Danyal Peygamberden Haberler. 1

Beyt-Î Makdis'in Yeniden İmar Edilmesi Ve İsraîloğullarının Toplanıp Bir Araya Gelmesi 3

Üzeyîr'în Kıssası 5

Fasıl 7

Zekeriyya Ve Yahya (A.S.) Kıssaları 9

Yahya (A.S.)'Nın Öldürülme Sebebi 17

Meryem Oğlu İsa'nın Kıssası 19

İffetli Ve Bakire Meryem'in Oğlu, Allah'ın Kulu Ve Elçisi İsa'nın Doğumu. 27

Cenâb-I Allah'ın Çocuk Edinmekten Münezzeh Oluşu. 36

 

Danyal Peygamberden Haberler

 

İbn Ebi'd-Dünya dedi ki: Buhtunnasr, iki aslanı ava alıştırdı. Sonra onları bir kuyuya bıraktı. Peşleri sıra Danyal'ı da üzerlerine bıraktı ama onlar DanyaTa saldırmadılar. Danyal, Allah'ın dilediği bir zaman kadar kuyuda kaldı. Sonra insanoğullarm diledikleri bir takım yiyecek­lerle içecekleri arzuladı. Cenâb-ı Allah, Şam'daki Ermiya peygambere vahiy göndererek Danyal için yiyecek ve içecek hazırlamasını emretti. Ermiya şöyle dedi: "Ey Rabbim! Biz Arz-ı Mukaddes'teyiz. Danyal ise Irak'a bağlı Babil toprağmdadır. Ben, ona nasıl yiyecek ve içecek götü­rebilirim?" Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Sana emrettiklerimizi ha­zırla. Seni ve hazırladığın, şeyleri, Arz-ı Mukaddes'e götürecek birini sa­na göndereceğiz!" Bunun üzerine Ermiya peygamber, yiyecek ve içecek hazırladı. Cenâb-ı Allah onu ve hazırladıklarım, Arz-ı Mukaddes'e gö­türecek birini gönderdi. Nihayet gidip, Danyal'm içinde yaşamakta ol­duğu kuyunun başında durdular. Danyal, "Bu kimdir?" diye sorunca Er­miya: "Ben Ermiya'yım." dedi. Seni gönderen kimdir? diye sorunca o da: "Rabbim beni sana gönderdi." diye karşılık verdi. Danyal: "Rabbim beni hatırladı mı?" diye sorunca Ermiya, evet dedi. Danyal da şöyle karşılık verdi: "Kendisini zikredeni unutmayan Allah'a övgüler olsun. Kendi­sinden dilekte bulunanın dileğine icabet eden Allah'a hamd olsun. Ken­disine güvenen kimseyi başkalarına bırakmayan Allah'a övgüler olsun. İyiliğe iyilikle karşılık veren Allah'a hamd olsun. Sabra, kurtuluşla mu­kabelede bulunan Allah'a övgüler olsun. Dara düştükten sonra sıkıntı­mızı gideren Allah'a hamd olsun. Amellerimiz hakkındaki zamlımız kö-tüleştiğinde bizi koruyan Allah'a övgüler olsun. Gücümüz ve kuvveti­miz kalmadığında umudumuz olan Allah'a hamd olsun."

Yunus b. Bükeyr, Ebü'l-Aliye'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Tüs-ter şehrini fethettiğimizde Hürmüzan'm şahsi malları arasında bir ka­nepe gördük. Kanepenin üzerinde ölü bir ceset bulduk. Cesedin baş kıs­mının yanında bir mushaf vardı. Mushafı alıp Hz. Ömer'e getirdik. O da Kab'ı çağırarak bu mushafı Arapça'ya tercüme ettirdi. Araplar arasın­da o tercümeyi ilk okuyan ben oldum. Tıpkı Kur'ân okur gibi onu oku­dum."

Ebü'l Aliye'den rivayette bulunan Ebi Halid b. Dinar der ki: Ebü'l Aliye'ye dedim ki, o tercümede ne vardı? Dedi ki: Sizin gidişatınız, işleri­niz ve sözleriniz ile ileride vuku bulacak şeyler anlatılıyordu.

Yine sordum: Siz o ölü adamı ne yaptınız? Cevaben dedi ki: Gündüz-leyin onüç ayrı mezar kazdık; gece olunca onu defnettik ve bütün mezar­ları kapatıp aynı seviyeye getirdik ki, insanlar onun hangi mezarda ol­duğunu bilemesinler ve onu mezarından tekrar çıkarmasınlar.

Ona dedim ki: İnsanlar onun cesedinden ne umuyorlardı?

Dedi ki: Kuraklık olduğu zaman, yağmur yağması için insanlar onu kanepesinin üzerinde dışarıya çıkararak yağmur duasında bulunuyor­lar ve böylece yağmur yağıyordu.

Dedim ki: Siz o Ölü adamın kim olduğunu biliyor musunuz?

Dedi ki: Danyal adındaki bir adamdır.

Dedim ki: Sizce o kaç seneden beridir vefat etmiş? Dedi ki: 300 sene önce vefat etmiştir.

Dedim ki: Onun vücudunda bir değişiklik olmuş muydu?

Dedi ki: Hayır, sadece başındaki tüyler değişikliğe uğramıştı. Yalnız peygamberlerin etlerini yer çürütmez. Canavarlar da onun cesetle­rini yemezler."

Bu, Ebü'l Âliye'ye ulaşan sahih bir senettir. Fakat onun asr-ı saa­detten 300 sene önce vefat ettiği bildirildiğine göre o, peygamber değil de salih bir insandır. Zira Meryem oğlu İsa peygamberle Rasûlullah . (s.a.v.) arasında herhangi bir peygamber geçmiş değildir. Bu, Buharî'de ki bir hadisin nassı ile sabittir. Hz. Peygamberle (s.a.v.) ile İsa (a.s.) ara­sında 400 senelik bir zaman vardır ki, bu arada hiçbir peygamber geç­miş değildir. Buna fetret dönemi denmektedir. Bazılarına göre bu dö­nem 600 sene, diğer bazılarına göre de 620 sene olmuştur. Fakat bir ri­vayete göre de yukarıdaki zatın vefatı, asr-ı saadetten 800 sene önce ol­muştur ki, bu da Danyal'm vefat tarihine yakın düşmektedir. Her ne ise, bu zat, bir peygamber de olabilir, salih bir insan da olabilir. Fakat zanm-mıza yakın olan husus şudur ki, yukarıdaki rivayette kendisinden söz edilen zat, Danyal peygamberdir. Zira Danyal'ı, Fars hükümdarların­dan birisi yakalayarak yanında zindanda tutmuştur. Bu husustan daha önce de söz edilmişti. Yine Eb'ül Âliye'ye ulaşan sahih bir senede göre o zatın burnunun uzunluğu bir karışmış. Yine sağlam bir senetle nakle­dildiğine göre Enes b. Malik, onun burnunun bir zira uzunluğunda oldu­ğunu söylemiştir. Böyle olunca da bu zatın, o tarihlerden çok daha önce­ki zamanlarda yaşamış bir peygamber olması muhtemeldir. Doğrusu­nu Allah bilir.                                              

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, "Ahkamül Kubur" adlı eserde Ebul Eş as el-Ahmerî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Doğrusu Danyal, Aziz ve Celil olan Rabbine dua etti ki, Muham-med ümmeti kendisini defnetsin.»

Ebu Musa el-Eş'arî, Tüster şehrini fethettiğinde Danyal'ı bir tabut­ta buldu^ Tabutun içinde iken onun damarları atıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:

"Kim Danyal'ı bulursa, onu Cennetle müjdeleyin."

Danyal'ı bulup gösteren, Harkos adındaki bir zattı. Ebu Musa, Hz. Ömer'e mektup yazarak durumu bildirdi. Hz. Ömer de cevabî mektu­bunda şöyle diyordu: "Danyal'ı defnet, Harkos'u da bana gönder. Çünkü Peygamber (s.a.v.), onu Cennetle müjdelemiştir."

Sonra îbn Ebi'd-Dünya şöyle demiştir: Ebu Musa, Danyalla birlikte bir mushaf ve içinde yağ, dirhemler ye yüzük bulunan bir çömlek gör­müştü. Ebu Musa, bu durumu, Hz. Ömer'e mektupla bildirmişti. Hz. Ömer de cevabî mektubunda ona şöyle diyordu: «Mushafi bize gönder. Yağı da gönder. Yanındaki Müslümanlara da emret; onunla şifa talep etsinler. Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.»

büyük; islâm tarihi

İbn Ebi'd-Dünya'nm rivayetine göre Ebu Musa el-Eşarî, Danyal'm cesedini bulduğunda, etrafındakiler bu cesedin Danyaî olduğunu söyle­diler. Bunun üzei"ine o da Danyal'm cesedine sarılıp kucakladı ve öpme­ye başladı. Bunu mektup ile Hz. Ömer'e bildirdi. Mektubunda Danyal'm cesedinin yanında 10.000 dirheme yakın bir mal bulunduğunu da ifade etti. Borç olarak kendisine para lazım olan kimse gelip bu parayı alırdı. İade ederse ne ala; etmediği takdirde hastalanırdı. Ayrıca cesedinin ya­nında bir sandık ta mevcut olduğunu mektubunda Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer, cevabî mektubunda Ebu Musa'ya şöyle emir verdi: "Dan-yal'ın cesedini su ve sedir otuyla yıkayın, onu kefenleyip defnedin. Me­zarı kimselerce bilinmesin. Malını da beytül-mal'a devredin. Sandığı da bana gönderin. Yüzüğünü de size ganimet olarak verdim."

Ebu Musa'dan rivayet edildiğine göre kendisi dört esire emir ver­miş, esirler bir nehri tutarak önüne set çekmişler, sonra nehrin tam or­tasında bir mezar kazmışlar. Danyal'ı oraya gömdükten sonra nehrin önündeki şeddi kaldırarak mezarı sular altında bırakmışlar. Sonra da Ebu Musa'nın yanma dönmüşler. Ebu Musa da esrilerin boyunlarını vurmuş. Böylece kendisinden başka Danyal'm mezarının yerini bilen

bir kimse kalmamış.

İbn Ebi'd-Dünya, Ebi Zenap'dan, o da babasından naklen şöyle bir rivayette bulunmuştur: Ebu Musa el-Eşarî'nin oğlu Ebu Berde'nin oğlu­nun elinde bir yüzük gördüm. Yüzüğün kaşında iki arslan vardı. Ars-lanlarm ortasında bir adam sureti vardı. Arslanlar o adamın suretini

yalıyorlardı.

Ebu Berde dedi ki: Bu, bu belde ahalisince Danyal olduğu zannedi­len şu adamın yüzüğüdür. Ebu Musa, bu adamı defnettiği gün bu yüzü­ğü almıştır. Ebu Musa bu beldenin âlimlerine, bu yüzüğün nakısı hak­kında sormuş; onlar da şöyle demişler: Danyal'm, hakimiyeti altında yaşadığı hükümdara müneccimler ve bilginler gelerek şöyle demişlerdi: Şöyle şöyle bir çocuk doğacaktır. Senin mülkünü ve saltanatını bozup yok edecektir! Hükümdar dedi ki: Vallahi bu gece de öldürmediğim bir

tek çocuk kalmayacaktır!

Yalnız bu beldenin müneccimleriyle bilginleri, Danyal'ı alarak bir arslan inine bırakmışlardı. O gece arslanla dişisi, Danyal'a ilişmeden yanlarında konuk etmişlerdi. Hatta onu yalamışlardı. Anası geldiğinde arslanlarm ikisinin de onu yalamakta olduklarını görmüştü. Böylece Cenâb-ı Allah, Danyal'ı o hükümdarın şerrinden korumuştu ve o yaşa­yarak belli makamlara ulaşmıştı. İşte Danyal, kendi suretiyle, kendisi­ni yalamakta olan iki arslamn suretini yüzüğünün kasma nakşettir-mişti ki Cenâb-ı Allah'ın, o gecede kendisine bahşettiği nimeti unutmasın. [1]

 

Beyt-Î Makdis'in Yeniden İmar Edilmesi Ve İsraîloğullarının Toplanıp Bir Araya Gelmesi

 

Cenâb-ı Allah, herşeyi apaçık bildiren kitabında şöyle buyurmakta­dır; «Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı: "Allah, bunu böyle Öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz sene Öl­dürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Birgün, ya da bir günün birazı kadar kaldım." dedi (Allah), "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. 'Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için (kudreti­mize) bir işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir." dedi.» (ei-Bakara, 259.)

Hişam b. Kelbî der ki: Sonra Cenâb-ı Allah, Ermiya peygambere şöyle vahyetti: «Ben, Beyt-i Makdis'i onaracağım, gidip oraya yerleş.»

