PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAMIN
ÜMMETİNE BIRAKTIĞI İKİ EMANET:
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Bıraktığı
Birinci Büyük Emanet: Kitab
Kur'ân-ı Kerîm'in Bütün Semavî Kitaplara Denk ve
Daha Fazlasını Havi Bulunuşu
Kur'ân, Ahlâk Ve Felsefenin Bütün Esaslarını
Câmîdir.
Kur'ân Cihan Medeniyetinin Dayandığı Temel feri
Muhtevidir
Kur'ân Hikmetle Dolu Bir Ahlâk Mecellesidir
Kur'ân Semavî Kitapların En Güzeli, Her Takdirin
Üstünde Bir Fesahat ve Belagat Mucizesidir
Kur'ân'm EnSaf ve En Temiz Tevhidi Öğretmesi
İmanın Hakikî Kitabı, Fikre İtmi'nan Veren Kitab
Kur'ân Temiz ve Afif Bir Hayatı Sağlayacak Makul
ve Mantıkî Emirleri Muhtevidir
Kur'ân-ı Kerîm'in Başlıca Özellikleri
Kur'ân-ı Kerîm'i Öğrenip Öğretmenin ve Okumanın
Bazı Faziletleri
Bazı Sûre ve Âyetleri Okumanın Faziletleri
Peygamberimiz Aleyhisselamla Ashabı, Kur'ân-ı
Kerîm'i Nasıl Okurlar ve Hatmederlerdi?
Kur'ân-ı Kerîm'i Okuma ve Hatmetme Usûlü
Peygamberimiz Aleyhisselamın Ümmetine Bıraktığı
İkinci Büyük Emanet: Sünnet
Sünnetin Başvurulacak İkinci Hidayet Kaynağı Oluşu
Sünnetin Mânâları ve Çeşitleri
Sünnete Sarılmanın ve Bid'atlardan, Taklitçilikten
Sakınmanın Gerekliliği
Allah'a İbadet ve Tâat, Peygamberimiz
Aleyhisselamın Ömrünün Sonuna Kadar İbadete Devam Edişi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Tuttuğu Nafile
Oruçlar
Peygamberimiz Aleyhisselamın Allah'ı Zikredişi
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Veda Haccıncia irad buyurduğu hutbesinde:
"Ben size öyle birşey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsanız,
hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmazsınız.
O,
Allah'ın Kitabıdır.[1]
ve Resûlullahın sünnetidir" buyurmuştur. [2]
Kur'ân-ı Kerîm'e göre de; Kitab ve sünnet, Müslümanlar için
başvurulması gereken iki hidayet kay-nağıdır. [3]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, birhadis-i şeriflerinde:
"Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona insanların
iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun.
Bana
verilen mucize ise Allah'ın bana vahyettiğidir, Kur'ân'dır.
Bunun
için, Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!"
buyurmustur. [4]
Her peygamberin zamanına göre peygamberlik davasını isbatlayan
bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır: asanın yılana çevrilmesi gibi.
Musa
Aleyhisselamın zamanında sihir yaygındı.
Bunun için, Musa Aleyhisselam Allah'ın izniyle sihirden daha üstün
ve baskın olarak bir mucize getirip sihirbaz muhataplarını iman etmek zorunda
bıraktı.
İsa Aleyhisselam zamanında tıp yaygındı.
Bunun için, İsa
Aleyhisselam tıptan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Allah'ın
izniyle ölüyü diriltti.
Resûlullah
Aleyhisselamın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı.
Bunun için, Resûlullah Aleyhisselam bir fesahat ve belagat mucizesi
olan Kur'ân-ı Kerîm'i Allah'tan telakkî edip getirdi. [5]
Peygamberimiz Aleyhisselamdan önceki peygamberlerin mucizeleri
kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları o zaman hazır bulunanlardan
başkaları da görmemişlerdir.
Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm ise
Kıyamet gününe kadar devam edecektir. [6]
Diğer peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe ya
da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu.
Kur'ârvı
Kerîm mucizesinin benzeri ise daha önce hiçbir peygambere verilmemişti. [7]
Ebu
Ubeyd'in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zât:
"Artık
sen emrolunduğun şeyi açığa vur!" (Hicr. 94) âyetini okurken işitip hemen
secdeye kapanır ve:
"Ben onun fesahatinden dolayı secde ettim" der. Başka
birisi de:
Vaktâ ki ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yere
çekildiler..." (Yusuf: 80) âyetini bir adamdan işitince:
"Ben
şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez"
demiştir.
Bir
cariyeden dinlediği kelâmın fesahatine şaşarak:
"Allah
için, sen ne kadar da fesâhatlisin!" demekten kendisini alamayan Asmâî'ye,
cariye:
"Musa'nın anasına: 'Onu emzir! Onun hakkında sana bir tehlike
gelince, kendisini denize bırak! Korkma, tasalanma! Çünkü Biz onu sana geri
döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız' diye vahiy ve ilham
ettik' kavlinden sonra, şu benimki bir fesahat mi sayılır?" demiştir.
Gerçekten
de, bu bir tek âyette iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde
birieştirilmiştir. [8]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın mucizesi sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret olmadığı ve daha
birçok mucizeleri bulunduğu halde, Peygamberimiz Aleyhisselamın mucizelerinden
yalnız Kur'ân'ı anmakla yetinmeleri onun mucizelerinin en büyük ve en yararlısı
oluşundan, dine daveti, delil ve hücceti içinde taşımakta bulunuşundan, Kıyamet
gününe kadar hâzır ve gâib herkesin ondan yararlanışındandır. [9]
Kur'ârvı Kerîm'e Kur'ân isminin verilişi, ilâhî kitablar arasında,
kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini kendisinde toplamış olduğu
içindir.
Nitekim,
Yüce Allah, buna:
"Herşeyin tafsilidir" (Yusuf: 111), "Herşeyin
apaçık bir beyanıdır" (Nahl: 89) âyetleriyle işaret buyurmuştur. [10]
Kur'ârvı
Kerîm, hakikat ehline göre, bütün hakikatleri toplayan ledün ilminin de icmali,
özetidir. [11]
Hz.
Ali derki:
"Resûlullah
Aleyhisselamdan işittim:
'Haberiniz
olsun ki, birtakım fitneler zuhur edecektir!' buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! O fitnelerden çıkış,
kurtuluş nedir?' diye sordum.
'Kitabullahtır! Çünkü sizden öncekilerin haberleri de, sizden
sonrakilerin haberleri de, aranızdaki-lerin hükmü de ondadır.
O
hak ile bâtılı ayıran kesin bir hükümdür, şaka ve boş şey değildir.
Onu
zorbalıkla bırakan kimsenin Allah boynunu kırar.
Hidayeti,
doğru yolu ondan başkasında arayanı dalâlete düşürür.
O,
Allah'ın en sağlam urganıdır!
O,
hikmetle dolu Kur'ân'dır!
O,
en doğru yoldur!
0
boş arzuların haktan saptı ram ayacağı, dillerin karıştırıp belirsiz
edemeyeceği, ilim adamlarının
duyamayacağı, çok tekrarlanmasından bıkılmayan, akıllan hayrette bırakan
meziyetleri bitip tüken
meyen bir kitabdır.
O
öyle bir kitabdır ki, cinlerden bir zümre, onu dinledikleri zaman:
'Biz, gerçek, hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki, o hakka ve
doğruya götürüyor. Bundan dolayı, biz de ona inandık...1
demişlerdir.
Ona
dayanarak konuşan, doğrulanır.
Onunla
amel eden, ecre erer.
Onunla
hükmeden adalet eder.
Ona
davet eden doğruya ve doğru yola davet etmiş olur' buyurdu." [12]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, başka bir hadis-i şeriflerinde de:
"Önceki
kitablar, tek bâb ve tek harf (lügat) üzerine inmişti.
Kur'ân
ise:
1. Emir
2. Nehiy
3. Helâl
4. Haram
5. Muhkem
6. Müteşâbih
7. Misallerden münekkeb olmak üzere, yedi bâb ve yedi harf
(lügat) üzerine inmiştir.
Onun helâlini helâl kılınız!
Onun
haramını haram kılınız!
Onda
emrolunduğunuz şeyleri işleyiniz!
Onda
nehyolunduğunuz şeylerden sakınınız!
Onun
getirdiği temsillerden ibret alınız!
Onun
muhkem I eriyle amel ediniz!
Onun müteşâbihlerine de iman ediniz ve 'Rabbimizin katından bütün
gelenlere iman ettik' deyiniz!" buyurmuştur. [13]
Abdullah
b. Mes'ud:
"İlim
isteyen, Kur'ân'ı eşelesin
Çünkü,
öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi onun içindedir! [14]
Ben ne zaman size bir hadis haber versem, onun Kitabullah'ta
doğrulayıcı delilini de haber verebilirim!" demiştir.
Abdullah
b. Abbas da:
"Eğer benim yanımda bir devenin diz bağları yitecek olsa,
muhakkak onu da Yüce Allah'ın Kitabında bulurum!" demiştir.
Saîd
b. Cübeyr de:
"Bana Resûlullah Aleyhisselamdan hiçbir hadis erişmemiştir
ki, onun doğrulayıcı delilini Kitabullah'ta bulmuş olmayayım!" diyor.
İmam-1
Şafiî de bir kere Mekke'de:
"İstediğinizi
bana sorunuz! Kitabullah'tan onun cevabını size haber vereyim!" demişti.
Kendisine:
"An
sineğini öldüren ihramlı hakkında ne diyeceksin?" diye sorulunca, İmam-ı
Şafiî:
"B
ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Peygambersize ne verdi ise onu alınız! Size neyi yasakladı ise
ondan da sakınınız!" (Haşr. 7) âyetini okumuş;
"Huzeyfe
b. Yeman'ın Peygamber Aleyhisselamdan bize rivayet ettiği hadiste:
'Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab'a uyunuz!' buyurulmuş
olup, Ömer b. Hattab'ın da ihramlının arı sineğini öldürmesini emrettiği haberi
bize Târik b. Şihab'dan rivayet edilmiştir" diye cevap vermişti.
Ebu
Bekir b. Mücâhid bir gün:
"Âlemde
hiçbir şey yoktur ki, Kitabullah'ta bulunmasın!" deyince, kendisine:
"Öyleyse,
Kur'ân'ın içinde nerede hanlardan bahsedilmiştir?" diye soruldu.
O da:
"'Meskûn olmayan ve içerisinde size ait meta bulunan
beyitlere girmenizde size bir vebal yoktur' (Nûr. 29) âyetindeki evlerden
maksat, hanlardır" demiştir.
İbn
Burhan da:
"Peygamber Aleyhisselam ne buyurdu ise, elbette o Kur'ân'da
ya aynen vardır, ya da onun yakın veya uzak aslı vardır.
Bu
gerçeği ancak anlayışlı olanlar anlar, gözleri kapalı olanlar göremezler.
Bunun gibi, onun her hükmündeki isabeti ve inceliği de, istekliler
ancak görüşleri, çabaları ve anlayışları nisbetinde kavrayabilirler"
demiştir.
Daha
başkaları da:
"Allah'ın anlayış verdiği bir kimse için, Kur'ân'dan bulup
çıkarmayı mümkün kılmadığı birşey yoktur" demişlerdir.
İbn
Fadl'a göre:
"Kelâmullah'ın taşıdığı ilimlerin hakikatini ancak onun
sahibi olan Yüce Allah ihata eder. Sonra da, Resûlullah Aleyhisselam kavrar.
Cenab-ı
Hakk'ın Kendisine tahsis ettiği ilimlerden başkasına ise, Resûlullah
Aleyhisselamın dört halifesi ve büyük sahabisi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz.
Osman ve Hz. Ali ile İbn Mes'ud ve İbn Abbas gibi sahabileri varis olmuşlardır. [15]
Birgün, İbn Abbas'ınyanında ashabdan Huzeyfe b. Yeman bulunduğu
sırada, adamın biri gelip İbn Abbas'a:
"Yüce
Allah'ın Şûra süresindeki 'Hâ mîm ayn sîn kâf sözünün tefsirini bana haber
ver?" der.
İbn Abbas, adamın bu soruşundan hoşlanmaz, susar; ve sonra da,
ondan, yüzünü başka tarafa çevirir.
Adam
sorusunu tekrarlar.
İbn
Abbas, yine cevap vermez ve yüzünü ondan başka tarafa çevirir.
Adam
üçüncü kez sorar.
İbn
Abbas yine ona cevap vermez.
Bunun
üzerine, Huzeyfe b. Yeman:
"Buna
sana ben haber vereyim. Anladım ki, o bunu söylemek istemiyor!" diyerek,
bunun:
Ehl-i
Beytten Abdulilâh veya Abdullah diye anılan bir zât hakkında nazil olduğunu;
kendisinin Şark nehirlerinden bir nehir üzerinde kurulu, nehrin ikiye ayırdığı
şehir (Bağdat) üzerinde yerleşeceğini; Yüce Allah'ın onların hakimiyet ve
saltanatlarının sona ermesine, devlet ve müddetlerinin kesilmesine izin verdiği
zaman, üzerlerine geceleyin bir ateş salınacağına, sabahleyin sanki oradaki
yerlerinde hiç bulunmamış gibi olacaklarına, yerlerini toplanan cebbar ve
zalimlerin işgal edeceklerine işaret olduğunu söyler. [16]
Bundan oniki asır önce,
Hicrî 224 yılında doğan ve 310 yılında ölen İmam Taberî'nin tefsirine kaydettiği
bu haber, hem Kur'ân-ı Kerîm'in ne kadar mucizevî, ilmî derinlikler taşıdığını,
hem de Ashab-ı Kiramdan bazılarının bu derinliklerden ne kadar
yararlandıklarını ve hatta müteşâbih âyetlerin tefsiri erine bile vâkıf
olduklarını göstermeye yeter. Filvaki, zamanımızda kral naibi Abdulilâh
tarafından Bağdat'ta temsil edilen bu hanedanın, bir gece General Kâsım'ın
yaptığı darbe ile yaylım ateşine tutularak, kadın erkek, çoluk çocuk hepsinin
hayat ve saltanatlarına son verildiği görülmüştür.
İbnü'n-Nedîm
(vefatı: 378 H.) kendisinden önceki ilim adamlarından kimlerin Kur'ân-ı Kerîm'i
tefsir ettiklerini; Kur'ân-ı Kerîm'in mânâları, müşkilleri, mecazlan,
lügatları, lügatlarının garibleri, kıraat tarzları, noktaları, şekilleri,
lamları, vakıf ve ihtidaları, maktu ve mevsulleri, elfâz ve mânâları,
müteşâbihleri, mushaflandaki heceler, Kur'ân'ın cüzleri, Kur'ân'ın faziletleri,
Kur'ân harflerinin Medinelilere, Mekkelilere, Kûfelilere, Basralılara,
Şamlılara göre sayıları, Kur'ân'ın nâsih ve mensuhlan, âyet ve sûrelerin nüzul
tarihleri, Kur'ân'ın hükümleri ve çeşitli mânâları., hakkında kimlerin hangi
eserleri yazdıklarını uzun uzadıya açıklar. [17]
Kur'ârvı
Kerîm müfessirlerinden Fahru'r-Râzî der ki:
"Bir zamanlar, 'Yalnız şu Fatiha sûresinin ihtiva ettiği
faide ve nefiselerden on bin kadar mesele çıkanlması mümkündür!' sözü dilimden
çıkınca, bazı kıskançlarla birtakım bilgisizler ve inatçılar, beni de kendileri
gibi isbatlayamayacağı iddialarda bulunur, söylediği sözü isbat kaydında
bulunmaz adamlardan sandılar.
