Adem (A.S.)'İn Yaratılışı 1

Adem İle Musa Peygamberin Tartışması 17

Adem (A.S.)İn Yaratılışıyla İlgili Hadisler. 21

Adem'in Oğulları; Kabil İle Habîl 29

Adem'in Vefatı Ve Oğlu Şit'e Yaptığı Vasiyeti 35

Îdris Aleyhîsselam.. 37

 

Adem (A.S.)'İn Yaratılışı

 

Allah Teâlâ buyuruyor ki:

«Rabbin meleklere "Ben yeryüzünde bir halife (vekilim olan insan), var edeceğim" demişti; melekler, "orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyoruz" dediler; Allah "Şüphesiz ben, sizin bilme­diklerinizi bilirim" dedi. Ve Adem'e herşeyin ismini öğretti; sonra onla­rı meleklere gösterdi: "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimle­rini bana söyleyin" dedi. Cevap verdiler: "Sen münezzehsin, öğrettiğin­den başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem Bilen'sin, hem Hakîm'sin". Allah "Ey Adem, onlara isimlerim söyle" dedi. Adem isimle­rini söyleyince, Allah "Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, si­zin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söyle­memiş miydim?" dedi. Meleklere, "Adem'e secde edin," demiştik. İblis müstesna hepsi secde ettiler; o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu. "Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal, orada olandan is­tediğiniz yerde bol bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalim­lerden olursunuz" dedik. Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz" dedik. Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi, Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz o tevbeleri daima kabul edendir. Merha­metli olandır. "Oradan hepiniz çıkın, tarafımdan size bir yol gösteren gelecektir. Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur; onlar üzül­meyeceklerdir" dedik. İnkar eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayan­lar, cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır.» (el-Bakara, 30-39.)

«Allah'ın katında İsa'nın durumu, -kendisini topraktan yaratıp sonra "ol" demesiyle olmuş olan- Adem'in durumu gibidir.» (ÂH Imrân, 59.)

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmet­sizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayet ediniz. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.» <en-Nîsâ,1.)

«Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık.

Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tamyası-nız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, ona karşı gelmekten en çok sakınamnızdır. Allah Bilen'dir, Haberdar'dır.» (el-Hueurât, ıa.)

«Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır.» (el-A'râf, 189.)

«"Andolsun ki sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti. O, secde edenlerden olmadı. Allah, "Sana emrettiğim halde seni secdeden alıko­yan nedir?" dedi. "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ben ondan üs­tünüm" cevabını verdi. Ona: "İn oradan, orada büyüklenmek sana düş­mez. Defol, sen alçağın birisin" dedi.

"İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi. Allah, "Sen erteye bırakılanlardansın" dedi. "Beni azdırdığın için, andolsun İd, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu sana şük­reder bulamayacaksın" dedi. Allah, "Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; andolsun ki insanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi Cehennem'e dolduracağım" dedi. "Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kalın ve istediğiniz yerden yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalim­lerden olursunuz". Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için on­lara fısıldadı: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men' etmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir"."Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim" diye ikisine yemin etti.

Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıkların­da, kendilerine ayıp yerleri göründü; Cennet yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular. Rabbleri onlara, "Ben sizi o ağaçtan men' etmemiş miydim? Şeytan'm size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miy­dim?" diye seslendi. Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik. Bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" de­diler. "Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz". "Orada yaşar, orada ölür ve orada dirilirsiniz" dedi,» (el-A'rfif, 11-25.)

«Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz. Sizi tekrar oradan çıka­racağız.» (Tâ-hâ, 55.)

«Andolsun ki insanı balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık. Cinleri de daha önce, alevli ateşten yarattık. Rabbin meleklere: "Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın" demişti. Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi. Allah: "Ey İblis! Secde edenlerle beraber ol­maktan seni alıkoyan nedir?" dedi. O: "Balçıktan, işlenebilen kara top­raktan yarattığın insana secde edemem" dedi. "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi. "Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar ertele" dedi. Allah: "Sen, bilinen gün gelene kadar erteye bırakılanlardansın" dedi. "Rabbim! Beni saptırdığın için, andolsun ki fenalıkları onlara gü­zel göstereceğim. Halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptı­racağım" dedi. Allah şöyle dedi: "Benim taahhüd ettiğim dosdoğru yol şudur ki: "Kullarımın üzerinde senin bir nüfuzun olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bunun dışındadır". "Ve Cehennem onların hepsinin topla­nacağı yerdir". O Cehennemin yedi kapısı olup, her kapıdan onların gi­recekleri ayrılmış bir kısım vardır.» (el-Hicr, 26-44.)

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi sec­de etmiş,, o ise: "Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?" demişti. "Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altı­na alacağım" demişti. Allah: "Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza" dedi. "Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla hay-kırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bu­lun". -Ama Şeytan sadece onları aldatmak için vaad eder.- Doğrusu be­nim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter" (el-lsra, 61-66.)

«Meleklere: 'Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi sec­de etmişti. O, cinlerden idi. Rabbi'nin buyruğu dışına çıktı. Ey insano-ğulları! Siz beri bırakıp size düşman olan onu ve soyunu dost mu edini­yorsunuz? Kendilerine yazık edenler için bu ne kötü değişmedir!» (el-Kehf, 50.)

«Andolsun ki daha önce Adem'e ahid vermiştik, fakat unuttu. Onu azimli bulmadık. Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'ten baş­ka hepsi secde etmiş, o çekinmişti.» "Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşi­nin düşmanıdır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olur­sun. Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne su­sarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın" dedik. Ama Şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir salta­natı göstereyim mi?" dedi. Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasmdan yedi. Ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklanyla örtünmeye koyul­dular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi. Onlara şöyle dedi: Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Elbet size, benden bir yol gösteren gelir; Benim yoluma uyan ne sapar ve ne de bedbaht olur". Benim kitabımdan yüz çeviren bilsin ki onun dar bir geçimi olur ve kıyamet günü de onu kör olarak hasrederiz. O zaman: "Rabbim! Beni ni-Çin kör olarak hasrettin? Oysa ben gören bir kimseydim" der. Allah:

"Böyledir , ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun. Bugün de öylece unutulursun" der.» (Tâ-hâ, 115-126.)

«De ki: "Bu Kur'ân büyük bir haberdir, ama siz ondan yüz çeviriyor­sunuz." "Yüce âlemde olan tartışmalara dair bir bilgim yoktu". "Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu ben ancak apaçık bir uyarıcıyım". Rab-bin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın". İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu. Allah: "Ey İblis! Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gururlandın mı?" dedi. İblis: "Ben ondan daha üstünüm; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarat­tın"[1] dedi. Allah: "Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir" dedi. "Rabbim! Dirilecekleri güne ka­dar beni ertele" dedi. Allah: "Sen bilinen güne kadar erteye bırakılanlar­dansın" dedi. İblis: "Senin kudretine andolsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi. Allah: "Doğru­dur; işte Ben hakikati' söylüyorum. Sen ve sana uyanların hepsiyle Ce-hennem'i dolduracağım" dedi. Ey Muhammedi De İd: "Buna karşılık siz­den bir ücret istemiyorum. Kendiliğimden bir şey iddia edenlerden de değilim". "Bu Kur'an, ancak âlemler için bir öğüttür". "Onun verdiği ha­berin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz."» (Sâd, 67-88.)

Kur'ân-ı Kerim'in değişik bölümlerinden alıntılar yaparak Adem (a.s.)'in kıssasını anlatmış olduk. Bu ayetlerin tümü üzerinde tefsirde1 gerekli açıklamalarda bulunmuştuk. Ancak burada, bu ayet-i kerimele­rin ve bunlarla ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)'dan nakledilen hadis-i şe­riflerin ifade ettikleri manalar üzerinde duracağız. Her hususta kendi­sinden yardım istenilen zat, yüce Allah'tır.

Yüce Allah, meleklere hitabederek şöyle buyurmuştu: "Ben yeryü­zünde bir halife varedeceğim" (d-Bakara, 30.) Bu ayet-i kerimeyle Cenâb-ı Allah, birbirlerinin peşi sıra gelecek ve birbirlerinin yerine geçecek olan Adem ve zürriyetini yaratmak istediğini bildirmişti. Nitekim buna işa­retle, başka ayet-i kerimelerde de şöyle buyurulmuştur: '

"Sizi yeryüzünün halifeleri kılan O'dur" (el-En'âm, 165.)

"Sizi yeryüzü­nün halifeleri (sahipleri) yapan...." (en-Neml, 62.)

Cenâb-ı Allah, Adem ve zürriyetini yaratmanın önemini bildirmek için meleklere bu şekilde hitapta bulunmuş ve bu büyük işi, vukuundan önce haber vermişti. Melekler de -bazı bilgisiz tefsircilerin sandıkları gi­bi itiraz etmek veya ademoğlunu küçümsemek yahut onları çekememek nedeniyle değil- bu işin hikmetim öğrenip açığa çıkarmak gayesiyle şu soruyu sormuşlardı: "Orada (yeryüzünde) bozgunculuk yapacak, kan­lar akıtacak birini mi var edeceksin?" (el-Bakara, 30.)

Meleklerin, ademoğlunun yeryüzünde bozgunculuk yapacağını, Adem (a.s.)'den önce cinlerin ve binlerin[2] yaptıkları bozgunculuklara kıyaslayarak öne sürdükleri söylenir.

Abdullah b. Ömer (r.a.)'e göre cinler, Adem (a.s.)'den iki bin yıl önce vardı. Cinayetler işleyerek kanlar akıttılar. Allah, üzerlerine melekler­den bir ordu gönderdi. Bu ordu onları adalara sürdü. îbn Abbas (r.a.)'da bu doğrultuda görüş beyanında bulunmuştur. Hasan (r.a.) ise, melekle­rin aldıkları ilham neticesinde böyle konuştuklarım söylemiştir. Melek­lerin, topraktan -çoğunlukla- ancak bu evsafta varlıklar yaratılabilece­ğini bildikleri için Adem ve zürriyeti hakkında böyle konuştukları da söylenmektedir.

"Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyo­ruz". (ei-Bakara, 30.) Yani ey Rabbinıiz, sana süreldi olarak ibadet ediyoruz. Bizden sana karşı gelen hiç bir kimse yoktur. Eğer bu Adem ve zürriyeti­ni yaratmaktaki maksadın, sana ibadet etmeleri ise, bizler gece ve gün­düz demeden ibadetimizi sürdürür ve hiç ara vermeyiz. Cenâb-ı Allah: "Şüphesiz Ben, sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi. (cî-Bakara, 30.) Melekle­rim, Adem ve neslini yaratma konusunda sizin bilmediğiniz yararlar bulunduğunu bilmekteyim. Yani bunların arasından nebiler, rasûller, sıddıklar, şehidler ve salih kimseler çıkacaktır.

Böyle dedikten sonra, Adem (a.s.)'in ilim alanındaki şeref ve üs­tünlüğünü onlara açıkladı. Ve şöyle buyurdu: "Ve Adem'e herşeyin ismi­ni Öğretti" (el-Bakara, 31.)

İbn Abbas: "Bunlar, halkın birbirleriyle konuşup anlaştıkları insan, hayvan, yer, ova, deniz, dağ, deve, eşek ve bunlara benzer grup, cins ve benzeri şeylerin isimleridir."[3] demiştir.

Mücahid ise: "Cenâb-ı Allah, Adem'e tabak, tencere ve hatta yellen­menin isimlerini öğretti. Ona yürüyen hayvanların, kuşların kısaca herşeyin ismini öğretti" der. Said b. Cübeyr, Katade ve bir çokları böyle demişlerdir[4].

Rebî dedi ki: Cenâb-ı Allah, Adem'e meleklerin isimlerim öğretti. Abdurrahman b. Zeyd ise, O'na, kendisinin zürriyetinin isimlerini öğ­rettiğini söylemiştir[5].

Doğrusu şu ki: İbn Abbas (r.a.)'m da işaret ettiği gibi Cenâb-ı Allah, Adem'e büyüklü küçüklü   nesne ve fiillerin isimlerini öğretmiştir.

Buharı ve Müslim bu mevzuda Enes b. Malik (r.a.)!in şu rivayetini nakletmişlerdir. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu İd: «Kıyamet gününde müminler biraraya gelip toplanacak ve "Rabbinıiz katında bize şefaatçi olacak birini bulsak" diyecek ve Adem (a.s.)'in yanma gidip şöyle diye­ceklerdir: "Sen, insanlığın babasısm. Allah seni kendi eliyle yarattı; meleklerini sana secde ettirdi ve bütün şeylerin isimlerini sana öğret­ti......

«Sonra onları (isimleri) meleklere gösterdi, "Eğer sözünüzde sami­mi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.» (cl-Bakara, 31.)

Hasan Basrî. dedi ki: Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratmak istediğinde melekler şöyle dediler: Rabbimizin yaratacağı mahluk ne olursa olsun, biz o yaratıktan mutlaka daha bilgili oluruz. Böyle dedikleri için Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratarak onları imtihana çekti. "Eğer sözünüzde sami­mi iseniz...." ayeti de bunu ifade etmektedir. Tefsirde de[6] genişçe açıkla­dığımız gibi bazıları bu ayetin başka manaya geldiğini söylemişlerdir. «Melekler dediler ki: "Sen münezzehsin, öğrettiğinden başka bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen hem Bilensin, hem Hakîm'sin".» (el-Bakara, 32.) Yani sen, kendin Öğretmeden hiç kimsenin senin ilminin zerresini kavrayamayacağı kadar yücesin. "Dilediğinden başka (hiç kimse) onun ilminden hiç birşeyi kavrayamazlar" (cl-Bakara, 255.)

«Allah: "Ey Adem! Onlara isimlerini söyle" dedi. Adem isimlerini söyleyince, Allah: "Ben gökler ve yerde görünmeyeni biliyorum, sizin açıkladığınızı ve gizlemekte olduğunuzu da bilirim, diye size söyleme­miş miydim?" dedi.» (cl-Bakara, 33.) Açık olan şeyleri bildiğim gibi, gizli olan şeyleri de. bilirim. Denildi ki: Yukarıdaki ayet-i kerimede geçen "Sizin açıkladığınızı bilirim" sözüyle, meleklerin söylemiş oldukları şu söz kastedilmiştir: "Orada bozgunculuk yapacak birini mi var edeceksin?".

Yine yukarıdaki ayet-i kerime'de geçen "Gizlemekte olduğunuzu da bilirim" sözüyle de İblis'in Adem (a.s.)'e karşı, içinde büyüklük ve üstün­lük gizlemesi kastedilmiştir. Said b. Cübeyr, Mücahid, Süddî, Dahhak ve Sevrî böyle demişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.

Ebü'l-Aliye, Rebî', Hasan ve Katade dediler ki: Mezkur ayet-i keri­mede geçen "Gizlemekte olduğunuzu da bilirim" cümlesiyle, meleklerin söylemiş oldukları şu söz kastedilmiştir: "Rabbimizin yaratacağı mahlûk ne olursa olsun, biz.o yaratıktan mutlaka daha bilgili ve Allah katında da daha üstün oluruz"[7].

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis müstesna hepsi sec­de ettiler. O ise kaçındı, büyüklük tasladı.» (ei-Bakara, 34.) Onu kendi eliyle yaratıp içine kendi ruhundan üflediğinde bu, Cenâb-ı Allah'ın Adem (a.s.)'e yapmış olduğu büyük bir ikramdır. Nitekim buyurmuş ki: «Ona (Adem'e) ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.» (el-Hicr, 29.)

İşte şu dört hususla Cenâb-ı Allah, Adem (a.s.)'i şereflendirmiştir:

1- Onu kendi eliyle yaratmıştır.

2- Ona kendi ruhundan üflemiştir.

3- Meleklere, ona secde etmelerini emretmiştir.

4- Eşya isimlerini ona öğretmiştir.

Bu sebepledir ki Musa Kelimullah, yüce âlemde kendisiyle bir araya gelip karşılıklı tartıştıklarında Adem (a.s.)'e şöyle demiş: "Sen insanlı­ğın babasısm. Öyle İd Allah seni kendi eliyle yaratmış, kendi ruhundan sana üflemiş, meleklerini sana secde ettirmiş, her şeyin ismini sana öğ­retmiştir".Önce nakledildiği ve inşallah ileride anlatılacağı gibi, kıyamet gününde mahşer halkı, Adem (a.s.)'e işte böyle diyeceklerdir. Bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulur:

«Andolsun ki sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Adem'e secde edin" dedik, İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde eden­lerden olmadı.                            

Allah, "Sana emrettiğim halde seni secdeden alıkoyan nedir?" dedi. "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm" cevabını verdi.» (el-A'râf,n-12.)

Hasan Basrî dedi ki: İblis (kendisinin ateşten, Adem'in çamurdan yaratıldığını, dolayısıyla kendisinin ondan üstün olduğunu söyleyerek) kıyaslama yaptı. İlk kıyaslama yapan odur.

Muhammed b. Şîrîn dedi ki: "İlk kıyaslama yapan İblis'tir". Güneşe ve aya insanların tapmış olmaları, sn^f kıyaslama yoluyla vuku bulmuş­tur. Hasan Basrî ile Muhammed b. Şîrîn'in yukarıdaki sözlerini İbn Ce­rir rivayet etmiştir[8].

Bu, şu anlama gelir: İblis, kendisiyle Adem arasında kıyaslama ya­parak balap düşündü. Kendisinin Adem'den üstün olduğu görüşüne vardı. Kendisine ve diğer meleklere emir verilmiş olmasına rağmen ona secde etmeye yanaşmadı.

Kıyaslama, eğer nassa karşı yapılırsa geçersizdir. Kaldı ki onun bu kıyaslaması aslında geçersiz bir kıyaslamaydı. Çünkü çamur, ateşten daha yararlı ve daha üstündür. Zira çamurda (ve toprakta) durgunluk, yumuşaklık, ağırlık ve üretkenlik vardır. Ateşteyse sertlik, hafiflik, hız ve yakıcılık vardır.                                                           

Ayrıca yüce Allah, Adem'i kendi eliyle yaratıp ona kendi ruhundan üflemekle şereflendirmiştir. Bu nedenle meleklere, ona secde etmeleri­ni emretmiştir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

«Rabbin meleklere: "Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. O'nu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye ka­panın" demişti. Bunun üzerine İblis'in dışında bütün melekler hemen secde ettiler: O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi. Allah: "Ey iblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni alıkoyan nedir?" dedi. O: Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde edemem" dedi. "Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır" dedi.» (el-Hicr, 28-35.)

İblis, Allah'ın bu lanetine müstahak olmuştu. Çünkü o, Adem'i ek­sik görmek, onu küçümseyip horlamak, ona karşı üstünlük taslamakla ilahî emre muhalefette ısrar etti, dolayısıyla laneti haketti. Mutlaka Adem'e secde etme konusundaki kesin emre rağmen Hakk'a karşı inat­çılık etti.