Bunun üzerine Ermiya çıkıp Beyt-i Makdis'e (Mescid-i Aksa'ya) git­ti. Orası, harap vaziyetteydi. Kendi kendine şöyle dedi: "Sübhanallah! Rabbim, bana bu beldeye yerleşmemi emretti ve burayı onaracağını ba­na bildirdi. Bunu ne zaman onaracaktır? Öldükten sonra bu beldeyi ne zaman canlandıracaktır?!"[2]

Sonra başını koyup uyudu. Yanında eşeği ve bir sepet yiyeceği var­dı. Uykusunda yetmiş sene kaldı. Sonra Buhtunnasr adındaki hüküm­dar helak oldu. Onun fevkindeki Lehrasip adındaki hükümdar da helak oldu. Onun hakimiyeti 120 sene devam etmişti. Ondan sonra oğlu Beş-tasib'de hüküm sürmüştü. Onun hakimiyeti zamanında Buhtunnasr vefat etmişti. Aldığı habere göre Şam beldeleri harabeye dönüşmüş, Fi­listin toprağında canavarlar çoğalmış ve orada bir tek insan dahi kal­mamıştı. Babü'de yaşamakta olan İsraillilere seslenerek; dileyen kim­senin Şam'a dönebileceğini bildirmişti. Davud ailesinden bir adamı da onların başına hükümdar olarak bırakmıştı. Ona, Kudüs'ü ve oradaki Mescid-i Aksa'yı imar etmesini emretmişti. Böylece îsrailoğullan Ku­düs'e dönerek orayı imar ettiler. İmarından sonra Cenâb-ı Allah, Ermi­ya peygamberin gözlerini açtı. Şehrin nasıl yeniden kurulduğunu ve onarıldığını görüp temaşa eyledi. Bu vaziyette iken de otuzyıl daha uy­kuda kaldı. Nihayet yüzseneyi tamamlamış oldu. Sonra Cenâb-ı Allah, onu tekrar diriltti. O sadece kısa bir süre uyuduğunu zannediyordu. Ve uyumadan önce şehrin harap vaziyette olduğunu hatırlıyordu. Uyandı­ğında şehrin insanlarla dolup taştığını ve ma'mur vaziyette olduğunu gördü ve: "Bilirim ki, Allah herşeye kadirdir." dedi.

îsrailoğullan, Kudüs'te bir süre yaşadılar. Cenâb-ı Allah, onları eski hallerine kavuşturdu. Tavâif-i Mülûk zamanında Rumların bas­kınlarına lîğrayıncaya kadar bu halde kaldılar. Sonra Hıristiyanların saldırısı neticesinde mağlup olunca ne bir toplulukları, ne de hüküm­darları kaldı.

İbn Cerir'in anlattığına göre Lehrasip adlı adil bir hükümdar vardı. Memleketini iyi yönetiyordu. İnsanlarla beldeler, hükümdarlarla ku­mandanlar ona itaat etmişlerdi. Şehirleri, nehirleri ve kaleleri imar et­me hususunda sağlam bir görüşe sahipti. Yüz küsur sene yönetimde kaldıktan sonra memleketi idare etmekten aciz oldu. Bu nedenle de tahttan, oğlu Beştasip adına feragat etti. Onun zamanında Mecusilik dini ortaya çıkmıştı. Şöyle ki: Zerdüşt adındaki bir adam, Ermiya pey­gamberle arkadaşlık etmişti. Fakat Ermiya'yı kızdırmıştı. Bunun üze­rine Ermiya ona beddua etmiş, o da alacalık hastalığına müptela olmuş­tu. Gidip Azerbaycan toprağına yerleşerek Beştasib'e arkadaşlık etti. Kendi kafasından uydurduğu Mecusiliği ona empoze etmeye çalıştı. Beştasip de bu dini kabul etti. Tebaasını bu dine girmeye zorladı. Bu di­ne girmek istemeyen halkının çoğunu öldürdü. Beştasip'den sonra Beli-men b. Beştasip tahta oturdu. O, Farslarm meşhur hükümdarlarından ve adı sanı dillere destan olan kahramanlanndandır. Buhtunnasr, bu üç hükümdar zamanında naiblik yapmıştır. Uzun süre yaşamıştır. Al­lah onu kahretsin. Hülasa, İbn Cerir'in anlattığına göre o beldeye uğra­yan zat, Ermiya peygamberdir. Doğrusunu Allah bilir.[3]

 

Üzeyîr'în Kıssası

 

Hafız Ebu'l Kasım îbn Asakir der ki: Üzeyir, Cerve'nin oğludur. So-rik b. Adya'nın oğlu olduğu da söylenir. Adya, Direzna b, Eyyub'un oğlu­dur. Direzna, Arî b. Taki'nin oğludur. Taki, Esbo b. Fenhas'm oğludur. Fenhas, Azır b. Harun'un oğludur. Harun da İmran'm oğludur.

Uzeyir'in, Seniha'nın oğlu olduğu da söylenir. Bazı eserlerde nakle­dildiğine göre mezarı Şam'dadır. Ebu'l Kasım el-Beğavî, İbn Abbas'dan naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Uzeyir'in satılıp satılmadığını bilmi­yorum. Onun peygamber olup olmadığını da bilmiyorum."

îshak b. Bişr'in, îbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre; Üzeyir, Buh-tunnasr'ın henüz bir çocuk iken esir aldığı kimselerdendir. Yaşı kırka vardığında Cenâb-ı Allah ona hikmet vermiştir. Tevrat'ı onun kadar bi­lip hifzeden bir kimse yoktur. Adı peygamberlerin adıyla birlikte anılır­dı. Nihayet kader hususunda Rabbine sual tevcih ettiği zaman Cenâb-ı Allah, onun adını peygamberlerin listesinden silmiştir.

Bu zayıf ve münker, aynı zamanda münkati bir rivayettir. Doğrusu­nu Allah bilir.

İshak b. Bişr'in, Rivayetine göre Abdullah b. Selam şöyle demiştir: Üzeyir, Cenâb-ı Allah'ın kendisini 100 sene öldürüp sonra yeniden di­rilttiği kuldur.

İshak b. Bişr, şöyle bir rivayette bulunmuştur: Üzeyir, hikmet sahi­bi, salih bir kuldu, Âdeti üzere günün birinde yine çöle çıktı. Dönüşünde bir harabeye uğradı. Tam öğle vakti idi. Sıcaklık ona epeyi tesir etmişti. Eşeğinin üzerinde iken harabeye girdi. Eşeğinden indi. Beraberindeki sepetlerden birinde incir, diğerinde de üzüm vardı. Harabenin gölgesi­ne oturdu. Yanındaki bir çanağı çıkararak üzümü içine sıkmaya başla­dı. Sonra kuru ekmek çıkararak üzüm suyunun içine doğradı ki yumu­şatıp yesin. Sonra sırt üstü uzanarak ayaklarını duvara dayadı. Ve evin tavanına bakarak içindekilerini gördü. O evler, sütunları üzerinde hâlâ durmaktaydılar. Halbuki orada daha önce yaşamış olan sahipleri ölüp gitmişlerdi. Kemiklerinin çürümüş olduğunu da gördü. Ve şöyle dedi. "Allah, bunu, böylece öldükten sonra nasıl diriltecek?" Bunları Cenâb-ı Allah'ın, ölümlerinden sonra dirilteceği hususunda şüphesi yoktu, ama bunu tuhaf bulduğu için böyle demişti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, ölüm meleğini göndererek ruhunu teslim aldı ve o vaziyette yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu yüz sene zarfında İsrailoğulları çeşitli hadiseler yaşa­mışlardı. Cenâb-ı Allah, bu arada Üzeyir'e bir melek gönderdi. Melek onun kalbini yarattı ki kalbi bazı şeyleri düşünebilsin, iki gözünü de ya­rattı ki gözüyle etrafa bakabilsin. Ve Cenâb-ı Allah'ın ölüleri nasıl di­rilttiğini düşünsün. Bundan sonra Cenâb-ı Allah, onun gözleri önünde vücudunun parçalarını yeniden birarayâ getirdi. Kemiğine et, kıl ve cilt geçirdi. Sonra da vücuduna ruh üfledi. Bütün bunlar onun gözü önünde cereyan ediyordu. Ve bunların nasıl yapıldığını düşünüyordu. Nihayet tastamam bir insan haline gelerek oturdu. Melek ona: Ne kadar bekle­din? diye sordu O da: Bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar bekledim, diye cevap verdi. Çünkü o öğle vaktinde ölmüş, henüz güneş batmadan akşama yakın bir zamanda diriltilmiş ti. Onun için böyle demişti. Me-lekse ona şöyle karşılık vermişti: Hayır, bilakis sen 100 sene müddetle uykuda kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine. Yani kuru ekmeğinle üzüm suyuna bak, henüz oldukları gibi çanakta duruyorlar. Hiç bir değişikli­ğe uğramamışlar. İncir ve üzümleri de taptaze olup hiç bozulmamışlar­dı. Fakat o, meleğin kendisine söylediklerini kabullenemiyordu. Melek ona: Söylediklerimi kabul edemiyorsun değil mi? Öyleyse eşeğine bak! dedi. O da eşeğine baktı ki hayvanın kemikleri çürümüş ve ilikleri kuru­muştu. Melek, eşeğin iliklerine seslendi; onlar da, her taraftan toplana­rak gelip meleğin emrine icabet ettiler. Melek onları birleştirdi. Üzeyir de meleğin yaptıklarını seyrediyordu. Melek, eşeğin kemiklerine da­mar ve sinirlerini yerleştirdi, sonra da etini giydirdi. Etin üzerine deri ve ktlları geçirdi. Sonra da içine ruh üfledi, böylece eşek, başını kaldırarak ayağa kalktı. Kulaklarım da anırarak semaya dikti. Kıyametin kop­tuğunu zannetmişti. Ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Eşeğine bak, seni insanlar için (kudretimize bir işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklerine bak, nasıl onları birbiri üstüne ko­yuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!» Yani eşeğinin kemiklerine bak da o kemiklerin nasıl bir araya geldiklerini gör. Etsiz bir eşek iskeleti geldi­ğini seyret. Sonra o kemiklere nasıl et giydirdiğimizi de dikkatle temaşa et. «Bu işler ona açıkça belli olunca: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir." dedi.» Yani Cenâb-ı Allah'ın ölüleri diriltmeye ve diğer harika işleri yap­maya muktedir olduğunu bilirim, dedi. Sonra merkebine binerek eski mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar. O da gördüğü insanları ta­nımadı. Evini de tamyamıyordu. Bir tahmine dayanarak yoluna devam etti ve evine geldi. Orada kötürüm ve kör bir acuze ile karşılaştı. Acuze­nin yaşı 120'yi geçmişti. O acuze, daha önceleri, kendi hizmetçileri idi. Henüz yirmi yaşındaki genç bir kız iken, Üzeyir yanlarından ayrılıp git­mişti. Fakat Üzeyir'in şekil ve şemali onun aklında idi. Yaşlanınca artık bunamıştı. Üzeyir ona şöyle demişti: "Ey kadın, bu Üzeyir'in evi midir?" Kadın şöyle cevap verdi: "Evet, burası Üzeyir'in evidir." Böyle deyince ağlayarak sözünü şöyle sürdürdü: "Şu kadar zamandan beridir Üzeyir'den bahseden bir adam görmedim. İnsanlar onu unutmuşlar­dır!"

Üzeyir şöyle dedi. "İşte Üzeyir benim! Cenâb-ı Allah beni 100 sene­den beri öldürmüştü. Sonra yeniden diriltti!" Acuze şöyle dedi: "Sühha-nallah! Üzeyir'i 100 seneden beridir kaybetmişiz. Ondan bahseden biri­ni görmedik. Onun hakkında birşeylef duymadık!" Üzeyir şöyle dedi. "İşte Üzeyir benim!"

Acuze şu karşılığı verdi: "Üzeyir, duası kabul edilen bir adamdı. Hastalar ve belaya uğrayan kimseler için dua ederdi, onlar da şifa ve afi­yet bulurlardı. Sen de seni görebilmem için Allah'a dua et de gözlerimi bana geri versin. Eğer gerçekten Üzeyir isen seni tanırım."

Üzeyir, Rabbine dua edip kadının gözlerine elini sürdü. Gözleri eski haline döndü. Elini tutarak: "Allah'ın izni ile kalk bakalım." dedi. Cenâb-ı Allah, kadının ayaklarını da iyileştirdi. Sağlam vaziyette aya­ğa kalktı. Sanki bir bağdan kurtulmuş gibi idi. Üzeyir'e baktı ve: "Senin Üzeyir olduğuna şahitlik ederim." dedi.