Şu kitabı [Mefâtihu'l-gayb] yazmaya başlayınca, Fâtiha'dan o kadar
mesele çıkarılabileceğinin mümkün bulunduğunu göstermek ve uyarılabilecekleri
uyarmak için şu önsözü düzenledim. "[18]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde:
"Bana
Tevrat yerine es-Seb'[19] verildi.
Zebur
yerine Meûn[20]
verildi.
İncil
yerine Mesânî[21]
verildi.
Mufassallar
da[22] fazla olarak
verildi" buyurmuştur.[23]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Übeyy b. Ka'b'a:
"Sana ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Kur'ân'ın
diğer sûreleri arasında bir benzeri indirilmemiş olan bir sûre öğretmemi ister
misin?" diye sordu.
Übeyy
b. Ka'b:
"Olur
yâ Rasûlallah!" deyince,
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onun
bir benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da, ne de Furkan (Kur'ân-ı KerîmJ'ın
diğer sûreleri arasında indirilmem iştir!
O,
seb'u'l-mesânîdir. O, bana indirilmiş bulunan büyük Kur'ân'dır (Fatiha
sûresidir)" [24]
buyurdu.
Hindli
bilginlerden Süleyman Nedvî der ki:
"Tevrat
bir şeriat kitabıdır. Ahlâk ve mev'izalan muhtevî değildir.
İncil
ahlâk ve mev'izalarla doludur, fakat içinde şeriattan eser yoktur.
Zebur
kalbf münacatlardan, ilahilerden, dualardan mürekkeptir, fakat diğer sıfatları
haiz değildir.
Hz. Mesih'in İncil'i,
güzel hutbeleri muhtevi olmakla beraber, insanları derin derin düşündürecek,
insanların fikir ve nazarlarını açacak ufuklardan mahrumdur.
Benî İsraillerin kitabları birçok ihbarlarla doludur, fakat
onlarda hikmetin incelikleri, imanın sırları görülmez.
Dünyada ancak ilâhî birkitab vardır ki; şeriat, ahlâk ve mev'izalarla,
dua ve münacat ile doludur ve bütün eski kitabların faziletlerini fazlasıyla
toplamıştır.
Hitabelerin en kuvvetlisi, fi kirve nazarı açacak ufukların en
genişi, inceliklerin ve hikmetin, iman ve amelin sırlarının hepsi bu kitabın
içindedir.
Sonra,
öteki semavî kitabların hepsi tahrif ve tağyire, çeşitli tercümelerle tebdile
uğradığı halde; her türlü tahriften mahfuz ve masun kalan ve vahyolunduğu asıl lisan ile elde bulunan yegâne ilâhî
kitab Kur'ân'dır.
Bu
kitabın hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası
değişmemiştir.
Bu
kitab, bu suretle, bekâsını kâtiplerin kalemlerine de medyun değildir.
Çünkü,
bu kitab her devirde yüzbinlerce mü'minin kalbinde, hafızasında menkuştur.
Kur'ân, dünyanın her tarafında aynı harfler, aynı harekelerle;
bizzat Peygamber Aleyhisselam tarafından okunduğu gibi, bizzat Hz. Cibril
tarafından vahyolunduğu gibi okunmaktadır..
Diğer
semavî kitablar hiçbir veçhile Kur'ân-ı Kerîmle kabil-i kıyas değildirler.
Çünkü, diğer kitaplar mânâ itibarıyla vahy-i ilâhî olduğu halde,
Kur'ân hem lafzı, hem mânâsı cihetiyle vahy-i Rabbânîdir.
Halbuki,
Tevrat'ın ve İncil'in vahyolundukları diller, ölü diller sırasına geçmiş
bulunuyor.
Çünkü,
Tevrat'ın aslî dili olan İbrânice, Buhtunnassar'ın ateşleriyle yok olmuş ve
Arâmî ile Süryânî dillerine tahavvül etmişti.
Birkaç
asır sonra, Hz. Üzeyr, İbrânice'yi ihyaya teşebbüs etmişti.
İncil'e gelince; bugüne kadar onun hangi dille
vahyolunduğu ve ilk önce hangi dille yazıldığı malûm değildir.
Hâlihazırda
elde bulunan en eski İncil nüshası Yunanca ile yazılmıştır.
Hz.
İsa'nın zamanında Filistin'de konuşulan dilin Yunanca olduğu muhakkak değildir.
Kur'ârvı Kerîm'e gelince; bu kitab lafzen ve ma'nen nazil olduğu
dil ile mahfuz olan yegâne kitab-dır"[25]
Kur'ân-ı Kerîm, en iptidaî insanlardan en yüksek ilim ve fikir
adamlarına, ticaretle uğraşanlardan hayatlarını zühd ve takva ile geçirenlere,
fakirlerden zenginlere., kadar herkesi ilgilendiren, derece derece yükselten
düstur ve esasları ihtiva eder.
Kur'ârvı
Kerîm, herşeyden evvel Allah'ın varlığını, birliğini, sıfatlarını, kudret ve
azametini, rahmet ve mağfiretinin genişliğini, mahlukatına sevgisini, Allah'a
tevekkül ve itimadın, ibadet ve ubudiyetin, Allah'ın nimetine karşı şükrün
gerekliliğini bildirir.
Namaz,
oruç, zekat, hac gibi ibadetlerden, din ve diyanetten bahseder.
Allah'a
iman ve ibadet esaslarını tesbit ve talim eder.
İmandan, iman edenlerden bahsederken, yararlı işlerde bulunmak
kaydını ekler; imanın amel ile yararlı ve mükemmel olabileceğini öğretir.
Kur'ân-ı
Kerîm, aile hayatından, karı ile kocanın karşılıklı hak ve vazifelerinden
milletlerarasındaki münasebetlere kadar, selamlaşmaktan evlere müsaade alarak
girme âdabına varıncaya kadar, içti matın edenî hayatın her safhasını içine
alan gerçek nizamın hayatî bütün kaidelerini gösterir, en güzel ahlâk düsturlarını öğretir.
Kur'ârvı
Kerîm beşer nev'inin bir erkekle bir kadından yaratılan bir aile olduğunu;
sonra onların birbirleriyle bilişmeleri, tanışmaları için kabilelere, ailelere
ayrıldıklarını; onlardan Allah katında en şerefli olanların Allah'tan en çok
sakınan, yani Allah'ın tayin ettiği hak ve vazifelere en çok riayet edenler
olduğunu; hangi millete, hangi kabileye, hangi sınıf ve mesleğe mensup olursa
olsun, kadın erkek, zengin fakir., hiç kimsenin bundan başka bir imtiyaza
sahip bulunmadığını bildirir.
Kur'ârvı Kerîm taahhütlere riayeti, muamelatta dürüstlüğü,
muhtaçlara yardımı, dargınların aralarını bulup düzeltmeyi, daima isti kam et
ve adalet üzere hareket etmeyi, işleri ehliyetli olanlara vermeyi, çalışmayı
emrve her habere inanmayıp onu araştırmayı tavsiye eder.
Kur'ârvı Kerîm her hususta hayatî icablara göre hareket
edilmesini, iyilik yaparken bile bunun gözönünde tutulmasını, herşeyin yerinde
ve zamanında yapılmasını öğretir.
Af ile muamele olunmasını tavsiye ederken, bunun toplulukların
huzurunu altüst etmesine meydan verdirmez.
Tecavüzün,
icabında ceza ile önlenmesini ister.
Kur'ârvı Kerîm, birbirimize yardımda bulunurken, o yardımın bizi
yoksulluğa düşürecek dereceye vardırılmam ası m tavsiye; herkesin şahsî hürriyet
ve haklarını kullanırken başkalarının haklarına tecavüz etmemesini tenbih eder.
Kur'ân-ı Kerîm, haset, fesat, zulüm, kin, hıyanet, iftira, yalan,
hile, suizan, adam çekiştirme, koğu-culuk, kibir, riya, hırsızlık, adam
öldürmek, israf, pintilik., gibi bütün kötülükleri; içki, kumar., gibi kötü
itiyadlan nehyeder.
Kur'ârvı Kerîm gözü gönlü açık tutmayı, körükörüne hareket
etmemeyi, düşünmeyi, yerleri ve gökleri ve aralarındakileri incelemeyi, ilim
ve irfan sahibi olmayı, geçmiş milletlerin ve memleketlerin hallerini
incelemeyi ve bunlardan ibret almayı tavsiye eder.
Kur'ârvı Kerîm büyük-küçük, hayır-şer. işlediğimiz bütün işlerin
ortaya döküleceği, herkesin hesaba çekileceği çetin bir Hesap Gününün gelip
çatacağını haber verir.
Hülâsa; Kur'ân-ı Kerîm beşikten mezara kadar insanları
ilgilendiren her konuya temas ettiği gibi, istikbalde keşfedilecek veya keşfine
çalışılacak birtakım ilmî, fennî
gerçekler hakkında da açık veya kapalı beyanlarda bulunur.
Meselâ; güneş, ay ve semavî ecramdan her birinin birer felekte
(yörüngede) yüzdüğü, her canlının sudan yaratıldığı (Enbiyâ: 30-33, güneşin
karargâhı, durak yeri için seyr ü cereyan ettiği (Yâsîn: 38), semalara muvazene
kanununun koyulduğu (Rahman: 7), semanın ilk halinin gaz olduğu (Fussilet: 11),
bütün insan zürriyetinin Hz. Âdem'den zerreler (genler) halinde bulunduğu
(A'raf 173), semerelerin ilkah edici, aşılayıcı rüzgârlarvasıtasıyla husule
geldiği (Hicr: 22), bazı hayvanlarda hususan anlarda görülen harikulade ince
işlerin onlara Allah tarafından ilham edilmek suretiyle yaptırıldığı (Nahl:
68-69), yerde yürüyen, havada uçan hayvanların da insanlar gibi birer topluluk
oldukları (En'am: 38), yerde olduğu gibi göklerde de canlı varlıklar bulunduğu
ve bunların bir gün biraraya gelecekleri (Şûra: 29), ruhu anlamaya insan
ilminin yetmeyeceği (İsrâ: 85), uzayın gittikçe genişletildiği (Zâriyât: 47),
cansız, dilsiz sanılan şeylerin de Allah'ı teşbih ve tahmid etmekte oldukları,
fakat bunu insanların anlayamayacaklan (İsrâ: 44)... daha birtakım konulara
ondört asır önce işaret edilerek ilim-fen âlemine yeni inceleme ve araştırma
ufukları açar.
Kur'ârvı Kerîm yalnız Müslümanlar tarafından değil, Müslüman
olmayan insaflı birçok ilim adamları tarafından da incelenerek, lâyık olduğu
takdir ve saygıyı görmüştür.
Okuyucularımıza
onlardan bazı ömekler sunuyoruz:[26]
İngilizlerin Arapça bilginlerinden Stanley Lane Poole
"Kur'ân'-dan Seçmeler" adlı kitabının önsözünde şöyle der:
"Peygamber'in Medine'de telakkî ettiği âyetler bilhassa
dikkate şayandır. Çünkü, bunlar İslâm cemiyetini idare eden her Müslümanı doğru
yola sevkeyleyen âyetlerdir.
Mekke'de
vahyolunan âyetler ise, büyük ve müessir bir diyanet için gereken herşeyi içine
alır."
Kur'ân
Bütün Ahlâk ve Felsefe Esaslarını Câmîdir
Fransa'nın en şöhretli müsteşriklerinden Sedillot,
"Arabistan'ın Muhtasar Tarihi" unvanlı eserinin 59, 63, 64.
sahifelerinde şöyle der
"Kur'ân
her saygıya değer eserdir.
Kur'ân insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlukatin Haliktan ne
bekleyeceğini, mahlukatın Hâlıkıyla münasebetlerini en sarih şekilde
öğretmiştir.[27]
Fazilet ve rezil et, hayır ve şer, eşyanın hakikî mahiyeti, hülasa
her mevzu Kur'ân'da ifade olunmuştur.
Hikmet
ve felsefenin esası olan kaideler, adalet ve müsavatı ve başkalarına iyilik
etmeyi, faziletkâr olmayı öğreten esaslar... bunların hepsi Kur'ân'da vardır.
Kur'ân,
insanı iktisat ve adalete sevkeder, dalâletten korur.
Ahlâkî
zaafların karanlığından çıkarır, ahlâkî yüksekliklerin ışığına ulaştırır.
İnsanın
kusurlarını, hatalarını yüksekliğe ve olgunluğa çevirir.
Müslümanlığa barbar bir din diyenler, şuurdan mahrum insanlardır.
Çünkü onlar Kur'ân'ın sarih ve berrak âyetlerine karşı gözlerini yumuyorlar ve
Kur'ân'ın nasıl asırdîde rezilefleri silip süpürdüğünü incelemiyorlar!"[28]
Fransa'nın
en tanınmış müsteşriklerinden Gaston Carre da şöyle der:
"Kur'ân
cihan medeniyetinin dayandığı temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin
İslâmiyet tarafından neşrolunan esasların uyuşumundan vücut bulduğunu
söyleyebiliriz."[29]
Fransız
filozoflarından Alexis Louvasonne derki:
"İnsanlığın
hidayeti için Hz. Muhammed'e vahyolunan Kur'ân, hikmetle dolu parlak bir eserdir.
Hz. Muhammed'in hakikî bir peygamber ve âlemin mukadderatına hâkim
Yüce Varlığın gönderdiği gerçek bir peygamber olduğunda şek ve şüphe yoktur.
Hz.
Muhammed cihana öyle bir kitab bırakmıştır ki, bir nâdire-i belagat, bir
mecelle-i ahlâk ve bir kitab-ı mukaddestir.
Yeni
fennî keşifler yahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan veya halline
uğraşılan meseleler arasında bir mesele yoktur ki, İslâmiyetin esaslarıyla
çelişsin!
Bizim Hıristiyanların Hıristiyanlığını tabiî kanunlarla
bağdaştırmak için harcadığımız çalışmalara mukabil, Kur'ân ve talimatlarıyla
tabiî kanunlar arasında tam bir ahenk görülmektedir."[30]
Tanınmış
müsteşriklerden, Arap edebiyatı uzmanı ve Kur'ân mütercimi Dr. Morris de şöyle
der
"Kur'ân
nedir?