Hiç bir şey ifade etmeyen mazeretler beyan etmeye başladı. Özrü kabahatinden daha ağırdı. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Allah şöyle bu­yurmuştur:

«Meleklere: "Adem'e secde e din" demiştik. İblis'ten başka hepsi sec­de etmiş, o ise: "Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?" demişti. "Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altı­na alacağım" demişti. Allah: "Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, Cehennem hepinizin cezası olur. Hem de tam bir ceza" dedi. "Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü. Mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bu­lun" -ama Şeytan sadece onları aldatmak için vaad eder-. Doğrusu be­nim mü'min kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.» (el-İsra, 61-66.)

Kehf sûresinde de şöyle buyurulmuştur:

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'ten başka hepsi sec­de etmişti. O, cinlerden idi. Rabbinin buyruğu dışına çıktı. Ey insanoğulları! Siz Beni bırakıp onu ve soyunu dost mu ediniyorsunuz?» <el-Kehf,50.)

İblis inatçılık ederek, ilahî emre uymayı gururuna yediremeyerek ve de kasıtlı olarak Allah'ın buyruğuna başkaldırdı. Bu da tabiatının ve çok ihtiyaç duyduğu habis maddesinin kendisine hıyanet etmesi nede­niyle oldu. Çünkü kendisinin de dediği gibi o, ateşten yaratılmıştı. Ni­tekim Hz. Aişe (r.a.)de, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet eder:

«Melekler nurdan yaratıldı. Cinler de yalın bir alevden yaratıldı. Adem ise, niteliği size belirtilen (toprak) dan yaratıldı.»[9]

Hasan Basrî dedi ki: İblis, göz açıp kapayacak kadar kısa bir an için olsa bile meleklerden sayılmadı. Şehr b. Havşeb de şöyle der: İblis, cin­lerden idi. Cinler yeryüzünde bozgunculuk yapıp fesad çıkardıklarında Allah, üzerlerine meleklerden bir ordu saldı. Bu ordu onların bir kısmını öldürdü, bir kısmını da denizlerin adalarına sürgün etti. Cinlerin bir kısmı o zaman melekler tarafından esir alınmıştı. İblis' de esirler ara­sındaydı. Melekler onu yanlarına alıp göğe çıkarmış, böylece o, semada kalmıştı. Melekler Adem'e secde etmekle emrolunduklarında, İblis, secde etmeğe yanaşmamıştı. İbn Mes'ud, İbn Abbas, sahabelerden bir grup, Said b. Müseyyeb ve diğerleri dediler ki: İblis, dünya semasındaki meleklerin reisi idi. İbn Abbas, İblis'in adının Azazîl olduğunu söyle­miştir. Yine îbn Abbas'tan gelen bir başka rivayete göre İblis 'in adı Ha-ris'tir. Nakkaş, İblis'in künyesinin Ebu Kerdus olduğunu söylemiştir.

İbn Abbas (r.a.) dedi ki: İblis, meleklerin cin denen bir kabilesinden-di. Bunlar Cennetin hazinedarlarıydılar. İblis, onların en şereflilerin­den ve en bilginlerinden olup ibadetçe en önde gelenlerindendi. Dört ka­na tlılarmdandı. Allah onu çarpıp koyulmuş Şeytan haline getirdi.[10]

«Rabbin meleklere şöyle demişti: "Ben çamurdan bir insan yara­tacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman, ona secdeye kapa­nın". İblis'ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O, büyüklük tas­lamış ve inkarcılardan olmuştu. Allah: "Ey İblis! Kudretimle yarattığı­ma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa gurur-lananlardan mısın?" dedi. İblis: "Ben ondan daha üstünüm. Beni ateş­ten yarattın, onu çamurdan yarattın" dedi. Allah: "Defol oradan, sen ar­tık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir" de­di. "Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele" dedi. Allah: "Sen bili­nen güne kadar erteye bırakılanlardansın" dedi. İblis: "Senin kudretine andolsun ki, onlardan, sana içten bağlı olan kulların bir yana, hepsini azdıracağım" dedi. Allah: "Doğrudur; işte ben hakikati söylüyorum. Sen ve sana uyanların hepsiyle Cehennemi dolduracağım" dedi.» (Sâd, 71-85.)

«"Beni azdırdığın için, andolsun ki, senin doğru yolun üzerinde onla­ra karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarmdan, sağ ve sollarından onlara sokulacağım. Çoğunu sana şükreder bulamayacaksın" dedi.» (A'râf, 16-17.) Yani beni azdırmış olduğundan dolayı her gözetleme yerinde onları bekleyecek ve her taraftan onlara sokulacağım. Evet..İblis'e mu­halefet eden mutlu, ona uyan mutsuz olacaktır.

Ahmedb. Hanbel dedi ki: Haşim b. Kasım, Sebure b. Ebi'l-Fakih'den rivayet etti: İşittim ki Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Şeytan, ademoğlu (nu azdırmak) için yollarında oturmuş­tur.» [11]

Tefsirciler, Adem'e secde etmekle emrolunan melekler hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Ayetlerin genelinin delâlet ettiği gibi, meleklerin tümü mü ona secde etmekle emrolundular? -bu, cumhur-u ulemanın görüşüdür- Yoksa ona secde etmekle emrolunan meleklerden kasıt, yer melekleri midir? Nitekim îbn Cerir de Dahhak kanalıyla İbn Abbas'tan böyle bir rivayette bulunmuştur. Her ne kadar müteahhirin-den bazı âlimler bu rivayeti tercihe şayan görmüşlerse de bu rivayette kopukluk ve ifadesinde de belirsizlik vardır. Yukarıdaki iki rivayetten en kuvvetli olanı birincisidir. Nitekim "(Allah) meleklerini ona secde et­tirdi" hadis-i şerifi de bunu ispatlamaktadır. Doğrusunu Allah bilir. "İn oradan"[12] ve "Çık oradan"[13] diyerek Allah'ın İblisi azarlaması, onun gök­te bulunduğuna delâlet etmektedir. Evet, daha önce gökteydi. Kendi ibadeti ve taat ile ibadet bakımından meleklere benzemesi sayesinde ulaştığı, fakat sonradan kibir, hased ve ilahî emre muhalefeti dolayısıy­la kaybettiği mertebesinden ve semavî makamından inmekle emrolun-du. Kovulmuş ve yerilmiş olarak yere indirildi.

Cenâb-ı Allah, Adem'e eşiyle birlikte Cennet'te kalmasını emrede­rek şöyle buyurmuştu:

«"Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal, orada olandan istediğiniz yer­de bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursu­nuz" dedik.»  (el-Bakara, 35.)

«"Allah, "yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan defol; andolsun ki in­sanlardan sana kim uyarsa, onları ve sizi, hepinizi Cehenneme doldura­cağım" dedi. «Ey Adem, Sen ve eşin Cennet'te kalın ve istediğiniz yerden yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.» (A'râf, 18-19)

«Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'ten başka hepsi sec­de etmiş, o çekinmişti. "Ey Adem! Doğrusu bu senin ve eşinin düşmanı­dır. Sakın sizi Cennet'ten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın, ne de gü­neşin sıcağında kalırsın" dedik.» (Tâ-hâ, ııe-119,)

Bu ayetlerin akışından anlaşılıyor ki, Havva'nın yaratılışı, Adem'in Cennet'e girmesinden önce olmuştur. Zira ayet-i kerimede «Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kalın» (el-Bakara, 35) buyurulmaktadır.

İshak b. Yesar, gerçeğin bu olduğunu açıkça söylemiştir. Nitekim ayetlerin açık anlamı da böyledir.

Süddî, sahabelerin şöyle dediklerini nakleder: İblis, Cennet'ten çı­karıldı. Adem, Cennet'e yerleştirildi. Orada yalnız başına dolaşıyordu. Kendisiyle sükûn bulup huzura kavuşacağı bir eşi yoktu. Bir uykuya daldı. Uyandığında, baş ucunda oturmakta olan bir kadın vardı. Bu ka­dını Allah, onun kaburga kemiğinden yaratmıştı. Adem ona sordu:

- Sen nesin?

- Bir kadın...

- Niçin yaratıldın?

- Benimle sükûn bulup huzura kavuşasm diye.. Melekler, bilgisini ölçmek için Adem'e sordular;

- Bu kadının adı nedir ey Adem?

- Havva....

- Neden Havva?

- Hayy(canlı) olan bir şeyden yaratıldı da ondan. Muhammed b, İshak, ibn Abbas (r.a.)'dan rivayetle; Havva'nın,

Adem (a.s.)in sol tarafındaki en kısa kaburga kemiğinden yaratıldığım, yaratılırken Ademin uyumakta olduğunu ve yaratıldığı yerde meydana gelen boşluğa da et lehimlendiğini söylemiştir. Bunu şu ayet-i kerime de doğrulamaktadır:

«Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmet­sizlikten sakının.» (en-Nisâ, ı.)

Bir başka ayette de şöyle buyurulmaktadır:

"Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca eşi hafif bir yük yüklendi (ha­mile oldu) ve bu halde bir müddet taşıdı.» (ei-A'râf, 189.)

Allah izin verirse ileride bunun üzerinde biraz daha duracağız.

Buharî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hüreyre'den naklen, Pey-gember (s.a.v.)in şöyle buyurduğu rivayet edilir:

«Size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Kadınlar eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemiğin en eğri kısmı üst tarafıdır. Eğer sen eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan onu kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır, ( ve öyle kullanırsın). Bu ba­kımdan size kadınlar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim.» [14]

Tefsirciler yüce Allah'ın "Salan bu ağaca yaklaşmayın" buyruğu üzerinde farklı görüşler beyan etmişlerdir: Bazıları ayette sözü edilen ağacın üzüm ağacı olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbas, Saidb. Cübeyr, Şa'bî, Ca'de b. Hübeyre, Muhammed b. Kays ve İbn Mes'ud ile sahabie-erden bir grup dediler ki: Yahudiler, bu ağacın buğday ağacı olduğu inancındadırlar. Ayrıca bu, İbn Abbas, Hasan Basrî, Vehb b. Münebbih, Atiyyetü'1-Avfî, Ebu Malik Muharib b. Dessar ve Abdurrahman b. Ebi Leyla'dan rivayet edilmiştir.

Vehb dedi ki: O buğdayın tanesi, kaymaktan daha yumuşak ve bal­dan da daha tatlıydı. Sevrî, Ebu Malikin ayette sözü edilen ağacın hur­ma ağacı olduğunu söylediğini nakletmiştir. İbn Cüreyc'de, Mücahidin ayette geçen ağacın incir ağacı olduğunu söylediğini nakletmiştir. Ebu Aliye ise şöyle demiştir:Ayette bahsi geçen ağaç öyle bir ağaçtı ki, ondan yiyenin tuvalete çıkma ihtiyacı olurdu. Cennet'teyse tuvalete çıkmak, pek yakışık almazdı tabii. Tefsircilerin bu konuda farklı görüş beyanın­da bulunmalarını anlamak mümkündür. Çünkü Cenâb-ı Allah, ayette sözü edilen ağacın adını ve evsafını zikretmemiş, belirsiz bırakmıştır. Belirtmekte fayda olsaydı, Kur'ân'da belirsiz bırakılan diğer yerlerde olduğu gibi bunu bize belirtir ve gerekli açıklamayı yapardı.

Adem'in yerleştirildiği Cennet'in gökte mi, yoksa yerde mi olduğu hususunda tefsircilerin farklı görüşlerine gelince; çözülmesi ve açıklığa kavuşturulması gereken asıl mesele budur. Cunıhur-u ulemaya göre, Adem'in yerleştirildiği Cennet, Cennetü'l-Me'vâ denen göKteki Cen-net'tir. Çünkü ayetlerin ve hadislerin zahirî manaları bunu doğrula­maktadır. Örneğin bir ayet-i kerimede şöyle buyurulm akta dır:

"Ey Adem! Eşin ve sen Cennet'te kal..." dedik (ci-Bakara, 35.) Bu ayet-i kerimede geçen (el-Cennet) kelimesinin başındaki (el) lam-ı tarifi, umum ifade etmediği gibi lafzen bilinen bir şey için de değildir. Sadece zihnen bilinen (Ma'hud-u Zihnî) bir şeyle ilgilidir ki o da şer'an kat'î ola­rak bilinen Cennetü'l-Me'vâ'dır. Nitekim Musa (a.s.)da Adem (a.s.)'e şöyle demiştir: "Neden, hem bizi hem kendini Cennet'ten çıkardın?" Bu hadis üzerinde ileride konuşulacaktır.

Müslim, sahihinde şöyle bir hadis-i şerife yer vermiştir: Ebu Malik el-Eşcaî, Huzeyfe (r.a.)'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu: «Cenâb-ı Allah (kıyamet gününde) insanları (huzurunda) topla­yacaktır. Cennet kendilerine yaklaştığı zaman mü'minler kalkıp Adem'e gelecek ve şöyle diyecekler: "Ey babamız! Cennet'in (kapısının) bize açılmasını iste." Adem diyecek ki: Babanız (Adem)'in (yasak ağacın meyvesinden yeme) günahından başka, sizi Cennet'ten çıkaran bir şey mi var sanki?».

Bu hadiste sözü edilen Cennet'in Cennetü'l-Me'vâ olduğuna delâlet eden kuvvetli ve açık bir ifade vardır. Bu husus mutlaka tartışılmalıdır. Bu konuda diğer âlimler de şöyle dediler: Adem'in yerleştirildiği Cen­net, Cennetü'1-Huld[15] değildi. Çünkü Adem, orada o bilinen ağaçtan ye­memekle yükümlü lalındı. Aynca Adem orada uyudu ve oradan çıkarıl­dı. Oradayken İblis onun yanma girdi ki, bu sayılan hususlar, oranın Cennetü'l-Me'vâ olmasına ters düşerler.

Bu söz Ubey b. Ka'b, Abdullah b. Abbas, Vehb b. Münebbih ve Süf-yan b. Uyeyne'den nakledilmiştir. "Mearif adlı eserinde İbıı Kuteybe, tefsirinde de Kadı Münzir b. Said el-Belûtî de bu görüşü benimsemişler ve Kadı Münzir, bunun için müstakil bir eser yazmıştır. Ebu Hanife ve -Allah'ın rahmetine ersinler- onun arkadaşlarından da böyle bir nakilde bulunmuştur. Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer er-Razî b.. Hatib er-Re'y, tefsirinde bu görüşü Ebu Kasım el-Belhî ile Ebu Müslim el-Isfahanî'den nakletmiştir. Kurtubî de tefsirinde bu görüşü Mutezile ve Kaderiye mensuplarından nakletmiştir. Bu kavil, Ehl-i Kitabın elinde mevcud bulunan Tevrat'ın kesin bir ifadesidir. Bu meseledeki görüş ayrılıklarını anlatanlardan biri de Ebu Muhammed b. Hazm'dır. O, bu

konuyu "el-Milel Ve-Nihal" adlı eserinde, Ebu Muhammed b. Atiyye ve Ebu İsa er-Rummanî de tefsirlerinde anlatırlar. Bu ihtilaf, ilk cumhur-u ulemadan nakledilir. Ebu Kasım er-Rağıb ile Kadı Maverdî'de tefsirle­rinde bu ihtilafa değinmişlerdir. Maverdî demiş ki:

"Adem iîe Havva'nın yerleştirildikleri Cennetin nasıl bir Cennet ol­duğu hususunda iki görüş ileri sürülerek ihtilafa düşülmüştür: Birinci görüşe göre, yerleştirildikleri Cennet, Cennetü'î-Huld'dur. İkinci görü­şe göre ise, orası Allah'ın Adem ile Havva için imtihan yeri olarak hazır­ladığı bir Cennet'tir. Yoksa ölüm sonrasında mü'minler için mükafat ye­ri   olarak hazırlanmış olan Cennetti']-Huld değildir.

Bu görüşte olanlar da kendi aralarında görüş ayrılığına düşerek iki gruba ayrılmışlardır: Birinci gruba göre, Adem ile Havva'nın yerleştik­leri Cennet, gökteydi. Çünkü ayet-i kerimede de anlatıldığı gibi, Cenâb-ı Allah, onları oradan indirmiştir. Yüksekte olmayan bir yerden inmek söz konusu olamayacağına göre, demek İd ikamet etmiş oldukları Cen­net, gökte idi.

İkinci gruba göre ise, ikamet etmiş oldukları Cennet, yeryüzündey-di. Çünkü orada Cenâb-ı Allah kendilerini, başka meyvelerden değil de sadece o mahud ağacın meyvesini yemekten yasaklayarak imtihan et­mişti. Bu, İbn Yahya'nın kavlidir. Bu da, İblis'in Adem'e secde etmekle emrolunmasmdan sonra olmuştu. Bu kavillerden hangisinin doğru ol­duğunu Allah bilir. Evet bunlar Maverdî'nin söyledikleriydi. O'nun bu sözleri, nakledilen üç kavli içermektedir. Kendisinin bu meselede görüş belirtmekten çekindiği ifadelerinden hissedilmektedir. Bu nedenledir ki Ebu Abdullah er-Razî, tefsirinde de bu mesele3'le ilgili olarak dört ka­vil nakletmiştir. Bunlardan üçü, Maverdî'nin naklettikleri olup, dör­düncüsü çekimserliktir. Nakledilen bir kavle göre, Adem ile Havva'nın ikamet ettikleri Cennet göktedir. Cennetü'l-Me'vâ değildir. Bu kavil, Ebu Cübbaî'den n aide di İmiş tir.[16]

İkinci görüşün sahipleri, cevap verilmesi zorunlu bir soru ortaya atarak demişler ki: Şüphesiz ki noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, Adem'e secde etmekten kaçındığı zaman İblis'i kendi yanından kovdu. Yüce makamdan çıkıp yere inmesini emretti. Bu, muhalefet edilmesi mümkün olan şer'î bir emir değildi. Bilakis muhalefet edilmesi ve yerine getirilmemesi imkansız olan kaderi bir emirdi. Bu sebeple Cenâb-ı Allah buyurdu'ki: "Yerilmiş olarak oradan çık!"(ci-AVaf, ıs.)

«İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez!»(ei-Arrar,i3.)

«Defol oradan, sen artık kovulmuş birisin.»(Sâd, 77.)

Her üç ayette geçen "oradan" kelimesiyle Cennet veya sema veya yüksek makam kastedilmiştir. Hangisi kastedilmiş olursa olsun, kalıp yerleşme veya geçip gitme şeklinde de olsa kovulup uzaklaştırıldığı yerde, İblis için artık barınma imkanı kalmamıştır. Bu, bilinen bir husus­tur.