Kalkıp İsrailoğullarının mahallesine gitti. Onlar birarayâ gelip top­lantı düzenlemişlerdi. Toplantıda Üzeyir'in 128 yaşındaki yaşlı bir oğlu ile yine yaşlı torunları vardı. Kadın onlara seslenerek: "İşte Üzeyir size geldi!" dedi. Kadını yalanladılar. O da şöyle dedi: "Ben hizmetçiniz olan falan kadınım. Üzeyir, Rabbine dua etti. Rabbi de gözlerimi bana tekrar iade etti. Ayaklarımı iyileştirdi. İfadesine göre Cenâb-ı Allah, Üzeyir'i 100 sene müddetle öldürmüş, sonra yeniden diriltmiş." Böyle deyince toplantıdaki insanlar kalkıp Üzeyir'e doğru gittiler, ona baktılar, oğlu kendisine dedi ki: "Benim babamın iki omuzu arasında siyah bir ben vardı." Böyle diyerek omuzlarını açtı baktı ki Üzeyir'in ta kendisi!

İsrailoğulları dediler ki: "Bize anlatıldığına göre içimizde Üzeyir' den başka Tevrat'ı ezberlemiş bir kimse yoktur. Buhtunnasr'da Tevrat'ı yakmıştır. Adamlarımızın hafızasında kalan az bir kısmı dışında Tev­rat'tan elimizde birşey kalmamıştır. Sen, Tevrat'ı bize yeniden yaz."

Üzeyir'in babası Seruha, Tevrat'ı Buhtunnasr'm zamanında, Üzeyir'den başkasının tanımadığı bir yere gömmüştü. Onları, Tevrat'ın gömülü olduğu yere götürdü. Yeri kazıp Tevrat'ı çıkardı. Sayfaları ko­kuşmuş ve çürümüştü.

Üzeyir, bir ağacın gölgesi altına oturdu. İsrailoğulları da etrafında halkalanıp oturdular. Tevrat'ı onlar için, yeniden yazmaya başladı. Gökten iki kor inip Üzeyir'in karnına girdi. O da Tevrat'ı hatırladı. Ve yeniden yazdı. Bu nedenle Yahudiler dediler ki: "Üzeyir, Allah'ın oğlu­dur." Çünkü gökten iki kor inerek karnına girmiş, o da Tevrat'ı, İsrailoğulları için yeniden yazmış, onların idaresini üstlenmişti. Sevad mıntıkasında, Hazkil manastırında Tevrat'ı yazdı. Sayrabad adı veri­len o kasabada vefat etti.[4]

İbn Abbas (r.a.) dedi ki: "Seni (Ey Üzeyir) insanlar için (kudretimi­ze) bir işaret kılalım diye..." ayet-i kerimesi tahakkuk etti. Bu işaret, İsrailoğulları içindi. Şöyle ki: Kendisi genç bir insan olduğu halde, ken­disinden daha yaşlı olan oğullarıyla oturup sohbet ederdi. Kırk yaşın­daydı. Cenâb-ı Allah onu, öldüğü gündeki vaziyetinde yeniden dirilt­miş ti.

İbn Abbas der ki: Bu olay, Buhtunnasr'dan sonra vuku bulmuştur.

Ebu Hatim el-Sicistanî, İbn Abbas'm sözleri ile aynı anlamı ifade eden şu şiiri okumuştur:

"Siyah saçlı biri, ama kendisinden önce, oğlunun saçları ağardı. Kendisi daha yaşlı olduğu halde ondan önce, torunun saçları da ağardı.

Oğlu değneğe dayanarak ağır ağır yürüyor.

Kendisinin sakalı siyah, saçları da kır görünüyor.

Oğlunun gücü ve takati kalmamış,

Tıpkı çocuk gibi yürüyüp tökezliyor,

Oğlu halk arasında 110 yaşında olup dolaşıyor.

Babasının Ömrü ise, kırk yılı aşmıyor.

Torunun yaşı ise, doksan civarındadır.

Eğer anlayışlı isen bu, makul bir şeydir.

Şayet anlamıyorsan, cahil olduğun için mazur sayılırsın." [5]

 

Fasıl

 

Meşhur kavle göre Üzeyir, İsrailoğullarınm peygamberlerinden bi­ridir. O, Davud ve Süleymanla Zekeriyya ve Yahya arasında gelmiştir. Zamanında kendisinden başka îsrailoğullan arasında Tevrat'ı ezbere bilen kimse kalmamıştı. Tevrat'ı o, îsrailoğullanna yeniden yazdı. Nite­kim Vehb b. Münebbih de şöyle der: Cenâb-ı Allah, bir meleğe emir ver­di. Melek de nurdan bilgilerle inerek bu bilgileri Üzeyir'in kalbine attı. O da, Tevrat'ı harfi harfine yeniden yazdı ve tamamladı.

İbn Asakir'in, îbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre o, Abdullah b. Se­lama «Yahudiler, Üzeyir, Allah'ın oğludur, dediler» (et-Tevbe, 30.) ayet-i kerimesini kasdederek Yahudilerin niçin böyle söylediklerini sormuş, îbn Selam da ona, Üzeyir'in Tevrat'ı ezberine dayanarak yeniden îsrailoğullan için yazmış olduğunu ve îsrailoğullannm da: "Musa, Tev­rat'ı ancak bir kitap halinde bize getirebildi. Üzeyir ise, ortada herhangi bir kitap olmaksızın Tevrat'ı bize getirdi." dedikleri için Üzeyir'i, Al­lah'ın oğlu olarak kabul etmiş olduklarını söylemiştir. Onlardan bazıları, Üzeyir'in, Allah'ın oğlu olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle âlimlerin bir çoğu, Tevrat'ın, Üzeyir zamanında inkitaa uğradığını ifa­de etmişlerdir. Bu söz üzerinde gerçekten durmak gerekir. Çünkü Üzeyir, Ata b. Ebi Rebah ile Hasan Basrî'nin dedikleri gibi peygamber değildir. İshak b. Bişr'in, Ata b. Ebi Rebah'dan rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Fetret döneminde dokuz önemli olay meydana gelmiştir: Buhtunnasr, San'a Bahçesi, Saba Bahçesi, Hendek ahalisi, Hasuro ola­yı, Ashab-ı Kehf olayı, Fil vak'ası, Antakya şehri ve Tübbahlarm durumu.

İshak b. Bişr, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üzeyir ile Buhtunnasr hadiseleri fetret döneminde vukua gelmiştir."

Ayrıca sahih hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

«İnsanlar arasında Meryem'in oğluna en yakın olanı benim. Çünkü benimle onun arasında peygamber geçmemiştir.»[6]

Vehb b. Münebbih dedi ki: Üzeyir, Süleyman ile İsa peygamber ara­sında yaşamıştır.

îbn AsaMr'in, Enes b. Malik ile Ata b. Saib'den yaptığı rivayete göre Üzeyir, îmran oğlu Musa peygamber zamanında yaşamıştır. Musa'dan izin istemiş, ama o Üzeyir'e izin vermemiştir. Yani kader hakkında soru sorduğu zaman Musa ondan yüz çevirmiş ve o da şöyle demişti: Yüz defa ölmek, bir saatlik zilletten daha kolaydır. Üzeyir'in bu sözüne benzer manada bazı şairler şöyle demişlerdir:

"Hür kimse, kılıçlara karşı sabredebilir. Ama zulme karşı sabredemez. Misafiri ağırlamaktan aciz olduğunda, Ölümü elbetteki tercih ederler.

İbn Asakir'in, İbn Abbas'dan rivayet ettiğine göre Üzeyir, kader hakkında soru sorduğu için adı, peygamberler listesinden silinmiştir.

Zannedersem bu, israiliyattan alınma bir hikayedir.

Abdürrezzak ile Kuteybe b. Said, Nevf el-Bekalî'den rivayet ederek dediler İd: Üzeyir, Rabbine dua ederken şöyle demişti: "Ey Rabbim! Bazı yaratıklar yaratıyorsun, dilediğini saptırıyor, dilediğini de hidayete er-diriyorsun!"

Kendisine, "Bu gibi sözleri söylemekten vazgeç." denildi. Fakat o, bu sözünü yine tekrarladı. Kendisine denildi ki: "Ya bu sözleri söylemekten vazgeçersin ya da senin adını peygamberler listesinden silerim. Ben, yaptığım işlerden sorumlu tutulmam, onlar sorguya çekilirler."

Bu da, onu bu sözleri yeniden söylemesi halinde isminin peygam­berler listesinden silineceğine dair tehdidin gerçekleştiğini göstermek­tedir.

Tirmizî dışındaki Kütüb-ü Sitte sahipleri, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:

«Peygamberlerden bir peygamber bir ağacın altına oturdu. Onu bir karınca ısırdı. Karıncanın Öldürülerek yere gömülmesini emretti. Yerin altından tekrar çıkınca bu defa ateşle yakılmasını emretti. Bunun üze­rine Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Bir karıncayı mı.cezalandırıyor­sun?!"»

Mücahid'den gelen bir rivayete göre bu peygamber, Üzeyir'dir. İbn Abbas ile Hasan Basrî'den gelen bir rivayete göre de bu peygamber Üzeyir'dir. Doğrusunu Allah bilir.[7]

 

Zekeriyya Ve Yahya (A.S.) Kıssaları

 

Cenâb-ı Allah, kutsal kitabında buyurmuş ki: "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla Kâf, Hâ, Yâ, Aym, Sâd. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya rahmetini anıştır. O, Rabbine gizli bir seslenişle yalvarmıştı: "Rabbim, demişti, ben bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Rabbim, sana dua ile hiçbir zaman bahtsız olmadım. (Her dua ettikçe kabul buyur­dun, beni istediğimden mahrum etmedin). Doğrusu, ben arkamdan ye­rime geçecek yakınlar (imin iyi hareket etmeyeceklerinden korktum; karım da kısır. (Ne olur) katından bana yerime geçecek bir veli lütfet. Ki (o), bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim, onu beğendiğin bir

insan yap."

(Allah buyurdu): "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz. Adı Yahya'dır. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kim­seye bu adı vermedik.)" (Zekeriyya): "Rabbim, dedi, benim nasıl oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım." "(Evet öyledir, dedi, fakat Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım." dedi. "Rabbim, dedi, bana (çocuğumun olacağına dair) bir işaret ver." "Senin işaretin, sapa sağlam olduğun hal­de tam üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamalıdır." dedi (Zekeriy­ya), mabedden kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah akşam (Rabbi-nizi) teşbih edin!" diye işaret etti.

"Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)" (dedik) ve ona çocuk iken hikmet verdik. Katımızdan bir rahmet (bir acıma duygusu) ve temizlik de (verdik; o günahlardan) korunan oldu. Ana babasına iyilik ediciydi, baş kaldıran bir zor-ba değil­di. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam

Olsun!» (Meryem, 1-15.)

Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:

«Zekeriyya'yı da o (nun bakımı) na memur etti. Zekeriyya, onun yanına, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. (O da) "Bu, Allah tarafından" derdi. "Zira Al­lah, dilediğine hesapsız rızık verir."

Orada Zekeriyya, Rabbine dua etmişti: "Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!"

Zekeriyya, mabedde durmuş, namaz lalarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyiler­den bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler." diye imlediler. Dedi ki: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmış, kanm da kısırken benim nasıl oğ­lum olur?" (Allah), "Öyle (ama) Allah, dilediğini yapar." dedi.

"Rabbim, o halde bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver!" dedi. (Allah) buyurdu ki: "Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır; Kabbini çok an, akşam sabah (onu) teşbih et!" (Âl-ilmrân, 37-41.)

Enbiyâ sûresinde Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:

«Zekeriyya'ya da (lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma, (bana bir çocuk ver, ama vermesen de gam yemem. Çünkü) sen, varisle­rin en iyisisin (her şeyim sana kalacaktır)." diye dua etmişti. Onun dua­sını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıs­lah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten on­lar, hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Ve bi­ze derin saygı gösterirlerdi.» (el-Enbiyâ, 89-90.)

Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyiler­den İdİ(ler)» (el-Enâm, 85.)

Hafız Ebu'l-Kasım İbn Asakir, gerçekleri dile getirdiği meşhur tari­hinde der ki: Zekeriyya, Berhiya'mn oğludur. Dan oğlu olduğunu söyle­yenler de vardır. Ledün b. Müslim'in oğlu olduğunu bildiren rivayetler de vardır. Bu rivayete göre Zekeriyya'nm babası Ledün'dür. Ledün, Sa-duk oğlu Müslim'in oğludur.

