Firavun
Ve Askerlerinin Mahvoluşu
Firavun'un
Boğulmasından Sonra Îsrailoğullarî
İsrailoğullarının
Tih Çölüne Girmeleri Ve Orada Başlarına Gelen Garip Haller
Hz.
Musa'nın Gıyabında Kavminin Buzağıya Tapması
Musa'nın
Kıssasını Baştan Sona İçeren Fitneler Hadisi
Mısır Kıptîleri,
kralları Firavun'a uyup Allah'ın peygamberi ve Allah ile konuşma şerefine nail
olmuş İmran oğlu Musa'ya muhalefet ederek, kafirlik, azgınlık ve inatlarını
sürdürünce, Cenâb-ı Allah onlara, bâtılı ezen çok büyük hüccetler ve deliller
gönderdi. Gözleri kamaştırıp akılları hayrette bırakan harikulade halleri
onlara gösterdi. Bütün bunlara rağmen küfürden dönmediler. Sapıklık, inat ve
azgınlıklarına son vermediler. Pek azı müstesna, onlardan iman eden olmadı.
Rivayete göre, iman edenler üç kişiydi. Bunlardan biri, Firavun'un karısı
(Asiye) idi. Ehl-i Kitabın bu kadınla ilgili haberlerden bilgisi yoktur.
Diğeri, Firavun'un akrabasından olan mü'min adamdır ki onun kafirlere karşı
delil ileri sürmüş, onlara öğüt vermiş olduğunu ve onunla ilgili bilgileri daha
önce anlatmıştık. İnananların üçüncüsü ise, şehrin öbür ucundan koşarak gelip
Musa'ya öğüt veren (ve Mısır'dan çıkıp gitmesini tavsiye eden) öğütçü adamdır.
O, Hz. Musa'ya demişti ki: «Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için
aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu, ben sana öğüt veriyorum.»
(ci-Kasas, 20.)
İbn Abbas'ın dediğine
göre, nasihatçının "ileri gelenler" dediği kimseler, büyücülerden
başkalarıdır. Çünkü onlar Kıptîlerdendiler.
Başka bir rivayete
göre Musa'ya, Firavun'un milleti olan Kıptîler-den bir grup ile büyücülerin ve
İsrailoğullannın tümü iman etmişlerdir. Şu ayet-i kerime de bu rivayeti
doğrulamaktadır:
«Firavun ve erkanının
kendilerine fenalık yapmasından korktuklarından milletinin bir kısım gençleri
dışında kimse, Musa'ya inanmamıştı. Firavun, o yerde-hakim di. O gerçekten
aşırı gidenlerdendi.»{Yûnus, 83.)
Bu ayette geçen
"milletinin" kelimesinden kasıt, Firavun'un milletidir. Çünkü ayetin
akışı buna delâlet etmektedir. Bu kelime, cümle içinde "Musa"
kelimesine yakın olduğundan dolayı, milletinin kelimesiyle, Musa'nın
milletinin kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Ama İbn Kesir Tefsiri'nde de
açıkladığımız gibi, birinci görüş kuvvetlidir. Musa'ya inanan gençler,
Firavun'dan, onun gücünden, satvetinden, zorbalığından ve adamlarının onu
kendilerine karşı kışkırtıp dinlerinden zorla döndürmesinden korktukları için,
imanlarını gizlemişlerdi. Şahid olarak kafi olan Cenâb-ı Allah, Firavun
hakkında şöyle demektedir. «Firavun, yeryüzünde çok ululanan ve çok aşırı
gidenlerdendi.» Yani bütün işlerinde ve durumlarında aşırı giderdi. Ama o,
sonu gelmiş olan bir mikrop, devşirilme zamanı yaklaşan murdar bir ürün, telef
edilmesi kaçınılmaz olan lanetli ve köhne bir adam olmuştu. İşte o sıralarda
Musa, kavmine şöyle demişti: «Ey milletim! Allah'a inanıyorsanız ye teslim
olmuşsanız Ona güvenin." Dediler ki: "Allah'a güvendik; Ey, Rabbimiz!
zalim bir millet ile bizi sınama, rahmetinle bizi kafirlerden kurtar."»
(Yûnus, 84-86.)
Hz. Musa (a.s.),
Allah'a dayanıp ondan yardım dilemelerini ve ona iltica etmelerini kavmine
tavsiye etti. Onlar bu tavsiyeye uyunca Cenâb-ı Allahda onları, içinde
bulundukları sıkıntıdan çıkardı.
«Musa'ya ve kardeşine:
"Kavminiz için Mısır'da evler hazırlayın ve evlerinizi karşı karşıya
kurun, namaz kılın ve mü'minleri müjdeleyin." diye vahyettik.» (Yûnus,
87.)
Cenâb-ı Allah, Musa'ya
ve kardeşi Harun'a, İsrailoğulları için Kıptîlerinkinden ayrı bir yerde evler
yapmalarını vahyetti, birbirlerinin evlerini tanısınlar ve göç emrini alınca
da göçmeye hazır vaziyette bulunsunlar diye.
"Evlerinizi karşı
karşıya kurun." Bazıları, bu ayetin şu manaya geldiğini söylemişlerdir:
"Evlerinizi mescidler edin." "Evlerinizi kıble edin." yani
evlerinizde çok namaz lalın. Çok namaz kılarak, yaşamakta olduğunuz zorluk ve
sıkıntılara karşı Allah'tan yardım dileyin. Mücahid, Ebu Malik, İbrahim en-Nehaî,
Rabî', Dahhak, Zeyd b. Eşlem ve oğlu Abdurrahman ile diğer bazı müfessirler
ayetin bu manaya geldiğini söylemişlerdir. Nitekim namazın ilahî yardım aracı
olduğu, şu ayetle de bildirilmiştir:
«Sabır ve namazla
(Allah'dan) yardım isteyin.» (el-Bakara, 153.) Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de
birşeyden dolayı üzüldüğünde namaz kı-larmış.
Bazı müfessirler ise
bu ayetin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Firavun zamanında İsrailoğulları,
toplantı yerlerinde ve mabedlerinde açıkça ibadet edemiyorlarrmş. Bu sebeple de
namazlarını kendi evlerinde kılmaları emrolunmuş. Daha önce dini vecibelerini
yerine getiremeyişlerinin zararını telafi etmek için, hiç değilse evlerinde
namaz kılmaları kendilerine emrolunmuştu. Firavun ve adamlarından korktukları
için, evlerinde kılmaları gerekiyordu. Mezkur ayet-i kerimede "mü'minleri
müjdele" cümlesi de mevcud olduğu için, - her ne kadar ikinci manaya
aykırı değilse de - birinci mana daha kuvvetlidir. Doğrusunu Allah bilir.
Said b. Cübeyr ise
ayetinin, "Evlerinizi karşılıklı yapın."
manasına geldiğini
söylemiştir.
«Musa: "Rabbimiz!
Sen Firavun ve adamlarına dünya hayatında süs (ler) ve nice mallar verdin.
Rabbimiz, (insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi? Rabbimiz, onların
mallarını yok et. Kalblerini sık ki, acı azabı görünceye kadar
inanmasınlar!" dedi. (Allah): "Duanız kabul olundu. Doğru olun,
bilmezlerin yoluna asla uymayın!" dedi.» (Yûnus, 88-89.)
Bu, All'ah ile konuşma
şerefine nail olan Musa'nın, Allah düşmanı Firavun'a yaptığı büyük bir
bedduadır. Musa, Allah için ona öfkelenmişti. Hakka uymaya karşı büyüklendiği,
insanları Allah yolundan geri çevirdiği, inatçılık edip azdığı, bâtıl davasını
sürdürdüğü, maddeten ve manen apaçık olan hakla ve kesin burhanı kabule
yanaşmayıp büyüklük tasladığı için Musa (a.s.), ona kızmış ve beddua etmişti.
Demişti ki: «Rabbimiz! Sen, Firavun ve adamlarına (milleti olan Kıptîlere,
dininden olanlara) dünya hayatında süs (ler) ve nice mallar verdin. Rabbimiz,
(insanları) senin yolundan saptırsınlar diye mi?»
Tabiî ya.. Dünyayı ve
dünyalığı her şeyden üstün tutanlar, bunların servet ye zinet sahibi oluşlarına
aldanırlar. Cahil kimseler, bunların haklı olduklarını sanırlar. Ama güzel
bineklerle şık elbiselerin, şahane binalarla sarayların, iştah çekici
yiyeceklerle göz alıcı manzaraların, yüksek hükümranlıkla itibar ve maddi
imkanların dinî değil de, dünyevî olduğunu bilemezler.
Rabi' b. Enes ile
Dahhak ve Ebu'l- Aliye, "Rabbimiz! Onların mallarını yok et!"
ayetinin şu manaya geldiğini söylemişlerdir: Rabbimiz! Onların mallarım,
olduğu gibi nakışlı taşlara döndür. Katade dedi ki: Aldığımız haberlere göre
onların ekinleri taşa dönmüştür. Muhammed b. Ka'b ise şöyle demiştir:
Şekerleri, hatta bütün malları taşa döndü. Bu mesele Ömer b. Abdülaziz'e
anlatılırken bir hizmetçisini çağırarak, "Bana bir torba getir."
demiş. Hizmetçi torbayı getirmiş. Bir de bakmışlar ki, torbanın içinde taşa
dönüşmüş olan nohut ve yumurtalar var!.. Bunu İbn Ebu Hatîm rivayet etmiştir.
Rabbimiz! «Kalblerini
sık ki, acı azabı görünceye kadar inanmasınlar!» Kalblerini mühürle ki, iman
etmesinler. Musa, onlara; Allah'a, dinine, burhanlarına öfkelendiklerinden
dolayı böyle bir bedduada bulunmuştu, Cenâb-ı Allah da, onun isteğini kabul
edip yerine getirmişti. Nitekim Nuh'un da bedduasını kabul etmişti. Nuh,
inançsızlara şöyle beddua etmişti:
«Rabbim! Yeryüzünde
kafirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını
saptırırlar ve yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar,» (Nüh, 26-27.)
Bu nedenle Cenâb-ı
Allah, kendisi, Firavun ve adamlarına bedduda bulunup kardeşi Harun'un amin
dediği ve dolayısıyla beddua etmiş gibi sayıldığı bir esnada Musa'yla Harun'a hitaben şöyle
demiştir:
(Allah): "Duanız
kabul olundu. Doğru olun, bilmezlerin yoluna uymayın." dedi.
Tefsirciler ve diğer
kitabîler dediler ki: İsrailoğulları, kendi bayramlarını kutlamak maksadıyla
şehir dışına çıkmak için Firavun'dan izin istediler. Firavun, gönülsüz olarak
izin verdi. Ancak İsrailoğul-larmm bu izni almaktaki amaçları, kurtuluşu elde
etsinler diye, Firavun ve adamlarına karşı baş kaldırmaları ve bu iş için
gerekli olan hazırlığı yapmaktı.
Ehl-i Kitap
kaynaklarında anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, Fira-vun'un adamlarından iğreti
olarak zinet istemelerini îsrailoğullarma emretti. Firavun'un adamları da
onlara bol miktarda zinet eşyasını iğreti olarak verdiler. İsrailoğulları da
geceleyin şehirden çıkıp hemen Şanı beldelerine yöneldiler.
Gittiklerini haber
alan Firavun çok öfkelenerek peşlerine düşüp yakalamak ve yok etmek için,
asker toplamaya başladı. Bu konudan Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle bahsedilmektedir:
«Musa'ya: "Kullarımı geceleyin (Mısır'dan çıkar), yürüt; siz takip
edileceksiniz." diye vahyettik. Firavun, (îsrailoğullarının gittiğini
duyunca) şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi, (onlara şöyle dedi):
"Şunlar, az bir topluluktur. Ve onlar bizi kızdırmaktadırlar. Biz,
ihtiyatlı (koca) bir cemaatiz." Böylece biz onları (Firavun ve kavmini)
bahçelerden, çeşmelerden çıkardık. Hazinelerden ve şerefli makamdan
(çıkardık). Böylece, bunları İsrailoğul-lanna miras yaptık. (Firavun ve
adamları), Güneş doğarken onların r ~-dına düştüler. İki topluluk (yaklaşıp)
birbirini görünce Musa'nın adamları: "İşte yakalandık." dediler.
(Musa): "Hayır, doğrusu Rabbim benimle beraberdir. Bana yol
gösterecektir." dedi. Musa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye
vahyettik. (Vurunca deniz) yarıldı. (On iki yol açıldı.) Her bölüm, kocaman bir
dağ gibi oldu. Ötekileri de buraya yaklaştırdık. (Musa ve adamlarının ardından,
düşmanları da bu denizde açılan yollara girdiler.) Musa'yı ve beraberinde
olanları tamamen kurtardık; Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda
(kudretimize) bir işaret vardır, ama çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin,
işte üstün O'dur, merhamet eden O'dur.» {eş-Şuarâ, 52-68.)
Tefsir âlimleri
dediler ki: îsrailoğullarmı yakalamak maksadıyla Firavun, çok sayıdaki askerle
takibe çıktı. Denildiğine göre atları ara-smdalOO.000 doru at vardı. Askerleri
de 1.600.000 kadardı. Doğrusunu Allah bilir. Rivayete göre îsrailoğullanmn
çocuklar dışındaki sayısı 600.000 savaşçı idi. İsrailoğullarının Yakub (a.s.)
liderliğinde Mısır'a girişleriyle, Musa (a.s.) liderliğinde Mısır'dan çıkışları
arasında geçen zaman, 426 yıldır.
Askerleriyle birlikte
İsrailoğullarım takibe çıkan Firavun, sabah gün doğarken onlara ulaşmıştı. İki topluluk birbirini
gördü. Birbirlerini gördüklerinden şüpheleri kalmamıştı. Birbirlerini ayan
beyan görmüşlerdi. Vuruşup mücadele etmekten başka yapacak bir işleri
kalmamıştı. Musa'nın arkadaşları, korku içinde: "Yakalandık."
dediler. Önlerinde deniz vardı. Gidecek yolları da kalmamıştı. Denize girmekten
başka çareleri yoktu. Bunu da yapabilecek bir kimse yoktu. Dağa da
tırmana-mazlardı. Çünkü dağlar çok yüksek olup geçit vermiyorlardı. Firavun,
bütün yollan tutmuş, onlan kıskaca almıştı. Onu, silahlan ve askerleri .
arasında görüyorlardı, idaresi altındayken hile ve desisesiyle karşılaşmış
olduldanndan dolayı ondan çok korkuyorlardı. Gördükleri manzaranın
ürküntüsünden dolayı, Allah'ın peygamberi Musa'ya durumlarını anlatarak
şikayetçi oldular. Doğru konuşan ve sözü doğrulanan Musa, onlaı*a şöyle
teminat verdi: "Hayır, şüphesiz Rabbim benimle beraberdir. O, bana yol
gösterecektir!" Arka taraflarda durmakta olan Musa, Öne geçip kıyıya
geldi, denize baktı. Denizin dalgalan, kıyıyı âdeta tokatlıyordu. Köpükleri git
gide fazlalaşıyordu. "İşte buradan geçmekle emrolundum." dedi.
Yanında kardeşi Harun ile Nun oğlu Yuşa'da vardı. Yuşa', İsrailoğullanmn
büyüklerinden olup çokça ibadet eden bilgin bir kimseydi. Nasib olursa, ileride
de anlatacağımız gibi Musa ve Harun'dan sonra Cenâb-ı Allah ona da vahiy
göndererek onu peygamber kılmıştır. İsrailoğullannm beraberinde, Firavun
ailesinden olup îman etmiş olan adam da vardı. Hepsi durup beklemekteydiler.
İsrailoğul-larının da tamamı onlara bağlıydılar. O imanlı adam, atını denize
defalarca sürmüş; denizden geçmenin mümkün olup olmadığını öğrenmek istemiş,
ama mümkün olmadığını görmüştü. Musa'ya: Ey Allah'ın peygamberi! Sana buradan
mı geçmen emredildi? diye sormuş, Musa da, "Evet"., diye cevap
vermişti. İş büyüyüp durum zorlaşmca; Firavun ve askerleri kin, gazap ve
öfkeyle onlara yaklaşınca; gözler yuvalarından fırlayıp yürekler ağıza gelince
Halım, Azîm,, ve Kadîr olan yüce Arş'm Rabbi Allah, kendisiyle konuşma şerefine
ermiş olan Musa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyetti. Mu^a
değneğini vurunca, Allah'ın izniyle deniz yarıldı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Mû-sa'ya: "Değneğinle denize vur!" diye vahyettik. (vurunca deniz)
yarıldı. (On iki yol açıldı). Her bölüm, kocaman bir dağ gibi oldu.» (eş-Şuarâ,
63.)
Denildiğine' göre
denizde on iki yol açılmış. İsrailoğullannın her bir boyu, bir yoldan yürümeye
başlamış. Hatta koridorumsu bu deniz yolları arasında, yolculann birbirlerini
görmelerine imkan sağlayan pençeler varmış. Bu rivayet üzerinde
tartışılabilir. Çünkü su, pencereye ihtiyaç bırakmayacak olan saydam bir
cisimdir.
Dalgalar, deniz
sularını dağlar gibi yükseltiyordu. "Ol" dediği şeyin hemen
oluverdiği yüce kudretin sahibi sulara hükmediyordu. Batı rüzganna emir verdi.
Rüzgar, denizi yalayıp geçti. Deniz kurudu, öyle ki içinden geçen atlann ve diğer bineklerin toynaklan
dahi ıslanmadı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Andolsun biz Musa'ya:
"Kullarımı (İsrailoğullannı) geceleyin (Mısır'dan çıkarıp) yürüt;
(değneğinle suya) vur, denizde onlar, için kuru bir yol (aç). (Firavun un sana)
yetişme (sin) den korkma. (Boğulmaktan) endişe etme." diye vahyetmiştik.
Firavun, askerleriyle onlaıın ardına düştü. Denizden onlan örten Örttü. (Yani
deniz onlan içine alıp boğdu). Firavun, toplumunu saptır (di. Helake
dü-şür)dü, (onlan) doğru yola iletmedi.» (Tâ-Hâ, 77-79.)
Sonsuz gücün sahibi
yüce Rabbin emriyle deniz yol verip bu hale gelince Musa, denizden geçmeleri
için İsrailoğullanna emir verdi. Onlar da sevinç içinde alelacele deniz yoluna
koyuldular. Seyredenleri şaşkına çeviren, müzminlerin kalplerini doğru yola
ileten büyük bir olaya tanık olmuşlardı. Musa deniz yolundan geçti. Ardındaki
İsrailoğullan da geçtiler. Karşı kıyıya vardılar. Tam bu şurada Firavun
ordusunun ön tarafı da deniz yoluna giriyordu. Musa, Firavun askerleri tarafından
yakalanmamak için, değneğiyle vurarak denizi eski haline döndürmek istedi.
Yüce kudretin sahibi, denizi kendi haline bırakmasını ona emretti ve şöyle
buyurdu: «Andolsun, onlardan önce Firavun toplumunu da sınadık. Onlara şerefli
bir elçi geldi, (şöyle diyerek): "Allah'ın kullarını bana teslim edin;
çünkü ben size (Allah'ın gönderdiği) güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı
ululanmayın. Ben size apaçık bir delil getiriyorum. Ben, beni taşla (yıp Öldür)
menizden, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan (Allah)a sığındım. Eğer bana
inanmadınız s a, bari ben (im yolum) dan çekilin." Sonra (Musa):
"Bunlar,suç işleyen bir toplumdur!" diye Rabbine dua etti. (Allah):
"O halde kullarımı geceleyin yürüt. Çünkü takibe aileceksiniz"
(dedi). Denizi (yaııp toplumunu geçirdikten sonra olduğu gibi) açık bırak.
Çünkü onlar boğulacak bir ordudur." Onlar geride neler bırakmışlardı. Nice
bahçeler, çeşmeler, ekinler, güzel makamlar ve zevk-ü sefa sürecekleri nice
nimetler! (Evet) böyle oldu. Ve biz onlan başka bir topluluğa miras verdik.
Onlara gök ve yer ağlamadı. (Kötü insanlar olduklanndan onlara hiç acıyan
olmadı) ve (başka bir vakte de) ertelenmediler. (Musa'nın ardısıra denize girip
boğuldular). Andolsun biz, İsrailoğullannı o küçültücü azabdan kurtardık;
Firavun'dan. Çünkü o, (insanları ezip) yücelen, haddi aşanlardan biri idi.
Andolsun biz, onlan, bilerek âlemlere üstün kıldık. Onlara, içinde açık bir
imtihan bulunan ayetler verdik.» (ed-Duhân, 17-33.)
"Denizi kendi
halinde açık ve sakin olarak bırak." Denizi kendi halinde, olduğu gibi
bıraktı. Nihayet Firavun da kıyıya geldi. Denizde yollar açıldığını, o
dehşetli ve hayret verici manzarayı gözüyle gördü. Bunun, yüce Arş'in Rabbi
olan ulu Allah'ın bir eseri olduğunu iyice anladı. Çekindi, ilerleyeni e di. İsrailoğullannı
takibe çıktığına bin pişman oldu. Ama pişmanlığı, kendi' '.ne yarar sağlamadı.
Askerlerine karşı metanetli
görünmek zorunda kaldı. Mütecaviz ve saldırgan pozlar takındı. Ahlaksız ve
inkarcı karekteri, küçümseyip itaati altına aldığı, bâtıl davasının peşinden
koşturduğu kavmine şöyle dedi: "Bana baş kaldırıp ülkemden firar eden
kaçak kölelerimi yakalayabilmem için, deniz bile bana yol veriyor, gördünüz
mü?" Böyle derken de içinden, geride kalıp askerlerin ardından yürümeyi
ve kurtulmanın bir yolunu bulmayı düşünüyordu. .Ama ne gezer! Bir ileri, bir
geri gidiyordu. Rivayete göre Cebrail dişi bir kısrak üzerinde oraya gelip
Firavun'un erkek atının önüne geçmiş, atını ileri doğru sürmeye başlayınca,
lanetli Firavun'un atı, Cebrail'in kısrağının peşine düşmeye başlamış. Cebrail,
kısrağını süratlendirerek deniz yoluna girmiş. Firavun'un atı da koşarak deniz
yoluna girmiş. Firavun, artık bir şey yapacak durumda değildi. Askerleri, onun
denize girdiğini görünce, peşisıra kendileri de hızla deniz yoluna koyuldular.
Artık hepsi denize girmişlerdi. İlk başta girmiş olanları, karşı kıyıya çıkmak
üzereyken Cenâb-ı Allah, kendisiyle konuşma şerefine ermiş olan Musa'ya,
değneğiyle denize vurmasını emretmişti. Vurunca da deniz, Firavun ve
askerlerini içine çekip boğdu. Aralarında kurtulan bir tek kişi bile olmadı.
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Musa'yı ve beraberinde olanları tamamen kurtardık.
Sonra ötekilerini boğduk. Şüphesiz bunda (kudretimize) bir işaret vardır. Ama
çokları inanmazlar. Ve şüphesiz Rabbin, işte üstün O'dur, merhamet eden
O'dur.» (eş- Şuarâ, 65-68.)
Dostlarım kurtarması,
hiç birini suda boğmaması; düşmanlarım boğması ve hiç birini boğulmaktan
kurtarmamasında; O'nun kudretinin yüceliğine, peygamberinin getirdiği nizam ve
hükümlerde doğru olduğunu ispatlayan kafi bir delil ve büyük bir işaret
vardır. Yüce Allah buyurdu ki: "İsrailoğullarım denizden geçirdik. Firavun
ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet
boğulma kendisini yakalayınca (Firavun): "Gerçekten îsrailoğullarmın inandığından
başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardamm!" dedi. "Şimdi
mi? Oysa daha Önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun." (Denildi).
"Bu gün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp
(sahilde) bir tepeye atacağız ki, senden sonra gelenlere ibret olsun. Ama
insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden habersizdir.» (Yûnus, 90-92.)
Cenâb-ı Allah,
inançsız Kıptîlerin lideri Firavun'un denizde ne şekilde boğulduğunu,
dalgaların onu nasıl kaldırıp indirdiğini haber veriyor. O bu halde iken
İsrailoğulları, onu ve askerlerini seyrediyorlardı. Cenâb-ı Allah'ın, ona ve
adamlarına indirdiği azabı temaşa ediyorlardı ki, gözleri aydınlanıp gönülleri
rahatlasın.
Firavun, ölümü çıplak
gözle görüp Azrail'in kuşatması altında bulunduğunu anlayınca can çekişmeye
başladı ve o esnada tevbe edip Allah'a yöneldi. İmanın fayda vermeyeceği bir zamanda iman etti. Nitekim
Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Üzerlerine Rabbinin kelimesi hak olanlar
inanmazlar. (Çünkü onların kafir olarak ölecekleri ve ateşte kalacakları,
Allah'ın takdiri ile sabit olmuştur.) Onlara bütün ayetler gelmiş olsa bile,
acı azabı görünceye kadar (inanmazlar.)» (Yûnus, 96-97.)
«Ne zaman ki hışmımızı
gördüler: "Tek Allah'a inandık ve O*na ortak koştuğumuz şeyleri inkar
ettik." dediler. Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine
bir fayda sağlamadı. (Bu), Allah'ın, kulları hakkında eskiden beri yürürlükte
olan kanunudur. İşte o zaman kafirler ziyana uğramışlardır.» (cl-Mü'min,
84-85.)
İşte böyle.. Musa,
Firavun ve adamlarına beddua ederek Cenâb-ı Allah'dan; mallarını batırmasını,
can yakıcı azabı görünceye kadar iman etmesinler diye kalblerini sıkmasını
diledi. Zaten o zaman edecekleri imanın kendilerine bir faydası da olmaz ve
bundan ötürü, hasret çekip pişmanlık duyarlar. Bu şekilde beddua ettiklerinde,
Musa ile Harun'a Cenâb-ı Allah: "Duanız kabul olundu." diye cevap
vermişti. Aşağıda nakledeceğimiz hadiste de Musa'nın durumuna değinilmektedir:
Süleyman b. Harb, Hz.
Peygamberin şöyle buyurduğunu İbn Ab-bas'tan rivayet etti: «Firavun:
"Gerçekten îsrailoğullarmın inandığından başka tanrı olmadığına
inandım." dediği zaman, Cebrail bana dedi ki: "Ya Muhammed! O zaman
beni görmeliydin. Cenâb-ı Allah'ın kendi-sine acıyıp kurtarmasından korktuğum
için bir an Önce boğulsun, diye denizin çamurunu alıp Firavun'un ağzına
boşaltıyordum!"»[1]
Ebu Said el-Eşece, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cenâb-ı Allah, Firavun'u suda
boğarken o, parmağıyla işaret ederek yüksek sesle şöyle diyordu: «Gerçekten
îsrailoğullarının inandığından başka tanrı bulunmadığına inandım.» Cebrail,
Cenâb-ı Allah'ın onun hakkındaki rahmetinin gazabını geçip geride bırakmasından
korktuğundan dolayı (bir an önce ölmesi için), her iki kanadıyla çamuru alıp
onun yüzüne çarpıyor ve denizin dibine batırıyordu.