Denilmiştir ki: Kur'ân ayetlerinin oluşundan açıkça anlaşıldığı gibi İblis, Adem (a.s.)e vesveselenerek şöyle hitapta bulunmuştur:

«Ey Adem! sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» (Ta-ha, 120.)

«"Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi, melek olmanızı veya bura­da temelli kalmanızı önlemek içindir. Doğrusu ben size öğüt verenlerde­nim." diye ikisine yemin etti. Böylece onların yanılmalarını sağladı.» (el-A'râf, 20-22.)

Bu ayetlerin, İblisin Cenhet'te Adem ve Havva ile bir araya gelmiş olduğunu açıkça ifade etmekte olduğunu söyleyenlere şu karşılık veril­miştir: Bu ayetlerdeki ifadeler, İblisin, kalıp yerleşme şeklinde değil de uğrayıp geçme şeklinde Cennet'te Adem ve Havva ile bir araya gelmiş ol­masına mani değildir. Yine bu ifadeler, onun Cennetin kapısında veya semanın altında durarak onlara vesvese vermiş olmasına mani değildir.

Her üç görüş üzerinde de düşünülebilir. Doğruyu en iyi bilen Al­lah'tır.

Bu kavlin sahipleri şu rivayeti, delil olarak ileri sürmüşlerdir: İmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah, "Ziyadat" adlı eserde, Übey b. Kaab'm şöyle dediğini rivayet etmişti:

«Adem (a.s.) ölüm döşeğine yatıp can çekiştiği esnada iştahı,Cennet üzümünden bir salkım üzüm çekti. Oğulları üzümü bulmak için koştur­dular. Yolda melekler karşılarına çıktı. "Ey Ademoğulîarı nereye böy­le?" diye sordular. Dediler ki: "Babamızın canı, Cennet üzümünden bir salkım yemek istedi." Melekler onlara, "Geri dönün; bunu yapmanıza gerek kalmadı."- dediler. Adem'in yanına varıp ruhunu teslim aldılar; ce­nazesini yıkayıp koku sürdüler, kefenlediler. Arkasındaki meleklerle birlikte Cebrail, cenaze namazını kıldırdıktan sonra toprağa verdiler. Ve melekler, Ademin oğullarına: "Ölüleriniz için uygulayacağınız me­rasim işte budur." dediler.»

Bu hadisin rivayet senedi ve lafzının tamamı, Adem (a.s.)in vefat bahsinde verilecektir.

Bazıları dediler ki: Adem'in bir salkım üzümünü yemek istediği Cennet'e ulaşmak mümkün olmasaydı, oğulları o üzümü getirmek için koşturmazlardı. Bu da o Cennetin gökte değil de yerde olduğunu kanıt­lamaktadır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Dediler ki: "Ey Adem! Sen ve eşin Cennet'te kal." (el-Bakara, 35),ayet-i kerimesinde geçen (el-Cenne) kelimesinin başındaki (el) lam-ı tarifini, ahd-i harici elif lamıdır diyerek, Adem ile Havva'nın ikamet ettikleri Cennetin bilinen Cennet-i Huld olduğunu söylemek doğru olmaz.

Ancak bu lam-ı tarif, ahd-i zihni içindir diyerek, bunun yerdeki bir cen­net (bahçe) olduğunu söylemek, kabul edilebilir. Zaten ayetin alışı da bunu göstermektedir. Zira Adem (a.s.) yeryüzünde yaratılmıştır. O'nun göğe çıkarıldığına dair bir nakil mevcut değildir. Yeryüzünde kalması için yaratılmıştır. Bunu şu sözüyle de Cenab-ı Allah, meleklerine bildir­miştir: "Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim."(ei-Bakara, 30.)

Dediler ki: Yukarıda sözü edilen Cennet, şu ayetteki Cennet gibidir: «Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik.»

Bu ayette geçen (el- Ceııne) kelimesinin başındaki (el) harfi, genellik: ifade etmez. Daha önce lafız olarak Cennet kelimesi geçmediğine göre bu, zihnen bilinen ve ayetin akışının delâlet ettiği bir Cenneti ifade et­mektedir ki, o da bilinen anlamıyla bahçedir.

Dediler ki: Ayette inme eyleminden söz edilmiş olması, illa da gök­ten inme manasına delâlet etmez. Yüce Allah buyurmuş ki:

«Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir sela­met ve bereketle gemiden in.»'(Hud, 48.)

Nuh (a.s.) gemideydi. Gemi Cudi dağı üzerinde durup ta sular yer­yüzünden çekilince Cenâb-ı Allah, selamet ve bereketle birlikte Nuh'a, gemidekilerle beraber yere inmesini emretti.

Diğer bazı ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır:

«Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır.» (el-Bakara, eı.)

«Taşlar arasında Allah korkusundan yuvarlananlar vardır.» (el-Bakara, 74.)

Adem, Havva ve İblis ile ilgili olarak ayetlerde geçen ve inmek şek­linde tercüme ettiğimiz hübut mastarı, yukarıdaki ayet, hadis ve lügat-larda inmek, yuvarlanmak ve benzeri manalara gelmektedir.

Denilmiştir ki: Adem'in yerleştirildiği Cennetin, yeryüzünün diğer parçalarından daha yüksek, ağaçlı, meyveli, gölgeli, nimetli, ferahlı ve sürurlu bir yer olmasına mani hiç bir şey yoktur. Nitekim yüce Allah bu­yurmuş İd;

«Doğrusu Cennet'te ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın.» (Tâ-Hâ, 118.)

Yani için açlıkla, çıplaklıkla zelil olmayacaktır.

«Orada ne susarsın ne de güneşin sıcağında kalırsın.» (Tâ-Hâ, 119.)

Yani içine susuzluğun, dışına da güneşin ısısı dokunmayacaktır. Aralarında uygunluk ve tevafuk bulunduğu için, ayet-i kerimede susuz­lukla güneş birarada zikredilmiştir.

Adem (a.s.), yasaklandığı ağaçtan yeme suçunu işleyince mutsuz­luk, yorgunluk, zahmet, keder, zorluk, uğraş, imtihan, ibtüa ve sınama yeri olan yeryüzüne indirildi. Dinleri, huyları, işleri, amaçları, niyetleri, sözleri ve fiilleri farkh olan varlıkların yaşadığı yeryüzüne indi. Nitekim yüce Allah buyurdu ki:

«Yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.» (d-Bakara, 36.) Yukarıdaki ayetin ifadesi, onların gökte bulundukları şeklinde bir

kanıya vai'mamızı zorunlu kılmamaktadır. Bir ayette ise şöyle buyurul-

muştur:

«Ondan sonra İsrailoğullan'na : "Bu memlekette siz oturun, kıya­met koptuğunda hepinizi; bir araya getiririz." dedik.» (ci-lsrâ, 104.)

Bilindiği gibi İsrailoğulları gökte değil, yeryüzünde idiler.

Denilmiştir ki; bu kavil, Cennet ile Cehennenı'in bu gün için mevcud olduklarını inkar eden ve aralarında bağlantı bulunmadığım söyleyen kimselerin kavlinden türemiş değildir. Bu kavlin kendisinden nakledil­diği Selef Ulemasının tümü ile Halef Ulemasının çoğunluğu, Cennet ile Cehennem'in bu gün için mevcud olduğunu ispatlamışlardır. Nitekim ayetlerle sahih hadisler de buna delâlet etmektedirler. Doğruyu en iyi bilen, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah'tır.

«Şeytan oradan (Cennet'ten) ikisinin de ayağını kaydırttı. Onları bulundukları yerden çıkardı.» (ei-Bakara,36.)

Onları nimetlerden, parlaklık ve sürurdan çıkarıp yoi'gunluk, zor­luk ve zahmet yurdu olan yeryüzüne indirdi. Bunu, az sonra nakledece­ğimiz ayet-i kerimede de bildirileceği gibi kendilerine fısıldayarak, ya­pacakları kötü işi gönüllerine hoş göstererek başardı.

«Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: "Rabbinizin sizi bu ağaçtan men'etmesi, melek olmanız veya burada te­melli kalmanızı önlemek içindir.» (ei-AYâf, 20.) Evet şeytan, onlara şöyle di­yordu: Rabbiniz, iki melek olmayasmız ya da bu Cennet'te ebedî kalmayasmız diye bu ağaçtan yemenizi yasakladı. Yani bu ağaçtan yer­seniz, iki melek olur ya da burada ebedî kalırsınız.

«"Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim." diye ikisine yemin etti.» (el-A'râf,21.)

«Ama Şeytan ona vesvese verip: "Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacım ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" dedi.» (Tâ-hâ, 120.)

Yani yediğin takdirde,-içinde bulunduğun bu nimetlerle beraber ebediyyeti elde edeceğin, sonu olmayan, ve hiç çökmeyecek olan bir salta­nata kavuşmanı sağlayacak sonsuzluk ağacını sana göstereyim mi? Evet.. Şeytanın böyle yapması, bir nevi aldatma, baştan çıkarma ve ger­çek dışı haber verme idi.

Şeytan'm "Yediğin takdirde sonsuzluğa kavuşursun" diye nitelediği ebediyyet ağacı ile, imam Ahmed b. Hanbel'in bahsettiği şu ağaç kaste­dilmiş olabilir: İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre (r.a.)'nin şöyle bir rivayette bulunduğunu nakleder:

«Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular: "Cennet'te bir ağaç vardır. Süvari bir kimse onun gölgesinde yüz yıl yürür, yine de gölgesinin sonuna vara­maz. O, ebediyyet ağacıdır."»[17]

İmam Ahmed b. Hanıbel, bu hadisi ayrıca Gaııder ve Haccac'dan, O da Şube'den rivayet etmiştir. Aynı hadisi Ebu Davud et- Tayalisî de, Müsnedinde Şu'be'den rivayet etmiştir.

Gander der ki: Ben, Şu'be'ye bunun Şeceretü'l- Huld (ebediyyet ağa­cı) olup olmadığım sordum. Bana, orada bu ağacın bulunmadığını söyle­di.

Bunu yalnız İmam Ahmed b. Hanbel nakletmiştir.

«Böylece onların yanılmalarını sağladı. Ağaçtan meyve tattıkların­da kendilerine ayıp yerleri göründü. Cennet yaprak!arından oralarına örtmeğe koyuldular.» {ci-AVâf, 22.)

«Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasmdan yedi, ayıp yerleri, gö-rünüverdi. Cennet yapraklanyla örtünmeye koyuldular.» (Tâ-ka, 121.}

Yasak ağacın meyvesini Adem'den önce Havva yemişti. Adem'i o ağaçtan yemeye teşvik eden de oymuş. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.

Buhari'nin rivayet ettiği şu hadis-i şerif bu manaya yorulmaktadır: Bişr b. Muhammed, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş:

«İsrailoğulları olmasaydı et kokuşup bozulmayacaktı. Havva da ol­masaydı, hiç bir kadın kocasına hıyanet etmezdi.»[18]

Ehl-i Kitabın elindeki Tevrat'ta şöyle bir ifadeye rastlamaktayız: 'Yasak ağaçtan yeme yolunu Havva'ya gösteren yılandı. O esnada yılan, güzel ve muhteşem bir şekilde görünmüştü. Yılanın sözüne uyarak Hav­va, ağaçtan yedi; Adem'e de yedirdi. Orada İblisin adı geçmiyordu. Ye­dikleri anda gözleri açıldı. Çıplak olduklarım anladılar. İncir yaprağına uzandılar, peştemal gibi yaparak örtünmeye başladılar. Orada her ikisi de çıplak idiler." Vehb b. Münebbih de şöyle der: Giysileri nurdandı. Her ikisinin de haya yerlerinin üzerinde nûr vardı. Ehl-i Kitabın elindeki Tevrat'ta bu ibareler yer almaktadır. Bu ifadeleri Arapçalaştmrken de yanlışlık ve tahrifat yapmışlardır.

Çünkü bir dilden başka bir dile tercüme yapmak, öyle herkese nasib olacak işlerden değildir. Özellikle Arapçayı iyi bilmeyen, Arapça kitap­ları okuyacak kadar bilgi sahibi olmayan, kimseler, Arapçaya veya Arap-çadan başka dillere tercüme yapamazlar. Bu nedenledir ki Ehl-i Kitap, Tevrat'ı Arapçaya çevirirlerken, lafız ve mana bakımından birçok hata­lar yapmışlardır. Arapçaya çevrilen Tevrat'ta Adem ile Havva'nın elbi­sesiz oldukları anlatılmaktadır. Oysa Kur'ân-ı Azim'üş şan'da ikisinin de önce giyinik oldukları bildirilmektedir:

«Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyu­yordu.» (el-A'râf, 27.)

Bu, başkalarınca reddedilemeyecek bir sözdür. Doğruyu en iyi bilen

Allah'tır.

İbn Ebi Hatun dedi ki: Ali b. Hasen b. Eskab, Hasen'den rivayet etti ki: "Adem, uzunboylu, sık saçlı bir adam olarak yaratıldı. Uzun bir hur­ma ağacım andırıyordu. Yenmesi yasaklanan ağaçtan tadınca, üzerin­deki giysisi düştü. İlk görünen yeri, avret mahalli oldu. Avret mahalline bakınca, .Cennet'te koşmaya başladı. Saçı bir ağaca takıldı çekip saçını kurtarmak istedi. Onur ve üstünlük sahibi olan Rahman, ona seslendi: "Ey Adem! Benden mi kaçıyorsun?" Rahmanın sesini duyunca şu karşı­lığı verdi:  "Hayır, ey Rabbim, senden kaçmıyorum. Ama utanıyorum."

Sevrî, İbn Abbas'tan rivayet ederek dedi ki:

"Cennet- yapraklarından oralarına örtmeğe koyuldular." (el-A'râf, 22.) Bu ayet-i kerimede geçen yapraktan kasıt, incir ağacının yaprağıdır.[19]

Bu sahih bir isnaddır. Ehl-i Kitaptan alınma gibidir. Ayetin zahirî, bundan daha umumî bir manayı gerekli kılmaktadır. Ama yukarıdaki manayı kabul etmenin de bir zararı yoktur. Doğruyu en iyi bilen Al­lah'tır.

Hafız îbn Asakir, Muhammed b. İshak yoluyla Ubey b. Ka'b'dan ri­vayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

«Babanız Adem, uzun bir hurma ağacı gibi olup boyu altmış ziralık, sık saçlı ve ayıp yerleri örtülü bir adamdı. Cennet'te günah işleyince kö­tü yeri göründü, Cennet'ten çıktı. Bir ağaca rastladı; ağaç onun perçemi­ni yakaladı. Rabbi ona seslendi: "Ey Adem! Bu kaçışın benden mi?" Adem dedi ki: "Hayır ey Rabbim! Yaptığım işten dolayı senden utandı­ğım için kaçıyorum.»[20]

«Rabbleri onlara, "Ben sizi o ağaçtan men'etmemiş miydim? Şeyta­nın size apaçık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?" diye seslen­di. Her ikisi, "Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz" dediler.» (el-Araf, 22-23.)

Bu sözleriyle Adem ve Havva, suçlarını itiraf etmiş, tevbe için rable-rine yönelmişlerdi. Boyun eğip arz-ı teslimiyet etmişlerdi. Aynı anda O'na muhtaç olduklarını ifade etmişlerdi. Adem'in zürriyetinden her ki­me bu sır geçmiş ise bu, o kimsenin hem dünyada hem de ahirette yararı­na olmuştur.

«Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.» dedi. (el-A'râf, 24.)

Bu ilahi hitap; Adem'e, Havva'ya ve İblis'e idi. Denildiğine göre yı­lan da beraberlerindeymiş. Birbirlerine düşman ve birbirleriyle çatışan kimseler olarak Cennet'ten inmekle emrolundular. Yılanın da onlarla birlikte olduğuna delil olarak şu hadis-i şerif gösterilmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), yılanları öldürmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: «Onlarla savaştığımızdan bu yana onlardan emin olmadık.»[21]

«...Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin...» dedi. (Tâ-Hâ, 123.)

Bu emir, Adem'le İblis'e idi. Adem, Havva ve İblisi, yılan takib etti.

Denildi ki: Bu emir, tesniye (ildi) kalıbıyla onların hepsine verilmiş­tir. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur:

«Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, biz onların hükmüne şahiddik.» (el-En-

biyâ, 78.)

Doğrusu şu ki: Hakim, biri davacı, diğeri davalı olmak üzere ancak iki kişi arasında hüküm verir. Böyle olmakla birlikte yine de Cenab-ı Al­lah, "Onların hükmüne şahiddik." demiştir. "İkisinin hükmüne" deme­miş, "Onların hükmüne" demiştir.

Şimdi de gelelim "İnme" kelimesinin Bakara Sûresinde neden iki defa tekrar edildiğine...

«Onlara: "Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz." dedik. Adem, Rabbinden emirler aldı; on­ları yerine getirdi; Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphe­siz O, tevbeleri daima kabul edendir. Merhametli olandır. "Oradan hepi­niz inin. Tarafımdan size bir yol gösterici gelecektir. Benim yoluma uyanlar için artık korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" dedik. İnkar edenler ve ayetlerimizi yalan sayanlar, cehennemlik olanlardır. Onlar orada temelli kalacaklardır.» feî-Bakara, 36-39.)

Bazı tefsirciler dediler ki: Birinci inişten kasıt, Cennet'ten dünya semasına inmektir. İkinci inişten kasıt, dünya semasından yeryüzüne inmektir.

Fakat bu zayıf bir görüştür. Çünkü birinci inişten bahseden ayette şöyle buyurulmuştur: «Onlara:"Birbirinize düşman olarak inin; yeryü­zünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz." dedik.» Bu da onların bi­rinci inişte yeryüzüne indiklerine delâlet etmektedir. Doğruyu en iyi bi­len Allah'tır. Sahih görüşe göre iniş her ne kadar bir kez olmuş ise de, la­fız olarak tekrarlanmıştır. Yalnız bu tekrarlardan her biri bir hükme bağlanmıştır. Birincisinde onların birbirlerine düşman olacakları ge­rekçe olarak belirtilmiştir. İkincisindeyse kendilerine şu şart koşul­muştur: Allah'ın göndereceği hidayet rehberine onlardan uyan said (mutlu) olacak; muhalefet edense şald (bedbaht) olacaktır. Kur'ân-ı Ke-rim'de bu konuşma üslubunun benzerleri mevcuttur.