Saduk, Davud oğlu Haşban'ın oğludur. Davud, Müslim oğlu Süley­man'ın oğludur. Müslim, Berhiya oğlu Sadika'nın oğludur. Berhiya, Na-hor oğlu Bel'ata'nın oğludur. Nahor, Behafîş oğlu Şelom'un oğludur. Be-hafiş, Rahiam oğlu İnamin'in oğludur. Rahiam, Davud oğlu Süley­man'ın oğludur. Zekeriyya'nın kendisi de, İsrailoğullarının peygamber­lerinden Yahya (a.s.)'nın babasıdır.[8]

Zekeriyya, oğlu Yahya'yı ararken Şam'ın kazalarından Besne'ye kadar gitmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Onun nesebi hakkında başka isimler ortaya sürenler de olmuştur.

Cenâb-ı Allah, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e, Zekeriyya peygam­berin durumunu ve haberlerini insanlara anlatmasını emir buyurdu. Zekeriyya yaşlı olup hanımı, emsallerine göre acuze ve kısır bir halde iken Cenâb-ı Allah, ona Yahya adındaki çocuğu bağışlamıştı. Her ikisi de yaşlı oldukları halde Cenâb-ı Allah bu çocuğu onlara armağan etmiş­ti ki insanlar, Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümitlerini kesmesinler. «Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışür. O, Rabbine giz­li bir seslenişle yalvarmıştı.» Bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken Katade şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah, saf kalbi bilir ve gizli sesi işitir.

Seleften bazıları dediler İd: Zekeriyya, geceleyin kalkarak Rabbine gizli bir sesle seslendi. Bu sesini yanındakiler duymadılar. O şöyle di­yordu: "Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim..."

Allah buyurdu ki: «Söyle bakalım ey Zekeriyya, dileğin ne ise yerine getirelim, söyle, söyle. "Rabbim, demişti, ben, bende kemik gevşedi. Baş ihtiyarlık aleviyle tutuştu."» Yani saçımdaki beyaz kıllar, siyah kıllara

Gormezmisin ki benim saçlarım,

Karanlığın eteği altından, sabahın kakülünü andırıyor.

Siyah saçlarımda beyazlıklar parlamaya başladı.

Zifiri karanlıkta ateşin alevlenmesini andırdı.

Dal topraktan filizlenip yemyeşil olduktan sonra,

Kuruyup çöp haline döndü.

Yani zahiren ve batmen gevşeyip zayıfladığını anlatıyor. Zekeriyya peygamber de böyle demişti: «Ben, bende kemik gevşedi. Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu.»

«Rabbim, sana dua ile hiç bir zaman bahtsız olmadım.» Yani senden ne istedimse onu bana verdin. Bütün dualarıma icabet ettin.

Onu bu şekilde dilekte bulunmaya iten sebeb şu idi: Kendisi İmran kızı Meryem'in bakım ve himayesini üstlenmişti. Bu nedenle Mer­yem'in bulunduğu haneye her girdiğinde onun yanında zamansız mey­veler görürdü. Mevsimi geçmiş taze meyveler görürdü ki, bu da evliya­nın kerametlerindendir. Bunu gördüğünde bilmişti ki, zamansız mey­veleri vermeye muktedir olan zat, her ne kadar yaşı ilerlemişse de ken­disine bir çocuk bahşetmeye muktedirdir.

«Orada Zekeriyya, Rabbine dua etmişti. "Rabbim, demişti, bana ka­tından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!"» (Âl-iîmrân, 38.)

«Doğrusu, ben, arkamdan yerime geçecek yakınlar (ımm iyi hareket etmeyeceklerinden korktum. Karım da kısırdır." Yani yakınlarımın benden sonra İsrailoğullan üzerine, Allah'ın şeriatına uygun olmayan hükümleri icra edeceklerinden korktum.

Böyle dedikten sonra Zekeriyya, kendi sulbünden iyi, temiz, takvalı ve Allah'ın razı olacağı bir çocuğunun olmasını dilemişti. Bu nedenle de­mişti ki: "Kendi katından (yani kendi güç ve kudretinle) bana (nübüvvet ve hükümdarlıkta) halef olacak bir veli lütfet ki, (o), bana ve Yakub oğul-ları'na mirasçı olsun. Rabbim, onu beğendiğin bir insan yap.» Yani Ya-kub'un zürriyetinden olan ecdadı ve geçmişleri nasıl peygamber oldularsa, onu da şeref ve üstünlükte onlar gibi kıl. Ona da nübüvvet ve va­hiy ver.

Zekeriyya'mn burada kasdettiği mirasçılık, şiilerin iddia ettikleri gibi mal mirasçılığı değildir. Bilalds nübüvvet ve hikmet mirasçılığıdır. Şiilerin mal mirasçılığı iddialarına İbn Cerir de muvafakat etmiştir. Oysa aşağıda sayacağımız sebeblerden dolayı bu ayet-i kerimede kasde-dilen mirasçılık, nübüvvet ve hikmetteki mir aşçılıktır. Şöyle ki:

1- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu.» (cn-Ncmi, 16.) ayet-i kerimesinden bahsederken de Süleyman'ın peygamberlik ve hükümdarlıkta Davud'a mirasçı olduğunu söylemiştik. Ayrıca sıhhatinde ittifak edilen bir ha-dis-i şerifte de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Biz miras bırakmayız, geride bıraktığımız sadakadır.» Bu da, Rasûlullah'm geri­de bıraktığı malının, miras olmayacağı hususunda kesin bir nasdır. Bu sebeble Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.), sağlığında iken Rasûlullah (s.a.v.)'a mahsus olan malların, vefatından sonra kendi yakınlarına sarfedilme-sini menetmiştir. Eğer bu nas mevcut olmasaydı, Rasûlullah (s.a.v.)'m geride bıraktığı malları, yakınlarına sarfederdi. Yakınları da; kızı Fatıma ile dokuz zevcesi ve amcası Abbas hazretleriydi. Hz. Ebu Bekir, Rasûlullah'a ait malları, vefatından sonra yakınlarına sarfetmeyi ya­saklarken bu hadise dayanmıştır. Bu hadisi Rasûlullah'dan rivayet edi­şine, Hattap oğlu Ömer ile Affan oğlu Osman ve Ebu Talib oğlu Ali haz­retleri, ayrıca Abdulmuttalib oğlu Abbas ile Avf oğlu Abdürrahman, Talha, Zübeyr, Ebu Hüreyre ve diğer sahabeler muvafakat etmişlerdir.

2- Tirmizî, yukarıdaki hadisi diğer peygamberleri de kapsayacak umumi bir lafızla rivayet etmiştir:

"Biz peygamberler topluluğu, miras bırakmayız."

3- Peygamberler nezdinde Dünya, o kadar değersizdir ki dünya ma­lım biriktirmezler ve ona iltifat etmezler. Dünya malı kendilerini pek il­gilendirmediği için, bu mallarını kendilerinden sonra korusunlar diye çocuk sahibi olmayı da istemezler. Zahitlikte onların mertebelerine yaklaşamayan kimseler, her ne kadar dünya malına iltifat etmeseler de malları olduğu zaman kendilerinden sonra mallarına mirasçı olsunlar, diye çocuk sahibi olmak isterler.

4- Zekeriyya (a.s.) marangozdu. Kendi elinin emeği ile kazandığını yerdi. Nitekim Davud peygamber de kendi eliyle kazandığım yerdi. Ço­ğunlukla peygamberler, kendilerinden sonra mirasçıları için bir zahire olsun diye daha fazla mal biriktirmek kasdıyla fazla çalışıp kendilerim yormazlardı. Bu husus, iyi düşünen idrak sahiplerince apaçık görülen bir gerçektir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlul­lah (s.a-v)'ınşöyle buyurduğunu söylemiştir: "Zekeriyya marangozdu."[9]

Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdele­riz. Adı Yahya'dır. Daha önce ona hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan ön­ce kimseye bu adı vermedik)." (Meryem, 7.)

Bu ayet-i kerimeyi, şu aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerime açıklı­ğa kavuşturmaktadır:

«Zekeriyya, nıabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyiler­den bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler." diye ünledüer.» (Âl-i imrân, 39.)

Kendisine çocuk verileceğine dair müjde geldiğinde ve bu müjde ta­hakkuk ettiğinde bu işi acaip görerek nasıl olacağım öğrenmek istedi. Kendisi, bu ihtiyarlık çağında iken nasıl çocuk sahibi olabileceğini anla­mak istedi: «Rabbim, dedi, benim nasıl oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım.» (Meryem, a.) Yani pir-i fani olan bir kimsenin çocuğu nasıl olur?

Rivayete göre o zaman Zekeriyya, yetmişyedi yaşındaymış. Doğru­sunu Allah bilir ya bundan daha da yaşlı imiş. "Karım da kısırdır." Yani benim karım, çocuk doğuramıyacak bir çağdadır. Doğrusunu Allah bi­lir.

Nitekim İbrahim peygamber de, kendisine çocuğu olacağına dair müjde verildiğinde şöyle demişti: «Bana ihtiyarlık dokunmuşken mi be­ni müjdelediniz? Ne (tuhaf birşey) ile müjdeliyorsunuz beni?» (ei-Hkr, 54.)

Sâre'de şöyle demişti: «Vay, ben bir koca karı, kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu cidden şaşılacak birşey!" (Melekler) dediler ki: "Allah'ın işine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmet ve bereketleri sizin üzeri­nizde ey ev halkı! O, Övülmeye layıktır, iyiliği boldur."» (Hûd, 72-73.)

Zekeriyya (a.s.)'ya da aynı şekilde cevap verildi. «Rabbinin emrini kendisine vahyeden melek ona dedi ki: "(Evet) öyledir. Fakat Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de hiçbir şey değilken seni de yaratmış­tım." dedi.» (Meryem, 9.)

Yani sen yaşlı iken senden çocuk doğmayacak, öyle mi?!

Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Onun duasını da kabul ettik. Ona Yah­ya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar. Uma­rak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygı gösterirlerdi." (el- Enbiyâ, 90.)

Ayet-i kerimede Zekeriyya'nm zevcesinin ıslah edilmesinden kasıt şudur; Zevcesi daha Önce hayız görmüyordu. Bu müjdeden sonra hayız görmeye başladı. Bir rivayete göre de onun dilinde bozukluk vardı. Cenâb-ı Allah, bu bozukluğu giderdi.

Zekeriyya: "Rabbim, bana bir işaret ver." dedi. Yani hanımının, ba­na müjdelenen çocuğa benden ne zaman hamile olacağına dair bana bir işaret ver. (Allah): «Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde tam üç gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamalıdır.» dedi. Yani hanımının, sana müjdelenen çocuğa hamile olduğuna dair işaret, şu olacaktır: Mi­zacın sağlam, bünyen mutedil ve yaratılışın sapasağlam olduğu halde tam üçgün ve üç gece insanlarla koııuşamıyacaksm. Sadece işaretleşe-ceksin. Bu halde iken kalben çokça zikret, sabah akşam zikri kalbinde hazır tut.

Zekeriyya, bu müjdeyi aldıktan sonra mabedinden çıkarak sevinçle insanların arasına katıldı. Onlara: "Sabah akşam (Rabbinizi) teşbih edin!" diye işaret etti. Mücahid, İkrime, Vehb, Süddî ve Katade'nin an­lattıklarına göre hiçbir hastalığı olmadığı halde Zekeriyya'nın dili tu­tuldu.

İbn Yezid der İd: Kitabı okur, tesbihatta bulunurdu, ancak kimseyle konuşamazdı.

«"Ey Yahya, kitabı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)." (dedik) ve ona çocuk iken hikmet verdik.» (Meryem, 12.) ayet-i kerimesine gelince; Cenâb-ı Allah, bu ayet-i kerimede, babasına verilen ilahi müjdeye uygun olarak çocuğun doğduğunu ve ona Allah ta­rafından kitap, hikmet verildiğini haber veriyor. Henüz çocukluk çağın­da iken ona hikmet verilmişti. Abdullah b. Mübarek'in nakline göre Mu­ammer şöyle demiştir: Çocuklar, Zekeriyya oğlu Yahya'ya: "Hadi gide­lim de oyun oynayalım." demişlerdi. Yahya: "Biz oyun oynamak için ya­ratılmadık!" diye cevap vermişti. "Ve çocuk iken ona hikmet verdik." ayet-i kerimesi ile kasdedilen mana, işte budur.

«(Ona) katımızdan bir rahmet (verdik).» Bu rahmet sebebi ile ona Yahya adındaki çocuğu bahşettik. İkrime'nin ifadesine göre yukarıdaki ayet-i kerime ile kasdedilen mana şudur: "(Ona) katımızdan bir muhab­bet (verdik)." İnsanların Yahya'ya şefkatli olmaları, Özellikle ana ve ba­basına merhametkar davranmaları ve iyilik etmeleri için bunun, ona bir sıfat olması da muhtemeldir. Onun ahlakı temizdi. Noksanlıklardan ve rezilliklerden uzaktı, takvalıydı. Allah'a taatte bulunup emirlerine uyardı. Yasaklarına yanaşmazdı. Ebeveynine de iyi davranır, emirleri dışına çıkmazdı. Yasakladıkları şeylere yaklaşmazdı. Onlara kötü dav­ranmaz; sözlü ve fiilî olarak onları asla incitmezdi.