Ebu Hazim, Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir:
«Cebrail (a.s.) bana
dedi ki: "Ya Muhammed, beni görmeliydin. Allah'ın rahmetine nail olur da
affedilir, diye korktuğumdan dolayı (bir an önce olması için) onu (Firavun'u)
denizin dibine doğru bastırıyor ve ağzına çamur dolduruyordum.»[2]
Bazı rivayetlerde
anlatıldığına göre Cebrail şöyle demiştir: «"Ben sizin en yüce
Rabbinizim" dediği zaman Firavun'a kızdığım kadar hiç kimseye kızmış
değildim. İnandığını söylerken ben de ağzına çamur dol-duruyordum."»[3]
Cenâb-ı Allah buyurdu
İd: «Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun.» Bu, inkar
manasını taşıyan bir sorudur. Ayrıca Firavun'un son andaki imanının kabul
edilmediğim göstermektedir. Çünkü o - Allah bilir ya - dünyaya geri
döndürüldüğü takdirde yine eski haline dönecekti. Nitekim Cenâb-ı Allah'ın
bildirdiğine göre kafirler, Cehennem ateşini gördüklerinde şöyle
diyeceklerdir:
«Keşke biz (dünyaya)
geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini ya-lanlamasaydık ve inananlardan
olsaydık.» dediklerini bir görsen. Hayır, daha önce gizlemekte oldukları,
onlara göründü. Geri gönderilseler-di, yine menolundukları şeyi yapmağa
dönerlerdi. Çünkü onlar yalancılardır.» (el-En'âm, 27-28.)
«Bu gün senin
(canından ayırdığımız) bedenim, (denizin dibinden) kurtarıp bir tepeye atacağız
ki senden sonra gelenlere ibret olasın.» ayeti hakkında İbn Abbas ve daha
başkaları dediler İd: İsrailoğullarımn bir kısmı, Firavun'un ölümünden şüphe
ettiler. Öyle ki bazıları, onun ölmediğini söylediler. Cenâb-ı Allah, denize
emir verdi. Deniz, onun bedenini yükseltti. Kimine göre suyun üstünde,
tümsekte kaldı; kimine göre de kıyıdaki yüksek bir yere atıldı. Zırhı da
üzerindeydi. Onu zırhından tanırlardı. Öldüğünden şüpheleri kalmasın ve
Allah'ın kudretinin üstünlüğünü anlasınlar diye cesedi onlara gösterildi. Helak
eden Allah'ın kudretini gösteren bir delil olsun, senden sonra gelecek
İsrailoğullarına ibret olsun diye bugün seni, üzerindeki zırhınla kurtaracağız.
Firavun ile askerleri, aşure gününde denizde boğulmuşlardır.
Muhammed b. Bişar, İbn
Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir; «Peygamber (s.a.v.) Medine'ye
geldiğinde Yahudiler, aşure günü oruç tutarlardı. Onlara: "Bu tutuğunuz
oruç nedir?" diye sordu. Onlar da, 'Bu, Musa'nın Firavun'aüstün geldiği
gündür." dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, ashabına şu
buyruğu verdi: "Siz, Musa'ya Yahudilerden daha yalansınız. Siz de bugün
oruç tutun."»[4]
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: "Biz de onlardan öc aldık. Onları denizde boğduk! Çünkü onlar,
ayetlerimizi yalanlamışlardı ve onları umursamaz olmuşlardı. Hor görülüp
ezilmekte olan o milleti de içini bereketlerle donattığımız yerin doğularına
ve batılarına mirasçı, kıldık. Rabbinin İsrailoğull arına verdiği güzel söz,
sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği
şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık.
İsrailoğullarmı denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan
bir kavme rastladılar. "Ey Musa! (Bak) bunların nasıl tanrıları var, bize
de öyle bir tanrı yap!" dediler. (Musa) dedi: "Siz gerçekten cahil
bir kavimsiniz. Şunlarm içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları
şeyler boşa çıkmıştır. Allah sizi âlemlere üstün yapmış iken ben size Allah'tan
başka bir tanrı mı arayayım?" dedi. (Ey îsrailoğulları), hatırlayın
o'zamanı ki biz sizi Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar size azabın en
kötüsünü yapıyorlardı: Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ
bırakıyorlardı. Bunda, size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.
(el-A'râf, 136-141.)
Cenâb-ı Allah, Firavun
ile askerlerinin suda boğuluşlarını, şereflerinden, canlarından ve mallarından
koparılışlarını; İsrailoğullarının, onların tüm mallarıyla mülklerini ele
geçirişlerini yukarıda ki ayet-i kerimelerde anlatıyor. Nitekim yüce Allah
buyuruyor ki: «Böylece, bunları îsrailoğullarına miras yaptık.» (eş-Şuarâ,
59.)
«Biz de istiyorduk ki
o yerde zayıflatılanlara lütfedelim. Onları önderler yapalım, onları
(Kıptîlerin mülküne) mirasçı yapalım.» (el-Kasas, 5.)
«Hor görülüp ezilmekte
olan o milleti de, içini bereketlerle donattığımız yerin doğularına ve
batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailo-ğullarına verdiği güzel söz,
sabretmeleri yüzünden tam yerine geldi. Firavun'un ve kavminin yapageldiği
şeyleri ve yükseltmekte oldukları sarayları (ve bahçeleri) de yıktık.»
(el-A'râf, 137.)
Cenâb-ı Allah, onların
tümünü mahvetti. Dünyaya saldıkları şan ve şerefi ellerinden aldı. Firavun'u,
maiyyetini, kumandan ve askerlerini yok etti. Mısır'da ayak takımından ve kendi
halindeki vatandaşlardan başka kimse kalmamıştı.
"Mısır
Tarihi" adlı eserde İbn Abdülhakîm, şunları anlatır: O zamanın Mısırlı
kadınları, erkeklere hakim oldular. Şundan ki: Mısır'ın Firavunla birlikte
denizde boğulan erkan ve ümerasının kadınları, dul kaldıkları için,
kendilerinden aşağı seviyedeki halk tabakasına mensup erkeklerle
evlendiklerinden ötürü, yeni kocalarına hükmeder olmuşlardı. Mısırlı kadınların
o zamandan itibaren başlamış olan kocalarına karşı hakimiyetleri bu güne kadar
devam etmiştir!
Ehl-i Kitap
kaynaklarında anlatıldığına göre İsrailoğulları, Mısır'dan çıkmakla
emrolunduklannda Cenâb-ı Allah o ayı, kendileri için yılbaşı yaptı. Her evin
bir kuzu kesmesini emretti. Kendisine bir kuzu çok gelen ev, komşusu ile
ortaklaşa bir kuzu kesecekti. Kuzuyu kesince de kanım, birbirlerinin evlerini
tanıtıcı bir işaret olsun diye kapılarının eşiğine süreceklerdi. Kızartılmış
olarak değil de; başı, karnı ve ayaklarıyla birlikte kazanda haşlayarak
yiyeceklerdi. Kuzunun artığını bırakmayacak, kemiklerini kırmayacak, az bir
parçasını bile ev dışına çıkarmayacaklardı. Yedi gün süreyle ekmek yerine
peksimet yiyeceklerdi. Buna da senelerinin ilk ayının on dördünde
başlayacaklardı. Bu da bahar mevsimindeydi, yemek yerken de kuşakları
bellerinde bağlı duracak, mestleriyle çarıkları ayaklarında; bastonları da
ellerinde olacaktı. Yemeklerini ayaktayken çabucak yiyeceklerdi. Akşamleyin
yediklerinden artan kalmtılarıysa ertesi sabah ateşle yakacaklardı. Bu, onlardan
sonraki nesiller için de bir bayram olarak meşru kılınmıştı. Tevrat'a göre
yaşadıkları sürece bu bayramı kutlarlardı. Tevrat nesholunca bu bayram da
ortadan kalktı.
"Anlatıldığına
göre o gecede Cenâb-ı Allah, Kıptîlerin hayvanlarıyla kızların bakire
olanlarını öldürdü ki, İsrailoğullarını unutup kendi dertleriyle meşgul
olsunlar. Gün yarılanınca İsrailoğulları Mısır'dan çıktı. Mısırlılar ölen
bakire kızlarıyla hayvanları için feryad-ü figan etmekteydiler. Her evden bir
vaveyla yükselmekteydi.
Musa'ya vahiy gelir
gelmez hemen yola koyuldular. Hamurlarım mayalanmadan alıp şehirden çıktılar.
Azıklarım omuzlarına sardıkları bezlere koyup sırtlandılar. Mısırlılardan çok
miktarda mücevheri iğreti almışlardı. Çoluk çocuk ve hayvanlarından ayrı olarak
600.000 kişi kadardılar. Mısırda 430 sene kadar yaşamışlardı.
Onların bu sene başı
bayramlarına, fesih bayramı denir. Bundan başka fitır (oruç açma) ve kurban
bayramları da vardır. Kitaplarında yer alan en kuvvetli ve en başta gelen
bayramları bunlardır.
Mısır'dan çıkarken
Yusuf un tabutunu da beraberlerinde götürmüşlerdi. Kızıldeniz'in üzerinden
geçip gitmişlerdi. Gündüzleri yol ah-yorken önleri sıra bir bulut ve bulutun
içinde de nurdan bir sütun gidiyordu. Geceleyin yol alıyorken önlerinde
ateşten bir sütun gidiyordu. Deniz kıyısına vardıklarında mola verdiler. Orada
beklemekteyken arkadan Firavun ile askerleri onlara yetiştiler. Çokları paniğe
kapıldılar. Sözcüleri: "Mısır'da kalsaydık, bu çölde kalmamızdan daha iyi
olurdu." dedi. Bu sözcüye ve diğerlerine hitaben Musa (a.s.) şöyle cevap
verdi: "Korkmayın! Firavun ile askerleri memleketlerine artık geri dönemeyeceklerdir!"
Anlatıldığına göre
Cenâb-ı Allah, Musa'ya değneğiyle denize vurmasını emretti. Suyun ikiye
ayrılarak kara yolu gibi kupkuru bir yol vereceğini ona vahyetti. Gerçekten de
deniz, iki dağ parçası gibi birbirinden ayrılıp ortadan geçit verdi. Çünkü
Cenâb-ı Allah, denize cenup ve sam rüzgarım gönderip üzerinden estirmiş, ikiye
ayırmıştı. Açılan kupkuru yoldan İsrailoğulları geçtiler. Peşlerinden Firavun
ve askerleri de aynı deniz yoluna girdiler. Yolun ortasına geldiklerinde, Musa,
değneğiyle denize vurdu. Deniz, yine eski haline döndü, yol kapandı. Firavun
ve askerleri boğuldular.
Fakat Ehl-i Kitap
kaynaklarına göre bu olay geceleyin cereyan etmiştir. Halbuki deniz,sabahleyin
onları içine çekip boğmuştur. Bu da onların yanlışlıklarından ve metinlerdeki
ifadeleri doğru anlıyamama-larındandır.
Cenâb-ı Allah, Firavun
ile askerlerini boğduğunda, Musa ve İsrailoğulları, Rabblerine şöyle tesbihatta
bulunmuşlardı: "Üstün olan Rabbı teşbih ederiz. O Rabb ki Firavunun
ordusunu kahretti. Övgüye layık olan o Rabb ki, Firavunun süvarilerini geçit
vermez denize attı."
Rivayete göre Harun'un
kızkardeşi peygamber Meryem, eline bir def alıp, ellerinde def ve davullar olan
kadınları peşine takmış onlara şu duayı okumuş ve okutmuştur: «Kahhar olan
Rabb! Sen, noksanlıklardan münezzeh ve yücesin. Firavunun atlarıyla
süvarilerini denize atıp boğarak kahrettin!»
Ehl-i kitap
kaynaklarında bu ifadelere rastladım. Muhammed b. Ka'b-el-Kurazî de bu
ifadelere dayandığından dolayıdır ki İsa'nın anası İmran kızı Meryem'in,
Harun'un bacısı olduğunu söylemiştir. Bu görüşünün doğruluğuna, şu ayetin
delâlet ettiğini de söylemiştir. İsrailoğulları, babasız bir çocuğu dünyaya
getirdiğinde Meryem anamı-za-hitaben şöyle demişlerdi: «Ey Harun'un kız
kardeşi! Baban kötü bir adam değildi. Anan da fahişe değildi...» (Meryem, 28.)
Harun'un bacısının
peygamber olduğunu söylemenin doğru olmadığını daha önce açıklamıştık. Böyle
bir şeyi söylemek mümkün değildir. Bu iddiada bulunan Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî'ye muvafakat eden olmamıştır. Aksine, bu görüşünde herkes ona
muhalefet etmiştir. Faraza Ehl-i Kitap kaynaklarından Harun'un bacısı Meryem
için "peygamber" unvanı kullanılmış da olsa, bu Meryem, Musa ile
Harun'un baası-dır. İsa'nın anası Meryem ile olan alakası, sadece isim, baba ve
kardeş adlarındaki benzerliktir. Bu iki Meryem'in durumu kendisine sorulduğunda
Rasûlullah (s.a.v.), Muğii'e b. Şu'be'ye şu cevabı vermiştir: «Bilmez misin ki
onlar (yani İsrailoğullan) kendi peygamberlerinin isimleriyle adlanır lar di?»
Şimdi de Harun'un
bacısı Meryem'e, 'peygamber Meryem' denmesinin sebebine gelelim. Kraliyet
ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi kral değilse de - Melike
(kraliçe) deniyorsa veya emîr ailesine mensup bir kadına - her ne kadar kendisi
emîr değilse de - emîre deniyorsa; aynı şekilde peygamber ailesine mensup bir
kadına da her ne kadar kendisi peygamber değilse de Nebiyye yani peygamber
denilebilir. Harun'un bacısı Meryem'e de bu anlamda 'peygamber Meryem' denmiştir.
Bu bir istiaredir.Yoksa gerçek anlamda vahye mazhar olan bir peygamber olduğu
kastedilmemiştir.
Öylesine büyük bir
bayram gününde def çalmasına gelince, bu da bizden önceki ümmetlerin
şeriatlarına göre bayramlarda def çalmanın meşruluğunu göstermektedir. Bizim
dinimizde de kadınların bayram ve sevinç günlerinde def çalmaları meşrudur.
Rivayete göre Hz. Aişe'nin yanındaki iki cariye mina (kurban bayramı)
günlerinde def çahyorlar-mış. Rasûlullah (s.a.v.) da evde olup sırtını onlara
döndürerek uzanmış, yüzünü de duvardan yana çevirmiş. Rasûlullah (s.a.v.)'m
evine gelen Ebu Bekir hazretleri, cariyelerin def çalmakta olduklarını görünce,
"Rasûlullah'm evinde şeytan çalgıları ha!." diyerek onları
azarlamıştı. Öfkelendiğini görünce Hz. Peygamber şöyle demişti: "Bırak
onları ey Ebu Bekir! Her milletin bir bayramı vardır. Bu (gün) de bizim bayramımızdır."
İslam'a göre bayramlarda olduğu gibi düğünlerde ve gurbetteki kimselerin
sılaya gelişlerinde aynı şekilde def çalıp eğlenmek meşrudur.
Anlatıldığına göre
İsrailoğullan denizi geçince Şam taraflarına gidip orada üç gün kaldılar. Su
bulamadılar, bu nedenle aralarından bazıları söylenmeye başladılar.
İçilemeyecek kadar tuzlu ve öldürücü bir su buldularsa da onu içemediler.
Cenâb-ı Allah, Musa'ya vahiy gönderip, bir ağaç parçası alarak o suyun içine
atmasını emretti. Ağaç parçasını içine atınca su tatlılaştı ve kolayca
içilebilir hale geldi. Orada Rabbi, Musa'ya, bazı farzlar ile sünnetleri
öğretti; ona bir çok tavsiyelerde bulundu.
Diğer kitaplarını
kollayan Kur'ân-ı Kerîminde Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «İsrailoğullanm
denizden geçirdik. Kendilerine mahsus bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar:
«. .."Ey Musa! (Bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı
yap!" dediler. (Musa) dedi: "Siz, hakikaten câhil bir toplumsunuz!
Şunlarm içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa
çıkmıştır."» (ei-AW, 138-139.)
Onur ve üsünlük sahibi
Allah elçisinin kendilerine getirdiği dinin hak olduğunu ispatlayıcı ilahî
alametleri ve kudreti ayan-beyan görmüş oldukları halde, yine de bu sapıkça ve
cahilce sözleri sarfetmişlerdi. Bu bâtıl sözleri, putlara tapan bir topluluğa uğradıklarında
söylemişlerdi. Denildiğine göre o topluluğun tapmakta oldukları put, inek
şek-lindeymiş. İsrailoğullan güya o topluluğa: «Buna niçin tapıyorsunuz?» diye
sormuşlar. Onlar da putlanmn kendilerine yerine göre fayda ve zarar verdiğini,
darlık zamanında ondan nzık taleb ettiklerini söylemişler. İsrailoğullarının
bazı bilgisizleri de onlan doğrular gibi olmuşlar. Allah ile konuşma şerefine
ermiş olan şanlı ve yüce peygamberlerinden, bu topluluğun putu gibi kendileri
için de put getirmesini istemişlerdi. Peygamberleri Musa da, onlara aklı
ermeyen ve doğru yolda olmayan kimseler olduklanm bildirmişti: «Şunlarm içinde
bulunduklan (din) yıkılmıştır ve yaptıklan şeyler boşa çıkmıştır.»
Bundan sonra Musa
onlara, Cenâb-ı Allah'ın kendilerini zamanla-nnın diğer milletlerine ilim ve
şeriatça üstün kılarak, aralanndaki pey-gamberleriyle diğer ümmetlere tercih
ederek; inatçı ve zorba Firavunun pençesinden kurtanp, göz göre göre Firavun'u
helak ederek kendilerine iyilik ve ihsanda bulunarak; onlan Firavun ile
adamlarının mülküne varis kılıp yerlerine geçirerek, mallarıyla mutluluklanna
ve saraylarına sahip kılarak nimetlere mazhar kıldığım anlattı. Tek ve
or-taksız olan Allah'tan başkasına ibadet etmenin doğru olmayacağını onlara
açıkladı. Çünkü O; yaratıcı, nzık verici ve aynı zamanda inançsız zorbalan
kahredicidir.
İsrailoğullannm hepsi
o kavimde gördükleri putlardan istemiş değillerdi. Aksine şu ayetteki zamir
cins ifade etmektedir: «İsrailoğullanm denizden geçirdik. Kendilerine mahsus
bir takım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey Musa! (Bak) bunlann
nasıl tannlan var, bize de öyle bir tann yap." dediler.
Yani bir kısmı böyle
dediler. Tıpkı şu ayet-i kerimede olduğu gibi: «.. .Onlan (hep bir yere)
toplamışız, hiç birini bırakmamışızdır. Ve hepsi sıra sıra senin Rabbine
sunulmuşlardır. "Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz
(o zamanki gibi ne malınız, ne evladınız var). Oysa siz, sizin için
(yaptığımız) va'di yerine getirecek bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız
değil mi?"» (el-Kchf, 47-48.)
Evet.. Cenâb-ı
Allah'ın yapmış olduğu va'di, yerine getirecek bir zaman tayin etmediğini
sananlar, insanlann hepsi değil de bir kısmıdır. İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu
Vakid el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah'la birlikte Huneyn
seferine çıkmıştık. Bir sedir ağacının yanından geçiyorduk. "Ya
Rasûlallah, bu ağacı bizim için askı yap. Nitekim kafirlerin de askılık ağaçlan
vardır." Kafirler, silahlarını sedir ağacına asar, etrafında oturup ibadet
ederlerdi. Bu teklifimiz üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Allahü ekber! Bu,
tıpkı îsrailoğullannın Musa'ya: "Bunların nasıl
tanrıları var, bize de Öyle bir tanrı
yap." demelerine benziyor. Doğrusu siz, sizden öncekilerin yollarından
gitmektesiniz!»[5]
İbn Cerir
et-Taberî,Ebu Vakid el-Leysî'den rivayet etmiştir: Ebu Vakidî'nin anlattığına
göre onlar, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Huneyn gazasına gitmişler.
Gitmekte oldukları yolun üzerinde, kafirlerin silahlarını asıp etrafında
ibadet ettikleri ve "Zatü'l-Envat" (askılık) denen bir ağaç varmış.
(Ebu Vakidî diyor ki): Büyük bir sedir ağacının yanından geçiyorduk. "Ya
Rasûlallah! Kafirlerinki gibi bize de askılık bir ağaç yap." dedik. Böyle
dememize o, şu karşılığı verdi: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a
andolsun ki, kavminin Musa'ya söyledikleri gibi söylediniz. (Onlar şöyle
demişlerdi): "Bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı
yap." Musa dedi ki: "Siz hakikaten cahil bir toplumsunuz! Şunlann
içinde bulundukları (din) yıkılmıştır ve yaptıkları şeyler boşa çıkmıştır."»
Musa peygamber,
Mısır'dan çıkıp Kudüs taraflarına gittiğinde oralarda Hisanîler, Fezarîler,
Kenanîler ve diğerleri gibi bazı zorba topluluklar gördü. Milleti olan
İsrailoğullarına, Kudüs'e girip bu zorbalarla savaşmalarını, onları Kudüs'ten
kovmalarını emretti. Bunu, Cenâb-ı Allah kendilerine emir buyurmuştu. Bunu
başarabileceklerini ve oralara hakim olacaklarını İbrahim Halil ve Musa Kelim
gibi büyük peygamberler vasıtasıyla onlara bildirip vaadde bulunmuştu. Fakat
İsrailoğul-ları, Musa'nın o zorbalarla savaşmaları yolunda verdiği emre uymadılar.
Cihaddan geri durdular. Bu sebeple de Cenâb-ı Allah, onlara korkuyu musallat
eyledi. Onları Tih sahrasına bıraktı. Uzun seneler (kırk yıl süreyle) o çölde
gidip geldiler, göçüp konakladılar. Nitekim yüce Allah bunu şöyle anlatır:
«Musa, kavmine demişti
ki: "Ey kavmim! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; zira (O), aranızda
peygamberler var etti. Sizi krallar yaptı ve size dünyalarda hiç kimseye
vermediğini verdi. Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı (nasib ettiği) kutsal
toprağa girin, arkanıza dönmeyin. Yoksa kaybedersiniz!" Dediler ki:
"Ey Musa! Orada zorba bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla
oraya girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz." (Allah'tan)
korkanlardan, Allah'ın nimet verdiği iki adam dedi ki: "Onların üzerine
kapıdan girin, eğer kapıdan girerseniz, muhakkak ki siz galib gelirsiniz. Haydi
eğer inanıyorsanız Allah'a dayanın!" Dediler ki: "Ey Musa! Onlar
orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz
burada oturuyoruz!"
(Musa): 'Ta Rabbi, ben
kendimden ve kardeşimden başkasına malik değilim. Bizimle, o yoldan çıkmış
toplumun arasını ayır." dedi. (Allah) buyurdu ki: "Orası onlara kırk
yıl yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen yoldan çıkmış olanlar
için üzülme."» (ei-Mâide, 20-26.)
Allah'ın peygamberi,
Allah'ın onlara dinî ve dünyevî nimetlerle ihsanda bulunduğunu hatırlatıyor;
Allah yolunda cihad etmelerini, Allah düşmanlarıyla savaşmalarını emrediyor ve
şöyle diyordu:
«Ey Kavmim! Allah'ın
size yazdığı (nasib ettiği) kutsal toprağa girin, arkanıza dönmeyin (düşmanla
savaşmaktan kaçınmayın), yoksa kaybedersiniz.» Kazançtan sonra zarara,
mükemmellikten sonra eksikliğe uğrarsınız. Dediler ki: «Ey Musa! Orada zorba
(inatçı ve kafir) bir millet var. Onlar oradan çıkmadıkça biz asla oraya
girmeyiz. Eğer çıkarlarsa, o zaman oraya gireriz.» O zorba milletten
korktular. Halbuki onlardan daha zorba ve daha güçlü, askerleri onlardan daha
çok olan Fi-ravun'un helak edildiğini görmüşlerdi. Bu da onların bu sözü
söylemekle kınandıklarını ve bu tutumu sergilemekle de yeril diki erini göstermektedir.
Düşmanlarına saldıramayıp, inatçı eşkiyaya direnemeyip al-çaldıklarım
göstermektedir.
Bu mevzuyla ilgili
olarak ekseri tefsirciler, uydurma bazı nakiller yapmışlardır ki bunların
asılsızlıklarına hem akü, hem de din delâlet etmektedir. Güya Kudüs1 de bulunan
o zorba milletin insanları korkunç şekilde ve müthiş irilikteki devasa bir
yapıya sahip imişler! Anlatıldığına göre İsrailoğullarının elçileri onların
yamna giderken, zorba milletin elçilerinden biri onları karşılamış. Onları
birer birer alıp yenine ve pantolonunun cebine sokmuş. Topladığı bu on iki
elçiyi, zorbaların hükümdarının önünde yerlere saçıp savurmuş. Hükümdar
"Bunlar da ne?" diye sormuş. Kendisine tanıtılmadan önce bunların
insan olduklarını bilememiş!..
Bütün bunlar aslı
olmayan saçmalık ve hurafelerdir. Yine anlatıldığına göre hükümdar, onlara
üzüm göndermiş. Üzümün her tanesi, bir adama yetiyormuş. Biraz da meyve göndermiş.
Her bir tanesi bir adamı doyuruyormuş. Bunları göndermekle, İsrailoğullarının,
kendilerinin ne kadar iri cüsseli insanlar olduklarını anlamalarını istemişler.
Bu da doğru değildir.
Güya orada Uc b. Unuk
adında bir adam varmış. Bu adam İsrailoğullarım yok etmek için, zorbaların
hükümdarının yanından gelmiş. Boyu 3333,3 zira1 uzunluğundaymış!..
Beğavî ve diğerleri
böyle nakletmişlerse de bu doğru değildi. Nitekim bunun doğru olmadığım, şu
aşağıdaki hadis-i şeriften söz ederken açıklamıştık. Rasûlullah (s.a.v.)
buyurmuş ki:
«Doğrusu Cenâb-ı
Allah, Adem'i altmış zira1 uzunluğunda yarattı. Yaratıklar (m boyu) şu ana
kadar kısılmaya devam etmektedir!"»