Hafız b. Asakir, Mücahid'den rivayet ederek dedi ki: Adem ile Hav­va'yı kendi yakınından uzaklaştırmaları için, Cenab-ı Allah iki meleğe emir verdi. Cebrail, Adem'in başındaki tacı çıkardı. Mikail de alnındaki mücevherli takıyı indirdi. Adem'e bir ağacın dalı takıldı. Derhal azap-landırılacağını sandı. Başını önüne eğerek "Af, af' dedi. Allah, "Benden kaçıyor musun?" dedi. Adem,"Hayır.. Senden utanıyorum efendim!" di­ye karşılık verdi.                                                                    

Evzaî, İbn Atıyye'den rivayet ederek, Adem'in Cennet'te yüzyıl kal­dığını söyledi. Başka bir rivayete göre aitmiş yıl kalmıştır. Cennet'ten çıkarıldığı için yetmiş yıl; günah işlediği için de yetmiş yıl ağlamıştır. Oğlunun öldürülmesi üzerine ise kırk yıl ağlamıştır.

Bunu İbn-Asakir rivayet etmiştir.

İbn Ebi Hatmi dedi ki: Ebu Zer'a , İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adem (a.s.) Cennet'ten inerken, Mekke ile Taif arasında Deh-na denilen yere indi.

Hasen dedi ki: Adem (a.s.) Hindistan'a, Havva Cidde'ye, İblis Bas­ra'ya bir kaç millik mesafedeki Destmiyan'a, yılan da İsfahan'a indi.

Bunu İbn Ebi Hatlın de rivayet etmiştir. Süddî dedi ki: Adem (a.s.) Hindistan'a indi. Beraberinde Hacer-i Esved ve bir tutam da Cennet yaprağı vardı. Yaprakları etrafına saçtı. Orada ıtır ağacı yeşerdi.

İbn Ömer (r.a.) dedi ki: Adem Safa'ya, Havva da Merve'ye indi.

Abdürrezzak. Ebu Musa el- Eş'arî'nin şöyle dediğini rivayet etti: Yü­ce Allah, Adem'i Cennet'ten çıkarıp yeryüzüne indirdiğinde ona her şe­yin sanatını öğretti; Cennet meyveleriyle de onu azıklandırdı. Bu mey­veleriniz Cennet meyvelerindendiı\ Yalnız bu meyveleriniz değişikliğe uğrarlar, ama onlar asla değişikliğe uğramazlar.

Hakim, "Müstedrek" adlı eserinde dedi ki: Ebu Bekir b. Baleveyh, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Adem (a.s.) ancak ildndi ile gün batımı arası kadar bir müddet Cennet'te kalabildi.

Zührî, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: "İçinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma gü­nüdür: O günde Adem yaratıldı. O günde Cennet'e konuldu. O günde de oradan çıkarıldı.» .

Sahîh-i Müslim'deki bir başka rivayette de şu ekleme yapılmıştır: «O günde kıyamet kopar.»

Ahmed b. Hanbel dedi ki: Muhammed b. Mus'ab, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «İçinde güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. O günde Adem yaratıl­dı, o günde Cennet'e konuldu, o günde Cennet'ten çıkarıldı, o günde de kıyamet kopacaktır.»[22]                                  .

İbn Asakir'in Ebu Kasım el-Beğavî yoluyla rivayet ettiği hadise ge­lelim: Muhammed b. Cafer el-Veskanî, Enes (r.a.)'den rivayetle, Pey­gamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu nakletti: «Adem ile Havva'nın iki­si de çıplak vaziyette yere indiler. Üzerlerinde Cennet yaprağı vardı. Adem'e sıcak tesir etti. Oturup ağladı. Eşine: "Ey Havva! Sıcak bana ezi­yet verdi." diyordu. Cebrail biraz pamuk getirdi. Örmesi için Havva'ya emir verdi. Ve örmeyi ildsine de öğretti. Pamuğu dokuması için Adem'e emir verdi. Ve dokuma işini ona öğretti.»

Resûlullah (s.a.v.) sözüne devamla dedi ki: «Adem, Cennet'te karı­sıyla cinsel temasta bulunmamıştı. Nihayet yasak ağaçtan yeme nede­niyle işledikleri suçtan ötürü Cennet'ten çıkarıldı(lar). Her biri ayrı ayrı yatıyorlardı. Biri Batha'da, diğeri öbür tarafta yatıyordu. Sonunda Ceb­rail, Adem'e gelerek eşiyle cinsel temasta bulunmasını söyledi ve nasıl yapacağını ona öğretti.

Cinsel temasta bulunduğunda, Cebrail yine Adem'in yanma geldi ve ona:"Eşini nasıl buldun?" diye sordu. O da: "İyi buldum" diye cevap

verdi."[23]

Bu garip bir hadistir. Merfu bir hadis oluşu da gerçekten münker-dir. Bu, Selef Ulemasından bazılarının sözü olabilir.

«Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yerine getirdi, Rabbi de bu­nun üzerine tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeleri daima kabul edendir. Merhametli olandır.» (ei-Bakara, 37.)

«Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merha­met etmezsen, biz kaybedenlerden oluruz.» (ei-A'râf, 23.)

İbn Ebi Hatîm, Ubeyy b. Ka'b'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem (a.s.) dedi ki: "Ey Rabbim ne buyurursun? Eğer hatamdan dönüp tevbe edersem Cennet'e döner miyim?" Allah, "Evet" dedi. "Adem, Rabbinden emirler aldı; onları yeri­ne getirdi. Rabbi de bunun üzerine tevbesini kabul etti."» sözünün manası işte budur.

îbn Ebi Nüceyh, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etti; ayetindeki kelimeler şunlardır: "Allahım! Senden başka tanrı yoktur. Sensin nok­sanlıklardan münezzeh ve yüce olan. Seni överim. Rabbim, ben kendime yazık ettim. Beni bağışla. Şüphesiz sen, merhamet edenlerin en iyisisin. Allahım! Senden başka tanrı yoktur. Sen noksanlıklardan münezzeh ve yüce olansın. Seni överim. Ben kendime yazık ettim. Tevbemi kabul bu­yur. Şüphesiz sensin tevbeleri kabul buyuran ve merhameti olan."[24]

Hakim, "Müstedrek" adlı eserinde Said b. Cübeyr kanalıyla îbn Ab­bas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Adem, Rabbinden emirler aldı. Onla­rı yerine getirdi." Adem dedi ki: "Ey Rabbim! Beni kendi elinle yaratma­dın mı?." Adem'e, "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Kendi ruhundan bana üflemedin mi?.» O'na, "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Aksır-dım; bana, "Allah sana merhamet etsin" demedin mi? Ve rahmetin gaza­bını geçip geride bırakmadı mı?" Ona: "Evet öyledir" denildi. Adem dedi ki: "Böyle yapmamı kaderime yazmadın mı?" O'na, "Evet öyledir" denil­di. Adem dedi ki: "Ne buyurursun, eğer tevbe edersem beni Cennet'e geri döndürür müsün?" Allah (c.c), "Evet..." dedi.» [25]

Yine Hakim, Beyhald ve İbn Asaldı-, Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem yoluyla, Ömer b. Hattab (r.a.)'dan rivayette bulunarak Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylediler:

"Adem (yasaklanan ağacın meyvesinden yiyerek) günah işlediğinde dedi ki: "Ya Rab! Muhammed hakkı için beni bağışlamanı senden diliyo­rum." Allah buyurdu ki: "Muhammed'i nasıl bildin? Ben henüz onu yaratmamışım!.» Adem dedi ki: "Ya Rab! Beni kendi elinle yaratıp da ruhundan bana üflediğinde başımı kaldırdım; Arş-ı A'la'nın sütunları üzerinde "Allah'tan başka tanrı yoktur. Muhammed Allah'ın elçisidir." yazılı olduğunu gördüm. Bu vesileyle de, yaratıMann içinde ancak en çok sevdiğin kimsenin adını kendi adınla birleştireceğini anladım." Al­lah buyurdu ki: "Doğru söyledin ey Adem. Yaratıklar içinde en çok sevdi­ğim o'dur. o'nun hakkı için bağışlanmayı benden dilediğinden ötürü seni bağışladım. Eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım!"

Beyhakî dedi ki: Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem bu hadisin rivaye­tinde münferid (yalnız) kalmıştır. O, bu balamdan zayıfdır. Allah en iyi­sini bilir. Bu Allah Teâlânm şu buyruğu gibidir:

"Adem, Rabbine başkaldırdı ve yolunu şaşırdı. Rabbi yine de onu se­çip tevbesini kabul etti; ona doğru yolu gösterdi." (Tâ-Ha, 121-122.) [26]

 

Adem İle Musa Peygamberin Tartışması

 

Buharı, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ve Musa (a.s.) tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Sen, kendi günahın sebebiyle insanları Cennet'ten çıkaran ve onları bedbaht edensin.» Adem dedi ki: "Ey Musa! Sen, Allah'ın, elçilik verip konuşmasıyla seçldn kıldığı bir insansın. Böyle olmakla birlikte, Allah'ın beni yaratmadan önce kaderime yazdığı - veya üzerine yazdığı -bir işi yaptığımdan ötürü beni kınıyor musun?"

Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki: «Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti.»[27]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Ebu Kamil, Ebu Hüreyre'den riva­yet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Sen o Ademsin ki, günahın seni Cennet'ten çıkardı." Adem ona şu karşılığı verdi: "Sen o Musa'sın ki Al­lah, elçilik ve kelamı ile seni seçti. Yaratılışımdan önce kaderime yazı­lan bir işten dolayı mı beni kınıyorsun?"»

Rasûllullah (s.a.v.) dedi ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı iki kez mağlub etti.»[28]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Muaviye b. Amr, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) efendimizin şöyle buyurduğunu söy­ledi: «Adem ile Musa tartıştılar; Musa dedi İd: "Ey Adem! Sen öyle bir in­sansın ki Allah seni kendi eliyle yarattı ve kendi ruhundan sana üfledi. İnsanları azdırıp Cennet'ten çıkardın."

Adem dedi ki: "Sen o Musa'sın ki, Allah seninle konuşarak seni seç­kin kılmıştır. Göklerle yerin yaratılışından önce Allah'ın kaderime yaz­dığı bir işi yaptığım için beni kınıyor musun?" Rasûlullah (s.a.v.) buyur­du ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."[29]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Süfyan, Ebu Hüreyre (r.ajden riva­yet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi İd: "Ey Adem! Sen babamızsm. Ama bizi kayba uğratıp Cennet'ten çıkardın." Adem ona şöyle cevap verdi: "Ey Musa! “Sen öyle bir insansın ki, Allah seninle konuşarak seni seçkin kimselerdeıı kıldı." - Bir defasında da Adem, "Elçilik vererek seni seçkin kimselerden kıldı." demişti- Ve eliyle sana yazdı (sana Tevrat'ı verdi). Yaratılmaz dan kırk sene evvel Allah'ın takdir etmiş olduğu bir iş (i yap-mam)dan dolayı mı beni kınıyorsun?.»

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»[30]

Buharî de Ebu Hüreyre (r.a.)'den böyle bir rivayettebulunmuştur: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: «Adem ile Musa tartıştılar. Musa ona dedi ki: "Ey Adem! Sen babamızsm. Ama bizi kayba uğratıp Cennet'ten çıkardın." Adem, ona şöyle cevap verdi: "Ey Musa! Sen öyle bir insansın ki, Allah seninle konuşarak seni seçkin kimselerden laldı. Ve eliyle sana yazdı (Tevrat'ı sana verdi). Ben yaratılmaz dan kırk sene evvel Allah'ın takdir etmiş olduğu bir iş(i yapmamdan dolayı mı beni kınıyorsun?.» Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»[31]

Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söyledi: "Musa, Adem'e rastla­dı ve şöyle dedi: "Sen O Adem'sin İd, Allah seni kendi eliyle yarattı; me­leklerini sana secde etth'di, seni Cennete yerleştirdi. Sonra da sen, ya­pacağını yaptın!" Adem, ona şu karşılığı verdi: "Sen o Musa'sın ki, Allah seninle konuştu, seni elçisi kılarak seçkin kimselerden kıldı. Sana Tev­rat'ı indirdi. Ben mi önce gelirim, yoksa zikir mi?" Musa, "Hayır, tabii ki zikir önce gelir." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular İd: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."»[32]

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Hüseyin, Ebu Hüreyre (r.a.)'den ri­vayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Musa, Adem'e rastladı ve ona şöyle dedi: "Sen o Adem'sin ki, Allah seni kendi eliyle ya rattı, seni Cennet'ine yerleştirdi ve meleklerini sana secde et­tirdi. Sonra da sen, yapacağını yaptın." Adem, Musa'ya şu cevabı verdi: "Sen öyle bir insansın M, Allah seninle konuştu ve üzerine Tevrat'ı indir­di. Öyle değil mi?"

-Evet..

- Yaptığım hatanın, ben yaratılmadan önce kaderime yazılmış ol­duğunu gördün mü?

-Evet...

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı yendi. Adem, Musa'yı yendi."»4

İbn Ebi Hatim dedi ki: 'Yunus b. Abdi'1-A'la, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi: "Adem jle Musa, Rablerinin huzurunda tartıştılar; Adem, Musa'yı yendi. Mu­sa ona şöyle dedi: "Sen öyle bir insansın ki, Allah seni kendi eliyle yarat­tı.. Ruhundan sana üfledi.. Meleklerini sana secde ettirdi.. Seni Cen-net'ine yerleştirdi.. Sonra da sen, işlediğin hata dolayısıyla insanları yeryüzüne indirdin. Öyle değil mi?"

Adem dedi İd: "Sen o Musa'sın ki, Allah seni elçisi kılıp seninle konu­şarak seçkinlerden kılmıştır. İçinde her şeyin açıklaması bulunan Tev­rat levhalarını sana vermiştir. Seni sırdaşı olarak kendine yaklaştır­mıştır. Allah'ın Tevrat'ı kaç sene önce yazmış olduğunu biliyorsun?

- Kırk sene önce..

- Orada "Adem Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı."(Ta-Hs, 121.; ayetini gördün mü?

-Evet...

- Allah'ın beni yaratmasından kırk sene önce kaderime yazdığı bir işi yaptığımdan dolayı mı beni kınıyorsun?" Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."

Ahmed b. Hanbel dedi İd: Abdürrezzak, Ebu Hüreyre (r.a.)'den riva­yet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem ile Musa tartıştılar; Musa, Adem'e dedi ki: "Ey Adem! Zürriyetini ateşe ko­yan sensin." Adem şu karşılığı verdi: "Ey Musa! Allah sana elçiliğinizi vererek ve seninle konuşarak seni seçkin kimselerden kıldı. Sana Tev­rat'ı indirdi. (Tevrat'ta) Benim yeryüzüne indirileceğimi görmedin mi?"

Musa, "Evet gördüm." dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti."»[33]

Haris b. Miskin el-Misrî, Ömer b. Hattab (r.a.)'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söyledi: Musa (a.s.) dedi İd: "Ya Rab! Hem kendisini, hem bizi Cennet'ten çıkaran Adem'i bi­ze göster." Allah, Adem (a.s.)'i Ona gösterdi. Musa sordu:

- Sen Adem misin?

- Evet,.

- Allah'ın kendi ruhundan içine üflediği, meleklerini ona secde ettir­diği ve bütün isimleri öğrettiği kişi sen misin?

- Evet: Bizi ve kendini Cennet'ten çıkarmaya seni iten sebep nedir? -Sen kimsin?

- Ben Musa'yım.

- İsrailoğullarının peygamberi Musa sen misin? Perde arkasından Allah'ın kendisiyle konuştuğu kimse sen misin? Yaratıklarından hiç bi­rini araya elçi koymaksızm direkt olarak kendisiyle konuştuğu kimse sen misin?

-Evet...        

- Allah'ın daha önce takdir buyurduğu bir işi yaptığından dolayı mı beni kınıyorsun?!. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti. Adem, Musa'yı mağlub etti."»[34]

Ebu Yala dedi ki: Muhammed b. Müsenna, Ömer (r.a.)'den rivayet ettiği merfu bir hadiste Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyle­di:

«Adem ile Musa karşılaştılar. Musa, Adem'e dedi ki:

- Sen beşeriyetin babasısm. Allah seni Cennet'ine yerleştirdi. Me­leklerini sana secde ettirdi. (Buna rağmen sen, yapacağını yaptın.)

- Ey Musa! Bunun benim kaderimde yazılı olduğunu görmedin mir Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

«Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti. Adem, Musa'yı mağlub etti.»

Bu hadisle ilgili olarak muhtelif görüşler beyan edilmiştir. Daha ev­vel takdir edilen bir kader manasım içerdiği için, bazı kaderciler bu ha­disi reddettiler. Bazı Cebriyecilerse bu hadisi bir delil olarak kabul etti­ler. Bu hadis, onlar için açık ve kuvvetli bir delildir. Çünkü bu hadiste, "Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti." denilmektedir. Adem, tar­tışma esnasında Musa'ya Tevrat'ı bir delil olarak takdim etmişti. Bu­nunla ilgili cevap ileride gelecektir.

Yine denilmiştir ki: Adem, tartışmada Musa'yı mağlub etti; çünkü Musa, Adem'i, tevbe ettiği bir suçundan dolayı kınamıştı. Oysa güna­hından ötürü tevbe eden kimse günah işlememiş biri gibidir.

Denildi İd: Adem, Musa'yı mağlub etti. Çünkü Adem ondan daha bü­yük ve daha önce yaratılmıştı. Adem'in, onun babası olması hasebiyle onu mağlub ettiğini söyleyenler de olmuştur. Denildi ki: Adem, Musa'yı mağlub etti.. Çünkü ikisinin şeriatleri birbirinden ayrı idi. Bazıları da kendi itikadlannca demişler ki: Adem, Musa'yı mağlub etti.. Çünkü her ikisi de âlem-i berzahtaydılar. O âlemdeyse mükellefiyet hükümleri ke­silir.

Doğrusu şu İd: Bu hadis bir çok lafızla rivayet edilmiştir. Bazısı ma­na ile rivayet edilmiştir ki, onların üzerinde düşünmek gerekir. Buharı ve Müslim'in sahihleriyle diğer hadis kitaplarında yer alan bu rivayetle­rin çoğunluğu şu nokta üzerinde yoğunlaşmaktadır: Musa (a.s.), hem kendi şahsını, hem de zürriyetini Cennet'ten çıkardığı için Adem'i kına­mış; Adem ise şu cevabı vermişti: "Ben sizi çıkarmadım. Sizi çıkaran, ağaçtan yediğim için beni Cennet'ten vıkaranm kendisidir. Bu sonuçla beni karşılaştıran ve yaratılışımdan önce bunu kaderime yazan da, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'tır. Beni, içinde hiç bir etkinliğim olmayan bir işten Ötürü kınıyorsun. Yalnız bir ağaçtan yemem yasaklanmıştı.