«Ana babasına iyilik ediciydi, baş kaldıran bir zorba değildi. Doğdu­ğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»(Meryem, 14-15.)

Ayet-i kerimede sayılan bu üç vakit, insan için çok zorlu olan vakit­lerdir. Çünkü bu vakitlerde insan, bir âlemden başka bir âleme intikal etmekte, alışık olup ülfet peyda etmiş olduğu şeylerden ayrılmakta ve başka bir ortama geçmektedir. İntikal ettiği âlemde nelerle karşılaşa­cağını bilememektedir. Bu nedenle insanoğlu, anasının yumuşak rah-

minden çıkarken bağırıp çağırmakta, feryad-ü figan etmektedir. Sıkın­tılarım ve kederlerini göğüslemek için bu Dünyaya gelmektedir. Evet, doğarken böyle bir halle karşılaşmaktadır.

Aynı şekilde bu dünyadan göçerken, âlem-i berzaha ve ebedî yurda intikal etmektedir. Köşklerle evlerden ayrılıp mezar sakinlerinin arası­na ve ölülerin meydanına geçmektedir. Orada da kıyametteki diriliş gü­nü haber verecek olan Sur'a üfleyiş zamanını bekleyecektir. O zamanda ölülerin kimi sevinç içinde dirilecek, kimi de mahzun olarak dirilecek­tir. Kimi zinde ve sevinçli halde, kimi de kırgın ve meksur bir vaziyette dirilecektir. Bir grup Cennet'e, diğer grupta Cehennem'e yollanacak­tır.! Bakınız, şairin biri ne güzel söylemiş.

"Sen ağlar vaziyetteyken, anan seni doğurdu. Etrafındaki insanlar da sevinç içinde gülüyordu. Öleceğin günde insanlar ağlaşırlarken sen, Gülen ve sevinen bir kimse olmaya gayret et."

Bu üç durum, insan için çok zorlu olduğuna göre, Cenâb-ı Allah bu durumların her üçünde de Yahya'ya selamet vermiş, onu esenliğe ka­vuşturmuş ve şöyle buyurmuştur: «Doğduğu gün, öleceği gün ve diri ola­rak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»

Said b. Ebi Arûbe, Katade'den naklen Hasanın şöyle dediğini riva­yet etmiştir: "Yahya ile İsa karşılaştılar. İsa ona dedi ki: Benim için mağfiret talebinde bulun. Çünkü sen, benden daha iyi ve hayırlısın. Yahya ona şöyle karşılık verdi: Sen, benim için mağfiret talebinde bu­lun. Çünkü sen benden daha hayırlı ve daha iyisin.

İsa, ona şöyle cevap verdi: Hayır, sen benden daha hayırlı ve daha iyisin. Çünkü ben, kendi nefsime selam verdim. Fakat sana, Allah se­lam vermiştir." Allah her ikisine de üstünlük ve fazilet vermiştir. «Allah sana,... efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak Yah­ya'yı müjdeler.» (ÂMİmrân, 39.)

Bu ayet-i kerimede geçen nefsine hakim sözünden kasdedilen ma­na, kadınlara yanaşmayan kimse demektir. Bazıları bunun başka anla­ma geldiğini söylemişlerdir. Bu, tıpkı şu ayet-i kerimeye benzemekte­dir:

«Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!» (Al-i îmrân, 38.)

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:

«Adem oğullarından günah işlememiş ya da günaha kasdetmemiş hiç kimse yoktur. (Ancak) Zekeriyya oğlu Yahya böyle değildir. Hiç kim­senin, 'Ben, Meta oğlu Yunus'dan daha iyiyim' demesi yaraşmaz.»

İbn Vehb, İbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet eder: «Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ashabının yanına çıktı. Onlar, peygamberlerin faziletlerinden bahsediyorlardı. Aralarından biri: "Musa, Kelîmul-lah'tır (Allah ile konuşmuştur)." dedi. Bir başkası ise: "İsa, Allah'ın ru­hu ve kelimesidir." Bir üçüncüsü ise: "İbrahim, Allah'ın halili (dös-tu)dır." dedi. Onlar böyle derlerken Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Şehit oğlu şehit nerede? O ki, günah korkusundan dolayı kıldan elbiseler gi­yer ve ağaç (yaprakları) j^erdi." İbn Vehb'in dediğine göre Rasûlullah (s.a.v.) bu sözü ile Zekeriyya oğlu Yahya'yı kasdetmiştir.

Yahya b. Said el-Ensarî, İbn As'daıı rivayet etti: İbn As, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işitmiş:

"Kıyamet gününde Zekeriyya oğlu Yahya dışında ademoğulîarm-dan her biri, kendisine ait bir günahıyla beraber gelir."

İbn Asakir'in livayetine göre Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya dışındaki her­kes, Cenâb-ı Allah'ın huzuruna mutlaka bir günahı ile çıkar!" Böyle de­dikten sonra «Efendi ve nefsine hakim...» mealindeki ayet-i kerimeyi okudu, sonra da yerden birşey kaldırarak: «Onun beraberinde ancak şu kadar şey vardı.» dedi ve bir kurban kesti.

Ebu Davud et-Tayalisî ve diğerlerinin kanalıyla Ebu Said'den yapı­lan bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları Yahya ve İsa (a.s.) dışında, cennetliklerin genç­lerinin efendileridirler.»[10]

Ebu Nuaym Hafız el-İsfahanî, Ahmed b. Ebi'l-Havarî'den rivayet etti ki Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini işitmiş: Meryem oğlu İsa ile Zeke­riyya oğlu Yahya yürümek üzere dışarıya çıktılar. Yürürlerken Yahya: bir kadına çarptı. İsa ona dedi ki. "Ey Teyze oğlu! Bu gün öyle bir günah işledin ki artık ebediyyen affedilmeyeceğini zannederim." Yahya: "İşle­diğim günah nedir, ey Teyze oğlu?" diye sorunca İsa: "Bir kadına çarp­tın." dedi.

Yahya: "Vallahi ben bunun farkında bile değilim." deyince İsa şöyle dedi: "Sübhânallah! Bedenin benimle beraber, ama ruhun nerede?" Yahya şöyle cevap verdi: "Ruhum Arş'a bağlıdır. Şayet kalbim Cebrail ile dahi rahat bulsa, ben bir göz açıp kapayacak süre zariinda bile Allalı'ı tanımamış ve bilmemiş olduğumu zannederim."

Bu rivayette bir gariplik vardır ve de israiliyattandır.

İsrail, Hayseme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya teyze çocuklarıydılar. İsa, yün elbiseler gi­yerdi. Yahya, kıldan dokunmuş elbiseler giyerdi. Hiç birinin ne dinarı, ne dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne de sığınacakları bir barınakları vardı. Nerde akşam orda sabah yaşayıp giderlerdi. Birbirlerinden ayrılmak istediklerinde Yalıya, "Bana tavsiyede bulun." deyince İsa, ona şöy­le dedi: "Asla öfkelenme." Yahya, ben bunu beceremem deyince, İsa şu tavsiyede bulundu: "Mal biriktirme ve saklama." Yahya: "Bunu belki

yapabilirim." dedi.

Zekeriyya (a.s.)'mn normal ölümle mi, yoksa öldürülerek mi öldüğü hususunda Vehb h. Münebbih'ten iki değişik rivayet gelmiştir. Abdul-münim b. İdris'in, Vehb b. Münebbih'ten rivayet ettiğine göre o şöyle de­miştir: "Zekeriya (a.s.), kavminden kaçarak bir ağacın içine girmişti. Kavmi gelerek testereyi ağacın üzerine koyup biçmeye başlamışlardı. Testere, Zekeriyya'nm kaburgalarına dayandığında inlemeye başla­mıştı. Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetmişti: Eğer inlemeni durdurmas-san, yeryüzünü ve üzerindeki bütün varlıkları ters çevirip alt üst ede­rim! Bu vahiy üzerine Zekeriyya'mn inlemeleri durmuş ve kendisi de

ikiye bölünmüştü."

İshak b. Bişr'in rivayetine göre Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: ' "Ağaç içinde testere ile ikiye bölünen, Şa'ya'dır. Zekeriyya ise, normal Ölümle ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Haris el-Eş'arîden rivayet ederek Peygam­ber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Şüphesiz ki Cenâb-ı Allah, Zekeriyya oğlu Yahya'ya kendisinin amel etmesi ve îsrailoğullarına da onlarla amel etmelerini emretmesi için beş kelimeyi vahyetti. Fakat o, bunu yapmakta gecikince İsa (a.s.) ona şöyle dedi. "Senin, kendileriyle amel etmen ve kendileriyle amel et­meleri için de İsrailoğullanna emir vermekle emrolunduğun beş kelime var. Bunları ya tebliğ et, ya da ben îsrailoğullarına tebliğ edeceğim!"

Yahya dedi ki: "Kardeşim! Eğer sen benden daha önce tebligatta bu­lunursan azaplandınlmaktan ya da yere batırılmaktan korkarım."»

Ravi'nin dediğine göre Yahya peygamber, İsrailoğuUannı Mescid-i Aksa'da topladı. Mescid, İsrail oğullarıyla tıklım tıklım doldu. Kendisi minbere çıkarak Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: "Onur ve üstünlük sahibi olan yüce Allah, bana beş kelimeyi vahyetti ki, onlarla amel edeyim ve sizin de onlarla amel etmeniz için size emir vere­yim. (Bu kelimeleri açıklayıp te'vil ederek sözünü şöyle sürdürdü:) Al­lah'a kulluk edesiniz ve hiçbir şeyi ona ortak koşruayasmız. Allah'tan başkasına kulluk edip başka şeyleri ona ortak koşanın durumu şuna benzer: Bir kimse, kendi öz malından altın ya da gümüş para vererek bir köle satın alır; bu köle, çalışıp elde ettiği kazancı efendisinden başkası­na verirse, Allah'tan başkasına ibadet eden ve ona başka varlıkları or­tak koşan kimse gibi olur. Hangi birinizin kölesinin böyle olması hoşu­nuza gider? Cenâb-ı Allah sizi yarattı ve size nzık verdi. Siz de ona kul­luk edin ve hiç bir şeyi ona ortak koşmayın! Size namaz kılmanızı da em­rediyorum. Çünkü Cenâb-ı Allah, başka tarafa yönelip iltifat etmeyen

kulunun yüzüne karşı yüzünü diker ve ona bakar. Siz de namaz kılar­ken başka tarafa yönelmeyin ve bakmayın.

Size oruç tutmanızı da emrediyorum. Cenâb-ı Allah, oruç tutan kimseyi, yanında miskten bir torbacığı bulunan kimseye benzetmiştir. Oruç tutan herkesin kuşağı altında bu miskten torbacığm içindeki koku hissedilir. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan da­ha güzeldir.

Size, sadaka vermenizi de emrediyorum. Sadaka veren kimse, düş­man tarafından tutsak edilen, eli ensesine bağlanan ve boynu vurulmak üzere ortaya getirilen kimseye benzer. Bu kimse düşmanlarına şöyle der: Beni salıvermeniz için size fidye versem ne dersiniz?

Böyle dedikten sonra az ya da çok bir miktarda fidye vererek kendi­ni tutsaklıktan kurtarır.

Size, onur ve üstünlük sahibi olan Allah'ı çokça anmanızı da emre­diyorum. Allah'ı çokça anan kimse, düşman tarafından süratle takip edilip kovalanan ve sağlam bir kaleye sığınan kimseye benzer. Kul da, onur ve üstünlük sahibi Allah'ı anmakta iken şeytana karşı müstahkem bir kaleye sığınmış olur.

Ravi'nin dediğine göre Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, etrafında bu­lunan sahabelere şöyle demiş: Ben de, Allah'ın bana emrettiği beş şeyi sîze emrediyorum: Cemaate sarılın, emri işitin ve emre itaat edin. Hic­ret edin, Allah yolunda cihad edin. Her kim bir karış kadar cemaat dışı­na çıkarsa, cemaate dönünceye kadar İslâm'ın bağı, onun boynundan çıkmış olur. Her kim cahiliyet davasında bulunursa, Cehennem topra-ğındandır.

"(Böyle birisi) namaz kılsa da, oruç tutsa da mı böyle olur ya Rasûlallah?" denildi. Buyurdu ki: «Oruç tutsa da, namaz kılsa da, ken­disinin Müslüman olduğunu iddia etse de (böyle olur). Müslümanları, Cenâb-ı Allah'ın Müslüman ve mü'min kullarını adlandırdığı adlarıyla çağırın.»[11]

Hafız Ibn Asakir, Rebi' b. Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah in ashabından bazıları, Zekeriyya oğlu Yahya'ya Allah ta-rafindan gönderilen beş emir hakkında îsrailoğullarmm âlimlerinden duyduklarını bize anlattılar."

