iki lider ve kumandanı vardı. Birisi, müttefiklerden Karibb. Esved b.
Mes'ud b. Muttalib; diğeri Benî Maliklerden Zülhımar Sübeyy b. Haris b. Malk
idi.
Bütün
askerî birliklerin Malik b. Avf en-Nasrî'nin kumandası altına verilerek
Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine yürünmesi kararlaştırılmış ve yürüyüşe
geçilmişti.
Hevâzinler,
bütün mallarını, kadın ve çocuklarını da yanlarına alarak Evtas mevkiine gelip
konmuşlar,[28] her taraftan kabileler
akın akın yardıma gelmeye[29] ve
Evtas'ta toplanmaya başlamışlar,[30]
ordugâhlarını da Evtasta kurmuşlardı.[31]
Evtas;
Hevâzinlerin yurdunda birvadidir.[32]
Hevâzin
ve Sakîfler 14.000 kişi idiler.
Bunlara
diğer Arap kabilelerinden gelip katılanlar da pek çoktu.[33]
Deve
üzerinde, üstü açık bir hevdec içinde
taşınan Düreyd b. Sımme, Evtas'a getirilince, yere indirildi.[34]
Düreyd
b. Sımme, yere indirilince, elini yere sürdü ve:
"Burası,
sizin hangi vadinizdir?" diye sordu.
"Evtas
vadisidir!" dediler.
Düreyd
b. Sımme:
"Ne
güzel at meydanıdır!
Ne
büsbütün berk ve taşlı, ne de pek
yumuşak topraklıdır!" dedi ve:
"Ben
burada niçin deve böğürmeleri, eşek anırmaları, çocuk ağlamaları, davar
melemeleri işitip duruyorum?!" diye sordu.
Malik
b. Avf:
"Savaş
erleriyle birlikte, bütün mallarını, kadın ve çocuklarını da götürüyorum!"
dedi.
Düreyd:
"Sen
bunu ne için yaptın?" diye sordu.
Malik:
"Ben
her savaş erinin ev halkını ve malını arkasına koydum ki, onlar için çarpışan,
kaçıp gitmesin diye" dedi.
Düreyd,
Malik'in bu tedbirine el çırptı, sonra da:
"Vallahi,
sen ancak bir davar çobanısın!
Bozguna
uğrayanı hangi şey geri çevirebilir?!
Sen,
yenersen, ancak adamın kılıcından ve mızrağından yararlanırsın!
Sen,
yenilirsen, ev halkını kendi elinle esir ve malını da iğtinam ettirmiş, onlar
yanında rezil ve rüs-vay olmuş olursun!" dedi.[35]
Bundan
sonra, Düreyd:
"Ka'blar
ve Kilablar ne yaptılar?" diye sordu.
"Onlardan,
harekâta katılan kimse yok!" dediler.
Düreyd:
"Ciddiyet
ve anlayış kayboldu.
Eğer
bugün bir yükselme ve şeref günü olsaydı, ne Ka'blar, ne de Kilablar bugünde
bulunmamazlık etmezlerdi.[36]
Ben
sizin de Ka'b ve Kilabların yaptıklarını yapmanızı ne kadar arzu ederdim!"
dedi.
"Sizlerden,
onları kim gidip gördü?" diye sordu.
"Amr
b. Âmir ve Avf b. Âmir!" dediler.
Düreyd:
"Bunlar,
Benî Âmirlerin iki gencidir ve savaşta çok zayıf olanlarıdır. Bunlardan ne
yarar gelir, ne de zarar![37]
Yazıklar
olsun sana[38] ey Malik! Sen hiç de
Hevâzin halkını koruyacak birşey yapmamışsın!
Sen
kadınları ve çocukları, malları .yurtlarının en emin yerlerine, kavimlerinin
yanlarına kaldır, şeref ve itibari arını yükselt!
Bundan
sonra, atların sırtlarında Müslümanlarla karşılaş!
Savaş
senin lehinde olursa, arkandakiler gelip sana kavuşurlar.
Savaş
senin aleyhinde olursa, hiç değilse ev halkını ve malını kurtarmış
olursun!" dedi.[39]
Malik
b. Avf, Düreyd'in sözlerine kızdı.[40]
"Vallahi,
ben senin bu dediğini yapmam![41] Yaptığım
işi de değiştirmem![42] Sen
artık çok kocamışsın: Senin aklın da kocamış[43]
gitmiştir.[44] Senin bilgin de
kocamıştır![45] Senden sonra yetişen
genç, savaşta senden daha ileri görüşlüdür!" dedi.
Düreyd:
"Ey
Hevâzin cemaati! Vallahi, bunun görüşü sizin için yararlı bir görüş değildir!
Bu,
sizin ayıplarınızı, sakınılacak yerlerinizi ortaya dökecek, sizi rezil ve
rüsvay edecek, düşmanınızın sizi yenmesine fırsat verecek, sizi bırakarak
Sakîflerin kalesine sığınacaktır.
Siz
onu terkedin, geri dönüp gidin!" dedi.
Malik
kılıcını sıyırdı. Sonra, onu tersine çevirdi[46] ve:
"Ey
Hevâzin cemaati! Vallahi, ya bana itaat edersiniz, ya da kamımı yarıp sırtımdan
ucu çıkıncaya kadar şu kılıcımın
üzerine yüklenir, kendimi öldürürüm!" dedi.[47]
Bu
hususta Düreyd b. Sımme'nin sözüne, görüşüne kulak asmalarını istemedi.[48]
Hevâzinler,
birbirlerine gidip geldiler ve:
"Vallahi,
Malik'i dinlemeyecek olursak, gençtir, kendisini öldürür. O zaman da, biz
Düreyd ile kalırız.
Halbuki,
o çok yaşlıdır, 160 yaşındadır!
Savaş
için kendisinde iş kalmamıştır" diyerek, işlerini Malik'e havale etmek,
rujlusunda üitleştUer[49]
Malik1
e:
"Sana
itaat ediyor, boyun eğiyoruz!" dediler.[50]
Düreyd
b. Sımme, Hevâzinlerin kendisini dinlemediklerini görünce:[51]
"Bu
öyle bir gündür ki, ben onda ne bulunuyorum, ne de bulunmuyorum!" dedi[52] ve o
sırada duyduğu genç ve dinç olma özlemini bir beyitle dile getirdi.[53]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hevazin ve Sakiflerin savaşmak için hazırlandıklarını işitti.[54]
Abdullah
b. Ebi Hadrad el-Eslemi’yi çağırdı. Hevazinlere gitmesini,[55]
halkın içine girip onlar hakkında bilinmesi gereken bütün bilgileri elde
edinceye kadar aralarında kaldıktan sonra haber ğetirmesini ona emretti.[56]
Abdullah
b. Ebi Hadrad, çıkıp Hevazinlere gitti. Hevazinlerin ordugahlarında dolaştı.
Malik b. Avf’ın yanına kadar sokuldu. Hevazin başkan ve kumandanlarını onun
yanında buldu.
Malik
b. Avf’ın, arkadaşlarına:
“Muhammed,
bu defakinden sonra, hiçbir zaman, bir daha çarpışmayacaktır!
O,
şimdiye kadar, ancak savaş bilgisinden haberi olmayan kavimlerle karşılaşmış ve
onlara galebe çalmıştı.
Seher
vakti olunca, hayvanlarınızı, kadınlarınızı ve çocuklarınızı arkanızda
sıralayacaksınız!
Sonra,
askerlerinizi sırılayacaksınız!
Müslümanlarla
karşılaşınca, hücuma kalkacaksınız! Kılıçlarınızın kınlarını kırın!
Bir
tek adam gibi, hep birden saldırın!
İyi
bilin ki; yenmek ilk saldıranındır!” dediğini işitti ve ezberledi.
Kınları
kırılankılıçların sayısı 20.000 idi.[57]
1. Hevâzin ordularının en önünde süvariler,
2. Süvarilerin arkasında, piyade savaş
erleri,
3. Piyade savaş erlerinin arkasında
kadınlar ve çocuklar,
4. Kadınlar ve çocukların arkasında
davarlar,
5. Davarların arkasında develer,
6. Develerin arkasında da, sığırlar
bulunuyordu.[58]
Abdullah
b. Ebi Hadrad, Hevâzinlerin ordugâhlarında bir-iki gün kaldıktan sonra,[59]
dönüp bütün gördüklerini, işittiklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber
verdi.[60]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hz. Ömer'i yanına çağırdı. Ona Abdullah b. Ebi Hadrad'ın haber
verdiği şeyleri anlattı.
Hz.
Ömer:
"İbn
Ebi Hadrad yalan söylüyor!" dedi.
İbn
Ebi Hadrad:
"Ey
Ömer! Sen şimdi beni yalanlıyorsun ama, vaktiyle sen Hakk'ı da yalanlamıştın!
Senin
o zaman yalanladığın Zât, benden daha hayırlı idi!" dedi.
Hz.
Ömer:
"Yâ
Rasûlallah! İbn Ebi Hadrad'ın söylediğini işittin mi?" dedi.[61]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Doğru
söylüyor![62]
Ey
Ömer! Sen yolunu şaşırmıştın da, Allah sana doğru yolu göstermişti!"
buyurdu.[63]
Peygamberimiz
Aleyhisselaım; Abdullah b. Ebi Hadrad'dan Hevâzinlerin haberini alınca, onlarla
karşılaşmak üzere acele hazırlandı.
Safvan
b. Ümeyye'nin yanında zırhlar bulunduğu, Peygamberimiz Aleyhisselama anılmıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona haber saldı.
Safvan
daha Müslüman olmamıştı, müşrikti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Yâ
Ebâ Ümeyye! Yarın gidip düşmanımızla karşılaşacağız!
Şu
silahlarınızı bize emanet olarak ver!" buyurdu.[64]
Safvan:
"Yâ
Muhammedi Gasben, zorla alıp geri vermemek üzere mi istiyorsun?" diye
sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Sana iade edinceye kadar bizde emanet olarak kalmak, kınlan ve yitirilenleri
tazmin edilmek üzere istiyoruz!" buyurdu.[65]
Safvan:
"Öyle
olunca, bunda bir sakınca yok!" dedi.
Yüz
adet[66] zırh
gömlekle, onlara yeteri kadar da silah verdi.[67]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunları savaş yerine kadar taşımayı üzerine almasını da ondan
istedi.
Safvan,
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu isteğini de yerine getirmeyi kabul etti.[68]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, amcasının oğlu Nevfel b. Hâris'ten de, üç bin mızrak aldı.[69]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Attâb b. Esîd'i, Mekke valiliğine;[70] Muaz
b. Cebel'i de sünnet, fıkıh öğretmenliğine tayin etti.[71]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Şevval ayından altı gece geçtikten sonra, 5 Şevval Cumartesi günü,[72] iki
bini Mekkeli olmak üzere 12.000 kişilik askerî bir kuvvetle Mekke'den Huneyn'e
doğru yola çıktı.[73]
Peygamberimiz
Aleyhisselamla birlikte, Mekkeli müşriklerden bazıları da sefere katıldılar.[74]
Bunlar,
80 kişi idiler.[75]
Bunların
içlerinde kadınlar da vardı.[76]
Aralarında
Mekkelilerin ileri gelenlerinden bazıları da bulunan bu kişiler hangi tarafın
galip geleceğine bakacaklar, elde edilecek ganimetlerden kendileri de
yararlanacaklardı.
Bununla
birlikte, onların hepsi, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının Hevâzinler
tarafından bir yenilgiye uğratı İmaları m pek istemiyorlardı.[77]
Ebu
Süfyan b. Harb İslâm askerlerinin
arkasından geliyor, rastladığı her düşmüş kalkan, kılıç, mızrak veya meta'lan toplayıp devesine yükleyerek
taşıyordu.
Salvan
b. Ümeyye de İslâm mücahidlerine
katılmıştı. Kendisi henüz Müslüman olmamış, Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir
düşünme müddeti tanımıştı.
Hakîm
b. Hizam, Huvayüb b. Abduluzzâ, Süheyl b. Amr, Haris b. Hişam, Abdullah b. Ebi
Rebia da "Hangi taraf galip gelecek?" diye merakla gözleyenler
arasındaydılar.[78]
Ebu
Vâkıdü'l-Leysî Haris b. Malik der ki:
"Peygamber
Aleyhisselamla birlikte Huneyn'e giderken, bir gün, yolda Zât-ı Envat1
denilen, büyük, yeşil bir ağaç gördük ki, yol tarafından bizi örtüyor,
buruyordu!
'Yâ
Rasûlallah! Zât-ı Envat gibi, bize de bir Zât-ı Envat ihdas etsen?1
diyerek seslendik.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allahuekber!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; siz de Musa'ya kavminin
dedikleri gibi bir söz söylediniz!
Onlar:
'Ey
Musa! Onların nasıl tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap!' demişler,
Musa da:
'Siz
ne kadar cahillik eden bir kavimsiniz!?' demişti.
O
Zât-ı Envat geleneği, sizden öncekilerin geleneği idi.[79]
Musa
Aleyhisselama kavmi de tıpkı böyle yapmıştı!' buyurdu ve bu davranışı
Müslümanlara çok gördü![80]
Müslümanların
yolda rastladıkları, gördükleri ağaç, sidr ağacı idi.[81]
Kureyş
müşriki eriyle onlar dışındaki Arapların yeşil, kocaman bir ağaçlan vardı ki,
ona Zât-ı Envat denilirdi.
Müşrikler,
her yıl onun yanına varırlar, silahlarını dallarına asarlar, yanında kurban
keserler ve bir gün itikâfa girerlerdi.[82]
Hacca
giderken de, ridalarını onun üzerine asarlar, Kâbe'ye-hürmeten-ridasız
girerlerdi.[83]
Hatta,
hacılarZât-ı Envat'a saygılarından dolayı azıklarını biraz geride bırakırlar,
onun yanına azık-sız girerlerdi.[84]
Zât-ı
Envat ağacı, Mekke'nin yakınında idi.[85]
Adamın
birisi de, Mücahidlerin sayısının çokluğuna bakarak:
"Artık,
bundan sonra, sayımızın azlığından dolayı yenilmeyeceğiz!" demişti.
Bu
söz, Peygamberimiz Aleyhisselama çok ağırgeldi.[86]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şevval ayından on gece geçince, Salı akşamı, Huneyn'e erişti.[87]
Hevâzin
ve S aklî ordularının başkumandanı Malik b. Avf, adamlarından bazılarını casus
olarak ileri sürmüştü.[88]
Bunlar
üç kişi olup Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabını gözetleyecekler, İslâm ordugâhı arasına dağılacaklar.[89]
Müslümanların durumu hakkında Malik b. Avf1 a haberler
getireceklerdi.[90]
Casuslar,
asabları bozulmuş, titrer bir halde dönüp Malik'in yanına geldiler.
Malik
b. Avf, onlara:
"Yazıklar
olsun sizlere! Nedir bu haliniz?!" diye sordu.
Casuslar:
"Beyaz,
parlak yüzlü, alaca atlar üzerinde öyle adamlar gördük ki, vallahi, gördüğün şu
hale düşmekten kendimizi tutamadık![91]
Biz,
yeryüzü halkı olarak onlarla çarpışamayız! Gök halkı olsaydık, çarpışırdık!
Onların
gözleri, yürekleri yerinden oynatır!
Sen,
bizi dinlersen, hemen kavminin yanına dön!
Eğer
şu halk bizim gördüklerimiz gibi görecek olurlarsa, onlar da bizim uğradığımız
hale uğrarlar!" dediler.[92]
Malik
b. Avf:
"Üf
sizlere! Hayır! Siz, ordugâhta, korkak bir cemaatsiniz!" dedi.[93]
Ordu
içinde bunu yapıp da orduyu korkuya ve tefrikaya düşürmesinler diye, onları
yanında tutukladı ve:
"Bana
gözüpek bir adam gösteriniz?" dedi.
Böyle
bir adam üzerinde ittifak ettiler.
O
adam da, gittikten sonra, Malik'in yanına döndü.
Önceki
gidip gelenler gibi, o da perişan bir hale düşmüştü.
Malik,
ona:
"Ne
gördün?" diye sordu.
Adam:
"Beyaz,
parlak yüzlü, alaca atlar üzerinde öyle adamlar gördüm ki, onlara bakmaya bile
takat getirilemez!
Vallahi,
şu perişan hale düşmekten kendimi tutamadım!" dedi.
Casusların
bu sözleri, Malik b.Avf'ı istediği şeyi yapmaktan alıkoyamadı, geri çeviremedi.[94]
Hevâzinlerin
başkumandanı, akşam olunca, askerlerini Huneyn vadisinin iki yanındaki görünmez
ve dar yerlere dağıtarak yerleştirdi.[95]
Böyle
yapılmasını da Düreyd b. Sımme tavsiye etmiş ve Malik b. Avf'a:
"Sen
askerlerinden bir kısmını pusuya yatır, gizle ki, onlar sana yardımcı olurlar.
Müslümanlar
gelip sana saldırırlarsa, pusudakiler onların arkalarından gelirler, sen de
yanındakil-erle birlikte hemen saldırıya geçersin.
Eğer
yapılan saldırış onlardan kimseyi bozguna uğratmaz, kaçırmazsa, onların üzerine
bir uğurdan umumî bir saldırış yapılır" demişti.[96]
Bunun
için, Malik b. Avf da, kumandan ve askerlerine:
"Onları
(Müslümanları) görür görmez, üzerlerine hep birden, bir uğurdan
saldırınız!" diyerek emir verdi.[97]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, seher vakti, Müslümanları savaş düzenine koydu.
Bayraktar
ve sancaktarlara bayrak ve sancaklarını verdi.
Muhacirlerin
sancağını Hz. Ali, bayraklarını da Sa'd b. Ebi Vakkas'la Hz. Ömer taşıyordu.
Ensardan
Hazrecîlerin sancağını Hubab b. Münzirveya Sa'd b. Ubâde;
Evsîlerin
sancağını Useyd b. Hudayr taşıyordu.
Evsî
ve Hazrecîlerin her kabilesinde ya sancak ya da bayrak bulunuyordu.[98]
Benî
Abduleşhellerin bayrağını Ebu Naile,
Benî
Hâriselerin bayrağını Ebu Bürde b. Niyar,
Benî
Zaferlerin bayrağını Katâde b. Numan,
Benî
Muaviyelerin bayrağını Cebr b. Atik,
Benî
Vâkıfların bayrağını Ebu Lübâbe b. Abdulmünzir,
Benî
Sâidelerin bayrağını Ebu Useydü's-Sâidî,
Benî
Malik b. Neccarların bayrağını Umâre b. Hazm,
Benî
Adiyy b. Neccarların bayrağını Ebu Salît,
Benî
Mazinlerin bayrağını Salît b. Kays,
Benî
Gitarların bayrağını Ebu Zerri'l-Gıfârî,
Benî
Dam releri e Leyslerve Sa'd b. Leyslerin tek bayrağını Ebu Vâkıdü'l-Leysîtaşıyordu.
Ka'b
b. Amrların iki bayrağı olup, birini Bişr b. Süfyan, diğerini Ebu Şurayh,
Benî
Müzeynelerin üç bayrağı olup, birini Bilal b. Haris, birini Numan b. Mukarrin,
birini de Abdullah b. Amr b. Avf taşıyordu.
Cüheynelerin
dört bayrağı olup, biri Rafi1 b. Mekîs'in, biri Abdullah b. Zeyd'in,
biri Ebu Zür"a b. Ma'bed b. Halid'in, birisi de Süveyd b. Sahr'ın yanında
idi.
Benî
Eşca'ların iki bayrağı olup, biri Numan b. Mes'ud'un, diğeri de Ma'kıl b.
Sinan'ın yanında idi.
Benî
Süleymlerin üç bayrakları olup, biri Abbas b. Mirdas'ta, biri Hufaf b.
Nüdbe'de, birisi de Haccac b. Matta idi.
Eşlemlerin
iki bayrağı olup, biri Büreyde b. Husayb'ın, diğeri de Cündüb b. A'cem'in
yanında idi.
Evs
ve Hazreclerin Cahiliye çağında bayrakları yeşil ve kırmızı idi. İslâmiyet
devrinde de, öylece bırakıldı.
Muhacirlerin
bayrakları siyah, sancakları beyazdı.[99]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Süleymleri, Mekke'den çıkışından beri, öncü süvari birliği olarak
İslâm ordularının önüne geçirmiş ve
Halid b. Velid'i de başlarına kumandan yapmıştı. Ci'râneye gelinceye kadar da,
bu düzeni değiştirmedi.[100]
Ebu
Abdurrahman el-Fihrî der ki:
"Çok
sıcak ve yakıcı bir günde yola devam edip ağaç gölgesine indik.
Güneş
zevale erince, zırhımı giydim. Atıma binip Resûlullah Aleyhisselama gittim.
Kendisi, kıl
çadır içinde idi.
'Esselâmü
aleyke yâ Rasûlallahi ve rahmetullâh! Hareket zamanı geldi!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Evet!'
buyurdu.
Semüre
ağacının gölgesinde dinlenen Bilal'e:
'Yâ
Bilal!' diye seslendi.
Bilal:
'Buyur!
Ben sana feda olayım!1 dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Katırımı
benim için hemen eğerle!' buyurdu.
Bilal
bir semer çıkardı ki, iki yanı hurma lifindendi. Gösterişli ve hoşa gidecek bir
semer değildi.
Katır
semerlenince, Resûlullah Aleyhisselam onun üzerine bindi. Biz de hayvanlarımıza
bindik.[101]
Resûlullah
Aleyhisselam bizi düşmanlara karşı o akşam ve gece savaş safları halinde
düzenli bulundurdu.[102]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, o zaman, boz katırı Düldül'e binmiş, sırtına da iki kat zırh
gömlek giymiş, başına giydiği takyesinin üzerine de miğfer geçirmişti.[103]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; mücahicileri çarpışmaya teşvik etti. Sadakat ve bağlılık
gösterdikleri, güçlüklere göğüs gererek sabır ve sebat ettikleri takdirde fetih
ve zafere kavuşacaklarını onlara müjdeledi.
Huneyn
vadisine sabahın alacakaranlığında, savaş düzeni halinde inilmeye başlandı.[104]
Hevâzinler,
Huneyn vadisinin iki yanına gizlenmişler, pusu kurmuşlardı.[105]
Cabir
b. Abdullah; Hevâzinlerin Huneyn'e önceden gelip vadinin gizli yollarını ve dar
geçitlerini tuttuklarını, Müslümanları oralarda pusuya düşürmek için
toplanmış, hazırlanmış, üslenmiş olduklarını ve birdenbire saldırılarına
uğradıklarını söyler.[106]
Seleme
b. Ekvâ da:
"Ben,
ilerleyip bir yokuşa çıkıyordum.
Beni
düşmandan biri karşıladı. Hemen ona bir ok attım. Benden gizlendi de, ne
yaptığını bilemedim.
Hevâzinlere
bakıp dururken, bir de ne göreyim: Onlar başka bir yokuştan ortaya
çıkıvermişlerdi!" der.[107]
Hevâzinler;
attıkları hiçbir oku boşa gidermeyecek kadar keskin nişancı ve atıcı idiler.
Hevâzinlerin
İslâm askerlerinden ilk karşılaştıkları kimseler ise, genellikle, aceleci,
zırhsız, silahsız veya pek az silahlı birtakım toy gençlerdi.[108]
Bununla
birlikte, onlar karşılaşır karşılaşmaz Hevâzinlerin üzerlerine atılıp onları
bozguna uğratmayı başarmışlardı.
Fakat,
ganimet toplamaya koyuldukları zaman da, Hevâzinlerin çekirge sürüsü gibi ok
yağmuruna tutuldular ve tutun a m ayarak bozuldular, dönüp kaçmak zorunda
kaldılar.[109]
Bu
öncü birliği içinden ilk ürküp kaçanlar da, suçları bağışlanmış ve
kendiliklerinden İslâm mücahi-dleri arasına katılmış bulunan iki bin kadar
Mekkeli idi.[110]
Enes
b. Malik de; hiçbirzaman Hevâzinler kadar kalabalık ve çokluk bir topluluk
görmediğini; sabah karanlığında, vadiye inerken, dar bir geçitte onların
birdenbire saldırısına uğradıklarını ve ilk bozulup kaçanların Süleym
süvarileri olduğunu ve Süleymleri Mekkelilerin, Mekkelileri de sair halkın
takip ettiğini;[111]
süvarilerin kaça kaça İslâm ordularının arkasına kadar çekilmiş olduklarını
gördüklerini bildirir.[112]
Rivayete
göre; yeni Müslüman olan Mekkelilerden bazıları, o sırada birbirlerine
Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Onu
yalnız bırakın! Tam sırasıdır, bozulun!" demişlerdi.[113]
Ümmü
Umâre der ki:
"Müslümanlar
her tarafta bozguna uğradıkları zaman, benim elimde keskin bir kılıç vardı.
Ümmü
Süleym beline bir hançer bağlamıştı! Kendisi, o zaman, Abdullah b. Ebu Talha'ya
hâmile idi!
Ümmü
Salît ile Ümmü Haris:
'Savaştan
kaçmak size yaraşmaz!1 diyerek Ensarı kınıyordu!
Hevâzinlerden
boz bir deve üzerinde bir adam gördüm ki; yanında sancak taşıyor, Müslümanların
arkasından devesini koşturuyordu.
Hemen
onun önünü keserek devesinin bacaklarına kılıçla vurdum. Deve arkasının üzerine
çöküverdi. Adama saldırıp, öldürünceye kadar kılıç vurdum. Kendisinin kılıcını
alıp, deveyi horuldar bir halde bıraktım!"
O
sırada, Resûlullah Aleyhisselam, kılıcını sıyırmış, kılıcının kınını atmış,
ayakta dikiliyor ve:
"Ey
Bakara sûresinin ashabı!" diyerek sesleniyordu.
Ümmü
Haris kocasının devesini tutuyor, deve yayılmak istiyor, fakat Ümmü Haris onu
yanından ayırmıyor, ona:
"Ey
hayvan! Sen de mi Resûlullah Aleyhisselamı bırakıp gideceksin?!" diyordu!
Ümmü
Haris, Hz. Ömer'e:
"Nedir
bu hal?" diye sordu.
Hz.
Ömer:
"Allah'ın
işidir!" dedi.
Ümmü
Haris, Peygamberimiz Aleyhisselama da:
"Yâ
Rasûlallah! Vallahi, şu kavmin (Benî Süleymlerle Mekkelilerden, halkın bozguna
uğramalarına yol açanların) bugün bize yaptıkları gibi birşey yapanı, devemi
geçeni görürsem, öldürürüm!" dedi.[114]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, orada Ümmü Süleym'i gördü ve:
"Ümmü
Süleym! Sensin hâ!" buyurdu.
Ümmü
Süleym:
"Evet!
Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah![115]
Yâ
Rasûlallah! Gördün mü, sana bey'at edip Müslüman olmuş bulunan şu cemaat, seni
nasıl yalnız bırakıp kaçtılar?![116]
Yâ
Rasûlallah! Suçlarını bağışladığın, senin ordunu bozguna uğratan şu
Mekkelilerin[117] suçlarını bağışlama!
Allah
fırsat verince,[118]
seninle çarpışan şu müşrikleri geberttiğin gibi, onlan da geberti.[119]
Çünkü,
onlar bunu hakettiler!" dedi.[120]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ümmü Süleym! Allah bana yetmez mi?[121]
Allah'ın affı çok geniştir![122]
Ey
Ümmü Süleym! Gücün yetince, iyilik et!" buyurdu.[123]
Ümmü
Süleym sözünü üç kere tekrarladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, her defasında:
"Allah'ın
affı çok geniştir!" buyurdu.[124]
Ebu
Talha, Ümmü Süleym'in belindeki hançeri görünce, ona:
"Ey
Ümmü Süleym! Ne oluyor bu yanındaki?!" diye sordu.
Ümmü
Süleym:
"Hançerdir
ki; müşriklerden biri bana yaklaşacak olursa, onun kamını yarayım, deşeyim diye
yanıma aldım!" dedi.
Ebu
Talha:
"Yâ
Rasûlallah! Duydun mu; Ümmü Süleym ne söylüyor?" dedi.[125]
Hevâzinler,
bozguna uğrattıkları Müslümanları kovalayarak, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına kadar gelip dayandılar.[126]
O
sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam, sağ yana çekilip kaçan Müslümanlara:
"Nereye
gidiyorsunuz ey insanlar!
Bana
doğru geliniz! Ben Resûlullahım!
Ben
Muhammed b. Abdullah'ım![127]
Ey
Allah'ın kullan! Ben Allah'ın kulu ve resûlüyüm!
Ey
Muhacirler topluluğu! Ben Allah'ın kulu ve resûlüyüm ![128]
Ey
Muhacirler! Ey Muhacirler!
EyEnsar!
Ey Ensar!"[129]
diyerek sesleniyor, develer birbirlerine giriyor, halk alabildiğine kaçıp gidiyordu!
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında Muhacir ve Ensardan bazı kişiler ile aile halkından
başka kimse kalmamıştır.[130]
Muhacirler
arasında Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, aile halkı arasında da Hz. Ali, Hz. Abbas,
Ebu Süfyan b. Haris ve oğlu Cafer, Hz. Abbas'ın oğlu Fadl, Hâris'in oğlu Rebia,
Zeyd b. Hârise'nin oğlu Üsâme ve Ümmü Eymen'in oğlu Eymen[131]
vardı.[132]
Rivayete
göre, Huneyn günü kaçmayıp oldukları yerde sebat edenler yüz kişi idiler.[133]
Bunlardan
otuzüçü Muhacirlerden, alünışyedisi Ensardandı.[134]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanından ayrılmayanların seksen kişi oldukları rivayeti de
vardır.[135]
Hz.
Ali ile Ebu Dücâne, kızıl tüylü bir devenin üzerinde, uzun mızrağının ucuna
siyah bir bayraktak-mış, Hevâzinlerin önünde Müslümanlardan birçoklarını
mızraklayan bir adamın ardına düştüler.[136]
Hz.
Ali, adamın arkasından yetişip devenin bacaklarına kılıçla vurunca, deve
arkasının üzerine çöktü.
Ebu
Dücâne, adamın üzerine yürüdü. Kılıçla vurup onun bacağının yansını kesti.
Kılıç,
bacağı keserken, ses çıkardı.
Adam
yere yuvarlandı.[137]
Diğer
rivayete göre; Hz. Ali ile Ebu Dücâne adama saldırdılar. Hz. Ali onun sağ
kolunu, Ebu Dücâne de sol kolunu kesti.