Ben de o ağaçtan yedim. Cennet'ten çıkarılışımın, o ağaçtan yeme sebe­bine bağlanması, benim yaptığım bir iş değildir. Ben, ne kendimi ne de sizi Cennet'ten çıkarmış değilim. Bu, ancak Allah'ın takdiri ve işi ile ol­muştur. Bunun böyle olmasında O'nun bir hikmeti vardır."

Böyle demekle Adem, Musa'yı mağlub etti.[35]

Bu hadisi inkar eden muannittir. Çünkü Ebu Hüreyre (r.a.)'den mü-tevatir olarak rivayet edilmiştir. Onun adalet, hıfz ve sağlamlığım söy­lemeye gerek yoktur. Sonra bu, daha önce de anlattığımız gibi diğer sa­habelerden de rivayet olunmuştur.

Bunu az önce zikredilen tevillerle tevil edenlere gelince, bunların yaptıkları tevil, lafızdan ve manadan uzaktır. Bunların arasında mes­lek ve yöntem bakımından, Cebriye'den daha kuvvetli olanlar yoktur. Onların söyledikleri de birkaç noktadan eleştirilebilir:

1- Musa (a.s.), kişiyi, tevbe ettiği bir suçtan dolayı kınamaz.

2- Musa (a.s.), öldürmekle emrolunmadığı bir adamı öldürmüş, bu­nun için affedilmesini Allah'tan dilemiş ve şöyle demişti:

«"Rabbim! Doğrusu ben kendime yazık ettim; beni bağışla." dedi, Al­lah da onu bağışladı.» (ei-Kasas, 16.)

3-İşlenen suç dolayısıyla kınanan kimseler ezelde yazılan kaderle­rini bahane olarak ileri sürme hakkına sahib olsalardı bu, yaptığı kö­tülükten ötürü ayıplanan kimselerin, bahane olarak kaderi ileri sür­meleri kapısını açacaktı. Suçlu ve günahkarlar, "Ne yapalım, kaderimiz böyleymiş" diyeceklerdi. Dolayısıyla da kısas ve hudud kapısı kapana­caktı. Şayet kader, herkesin işlediği büyük- küçük günahlar için bir bahane olsa; herkes bu bahaneyi ileri sürerek kurtulma yolunu arar ki, bu da korkunç sonuçlar doğurur. Bu nedenledir ki âlimlerden bazıla­rı şöyle demişlerdir: Adem'in Musa'ya cevap verirken savunma delili olarak kaderi ileri sürmesi; işlediği masiyete karşı değil de, maruz kal­dığı musibete karşı olmuştur. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.[36]

 

Adem (A.S.)İn Yaratılışıyla İlgili Hadisler

 

İmam Ahmed b. Hanbel dedi İd: Yahya Ve Muhammed b. Cafer, Ebu Musa'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söy­lediler: «Allah, Adem'i yeryüzünün tümünden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Adem oğullan, yeryüzü(ndeki nitelikler) miktarmca dünyaya geldiler. Onlardan ldmi beyaz tenli, kimi kızıl tenli, kimi siyah tenli, ki­mi bu iki renk alaşımmdaki bir tenli olarak dünyaya geldi. Kimi yumu­şak, kimi sert huylu; ldmi murdar, kimi temiz karekteıii olarak dünyaya geldi.»[37]

Süddî, Ebu Malik ile Ebu Salih'in, İbn Mesud ile bir grup sahabeden rivayette şöyle dediklerini anlatır:

Onur ve üstünlük sahibi olan Allah, kendisine bir miktar çamur ge­tirmesi için Cebrail'i yeryüzüne gönderdi. Yeryüzü dedi ki:

"Beni eksiltmenden veya beni çirkinleştirmenden ötürü senden Al­lah'a sığınırım." Yeryüzünün böyle demesi üzerine Cebrail, oradan bir şey almadan geri döndü ve şöyle dedi: "Ya Rab! Yeryüzü sana sığındı. Sen de sığınmasını kabul buyur." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Mikail'i yeryüzüne gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı; sığınmasını Al­lah kabul buyurdu. Bunun üzerine yüce Allah, yeryüzüne ölüm meleğini gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı. Ama ölüm meleği (Azrail) şöyle dedi: "Rabbimin buyruğunu yerine getirmeden geri dönmekten ben de Allah'a sığınırım." Böyle dedikten sonra yeryüzünün tümünden bîr miktar toprak aldı, bu toprağı birbirine karıştırdı. Evet, bu toprağı yeryüzünün sadece belli bir mıntıkasmdan'almamış, her tarafından; be­yaz, kırmızı ve siyah topraktan almıştı. Bu nedenle ademoğulları deği­şik renkli olarak dünyaya geldiler. Azrail, yeryüzünden aldığı toprağı yukarıya çıkardı. Islayıp yapışkan bir çamur haline getirdi. Sonra Cenâb-ı Allah, meleklere şöyle dedi:

«Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» (Sâd,7i-72.)

Allah onu kendi eliyle yarattı ki, İblis ona karşı büyüklük taslama­sın. Allah onu bir beşer olarak halk ettiğinde o çamurdan bir cesed halin­de idi. Cuma gününün ölçüsüyle onu kırk yıl bekletti. Melekler ona rast­layınca korkup ürktüler. En çok ürken de îblis idi. Onun yanına vardık­ça ona vuruyor, cesed de küpün tınlanışı gibi sesler çıkarıyordu. Allah Teâlânm "Pişmiş çamur gibi kuru balçıktan" (er-Rahmân, 14.) buyurduğu­dur. İblis, "Bu niçin yaratıldı?"der; cesedin ağzından girer, altından çı­kardı. Meleklere: "Bundan korkmayın. Rabbinizin içi dolu, bununsa içi boştur. Eğer ben buna sataşırsam bunu yok ederim." diyordu.

Ademin cesedi, Allah'ın, içine ruh üfleyeceği aşamaya geldiğinde, meleklere hitaben Allah şu buyruğu verdi: "Onun içine kendi ruhumdan üflediğimde ona secde edin." Allah, ruhu ona üfledi; ruh, başına girdi­ğinde Adem aksırdı. Melekler ona: "Elhamdülillah söyle." dediler. O da söyleneni yaptı. Allah da ona: "Rabbin sana rahmet etsin." dedi.

Ruh, Adem'in gözlerine girdiğinde o, Cennetin meyvelerine baktı. Ruh, karnına girdiğinde, yemek yemek istedi. Ruh henüz ayaklarına ulaşmadan, Cennet meyvelerine ulaşmak için aceleyle sıçradı. Bu, Al­lah'ın şöyle dediği esnada oluyordu: «İnsan aceleci olarak yaratılmıştır.»Cel-Enbiyâ, 37.)

«Bunun üzerine, İblis'in dışında bütün melekler hemen secde etti­ler. O, secde edenlerle beraber olmaktan çekindi.» (ei-fficr, 31-32.)

Her ne kadar büyük bir çoğunluğu israiliyattan alınmışsa da, yuka­rıdaki ifadelerin bir kısmını doğrulayıcı hadis-i şerifler vardır: İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Abdüsşamed, Enes (r.a.)'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'in bedenini çamurdan yarattığında, kendi dilediği bir müddet kadar onu ruhsuz olarak bıraktı. İblis o ruhsuz cesedin etrafında do­laşmaya başladı. İçinin boş olduğunu görünce, onun hiç bir şeye sahib ve muktedir olamayan bir mahluk olduğunu anladı.»[38]

İbn Hibban, Sahihinde der ki: Hasan b. Süfyan, Enes b. Malik'den rivayetle, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem'in içine ruh üflenip de ruh, başına vardığında Adem aksırdı ve "Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun". dedi. Kutlu ve yüce Allah da ona: "Allah sana rahmet etsin." diyerek karşılık verdi.»

Hafız Ebu Bekr el-Bezzar dedi ki: Yahya b. Muhammed es-Sekn, Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle dediğini nakletti: "Allah, Adem'i yarattığında Adem aksırdı ve "Elhamdülillah.» dedi. Rabbi de ona: "Rabbin sana rahmet etsin ey Adem" diyerek karşılık verdi.

Ömer b. Abdülaziz dedi ki: "Melekler secde etmekle emrolundukla-rında, ilk secde eden İsrafil olmuştu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, mükafat olarak İsrafil'in alnına Kur'ân'm yazılmasını emretmişti." Bu, nu İbn Asakir rivayet etmiştir.

Hafız Ebu Yala dedi ki: Ukbe b. Mükerrem, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Allah Teâlâ, Adem'i topraktan yarattı. Sonra onu çamura dönüştürüp öylece bıraktı. Sonra işlenebilen kara bir toprak haline getirdi. Bu haldeyken onu yaratıp şekillendirdi ve bu vaziyette bıraktı. Nihayet pişirilmiş top­rak gibi balçık haline geldi. İblis, Adem'in bu durumdaki cesedinin yanı­na gelir ve: "Bu, önemli bir iş için yaratılmıştır." derdi. Daha sonra Al­lah, o cesede kendi ruhundan üfledi. Ruhun ilk aktığı yer, onun gözü ve genizi oldu. Bunun üzerine Adem aksırdı. Allah ona rahmet verdi ve: "Rabbin sana rahmet etsin." dedi. Sonra şu emri verdi: "Ey Adem! Şu topluluğun yanma git. Onlarla konuş.. Bak, ne diyecekler" Adem, o top­luluğun yanma gidip selam verdi. Onlar da, "ve aleykesselam ve rahme-tüllahi berekâtühü" diye karşılık verdiler. Allah dedi ki:

- Ey Adem! Bu, senin ve zürriyetinin selamıdır.

- Ya Rabbi, benim zürriyetim nedir?

- Ey Adem! İki elimden birini seç.

- Rabbimin sağ elini seçerim. Ama Rabbimin her iki eli de sağdır,

Rabbi avucunun içini açtı. Adem bir de gördü ki zürriyeti, Rahman (olan Allah)'m avucu içindedir. Bu zürriyetinden bazı adamların ağızla­rı nurdandı. O adamlardan birinin nurunu Adem pek beğendi ve sordu-

- Ya Rab, bu kimdir?

- Oğlun Davud'dur.

- Ya Rab, ona ne kadaıiık ömür takdir ettin?

- Altmış yıl...

- Ya Rab! Benim ömrümden al, onunkine elde ki, onun ömrü yüzyıl . olsun.

Evet.. Allah onun dediğini yaptı ve böyle yaptığım şahitlere göster­di.

Adem'in yaşı ilerleyince Allah, ölüm meleğini ona gönderdi. Adem dedi ki: "Benim ömrümden daha kırk yıl kalmadı mı?" Ölüm meleği "Onu oğlun Davud'a vermedin mi?" diye sorunca "Adem inkar etti; zürri­yeti de inkar etti. Adem unuttu; zürriyeti de unuttu.»[39]

Tirmizî dediki: Abd b. Hamîd, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı. Sırtından, Cenâb-ı Allah'ın kıyamet gününe kadar Adem'in zürriyetinden yaratacağı bütün insanlar düştü. Allah, o insanlardan herbiriııin iki gözünün arasına nurdan bir parlak­lık koydu. Sonra onları Adem'e gösterdi. Adem sordu:

- Ey Rabbim! Bunlar kimlerdir?

- Bunlar senin zürriyetindirler.

Bunlar arasında bir adamın iki gözü arasındaki nurdan parlaklık Adem'in çok hoşuna gitti, yine sordu:

- Ey Rabbim! Bu adam kimdir?

- Bu, senin zürriyetinden olup son ümmetler arasında gelecek olan Davud adlı biridir.

- Ey Rabbim! Buna ne kadarhk ömür takdir ettin?

- Ey Rabbim! Benim ömrümden kırk yıl alıp onunkine ekle. A.dem'in ömrü sona erdiğinde kendisine ölüm meleği geldi. Adem:

"Daha kırk yıllık ömrüm yok mu?" diye itiraz edince ölüm meleği: "O kırk yılı oğlun Davud'a vermedin mi?" diye sordu. Adem bunu inkar edince zürriyeti de inkar eder oldu. O unuttu, zürriyeti de unutur oldu. O günah işledi, zürriyeti de günah işler oldu.»[40]

îbn Ebi Hatîm'in, Ebu Hüreyre (r.a.)'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şu ifadeler yer almaktadır: "Sonra Allah, Adem'in sır­tından düşen canlıları Adem'e gösterdi. Ve: "Ey Adem! Bunlar senin zürriyetindir." dedi. Adem bir de ne görsün! Bunların arasında cüzzamh alacalı, kör ve çeşitli hastalıklara müptela olanlar var. "Ya Rab! Be­nim zürriye time niçin bunu yaptın?" diye sorunca Allah: "Nimetime şükredesin diye...." karşılığım verdi.

Heysem b. Harice, îbn Ebi Derda'dan rivayet ederek Peygamber (s a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: « Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratır­ken sağ omuzuna vurdu, inci gibi bembeyaz zürriyetini çıkardı. Bu defa sol omuzuna vurdu. Ateş yanığı gibi simsiyah zürriyetini çıkardı. Sağın-dakine: "Cennet'e... Ben karışmam." dedi. Solundakineyse: "Ateşe... Ben karışmam." dedi.[41]

îbn Ebi Dünya dedi İd: "Halef b. Hişam, Hasen'in şöyle dediğini riva­yet etti: "Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken cennetlik kimseleri onun göğsünün sağ tarafından çıkardı, cehennemlik kimseleri de göğsünün sol tarafından çıkardı. O'nun bedeninden çıkarılan bu zürriyeti, yeyü-züne atıldılar. İçlerinde a'ma, alacalı ve çeşitli hastalıklara müptela kimseler vardı. Adem dedi ki: "Ya Rab! Çocuklarımı hep eşit kılsaydın olmaz mıydı?" Cenâb-ı Allah şu karşılığı verdi: "Ey Adem! İstedim İd ba­na şükredilsin.»

Bunu Ebi Hatîm ve "Sahih" adlı eserinde îbn Hibban rivayet etmiş, demiş İd: Muhammed b. İshak b. Iiuzeyme, Ebu Hüreyre (r.a.)'den riva­yet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Cenâb-ı Allah, Adem'i yaratırken içine ruh üflediğinde Adem aksırdı. "Elham­dülillah" dedi. Allah'ın izniyle ona hamdetti. Rabbi ona şu buyruğu ver-' di: "Rabbiıı sana rahmet etsin ey Adem! Bir kısmı oturmakta olan şu.me­lekler topluluğuna git, onlara selam ver." Adem, yanlarına gidip; "Es-seîamü aleyküm.» dedi. Onlar da; "Ve aleykümüsselam ve rahmetul-lah." diyerek karşılık verdiler. Adem geri döndüğünde Rabbi ona şöyle dedi: "Bu, hem senin selamın, hem de evlatlarının kendi aralarındaki selamıdır." Elleri yumuk olarak Rabbi ona dedi ki:

- Ellerimden hangisini dilersen onu seç.

- Rabbimin sağ elini seçtim. Rabbimin her iki eli de sağ ve mübarek­tir.

Sonra Rabbi her iki elini açtı. Bir de baktı ki avuçlarının içinde Adem ve zürriyeti var. Sordu:

- Ey Rabbim, kimdir bunlar? ~ Bunlar, senin zürriyetindir.

Adem bir de baktı İd, Allah'ın avuçlarında bulunan insanlardan her birinin yaşayacağı ömrü, iki gözünün arasında yazılmış. Bir de ne gör­sün: O insanların en parlak yüzlüsüne sadece kırk yıllık bir ömür yazıl­mış. Dedi ki:

- Ey Rabbim, kimdir bu?

- Bu, oğlun Davud'dur. Allah, onun için kırk yıllık ömür yazdı.

- Ey Rabbim! Bunun ömrünü arttır.

- İşte ona kırk yıllık ömür yazdım.

- Ben, Ömrümün altmış yılını ona verdim.

- Dediğin gibi olsun. Sen Cennet'te kal.

Adem Cennet'te, Allah'ın dilediği müddetçe kaldı. Sonra oradan in­di. Yeryüzüne indikten sonra yaşadığı ömrünü kendince sayıp hesaplı­yordu. (Günün birinde) yanına Ölüm meleği geldi. Adem: "Çabuk geldin. Oysa benim için bin yıllık bir ömür yazılmıştı." dedi. Ölüm meleği: «Öy­ledir, ama bu ömründen altmış yılı oğlun Davud'a vermiştin." diye kar­şılık verince, Adem inkar etti. Dolayısıyla zürriyeti de inkar eder oldu. O unuttu, zürriyeti de unutur oldu. İşte o günde (anlaşma ve akidlerin) ya­zılarak şahitler huzurunda yapılması emredildi.»[42]

Buharı dedi ki: Abdullah b. Muhammed, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: «Allah, Adem'i altmış zira boyunda yarattı. Sonra ona şöyle dedi: "Şu melekler toplulu­ğunun yanına git, onlara selam ver. Sana verecekleri cevabı dinle. Çün­kü bu selam, senin ve zürriyetinin selamıdır." Adem, topluluğun yanına gidip; "Esselamü aleyküm" dedi. Onlar :"Esselamü aleyke ve rahmetul-lahi" diyerek karşılık verdiler. "Ve rahmetüliahi" kelimesini eklediler. Cennet'e girecek olan her şahıs, Adem (a.s.)'in boyuna sahip olacaktır. Zira insanların boyları bu güne kadar azalmıştır.»[43]

Ravh, Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «Adem'in boyu altmış, genişliği de yedi zira' idi.»[44]

Affan, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Müdayene ayeti (Baka­ra: 282) nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «İlk inkar eden kişi Adem'dir. İlk inkar eden kişi Adem'dir. İlk inkar eden kişi Adem'dir. Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı. Onun bedeninden, kıyamete kadar doğacak olan zürriyetini çıkardı. Zürriyetini ona göstermeye baş­ladı. Adem, zürriyeti arasında pırıl pırıl parlamakta olan bir adam gör­dü ve sordu:

- Ey Rabbim! Kimdir bu?

- Bu, oğlun Davud'dur.

- Ey Rabbim! Bunun ömrü ne kadardır?

- Altmış yıldır.

- Ey Rabbim! Bunun ömrünü artır.

- Hayır, olmaz. Yalnız senin ömründen alırsam olur.

Adem'in ömrü bin yıldı. Bin yıldan kırk yılı alarak Davud'un ömrü­ne ekledi. Allah, bunu Adem'in hesabına yazdı ve meleklerini de buna şahit tuttu.