Anlatıldığına göre Uc
b. Unuk,bir dağın tepesine el atarak dağı yerinden sökmüş, eline alarak
Musa'nın askerlerinin üzerine atmak istemiş. Tam o sırada bir kuş gelerek dağı
gagalayarak ortadan delmiş. Delince de dağ,bir tasma gibi Uc'un boynuna
geçivermiş. Sonra da boyu on
zira olan Musa, sıçrayarak on zira1 kadar yükselmiş; on zira' uzunluğundaki
değneğiyle, Uc'un ancak ayağındaki topuk kemiğine vurabilmiş, böylece onu
Öldürmüş!..
Bunu Nevfel Bekalî
rivayet etmiştir. Taberî de İbn Abbas'tan nak-letmiştir. Fakat bunun isnadı
üzerinde tartışılabilir. Maamafih bütün bu rivayetler, israiliyattandır. Bütün
bunlar, îsrailoğullannm cahilleri tarafından uydurulmuş hikayelerdir. Bunlar,
çokça yalan haber rivayet etmişlerdir. Haberlerin yalan olanlarıyla doğru
olanlarını birbirinden ayırdetmemişlerdir. Sonra bu rivayet doğru olsa bile
İsrailoğulları, o zorba kavimle savaşmaktan kaçınmakta mazur sayılmazlardı.
Savaştan kaçındıkları
için Allah, onları yermiştir. Cihadı terkettik-leri ve peygamberleri Musa'ya
muhalefet ettikleri için Cenâb-ı Allah, onları Tih çölünde yaşamaya mahkum
etmekle cezalandırmıştır. Aralarında bulunan iki mü'min ve salih adam, düşmana
karşı atılgan olmalarım onlara tavsiye etmiş; cihattan geri durmaktan onları
men' etmişlerdi. Rivayete göre o iki inanmış adam, Yuşa' b. Nun ile Kalib b.
Yufan-na idi. Bazıları, «Allah'ın kendilerine nimet verdiği,... (Allah'tan) korkanlardan
iki adam dediler ki:...» ayetindeki ( o>lü« ) fiili-ni( Dy'ûJ ) şeklinde
bina-i meçhul olarak okumuşlardır. Buna göre ayetin manası şöyle olur:
"Allah'ın kendilerine (iman, İslam, taat ve şecaatle) nimet verdiği
heybetli iki adam dediler ki: "Onların üzerine kapıdan girin, eğer kapıdan
girerseniz, muhakkak ki siz galip gelirsiniz. Haydi eğer, inanıyorsanız
Allah'a dayanın." Yani Allah'a dayanır, O'ndan yardım diler ve Ona
sığınırsanız; düşmanlarınıza karşı size yardım eder, sizi onlara karşı
destekler ve onların üzerinde muzaffer kılar. Dediler ki:
«Ey Musa! Onlar orada
olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabbin, gidin, savaşın, biz
burada oturuyoruz!»
İsrailoğullarının
çoğu, cihaddan geri durmakta direttiler. Büyük bir gevşeme ve önemli bir olay
meydana gelmişti. Denildiğine göre Yuşa' ile Kalib, İsrailoğullarımn böyle
konuştuklarını duyunca, Allah'ın onlara gazaplanıp azab vermesinden korkarak
üzerlerindeki elbiseleri paraladılar; Musa ile Harun da korkudan secdeye
kapandılar.
«(Musa) dedi ki:
"Ya Rabbi! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına malik değilim. Bizimle
o yoldan çıkmış toplumun arasını ayır. (Aramızda hüküm ver)."
(Allah) buyurdu ki:
"Orası onlara kırk yıl yasaklandı. Yerde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen,
yoldan çıkmış olanlar için üzülme.»
Savaştan
kaçındıklarından dolayı, yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmakla
cezalandırıldılar. Herhangi bir hedefleri olmaksızın başıboş olarak
dolaşıyorlardı. Gece-gündüz, sabah-akşam avare avare gezinip duruyorlardı.
Denildiğine göre Tih sahrasına giren İsrailoğull arından hiç biri oradan sağ
çıkmadı. Oraya girmiş olanların hepsi kırk sene içinde
öldü. Yuşa ve Kalib
ile çoluk çocuklarından başkası sağ kalmadı.
Fakat Hz. Peygamberin
(s.a.v.) ashabı, Bedir gününde, İsrailoğul-larının Musa (a.s.)'ya söyledikleri
gibi söylememişler, "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada
oturacağız." dememişlerdi. Aksine, onlarla savaşa çıkma konusunda
istişare yaparken, Ebu Bekir es-Sıddık,istenil-diği gibi güzelce konuşmuştu. Diğer
muhacirler de gönül rahatlatıcı sözler söylemişlerdi.
Sonra Hz. Peygamber:
«Bana işarette bulunun.» deyince Sa'd b. Mu-az şöyle dedi: «Bizi kasteder
gibisin Ya Rasûlallah. Seni hak ile gönderen (Allah')a andolsun ki,bize şu
denizi göstersen ve içine dalarsan biz de senin ardınsıra dalarız ve hiçbir
adamımız bundan geri durmaz. Yarın bizi düşmanlarımızla karşılaştırır san,
memnuniyetsizlik göstermeyiz. Biz savaşta sabırlıyız. Karşılaştığımızda
sözümüzü yerine getiririz. Umarız ki Cenâb-ı Allah, gözünü aydınlatacak olan
faaliyet ve eylemlerimizi sana gösterecektir. Allah'ın bereketi üzerine
bizimle birlikte yürü.»
Hz. Peygamber, Sa'd'm
bu sözlerinden memnun olup canlandı.
İmam Ahmed b.
Hanbel... İbn Şıhab'dan rivayet etti ki, Mikdad (r.a.), Bedir gününde
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:
«Ey Allah'ın Rasûlü!
İsrailoğull arının Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz
burada oturacağız." dedikleri gibi sana da aynı şeyleri söylemiyeceğiz.
Ama biz sana diyoruz ki: Git, sen ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz de sizinle
beraber savaşacağız!»[6]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Mesudun şöyle dediğim rivayet etti: «Bedir savaşında Mikdad'ın
Öyle bir haline tanık oldum ki onun yerinde olmayı çok isterdim. Rasûlullah
(s.a.v.) müşriklere beddua ediyorken Mikdad onun yanma geldi ve şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah! İsrailoğullarımn, Musa'ya: "Git, sen ve Rabbin
savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız." dedikleri gibi sana da aynı
şeyleri söylemiyeceğiz. Bilakis biz senin sağında, solunda,önünde ve ardında
savaşacağız." Mık-dad'm bu sözleri üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünün
aydınlandığını ve memnun olduğunu gördüm.»[7]
Hanz Ebu Bekir b.
Mirdeveyh, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.)
Bedir'e gittiğinde Müslümanlarla istişare etti. Ömer (r.a.) kendi görüşünü
açıkladı. Sonra yine istişarede bulundu. En-sarîler dediler ki: Ey Ensâr
topluluğu! Rasûlullah sizi kastediyor." Bunun üzerine Ensâr topluluğu şu
karşılığı verdi: "Öyleyse biz, İsrailoğullarımn Musa'ya: "Git, sen
ve Rabbin savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız." dedikleri gibi sana da
aynı şeyleri söylemiyeceğiz. Seni hak ile gönderen (Allah)’a andolsun ki bizi
Mekke arkasında beş gecelik
Mesafede
bulunan Berkü’l-Gumard’a yürütsen, yine peşin sıra geliriz!”[8]
İsrailoğullarının
zorba milletle savaşmaktan geri durduklarını, bu nedenle Cenâb-ı Allah'ın
onları Tih çölüne göndermekle cezalandırdığını, kırk sene süreyle oradan
çıkmamalarına hükmettiğini önceki sayfalarda anlatmıştık.
Ehl-i Kitap
kaynaklarında İsrailoğuUannm zorba milletle savaşmaktan geri durduklarına dair
herhangi bir ifadeye rastlamadım. Ancak bu kaynaklarda anlatıldığına göre Musa
peygamber, kafirlerden bir gurupla savaşmak üzere Yuşa'ı silahlandırıp
görevlendirmiş. Gönderdikten sonra da Musa, Harun ve Hor ile birlikte bir
tepeye çıkıp zirve noktasında oturmuşlar. Musa değneğini yukarı doğru
kaldırmış. Değneğini yukarı doğru kaldırdıkça, Yuşa, düşmana galib geliyormuş.
Yorgunluk veya benzeri bir sebepten dolayı eli yana eğilince de düşmanlar
Yuşa'ı mağlub ediyorlarmış. Bunun üzerine Harun ile Hor, o gün akşama dek
Musa'nın elini sağdan ve soldan takviye edip dik vaziyette tutmuşlar. Yuşa da
düşmanı yenmiş.
Aynı kaynaklarda
anlatıldığına göre Musa'nın kayınpederi olan Medyen kahini Yatiron, Musa'nın
karşılaştığı durumları ve onun, Fira-vun'a karşı Allah tarafından muzaffer
kılmışım duyup öğrenince iman ederek Musa'nın yanma gelmiş. Beraberinde kızını
ve Musa'nın eşi Sa-fura'yı, Musa'nın ondan doğan iki oğlu Cerşon ile Azir'i de
getirmişti. Musa onu karşılayıp ikramda bulunmuş; İsrailoğullannm uleması da
toplanıp ona saygılarını sunmuşlardı.
Anlatıldığına göre
Yatiron, îsrailoğullanmn, aralarında meydana gelen anlaşmazlıkları çözümlemesi
için Musa'ya çok fazla müracaat edip yanında büyük kalabalıklar
oluşturduklarını görünce ona şöyle bir teklifte bulunmuştu: "Halkı biner,
ikiyüzer, ellişer ve onar kişilik guruplara ayır. Bunların başlarına rüşvetten
ve hıyanetten hoşlanmayan, güvenilir, iffetli ve Allah'tan korkan kimseleri
sorumlu olarak tayin et. Bunlar, halk arasında meydana gelen anlaşmazlıkları
çözümlemek için hüküm versinler. Çözüme kavuşturamadıkları bir meseleyle
karşılaştıklarında onu sana getirsinler. Sen de o zaman o müşkül mese-
leyi
halledersin." Hz. Musa, kayınpederinin söylediklerini yaptı.
Dediler ki:
îsrailoğull arı, Mısır'dan çıkışlarının üçüncü yılında yaz başlangıcında, Sina
yanındaki Tih çölüne girdiler. Tur-i Sina çevresine yerleştiler. Musa, dağa
çıktı. Rabbi onunla konuştu ve ona; İsrailoğullarına bahşettiği nimetleri
onlara hatırlatmasını emretti. Onları Firavun ile adamlarının pençesinden
kurtarışım, kartal kanatları üzerindeymişçesine onları Firavun'un elinden ve
pençesinden nasıl kurtarmış olduğunu hatırlatmasını emretti. İsrailoğullarına
yıkanıp temizlenmelerini ve giysilerim de yıkayarak üçüncü güne hazırlanmalarını
söylemesini emretti. Üçüncü günde Tur-i Sina dağının çevresinde toplanmalarını,
boru sesini duydukları sürece ona asla yanaşmamalarını, yaklaşanın
öldürüleceğini, hayvanlarını dahi oraya götürmemele-rini emretti. Boru sesi
kesilince de dağa tırmanabileceklerini söyledi. îsrailoğulları bu emre uyup
yıkandılar, temizlenip kokular, süründüler. Üçüncü gün olunca dağın tepesinde
büyük bir bulut peydahlandı. Buluttan sesler geliyor, içinde şimşekler
çakıyordu. Boru sesi gerçekten müthişti. İsrailoğulları bundan çok korktular,
oradan kaçıp dağın eteğinde durdular. Dağı büyük bir duman kapladı. İçinde
nurdan bir sütun vardı. Dağın her tarafı şiddetli bir sarsıntı geçirdi.
Borunun sesi, gittikçe artan bir şiddetle devam etti. Musa da dağın tepesinde
duruyordu. Cenâb-ı Allah onunla konuşuyordu. Aziz ve Celil olan Rabb, ona,
dağdan inip İsrailoğullarına, Allah'ın tavsiyesini duymaları için dağa yaklaşmalarını
söylemesini emretti. Musa da inip âlimlerine, Allah'a daha yakın olmaları için
dağa çıkmalarını emretti.
Bu da, Ehl-i Kitabın
kitaplarında neshin mutlaka vuku bulduğunu göstermekte olan bir nasstır. Musa
dedi ki: «Ya Rabb! Onlar dağa çıkamazlar. Çünkü sen, onları dağa çıkmaktan
menetmiştin.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah ona, gidip kardeşi Harun'u da
beraberinde getirmesini emretmişti. Ama kahinleri, yani âlimleri ve
îsrailoğullanmn diğerleri oradan pek uzakta değillerdi. Musa, emredilenleri
yaptı. Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbi onunla konuştu. O zaman ona on emri
verdi. Ehl-i Kitap kaynaklarında anlatıldığına göre dağın yanında bulunan
îsrailoğulları, Allah'ın sözlerini işitmişler, ama anlayamamışlardır. Ancak
daha sonra Musa, onlara bu sözlerin manasım açıklamıştır. Onlar da Musa'ya:
"Aziz ve Celil olan Rabbin söylediklerini sen bize tebliğ et. Doğrusu biz
ölmekten korkuyoruz."
Musa, onlara Rabbinin
söylediklerini tebliğ etti ve, "Bunlar, on emirdir." dedi. On emir,
şunlardı:
1- Ortaksız olan tek Allah'a kulluk et.
2- Yalan yere Allah adına yemin etme.
3- Cumartesi gününü muhafaza et. Yani haftanın bir
gününü ibadetle geçir. (Bu günü Cenâb-ı Allah, Cuma günüyle değiştirmiştir.)
4- Rabbin olan Allah'ın bu dünyada sana verdiği ömrünün
uzaması için ana ve babana ikram et, iyi davran.
5- Adam öldürme.
6- Zina etme.
7- Hırsızlık etme.
8- Arkadaşın için yalancı şahitlik etme.
9- Arkadaşının evine (haberi olmadan) göz atma.
10- Arkadaşının karısına göz koyma, kölesine,
cariyesine, Öküzüne, eşeğine ve sahibi olduğu her hangi birşeyi ele geçirme
arzusuna kapılma. Onu çekememekten sakın!
Alimlerin çoğu, bu on
emrin şu Kur' ân ayetlerinde kavram olarak yer aldığını söylemişlerdir:
«De ki: "Gelin
Rabbinizin size (neleri) haram kıldığını okuyayım: Ona hiç birşeyi ortak
koşmayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı
öldürmeyin; sizi de, onları da biz besliyoruz. Kötülüklerin açığına da,
kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymayın!
Düşünesiniz diye Allah size bunları tavsiye etti.
Yetimin malına
yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (onun malına) en güzel
biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda sar-fedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı
tam adaletle yapın. Biz, kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz.
Söylediğiniz zaman da akrabanız da olsa adalet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü
tutun. Hatırlayıp öğüt alasınız diye (Allah) bunları size tavsiye etti. İşte
benim doğru yolum bu, ona uyun. (Başka) yollara uymayın ki, sizi onun yolundan
ayırmasın! (Azabından) korunmanız için (Allah) size böyle tavsiye etti.»
(el-Enâm, ısı-153.)
On emirden sonra da
îsrailoğullanna zaman zaman çeşitli hükümler ve değerli bazı tavsiyeler
bildirildi. Bunlara bir zaman riayet ettiler. Ama daha sonra başkaldınp riayet
etmez oldular. Sonra bu hüküm ve tavsiyeleri değiştirip tahrif ettiler. Hatta
ortadan kaldırdılar. Meşru ve mükemmel hükümleri neshettiler! Oysaki bundan
önce de, bundan sonra da emir, Allah'ındır. O, dilediği gibi hükmeder.
İstediğini yapar. Bilesiniz ki, yaratma ve emir, Ona aittir. Âlemlerin Rabbi
olan Allah, kutlu ve yücedir. O, buyurmuş ki: «Ey İsrailoğullan, biz sizi
düşmanınızdan kurtardık ve Turun sağ yanında, (Musa'ya Tevrat'ı indireceğimizi)
size va'dettik; üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz
nzkm temizlerinden yeyin. Ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım
üzerinize iner. Kimin üstüne gazabım inerse artık o, (ateşe) düşmüştür. Ve ben,
tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı
elbette çok bağışlayıcıyımdır." (Tâ-Hâ, 80-83.)
Cenâb-ı Allah,
-kendilerini düşmanlarından kurtarıp zorluk ve
sıkıntının içinden
çıkarmakla İsrailoğullarına yapmış olduğu iyilik ve ihsanı hatırlatıyor. Tur'un
sağ taraflarına düşen yanında peygamberleri Musa ile konuşacağını onlara va'd
etmişti İd, dünya ve ahiretleri için kendi yararlarına olacak hükümleri ona
indirsin. Ekini ve davarı olmayan Tih sahrasına zorunlu sefer ettiklerinde
çekmekte oldukları zorluk ve sıkıntı durumunda gökten üzerlerine kudret helvası
yağdırmıştı. Her sabah uyandıklarında evlerinde kudret helvası görüyorlardı. O
gün, ertesi güne kadar kendilerine yetecek miktarda helvayı alıyorlardı. Daha
fazla alanmki bozuluyordu. Az miktarda alana ya da artmayacak kadar çok alana
yetiyordu. Ondan ekmek gibi |eyler yapıyorlardı. Çok beyaz ve tatlı idi. Günün
sonu olduğunda da üzerlerine sürü halinde bıldırcın kuşları geliyordu. Hiç
zorluk çekmeden, akşam yemeklerine yetecek kadar bıldırcın yakalıyorlardı.
Yaz mevsimi gelince
Cenâb-ı Allah, onları bir bulutla gölgelendirir-di. Bu bulut, onları güneşin
sıcağından ve göz alıcı ışığından korurdu. Nitekim Cenâb-ı Allah onlara
bahşetmiş olduğu nimetlerden şöyle bahsetmektedir: "Ey İsrailoğullan,
size verdiğim nimetimi hatırlayın. Bana verdiğiniz sözü tutun ki,ben de size
verdiğim sözü tutayım ve sadece benden korkun! Sizin yanınızda bulunanı
doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğuma inanın ve onu inkar edenlerin ilki
olmayın, benim ayetlerimi bir kaç paraya satmayın ve benden sakının.»
(el-Bakara, 40-41.)
Bundan sonraki
ayetlerde de Cenâb-ı Allah hep bu mevzudan bahseder ve bir kaç ayet sonra
gelen ayetlerde şöyle buyurur: «Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık ki
(onlar), size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlayıp
kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı ve bunda sizin için Rabbinizden büyük bir
imtihan vardı. Sizin için denizi yarmıştık, sizi kurtarmış ve Firavun ailesini
boğmuştuk; siz de bunu görüyordunuz. Musa ile kırk gece için sözleşmiştik.
Sonra siz onun ardından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz. (Kendinize böylece)
zulmediyordunuz. Bundan sonra da yine belki şükredersiniz, diye sizi
atfetmiştik. Yola gelesiniz, diye Musa'ya kitap ve Furkan (hak ile bâtılı
birbirinden ayıran ölçü) vermiştik. Musa, kavmine demişti ki:. "Ey kavmim,
sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin, yar atıcınız a
tevbe edin de nefisleriniz (in kötü duygularm)ı öldürün. (Ya da buzağıya
tapanları öldürün). Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. (Bu suretle
O), sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle bağışlayıcı, öyle
merhametlidir. Bir zaman da: "Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça gör medikçe sana
inanmayız." demiştiniz de derhal sizi yıldırım çarpmıştı; siz de bunu
görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi, ölümünüzün ardından tekrar
diriltmiştik. Bulutu üstünüze gölgelik çektik; size kudret helvası ve bıldırcın
indirdik: "Size verdiğimiz güzel nzıklar-dan yiyin." (dedik). Ama
onlar bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlardı.» (el-Bakara, 49-57.)
Bundan sonraki
ayetlerde de Cenâb-ı Allah hep bu mevzudan söz eder ve sonuçta şöyle buyurur:
«Bir zaman Musa, kavmi için su (yağmur) istemişti; "Değneğinle taşa
vur" demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırmıştı. Her bölük
kendi içecekleri pınarı bilmişti: "Allah'ın rızkından yiyin, için ve
yeryüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna) saldırmayın." (demiştik). Hani
siz demiştiniz ki: "Ey Musa! Biz bir yemeğe dayanamayacağız. Bizim için
Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından,
mercimeğinden, soğanından çıkarsın." (Musa): "İyi olanı, daha
aşağı"olana mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, orada size,
istediğiniz var." demişti. Üzerlerine alçaklık ve düşkünlük damgası vuruldu;
Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar
ediyorlar ve haksız yere peygamberleri Öldürüyorlardı. İsyana
daldıkları,sınırı aştıkları için bunu hak ettiler.» (ei-Bakara, 60-eı.)
Cenâb-ı Allah, onlara
kudret helvasıyla bıldırcın vererek in'am ve ihsanda bulunduğunu
İsrailoğullanna hatırlatıyor. Onlar, hiç zahmet çekmeden ve emek sarfetmeden bu
nimetlere kavuşuyorlardı. Kudret helvası, sabah erkenden evlerine yağıyordu.
Bıldırcınlar da akşam üzeri sürü halinde onlara gönderiliyordu. Cenâb-ı Allah
onlara su da fışkırttı. Musa, beraberlerinde taşımakta oldukları taşa,
değneğiyle vurunca taştan on iki gözede su fışkırdı. İsrail oğullarının her
boyuna bir gözeden su akıyordu. Sonra onlar için berrak bir su akmaya başladı.
O sudan alıp içiyor, hayvanlarını da Buluyorlardı. Kendi ihtiyaçları kadarını
da depoluyorlardı. Cenâb-ı Allah, onları sıcaktan korumak için, bir bulutla
gölgelendirmiş ti.
Bu, Allah'ın büyük bir
nimeti ve bol bir bağışıydı. Fakat onlar,bu nimet ve bağışın hakkını tam
olarak vermediler. Gereğince şükrünü ifa etmediler. Layıkı veçhiyle ibadet
etmediler. Sonra çokları sıkıntıya düşüp rahatsız olduklarım söylediler.
Kudret helvasıyla bıldırcın yerine, kendilerine yerin bitirdiği sebzelerden,
kabaktan, sarımsaktan, mercimekten ve soğandan verilmesini istediler. Böyle
demelerinden dolayı Musa (a.s.) onları şiddetle azarlayıp kınayarak şöyle dedi:
«İyi olanı, daha aşağı olana mı değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin;
orada size, istediğiniz var.» Yani bu nimetlerin yerine istediğiniz o şeyler,
irili ufaklı bütün şehirlerde yaşayan ahalinin sahib olduğu şeylerdir. Layık
olmadığınız bu mertebeden inip o şehirlere gittiğinizde, istemekte olduğunuz
o değersiz yiyecekler, kalitesiz gıda maddelerim bulacaksınız. Ama ben sizin bu
isteğinize icabet edecek değilim. İnat ve ısrarla açıkladığınız bu arzunuza
muvafakat edecek değilim.
Kendilerinden sadır
olan bu mezkûr sıfatların tamamı, onların yasaklara riayet etmediklerini
gösteriyor. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Ama bu hususta
taşkınlık etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner, kimin üstüne gazabım inerse,
artık o, (ateşe) düşmüştür.» (Tâ-hâ, sı.) Yani helak olmuş ve mahvolması hak
olmuştur. Yıkıp helak eden de Allah'tır. Böylesinin üzerine, zorlu kuvvetin
sahibi olan hükümdarın gazabı inmiştir!..
Fakat Cenâb-ı
Allah,kendisine yönelip tevbe edecek ve azılı şeytana uymayı sürdürmeyecek olan
kimseler için bu şiddetli tehdide, umut verici ifadeleri de bitiştirmiş tir.
«Ve Ben, tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye
karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır.»(Tâ-Hâ, 82.) [9]
Yüce Allah buyurdu ki:
«Musa ile otuz gece
(bana ibadet etmesi için) sözleştik ve buna (bu otuz geceye) on gece daha
kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı. Musa,
kardeşi Harun'a dedi ki: "Kavmim içinde benim yerime geç, ıslah et,
bozguncuların yoluna uyma." Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle
buluşmağa gelip de Rabbi on(unl)a konuşunca: "Rabbim, bana (kendini) göster,sana
bakayım!" dedi (Rabbi) buyurdu ki; "Sen beni göremezsin; fakat dağa
bak. Eğer o yerinde durursa, sen de beni göreceksin!" Rabbi dağa görününce
onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayılınca: "Sen yücesin, sana
tevbe ettim, ben inananların ilkiyim!" dedi. (Allah) buyurdu ki "Ey
Musa! Ben elçiliklerimle (verdiğim Tevrat sifirleriyle) ve konuşmamla seni
insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükre derilerden ol!" Öğüte
ve her şeyin açıklamasına dair ne varsa, hepsini Musa için levhalara yazdık:
"Bunları kuvvetle tut, kavmine de emret,bunların en güzelini tutsunlar.
(Gereğince amel etsinler); size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar
ettiğimi) göstereceğim!" Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri
ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de yine ona inanmazlar.
Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler; ama azgınlık yolunu görseler, onu yol
edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.
Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır.
Onlar, yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mi?» (el-A'râf, 142-147.)
Aralarında îbn Abbas
ile Mesruk ve Mücahid'in de bulunduğu selef ulemasından bir grup demişler ki:
Musa ile sözleşilen otuz gece, zilkade ayının tamamını içine alıyordu. Zilhicce
ayından da on gece eklenince, kırk gece tamamlanmış oldu.[10] Şu
halde Cenâb-ı Allah, kurban bayramının birinci gününde Musa ile konuşmuş
olmaktadır. Yine Öyle bir günde de Muhammed (s.a.v.)'in dinini tamamlayıp
hüccet ve burhanlarını ortaya sürmüştür.
Musa (a.s.) vadeyi
oruçlu olarak tamamladığında, kokmaya başlayan ağzının kokusunu güzelleştirmek
için ağaç kabuğu çiğnedi. Cenâb-ı Allah, on daha tutmasını emretti. Böylece
kırk gece tamamlanmış oldu. Bu nedenle bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
«Oruçlunun ağız
kokusu, Allah katında misk kokusundan daha-hoştur!»
Musa, Tur-i Sina'ya
gitmek için yola çıkarken, îsrailoğullarınm yönetimini kardeşi Harun'a
bıraktı. Seçkin, sevimli ve değerli, öz kardeşi, Allah yoluna davet etme
işindeki yardımcısı Harun'a tavsiyede bulunan emirler vardı. Musa'nın
mertebesi daha yüksek olduğu için ona emirler vermiştir. Emir alması, Harun'un
peygamberliğiyle ters düşmez.