Hatta,
kılıçlan birbiriyle tokuştu, ses çıkardı, körleşti.[138]
Ebu
Katâde der ki:
"Huneyn
günü, bir Müslümanla bir müşrikin çarpıştığını,[139]
müşriklerden birisinin de Müslümana karşı arkadaşına yardım etmek için[140]
Müslümanı yere yıkıp üzerine çıktığını gördüm.[141]
Hemen
arkasından varıp boynunun köküne kılıçla vurdum. Zırhını kestim.
Müşrik
bana doğru yöneldi.
Vurmak
için kılıcını kaldırdığı zaman,[142]
vurup bir elini kestim.
Adam
öbür eliyle yakalayıp boynumu öyle bir sıktı ki, ölümün kokusunu almaya, ecel
teri dökmeye başladım! Az kalsın beni öldürecekti.
Eğer
adam kan kaybından zayıf düşüp yere yıkılmamış olsaydı, muhakkak, beni
öldürürdü.[143]
Ölüm
gelip ona yetişti de, beni bıraktı.[144]
Yere
düştüğü zaman, kılıçla vurup adamın işini bitirdim."[145]
Huneyn'de
bozguna uğrayıp kaçan Mekkelilerden bazıları Mekke'ye ulaştılar.[146]
Müslümanların
bozguna uğradıklarını haber vererek Mekkeli müşrikleri sevindirdiler.
İçlerinden
birisi:
"Artık
Araplar atalarının dinine dönebilirler![147]
Muhammed düşmüş, ashabı da dağılmıştır!" demişti.
Mekke
valisi Attâb b. Esîd:
"Muhammed
öldürüldü ise, Muhammed'in dini ayaktadır. Muhammed'in ibadet etmiş olduğu
Allah, Diridir ve Ölümsüzdür!" dedi.
Daha
akşam olmamıştı ki, Allah'ın yardımıyla Peygamberimiz Aleyhisselamın Hevâzinleri
yendiği haberi gelip, Attâb ile Muaz b. Cebel'i sevindirdi.
Bundan
önce sevinenleri ise, Yüce Allah yüzlerinin üzerine düşürdü.[148]
Peygamberimiz
Aleyhisselamla birlikte Huneyn'e gelip Müslümanların bozguna uğradıklarını
gören bazı müşrikler, kalblerinde taşıdıkları kini ve düşmanlığı dile
getirmekten kendilerini alamadılar.
Çantasında
fal okları taşıyan Ebu Süfyan b. Harb:
"Artık,
onların bu bozgunlukları denize (deniz sahiline) kadar bitmez![149]
Vallahi,
Hevâzinler onları yenerler!" dedi.
Safvan
b. Ümeyye ise:
"Ağzına
taş, toprak dolsun!" diyerek Ebu Süfyan'ın bu temennisini reddetti.[150]
Eşlemlerden
Ebu Makît de, Ebu Süfyan'a:
"Vallahi,
senin öldürülmeni yasakladığını Resûlullah Aleyhisselamdan işitmemiş olsaydım, seni
hemen öldürürdüm!" dedi.[151]
O
sırada, Kureyşlilerden bir adam gelip, Safvan'a:
"Muhammed
ile ashabının bozguna uğradığını sana müjdelerim! Vallahi, onlar bir daha
düzelemez, savaşamaz ve kimseyi yenecek hale gelemezler! [152]
İyi
biliniz ki; artık bugün sihir bozuldu, tesirsiz hale geldi!" diyerek
bağırdı.
Bu
adam; Safvan b. Ümeyye'nin ana bir kardeşi olan Kelede b. Hanbel'di. [153]
Safvan
ona kızdı[154] ve:
"Sus!
Allah senin dişlerini düşürsün!
Vallahi,
bana Kureyşilerden bir kimsenin hâkim ve sahip olması, Hevâzinlerden birinin
hâkim ve sahip olmasından daha yeğ ve daha iyidir! [155]
Eğer
ben kendime bir rab (efendi) edinecek olsam, Kureyşlilerden bir kimseyi rab
(efendi) edinmem, bana, Hevâzinlerden birisini rab (efendi) edinmekten daha
sevimlidir!" dedi. [156]
Sonra,
uşağını yanına çağırdı ve ona:
"Müslümanların
parolalarını dinle, gel, bana bildir!" dedi.
Uşak,
gidip geldi. Onların "Ey Abdurrahman oğulları!", "Ey Abdullah
oğulları" dediklerini işittiğini bildirince, Safvan b. Ümeyye:
"Muhammed
galip gelecektir! Bunlar, onların savaştaki parolalarıdır!" dedi.[157]
Süheyl
b. Amr da:
"Muhammed
ve ashabı artık bir daha düzelemez, savaşamaz!" dedi[158]
İkrime
b. Ebu Cehil ise:
"Bu,
yerinde bir söz değildir! İşler ancak
Allah'ın Elindedir. Muhammed'in elinde birşey yoktur!
Bugün
savaş onun aleyhine ise, yarın muhakkak onun lehine olacaktır!" dedi.
Süheyl
b. Amr:
"Sen
daha önce bu sözün aksini söylüyordun!?" dedi.
İkrime:
"Yâ
Ebâ Yezid! Biz, vallahi, aykırı şeyler üzerinde duruyormuşuz!
Akıllarımızı
kösteklemiş; yarar da, zarar da vermeyen birtakım taşlara tapmış
durmuşuz!" dedi.[159]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Huneyn savaşına çıkarken, Şeybe b. Osman ile Salvan b. Ümeyye,
birlikte çıkmak için sözlesmişlerdi.
Safvan'ın
babası Ümeyye b. Halef Bedir savaşında, Şeybe'nin babası Osman b. Ebu Talha da
Uhud savaşında öldürülmüştü.
Huneyn'de
Müslümanlar yenilirlerse, bunlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine
saldırarak babalarının öçlerini alacaklardı.[160]
Müslümanların
bozguna uğradıkları, halkın birbirlerine karıştıkları ve Peygamberimiz
Aleyhisselamın da katırından yere indiği sırada, Şeybe b. Osman kılıcını sıyırdı,
öcünü almak için[161] sağ
tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama doğru varmak istedi.
Hz.
Abbas'ın ayakta dikildiğini ve ak gümüş gibi parlayan zırhının üzerinden tozlan
silkmekte olduğunu görünce, kendi kendine:
"Amcası
onu yardımsız bırakmaz! Onun yanından ayrılmaz!" dedikten sonra, sol
yanından Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşmak istedi.
O
tarafta da, Peygamberimiz Aleyhisselamın amcasının oğlu Ebu Süfyan b. Hâris'i
gördü.
"Bu
da, onun amcasının oğludur. Onu yardımsız bırakmaz!" deyip Peygamberimiz
Aleyhisselama arka tarafından yaklaştı.
Kılıcını
kaldırıp vurmaktan başka bir iş kalmamıştı ki, aralarında birdenbire yıldırımı
andıran bir ateş yalımı peyda oldu!
Yalımın
kendisini yakıp helak etmesinden korktu, gözlerini elleriyle kapadı ve geri
geri çekildi [162]
Şeybe
b. Osman der ki:
"İşte
o zaman anladım ki; o, benim tecavüzümden, muhakkak Allah tarafından
korunuyor!"[163]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeybe b. Osman'a doğru başını çevirdi.[164]
Gülümsedi[165] ve:
"Ey
Şeybe! Anası ağlayasıca![166]
Yanıma gel!" buyurdu.[167]
Şeybe
titremeye başladı.
Yüce
Allah onun kalbine korku ve iman sevgisi düşürdü[168]
Şeybe
b. Osman Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince, Peygamberimiz
Aleyhisselam elini onun göğsüne koydu ve:
"Allah'ım!
Bundan şeytanı defet, gider!" diyerek dua etti.[169]
Yüce
Allah, Şeybe'nin kalbindeki bütün kin ve düşmanlıkları giderip kalbini imanla
doldurdu.[170]
Şeybe,
başını kaldırıp baktığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselama karşı içi sevgi ile
doldu. Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, gözünden, kulağından, kalbinden daha
sevgili olmuştu!
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Şeybe! Artık kâfirlerle savaş!" buyurdu.[171]
Şeybe
der ki:
"Hevâzinlerin
Kureyşileri yenmesi, beni gayrete getirmişti.
'Yâ
Rasûlallah! Ben, alaca atlı birçok süvariler görüyorum!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ey
Şeybe! Onları ancak kâfir olanlar görür!' buyurdu ve göğsümü eliyle sığayarak:
'Ey
Allah'ım! Şeybe'ye doğru yolu göster!' diyerek üç kere dua etti.
Vallahi,
üçüncüsünde, daha elini göğsümden kaldırmamıştı ki, Allah'ın yaratıklarından,
bana, ondan daha sevgili bir kimse yoktu![172]
Resûlullah
Aleyhisselamın önünde kılıç vurdum, savaştım.
Vallahi,
canım ve herşeyimle onu korumak istiyordum[173]
O
sırada, sağ olsaydı da babamla karşılaşsaydım, kılıcımla vurup onu da öldürürdüm[174]
Hevâzinler
bozguna uğrayıp yurtlarına kadar kaçtıkları zaman, Resûlullah Aleyhisselamın
huzuruna vardım.
Bana:
'Hamd
olsun Allah'a ki, O, senin hakkında, senin dilediğin şeyden daha hayırlısını
diledi!1 buyurdu ve kendisine yapmayı içimden geçirmiş bulunduğum
herşeyi bana olduğu gibi haber verdi .[175]
Halbuki,
ben onları hiç kimseye söylememiştim!
Hemen:
'Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
Sen
de, hiç şüphesiz, Resûlullahsın!
Benim
için Allahtan mağfiret dile!' dedim.
'Allah
seni mağfiret etsin, yarlıgasın!' buyurdu.
Halbuki;
'Araplardan
ve Arap olmayanlardan Muhammed'e tâbi olmadık hiç kimse kalmasa, ben sana tâbi
olmam!' diyordum."[176]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanların bozulup kaçıştıklarını görünce, boz katırının
üzerinde, sağına soluna döne döne:
"Ey
Allah'ın yardımcıları! Ben Allah'ın kulu ve resûlüyüm! Sabır ve sebat
gösteriniz!" buyuruyor-du.[177]
Hz.
Abbas der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamla Huneyn harbinde bulundum.
Ebu
Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib ile ben, Resûlullah Aleyhisselamın ardına
düştük. Kendisinden hiç ayrılmadık.
Resûlullah
Aleyhisselam, beyaz katırının üzerinde idi.
Müslümanlarla
kâfirler karşılaşınca, Müslümanlar dönüp gerilediler.
Resûlullah
Aleyhisselam ise, katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı.
Ben
Resûlullah Aleyhisselamın katırının geminden tutuyor, onu, koşmasın diye
engelliyordum.
Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Ey
Abbas! Ashâbu's-Semüre'ye seslen!1 buyurdu.
Bunun
üzerine, ben sesim çıkabildiğince:
'Yâ
Eshâbessemüre! Ey semüre ağacının altında Resûlullah Aleyhisselama bey'at etmiş
olan saha-biler! Nendesiniz?!' diyerek haykırdım.
Vallahi,
sesimi işittikleri zaman yerlerine dönüşleri, ineğin yavrularına dönüşü gibi
idi!
Ensara,
önce genellikle:
'Ey
Ensar cemaati! Ey Ensar cemaati!1
Sonra,
özellikle de:
'Ey
Benî Haris b. Hazrec cemaati! Ey Benî Hazrec cemaati!' diye seslenilince, onlar
'Buyur!
Buyur! Buyur!' diyoriar,[178]
bindikleri develerini geri çevirmek istiyorlar, fakat geri çevirmeye güç
yetiremiyorlar; hatta sırtlarındaki zırh gömleklerini çıkarıp develerinin
boyunlarına attıkları halde, onları durduramıyorlandı. En sonunda, kılıçlarını,
kalkanlarını alıp kendilerini develerinden aşağı atarak Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına koşuyorlardı![179]
Sa'd
b. Ubâde, Hazrecîlere:
'Yetişiniz
ey Hazrecîler! Yetişiniz ey Hazrecîler!'
Useyd
b. Hudayr da:
'Yetişiniz
ey Evsîler! Yetişiniz ey Evsîler!' diyerek seslendikleri zaman, arıların
beylerinin başına toplandıkları gibi, her taraftan gelen Müslümanlar
Hevâzinlerin üzerine öfkeyle atılmaya başladılar!
Muhacirler:
'Yâ
Benî Abdurrahman!1
Evsîler:
'Yâ
Benî Ubeydullah! Ey Allah süvarileri!' diyerek hay kırıyorlardı. "[180]
Dönüp
gelenler, Hevâzin müşriki eriyle çarpışmaya giriştiler.[181]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın çevresi, Müslümanlarla çarpışan Hevâzin müşrikleri tarafından
sarılmıştı.[182]
Hz.
Osman, Hz. Ali, Ebu Dücâne ve Eymen b. Ubeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın
önünde çarpışıyorlardı.[183]
O
gün, Hz. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde çarpışanların hızlısı, en
hiddetli ve şiddetlisi idi.[184]
Ebu
Süfyan b. Haris der ki:
"Allah
biliyor ki, ben, Resûlullah Aleyhisselamın önünde ölmek istiyordum.
O
sırada, Abbas b. Abdulmuttalib, Resûlullah Aleyhisselamın katırının gemini
tutuyordu.
Ben
de, öbür yanına geçip katırının geminden tutunca, Resûlullah Aleyhisselam:
'Kim
bu?' diye sordu.
Yüzümden,
miğferimi kaldırdım.
Abbas:
'Yâ
Rasûlallah! (Süt) kardeşin ve amcanın oğlu Ebu Süfyan b. Hâris'tir. Ondan razı
ol!1 dedi.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Öyle
yaptım! Allah onun bütün düşmanlıklarını bağışlasın!' buyurdu.
Bunun
üzerine, üzengideki ayağını öptüm.
Sonra,
bana döndü de:
'Evet!
(Süt) kardeşimdir!' buyurdu."[185]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, boz katırının üzerinde üzengilere basarak dikilip Müslümanların
Hevâzinlere kılıçla giriştiklerini görünce:
"İşte,
bu, tandırın tutuştuğu (savaşın kızıştığı) zamandır!" buyurdu.[186]
Müslümanlar
bozguna uğrayıp da düşmanlar Peygamberimiz Aleyhisselama doğru yönelince,[187]
Peygamberimiz Aleyhisselam katırından yere inip:[188]
"Peygamber,
benim! Yalan yok!
Abdulmuttalib'in
oğlu benim![189]
Allah'ım!
Bize yardımını indir![190]
Ey
Allah'ım!
Ben,
Senden, bana olan (zafer) va'dini yerine getirmeni diliyorum ![191]
Ey
Allah'ım! Muhakkak ki Sen onların bize galip gelmelerini istemezsin!"[192]
diyerek, Allah'tan yardım ve zafer diledi.[193]
"Ey
Allah'ım! Hamd Sana mahsustur. Şikâyetler ancak Sana arzolunur. Yardım ancak
Senden dilenir" diyerek dua edince, Cebrail Aleyhisselam gelerek:
"Sana
telkin olunan bu kelimeler, arkasında Firavun bulunduğu ve kendisine deniz
yarılıp yol açıldığı gün Musa'ya da Allah tarafından telkin olunmuştu!"
dedi.[194]
Peygamberimiz
Aleyhisselam yerden aldığı bir avuç toprağı[195] veya kumu[196]
müşriklerin yüzlerine doğru attı, saçtı.[197]
"Bu
yüzler kara olsun!" dedi.[198]
Onlardan,
Allah'ın yarattığı hiçbir kimse yoktu ki,[199]
Yüce Allah, o bir avuç toprak veya kumla onların gözlerini doldurmamış,[200]
kalblerine korku düşürmemiş olsun![201]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kabe'nin
Rabbine andolsun ki; onlar bozguna uğradılar gittiler!" buyurdu.[202]
Cübeyr
b. Mut'im, o sıradaki müşahedelerini şöyle anlatır:
"Hevâzinler,
bozguna uğramadan, Müslümanlarla çarpıştıkları sırada, gökten simsiyah örtü
gibi birşeyin gelip bizimle Hevâzinler arasına düştüğünü,[203] bu
gökten gelip bizimle Hevâzinleri gölgeleyen ve ufku kaplayan siyah şemsiye gibi
şeye[204]
dikkatlice baktığım zaman, onun siyah karıncalar olduğunu,[205]
vadiyi doldurduğunu,[206]
Huneyn vadisinde karınca seli aktığını gördüm![207]
Onların
meleklerden ibaret olduğunda,[208]
bunun Allah tarafından bir yardım olup bizi onlarla desteklediğinde hiç şüphem
kalmadı.
Nihayet,
Hevâzinlerin bozguna uğramalarından başka birşey vuku bulmadı!"[209]
Bir
mucize olarak, gökle yer arasında, demir taslar üzerine düşen demir
parçalarının çıkardıkları sesler gibi çınlayan sesler de duyulmuştu![210]
Huneyn
savaşında bulunmuş olan Süveyd (veya Büreyd) b. Âmir de, o zaman yüreklerine
düşen korku soruldukça, eline çakıl taşları alır, onu bir tasın içine atarak
sesler çıkarttırır ve:
"İşte,
içimizde böyle sesler çınladığını duymuştuk!" derdi.[211]
Yine,
Müslüman olan Hevâzinlerin anlattıklarına göre; birdenbire bozguna uğramışlar,
arkalarına döndükçe, Müslümanlar tarafından takip edildiklerini görmüşler, her
tarafa dağılmışlar, kaçıp kurtulabilenler ancak soluklarını yurtlarının en
yüksek yerinde almışlardı ![212]
Haris
b. Bedel de; Peygamberimiz Aleyhisselam yerden bir avuç toprak alıp Hevâzinlerin
yüzlerine atınca bozguna uğradıklarını, her ağacı, her taşı, arkalarından gelen
bir süvari sandıklarını söyler.[213]
Hz.
Abbas da, bu husustaki müşahedelerini şöyle anlatır:
"Gidip
baktığımda, savaş gördüğüm biçimde, aynı şiddette devam edip dururken,[214]
vallahi, Resûlullah Aleyhisselamın kumları onlara atmasından sonradır ki,
güçlerinin azaldığını, işlerinin tersine döndüğünü gördüm!
Nihayet,
Allah onları bozguna uğrattı.
Resûlullah
Aleyhisselamın da katırını tepip onları takip ettiğini hâlâ gözlerimle
görürgibiyimdir!"[215]
Sakîflerden
müttefiklerin bayrağı Karib b. Esved b. Mes'ud'un yanında idi. Hevâzinler
bozguna uğrayınca, Karib, sancağı, bayrağı bir ağaca dayayarak; müttefiklerden
amcasının oğullarıyla birlikte kaçtı.
Onlardan,
iki kişiden başka, öldürülen olmadı.
Birisi
Gıyerelerden Vehb, diğeri de Benî Kubbelerden Cülah (Leclac) idi. Peygamberimiz
Aleyhisselam, Cülah'ın öldürüldüğünü işittiği zaman: "Bugün, Sakîf
gençlerinin ulusu öldürülmüştür!" buyurdu.[216]
Hevâzinler
bozguna uğrayınca, Taifli Sakîflenden Malik oğullarının bayrağı altında yetmiş
kişi,[217] Bedir savaşında
Kureyşlilerden öldürülmüş olanlar kadar[218]
adam öldürüldü.[219]
Malik oğullarının bayrağını Zülhımar taşıyordu.
Zülhımar
öldürülünce Osman b. Abdullah b. Rebia almış,
çarpışırken o da öldürülmüştü.[220]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun öldürüldüğünü işitince: "Allah kahretsin
onu! Çünkü o Kureyşîlere çok kin beslerdi" buyurdu.[221]
Osman b. Abdullah, bütün köleleri ve azadlılan ile birlikte savaşa katılmıştı.
O gün, hepsi de öldürüldüler.[222]
Benî
Riab veya Rebablardan Nasr oğulları da çok öldürüldüler. Abdullah b. Kays:
"Yâ
Rasûlallah! Riab oğulları mahvoldular!" dedi. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Allah'ım! Onların musibet ve helaki arını iyileştir!" diyerek dua
etti .[223]
Bozguna
uğrayan Hevâzin ordularından bir kısmı Taife gittiler.[224] Bir
kısmı Evtas'ta ordugâh kurdu. Bir kısmı Nafileye doğru yönelip gitti.
Nahle'ye
doğru gidenler arasında Giyere (Aneze) oğullarından başkası bulunmuyordu.
Nahle'ye
doğru giden halkı, İslâm süvarileri
takip ettiler.
Fakat,
onlardan, dağ yollarını tutanları takip etmediler.
Rebia
b. Rüfey1, Düreyd b. Sımme'ye yetişip devesinin yularından tuttu.
Onu kadın sanıyordu.
Çünkü,
deve üzerinde kadınların taşınmasına mahsus hevdecimsi bir mahfaza içinde
bulunuyordu.
Rebia,
onun içindekinin erkek olduğunu anlayınca, deveyi ıhdırdı.
Çok
yaşlanmış bir adam olan Düreyd b. Sımme ile karşılaştı.
Henüz
gençlik çağında bulunan Rebia, Düreyd'i hiç tanımıyordu.
Düreyd,
ona:
"Beni
ne yapacaksın?" diye sordu.
Rebia:
"Öldüreceğim!"
dedi.
Düreyd:
"Sen
kimsin?" diye sordu.
Rebia:
"Ben
Rebia b. Rüfey'ü's-Sülemf'yim!" dedikten sonra, ona kılıçla bir darbe
indirdi. Fakat birşey yapamadı.
Düreyd:
"Anan
seni ne kötü çıkarmış (doğurmuş)!
Semerin
arkasında, hevdecin içindeki kılıcı al da, bana onunla vur!
Kılıcı
vururken de, kafa kemiğinin yukarısından dimağın aşağısına doğru indir!
Ben,
adamları öldürürken, böyle vururdum!
Sonra,
ananın yanına vardığın zaman, Düreyd b. Sımme'yi kendinin öldürdüğünü ona haber
ver!
Vallahi,
benim kadınlarınızı koruduğum, esirgediğim zamanlar olmuştur!" dedi.
Süleym
oğulları, Rebia Düreyd'i kılıçla vurup yere düşürdüğü zaman, kıçının açılıp çıplak atlara binmekten her iki
budunun kılları dökülerek parlak, tüysüz hale geldiğinin görüldüğünü söylerler.
Rebia,
yurduna dönüp Düreyd'i öldürdüğünü haber verince, anası:
"Amma,
vallahi, o senin analarından üçünü[225] bir
sabah babanın alnının saçını keserek azad etmiş, serbest bırakmıştı!"
dedi.
Rebia:
"Ben
bunu bilmiyordum!" dedi.[226]
Anası:
"O
bize olan iyiliğini sana haber verince, onu öldürmekten vazgeçmeli ve böylece
kendisine ikramda bulunmalı değil miydin?" dedi.
Rebia:
"Ben,
Allah'ın ve Resûlünün rızasını kazanmak için, ona ikramda bulunmadım!"
dedi.[227]
Düreyd
b. Sımme ile birlikte kaçanlar, alûyüz kişilik bir cemaat idi.
Üçyüzü
öldürülmüştü.[228]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kaçan düşmanları takip etmelerini Müslümanlara emretti.[229]
Hevâzin
ordularının başkumandanı Malik b. Avf, bozguna uğradığı zaman, kavminin bazı
süvarileriyle birlikte yolda iki dağ arasındaki yüksekçe bir yerde durup,
arkadaşlarına:
"Zayıf
olanlarınız gelinceye kadar bekleyiniz de, arkanızdakiler gelip size
kavuşsunlar!" dedi.
O
sırada, uzaktan İslâm süvarileri gözükünce, Malik b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız,
neler görüyorsunuz?" diye sordu.
Arkadaşları:
"Atlar
üzerinde, mızraklarını atlarının kulakları arasına uzatmış, uzun bacaklı bir
kavim görüyoruz!" dediler.
Malik
b. Avf:
"Onlar,
kardeşleriniz Süleym oğullarıdır!
Onlardan
size zarar gelmez!"* dedi.
Vadinin
içine girdikleri zaman, arkalarından, başka bir süvari birliğinin gelmekte
olduğu görüldü.
Malik
b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız!
Neler görüyorsunuz?" diye sordu.
Arkadaşları:
"Mızraklarını
yanlamasına uzatmış, atları üzerinde, kendilerini belli etmeyen bir kavim
görüyoruz!" dediler.
Malik
b. Avf:
"Onlar,
Evs ve Hazreclerdir.
Onlardan
da size zarar gelmez!" dedi.[230]
Dağ
yolunun dibine varınca, Benî Süleymlerin gittikleri yolu tuttular.
Orada
birtakım atlılar göründü.[231]
Malik
b. Avf:
"Bakınız!
Neler görüyorsunuz?" diye sordu.
Arkadaşları:
"Atlar
üzerinde, heykeller gibi kimseler görüyoruz!" dediler.
Malik
b. Avf:
"Onlar,
Ka'b b. Lüeyylerdir!
Onlar
sizinle çarpışırlar!" dedi.
Süvariler
gelip sarınca, Malik b. Avf esir düşmekten korkarak hemen atından indi. Bir
çalının içine saklandı.
Sonra,
kaya aralarından, dağın tepesindeki hurma ağacının yanına kadar çıkıp canını
kurtardı, arkasından gelenlere yakalanmadı.[232]
Malik
b. Avf, arkadaşlarına:
"Bakınız!
Daha neler görüyorsunuz?" diye sordu.
Arkadaşları:
"Uzun
bacaklı, mızraklarını omuzlarının üzerlerine koymuş, başlarına bez sarmış
birtakım atlılar;[233]
aralarında da, başına san sarık sarmış, mızrağı om uzunda, sert adımlarıyla
yeri sarsa sarsa yürüyen bir adam görüyoruz!" dediler.
Malik
b. Avf:
"İşte
o, Safiyye'nin oğlu[234]
Zübeyr b. Avvam'dır!
Lâfa
yemin ederim ki; o, sizinle karşılaşacak![235]
Sizi yerinizden ayıracaktır!" dedi.[236]
Gerçekten
de, Zübeyr b. Avvam, onları görünce, bulundukları yerden indirip kaçırıncaya
kadar saldırmaktan geri durmadı.[237]
Malik
b. Avf kaçıp kendisine ait Liyye kalesine, oradan da Sakîflerin kalesine
sığındı .[238]
Sa'd
b. Bekr oğullarından Bicad ağır bir suç işlemiş.[239] bir
müslümanı tutup azalarını kesmiş, sonra da kendisini ateşe atarak yakmıştı.
Bicad,
suçunun ağırlığını bildiği için, kaçmıştı.[240]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sa'd
b. Bekr oğullarından Bicad'ı yakalayabilirdeniz, onun elinizden kaçıp
kurtulmasına meydan vermeyiniz!" buyurmuştu.
Müslümanlar
onu yakaladılar[241] ve
ev halkı ile birlikte esir ettiler.[242]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sütkardeşi olan, Ben îSa'dlardan Şeymâ da, Bicad ve onun ev
halkı ile birlikte esir edilmiş bulunuyordu.[243]
Şeymâ
esirler arasında getirilirken yolda kendisine katı ve sert davranılınca:
"Biliniz
ki; vallahi, ben sizin efendinizin sütkardeşiyim!" dedi.
Fakat,
onun bu sözüne pek inanmadılar. Kendisini Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına
getirdiler.[244]
Şeymâ:
"Yâ
Muhammed![245] Yâ Rasûlallah![246] Ben
senin sütkardeşinim!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Buna
alamet ve işaret nedir?[247]
Doğru
söylüyorsan, benim tarafımdan sana yapılmış, belirsiz olmayan biriz gösterebilir
misin?" diye sordu[248]
Şeymâ,
kolunu açıp:
"Evet
yâ Rasûlallah! Sen küçük iken, beni ısırmıştın! İşte, ısırık izi![249]
Arkamda,
omuzumda bulunan ısırık izi ki, onu sen ısırmıştın!
O
zaman, ben seni kucağıma almıştım![250]
Sirer
vadisinde, ailemizin davarlarını otlatıyorduk.
O
zaman, benim babam, senin de (süt) babandı.
Benim
annem, senin de (süt) annendi.
Seni
memeden ben ayırmıştım.
Hatırladın
mı şimdi yâ Rasûlallah?" dedi.[251]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ısınk izini görünce
hatırladı ve tanıdı.
Ridasını
yere serdikten sonra, Şeymâ'yı onun üzerine oturttu ve ona:
"Hoşgeldin!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın gözleri yaşla doldu.[252]
Ona
annesini ve babasını sordu.
Şeymâ,
onların daha önce ölmüş olduklarını haber verdi.[253] Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeymâ'ya:
"İstersen,
sevgi ve saygı görerek yanımda otur![254]
İstersen,
yararlanacağın mallar verip, seni kavim ve kabilenin yanına döndüreyim?
Ben
sana bunu da yaparım" buyurdu.
Şeymâ:
"Olur!
Sen bana mal ver[255] ve kavmimin
yanına çevir" dedi.[256]
Müslüman oldu.[257]
Allah
ondan razı olsun!
Şeymâ,
Bicad'ın karısının ricası üzerine, suçunun bağışlanmasını, serbest
bırakılmasını, Peygamberimiz Aleyhisselamdan diledi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeymâ Hatunun bu dileğini de yerine getirdi.
Şeymâ
Hatuna, ailelerinden kimler kaldığını sordu.
Şeymâ
Hatun, kız ve oğlan kardeşleri ile amcası Ebu Bürkan'ın sağ olduklarını haber
verdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeymâ Hatuna:
"Sen
şimdi Ci'râne'ye dön!
Orada
kavminle birlikte bulun.
Ben
şimdi Taife gideceğim. Oradan Ci'râne'ye döneceğim" buyurdu, onu Ci'râneye
yolladı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Taif'ten Ci'râneye döndüğü zaman, Şeymâ Hatuna ve aile halkından
sağ olanlara, deve ve davar verdi.[258]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Şeymâ Hatuna, ayrıca bir erkek ve bir de kadın köle verdi.
Şeymâ
Hatun onları birbirleriyle evlendirdi.[259]
Süleym
oğulları öncü süvari birliğini teşkil ediyorlar, Halid b. Velid de onlann
kumandanı bulunuyordu.[260]
Peygamberimiz
Aleyhisselam bir kadın ölüsüne rastlamıştı ki, halk onun başına toplanmışlardı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Nedir
bu?" diye sordu.