Adem son nefese geldiğinde, ruhunu teslim almak için melekler ya­nma vardılar. Adem: "Benim daha kırk yıllık ömrüm var." deyince me­lekler: "Sen o kırk yılı oğlun Davud'a bağışlamıştın." diye cevap verdiler. Adem: "Hayır, ben öyle birşey yapmadım." cevabını verince Allah, ömrü­nün kırk yılını Davud'a bağışladığına ilişkin yazılı belgeyi ibraz etti, me­lekler de bu hususta tanıklık ettiler.»[45]

Esved b. Amir, îbn Abbas'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «İlk inkar eden kişi, Adem'dir. (Rasûlullah, bu cümleyi üç kez yineledi). Onur ve üstünlük sahibi olan Allah, Adem'i yaratırken sırtını sıvazladı, (bedeninden) zürriyetini çıkardı. Zürriyeti­ni ona gösterdi. Zürriyetinin içinde pırıl pırıl parlamakta olan bir adam gördü. "Ey Rabbim! Bunun Ömrünü artır." dedi. Allah: «Olmaz. Ancak sen kendi ömründen vererek onuiikini artırabilirsin." dedi ve Adem'in ömründen kırk sene alarak o şahsın (Davud'un) kine ekledi. Bunu da Adem'in hesabına yazdı ve meleklerini buna şahit tuttu. Melek, ruhunu teslim almak istediğinde Adem, "Daha kırk yıllık ömrüm var." diyerek itirazda bulundu. Kendisine: "Sen bu kadarlık ömrünü oğlun Davud'a vermiştin." denilince inkar etti. Bunun üzerine Allah, yazılı belgeyi ib­raz etti ve delil ikame etti. Davud'un ömrünü yüz yıla, Adem'inkini de bin yıla tamamladı.»[46]

Taberanî, Hasen'in şöyle dediğini rivayet etti: Müdayene ayeti (ei-Ba-kara, 282) nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: «İlk inkar eden kişi, Adem'dir." (Rasûlullah, bu cümleyi üç kez yineledi).

Malik b. Enes, Müslim b. Yesar el-Cühenî'den rivayet ederek dedi ki:

«Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, on­lara: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demiş ve buna kendilerini şahid .tutmuştu. Onlar da: "Evet şahidiz" demişlerdi.»(el-A'râf,i72.)

Evet.. Bu ayet-i kerimeyle ilgili görüşü Hz. Ömer'e sorulduğunda şöyle demişti: Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e bu ayet-i kerime soruldu­ğunda onun şöyle buyurduğunu işitmiştim:

«Allah (c.c), Adem'i yarattı. Sonra sağ eliyle onun sırtını sıvazladı. Bedeninden zürriyetini çıkardı. Ve şöyle buyurdu:"Bunları, Cennet için yarattım. Bunlar, cennetlik kimselerin yapmaları gereken işleri yapa­caklardır." Sonra yine Adem'in sırtını sıvazladı. Bedeninden yine bir kısım zürriyetini çıkardı ve şöyle buyurdu: "Bunları Cehennem için yarattım. Bunlar, cehennemlik kimselerin yapmaları gereken işleri ya­pacaklardır." Adamın biri dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Yapılacak iş ne­rededir?" Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: "Allah bir kulu Cennet için yarattı mı, ona cennetlik kimselerin yapacağı işi yaptırır. Nihayet o kul, cennetliklerin işini yapar vaziyette vefat eder, dolayısıyla Cemıet'e gi­rer. Allah bir kulu Cehennem için yarattı mı, ona cehennemlik kimsele­rin yapacağı işi yaptırır. Nihayet o kul, cehennemliklerin işini yapar va­ziyette ölür. Dolayısıyla Cehennem'e girer."»[47]

Bu hadislerin tümü, yüce Allah'ın, Adem'in zürriyetini darı taneleri gibi Adem'in belinden çıkardığına, sağ ve sol ehli olmak üzere onları iki kısma ayırdığına delâlet etmektedirler. Sağ ehline: "Bunlar cennetlik­tirler, hiç aldırış etmem"; sol ehlineyse: "Bunlar cehennemliktirler, beni ilgilendirmez." demiştir.

Allah'ın, Adem'in zürri3'etini konuşturup kendi Rablığı konusunda şahit tutması konusuna gelince, bu, sabit hadislerde görülmemiştir. A'râf süresindeki 172. ayeti buna delil olarak ileri sürmeye gelince, önce de açıkladığımız gibi bunun üzerinde tartışılabilir.

Şimdi de gelelini Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise. Hüseyin b. Muhammed, Cerir (yani İbn Hazım) den, o da Kelsum b. Cebr'den, o da Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şöyle buyurduğunu söylediler: «Allah, arefe günün­de Adem'in belinde (ki zürriyetinden) söz aldı. Onları Adem'in belinden çıkarıp dan taneleri gibi önüne saçtı; Sonra onlarla konuşarak şöyle de­di:

«"Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet şahidiniz" de­mişlerdi. Bu, kıyamet günü, "Bizim bundan haberimiz yoktu" dersiniz veya "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?" dersiniz diyedir.» (Avsf, 172473.}

Bu, Müslim'in şartı üzerine kuvvetli ve güzel bir senedle rivayet edi­len bir hadistir. Bunu Neseî ve İbn Cerir ile "Müstedrek" adlı eserinde Hakim, Hüseyin b. Muhammed el- Mervezin'in hadisinden riva}Tet etmişlerdir. Halâm, bunun sahih senedli olduğunu söylemiştir. Ancak Buharı ile Müslim, bu hadisi tahric etmemişlerdir. Şu kadar var İd, ha­disin rivayet senedinde adı geçen Velsum b. Cebr üzerinde ihtilaf edil­miştir. Bu hadis, ondan merfu ve mevkul olarak rivayet edilmiştir."[48]

Bezm-i Elest'te Adem zürriyetiııden Allah'ın birliği konusundan söz alındığı görüşünde olanlar -İd bunlar, cumhur-u ulemadır- İmam Ah­med b. Hanbel'in şu kavlini dayanak olarak ileri sürmüşlerdir: Haccac, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu­nu söylemiştir:«Cehennemliklerden bir adama kıyamet gününde soru­lur: "Yeryüzündeki her şey senin olsaydı (kendini kurtarman için) fidye olarak verir miydin?" cevab olarak "Evet" diyecek. Allah (c.c.) ise, şu kar-

şılığı verecektir: "Bundan daha kolay olanı senden istemiştim. Adem'in belinde (henüz tohum iken) bana hiç birşeyi ortak koşmayacağına dair senden söz almıştım. Sen bu sözüne uymadın illa da bana ortak koş­tun!.»[49]

«Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu devam ettirmiş.» (ei-A'râf,172.)

Ebu Cafer er-Razî, Ubeyy b. Kaab'm yukarıdaki ayet-i kerimeyle il­gili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: «O günde Cenâb-ı Allah, Adem'in zürriyetinden kıyamete dek doğacak olanları huzurunda top­ladı. Onları yaratıp şekillendirdi, sonra da konuşturdu. Onlar da konuş­tular. Onlardan söz aldı ve verdikleri bu söze, yine onları şahid tuttu. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Onlar da: "Evet, şahidiz." dediler." Bunun üzerine Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu: Kıyamet gününde: "Biz bu­nu bilmiyorduk/' demiyesiniz diye, şimdi vermiş olduğunuz bu sözünü­ze yedi kat gök ve yedi kat yer ile babanız Adem'i şahit tutuyorum. Bile­siniz ki benden başka tanrı, benden başka Rab yoktur. Hiç birşeyi bana ortak koşmayın. Bana verdiğiniz bu sözü hatırlatarak uyarıcılık yapa­cak olan peygamberlerimi size göndereceğim, kitabımı size indireceğim." Onlar da dediler ki: "Senin, bizim Rabbimiz ve tanrımız ol­duğuna tanıklık ederiz. Bizim için senden başka Rab, senden başka tan­rı yoktur."»

Böyle diyerek o gün, Allah'a itaat edeceklerini ikrar ettiler. Bundan sonra babaları Adem, yerinden biraz yükseğe kaldırıldı, onlara baktı; aralarında zengin ile yoksul, güzel ile çirkin bulunduğunu gördü. "Ey Rabbim! Kullarını eşit kılsaydm keşke." deyince yüce Allah: "Diledim ki bana şükredilsin." cevabım verdi. Adem (a.s.), zürriyeti arasında, üze­rinde nur bulunan kandiller misali peygamberler gördü. Bunlar, risalet ve nübüvvet gibi başka bir ahid ve misak vererek özellenmişlerdi. Bu­nunla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur.

«Peygamberlerden söz almıştık. Ey Muhammed! Senden, Nuh'dan, İbrahim'den, Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan sağlam bir söz almışızdır.» (ei-Ahzâb, 7.)

«Ey Muhammed! Hakka yönelerek kendini Allah'ın insanlara yara­tılışta verdiği dine ver. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur.» («er-Rum,30.)

«İşte ilk uyaranlar gibi bu Muhammed de bir uyarandır.» (en-Necm,56.) «Onların çoğunda ahde bağlılık görmedik, çoğunu fasık kimseler olarak bulduk.» (el-A'râf, 102.)

Önce de anlatıldığı gibi melekler, Adem'e secde etmekle emrolun-duklarmda, hepsi bu ilahî emre uymuşlardı. Yalnız İblis, onu çekemedi­ğinden ve ona olan düşmanlığından ötürü secdeden kaçındı. Bu nedenle de Allah, onu kendi ilahî makamından ve rahmetinden kovdu. Lanetli ve rahmeti, ilahiyeden yoksun olarak onu yeryüzüne indirdi.

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: Vekî', Ebu Hüreyre (r.a.)'den riva­yet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Ademoğlu secde ayetini okuyup ta secde ettiğinde Şeytan ağlaya­rak oradan uzaklaşır ve şöyle der: "Vay benim halime! Ademoğlu secde etmekle emrolundu da secde etti. Dolayısıyla Cennet'i kazandı. Ben de secde etmekle emrolundum, ama isyan ettim. Benim için de ateş vardır."»[50]

Sonra Adem, yerleştirildiği Cennette eşi Havva ile birlikte ikamet etmeye başladı. Orada istedikleri yerden bol bol yiyorlardı. Yasaklan­dıkları ağaçtan yeyince, üzerlerindeki giysileri çıkarıldı ve yeryüzüne indirildiler. Yeryüzünün neresine indirildikleri konusunda ileri sürü­len farklı görüşleri açıklamıştık.

Adem'in Cennette ikamet ettiği süre konusunda da farklı sözler söylenmiştir. Dünya günlerinden bir günün bir kısmı kadar Cennette ikamet ettiği söylenmiştir. Müslim'in bununla ilgili olarak Ebu Hürey-re'den merfu biçimde rivayet ettiği hadisi daha önce nakletmiştik:

«Adem, Cuma gününün son saatinde yaratıldı.» Cuma günüyle ilgili olarak Ebu Hüreyre'nin rivayet etmiş olduğu hadis te daha önce nakle­dilmişti: «Adem, cuma gününde yaratıldı. Cuma gününde de Cennetten çıkarıldı.»

Adem'in yaratıldığı gün, Cennetten çıkarıldığı günün aynı ise - veya yer ile göklerin yaratıldıkları altı günün, bizim dünya günleri gibi oldu­ğunu söylersek demek ki Adem, Cennette bir günün bir kısmı kadar kal­mıştır. Eğer böyleyse, bu tartışılabilir. Şayet Cennetten çıkarıldığı gün, yaratıldığı günden başka birgünde olmuşsa, - veya yer ile göklerin yara-, tıldıkları altı günün miktarı, altı bin sene ise - demek ki Adem, Cennette uzun bir müddet kalmıştır. O Altı günün altı bin sene olduğunu İbn Ab-bas, Mücahid ve Dahhak'm söylediği, İbn Cerir'in de bu görüşü benimse­diği nakledilir.

İbn Cerir dedi ki: Adem'in, cuma gününün son saatinde yaratılmış olduğu,bilinen bir husustur. O günün bir saati ise, seksen üç sene dört aydır. İçine ruh üflenmeden, çamurdan bir heykel olarak kırk yıl öylece kalakaldı. Yeryüzüne indirilmeden Cennette kırk üç sene dört ay kaldı. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır.[51]

Abdürrezzak, Sevvar'dan Ata b. Ebi Rebah'm haberini rivayet ederek dedi ki: Adem, Cennetten indirildiğinde iki ayağı yerde, başı da gökteydi. Allah, boyunu altmış ziraa indirdi. İbn Abbas'tan da böyle bir haber rivayet edilmiştir. Ancak bu, tartışılabilir. Çünkü şahinliğinde ittifak edilen ve Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Allah, Adem'i altmış zira boyunda yarattı. (Ondan bu ya­na) halkın boyu devamlı kısalmaktadır.» Bu hadis, Adem'in iki ayağı yerde, başı gökte olarak değil de altmış zira' boyunda yaratılmış olduğu­nu gerekli bulmaktadır. O'nun zürriyetinin yaratılışı (ve boyu) şimdiye kadar eksilmeye devam etmektedir.

îbn Cerir, İbn Abbas'dan rivayet etti ki: Cenâb-ı Allah şöyle buyur­du: "Ey Adem! Arşımın çevresinde benim bir haremim vardır. Git, be­nim için orada bir ev yap. Meleklerimin Arşımı tavaf edişleri gibi sen de o evi tavaf et." Allah, Adem'e bir melek gönderdi; melek, yapılacak evin (Beytin) yerini ona gösterdi. (Hac) menasiki (ni) ona öğretti. Bundan böyle atacağı her adımın, .kendisini Allah'a yaklaştıncı bir ibadet olaca­ğını ona hatırlattı.

İbn Abbas'ın Hz. Adem'le ilgili bir rivayeti şöyledir: Adem'in yeryü­zünde yediği ilk yemek neydi? Cebrail, ona yedi buğday tanesi getirdi. Adem sordu:

- Bu nedir?

- Cennetteyken yemen yasaklandığı halde yediğindir.

- Bunu ne yapayım?

-- Yere ek.

Adem, buğday tanelerini yere ekti. O tanelerden her birinin ağırlığı yüz binden fazlaydı. Ekin yerden bitti. Onları biçti. Harmanlayıp savur­du, öğütüp yoğurdu ve ekmek yaptı. Büyük bir güçlük, zahmet ve yor­gunluktan sonra yedi. Yüce Allah buyurmuştu:

«Sakın (Şeytan) sizi Cennetten çıkarmasın. Yoksa bedbaht olur­sun.» (Tâ-Hâ, 117.)

Adem ile Havva'nın, yeryüzüne indirildikten sonra ilk giydikleri giysi neydi? Giysileri, koyun yününden mamuldü. Yünü kırptılar, Ördü­ler. Adem, kendisi için bir cübbe, Havva için de bir hırka ve bir de baş ör­tüsü dokudu.             

Cennette çocuklarının olup olmadığı hususunda farklı görüşler be­yan edilmiştir. Bazıları, sadece yeryüzündeyken çocukları olduğunu söylerken, diğer bazılarıysa Cennetteyken de çocukları olduğunu hatta Kabil ile kızkardeşinin, Adem ile Havva'nın Cennette doğan çocukları olduğunu söylemişlerdir.

Anlatıldığına göre Havva, her doğuruşta biri erkek, diğeri kız olmak üzere ikiz çocuk doğururmuş. Her erkek çocuğa, diğer erkek çocukla be­raber doğan kız kardeşiyle evlenmesini emredermiş. Ayrı batınlarda do­ğan kızlarla erkek kardeşleri evlendirirmiş. Ama aym batında beraber doğan kızlarla erkek kardeşleri birbirleriyle evlendirmezmiş. [52]

 

Adem'in Oğulları; Kabil İle Habîl

 

Yüce Allah buyurdu ki

«Ey Muhammedi Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru ola­rak oku: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğeri-ninki edilmemişti. Kabul edilmeyen: "And olsun seni öldüreceğim." de­yince, kardeşi: "Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder." de­mişti. "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korka­rım." "Ben, hem benim hem de senin günahınla dönüp cehennemlikler­den olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur." Bunun üzerine, kar­deşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek, zarara uğrayanlar­dan oldu. Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi de etti­ğine yananlardan oldu.» (el-Maîde, 27-3.)

Mâide Sûresinin, tefsirinde[53] bu kıssadan yeteri kadar söz etmiştik. Allah'a hamdolsun. Burada selef imamları in bu konuda söylediklerinin bir özetini nakletmekle yetineceğiz.

Süddî, bir kısım sahabeden naklen dedi ki:

«Adem (a.s.), bir batında doğan oğlunu, diğer batında doğan kızıyla evlendirirdi. Oğullarından Habil, diğer oğlu Kabil'in bacısıyla evlenmek istedi. Kabil, Kabilden bü­yüktü. Kabil'in bacısı daha güzeldi. Kabil, o kızı kardeşi Habü'e vermek­tense kendine alıkoymak istedi. Adem (a.s.), Kabil'e, bacısını Kabil'e vermesini emrettiyse de Kabil, bu emri yerine getirmedi. Adem (a.s.), Kabil ile Kabil'in birer kurban takdim etmelerini emretti ve hacc için Mekke'ye gitti. Göklerin muhafazası görevini oğullarına vermek istedi, hiç biri kabullenmedi. Dağlarla yerler de bu görevi üstlenmekten kaçın­dılar. Yalnız Kabil, bu görevi kabullendi.

Adem, hacca giderken, Kabil ile Kabil, kurbanlarını takdim ettiler. Habil, davar sahibi olduğu için semiz bir koyunu kurban etti. Kabil ise, ekinin kötüsünden bir demeti kurban olarak takdim etti. Gökten bir ateş inerek Habil'in kurbanım yedi, Kabü'inkini yerinde bıraktı. Kabil buna öfkelenip, Habil'e: "Bacımı nikahhyam ayasın diye seni öldürece­ğim." dedi. Habil de: "Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder." dedi. Abdullah b. Amr dedi İd: "Allah'a and olsun ki öldürülen, diğerin­den daha güçlüydü. Ama utandığından ötürü kardeşine el kaldırmadı.»[54]

Ebu Cafer el-Bakır, bu olaydan bahsederken şöyle demiştir:

«İki kardeş kurbanlarını takdim ederken, Habil'in kurbanı kabul edilip de Kabil'in ki reddedilirken Adem (a.s.), ikisinin yanında bulunuyordu. Kabil, Adem'e dedi ki: "Habil'in kurbanının kabul, edilmesi sen­den dolayıdır. Çünkü sen onun için dua ettin, benim için etmedin." Böyle dedikten sonra Kabil'e yanaşarak hesaplaşmak için başka bir yerde bu­luşmayı teklif etti ve randevulaştılar.