Her
tenkidin üstünde bir fesahat ve belagat mucizesidir.
Kur'ân'ın
üçyüzelli milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun
her mânâyı güzel ifade etmek itibarıyla semavî kitabların en mükemmeli
olmasıdır.
Hayır!
Daha ileri gidebiliriz! Kur'ân, tabiatın ezelî inayet ile insana bahşettiği
kitabların en güzelidir.
Beşerin refahı nokta-i nazarından, Kur'ân'ın beyanlan, Yunan
felsefesinin ifadelerinden çok yüksektir.
Kur'ân,
arz ve semânın Halikına hamd ve şükürle doludur.
Kur'ân'ın her kelimesi, herşeyi yaratan ve herşeyi taşıdığı
kabiliyete göre sevk ve irşad eden Yüce Varlığın azametinde mündemiçtir.
Edebiyat
ile ilgililer için, Kur'ân bir kitab-ı edebdir.
Lisan
mütehassısları için, Kur'ân bir hazine-i elfazdır.
Şairler
için, Kur'ân bir menba-ı ahenktir.
Bundan
başka, bu kitab, hukukî hükümler namına bir muhit-i maâriftir.
Davud'un zamanından John Talmos'un devrine kadar gönderilen
kitabların hiçbiri, Kur'ân'ın âyet-leriyle muvaffakiyetli bir şekilde rekabet
edememiştir.
Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıflan hayatın
hakikatlarını kavram ak nokta-i nazarından ne kadar aydınlanırlarsa o derece
Kur'an'la iigiieniyorve ona o derece tazim ve saygı gösteriyorlar.
Müslümanların
Kufân'a saygıları daima artmaktadır.
İslâm muharrirleri Kur'ân âyetlerini iktibas
ile yazılarını süslerler ve o âyetlerden mülhem olurlar.
Müslümanlar,
tahsil ve terbiye itibarıyla yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kur'ân'a
istinad ettiriyorlar."[31]
İngilizce-Arapça,
Arapça-İngilizce lügatların müellifi Dr. Steingas şöyle der: "Kur'ân akâid
ve ahlâkı, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet sağlayan esasların
mükemmel bir mecellesidir.
Zaman ve mekân itibarıyla birbirlerinden uzak, fikrî inkişafları
bakımından da birbirlerinden çok farklı olan insanlara harikulade bir
hassasiyet bahşeden, muhalefeti hayra ve iyiliğe çeviren Kur'ân, nasıl en hayretlere
şayan bir kitab olarak kabul edilmeye lâyıksa; beşerin mukadderatıyia uğraşan
bilginler için de, üzerinde o derece durulmaya, incelenmeye lâyık ve yararlı
bir konudur."[32]
İngiltere'nin en tanınmış ve en büyük tarihçilerinden Edward
Gibbon "Roma İmparatorluğunun İnhitatı ve Çöküşü" unvanlı eserinde
diyor ki:
"Ganj nehriyle Atlas okyanusu arasındaki memleketler,
Kur'ân'ı bir kanun-u esâsî ve teşriî hayatın ruhu olarak tanımıştı.
Kur'ân'ın
nazarında sat/etli bir hükümdarla zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Bu
gibi esaslar üzerinde öyle bir teşrî vücuda gelmiştir ki, dünyada bir naziri
yoktur."[33]
Dr.
Gustave Le Bon:
"Dünyanın bütün dinleri içinde, Müslümanlık, Kur'ân ile en
saf ve en temiz tevhidi öğretmekle temayüz etmiştir" der.[34]
Mr.
Amold şöyle der:
"Ahd-i
Kadim ile Ahd-i Ceditten Yahudiler vasıtasıyla öğrendiğimiz dersler, bize
mahlukata hürmet ve muhabbetle muameleyi emrediyor.
Halbuki Kur'ân, insanlara mükemmel bir terbiye verdikten başka,
onlara hususî hayatlarında ahlâklı,
âlicenab, hayırsever, cesur ve şecaatli olmayı ve bütün Müslümanları sevmeyi
öğretmektedir."[35]
Hindli
dinî lider Baba Nanak şöyle der:
"Hakikat-ı
halde imanın hakiki kitabı .fikre itmi'nan veren kitab, ancak Kur'ân'dır."[36]
İngilizce
Popular Encyclopedia (Halk Ansiklopedisinde şöyle denir:
"Arapça'ya
göre Kur'ân, son derecede beliğdir. Gerçekten de, Kur'ân'ın bedâî-i edebiyyesi
eşsizdir. Bundan başka, Kur'ân'ın emirleri o kadar makul ve mantıkîdir ki,
insanlar bunları dikkatle mütalaa edecek olurlarsa, onların temiz ve afif bir
hayatı sağlayacağını anlariar." [37]
Bütün dinler üzerinde yaptığı uzun inceleme ve eleştiriler
neticesinde İslâm dinini kabul edip
Nureddin adını aldığını Yeni Sabah gazetesinde ilan eden Steinhorst adındaki
atom bilgininin sözleriyle bahsimize devam ediyoruz:
"Allah'ı
tazim, Hıristiyanlıkla berbat bir putperestlik haline getirilmiştir.
Bunlar, bir Allah'a tapar görünürler, fakat sadece bir peygamber
olmasına rağmen, İsa'ya da Allah'ın oğlu diye taparlar.
İsa'nın
anası, Allah'ın anası ilan edilmiştir.
Son konulan bir kaideye göre, Meryem, Allah'ın anası sıfatıyla
bedenî olarak mi'raca çıkmış; Papanın son tesbit ettiği bu kaide, mü'min
Katolikleri bile şaşırtmıştır!
Hıristiyan
itikadına göre, Allah çocuk meydana getirmektedir.
Halbuki,
İslâmiyete göre, ancak fâni olan bir varlığa tâbi olanlar çocuk yapmak
ihtiyacındadırlar.
Allah
ise, her varlığın üstünde ve ebedî olduğu için, çocuğa muhtaç değildir.
Bütün
yaratılmış şeylerin kaynağı ve herşeyin nâzımı Allahtır.
Bu
sebeple, O'nun, işine yardım edecek veya ismini devam ettirecek bir çocuğa
ihtiyacı yoktur.
Bunun
için, Hıristiyan dininin ve Kilisenin telkin ettiği üçlü Allah fikri abestir.
Böyle
olduğu halde, Hıristiyan kilisesi yegâne saadet veren din olduğunu nasıl iddia
edebilir?
Bu
kilise, hangi ahlâkî hakla bir dünya dini olmaya kalkışıyor?
Buna
hiçbir hakkı yoktur!
Bu
dünya bir Allah tarafından yaratıl mışsa, milletlerin dinî geleneklerinin bir
imanda birleşmesi kat'î ve zaruridir.
Dünya,
tek bir manevî merkez etrafında toplanmazsa, Yaratıcının birliğini nasıl
kavrayabilir?
Bir
nehir, birçok ırmaklardan meydana gelir ve onun kuvveti, özelliği bu birleşmede
belirir.
Musa'nın, İsa'nın ve diğer peygamberlerin getirdikleri vahiyler,
insanlığın yaratılış gayesini gerçekleştirecek bir nehrin ırmaklarıdır.
Bu
gaye, Allah'ın birliğini idrak etmektir.
Bu
maksadı ancak Kur'ân sağlayabilir.
Kur'ân'dan
başka bir kitab bunu sağlayabilir mi?
Tevrat
bunu sağlayamaz. Çünkü o ancak İsrail Tanrısından bahseder.
Zerdüşt
de, İlâhî nuru, ancak İran milletine bahşeder.
Veda'lar da bunu yapamaz. Çünkü, rişişlere göre, Vedayı dinleyen
Hindlilerin kulağına kurşun akıtmak gerekir!
Buda
da bir bütünlük göstermez ve yalnız Hindistan'a inhisar eder.
İsa'nın
dini bu gayeyi temin edebilir mi?
Hayır!
İsa, cihana şâmil bir öğretici değildir. O,
havarilerine şöyle demişti:
'Puta
tapanların yolunda gitmeyin ve Sâmirîlerin şehirlerine girmeyin.
Yalnız
İsrail'in kaybolmuş koyunlarının arasına katılın.' (Matta: 10: 5-6)
Şu
halde, İslâm'ın Peygamberinden önce hiç kimse bütün beşeriyete şâmil bir haber
getirmemiştir.
Kur'ân'dan
önce hiçbir kitab bütün insanlığa hitap etmemiştir.
Hz.
Muhammed şu vahyi getiriyor:
'Ey
insanlar! Gerçekten ben hepiniz için Allah'ın elçisiyim!' (7: 159)
Böylece,
yalnız Kur'ân'dır ki, muhtelif dinler arasındaki farkları ve ayrılıkları bertaraf
edebilir.
Dinlerin
çokluğu, birleştiri bir imanın vücudunu zaruri kılar.
Bu
iman, İslâmlıktır." [38]
John Davenport da, "Hz. Muhammed ve Kur'ân-ı Kerîm"
isimli eserinde, Kur'ân-ı Kerîm'den bahsederken şöyle der
"Müslümanlar Kur'ân-ı Kerîm 'e azamî hürmet ve tevkîri
gösterirler. Tâhir olmazlarsa, Kitaba el sürmezler. Bunun için, Kitabın
kapağına:
âyeti
yazılır ve bu suretle Kitaba taharetsiz iken kimsenin yanlışlıkla el
sürmemesini sağlarlar. Müslümanlar, Kitabı kemâl-i hürmetle okurlar, onu
öperler, savaşa giderken ceplerinde taşırlar. Silahlarına ondan âyetler
kazıttırırlar, Kitabı altınlar ve mücevherlerle süslerler, onun bir gayrimüslimin
elinde bulunmamasını isterler.
İslâm terbiyesinin kaynağı, bu Kitab-ı Mübîn'dir.
Çocuklar
herşeyden önce onu okumayı öğrenir ve ezberlerler.
Hayatın
nurunu bulmak için, Müslümanlar Kitab-ı Mübfn'i tedkik ve tetebbu ederler.
Camiler
vardır ki, orada Kur'ân-ı Kerîm sürekli hatmolunur.
Oniki
asırdan beri Kur'ân-ı Kerîm'in sesi milyonlarca mü'minin kalbinde ve ruhunda
devamlı bir surette akisler uyandırmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm Allah'a imanı .ilâhî iradeye teslimiyeti, ilâhî
emirlere itaati, iyilik etmeyi, takvâlı, itidalli olmayı, içkiden sakınmayı,
hoşgörür olmayı, din uğrunda ölenlere bir hürmet-i mahsusa beslemeyi emreder.
Amelî fanlara gelince; bunlar, İslâm dininin neşr ve tebliği,
malın kırkta birinin zekat olarak verilmesidir.
Fakat,
Kufân'ın emirleri dinî ve ahlâki vazifelere münhasır değildir.
Gibbon der ki: 'Kur'ân, Atlas okyanusu sahillerinden Ganj'a kadar,
yalnız ilahiyatın değil, medenî, cezaî ahkâmın da mecelle-i esası sayılmakta;
insanların bütün harekât ve ahvâlini tanzim eden kanunlar, Allah'ın bozulmaz
emirleriyle teyid edilmiş bulunmaktadır.
Başka
bir deyişle, Kur'ân Müslümanların dinî, içtimaî, medenî, ticarî, askerî, kazâî,
cezaî umumî kitabıdır.
Kur'ân, dinî vazifelerden günlük vazifelere, ruhun necat ve
felahından bedenin sağlığına, umumun hukukundan ferdin hukukuna, insanın
menfaatlerinden cemiyetin menfaatlerine, ahlâkiyat sahasından cinâîyat
sahasına, dünyevî hayatın ukubatından uhrevî hayatın ukubatına kadar herşeyin
nâzımıdır.
Binnetice,
Kur'ân Tevrattan ayrılmaktadır.
Kumb'un
dediği gibi, Tevrat bir ilahiyat sistemini haiz değildir.
Tevrat kıssalardan, vasıflardan, takvâperverane teheyyüclerden,
birbirine mantıkî bir bağla bağlı olmamakla beraber kuvvetli bir ahlâktan
müteşekkildir.
Kur'ân, İncil gibi de, ancak sâliklerin dinî fikirlerini, ibadet
ve amellerini düzenleyen bir düsturdan da ibaret değildir.
Belki,
Kur'ân siyasî bir sistemdir de.
Çünkü,
devletin her kanunu ona müsteniddir.
Hayat
ve emvale ait olan herşeyonun hükmü ile hallolunmaktadır.'
Kur'ârvı
Kerîm, tevhid akidesinin en şerefli abidesidir.
Kur'ârvı Kerîm, en sarih surette, ezelî ve ebedî olan, doğmayan,
doğurmayan, şerik ve naziri olmayan, herşeyi yaratan, Rahman ve Rahîm olan,
Kendisine bağlananları koruyan, kötülük yapıp pişman olanları affeden, Kıyamet
gününün sahibi olan, herkesi ameline göre muhakeme eden, iyilik yapanlara,
Allah yolunda ölenlere ebedî saadet bahşeden, kötüleri cezalandıran Allah'ın
varlığını öğretir.
Kur'ân, meleklerin varlığını da öğretmektedir; fakat meleklerin
de, peygamberlerin de tapılmaya müstehak olmadıklarını anlatır.
Her
insanı koruyan ve amellerini murakabe eden iki melek vardır.
Şeytanlar
insan nev'inin düşmanıdırlar.
Müslümanlar
cinlerin varlığına da inanırlar.
Kur'ârvı Kerîm'in açıkladığı bu akideler ne kadar haksızca
tecavüze uğradıysa, Kur'ân'ın ahlâkî talim at da aynı surette tecavüze
uğramıştır.
Halbuki, Kufân'ın ahlâkı fısk u fücuru, her türlü aşırılığı,
riyayı, pintiliği, kibirlenmeyi, kıskançlığı, dünyevî şeyler uğrunda ihtirasla
koşmayı kınar.
Sadaka vermeyi, ana-babayı sevmeyi, Allah'a şükranı, ahde vefayı,
doğruluğu, ihlasilliği, yetimlere
şefkati, fark gözetilmeden adaleti, iffeti, hayayı, sabır ve tahammülü,
iyilikseverliği, kölelerin azadlan-masını, kötülüğe karşı iyiliği, fazileti, af
ve safhı, bütün bunları bir karşılık beklemeyip sadece ilâhî rızayı gözeterek
yapmayı emreder.
Yukarıda da söylediğim gibi, Kur'ân yalnız bir mecelle-i diniyye
değildir; Müslümanların kavânîn-i medeniyyesini de ihtiva eder.
Binaenaleyh, Kur'ân birçok zevce almayı tahdid, almayı tarif,
karı-kocanın haklarını izah, validelerin süt emzirme müddetini tesbit, dulların
hukukunu, mehirlerin, boşanmaların nasıl olacağını tarif eder.