Anlatıldığına göre Yahya (a.s.)> insanlardan uzaklaşıp uzlete çeki­lirdi. Çöllerde yatar, ağaçların yapraklarını yer, nehir sularım içer, ba-zan da çekirge yiyerek beslenir ve: "Senden daha fazla nimete mazhar olan biri var mıdır ey Yahya?!" derdi.

İbn Asakir'in rivayetine göre onu aramak için çıkan ana ve babası onu, Ürdün denizinin yanında bulmuşlardı. Onunla karşılaştıklarında içinde bulunduğu ibadet ve Allah korkusu nedeniyle onları şiddetle ­­ağlatmıştı.

İbn Vehb'in, Mücahid'den rivayet ettiğine göre Yahya b. Zekeriy-ya'mn yiyeceği ottan ibaretti. Allah'ın haşyet ve korkusu ile ağlayıp du­rurdu. Öyleki gözünün üzerinde ziftten bir tabaka bulunsaydı dahi göz yaşlan o tabakayı delerdi.

Muhammed b. Yahya ez- Zuhelî, İbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Günün birinde, insanlara birşeyler anlatmakta olan Ebu İdris el-Holanî'nin yanma oturdum. Şöyle diyordu: İnsanlar içinde yiyeceği en güzel ve en teiniz olanı size bildireyim mi? (Etrafındaki kimselerin kendisine bakmakta olduklarını görünce şöyle dedi:) Zekeriyya oğlu Yahya, insanlar içinde yiyeceği en güzel ve en temiz olanı idi. Çünkü o, yabanî hayvanlarla birlikte çölde yemek yer ve insanlarla bir arada ya­şamaktan hoşlanmazdı.

İbn Mübarek, Vüheyb b. Verd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ze­keriyya, oğlu Yahya'yı kaybetti. Üçgün bulamadı. Onu aramak için çöle çıktı. Çölde aranıp dururken Yahya'nın bir mezar kazdığını ve içine otu­rup kendi başına ağlamakta olduğunu gördü. Ona dedi ki: "Ey oğulcu­ğum! Üç günden beridir seni arıyorum, sense kazdığın bir mezara otur­muş ağlamaktasın, bu ne haldir?"

Yahya, şöyle karşılık verdi: "Babacığım! Sen bana demezmiydin ki Cennetle Cehennem arasında bir geçit vardır ki o geçidi ancak ağlayan­ların gözyaşıyla geçmek mümkündür?" Böyle deyince babası ona: "Ağla, ey oğulcuğum ağla." dedi ve her ikisi beraberce ağlamaya başladı­lar.

Rivayete göre İbn Asakir şöyle demiştir: "Cennetlikler, Cennet'teki nimetlerin lezzetinden dolayı uyumak istemezler. Aynı şekilde sıddık-lar da kalplerindeki ilahî muhabbet nimetinden dolayı uyumazlar, Bu iki nimet ile cennetliklerle sıddıklar arasındaki mesafe ne kadardır?!" Anlatıldığına göre Yahya peygamber çok ağlarmış, öyle ki gözyaşları, onun yanakları üzerinde iz bırakmış. [12]

 

Yahya (A.S.)'Nın Öldürülme Sebebi

 

Yahya (a.s.)'nm öldürülmesinin bir çok sebebleri olduğu anlatılır. Ama bunlar arasında meşhur olanı şudur: Zamanın Şam hükümdarla­rından birisi, kendi mahremi olan kadınlardan ya da evlenmesi helal ol­mayan kadınlardan biri ile evlenmek istiyormuş. Fakat Yahya (a.s.), onu bu evlilikten menetmiş. Bu nedenle de hükümdarın evlenmek iste­diği kadın, Yahya (a.s.)'ya karşı kalbinde kin beslemeye başlamış. Bir zaman sonra hükümdarla evlenecek olduğunda hükümdardan, Yah­ya'nın kanını kendisine armağan olarak sunma şartını ileri sürmüş. Hükümdar da bu şartı kabul etmiş. Yahya'yı Öldürecek birini ona göndermiş, o da öldürerek başını, kanıyla birlikte bir leğene koyarak kadı­nın yanına götürmüş. Rivayete göre kadın derhal o anda ölmüş.

Denilir ki, zamanın hükümdarının karısı Yahya'ya aşık olmuş. Ona haber salmış, fakat Yahya ona yanaşmamıştı. Kadın ondan ümidini ke­since onun kanını kendisine armağan olarak vermesi için, hükümdara müracaatta bulunmuştu. İlk anda hükümdar, onun bu dileğini kabul et­memişti. Fakat bilahare karısının bu isteğini yerine getirdi. Yahya'yı Öl­dürecek birini gönderdi. O da Yahya'yı öldürerek kanlı başını, bir leğen içinde hükümdarın karısına getirdi.

Bu manada bir hadis-i şerif de varid olmuştur. Yakub el-Kûfî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) miraca gö­türüldüğü gece, gökte Zekeriyya (a.s.)'yı görmüş. O'na selam vererek şöyle demiş: "Ey Yahya'nın babası, de bakalım; nasıl öldürüldün ve İsrailoğullaıı, seni niçin öldürdüler?" Dedi ki:'Ey Muhammed! Sana di­yeyim ki, Yahya, zamanının en hayırlı insanı, en güzel ve en miranı yüz­lüsü idi. Cenâb-ı Allah'ın da buyurduğu gibi: «Efendi ve nefsine hakim idi.» Kadınlara ihtiyaç hissetmezdi. İsrailoğullarının hükümdarının karısı ona aşık oldu. O kadın fena bir kadındı. Yahya'ya haber saldı. Fa­kat Cenâb-ı Allah, Yahya'yı korudu. Onun bu çirkin isteğine yanaşma­dı. Bunun üzerine İsrailoğullan, Yahya'yı öldürmek için toplandılar. Onların her sene toplanıp kutladıkları bir bayramları vardı. Fakat o hü­kümdarın bir âdeti vardı ki, verdiği sözü mutlaka yerine getirir ve asla yalan söylemezdi. Hükümdar, bayram yerine gitti. Hanımı da kalkıp onu uğurladı. Karısının bu uğurlayışını tuhaf buldu. Çünkü daha önce onu hiç uğurlamazdı. Uğurlarken karısına şöyle dedi: "Dile benden ne dilersen. Dilediğini mutlaka yapacağım." Karısı da: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın kanım istiyorum!" dedi. Hükümdar, benden başka birşey di­le , dedi. Kadın, dileğim budur, deyip ısrar etti. Israr edince de hüküm­dar: "Yahya'nın kanı senin olsun." dedi. Kadın da muhafızlarını Yah­ya'ya gönderdi. Yalıya, mabedinde namaz kılıyordu. Ben de yanı başın­da namaz kılmaktaydım. Muhafızlar onu boğazlayıp kanlı başını bir le­ğene koyarak hükümdarın karısına götürdüler.

Rasûlullah (s.a.v.), Zekeriyya (a.s.)'ya: "Ne kadar sabredebildin?" diye sorunca Zekeriyya, şöyle cevap vermişti: "Namazımı asla bozma­dım."

Muhafızlar, Yahya'nın kanlı başını hükümdarın karısına götürüp önüne bıraktılar. Akşam olunca Cenâb-ı Allah; hükümdarı, aile efradı­nı ve bütün maiyyetini yere batırdı. Sabah olunca İsrailoğullaıı şöyle dediler. Zekeriyya'mn hatırı için ilahi gazab geldi. Gelin biz de hüküm­darımız için öfkelenerek Zekeriyya'yı öldürelim.

Böyle diyerek beni öldürmek maksadıyla aramaya çıktılar. Adamın birisi gelip beni uyardı. Ben de korkarak onlardan kaçtım. Şeytan da

onların önlerine düşüp onlarla birlikte beni aramaya başlamıştı. Benim yerimi onlara gösteriyordu. Bu durumu görünce korktum. Onlara karşı kendimi savunanııyacağımı anladım. Bir ağaç karşıma çıkarak: "Bana gel, bana gel!" deyip yarıldı. Ben de içine girdim. Şeytan gelerek eteği­min ucunu tuttu. Bu esnada ağaç da yumularak beni içine aldı. Ancak eteğimin ucu ağacın dışında kaldı. İsrailoğullan geldiler, şeytan onlara dedi ki: "Görüyor musunuz, Zekeriyya şu ağacın içine girdi. İşte eteği­nin ucu da dışarıda kaldı. Büyü yaparak ağacın içine girdi."

İsrailoğullan: Öyle ise, şu ağacı yakalım, dediler. Şeytan: "Hayır, ağacı testereyle ikiye biçin." dedi. Bunun üzerine onlar da ağacı teste­reyle ikiye biçtiler.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Zekeriyya'ya: "(Testerenin) tesirini ya da acısını duydun mu?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Hayır, sadece Cenâb-ı Allah'ın, ruhumu içine koyduğu o ağacı buldum."

Bu, gerçekte garip bir ifadedir. Tuhaf bir hadistir. Merfuluğunda münkeıiik vardır. Her halükarda bu münker bir hadistir. îsrâ ve miraç­la ilgili hadislerde sadece Zekeriyya'dan bahsedilmektedir. İsrâ olayın­dan bahseden sahih hadis lafızlarında sadece şu ifadelere rastlanmak­tadır: "Teyze oğulları olan Yalıya ve İsa'ya uğradım. Onlar, teyze çocuk­larıdırlar." Cumhur-u ulemanın sözleri de hadisin zahiri gibidir. Çünkü Yahya'nın anası, İmran kızı Eşya1 dır. O da Meryem'in bacısıdır. Mer­yem'de İmran'm kızıdır. Bir rivayete göre de Yahya'nın anası, yani Ze­keriyya'mn karısı olan Eşya', İmran'm hanımı Hanna'nın kızıdır. O da Meryem'in anasıdır. Böyle olunca Yahya, Meryem'in teyzesi oğlu ol­maktadır. Doğrusunu Allah bilir.

Zekeriyya oğlu Yahya (a.s.)'nm öldürüldüğü yerin Mescid-i Aksa mı, yoksa başka bir yer mi olduğu hususunda ihtilaf edilmiş ve bu hu­susta iki rivayet varid olmuştur: Sevrî'nin rivayetine göre Atiyye oğlu Şemne şöyle demiştir: "Mescid-i Aksa'nın yanındaki kayalığın üzerinde yetmiş peygamber öldürülmüştür. Bunlardan biri de Zekeriyya oğlu Yahya'dır."

Ebu Ubeyde Kasım b. Selam, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğim ri­vayet etmiştir: Buhtün-Nasr, Şam'a geldi. Orada Yahya b. Zekeriy­ya'mn fokurdamakta olan kam ile karşılaştı. Bu durumu sorunca kendi­sine meseleyi anlattılar. O da 70.000 kişiyi öldürünce Yahya'nın kanı durdu ve sakinleşti.

Buhtü'n-Nasr'm olayı, Mesih'den sonra vuku bulmuştur. Nitekim Ata ile Hasan Basrî'de böyle derler. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız îbn Asakir, Zeyd b. Vakid'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın başını gördüm. Şam'daki mescidi inşa etmek istediklerinde onun başı, kıble tarafında mihraba yalan olan doğu köşe­sinde bulunmuştu. Derisi ve saçları hiç değişmemişti." Başka bir riva-

yette de şu cümle eklenmiştir: "Sanki henüz yeni öldürülmüş gibiydi." Şam mescidinin inşasından bahsedilirken onun, Sekasike direği deni­len meşhur direğin altına konulduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir.