Bir gece Habil, davar otlatmak için çıktığı çölden gelmedi, gecikmiş­ti. Adem (a.s.), kardeşine bakması için Kabil'i gönderdi. Kabil gidip Ka­bil'i gördü. Ona: "Senin kurbanın kabul edilir, benimki kabul edilmez öyle mi?" diye sorunca Kabil; "Allah, ancak sakınanların takdimesini kabul eder." diye cevap verdi. Buna öfkelenen Kabil-, yanındaki bir de­mirle ona vurdu ve öldürdü. Denilir ki: Uyumakta olan Habil'in kafası­na bir kaya parçası fırlatarak başını ezdi, Denilir ki: Boğazını şiddetlice sıkarak boğdu; canavar gibi dişiyle paralayıp öldürdü. Ne şekilde öldür­düğünü en iyi bilen Allah'tır. .

Kabil'in öldürmekle tehdid ettiği Habil demişti ki: «Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben, âlemlerin rabbi o an Allah'tan korkarım.» (el-Mâkic, 28.)

Böyle demesi, Habil'in güzel huylu olduğuna ve Allah'tan korktuğu­na delâlet eder. Kardeşinin yaptığı kötülüğe misliyle karşılık vermek­ten uzak durmuştur. Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de yer alan bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«İki Müslüman, kılıçlarıyla birlikte birbirlerinin karşısına çıkar­larsa, ölen de Öldüren de ateştedir.» Dediler İd: "Ey Allah'ın Rasûlü! Hele biri katildir.. Ya öldürülenin suçu nedir?" Buyurdu İd: "O da karşısında­kini öldürmek için elinden geleni yapıyordu.»[55]

«Ben, hem benim hem de senin günahınla dönüp cehennemlikler­den olmanı isterim. Zulmedenlerin cezası budur.» (cl-Mâide, 29.)

Yani her ne kadar senden daha güçlü ve kuvvetliysem de seni öldür­mekten vazgeçtim. Beni Öldürmekle günahıma gireceksin. Önceki gü­nahlarında buna eklenecektir.

Mücahid, Süddî ve İbn Cerir bu görüştedirler. Yoksa bazı kimselerin sandıkları gibi sırf öldürülmekle maktulün günahları, katilin defterine yazılır diye bir şey yoktur. İbn Cerir, bunun aksi istikametinde icrna' mevcud olduğunu söylemektedir. Bazı bilgisizlerin güya Hz. Pej'gam-ber (s.a.v.)'den nakletmiş oldukları: «Katil, maktulün üzerinde hiç bir günah bırakmamış (hepsini kendi üzerine almış)tır.» şeklinde bir hadis, hadis kitaplaıında ne sahih, ne hasen, ne de zayıf bir senedle hiç mi hiç mevcut değildir.

Ne varld kıyamet gününde bazı şahıslarda şöyle bir duruma rastla­nabilecektir: Maktul, katilden hak talebinde bulunacaktır. Katilin işle­diği iyi ameller, maktulün bu talebini karşılayamıyacak, böyle olunca da maktulün günahları katilin boynuna yüklenecektir. Öldürme dışındaki haksızlıklarla ilgili böyle bir sahih hadis mevcuttur. Adam öldür-mekse, haksızlıkların en büyüğüdür. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. Bü­tün bunları tefsirde[56] yazdık. Allah'a hamdolsun. Hz. Osman'ın şehadeti esnasında Sa'd b. Ebi Vâkkas şöyle demiş: «"Tanıklık ederim ki Rasûlul-lah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Öyle bir fitne kopacak ki, o zaman yerinde oturan, yürüyüp koşandan daha hayırlı olacaktır. "Ya (adam) evime gi­rip beni öldürmek için elini bana uzatırsa? (yine mi yerimde oturaca­ğım). "Adem'kuoğlu (Habil) gibi ol!"»[57]

Ibn Mirdeneyh te, Huzeyfe b. Yeman'dan merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste demişki: "Adem'in iki oğlunun hayırlısı gibi ol."

Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Haksız yere öldürülen her kişinin katilinin gü­nahı kadar, Adem'in ilk oğlunun üzerine de günah yazılır. Çünkü öldür­me âdetini ilk çıkaran odur.»[58]

Şam'ın kuzeyinde bulunan Kasyan dağında Kan Mağarası diye bili­nen bir mağara vardır. Bu mağara Kabil'in, kardeşi Habil'i öldürdüğü yer olarak şöhret bulmuştur. Ancak bu rivayet, Ehl-i Kitaptan alınmış­tır. Doğruluk derecesini Allah bilir.

Plafız b. Asakir, Ahmed b. Kesîr'in hayat hikayesini anlatırken - bu zatın salih kimselerden biri olduğunu söyler - mezkur şahsın şöyle bir rüya gördüğünü nakleder: Ahmed, rüyasında Peygamber (s.a.v.)'ı, Ebu Bekir, Ömer ve Habil'i görmüş. Kasyan dağı mağarasındaki kanın ken­disine ait olduğuna yemin etmesini Habil'den taleb etmiş. Habil, orada­ki kanın kendi kanı olduğuna yemin etmiş. Ayrıca o mağaranın, duala­rın kabul edileceği bir yer olması için Allah'tan dilekte bulunduğunu, Allah'ında bu dileğini kabul ettiğini söylemiş. Bu söylediklerini Pey­gamber (s.a.v.) de doğrulamış...

Ahmed demiş ki: Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir ve Ömer, her per­şembe günü bu mağarayı ziyaret ederler...

Bu doğru da olsa, Ahmed b. Kesîr'in nihayet bir rüyası dır. Buna şer'î bir hüküm terettüp etmez. Doğruyu Allah bilir.

«Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölü­sünü Örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi de ettiğine yananlardan oldu.» (el-Mâide, 31.)

Bazıları dediler ki: Kabil, Habil'i öldürdükten sonra bir yıl süreyle -diğer bazılarına göre yüz yıl süreyle - sırtında taşıdı. Allah, ona iki karga gonderinceye kadar bu hal devam etti.

Süddî, sahabelere dayandırdığı bir rivayette derki: Bu iki karga da kardeşti, vuruştular. Biri diğerini öldürdü. Öldürünce de yere yöneldi. Ölüsü için bir çukur kazdı, oraya gömüp gizledi. Karganın öyle yaptığını görünce de; "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım." dedi. Karganın yaptığı gibi yapıp kardeşinin cesedim toprağa defnetti.[59]

Tarihçi ve siyerciler. derler ki: Adem (a.s.), oğlu Habil'in ölümüne çok üzüldü. İbn Cerir'in İbn Hamid'den naklettiğine göre Adem (a.s.), Habil için şu şiiri söyledi:

"Beldeler ve üzerlerindeki şeyler değişti,

Yeryüzü tozlanıp çirkinleşiverdi.

Rengi ve tadı olan herşey değişti,

Güzel yüzdeki aydınlık ve tebessüm kıtlaştı."

Adem'e cevab verildi:

"Ey Kabil'in babası, iki oğlun da öldü.

Sağ kalan, boğazlanan ölü gibi oldu.

Bir can, hayata geliverdi.

Ondan olan, korkulu oldu, çığlık kopardı."

Bu şiir, tartışma götürür. Çünkü Adem (a.s.) üzüntüsünü dile geti­ren bir şiir söylemiştir. Bazıları onu buna ülfet ettirmişlerdir. Bu husus­ta bazı kaviller vardır ki, doğrusunu Allah bilir.

Mücahid'in anlattığına göre, kardeşini öldürdüğü gün Kabil hemen cezalandırılmıştır. Şöyleki: Habil'in bacağı, Kabil'in baldırına takılıp yapışmış, yüzü de her nereye dönerse dönsün güneş istikametine çevril­miş. Babasıyla kardeşim çekemeyisinin, azgınlığının ve günahkar­lığının cezasını hemen çekmiş. Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

«Akrabalık bağını koparmak ve hukuka tecavüz etmek kadar, sahi­bine ahirette saklanan cezanın yamsıra dünyada cezasının çabuk veril­diği hiç bir suç yoktur.»[60]

Ehl-i Kitabın elinde bulunan ve Tevrat olduğunu iddia ettikleri ki­tapta şu ifadelere rastladım:

«Onur ve üstünlük sahibi Allah, Kabil'in ömrünü uzattı. Onu, Aden'in doğusunda Nud mıntıkasına yerleştirdi. Ehl-i Kitap oraya Kanın adım vermiştir. Kabil'in Hanuh adında bir çocuğu doğdu. Ha-nuh'un da Ander adlı bir çocuğu oldu. Ander'in, Mahvaîl adlı bir çocuğu oldu. Mahvaîl'in Metuşîl adlı bir çocuğu oldu. Metuşıl'inse Lamek adlı bir çocuğu oldu. Lamek, Ada ve Sala adlı iki kadınla evlendi. Ada, Ebel adlı bir erkek çocuk doğurdu. Çadırda yaşayan ve mal edinen ilk insan, Ebel oldu. Ada, Nevbel adlı bir erkek çocuk daha doğurdu. İlk çalgı ve bando çalan da Nevbel olmuştur. Lamek'in Sala adlı karısı da Tobelkin adlı bir erkek çocuk doğurdu. Tunç ve demiri ilk işleyen de Tobelkin'dir. Sala, Numa adlı bir de kız çocuk doğurdu...»

Tevrat'ta ayrıca şu ifadelere de rastladım: «Adem, karısıyla yattı. Belli bir süre sonra bir oğlu oldu. Adını Şit koydu. "Bu, Kabil'in öldürdü­ğü Habil'in yerine .bana bağışlandı."dedi. Şifin de Enuş adlı bir oğlu ol­du.»

Dediler ki: Oğlu Şit doğduğunda Adem, 130 yaşındaydı. Ondan son­ra 800 sene daha yaşadı. Şit'in de, oğlu Enûş doğduğu gün yaşı 105 idi. Daha sonra 807 sene yaşadı. Şifin, Enûş'tan başka oğulları ve kızları da doğdu. Enûş, doksan yaşındayken Kaynan adlı bir çocuğu doğdu. Bun­dan sonra 815 sene daha yaşadı. Kaynan'dan başka oğulları ve kızları da doğdu. Kaynan, yetmiş yaşma vardığında, Mehlayil adlı bir oğlu oldu. Bundan sonra 840 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Mehlayil, altmışbeş yaşma vardığında Yer d adlı bir oğlu oldu.. Bundan sonra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da ol­du. Yerd, 162 yaşma vardığında Hanuh adlı bir oğlu oldu. Bundan sonra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Hanuh alt­mışbeş yaşma vardığında Müteveşlih adında bir oğlu oldu. Bundan son­ra 800 yıl daha yaşadı. Daha başka oğullan ve kızları da oldu. Müteveş­lih 187 yaşındayken Lamek adlı bir oğlu doğdu. Bundan sonra 782 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Lamek 182 yaşma vardığında oğlu Nuh dünyaya geldi. Bundan sonra 595 yıl daha yaşadı. Daha başka oğulları ve kızları da oldu. Nuh 500 yaşma vardığında Sam, Ham ve Yafes adlı oğullan doğdu...»

Ehl-i Kitabın Tevrat dedikleri, kitapta bu ifadeler sarahatle yer al­maktadır.

Yukarıda anlatılan tarihlerin gerçek semavi kitapta yer aldığı biraz şüphelidir. Bunu eleştiren bir çok âlim böyle demektedir. Doğrusu şu ki bu ifadelerde tutarsızlık vardır. Bazıları bunlan ekleme ve yorum yok­luyla anlatmışlardır İd, yeri geldiğinde bunlardaki birçok yanlışı söyle­yeceğiz.

îmam Ebu Cafer, talihinde bazılarından nakiller yaparak şöyle der: Havva, yirmi batında Adem'e kırk çocuk doğurdu. İbn İshak'da böyle de­miş ve bu çocukların adlarım birer birer saymıştır. Doğrusunu Allah bi­lir. Havva'nın 120 doğum yaptığını ve her doğum da bir erkekle bir kız doğurduğunu söyleyenler de olmuştur İd, bu çocukların ilki Kabil ile ba­cısı Kalima, sonuncusuysa Abdülmuğis ile bacısı Ümmül Muğis'tir.

Bundan sonra insanlar çoğaldılar, yeryüzüne saçılıp dalbudak sal­dılar. Nitekim yüce Allah buyurmuştur ki:

«Ey İnsanlar! Sizi birtek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsiz­lik etmekten sakının.» (en-Nisâ, ı.)

Tarihçilerin anlattıklarına göre Adem (a.s.), soyundan yani çocuk-lanndan ve torunlarından 400 nüfus görünceye kadar yaşamış, ondan sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. O buyurmuş ki:

«Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tu-. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşmca, kan koca Rabbleri olan Allah'a: "Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andolsun ki şükreden-lerden oluruz." diye yalvardılar. Allah onlara kusursuz bir çocuk verin­ce, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.» (el-AVar, i89-J90.)

Bu ayetlerde önce Adem'in durumu anlatılarak uyanda bulunul­makta, sonra insan cinsine geçilmektedir. Yoksa amaç, sadece Adem ile Havva'nın durumlanm anlatmak değildir. Bilakis maksat, şahıslar ka­nalıyla insan cinsini anlatmaktır. Nitekim şu aşağıdaki ayet-i kerimde-lerde de aynı durum görülmektedir:

«Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra onu nutfe ha­linde sağlam bir yere yerleştirdik.» (cî-Mü'minûn, 12-13.}

«Andolsun ki yalan göğü ışıklarla donattık. Onlarla şeytanların taş­lanmasını sağladık.» (ei-Mülk, 5.)

Bilindiği gibi şeytanlara atılan şeyler, göklerde kandil durumunda olan yıldızlann bizzat kendileri değildirler. Ama yıldız cinsinden olan şeylerdir ki, ayette vurgulanmak istenen de budur.

Şimdi de gelelim Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği hadise. Abdüssamed, Semüre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle bu­yurduğunu söyledi:

«Havva gebe kaldığında, İblis onun etrafında dolanıp durdu. O zaman Havva'nın doğan çocukları yaşamıyordu. İblis, on a:" Çocuğunun adını Abdülharis koy ki yaşasın." dedi. Havva, doğan çocuğuna Abdülharis adını koydu, böylece o çocuk yaşadı. Bu da Şeytan'm ona yaptığı bir telkin ve emir idi.»[61]

İşin gerçeğine bakılırsa bu hadisin bir sahabeye dayandmlarak mevkuf şekilde rivayet edilmesi eleştirilecek bir husustur. Kuvvetli gö­rüşe göre bu, israiliyattan alınmadır. Doğrusunu Allah bilir. Hasan Basrî, Nisa sûresinin 189. ayetini, bu rivayete muhalif bir şekilde tefsir etmiştir. Kaldı ki Cenâb-ı Allah, beşeriyetin aslı olsunlar ve onlardan bir çok erkekle kadın üreyip dünyanın dört bir bucağına dağılsınlar diye Adem ile Havva'yı yaratmıştır. Hal böyleyken nasıl olur da yukarıdaki hadiste anlatıldığı gibi Havva'nın çocuğu yaşamaz!

Sanırım, hayır hayır kesinlikle diyebilirim ki bu hadisin peygambe­re isnad edilmesi yanlıştır. Doğrusu, Semüre adlı sahabe de bu rivayeti noktalamaktır. İşin hakikatini ancak Allah bilir. Bunu Tefsir'imizde yazdık. Allah'a hamd olsun.

Sonra Adem ile Havva'nın bu rivayette sözü edilen işi yapmış olma­larına, Allah'a yakınlıkları engeldir. Adem, insanlığın babasıdır ki Al­lah onu kendi eliyle yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, meleklerini ona secde ettirmiş, ona her şeyin ismini öğretmiş ve onu kendi Cennet'i-ne yerleştirmiştir.

İbn Hıbban, sahih 'inde Ebu Zerr (r.a.)'den rivayet eder. Ebu Zerr de­miş ki:

- Dedim ki: Ey Allah'ın Rasûlü peygamberlerin sayısı kaçtır? ,

- 124.000'dir.

- Bunların kaçı rasûldür?

- 313'ü... Bu da büyük bir yekûndur.

- Bunların ilki kimdir, ey Allah'ın Rasûlü?

- Adem'dir.

- Mürsel peygamber midir (kitap sahibi midir)?

- Evet.. Allah onu kendi eliyle yarattı, ona kendi ruhundan üfledi ve sonra onun önünü düzenleyip şekillendirdi.»

Taberanî, îbn Abbâs'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Size meleklerin en faziletlisini haber vereyim mi? (Bilesiniz ki o), Cebrail'dir. Peygamberlerin en faziletlisi, Adem'dir. Günlerin en fazi­letlisi, cumadır. Ayların en faziletlisi, ramazan ayıdır. Gecelerin en fazi­letlisi, kadir gecesidir. Kadınların en faziletlisi, İmran kızı Mer­yem'dir.»

Kabü'l-Ahbar dedi ki: "Cennet'te sadece Adem'in sakalı vardır. Sa­kalı siyah olup göbeğine kadar uzanır, Cennet'te künyelendirilen de yal­nızca Adem'dir. Dünyadaki künyesi Ebülbeşer (insanlığın babası), Cen-net'teki künyesiyse Ebu Muhammed (Muhammed'in babası)dir."

İbn Adiyy, Cabir b. Abdullah'tan merfu olarak yaptığı bir rivayette demişki: "Cennetlikler isimleriyle çağrılırlar. Ancak Adem, bundan müstesnadır. O, "Muhammed'in babası" diye künyesiyle çağırılır."[62] Doğruyu Allah bilir.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan îsrâ hadisinde şöyle den­mektedir: "Rasûlullah (s.a.v.) Adem'e uğradı. O, dünya semasmdaydı. Adem ona şöyle hitab etti: "Salih oğul ve salih peygambere merhaba." Rasûlullah (s.a.v.) bir de ne görsün: Adem'in sağında ve solunda bir ta­kım şahıslar var. Adem, sağına baktığında güldü, soluna baktığında*ağ­ladı. "Ya Cebrail bu nedir?" diye sordum. Bana şu cevabı verdi: "Bu Adem'dir. Bunlar da onun çocuklarının ruhlarıdır. Sağmdakilerden - ki bunlar cennetliktir - yana baktığında güldü. Solundakilerden - ki bunlar da cehennemliktir - yana baktığında ağladı.»[63]

Ebu Bekir el-Bezzar, Hasen'den rivayet ederek dedi ki: "Adem'in ak­lı, tüm çocuklarının aklı kadardı."

Bazı âlimler, "Yusuf a uğradım. Gördüm ki ona güzelliğin yarısı ve­rilmiş." sözünün şu anlama geldiğini söylemişler: O, Adem'in güzelliği­nin yansına sahipti. Uygun olan mana da budur. Çünkü Allah, Adem'i kendi mübarek eliyle yaratıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üfle-miştir. Allah, ancak eşyanın en güzelim yaratır.