"Bir
kadındır. Halid b. Velid öldürdü!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, orada bulunanlardan birisine:
"Halid'e
yetiş! Ona:
'Resûlullah
seni çocuk, kadın ve hizmetçi öldürmekten men ediyor!1 de!"
buyurdu.[261]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, başka bir kadın ölüsü gördü ve onu kimin öldürdüğünü sordu.
Bir
adam:
"Yâ
Rasûlallah!
Onu
ben öldürdüm!
Kendisini
terkime almıştım. O beni öldürmek isteyince, ben onu öldürdüm!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun gömülmesini emretti.[262]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mücahidlerin çocukları da öldürmeye başladıklarını işitince,
mücahi-dlere:
"Dikkat
ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!
"Dikkat
ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!
"Dikkat
ediniz! Çocuklar öldürülmeyecektir!" buyurdu.
Useyd
b. Hudayr
"Yâ
Rasûlallah! Onlar, müşriklerin çocukları değiller mi?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sizin
en hayırlılarınız da, müşriklerin çocukları değiller midir?
Her
çocuk, İslâm yaratılışı üzere doğar,
dili dönünceye kadar, öyle gider.
Ana
ve babalan onu ya Yahudileştirir, ya da Hıristiyanlaştırır!" buyurdu.[263]
Huneyn'de
bozguna uğrayan Hevâzinlerden bir kısmı Evtas ordugâhında toplanmışlardı. Toplananların
sayısı pek çoktu.[264]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir sancak bağlayarak, Ebu Âmir el-Eş'arî'yi Seleme b. Ekvâ ile
birlikte Evtas'a gönderdi.
Evtas'ta
üslenen müşrikler, kendilerini savundular.[265]
Hevâzinlerden
bir adam, meydana çıkıp:
"Benimle
çarpışacak kim var?" diyerek bağırdı.
Ebu
Âmir ona karşı vardı.[266]
Adam Ebu Âmir'e saldırdı.
Ebu
Âmir onu İslâmiyete davet etti[267] ve:
"Ey
Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.[268]
Üzerine
yürüdü. Onu öldürdü.
Sonra,
ikinci bir adam çıkıp Ebû Âmir'e saldırdı.
Ebu
Âmir, onu İslâmiyete davet etti ve:
'Ey
Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.
Vurup
onu da öldürdü.
Hevâzinler
birer birer meydana çıkıyor, Ebu Âmir'e saldırıyor, Ebu Âmir de onları önce
İslâmiyete davet ediyor, sonra da üzerlerine yürüyüp onları öldürüyordu.
Ebu
Âmir, böylece, onlardan dokuz kişi öldürdü.[269]
Dokuzuncusu,
çarpışmak için alâmetienmiş, koşa koşa gelmişti.
Meydana
çıkan onuncu adam, başına sarı bir sarık sanmıştı.[270]
Gelir
gelmez, Ebu Âmir'e saldırdı.
Ebu
Âmir de onun üzerine yürüdü.
Kendisini
önce İslâmiyete davet etti ve sonra da:
"Ey
Allah! Şahit ol ona! (Onu İslâmiyete davet ettiğime!)" dedi.
Adam:
"Ey
Allah! Bana şahit olma!" deyince, Ebu Âmir ondan elini çekti, adam da
kaçıp kurtuldu.
Kendisi,
sonradan Müslüman oldu. İslâmiyet ameli eriyle Müslümanlığını güzelleştirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onu gördükçe:
"Bu,
EbuÂmir'in kaçırdığıdır!" buyururdu.[271]
BenîCüşem
b. Muaviyelerden Hâris'in oğulları Ali ile Evfâ, Ebu Âmir'e ok atarak, biri onu
kalbinden, diğeri de dizinden vurdu.[272]
Ebu
Musa el-Eş'arî der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam beni de amcam Ebu Âmirle birlikte göndermişti.
Savaş
sırasında Ebu Âmirin dizine Cüşem kabilesinden birisi tarafından bir ok
atılmıştı.
Okçu,
okunu EbuÂmir'in dizkapağına saplamıştı.
Hemen,
Ebu Âmir'in yanına koştum.
Ona:
'Ey
amca! Oku sana kim attı?' diye sordum.
'İşte,
ok atan katilim şudur!' diyerek onu gösterdi.
Ben
hemen katile doğru koştum ve yetiştim.
Katil,
beni görünce, dönüp kaçmaya başladı. Ben de onun ardına düştüm.
Hem
koşuyor, hem de:
'Sen
kaçmaktan utanmıyor musun? Niçin durmuyorsun?' diyerek bağırıyordum.
Adam,
nihayet, kaçmaktan vazgeçti.
Her
ikimiz kılıçlarımızla vuruşmaya başladık. En sonunda, ben onu öldürdüm.
Sonra,
Ebu Âmir'in yanına gelip:
'Allah,
adamını öldürdü!' dedim.
Amcam,
bana:
'Şu
oku dizimden çek, çıkar!1 dedi.
Ben
de oku hemen çıkardım.
Fakat,
okun yerinden pek çok su boşandı.
Amcam
hayatından umudunu kesti ve bana:
'Ey
kardeşimin oğlu! Peygamber Aleyhisselama benden selam söyle! Benim için
Allahtan mağfiret dilesin!' dedi ve beni kendisinin yerine halkın üzerine
kumandan tayin etti.[273]
Ebu
Âmir sancağı Ebu Musa'ya verdi ve:
'Atımı,
silahımı Peygamber Aleyhisselama teslim et1 dedi.[274]
Ebu
Âmir, bir müddet sonra, şehit olarak vefat etti.[275]
Yüce
Allah ondan razı olsun!
Ebu
Musa el-Eş'arî, sancağı alınca, savaşmaya girişti.
Allah,
fetih ve zaferi onun eliyle gerçekleştirdi. Evtas'ta toplanan halkı bozguna
uğrattı.[276] Onlar, Evtas'tan Taife
kaçtılar.[277]
Ebu
Musa el-Eş'arî der ki:
"Evtas'tan
dönüp Peygamber Aleyhisselamın huzuruna girdim.[278]
Ebu
Âmir'in silahını, atını ve sair eşyasını da yanımda götürdüm.[279]
Resûlullah
Aleyhisselam, o sırada, hasırdan örülmüş, üstüne şilte serilmiş bir somya
üzerinde yatıyordu.
Hasırın
örgüleri, kendisinin sırtına ve böğürlerine iz yapmıştı.[280]
Resûlullah
Aleyhisselam, bayrağı benim elimde görünce:
'Ey
Ebu Musa! Yoksa Ebu Âmir öldürüldü mü?' diye sordu.[281]
Kendi
haberimizi ve Ebu Âmir'in haberini ve:
'Resûlullah
Aleyhisselam benim için Allah'tan mağfiret dilesin!' dediğini arzettim.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, abdest suyu isteyip abdest aldı.[282]
İki
rekat namaz kıldı.[283]
Sonra,
ellerini kaldırıp:
'Ey
Allah'ım! Kulcağızın Ebu Âmir'i yarlığa!' diyerek dua etti.
Dua
ederken ellerini o kadar kaldırdı ki, koltuklarının beyazlığını gördüm!
Sonra:
'Ey
Allah'ım! Onu, yarattığın insanlardan çoğuna, Kıyamet gününde mertebece üstün
kıl![284]
Cennette onu ümmetimin üstünlerinden eyle!' diye dua etti.[285]
'Yâ
Rasûlallah! Biliyorum ki; Yüce Allah Ebu Âmir'i muhakkak yarlıgamış, kendisi
şehit olarak da öldürülmüştür.
Yâ
Rasûlallah! Benim için de Allahtan mağfiret dile!' dedim.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey
Allah'ım! Abdullah b. Kays'ın günahını bağışla!
Kıyamet
günü, onu da, girilecek üstün bir mertebeye girdir![286]
Onu
da ümmetimin üstünlerinden eyle!' diyerek dua etti ve Ebu Âmir'in terikesini
oğluna vermemi bana emir buyurdu, verdim ."[287]
1. Eymen b. Ubeyd,
2. Sürâka b. Haris,
3. Ebu Âmir el-Eş'arî.[288]
4. Rukaym b. Sabit,[289]
5. Zeyd b. Rebia.[290]
Allah
onlardan razı olsun![291]
Abdullah
b. Ezher der ki:
"Halid
b. Velid, Resûlullah Aleyhisselamın süvari birliği kumandanı idi.
Kâfirleri
bozguna uğrattığı zaman, Resûlullah Aleyhisselamı gördüm.
Müslümanlar
konakyerlerine dönüyor, Resûlullah Aleyhisselam da Müslümanlar arasında bulunuyor
ve:
'Bana
Halid b. Velid'in konak yerini kim gösterir?1 diye soruyordu.
Hemen
koşup Resûlullah Aleyhisselamın önüne vardım.
Bize
Halid b. Velid'in konak yeri gösterildi.
O
sırada, Halid b. Velid, hayvanının sırtna dayanmış, duruyordu.
Resûlullah
Aleyhisselam onun yanına vanp yarasına baktı.[292]
Yarası çok ağırdı.[293]
Yarasının üzerine püskürdü.[294]
Yarası hemen iyileşti.[295]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Huneyn'de alınan esirlerle ganimet mallarını biraraya toplattı ve
bunların üzerine Mes'ud b. Amr el-Gıfârî'yi memur etti.
Esirlerle
ganimet mallarının Ci'râne'ye götürülüp orada tutulması için emir verdi.[296]
Esirlerin başına Ebu Süfyan b. Harb'in[297]
veya Büdeyl b. Verkâ'nın dikildiği de rivayet edilir.[298]
Esirlerin pek çok olduğu gözönünde tutulursa, esirlerin başına her üçü de
dikilmiş olabilir. Müslümanlar, aldıkları ganimetleri, memurtayin olununcaya
kadar, biryerde muhafaza etmekte idiler.
"Allah'a
ve ahiret gününe inananlar, bölüştürül üne ey e kadar, onlardan birşey
almasınlar!" diyerek halka ilan edildi.[299]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir gün, öğle namazını kıldıktan sonra, bir ağacın gölgesine
gidip oturmuştu.
Gatafanların
başkanı Uyeyne b. Hısn ile Akra1 b. Habis kalkıp Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına vardılar:
Uyeyne
b. Hısn, öldürülmüş olan Adbatu'l-Eşcâî'ye karşılık kısas edilmek üzere
Muhallim b. Cessâme'nin kendilerine teslimini istiyor; Akra1 b.
Habis de Hındıf adına Muhallim b. Cessâme'nin savunmasını yapıyordu.[300]
Uyeyne
b. Hısn:
"Vallahi
yâ Rasûlallah! O benim kadınlarıma ölüm acısını tattırıp canlarını yaktığı
gibi, ben de onun kadınlarına ölüm acısını
tattırıp canlarını yakmadıkça, onun yakasını bırakmam!" dedi.[301]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Uyeyne b. Hısn'a:
"Onun
(öldürülenin) diyetini (kan bedelini) alsan, olmaz mı?" buyurdu.
Uyeyne
b. Hısn, Peygamberimiz Aleyhisselamın teklifini kabule yanaşmadı. Sesler yükseldi,
gürültüler çoğaldı.[302]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Bu seferimiz sırasında elli deve, dönüşümüzde elli deve diyet
alacaksınız!" buyurdu.
Uyeyne
b. Hısn, yine yanaşmadı.[303]
Mükeytel
(veya Müleyser) adlı kısa boylu,[304] tam
silahlı, eli kalkanlı[305] bir
adam kalkıp:
"Yâ
Rasûlallah! Doğrusu, ben, İslâmiyetin başında, böyle bir adam öldürme işine
rastlamadım!
Önde
gelen davar okla vurulunca, arkadaki ürker, kaçar!
Sen
bugün kana kanla hüküm ver de, yarın istersen değiştir, diyet üzerine hüküm
ver!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, elini kaldırarak:
"Hayır!
Bu seferimiz sırasında, hemen elli deve, dönüşümüzde de elli deve diyet
alacaksınız!" buyurdu.[306]
Akra1
b. Habis; Uyeyne b. Hısn ve Kayslarla bir tarafa çekildi ve onlara:
"Ey
Kays topluluğu! Siz, öldürülmüş bir kişi yüzünden halk arasında meydana gelen
gerginliği gidermek isteyen Resûlullah Aleyhisselamın sizi
lanetlemeyeceğinden, yahut Resûlullahın size kızmayacağından, onun kızmasıyla
da Allah'ın size gazap etmeyeceğinden emin misiniz?!
Akra'm
varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; ya Resûlullah
Aleyhisselam a boyun eğersiniz, o da bu hususta dilediğini yapar, ya da Benî
Temimlerden adamınızın kâfir olarak öldürüldüğüne ve hiçbir zaman namaz
kılmadığına şehadet edecek elli kişi getiririm de, onun ne öcü alınır, ne de
ondan dolayı size bir diyet ödenir!" dedi.
Akra'm
bu sözünü işitince,[307]
diyet almayı kabul ettiler.[308]
O
sırada, Muhallim b. Cessâme halkın yanında bulunuyor, ona:
"Git
de, Resûlullah Aleyhisselam senin için Allah'tan mağfiret dilesin!"[309]
diyorlar; Peygamberimiz Aleyhisselamın yanındaki kimseler de, Akra' b. Hâbis'e:
"Şu
adamınız nerede ise gelse de, Resûlullah Aleyhisselam onun için Allahtan
mağfiret dilese olmaz mı?" deyip duruyorlardı.[310]
Uzun
boylu, hafif etli, üzerine yeni bir elbise giymiş, kısas olarak öldürülmek için
hazırlanmış bir adam kalkıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne oturdu.[311]
Adamın
gözlerinden yaşlar akıyordu.
"Yâ
Rasûlallah! İşitmiş olduğun işten dolayı, ben nedamet ve Allah'a tevbe
ediyorum!
Sen
benim için Allah'tan mağfiret dile!" dedi.[312]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"İsmin
nedir?" diye sordu.
Adam:
"Ben
Muhallim b. Cessâme'yim!" dedi.[313]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Demek,
sen 'Allah'a iman ettim!' diyen bir adamı,[314]
daha İslâmiyetin başlangıcında, silahınla öldürdün hâ?!" buyurdu.[315]
"Ey
Allah'ım! Muhallim b. Cessâme'yi yarlıgama!
Ey
Allah'ım! Muhallim b. Cessâme'yi yarlıgama!
Ey
Allah'ım! Muhallim b. Cessâme'yi yarlıgama!" diyerek dua etti.[316]
Hasanü'l-Basrî'nin
sözlerini yeminle te'kid ederek bildirdiğine göre; Muhallim b. Cessâme çok
kalmadı, bir hafta sonra öldü!
Yer
onun ölüsünü dışarı attı.[317]
Sonra,
onu tekrar gömdüler.
Yer
onu yine dışarı attı.[318]
Bunun
üzerine, kavmi onun ölüsünü iki dağ arasına bıraktılar.[319]
Vahşi hayvanlar onu yediler![320]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Muhallim b. Cessâme'nin akıbetini işitince:
"Vallahi,
yer ondan daha kötüsünün üzerini örtmüştür.
Fakat,
Allah, aranızdaki yasak (birbirinizin canına kıymamak) hakkında, gösterdiği
şeyle size öğüt vermek istemiştir" buyurdu.[321]
"Andolsun ki; Allah, birçok yerlerde
ve Huneyn gününde, size yardım etmiştir. (O Huneyn gününde ki) çokluğunuz size
kibir ve gurur vermişti[322] de,
bu, size gelecek şeyden birşeyi gidermeye yaramamıştı. Yeryüzü, o genişliğine
rağmen, başınıza dar gelmişti. (Düşman karşısında) bozguna uğrayarak gerisin
geri dönüp gitmiştiniz. Sonra, Allah, Resûlü ile mü'minlerin üzerine sekînetini
indirdi. Görmediğiniz ordularını indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Bu, o
kâfirlerin cezası idi.
Sonra,
Allah, bunun ardından kimi dilerse tevbesini kabul eder. Allah çokyarlıgayıcı
ve esirgeyicidir."[323]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Hevâzinleri bozguna uğratıp Taif üzerine yürümek istediği sırada,[324]
Tufeyl b. Amr
"Yâ
Rasûlallah! Beni Amr b. Hümeme'nin putu olan Zülkeffeyn'e gönder de, onu
yıkayım?" dedi.[325]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Olur!"
buyurdu.[326]
Onu
Zülkeffeyn'i yıkmaya, yok etmeye gönderdi.[327]
Kavminin
İslâm ordusunu desteklemek üzere Taife gelip kavuşmalarını sağlamasını da ona
emir buy urdu.[328]
Tufeyl
b. Amr, acele kavminin yanına gitti.[329]
Zülkeffeyn;
Huzâaların ve Devsîlerin putu idi.
Bunlar,
hac yaptıktan sonra Zülkeffeyn'in yanına uğrayıp tazim vazifelerini yerine
getirmedikçe, evlerine gelmezlerdi.[330]
Zülkeffeyn
putu tahtadan yapılmıştı.[331]
Tufeyl
b. Amr onu yıktı.[332]
Kırdı.[333] Üzerinde ateş yaktı.[334] Ateş
birden alevlenip tutuştu.[335]
Tufeyl
b. Amr, onu böyle ateşe verip yakarken, şöyle diyordu:
"Ey
Zülkeffeyn! Ben senin kullarından değilim.
Bizim
doğumumuz, senin doğumundan daha eskidir!
Ben
senin içine ateş doldurdum!"[336]
Zülkeffeyn
yakılıp ortada tapılacak birşey kalmayınca, Devs kabilesi halkı topluca
Müslüman oldular.[337]
Yüce
Allah onlardan razı olsun!
Tufeyl
b. Amr, yanına kavminden 400 kişi alarak acele yola çıktı.
Gelişinden
dört gün sonra, Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu.
Yanında,
ağır savaş aracı olarak debbabe ile mancınık da getirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ezd topluluğu! Bayrağınızı kim taşıyor?" diye sordu.
Tufeyl
b. Amr:
"Bayrağı
Cahiliye çağında Numan b. Zarâfe veya Bâziyetü'l-Lehbî adındaki kişi taşır
idi" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ona
taşıtmakta isabet etmişsiniz!" buyurdu.[338]
Taif;
rakımı yüksekçe, akarsulan, ekinlikleri, hurma bahçeleri, üzüm bağlan bulunan, muz
ve sair meyveler yetişen,[339]
Mekke'nin doğusunda, Mekke'ye iki-üç merhalelik büyük bir şehirdir.[340]
Mekke'den
Taife, yaya yürüyüşüyle bir günde çıkılır, oradan Mekke'ye yarım günde inilir.[341]
Evtas'ta
tutunamayarak bozguna uğrayan Sakîfler, Taife sığınıp şehrin kapılarını
üzerlerine kilitlemişler, savaşmaya hazırlanmışlardı.[342]
Sakîfler,
daha önce, kalelerini de onanmış, bir yıl kuşatılacak olsalar ihtiyaçlarını
karşılayabilecek kadar gıda, erzak maddelerini de kale içinde depolamış
bulunuyorlardı.[343]
Taif
kalesi, şehrin üzerinde olup, iki kapılı idi.[344]
Sakîfler,
debbabe, mancınık ve kalkan yapma sanatını öğrenmek üzere Urve b. Mes'ud ile
Gaylan b. Seleme'yi, daha önce Cüreş'e göndermişlerdi.
Bunun
için, bunlar, ne Huneyn savaşında, ne de Taif in kuşatılmasında bulunmamı
şiardır.[345]
Bunlar,
bu sanatları öğrenince, Taif kalesinde görevlendirileceklerdi.[346]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Huneyn'den boşalınca, Taifte üslenen düşmanlar üzerine yürümeye
hazırlandı.[347]
Halid
b. Velid'i 1.000 kişilik bir kuvvetle[348]
öncü birliği olarak önden yola çıkardı.[349]
Peygamberimiz
Aleyhisselam önce Evtas karargâhına uğradı.[350]
Oradan
Nahletü'l-Yemâniye üzerine doğru gitti.
Sonra
Kam'a, sonra Müleyha'ya, sonra Liyye'nin Buhretü'r-Riga' mevkiine uğradı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Liyye'de bir mescid yaptı ve mescidin içinde namaz kıldı.[351]
Mescidin duvar
taşlarını ashab taşımış, duvarlarını Peygamberimiz Aleyhisselam örmüştür.[352]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, öğle namazını Liyye'de kıldığı zaman orada gördüğü bir köşkün
kime ait olduğunu, Liyyelilerden sordu.
Liyyeliler:
"Bu,
Malik b. Avfın köşküdür" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Malik
b. Avf nerededir?" diye sordu.
"Onun
şimdi Sakîflerin kalesinde olduğunu göreceksin!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Köşkün
içinde kim var?" diye sordu.
Liyyeliler:
"Hiç
kimse yok!" dediler.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlere:
"Yakınız
onu!" buyurdu.
Köşk
öğle vaktinden güneş batıncaya kadar yakıldı.
Müslümanlar
Evtas'a yürüdükleri zaman Malik b. Avf Taife gitmişti.
Taiflilerin
muhasara edileceklerini düşünerek hazırlandıklarını, kalelerini onarmış ve
kalenin içine de yeteri kadar yiyecek toplamış olduklarını gören Mâlik b. Avf,
bunun üzerine, Taifte oturmuştu.[353]
Beliyye'de,
Ebu Uhayha Saîd b.Âs'ın mülkü ve bu
mülkün yüksekçe bir tarafında da kabri bulunuyordu.[354]
Ebu
Uhayha, müşrik olarak ölmüştü.[355]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kabre doğru bakınca, Hz. Ebu Bekir:
"Allah
bu kabrin sahibine lanet etsin!
Çünkü
o, Allah'a ve Allah'ın Resûlüne meydan okuyanlardandı!" dedi.
O
sırada, Ebu Uhayha'nın iki oğlu; Amr b. Saîd ile Eban b. Saîd, Peygamberimiz
Aleyhisselam m yanında bulunuyorlardı.
Bunlar,
Hz. Ebu Bekir'in sözüne karşılık olarak:
"Hayır!
Allah Ebu Kuhâfe'ye lanet etsin! Çünkü, o misafirleri ağırlamaz, haksızlığa
engel olmazdı!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ölüler
hakkında-isterse onlar müşrik olsunlar-kötü söz söylemek onlara erişmez, fakat
dirileri incitir!" buyurunca, Ebu Bekir de, Saîd b. Âs'ın oğulları da
sustular.
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam Liyye'den ayrıldı.[356]
Liyye'den
ayrılınca Dayka yolunu tuttu.[357]
"Bu
yolun ismi nedir?" diye sordu.
"Dayka'dır!"denildi.[358]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
O, Yüsrâ'dır!" buyurdu.
Sonra,
Nahb'e uğradı.
Sakîflerden
bir adamın mülkünün yakınında bulunan, Sâdıra diye anılan sidre ağacının altına
indi.
Sakafî'ye:
"Ya
dışarı çıkarsın, ya da bahçenin duvarlarını üzerine yıkarız!" diye haber saldı.
Adam
dışan çıkmayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam bahçe duvarlarının yıkılmasını,[359]
içinde bulunan şeylerin de yakılmasını emir buyurdu.[360]
Abdullah
b. Amr b. As der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamla birlikte Taife giderken, bir kabre rastladık.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Bu
kabir Ebu Rigal'in kabridir. Kendisi, Harem'de bulunur ve onunla korunurdu.
Harem'den
çıkınca, kavminin uğradığı azaba o da uğrayıp öldü ve buraya gömüldü.
Buna
alâmet de, kendisinin yanına gömülmüş olan altından bir daldır.
Kabri
açarsanız, onun yanındaki altın dala rastlarsınız!1 buyurdu.
Halk,
hemen kabri açmaya giriştiler ve altın dalı bulup çıkardılar."[361]
Ebu
Rigal, bu altın dala asa gibi dayanırdı.
Bu
dalın ağırlığı yirmi rıtldan fazla idi.[362]
Rıtl;
oniki ukiyye, bir ukiyye de kırk dirhem olduğuna göre, altın dalın ağırlığı bin
dirhemi aşıyordu.
Rivayete
göre; Ebu Rigal, Semûd kavminden olup, Sakîflerin atası idi.[363]
Ebu
Rigal'in uğradığı azab ise, şundandı:
Salih
Peygamber Aleyhisselam, onu Mekke tarafına zekat ve sadaka tahsildarı olarak
göndermişti.
Ebu
Rigal, yüz koyunlu bir adamın yanına vardı.
Ona:
'Beni
sana Resûlullah gönderdi1 dedi.
Adam:
'Resûlullahın
elçisi, hoşgeldi, safa geldi. İstediğini al!' dedi.
Ebu
Rigal, sütlü koyunu aldı.
Adam:
'O,
anasının ölümünden sonra sağ kalan şu çocuğundur! Onun yerine, on koyun al'
dedi.
Ebu
Rigal:
'Hayır!'
dedi.
Adam:
'Yirmi
koyun al!' dedi.
Ebu
Rigal:
'Hayır!'
dedi.
Adam:
'Elli
koyun al!' dedi.
Ebu
Rigal:
'Hayır!'
dedi.
Adam:
'Şu
sütlü koyundan başka, koyunların hepsini al!1 dedi.[364]
Annesiz
kalan çocuk, o bir koyunun sütü ile beslenmekte idi.[365]
Ebu
Rigal:
'Hayır!'
dedi.
Bunun
üzerine, adam:
'Eğer
sen süt içmeyi seversen, ben de severim!' diyerek, ok çantasındaki okları yere
serdi.
Sonra
da:
'Ey
Allah'ım! Sen şahit ol!' dedi. Yayına yerleştirip attığı bir okla Ebu Rigal'i
öldürdü.
'Bunun
haberi, Allah'ın peygamberine benden önce erişmesin!' dedi.
Salih
Peygamberin yanına varıp Ebu Rigal'in yaptıklarını ona haber verdi.
Salih
Aleyhisselam ellerini göğe kaldırdı ve üç kere:
'Ey
Allah'ım! Ebu Rigal'e lanet et!' diyerek dua etti.[366]
Ebu
Rigal'i öldüren, Kays b. Aylanlardan Münebbih b. Hevâzin'in oğlu Sakîf idi.[367]
Öncü
birliği kumandanı Halid b. Velid, Taif kalesine yaklaşıp, onlara yüksek sesle:
"Ya
sizden birisi yanınıza dönünceye kadar emanda olmak üzere yanıma insin,
kendisiyle konuşayım; ya da, aynı şekilde, ben sizin yanınıza varıp sizinle
konuşayım" diyerek seslendi.
Taifliler:
"Ey
Halid! Ne bizden senin yanına bir adam inecektir, ne de sen bizim yanımıza
geleceksin!
Muhakkak
ki, senin sahibin, bizden başka, çarpışmayı iyi bilen bir kavimle
karşılaşmamıştır!" dediler.
Halid
b. Velid:
"Benim
sözümü dinleyiniz! Yesrib'de, Hayber'de, kaleler ve kuvvetlere sahip olanlar,
Resûlullah Aleyhisselama teslim oldular, boyun eğdiler!
Fedek'e
bir tek elçi gönderdi. Onlarda, onun hükmüne boyun eğdiler.
Ben
size Kurayza Yahudilerinin günlerce kuşatıldıktan sonra Resûlullah
Aleyhisselama nasıl boyun eğmek zorunda kaldıklarını ve savaş erlerinin
öldürülüp çoluk çocuklarının esir edildiklerini hatırlatır ve sizi uyarırım!
Resûlullah
Aleyhisselam Mekke'yi fethetmiş, Hevâzinleri de mağlup ve esir etmiş
bulunmaktadır.
Siz
yeryüzünde ancak şu kalenizin içinde sıkışmış kalmış bulunuyorsunuz. Çevrenizde
bulunanlar da, Müslüman olmuşlar, bırakılmışlardır..." dedi.
Taifliler:
"Biz
dinimizden kat'iyyen ayrılmayız!" dediler.[368]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, İslâm mücahidleriyle
birlikte ilerlemeye devam ederek Taif'in yanıbaşında bir yerde konakladı ve
ordugâhını orada kurdu.[369]
O
sırada, Taifliler sihirbaz bir karıyı kalenin üzerine çıkartmış, İslâm
askerlerine karşı karının edeb yerini açtırıp Müslümanların yönlerini başka
tarafa çevirttirmek suretiyle kalelerini korumak istemişlerdi!
Amr
b. Ümeyyetü'd-Damrî der ki:
"Taif'te
konakladığımız zaman, Allah bilir ki, Taifliler üzerimize çekirge sürüsü gibi
ok yağdırdılar! Onlardan, kalkanlarımızla korunmaya çalıştık.
Hatta,
Müslümanlardan bazıları yaralanarak şehit oldular.[370]
İslâm
ordugâhı, Taif surlarına çok yakındı.
Taifliler
çıkıp Müslümanları oka tutuyor ve hemen geri dönüp kapılarını kapatıyorlardı.
Müslümanlar
ise, onların surundan içeriye girmeye güç yetiremiyorlardı.[371]
Ebu
Mıhcan'ı, kale üzerinde kargı gibi uzun okları atar ve attığını boşa
gidermezken gördüm!
Resûlullah
Aleyhisselam, Hubab b. Münzir'i yanına çağırdı ve ona:
'Şu
kavimden uzakça ve yüksekçe bir yer araştır, bul!1 buyurdu.
Hubab
b. Münzir, karyenin dışında, Taif Mescidinin bulunduğu yere kadar gidip geldi
ve orasının karargâh edinilmeye elverişli olduğunu bildirdi.[372]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ordugâhı oraya,[373] yani
halen Taif Mescidinin bulunduğu yerin yanına kaldırdı.[374]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanında bulunan iki zevcesinden birisi Hz. Ümmü Seleme,[375]
diğeri de Hz. Zeyneb idi.[376]
Onlar
için de iki çadır kuruldu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam namazlarını bu iki çadır arasında kılar ve orada otururdu.[377]
Sakîfler
Müslüman olduktan sonra, Amr b. Ümeyye b. Vehb b. Muattib b. Malik
Peygamberimiz Aleyhisselamın namaz kıldığı yere bir mescid yaptı.
İşte,
Sariye diye anılan mescid budur.