Miras,
vasiyetler, velilikler, akidler... Kur'ân'da zikrolunmaktadır.
Nihayet, yalancı şahitlerin, hırsızların, zânîlerin, çocuklarını
öldürenlerin, fücurun, sahtekârlığın, vesairenin cezası da Kur'ân'da
gösterilir.
Bu
itibarla, Hz. Muhammed yalnız peygamber değil, bir de Şâri'dir.
Hıristiyanlıkla
Müslümanlık arasındaki farkı anlamak için şuna dikkat etmek lâzımdır ki;
Hıristiyanlığın sâlikleri üzerinde haiz olduğu nüfuz dogmalara istinad
ettirilerek din ile ahlâk birbirinden ayrıldığı halde; Müslümanlıkta dogmalara
değil, dinin amelî tarafı ahlâkî, içtimaî, hukukî, siyasî fikirler üzerinde
tesir etmekte ve bu suretle Müslümanın dimağında vatanperverlik, hukuk, an'ane,
gelenek, kanun-u esâsî bir kelimede derlenip toparlanmakta dır-bu kelime
Müslümanlıktır.
Müslümanlığın
iftihar edeceği birçok güzellikler arasında bilhassa ikisi pek belirgindir.
Birincisi, uluhiyetten bahsederken, beşerî zaaflardan ve
hırslardan tenzih ettiği Yüce Varlığı en tebcîlkâr, en saygı dolu sözlerle
ifade etmesi; ikincisi de, Kur'ân'ın ahlâk ve terbiyeye aykırı her fikirden,
her hikâye ve sözden tamamıyla uzak bulunmasıdır.
Halbuki,
Musevîlerin Kitab-ı Mukaddesi bu gibi kusurlarla doludur.
Kur'ân, diğer kitaplar namına gayr-i kabil-i inkâr olan
kusurlardan o kadar münezzehtir ki, utangaç bir insan, hiç kızarmadan, onu
başından sonuna kadar okuyabilir.
Hâsılı, Kur'ârvı Kerîm'in tesis ettiği din
sırf tevhiddir.
Kur'ân'ın
tarif ettiği uluhiyet, kurulmuş kanunlarla kâinatı idare eden, fakat
yaklaşılması kabil olmayan bir ihtişam içinde bir tarafta duran felsefî bir
illet-i ûlâ değil, her an hâzır ve nazır, kâinatın her yerinde faal kudret
sahibi bir varlıktır..." [39]
Fransa Tıp Fakültesi Cerrahi Bölümü başkanlığında bulunmuş olan ve
mukaddes kitaplar üzerinde yaptğı bilimsel araştırmaları neticesinde ilâhî
kitab ve din olarak Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâm
dinini kendisine seçmek mutluluğuna ermiş bulunan Prof. Dr. Maurice Bucaille
tarafından yazılıp bastırılan "Kitab-ı Mukaddes, Kur'ân ve Bilim"
isimli kitabın Muhterem Prof. Dr. Suad Yıldırım Bey tarafından dilimize
çevrilen tercümesinde de, Tevrat ve İncil metinlerinin muasır bilimlerle
bağdaşmadıkları gösterildikten sonra, şöyle denilmektedir
"Kur'ân'ın
çok bariz olan bilimsel tarafları başlangıçta beni derinden derine hayrete
düşürdü.
Zira, 13 asırdan fazla birzaman önce kaleme alınan bir metinde
çağdaş bilimsel verilene tamamen uygun olarak son denece çeşitli konulara
ilişkin bilgilerin keşfedebileceğine, o zamana kadar hiç mi hiç inanmamıştım.
İşe başlarken, İslâm'a hiç inanmıyordum.
Her
türlü peşin hükümden uzak olaraktam bir tarafsızlıkla metinleri incelemeye
giriştim.
Beni
etkileyen bir fikir var idiyse, o da, gençliğimde almış olduğum eğitimdi.
Bu
eğitim, Müslümanlardan değil, Muhammedîlerden bahsederdi.
Böylece, bir adam tarafından kurulmuş bir dinin sözkonusu olduğu
ve dolayısıyla bu dinin de Tanrı katında hiçbir değer ifade etmeyeceği iyice
vurgulanmak isteniyordu.
Batıdakilerin çoğu gibi, ben de İslâm aleyhinde böylesi yaygın ve
yanlış fikirleri muhafaza edebilirdim.
Öyle ki, o zamanların dışında bu konularda aydınlanmış muhataplara
rastlamak, benim için hep şaşırtıcı
olmuştur.
İtiraf ediyorum ki; Batıda öğretilen İslâm imajlarından farklı bir imaj verilmeden önce, ben de bu
hususta çok cahil idim.
Şayet bulunmuş olduğum bu noktadan, Batıda genel olarak İslâm hakkında verilen değer hükümlerinin
yanlışlığını düşünecek noktaya geldimse, ben bunu istisnaî şartlara borçluyum.
Değerlendirme imkânlarıma bizzat Suudî Arabistan'da kavuştum.
Edindiğim bilgiler, İslâm konusunda kendi diyarımızda ne derece yanlış bilgi
sahibi olduğumuzu bana gösterdi.
Hâtırasını
hürmetle selamladığım Merhum Kral Faysal'a olan minnet borcum çok fazladır.
Onun İslâm'ı anlatmasını
dinlemek ve huzurunda tabiî ilimlerle ilgili Kur'ân tefsirinin meselelerinden
bazılarını anmak şerefi, ebediyyen hâtıramda nakşedilmiş olarak kalacaktır.
Bizzat kendisinden ve çevresindekilerden gelen bu değerli
bilgileri dinlemek, benim için müstesna bir mazhariyet olmuştur.
O zaman, bizim Batı ülkelerinde şekillenmiş olan İslâm imajı ile
onun gerçek mahiyeti arasındaki mesafeyi ölçmüş biri olarak, böylesine eksik ve
yanlış tanınan bir din hakkındaki incelemelerimi geliştirmek için, o zaman
bilmediğim Arapça'yı öğrenmeye şiddetli bir ihtiyaç duydum.
Benim
ilk hedefim Kur'ân'ı okumaya ve onun metnini cümle cümle incelemeye inhisar
ediyordu.
Tenkidli
bir inceleme için de, mutlaka gerekli olan bazı tefsirlerden tabiatıyla
yararlanıyordum.
Kur'ân'ı, müteaddit tabiî hadiselere dair yaptığı tavsiflere
büsbütün özel bir dikkat atfederek ele alıyordum.
Kitabın bu konuları ilgilendiren açıklamaları, ancak aslî metinde
nüfuz edilebilecek tarafları, beni iyiden iyiye etkiledi.
Zira
bu bilgiler çağımızdaki telakkilere uygun olmakla birlikte Hz. Muhammed'in
zamanındaki bir insanın hakkında en ufak bir fikir sahibi bile olamayacağı
hususlardı.
Daha sonra, Müslüman müelliflerce yazılmış olan Kur'ân metninin
tabiî bilimlerle ilgili taraflarına tahsis edilmiş olan birkaç eser okudum.
Onlar
bana çok faydalı değerlendirme imkânı verdiler.
Fakat,
Batıda bu konuda yapılmış toplu bir incelemeyi şu ana kadar görmüş veya işitmiş
değilim.
Böyle bir metinle ilk defa karşı karşıya gelen bir insanın
zekâsını ilkin etkileyen husus, ele alınan konuların bolluğudur: yaratma,
astronomi, yerle ilgili bazı durumların bildirilmesi, hayvanlar âlemi, bitkiler
âlemi, insanın üremesi gibi.
Kitab-ı Mukaddes'te çok büyük bilimsel hatalar bulunduğu halde,
burada (Kur'ân'da) bir tek yanlışa bile rasüayamiyordum!
Bu
da, beni kendime şu suali sormaya mecbur ediyordu:
'Şayet Kur'ân'ın müellifi bir insan ise, Hıristiyan takviminin
yedinci yüzyılında, bugün çağdaş bilimsel sonuçlara uygunluğu ortaya çıkan
hususları nasıl yazmıştı?!'
İmdi, hiç şüpheye imkân yoktur ki, şu anda
elimizde olan metin o devirden kalma metindir.
Bu
gözlem karşısında, beşerî planda, nasıl bir izah yapılabilir?
Kanaatimce,
hiçbir izah mümkün değildir!
Zira Fransa'da Dagobert'in hüküm sürdüğü asırda Arap yarımadasında
yaşayan bir şahsiyetin, kimi konularda bizimkinden oniki asırlık ileri bir
bilimsel düzeye sahip olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunamaz.
Aynı şekilde ben, Kur'ân'da, insanlığın bilmesi mümkün olduğu
halde şimdiye dek çağdaş bilimin ulaşamamış olduğu bazı olaylara işaret bulunup
bulunmadığını da araştırdım.
Böylece,
o açıdan, Kur'ân'ın kâinatta yerküresine benzer gezegenlerin bulunduğuna dair
işaretler ihtiva ettiği sonucuna ulaştım.
Çağdaş bilgiler bu hususta az da olsa delile sahip olmamakla
birlikte, bunu tamamen ihtimal dahilinde gören birçok bilim adamının
bulunduğunu söylemek gerekir.
Gerekli
ihtiyatî kayıtlarla bu fikrimi belirtmenin lüzumlu olduğuna kani oldum.
Böyle bir incelemeyi otuz yıl kadar önce yapmış olsaydım,
astronomiye ait az önce zikrettiğim konuya, Kur'ân tarafından açıklanmış olan
bir başka durumu ilave etmek gerekecekti ki, bu da uzayın fethidir.
O dönemde, ilk balistik füze deneylerinden sonra, belki de insanın
yer sınırından çıkıp uzaydan yararlanmasının maddî imkânlarına sahip olacağı
bir günün gelebileceği düşünülüyordu.
O zaman, insanın bu fethi gerçekleştirebileceğini önceden haber
veren bir Kur'ân âyetinin bulunduğu biliniyordu."* [40]
Kur'ân-ı
Kerîm'i ve İslâmiyeti inceleyen ve içlerinde Müslüman olanları da bulunan
Hıristiyan büyük ilim ve fikir adamlarından bazılarının Kufân-ı Kerîm ve
İslâmiyet hakkındaki ciddî ve takdirkâr görüşlerini buraya kadar aktarmaya
çalışmış bulunuyoruz.
Maksadımız, Kur'ân-ı Kerîm'i ve İslâmiyeti yabancıların
görüşleriyle de desteklemek değil, Kur'ân-ı Kerîm ve İslâmiyet hakkında hiçbir
esaslı bilgileri bulunmayan bazı aydınların bu husustaki olumsuz görüşlerinden
vazgeçmelerine yardımcı olmaktır.[41]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır
"Sizin
hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve onu öğretendir"[42]
"Bu
Kur'ân'ı öğreniniz! Çünkü onun tilâvet edeceğiniz her harfine karşılık on
hasene ile me'cur olur, mükâfatlandın lirsiniz." [43]
"Kim
Kur"ân okur, onu ezberler, onun helâlini helâl, haramını haram kılarsa,
Allah o kimseyi bu amelinden dolayı cennete koyar ve kendisini ev halkından on
kişinin her biri için de şefaatçi kılar."
[44]
"Kur'ân'ı
okuyan ve onun içindekilere göre amel eden kimsenin baba ve annesine, Kıyamet
günü ziyası güneşin bütün dünya evlerindeki ziyasından daha parlak ve güzel tâc
giydirilecektir.
Baba
ve annesine böyle olursa, artık kendisine ne olacağını hesap ediniz." [45]
"Kur'ân
okuyan mü'minin hali portakal gibidir ki, kokusu güzel, tadı da güzeldir.
Kur'ân okumayan mü'minin hali hurma gibidir. Tadı güzeldir, fakat kokusu
yoktur. Kur'ân okuyan münafıkın hali, kokusu güzel, fakat tadı acı olan reyhan
gibidir. Kur'ân okumayan münafıkın hali ise, kokusu acı, kötü, tadı da acı ve
kötü olan ebucehil karpuzu gibidir." [46]
Peygamberimiz
Aleyhisselam hadis-i şeriflerinde buyururlar ki:
"Bakara
ve Âl-i İmran sûrelerini okuyunuz! Çünkü onlar Kıyamet gününde iki bulut veya
iki gölge, veya kanatları gerilmiş iki fırka kuş gibi gelecekler, okuyucularını
savunacaklardır." [47]
"Evlerinizde
Bakara sûresini okuyunuz. Çünkü şeytan içinde Bakara sûresi okunan eve
giremez." [48]
"Şüphe
yok ki, şeytan içinde Bakara sûresi okunan evden kaçar." [49]
"Her
kim geceleyin Bakara sûresinin sonundaki iki âyeti okursa, onlar ona
yeter." [50]
"...Bunları öğreniniz, kadınlarınıza ve çocuklarınıza da
öğretiniz! Çünkü bunlar hem Kur'ân, hem duadır!" [51]
"Bana
verilen bu ayetler, benden önce hiçbir peygambere vehimemiştir." [52]
"Cebrail
Aleyhisselam bana:
'Müjde!
Senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur sana verildi!
Kitabın
Fâtlha'sı ile Bakara sûresinin son âyetleri!
Bunların,
okuyacağın her harfine karşılık, sana o harfin gerektirdiği sevap verilecektir!1
dedi." [53]
"Bakara
sûresinde bir âyet vardır ki, o âyet Kur'ân âyetlerinin ulusu,
Âyete'l-Kürsî'dir." [54]
âyetlerinin içinde Allah'ın ism-i âzami vardır."[56]
"Geceleyin on âyet okuyan kimse gafillerden sayılmaz!" [57] "Evlerinizi
kabirlere çevirmeyiniz!" [58]
"Her
kim Kehf sûresinin başından on âyet ezberlerse, Deccal fitnesinden
korunur!" [59]
"Herşeyin bir kalbi vardır. Kur'ân'ın kalbi de Yâsîn'dir. Her kim Yâsîn
sûresini okursa, Allah onun bu okumasına Kur'ân'ı on kere okumuş gibi sevap
yazar." [60]
"Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz." [61]
"Sizden biriniz bir gecede Kur'ân'ın üçte birini okumaktan
âciz kalır mı?" [62]
"Allahu Vâhidu's-Samed sûresini okuyan kimse, Kur'ân'ın üçte birini okumuş
olur." [63]
"Allahu Vâhidu's-Samed sûresi Kur'ân'ın üçte biridir." [64]
Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Ümmü Selemeye, Resûlullah Aleyhisselamin
Kur'ân-ı Kerîm'i nasıl okuduğu sorulmuştu. O da:
"Resûlullah Aleyhisselam bir âyet okur durur, bir âyet okur
dururdu. 'Bismillâhirrahmânirrahîm. El hamdu lillahi Rabbi'l-âlemîn.