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: «Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmağa gelip de Rabbi on(unl)a
konuşunca...» Yani perde arkasından onunla konuşunca... Hitabını ancak ona
işittirdi.. Ona seslendi.. Onunla konuştu.. Onu kendine yaklaştırdı. Bu yüksek
bir makam, şerefli bir mansıp, yüksek bir kale ve şerefli bir konaktır. Dünya
ve ahiret-te Allah'ın sonu gelmez salat-ü selamı onun üzerine olsun.
O, bu yüksek makama ve
bu şerefli mertebeye ulaşıp Allah'ın hitabım işitince, kendisiyle Rabbi
arasındaki perdelerin kaldırılmasını istedi. Gözlerin kendisini görmekten aciz
kaldığı, burhanı kuvvetli olan Ulu Rabbine dedi ki: «Rabbim! Bana (kendim)
göster, sana bakayım.» (Rabbi) buyurdu ki: «Sen beni göremezsin!»
Sonra Cenâb-ı Allah,
kendisinin tecelli edip görünmesi halinde Musa'nın dayanamayacağını açıkladı.
Çünkü ondan daha iri, daha sabit ve daha kuvvetli olan dağ bile, Rahman olan
Allah'ın tecellisi ve görünmesi anında yerinde duramayacak ve paramparça
olacaktı. Bu nedenle Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Fakat dağa bak. Eğer o yerinde
durursa,sen de beni göreceksin.»
Eski kitaplarda
nakledildiğine göre Cenâb-ı Allah ona şöyle demiş: «Ey Musa! Beni gören bir
canlı mutlaka ölür. Beni gören cansız bir cisim de mutlaka yerinde duramayıp
yuvarlanır!»
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde yer alan bir hadiste, Ebu Musa (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Allah'ın perdesi
nurdur -bir rivayete göre ateştir- Eğer o perdeyi açacak olursa, yüzünün
nurları, yaratıklarından gözünün görebildiği kadarını yakar!»
«Gözler onu göremez.»
(ci-En'âm, 103.) Ayet-i kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbas şöyle demiştir:
«Bu, Allah'ın bir şeye göründüğü zaman o şeyin yok olmasına sebeb olan
nurudur.»[11]
Bu sebeple Cenâb-ı
Allah şöyle buyurmuştur:
«Rabbi dağa görününce
onu darmadağın etti ve Musa da baygın düştü. Ayıhnca: «Sen yücesin, sana tevbe
ettim. Ben, inananların ilkiyim.» dedi.»
Mücahid'in tefsirinde
ise şu ifadeler yer almaktadır: «Fakat dağa bak. Eğer yerinde durursa beni
göreceksin.» Çünkü dağ, senden iri ve büyük olup, sana nispetle yaratılışça da
kuvvetlidir. «Rabbi dağa görününce...» O da dağa baktı. Dağın, yerinde
duramayıp sarsıldığını ve darmadağın olduğunu gördü. Dağı bu vaziyette görünce
de düşüp bayıldı.
İbn Kesir tefsirimizde
de naklettiğimiz gibi İmam Ahmed ile Tirmizî, Enes (r.a.)'in şöyle dediğim
rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) «Rabbi dağa görününce onu paramparça
etti.» ayetini okuyun-ca,baş parmağının ucunu serçeparmağınm uçtaki mafsalının
üzerine koyarak: «İşte şu kadarcık tecelli etti ve dağ (darmadağın olup yerin
dibine) battı.» dedi.
Süddî, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cenâb-ı Allah'ın azametinden ancak serçe
parmak kadarı dağa göründü; dağı paramparça etti, toprak haline getirdi. «Musa
düşüp bayıldı.» Katade: «Öldü.» demişse de doğru olan, bayılmış olmasıdır.
«Ayılmca da: 'Sen yücesin» dedi. Yani senin azametini görmek insanlar için
mümkün değildir. «Sana tevbe ettim.» Artık bundan böyle seni görme talebinde
bulunmayacağım. «Ben, inananların ilkiyim." Seni gören bir canlının
mutlaka öleceğine, seni gören cansız bir cismin de yerinde duramayıp yuvarlanacağına
inananların ilkiyim.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde yer alan ve Ebu Said el-Hudrî'den rivayet edilen bir hadiste
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Peygamberler arasından beni (onlara
üstün tutup) seçmeyin. Kıyamet gününde insanlar düşüp bayılacaklardır. İlk
ayılan ben olacağım. Ama bir de göreceğim ki Musa, Arşın ayağına tutunup
duruyor. Bilemem, benden önce mi ayılmıştır. Yoksa Tur'daki bayılmasının
karşılığını mı görmüştür?» Bu rivayetin lafzı Buharî'ye aittir. Baş tarafında
da «Hayır.. İnsanların üzerine Musa'yı seçene andolsun ki..» diyerek yemin eden
ve Ensâr'dan biri tarafından tokatlanan bir Yahudi'nin kıssası yer almaktadır.
Bu olayı duyan Rasûlullah (s.a.v.) o zaman şöyle buyurmuştur: «Peygamberler
arasından beni (onlara üstün tutup) seçmeyin!»[12]
Hz. Peygamber,
tevazuundan dolayı böyle buyurmuştur. Ya da insanların öfke ve asabiyete
kapılarak peygamberlerin birini, diğerlerine üstün tutmalarını önlemek için bu
ifadeyi kullanmıştır. Ya da: «Peygamberlerin birini diğerlerine üstün kılmak,
sizin yapabileceğiniz bir iş değildir. Onları birbirlerine nispetle üstün
derecelere sahip kılan,ancak Allah'tır. Bu da sadece rey ile değil, ancak
Allah'ın tevfiki ile olacak bir iştir!» demek istemiştir.
Peygamber Efendimiz bu
sözü; "Kendisinin diğer peygamberlerden üstün olduğunu bilmeden Önce
söylemiştir. Kendisinin onlardan üstün olduğunu anlamasından sonra bu sözü
neshedilmiştir." diyen kimsenin sözü üzerinde tartışılabilir. Çünkü
yukarıdaki hadisi, Ebu Said ile Ebu Hüreyre rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre ise
ancak Huneyn savaşından sonra Medine'ye hicret etmiştir. Peygamber
Efendimiz'in, bu hadisi en azından Huneyn savaşından sonra söylemiş olduğu
kesindir. Diğer peygamberlerden üstün olduğunu, daha önce değil de Huneyn
savaşından sonra anlamış olması, akim kabul edeceği bir şey değildir. Doğrusunu
Allah bilir. Hz. Peygamberin, insanlığın, hatta tüm yaratıkların en şereflisi
olduğu hususunda şüphe yoktur. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Siz, insanlar için
çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz.» (Âi-i îmrân, ııo.) İslâm ümmeti de
ancak peygamberleri Hz. Muhammed'in şerefi sayesinde mükemmel bir ümmet
olabilmiştir. Ayrıca onun şöyle buyurduğu da tevatür yoluyla sabit olmuştur:
«Kıyamet gününde ben,
ademoğlunun efendisiyinı. Bununla da
övünmüyorum.»
Böyle buyurduktan
sonra da, öncekilerle evvelkilerin gıpta ettikleri şefaat-i kübra makamının,
sadece kendisine mahsus olduğunu anlatmıştır ki Nuh, İbrahim, Musa ve
Meryemoğlu İsa gibi (Ulu'1-azm) azm sahibi peygamberler başta olntak üzere bütün
nebi ve mürseller, bu büyük makama yaklaşmaktan kaçınmışlardır.[13] Bir
başka hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuşlardır: «(Kıyamet gününde
İsrafil'in Sur'a üflemesi nedeniyle düşüp bayılanlar arasında) ilk ayıian, ben
olacağım. Ayılmca da Musa'nın, Arş'in ayağına tutunmuş olduğunu göreceğim.
Bilemem; benden Önce mi ayılmıştır, yoksa Tur'daki bayılıp düşmesinin karşılığı
olarak mı (benden önce) ayılmıştır?»
Bu hadis, Cenâb-ı
Allah'ın kulları arasında yargıda bulunmak maksadıyla kıyamet meydanında tecelli
edip göründüğü esnada, yaratıkların onun şiddet, heybet ve azameti karşısında
düşüp bayılacaklarını, aralarında peygamberlerin sonuncusu, göklerle yerin
Rabbi tarafından diğer peygamberlere üstün kılınıp seçilen Hz. Muhammed'in ilk
olarak ayılacağmı kanıtlamaktadır. Ne var ki o, ayıldığmda Musa'nın, kendisinden
daha Önce ayılıp Arş'm ayağını tutmuş vaziyette durduğunu görecektir. Doğru
konuşan ve sözü doğrulanmış olan Peygamber Efendimiz, buna değinerek şöyle
buyurmuştur: «Bilemem; benden Önce mi bayılıp ayılmıştır?» Yani baygınlığı
hafif şiddette olduğu için benden önce ayılmış olmalıdır. Çünkü Rabbin dağa
tecelli etmesi nedeniyle dünyadayken de Musa, düşüp bayılmıştı. «Yoksa Tur'daki
bayılıp düşmesinin karşılığı olarak mı (tam olarak bayılmamış ve dolayısıyla)
benden önce ayılmıştır?»
Evet, bu hadiste bu
balamdan Musa için büyük bir şeref vardır. Ama bu şeref, onun Hz. Peygamber'den
her bakımdan üstün olmasını gerekli kılmaz. İşte bu sebeple Hz. Peygamber, bu
vasfı ile Musa'nın şerefli ve faziletli olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü
«Hayır, Musa'yı seçip tüm insanlığa üstün kılan Allah'a and olsun ki...» dediği
zaman Yahudi'nin birini tokatlayan bir Müslümanm bu hadisle dikkatini
çekmiştir. Çünkü o Müslümanm bu davranışı, olayı seyredenler nazarında Hz. Musa'yı
küçük düşürecekti. Bu sebeple Hz. Peygamber, Musa'nın şeref ve faziletini
açıklamıştı. Cenâb-ı Allah da Musa'nın faziletiyle ilgili olarak şöyle
buyurmuştur: «Ey Musa! Ben elçiliklerimle (verdiğim Tevrat sifir-leriyle) ve
konuşmamla seni insanların basma seçtim.» (cl-A'râf, 144.) Yani, daha önceki
zamanlar için değil de, sadece içinde bulunduğun zamanda seni insanların başına
seçtim. Daha önceki zamanlar için olamaz.. Çünkü senden önce gelmiş olan
İbrahim Halil (a.s.), senden üstündür. Senden sonraki zamanlar için de
olamaz.. Çünkü senden sonra gelecek olan Muhammed (s.a.v.), her ikinizden de
üstündür. Nitekim onun, bütün nebi ve mürsellerden daha şerefli olduğu, İsrâ
gecesinde açıklanmıştı. Ayrıca kendisinin de şöyle buyurduğu sabittir:
«Öyle bir makamda
bulunacağım ki, İbrahim dahil, bütün halk bana gıpta edecektir.»
Cenâb-ı Allah da
Musa'ya hitaben şöyle buyurmuştur: «Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.»
Sana verdiğim Tevrat levhalarını ve seninle yaptığım konuşmaları al. Daha
fazlasını isteme ve buna karşı şükredenlerden ol. «Öğüte ve her şeyin
açıklamasına dair ne varsa, hepsini Musa için levhalara yasdık.»Levhalar, nefis
cevherdendi. Sahih hadiste Duyurulduğuna göre Cenâb-ı Allah, Musa için Tevrat'ı
kendi eliyle yazmıştır. Onda, günahlardan caydırıcı öğütler vardır. İnsanların
bilme ihtiyacında oldukları her türlü helal ve haramın açıklaması vardır. «Bunları
kuvvetle tut.» Azimle, güçlü ve samimi bir niyetle tut. «Kavmine de emret;
bunların en güzelini tutsunlar.» Yani bu hükümleri çok güzel bir şekilde yerli
yerine koysunlar. «Size, yoldan çıkmışların yurdunu (nasıl tarumar ettiğimi)
göstereceğim!» Bana itaat etmeyip emrime muhalefet eden ve elçilerimi
yalanlayanların akıbetini göreceksiniz. «Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri,
ayetlerimden (onları anlayıp aklet-mekten) uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti
görseler de (her mucize ve harikayı müşahede etseler de) yine ona inanmazlar.
Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. (Ona tâbi olmazlar). Ama azgınlık
yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi yalanladılar. Ve
onları umursamaz oldular.» Yani ayetlerimizi yalanladıkları, onları umursamaz
oldukları, onları tasdike yanaşmadıkları, manaları üzerinde düşünmedikleri ve
gereğince amel etmedikleri için onları anlamaktan uzaklaştıracağım!
«Ayetlerimizi ve
ahirete kavuşmayı yalanlayanların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar, yalnız
yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mı?» [14]
Yüce Allah buyurdu ki:
«Musa kavmi, kendisin (in, Rabbi ile mülakata gitmesin) den sonra kendilerinin
zinet takımlarından yapılmış, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye)
benimsediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine konuşuyor, ne de onlara yol
gösteriyor? Onu benimsemediler ve zalimler (den) oldular. Ne zaman ki
(pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin
gerçekten sapmış olduklarını gör(üp anla)dılar. Dediler ki: "Eğer
Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan
oluruz!" Musa, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce: "Benden
sonra arkamdan ne kötü işler yaptımz? Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele mi
ettiniz?" dedi. Levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine
doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anamın oğlu, dedi. Bu insanlar beni
hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) düşmanları bana güldürme.
Beni, bu zalim kavimle beraber tutma!"
(Musa): "Rabbim!
Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine sok. Merhametlilerin en
merhametlisi sensin!" dedi.
Buzağıyı (tanrı diye)
benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir Öfke ve dünya hayatında bir alçaklık
erişecektir! İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız. Ama kötülükler
yaptıktan sonra ardından tevbe edip, inananlar (a karşı), muhakkak ki Rabbin, o
(tevbe ve ima) ndaii sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir. Öfkesi dinince
Musa, levhaları aldı. Onlardaki yazıda Rablerinden korkanlar için yol gösterme
ve rahmet vardl.» (el-Atâf, 148-154.)
«"Seni kavminden
çabucak ayrıl (ip gel) meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp
geldin) ey Musa?" (dedik.) Dedi: "Onlar benim arkamdan geliyorlar. Ya
Rabbi, razı olasın diye sana çabuk geldim." (Allah): "Biz senden
sonra kavmini sınadık. Samirî, onları saptırdı." dedi. Bunun üzerine Musa,
çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey kavmim, dedi. Rabbiniz
size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) süre(m) mi size uzun geldi?
Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana
verdiğiniz sözden caydınız, (Beni izleyip gelmediniz)?" Dediler ki:
"Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. Fakat o milletin
(Mısırlıların) süs (eşyas)ından bize yükletil (ip taşıtıl) mıştı. Onları
(ateşe) attık. Aym şekilde Samirî de attı."
Samirî onlara,
böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki: "Bu sizin
tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır. Fakat o unuttu (da gitti. Tanrıyı Tûr
3'öresinde arıyor)." Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı),kendilerine bir
söz söyleyemez. Ne bir zarar, ne de yarar veremez? Önceden Harun, kendilerine:
"Ey kavmim, andolsun ki siz bununla fitneye düşürüldünüz (sınandınız).
Rabbiniz, çok esirgeyen (Allah) dır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat
edin!" demişti. (Hayır) dediler: "Musa bize dönünceye kadar buna
tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!" (Musa): "Ey Harun! Onların saptıklarını
gördüğün zaman sana ne engel oldu? . Neden bana uymadın? Emrime karşı mı
geldin?" dedi. (Ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı. Harun):
"Ey anamın oğlu! Sakalımı ve başımı tutma. Ben, senin:
"İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın ve sözümü tutmadın"
demenden korktum da onun için idare yoluna gittim." (Bu defa Musa,
Samirî'ye döndü): "Ey Samirî, ya senin kasdın nedir? (Nedir bu yaptığın
senin?)" dedi.
(Samirî): "Ben,
onların görmediklerini gördüm. O elçinin (Cebrail'in) ayak bastığı yerden bir
avuç (toprak) aldım. Onu (eritilmiş mücevheratın içine) attım. Nefsim bana
böyle (yapmayı) hoş gösterdi." dedi.
(Musa: "Defol)!
Git dedi. Artık hayat boyunca sen:" Bana dokunmayın" diyeceksin.
(Kime dokunsan o, hummaya yakalanacaktır. Onun için devamlı olarak: Bana
dokunmayın, diyeceksin. Yalnız başına kalacaksın. Ahirette de) sana va'dedilen
bir ceza var ki ondan asla şaşınlma-yacaksm. (Mutlaka o cezanı tam zamanında
bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız. Sonra onu
ufalayıp denize sa-vuracağız. Tanrınız, ancak kendisinden başka tanrı olmayan
Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır."» (Tâ-Hâ, 83-98.)
Cenâb-ı Allah,
Musa'nın kararlaştırılan vakitte Rabbi ile mülakat için Tura gidişi, orada
kalıp Rabbiyle konuştuğu, ona bir çok sorular sorup cevaplar aldığı süre
zarfında İsrailoğullarının neler yapmış olduklarım yukarıdaki ayetlerde
anlatıyor.
İsrailoğullarmdan
Harun es-Samirî denen bir adam, onların Mısırlılardan iğreti olarak almış
oldukları mücevherleri ellerinden alıp ateşte eritti; onunla bir buzağı heykeli
yaptı. Heykelin içine de, Cebrail'in atının ayağının bastığı yerden bir avuç
toprak alıp atmıştı. Cenâb-ı Allah'ın, Cebrail vasıtasıyla Firavun'u denizde
boğduğu günde Samirî, Cebrail'in atının ayak bastığı yerden bir avuç toprak
almıştı. Bu toprağı, buzağının heykeli içine atar atmaz, heykel, gerçek buzağı
gibi böğürmeye başlamıştı.
Katade ve diğerlerinin
anlattıklarına göre heykel; etli, kemikli, kanlı, canlı gerçek bir buzağıya
dönüşüp böğürmeye başlamış. Arka tarafındaki bir delikten giren rüzgarın,
heykelin ağzından çıkarken inek böğürmesi gibi bir ses çıktığını söyleyenler de
olmuştur. Bu sesi duyduklarında îsrailoğulları, heykelin etrafında sevinç
gösterileri yaparak oynamaya başlarlarmış. "Bu, sizin tanrınız ve Musa'nın
tannsıdır. Ama o unuttu." dediler. Yani bu tanrısını burada bizim
yânımızda unuttu. İşte tanrısı buradadır, dediler.
Oysaki Allah, onların
bu söylediklerinden çok üstündür, onun isim ve sıfatlan kutsaldır. Bağış ve nimetleri
kat be kat fazladır.
Cenâb-ı Allah, onların
tuttukları yolun yanlış olduğunu, nihayet bir hayvan ya da lanetli şeytan olan
buzağıyı tanrı edinmelerinin de bâtıl olduğunu açıklarken şöyle buyurmuştur:
«Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı), kendilerine bir söz söyleyemez; ne bir
zarar, ne de bir yarar veremez.» (Tâ-Hâ, 89.)
«Görmediler mi ki o,
ne kendilerine konuşuyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve
zalimler (den) oldular.» (ei-A'râf, 148)
Anlatıldığına göre o
hayvan (buzağı) ne konuşur, ne de cevap verirmiş; ne fayda, ne de zarar
verirmiş.
Doğru yolu da
gösteremezmiş. Buna rağmen onlar, kendi nefislerine yazık ederek onu tanrı
edinmişler ve tuttukları cehalet ile sapıklık yolunun da bâtıl yol olduğunu
bile bile o buzağıya tapmışlar.
- «Ne zaman ki
(pişmanlıklarından ötürü) başları ellerinin arasına düşürüldü ve kendilerinin
gerçekten sapmış olduklarını gör (üp anla) dılar, dediler ki: «Eğer Rabbimiz
bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğrayanlardan oluruz!»
(el-A'râf, 149.)
Musa Tur'dan dönüp
İsrailoğullarının yanına gelip buzağıya tapmakta olduklarını görünce, elinde
bulunan Tevrat yazılı levhaları yere bıraktı. Ehl-i Kitabın anlattıklarına göre
o levhaları kırmış, yerlerine ona, başka levhaları Allah vermiş. Fakat Kurân-ı
Kerîm'de Musa'nın o levhaları kırdığını bildiren ifadelere rastlanılmamaktadır.
Ancak onların sapıklıklarını gözleriyle gördüğünde, elindeki levhaları
bırakarak onlara ve kardeşine çıkışmıştır. Ehl-i Kitap kaynaklarında
anlatıldığına göre Tevrat'ın yazılı olduğu levhalar iki taneymiş. Ama
Kur'an'da anlatıldığına göre müteaddit levhalar imiş. Musa, kavminin buzağıya
tapmakta oldukları haberini Allah'tan duyduğunda pek o kadar etkilenmemişti.
Bunun üzerine Allah, gidip durumu kendi gözleriyle görmesini ona emretmişti.
Bu sebepledir M, bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: «Haber, gözle
görmek gibi değildir.»[15]
Tevrat'ın yazılı
olduğu levhaları yere bıraktıktan sonra Musa (a.s.), buzağıya tapmakta olan
İsrailoğullarına yönelerek onları şiddetle azarlayıp kınadı, bu çirkin
hareketlerinden Ötürü onları ağır bîr dille ayıpladı. Onlarsa, asılsız
mazeretler ileri sürüp şöyle dediler: «O milletin (yani Mısırlıların) süs
(eşyas)ından bize yükletil(ip taşıtıl)mışti. Onları (ateşe) attık. Aynı
şekilde Samirî de attı.»
Firavun milletinin
mücevherlerini mülk edinmenin doğru olmadığı gerekçesiyle o mücevherleri ateşe
attıklarını, onların eriyiğiyle buzağının yapıldığını söyleyerek
haklılıklarına dair bahaneler ileri sürdüler. Oysaki Cenâb-ı Allah o mücevherleri
almalarım emretmiş ve onları kendilerine mubah kılmıştı. Halbuki kahredici güce
sahip olan, hiç birşeye ihtiyacı olmadığı halde "her şeyin kendisine
muhtaç bulunduğu bir ve tek olan Allah ile birlikte, böğürmesi olan buzağıya
tapma hususunda amelsizlik, akılsızlık ve bilgisizliklerini mazeret olarak
ileri sürmeleri gerekirdi.
Bundan sonra Musa,
kardeşi Harun'a dönerek şöyle dedi: «Ey Harun! Onların saptıklarını gördüğün
zaman sana ne engel oldu? Neden bana uymadın?» Onların bu yaptıklarını gördüğünde
niye bana uymadın, benim gittiğim yoldan gitmedin ve bunların yaptıklarım bana
bil-dirmedin?
Harun ise şu karşılığı
verdi: «"îsrailoğullan arasında ayrılık çıkardın" demenden korktum.»
Onları bırakıp ta, yaptıklarını bana haber vermek için bana geldin, öyle mi?
demeyesin diye işi idare ederek geçiştirmeye çalıştım. Çünkü onları idare
etmem için beni kendi halefin olarak bırakmıştın. Bunun üzerine Musa: «Rabbim!
Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi rahmetinin içine sok. Merhametlilerin en
merhametlisi sensin, dedi» (el-A'râf, 151.)
Gerçekten de Harun
(a.s.), onları bu kötü işten vazgeçirmek için çok uyarılarda bulunmuş ve onları
şiddetle menetmişti.
«Önceden Harun,
kendilerine: "Ey kavmim! Andolsun ki siz bununla fitneye düşürüldünüz
(sınandınız)." demişti. Yani Cenâb-ı Allah'ın bu buzağının yapılışı ile
bunu böğüren bir cisim haline getirmesi, sizi, sadece sınamak içindir.
«Rabbiniz, (bu buzağı değil de) o çok esirgeyen (Allah)dır. (Gelin şu
söylediğim hususlarda) bana uyun. Emrime itaat edin.» (Hayır) dediler: «Musa
bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!»
Cenâb-ı Allah,
Harun'un onlara ikazda bulunduğuna tanıklık etmektedir: «Şahid olarak Allah
yeter!» (ei-Fetih, 28.)
Harun, onları buzağıya
tapmaktan menetmişti. Ama onlar ona itaat edip de uymamışlardı. Bütün
bunlardan sonra Musa(a.s.), Samirî'ye dönüp şöyle dedi: «Ey Samirî, ya senin
kastın nedir?» Bu işleri yapmaya seni iten sebep nedir? Samirî, «Onların
görmediklerini gördüm.» dedi Cebrail'in bir ata bindiğini gördüm. «Elçinin
(Cebrail'in atının) ayak bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım.»
Bazı rivayetçilerin
anlattıklarına göre Samirî, Cebrail'in atının bastığı yerlerin yeşerip
otlandığım görmüş. Bu sebeple de atının bastığı yerden bir avuç toprak alarak
buzağı heykelinin içine atmış ve olanlar olmuş. Bunun için de o şöyle demiş:
«Onu (toprağı, eritilmiş mücevheratm içine) attım. Nefsim bana böyle (yapmayı)
hoş gösterdi» (Musa: «Defol! Git, dedi. Artık hayat boyunca sen: "Bana
dokunmayın" diyeceksin. Kime dokunsan o hummaya yakalanacak» Bu Musa'nın
ona yaptığı bir bedduaydı. Çünkü o, ellememesi gereken toprağı ellemişti. Bu,
onun dünyadaki cezasıydı. Ahiret için de ona bir ceza va'detmiş ve şöyle demişti.
«Sana va'dedilen bir ceza var ki, ondan asla şaşırılmayacaksm.» Yani o cezayı tam
zamanında bulacaksın. «Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız.
Sonra onu ufalayıp denize savuracağız!»
Böyle dedikten sonra
Musa o buzağıya yöneldi; onu tutup yaktı. Katade ve diğerlerinin dediklerine
göre onu ateşle yakmıştır. Ali, İbn Abbas've diğerlerinin dedikleri gibi onu
buz gibi soğuk şeylerle yakmıştır. Ehl-i Kitap da bu görüştedir. Yaktıktan
sonra külünü denize savur-muştur. Küllerini savurduğu denizden su içmelerini
İsrailoğullarma emretti. Suyu içenlerden, buzağıya tapmış olanların dudaklarına
kül bulaştı. Bazı rivayetçilerin naklettiklerine göre, buzağıya tapmış olanların
renkleri sararmıştır.[16]
Cenâb-ı Allah,
Musa'nın onlara şöyle dediğini haber veriyor: «Tanrınız, ancak kendisinden
başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.»
«Buzağıyı (tanrı diye)
benimseyenlere, muhakkak Rabblerinden bir öfke ve dünya hayatında bir alçaklık
erişecektir! İşte biz, iftiracıları böyle cezalandırırız.» (el-A'râf, 152.)