Rivayete
göre; bu mescidde sariye (direk) vardı ki, Allah'ın her günü, güneş doğarken
ondan bir ses işitilir,[378]
işitilen bu sesin Allah'ı bir teşbih olduğu sanılırdı.[379]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Taif'i yirmi geceden fazla[380]
veya otuz gece veya buna yakın müddet kuşattı.[381]
Taif
halkı olan Sakîflerle, günlerce, en şiddetli bir şekilde ok savaşı yapıldı.[382]
Sakîfler,
on-ondokuz gece, Taif'ten Müslümanlara ok ve taş atarak savaştılar.[383]
Yezid
b. Zem'a b. Esved, atının üzerinde ilerleyip konuşmak üzere Sakillerden eman
vermelerini istedi.
Sakîfler
em an verdiler.
Fakat,
yanlarına varırken, onu okla vurup şehit ettiler.
Yezid
b.Zem'ayı, Sakîflerden Hüzeyl b. Ebi's-Salt şehit etmiştir.
Hüzeyl
b. Ebi's-Salt, kale kapısından çıkmıştı.
Kendisini
hiç kimsenin görmediğini sanıyor, Yezid b. Zem'a'nın kardeşi Yakub b. Zem'a
ise, onu yakalamak için, saklanıp fırsat kolluyordu.
Kaleden
çıkınca, Hüzeyl'i yakaladı, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına getirdi ve:
"Yâ
Rasûlalları! Bu, kardeşimi (eman verildiği halde) öldüren adamdır!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onun boynunu vurdurdu.[384]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; mancınık kurulup Taiflilerin taşa tutulması hususunu ashabıyla konuştu.
Selmânü'l-Fârisî:
"Ben
de Sakîflerin kalelerine karşı mancınık kurulmasını uygun görüyorum.
Çünkü,
biz Fars ülkesinde düşman kalelerine karşı mancınıklar diktiğimiz gibi,
düşmanlarımız tarafından da bize karşı mancınıklar dikilirdi.
Biz
düşmanlarımızı mancınıkla yenerdik. Onlar da bizi mancınıkla yenerdi.
Eğer
mancınık olmazsa, uzun zaman oturmak zorunda kalırdık!" dedi.[385]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, mancınık yapılmasını em retti.[386]
Selmanül-Fârisî,
bir mancınık yapıp, Taife karşı dikti.[387]
Tufeyl
b. Amr'ın da, Zülkeffeyn putunu yıkıp[388]
Taife debbâbe getirdiği rivayet edilir.[389]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kale dışında ordugâh çevresindeki yerlere hasek=hurma ağacından
yapılmış, ayaklara batan çatal çengeller döşetti.[390]
Müslümanlardan
bazıları, sığır derisinden yapılmış
debbâbenin altına girdiler.[391]
Kalenin
duvarını kazıp delmek için sürünerek kale duvarına yaklaştılar.
Sakîfler,
onların üzerlerine ateşte kızdırılmış sapan demirleri ve şişler bırakarak
debbâbeyi yardılar, yaktılar.
Müslümanları
debbâbenin altından çıkmak zorunda bıraktılar.
Kızgın
şişlerden yanıp şehit olanlar şehit oldu, sağ kalanlardan bir kısmını da
oklarla şehit ettiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Taif üzüm bağlarındaki asmaların kesilmesini[392]
veya yakılmasını,[393]
herkesin meyvesi yenmeyen ağaçlardan beşer tane kesmesini emretti.[394]
Bu,
onları bezdirip boyun eğdirmek içindi.
Nitekim,
Sakîfler:
"Mallan
bozup dağıtıp mahvetmeyiniz!
Onlar
ya bize kalır, ya da sizin olur!" diyerek seslendiler.[395]
Uyeyne
b. Hısn, Ya'lâ b. Mürretü's-Sakafî'ye:
"Bunu
kesmekte bana ecir mi var sanki?!" dedi.
Ya'lâ,
Uyeyne'nin yanına gelip:
"Evet!"
dedi.
Uyeyne:
"Sana
ancak Cehennem var!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bunu işitince:
"Uyeyne
Cehenneme Ya'lâ'dan daha lâyık ve müstahaktır!" buyurdu.[396]
Müslümanlar,
üzüm asmalarını kesmeye koyuldular.[397]
Hz.
Ömer, Süfyan b. Abdullah es-Sakafîye:
"Vallahi,
çoluk çocuğunun geçim babasını (üzüm asmalarını) keseceğiz!" diyerek
seslendi.
Süfyan:
"Su
ile toprağı da gideremezsiniz ya!" dedi.
Fakat,
üzüm asmalarının kesilmeye başladığını görünce, dayanamadı ve:
"Yâ
Muhammedi Mallarımızı ne için kesiyorsun?! Bizi yenersen, ya onu sen alırsın,
ya da-dediğin gibi-Allah'ın rızasını ve akrabalık hakkını[398]
gözetir, bize bırakırsın!" diyerek seslendi.[399]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben,
üzüm bağınızı, Allah'ın rızasını ve akrabalık hakkını gözeterek
bırakıyorum!" buyurdu ve üzüm asmalarını daha fazla kestirmekten vazgeçti.[400]
Ebu
Süfyan b. Harb'le Muğîre b. Şube:
"Ey
Sakîfler! Bize eman verirseniz, sizinle konuşacağız!" diyerek seslendiler.
Kendilerine
eman verilince, Kureyşîlerden ve Benî Kinanelerden oluşan kadınları, Taiften
çıkıp kendilerinin yanına gelmeye davet ettiler.
Bu
kadınların, savaş sonunda esir düşmelerinden korkuyorlardı.
Kadınlar,
Taiften dışarı çıkmaya yanaşmadılar.
Onlardan
birisi; Ebu Süfyan'ın kızı Âmine (İbn Hişam'a göre, Meymûne) olup, Urve b.
Mes'ud'la veya Urve'nin oğlu Ebu Mürre ile evli idi.
Diğeri;
Firâsiyye olup, Karib b. Esved'le evli idi.
Üçüncüsü
de; Fukayma, Ümeyme idi.
Esved
b. Mes'ud:
"Ey
Ebu Süfyan! Ey Muğîre!
Bize
iyilik için gelmiş olduğunuza göre, sizi bir iyiliğe kılavuzlayayım mı? Esved
b. Mes'ud oğullarına ait mülklerden ne kadar güçlükle geçim sağlandığını biliyorsunuzdur[401]
Eğer Muhammed onlardaki üzüm asmalarını kesecek olursa, artık onlar bir daha
onanlamaz!
Kendisiyle
konuşunuz: Ya bu bağlan kendisine alıkoysun, ya da, Allah nzası ve akrabalık
hakkı için, bize bıraksın!
Onunla
aramızda bir akrabalık vardır. Bu gerçek bilinmez olur mu?" dedi.[402]
Ebu
Süfyan'la Muğîre b. Şube gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular.[403]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Esved oğullarının üzüm bağlarını bıraktırdı, onlara dokundurmadı.[404]
Sakîflerden
bir adam, kalenin üzerine dikilip:
"Gidin
davar çobanlan!
Gidin
Muhammed'in sürüleri!
Gidin
Muhammed'in köleleri!
Üzüm
asmalanmızı yok etmekle bizim yoksulluğa ve sıkıntıya düşeceğimizi mi
sanıyorsunuz?!" diyerek bağırdı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Allah'ım! Onu Cehenneme gidici olarak gider!" diyerek dua etti.
Sa'd
b. Ebi Vakkas hemen bir ok atıp onun boğazına sapladı!
Adam
kaleden ölü olarak aşağı yuvarlandı ![405]
Ebu
Süfyan b. Harb, Taif savaşında, kaleden atılan bir okla gözünün birini
kaybetti.[406]
Saîd
b. Ubeydü's-Sakafî:
"Taif
günü, Ebu Süfyan'ı bir bahçeye oturup meyve yerken gördüm. Ona bir ok atıp
gözünden vurdum!" demiştir.[407]
Ebu
Süfyan'ın oturup meyve yediği bahçe, İbn Ya'lâ'nın bahçesi idi. Ebu Süfyan,
gözünden okla vurulunca, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vararak:
"Ya
Rasûlallah! Bu gözüm, Allah yolunda kayboldu!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İstersen
dua edeyim, Allah gözünü eski haline çevirsin, istersen bunu Cennette
yapsın?" buyurdu.
Ebu
Süfyan b. Harb, bunun Cennette olmasını tercih etti.[408]
Halid
b.Velid, Sakîflere:
"Kaleden
dışarı çıkıp benimle çarpışacak kim var?" diyerek seslendi: Fakat, hiç
kimse kaleden dışarı çıkmadı.
Halid
b. Velid, tekrar onlara meydan okudu. Yine, kaleden dışarı çıkan olmadı. İbnYalil:
"Bizden
hiçbiri, seninle çarpışmak için kaleden inmeyecektir! Biz kalemizde oturacağız!
Çünkü, bizim yıllarca yetecek yiyeceklerimiz var! Eğer bu yiyecekler tükenir,
sen de o zamana kadar beklersen, hepimiz kılıçlarımızı sıyırır, senin karşına
çıkarız! Son erimiz ölünceye kadar seninle çarpışırız!" diyerek seslendi.[409]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ne
zaman bir köle kaleden iner ve yanımıza gelirse, o hürdür!" diyerek ilan
ettirdi.[410]
Bunun
üzerine, kaleden bazı köleler inip Müslüman olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam
onları azad etti, hürriyetlerine kavuşturdu.[411]
Kaleden
inen köleler, on-ondokuz kadardı.[412]
Yirmibir kişi oldukları da bildirilmiştir.[413]
Köleler
Müslüman oldukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, yedirip
içirtmeleri için, hali vakti yerinde olan bazı Müslümanların yanlarına verdi ve
kendilerine Kur'an okutmalarını ve sünnetleri öğretmelerini de emretti.
Sakîfler
Müslüman oldukları zaman, içlerinde Haris b. Kelede'nin de bulunduğu Sakîf
eşrafı, gelip bu köleler hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular,
onların kendilerine geri verilmelerini istediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onlar,
Allah'ın azadlamış olduklarıdır! Kendilerini geri çevirmeye yol yoktur!"
buyurdu.
Taifliler
bunu işitince son derecede üzüldüler, bunaldılar, kölelerine kızdılar.[414]
Uyeyne
b. Hısn:
"Yâ
Rasûlallah! Bana izin ver de, Taif kalesine gidip onlarla konuşayım!"[415]
Belki Allah onlara hidayet nasip eder" dedi.[416]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, Sakîflerle konuşmak ve onları İslâmiyete davet etmek üzere[417] ona
izin verdi.[418]
Bunun
üzerine, Uyeyne b. Hısn, Taiflilere:
"Bana
eman verir misiniz, yanınıza geleyim?" diye sordu.
Taifliler:
"Evet!"
dediler.
Ebu
Mıhcan, onu görünce, tanıdı ve:
"Yaklaş!"
dedi.
Uyeyne
yaklaşınca:
"İçeri
gir!" dedi.
Uyeyne
b. Hısn, yanlarına girdi ve onlara:
"Babam,
anam sizlere feda olsun!
Vallahi,
Muhammed hiçbirzaman sizin gibisiyle karşılaşmadı!
Kalenizde
direnin! Sizin kaleniz sarp ve içinde korunmaya elverişlidir!
Silahınız
çoktur! Bol akarsularınız vardır.
Kat'iyyen
korkmayın![419]
Vallahi,
biz köleden daha zayıfız!
Siz
sakın ellerinizi verip teslim olmayın!
Şu
ağaçların kesilmesi de size ağır gelmesin!" dedi.[420]
Uyeyne
kaleden dışarı çıkınca, Sakîfler, Ebu Mıhcan'a:
"Biz
onun içeri girmesinden hoşlanmadık!
O
bizde ve kalemizde gördüğü bozuklukları Muhammed'e haber verir diye
korkuyoruz!" dediler.
Ebu
Mıhcan:
"Ben
onu çok iyi tanırım: Bizim içimizde, Muhammed'e Uyeyne'den ve onunla birlikte
bulunanlardan daha katı düşman olan bir kimse yoktur!" dedi.[421]
Uyeyne
b. Hısn Taif'ten dönüp gelince, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Ey
Uyeyne! Onlara ne söyledin?" diye sordu.[422]
Uyeyne
b. Hısn:
"Onlara
İslâmiyeti emr ve kendilerini Müslümanlığa davet ettim. Cehennemle korkuttum,
Cennete kılavuzladım![423]
İslâmiyete
giriniz! Vallahi, Muhammed yurdunuzun ortasında sizi teslim almadıkça geri
durmayacaktır! Kendiniz için, ondan eman alınız!
Sizden
önce, Kaynuka, NadiY, Kurayza ve Hayber Yahudileri gibi kaleliler, silahlar sahipleri
meydanlarda ona teslim oldular!1 dedim.
Gücümün
yettiği kadar, onları horlaştırdım, yardımsızlaştrdım ve
çaresizleştirdim!" dedi.
Uyeyne
b. Hısn konuşurken, Peygamberimiz Aleyhisselam, susup duruyordu.
Uyeyne
b. Hısn sözlerini bitirince, ona:
"Yalan
söylüyorsun!
Sen
onlara şöyle şöyle söyledin!" diyerek, onun söylemiş olduğu sözleri birer
birer nakletti.[424]
Uyeyne
b. Hısn:
"Doğru
söyledin yâ Rasûlallah! Ben, bu sözlerimden dolayı[425]
Allahtan mağfiret dilerim![426]
Allah'a ve sana tevbe ederim" dedi.[427]
Hz.
Ömer:
"Yâ
Rasûlallah! Bırak beni de, götürüp şunun boynunu vurayım?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Ashabımı öldürüyorum diye, insanlar benim aleyhimde laf ederler!" buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir de, Uyeyne b. Hısn'a ağır sözler söyledi ve:
"Yazıklar
olsun sana ey Uyeyne! Demek, sen temelli bâtıl üzerinde direnip duracaksın hâ?!
Sen
kaç kenedir; Benî Nadîr, Benî Kurayza ve Hayber günlerinde karşımıza çıktın!
Üzerimize asker yığdın! Kılıç çekip
bizimle çarpıştın!
Sonra
da, güya Müslüman oldun! (Müslüman olduğun halde) düşmanımızı bize
kışkırtmaktan geri durmuyorsun!?" dedi.
Uyeyne
b. Hısn:
"Ey
Ebu Bekir! Allahtan yarlı ganim arını diliyor, O'na tevbe ediyorum! Ben bir
daha bu kötülüklere dönmeyeceğim!" dedi.[428]
Müslümanlar,
Taif kalesine hep birden hücuma kalkmak için Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin
istediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onu
fethedeceğimizi sanmıyorum!
Onun
fethi hakkında bize şimdilik izin
verilmemiştir!" buyurdu.[429]
Ashabdan
Ebu Bürde'nin bildirdiğine göre;
insanların veya kabilelerin Peygamberimiz Aleyhisselama karşı en kinlisi ve
hınçlısı Sakîflerle Benî HaniTeler idi.[430]
Ebu
Mıhcan, Taif kalesinin üzerinde dikilerek, Müslümanlara:
"Ey
Muhammed'in köleleri! Siz vallahi şimdiye kadar bizden başka iyi çarpışan
kimselerle karşılaşmadınız ve en kötü bir yerde de tutulup kalmadınız!
Sizler,
umduğunuz şeylere eremeden dönüp gideceksiniz!
Bizler
çok katıyız ve katı kalbliyiz!
Bizim
babalarımız da, katı ve katı kalbi i idiler!
Vallahi,
bizim size teslim olacak, boyun eğecek kabilemiz yok!
Taif'i
sağlam ve sarp bir kale yapmışızdır!" diyerek bağırdı.
Hz.
Ömer:
"Ey
İbn Habib! Sen bu deliğinden çıkıncaya kadar, geçimliklerini kesmeye devam
edeceğiz!
Sen
ancak er geç deliğinden çıkacak bir tilki gibisindir!" dedi.
Ebu
Mıhcan:
"Ey
İbn Hattab! Siz üzüm asmalarını keserseniz, su ve toprak ile onlar tekrar
meydana gelmez mi?" dedi.
Hz.
Ömer:
"Sen
suyun ve toprağın yanına gitmeye güç yetiremeyeceksin ki!
Sen
içeride ölünceye kadar, biz senin deliğinin kapısından ayrılmayacağız"
dedi.
Hz.
Ömer böyle söyleyince, Hz. Ebu Bekir:
"Ey
Ömer! Böyle söyleme! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselama Taif i fethe daha izin
verilmedi" dedi.
Hz.
Ömer:
"Bunu
sana Resûlullah Aleyhisselam mı söyledi?" diye sordu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Evet!"
dedi.[431]
Osman
b. Maz'un'un zevcesi Havle binti Hakîm de:
"Yâ
Rasûlallah! Allah sana Taif i feth ettirirse, Bâdiye binti Gaylan'ın veya Fâria
binti Akîl'in ziynetlerini, takıntılarını bana ver!" dediği zaman,[432]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Hüveyle! Ya daha Sakîfi bana boyun eğdirmeye izin verilmedi ise, sana ne
yapabilirim?" buyurmuştu.[433]
Havle:
"Yâ
Rasûlallah! Taiflilere hücuma hazırlanmaktan seni alıkoyan nedir?" diye
sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bize
şu ana kadar onlara galebe çalmaya izin verilmedi.
Taif'i
şimdilik fethedeceğimizi
sanmıyorum!" buyurdu.[434]
Havle
bunu Hz. Ömer'e haber verdi.[435]
Hz.
Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girdi ve:
"Yâ
Rasûlallah! Havle'nin kendisine senin söylediğini açıklayarak bana söylediği
şeyi ona sen mi söyledin?" diye sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onun
söylediği şeyi ona ben söylemiştim!" buyurdu.[436]
Hz.
Ömer:
"Demek,
onlar üzerine galebe çalmaya izin verilmedi?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
İzin verilmedi" buyurdu.
Hz.
Ömer:
"Öyleyse,
göç etmeye hazırlanmaları halka haber verilecek mi?" diye sordu:
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!"
buyurdu.
Bunun
üzerine, Hz. Ömer, göç etmeye hazırlanmalarını Müslümanlara ilan etti.[437]
Hz.
Ömer:
"Ey
Allah'ın Peygamberi! Sakîfler aleyhinde Allah'a dua etsen olmaz mı?" diye
sordu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah,
Sakîfler aleyhinde dua etmeye de izin vermedi!" buyurdu.
Hz.
Ömer:
"Öyleyse,
aleyhlerinde dua etmeye izin vermediği bir kavmi ne için öldürdük?!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Siz
hemen göç etmeye bakınız!
Siz
hemen göç etmeye bakınız!" buyurdu.[438]
Dönüş
için ilan yapılınca, Müslümanlar konuşmaya ve birbirlerine gidip gelmeye
başladılar[439] ve:
"Taif'i
fethetmeden nasıl dönüp gideriz?![440]
Allah
bize buranın fethini nasip edinceye kadar buradan ayrılmayız!
Vallahi,
bunlar, şimdiye kadar karşılaştıklarımızdan daha önemsiz ve daha azdırlar!
Mekkelilerin
ve Hevâzinlerin topluluklarıyla karşılaştık.
Allah,
o toplulukları dağıttı.
Bunlar
ise, deliğine sinmiş tilkiden ibarettirler!
Eğer
bunları kuşatmaya devam edecek olursak, şu kulübelerinde ölür giderler"
dediler.
Aralarında
konuşmalar, anlaşmazlıklar çoğaldı.
Hz.
Ebu Bekir'e gidip onunla konuştular.
Hz.
Ebu Bekir, onlara:
"Bu
işi Allah ve Allah'ın Resûlü daha iyi bilir.
Emir
Resûlullah Aleyhisselama gökten gelir!" dedi.
Hz.
Ömer'e gittiler.
Hz.
Ömer bu işe karışmaktan kaçındı ve:
"Biz,
Hudeybiye hadisesini gördük!
Hudeybiye'de
içime Allah'tan başkasının bilmediği şüphe girdi.
O
gün, Resûlullah Aleyhisselama hiç yapmadığım sözlerle başvurdum.
Az
kalsın ev halkım ve malım mahvolup gidecekti!
Onun
Allah tarafından yaptığı işte bizim için hayır vardı.
Halk
için, Hudeybiye barışından daha hayırlı bir fetih olmamıştır!
Resûlullah
Aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği günden Hudeybiye'de barış
yazısının yazıldığı güne kadar Müslüman olanlardan daha çok kimseler, kılıç
kullanılmadan Müslüman oldular.
Resûlullah
Aleyhisselamın yaptığında hayırvardır.
Ben,
o işten sonra, hiçbir zaman, hiçbir iş hakkında ona dönüp itiraz edemem.
Bu
iş, Allah'ın işidir. O, Peygamberine, dilediğini vahyeder!" dedi.[441]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, halkın dilini kesmek için, bazılarıyla konuştu.
Nevfel
b. Muaviyetü'd-Di'lî'ye:
"Ey
Nevfel! Sen ne dersin, ne görüştesin?" diye sordu.
Nevfel:
"Yâ
Rasûlallah! Deliğinde bulunan tilkiyi bekler durursan, yakalarsın!
Onu
kendi haline bırakırsan, sana zarar vermez!" dedi.[442]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Taif'i fethe izin vehimeyince:[443]
"İnşaallah,
yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu,
Müslümanlara çok ağır geldi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse,
yarın sabah, çarpışmaya hazırlanınız!" buyurdu.
Sabahleyin,
savaştılar ve yaralandılar![444]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İnşaallah,
yarın döneceğiz!" buyurdu.
Bu,
Müslümanların hoşuna gitti. Hemen yol hazırlığına giriştiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara bakıp gülümsedi.[445]
Müslümanların,
böyle, Peygamberimiz Aleyhisselamın dönüş emri hakkındaki yararlılığı görerek
kendi görüşlerini değiştirmeleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşuna gitti.[446]
Sakîfler,
Müslümanların Taif muhasarasını kaldırarak ayrılmaya başladıklarını görünce,
Saîd b. Ubeyd es-Sakafî:
"Biliniz
ki; Sakif kabilesi yerinde duruyor!" diyerek seslendi.
Uyeyne
b. Hısn da:
"Evet!
Öyledir! Vallahi, onlar şerefli ve kıymetli olarak yerlerinde duruyordurve
duracaklardır!" diye karşılık verdi, Saîd'in sözünü benimsedi.[447]
Müslümanlardan
birisi,[448] ona:
"Allah
seni kahretsin! Resûlullah Aleyhisselama karşı koyan müşrik bir kavmi mi
övüyorsun!? Güya, sen Resûlullah Aleyhisselama yandı m a gelmiştin?!"
diyerek çıkıştı.
Uyeyne
b. Hısn:
"Vallahi,
ben sizin yanınızda SakffIerle çarpışayım diye gelmedim.
Fakat,
Muhammed'in Taif'i fethetmesini, kendim için Sakîflerden bir kız ele geçirip
onunla evleneyim de, o bana belki bir erkek çocuk doğurur diye arzu ettim.
Çünkü, Sakîfler çok zeki ve cin fikirli bir kavimdir!" dedi.[449]
Hz.
Ömer Uyeyne b. Hısn'ın bu sözlerini
Peygamberimiz Aleyhisselama haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam
gülümsedi.[450]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Taif'ten ayrılacakları sırada, Müslümanlara: "'Allah'tan
başka hiçbir ilah yoktur. O, Birdir. Va'dini yerine getirmiş, kuluna yardım
etmiş, biraraya toplanmış kabileleri tek başına bozguna uğratmıştır.
Bizler,
inşaallah, tevbe edicileriz, Rabbimize ibadet ve hamd edicileriz1
deyiniz!" buyurdu.[451]
Müslümanlar
"Yâ
Rasûlallah! Sakîfler aleyhinde Allah'a dua etsen![452]
Onların
okçuları canımızı yaktı!" dediler.[453]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ım!
Sakîflere doğru yolu göster. Onları bize[454]
getir!" diyerek dua etti.[455]
1. Saîd b. Saîd b. Âs b. Üımeyye,
2. Urfuta b. Cennab (veya Hubab),
3. Abdullah b. Ebu Bekir,
4. Abdullah b. Ebu Ümeyye b. Muğîre,
5. Yezid b. Zem'a b. Esved
6. Abdullah b. Âmir b. Rebiatü'l-Anezî,
7. Sâib b. Haris b. Kays,
8. Cüleyha b. Abdullah b. Muharibü'l-Leysî,
9. Abdullah b. Haris b. Kays,
10. Sabit b. Ceza1,
11. Haris b. Sehl b. Ebi Sa'saa.[456]
12. Münzirb. Abdullah,[457]
13. Rekîb b. Sabit b. Salebe b. Sevban b.
Muaviye.[458]
Yüce
Allah hepsinden razı olsun![459]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Taiften ayrılarak Dahnâyı tuttu.[460]
Dahnâ; Taif şehrinin sancaklarından olup, rivayete göre, toprağından Adem
Aleyhisselamın yaratılmış olduğu yerdir.[461]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Dahnâ'dan sonra vardığı yer Kam-ı Menâzil idi.[462]
Kam-ı
Menâzil, Necdlilerin ihrama girme yeridir.[463]
Ebu
Zür'atü'l-Cühenî der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, Karrvı Menâzil'den ayrılmak ve hayvanına binmek istediği zaman,
devesi Kasvâ'yı Resûlullahın önüne hazırladım, Kasvâ'nın yularını elimde
topladım.
Resûlullah
Aleyhisselam onun üzerine binince, Kasvâ'nın yularını Resûlullah Aleyhisselamın
eline verdim. Ben de terkisine bindim.
Resûlullah
Aleyhisselam, yürütmek için, devenin arkasına kamçı ile vurdu.
Kamçıyı
deveye her vuruşunda, kamçı bana değiyordu.
Sonra,
bana dönüp:
'Yoksa
kamçı sana mı değiyor?1 diye sordu.
'Evet!
Babam, anam sana feda olsun!' dedim.
Ci'râne'ye
inince, bir köşede davarlar bulunuyordu.
Ganimet
malları memurundan, onlar hakkında birşeyler sordu. Memur da, sorulan şeyi
haberverdi. Fakat, şimdi onu hatırlayamıyorum.
Bundan
sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
'Ebu
Zür'a nerede?' diye seslendi.
Ben:
'İşte,
buradayım!1 dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Al
şu davarları! Akşamleyin sana değen kamçılara karşılık!1 buyurdu.
Saydığımda,
o davarların 125 adet olduğunu gördüm.
Benim
edindiğim ve yararlandığım en çok malım, bunlardı."[464]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kam-ı Menâzil'den sonra, Nahle'ye geldi.[465]
Nahle'den
sonra, Ci'râne'ye doğru yol almaya başladı.
O
sırada, Ebu Rühmü'l-Gıfârî, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, devesinin
üzerinde gidiyor, ağır ayakkabısı da ayağında bulunuyordu.
Ebu
Rühm'ün devesi Peygamberimiz Aleyhisselamın devesinin yanına yaklaşıp
sıkışınca, Ebu Rühm'ün ayakkabısının ucu, Peygamberimiz Aleyhisselamın bacağına
çarptı ve çok acıttı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kamçısıyla onun ayağına vurup:
"Çek
ayağını! Canımı acıttın!" buyurdu.[466]
Ebu
Rühm der ki:
"İşlediğim
suçtan dolayı, sanki geçmişteki ve gelecekteki herşey beni tutup sıktı!
İşlediğim büyük suç hakkında Kur'ân'da âyet ineceğinden korktum.
Ci'râne'de
sabahladığımız zaman, yük, binek hayvanlarını otlatmak sırası bende idi.
Resûlullah
Aleyhisselam beni aratmış.
Bana:
'Resûlullah
Aleyhisselam seni arıyor!' dediler.
Çekine
çekine kendisinin yanına vardım.
Bana:
'Sen
ayağınla çarpıp benim canımı acıtmıştın. Ben de 'Geri çek!1 diyerek
ayağına kamçı ile vurmuştum.
Bu
vurmama karşılık olarak, al şu davarları!' buyurdu.
Resûlullah
Aleyhisselamın benden hoşnut olması, bana, dünyadan ve dünyadakilerden daha
sevgili ve makbuldü!"[467]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ebu Rühm'e verdiği, 80 koyundu.[468]
Sürâka
b. Cu'şum der ki:
"Taif'ten
Ci'râne'ye doğru indiği sırada Resûlullah Aleyhisselamla buluştum. Müslümanlar,
Resûlullahın önünde, aralıklı, birbirlerinin ardısıra, takım takım
gidiyorlardı.
Ensardan
30-40 kişilik461 bir süvari birliğinin arasına girdim.
Süvariler,
saplamak için mızraklarını bana çevirdiler ve:
'Sen
nereye gidiyor ve ne yapmak istiyorsun?!1 dediler.[469]
Beni
tanımadılar.
Resûlullah
Aleyhisselamı görünce, tanıdım.
Sesimi
işitecek kadar yanına yaklaştım.
Hicret
sırasında Ebu Bekir'in benim için yazmış olduğu yazıyı, iki parmağımın arasında
tutarak[470] kaldırdım.[471]
'Yâ
Rasûlallah![472] Bu, benim için yazdığın
(yazdırdığın) yazıdır!
Ben,
Sürâka b. Cu'şum'um!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Bugün,
verilen sözü yerine getirme ve iyilik yapma günüdür! Onu yanıma yaklaştırınız!1
buyurdu.
Yanına
yaklaştırıldım, Müslüman oldum.[473]
'Yâ
Rasûlallah! Kendi develerim için doldurduğum havuzlarımın başını, yitirilmiş
develer sararlar. Havuzdan onları suvarırsam, bana ecir ve sevap var mıdır?'
diye sordum.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Evet!
Her ciğeri olanı suvarmakta ecir ve sevap vardır!' buyurdu.
Kendisine,
bundan başka birşey sormadım.[474]
Sonra,
mallarımın yanına döndüm. Mallarımın zekatını ayırıp Resûlullah Aleyhisselama
gönderdim ."[475]
Allah
ondan razı olsun![476]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Müslümanlarla birlikte Ci'râneye geldi ve orada konakladı.[477]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ci'râne'ye Zilkade ayından beş gece geçince, Perşembe gecesi
geldi ve Ci'râne'de onüç gece kaldı.[478]
Ci'râne;
Mekke ile Taif arasında bir sudur. Mekke'ye Taif'ten daha yakındır.
Ci'râne'de,
birbirine yakın kuyular vardır.
Irak
yolundan, Ci'râne'nin Mekke'ye uzaklığı bir bürüd, yani 12 mildir.