Errahmânirrahîm. Mâliki yevmiddîn1 der;
kese kese, dura dura okurdu" dedi.[65] Enes b. Malik'e de:
"Resûlullah Aleyhisselamın Kur"ân okuyuşu nasıldı?"
diye sorulmuştu. O da:
"Resûlullah
Aleyhisselam, Kurbân okurken, çekilmesi gereken harfleri çekerdi" dedikten
sonra: "Resûlullah, 'Bismillâhiyi çekerdi, 'Errahmâni'yi çekerdi,
'Errahîm'i de çekerdi" dedi. [66] Ashabdan İrbâz b. Sâriye
der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam yatmadan önce Müsebbihât sûrelerini
okur ve: 'Onların içinde bir âyet vardır ki, bin âyetten efdal ve hayırlıdır1
buyururdu." [67]
Bunlar;
İsrâ, Hadîd, Haşr, Saf, Cutm'a, Tegâbün, A'lâ 5Ûreleridir. [68]
Sanıldığına
göre; bin âyetten hayırlı olan âyet de, Hadîd sûresinin üçüncü âyetidir. [69]
Hicretin 9. yılında Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmek için
gelen Sakîf temsilcilerinden Evs b. Huzeyfe der ki:
"Peygamber
Aleyhisselam, bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmedi.
'Yâ
Rasûlallah! Ne için yanımıza gelmekte geç kaldın?1 diye sorduk.
Peygamber
Aleyhisselam:
'Her
gün Kufân'dan bir hizb okuyup geçmeyi kendime vazifie edinmisimdir.
Bunu
yerine getirmedikçe çıkmamak istedim' buyurdu.
Sabaha
çıktığımız zaman, Resûlullah Aleyhisselamın ashabına:
'Siz
Kur'ân'ı nasıl hizbleyip okursunuz?' diye sorduk.
'Biz her üç sûreyi, her beş sûreyi, heryedi sûreyi, her dokuz
sûreyi, her onbir sûreyi, her onüç sûreyi ve Kâf sûresine kadar da yüzden az
âyetli olan mesânî sûrelerini takip eden ve araları Besmele ile ayrılıp uzun,
orta ve kısa mufassallar diye üçe ayrılan mufassal sûreleri ayrıca hizblemek
üzere hatmed-inceye dek hizbler, okuruz1 dediler." [70]
Cebrail
Aleyhisselam, Ramazan ayında her gece iner, Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna
kadar Peygamberimiz Aleyhisselamla mukabele ederdi. [71]
Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatından önceki Ramazan ayında ise,
bu mukabele iki kez yapılmıştı. [72]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sahabileri arasında da Kur'ân-ı
Kerîm'i yedi-sekiz gecede ve hatta her gece hatmedenler vardı.
Übeyyb.
Ka'b, Kur'ân-ı Kerîm'i sekiz gecede, Temim ed-Dârîyedi gecede hatmederdi. [73]
Temim
ed-Dârî'nin bir tek gecede, üç rekatta ve hatta bir rekatta hatmettiği de
olurdu. [74]
Hz. Osman'ın gece namazının bir rekatında hatmetmeyi âdet edindiği
ve şehit edildiği geceyi de böyle bir rekatta hatmetmek suretiyle ihya etmiş
olduğu rivayet edilir. [75]
Abdullah b. Selâm Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup bitirdiğini haber
verdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Bunu
her gece böylece oku!" buyurmuştur. [76]
Ashab-ı
Kiramın güçlü olanları yedi günde bir hatmederlerdi.
Bazıları
ayda bir, bazıları iki ayda bir, bazıları da bundan daha çok müddette
hatmederlerdi. [77]
İmam-ı
Azam E bu Hanîfe:
"Her yıl iki kere hatmeden, Kur'ân-ı Kerîm'in hakkını ödemiş
olur! Çünkü, Peygamber Aleyhisselam ruhu kabzolunduğu yılda Kufân-ı Kerîm'i
Cebrail Aleyhisselama iki kere arzetmişti" demiştjr. [78]
Abdullah b. Ömer, Kur'ân-ı Kerîm'in kaç günde bir hatmedilmesi
gerektiğini Peygamberimiz Aleyhisselama sormuştu.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Kırk
günde bir!" buyurmuşlardı.
Okuyanın
ilim ve iş durumuna göre bunun değişebileceği de açıklanmıştır. [79]
Kur'ân-ı
Kerîm'i okumak için:
1. Abdestli
bulunulur. [80]
2. Temiz
bir yerde oturulur. [81]
3. Kıbleye
karşı dönülür. [82]
4. Huşu
ve sükûnet içinde bulunulur, baş öne eğilir. [83]
5. Misvak
kullanılır. [84]
6. Koku
sürünülür.
7. İnsanlar
arasında giyilen elbise giyilir. [85]
8. Eûzu
çekilir.
9. Berâe
(Tevbe) sûresinden başka her sûreye Besmele çekilir. [86]
10.
Âyetler, teitile riayet edilerek okunur. [87]
Tertîl;
kelimeyi ağızdan kolayca ve düzgünce çıkarmaya, [88] harflerin mahreçlerini,
durak yerlerini gözetmeye, kıraatta sesi kısmaya ve hazinleştirmeye denir. [89]
11. Âyetler
okunurken (Arapça bilenlerce) tehdit lafızları tehditkâr ses tonuyla okunur.
Tazim lafı
zları da tâzimkâr ses tonuyla okunur. [90]
12. Kur'ân-ı
Kerîm okunurken ağlanabilir, ağlamaklı ve hüzünlü bulunulur. [91]
13. Kur'ân-ı
Kerîm hatm için okunurken mushaftaki sırasına göre okunur.
14. Kur'ân-ı
Kerîm okunurken kesilip konuşulmaz. [92]
15. Kur'ân-ı
Kerîm okunurken gürültü edilmez, susulup dinlenilir. [93]
16. Kur'ân-ı
Kerîm'i ezbere okumak, mushaftan okumaktan efdaldir.[94]
17. Kur'ân-ı Kerîm okunurken secde
âyetine geldikçe secde edilir.
Secde âyetleri Kur'ân-ı Kerîm'in ondört yerinde vardır:
A'râf: 206, Ra'd: 15, Nahl: 49, İsrâ: 107, Meryem: 58, Hacc: 18, Furkan: 60, Nemi: 25, Secde: 15, Sad 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikak: 21, Alâk: 19. âyetlerdir.[95]
Kur'ârvı
Kerîm okumak için efdal olan vakitler, namaz için efdal olan vakitlerdir.
Geceleyin;
akşamla yatsı arasıdır.
Gündüzün
efdal olan, sabahtan sonradır.
Hatmin
efdal vakti, gündüzün başlangıcı veya gecenin başlangıcıdır.
Hatmi
kışın gecenin başlangıcında, yazın da gündüzün başlangıcında yapmak efdaldir. [96]
18. Hatim
yapacak olan, o gün oruçlu bulunur, ev halkını toplayıp dua eder. Allah'a hamd
ü sena
da ve istiğfarda bulunur. Peygamberimiz Aleyhisselama salâtü selam getirir,
hayırlar talep eder. [97]
19. Hatimde
Duhâ sûresinden Kur'ân-ı Kerîm'in sonuna kadar olan sûreleri okunup aralarında
tek bir getirilir.
"Kul
eûzü bi rabbinnâs" sûresinden sonra, Fatiha sûresi ile Bakara sûresinin
başından "Ve ülâike hümü'l-müflihûn" âyetine kadar beş âyet okunur.[98]
20.
Peygamberimiz Aleyhisselam Kur'ân-ı Kerîm'i hatmettiği zaman şöyle dua ederdi:[99]
21.
Adamın biri:
"Yâ Rasûlallah! Hangi amel Allah'a daha sevgilidir?"
diye sormuştu. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Konup göçenin ameli!"
buyurdu. "Konup göçen ne demek?" diye sordu. Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ehl-i
Kurbân ki, onu başından sonuna kadar okur,[100] sonunda da hemen baş
tarafına geçer! Ne zaman Kur'ân'ı sonuna kadar okuyup gelse, hemen baş tarafına
geçip yeniden okumaya başlar!" buyurdu.[101]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Veda Haccında irad buyurduğu hutbesinde: "Ben size öyle
birşey bıraktım ki, ona sımsıkı sanlırsanız hiçbir zaman dalâlete düşmez, sapmazsınız.
O, Allah'ın Kitabıdır, [102]
Allah'ın Resûlünün sünnetidir" buyurmuştur. [103]
Kur'ân-ı
Kerîm'e göre de; Kitab ve sünnet, başvurulması gereken iki hidayet kaynağıdır. [104]
Sünnet, lügatta yol demektir. "Sünnetullah" terkibi Yüce
Allah'ın hüküm, emir ve nehiylehni ifade eder.
[105]
Şeriat dilinde sünnet, Peygamberimiz Aleyhisselamdan sâdır olan
sözler (hadisler), işler ve takrirler (tasvibler) demektir.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın ibadet maksadıyla farz ve vacib olmayarak işlemeye devam ve
nadiren terk ettiği şeylere sünnetü'l-hüdâ, sünnet-i müekkede denir ki; ezan,
kamet, beş vakit namazın sünnetleri, mazmaza, istinşak... gibi dini tamamlayıcı
nitelikte olan sünnetler olup, onları terketmek mekruh ve günahtır.
Münferidin ezan okuması, misvak tutunmak, namaz içinde ve dışında
bazı müstehab fiiller ile, Peygamberimiz Aleyhisselamın yemek, içmek, oturup
kalkmak, giyinip kuşanmak... gibi sünnetlerine de zevâid sünnetleri denir.
Bunları
işlemekte sevap bulunmakla beraber, terketmekte kerahet ve günah yoktur. [106]
Peygamberimiz Aleyhi sselam, bir hutbesinde "Sünnetlerin
hayırlısı, Muhammed'in sünnetleridir" buyurduğu gibi; âdet niteliğindeki
sünnetlerinin de Rabbânîliğini "Beni Rabbim terbiye edip yetiştirdi ve
güzel terbiye edip yetiştirdi" diye açıklayarak, onların da ömek tutulması
gerekeceğini işaret buyurmuştur. [107]
Ashabdan
İrbaz b. Sâriye der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam bir gün sabah namazından sonra bize beliğ bir mev'iza irad
buyurdu.
Bu
mev'izadan gözler yaşardı, kalbler ürperdi.
'Bu,
bir vedalaşıcının vazına benziyor!
Öyle
ise yâ Rasûlallah! Bize neyi tavsiye buyurursun?1 dedik. [108]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ben
sizi gecesi gündüzü gibi aydın olan şeyin üzerinde bırakmış bulunuyorum.
Benden
sonra, ancak helak olacak olan kimse ondan sapar! [109]
Allah'tan sakınmanızı, başınıza Habeşli bir köle de geçse onun
emirlerini dinlemenizi, kendisine itaat etmenizi size tavsiye ederim.
Benden
sonra, sizlerden yaşayanlar, birçok anlaşmazlıklara şahit olacaktır!
O zaman sünnetime, [110] sünnetimden bildiğiniz
şeylere, [111]
hidayet ve doğru yol üzerinde bulunan halifelerimin (Hulefa-i Râşidînin)
sünnetine sımsıkı sarılınız!
Sonradan
sonraya ortaya çıkarılan birtakım şeylerden sakınınız!
Çünkü,
sonradan sonraya ortaya çıkarılan şey bid'attr.
Her
bid'at da dalâlettir, sapkınlıktır!" buyurdu. [112]
Hz.
Ebu Bekir, halife olduğu zaman yaptığı konuşmada:
"İnen Kur'ân ve Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri bize
öğretildi de, biz bu sayede bilgi sahibi olduk" demiştir. [113]
Hz.
Alide:
"Resûlullah
Aleyhisselamın ruhu kabzolununca, Ebu Bekir halife oldu.
Yüce Allah tarafından ruhu kabzolununcaya kadar, Resûlullah
Aleyhisselamın ameline ve sünnetine göre hareket etti.
Sonra
Ömer halife oldu.
Ruhu
kabzolununcaya kadar o da öyle hareket etti.
Her ikisi de, Resûlullah Aleyhisselamın ameline ve sünnetine göre
hareket etti" diyerek şehadette bulunmuştur.[114]
Bid'at; ikmâlinden sonra, başka bir deyişle Peygamberimiz
Aleyhisselamdan sonra dinde ihdas edilen şeylere, amellere; [115] Ashabın ve Tabiînin
işlemedikleri, sünnete aykırı bulunan şeylere denir. [116]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, birhadis-i şeriflerinde:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; [117] sizler, kendinizden
öncekilerin yollarını kanş karış, arşın arşın,
[118] kulaç kulaç[119] muhakkak
izleyeceksinizdir.
Hatta, onlar bir kelerin deliğine girecek olsalar, onlara tâbi
olacaksınız, [120]
oraya da onlarla birlikte gireceksiniz" buyurdu. [121]
Ashab:
"Yâ Rasûlallah, kimdir onlar? Ehl-i Kitab olanlar mı? [122] Yahudilerle
Hıristiyanlar mı?" diye sordular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ya
kim olacak?!" buyurdu. [123]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, başka bir hadislerinde de:
"Eğer sizler Peygamberinizin sünnetini bırakacak olursanız,
muhakkak dalâlete düşer, yolunuzu şaşırırsınız!"
buyurmuştur. [124]
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama Kur'ân-ı Kerîmle
indiği gibi, sünnet ile de inerdi. [125]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"İyi
biliniz ki; bana Kitab ve onunla birlikte bir o kadar daha verildi!"
buyurmustur. [126]
Yine
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Haberiniz
olsun ki; Resûlullahın da, Allah'ın (Kur'ân'da) haram kıldıkları kadar haram
kıldığı şeyler vardır. [127]
Çok sürmez, [128]
kamı tok. [129]
koltuğuna kurulmuş bir adama hadislerimden bir hadis söylenirde, o:
'Bizim yanımızda ve sizin aranızda Yüce Allah'ın Kitabı var! [130] Size Kitabullah yeter!
Onda helâl bulduğunuz şeyi helâl olarak kabul ediniz, onda haram bulduğunuz
şeyi haram olarak kabul ediniz! [131] Biz de onda helâl
bulduğumuz şeyi helâl sayarız, haram bulduğumuz şeyi haram sayarız' der. [132]
Sakın! Herhangi birinizi, koltuğuna kurulmuş olduğu halde
kendisine erişeni[133] hadislerimden birşey, [134] yapılmasını emr veya
ondan nehy ettiğim bir emrim hakkında: [135]
'Ben bunu bilmiyorum, tanımıyorum! [136] Biz bunu bilmiyoruz! Biz
ancak Kitabullahta bulduğumuz şeye uyanz! [137] Biz bunu Kitabullahta
bulamadık! [138]
İşte Kitabullah! Yok onda bu! Biz, Kitabullahta bulduğumuza göre amel ederiz,
aksi takdirde hayır!'[139] der bir tutumda
bulmayayım!