"El-Müstaksa fi Fezaili'1-Aksa" adlı eserde Hafız İbn Asakir, Muavi-ye'nin azadlısı Kasam'm şöyle dediğini rivayet eder: Şam hükümdarı Hedad b. Hedar idi. Oğlunu, Sayda kraliçesi Eril ile evlendirdi. Bu kraliçe, onun kardeşi kızı idi. Şam'daki hükümdar çarşısı, onun emla-kindendi. O eski bir kuyumcuydu. Kocası onu, üç talakla boşamaya ye­min etmişti. Boşadıktan sonra ona tekrar geri dönmek istedi. Bunun fetvasını Zekeriyya oğlu Yahya'dan istedi. Yahya da: "Senden başka bir kocayla evlenip bosanmadıkça o kadm sana helal olmaz." diye fetva ver­di. Bunun üzerine kadın, Yahya'ya kin beslemeye başladı. Hükümdar­dan, anasının işaret etmesiyle Yahya'nın başını istedi. İlk etapta hü­kümdar bu isteği kabul etmedi, sonra kabul etti. Yahya'yı öldürecek olan celladı ona gönderdi. Yahya, Cibron mescidinde namaz kılmakta idi. Cellat o vaziyette iken onun başını vurarak hükümdarın huzuruna getirdi. Tepsi içindeki baş ona: "Karın başka bir kocayla evlenip ondan boşanmadıkça sana helal olmaz!" diyordu. Kadın tepsiyi alarak başımn üzerine koydu ve anasının yanına getirdi. Baş ona da aynı şeyleri söyle­di. Bunun üzerine kadının ayakları yere gömüldü. Sonra böğürlerine kadar yere gömüldü. Anası feryad etmeye, cariyeler de bağrışmaya ve kendi yüzlerini tokatlamaya başladılar. Sonra omuzlarına kadar yere gömüldü. Bu vaziyette anası, cellada emir vererek kızının boynunun vu­rulmasını emretti ki, ileride başı ile avunup dursun. Cellat, kızın başını vurdu. Yer de onun geri kalan gövdesini yuttu. Hepsi zillete düşüp yok oldular. Yahya'nın kam, Buhtün-Nasr'm gelişine kadar yerde kayna­maya devam etti. Buhtün-Nasr da onun için 75.000 kişiyi öldürdü.

Said b. Abdülaziz der ki: O, bütün peygamberlerin kanı idi. Ermiya peygamber gelip orada duruııcaya kadar o kan, kaynamaya devam etti. Ermiya ona şöyle dedi. "Ey kan, îsrailoğullarmı yok ettin. Artık Allah'ın izni ile dur."

Ermiya'nm böyle demesi üzerine kan durdu. Savaş sona erdi. Şamlılardan da kaçabilenler, Kudüs'e gittiler. Hükümdar peşlerine düştü, çok sayıda insanı öldürüp bir kısmını da esir aldı ve daha sonra geri döndü. [13]

 

Meryem Oğlu İsa'nın Kıssası

 

Cenâb-ı Allah, Âl-i îmrâıı sûresi 83. ayette, lanetli HrisUyanlara reddiyede bulunmaktadır. Onlar, Cenâb-ı Allah'ın oğlu olduğuna dair iddiada bulunmaktadırlar. Oysa ki yüce Allah, onların söylediklerin­den münezzeh ve yücedir.

Necranlı Hristiyani ardan bir heyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek sahip oldukları bâtıl bir inanç olan teslis akidesini ona anlattı­lar. Kendi inançlarına göre Allah'ın, üçün üçüncüsü olduğunu iddia etti­ler. Mezheplerinin farklı görüşleriyle birlikte teslis inancını oluşturan üç unsur şunlardır: 1- Zat-ı Mukaddes, 2- İsa, 3- Meryem.

Cenâb-ı Allah, Âl-i İmrân sûresinin baş kısmında indirmiş olduğu ayetlerde İsa'nın, Allah'ın kullarından bir kul olduğunu açıklamıştır. Diğer yaratıklara şekil ve suret verdiği gibi ona da ana rahminde şekil ve suret vermiştir. Onu, Adem'i babasız ve anasız yarattığı gibi babasız yaratmıştır. Ona, "ol" demiş, o da oluvermiştir. Cenâb-ı Allah, anası Meryem'in onu nasıl doğurduğunu ve ona nasıl hamile kaldığını da be­yan buyurmuştur. Ayrıca bütün bu hususları Meryem sûresinde de izah etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah yardım ve tevfikini ihsan ederse, ileride o sûrede de bundan bahsedeceğiz. Doğru sözlülerin en doğrusu olan yü­ce Rabbimiz buyuruyor ki:

"Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlem­lere üstün kıldı. (Bunlar) birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işiten, bilendir. İmran'm karısı demişti ki: "Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım. Benden kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilen­sin." Onu doğurunca - Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. O'nu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmar­lıyorum." Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Ve Zekeriyya'yı da o (nun bakımı) na memur etti. Zekeriy­ya, onun yanma, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi, (o da) "Bu, Allah tarafından." derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir." (Âl-i tmrân, 33-37.)

Yüce Allah, Adem peygamberi seçtiğim ve onun soyundan olup ken­disinin şeriatına tâbi olan, taatinden ayrılmayan kimseleri de mümtaz

kıldığım bildiriyor. Sonra da özellikle İbrahim ailesinden bahsediyor. İsmail oğullarını da onların arasına katıyor. Sonra bu temiz ve necip ai­lenin fazilet ve üstünlüğünü bildiriyor. Bunlar İmran ailesidir. İm-ran'dan kasıt, Meryem'in babasıdır.

Muhammed b. İshak dedi ki: İmran, Emon oğlu Başim'in oğludur. Emon, Hazkıya oğlu Mişan'm oğludur. Hazkıya, Mosin oğlu îhrik'in oğ­ludur. Mosin, Emsiya oğlu Azaziya'mn oğludur. Emsiya, Ahriho oğlu Yaviş'in oğludur. Ahriho, Yehfaşat oğlu Yazemin oğludur. Yehfaşat, İyanı oğlu İsa'nın oğludur.  İyam, Davud oğlu Rahio'nm oğludur.

Ebul-Kasım İbn Asakir dedi ki: Meryem, Masan oğlu İmran'm kızı­dır. Masan, Eyod oğlu Azir'in oğludur. Elyod, Sadok oğlu Ahnez'in oğlu­dur. Sadok, İlyakim oğlu îyazoz'un oğludur. İlyakim, Zeryabil oğlu İbod'un oğludur. Zeryabil, Yuhanna oğlu Şaltal'm oğludur. Yuhanna, Emon oğlu Berşan'm oğludur. Emon, Hazkıya oğlu İsa'nın oğludur. Hazkıya, Mosan oğlu Ahaz'm oğludur. Mosan, Yoranı oğlu Azriya'mn oğludur. Yoram, İşa oğlu Yoşafat'm oğludur. İşa, Rahiam oğlu îban'm oğludur. Rahiam, Davud oğlu Süleyman'ın oğludur. Allah'ın salat-ü selamı üzerlerine olsun.

Bu silsilede, Muhammed b. İshak'm anlattığından, farklı isimler vardır.[14]

Meryem'in, Davud peygamberin sülalesinden olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Babası İmran'dır. İmran, kendi zamanında îsrailoğulla-rımn ehl-i salah kimselerindendir. Meryem'in anası Fakot kızı Han-na'dır. Fakot, Kabil'in kızıdır. Hanna, ibadet ehli kadınlardandı. O za­manın peygamberi olan Zekeriyya (a.s.), Meryem'in bacısı Eşya'm koca-sıydı. Cumhur-u ulema bu görüştedirler. Bir rivayete göre Zekeriyya, Meryem'in teyzesi Eşya'mn kocasıdır. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. îshak ile diğerlerinin anlattıklarına göre Meryem'in anası hamile kalmazmış. Günün birinde bir kuşun, yavrusuna ağzın­dan yiyecek verdiğini görmüş, bunu görünce bir çocuk sahibi olma arzu­suna kapılmış. Eğer hamile kalırsa çocuğunu Mescid-i Aksa'ya ibadet için yerleştireceğini ve oraya vakfedeceğini adamıştı. Anlatıldığına gö­re bu adağından sonra aradan zaman geçmeksizin hayız kanaması gör­müştü. Temizlenince de kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunmuş ve Meryem'e hamile kalmıştı.

"Onu doğurunca - Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir."»

Yani Mescid-i Aksa'ya hizmet hususunda kadınlar, erkekler kadar becerikli olmazlar. O zamandaki insanlar erkek evlatlarını, Mescid-i. Aksa'ya hizmetçi olarak adarlardı.[15]

"Ve ben ona Meryem adını verdim." Bu ayet-i kerime gösteriyor ki, o zamandaki insanlar, çocuklarına doğdukları günde isim verirlermiş. Buhari ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğu gibi Enes hazretleri, kardeşini Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma götürmüş, Rasûlullah da onun damağına tatlı birşey sürerek Abdullah adım vermiş.

Hasen'in Semüre'den merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

«Her çocuk (doğumunun) yedinci gününde kendisi için kesilecek olan akika (kurbanı) karşılığında rehinedir. Sonra kendisine isim veri­lir ve başı tıraş edilir.»[16]

«(Allah'ım), onu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ıs­marlıyorum.» mealindeki ayet-i kerimeye gelince, bu ayet-i kerimedeki duası kabul olunmuştur. Nitekim onun adağı da kabul edilmişti.-İmam Ahmedb. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Doğan her çocuğa, doğduğu esnada şeytan dokunur. Bu nedenle de çocuk bağırarak ağlar. Ancak Meryem ile anasına şeytan dokunmuş de­ğildir." Sonra Ebu Hüreyre der ki: "Eğer dilerseniz çocuk doğduğu esna­da onun üzerine şu ayeti okuyun.[17]

Ahmedb. Hanbel, Aclan'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Ademoğullarından her yeni doğana şeytan, parmağıyla dokunur. Ancak İmran kızı Meryem ile oğlu İsa'ya şeytan dokunmuş değildir.»

Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek peygamber (s.a.Vi) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Anasının doğur­duğu her insanın iki böğürüne şeytan yumrukla vurur, ancak Meryem ile oğlu bu darbenin dışında kalmışlardır. Görmez misiniz ki çocuk, ana rahminden düştüğünde nasıl bağırarak ağlar?» Orada bulunan sahabe­ler evet, öyledir ya Rasûlallah, dediler. Buyurdu ki: «İşte şeytan, onun iki böğrüne yumruk vurduğu zaman böyle ağlar.»

Kays, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (ş.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Doğan her çocuğu şeytan, bir ya da iki defa sıkar, ancak Meryem oğlu İsa ile Meryem bunun dışında kalmışlardır.» Rasûlullah böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygam­ber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:[18]

«Doğduğu esnada bütün Adem oğullarına şeytan bir darbe vurur. Ancak Meryem oğlu İsa bunun dışında kalmıştır. Şeytan ona vurmaya gittiğinde örtüye vurmuştu.»

«Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'yı da o (nun balamı) na memur etti.» (Âl-i İmrân, 37.)

Çoğu tefsircilere göre anası, onu doğurduğunda bez sarmış sonra da götürüp mescide bırakmıştı. Orada kalmakta olan abid kimselere tes­lim etmişti. Meryem, onların imamlarının ve namaz sahiplerinin kızıy­dı. Onun üzerinde çekiştiler. Kuvvetli görüşe göre anası, onu emzirip bir süre besledikten sonra onlara teslim etmişti. Onlara teslim ettikten sonra da onun bakımını hangisinin üstleneceği hususunda kendi arala­rında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. O zamanın peygamberi Zekeriyya (a.s.) idi. Zekeriyya, Meryem'i yanına almak ve bakımını üstlenmek is­tedi. Çünkü kendi baldızının, ya da başka bir rivayete göre hanımının teyzesinin kızıydı. Arkadaşları bu hususta kendisiyle anlaşmazlığa düştüler. Aralarında kura çekmek istediler. Kader, Zekeriyya'dan yana oldu. Kur'a da kazanan o oldu. Çünkü teyze, ana yerindedir.

Zekeriyya, kur1 ada arkadaşlarım yendiği için "Ve o (nun bakımı) na Zekeriyya'yı memur etti."

Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

"(Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin haberlerin dendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atar­larken sen onların yanında değildin; çekiştikleri zaman da sen yanla­rında değildin." (Âi-i tmrân, 44.)

Rivayetçiler derler İd: Mescidde bulunan abidler kendi aralarında kur'a için bilinen kalemlerini attılar. Sonra alıp bir yere bıraktılar. Bu­luğa ermemiş bir çocuğa, gidip o kalemlerden birini almasını söylediler, çocuk gidip kalemlere elini attığında, Zekeriyya'nın kalemim alıp çıkar­dı. Böylece kur'ayı Zekeriyya kazanmış oldu. Arkadaşları, ikinci kez kur'a çekmek istediler ve kalemlerini bir nehire atarak hangisinin kale­mi, nehrin akıntısının tersine doğru giderse, kur'ayı onun kazanacağını söylediler. Ve böyle de yaptılar. Neticede Zekeriyya'nın kalemi, nehrin akıntısının tersine gitti. Diğerlerinin kalemleri nehrin akıntısı doğrul­tusunda gitti.

Arkadaşları kendisinden üçüncü kez kur'a çekmeye katılmasını is­tediler. Bu durumda hangisinin kalemi, nehrin akıntısı doğrultusunda giderse kur'ayı onun kazanacağını söylediler. Böyle yaptılar, yine kur'ayı kazanan, Zekeriyya oldu. Böylece Meryem'in bakımım o üstlen­di. Çünkü şer'an da kaderen de birçok bakımlardan onun bakımım üst­lenmeye o daha layıktı.[19]

Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Zekeriyya, onun yanına, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. (O da). "Bu, Allah tara­fından." derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."» (Âl-i îmrân, 37.)