Peygamberimiz
Aleyhisselam ve mücahidler, Ci'râne'den Mekke'ye gelecekleri sırada, orada umre
için ihrama girmişlerdir.[479]
Hevâzinlenden
alınan harp esiri eriyle ganimet mallan Ci'râne'de bulunduruluyordu. Ci'râne'de
esirlerin güneşten korunmaları için gölgelikler, deve ve davarlar için de ağı
II ar yapı İm işti. Peygamberimiz Aleyhisselam Ci'râne'ye gelip gölgelikler
görünce, bunların kimlere ait olduğunu sordu.
"Yâ
Rasûlallah! Bunlar, Hevâzin esirleridir. Güneşten gölgeleniyorlar!"
dediler.[480]
Hevâzinlerden
alınan esir kadın ve çocukların sayısı 6.000 idi.[481]
Ganimet
malları ise:
24.000
deve,
40.000'den
fazla davar,
4.000
ukiyye gümüş idi.[482]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Mekke'ye giderek elbise satın alıp esirlere giydirmesini, esir
kadınların elbisesiz dışarı çıkmamalarını Büsrb. Süfyanü'l-Huzâf'ye emretti.
Büsr,
kalkıp Mekke'ye gitti. Bütün esirler için elbise satın alıp geldi ve onlara
giydirdi.[483] Giydirilen elbiseler Mısır bezindendi.[484]
Ebu
Musa el-Eş'ârî'nin bildirdiğine göre;
Peygamberimiz Aleyhisselamın Taif seferinden dönüşünde, Mekke ile Medine
arasında, Ci'râne mevkiine gelip indiği ve yanında Bilal-i Habeşî'nin bulunduğu
sırada gelen bir bedevî Arap, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"(Ganimet
malını bölüştüreceğin hakkında) bana verdiğin sözü daha yerine getirmeyecek
misin?!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ganimet
malını yakında bölüştüreceğimi, biraz sabredersen sevap kazanacağını sana
müjdelerim!" buyurdu.
Bedevî
Arap:
"Sen
bana müjdeleri vere vere çoğalttın!" dedi.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, asabil esir bir biçimde, Ebu Musa ile
Bilal-i Habeşî'ye dönerek:
"Bu
bedevî, verdiğim müjdeyi reddetti. Siz kabul ediniz!" buyurdu.
Ebu
Musa ile Bilal-i Habeşî:
"Biz
kabul ettik!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, içi su dolu bir kap istedi.
Bu
kap içinde ellerini ve yüzünü yıkadı. Ağzına aldığı suyu da buna ekledikten
sonra, Ebu Musa ile Bilal-i Habeşî'ye:
"Bu
sudan içiniz! Yüzünüze ve göğsünüze de sürünüz! (Kazanacağınız sevapla) sizi
müjdelerim!" buyurdu.
Ebu
Musa ile Bilal-i Habeşî kabı aldılar
ve Peygamberimiz Aleyhisselamın buyruğunu yerine getirdiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme, perde arkasından, Ebu Musa ile Bilal-i
Habeşî'ye:
"Oğullarım!
O sudan bu ananıza da ikram edin!" diyerek seslendi.
Onlar
da. ona o sudan bir miktar ikram ettiler.[485]
Bedevilerden
birtakım halk, Peygamberimiz Aleyhisselaıma:
"Yâ
Rasûlallah! Deveden, davardan ganimetimizi bölüştür!" diyerek
Peygamberimiz Aleyhisselamı sıkıştırmaya ve ridasından çekiştirmeye başladılar.
O
kadar ileri gittiler ki, bir semüre ağacına yaslanmak, dayanmak zorunda
bıraktılar.
Hatta,
Peygamberimiz Aleyhisselamın ridasını sırtından çekip aldılar![486]
Rida,
çekiştirilirken, yırtıldı.[487]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
insanlar! Ridamı bana veriniz![488]
Siz, Allah'ın size nasip ettiği ganimeti aranızda bölüştürmeyeceğim diye mi
korkuyorsunuz?![489]
Vallahi, ganimet malları Tihâme'nin ağaçları sayısınca bile olsa, onları
aranızda bölüştürürdüm! Ben ne cimriyim, ne korkağım, ne de yalancıyım! Siz
bende böyle birşey bulamayacak, göremeyeceksiniz!" buyurdu.[490]
Sonra
da; eline bir deve tüyü veya onun kadar birşey aldı.[491]
Yahut
yanına vardığı devenin hörgücünden birtüy koparıp, onu iki parmağı arasında
tutarak kaldırdı ve:
"Ey
insanlar! Vallahi, sizin ganimetinizden bana beşte bir dışında şu tüy kadar
bile geçmiş birşey yoktur!
Beşte
bir pay da, gerektiğinde yine sizlere harcanıyor, iade ediliyor" buyurdu.[492]
Abdullah
b. Mes'ud:
"Resûlullah
Aleyhisselamın Ci'râne'de Huneyn ganimetini bölüştürdüğü sırada üzerine yığılıp
kendisini o kadar rahatsız ettiler ki, nihayet:
'Yüce
Allah, kullarından bir kulunu, kavmine göndermişti.
Kavmi
onu dövmüşler, başını da yarmıslardı.
O
kul ise, alnından akan kanı eliyle siliyor, hem de:
'Yâ
Rab! Kavmimi yarlığa! Çünkü, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!' diyerek dua
ediyordu' buyurdu" demiştir.[493]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ganimet
mallarından, elinizde, iğneden ipliğe varıncaya kadar,[494]
büyük ve küçük[495] ne
varsa getirip geri veriniz![496]
Ganimet
mallarına hıyanet etmeyiniz![497]
İyi
biliniz ki; ganimet malına hıyanet etmek, edenler için, Kıyamet gününde
ayıpların en kötüsü ve Cehennem ateşi olacaktır!" buyurdu.[498]
Akîl
b. Ebu Talib, zevcesi Fâtıma binti Şeybe b. Rebia'nın yanına varmıştı.
AkiTin
kılıcında kan bulaşığı vardı.
Zevcesi,
ona:
"Senin
müşriklerle savaştığını biliyorum!
Müşriklerin
ganimetlerinden ne elde ettin bakayım?" dedi.
Akıl:
"Al
şu iğneyi! Onunla elbiseni dikersin! dedi ve o iğneyi ona verdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın münadisinin:
"Ganimet
mallarından kim birşey almışsa, getirip onu geri versin!" diyerek
seslendiğini işitince, Akîl zevcesinin yanına döndü ve:
"Vallahi,
sanıyorum ki, o iğnen de elden gidecektir!" dedi. İğneyi ondan alıp ganimet
mallan arasında atti.[499]
Ensardan
bir zât da, kıldan eğirilmiş bir yumak ip getirdi[500] ve:
"Yâ
Rasûlallah! Bu yumağı devemin sırtına çul yapayım diye almıştım.[501]
Bunu bana bıraksanız olmaz mı?" dedi.[502]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eğer
bu şey benim hisseme[503]
veya Abdulmuttalib oğullarının hisselerine[504]
düşecek olursa, senin olsun!" buyurdu.[505]
Ensarî:
"Mademki
iş buraya vardı. Artık bu yumak bana gerekmez!" dedi ve yumağı elinden,
ganimet mallarının içine bıraktı.[506]
Abdullah
b.Zeydü'l-Mâzinîde, müşriklere ok atmak için almış olduğu yayı getirip ganimet
mallarının içine attı.
Başka
bir adam da, gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Bu ipi düşmanlar bozguna uğradığı zaman bulmuştum. Devemin
üzerindeki semeri onunla sıkılıyordum
Bu
bende kalsa olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Eğer
o benim hisseme düşerse, senin olsun!
Fakat
Müslümanların hisselerine düşerse, ne yaparsın?" buyurdu.[507]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Müslümanları ve ganimet mallarını saymasını ve herkesin hissesini
hesaplamasını Zeyd b. Sâbit'e emretti.[508]
Ganimetleri
bölüştürmeye ve dağıtmaya da Ebu Cehm Huzeyfietü'l-Adevî'yi memur etti.[509]
Herkese hisselerini dağıttırdı:
Piyadelerden
her birine; ya dörder deve, ya da bunların karşılığı olarak kırkar koyun;
Süvarilere ise; ya on ikişer deve, ya da bunların karşılığı olarak yüzyirmişer
koyun düştü. Yanlarında bir attan fazla at bulunduranlara, birden fazla at için
hisse verilmedi.[510]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; ganimet mallarının Kur'ân-ı Kerîm'e göre (Enfâl: 41) kendisine
teslim edilmiş olan beşte birinden Müellefe-i Kulûba (kalbleri İslâmiyete
ısındırılacak, alıştırılacak olan-lara)[511]
dağıtım yaptı ki, bunlar halkın eşrafından olup, hem kendilerinin, hem
kavimlerinin İslâmiyete ısındırılıp alıştırılın alan, kazandırılmaları
gerekiyordu.[512]
Zaten,
bunlar, zekat ve sadaka verilecekler arasında bulunuyorlardı.[513]
Müellefe-i
Kulûb:
1. Ebu Süfyan b. Harb,
2. Safvan b. Ümeyye,
3. Akra1 b. Habis,
4. Uyeyne b. Hısn,
5. Abbas b. Mirdas,
6. Malik b.Avf,
7. Hakîm b. Hizam... gibi, Kureyşîlerin
başkanlarından, Arapların ileri gelenlerinden olup kavimleri arasında nüfuzlu,
güçlü ve birçok tabileri bulunan kişilerden idiler.
Müellefe-i
Kulûb'dan bazıları gerçekten Müslüman olmuştu.
Bazıları,
görünüşte Müslüman, fakat kalben münafık idiler.
Bazıları
ise, Müsâlimîn'den (Müslümanlarla barış yapmış müşriklerden) idiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam bütün bunlara sadaka ve ganimetlerden vermek, güzel muamele
etmekle, bazılarından gelebilecek kötülükleri önleyip Müslümanların gönüllerini
rahatı aştırmayı, içlerinden Müslüman olanların İslâmiyette sebatlarını ve
teb'alarının onlara uyarak Müslüman olmalarını sağlamayı, Müslümanlıkları henüz
gelişmemiş, güzelleşmemiş olanların da Müslümanlıklarını geliştirip
güzelleştirmeyi gerçekleştirmek istem iştir. [514]
Buna
göre, Müellefe-i Kulûb üç gruptu:
Kalbleri
İslâmiyete ısındırılmak, alıştırılmak için kullanılanlardı. Safvan b. Ümeyye ve
benzerleri
gibi.
Henüz
Müslüman olup İslâmiyette sebatları sağlanmak üzere kullanılanlardı. Ebu Süfyan
Sahr
b. Harb ve benzerleri gibi.
Dıştan
Müslüman, içten münafık olup; şerlerinden selamette kalınmak için kullanılanlardı
Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdas, Akra1 b. H abis ve benzerleri gibi.[515]
Tabiî
ki, bu sıralama, başlangıçtaki duruma göre idi.[516]
Müellefe-i
Kulûbdan sayılanların, Uyeyne b. Hısn'dan başka hemen hepsi, sonradan
Müslümanlıklarını sağlamlaştırmış, güzelleştirmiş, ilim ve faziletleriyle
tanınmışiardır.[517]
Yüce Allah onlardan razı olsun![518]
1-3.
İçinde 4.000 ukiyye gümüş de bulunan Huneyn ganimeti dağıtılmak üzere
Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne konulduğu sırada, Ebu Süfyan Sahr b. Harb
gelip:
"Yâ
Rasûlallah! Sen Kureyşîler içinde servetçe en zengini olarak sabahladın![519]
Bugün Kureyşîlerin en zengini sensin!" dedi.[520]
Peygamberimiz
Aleyhisselam gülümsedi.[521]
Ebu
Süfyan:
"Yâ
Rasûlallah! Bu mallardan bana da versen olmaz mı?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Bilal! Ebu Süfyan için kırk ukiyye gümüş tart!
Kendisine,
develerden de, yüz deve veriniz!" buyurdu.[522]
Ebu
Süfyan:
"Bundan
oğlum Yezid'e de versen?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Bilal-i Habeşî'ye:
"Ona
da kırk ukiyye gümüş tartınız, yüz de deve veriniz!" buyurunca, Ebu
Süfyan:
"Yâ
Rasûlallah! Oğlum Muaviye için de versen?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Bilal! Ona (Muaviye b. Ebu Süfyan'a da) kırk ukiyye gümüş tart! Yüz de deve
veriniz!" buyurdu.[523]
Ebu
Süfyan; üçyüz deve ile yüzyirmi ukiyye gümüşü alınca.[524]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Babam,
anam sana feda olsun! Sen ne kadar kerem ve iyilik sahibisin!
Seninle
savaştığım zamanlarda, sen ne güzel savaşçı idin!
Seninle
barış yaptığım zamanda da, sen ne güzel barışçı idin![525]
Senin
bu yaptığın; keremin, iyiliğin son derecesidir![526]
Allah
seni hayırla mükâfatlandırsın!" dedi.[527]
4.
Hakîm b. Hizam der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamdan yüz deve istedim.
Yüz
deve verdi.
Tekrar
istedim.
Yüz
deve daha verdi.
Tekrar
istedim.
Yüz
deve daha verdi.
Sonra
da:
'Ey
Hakîm b. Hizam! Bu mal çoktur ve güzeldir!
O,
gönül cömertliği ile tutan kişi için, uğurlu ve bereketli olur!
Gönül
pintiliği ile tutan kişi için de, uğursuz olur. Onu yer, bitirir de, yine kamı
doymaz!
Üst
el alt elden (veren el, alan elden) hayırlıdır!1 buyurdu."
Rivayete
göre; Hakîm b. Hizam, Peygamberimiz Aleyhisselam a:
"Seni
hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah'a andolsun ki; senden sonra hiçbir
kimseden hiçbir şey almayacağım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın verdiği ilk yüz deveyi alıp, sonrakileri bıraktı.
Hakîm
b. Hizam, Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında da, Hz. Ömer'in halifeliği
sırasında da, kendisine verilmek istenilen hiçbir şeyi almaya yanaşmamış;[528] Hz.
Ömer
"Ey
Müslümanlar cemaati! Ey insanlar! Hakîm b. H izam'ı hakkını almaya davet
ettiğime, kendisinin ise bunu almaya yanaşmadığına, sizi şahit tutuyorum!
Ona
şu ganimetten Allah'ın nasip ettiği hakkı arzettiğim halde, o bunu almaktan
kaçınıyor!" diyerek şikâyetlenmiştir.[529]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Huneyn ganimet mallarından kendisine ayrılmış bulunan beşte bir
hisseden Müellefe-i Kulûba dağıtmaya devamla:
Nudayr
b. Haris b. Kelede'ye yüz deve,
Süheyl
b. Amr'a yüz deve,
Huvaytıb
b. Abduluzzâ'ya yüz deve,
Alâ'
b. Câriyetü's-Sakafîye yüz deve (Vâkıdî ve İbn Sa'd'a göre; elli deve),
Uyeyne
b. Hısn'a yüz deve,
Akra'
b. Hâbis'e yüz deve,
Malik
b. Avfu'n-Nasrî'ye yüz deve,
Safvan
b. Ümeyye'ye yüz deve verdi.[530]
Zayi
olanların bedelleri ödenmek şartıyla Safvan b. Ümeyye'den emaneten yüz adetzırh
gömlek ve gerekli silahlar alınmış ve bunların bazıları Huneyn ve Taif
savaşlarında zayi olmuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam onların bedellerini de ödemek istediği zaman, Safvan b. Ümeyye:
"Yâ
Rasûlallah! Ben bugün Müslüman olmak istiyorum!" dedi.[531]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın ganimet mallan arasında dolaştığı ve onlara göz gezdirdiği
sırada, Safvan b. Ümeyye Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyor;
develer, davarlar ve güdücüler-le dolu vadiye doğru bakıp duruyor;
Peygamberimiz Aleyhisselam da onun halini gözucuyla süzüyordu.
Safvan
b. Ümeyye vadinin içindeki mallara bakışını uzatınca, Peygamberimiz
Aleyhisselam ona:
"Ebu
Vehb! O vadi pek mi hoşuna gidiyor?" diye sordu.
Safvan
b. Ümeyye:
"Evet!"
dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"O
vadi de, içindekiler de senin olsun!" buyurdu.[532]
Bunun
üzerine, Salvan kendisini tutamadı:
"Peygamber
kalbinden başka hiçbir kimsenin kalbi, bu derece (mâsivadan) pâk ve üstün
ola-maz![533]
Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
Ve
yine şehadet ederim ki; Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür!" dedi ve[534]
hemen orada Müslüman oldu.[535]
Safvan
b. Ümeyye der ki:
"Resûlullah
bana bu ihsanda bulununcaya kadar, kendisi insanlar içinde en çok nefret
ettiğim, en çok kin beslediğim bir kimse iken, nihayet, bana, insanların en
sevgilisi oluvıermişti!"[536]
Safvan
b. Ümeyye, Müslümanlığını İslâm
amelleriyle geliştiren, güzelleştiren Kureyşîl erden di.
Allah
ondan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Huneyn ganimetinden kendisine ayrılan beşte bir hisseden, Esîd
b. Hârise'ye yüz deve,
Haris
b. Hişam'a yüz deve,
Kays
b. Adiyy'e yüz deve,[537]
Abbas
b. Mirdas'a yüz deve,[538]
Mahreme
b. Nevfel'e elli deve,
Umeyr
b. Vehbü'l-Cumahîye elli deve,
Hişam
b. Amr'a elli deve,
Saîd
b. Yenbu'a elli deve,
Adiyy
b. Kays'a elli deve.[539]
Osman
b. Vehb'e elli deve verdi.[540]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Huneyn ganimeti mallarından kendisine ayrılan beşte bir hisseden
Ci'râne'de her birine yüzden aşağı deve verdiği Müellefe-i Kulûb arasında şu kişiler de vardı:
23. Tulayk b. Süfyan b. Ümeyye,
24. Halİdb.Esîd,
Şeybe
b. Osman b. Ebu Talha,
Ebu's-Senâbil
b. Ba'kek,
İkrime
b. Âmir,
Züheyr
b. Ebu Ümeyye,
Halid
b. Hişam b. Muğîre,
Süfyan
b. Abdulesed,
Hişam
b. Velid b. Muğîre,
Sâib
b. Ebu's-Sâib,
Muti'b.
Esved,
Ebu
Cehm b. Huzeyfe,
Uhayha
b. Ümeyye,
Nevfel
b. Muaviye,
Alkame
b. Ulâse,
Lebid
b. Rebia,
Halid
b.Hevze,
Harmele
b. Hevze,[541]
Abbas
b. Mirdas.[542]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Abbas b. Mirdas'a, Muhacirve Ensar mücahidi eri gibi, dört deve
vermişti.
Abbas
b. Mirdas buna kızdı ve söylediği bir şiirde meal olarak şöyle dedi:
"Benim
ganimetimle Ubeyd adındaki atımın ganimetini mi bölüştürdün Uyeyne ile Akra'
arasında?! Hiçbir içtima yerinde ne Hısn, ne de Habis benim büyüğüm Mirdas'a
üstün olmamışlardır!
Ben
de şu iki kişiden aşağı kalır bir kimse değilimdir.
Bugün
alçaltıları, bir daha yükseltilmez."[543]
Hz.
Ebu Bekir, Abbas b. Mirdas'ın söylediği beyitleri Peygamberimiz Aleyhisselama
okudu.[544]
Abbas
b. Mirdas Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelince,[545]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"'Benim
ganimetimle Ubeyd adındaki atımın ganimetini mi bölüştürdün Akra' ile Uyeyne
arasında?' beytini sen mi söyledin?" diye sordu.[546]
Hz.
Ebu Bekir:
"Babam,
anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Bu beyit, senin okuduğun gibi
değildir!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Böyle
değil de, nasıldır?" diye sordu.
Hz.
Ebu Bekir, beyti, Abbas'ın söylediği gibi okudu.[547]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İkisi
de birdir![548] Önce ha Akra'dan
başlamışsın, ha Uyeyne'den! Sana ne zararı var?" buyurdu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Babam,
anam sana feda olsun! Sen ne şairsin, ne nâkilsin! Ne de böyle olmak sana
yaraşır.[549]
Şehadet
ederim ki; Yüce Allah'ın, 'Biz ona şiir
öğretmedik! Bu, ona yakışmaz' [Yâsîn: 69] buyurduğu gibisin" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Abbas b. Mirdas için:
"Götürünüz!
Kesiniz dilini!" buyurduktan sonra:[550]
"Ey
Bilal! Haydi götür, kes onun dilini! Kendisine bir de elbise ver!"
buyurdu.
Bilal-i
Habeşî onu elinden tutup götürürken, Abbas b. Mirdas:
"Yâ
Rasûlallah! Dilimi mi kesecek?! Ey Muhacirler topluluğu! Dilimi mi kesecek?!"
diyerek seslendi durdu.[551]
Müslümanlardan
bazıları:
"Abbas
b. Mirdas'ın dilinin kesilmesi emredildi!" dediler ve korkmaya başladılar.[552]
Bilal-i
Habeşî, Abbas b. Mirdas'ı çekip götürürken Abbas feryadı çoğaltınca, Bilal-i
Habeşî:
"Resûlullah
Aleyhisselam sana elbise giydirip bununla dilini kesmemi, tutmamı bana emretti"
dedi.
Götürüp
ona bir elbise verdi.[553]
Abbas b. Mirdas'a, hoşnut oluncaya kadar, deve de verildi.[554]
Rivayete
göre, kendisine elli veya yüz deve verilmiştir.[555]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Ci'râne'de Müellefe-i Kulûba bol bol ihsanlarda bulunduğu zaman,[556]
Sa'd b. Ebi Vakkas:[557]
"Yâ
Rasûlallah! Cuayl b. Sürâka'yı bıraktın da, Uyeyne b. Hısn ile Akra1
b. Hâbis[558] ve benzerler-ine[559]
yüzer yüzer[560] develer[561]
verdin!?" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Varlığım
Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; Uyeyne ve Akra1 gibi
kişilerle yeryüzü dolup tassa, Cuayl b. Sürâka onların tümünden daha hayırlıdır!
Fakat, ben bunları İslâmiyete ısındırmak, alıştırmak için kolluyor, Cuayl b.
Sürâkayı ise sımsıkı bağlı olduğu Müslümanlığına ve ahirette kendisine
hazırlanmış üstün mükâfatlara havale etmiş bulunuyorum!" buyurdu.[562]
Yüce
Allah ondan razı olsun![563]
1. Peygamberimiz Aleyhisselam Huneyn ganimetini
dağıttığı sırada Benî Temimlerden Zülhuvaysıra gelip Peygamberimiz
Aleyhisselamın başucuna dikilmiş ve:
"Yâ
Muhammedi Ben bugün yaptığın şeyi gördüm!" demişti.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Evet!
Nasıl gördün?" diye sorunca;
Zülhuvaysıra:
"Senin
adalet yapmadığını gördüm ![564] Adalet
yap yâ Rasûlallah!" dedi.[565]
Peygamberimiz
Aleyhisselam kızdı.[566]
Ona:
"Yazıklar
olsun sana! Ben adalet yapmazsam, kim adalet yapar?![567] Ben
adalet yapmış olmasaydım umduğuma ermezdim; sen de, bana tâbi olduğun için,
ziyan etmiş, eli boşa çıkmış gitmiştin!" buyurdu.
Hz.
Ömer:
"Yâ
Rasûlallah! İzin ver! Onun boynunu vurayım!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Bırak onu![568] Onun birtakım
taraftarları olacaktır ki,[569]
dinde derinleşecekler![570]
Herhangi biriniz, onların namazı yanında kendi namazını, onların oruçları
yanında kendi orucunu küçümseyecek!
Onlar
Kur'ân da okuyacaklar! Fakat, okudukları Kur"ân köprücük kemiklerinden
ileri geçmeyecek![571]
Onlar,
okun yaydan çıktığı gibi, dinden, İslâmiyetten fırlayıp çıkacaklar!
Öyle
ki, çıkan okun demirine bakılır, onda hiçbir şey, hiçbir iz bulunmaz!
Sonra,
okun yaya giriş yerine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Sonra,
okun ağaç kısmına bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Sonra,
okun yelesine bakılır, orada da hiçbir şey bulunmaz!
Halbuki,
ok atılanın bağrını delip geçmiş, fakat oka birşey bulaşmamıştır![572]
Onlar,
Müslümanlar tefrikaya düştüğü zaman ortaya çıkacaklardır![573]
Bir
adam görürsün ki;[574]
onun iki elinden birisi kadın memesine, yahut gidip gelen bir et parçasına
benzer!" buyurdu.[575]
E
bu Saîdi'l-Hudrî:
"Ben
bunu Resûlullah Aleyhisselamdan işittiğime şehadet ederim.
Yine
şehadet ederim ki; Ali b. Ebu Talib onlarla çarpışmıştır:
Ben
onun yanında idim. Bu adamın aranmasını emretmişti.
Adam
bulunup getirildi.
Ona
baktım: Kendisi, Resûlullah Aleyhisselamın tarif ettiği şekilde idi!"
demiştir.[576]
2. Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Süfyan,
Uyeyne b. Hısn, Akra1 b. Habis ve Süheyl b. Amr
gibi[577]
bazı nüfuzlu kişilere kendisine ait beşte bir hisseden bolca ihsanlarda bulunup
Ensara bu beşte
birden birşey vermemesi, onların gönüllerinde bir üzüntü, bir kırgınlık meydana
getirdi ve bazılarına yer
siz ve ağır laflar ettirdi:
"Artık
vallahi Resûlullah Aleyhisselam kavmine kavuştu, başkalarını neyapsın![578]
Savaşmayanlara
veriyor da, savaşanlara vermiyor![579]
Vallahi,
doğrusu bu şaşılacak şeydir!
Onların
kanları kılıçlarımızdan damlıyor! Ganimetlerimiz ise onlara veriliyor!?[580]
Resûlullah
Aleyhisselam bizim ganimetlerimizi öyle bir cemaate veriyor ki, bizim kanlanmız
onların kılıçlarından, onların kanları da bizim kılıçlarımızdan damlıyor![581]
Allah
Resûlünü yarlıgasın! O Kureyşilere veriyor da, bizleri bırakıyor![582]
Savaş
zamanı geldi mi, onun ashabı biz oluyoruz!
Fakat,
ganimet bölüşümü zamanı gelince, onun kavmi ve kabilesi önde tutuluyor!?[583]
Sıkışıldığı
zaman biz çağırılıyoruz! Ganimet ise bizden başkalarına dağıtılıyor!?"[584]
diyecek kadar ileri gittiler.
Bu
sözleri, Ensarın söz ve görüş sahibi olanlan değil, yaşlan küçük gençleri
söylemişlerdi.[585]
Abdullah
b. Mes'ud der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın Huneyn ganimetini bölüştürdüğü sırada,[586]
Ensar[587] münafıklarından[588] bir
adam,[589] Muattib b. Kuşeyr de:[590]
'Bu
dağıtımda Allah'ın nzası gözetilmiyor!1 dedi.[591]
Ona:
'Vallahi,
bu söylediğini, Resûlullah Aleyhisselama ulaştıracağım!' dedim[592] ve
Resûlullah Aleyhisselama gidip haberverdim.
Resûlullah
Aleyhisselamın yüzünün rengi değişti.[593]
Kendisini
üzen bu haberi getirdiğime pişman oldum.[594]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allah
Musa'ya rahmet etsin! Kendisine bundan daha çok ezâ edildiği halde, o bunlara
sabredip katlanmıştı.[595]
Bir
peygamber de kavmine Allah'ın emirlerini getirip tebliğ ettiği zaman, kavmi onu
yalanladılar ve onun başını da yardılar!
O
Peygamber ise, eliyle hem yüzünün kanını siliyor, hem de:
'Allah'ım!
Kavmimi yarlığa! Çünkü, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!1 diyerek
dua ediyordu' buyur-du."[596]
Ensarın
ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubâde de, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna
girerek:
"Yâ
Rasûlallah! Şu Ensar kabilesi, aldığın ganimeti bölüştürürken senin kavmine ve
sair Arap kabilelerine bol bol dağıtıp Ensara ise ondan birşey vermemek
suretiyle yaptığın uygulamadan, sana karşı kainlerinde kırgınlık ve üzüntü
duymaktadırlar!" dedi.[597]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Sa'd! Bu hususta sen neredesin? Ne görüştesin?" diye sordu.
Sa'd
b. Ubâde:
"Yâ
Rasûlallah! Ben de ancak kavmimden bir ferdim. Benim bundan başka bir sıfatım
yok!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Öyleyse,
haydi, benim için kavmini şu çevrede, çitin içinde topla!" buyurdu.[598]
Sa'd
b. Ubâde, gidip Ensarı topladı.[599]
Ensarın
ileri gelenleri, deriden bir çadır içinde toplandılar.[600]
Oraya
Muhacirlerden bazıları da gelip girdiler.
Başka
gelenleri, geri çevirdiler.
Ensar
toplanınca, Sa'd b. Ubâde, gelip Peygamberimiz Aleyhisselama:
"İşte,
Ensar kabilesi, senin için toplanmış bulunuyor!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların yanına vardı[601] ve:
"İçinizde
kendinizden olmayan var mı?" diye sordu.
"Kızkardeşimizin
oğlundan başka, yabancı bir kimse yok!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bir
kavmin kızkardeşinin oğlu da o kavimden sayılır!" buyurup[602]
Allah'a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulunduktan sonra:
"Ey
Ensar cemaati! Sizin tarafınızdan söylenmiş olup bana haber verilen yersiz ve
ağır sözlerin sebebi nedir?
Bana
karşı, kalblerinizde ne için kırgınlık ve üzüntü d uyuyorsun uz?[603]
Sizler
şöyle şöyle mi söylediniz?" diye sordu.
Ensar:
'Evet!"
dediler.[604]
Ensarın
anlayışlı olanları ise:
"Yâ
Rasûlallah! Bizim söz ve görüş sahibi olanlarımız, başkanlarımız, birşey
söylemediler.
Amma,
yaşlan küçük bazı gençlerimiz:
'Allah
Resûlünü yarlıgasın! O bizi bırakıyor da, Kureyşîlere ihsanda bulunuyor! O
Kureyşîlere ki, daha kılıçlarımızdan onların kanlan damlamakta!' demişler"
dediler.[605]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Ensar cemaati! Ben sizi dalâlete düşmüş kimseler olarak bulmadım mı?[606]
Sizleryollarını
şaşırmış kimseleriken, ben sizin yanınıza gelmedim mi? Allah'ın hidayeti, size
benim yüzümden erişmedi mi?
Sizler
yoksul iken Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı?