Gerçekten de Cenâb-ı
Allah, iftiracıları cezalandırmıştır. Sonra da yaratıklarına olan rahmetini ve
yumuşak huyunu, tevbelerini kabul buyurmakla da kullarına olan iyilik ve
ihsanını haber veriyor: «Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip
inananlar (a karşı), mu-hakak ki Rabbin, o (tevbe ve ima) ndan sonra, elbette
bağışlayan, esirgeyendir.» (el-A'râf, 153.)
Lakin Cenâb-ı Allah,
buzağıya tapanların tevbelerini ancak onların öldürülmeleri ile kabul
buyurmuştur. Nitekim buyurmuş ki: «Musa, kavmine demişti ki: "Ey kavmim,
sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin yaratıcınıza
tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha
iyidir. (Böylece O) sizin tev-benizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle
bağışlayıcı, öyle merhametlidir.» (el-Bakara, 54)
Denilir ki bir sabah
uykudan uyandıklarında, İsrailoğullarımn puta tapmamış olanları kılıçlarına
sarıldılar. Cenâb-ı Allah, üzerlerine yağmur misali keler yağdırdı. Öyleki
akraba akrabayı,hısım hısımı tanımaz hale gelmişti. Sonra bu kılıçlı kimseler,
buzağıya tapanlara yönelmiş, onları tırpan gibi biçip öldürmüşlerdi. Rivayete
göre bir sabah, onlardan 70.000 kişi öldürülmüştür. Sonra Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
«Öfkesi dinince Musa,
levhaları aldı. Onlardaki yazıda, Rabblerinden korkanlar için yol gösterme ve
rahmet vardı.» (el-A'râf, 154.)
Ayet-i kerimede geçen
«Onlardaki yazıda» sözünü bazı kimseler, Tevrat levhalarının kırılmış olduğuna
dair bir delil kabul etmişlerdir. Ancak bunun bir delil olması, kesin değildir.
Bu lafızda, levhaların kırıldığına dair bir delil görülmemektedir. Doğrusunu
Allah bilir.
Fitnelerden bahseden
bir hadiste İbn Abbas şöyle demiştir: İsrailoğullarmm buzağıya tapmaları,
onların denizden çıkmalarından sonra olmuştur. Buzağıya tapmak, onlardan
beklenmeyen bir şey değildir. Çünkü denizden çıktıktan sonra: «Ey Musa! Nasıl
ki onların tanrıları var, bizim için de bir tanrı yap.» demişlerdi.
Ehl-i Kitap
kaynaklarında da böyle anlatılır. Kudüs taraflarına gelmeden Önce buzağıya
tapmaya başlamışlardı. İsrailoğulları, içlerinden buzağıya tapanları Öldürmekle
emrolunduklarmda; ilk günde 3000 kişiyi öldürmüşlerdi. Sonra Musa,
bağışlanmaları için Rabbine gitti. Rab-bi de, kutsal toprağa girmeleri şartıyla
onları bağışladı.
«Musa, tayin ettiğimiz
(buluşma) vakt(i) için kavminden yetmiş adam seçti. (Onlar Allah'ı açıkça
görmek istediler. Bunun üzerine) onları bir sarsıntı tutunca (hepsi baygın
düştüler. Musa) dedi ki: "Rabbim, dileseydin bunları da beni de daha önce
helak ederdin. İçimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helak mı
edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka birşey değildir. Onunla dilediğini
saptırırsın, dilediğine yol gösterirsin. Seti bizim velîmizsin,bizi bağışla,
bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin! Bize bu dünyada da iyilik yaz.
Ahirette de. Biz sana yöneldik.»
(Allah) buyurdu ki:
«Azabıma dilediğimi uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu,
korunanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.» Onlar ki,
yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçi'ye, o ümmi
peygamber'e uyarlar. O (peygamber) ki,kendilerine iyiliği emreder, kötülükten
kendilerini men'eder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.
Üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarmdaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan,
destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen
nura uyanlar. İşte felaha erenler onlardır. (el-A'râf, 155-157.)
Süddî ve îbn Abbas'm
anlattıklarına göre Musa'nın seçmiş olduğu yetmiş kişi,İsrailoğullarımn
bilginleriydiler. Beraberlerinde Musa, Harun, Yuşa', Nazab ve Ebiho da vardı.
Kavimlerinden olup buzağıya tapanlar namına Özür beyan edip af dilemek için
Musa (a.s.) ile beraber Tur-u Sina'ya gittiler. Gitmeden önce temizlenip
gusletmek ve güzel koku sürünmekle emrolundular. Tur dağına yaklaştıklarında dağın
üstü bulutla kaplıydı. Bulutun içinde nurdan bir sütun vardı. Musa, bu
haldeyken dağa çıktı.[17]
İsrailoğuliarı dağda
Allah'ın konuştuklarını duyduklarını soyle-mişiei'dir. Onların bu sözlerine bir
gurup tefsirci de katılmıştır. Cenâb-ı Allah'ın şu kavlini de buna
yormuşlardır: «Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın sözünü işitirlerdi
de düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.» (ei-Bakara,
75.)
Yalnız yukarıdaki
ayeti, bu manaya yormak zorunlu değildir. Çünkü bir ayette Cenâb-ı Allah şöyle
buyurmuştur: «Sonra ona eman ver ki Allah'ın sözünü işitsin.» (et-Tevbe, 6.)
Yani tebliğciden işitsin. İşte İsrailoğulları da Allah'ın sözlerini, tebliğdi
Musa'dan işitmişlerdi. Ayrıca İsrailoğulları, Musa'nın seçtiği yetmiş kişinin
Allah'ı gördüklerini sanmışlardı. Bu da onların yanlışlıklarından biridir.
Çünkü onlar, Allah'ı görmek istediklerinde bir sarsıntıya yakalanmışlardı.
Nitekim Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
«Bir zaman da:
"Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız." demiştiniz
de derhal sizi yıldırım çarpmıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki
şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından
tekrar dİriltmİŞtîk.»
(el-Bakara, 55-56.)
«Onları bir sarsıntı
tutunca (hepsi baygın düştüler. Musa) dedi ki: «Rabbim! Dileseydin bunları da
beni de daha önce helak ederdin.» (el-A'râf,155.)
Muhammed b. îshak dedi
ki: Musa, îsrailoğullarından iyilikleri sırasına göre yetmiş kişi seçti. Sonra
onlara şöyle dedi: «Hemen Allah'a gidin. Yaptıklarınızdan ötürü O'na tevbe
edin. Ardında bıraktığınız kavminizin bağışlanmasını da dileyin. Allah'ın
huzuruna çıkmadan önce oruç tutun, yıkanıp temizlenin. Elbiselerinizi de
yıkayıp temizleyin.» Rabbinin belirlediği vakitte huzuruna çıkmaları için,
onları Tur dağına götürdü. Rabbinin izni ve bilgisi olmadan Musa, Tur dağına
gitmezdi. O yetmiş kişi, Musa'dan Allah'ın konuşmasını işitmek istediler. Musa
da, 'Yaparım." dedi. Dağa yaklaşınca dağı bir bulut kapladı. Musa daha
da yaklaştı. Bulutun içine
girdi ve beraberindekile-re: "Yaklaşın." dedi.
Rabbi kendisiyle konuştuğunda alnına parlak bir nur gelirdi. Ademoğullarmdan
hiç biri, ona bakacak gücü kendinde bulamazdı. Bu defa da Rabbiyle konuşurken
kendisiyle beraberindeki arkadaşlarının arasına perde konuldu.
Beraberindekiler dağa yaklaştılar. Nihayet bulutun içine girdiler. Hemen
secdeye kapandılar. Cenâb-ı Allah'ın Musa'ya söylediklerini duydular. Ona:
«Şunu yap, bunu yapma» şeklinde emir ve yasaklar veriyordu.
Cenâb-ı Allah
konuşmasını tamamlayanca bulut açıldı. Musa, arkadaşlarına yöneldi. Yanlarına
geldi. «Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız!» dediler. Bunun
üzerine onları sarsıntı yakaladı.Kendilerini yıldırım çarptı. Canları telef
oldu. Topluca Öldüler. Bunun üzerine Musa, Rabbine yalvarıp yakararak şöyle
dedi: «Rabbim! Dileseydin, bunları da beni de daha önce helak ederdin.
İçimizden bazı beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi helak mi edeceksin?»
Yani içimizden buzağıya tapan beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi sorguya
çekme. Doğrusu biz, onların yaptıklarından uzağız.
İbn Abbas, Mücahid,
Katade ve İbn Cüreye dediler ki: Cenâb-ı Allah'ı açıkça görmek isteyen
İsrailoğulları bir sarsıntıya yakalandılar. Çünkü onlar, kavimlerini buzağıya
tapmaktan menetmemişlerdi.
Musa: «Bu (iş) senin
fitnenden başka birşey değildir.» dedi. Yani bu, senin imtihan edip sınamandan
başka birşey değildir. Bunu takdir eden de sensin. Buzağıya tapmalarını, onları
imtihan edip denemek için icad eden de sensin, dedi. «Önceden Harun,
kendilerine: «Ey kavmim! Andol-sun ki siz bununla fitneye düşürüldünüz
(sınandınız).» demişti. Bu nedenle Musa da, Rabbine şöyle demişti: «Onunla
(sınamanla) dilediğim saptırırsın, dilediğine de doğru yolu gösterirsin.» Hüküm
ve irade senindir. Hüküm ve yargına mani olacak, karşı duracak kimse yoktur.
«Sen bizim velimizsin, bizi bağışla. Bize acı! Sen bağışlayanların en iyisisin!
Bize bu dünyada da iyilik yaz, ahirette de. Biz sana yöneldik.» (ei-A'râf,
155-156)
Tevbe edip sana
yöneldik. (Allah) buyurdu ki: «Azabıma, dilediğimi uğratırım. Rahmetim ise, her
şeyi kuşatmıştır.» Yaratıp takdir ettiğim işlerden biri ile dilediğim kimseyi
azabıma çarptırırım. «Rahmetim ise, herşeyi kuşatmıştır.» Nitekim Buharî ile
Müslim'in sahihlerinde yer alan bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: «Cenâb-ı Allah göklerle yeri yaratma işini tamamladıktan sonra bir
yazı yazdı. Bu yazı, O'nun yaranda ve Arş'm üstündedir.» «Doğrusu, benim
rahmetim, gazabıma üstün gelmiştir!» «Onu (rahmetimi) korunanlara, zekatı
verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım. Onlar ki o elçiye ve ümmî peygambere
uyarlar.»
Bu ifadelerle Cenâb-ı
Allah, Hz. Muhammed ile ümmetinin şanını yücelttiğini, Musa (a.s.)'ya duyurmuş
olmaktadır. Yaptığı özel ve genel hitaplarla bunu Musa'ya duyurmuştur.
Katade'nin anlattığına
göre Musa demiş ki: 'Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten
bahsedildiğini görmekteyim. Bunun, insanlar için çıkarılmış olan en hayırlı
bir ümmet olduğu, iyiliği emredip kötülüğü menettiği anlatılıyor. Rabbim,
bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar,
Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki:
"Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunun en son yaratılacak ama Cennet'e de ilk girecek ümmet olduğu
anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı
vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir." Musa demiş ki: "Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu
levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini görmekteyim. Bunların incillerinin (kitaplarının)
göğüslerinde (hıfz edilmiş olup) okudukları; kendilerinden önceki ümmetlerinse,
kitaplarına bakarak yüzünden okudukları, kitap ortadan kalkınca da
hafızalarında kalmadığı için onu okuyamadıkları ve hükmünü bilmedikleri,
bunlaraysa Allah'ın, Önceki ümmetlere vermediği hıfzetme melekesi verdiği, bu
sayede kitaplarını ezberleyerek okudukları anlatılıyor. Rabbim, bunları benim
ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in
ümmetidir!"
Musa demiş ki: «Ya
Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunlar ilk kitaba da, son kitaba da inanıyorlar. Sapıklığın
liderleriyle savaşıyor,hatta kör gözlü Deccal'ı da öldürüyorlar. Daha doğrusu,
böyle yapacakları anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı
Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki: «Ya
Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunların, sadakalarını kendileri yedikleri halde sevap
kazanacakları anlatılıyor. Oysa kendilerinden Önceki ümmetlerden bir kimse bir
sadaka takdim ettiğinde, sadakası kabul edilince Cenâb-ı Allah bir ateş
gönderir ve o ateş, sadakayı yakıp yok edermiş. Ama sadakası kabul edilmediği
takdirde, sadakası olduğu gibi terkedilir; canavarlarla kuşlar o sadakayı gelip
yerlermiş. Allah, bu ümmetin zenginlerinden sadakaları, zekatları aldırıp
yoksullarına ver-dirirmiş. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı
Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki:
"Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Bunlardan biri, bir iyilik yapmaya niyetlenir de sonra (herhangi
bir sebepten dolayı) o iyiliği yapmazsa, ona ondan 700'e kadar sevap yazıhrmış.
Rabbim, bunları benim ümmetim kıl." Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş:"
Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Musa demiş ki:"
Ya Rab! Tevrat'ın yazılı olduğu levhalarda bir ümmetten bahsedildiğini
görmekteyim. Hem kendilerinin şefaatçi olacakları, hem de kendileri için
şefaatte bulunulacağı anlatılıyor. Rabbim, bunları benim ümmetim kıl."
Cenâb-ı Allah şu cevabı vermiş: "Onlar, Ahmed'in ümmetidir!"
Anlatıldığına göre Musa (a.s.), bundan sonra elindeki levhaları yere atarak:
"Allah'ım! Beni de Ahmed'in ümmetinden kıl!" demiş.
Birçok kimse, Musa'nın
Rabbiyle yaptığı konuşmadan bahsederken asılsız olan bir çok nakillerde
bulunmuşlardır. Biz burada Allah'ın yardım ve tevfîki ile, bu konuda hadîs ve
eserlere dayak nakillerde bulunacağız. Allah'ın yardımı, hidayeti ve desteği
ne güzeldir.[18]
İbn Hıbban'm,
"Sahih'mde yer alan bir hadiste, Muğire b. Şube, Hz. Peygamberin şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
«Musa (a.s.), onur ve
üstünlük sahibi Rabbine sordu:
- Cennetliklerin en
düşük dereceli olanı kimdir?
- Öyle bir adamdır ki,
Cennetliklerin tamamı Cennet'e girdikten sonra o gelir. Ona: "Cennet'e
gir." denilir. O da sorar: "Nasıl gireyim ki? Herkes yerini almış ve
konağına yerleşmiş!" Ona denilir ki: "Dünya hükümdarlarından birinin
mülkü kadar Cennet'ten sana yer verilmesine razı olur musun?". "Evet,
ey Rabbim." der. Ona şöyle denilir: "Sana bu verildi. Bir bu kadarı
daha verildi." "Ey Rabbim, razı oldum!" der. Yine kendisine
denilir ki: "Bununla birlikte sana, nefsinin arzuladığı, iştahının
çektiği ve gözlerinin lezzetlendiği şeylerle birlikte verilmiştir. (Musa
peygamber) Rabbinden sordu:
- Cennetliklerin en
üst dereceli olanı kimdir?
- Onları sana
anlatacağım. Onların keramet (ve şeref) lerini kendi elimle diktim. Üzerini
mühürledim.Onlar için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, beşerin
kalbinden geçmediği (nimetler) vardır."»
Bunu şu ayet-i kerime
de teyid ediyor: «Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler aydınlatıcı
(nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez!» (es-Secde,17.)
Yukarıdaki hadisi,
Müslim ile Tirmizî, İbn Ömer'den, o da Süfyan b. Üyeyne'den rivayet etmiştir.
Müslim'in lafzı şudur: «Cennetliklerin tamamının Cennet'e girip konaklarına
yerleşmelerinden sonra gelen düşük dereceli Cennetlik adama denilir ki:
"Dünya hükümdarlarından birinin mülkü kadar sana verilmesine razı olur
musun?" O da: "Razı oldum, Rabbim." der. Kendisine: "Sana o
kadar, bir o kadar daha, bir o kadar daha ve bir o kadar daha verildi."
denir. Beşinci defa "Bir o kadar daha..." denildiğinde : "Razı
oldum, Rabbim." diyecektir. Bu kez ona şöyle denilecektir: "Sana on
o kadar, ayrıca iştahının çektiği ve gözünün lezzetlendiği şeylerde verildi."
"Razı oldum, Rabbim." diyecektir. (Musa peygamber, Rabbine) dedi ki:
- "Cennetliklerin
en üst dereceli olanı kimdir?"
- "Onlardır ki
şeref ve itibar (fidanlarını kendi elimle diktim, üzerini mühürledim. Onlar
için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği,be-şerin kalbinden geçmediği
(nimetler) vardır."»
Bunu şu ayet-i kerime
de doğrulamaktadır: «Yaptıklarına karşılık olarak onlar için ne gözler
aydınlatıcı (nimetler)in saklandığını hiç kimse bilemez!»[19]
İbn Hibban, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Musa, onur ve
üstünlük sahibi olan Rabbine altı özellik sordu. Bunların sadece kendisinde
bulunduğunu sanıyordu. Sorduğu yedinci özelliği ise sevmiyordu. Demişti ki: 'Ya
Rab! Hangi kulun daha takvah-dır?" "Zikreden ve asla unutmayandır."
"Hangi kulun daha doğru yoldadır?" "Hidayete tabi
olandır." "Hangi kulun daha iyi hüküm verendir?" "Kendi
nefsi için hüküm verdiği gibi insanlar için de aynıyla hüküm verendir."
"Hangi kulun daha bilgilidir?" "İlimden doymayan alimdir ki insanların
bilgilerini kendi bilgisine katar." "Hangi kulun daha güçlüdür?"
"Gücü yettiğinde bağışlayandır." "Hangi kulun daha
zengindir?" "Kendisine verilene razı olup onunla yetinendir."
"Hangi kulun daha yoksuldur?" "Azımsayan kimsedir. (Kendisine
verileni az görüp daha fazlasını isteyendir)."»
Rasûlullah (s.a.v.) da
bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: «Zenginlik, mal çokluğuyla değildir.
Zenginlik, ancak gönül zenginliğiyledir. Allah bir kul için hayır dilediğinde,
onun zenginliğini gönlüne, takvasını da kalbine yerleştirir. Bir kul için de
kötülük dilediğinde, onun yoksulluğunu gözlerinin önüne koyar.»[20]
İbn Abbas'tan gelen
bir başka rivayette de aşağı yukarı aynı ifadelere rastlanmaktadır. Yalnız bu
rivayette anlatıldığına göre Musa (a.s.), Rabbine şöyle sormuş: 'Ya Rab! Hangi
kulun daha bilgilidir?" "Kendisini doğru yola iletecek, ya da
kötülükten uzaklaştıracak bir kelimeyi bulma ümidiyle insanların ilmini kendi
ilmine katandır." "Ya Rab! Yeryüzünde benden daha bilgili bir kimse
var mıdır?" "Evet, Hızır (a.s.) senden daha bilgilidir. Onu bulmanın
yolunu sorup araştır,"»
Musa ile Hızır'ın
buluşmalarını ve arkadaşlık edişlerini inşaallah ileride anlatacağız.
Güvencimiz ve dayanağımız, Cenâb-ı Allah'tır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said el-Hudrî'den naklen Hz. Peygam-ber'in şöyle dediğini rivayet etti:
«Musa (a.s.): "Ey Rabb! İnanmış kulunun rızkı dünyada neden
kısılmıştır?" diye sormuştu. Cenâb-ı Allah da Cennet kapılarından birini
ona açmış, Musa da oraya bakınca (Allah Teâlâ) demiş ki: "Ey Musa! İnanmış
kulum için işte bunları hazırladım!" Bunun üzerine Musa şöyle demiş:
"Ey Rabbim! Senin onur ve üstünlüğüne andolsun ki, inanmış kulun,
akıbetinin böyle olacağını bilse; yaratıldığı günden kıyamet gününe kadar
elleriyle ayaklan kopmuş olarak yüzüstü sürünse bile asla gam yemez!"
Sonra Musa yine şöyle
sormuş: "Ey Rabbim! İnkarcı kulunun lizkı dünyada neden
genişletilmiştir?" Musa'nın bu sorusu üzerine Cenâb-ı Allah Cehennem
kapılarından birini ona açmış ve: "Ey Musa! İnkarcı kulum için işte
bunları hazırladım!" demiş. Musa da şöyle cevap vermiş: "Senin onur
ve üstünlüğüne andolsun ki, inkarcı kulun, akibetinin böyle olacağım bilse;
yaratıldığı günden kıyamet gününe kadar bütün dünya kendisinin olsa yine onda bir hayır
görmez!"» Bu hadisin şahinliği üzerinde tartışılabilir. Doğrusunu Allah
bilir.
İbn Hibban, Ebu Said
el-Hudrî'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Musa dedi
ki: "Ya Rab! Bana öyle birşey öğret ki, onunla seni anayım ve onunla sana
dua edeyim." Allah buyurdu ki: "Ey Musa! "Lâ ilahe
illallah" de." Musa: "Ya Rab! Bütün kulların bunu
söylüyor." deyince, Allah dedi ki: "Lâ ilahe illallah"de. Bunun
üzerine Musa şöyle dedi: "Sadece bana mahsus birşey istiyorum."
Allah buyurdu M: "Ey Musa! Yedi kat gök ile yedi kat da yerde bulunanlar
bir kefeye, "lâ ilahe illallah" sözü de karşı, kefeye konulursa,
"lâ ilahe illallah" sözünün bulunduğu kefe ağır gelir!"»
Sünende rivayet edilen
şu aşağıdaki hadis-i şerifte mana bakımından bunu teyid ediyor: Peygamber
(s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: "Duaların en faziletlisi arefe duasıdır.
Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediklerinin en faziletlisi şudur:
"Allah'tan başka tanrı yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk (hükümranlık)
O'nundur. Övgü O'nadır. O, her şeye güç yetirendir."
Ayet'el-Kürsî'nin
tefsirini yaparken İbn Ebi Hatim dedi ki: Ahmed b. Kasım, İbn Abbas'm şöyle
dediğini rivayet etti: İsrailoğulları, Musa'ya: "Rabbin hiç uyur
mu?" diye sordular. Musa da: "Böyle bir soru sormak hususunda
Allah'tan korkun!" dedi. Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbi ona seslendi:
"Ey Musa! Rabbinin uyuyup uyumadığını sana sordular. Öyle mi? Şu halde
her eline bir şişe al. Bu gece uyumadan ayakta bekle!" Musa, emredileni
yaptı. Gecenin üçte biri geçince uyukladı, şişeler, dizlerine düştü; hemen
ayılıp şişeleri yeniden ele aldı. Gecenin sonu olduğunda yine uyukladı;
şişelerin ikisi de yere düşüp kırıldı. Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Ey Musa!
Eğer ben uyursam, göklerle yer düşer ve elindeki şişeler gibi kırılıp yok
olurlar!"»
İbn Abbas der ki: İşte
bunun üzerine Cenâb-ı Allah, rasûlüne âyet el-Kürsî'yi indirdi.
İbn Cerir, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)in minberdeyken
Musa (a.s.)'yı anlatma sadedinde şöyle dediğini işittim: "Musa (a.s.),
Aziz ve Celil olan Allah'ın uyuyup uyumadığını düşünmüştü. Cenâb-ı Allah ona
bir melek gönderdi. Melek onu üç gece uykusuz bıraktı. Sonra her bir eline bir
şişe tutuşturdu; onları muhafaza etmesini istedi. Fakat Musa uyumaya başladı.
Elleri bir birine değince, şişelerin şmgırtısıyla uyanıyor ve ellerini (tabii
ki şişeleri de) birbirinden uzaklaştırıyordu. Fakat sonunda öyle bir uykuya
daldı ki, elleri birbirine çarpıldı, tabii ki şişeler de kırıldı. Bunun üzerine
Cenâb-ı Allah ona şöyle bir misal verdi: "İşte ben de uyursam, göklerle
yer, yerlerinde durmazlar!"»
Cenâb-ı Allah buyurmuş
ki: "Bir zaman da sizin sözünüzü almış, üzerinize dağı kaldırmıştık: "Size verdiğimizi
kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın ki, (azabımızdan) korunasınız."
demiştik. Arkasından yine dönmüştünüz; eğer Allah'ın size iyiliği ve merhameti
olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlardan olurdunuz." (ei-Bakara, 63-64.)
«Bir zaman da
üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık; üstlerine düşecek sanmışlardı:
"Size verdiğimiz (kitabı) kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayıp yapın
ki (azabımızdan) korunasmız!" (demiştik),(el-A'râf,171.)
İbn Abbas ile selef
ulemasından bazıları dediler ki: Musa, Tevrat'ın yazılı olduğu levhaları
îsraiîoğullanna getirdiğinde, o levhalarda yazılı bulunan hükümleri
kabullenmelerini, onu, azim ve kuvvetle tutmalarını emretti. Onlar ise:
"Aç da görelim. Emir ve yasakları kolaysa kabul ederiz." dediler.
Musa: "İçindeki şeylerle birlikte bu levhaları kabul edin." dedi.
Defalarca onunla tartıştılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah meleklere emir verdi.
Üzerlerine dağı bir gölge (bulut) gibi kaldırdılar. Tevrat'ı kabul etmezlerse,
dağı üzerlerine bırakacaklarını söylediler de kabul ettiler. Secde etmeleri
emredildi, secde ettiler. Yüzlerinin yan tarafıyla dağa bakıyorlardı. O
secdeden sonra Yahudiler, "Azabı üzerimizden kaldıran secdemizden daha
muazzam bir secde yoktur." demeyi âdet haline getirdiler.
Süneyd b. Davud, Ebu
Bekr b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Musa, Tevrat'ın
levhalarını açınca yeryüzündeki dağlarla taşlar ve ağaçların hepsi titreyip
sarsıldılar. Bu nedenle irüi ufaklı bütün Yahudiler, Tevrat okunurken mutlaka
titreyip başlarını sallarlar."
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: "(Bu büyük olayı ve ulu ahdi müşahede ettikten) sonra yine
dönmüştünüz. (Ahdinizi bozmuştunuz). Eğer Allah'ın size (peygamberler gönderip
kitaplar indirerek) iyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana
uğrayanlardan olurdunuz." [21]
Yüce Allah buyuruyor
ki: «Musa, kavmine: "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor." demişti.
"Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. "Cahillerden olmaktan
Allah'a sığınırım." dedi. "Bizim için Rabbine dua et, onun ne
olduğunu bize açıklasın." dediler. Dedi ki: "O diyor ki: O (inek) ne
yaşlı, ne de körpe, ikisinin ortasında bir inektir! Haydi, size emredile- , ni
yapın." Dediler ki: "Bizim için Rabbine dua et, renginin nasıl
oduğunu bize açıklasın." Dedi: "O diyor ki: "Rengi parlak, sarı
bir inektir; bakanlara sevinç verir." "Bizim için Rabbine dua et,
onun nasıl birşey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere)
benzer geldi. Ama Allah dilerse mutlaka (emredileni yapmağa) yol
buluruz." dediler. Dedi: "O şöyle diyor: O, henüz boyunduruk altına
alınmamış bir inektir. Yeri sürmez, ekin sulamaz. Salma (çifte koşulmamış), hiç alacası yok."