İyi
biliniz ki; Resûlullahın haram kıldığı şey, Allah'ın haram kıldığı şey gibidir! [140]
Ben
ne helâli haram, ne de haramı helâl kılarım. [141]
Sizden, koltuğuna kurulmuş biriniz, Allah'ın şu Kitabındakilerden
başka birşeyi haram kılmadığını mı sanıyor?!
Şunu
iyi biliniz ki; vallahi ben de hem öğüt verdim, hem de bazı şeyleri emr, bazı
şeylerden de nehy ettim.
Benim
emr ve nehy ettiğim şeyler, belki Kur'ân'daki kadardır, ya da daha çoktur!
Şüphe yok ki, Allah Ehl-i Kitabın evlerine izinsiz olarak
girmenizi, kadınlarını dövmenizi, üzerlerine salınan vergiyi ödedikleri halde
meyvelerini yemenizi size helâl kılmam ıştır!" buyurdu. [142]
"Sünnet,
ikidir:
1. Farz
hakkında olan sünnet.
2. Farz
hakkında olmayan sünnet.
Farz hakkındaki sünnetin aslı Kitabullahtadır. Ona yapışmak
hidayet, onu bırakmak dalâlet, sapkınlıktır.
Farz
hakkında olmayan sünnetin aslı Kitabullahta yoktur. Ona yapışmak fazilettir,
onu bırakmak günah değildir.
Ümmetim
bozulduğu zamanda sünnetime sarılan kimse için şehit ecri vardır!" da
buyurulmustur.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Sizin
üzerinize öyle birzaman gelecektir ki, o zamanda helâl olan üç dirhemden veya
kendisiyle görüşülüp konuşulacak bir kardeşten veya amel edilecek bir sünnetten
daha aziz, daha şerefli birşey bulunmayacaktır" buyurmuştur. [143]
Mü'minlerin
sünnete başvurmaları, uymaları Yüce Allah'ın emri gereğidir.
Kur'ârH
Kerîm'de bu hususta şöyle buyurulur:
"Ey
iman edenler! Allah'a itaat ediniz, Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine
de itaat ediniz!
Birşey hakkında çekiştiğiniz zaman-eğer Allah'a ve ahi ret gününe inanıyorsanız-hemen
onu Allah'a ve Peygambere döndürünüz! Bu, hem hayırlı, hem de netice itibarıyla
daha güzeldir!" (Nisa: 59)
"Sizden
olan emir sahipleri," din âlimleri ve fakihler demektir.
"Allah'a
ve Resûlullaha itaat" da, Kitab ve sünnete tâbi olmak demektir. [144]
"Peygamber'e
itaat eden, Allah'a itaat etmiştir." (N isa: 80)
"..Peygamber size ne verdiyse onu alınız! Size neyi
yasakladıysa ondan da sakınınız. Allah'tan korkunuz! Çünkü, Allah'ın azabı
çetindir!" (Haşr 7)
"Andolsun ki, Resûlullahta sizin için, Allah'ı ve ahiret
gününü ummakta olanlar için, Allah'ı çok ananlar için güzel bir imtisal
numunesi vardır." (Ahzâb: 21)
Peygamberimiz
Aleyhisselam da, hadis-i şeriflerinde:
"Ben size neyi emretmişsem onu alınız! Sizi neden
nehyetmişsem ondan da sakınınız!" [145] buyurmuşlardır.[146]
İbadet, mükelleflerin (erginlik çağına eren akıl sahibi
insanların) nefislerinin arzu ve temayüllerine muhalefetle Rablerini tazim için
yapmış oldukları , [147]
yapılması sevap olan, Allah'a yakınlık ifade eden özel tâatleridir.
Tâatin
aslı verâdır.
Verânın aslı takvadır.
Takvanın
aslı nefis muhasebesidir.
Nefis
muhasebesinin aslı Allah'ın azabından sakınmak, nimetini ummaktır. [148]
On
şey nefse gerekli görülmeyince verâ tamamlanmaz:
1. Dil
ile gıybetten korunmak,
2. Kötü
zandan sakınmak,
3. Halk
ile alay etmekten geri durmak,
4. Haramlara
bakmamak,
5. Doğru
sözlü olmak,
6. İman
nimetinden dolayı Yüce Allah'a minnettar olmak ve kendi kendini beğenmemek,
7. Malı
hak yolunda harcamak ve bâtıl yollarda harcamamak,
8. Yükseklik
ve büyüklük dileğinde bulunmamak,
9. Beş
vakit namazı vakitlerine, rükû ve secdelerine dikkat ve itina ederek korumak,
10.Ümmet ve cemaat üzere istikamet
etmek.
Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet edildiğine göre:
"Herşey
için bir had vardır. İslâm'ın hududu da verâ, tevazu, sabır ve şükürdür.
Verâ işlerin kıyam ve sebatına, sabır cehennem ateşinden
kurtuluşa, şükür de cennete nail olmaya sebeptir."
Hasanü'l-Basrî,
Mekke'de Hz. Ali'nin oğullarından, arkasını Kabe'ye dayayıp halka vaz eden bir
gence:
"Dinin
sebat ve kıyamına sebeb olan şey nedir?" diye sordu.
Genç:
"Verâdır!"
dedi.
Hasanü'l-Basrî:
"Dinin
âfeti nedir?" diye sordu.
Genç:
"Tamahtır!"
dedi.
Avamın
verâsı, haramdan ve haram şüphesi bulunan şeyden sakınmaktır.
Havassın
verâsı, içinde heva ve nefis için şehvet ve lezzet bulunan şeyden sakınmaktır.
Havassın
havassının verâsı, içinde kendi irade ve görüşü bulunabilecek herşeyden
sakınmaktır.
Hâsılı; avam dünyayı terk ile, havas cenneti
terk ile, havassın havassı da mâsivâyı (Allah'tan başka herşeyi) terk ile verâ
eder.
Bişr
b. Haris der ki:
"Amellerin
en zoru ve ağır olanları üçtür:
1. Azlıkta
cömertlik yapmak,
2. Tenhâda
verâ üzere hareket etmek,
3. Kendisinin
cezasından korkulan ve ihsanı umulan kimsenin yanında hak olan sözü hiç çekinmeden
söylemek."
Bişr
b. Hâris'in kızkardeşi, İmam Ahmed b. Hanbel'e gelerek:
"Ey
imam! Biz geceleyin damlarımızın üzerinde otururuz. Yanımızda geçen meşalelerin
ışıkları üzerimize düşer. Biz o meşalelerin ışıklarından yararlanarak iplik
eğiririz. Bu ışıkların altında iplik eğirmemiz bize caiz ve helâl olur
mu?" diye sordu.
Ahmed
b. Hanbel:
"Allah
iyiliğini versin! Sen kimsin?" dedi.
Kadın:
"Ben
Bişr b. Hâris'in kız kardeşiyim!" deyince, Ahmed b. Hanbel ağladı ve:
"Gerçek verâ sahibi sizin evinizden çıkmıştır. Sakın sen o
meşalelerin altında oturup iplik eğireyim deme!" dedi. [149]
Hadis-i
şerifte buyurulduğuna göre:
"Kıyamet
günü:
'Ey
kullarım! Bugün size korku yoktur! Sizler mahzun da olacak değilsiniz!' diyerek
seslenilecek!
Mahşer
halkı başlarını kaldıracaklar ve:
'Biz,
Yüce Allah'ın kullarıyız!' diyecekler.
Sonra:
'Onlar
ki; âyetlerimize inandılar ve Müslüman oldular!' diyerek seslenilecek.
Bunun
üzerine, kafirlerin başları önlerine eğilecek! Allah'ı tevhid edenlerin başları
kalkık kalacak!
'Onlar ki; iman etmişler ve Allah'ın buyruklarına aykırı tutum ve
davranışlardan son derecede sakınıp durmuşlardır!' diyerek üçüncü kez
seslenilecek!
Bunun üzerine, büyük günah işlemiş olanların başlan önlerine
eğilecek. Takva sahiplerinin ise başları kalkık kalacak!
Kerîm olan Allah, va'dettiği gibi, onların üzerinden korkuyu ve
hüznü giderecek! Çünkü O, kerîmlerin en kerîmidir!
Velîlerinden
yardımı kesmez ve onları korku içinde bırakmaz!" [150]
Yüce
Allah nimetlerin ihsan edicisidir. Nimetlere erenin nimetlere şükretmesi
gerekir.
İbadet
de, Allah'ın nimetlerine bir şükürdür. [151]
Daha açık bir deyişle; ibadet, insanın gerek en güzel bir biçimde
yaratılmış bulunmasından, ve gerek hiçbir emeği ve hakkı geçmeden en kıymetli,
en hassas iç ve dış uzuvlara nail olmasından dolayı Yaratanına bir şükrüdür.
Nimete
şükür ise, aklen ve şer'an farzdır. [152]
İnsan,
gördüğü en küçük bir iyiliği bile karşılıksız, teşekkürsüz bırakmaz istemez.
İnsanlara
teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez. [153]
Başta peygamberler olmak üzere, bütün insanlar Allah'a ibadet ve
kulluk etmek için yaratı İm ı şiardır. [154]
Her
ümmete de "Allah'a ibadet ediniz!" diye tebligatta bulunan bir
peygamber gönderilmiştir. [155]
İnsanların
Allah'a ibadetleri olmasa Allah katında ne değerleri kalır?" [156]
İbadetten
istisna edilen, muaf tutulan hiçbir kul yoktur.
Hatta, Yüce Allah'ın ve meleklerin kendisini selamladıkları[157] en sevgili kulu olan
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam da:
"Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et!" [158] emrine muhatap olmuş ve
mübarek ruhunu Rabbine teslim ettiği güne kadarda ibadet vazifesini yerine
getirmekten geri kalmamıştır. [159]
Namaz,
farz, vacib, sünnet ve nafile olmak üzere dört çeşittir.
Farz
olanlar ikiye ayrılır 1) Farz-ı ayn, 2) Farz-ı kifâye.
Farz-ı ayn olanlarda ikiye ayrılır 1) Her gün ve gecede beş
vakitte kılınan namazlar. 2) Cuma günü kılınan Cuma namazı.
Farz-ı
kifâye olan namaz da, cenaze namazıdır.
Vacib
namazlar ikidir 1 Vitir namazı, 2 Ramazan ve Kurban Bayramı namazları.
Sünnet ve nafile olan namazlara gelince; onlar da beş vakit
namazların tarzlarıyla birlikte kılınan sünnet namazlarla, Ramazan'da kılınan
teravih namazı ile geceleri nafile olarak kılınan teheccüd namazı, gündüzleri
nafile olarak kılınan kuşluk namazı vesair nafile namazlardır.[160]
Hz.Âişe'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam sabah
namazının farzından önce evinde iki rekat, öğle namazının farzından önce
evinde dört rekat, farzından sonra evinde iki rekat, [161] ikindi namazının
farzından önce evinde dört rekat, akşam namazının farzından sonra evinde iki
rekat, yatsı namazının farzından sonra evinde iki rekat nafile namaz kılardı. [162] Bunu dört rekat kıldığı
da olurdu. [163]
Yatsının nazîri olan öğlenin ilk dört rekatına kıyasla, yatsı
namazının farzından önce de-Peygamberimiz Aleyhisselamın dilersek
kendiliğimizden kılabileceğimiz hakkındaki müsaadesine uyu-larak-dört rekat
namaz kılınması güzel görülmüş ve mendub olarak kilınagelmiştir.
Saîd
b. Hişam der ki:
"Âişeye:
'Ey
mü'minlerin annesi! Resûlullah Aleyhisselamın gece namazını bana haber ver!1
dedim.
'Sen, 'Ey esvabına bürünen Resûlüm! Gecenin birazı hariç olmak
üzere, kalk! Gecenin yarısı mik-tarınca yahut ondan birazını eksilt! Yahut o
yarının üzerine ekleyip arttır! Kur'ân'ı da açık açık, tane tane oku!1
[Müzzemmil: 1-4] âyetlerini okumuyor musun?!1 dedi.
'Evet!
Okuyorum!' dedim. [164]
'İşte,
Resûlullah Aleyhisselam a başlangıçta gece namazı böyle farzdı' dedi. [165]
'Müslümanlarda,
ayaklan şişinceye kadar namazda dururlardı.
Yüce
Allah, Müzzemmil sûresinin son âyetini indirinceye kadar, onları oniki ay
tuttu.
Sonra:
'...O Allah, bunu (saatlerin miktarını) sizin sayamayacağınızı
bildiği için, size karşı ruhsat tarafına döndü. Artık, Kufân'dan, kolay geleni
okuyunuz' [Müzzemmil: 20] hükmünü indirince, gece namazı, farzlardan sonra
nafile oldu' dedi." [166]
Bununla beraber, Peygamberimiz Aleyhisselam gece namazını
bırakmamış, yaşlanıp ayakta duramadığı zaman da oturarak kılmaya devam
etmiştir. [167]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kıyamda ayakları şişinceye kadar
durmaya devam ettiği sıralarda, [168] Hz.Âişe:
"Yâ
Rasûlalları! Bu zahmete niye katlanıyorsun? [169]
Allah
senin geçmişteki, gelecekteki günahlarını bağışladı ya!?" dedikçe,
Resûlullah Aleyhisselam:
"Ben
şükredici bir kul da mı olmayayım?" buyururdu. [170]
"Hangi
namaz efdal ve üstündür?" sorusuna, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kunûtu
(kıyamı) uzun olandır!" buyurmuş; [171]
"Farzlardan
sonra efdal ve üstün namaz, geceyarısında kılınan namazdır. [172] Gecede öyle bir saat
vardır ki, Müslüman bir kimse o saate rastlar da Allah'tan dünya ve ahiret
işlerine ait bir hayır isterse, o isteğini Allah ona verir. Bu, her gece
böyledir!" buyurmuştur. [173]
"Yüce Rabbimiz, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında
(mekândan münezzeh olarak) dünya semasına iner de:
'Hani
Bana dua eden ki, duasını kabul edeyim!
Hani
Benden dilekte bulunan ki, dileğini vereyim!
Hani
Benden yariıganmak dileyen ki, kendisini yarlıgayayım!' buyurur." [174]
"Hiçbir kul yok ki, Allah'a bir secde etsin de, Allah onu o
secdesine karşılık bir derece yükseltmiş, bir günahını düşmüş[175] ve kendisi için bir
hasene (sevap) yazmış olmasın!" [176]
"Kıyamet
gününde kulun amelinden hesap vereceği ilk şey namazdır!
Eğer
o tam ve sağlam olursa, kul korktuğundan kurtulur ve umduğuna nail olur!
Eğer
kul farzdan birşey eksiltmişse sânı yüce olan Allah:
'Bakınız!
Kulumun nafile olan namazı var mıdır?' buyurur.
Farzdan
eksilttiği miktar onunla doldurulur, tamamlanır.
Sair
ameli hakkında da böyle muamele olunur." [177]
Peygamberimiz Aleyhisselam nafile namazlarını umumiyetle evlerinde
kılar, çıkıp farzları Müslümanlara
mescidde kıldırırdı.[178]
Abdullah
b. Amr der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam, bana:
'Ey
Abdullah! Sakın, sen filan gibi olma!