Sizler
birbirinize düşmanlar iken, Allah kalbi erinizi benim yüzümden birleştirip
ısındırmadı mı?[607]
Sizler
parçalanmış, darmadağın olmuş bir durumda iken, Allah sizleri benim yüzümden
derleyip toparlamadı mı?" diye sordu.[608]
Ensar:
"Yâ
Rasûlallah! Sen bizi karanlıklar içinde buldun! Allah bizi senin sayende nura,
aydınlığa çıkardı!
Sen
bizi bir ateş çukurunun başında buldun! Allah bizi senin sayende ondan
kurtardı!
Sen
bizi dalâlet ve şaşkınlık içinde buldun! Allah bizi senin sayende doğru yola
kavuşturdu.
Biz
Allah'ı Rab, İslâmiyeti din, Muhammed'i de peygamber olarak kabul etmiş
bulunuyoruz!
Yâ
Rasûlallah! Sen ne istersen yap![609]
Allah
ve Resûlünün üzerimizdeki minnet ve nimetleri üstündür!
Allah'a
ve Resûlüne minnettarız!" dediler.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey
Ensar cemaati! Siz benim sorulanma neden benim istediğim gibi cevap
vermiyorsunuz?" diye sordu.
Ensar:
"Sana
başka ne cevap verelim yâ Rasûlallah?
Kavuşmuş
olduğumuz bütün nimet ve ihsanlar Allah'tandır ve Allah'ın Resûlü
yüzündendir!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Vallahi,
siz, isteseydiniz:
'Sen
bize yalanlanmış olarak gelmiştin! Biz seni doğruladık!
Sen
terkedilmiş olarak bize gelmiştin! Biz sana yardımcı olduk!
Sen
yurdundan sürülmüş olarak gelmiştin! Biz seni barındırdık!
Sen
bize yoksul olarak gelmiştin! Biz sana kendimiz gibi verdik, baktık!' deseydiniz,
muhakkak ki, doğru söylemiş ve benim tarafımdan da doğrulanmış olurdunuz!
Ey
Ensar cemaati! Ben sizleri sımsıkı bağlı bulunduğunuz Müslümanlığınıza ve sizin
için ahirette hazırlanmış bulunan üstün mükâfatlara havale edip,[610]
küfür çağına çok yakın olan yeni Müslüman olmuş veya olmak üzere bulunan
birtakım adamların[611]
kalblerini İslâmiyete ısındırmak, alıştırmak maksadıyla kendilerine dünyalık
verdiğimden dolayı ne diye kalblerinizde kırgınlık ve üzüntü duyuyor-sunuz?![612]
Ey
Ensar cemaati! Birtakım insanlar aldıkları dünyalıklar, davarlar ve develerle
çıkıp giderlerken, sizler Resûlullah ile birlikte yurdunuza dönüp gitmeye razı
değil misiniz?[613]
Vallahi,
sizin Resûlullahla birlikte dönüp gitmeniz, onların dünyalıklarla dönüp
gitmelerinden daha hayırlıdır!" buyurdu.[614]
Ensar:
"Evet
yâ Rasûlallah! Biz buna razıyız!" dediler.[615]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sizler
hassınız (seçkin ve olgun kişilersiniz)!
Sair
insanlar ise, avam (halk) takımıdırlar.[616]
Muhakkak
ki, sizler, benden sonra, yakın bir gelecekte, başkalarının sizlere üstün
tutulacağını da göreceksiniz!
Allah'a
ve Resûlüne kavuşuncaya kadar, sizler buna da sabredip katlanınız!"
buyurdu.[617]
Ensar:
"Sabredip
katlanacağız!" dediler.[618]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kıyamet
günü, ben Havuz başında bulunacağım![619]
Sizinle
buluşma yerimiz Havuz başı olsun!
Benden
sonra Bahreyn hasılatının herkesten ayrı olarak size tahsisi için Bahreyn'e
yazacağım!
O
zaman, o, sizin için fetihten daha üstündür!" buyurdu.
Ensar:
"Yâ
Rasûlallah! Senden sonra, bize dünya gerekmez!" dediler.[620]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Muhammed'in
varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; eğer hicret fazileti
olmasaydı,[621] Yüce Allah bana
Muhacirlerden biri olmak ismini vermeseydi, Ensardan bir fert olmayı ister.[622]
Ensardan bir fert olurdum ![623]
Eğer
bütün halk bir yol tutup gitse, Ensar da bir yola yönelse, hiç şüphesiz, Ensarın
yöneldiği yolu tutardı m ![624]
Ey
Allah'ım! Ensarın oğullarına, onların oğullarının oğullarına rahmet et!"
diyerek dua etti.[625]
Ensar,
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar!
Onların
gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslattı![626]
Peygamberimiz
Aleyhisselam da onlarla birlikte ağladı.[627]
Ensar:
"Biz,
ganimet hissesi olarak Resûlullaha razıyız!" dediler.
Bundan
sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam konakyerine döndü.
Ensar
da dağıldılar.[628]
Yüce
Allah onlardan razı olsun![629]
Huneyn
ganimeti dağıtımına yapılan itirazlar üzerine, Yüce Allah tarafından indirilen
âyetlerde şöyle buyuruldu:
"Onlardan,
sadakaların taksimi hususunda seni ayıplayacaklar da vardır.
Çünkü,
onlardan kendilerine diledikleri verilirse hoşlanırlar, diledikleri verilmezse
kızarlar. Onlar, Allah ve Resûlü kendilerine ne verdiyse, ona razı olsalardı
da:
'Bize
Allah yeter! Yakında bize lutf u kereminden Allah da verir, Resûlü de verir.
Biz ancak Allah'a rağbet edicileriz!1 deselerdi ne olurdu!
Sadakalar;
Allahtan bir farz olarak ancak fakirlere, miskinlere, sadaka tahsildarlarına,
kalbleri Müslümanlığa alıştırılmak, ısındırılmak istenilenlere, esirlere,
borçlulara, Allah yolunda harcamalara, yolda belde kalmış olanlara mahsustur.
Allah
herşeyi hakkıyla bilendir. Her yaptığını yerli yerince yapandır."[630]
Müellefe-i
Kulûb Yahudiler ve Hıristiyanlardan da olsalar, zengin de olsalar, kendilerine
sadaka ver-ilebilir.[631]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; beşte bir ganimet hissesinden artan malların Merru'z-zahran'daki
Mecenne nahiyesinde tutulmasını emretti.[632]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onları, belki, Mekke-Medine arasında oturan çöl Araplarından rastladıklarına-İslâmiyete
ısındırmak ve alıştırmak için-dağıtacaktı.[633]
Nudayr
b. Haris der ki:
"Ben,
Fetih yılına kadar, heryerde Kureyşîlerin yanında bulunmuştum.
Muhammed
Aleyhisselam Huneyn gazasına çıktığı zaman, biz de birlikte gitmiştik.[634]
Muhammed Aleyhisselam bozguna uğrayacak olursa, biz de ona baskın yapmak
istiyorduk.[635]
Fakat,
bu bizim için mümkün olmadı.
Dönülüp
Ci'râne'ye gelindiği sırada da vallahi aynı düşüncede iken, Resûlullah
Aleyhisselam anlamış olmalı ki, gülerek beni karşıladı ve:
'Nudayr!
Sen misin?1 dedi.
'Buyur!'
dedim.
Bana:
'Ben
seni Huneyn günü yapmak istediğin, fakat Allah'ın yapmak istediğin şeyle senin
arana gerilip sana yaptırmadığı şeyden daha hayırlısına kılavuzlasam olur mu?'
diye sordu.
Yanına
varınca, bana:
'İçinde
bulunduğu şeyin boşluğunu göreceğin zaman daha gelmedi mi?' diye sordu.
İyice
anladım ki; Allah ile birlikte başka ilahlar da bulunsaydı, herhalde onların
bana bir yararı dokunurdu.
'Şehadet
ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur!
O,
Birdir. O'nun eşi, ortağı yoktur!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allah'ım!
Onun sebatını arttır!' diyerek dua etti.
Resûlullahı
hak ve gerçek dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; kalbim dinde
sebatta bir kaya gibi sapasağlam dururve beni destekler oldu.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Hamd
olsun Allah'a ki, ona doğru yolu gösterdi!' buyurdu."[636]
Dil
oğullarından bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın Nudayr b. Hâris'e yüz deve
vereceğini müjdeleyince, Nudayr b. Haris Müslümanlığı rüşvetle kabul etmiş
olmamak için önce bunu almaktan kaçınmış, sonra kendisinin bu hususta hiçbir
talebi olmadığını ve bunun bir ihsan olabileceğini düşünerek kabul etmiş, on
devesini de müjdeleyiciye bağışlamıştır.[637]
Nudayr
b. Haris; kendisine Müslümanlığı nasip edip, atalarının üzerinde ölüp gittikleri,
kardeşiyle amca oğullarının öldürüldükleri şey üzerinde öldürmediği için, Yüce
Allah'a çok çok şükrederdi.[638]
Yüce
Allah ondan razı olsun![639]
Ebu
Mahzûre der ki:
"On
genç arasında, Peygamber Aleyhisselamla birlikte Huneyn'e gitmiştik.
O
zaman, kendisi bize insanların en nefret edileni, istenilmeyeni ve
hoşlanılmayanı idi.[640]
Huneyn'den
dönüşünde, yolda Resûlullah Aleyhisselama rastladık.[641]
Ci'râne'de[642]
Resûlullah Aleyhisselamın müezzini namaz için kalkıp ezan okudu.
Müezzinin
sesini işitince, bizler, gizlenmiş olarak,[643]
onlarla alay etmiş olmak için, ezanı yüksek sesle tekrarladık.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Getiriniz
bana şu gençleri!1 buyurdu.[644]
Getirildik,
önünde durduk.[645]
Bize:
'Haydi,
ezan okuyunuz!' buyurdu.
Okuduk.
Okuyanların
birisi, sonuncusu ben idim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sesini
en çok yükselttiğini işittiğim, içinizden hanginizdir?' diye sordu.
Arkadaşlarımın
hepsi birden bana işaret ettiler ve beni doğruladılar.
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselam onları saldı, beni orada tuttu, alıkoydu.[646]
'Bunun,
işitmiş olduğum sesi, ne güzeldir![647]
Kalk,
namaz için ezan oku!' buyurdu.
O
zaman, bana, Resûlullah Aleyhisselamdan da, onun emrettiği şeyden de daha
sevimsiz gelen birşey yoktu!
Resûlullahın
önünde ayağa kalktım.
Ezan
okumayı bana kendisi öğretti ve ezberletti:[648]
"Allâhu
Ekber! Allâhu Ekber!
Allâhu
Ekber! Allâhu Ekber!
Eşhedü
en lâ ilahe illallah! Eşhedü en lâ ilahe illallah!
Eşhedü
enne Muhammederresûlullâh! Eşhedü enne Muhammederresûlullâh!
Hayye
alessalâh! Hayye alessalâh!
Hayye
alelfelâh! Hayye alelfelâh!
Allâhu
Ekber! Allâhu Ekber!
Lâ
ilahe illallah!' de!' dedi.
'Sabahın
ilk ezanını okuduğun zaman da:
'Hayye
alelfelah'tan sonra:
'Essalâtu
hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!'
İkamet
getireceğin zaman da:
'Kad
kâmetissalâh! Kad kâmetissalâh!' de! Duydun mu?[649]
'Allâhu
Ekber!' ve 'Eşhedü en lâ ilahe illallah!' derken sesini yükselt!
'Eşhedü
enne Muhammederresûlullâh!' derken sesini kıs!'
buyurdu.[650]
Sonra,
beni çağırdı. Ezanı okuttuğu zaman, bana bir kese gümüş para verdi. Elini
alnıma koydu. Yüzümü, gözümü, sırtımı sığadı ve:
'Allah
senin hakkında hayırlı ve mübarek kılsın!' buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! Mekke'de benim müezzinlik yapmamı emretsen?' dedim.
'Senin
Mekke'de müezzinlik yapman için emir veriyorum![651] Git!
Mekkelilerin ezanını oku![652]
Attâb b. Esîd'e, 'Mekkelilerin ezanını okumamı, bana Resûlullah emretti' de!'
buyurdu.[653]
Bunun
üzerine, Resûlullah Aleyhisselama karşı, içimdeki bütün sevgisizlikler gidip,
yerine sevgi doldu!
Mekke
valisi Attâb b. Esîd'in yanına vardım.
Resûlullah
Aleyhisselamın emriyle, namaz ezanlarını okumaya başladım."[654]
Ebu
Mahzûne, Huneyn'den dönüşte, Ci'râne'de Müslüman oldu.[655]
Yüce
Allah ondan razı olsun!
Ebu
Mahzûre, önceleri, ezanı Bilal-i Habeşî ile birlikte okurdu.[656]
Kendisi,
ezan okuyanların en gür ve güzel seslisi idi.[657]
Mekke
Mescid-i Haram müezzinliği, Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Mahzûre'yi tayin
edişinden başlayarak, oğuldan oğula geçe geçe sürüp gitmiştir.[658]
Ebu
Mahzûre, Peygamberimiz Aleyhisselamın eli değdi diye saygısından dolayı,
alnının saçını hiç kestirmemiştir.[659]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Ci'râne'de onüç gece kaldıktan sonra, Zilkade ayının bitmesine
oniki gece kala, Çarşamba gecesi, Ci'râne'den ayrılacağı sırada,[660]
Ci'râne'de kaldığı müddetçe namazlarını içinde kıldığı, vadinin alt tarafındaki
yamaçta bulunan mescide vardı.[661]
Orada,
Allah'ın dilediği kadar namaz kıldı.[662]
Sonra,
umre için ihrama girdi.[663]
Ci'râne vadisini ihramsız geçmedi.[664]
Bunun
için, Mekkelilerle çevresindekilerin Ci'râne'de ihrama girip umre yapmaları
efdal sayılmıştır.[665]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, devesine bindi.[666]
Ci'râne'den,
geceleyin, umreye niyetlenmiş olarak ayrıldı.[667]
Batn-ı
Şerife doğru yönelip Medine yoluna kavuşuncaya kadar ilerledi.[668]
Mekke'ye
geceleyin girdi.[669]
Beytullah'ı
görünceye kadar, tel biyeyi kesmedi.
Kabe'nin
BenîŞeybe kapısında devesini indirdi ve Mescid-i Haram'a girdi.[670]
Geceyi
Mekke'de geçirmiş gibi sabahladı.[671]
Ashabıyla
birlikte Kabe'yi tavafa başlamadan önce, omuz ihramının bir ucunu sağ koltuğu
altından alarak sol omuzu üzerine attı.
Tavafın
üç devresini, adımlarını kısaltmak, omuzlarını silkelemek suretiyle hızlı ve
çalımlı olarak, tavafın dört devresini ise sükûnetle, ağır ağır yürüyerek
yaptı.[672]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Safa ile Merve arasında dört gidiş üç gelişten ibaret olan sa'yi
de deve üzerinde yaptı ve yedinci devresinde Merve yanında başının saçını
kazıttı.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın başının saçını kazıyan, Benî Beyâzaların kölesi Ebu Hind veya
Hıraş b. Ümeyye idi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu umrelerinde kurban kesmedi.[673]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, umresini yapıp, Medine'ye dönmek üzere Mekke'den ayrılacağı sırada,
Attâb b. Esîd'i Mekke'ye tekrar vali olarak tayin etti.[674]
Zaten,
Huneyn gazasına çıkarken de, onu Mekke'de vali olarak görevlendirmişti.[675]
Attâb
b. Esîd:
"Yâ
Rasûlallan! Beni niçin arkanda bırakıyor (yanında götürmüyor)sun?" dedi.[676]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ey
Attâb! Benim seni kimlerin üzerine vali tayin ettiğimi biliyor musun?"
diye sordu.[677]
Attâb:
"Allah
ve Allah'ın Resûlü daha iyi bilir!" dedi.[678]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
seni Yüce Allah'ın ev halkı üzerine vali tayin ediyorum![679]
Sen
buna razı değil misin?[680]
Eğer
onlar için senden daha hayırlı olanını bilseydim, bulsaydım, onların üzerine
onu tayin ederdim!" buyurdu.[681]
Attab
b. Esîd; gerçekten salih, bilgili, faziletli,[682] son
derecede verâ ve takva sahibi, Allah adamı idi.[683]
Kendisi,
vali tayin edildiği zaman, yirmi yaşlarında bulunuyordu.[684]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ona günlük iki dirhem valilik maaşı (geçimliği) bağladı.[685]
Attab
b. Esîd, Mekke halkına; Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisini günlük iki
dirhem geçimlikle Mekke valiliğinde görevlendirdiğini, geçim hususunda hiç
kimseye muhtaç olmadığını bildirmiş, "İki dirhemle açlığını gideremeyen
kimsenin kamını, Allah acıktırsın!" demiştir.[686]
Yüce
Allah ondan razı olsun![687]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Attâb b. Esîd'i Mekke valiliğine tayin ettiği zaman, Muaz b.
Cebel'i de, Mekkelilere fıkıh ve Kurân-ı Kerîm öğretmek üzere, Mekke'de
bıraktı.[688]
Muaz
b. Cebel ile birlikte Ebu Musa el-Eş'ar?nin de Mekke'de Kur"ân ve fıkıh
öğretmek üzere bırakıldığı rivayeti de vardır.[689]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Mekke'den Ci'râne'ye dönüp, geceyi Ci'râne'de geçirmiş gibi
sabahladı.[690]
Perşembe
günü, Müslümanlarla birlikte Ci'râne'den yola çıkıp Batn-ı Şerife, oradan da
Merru'z-zahran'a giden yolu tutarak Merruz-zahran'a geldi.[691]
Zilkade
ayının kalanında,[692]
Zilkade ayından kalan altıncı gecede[693]
Medine'ye geldi.[694]
Peygamberimiz
Aleyhisselam ganimet mallarıyla esirlerin mücahidler arasında bölüştürülmesi
işini, Hevâzin temsilcilerinin gelmeleri için[695] on geceden
fazla bekletip dundu.[696]
Hevâzin
temsilcilerinin gelmeleri gecikince, onların esirlerini Müslümanlar arasında
bölüştürdü[697]
Nihayet,
Hevâzin temsilcileri Medine'ye geldiler ve Müslüman oldular.[698]
Genlerindeki
kavimlerinin de Müslüman oldukları haberini getirdiler.[699]
Onlar,
başlarında Ebu Sured Züheyr b. Sured olmak üzere ondört kişi idiler.[700]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın sütannesi Halime Hatun tarafından amcası olan Ebu Burkan da
aralarında bulunuyordu.[701]
Hevâzin
temsilcileri:
"Yâ
Rasûlalları! Biz, köklü bir kabileyiz![702]
Sana
meçhul olmadığı üzere, biz bu musibete uğramış bulunuyoruz.[703]
Allah'ın
sana lütuf ve ihsanda bulunduğu gibi, sen de bize karşı lütuf kâr ol!"
dediler.
Benî
Sa'd b. Bekr oğullarından Ebu Sured Züheyr ayağa kalktı ve:
"Yâ
Rasûlallah! Şu gölgeliklerde bulunanlar, senin süt halaların, teyzelerin ve
sana süt emzirip bakmış olan kadınlardır!
Eğer
biz Şam kralı Haris b. Ebi Şimr'i veya Irak kralı Numan b. Münzirl emzirmiş ve
şimdiki duruma düşüp de kendisinin şefkat ve ihsanlarını dilemiş olsaydık,
bize esirgemezlerdi.
Halbuki,
sen süt emzirilip bakılanların en hayıriısısın!" dedi.[704] Bu
hususta bir de şiir söyledi.[705]
Hevâzin
temsilcileri, mallarının ve esirlerinin kendilerine geri verilmesini istediler.[706]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben
sizin gelmeyeceğinizi sanıncaya kadar işi bekletmiş, geciktirmiştim.
Fakat,
siz çok geç kaldınız.
Esirler,
mücahidler arasında bölüştürülmüş bulunuyor.[707]
Bana
sözün en sevimli, en güzel olanı, doğru olanıdır.[708]
Görüyorsunuz
ki; yanımda bunca Müslümanlar var!
Onların
hepsini, haklarından vazgeçirmekzordur.[709]
Şimdi,
siz, iki şıkkın birisini; ya esirleri, ya da mallan tercih ediniz!"
buyurdu.[710]
"Size
çocuklarınızla kadınlarınız mı, yoksa
mallarınız mı daha sevgilidir? diye sordu.[711]
Temsilciler,
kendilerine ancak ikisinden birisinin verilebileceğini anlayınca:[712]
"Yâ
Rasûlallah! Sen bizi mallarımızla çoluk çocuklarımız arasında muhayyer,
onlardan birini seçmekte serbest bıraktın!
Biz,
kadınlarımızı ve çocuklarımızı tercih ediyoruz![713]
Sen
bize kadınlarımızı ve çocuklarımızı geri ver!
Çünkü
onlar, bizim yanımızda, maldan daha sevgilidir!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Benim
hisseme ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşenleri size bağışladım.
Halka
öğle namazını kıldırdığım zaman, sizler ayağa kalkıp:
'Biz
çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Resûlullahın Müslümanlar katında,
Müslümanların da Resûlullah katında şefaatini diliyoruz!' dersiniz.
Bunun
üzerine, ben de:
'Bana
ve Abdulmuttalib oğullarına düşenleri bağışladım!' derim.
Müslümanlardan
da, sizin için istekte bulunurum!" buyurdu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam Müslümanlara öğle namazını kıldırınca, Hevâzin temsilcileri,
Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine emrettiği üzere, ayağa kalktılar ve:
"Biz,
çocuklarımız ve kadınlarımız hakkında Resûlullahın Müslümanlar katında,
Müslümanların da Resûlullah katında şefaatini diliyoruz!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Benim
hisseme ve Abdulmuttalib oğullarının hisselerine düşenler, sizin olsun"
buyurdu.
Bunun
üzerine, Muhacirler:
"Biz
de, hisselerimize düşenleri Resûlullah Aleyhisselam için bağışladık!"
dediler.
Akra'
b. Habis:
"Ben
ve kabilem olan Temim oğulları adına, hayır! Bağışlamayız!" dedi.
Uyeyne
b. Hısn:
"Ben
ve kabilem olan Fezâre oğulları adına, hayır! Biz bağışlamayız!" dedi.
Abbas
b. Mirdas es-Sülemî:
Ben
ve kabilem olan Benî Süleymler adına, hayır! Biz bağışlamayız!" dedi.[714]
Fakat,
her iki kabile halkı (Temim oğulları ile Süleym oğulları), Akra' ile Abbas'ın:
"Hayır!
Bağışlamayız!" sözleri üzerine, onlara:
"Hayır!
Sen yalan söylüyorsun! Esirler Resûlullah Aleyhisselama bağışlanmıştır!"
dediler.[715]
Süleym
oğulları:
"Biz
hissemize düşenleri Resûlullah Aleyhisselama bağışladık!" dedikleri zaman,
Abbas b. Mirdas
"Siz
beni küçük düşürdünüz!" diyerek onlara çıkıştı.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kalkıp Müslümanlara bir hutbe irad buyurdu.[716]
Hutbesinde,
Yüce Allah'a lâyık olduğu üzere hamd ü senada bulunduktan sonra:
"İmdi,
şu kardeşleriniz, tevbe ve nedamet ederek, Müslüman olarak bize geldiler.
Ben
de, esirlerini geri vermeyi uygun gördüm.
Sizden
her kim esirlerini gönlünden koparak, karşılıksız geri vermeyi arzu ederse,
bunu yapsın!
Sizden
herkim de, kendi hissesini tutmak, karşılıksız vermemek isterse,[717]
Allah'ın bize ihsan edeceği ilk ganimet malından[718] ona
üçü dört yaşına, üçü de beş yaşına basmış[719]
altı deve verilecektir.[720] O
da, bağışını bu şartla yapsın![721]
Şu
insanlara, çocuklarını ve kadınlarını geri veriniz!" buyurdu.[722]
Müslümanlar
"Resûlullahın
hatırı için, onlara bu esirlerini gönlümüzden koparak bağışlıyoruz!"
dediler.
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sizlerden
buna kimlerin nzası var, kimlerin rızası yok, bilemeyiz. Siz hemen dönüp
gidiniz de, bize muvafakati arın iz ı işbilir kişileriniz gelip arzetsin!"
buyurdu.
Müslümanlar
konak yerlerine döndüler.
İşbilir
kişiler, kabileleri halkı ile konuştuktan sonra, geri gelip Peygamberimiz
Aleyhisselama her bir kabile halkının Hevâzin esirlerini geri vermeye muvafakat
ettiklerini ve bundan hoşnutluk duyduklarını bildirdiler.[723]
Zeyd
b. Sabit de, Ensan birer birer dolaşarak, onlara:
"Esirleri
teslim edecek misiniz?" diye sordu.
Hiçbiri
itiraz etmedi. Hepsi de teslim etmeye razı oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hz. Ömer'i de Muhacirlere gönderdi.
O
da, esirleri teslim etmelerini onlardan istedi. Hiçbir itiraz eden olmadı.
Hepsi muvafakat ettiler.
Ebu
Rühmü'l-Gıfârî de, Arap kabilelerini dolaştı.
Onlar
da, teslim etmeye razı olmak hususunda birleştiler.
Ellerinde
bulunan esirleri Hevâzin temsilcilerine teslim ettiler.
Abdurrahman
b. Avf'a düşen kadın ise, kalmak veya kavminin yanına dönmekte serbest
bırakıldı.
O
da, kavminin yanına gitmek istedi ve gönderildi.
Sa'd
b. Ebi Vakkas'ın elindeki kadın ise, onun yanında kalmayı tercih etti.
Hz.
Ali, Hz. Osman, Hz. Talha ve Safvan b. Ümeyye'nin hissesine düşen kadınlar kavimlerine
teslim edildiler.[724]
Hz.
Ömer, kendisine düşen kadını oğlu Abdullah'a bağışlamıştı. Abdullah da onu Benî
Cumahlardan dayılarının yanına göndermişti.
Hevâzinler,
sonradan gelip onu da aldılar, götürdüler.[725]
Uyeyne
b. Hısn Hevâzin esirleri arasından koca bir karıyı seçip alırken:
"Sanırım
ki; bu ya bir kabile anasıdır, ya da kabilede soylu bir kadındır. Herhalde
bunun kurtulmalık akçesi de büyük olur!" demişti.[726]
Uyeyne
b. Hısn; esirlerin Hevâzin
temsilcilerine geri verilişi sırasında, bu koca kadını Peygamberimiz
Aleyhisselam tarafından ileride altı deve verilmek üzere Hevâzinlere teslim
etmeye yanaşmadı.[727]
Koca
kadının genç oğlu, Uyeyne'nin yanına varıp:
"Sana
bu anam için yüz deve versem olmaz mı?" diye sordu.
Uyeyne:
"Hayır!
Olmaz!" dedi.
Genç
geri döndü. Uyeyne'yi kendi haline bıraktı.
Koca
kadın, oğluna:
"Sen
yüz deveyi nereden bulup peşin peşin vereceksin?!
Bırak
onu kendi haline, acele etme!
O,
beni kurtulmalıksız da bırakacaktır!" dedi.
Uyeyne,
koca kadının bu sözünü işitince:
"Ben
bugünkü gibi bir hile görmedim!
Vallahi,
o beni bununla ne aldatabilir, ne de benden kurtulabilir!
Vallahi,
seni kendimden asla ayırmayacağım!" dedi.
Uyeyne,
koca kadının oğluna rastlayıp:
"Bana
teklif ettiğin develer karşılığında, alır mısın onu?" diye sordu.
Genç
oğul:
"Sana
elli deveden fazla veremeyeceğim!" dedi.
Uyeyne:
"Yapamam!"
dedi.
Bir
müddet sonra, tekrar gencin yanına uğradı.
Genç,
Uyeyne'den yüzünü çevirdi.
Uyeyne,
gence:
"Bana
teklif ettiğin develer karşılığında, onu alır mısın? diye sordu.
Genç
oğul:
"Sana
yirmibeş deveden fazla veremeyeceğim!" dedi.
Uyeyne:
"Vallahi
yapamam! Yüz deveden sonra, yirmibeş deveye in hâ?! dedi.
Uyeyne,
Hevâzinlerin yurtlarına dağılıp gitmelerinden korkunca, tekrar gencin yanına
vardı ve:
"Onu
(ananı) bana teklif ettiğin develer karşılığında alır mısın?" diye sordu.
Genç:
"Sana
onun karşılığında on deve versem olur mu?" dedi.
Uyeyne:
"Vallahi
yapamam!" dedi.
Hevâzinler
gidecekleri sırada, Uyeyne, koca kadının oğluna:
"İstiyorsan,
onu teklif ettiğin on deve karşılığında alır mısın?" diyerek seslendi.
Genç
oğul:
"Sen
onu salsan da, sana bir kuzu versem olmaz mı?" diye sordu.
Uyeyne:
"Bana
senin kuzun gerekmez! Ben bugünkü gibi bir iş görmedim!" diye kendi
kendine söylenerek ve kendisini kınayarak dönerken, koca kadının oğlu:
"Bunu
kendine sen yaptın! Çok yaşlı, koca bir kadını almaya yöneldin!
Halbuki,
onun ne süt gelir memeleri, ne çok doğurur kamı, ne latif dudakları, ne de
ardından ona üzülecek, onu arayacak kocası var!
Sen,
gördüklerinin arasından, işte böylesini seçip aldın!?" dedi.[728]
Bunun
üzerine, Uyeyne b. Hısn, ileride Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından
verileceği vaad buyurulan altı deveye razı olmaktan başka çare bulamadı.[729]
Koca
kadının oğlu:
"Ey
Uyeyne! Resûlullah Aleyhisselam esirlere elbise giydimnişti.
Yoksa,
aranızda, bunun elbisesi hakkında bir yanlışlık mı yapıldı? Sen buna elbisesini
giydirmedin mi?" diye sordu.
Uyeyne:
"Hayır!
Vallahi, buna ait yanımda birşeyyok!" dedi.
Genç:
"Gel,
sen böyle yapma!" dedi.