"İşte şimdi gerçeği getirdin." deyip ineği boğazladılar. Az daha
yapmayacaklardı. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle
atışmış tınız; Oysa Allah, gizlediğinizi ortaya çıkaracaktı. Onun için
"(ineğin) bir parçasıyla o (öldürüle) ne vurun." demiştik. İşte Allah
böylece ölüleri diriltir. Size ayetlerini gösterir ki düşünesiniz.» (el-Bakam,
67-73)
İbn Abbas'm
anlattığına göre İsrailoğullarmdan yaşlı ve çok zengin bir adam varmış.
Çocukları olmayan bu adamın kardeşi oğulları varmış. Mirasına konmak için
ölümünü istiyorlarmış. Bir gece, kardeşi oğullarından biri gidip ihtiyarı
öldürmüş.ve cesedini yol kavşağına ya da yakınlarından birinin kapısının önüne
bırakmış.
Sabah olunca, ihtiyarı
kim öldürdü diye birbirlerine düşmüşler. Öte yandan katil, feryad-ü figan
ederek kalabalığın yanına sokulmuş ve: "Niye birbirinize düşüyorsunuz?
Davanızı halletmesi için Allah'ın peygamberine gitsenize!" demiş.
Maktulün kardeşi oğlu, amcasının durumunu Hz. Musa'ya gidip haber vermiş.
Katilin yakalanması için şikayette bulunmuştu. Bunun üzerine Hz. Musa:
"Maktulün durumu hakkında bilgisi olan, Allah aşkına gelip bize yardımcı
olsun!" demişti. Kimsenin bu hususta ona verecek bilgisi yoktu. Bu davanın
çözümü için Rabbine müracaat etmesini istediler. O da bunu Rabbine sordu. Rabbi
de Musa'ya, bir inek kesmeleri için İsrailoğullarına emir vermesini söyledi.
Musa dedi ki: "Allah size, bir inek kesmenizi emrediyor."
"Bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. Biz sana bu maktulün durumunu
soruyoruz. Sen ise kalkmış, bize bunu söylüyorsun! Musa: "Cahillerden
olmaktan Allah'a sığınırım." dedi. Bana vahye dilenden başkasını söylemekten
Allah'a sığınırım, dedi. Sormamı istediğiniz meseleyi kendisine sorduğumda,
Rabb'imin bana söylediği budur."
İbn Abbas ile diğerlerinin
dediklerine göre İsrailoğulları, bir inek kesmekle emrolunduklarında herhangi
bir ineği tutup kesmiş olsalardı, ilahî emri yerine getirmiş sayılacaklardı.
Fakat onlar, işi inceledikçe Allah da kendilerine o işi zorlaştırdı.[22]
İneğin evsafım, sonra
rengini, daha sonra yaşım sordular. Sordukça da bulunması zor olan bir inek
olduğu, onlara cevap olarak verildi. Bütün bunları, İbn Kesîr tefsirinde
anlatmıştık.
Aslında onlar, orta
yaşta bir inek kesmekle emrolunmuşlardı. Ama onlar peşine düşüp, işi kendileri
için zorlaştırdılar. Rengini sordular. Renginin kırmızıya yakın parlak bir san
olduğu ve bakanları sevindirdiği bildirildi. Bu renkte bir inek bulmak, zordu.
Sonra işi daha da zor-laştırdılar: «Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir
şey olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi.
Ama Allah dilerse mutlaka (emredileni yapmaya) yol buluruz.» dediler.
İbn Ebi Hatîm ile İbn
Merdeveyh'in rivayet ettikleri şu hadisin sa-hihliği tartışma konusudur:
«îsrailoğulları (yukarıdaki ayet-i kerimede) "Allah dilerse..."
demeselerdi, o inek (i bulma imkanı) kendilerine verilmezdi.» Bu hadisin sahih
olup olmadığını ancak Allah bilir.
(Musa) dedi: «O şöyle
diyor: O, henüz boyunduruk altına alınmamış bir inektir. Yeri sürmez, ekin sulamaz.
Ayıplardan salim, hiç alacası yoktur.» «İşte şimdi gerçeği getirdin.» deyip
ineği boğazladılar; az daha yapmayacaklardı.
İneğin bu ayette
anlatılan vasıfları, önceki ayetlerde anlatılan vasıflardan daha zor, yani
rastlanması çok zor olan vasıflardır. Çünkü bu ayette anlatıldığına göre
İsrailoğulları, boyunduruk altına alınmamış, yeri sürmeyen, ekin sulamayan,
ayıbı bulunmayan, alacasız olan bir inek kesmekle emrolunmuşlardır. Musa,
onlara bu evsafı anlatınca, «İşte şimdi gerçeği getirdin.» demişlerdi.
Denilir ki:
îsrailoğulları bu evsaftaki bir ineği çok aramışlar; sonunda, babasına çok iyi
davranan bir adamın yanında bulmuşlar. Ondan is-temişlerse de o, vermeye
yanaşmamış. Fakat fiyatını yükselterek ineği vermeye onu razı etmişler.
Süddî'nin anlattığına göre ineğin ağırlığınca altın vermişlerse de satmaya
yanaşmamış; ama ağırlığının on misli altın verdiklerinde satmaya razı olmuş.
Onlar da ineği böylece satın almışlar. Allah'ın peygamberi Musa, ineği
kesmelerini emretmiş. «İneği boğazladılar. Az daha yapmayacaklardı.» Yani o
hususta tereddüde düşmüşlerdi.
Sonra Allah'ın emri
üzerine Musa, boğazladıkları ineğin baldır etini ya da kıkırdağını, yahut
boyun dibindeki bir parça etini, maktulün cesedine vurmalarını söyledi.
Vurunca da Cenâb-ı Allah, maktulü diriltti. Ayağa kalktı; şah damarından kanlar
sızıyordu. Musa (a.s.), ona: «Seni kim öldürdü?» diye sorunca ihtiyar:
«Kardeşim oğlu beni öldürdü.» dedi ve tekrar düşüp Öldü, eski haline döndü![23]
«İşte Allah böylece
ölüleri diriltir; size ayetlerini gösterir ki düşüne-siniz.»
Müşahede ettiğiniz
gibi, Cenâb-ı Allah bu maktulü kendi emriyle nasıl dirilttiyse, aynı şekilde
diğer ölüleri de diriltir. Onları diriltmek isteyince, bir anda onları
diriltir.
«Sizin yaratılmanız ve
diril tümeniz, bir tek kişi (nin yaratılıp diriltilmesi) gibidir.» (Lokman,
28.) [24]
Yüce Allah buyurdu ki:
«Musa, uşağına demişti ki: "Durmadan (yürüyerek) iki denizin birleştiği
yere varacağım veya üzün bir zaman yürüyeceğim." İkisi (yürüdüler), iki
denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular, (balık) sıyrılıp
denizde yolunu tuttu. (O belirtilen yeri) geçip gittiklerinde (Musa) uşağına:
"Kuşluk yemeğimizi bize getir(de yiyelim), andolsun, bu yolculuğumuzdan
(epey) yorgunluk çektik." dedi. (Genç):"Gördün mü?" dedi.
"Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum. Onu söylememi, bana ancak
şeytan unutturdu. (Balık), şaşılacak şekilde denizin içinde yolunu tut (up
git) ti!"
(Musa): "İşte
aradığımız o idi." dedi. Tekrar izlerim takib ederek geriye döndüler,
(kayaya vardılar. Orada) kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan
bir rahmet vermiştik ve ona katımızdan bir ilim Öğretmiştik. Musa ona:
"Sana öğretilenden, bana doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen
için sana tâbi olabilir miyim?" dedi. (O da): "Sen benimle (beraber
bulunmaya) sabredemezsin." dedi. "Sana bildirilmeyen birşeye nasıl
dayanabilirsin?" (Musa): "İnşaallah" dedi. "Beni sabredici
bulursun. Senin emrine karşı gelmem." (O kul): "O halde" dedi.
"Eğer bana tabi olursan ben sana anlatmcaya kadar (yaptığım) hiçbir şey
hakkında bana soru sorma."
Bunun üzerine
yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman gemiyi deliverdV(Musa):
"Halkını boğmak için mi gemiyi deldin? Hakikaten sen müthiş bir iş
yaptın!" dedi. (O kul): "Sen benimle beraber bulunmağa dayanamazsın
demedim mi?" dedi. (Musa): "Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve
bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma." dedi. Yine yürüdüler. Nihayet
bir oğlan çocuğuna rastladılar. (O kul) hemen onu öldürdü. (Musa): "Bir
can karşılığı olmadan temiz bir canı öldürdün ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş
yaptın!" dedi. (O kul): "Ben sana demedim mi, benimle beraber
bulunmaya dayanamazsın?" dedi. (Musa) dedi ki: "Eğer bundan sonra
(bir daha) sana birşey sorarsam, artık bana arkadaş olma. (O zaman) benim
tarafımdan sana özür ulaşmıştır. (Artık benden ayrılmakta mazur
sayılırsın.)" Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek
istediler. (Köy halkı) onları ağırlamaktan kaçındılar; Derken orada yıkılmaya
meyleden (yıkılmak üzere olan)bir duvar buldular. Hemen onu doğrulttu. (Musa):
"İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın." dedi.
"îşte, dedi. Bu,
benimle senin aramızın ayrılmasıdır. (Şimdi) sana sabredemediğin şeylerin
içyüzünü haber vereceğim. O (yaraladığım) gemi, denizde çalışan yoksullarındı.
Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü onların ilerisinde her (sağlam) gemiyi, zorla
alan bir kral vardı.
Çocuğa gelince: Onun
anası babası mü'min insanlardı. Bunun, onlara azgınlık ve küfür sarmasından
(isyanıyla onlan şerre sürüklemesinden) korktuk. İstedik ki Rableri onun
yerine kendilerine ondan daha temiz, daha merhametli birini versin. Duvar ise,
şehirdeki iki yetim çocuğun idi. Altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları
da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki onlar (büyüyüp) güçlü çağlarına
ersinler. Ve Rab-binden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Bunları ben
kendiliğimden yapmadım. îşte senin sabredemediğin şeylerin iç yüzü!»
<ei,Kehf,60-82.)
Ehl-i Kitaptan
bazıları dediler ki: Hızır'ın yanına giden Musa, Musa b. Mensa b. Yusuf b.
Yakub b. İshak b. İbrahim Halil'dir. Ehl-i Kitap kaynaklarından alıntılar yapan
bazı kimseler de bu görüşe katılmışlardır. Nevf b. Fizale el-Himyerî eş-Şamî
el-Bikalî, bunlardan biridir. Bunun Şamlı olduğu söylenir. Anası,
Kabü'l-Ahbar'm zevcesidir.
Fakat doğru olan,
Kur'ân aj'etlerinin ifade ettiğidir. Şahinliğinde ittifak edilen bir hadisin
açık ifadesi de şudur: "O, İsrailoğullanmn peygamberi, İmranoğlu
Musa'dır."
Buharı, Said b.
Cübeyr'in şöyle dediğim rivayet eder: îbn Abbas'a dedim ki: "Nevf
el-Bikalî, Hızır'la arkadaşlık eden Musa'nın, İsrailoğullarının Musa'sı
olmadığım iddia ediyor." İbn Abbas dedi ki: "Allah'ın düşmam (Nevf)
yalan söylüyor! Çünkü Ubeyy b. Ka"b, Hz. Pey-gamber'in şöyle dediğini
işittiğini bana söyledi: «Musa, İsrailoğullanna hitab etmek üzere ayağa kalktı.
Kendisine, "İnsanların hangisi daha çok bilgilidir?" diye soruldu.
"Benim." diye cevap verdi. İlmin ancak Allah'a ait olduğunu
söylemediği için, Cenâb-ı Allah onu kınadı ve şöyle vahyetti: "İki denizin
birleştiği yerde bir kulum var ki, o, senden daha çok bilgilidir." Musa:
"Ya Rab! Ben ona nasıl giderim?" diye sordu. Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:' Yanma bir balık al. Onu zenbil içine koy. Balığı nerede kaybedersen o
kulum da oradadır."
Musa bir balık alıp
bir zenbilin içine koydu. Sonra Yuşa1 b. Nun adındaki bir gençle birlikte yola
koyuldu. Nihayet bir kayanın yanma vardılar. Başlarım kayanın üstüne koyup
uyudular. Zenbilin içindeki balık hareketlendi. Oradan çıkıp denize düştü.
Suların üstünden sıyrılarak denizde yol almaya başladı. Cenâb-ı Allah suyu
tutmuş; balık, suyun altına inmemiş, suların üzerinden kayıp gitmişti. Genç
uykudan uyandığında, balığın kaybolduğunu Musa'ya bildirmeyi unuttu. Günün
kalan kısmında ve o gece yollarına devam
ettiler. Ertesi sabah olunca Musa, uşağına dedi ki: "Kuşluk yemeğimizi
bize getir (de yiyelim). An-dolsun, bu yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk
çektik." dedi.
Musa, Allah'ın
kendisine, varmasına emrettiği yeri geçinceye kadar yorulmamıştı. Uşağı
kendisine şöyle demişti: «Gördün mü? Kayaya sığındığımız vakit balığı unuttum.
Onu söylememi, bana ancak şeytan unutturdu. (Balık), şaşılacak şekilde denizin
içinde yolunu tut(up git)ti.» Balık, sularm üstünden sıyrılarak gitmişti. Musa
ile uşağı da buna şaşmışlardı. Musa, uşağına şöyle demişti: «İşte aradığımız o
idi.» Tekrar izlerini takib ederek geriye döndüler. (Kayaya vardılar).» Orada,
elbisesine bürünmüş bir adamla karşılaştılar. Hızır: Neredensin? selam sana,
dedi. Musa da: «Ben, Musa'yım» dedi. "İsrailoğullarmm Musa'sı mı?"
diye sordu. Musa şöyle cevap verdi:. «Evet. Doğruyu bulmama yardım edecek
ilmini bana öğretmen için sana geldim.» Hızır: «Benimle beraber olmaya
sabredemezsin.» Ya Musa! Ben, Allah katından bana verilen bir bilgiye sahibim.
Sen onu bilemezsin. Sen de Allah katından verilen ve benim bilmediğim bir
bilgiye sahipsin, dedi. Musa: «înşaallah beni sabreden biri olarak bulacaksın.
Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim.» dedi. Hızır ona şöyle dedi: «O halde
eğer bana tabi olursan, ben sanaanlatmcaya kadar (yaptığım) hiç birşey
hakkında bana soru sorma.»'Bunun üzerine yürüdüler.
Deniz kıyısında
yürüyorlardı. Yanlarından bir gemi geçiyordu. Kendilerini de gemiye almalarını
söylediler. Gemi mürettebatı Hızır'ı tanıdılar. Ücretsiz olarak onları gemiye
aldılar. Gemiye biner binmez Hızır, geminin tahtalarından birini keserle söktü.
Musa ona dedi ki: Adamlar bizi ücretsiz olarak gemiye aldılar. Sen de
gemilerini deldin! «Halkını boğmak için mi (böyle yaptın?!.) Hakikaten sen
müthiş bir iş yaptın!»
Hızır: «Sen benimle
beraber bulunmaya dayanamazsın demedim mi?» (Musa): «Unuttuğum şeyden ötürü
beni kınama ve bana bu işimden dolayı bir güçlük çıkarma.» dedi. Musa (a.s.),
sözünü ilk olarak unutmuştu. O esnada bir serçe gelip geminin kenarına kondu.
Gagasıyla denizden bir damla su aldı. Hızır, Musa'ya dedi ki: «Allah'ın ilmi
karşısında ikimizin ilmi, şu serçenin gagasıyla denizden aldığı bir damla su
kadardır!» Böyle dedikten sonra gemiden çıktılar. Deniz kıyısında yürümeye
başladılar. Yürürken, çocuklarla oynamakta olan bir oğlana rastladılar. Hızır,
oynamakta olan oğlanı yakalayıp kellesini çekti ve çocuğu öldürdü. Musa: «Bir
can karşılığı olmadan temiz bir canı Öldürdün ha? Doğrusu sen çirkin bir iş
yaptın!» dedi. (Hızır): «Ben sana demedim mi? Benimle beraber bulunmağa dayanamazsın!»
dedi.
Hızır'ın bu ikazı,
öncekinden daha sertti.
(Musa) dedi ki: «Eğer
bundan sonra (bir daha) sana birşey sorar»
sam, artık bana
arkadaş olma. (O zaman) benim tarafımdan sana özür ulaşmıştır. (Artık benden
ayrılmakta mazur sayılırsın.)» Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp
onlardan yemek istediler. (Köy halkı) onları ağırlamaktan kaçındı. Derken orada
yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. (Hızır) hemen onu doğrulttu. (Musa)
dedi ki: «(Bu kavim ki, kendilerinden yemek istedik, bize yemek vermediler ve
bizi konukla-madılar) isteseydin (duvarı doğrultmana) karşılık bir ücret
alırdın.» (Hızır) dedi İd: «İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır.
(Şimdi) sana, s abre dem ediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.»
Hızır, ona, tuhaf bulduğu
şeylerin gerekçelerini birer birer anlattı ve: «İşte, senin sabredemediğin
şeylerin içyüzü!..» dedi.
Bu kıssayla ilgili
olarak Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: «Cenâb-ı Allah
ikisinin de kıssasını bize anlatıncaya kadar Musa'nın sabretmesini isterdik.»
Yine Buharî'nin,
Süfyan b. Uyeyne'den yapmış olduğu bir rivayette şu ifadelere rastlamaktayız:
«Beraberindeki genç Yuşa' b. Nun ile birlikte Musa yola çıktı. Yanlarında bir
de balık vardı. Nihayet bir kayanın yanma vardılar. Orada mola verdiler. Musa,
başım kayanın üstüne koyup uyudu.»
Süfyan şöyle dedi:
Kayanın dibinde âb-ı hayat denen bir su kaynağı vardı. İsabet ettiği her şeye
hayat verirdi. Zenbildeki balığa da o sudan gelen sızıntılar isabet etmişti.
Balık canlanıp zenbilden sıyrılmış ve denize girip gitmişti. Musa, uykudan
uyandığında uşağına: «Kuşluk yemeğimizi getir (de yiyelim). Andolsun, bu
yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik.» dedi.
Süfyan b. Uyeyne dedi
ki: Bir serçe gelip geminin kenarına kondu. Gagasını denize daldırıp bir damla
su aldı. Onu gören Hızır, Musa'ya dedi ki: "Benim, senin ve bütün
insanların ilmi, Allah'ın ilmi karşısında şu serçenin gagasıyla denizden aldığı
su kadardır!"
Buharı, Said b.
Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etti: İbn Abbas'm evinde oturmuş, kendisiyle
konuşuyorduk. Bir ara "Bana soru sorun." dedi. Dedim ki: "Ya Eba
Abbasî'Allah beni sana feda etsin. Kufe'de Nevf adında biri var. Bu adam,
(Hızır'la buluşanın) İsrail oğullarının Musa'sı olmadığım iddia ediyor!"
İbn Abbas: "Allah'ın düşmanı (Nevf) yalan söylemiştir.» dedi. Ve
sözlerini şöyle sürdürdü: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Allah'ın elçisi Musa
bir gün halka vaaz etti. Öyleki halkın gözlerinden yaşlar boşaldı. Kalpleri
yumuşadı. Adamın biri yanına gelip: "Ey Allah'ın elçisi, yeryüzünde
senden daha bilgili bir kimse var mıdır?" diye sordu. Musa,
"Hayır." dedi. İlmin Allah'a ait olduğunu söylemediği için Rabbi onu
kınadı ve kendisine: "Senden daha bilgili biri vardır." denildi. Musa
sordu:
-Nerededir Ya Rab?
- İki denizin
birleştiği yerde.
- Orayı bulmak için
bana bilgi ver.
- Balığı kaybettiğin
yerde onu bulacaksın. Yanma Ölü bir balık al. Balığın canlandığı yerde onu
bulucaksm.
Musa bir balık alıp
zenbilin içine koydu. Uşağına: "Görevin, balığın senden ayrıldığı yeri
bana bildirmelidir." dedi. Uşağı da: «Şu halde fazla bir görevim yok.»
dedi. Uşağının adı, Nun oğlu Yuşa' idi. Musa, mola verdikleri rutubetli yerde
kayanın gölgesinde uyumaktayken zenbildeki balık canlanıp harekete geçmiş ve
zenbilden çıkıp gitmiş. Uşağı da bu durumu bildirmek için Musa'yı uykudan
uyandırmamış, "Uyanınca söylerim." demişti. Ama uyandığında da
söylemeyi unutmuş. Balık, suların üstünden sıyrılıp gitmiş. Ama zenbilden
çıkarken üzerinden geçtiği kayada iz bırakmış. (Musa): "Andolsun, bu
yolculuğumuzdan (epey) yorgunluk çektik." dedi. Uşağı da: "Allah,
yorgunluğu senden koparmıştır." dedi. Ve balığın kaybolduğunu ona
bildirdi. Geri dönüp kayanın yanma geldiler. Hızır'ı, denizin ortasına serdiği
yeşil bir keçenin üstünde uzanmış ve elbisesinin bir ucunu başının altına,
diğer ucunu ayaklarının altına atarak elbisesine bürünmüş vaziyette buldular.
Musa ona selam verdi. Yüzünü açıp "Yanıma gelenler zararsız mıdırlar? Sen
kimsin?» diye sordu. Musa, cevap verdi:
- Ben Musa'yım.
- İsrailoğullannın
Musa'sı mı?
- Evet.
- Burada işin ne?
- Sana öğretilenden
doğruyu bulmama yardımcı olacak bilgiyi bana öğretmen için gelmiş bulunuyorum.
-Yanındaki Tevrat sana
yetmiyor mu? Sana vahiy de geliyor. Ey Musa! Bende bir ilim var ki, onu senin
öğrenmen gereksizdir. Sende bir ilim var ki, onu benim öğrenmem gereksizdir.
Böyle konuşurlarken bir kuş gelip gagasıyla denizden bir damla su aldı. Onu
gören Hızır, şöyle dedi: "Vallahi senin ve benim ilmimiz, Allah'ın ilmi
karşısında şu kuşun denizden aldığı bir damla su kadardır!"
Nihayet gemiye
bindiler. Geminin rotası üzerinde küçük iskeleler vardı. Bir kıyıdaki adamları
karşı kıyıya taşıyordu. Geminin mürettebatı Hızır'ı tanıdılar ve:
"Allah'ın iyi bir kulu Hızır mı?" diye sordular. Evet deyince,
"Biz seni ancak ücretsiz olarak gemiye alırız." dediler. Gemiye
bedava bindirdiler. Bindikten sonra Hızır, gemiyi deldi, bir çivi çaktı. Böyle
yaptığım gören Musa: "Halkım boğmak için mi gemiyi del-din? Hakikaten sen
müthiş bir iş yaptın!" dedi. (Hızır): "Sen benimle beraber bulunmağa
dayanamazsın demedim mi?" dedi. Musa'nın ilk jcarşı çıkması, unuttuğundan
dolayı olmuştu. İkincisi şarta dayalıydı. Üçün-cüsüyse kasıtlıydı. Musa:
"Unuttuğum şeyden ötürü beni kınama ve
bana bu işimden dolayı
bir güçlük çıkarma." dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir oğlan çocuğuna
rastladılar. (Hızır) hemen onu öldürdü!" Oynamakta olan bir kaç çocuğa
rastladılar. Hızır, zarif yapılı bir çocuğu yakalayıp yere yatırdı ve bıçakla
boğazladı. Musa: "Bir can karşılığı olmadan temiz bir canı öldürdün
ha!.." dedi. Hiç bir kötülük yapmamış olan ve Müslüman bir çocuğu
öldürdün! dedi. Yine yürüdüler. Nihayet "Yıkılmak üzere olan) bir duvar
buldular. Hemen onu (eliyle) doğrulttu." Musa: "İsteseydin buna
karşılık bir ücret alırdın." dedi. Said "Yiyeceğimiz bir bedel alırdın",
anlamını vermiştir.
Ayetini İbn Abbas
(r.a.), şeklinde okumuştur. Buna göre ayetin manası şöyle olur: «Onların
ilerisinde, her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kral vardı.» O-kralın adı da,
anlatıldığına göre Hüded b. Büded'miş. Hızır'ın öldürdüğü çocuğun adı da
Cey-sur'muş.
Gemiyi delme sebebini
Hızır, şöyle açıklamış: Gemicilerin ilerisinde sağlam gemileri zorla alan bir
kral vardı. Gemiyi delerek kusurlu hale getirdim ki kral, kusurlu olduğunu
görünce gemiyi ellerinden almasın. Fakat o kralın mıntıkasını geçtikten sonra
gemiyi onarır ve ondan yine faydalanırlar.
Bazılarının dediğine
göre sahipleri, gemiyi şişeyle, diğer bazılarının dediğine göre de ziftle
onarmışlar.
Hızır'ın öldürdüğü
çocuğa gelince, «Onun anası babası mü'min insanlardı. (Kendisi kafirdi) Bunun
onlara azgınlık ve küfür sarmasından (onları küfre sürüklemesinden; ona olan
sevgilerinin, kendilerini ona tabi kılmasından) korktuk. İstedik ki Rableri
onun yerine kendilerine ondan daha temiz, daha merhametli (ana babasına iyilik
eden) birini . versin.»
Hızır, bu açıklamayı,
Musa'nın: «Temiz bir canı öldürdün ha?» demesi üzerine yapmıştı.
Cenâb-ı Allah;
Hızır'ın öldürdüğü o oğlan çocuğunun yerine, ana babasına bir kız çocuğu
vermişti.
İbn Abbas'm dediğine
göre Musa (a.s.), îsrailoğullarına hitapta bulunmuş ve; «Allah'ı ve onun
emirlerini benden daha iyi bilen bir kimse yoktur!» demişti. Bunun üzerine
Cenâb-ı Allah, Hızır'la buluşmasını ona emretmişti. Buluşma ve yukarıdaki
hadiseleri beraberce yaşamışlardı.