O
geceleyin kalkıp namaz kılardı da, şimdi gece namazını bıraktı!' buyurdu."[179]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Farz
namazlardan sonra namazların efdal ve üstünü gece namazı dır."[180]
"Kim geceleyin uyanır ve zevcesini de uyandırarak iki rekat
namaz kılarlarsa, kendileri Yüce Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar
zümresinden yazılır ve sayılırlar" buyurmuş; [181] Kur'ân-ı Kerîm'de de:
"...Allah'ı
çokzikreden erkeklerle Allah'ı çokzikreden kadınlar için de Allah bir mağfiret
ve pek büyük bir ecir ve mükâfat hazırlamıştır" buyurulmustur. (Ahzâb: 35)
Peygamberimiz Aleyhisselam Ramazan gecelerinde aynca teravih
namazı kılarve bunu kılmalarını Müslümanlara da önemle tavsiye buyururdu.
Bilhassa Ramazan'ın son on gecesini ibadetle ihyaya son derecede
önem verir, ev halkını da uyandırırdı. [182]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, amcası Hz. Abbas'a:
"Ey Abbas! Ey amcacığım! Ben sana bir ihsanda bulunayım mı?[183] Sana akrabalık hakkını
ödeyeyim, sana yararlı olayım mı?" diye sordu.[184]
Hz.
Abbas:
"Evet
yâ Rasûlallah!" dedi. [185]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ben sana on şeyi haber vereyim ki, onları işlediğin zaman,
Allah senin günahının evvelini ve ahirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını
ve kasıtsızını, küçüğünü ve büyüğünü, gizlisini ve açığını bağışlasın!1[186]
Ey
amca![187]
O on şey şunlardır.[188]
Dört rekat namaz kılarsın. Her rekatta Fatihayla birlikte bir sûre
okursun. İlk rekatın kıraati bitince ayakta olduğun halde on beş kere
'Sübhânallahi velhamdulillahi ve lâ ilahe illallahu vallahu ekber' dersin.
Rükûa
gidersin ve rükuda iken bunu on kere söylersin.
Sonra
rükûdan başını kaldırır, ayakta dikilmiş olduğun halde bunu on kere söylersin.
Sonra
secdeye gidersin. Secdede bunu on kere söylersin.
Sonra
secdeden başını kaldırırsın, orada bunu on kere söylersin.
Tekrar
secdeye gidersin. Secdede bunu on kere söylersin.
Sonra
secdeden başını kaldırırsın, orada bunu on kere daha söylersin.
Bu,
her rekatta 75 eder. [189]
Bunu
rekatların dördünde de yaparsın.[190]
Dört
rekatta 300 eder.
Artık,
senin günahların Alic* kumlarının sayısı kadar da olsa, Allah seni bağışlar.[191]
Bunu
her gün bir kere kılmaya gücün yeterse, kıl!" buyurdu.[192]
Hz.
Abbas:
"Yâ
Rasûlallah! Bunu her gün söylemeye kimin gücü yeter?!" dedi. [193]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Her
gün kılmaya gücün yetmezse her Cuma bir kere kıl!
Her
Cuma kılmaya gücün yetmezse her ay bir kere kıl!
Her
ay kılmaya gücün yetmezse her yıl bir kere kıl!
Her
yıl kılmaya gücün yetmezse ömründe bir kez olsun kıl!" buyurdu.[194]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gündüz nafilelerinden kıldıkları
kuşluk namazını, iki, dört, altı ve sekiz rekat olarak kılardı.[195]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, bu namazı Mekke'nin fethinde sekiz rekat olarak kılmıştır. [196]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, kendisine hizmet eden bir zâta:
"Bir
hacetin, dileğin var mı?" diye sorar dururdu.
Günlerden
bir gün, yine ona böyle sorduğu zaman:
"Dileğim
vardır yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Nedir
dileğin?" diye sordu.
"Kıyamet
günü bana şefaat etmendir!" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bunu
istemen için sana kim yol gösterdi?" diye sordu.
"Rabbim
gösterdi!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"Sen
de, çokça secdeler, namazlarla bana bu hususta yardımcı olmalısın!" buyurdu.[197]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ramazan
orucundan sonra en faziletli oruç, Allah'ın ayı olan Muharrem'de tutulan
oruçtur. [198]
Allah'ın,
Aşura günü orucunu ondan önceki yılın günahlarına keffaret kılacağını
umarım" buyurdu.[199]
Hz. Ali derki:
"Peygamber
Aleyhisselama bir adam gelip:
'Yâ
Rasûlallah! Ramazan ayından sonra hangi ay oruç tutmamı bana emredersin?' diye
sordu.
Resûlullah
Aleyhisselam, ona:
'Ramazan
ayından sonra oruç tutacaksan, Muharrem ayını tut! Çünkü o, Allah'ın ayıdır. O
ayda öyle bir gün vardır ki, Allah o günde bir kavmin tevbelerini kabul
etmiştir ve o günde başka bir kavmin detev-belerini kabul edecektir!"
buyurdu.[200]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ramazan ayı orucunun farz kılınışından önce Aşura günü orucunu
Muharremin onuncu günü tutmalarını emretmiş, ayrıca:[201]
"Ben,
gelecek yıl sağ olursam, dokuzuncu günü de oruçlu geçireceğim![202] Aşura günü orucunu
tutunuz ve bu hususta Yahudilere muhalefet ediniz: Aşura gününden bir gün önce
ve ondan bir gün sonra da oruç tutunuz!" buyurmuştur. [203]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, hazerde ve seferde eyyamu'l-bîz'ı oruçsuz geçirmezdi. [204]
Eyyâm-ı
biz, ayın doğup sonuna kadar aydınlattığı geceler demektir ki, her ayın
onüçüncü, ondördüncü ve onbeşinci geceleridir.
[205]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Şaban ayını hemen hemen oruçsuz geçirmezdi. [206]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Ameller,
Pazartesi ve Perşembe günleri Yüce Allah'a arzolunur. Bunun için, ben de
amelimin oruçlu bulunduğum sırada arzedilmesini severim" buyurmuştur. [207]
Hz.
Âişe'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam bir ayın Cumartesi,
Pazar ve Pazartesi günleri, öbür ayın da Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri
oruç tutardı. [208]
Peygamberimiz
Aleyhisselam Zilhicce ayının dokuz gününde oruç tutardı. [209]
"Günlerden
hiçbir gün yoktur ki, Zilhicce'nin on gününde yapılan ibadet kadar Allah'a
sevgili olsun!
O
günlerden her birinin orucu bir yıl oruca, gecelerinden her birinin namazı da
Kadir gecesi namazına (sevapça) denktir! [210]
Allah'ın,
Arefe günü orucunu o günden önceki yıl ile o günden sonraki yılın günahlarına
keffaret kılacağını umanm!" buyurmuştur.
[211]
Fakat,
Arafat'ta oruç tutmayı nehyetmiştir. [212]
Hz.
Aişe:
"Resûlullah
Aleyhisselam her vakitte Allah'ı zikrederdi" dediği gibi, [213] Retina b. Ka'bü'l-Eslemî
de:
"Resûlullah
Aleyhisselamın gündüzün hizmetinde bulunur, hacetini görür gözetir, derler
toparlardım.
Resûlullah
Aleyhisselam, yatsı namazını kılınca evine girerdi.
Ben
de kapısının önüne otururdum.
Belki
Resûlullah Aleyhisselamın hacetine ait bir buyruğu olur, derdim.
Resûlullah
Aleyhisselamın:
'Sübhanallah!
Sübhanallah! Sübhanallahi ve bihamdihi!1 diyerek teşbih edişini
dinleye dinleye gözlerimi uyku bürür, uyuyakalırdım" demiştir. [214]
Resûlullah
Aleyhisselam, sabah namazını kıldığı zaman, güneş iyice doğuncaya, yükselinceye
kadar oturur, [215]
Allah'ı zikreder; [216]
"İkindi
namazından sonra güneş batıncaya kadar Allah'ı zikreden cemaatle birlikte
oturmam, bana, her biri için oniki bin dirhem vererek İsmail Aleyhisselam
evladından dört köleyi azad etmemden daha sevgilidir" buyururdu. [217]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Allah'ın
nimete bürüdüğü kimse, Allah'a hamd etmeyi çoğaltsın!
Günahı
çoğalan kimse, istiğfarı çoğaltsın!
Rızkı
geciken kimse de lâ havle ve lâ kuvvete illa billah' sözünü çoğaltsın!"
"Cennete
ilk davet edilecek kimseler, genişlikte ve darlıkta Allah'a hamd edip durmuş
olan hamd edicilerdir." [218]
"Rabbin
kuluna, gecenin son yarısındakinden daha yakın olduğu bir zaman yoktur.
Eğer
o saatte Allah'ı zikredicilerden olmaya gücün yeterse, ol!" buyurmuştur. [219]
[1] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 251, Mâlik,
Muvatta1, c. 2, s. 899, Vâkidf, Megâzî, c.3, s. 1103, Müslim, Sahih,
c. 2, s. 890, Taberî, Târih, c. 3, s. 169, Zehebî, M egâzf, s. 589.
[2] İbn İshak, c. 4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899,
Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[3] Nisa: 59.
[4] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451, Buhârî,
Sahîh, c. 6, s. 97, Müslim, c. 1,s.134.
[5] Bedrüddin Aynf, Umdetu'l-kârf, c. 19, s. 13.
[6] Bedrüddin Aynf, c. 19, s. 13, İbn Hacer,
Fethu'l-bârf, c. 9, s. 5.
[7] İbn Hacer, c. 9, s. 5.
[8] Kadı lyaz, Şifâ, c. 1, s. 215-216.
[9] Bedrüddin Aynf, c. 19, s. 13.
[10] Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 402.
[11] H.Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 116.
[12] Tirmizî, c. 5, s. 172-1 73, Dârimî, c. 2, s. 31 2,
Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7, s. 164.
[13] Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 553, İ bn Hacer,
Metâlibu'l-âliye, c. 3, s. 284, .
[14] TaberânPden naklen Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 7,
s. 165, İbn Esîr, Nihâye, c. 1, s. 229, Bedrüddin Zerkeşf, Burhan,c. 1,5.454,
İbn Hacer, Metalib, c. 3, s. 133.
[15] Suyûtî, el-İtkân.c.2, s. 125-126.
[16] Taberî, Tefsfr, c. 25, s. 6.
[17] İbnü'n-Nedfm, Fihrist, s. 56- 65.
[18] Fahru'r-Râzf. Tefsfru'l-kebfr. c. 1. s. 3.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/355-362.
[19] Bakara, Âl-i İmran, Nisa, M aide, En'am, A'raf, Yunus sûreleri.
[20] Tevbe, Nahl, Hûd, Yusuf, Kehf, Bent İsrail (jsrâ), Enbiya, Tâhâ, Mü'minûn, Şuarâ, Saffat sûreleri.
[21] Yüzden ai âyetli olan 42 sûre.
[22] Yüzden az âyeti i sûrelerden sonra gelen ve "mufassal" diye anılan 60 kısa sûre.
[23] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 107.
[24] Tirmizf, Sünen, c. 5, s. 155-156, Hâkim ,
Müstedrek, c. 1, s. 558.
[25] Süleyman Nedvf, İslâm Târihi, c. 4, s. 1575-1577.
[26] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/362-366.
[27] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/366.
[28] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/366-367.
[29] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/367.
[30] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/367-368.
[31] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/368-369.
[32] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/369.
[33] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/369.
[34] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/369.
[35] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/370.
[36] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/370.
[37] Ömer Rızâ Doğrul, Kur'ân Nedir?, s. 97-137.
[38] Yeni Sabah gazetesinin 23.4.1958 ve 4.5.1958tarihli nüshaları.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/370-372.
[39] John Davenport, Hz. Muhammed vıe Kur'an-ı Kerim,
Türkçeterceme, s. 72-81 .
[40] M. Bucaille. s. 179-184.
* er-Rahman: 33.
[41] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/372-379.
[42] 26.Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 1, s. 69,153,
Buhârî, Sahih, c. 6, s. 1 08, Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 70, İbn Mâce, Sünen,
c. 1, s. 77, Dârimî, Sünen, c. 2, s. 314.
[43] Dârimî, c. 2, s. 108.
[44] Ahmed, c. 1, s. 149, Tirmizî, c. 5, s. 171.
[45] Ebu Dâvud.c. 2, s. 70, Hâkim, Müstednek, c. 1 , s.
567-568.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/379.
[46] Ahmed, c. 1, s. 408, Buhârî, c. 6, s. 107, Müslim,
c.1, s. 549, Ebu Dâvud, c. 4, s. 259, Tirmizî, c.5, s. 150, İbn Mâce.c. 1, s.
77,Dârimî, c. 2, s. 31 8.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/379.
[47] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 249, Müslim, c.
6, s. 553, Dârimî, c. 2, s. 324, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 560-564.
[48] Tirmizî, c. 5, s. 157, Hâkim, c. 1,s. 561.
[49] Müslim, c. 1, s. 539.
[50] Buhârî, c. 6, s. 104,111, Tirmizî, c. 5, s. 1 59,
Dârimî, c. 2, s. 323, Heysemî, c. 6, s. 313.
[51] Hâkim, c. 1.S.562.
[52] Ahmed,c.5, s. 383, Heysemî, c. 6, s. 312.
[53] Müslim, c. 1, s. 554, Hâkim, c. 1, s. 558-559.
[54] Tirmizî, c. 5, s. 157, Hâkim, c. 1, s. 560-561.
[55] Âli İmran: 1-2.
[56] Ahmed.c. 6, s. 461, Dârimî, c. 2, s. 323.
[57] Hâkim, c. 1, s. 555.
[58] Müslim, c. 1, s. 539, Tirmizî, c. 5, s. 157.
[59] Ahmed, c. 6, s. 449, Müslim, c. 1, s. 555,
Tirmizî, c. 5, s. 162, Hâkim, c. 2, s. 368.
[60] Tirmizî, c. 5, s. 162, Dârimî, c. 2,5.328.
[61] Ahmed, c. 5, s. 36, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s.
365, Heysemî, Meonau'z zevâid, c. 6, s. 311.
[62] Buhârî, c. 6, s. 105, Müslim, c. 1, s. 556,
Tirmizî, c. 5, s. 167, Dârimî, c. 2, s. 330.
[63] Tirmizî, c. 5, s. 167.
[64] Buhârî, c. 6, s. 165, Nesâf, c. 2, s. 1 73.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/380-381.
[65] Ahmed,c.6, s. 302, 323, Tirmizî, c. 5, s. 185.
[66] Buhârî, c. 6,5.112.
[67] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 128, Tirmizî, c.
5, s. 181.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/381-382.
[68] Suyûtî, el-İtkân, c. 2, s. 105-106.