Halbuki,
Uyeyne koca kadın için vücudunun her tarafını kaplayacak kadar geniş bir elbise
ayırıp almış bulunuyordu![730]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Hevâzin esirleri ve mallan bölüşülürken, Hevâzinlerin başkanı ve
başkumandanı Malik b. Avf'ın ev halkı ile mallarını bölüştürme dışında tutmuş,
ev halkının da Mekke'de onların halaları olan Ümmü Abdullah binti Ebu
Ümeyye'nin yanında bir müddet tutuklu bulundurulmalarını emretmişti.[731]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Hevâzin temsilcilerine:
"Malik
b. Avf ne yapıyor?" diye sormuştu.[732]
Temsilciler:
"O,
kaçıp Taif kalesine girdi.[733]
Şimdi Sakîflerin yanında bulunuyor!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Malik'e
haber veriniz ki; eğer Müslüman olur, yanıma gelirse, kendisine ev halkını ve
malını geri verir, ayrıca da yüz deve ihsan ederim" buyurdu.[734]
Malik
b. Avf, Peygamberimiz Aleyhisselamın yaptığı vaadleri ve kavmi hakkında
yapılanları, kendisinin ev halkı ile mallarının tutulduğunu ve korunduğunu
haber alınca,[735] Peygamberimiz
Aleyhisselamın söylediklerini Taifliler, Sakîfler öğrenirler de kendisini
tutuklar!ar diye korktu.
Adamlarına,
devesini hazırlamalarını emretti.[736] Dahnâ'da
devesini hazırladılar.[737]
Atını
getirmelerini emretti, geceleyin atı Taife getirildi.
Gece
Taif kalesinden çıktı. Atına binip, devesinin bulundurulmasını emrettiği yere
kadar, atını koşturdu.[738]
Dahnâ'da[739] devesine bindi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi. Müslüman oldu. İslâm ibadetleriyle Müslümanlığını güzeli
eştirdi.
Yüce
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona ev halkı ile mallarını geri verdi. Ayrıca da, yüz deve ihsan
etti. Kendisini, kavminden Müslüman olan kabilelere;[740]
Sümale, Selime[741] ve
Fehm kabilelerine vali ve kumandan tayin etti.[742]
Bu
kabileler, Taif ve çevresinde oturmakta idiler.[743]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Malik b. Avf'a bir de sancak bağlayıp verdi.[744]
Malik
b. Avf, Müslüman olduğu zaman söylediği bir şiirinde:
"Bütün
insanlar arasında Muhammed'in bir benzerini daha ne görmüş, ne de işitmişimdir!
Kendisinden
birşey istenildi mi, o onu fazlasıyla verir!
Ne
zaman istersen, o sana yarın vukua gelecek şeylerden de haber verir!"
demiştir.[745]
Malik
b. Avf, kendisine bağlı kabileleri yanına alarak[746]
müşrik olan kabilelerle,[747]
hususan Sakillerle savaştı.[748]
Onlara baskınlar yaptı.[749]
Sakîflerin sağmal develerini, Taif surlarının dışındaki yaylım yerlerine
çıkamaz etti. Dışarı çıkan yaylım hayvanlarını baskın yapıp ele geçirdi.[750]
Nitekim,
Taiflilerin yaylımlarına yaptığı bir sabah baskınında 1.500 davarlarını ele
geçirmişti.[751]
Malik
b. Avf'ın baskınları, Sakîflere çok sıkıcı gelmeye başladı.[752]
Hatta,
Ebu Mıhcan, bu husustaki bir şiirinde şöyle yakınmaktan kendini alamamıştır
"Düşmanlar
bizden korkar, uzaklaşırlarken, şimdi Benî Selimeler üzerimize yürümeye,
bizimle savaşmaya başladılar!
Malik,
ahdini bozarak, onlarla birlikte üzerimize yürüdü! Konak yerlerimize kadar
geldiler.
Halbuki,
onlar ahdi bozanları cezalandırıcı idiler."[753]
[1] Vâkıdî, c. 1 , s. 6, İbn
Sa'd, c. 2, s. 149, İbn Esir, c. 2, s. 261.
[2] Vâkıdi, c. 3, s. 889, İ
bn S a'd, Tabak ât, c. 2, s. 150, Zehe bf, M eg âzf, s. 477, E bu'l-F idâ,
el-Bi dâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 322.
[3] Vâkıdî, c.3,s. 889,
İbnSa'd.c.2, s. 150, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 208.
[4] İbn Sa'd, c. 2, s. 150,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 365.
[5] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 21.
[6] Tabeıf, Tefsir, c. 1 0,
s. 100.
[7] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 895.
[8] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 85, Belâzurî, E nsâb, c. 1, s. 364.
[9] Tabeıf, Târîh, c. 3, s.
125.
[10] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 5.
[11] Süheyli, Ravdu'l-ünüf,
c.6, s. 549, c. 7, s. 199, Yâküt, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 313.
[12] Taberî, Tâıîh.c.3, s. 1 25,126, İbn Haldun, Târih,
c. 2, ks. 2, s. 45.
[13] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
804,806.
[14] Vâkıdî, c. 3, s. 885,
İbn Sa'd, c. 2, s. 149.
[15] İbn Esîr, c. 2, s. 261.
[16] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
885-886.
[17] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 420.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
816, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 313.
[19] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 80, Vâkıdî, c. 3, s. 885, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-k übrâ, c. 2, s.
149-150, Tab en, Târîh, c.3, s. 126.
[20] Vâkıdî, c. 3, s. 885,
İbn Sa'd, c. 2, s. 150, Taberî, c. 3, s. 126.
[21] Vâkıdî, c. 3, s. 885.
[22] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[23] Vâkıdî, c. 3, s. 886.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[25] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 3, s. 34.
[26] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
886.
[27] Vâkıdî, c. 3, s. 889,
Taberî, c. 3, s. 127.
[28] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 80, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 885, Taberî, Târîh, c.3, s. 126.
[29] Vâkıdî, c. 3, s.
886-887, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-k übrâ, c. 2, s. 150.
[30] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 80, Taberî, c. 3, s. 126.
[31] Vâkıdî, c. 3, s. 886.
[32] Yâküt, Mu'cemu'l-büldân,
c. 1, s. 281.
[33] Zemahşerf, Keşşaf, c. 2,
s. 1 82.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 80-81, Vâkıdî, c.3, s. 887, Taberî, c. 3, s. 126.
[35] İbn İshak, İbn Hişam ,c.
4, s. 81, Vâkıdî, c. 3, s. 887-888, İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 1, s.
133, Taberî, c. 3, s. 126, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 122-123,
İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 261.
[36] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 81, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 888, Taberî, Târîh, c. 3, s. 126,
İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c.1, s. 133, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5,
s. 122-123, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 261.
[37] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 81, Taberî, c. 3, s. 126, İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 1 , s. 133,
Beyhakî, c. 5, s. 123.
[38] İbn Abdi Rabbih,
Ikdu'l-ferfd, c. 1, s. 133.
[39] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 81-82, Vâkıdî, c.3, s. 888, Taben , c. 3, s. 126-127, İbn Abdi Rabbih, c.
1, s. 133, Beyhakî, c. 5, s. 122, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[40] Vâkıdî, c. 3, s. 888.
[41] İbn İshak, İbn Hişam,
c.4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 888, İbn Abdi Rabbih, c. 1, s. 133, Taberî, c.3, s.
1 27, İbn Esîr, c.2, s. 262.
[42] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
888.
[43] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82.
[44] İbn Abdi Rabbih,
Ikdu'l-ferfd, c. 1,s.133.
[45] Vâkıdî, c. 3, s. 888,
Taberî, c. 3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[46] Vâkıdî, c. 3, s. 888.
[47] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 82, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 888, Taberî, Târîh, c. 3, s. 127,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 123, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262.
[48] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 888, Taberî, c. 3, s. 127, İbnEsîr, c.2, s. 262.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
888-889.
[50] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c.4, s. 82.
[51] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
889.
[52] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 889, İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 1, s. 1 33,
Taberî, c. 3, s. 127.
[53] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, İbn Abdi Rabbih, Ikdu'l-ferfd, c. 1, s. 131,134, Taberî, c. 3, s.
127.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/17-23.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[55] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
893, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[56] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhaki, c. 5, s. 121.
[57] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
893.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/23-24.
[58] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 157, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 63.
[59] Hâkim, Müstednek, c. 3,
s. 49, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 1 21, Halebî, c. 3, s. 63.
[60] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 82-83, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 893, Taberî, Târih, c. 3, s. 127.
[61] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 83.
[62] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s.
893.
[63] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 893, Taberî, c. 3, s. 127.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/24-25.
[64] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.4, s. 83, Taberî, Târih, c. 3, s. 127, İbn Esir, Kâmil, c. 2, s. 262.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 83, Taberî, c. 3, s. 127, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 49, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 121, İbnEsîr, c. 2,5.262.
[66] Veya 400 adet idi (İbn
Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 238).
[67] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 83, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhakî, c. 5, s. 121, İbn Esîr, c.2, s.
262, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 189, Zehebî, Megâzî, s. 475476,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 324, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 207.
[68] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 890, Taberî, c. 3, s. 1 27, İbn Seyyid, c.2, s. 189,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 324, İbn Kayyım, c. 2, s. 207.
[69] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 5, s. 354, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 63, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 3, s. 7.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/25-26.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 83, Vâki df.c. 3, s. 889, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 365, Taberî,
c. 3, s. 127-128, Beyhakî, c. 5, s. 121, İbn Haan, Cevâmiu's^sfne, s. 238, İbn
Esîr, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, c. 2, s. 189, Zehebî, s. 476, E bu'l-Fidâ, c.
4, s. 325, İbn Kayyım, c. 2, s. 208 İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 45.
[71] Vâkidf, c. 3, s. 889,
Belâzurı, Ensâb, c. 1, s. 365.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26.
[72] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
889, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 150, Zehebî, Megâzî, s. 477,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 322.
[73] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 83, Vâkıdî, c. 3, s. 889, İbn Sa'd, c. 2, s. 1 50, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 365, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 62, Taberî, Târîh, c. 3,
s. 127, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 121,124, İbn Haim, Cevâmiu's-are,
s. 238, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 189,
Zehebî, Megâzî, s. 476, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 324, İbn Kayyı m, Zâdu'l-mead, c.
2, s. 208, İbn Haldun, Târîlı, c. 2, ks. 2, s. 46, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 209, Diyarbekrî, Târftıu'l-hamfs, c. 2, s. 100,Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 63.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26.
[74] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
890.
[75] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 63-64.
[76] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 130.
[77] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
894-895, Be^tıakf, Delâil, c. 5, s. 130.
[78] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
895.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/26-27.
[79] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 85, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 890-91, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
5, s. 218, Ezrakî, Mekke, c. 1,s.130.
[80] Vâkıdî, c. 3, s. 891,
Ezrakî, c. 1, s. 130.
[81] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 218.
[82] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 84, Vâkıdî, c.3, s. 890, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 218, Ezrakî, c.1, s.
129-130.
[83] Vâkıdî, c. 3, s. 891,
Yâküt, Mu'cemu'l-büldân, c. 1, s. 273.
[84] Ezrakî, Ahbâru Mekke, c.
1, s. 130.
[85] Yakut, Mu'cemu'l-büldân,
c. 1, s. 273.
[86] Zehebî, Megâzî, s. 478.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/27-28.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
892, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 150. 87.
[88] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 1127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
[89] Vâkıdî, c. 3, s. 892,
Halebî, c. 3, s. 63, Zürkânf, c. 3, s. 7.
[90] Taberî, Tâıîh.c.3, s. 1 27.
[91] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Vâkıdî, c.3, s. 892, Taberî,c.3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.2, s.189, Zehebi, s. 478.
[92] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4,s.82, Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 892, Taberî, Târih, c.3, s. 127, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 189, Zehebî,
Megâzî, s. 478, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 323.
[93] Vâkıdî, M egâzf,
c.3,s.892-893, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 3, s. 7.
[94] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Vâkıdî, c. 3, s. 893, Taberî, c. 3, s. 127, Beyhakî, c. 5, s. 1 23,
İbn Esîr, c. 2, s. 262, İbn Seyyid, c.2, s. 189.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/28-29.
[95] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
895, Halebî, İnsan, c. 3, s. 64.
[96] Hal ebf, İnsan, c. 64.
[97] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 82, Taberî, c. 3, s. 127, İbn Esîr, c. 2, s. 262.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/30.
[98] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
897, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 150.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
897.
[100] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
897, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 150.
[101] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 156, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286, Taberî,
Tefar, c. 10, s. 1 02, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 141.
[102] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 156, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 286, Taben, Tefsir, c. 10, s. 102.
[103] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
897, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 50.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/30-32.
[104] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
897.
[105] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 239.
[106] İbn İshak, İbn Hisam ,
Sîre, c. 4, s. 85, Ahmed b. Hanbel,c.3, s. 376, Taberî, Târih, c. 3, s. 1 28, İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 262-263, İbn Seyyid, Uvûnu'l-eser, c. 2, s. 189-190,
Zehebî, Megâzî, s. 479, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 326, İbn
Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 208, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c. 6, s. 179,
Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 101.
[107] Müslim, Sahîh, c. 3, s.
1402.
[108] Müslim, Sahîh, c. 3, s.
1400-1401.
[109] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 281 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 99, Müslim , c. 3, s. 1 401.
[110] Taben, Tefsir, c. 10, s.
100.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
897, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 51.
[112] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 1 51.
[113] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 65, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 10.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/32-34.
[114] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
902-903, 904.
[115] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4,s. 88, Taberî, Târih, c. 3, s. 129.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 88, Serahsf, Siyeru'l-kebfr Şerhi, c. 1, s. 185, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
904.
[117] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 279.
[118] Serahsi, Siyeru'l-kebîr
Şerhi, c. 1, s. 185, Vâki cif, Megâzî, c. 3, s. 904.
[119] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 88, Vâkıdî, c. 3, s. 904.
[120] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 89.
[121] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 89, Vâkıdî, c. 3, s. 904, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 279.
[122] Serahsi, Siyeru'l-kebfr
Şerhi, c. 1, s. 185, Vâkıdî, c. 3, s. 904.
[123] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 279.
[124] Serahsi, Siyeru'l-kebir
Şerhi, c. 1, s. 185.
[125] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre, c. 4, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 903-904, Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 279, Taberî, Târih, c. 3, s. 129.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/34-36.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
906.
[127] İbn İshak, İtan Hişam,
c. 4, s. 85, Taberî, c. 3,s.128,İbn
Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 190, Zehebî, Megâzî,
s. 479, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 208.
[128] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 286.
[129] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 157.
[130] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 85, Taberî, c. 3, s. 128, İbn Esîr, c. 2, s. 263.
[131] Ümmü Eymen'in oğlu Eymen
b. Ubeyd, Hazrecflerden Ubeyd b. Anr'ın Ümmü Eymen'den doğma oğlu olup, Üsâme
b. Zeyd'in anne bir kardeşi idi (İbn Sa'd, c. 2, s. 152, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 1, s. 189). Huneyn'de Peygamberimiz AJeyhisselamın çevresinde onu canla
basla korumaya çalışan sayılı ashab arasındaydı (İbn İshak, c. 4, s. 85-86).
Kendisi, Peygamberimiz ^Jeyhisselamın ibriğini taşır, gerektiği zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselam a verirdi (İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 1, s. 189).
AJlah ondan razı olsun.
[132] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 85-86, Vâki df, c. 3, s. 900, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 365,
Taberî, c. 3, s. 128, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 127, İbn Esîr, c. 2,
s. 263, İbn Seyyid, c. 2, s. 190, Zehebî, s. 479, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 326.
[133] Vâkıdî, c. 3, s. 901,
Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 365, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s.
11.
[134] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
901.
[135] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
901, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 142, Zehebî, Megâzî, s. 484, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 180, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 102,
Halebî, İnşânu'l-uyûn, c. 3, s. 64.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/36-37.
[136] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 88, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 902, Taberî, Târih, c. 3, s. 129,
Heysemî, Meonau'z-zevâid, c.1,5.179
[137] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 88, Taberî, c. 3, s. 129.
[138] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
902.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/37.
[139] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 90, Vâkıdî, c. 3, s. 908, Ahmedb.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 306, Buhârî,
Sahih, c. 5, s. 101.
[140] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 90, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 306.
[141] Vâkidi, c. 3, s. 908,
Buhân, c. 5, s. 100.
[142] Buhâri , Sahih, c. 5, s.
1 00-101.
[143] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 90, Vâkıdî, c.3, s. 908, Ahmed b. Hanbel, t 5, s. 303.
[144] Buhâri, Sahih, c. 5, s.
1 00.
[145] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 90. Vâkıdî, c.3, s. 900, Ahmed b. Hanbel, t 5, s. 306.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/38.
[146] Serahsi, Siyeru'l-kebir
Şerhi, c. 3, s. 1009, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 70, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
[147] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 70, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 1 2.
[148] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 12.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/38-39.
[149] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 910, Taberî, Târîh, c. 3, s. 128,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 190, Zehebî,
Megâzî, s. 479, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 327, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 208.
[150] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 1 02, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 70.
[151] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
910.
[152] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 70.
[153] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 86, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 910, Taberî, c.3, s. 128, İbn E sır, c. 2, s.
263, İbn Seyyid, c. 2, s. 190, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 327, İbn Kayyım, c. 2, s.
208.
[154] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 131 , Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 70, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 12.
[155] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 86, Vâkıdî, M egâzf.c. 3, s. 91 0, Taberî, Târih, c. 3, s. 128,
Beyhakî, De lâilü'n-nübüvvıe, c. 5, s. 128, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 263, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 190, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 180.
[156] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
895, Beyhakî, c. 5, s. 128, İbn Esîr, c. 2, s. 263, Heysemî, c. 6, s. 180,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 71, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3,
s. 12.
[157] Zehebî, Megâzî, s. 481 .
[158] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
910-911.
[159] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
911, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 70.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/39-41.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
909.
[161] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 71.
[162] Vâkicif, Megâzî, c. 3,
s. 909-910, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 145, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c.4, s. 333.
[163] İtan İshak.İbnHişam, c.
4, s. 87, Taberî, Târih, c. 3, s. 128, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[164] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
910, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[165] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 71.
[166] M us'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 253.
[167] Vâkıdî, c. 3, s. 910, M
us'abu'z-Zübeyrf, s. 253, Beyhakî, D elâ il, c. 5, s. 145.
[168] M us'abu'z-Zübeyrf, s.
253.
[169] Vâkıdî, c. 3, s. 910, M
us'abu'z-Zübeyrf, s. 253 Heysemî, Mecınau'z-zevâid, c. 6, s. 184.
[170] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 366.
[171] Vâkıdî, c. 3, s. 910,
Beyhakî, c. 5, s. 1 45, Zehebî, s. 489, Heysemî, c. 6, s. 184, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 333.
[172] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 146, Zehebî, Megâzî, s. 486, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 333.
[173] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
910, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 208.
[174] İbn Seyyid, Uyun, c. 2,
s. 191, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 208.
[175] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
910, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 191.
[176] İbn Seyyid, Uyun, c. 2,
s. 191, İbn Kayyım, Zâd, c. 2, s. 208-209.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/41-43.
[177] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
897-898.
[178] Zührî, Megâzî, s. 92,
Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 898, ^bdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 207, Müslim , Sahîh, c. 3, s. 1 398, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 1 37-1 38.
[179] İbn İshak, İbn Hişam, S
ire, c. 4, s. 87, Vâkıdî, c. 3, s. 898-899, Taberî, Târih, c. 3, s. 128-129,
İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 239, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 120, İbn E ar,
Kâmil, c. 2, s. 264, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, Megâzî, s.
480, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 209, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 3, s. 12.
[180] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
903-904.
[181] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.2O7, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1399.
[182] Taberî, Târîh, c. 3, s.
129.
[183] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
902.
[184] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 180, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 252.
[185] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 67.
[186] Zührî, Megâzî, s. 92-93,
İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 87, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 899,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2. 151,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 207, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1399, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 129, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 138-139, İbn Esîr,
Kâm il, c. 2, s. 264, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, Megâzî,
s. 483, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 330. İbn Kayyım ,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 209, Heysemî, Meonau'z-zevâid, c.6,s.1O.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/43-46.
[187] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1401.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
902, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1401 , Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 328.
[189] Vâkıdî, c. 3, s. 902,
İbn Sa'd, c. 2, s.1 51, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 280, Buhârî, Sahih, c. 3, s.
208,Müslim, c. 3, s. 1401 , Taberî, Târih, c. 3, s. 129, Beyhakî, Sünenü
'l-kübrâ, c. 7, s. 43, İbn Hazm, Cevâm iu's-Sîre, s. 151, İbn Esîr, c. 2, s.
264, İbn Seyyid, c.2,s.192,Zehebî, s. 482, İbn Kayyım, c. 2, s. 209, Heysemî,
c. 6, s. 182.
[190] Vâkıdî, c. 3, s.
901-902, Müslim, c.3, s. 1 401, Zehebî, s. 482, İbn Kayyım, c. 2, s. 209,
Heysemî, c. 6, s. 182.
[191] Vâkıdî, c. 3, s. 899,
Taberî, Tefsfr, c. 10, s. 100, Beyhakî, c. 5, s. 131, Halebî, c. 3, s. 69.
[192] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 69.
[193] Vâkıdî, c. 3, s. 902,
Buhârî, Sahih, c. 3, s. 233, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1401, Beyhakî, c. 5, s.
135.
[194] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
901-902, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 11.
[195] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 286, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1402, Taberî, Târih, c. 3, s. 130,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve.c. 4, s. 140, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 264,
Zehebî, Megâzî, s. 483, 484, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n -ni hâye, c. 4, s.
331-332, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 209.
[196] Zührî, Megâzî, s. 93,
Vâkıdî, c. 3, s. 899, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 380, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 151 , Ahm ed b. Hanbel, c. 1, s. 207, Müslim, c. 3,
s. 1398.
[197] Zührî, Megâzî, s. 93,
Vâkıdî, c. 3, s. 899, Abdurrezzak, c. 5, s. 380, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 207,
c. 5, s. 286, Müslim , c.3, s. 1399.
[198] Vâkıdî, c. 3, s. 899,
İbn Sa'd, c. 2, s. 151 , Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, Müslim, c. 3, s. 142,
Beyhakî, c. 5, s. 140, İbn Seyyid,Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 192, Zehebî, s.
483484, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 331, İbn Kayyım, c. 2, s. 209.
[199] Müslim, c. 3, s. 1402,
Zehebî, s. 483484, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 331, İbn Kayyım, c. 2, s. 209.
[200] İbn Sa'd, c. 2, s. 151 ,
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 153, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 47.
[201] Müslim, c. 3, s. 1402,
Zehebî, s. 484.
[202] Zührî, s. 93,
Abdurrezzak, c. 5, s. 380, İbn Sa'd, c. 2, s. 151, Ahmed b. Hanbel, c. 1, s.
207, Müslim, c. 3, s. 1399.
[203] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.4, s. 91, Taberî, Târih, c. 3, s. 129, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 146,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[204] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
905, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 183.
[205] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 91, Vâkıdî, c. 3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[206] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 91, Vâkıdî, c. 3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 334.
[207] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
905.
[208] İbn İshak.İbnHişam, c.
4, s. 91, Taberî, c. 3, s. 129.
[209] İbn İshak.İbnHişam, c.
4, s. 91, Vâkıdî, c.3, s. 905, Taberî, c. 3, s. 129, Beyhakî, c. 5, s. 146.
[210] İbn Sa'd, c. 2, s. 156,
Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 286, Heysemî, c. 6, s. 182.
[211] . Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s. 906, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 183, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c.
4,s. 251.
[212] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
906-907.
[213] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 143, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 181.
[214] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.2O7, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1399.
[215] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1,s.2O7, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1399.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/46-49.
[216] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 93, Vâkıdı, c. 3, s. 907, Taberî, c. 3, s. 129.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/49.
[217] Yüze yakın rivayeti de
vardır ( Vâkidi, Megâzî, c. 3, s. 907).
İbrı
İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 92, Taberî, c. 3, s. 130.
[218] İbn Sa'd, c. 2, s. 154,
Beyhakî, c. 5, s. 142, Heysem f, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 182.
[219] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 92, İbn Sa'd, c. 2, s. 154, Taberî, c. 3, s. 130, Beyhakî, c. 5, s. 142,
Heysemî, Mecmau'z-zevâid,c.6, s. 182.
[220] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 92, Taberî, Târih, c. 3, s. 130.
[221] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 92, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 912, Taberî, c. 3, s. 130.
[222] Vâkıdîı Megâzî,c.3,s.
911.
[223] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 97, Vâkıdî, c. 3, s. 916, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 52.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/49-50.
[224] İbn İshak, İtan Hişam,
c. 4, s. 95, Vâkıdî, c.3, s. 914, İbn Sa'd, c. 2, s. 151.
[225] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 95-96, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 914-915, Taberî Târih, c.3, s.
130-131.
[226] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
915.
[227] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 72.
[228] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 6, s. 1 79.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/50-52.
[229] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
912, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 151.
*
Süleym oğulları, aralan n da, "Analarınızın oğullarını öldürmekten el
çekiniz!" diyerek el çekmişlerdi (Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 912, 913, İbn
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, o. 2, s. 1 51).
[230] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 97-98, Vâkıdî, Megâzî, o. 3, s. 916-917.
[231] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 98.
[232] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
917.
[233] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 98, Vâkıdî, c.3, s. 917.
[234] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
917.
[235] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 99.
[236] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
917.
[237] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 917.
[238] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
917.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/52-54.
[239] İbn İshak, İtan Hişam,
c. 4, s. 100, Vâkıdî, c.3,s. 913.
[240] Vâkıdî, c. 3, s. 913.
[241] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100, Vâkıdî, c. 3, s. 913.
[242] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100.
[243] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/54.
[244] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100-101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1,s. 193,
Taberî, Târih, c. 3, s. 131, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[245] Vâkıdî, c. 3, s. 913,
İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[246] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 101, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 199.
[247] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, Târih, c. 3, s. 131, İbn Hacer, c. 4,
s. 344.
[248] Beyhakî, Delâil.c.5, s.
199, Zehebî, Megâzî, s. 507, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 364.
[249] Beyhaki, Delâil, c. 5,
s. 199, Zehebî, Megâzî, s. 507.
[250] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100-101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, c. 3, s. 131-132 İbn Hacer, c. 4,
s. 344.
[251] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
913.
[252] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.4, s. 101, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 913.
[253] Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s:. 913.
[254] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 101, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 91 3.
[255] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 1 01, Taberî, Târîh, c. 3, s. 132, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c.
4, s. 364, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 344.
[256] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Taberî, c. 3, s. 132, E bu'l-Fidâ, c. 4, s.
364, İ bn Hacer, c. 4, s. 344.
[257] Vâkıdî, c. 3, s. 913,
İbn Hacer, c. 4, s. 344.
[258] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
913-914.
[259] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 101, Vâkıdî, c. 3, s. 913, Belâzurî, Ensâb, c. 1,s.93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/54-56.
[260] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 100, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 912.
[261] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
912.
[262] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
905, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 3, s. 435.
[263] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
915.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/57-58.
[264] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
915, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c, 2, s. 151-152.
[265] Vâkıdî, c. 3, s. 915,
İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 357.
[266] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 99.
[267] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 99, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 915.
[268] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 99.
[269] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 99, Vâkıdî, c.3, s. 915.
[270] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
915.
[271] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 99-100, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâve, c. 4, s. 338.
[272] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 100.
[273] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 01-1 02, Taben, Târih, c. 3, s. 131.
[274] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
916.
[275] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 02.
[276] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 97, Vâkıdî, c. 3, s. 91 6, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s.
358.
[277] Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,
c. 1, s. 365.
[278] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 02.
[279] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
916, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 358.
[280] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 02.
[281] İbn Hacer, Fethu'l-bârf,
c. 8, s. 35.
[282] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 02.
[283] Vâkıdı, Megâzî, c.3, s. 916.
[284] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 02.
[285] Vâkıdî, Megâzı, c. 3, s.
916, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 358.
[286] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
102.
[287] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s.
916.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/58-61.
[288] İbn İshak, İbnHişam, Sîre,
c.4, s. 101, Vâkıdî,c. 3,s. 922, İbn Hazin, Cevâmiu's-Sîre, s. 241, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvvıe, c. 5, s. 154-155, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 193,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 340, Heysemî, Mecınau'i-ievâid, c.
6, s. 189-1 90, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks.2, s. 47, Diyarbekrî, Târîh, c. 2,
s. 109.
[289] Vâkidi, c. 3, s. 922,
İbn Seyyid, c. 2, s. 193, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 24.
[290] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 189.
[291] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/61.
[292] Zührî, Mecazî, s. 93,
Abdumezzak, Musannef, c. 5, s. 380-381, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 88.
[293] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 384.
[294] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 88.
[295] Süheylf, Ravdu'l-ünüf,
c. 7, s. 284.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/62.
[296] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 101, Taberî, Târih, c. 3, s. 132.
[297] Zührî, Megâzî, s. 93,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381.
[298] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
923.
[299] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
917-918.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/62-63.
[300] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 275, Vâkıdî, c.3,s. 919, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[301] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[302] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
919.
[303] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 112.
[304] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Vâkıdı, c.3,s. 919, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 112.
[305] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s.
919.
[306] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Vâkıdî, c.3,s. 920, Ahmed b.Hanbel, c. 5, s. 112.
[307] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 277.
[308] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 277, Vâkıdî, c. 3, s. 920.
[309] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
920.
[310] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 112.
[311] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Vâkıdı, c.3,s. 920.
[312] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
920.
[313] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 276, Vâkıdî, c. 3, s. 920, Ahmed b.Hanbel, c.S.s. 112, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 385.
[314] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 386.
[315] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
920.
[316] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 276, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 920, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
5, s. 112.
[317] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 277.
[318] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
921.
[319] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 277, Vâkıdî, c. 3, s. 921.
[320] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
921.
[321] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 277.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/63-65.
[322] Müslümanlardan bazılan ,
"Biz artık azli k sebebiyle mağlup olur değiliz!" diyerek, çoklukları
yla gururlanmış! ardı (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 87).
[323] Tevbe: 9/25-27.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/66.
[324] Vâkıdî, c. 2, s. 870, c.
3,s.923,İbn Sa'd, c. 2, s. 157, c.
4,5.239.
[325] Vâkıdî, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157.
[326] Vâkıdî, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 200.
[327] İbn Habib,
Kitâbu'l-muhabber, s. 318-319.
[328] İbn Sa'd, c. 4, s. 239,
İbn EsTr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 80.
[329] Vâkıdî, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157.
[330] İbn Sa'd, c. 4, s.
239-240.
[331] İbn İshak, İbn Hişam, c.
2, s. 24, İbn Sa'd, c. 4, s. 239.
[332] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 2, s. 762.
[333] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 2, s. 24-25, Vâkıdî, c. 2, s. 870, c. 3, s. 923, Ebu'l-Müniir Hişam,
Kitâbu'l-esnâm, s. 37, Ezrakî, Ahbâru Mekke, t 1, s. 131, İbn Sa'd, c. 2, s.