Zührî'nin rivayetine
göre Abdullah İbn Abbas ile Hürr b. Kays b. Hısn el-Fezarî, Musa'nın arkadaşlık
ettiği şahsın kim olduğu hususunda tartışmışlar. İbn Abbas, o şahsın Hızır
olduğunu söylemiş. O ara, Ubeyy b. Ka'b yanlarından geçiyormuş, îbn Abbas onu
çağırıp şöyle demiş: "Ben ve bu arkadaşım; Musa'nın, kendisiyle nasıl
buluşacağım Rabbinden sorduğu ve bulduğu arkadaşının kim olduğu hususunda
tartıstık. Sen bu hususta Rasûlullah (s.a.v.)'dan birşey duydun mu?" Ubeyy
b. Ka'b: "Evet" demiş ve mezkur hadisi nakletmiş.[25]
«Duvar ise şehirde
(Kaşih'in oğulları Asrem ile Sarum adındaki) iki yetimindi. Altında, onlara ait
bir hazine vardı.» Denildiğine göre o hazine, altındı.îkrime ise, ilim
olduğunu söylemiştir. îbn Abbas da böyle demiştir. Bu iki rivayeti, şöyle bir
benzerlik noktasında birleştirebiliriz: O hazine altın bir levha olup üzerinde
ilim yazılıydı'.
Bezzar, Ebu Zerr'in
şöyle dediğini rivayet eder: Cenâb-ı Allah'ın, kitabında sözünü ettiği hazine,
som altından bir levha olup üzerinde şu ibare yazılıydı:
«Kadere inandığı halde
hırsla çalışana şaşarım.
Cehennemi hatırladığı
halde gülen adama şaşarım.
Ölümü hatırladığı
halde gaflette olana şaşarım.
Allah'tan başka tanrı
yoktur. Muhammed de Allah'ın Rasûlü (elçi-si)dir.»
«(Yetimlerin) babaları
da iyi bir kimse idi.» Bu iyi kimsenin, onların yedinci ya da onuncu babaları
olduğu söylenir. Her takdirde bu ayet, iyi kimsenin anısının, kendi zürriyeti
içinde korunacağını ispatlamaktadır. Kendisinden yardım istenilen, Allah'tır.
«Rabbinden bir rahmet
olarak...» Bu ayet, Hızır'ın peygamber olduğunu ve hiçbir işi kendiliğinden
yapmadığım, bilakis Rabbinin emriyle yapan bir nebi olduğunu ispatlamaktadır.
Rasûl olduğunu söyleyenlerin yanısıra veli olduğunu söyleyenler de vardır.
İşin garibi, melek olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bundan daha da garibi,
onun, Firavun'un oğlu olduğunu da söylemişlerdir. Dünyaya 1000 sene müddetle
hükmetmiş olan Dahhak'm oğlu olduğunu söyleyenler de vardır.
İbn Cerir et-Taberi
der ki: Ehl-i Kitap ulemasının çoğu, onun Feridun zamanında yaşadığı görüşündedirler.
Zülkarneyn'den önce yaşadığını söyleyenler de olmuştur. Zülkarneyn ile
Feridun'un aynı şahıs olduğu da söylenir. Hz. İbrahim zamanında yaşayan süvari
ve bahadır bir kimse olduğu ileri sürülür. Bu hükümdarla çağdaş olan Hızır'ın
âb-ı hayat içmesinden ötürü zamanımıza kadar sağ kaldığı sanılmaktadır.[26]
Onun, İbrahim
peygambere inananlardan birinin oğlu olduğu, Ba-bil şehrinden onunla birlikte
göç ettiği, adının da Melkan olduğu söylenir. Adının, Ermiya b. Halkiya
olduğunu söyleyenler de vardır. Rivayete göre Hızır (a.s.), Sebasib b. Behrâsib
devrinde peygamber imiş.
İbn Cerir et-Taberî
der ki: Feridun ile Sebasib arasında çok uzun devirler geçtiğini, neseb ilmini
bilenlerin hepsi bilirler. Doğrusu şu ki Hızır, Feridun devrinde yaşamış, Musa
(a.s.) kendisine kavuşuncaya kadar hayatta kalmıştır. Musa'nın peygamberliği
de, Pers hükümdarlanndan Feridun oğlu Ebrec'in oğullarından Menuşehr zamanında
olmuştur. Menuşehr, dedesi Feridun'dan sonra hüküm sürmüş adalet sahibi bir
hükümdardır. Hendek kazdıran ve her kasabaya bir yönetici tayin eden ilk
hükümdar, MenuşeKr olmuştur. 150 seneye yalan hüküm sürmüştür. Hz. ibrahim'in
oğlu İshak (a.s.)m soyundan olduğu söylenir. Akıllan çelen, duyanlara hayret
veren güzel hutbeleri, faydalı ve beliğ, aynı zamanda fasih sözleri nakledilir
İd, bu da onun, İbrahim Halil (a.s.)'in soyundan olduğunu ispatlamaktadır.
Doğrusunu Allah bilir.[27] Yüce
Allah buyurdu ki:-
«Allah peygamberlerden
şöyle söz almıştı:
«Balan, size kitap ve
hikmet verdim. Sonra yanınızda bulunan (kitaplar)! doğrulayıcı bir peygamber
geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul
ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?» demişti. «Kabul
ettik.» dediler. «O halde şahit olun. Ben de sizinle beraber şahid
olanlardanım.» dedi. (Al-îmrân, 81.)
Cenâb-ı Allah,
peygamberlerin her birinden, kendisinden sonra gelecek olan peygamberlere
inanıp yardıma olacaklarına dair söz aldı. Bu inanmayı, Hz. Muhammed için
zorunlu kıldı ve ona yardımcı olmaları için söz aldı. Çünkü o, peygamberlerin
sonuncusuydu. Ona'yetişen her peygamberin ona inanıp yardım etmesi hak
olmuştur. Eğer Hızır da onun zamanında sağ olsaydı mutlaka ona uymak, onunla
bir arada bulunmak ve ona yardımcı olmak mecburiyetinde kalacaktı. Bedir savaşında
onun sancağı altına girenlerden biri olacaktı. Nitekim o savaşta Cebrail ile
diğer büyük melekler, onun sancağı altına girmişlerdi.
Hızır (a.s.), yâ
nebidir - ki doğrusu da budur, ya rasûl ya da melektir. Her neyse Cebrail,
meleklerin reisidir. Musa da Hızır'dan daha üstündür. Eğer hayatta olsaydı Hz.
Muhammed'e inanıp ona yardım etmesi vacib olurdu. Çoklarının dedikleri gibi
veli olan Hızır eğer hayatta olsaydı, onun da Hz. Muhammedın yanma gidip ona
iman etmesi ve yardımcı olması gerekirdi. Fakat bir gün bile Hızır'ın Hz.
Peygamber'in yanma geldiğini, onunla buluştuğunu ifade eden ve bu hususta dayanak
teşkil eden ne hasen, ne de zayıf bir hadis mevcut değildir. Her ne kadar
Hakîm'in bu konuda bir rivayeti varsa da senedi zayıftır. Doğrusunu Allah
bilir. [28]
İmam Abdurrahman
en-Neseî, "Sünen" adlı eserinin Kitab'üt- Tefsir bölümünde, «Sen bir
adam öldürmüştün. Yine seni tasadan kurtarmış ve seni iyice denemiştik.»
(Ts-Hâ, 40.) ayetinden bahsederken fitneler hadisini nakleder: Abdullah b. Muhammed, Said b.
Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah İbn Abbas'a ayetindeki fitnelerin neler olduğunu
sordum. Bana: "Ey Cubeyr'in oğlu, bunu yarın yine sor. Çünkü bununla
ilgili uzun bir hadis vardır." dedi. Ertesi gün sabahladığımda, fitneler
hadisini anlatma hususunda bana verdiği sözü yerine getirmesi için hemen İbn
Abbas'm yanına gittim. Bana dedi ki: "Firavun ve maiyeti, Cenâb-ı Allah'ın
İbrahim peygambere, onun soyundan peygamberler ve hükümdarlar yaratacağına
dair va'dini hatırlayıp üzerinde konuşmaya başladılar. Bazıları dediler ki:
îsrailoğulları, bu va'din gerçekleşmesini beklemektedirler ve bu hususta
kuşkuları da yoktur. Onlar, beklenen şahsın Yakub oğlu Yusuf olduğunu zannediyorlardı.
Fakat o vefat e dince,"Allah'm vaadi böyle değildi," dediler. Firavun:
"Bu konudaki görüşünüz nedir?" diye sordu. Maiyeti ve yakın adamları
toplamp müşavereye başladılar. Neticede şu karara vardılar: Eli bıçaklı adamlar
görevlendirecekler. Bu görevliler, İsrailoğulları arasında dolaşacak ve yeni
doğan bir oğlan çocuğu gördüklerinde onu keseceklerdi. Firavun'un adamları,
İsrailoğullarının yaşlılarının kendi ecelleriyle, küçüklerinin de kesilerek
ölmeleri üzerine nesillerinin tükeneceğini düşündüler. Böyle olunca da,
"îsrailoğullarının bizim yerimize yapmakta oldukları ağır hizmetleri, gün
gelecek bizler yapmak durumunda kalacağız!" dediler ve şöyle bir karara
vardılar: «Bir sene erkek çocuklarını öldürüp kızlarını sağ bırakın. Bir sene
ise hiç Öldürmeyin. Böylece küçükleri, ölen büyüklerinin yerini alıp büyürler.
Sağ bıraktıklarınızla onların sayıları pek fazlalaşmaz. Size üstün geleceklerinden
korkmanıza gerek de kalmaz. Öldürdüklerinizle de tamamen yok olmazlar ve
ihtiyaçlarınızı görecek kadar adamları da mevcut kalır."
Evet, bu görüşü bir
karar haline getirip benimsediler. Musa'nın anası, erkek çocukların
öldürülmediği senede Harun'a hamile kaldı ve onu güven içinde alenen doğurdu.
Ertesi sene, yani erkek çocukların öldürüleceği sene de Musa'ya hamile kaldı,,
kalbine keder ve üzüntü düştü. İşte bu da fitnelerden biriydi ey Cübeyr'in
oğlu! Cenâb-ı Allah, kederlenmekte olan Musa'nın anasına şöyle vahyetti:
«Korkma, üzülme, biz
onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız.» (ci-Kasas,
7.)
Musa'yı doğurduğunda
onu bir sandığa koyup denize bırakmasını ona emretti. Doğurunca, aynen öyle
yaptı. Denize bıraktığı çocuğu gözden kaybolunca, yanına şeytan geldi. Kalbine
vesvese bıraktı, o da: Ben çocuğuma ne yaptım? Gözümün Önünde bıçakla
boğazlansaydı da onu kefenleseydim, belki daha iyi yapmış olurdum. Öyle yapmış
olsaydım, deniz hayvanlarına ve balıklarına yem olarak bırakmamdan daha çok
hoşuma giderdi.
Musa'nın içinde
bulunduğu sandık, nehrin, halkın su almakta oldukları oyuk bir kısmına gelip
dayandı. Firavun'un cariyeleri oradan su almaktaydılar. Sandığı görünce hemen
aldılar ve açmak istediler. Bir kaçı dediler ki: "Bunun içinde mal vardır.
Kapağını açarsak, Firavun'un karısı, içinden bir miktar mal aldığımızı düşünül*
ve her ne kadar almadığımızı söylersek de bize inanmaz." Böyle deyip
sandığı olduğu gibi, açmadan, Firavun'un karısının Önüne götürüp bıraktılar.
Açınca, içinde bir oğlan çocuğu olduğunu gördü. Çocuğun sevgisini Allah onun
kalbine bıraktı. O güne kadar hiç kimseyi, onun gibi sevmemişti. «Musa'nın
anasının gönlü bomboş olmuştu.» Musa'dan başka hiç birşeyi düşünemez olmuştu.
Eli bıçaklı devriyeler, sandıkta bir çocuk bulunduğunu duyunca, onu kesmek için
Firavun'un karısının yanına koştular. Bu da fitnelerden biridir, ey Cübeyr'in
oğlu! Firavun'un karısı, bıçaklı devriyelere dedi ki: "Bunu Öldürmeyin.
Bu bir tane ile Israiloğullannm sayısı artmaz. Hele bunu bırakın da Firavun'a
götüreyim, bana bağışlamasını istiyeyim. Bana bağışlarsa,bunu öldürmemiş olmakla
güzel bir iş yap-„ mış olursunuz. İlla
da öldürülmesini emrederse, artık öldürürseniz sizi kınamam." Böyle
dedikten sonar Firavun'un yanma gidip: "Bana da sana da göz bebeği
(olacak bir çocuk).» dedi. Firavun da, senin için göz bebeği olabilir ama benim
buna ihtiyacım yok, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Kendisine yemin
edilen (Allah)a andolsun ki Firavun, karısı gibi (Musa'nın) kendisi için göz
bebeği olduğunu kabul etseydi, karısını hidayete kavuşturduğu gibi kendisini
de hidayete kavuştururdu. Ama onu bundan mahrum bıraktı.»
Firavun'un karısı,
onun için emzikçi birini bulmak maksadıyla etraftaki bütün kadınlara haber
saldı. Musa, emzirmek için gelip kendisini kucağına alan kadınların memelerini
emmedi. Öyleki Firavun'un karısı, süt emmemesi nedeniyle aç kalıp ölmesinden
korktu. Fazlasıyla tasalandı. Çocuğun, memesini emeceği bir emzikçi kadının
bulunması ümidiyle pazar yerine ve halkın kalabalık bulunduğu yere çıkarılmasını
emretti. Hangi kadın memesini ağzına dayadı ise o, hiçbirinin memesini emmedi.
Öte yandan Musa'nın
anası, kızına dedi ki: "Kardeşin Musa'nın izini takib et, onu ara. Bak
bakalım, onun hakkında birşeyler duyabilecek misin? O sağ mıdır? Yoksa onu
hayvanlar mı yemiştir?" Böyle derken o, Allah'ın Musa'yla ilgili olarak ona
verdiği sözü unutmuştu. Musa'nın ablası da "Onlar farkına varmadan onu
uzaktan gözetledi." Emzikçi kadınların onu emzirmekten aciz kaldıklarını
görünce sevinçten şöyle de-" di: «Sizin için onun bakımını üzerine alacak
ve ona Öğüt ver (ip onu güzelce eğit) ecek bir aileyi göstereyim mi?»
Böyle deyince onu
yakaladılar ve; "Bu ailenin çocuğa ne öğüt vereçeklerini biliyor musun?
Hem bu aileyi tanıyor musun?" dediler. Bu hususta kuşkuya kapıldılar. Bu
da fitnelerden biridir, ey Cübeyr'in oğlu! Musa'nın ablası onlara dedi ki:
"Bu çocuğa öğüt verip iyi bakmakla hükümdarın yakınları arasına
katılacaklarını umduklarından dolayı o aile, çocuğa güzelce bakacak ve
hükümdardan fayda umacaklar."
Böyle deyince onu
salıverdiler. Ablası da hemen anasının yanma koştu. Gördüklerim ona anlattı.
Anası gelip kucağına alınca Musa, hemen onun memesine atıldı, emmeye başladı
ve doyuncaya kadar emdi. Müjdeci de Firavun'un karısına koştu ve: "Oğlun
için bir emzirici bulduk." dedi. Kadın da Musa'nın anasına haber salıp
onu yanma getirtti. Firavun'un karısı, çocuğun bu emzikçiye karşı olumlu
davrandığını görünce ona: "Sarayda kal, şu oğlumu emzir. Çünkü onu
sevdiğim kadar hiçbir şeyi sevmiyorum." dedi. Musa'nın anası da şöyle
dedi: «Evimi ve çocuklarımı bırakıp da burada kalamam. Yoksa onlar telef
olurlar. Ama hoşuna giderse, çocuğu bana ver; onu kendi evime götürüp
çocuklarımın arasına katarım." Böyle derken de, Allah'ın kendisine vermiş
olduğu va'di hatırladı. Firavun'un karısıyla anlaşmazlığa düştü ve onu sıkıştırdı.
Cenâb-ı Allah'ın, kendisine vermiş olduğu sözü yerine getireceğine kesinlikle
inandı. Aynı gün Musa ile birlikte evine döndü. Onu güzelce yetiştirip terbiye
etti. Çünkü Cenâb-ı Allah, onun hakkında böyle hüküm vermişti. Kasabanın kenar
mahallesinde oturmakta olan İsrailoğulları, Musa aralarında bulunduğu sürece
haksızlığa uğramaktan ve angaryada çalıştırılmaktan kurtuldular.
Musa gelişip büyüyünce
Firavun'un karısı, Musa'nın anasına bir gün tayin ederek: «Oğlumu bana getir de
göreyim.» dedi ve vekil-i haslarına, dadılarına, hazinedarlarına da şu
direktifi verdi: Bugün hepiniz oğlumu hediyelerle karşılayacaksınız. Ben de onu
huzur içinde görmeliyim. Her biriniz, kendisine neler sunduğunu, nasıl
davrandığını bana birer birer anlatsın.
Musa, anasının evinden
çıkıp Firavun'un karısının yanına varıncaya kadar ihtiram, hediye ve
ikramlarla karşılandı. Saraya girerken de Firavun'un karısı tarafından hediye
ve ikramlarla karşılandı. Sevgi gösterilerine mazhar oldu. Kendisine iyi bakmış
olduğu için anası da yüklü bahşiş aldı. Sonra Firavun'un karısı: "Musa'yı
Firavun'a götüre-yim, o da kendisine ikram ve bağışta bulunsun." dedi.
Firavun'un katına çıktıklarında Musa'yı onun kucağına bıraktı. Kucağında
oturmaktayken Musa, Firavun'un sakalını tuttu. Öfkelenen Firavun, onu yere
bıraktı. Allah düşmanı fesatçılar dediler ki: "Allah'ın, peygamber İbrahim'e
verdiği sözü biliyor musun? İşte bu çocuk, senin yerine geçeceğini ve seni
mağlub edeceğini düşünüyor!" Bunun üzerine Firavun, eli bıçaklı
devriyelere, Musa'yı boğazlamaları için haber saldı. Bu da fitnelerden biri ve
de en şiddetlisidir ey Cübeyr'in oğlu!
Öte yandan Firavun'un
karısı koşarak geldi ve: "Bana bağışlamış olduğun bu çocuk hakkındaki
düşüncem değiştirmene sebep ne?" diye sordu. Firavun: "Görmüyor
musun? Beni mağlub edip üste çıkmaya çalışıyor!" dedi. Karısı, şöyle bir
teklifte bulundu: "Gel, kendi aramızda bir deney yapalım, böylece gerçeği
öğrenmiş olursun. İki ateş közü ile ikinci tanesi getir; çocuğun önüne bırak!
İncileri tutup ateş közlerinden uzak durursa, aidinin erdiğini anlarsın. Yok
eğer ateş közlerini tutup incilere yanaşmazsa; aklının ermediğini anlarsın.
Ateş közlerini incilere tercih etmeyenin, akıllı bir kimse olmayacağını
bilirsin."
Çocuğun önüne iki ateş
közü ve iki de inci bıraktılar. Hemen ateş közlerini tuttu. Elini yakmasından
korktuğu için kadın, ateş közlerini Musa'nın elinden alıp attı ve Firavun'a:
"Görüyor musun?" dedi.
Musa, elini incilere
uzatmak istemişti ama Cenâb-ı Allah, elini geri çekip ateş közüne uzatmıştı.
İşte böyle, Allah, emrini mutlaka yerine getirir.
Musa güçlenip erkeklik
çağına varınca, artık Firavun'un adamlarından hiçbiri İsrailoğullanndan her
hangi birine haksızlık edemiyor ve angarya işlerinde çalıştıramıyordu.
îsrailoğulları bağımsız hale gelmişlerdi.
Musa, bir ara şehrin
varoşlarında dolaşıyordu. İki kişinin kavgaya tutuşmuş olduklarını gördü.
Kavgacılardan biri, Firavun'un adamlarından, diğeri de İsrailoğullanndan di.
İsrailoğullanndan olan adam, Firavun'un adamına karşı Musa'dan yardım istedi.
Bu durumu gören Musa'nın öfkesi başına sıçradı. Çünkü kendisinin
îsrailoğullanna olan yakınlığını ve onlan korumakta olduğunu bildiği halde yine
de Firavun'un adamı, onun gözü Önünde İsrailliye saldırıyordu. Zira Musa'nın
anasından başka hiç kimse, Musa ile îsrailoğulları arasındaki bağın, süt
bağından ileri bir bağ olduğunu bilmiyordu. Ancak bu hususta Cenâb-ı Allah,
Musa'ya, başkasının farkedemeyeceği bazı işaretlerde bulunmuştu.
Bu olay karşısında
kendini tutamayan Musa, Firavun'un adamına bir yumruk salladı ve onu öldürdü.
Öldürdüğünü de Allah1 dan, Musa'dan ve o İsrailliden başka gören olmamıştı.
Adamı Öldürdüğünde Musa şöyle dedi:
«Bu, şeytanın
işindendir. O, gerçekten apaçık saptırıcı bir düşmandır. Rabbim! Ben nefsime
zulmettim; beni bağışla.» dedi. (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok
bağışlayan, çok esirgeyendir. "Rabbim, dedi. Bana lütfettiğin nimetler
hakkı için artık bir daha suçlulara arka olmayacağım." Şehirde korku
içinde (haberleri ve sonucu) gözetleyerek sabahladı.»
Adamları Firavun'a
gidip: "îsrailoğulları senin tarafından birini öldürdüler; öcümüzü al,
onlara asla müsamaha etme." dediler.
Firavun da:
"Katili ve aleyhinde tanıklık edecek birini bana getirin ki, gereğini
yapayım." dedi.
Öldürülen kişi,
hükümdarın yakınları arasında seçkin bir kimse olsa da hükümdarın, belgeye
dayanmadan ve suçu sabit görülmeden katile kısas uygulaması kendisine
yaraşmazdı. «Suçu tespit edici bilgileri bana getirin ki, hakkınızı alayını.»
dedi. Firavun'un adamları her ne kadar araştırdılarsa da bir belge veya tanık
bulamadılar. Öte taraftan Musa, olayın ertesi günü, dünkü İsraillinin, bu defa
Firavun'un adamlarından bir başkasıyla kavgaya tutuşmuş olduğunu gördü. Yine
İsrailli, Firavun'un adamına karşı Musa'yı yardıma çağırdı. Bu olayla
karşılaşan Musa, dünkü yaptığına pişman olmuş ve gördüğü şeyden hoşlanmamıştı.
Firavun'un adamının yakasına yapışıp vurmak isteyen İsrailliye kızdı. Dünkü ve
bugünkü kavgaya neden giriştiğini sorup azarladı: "Belli ki sen bir
azgınsın" dedi. İsrailli, böyle demesinden sonra Musa'ya baktı. Dün
Firavun'un adamını öldürürken kızdığı kadar kızmıştı. Kendisine: "Belli
ki sen bir azgınsın." demesinin ardısıra kendisini öldürmeye kasdettiğini
sanmıştı. Ama Musa, onu öldürme niyetinde değildi. Yine Firavun'un adamını
öldürmek istemişti. Musa'nın öfkelenip böyle demesinden korkan İsrailli: «Ey
Musa! Dün bir canı öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun?"
dedi. Musa'nın, kendisini Öldürmek istediği vehmine kapılıp korktuğu için
böyle demiş ve hasmını bırakıp kaçmıştı. Öte taraftan Firavun'un adamı da,
İsraillinin: "Dün bir canı öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek
istiyorsun?" dediği zaman İsrailliden duyduğu haberi Firavun'a iletti.
Bunun üzerine Firavun, Musa'yı öldürmeleri için cellatları gönderdi. Firavun'un
adamlan ana caddede sakin sakin dolaşıp Musa'yı arıyorlardı, ama onun kaçıp kurtulmasından
korkmuyorlar di. Oysaki Musa'nın adamlarından olup şehrin öbür ucunda ikamet
etmekte olan bir adam kısa yoldan koşup gelerek, Firavun'un adamlarından önce
Musa'ya kavuştu ve hakkında verilen ölüm cezasına ona haber verdi. İşte bu da
fitnelerden biridir ey Cübeyr'in oğlu!
Musa, Medyen şehrine
doğru yöneldi. Daha önce böyle bir belayla karşılaşmış değildi. Yol hakkında
bilgisi de yoktu. Yalnız yüce Rabbine güveniyordu. «Umarım ki Rabbim beni doğru
yola iletir.» dedi. Medyen suyuna vannca o (kuyu)nun başında bir çok insanlann
(hayvanlarını) suladıklarını gördü. Onlann gerisinde de (diğerlerininkine
karışmasın diye hayvanlannı) sudan alıkoyan iki kız buldu. (Onlara):
"İşiniz nedir? (İnsanlardan niçin ayrı duruyorsunuz)?" dedi.
Kızlar: "Milletin
arasına girip onlarla itişip kakışacak gücümüz yoktur. Havuzda bırakacakları
artık suyu bekliyoruz." dediler. Böyle demeleri üzerine Musa, kuyudan
onlar için su çıkardı. Kovayla çok su çekti. Böylece kızlar o gün, davarlanm
herkesten önce sulamış oldular; hemen eve döndüler. Musa da kuyu başından ayrılıp bir ağacın gölgesi
altında istirahate çekildi: ve "Rabbim, doğrusu bana indireceğin her hayra
muhtacım." dedi.
Babaları kızlarının
tok karınlı ve şişkin memeli davarlanyla eve erken döndüklerini görünce durumu
tuhaf karşıladı ve: "Bu gün sizde bir iş var." dedi. Onlar da
Musa'nın yaptıklarını kendisine anlattılar. Musa'yı gidip çağırması için,
ikisinden birine emir verdi. Kız, Musa'nın yanma gidip onu eve davet etti. Eve
geldi. Konuştular. Kızların babası ona şöyle dedi: "Korkma, o zalim
kavimden kurtuldun." Firavun ve kavminin bizim üzerimizde hakimiyetleri
yoktur. Biz onun memleketinde değiliz. Kızlardan biri dedi ki: «Babacığım,
bunu (çoban) tut. İşte, ücretle tuttuklarının en hayırlısı budur. Hem de güçlü
ve güvenilir (adam)dır.»
Gayret ve kıskançlık
damarı kabaran babası, kıza: "Onun ne kadar güçlü ve ne kadar güvenilir
olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Kız cevap verdi:
"Güçlüdür.. Çünkü kuyudan kovayla su çekerken, su çekmede onun kadar güçlü
bir adam bulunmadığını gördüm. Güvenilir bir insandır.. Çünkü eve çağırmak için
yanma gittiğimde bana baktı. Kadın olduğumu anlayınca da başını öte yana
çevirdi. Senin mesajını kendisine tamamen aktarmcaya kadar başım kaldırıp ta
bana bakmadı. Sonra bana: "Arkamdan gel ve yolu bana tarif et."
dedi. Güvenilir bir kimse olmasaydı böyle yapmazdı."
Böyle konuşarak
babasının kalbindeki şüpheyi giderdi. Babası da onun söylediklerini doğruladı.