Abdullah b. Ömer'den mevkuf ve merfu olarakjrivayet ettiğimiz bir hadiste şöyle denmektedir: «Cenâb-ı Allah, Cennet'i yarattığında me­lekler demişler ki: "Ey Rabbimiz, bunu bize ver. Çünkü âdemoğlu için dünyayı yarattın. Orada yeyip içiyorlar". Cenâb-ı Allah, cevaben şöyle buyurmuş: "Onur ve üstünlüğüme and olsun ki, kendi elimle yarattığım (Adem)in soyunun salih kimselerini, kendisine ben, "ol" dediğimde olan­lar gibi yapmam."

Buharî ve Müslim'in sahihleriyle diğer hadis kitaplarında çeşitli yollardan rivayet edilen bir hadiste denmektedir ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Şüphesiz ki Allah, Adeîn'i kendi suretinde yaratmıştır.» Alimler, bu hadis üzerinde çok konuşmuş, bu hususta çeşitli yollara gi­derek teviller yapmışlardır ki, burası, o tevilleri açmanın yeri değildir.

Doğrusunu Allah bilir. [64]

 

Adem'in Vefatı Ve Oğlu Şit'e Yaptığı Vasiyeti

 

Şit, Allah'ın bağışı demektir. Adem, oğluna bu adı vemiştir. Çünkü Şit, Habil'in öldürülmesinden sonra Adem ile Havva'ya Allah tarafın­dan verilmiştir.

Ebu Zerr'in Rasûlullah (s.a.v.)'tan rivayet ettiği bir hadiste şöyle denmektedir: «Cenâb-ı Allah yüz sahife ve dört kitap indirmiştir. Şife elli sahife indirmiştir.»

Muhammed b. İshak dedi ki: Adem'in ölüm anı gelip çattığında oğlu Şit'e vasiyette bulundu, ona geceyle gündüzün saatlerini öğretti. Bu saatlerde yapılması gereken ibadetleri ona öğretti. Bundan sonra da Tufanın vukubulacağını ona bildirdi.

Denilir ki: Bu gün ademoğullarmm tümünün nesebi, Şit'e dayanır. Adem'in diğer oğullarının nesepleri devam etmeyip inkiraz bulmuştur. Doğruyu Allah daha iyi bilir.

Adem (a.s.), vefat ettiğinde cuma günüydü. Melekler, koku ve kefe­nini yüce Allah'ın katından ve Cennet'ten getirdiler. Oğlu ve vasisi Şit aleyhisselama baş sağlığı dilediler. İbn İshak der ki: Adem'in ölümünde ay ve güneş, yedi gün yedi gece tutuldular.

îmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah dedi ki: Hedbe b. Halid,

Damüret es-Sa'di'nin oğlu Yahya'nın şöyle dediğini rivayet etti: Medi­ne'de bir ihtiyar gördüm, konuşuyordu. Kim olduğunu sordum. Onun Ubey b. Ka'b olduğunu söylediler. Şunları anlatıyordu:

Adem'in ölüm anı geldiğinde oğullarına: "Oğullarım! Cennet mey­velerini arzuluyorum." dedi. Oğulları, Cennet meyvesi aramaya koyul­dular. Yolda meleklerle karşılaştılar. Ellerinde kefen, koku, kazma, kü­rek ve zenbil bulunan melekler, onlara: "Ey Adem oğulları! Ne istiyorsu­nuz ve nereye gidiyorsunuz?" diye soi'dular. Oğulları: "Babamız hasta­dır. Cennet meyvelerim arzuluyor." dediler. Melekler de: "Geri dönün, babanız vefat etti." dediler. Melekler geldiler. Havva onları görünce tanıdı ve Adem'e sarıldı. Adem: "Beni bırak. Bana senden önce ruh veril­di. Benimle Aziz ve Celil olan Rabbimin melekleri arasından çık.» dedi. Melekler de Adem'in ruhunu teslim aldılar. Yıkayıp kefenlediler, koku sürdüler. Mezarını kazıp hazırladılar. Cenaze namazını kılıp defnetti­ler. Ebedî istirahatgahma tevdi ettiler. Üzerine toprak örttüler. Sonra da: "Ey Adem oğulları, ölüleriniz için uygulayacağınız) âdetiniz işte bu­dur." dediler.

Ibn Asakir, İbn Abbas'tan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: «"Melekler, Adem'in üzerine cenaze namazı kılarken dört tekbir getirdiler." Ebu Bekir, Fatıma üzerine dört tekbir getirdi.

Ömer, Ebu Bekir'in üzerine dört tekbir getirdi. Suhayb de Ömer'in üzerine dört tekbir getirdi.»

İbn Asakir dedi ki: Ademin nereye defnedildiği hususunda ihtilaf vardır. Meşhur kavle göre Adem, Hindistan'da Cennet'ten indirilmiş ol­duğu dağın yanma defnedilmiş tir. Mekke'de Ebu Kubeys dağının yanı­na defnedildiğini söyleyenler de olmuştur.

İbn Ceririn anlattığına bakılırsa Tufan esnasında Hz. Nuh, Adem ile Havva'yı bir tabuta koyarak taşımış, onları Kudüs'e götürüp Mescid-i Aksa'da defnetmiştir.

îbn Asakir, bazılarının şöyje dediğini rivayet etmiştir: Adem'in ce­sedinin başı, İbrahim mescidinin yanında, ayakları'da Mescid-i Aksa Kayası'nın yanındadır. Havva, Adem'den bir sene sonra vefat etmiştir.

Hz. Adem'in ömrünün ne kadar sürdüğü de ihtilaflıdır. Önceki sayfalarda yer alan İbn Abbas ile Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettikleri hadiste, Adem'in Ömrünün Levh-i Mahfûz'da 1000 sene olarak yazılmış olduğu kayıtlıdır. Adem'in 930 yıl yaşadığına ilişkin Tevrat'ta yer alan ifadeler, bu hadis-i şerifi çürütemez. Çünkü onların bu ifadele­rine eleştirilecek noktalar vardır. Bu ifadeler merduttur. Zira masum Peygamberimiz'den nakledilmiş olup elimizde mahfuz bulunan hakika­te muhaliftir.

Kaldı ki Tevrat'taki ifadeyle mezkur hadis-i şerifle sözü edilen 1000

yıllık süre arasında uzlaşma sağlamak ta mümkündür. Tevrat'taki 930 yılı doğru kabul edersek bu, Hz. Adem'in Cennet'ten indirildikten sonra yeryüzünde yaşadığı ömür süresi olarak kabul edilir. Bu 930 yıl, güneş yılıdır Kameri seneyle, 975 yıla tekabül eder. Buna Cennet'telri ikamet süresi olan kırküç yıl eklenirse, - ki bu îbn Cerir'in anlattığı bir şeydir  -toplamı 1000 yıl eder.

Ata el- Horasanı dedi ki: Adem vefat ettiğinde bütün yaratıklar yedi gün süreyle onun üzerine ağladılar.

Bunu, îbn Asakir rivayet etmiştir.

Adem (a.s.) vefat edince, idareyi oğlu Şit ele aldı. Ibn Hibbanin, sa­hihinde rivayet ettiği hadisin nassı ile sabittir ki, Şit (a.s.) peygamber­dir Ve kendisine elli sahife indirilmiştir. Şifin de vefatı yaklaştığında o, oğlu Enuş'a vasiyette bulundu. Vefat edince de oğlu Enûş, idareyi ele al­dı Enuş'un vefatından sonra idareyi oğlu Kaynan ele aldı. Kaynanin vefatından sonra da oğlu Mehlayil idareyi ele aldı. Perslerin yedi iklim hükümdarı dedikleri de odur. İlk olarak ağaçlan kestirip büyük şehir­lerle kaleler yaptıran, Babil ve Sûsu'1-Aksa şehirlerini inşa ettiren, îblis ile askerlerini mağlub edip yeryüzünün kenarlarına ve dağ kovuklarına kovan, cinlerin büyük bir kesimini öldüren odur. Onun büyük bir tacı vardı. Halka nutuk irad ederdi. Devleti kırk yıl sürmüştür. Vefat edince, oğlu Yerd idareyi ele aldı. Yerd'in de vefat anı geldiğinde, oğlu Hanuh'a vasiyette bulundu. İdareyi ona emanet etti. Meşhur kavle göre Hanuh, îdris (a.s.)'dir. [65]

 

Îdris Aleyhîsselam

 

Yüce Allah buyurmuşturki:

«(Ey Muhammedi) kitapta İdris'e dair söylediklerimizi de an. Çün­kü o, dosdoğru bir peygamberdi. Onu yüce bir yere yükselttik.» (Meiyem,

56-57.)

İdris (a.s.)'i Allah övmüş, peygamberlik ve doğrulukla nitelemiştir. Yukarıda adı geçen Hanuh, işte bu İdris (a.s.)'dir. Rasûlullah (s.a.v.)'m şeceresinde yer almaktadır. Neseb âlimlerinin bir kısmı böyle demişler­dir.

Adem ve Şit'den sonra insanlar arasında ilk peygamber olan, İd­ris'tir.

İbn îshak'm anlattığına göre ilk olarak kalemle yazan, îdris'tir. Adem (a.s.)'in ömrünün 308 yılma kavuşmuştur. Bazıları dediler ki: Ha-dis-i şerifte işaret edilen zat, İdris'tir. Muaviye b. Hakem es-Sülenî, kum ile yazı yazma konusunu Rasûlullah (s.a.v.)'a sorduğunda şu cevabı al­mıştı:

«İdris, peygamberdi. Kum ile yazardı. Bir kimse onun yazısına uy-, gun yazarsa ne âlâ!.»

Tefsir ve ahkam âlimlerinin çoğu derler ki: Bu konuda ilk konuşan odur.

Onu aslanlar aslanı diye adlandırdılar. Bazısı da diğer peygamber­leri, âlimleri, hekimleri ve velileri yalanladıkları gibi onu da yalanladı­lar.

"Onu yüce bir yere yükselttik." Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan îsrâ hadisinde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), göğün dör­düncü katında İdris (a.s.)'e uğramıştır.

İbn Cerir; Hilal b. Yesaf b. Yesaf m şöyle dediğini rivayet etti:

«İbn Abbas (r.a.), Ka'b'dan sordu. Ben de yanlarmdaydım.

- "Onu yüce bir yere yükselttik." sözünün manası nedir?

- Bu İdris'le ilgilidir. Allah ona vahyederek dedi ki: Hergün için ademoğullannın tümünün ameli kadar amelle seni daha yükselteceğim -ademoğullarından kasıt, herhalde İdris'in yaşadığı zamandaki insan­lardır - İdris, amelin daha da artmasını istedi. Meleklerden bir dostu yanına geldi. Meleğe dedi İd: "Allah bana şöyle şöyle vahyetti. Daha çok salih amel işleyebileyim diye, ölüm meleğine deki, canımı geç alsın. Me­lek, onu kanatlarının arasına alıp göğe çıkardı. Göğün dördüncü katına geldiklerinde ölüm meleği aceleyle karşılarına çıktı. îdris'i taşımakta olan meleğe sordu:

- İdris nerede?

- İşte sırtımda!

- Hayret!. Bana: "Git.. İdris'in ruhunu göğün dördüncü katında tes­lim al." dediler. Oysaki o yeryüzünde idi!..

Evet.. Ölüm meleği, göğün dördüncü katında İdris'in canını aldı. "Onu yüce bir yere yükselttik." sözünün manası işte budur.»

İbn Ebi Hatîm, "Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayet-i ke­rimenin tefsirini yaparken şöyle der: İdris, dostu olan meleğe : "Ömrü­mün ne kadar kaldığım ölüm meleğine sor." dedi. Sordu - İdris de yanın­daydı -:

- İdris'in ne kadarlık ömrü kaldı?  .

- Bilmiyorum.. Hele bir bakayım..

Baktı, sonra cevap verdi: "Sen bana bir anlık ömrü kalmış bir adamı soruyorsun." Diğer melek, kanadının altında taşımakta olduğu İdris'e baktı ki ölmüş, cansız duruyor. Öldüğünü de kendisi farketmemişti. Bu anlatılanlar, îsrailiyattandır. Bazıları münherdir, hiç duyulmamıştır.

"Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayetle ilgili olarak Mücahid dedi ki: İdris, İsa'nın göğe çıkarılışı gibi çıkarıldı, ölmedi. Eğer bu­nun kasdettiği, onun şu ana kadar ölmemiş olması ise, bu tartışma götü­rür. Yok eğer kasdettiği, onun sağ olarak göğe çıkarılıp bilahare orada ruhunun teslim alındığı ise bu, Önceki sayfalarda Kabü'l-Ahbar'dan nakledilen rivayete ayları olmaz. Doğrusunu Allah bilir.[66] "Onu yüce bir yere yükselttik." mealindeki ayetle ilgili olarak Avfî, İbn Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder: İdris, altına kat göğe çıkarıldı ve orada vefat etti.

Dahhak da böyle demiştir.

Buharı ve Müslim'in, sahihlerinde ittifak ettikleri bir hadise göre İdris (a.s.), göğün dördüncü katandadır İd doğrusu da budur. Mücahid ve bazı kimseler de böyle söylemişlerdir. Hasan Basrî, ayet-i kerimede ge­çen yüce yerin, Cennet olduğunu söylemiştir. Bazıları da dediler ki: İd­ris (a.s.), babası Mehlayıl oğlu Yerd'in sağlığında göğe yükseltilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Bazı kimselerin iddiasına göre İdris (a.s.), Nuh (a.s.)'dan önce değil de israiloğulları zamanında yaşamıştır.

ibn Mesud ve İbn Abbas'tan naklederek Buharı: "İlyas, İdris'in ta kendisidir." dedi. Ve bunlar böyle derken de, Zührî'nin Enes (r.a.)'den ri­vayet etmiş olduğu İsrâ hadisine dayandılar: Rasûlullah (s.a.v.), miraç gecesinde İdris'e uğradığında idris, ona: Merhaba ey salih kardeş ve ey salih peygamber, dedi. Adem ve İbrahim'in: Merhaba ey salih peygam­ber ve ey salih oğul, dedikleri gibi hitap etmedi.

«Şayet İdris, Peygamber Efendimizin dedelerinden olsaydı, Adem ile İbrahim'in dedikleri gibi: Merhaba ey salih oğul! derdi.»[67] denilmiştir. Ancak bu sağlam bir delil değildir. Çünkü ravi, bunu iyi ezberlememiş olabilir. Ya da İdris (a.s.), alçakgönüllülüğünden dolayı Peygamber (s.a.v.) Efendimize o şekilde hitapta bulunmuş olabilir. Peygamber Efendimiz'e, Adem ile İbrahim peygamberlerin yaptıkları gibi babalık edası takınmamışlar. Adem, beşeriyetin babasıdır. İbrahim de Rah­manın dostu ve Muhammed (s.a.v.)'den sonra Ûlu'1-azm peygamberle­rin en büyüğüdür. Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. [68]

 



[1] H.K.K.T., îbn Kesîr Tefsiıi kastedilmektedir (Çeviren).

[2] Bin'den kasıt, hin olabilir ki, oda bir cin taifesinin adıdır.

[3] Bkz. Tefsir-i Taberî, 1,170.

[4] Bkz.A.ge.I,170

[5] Bkz.A.g.eI,171.

[6] Tefsirden kasıt H.K.K.T. İbn Kesîr Tefsiridir (Çeviren).

[7] Tefsir-i Taberi, 1,176.

[8] Tefsir-i Taberî, VIII, 98.

[9] Sahih-i Müslim.

[10] Tefsir-i Taberî, 1,178.

[11] Tefsir-i Taberî, VIII, 100.

[12] A'râf, 13.

[13] A'râf, 18.

[14] Tecrid-i Sarih Tercemesi, II, 349.

[15] Mü'mirilerin öteki âlemde yerleşip içinde ebedî kalacakları Cennet'e, Cennetül-Huld denir (Çeviren).

[16] Fabr-i Razî Tefsiri, IV, 4.

[17] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 2318.

[18] Suyutî, Camius-Sağir, Hadis No: 7521.

[19] Hâkim, Müstedrek, II, 319.

[20] Hâkim, Müstedrek,II, 319.

[21] Tefsir-İTaberî)I,191.

[22] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No:  4095-4096.

[23] Suyutî, ed-Dürr, I, 138.

[24] Tefsir-i Taberî, 1,194.

[25] Hakim, Müstedrek, II, 261.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/87-108.

[27] Sahih-i Buharî, c. 6, Kitabü't-Tefsir, 259.

[28] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, II, 248

[29] Tirmizi, Sünen, Babül-Kader, Hadis No: 2134.

[30] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 248.

[31] Sahih-i Buharî, VIII, 226. Kitabtil-Kader, 21.

[32] Müsned-i Ahmed b. Hanbel, II, 464. (4)A.g.e.II,392.

[33] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 268.

[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51-52.

[35] Ebu Ya'la, Müsned, I, 211. Hadis No: 105.

[36] îbnül Kayyım, Şifaül-Alîl, 28-41.

İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/109-113.

[37] Ahmeci b. Hanbel, Müsned, IV, 406.

[38] Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 152-229-254.

[39] Bu manada bir hadis,Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde rivayet edilmiştir. Bkz. I, 251.

[40] Tirmizi, V, 267. Tefsir-i Sûretül-A'râf, Hadis No: 3076.

[41] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239.

[42] Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned , II, 315.

[43] Buharî, Sahih, el-Enbiyâ, 1. Müsned , II, 323.

[44] Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 535.

[45] Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 371.

[46] Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 299.

[47] el-Muvatta', Babü'l-Kader, 2.

[48] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 272.

[49] Buharı, Enbiyâ, 1.

[50] Müslim, Kitabü'1-îman, 1,102.

[51] Taberî, XVII, 20-21.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/113-124.

[53] Tefsir kelimesiyle H.K.K.T. îbn Kesîr Tefsiri kastedilmektedir.

[54] Tefsrir-i Taberî, VI, 120.

[55] Suyutî; Camiü's-Sağir, Hadis No: 485.

[56] Tefsirden kasıt, H.K.K.T. Ibn Kesîr Tefsiridir.

[57] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 338-340-433.

[58] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4670.

[59] Tefsîr-İ Taberî, VI, 127.

[60] Suyutî; Camiü's-Sağir, Hadis No: 8029.

[61] Tirmizî, Hadis No: 3077.

[62] ibn Adiyy, el-Kamil Fid-Duafa. IV, 1368.

[63] Buharî, Babü'l-lsti'zan, 1. Müslim, Babü'î-Birr, 115.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/124-131.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/131-133.

[66] Tefsîr-i Mücahid, I, 387.

[67] Buhari, IV, 271.Babü Zikri İdris Aleyhisselam.

[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/134-136.