157, c. 4, s. 240, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 762.
[334] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 240.
[335] Vâkidi, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 215.
[336] Vâkidi, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 215.
[337] Vâkidi, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 215.
[338] Vâkidi, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, c. 2, s. 157-158, İbn Seyyid, Uyûn.c. 2, s. 200, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 215.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/66-67.
[339] Yâküt, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 8-9.
[340] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 214.
[341] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 8.
[342] İbn İshak, İbn Hişam, Sine,
c. 4, s. 1 21, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 924, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2,
s. 158, Taberî, Târih, c.3,s.132.
[343] Vâkıdi, Megâzî, c. 3, s.
924, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 58, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
200-201.
[344] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
924.
[345] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 121, Vâkıdî, c. 3, s. 924, Taberî, Târih, c. 3, s. 132.
[346] Vâkıdîı Megâzî,c.3,s.
924.
[347] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 121, Taben, c. 3, s. 132.
[348] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 110.
[349] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 158, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 200.
[350] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
924.
[351] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 124, Vâkıdî, c. 3, s. 924, Taberî, c. 3, s. 133.
[352] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
924.
[353] Belâzuıî,
Fütûhu'l-buldan, c. 1, s. 65.
[354] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
925, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1 , s. 368.
[355] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 368.
[356] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
925, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 368.
[357] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s. 925, Taberî, c. 3, s:. 133.
[358] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 125, Taberî, c. 3, s. 133.
[359] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 925, Taberî, Târîh, c. 3, s. 133.
[360] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
925.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/67-70.
[361] Ebu Dâvud, Sünen, c. 3,
s. 181,182, Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 6, s. 156, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 347, Suyûtî, Hasâisu'l-kübrâ, c. 2, s. 98-99.
[362] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 30.
[363] Ffruzâbâdf,
Kâmüsu'l-muhft, c. 3, s. 396-397.
[364] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
1007-1008.
[365] Yâ küt,
Mu'cemu'l-büldân, c. 3, s. 53.
[366] Vâkıdı, Megâzı, c. 3, s.
1008.
[367] İbn Kuteybe,
Kitâbu'l-maârif, s. 41.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/71-72.
[368] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 29.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/72-73.
[369] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 125, Vâkıdî, Megâzî, c. 3,5.925, Taberî, Târîh, c. 3, s. 133.
[370] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
925-926.
[371] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 125, Taberî, Târih, c. 3, s. 133.
[372] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s.
926.
[373] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s:. 926, Taben, c. 3, s:. 133.
[374] Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s:. 926.
[375] Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s:. 926.
[376] Vâkıdî, Megâzî, c. 3,
s:. 928, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s:. 158.
[377] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s:. 125, Vâkıdî, c. 3, s:. 927, İbn Sa'd.c. 2, s:. 158 Taberî, Târih,
c. 3, s:. 133.
[378] İbn İs:hak, İbn Hişam,
c. 4, s. 125, Vâkıdî, c. 3, s. 927, Taberî, c. 3, s. 133, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 158, Zehebî, Megâzî, s. 495, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 347, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 219.
[379] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
927.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/73-75.
[380] İbn Hişam'a göre; 17
gece (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 124, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s.
243, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 201, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 347).
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 124, Taberî, c.
3, s. 133, İbn Haim, Cevâmiu's-Sîre, s. 243, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
201, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 347.
[381] Zehebî, Megâzî, s. 495.
[382] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 125, Taberî, c. 3, s. 133.
[383] Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,
c. 9, s. 84.
[384] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
926-927.
[385] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s.
937.
[386] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 367.
[387] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s.
927.
[388] Vâkıdî, c. 3, s. 923,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 157-158 İbn Seyyid, UyÜn, c. 2, s. 200.
[389] Vâkıdı, Megâzî, c. 3, s.
927.
[390] Vâkıdî, c. 3, s. 927,
İbn Sa'd, c. 2, s. 158, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 367.
[391] Vâkıdî, c. 3, s. 927,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 81.
[392] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 126, Vâkıdî, c. 3, s. 927-928, Taberî, c. 3, s. 133.
[393] Vâkıdî, c. 3, s. 928,
İbn Sa'd, c. 2, s. 158.
[394] Vâkıdî, c. 3, s. 928,
Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ, c. 9, s. 84.
[395] Beyhakî, Sünenü'l-kübrâ,
c. 9, s. 84.
[396] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
928-929.
[397] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3,5.928, Taberî, Târih, c. 3, s. 133.
[398] Peygamberimiz
Aleyhisselamın annesi Hz. Âmine'nin annesi Berre; Berre'nin annesi ÜmmüHabib;
Ümmü Habib'in annesi Berre; Berre'nin annesi Kılâbe; Kılâbe'nin annesi Ümeyme;
Ümeyme'nin annesi Dübb olup, Dübb'ün annesi Âtike Sakfflerdendi (İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 60).
[399] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
928.
[400] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
928, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 158.
[401] Bu mülkler Taife epeyce
uzakta idi (İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 48).
[402] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929.
[403] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
929.
[404] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 126, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 929.
[405] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
929-930.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/75-79.
[406] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 132, Belâzurî, Fütühu'l-büldân, c. 1, s. 66, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 215, Diyarbekrî, Târıîıu'l-hamfs, c. 2, s. 112.
[407] Zübeyr b. Bekkâr'dan
naklen İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 49-50.
[408] İbn Asâkfr, Târîh, c. 6,
s. 408, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 179, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 10,
s. 554, Suyuti, Hasâisü'l-kübrâ, c. 2, s. 97, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s.
77, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 33-34.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/79.
[409] Halebî, İnsânu'l-uvûn,
c. 3, s. 80.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/80.
[410] Taifliler, bunu işitince
son derecede üzüldüler, bunaldılar, kölelerine kızdılar.[410]
Vâkıdî,
Megâzî, c. 3, s. 931, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 158-159, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 1, s. 248, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 201,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 347, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2,
s. 219, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 31.
[411] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 127.
[412] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
3, s. 931, İbnSa'd, Tabakât, c. 2, s. 159, İbn Kayyım, c. 2, s. 219.
[413] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
102, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 348, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 215,
Halebî, İnsân, c. 3, s. 81, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 32.
[414] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
931-932.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/80-81
[415] Vâkıdî, c. 3, s. 932,
Ebu Nuaym , c. 2, 531, Zehebî, s. 493.
[416] Ebu Nuaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 531 , Zehebî, Megâzî, s. 493.
[417] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 348.
[418] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 4, s. 81.
[419] Vâ ki cif, Megâzî ,c. 3
,s.932.
[420] Ebu Muaym,
Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 531 , Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 163.
[421] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
932.
[422] Vâkıdî, c. 3, s.
932-933, E bu Nuaym-Delâil, c. 2, s. 531, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 163,
Zehebî, Megâzî, s. 493, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, . 349.
[423] Ebu Muaym, c. 2, s. 531,
Beyhakî, c. 5, s. 163, Zehebî, s. 493, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 349.
[424] Vâki d f, M egâzf, c. 3,
s. 933, E bu N uaym, D elâi lü' n-nü büwe, c. 2, s. 531 , B eyha kf, D elâi lü'
n-nü büwe, c. 5, s. 163, Zeheb f, Megâzî, s. 493, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 349.
[425] Ebu Nuaym, Delâil, c. 2,
s. 531, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 349.
[426] Vâki cif, Megâzî, c. 3,
s. 933.
[427] Ebu Muaym, Delâil, c. 2,
s. 531, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 163, Zehebî, Megâzî, s. 493, Ebu'l-Fidâ, c.
4, s. 349.
[428] Vâkıdî, Megâzî, c.3, s.
933.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/81-83.
[429] Beyhakî Sünenü'l-kübrâ,
c. 9, s. 84.
[430] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 420.
[431] Vâkidi, Megâzî, c. 3, s.
935.
[432] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 935, Taberî, Târih, c. 3, s. 134,
Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 170.
[433] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 127, Vâkıdî, c. 3, s. 935, Taberî, c. 3, s. 134.
[434] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 168, Zehebî, Megâzî, s. 491.
[435] İbn İshak, İbn Hişam ,
Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâif, c. 3, s. 935, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 5, s. 170, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 267 Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,
c. 4, s. 350.
[436] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s.
935, Beyhakî, Delâil, c. 5, s. 170.
[437] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
935, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 350.
[438] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 159.
[439] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
936.
[440] Vâkıdî, c. 3, s. 936,
İbn Sa'd, c. 2, s. 159, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 102, Müslim, Sahih, c. 3, s.
1403.
[441] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
936.
[442] Vâkıdî, M egâzf, c. 3,
s. 937, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 159, Taberî, Târih, c. 3, s. 133,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 267, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 201, Zehebî,
Megâzî, s. 496, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 350.
[443] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
937, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 59.
[444] Vâkıdî, c. 3, s.
936-937, İbn Sa'd, c. 2, s. 159, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 102, Müslim, Sahih, c.
3, s. 1403.
[445] Vâkıdî, c. 3, s. 937,
İbn Sa'd, c. 2, s. 159, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 11, Buhârî, c. 5, s.
102, Müslim, c. 3, s. 1402, İbn Seyyid, c. 2, s. 202, Ebu'l-Fidâ, c. 4,350.
[446] Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 215, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 82.
[447] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 127, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 937, Taberî, Târih, c. 3, s. 134,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 267.
[448] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 127, Taberi, c. 3, s. 134, İbn Esîr, c. 2, s. 267.
[449] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 127, Vâkıdî, c. 3, s. 937, Taberî, c. 3, s. 134, İbn Esîr, c. 2, s. 267.
[450] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
937.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/83-88.
[451] Vâkıdî, c. 3, s. 937,
İbn Sa'd, c. 2, s. 159, İbn Seyyid, c. 2, s. 202 Kastalânf, c. 1, s. 26.
[452] İbn İshak.İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa'd, c. 2, s. 159, İbn Seyyid, c. 2, s.
202, İbn Kayvım , c. 2, s. 215, Kastalânf, c. 1, s. 216 .
[453] Tirmizî, Sünen, c. 5, s.
729, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 350.
[454] Müslüman olarak (İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 202).
[455] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 937, İbn Sa'd, c. 2, s. 159, İ bn Esîr, c. 2, s.
267, İbn Seyyid, c. 2, s. 202, İbn Kayyım, c. 2, s. 219-220.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/89.
[456] İbn İshak.İbnHişam, c.
4, s. 129, Vâkıdî, c. 3, s. 938, İbn Hazm, s. 244.
[457] İbn İshak.İbn Hişam, c.
4, s. 129, İbn Hazm, s. 244, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 507, İbn E ar,
Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 235, Zehebî, s. 496, E bu'l-Fidâ, c. 4, s. 351.
[458] Heysemî, Mecmau'z-zevâid,
c. 6, s. 190.
[459] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/89-90.
[460] İbn İshak.İbn Hişam, c.
4, s. 130, Vâkıdî, c.3, s. 939, Taberî, Târih, c. 3, s. 134.
[461] Yakut, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 444.
[462] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
939.
[463] Mâlik, Muvatta1,
c. 1, s. 330, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 2, s.
141 -142.
[464] Vâkidi, Megâzî,c.3,s.
940.
[465] Vâki dr, Megâzî, c.3, s.
939.
[466] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
939, Taberî, Târih, c. 3, s. 138, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
355.
[467] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
939-940.
[468] Taberî, Târih, c.3, s.
138, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 355.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/90-92.
[469] Vâkidt, Megâzî, c.3, s.
941.
[470] İbn İshak, İtan Hişam,
Sîre,c.4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c.3, s. 941.
[471] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
941.
[472] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 941.
[473] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 135.
[474] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s:. 941, İbn Esîr, Us:du'l-gâbe, c. 2, s:.
332.
İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Vâkıdî, c.
3, s. 941.
[475] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 135.
[476] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/92-93.
[477] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c.4, s. 130, Taberî, Târih, c. 3, s. 134.
[478] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
958, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[479] Yâkût. Mu'cemu'l-büldân.
c. 2. s. 142.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/93.
[480] Vâkıdı, Megâzı, c.3, s.
943.
[481] İbn İsJıak, İbn Hişam,
c. 4, s. 131, Vâkıdî, c.3,s. 943, £bdurrezzak, Musannef, c. 6, s. 381, İbn
Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 152.
[482] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
943, İbn Sa'd, c. 2, s. 1 52, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 193, İbn
Kaybım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 209-210, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1,
s. 216.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/93-94.
[483] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
944.
[484] İbn Sa'd.
Tabakâtü'l-kübrâ. c. 2. s. 154.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/94.
[485] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 03, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 360.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/94-95.
[486] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 84, Taberî, Târih, c. 3, s.
136.
[487] Serahsf, M ebsût, c. 10,
s. 1 8.
[488] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 84, Taberî, Târih, c. 3,
s. 136.
[489] Mâlik, Muvatta1,
c. 2, s. 457.
[490] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Mâlik, c. 2, s. 457, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 84.
[491] Mâlik, Muvatta1,
c. 2, s. 458.
[492] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn
İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 316, Taberî, c. 3, s. 136.
[493] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1456.
[494] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn
İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 316, Taberî, c. 3, s. 136.
[495] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 316.
[496] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn
İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 316 Taberî, c. 3, s.
136.
[497] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 316.
[498] Mâlik, c. 2, s. 458, İbn
İshak, İbn Hişam , c. 4, s. 135, Ahmed b. Hanbel, c. 5, 316, Taberî, c. 3, s.
136.
[499] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 918.
[500] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Vâkıdî, c. 3, s. 918, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[501] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Taberî, c. 3, s. 136.
[502] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
918.
[503] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 91 8, Taberî, c. 3, s. 1 36.
[504] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
918.
[505] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Vâkıdî, c. 3, s. 918, Taberî, c. 3, s. 136.
[506] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 135, Taberî, c. 3, s. 136.
[507] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
918.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/95-98.
[508] Vâkidf, c. 3, s. 949,
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 153, İbnSeyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
194.
[509] Vâkıdî, c. 3, s. 954,
Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 282.
[510] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
949, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.2, s. 153, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 194, İbn Kaybın, Zâdu'l-mead.c.2, s. 210.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/98.
[511] Vâkidi c. 3, s. 498, İbn
Sa'd, c. 2, s. 153, Süheylf, Ravdu'l-ünüf, c. 7, s. 283, İbn Hazırı,
Cevâmiu's-Sîre, s. 245.
[512] İbn İshak İbnHişam, c.
4, s. 135, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[513] Tevbe: 9/60.
[514] Kâsânf, c. 2, s. 44-45.
[515] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 114, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 89.
[516] Halebı, c.3, s. 85.
[517] İbn Hazm, s. 248-249.
[518] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/98-100.
[519] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
944, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 41.
[520] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 114.
[521] Vâkıdî, c. 3, s. 944,
Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 41.
[522] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
944.
[523] Vâkıdî, c. 3, s.
944-945, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 152, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 1 93, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 210, Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî,
İnsanu'l-uyûn, c. 3, s. 84. 51 5.
[524] Diyarbekrî, c. 2, s.
114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 6.
[525] Vâkıdî, c. 3, s. 945,
Halebî, c. 3, s. 84. 51 7.
[526] Diyarbekrî, c. 2, s.
114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 8.
[527] Vâkıdî, c. 3, s. 945,
Diyarbekrî, c. 2, s. 114, Halebî, c. 3, s. 84. 51 9.
[528] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
945, Halebî, İnsânu'l-uyün, c. 3, s. 84.
[529] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
946.
[530] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 135-136, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 945-946.
[531] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 401.
[532] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
854-855, İbn Asâkfr, Târih ,c.6, s. 430, 431, Alâüddin Ali.Kenzu'l-ummâl.c. 10,
s. 506.
[533] Vâki cif, c. 3, s. 855,
Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 362, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 720.
[534] Vâkıdî, c. 3, s. 855,
Belâzuıî, c. 1, s. 362, İbn Abdilberr, c. 3, s. 720, İbn Esir, Usdu'l-gâbe, c.
3, s. 24, Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 407.
[535] Vâkıdî, c. 3, s. 855,
Belâzurî, c. 1, s. 362.
[536] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 449, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 401, İbn Esîr,
Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 24.
[537] Vâki cif, c. 3, s. 946,
İbn Sa'd, c. 2, s. 152-153.
[538] Vâkıdî, c. 3, s.
946-947.
[539] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 136, Vâkıdî, c. 3, s. 946, İbn Sa'd, t 2, s. 153, Taberî, Târîh,
c. 3, s. 136-137.
[540] Vâkidt, Megâzî, c. 3, s.
946, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 153.
[541] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 246.
[542] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 137-138, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 246-247.
[543] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 136-137, Vâkıdî, c. 3, s. 946-947, İbn Sa'd, c. 4, s. 272.
[544] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
947.
[545] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 137.
[546] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 137, Vâkıdî, c. 3, s. 947, İbn Sa'd, c. 4, s. 272.
[547] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
947, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 272.
[548] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 137, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 947, İbn Sa'd, c. 4, s. 273.
[549] Vâkıdî, c. 3, s. 947,
İbn Sa'd, c. 4, s. 273.
[550] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 137, Vâkıdî, c. 3, s. 947, İbn Sa'd, c. 4, s. 272-273.
[551] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 273.
[552] Vâkidt, c. 3, s. 947,
İbn Sa'd, c. 4, s. 273.
[553] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 273.
[554] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 137.
[555] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
947, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 273.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/100-106.
[556] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 246.
[557] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
948, İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 246.
[558] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 139, Vâki d f, Megâzî, c. 3, s. 948, İbn Sa'd, c. 4, s. 246,
Taberî, Târih, c. 3, s. 137.
[559] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 4, s. 246.
[560] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, İbn Sa'd, c. 4, s. 246, Taberî, c. 3, s. 137.
[561] İbn Şa'd, Tabakât, c. 4,
s. 246.
[562] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, İbn Sa'd, c. 4, s. 246, Taberî, c. 3, s. 137.
[563] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/106.
[564] İbn İshak, İtan Hişam,
c. 4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 137.
[565] Vâkıdî, Megâzî, c.3,
948, Müslim, Sahih, c. 2, s. 744.
[566] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 1 37.
[567] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s.
744, Taberî, c. 3, s. 137.
[568] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 139, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
2, s. 219, Müslim , Sahih, c. 2, s. 744, Taberî, Târih, c. 3, s. 137.
[569] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Vâkıdî, c. 3, s. 948, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim , Sahih,
c. 2, s. 744.
[570] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Taberî, c. 3, s. 1 37.
[571] Vâkıdî, c. 3, s. 948,
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s. 744.
[572] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 139, Vâkıdî, c.3, s. 498, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 219, Müslim, c. 2, s.
744, Taberî, c. 3, s. 137.
[573] Vâkıdî, c. 3, s. 948,
Müslim, c. 2, s. 744.
[574] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
948.
[575] Vâkıdî, c. 3, s. 948,
Müslim, c. 2, s. 744.
[576] Müslim, Sahih, c. 2, s.
745. Taberî, Tefsir, c. 10, s. 157.
[577] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 246.
[578] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 140-141, Vâkıdî, c. 3, s. 956, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c.
3, s. 138.
[579] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 157.
[580] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 169-249, Buhârî, Sahîh, c. 4, s. 221.
[581] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 201.
[582] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 733.
[583] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
957.
[584] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 06.
[585] Buhârî, c. 5, s. 104,
Müslim, c. 2, s. 734.
[586] Vâkıdî, c. 3, s. 949,
Buhârî, c. 5, s. 105.
[587] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 05.
[588] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
949.
[589] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 05.
[590] Vâkıdî,c. 3.S.949.
[591] Vâkıdî, c. 3, s. 949,
Buhârî, c. 5, s. 106.
[592] Vâkıdî, c. 3, s. 949.
[593] Vâkıdî, c. 3, s. 949,
Buhârî, c. 5, s. 106.
[594] Vâkıdî, c. 3, s. 949.
[595] Vâkıdî, c. 3, s. 949,
Buhârî, c. 5, s. 106.
[596] Ahmed b. Hanbel, c. 1,
s. 453.
[597] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 141-142, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 76, Taberî, Târih, c. 3, s.
138.
[598] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/106-110.
[599] İbn İshak, İtan Hişam,
c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76,
Taberî, c. 3, s. 138.
[600] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 246, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[601] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 142, Vâkıdî, c.3,s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76.
[602] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 246, Heysemî, Mecmau'i-zevâid, c. 10, s. 31.
[603] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 142, Vâkıdı, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s.
138.
[604] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 246.
[605] Buhâri , Sahih, c. 5, s.
1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[606] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 42, Buhârî, c. 5, s. 104.
[607] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 957, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76,
c. 4, s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 138.
[608] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 42, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 104.
[609] Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 10, s. 31.
[610] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 142, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
3, s. 76, Taberî, Târih, c. 3, s. 138, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 271.
[611] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[612] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, Taberî, c. 3, s.
138, İbn Esîr, c. 2, s. 271.
[613] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 76, 246, Buhârî, c.
5, s. 104, Müslim, c. 2, s. 734, Taberî, c. 3, s. 138, İbn Esîr, c. 2, s. 271.
[614] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
1 04, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[615] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 188, Buhârî, c. 5, s. 1 05, Müslim, c, 2, s. 734.
[616] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 246.
[617] Vâkidi, c. 3, s. 958,
Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 42, Müslim, c. 2, s. 734.
[618] Müslim, Sahih, c. 2, s.
734.
[619] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 42, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 104, Müslim, Sahih, c. 2, s. 734.
[620] Vâkıdî, Megâif, c. 3, s.
958, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 41-42.
[621] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 1 42, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, c. 4,
s. 42, Taberî, Târih, c. 3, s. 138.
[622] Heysemi,
Mecmau'z-zevâid, c. 10, s. 31.
[623] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 142, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, c. 4, s. 42,
Taberî, c. 3, s. 138.
[624] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 142-143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahm ed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Buhârî,
Sahih, c. 5, s. 105-106, Müslim, Sahih, c. 2, s. 735, Heysemî, c. 10, s. 31.
[625] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 154,
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Taberi, c. 3, s. 138.
[626] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 77, Taberi, c. 3, s.
138.
[627] Heysemî,
Mecmau'i-ievâid, c. 10, s. 31.
[628] İbn İshak, İbn Hişam ,
c. 4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 958, İbn Sa'd, c. 2, s. 154, Ahmed b. Hanbel, c.
3, s. 76-77, Taberî, c. 3, s. 138, İbn Esîr, c. 2, s. 272.
[629] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/110-114.
[630] Tevbe: 58-60, Taberî,
Tefsir, c. 10, s. 157.
[631] Taberî, Tefsîr, c. 10,
s. 162.
[632] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 143, Taberî, Târih, c. 3, s. 139, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
5, s. 203, Zehebî, Megâzî, s. 508, E bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s.
368.
[633] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 368.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
7/115.
[634] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
3, s. 558.
[635] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
vıe'n-nihâye, c. 4, s. 365.
[636] Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 365, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 558.
[637] İbn Abdilberr, c. 4, s.
1525, İbn Esir, c. 5, s. 323, İbn Hacer, c. 3, s. 558.
[638] İbn Esîr, Usdu'l-gâbe,
c. 5, s. 323, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 364.
[639] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/115-117.
[640] Abdurrezzak, Musannef,
c. 1, s. 457458, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 408.
[641] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409.
[642] İbn Hacer, el-İsâbe, c.
4, s. 176.
[643] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409.
[644] Abdurreizak.Musannef, c.
1,s.458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 409.
[645] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409.
[646] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409.
[647] Abdurreizak, Musannef,
c. 1, s. 458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 408.
[648] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 409.
[649] Abdurrezzak, c. 1, s.
458, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 408.
[650] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 408-409.
[651] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 753.
[652] Abdurreizak, Musannef,
c. 1, s. 458, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 408.
[653] Abdurrezzak, Musannef,
c. 1, s. 458.
[654] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1 753-1754.
[655] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1752, İbn E sır, Usdu'l-gâbe, c. 6, s. 279.
[656] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 450.
[657] Abdurrezzak, Musannef,
c. 1, s. 458.
[658] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s. 450, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 78.
[659] Abdurrezzak. Musannef.
c. 1. s. 458459. Ahmed b. Hanbel. Müsned. c. 3. s. 408.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/117-119.
[660] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
958, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[661] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
958-959, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 217, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 117.
[662] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2,
s. 206.
[663] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
959, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 206.
[664] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
959.
[665] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 2, s. 142.
[666] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2,
s. 206.
[667] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 427, Tiımizf, Sünen, c. 3, s. 274.
[668] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2,
s. 206.
[669] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 427, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 274.
[670] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
959.
[671] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2,
s. 206.
[672] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
367.
[673] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
959.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/119-120.
[674] İbn İshak.İbnHişam,
Sire.c.4, s. 143, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959.
[675] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 83.
[676] Takıyyüddin Muhammed b.
Ahmed, Ikdu's-simfn, c. 6, s. 4.
[677] Vakidi.c3, s.959,İbnSa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 5, s.
446, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 556, Zehebî, Megâzî, s. 508, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 60.
[678] Vâkıdı, c. 3, s. 959,
İbn Sa'd, c. 5, s. 446, İbn E sfr, c. 3, s. 556.
[679] Vâkıdî, c. 3, s. 959,
İbn Sa'd, c. 5, s. 446, İbn E sfr, c. 3, s. 556, Zehebî, s. 508.
[680] Takıyyüddin Muhammed,
Ikdu's-simm, c. 6, s. 4.
[681] İbn Esîr, c. 3, s. 556,
Zehebî, s. 508.
[682] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1024, İbn E sfr, c. 3, s. 556.
[683] İbn Hazm,
Cevâmiu's-Sîre, s. 249, İbn Haldun, Tâıîh, c. 2, ks. 2, s. 49.
[684] İbn Esîr, c. 3, s. 556,
Zehebî, s. 508, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 49.
[685] İbn Esîr, c. 3, s. 556,
Zehebî, s. 509, Halebî, c. 3, s. 60.
[686] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 143, İbn Esîr, c.3,s. 556, Zehebî, s. 509, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
re'n-nihâye, c. 4, s. 368, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 117, Halebî, c.
3, s. 42, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniyeŞeıtıi, c. 3, s. 42.
[687] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/121-122.
[688] İbn İshak, İbn Hişam,
Sire, c. 4, s. 1 43, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 959, Taberî, Târfi-ı, c. 3, s.
139, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 270, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 5, s. 203,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 272, Zehebî, Megâzî, s. 508, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye,
c. 4, s. 368, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 49, Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 117, Ezrakî, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 3, s. 41.
[689] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
958, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 3, s. 42.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/122.
[690] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
959, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s.
426-427, Ezrakî, Ahtaâru Mekke, c. 2, s. 207, Tirmizî, Sünen, c. 3, s. 274.
[691] Vâkıdî, c. 3, s. 959,
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 154.
[692] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 143, Beyhakî, c. 5, s. 230, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 368.
[693] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 144, İbn Hazm, Cevâmiu's-Sîre, s. 248, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 49.
[694] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 143, Vâkıdî, c. 3, s. 960, Abdurrezzak, Musannef, t 5, s. 382.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/122.
[695] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
944, İbn Sa'd, Tabakât, c, s. 152.
[696] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 326, Buhârî, Sahîh, c. 3, s. 62.
[697] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
950.
[698] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, c.3,s. 949, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 153.
[699] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
950.
[700] Vâkıdî, c. 3, s. 950,
İbn Sa'd, c. 2, s. 153.
[701] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 152.
[702] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 131, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 115, Taberî, Târih, c.
3, s. 114.
[703] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 950.
[704] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 950, Taberî, c. 3, s. 134.
[705] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
950.
[706] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 326.
[707] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
951, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 114.
[708] Vâkıdî, c. 3, s. 951,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326,
Buhârî, Sahih, c. 3, s. 62.
[709] Vâkıdî, c. 3, s. 951,
Abduırezzak, c. 5, s. 381, İbn Sa'd, c. 1, s. 115.
[710] Zührî, Megâzî, s. 93,
Abdurrezzak, c. 5, s. 381, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 326, Buhârî, c. 3, s. 62.
[711] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 131, Vâkıdî, c. 3, s. 951, İbn Sa'd, c.1, s. 115, Taberî, c. 3, s. 135.
[712] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 326, Buhârî, c. 3, s. 62.
[713] Zührî, Megâzî, s. 93,
Abdurrezzak, M usannef, c. 5, s. 381.
[714] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 131-132, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 951-952, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 115, Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 326, Buhârî,
Sahîh, c. 3, s. 62.
[715] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 2, s. 184.
[716] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 132, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 952, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c.
2, s. 218, c. 4, s. 326, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 62, Taberî, Târih, c. 3, s. 1
35.
[717] Zührî, Megâzî, s. 93,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 381 Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 327, Buhârî, c.
3, s. 62.
[718] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 132, Vâkıdî, c. 3, s. 952, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 154-155,
Taberî, c. 3, s. 135.
[719] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
952.
[720] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 132, Vâkıdî, c. 3, s. 952, İbn Sa'd, c. 2, s. 154-155 Taberî, c. 3, s.
135.
[721] Abdurrezzak, c. 5, s.
381 -382, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 326.
[722] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 132, Taberî, c. 3, s. 135.
[723] Abdurrezzak, c. 5, s.
382, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 327, Buhârî, c. 3, s. 62.
[724] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
952.
[725] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 132-133, Taberî, Târih, c. 3, s. 135.
[726] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 952-953, Taberî, c. 3, s. 135.
[727] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133, Taberî, c. 3, s. 135.
[728] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s.
953.
[729] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 133, Taberî, Târih, c.3,s. 138.
[730] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
954.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/123-130.
[731] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
954-955.
[732] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 954, Taberî, c. 3, s. 135.
[733] Vâkıdî, Megâzî,c.3,s.
954.
[734] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 954.
[735] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[736] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taben, c. 3, s. 135-136.
[737] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[738] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 133-134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taberî, c. 3, s. 136.
[739] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[740] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Vâkıdî, c.3,s. 955, Taben, c. 3, s. 136.
[741] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[742] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[743] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 134, Vâkıdı, c. 3, s. 956, Taben, c. 3, s:. 136.
[744] Vâkıdî, Megâzı, c. 3, s.
955.
[745] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Vâkıdî, c.3,s. 956, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 361.
[746] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taben, Târih, c. 3, s. 136.
[747] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[748] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955.
[749] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[750] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 955, Taberî, Târih, c. 3, s. 136.
[751] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s.
955.
[752] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 134, Taben, c. 3, s. 136.
[753] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s:. 134, Vâkıdî, c. 3, s. 956, Taberî, c. 3, s:. 136.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 7/130-132.