Bunun üzerine Musa'ya şöyle dedi: Ne dersin? «Bana sekiz yıl hizmet etmen
şartıyla şu iki kızımdan birini sâna nikahlamak istiyorum. Eğer (bu süreyi) on
(yıl)a tamamlarsan artık o, senin tarafından (bir iyilik)dir. Ben sana zahmet
vermek istemem. İn-şaallah beni iyilerden bulacaksın.»
Böyle yaptı ve
Allah'ın peygamberi Musa'nın üzerine, sekiz yıl çalışmak, görev oldu. İki yıl
da kendiliğinden çalıştı. Cenâb-ı Allah da bu şekilde hüküm verdi ve hizmetini
on yıla tamamladı.»
Said İbn Cübeyr dedi
ki: Hnstiyan bilginlerinden biri ile karşılaştım. Musa'nın iki süreden
hangisini tamamlaaığını biliyor musun? dedi. Ben de hayır, dedim. Çünkü o gün
ben, bu sorunun cevabım bilmiyordum. İbn Abbas'la karşılaştım; bu soruyu ona
sordum. Bana dedi ki: "Bilmiyor muydun ki Allah'ın peygamberinin sekiz yıl
çalışması, ona vacib olmuştur. Allah'ın peygamberi bu süreyi eksiltecek
değildi. İki yıl da kendiliğinden çalıştı. Bu yolda Allah hüküm verdi ve Musa,
hizmetini on yıla tamamladı." Bir süre sonra o Hnstiyan bilginle karşılaştım.
Bunu kendisine anlattım. Bana dedi M: "Kendisine sorup da bu bilgileri
aldığın kimse, bu hususta senden daha bilgilidir." dedi. Ben de:
"Evet, hem de fazlasıyla." dedim.
Musa, ailesiyle yola
çıktı. İnsanların en güçlülerindendi. Asası da
elindeydi. Yola
koyuldular. Ve kıssalarının bundan sonraki bölümüyle ilgili olarak Kur'ân-ı
Kerîm'de anlatılan durumlarla karşılaştılar.
Öldürdüğü adam için
Firavun'un adamlarının, kendisine kötülük etmelerinden korktuğunu ve dilindeki
tutukluğu Allah'a şikayet etti. Dilindeki tutukluk, onu çok konuşmaktan
alıkoyuyordu. Kardeşi Harun'u kendisine yardımcı olarak vermesini Rabbinden
diledi. Harun, kendisine yardımcı olacaktı. Diliyle iyi telaffuz edemediği
sözleri, onun yerine Harun söyleyip açıklayacaktı. Onur ve üstünlük sahibi olan
Allah, dilindeki tutukluğu çözdü. Harun'a da vahiy gönderip Musa'yı karşılamasını
emretti.
Musa, elindeki
asasıyla yoluna devam etti; Harun'la karşılaştı, beraberce Firavun'a gittiler.
İçeri girmelerine izin verilmediği için, kapıda bir süre beklediler. Uzun bir
bekleyişten sonra, içeri girmelerine izin verildi. Yanma vardıklarında,
Firavun'a: "Doğrusu biz, senin Rabbinin elçileriyiz." dediler.
"Rabbiniz kimdir?" dedi.
Kur' ân1 da
anlatıldığı gibi ona Rab hakkında bilgi verdiler. "Ne istiyorsunuz?"
dedi. Musa, o adamı kendisinin öldürmüş olduğunu söyledi. Firavun'un bu hususta
duyduklarından dolayı özür diledi ve: "Allah'a inanmanı, îsrailoğullarını
da benimle beraber göndermeni istiyorum." dedi. Firavun, Musa'nın bu isteğini
kabul etmedi ve: "Eğer doğru söyle-yenlerdensen bir ayet (mucize)
getir." dedi. (Musa da) "Değneğini (yere) bıraktı." Değneği,
ağzını açıp Firavun'a taraf koşuveren büyük bir yılan oluverdi. Yılanın
kendisine doğru koşmakta olduğunu görünce tahtından atlayıp, yılandan
kendisini koruması için Musa'dan yardım istedi; Musa da onu korudu. Sonra elini
koltuğunun altından çıkardı. Eli, ala-casız olmuş, pırıl pırıl parlıyordu.
Elini yine koltuğunun altına koyduğunda eli, eski rengine donuverdi.
Firavun, bu meseleyi
etrafındaki önde gelen şahsiyetlerle konuştu, fikirlerine başvurdu. Ona dediler
ki:
«Bunlar iki büyücü,
başka birşey değil. İstiyorlar ki büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarsınlar ve
sizin örnek yolunuzu, (Bu güzel mülkünüzü ve yaşantınızı) gi ders inler.»
(Tâ-Hâ, 63.)
Musa'ya istediği şeyi
vermeye yanaşmadılar ve Firavun'a şöyle dediler: "Ey hükümdar! Senin
ülkende büyücüler çoktur. Büyücüleri topla ki, kendi büyünle, Musa ve Harun'un
büyüsünü alt edebilesin." Bu teklif üzerine Firavun, kendisine bağlı
beldelere adam saldı. Adamları, bütün bilgili büyücüleri toplayıp Firavun'a
getirdiler. Büyücüler, "Şu büyücü (Musa), büyü yaparken ne ile çalışır?»
diye sordular. Firavun'un adamları da: "O, yılanlarla çalışır." diye
cevap verdiler. Büyücüler de:
«Hayır vallahi;
yeryüzünde bizim kadar yılanlarla, iplerle ve değneklerle büyü icra edebilen
kimse yoktur. Onu yenersek, ücretimiz ne olacaktır?" Firavun: "Onu
yenerseniz yakınlarım ve has adamlarım olursu-
nuz. İstediğiniz her
şeyi size yaparım." dedi. "Süs günü (bayram günü) ve insanların
toplandığı kuşluk vakti" buluşmak üzere randevu!aştılar.
Said b. Cübeyr'in
rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah'ın Musa'yı Firavun'a ve
büyücülere üstün getirdiği süs günü, aşure günüdür.
Musa ile büyücüler
sahada bir araya geldiler. O zaman halk birbirine: "Gelin şu işi
seyredelim." dediler.
"Umarız ki
büyücüler üstün gelirse biz de onlara uyarız."
«Büyücüler» sözü ile
Musa ve Harun'u kasdetmişlerdi. Böyle demekle de onları alaya almak
istemişlerdi.
Büyücülerin, önce işe
koyulmalarım bekledikleri Musa'ya:
«Sen mi (önce hünerini
ortaya) atacaksın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?» demeleri üzerine
(Musa): «Hayır, siz atın.» dedi. İplerini ve değneklerini attılar ve:
«Firavun'un şerefine
biz, elbette biz galib geleceğiz.» dediler.
Musa onların
büyülerini görünce, içine bir korku düştü. Cenâb-ı Allah, ona:
«Değneğini at.» diye
vahyetti. Atınca da değneği, ağzını açmış büyük bir yılana dönüştü ve bu yılan,
büyücülerin yılanlarına yönelip onları birer birer yuttu. Ortada bir yılan ve
bir ip dahi bırakmadı. Büyücüler bu hali görünce: "Eğer bu büyü olsaydı,
bizim büyülerimizin mertebesine ulaşamaz ve onları yutamazdı." dediler.
Bu, olsa olsa Allah'ın bir emridir. Biz ona ve Musa'nın getirdiği dine iman
ettik. İçinde bulunduğumuz halden ötürü Allah'a yönelip tevbe ediyoruz!"
dediler.
Böylesine önemli bir
yerde Cenâb-ı Allah, Firavun ve adamlarının belini kırdı.
«Hak ortaya çıktı ve
onların bütün yaptıkları boşa çıktı. Orada yenildiler, küçük düştüler.»
Öte yandan Firavun'un
karısı, Musa'yı Firavun'a ve adamlarına üstün getirmesi için Cenâb-ı Allah'a
eski giysiler içinde yalvarıp yakardı. Onu bu halde gören Firavun'un adamları,
onun, Firavun ve taraftarları için acıyıp endişeye kapılmasından dolayı böyle
yaptığını sanıyorlardı. Ama aslında o, Musa için üzülüp endişe ediyordu.
Musa, Firavun'un yalan
vaadlerinin gerçekleşmesini uzun zaman bekledi. Her mucize geldiğinde Firavun,
sıkıntıdan kurtulduğu takdirde, îsrailoğullarını kendisi ile göndereceğini
Musa'ya va'dediyordu. Fakat sıkıntı yok olunca Firavun, vermiş olduğu söze
muhalefet ediyordu ve: «Ey Musa! Rabbin bundan başka bir sıkıntı verebilir mi?»
diyordu. Cenâb-ı Allah, her biri mufassal bir ayet (mucize) olan tufanı,
çekirgeyi, kımılı (haşereyi), kurbağaları ve kanı, Firavun kavminin üzerine gönderdi.
Firavun,
İsrailoğullarını kendisiyle birlikte göndermesi yolundaki isteğini yerine
getirmek için Musa'ya, bu sıkıntıları üzerinden kaldırması için müracaatta
bulunuyordu. Sıkıntı kaldırılınca da Firavun, sözünü yerine getirmedi. Nihayet
Cenâb-ı Allah, milletiyle birlikte Mı-
sır'dan çıkıp
gitmesini, Musa'ya emretti. O da geceleyin onları Mısır'dan çıkarıp götürdü.
Ertesi sabah,
İsrailoğullarının çekip gitmiş olduklarım gören Firavun, etraftaki beldelere,
onları yakalayıp getirecek adamlar gönderdi. Kendisi de büyük bir ordu ile
peşlerine düştü. O esnada Cenâb-ı Allah, denize şöyle vahyetti:
«Eğer Musa değneğiyle
sana vurursa, hemen ayrılıp on iki yol haline gel. Musa ve beraberindekiler
karşıya geçinceye kadar yollarım açık tut. Sonra da geride kalan Firavun ve
adamlarım yakalayıp boğ!»
Musa, değneğiyle
denize vurmayı unuttu. Deniz kıyısına vardığında deniz, Musa'nın değnekle
kendisine vuracağı anda gaflette olma korkusuyla, dalgalarıyla gök gürleyişi
gibi ses çıkardı. Gaflet içinde bulunuyor. Allah'a karşı gelmiş olurum, diye
korkuyordu.
İki topluluk
birbirlerini görüp birbirlerine yaklaştıklarında Musa'nın adamları "İşte
yakalandık!" dediler. Ey Musa, Rabbinin sana verdiği emri yerine getir.
Rabbin de, sen de asla yalan söylemiş değilsiniz! dediler. Musa da: Denizi
geçeceğim zaman denizin, biz geçinceye kadar on iki yola ayrılacağını Rabbim
bana va'd etmiştir, dedi ve değneği hatırladı.
Firavun ordusunun
öncüleri, İsrail oğullarının arka kısımda bulunanlarına ulaştıkları anda Musa
değneğiyle denize vurdu. Rabbinin emrettiği ve Musa'ya va'dettiği şekilde deniz
yol verdi. Musa ile adamları denizi geçip karşı kıyıya vardıklarında Firavun
ve adamları denize girdiler. Allah'tan aldığı emir üzerine deniz onları
yakalayıp boğdu. Musa denizi geçince adamları: "Korkarız ki Firavun
boğulmamış tır, onun Öldüğünden emin değiliz." dediler. Musa Rabbine dua
etti. Rabbi de Firavun'un ölü vücudunu denizden çıkarıp onlara gösterdi.
Böylece onlar da onun öldüğüne yakinen inanmış oldular.
Bundan sonra
îsrailoğulları puta tapan bir kavme uğradılar.
«Ey Musa! onların
tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.» dediler. (Musa):
«Doğrusu, siz bilgisiz
bir milletsiniz, bunlar yok olacaklar ve işledikleri boşa gidecektir, dedi. Siz
bu kadar ibretler gördünüz ve size yetecek kadar dersler işittiniz» dedi ve
onları götürüp bir mevkie yerleştirdi. «Harun'a itaat edin. Doğrusu Allah onu,
sizin üzerinize benim halefim kıldı. Ben Rabbime gidiyorum.» dedi. Otuzgün
sonra geri geleceğini söyledi. Otuzuncu günde gelip yüce Rabbiyle
konuşmakistedi. Otuz günü, geceleriyle birlikte oruçlu geçirmişti. Oruçlu
kimselere mahsus koku ağzında varken Rabbi ile konuşmak hoşuna gitmediği için,
biraz ot alıp ağzında çiğneyiverdi. Huzura vardığında Rabbi: "Niçin iftar
ettin?" diye sordu. Rabbi, olanları hep biliyordu. Musa "Ağzım güzel
kokuyorken seninle konuşmak istedim hepsi o kadar." dedi. Rabbi de ona
şöyle karşılık verdi: "Ey Musa! Oruçlunun ağız kokusunun, benim katımda
miskten
daha güzel olduğunu
bilmiyor musun? Geri dön, on gün daha oruç tuttuktan sonra yanıma gel."
Musa, Rabbinin emrini yerine getirdi.
Musa'nın kavmi,
belirtilen süre sonunda Musa'nın dönmediğini görünce üzüldüler ve bu durumdan
hoşlanmadılar. Bunun üzerine Harun, onlara hitab ederek şöyle dedi:
"Siz.Mısır'dan çıkarken Firavun kavminin emanet ve iğreti mallan yanınızda
vardı. Sizin de orada emanet ve iğreti mallanmz kalmıştı. Bunları o
mallarınıza mahsub etmeniz gerektiği görüşündeyim. Onların yanınızdaki emanet
ve iğreti mallarını size helal saymıyorum. Bunları onlara vermeyeceğimiz gibi,
kendimiz içinde tutmayacağız."
Böyle dedikten sonra
bir çukur kazdı. Herkese, yanlarındaki emanet ve iğreti eşyalarla mücevherleri
bu çukura atmalarını emretti. Attılar. Sonra bu eşyalarla mücevherleri ateşe
vererek yaktı, "Ne bize, ne de onlara..." dedi.
Samirî isimli kimse,
ineğe tapan bir millettendi. îsrailoğullarından değildi. Onların komşusuydu.
İsrailoğullan Mısır'dan göçerken bu da onlarla beraber göçmüştü. Cebrail'in
atının ayağının bastığı yeri, bir tevafuk eseri olarak görmüştü. Oradan bir
avuç toprak almıştı. O toprak avucundayken Harun'un yanından geçmekteydi.
Harun, ona: "Ey Samirî! Sen de elindekini çukura atmıyacak mısın?"
diye sordu. Toprak elindeyken, o zamana kadar kimse onu görmemişti. Harun'un,
elindekini çukura atmasını emretmesi üzerine Samirî şöyle dedi: "Bu, sizi
denizden geçiren elçinin (Cebrail'in) atının ayak izindeki topraktır. Bunu çukura
atarken dileğimin gerçekleşmesi için dua etmen şartıyla çukura atarım, yoksa
atmam." Çukura attı ve Harun da dileğinin gerçekleşmesi için dua etti.
Atarken de: "Çukurdaki şeylerin buzağı (heykeli) olmasını
istiyorum." dedi. Çukura atılmış olan eşya, mücevher, demir ve bakır her
ne varsa hep bir araya gelip yığıldı. îçi boş bir buzağı (heykeli) haline
geldi. Böğürmesi olmayan bu buzağının canı da yoktu.
İbn Abbas dedi ki:
Hayır vallahi, o buzağının sesi yoktu. Yalnız rüzgar arkasından girip ağzından
çıkıyor, çıkarken de ses veriyordu.
İsrailoğuiları bir kaç
gruba ayrıldılar. Bir grup: "Ey Samirî, bu nedir? Sen bunu bizden daha
iyi bilirsin." dediler. Samirî de: "Bu sizin Rab-binizdir! Ama Musa
yolunuzu saptırdı." dedi.
İkinci grup şöyle
dedi: «Musa bize geri gelinceye kadar biz bunu yalanlamayız. Eğer Rabbimizse
bunu kaybetmiş olmayız. Gördüğümüzde buna kulluk ederiz. Eğer bu bizim Rabbimiz
değilse, o zaman Musa'nın sözüne uyarız."
Üçüncü grup ise şöyle
dedi: "Bu buzağı, şeytan işidir. Rabbimiz değildir. Ona inanmaz ve onu
tasdik etmeyiz. Dördüncü grubun kalbine Samirî'nin sözlerinin doğruluğu (!)
sindirilmişti. Bunlar buzağının tanrılığını kabul etmiş, onu
yalanlamıyacaklannıilan etmişlerdi.[29]
Harun (a.s) onlara
şöyle dedi: «Ey kavmim, andolsun siz bununla fitneye düşürüldünüz (sınandınız).
Rabbiniz, o çok esirgeyen (Al-îah)dır.» Bu değildir.
"Musa'ya ne oldu?
Otuz gün sonra bize yine geleceğini söylemişti, ama sözünü yerine getirmedi.
îşte gidişinin üzerinden otuz değil, kırk gün geçti." dediler. Beyinsiz
takımı da: "Musa Rabbini kaybetmiş, onu arıyor" dediler. Cenâb-ı Allah
Musa ile konuşup gereken şeyleri söyleyince, kendisinin ardısıra kavminin
karşılaştıkları durumları da anlattı, «Bunun üzerine Musa, milletine kızgın ve
üzgün olarak geri döndü.» Kur' ân~ı Kerîm'de nakledilen sözleri onlara söyledi.
«Kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti.» Öfkeli olduğu için, Tevrat'ın
yazılı olduğu levhaları da yere attı. Daha sonra kardeşi Harun'un mazeretini
kabul etti ve onun için istiğfarda bulundu. Allah'tan onu bağışlamasını diledi.
Bundan sonra Samirî'ye
yöneldi: "Sen niçin böyle yaptın?" diyerek ona çıkıştı. Samirî de
kendim şöyle savundu: Cebrail'in atının bastığı yerden bir avuç toprak aldım.
Bu toprağın önemini bildiğim için, durumu sizden gizledim.
«"Onu (zinet
eşyalarının yakılıp eritildiği çukura) attım. Nefsim böyle yapmamı bana hoş
gösterdi." dedi.
(Musa): "Defol!
Doğrusu artık hayatta, "Bana dokunmayın" demenden başka yapacağın
yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Durup üzerinde
titrediğin tanrına bak.. Onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz." dedi.»
(Tâ-Hâ, 95-97.)
Eğer şu buzağı gerçek
tanrı olsaydı, yakılamazdı. İsrailoğullan fitneye düşürülmüş olduklarını
kesinlikle anladılar. Harun'un görüşüne uymuş olanlara imrendiler. Toplu olarak
dediler ki: "Ey Musa! Rabbin-den bizim için tevbe kapısı açmasını dile.
Tevbe edelim de günahlarımızı örtsün."
Bunun üzerine Musa,
îsrailoğullarından Allah'a ortak koşmamış yetmiş mutena kimseyi seçti. Tevbe
için onlarla birlikte Tur dağına gitti, ama yer onları sarsıp titretiverdi.
Başlarına gelen bu olaydan ötürü Allah'ın peygamberi Musa (a.s.), kavminden ve
heyetinden utandı, onlara karşı mahçub oldu. "Rabbim! Dileseydin daha
önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü
bizi yok eder misin?" dedi.» (d-A'râf, 155.)
Aralarında buzağı
sevgisini ve ona imanı kalplerinde taşıyanlar hâlâ vardı. Bunu farkettiği için
Cenâb-ı Allah, yere emir vererek onları sarsıp titretti. Ve şöyle buyurdu:
«Rahmetim herşeyi
kaplamıştır. Bunu, Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere,
ayetlerimize inanıp yanlarındaki İncil'de ve Tevrat ta yazılı buldukları, haber
getiren, okuyup yazması olmayan peygamber Muhammed'e uyanlara yazacağız.» (ei-AVâf, 156-157.)
Musa şöyle demişti:
«Ya Rab! Kavmimin tevbesini kabul buyurmanı diledim. Sen demişsin ki:
"Ben Rahmetimi Musa'nın ümmetinden bagka bir ümmete yazmışını". Ne
olurdu? Beni o rahmet ettiğin peygamber (Muhammed)'in ümmetinin yaşayacağı
zamana erteleyip o zaman ortaya çıkarsaydın!» Musa'nın böyle demesi üzerine
Cenâb-] Allah şu karşılığı verdi. «Senin kavminin tevbesi ancak şöyle kabul
edilir: Baba olsun evlat olsun, adamlarınız, karşılaştığı herkesi kılıçla vurup
öldürecektir. Orada vurduğu adamın kim olduğuna bakmayacaktır.» Durumu Musa
ile Harun'a gizli kalan, ancak günah işledikleri, Allah tarafin-dan
farkedildiği için suçlarım itiraf edenlerin tevbeleri kabul buyurul-du. Bunlar,
emrolundukları gibi hareket ettiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Öleni de
öldüreni de bağışladı.
Bundan sonra Musa
(a.s.), arz-ı mukaddes taraflarına yöneldi. Öfkesi dinince, daha önce yere
atmış olduğu levhaları kaldırdı. Allah tarafından yapmakla emrolundukları
görevleri kavmine açıklayınca, o görevleri ağır buldular ve yapmaya
yanaşmadılar. Bunun üzerine dağ, üzerlerine kaldırıldı, adeta bir göİge gibi
üzerlerinde durdu. Tepelerine doğru yaklaştırıldı. Neredeyse üzerlerine düşecek
sandılar. Kitabı ellerine alıp emri dinlemeye ve dağa bakmaya başladılar.
Üzerlerine düşmesinden korktukları için geri planda durdujar. Sonra geçip
arz-ı mukaddese gittiler. Orada, içinde zorba bir kavmin yaşamakta olduğu bir
şehir buldular. Buranın insanları ahlaksızdılar. Anlatıldığına göre orada,
müthiş irilikte meyveler yetişirmiş. îsrailoğullan dediler ki: "Ey Musa!
Orada zorba bir kavim vardır.» Onlarla başa çıkamayız. Orada bulundukları
sürece biz o şehre girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz."
"(Zorbalardan
olup Allah'tan) korkanlardan iki adam dediler ki: " Biz Musa'ya inandık.
Biz kendi kavmimizi biliyoruz. Siz onların bedenlerinin iriliğinden ve
sayılarının çokluğundan korkuyorsunuz. Ama onlar, yüreksiz ve güçsüzdürler.
Kapıdan üzerlerine girin. Girdiğiniz takdirde siz onları yenersiniz."
Böyle dedikten sonra
Musa'nın adamları arasına katıldılar. Bu iki kişinin, Musa'nın kavminden
oldukları söylenir. Musa'nın adamları olan İsrailoğullarından olup korkanlar
şöyle dediler: «Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz..
Sen ve Rabbin, gidin, savaşın; biz burada oturuyoruz.» Böyle diyerek Musa'yı
kızdırdılar. Musa da onlara beddua etti ve onları fasıklar olarak adlandırdı.
Daha önceleri günah işleyip kötülük yaptıklarında onlara beddua etmemişti.
Ancak o günde kızgınlığı had safhaya geldiği için onlara beddua etti. Cenâb-ı
Allah da bedduasını kabul buyurdu. Musa gibi, Allah da onları fasıklar olarak
adlandırdı. Orayı onlara kırk yıl süreyle yasakladı. Yeryüzünde
şaşkın vaziyette dolaşıyorlardı. Her
sabah uyandıklarında, durdukları yerin kendileri için kalınacak bir yer
olmadığım görüyorlardı. Sonra çölde bir bulut onları gölgelendirdi. Üzerlerine
gökten kudret helvası ve bıldırcın indirildi. Giysileri eskimiyor ve
kirlenmiyordu. Bulundukları yerin meydanlığında, dört köşeli bir taş görüldü.
Musa, değneğiyle ona vurunca taştan on iki göze, su fışkırmaya başladı. Her bir
tarafinda üç göze vardı. İsrailoğullarının on iki boyundan her biri, hangi
gözeden su içeceğini anladı.
Her nereye giderlerse
gitsinler, o taşı bir önceki yerinde görüyorlardı.
Musa (a.s.)'m,
Firavunun adamlarından birini öldürmesi meselesiyle ilgili hadisi, İbn Abbas merfu
olarak rivayet etmiştir. Fakat Musa'nın öldürdüğü adamla ilgili sırrı,
Firavun'un adamlarından birinin ifşa ettiğine dair İbn Abbas'm söylediklerini,
Muaviye reddetmiştir. Reddederken de: "Musa'nın adam öldürdüğünü,
Firavun'un adamlarından biri nasıl açığa çıkarabilirdi? Halbuki öldürürken
yanında İsrailli şahıstan başkası yoktu." demiştir. Muaviye'nin böyle
demesi üzerine îbn Abbas kızarak Muaviye'nin elinden tutup onu, Sa'd b. Malik
ez-Zührî'nin yanma götürmüş ve şöyle demiş: "Ya Eba İshak, Rasûlul-lah
(s.a.v.)'m, Musa'nın, Firavun'un taraftarlarından birini öldürme-siyle ilgili
olarak bize söylediklerini hatırlıyor musun? Musa'nın adam öldürüşünü,
Firavun'un taraftarlarından biri mi, yoksa o olaya tanık olan İsrailli mi ifşa
etmiştir?"
Bu hadisi İmam Neseî
böyle rivayet etmiştir. İbn Cerir ile îbn Ebi Hatîm de tefsirlerinde Yezid b.
Harun'dan naklederek böyle demişlerdir. Allah bilir ya en uygun olan görüş, bu
hadisin mevkuf olduğudur. Bu hadisin merfu olduğu hususunda ihtilaf vardır. [30]
[1] Tirmizî, Kitabut-Tefsir, Hadis No: 3107.
[2] Tefsir-i Taberî, XI, 112.
[3] A.g.e
[4] Buharı, Babü's-Savmi Yevmi Aşura, Hadis No: 111.
İbn Kesîr, El Bıdaye
Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 1/404-412.
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 218-340.
[6] Tefsir-i Taberî, IX, 124-125.
[7] Buharî, Meğazî.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/413-421.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/422-427.
[10] Tefsir-i Taberî, IX, 32-33.
[11] Bkz. Tefsir- Taberî, IX, 34-35
[12] Buharı, III, 244; Husumat, Hadis No:l.
[13] Bkz. Aclunî, Keşfü'1-Hafa, Hadis No: 616.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/427-432.
[15] Camiüs-Sağir, Hadis No: 7574-7575.
[16] Tarih-i. Taberî, I, 298-300.
[17] Tefsir-i Taberî, IX, 50.
[18] Tefsir-iTaberî, IX, 45-46.
[19] Müslim, îman, 308, 311, 312.
[20] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 376.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/432-444.
[22] Tefsir-i Kurtubî, I, 267.
[23] Tefsir-i Taberî, I, 285.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/444-446.
[25] Bkz. H.K.K.T. îbn Kesir Tefsiri, Kehf Sûresi.
[26] Tarih-i Taberî.I, 256.
[27] Tarih-iTaberî, I, 256.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/447-454.
[29] Bkz. Tefsİr-i Taberî, IX, 31.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
1/454-467.