[69] Ebu'l-Fidâ, İbn Kesfr, Tefsir, c. 4, s. 303.
[70] Ahmed, c. 4, s. 9, E bu Dâvud, Sünen, c. 2, s.
55-56, İ bn Mâce, c. 1, s. 427-428.
[71] İbn Sa'd, Tabakatü'l-kübrâ, c. 2, s. 194-195,
^ımed.c. 1, s. 288, Müslim, c. 1, s. 562.
[72] İbn Sa'd, c. 2, s. 194-195, Buhârî, c. 6, s. 102,
İbn Mâce, c. 1.S.562.
[73] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 355, c. 3, s. 550.
[74] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 31 8-31
9.
[75] İbn Sa'd, c. 3, s. 75-76.
[76] Zehebî, c. 2, s. 300.
[77] Suyûtr, İtkân, c. 1,s.1O4.
[78] Bedrüddin Zerkesf, Burhan, c. 1, s. 471, Suyûtî,
c. 1, s. 104.
[79] Suyûtî, c. 1.S.105.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/382-384.
[80] Bedrüddin Zerk eş1, c. 1, s. 459,
Suyûtî, c. 1, s. 105.
[81] Suyûtî, c. 1 ,s.1O5.
[82] Zerkeşf, c.1, s. 459.
[83] Suyûtî, c. 1.S.1Ü5.
[84] Zerkeşf, c.1, s. 459, Suyûtî, t 1, s. 105.
[85] Zerkeşf, c.1, s. 460.
[86] Zerk eşf, c.1, s. 460, Suyûtî, c. 1, s. 105-106.
[87] Zerkeşf, c. 1, s. 449450, Suyûtî, c. 1, s.
104-105.
[88] Râgıb, Müfredat, s. 187.
[89] Seyyid,Ta'ritât, s. 37-38.
[90] Zerkeşf, c. 1, s. 450.
[91] Suyûtî, c. 1,3.107.
[92] Zerkeşf, c.1, s. 464, Suyûtî, c. 1.S.109.
[93] Suyûtî, c. 1,3.110.
[94] Zerkeşf, c. 1, s. 461, Suyûtî, c. 1, s. 108.
[95] Tehâvf, Muhtasar, s. 29, Suyûtî, c. 1, s. 110.
[96] Zerkeşf, c.1, s. 472, Suyûtî, c. 1,3.110.
[97] Suyûtî, c. 1,3.110.
[98] Zerkeşf, c. 1, s. 473473, Suyûtî, c. 1, s. 111.
[99] Zerkeşf, c.1, s. 475.
[100] Tirmizî, c. 5, s. 197-1 98, Dârimî, c. 2,5.337.
[101] Tiımizf, c. 5, s. 198, Dârimî, c. 2,5.337.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/384-386.
[102] İbnİshak,İbn
Hişam, Sîre, c. 4, s. 251, Mâlik, Muvatta1, c. 2, s. 899, Vâkıdî,
Megâzî, c.3,s. 1103, Müslim, c. 2, s. 890, Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî,
Megâzî, s. 589.
[103] İbn İshak,c.4, s. 251, Mâlik, c. 2, s. 899,
Taberî, c. 3, s. 169, Zehebî, s. 589.
[104] Nisa: 59.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/386.
[105] 89.Ffnjzâbâdf, c. 4, s. 239.
[106] Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 82-83.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1016, BeyhakPden naklen
İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 3, s. 9, Ebu'l-Fidâ, Sîre, c. 4, s. 24, İbn Hamia,
el-Beyân, c. 1, s. 1 65.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/386-387.
[108] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 126, Ebu Dâvud,
Sünen, c. 4, s. 201, Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 1 5-16, Dârimî,
c. 1, s. 43.
[109] Ahmed, c. 4, s. 128, İbn Mâce, c. 1, s. 16.
[110] Ahmed, c. 4, s. 126, Ebu Dâvud, c. 4, s. 201,
Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 16, Dâıimf, c. 1 , s. 43 44.
[111] Ahmed, c. 4, s. 126, İbn Mâce, c. 1, s. 16.
[112] Ahmed, c. 4, s. 126-127, Ebu Dâvud, c. 4,s.2O1,
Tirmizî, c. 5, s. 44, İbn Mâce, c. 1, s. 16, Dârimî, c. 1 , s. 44.
[113] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 183, Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 590, Muhibbut-Taberî, Rıyâdu'n-nadrâ, c. 1, s. 231.
[114] Ahm ed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 128.
[115] Ffruzâbâdf, c.3,s.3.
[116] Seyyid Şerif, s. 29.
[117] Ahmed, c. 2, s. 327.
[118] Ahmed, c. 2, s. 32, Buhârî, c. 8, s. 151 .Müslim,
c. 4, s. 2054.
[119] Ahmed, c. 2, s. 327.
[120] Ahmed, c. 3, s. 84, Buhârî, c. 8, s. 151 .Müslim,
c. 4, s. 2054.
[121] Ahmed, c. 2, s. 450.
[122] Ahmed, c. 2, s. 327.
[123] Ahmed, c. 3, s. 84, 89, Buhârî, c. 8, s. 151,
Müslim, c. 4, s. 2054.
[124] Ahmed, c.1, s. 455.
[125] Dârimî, c. 1, s. 117.
[126] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200.
[127] İbn Mâce, c.1, s. 6.
[128] Ahmed, c. 4, s. 131 , E bu Dâvud, c. 4, s. 200,
İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî, c. 1, s. 111, Hâkim, c. 1, s. 109, Begavf,
Mesâbih, c.1,s.13.
[129] Ahmed, c. 4, s. 131, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200,
Begavf, c. 1,s.13.
[130] Ahmed, c. 4, s. 132, İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî,
c.1, s. 117, Hâkim, c.1, s. 109.
[131] Ahmed, c. 4, s. 131, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200.
[132] Ahmed, c. 4, s. 132, İbn Mâce, c. 1, s. 6, Dârimî,
c.1, s. 117, Hâkim, c.1, s. 109.
[133] Ahmed, c. 6, s. 8, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn
Mâce, c. 1, s. 7, Hâkim, c. 1, s. 108, Begavf, c. 1, s. 1 3.
[134] Ahmed, c. 6, s. 8.
[135] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c.1 , s. 6,
Hâkim , c. 1, s. 1 08, Begavf, c. 1, s. 13.
[136] İbn Mâce, c.1, s. 6, Hâkim, c.1 ,s.1O8, Begavf,
c.1, s. 13.
[137] Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn Mâce, c. 1, s. 7,
Hâkim, c. 1, s. 107, Begavf, c. 1, s. 13.
[138] Ahmed, c. 6, s. 8.
[139] Hâkim, c. 1.S.108.
[140] Ahmed, c. 4, s. 132, Ebu Dâvud, c. 4, s. 200, İbn
Mâce, c. 1,s.7, Hâkim, c.1, s. 108.
[141] Ahmed, c. 4, s. 326, Müslim, c. 4, s. 1903, Ebu
Dâvud, c. 2, s. 226.
[142] Taberânfden naklen Hevsemf, c.1, s. 172.
[143] Dârimî, c. 1, s. 63, Ta ben, Tefsir, c. 5, s. 147.
[144] Dârimî, c. 1, s. 63, Ta ben, Tefsir, c. 5, s. 147.
[145] Ahmed, c. 2, s. 242, İbn Mâce, c. 1 , s. 3.
[146] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık:
8/387-391.
[147] Seyyid Şerif, Ta'rifât, s. 97.
[148] Haris el-Muhâsibf, er-Riâye, s. 52-53.
[149] Abdülkadir Geylânf, Gunyetu'Uâlibfn, c. 1, s.
131-134.
[150] Haris el-Muhâsibf, er-Riâye, s. 40.
[151] Şah Veliyyullah, Hüccetullahi'l-bâliğa, c. 1, s.
143.
[152] Kâsânf, Bedâyiu's-sanâyi', c. 1, s. 90.
[153] Ebu Hanffe, Müsned, s. 45, Abdurrezzak, Musannef,
c. 10, s. 425, Ahmed, Müsned, c. 3, s. 74, Buhârî, Edebü'l-müfred, s. 65, Ebu
Dâvud, c. 4, s. 255, Tirmizî, c. 4, s. 339.
[154] Zâriyât: 56.
[155] Nahl: 36.
[156] Furkan: 77.
[157] Ahzâb: 56.
[158] Hicr: 99
[159] Abdurreizak, Musannef, c. 5, s. 433, İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 216,/^med, c. 3, s. 110,163, 202, Buhârî, c. 5, s. 141.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/392-395.
[160] Kâsânf, c. 1, s. 89, 284-299.
[161] Ahmed, c. 6, s. 30, Müdim, c. 1.S.504, Ebu Dâvud,
c. 2, s. 18-19.
[162] Ahmed, c. 6, s. 30, Müslim, c. 1,s.5O4, Ebu Dâvud,
t 2, s. 18.
[163] Ahmed.c.1, s. 341, Buhârî, c.1, s. 37, Ebu Dâvud,
c. 2, s. 45.
[164] Ebu Dâvud, Sünen, c. 2, s. 340, Nesâf, Sünen, c.
3, s. 199-200.
[165] Taberânf, c. 2, s. 139.
[166] Ebu Dâvud, c. 2, s. 41, Nesâî, c. 3, s. 200, Taberânf,
c. 2, s. 139.
[167] Ebu Dâvud, c. 2, s. 41.
[168] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 50, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 384, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 251 , Buhârî,
Sahih, c. 7, s. 183, Tirmizî, Sünen, c. 2, s. 269, Şemail, s. 44, Nesâf, c. 3,
s. 219.
[169] Tirmizî, c. 2, s. 29, Şemail, s. 44.
[170] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 50, Ahmed, c. 4,
s. 51, 65,115, Buhârî, Sahîh, c. 7, s. 183, Tirmizî, c. 2, s. 269, Şemâil, s.
44, Nesâf, c. 3, s. 219, Taberânf, c. 2, s. 71.
[171] Ahmed, c. 3, s. 412, Müslim, c. 1, s. 520, İbn
Mâce, c. 1.S.456.
[172] Dârimî.c. 1 ,s. 285.
[173] Müslim, c. 1, s. 521.
[174] Mâlik, c.1, s. 214, Ahmed, c. 2, s. 267, Buhârî,
c. 8, s. 197, Müslim, t 1, s. 521, Dârimî, c. 1, s. 286-287.
[175] Abdurrezzak,c.3, s. 73, Ahmed, c. 2, s. 164, 280,
Tirmizî, c. 2, s. 231, Nesâf, c. 4, s. 228, Dârimî, c. 1,5.281.
[176] Abdurrezzak,c,s.73, Ahmed, c. 5, s. 164.
[177] Ahmed, Müsned, c. 2, s. 290, Tirmizî, c. 2, s.
270, Nesâf, c. 1, s. 232-233, İbn Mâce, c. 1 , s. 458, Dârimî, c.1, s. 254.
[178] Ahmed, c. 6, s. 30, Ebu Dâvud, c. 2, s. 18-19.
[179] Müslim, c. 2, s. 814, Nesâf, c. 3, s. 253.
[180] Tirmizî, c. 2, s. 301, Nesâf, c. 3, s. 207.
[181] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 48, İbn Ebi Şeybe,
Musannef, c. 2, s. 271, Ebu Dâvud, c. 2, s. 70.
[182] Ebu Dâvud, c. 2, s. 49-50.
[183] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[184] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, Tirmizî, c. 2, s. 350, İbn
Mâce, c. 1, s. 442.
[185] Tirmizî, c. 2, s. 350, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[186] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[187] Tirmizî, c. 2, s. 350.
[188] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[189] Ebu Dâvud, c. 2, s. 29-30, Tirmizî, c. 2, s.
350-351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[190] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
Alic; Mekke yolu üzerinde Tayyi'lerden Beni Behterlilerin kondukları
karyelerle Feyd arasında susuz, dört gecelik bir kumluk yerdir (Yâkût,
Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 70).
[191] Tirmizî, c. 2, s. 351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[192] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[193] Tirmizî, c. 2, s. 351, İbn Mâce, c. 1, s. 442.
[194] Ebu Dâvud, c. 2, s. 30, İbn Mâce, c. 1, s. 443.
[195] Abdurrezzak, Musannef, c. 3, s. 74.
[196] Abdurrezzak, c. 3, s. 76, Ahmed, c. 6, s. 341,
Buhârî, c. 2, s. 53, Ebu Dâvud, c. 2, s. 28, İbn Mâce, c. 1, s. 419.
[197] Ahmed, c. 3, s. 500.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/395-400.
[198] Ebu Dâvud, c. 3, s. 348-349.
[199] Ahmed.c. 4, s. 26-27, Buharı, c. 6, s. 196,
Müslim, t 3, s. 1599, İbn Mâce, c. 2, s. 1087, Begavf, Mesâbih, c. 2, s. 78.
[200] Ahmed, c. 4, s. 26-27, Buharı, c. 6, s. 196,
Müslim, t 3, s. 1599.
[201] Tirmizî, c.3, s. 1 28.
[202] Ahmed, c. 1, s. 224-225, Müslim, c. 2, s. 798, İbn
Mâce, c. 1, s. 552-553.
[203] Ahmed, c.1, s. 241.
[204] Nesâf, c. 4, s. 198.
[205] İbn Esîr, Nihâye, t 1, s. 173.
[206] Ahmed, c. 6, s. 143, Müslim, c. 2, s. 811,
Tirmizî, c. 3, s. 114, İbn Mâce, c. 1, s. 146.
[207] Tirmizî, c.3, s. 1 22.
[208] Tirmizî, c. 3, s. 1 22, Nesâf, c. 4, s. 203.
[209] Ahmed, c. 5, s. 288, Ebu Dâvud, c. 2,s:.325,
Nesâf, c. 4,s:.2O5.
[210] Tirmizî, c. 3, s. 1 31, İbn Mâce, c. 1, s. 551.
[211] Ahmed, c. 5, s. 308, Müslim, c. 2, s. 819, Ebu
Dâvud, c. 2, s. 322, Tirmizî, c. 3, s. 124, İbn Mâce, c. 1, s. 551.
[212] Ebu Dâvud, c. 2, s. 356.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/400-402.
[213] Ahmed, c. 6, s. 70, Müslim, c. 1, s. 282, Ebu
Dâvud, c. 1, s. 5, Tiımizf, c. 5, s. 463, İbn Mâce, c. 1, s. 110.
[214] Ahmed,c.4, s. 59.
[215] Ahmed, c. 5, s. 101,107, Müslim, c. 1, s. 464, Ebu
Dâ'vud, c. 2, s. 29, Nesâf, c. 3, s. 80, Taberânf, Mu'cemu's-sağfr, c. 2, s.
150.
[216] Taberânf, c. 2, s. 150.
[217] Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 10, s. 105, İbn
Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 3, s. 245.
[218] Taberânf, c. 1, s. 103.
[219] Tirmizî. c. 5. s. 569. 570.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 8/402-403.