Tefsirciler dediler ki: Zekeriyya, Meryem için mescidde yüksek bir yer yaptı. Meryem'den başkası oraya girmiyordu. O, kendine mahsus yerinde Allah'a ibadet eder ve üzerine düşen mescid hizmetlerini ifa ederdi. Nöbeti geldiğinde bu işleri yapardı. Boş kaldığında da geceli gündüzlü Allah'a ibadet ederdi. O kadar çok ibadet ederdi ki, neticede İsrail oğulları arasında onun ibadeti, darb-ı mesel haline geldi. Kendi­sinde görülen üstün haller ve şerefli vasıflar nedeniyle şöhret buldu. Öyleki, Allah'ın peygamberi Zekeriyya, onun ibadet yerine girdiğinde, her defasında onun yanında mevsimsiz rızıklar ve görülmemiş meyve­ler görürdü. Yazın meyvesini kışın, kışın meyvesini de yazın görürdü. Bunu: "Bu, sana nereden?" diyerek sorardı. Meryem de: "Bu, Allah ka-tındandır." diyerek cevap verirdi. Yani bu, Allah'ın bana bahşettiği bir, rızıktır, derdi. "Doğrusu Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."

İşte bu esnada ve bu makamda Zekeriyya peygamber, kendi sulbünden bir oğlan çocuk doğmasını, her ne kadar yaşı ilerlemişse de bu nimete nail olmasını Rabbinden diledi ve şöyle dedi:

«Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin» de­di. (Âl-i Imrân, 38.)

Bazıları, onun şöyle dua ettiğini söylerler: «Ey Meryem'e zamansız meyveleri rızık olarak veren Allah'ım! Her ne kadar yaşım ilerlediği için zamanı değilse de bana bir evlat bahşet.»[20]

"Melekler, demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni seçti, temizledi ve se­ni dünyaların kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et ve (onun huzurunda eğilenlerle beraber eğil!"

"(Ey Muhammed), bunlar sana vahyettiğimiz görünmez âlemin ha-berlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlar­ken sen onların yanında değildin. Çekiştikleri zaman da sen yanlarında değildin. Melekler demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir; dünyada da ahi-rette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yakın olanlardandır. Beşikte ve ye­tişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır." Dedi ki: "Rabbim, bana bir insan dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?" Allah, böylece dilediğini yaratır, dedi, bir şey (in olmasın) istedi mi ona "ol" der, o da oluverir. Ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncü'i öğretecek. Onu İsrailoğullarma (şöyle diyen) bir elçi yapacak: "Ben size Rabbiniz-den bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş hemen oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm. Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim; evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette bunda si­zin için bir ibret vardır. (Ben), benden Önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak, size haram kılman bazı şeyleri helal yapayım diye gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize getirdim. Allah'tan korkun, bana itaat edin. Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir, ona kulluk edin, doğ­ru yol budur." (âi-i Wân, 42-51.)

Yüce Allah, meleklerin Meryem'e müjde vererek şöyle dediklerini anlatıyor: Allah, seni, zamanındaki diğer bütün kadınlara üstün kılıp seçmiştir. Sana bir insan dokunmadan senden çocuk doğurtmak için se­ni seçmiştir. Bu çocuğun da şerefli bir peygamber olacaktır. «Beşikte iken insanlarla konuşacaktır.» Yani küçüklüğünde insanları, ortaksız olan tek Allah'a kulluk etmeye davet edecektir. Yaşlandığında da bu da­vetini devam ettirecektir.

Bu ifadeler daha doğmadan önce İsa peygamberin yaşayıp ihtiyar­lık dönemine ulaşacağını ve o dönemde de insanları Allah'a kulluğa da­vet edeceğini göstermektedir.

Meryem, Allah'a çokça ibadet etmeye, gönülden ona kulluk etmeye, secde ve rükûa ara vermemeye, bu üstünlüğün ehli olmaya ve bu nimet­lere şükretmeye memur edilmişti. Rivayete göre o, o kadar çok namaz kılarmış ki, ayaklarmın tabanları yanlırmış. Allah ondan hoşnut olsun ve ona rahmet etsin. Ana ve babasına da merhamet etsin.

Melekler ona: «Ey Meryem, Allah seni seçti.» dediler. Yani seni seç­kin bir kul yaptı. Ve seni düşük ahlaklardan arındırarak güzel vasıflar verdi. Seni âlemlerin kadınlarından üstün kıldı. Yani zamanında bulu­nan dünyadaki kadınların tümünden efdal kıldı. Nitekim bu manada Cenâb-ı Allah, Musa peygambere şöyle hitap etmiştir: «... Elçiliklerimle ve konuşmamla seni insanların başına seçtim.» (el-A'râf, 144.) Aynı şekilde İsrailoğulları hakkında da Cenâb-ı Allah şöyle bir ifade kullanmıştır: «Andolsun biz, onları, bilerek âlemlere üstün kıldık.» (ed-Duhân, 32.)

Bilindiği gibi İbrahim peygamber, Musa peygamberden daha üs­tündür. Muhammed (s.a.v.) ise, her ikisinden-daha üstündür. Aynı şe­kilde Muhammed ümmeti de, Önceki ümmetlerin tümünden daha üstün ve faziletlidir. Sayıca onlardan çok olup ilmen de onlardan fazladır. Amelen de îsrailoğullarmdan ve diğerlerinden daha fazladır.

"Ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı." Bu ayet-i kerimede umum manasının kasdedildiği mahfuzdur. Buna göre Meryem (a.s.) kendisinden önceki ve sonraki bütün dünya kadınlarının hepsinden da­ha üstündür. Çünkü bazılarına göre o, peygamberdir.

İshak'm anası Sâre ile Musa'nın anası da peygamberdir, diyenler ol­muştur. Böyle diyenler meleklerin, bu kadınlara hitap ederken kullan­dıkları ifadeleri ve ayet-i kerimede Musa'nın anasına vahyedildiğine dair sarfedilen ifadeyi delil olarak ileri sürmüşlerdir. Nitekim İbn Hazm ile diğerleri bu görüştedirler. Şu halde Meryem'in, İshak'm anası Sâre'den daha üstün olmasına engel olacak herhangi bir husus mevcut değildir. Çünkü "Ve seni dünyadaki kadınlara üstün kıldı." ayet-i keri-mesindeki ifadeler umumidirler. Ayrıca bu ifadelere ters düşecek başka ayetler de mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ile ehl-i sünnet vel-cemaatten olan diğer bazı­larının naklettiklerine göre cumhur-u ulema, peygamberliğin sadece erkeklere mahsus olduğu görüşündedirler. Kadınlardan herhangi biri­si, peygamber olmuş değildir. Meryem'in en yüksek makamı, ancak şu ayet-i kerimede ifade buyurulmuştur:

"Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur." (el-Mâide, 75.) Bu ayet-i kerimeye göre Meryem'in, kendisinden önceki ve sonraki meşhur sıddi-ka (dosdoğru) kadınlardan üstün olması için herhangi bir engel mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir. Meryem; Müzahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hatice, Muhammed (s.a.v.) kızı Fatıma ile bir arada zikredilmiştir. Allah onlardan razı olsun ve onları da razı kılsın.

Hişam b. Urve, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«(Âlemdeki) kadınların en hayırlısı, İmran kızı Meryem'dir. (Alem­deki) kadınların en hayırlısı, Huveylid kızı Hatice'dir.»[21]

Ahmed b. Hanbel, Enes'den rivayet ederek Rasûlullah. (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Dünyadaki kadınlardan, dördü sana yeter: İmran kızı Meryem, Firavun'un zevcesi Asiye, Huveylid kızı Hati­ce, Muhammed kızı Fatıma.»[22]

Ebu Bekir b. Zenceveyh, Enes'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Dünyadaki kadınların en hayırlısı dörttür: İmran kızı Meryem, Firavun'un zevcesi Asiye, Huvey­lid kızı Hatice, Rasûlullah Muhammed'in kızı Fatıma.»[23]

İmam Ahmed b, Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygam­ber (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:      

«Kadınların en hayırlısı develere bindiler (yani en hayırlı kadınlar Arap kadınlarıdır.) Kureyş kadınlarının en iyisi de, küçüklüğünde çocu­ğuna şefkat gösteren ve kocasının hukukuna riayet edendir.» Ebu Hu-reyre dedi ki, Meryem, deveye asla binmiş değildir.

Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi: "Kadınların hayırlıları deveye bindiler ki, onlar da Kureyş'in kadınlarıdırlar. Kadınların en hayırlısı, küçüklüğünde çocuğuna şefkat gösterendir. Elindeki malı azaldığında kocasına karşı merhametli olandır."

Ebu Hüreyre dedi ki: «İmran'ın kızının (Meryem'in) deveye binme­miş olduğunu Rasûlullah elbetteki biliyordu.»[24]

Ebu Ya'lâ el-Musilî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) yere dört çizgi çizdi ve: "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu. Orada bulananlar, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi. "Cennet­liklerin kadınlarının en üstünü, Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, İmran kızı Meryem ve Müzahim kızı Asiye ki o da Firavun'un zevcesidir."»[25]

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Ebu Seleme'den rivayet etti ki, Hz. Aişe, Hz. Fatıma'ya şöyle sormuştu: "(Vefatı esnasında) Rasûlullah'm üzerine atıldığında ağlamış sonra gülmüştün, bunun sebebi neydi?"

Hz. Fatıma dedi ki: "(Babam Rasûlullah) bu acısından vefat edece­ğini bana söyleyince ağladım. Sonra tekrar üzerine atılıp yumuldum. Bana dedi ki: "Aile efradım arasında bana ilk kavuşacak olan sensin ve sen cennetliklerin kadınlarının hanım efen di sis in. Ancak İmran kızı Meryem de onların hanıniefendisidir." Böyle deyince gülmeye başla­dım."                                                                             

Bu hadisi, Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir. Bu hadis gösteriyor ki Meryem ile Fatıma, mezkur dört kadın içinde en faziletli olanlardır. Sonra müstakil olarak Meryem'in istisna edilmesi, onun Fatıma'dan daha üstün olduğu ihtimalim ortaya koymaktadır. Fakat fazilette her ikisinin de eşit olma ihtimali vardır.

Ebu'l-Kasım İbn Asakir, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Cennetliklerin kadınlarının hanımefendileri, İmran kızı Meryem, sonra Fatıma, sonra Hatice, sonra da Firavun'un zevcesi Asiye'dir.»[26] İbn Mirdeveyh'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

«Erkeklerin çoğu, tam ve eksiksiz olmuştur. Kadmlarmsa ancak üçü mükemmel olabilmiştir: İmran kızı Meryem, Firavun'un zevcesi Asiye ve Huveylid kızı Hatice. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiri­din diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.»[27]

Ebu Davud dışındaki diğer Kütüb-ü Sitte sahiplerinin, Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Erkeklerden çoğu, tam ve eksiksiz olmuştur. Kadınlardansa ancak Firavun'un zevcesi Asiye ile İmran'ın kızı Meryem mükemmel ola­bilmişlerdir. Aişe'nin diğer kadınlara olan üstünlüğü, tiridin diğer ye­meklere olan üstünlüğü gibidir.»[28]

Rivayetinde Buharı ile Müslim'in ittifak ettikleri gibi bu, sahih bir hadistir. Bu hadisteki ifadeler, âlemdeki kadınlar arasında üstünlüğü sadece Meryem ile Asiye'ye tahsis etmektedirler. Ancak bununla kasde-dilen mana, kendi zamanlarındaki kadınlara nisbetle olan üstünlük ve efdaliyetleridir. Çünkü bu kadınlardan her biri, küçüklüğünde birer peygamberi besleyip büyütmüşlerdir. Asiye, Allah ile konuşma şerefine ermiş olan Musa'yı besleyip büyütmüştür. Meryem de kendi çocuğunu yani Allah'ın kulu ve elçisi olan İsa'yı besleyip büyütmüştür. Bu demek değildir ki, ümmeti Muhammed içinde Hatice ve Fatıma gibi kadınlar kamil değildirler. Zira Hatice, peygamberlik görevini almasından on-beş sene önce ve peygamberlik görevini almasından yirmi sene sonra, hatta daha fazla bir müddetle Rasûlullah'a hizmet etmiştir. Onun, sa­mimi bir yardımcısı olmuştur. Canıyla ve malıyla ona destek olmuştur. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.

Rasûlullah'ın kızı Fatıma'ya gelince bu, diğer kardeşlerine nisbetle daha üstün ve faziletli kılınmıştır. Çünkü o, Rasûlullah'ın vefatını gör­mek gibi bir musibete maruz kalmıştır. Oysa diğer kardeşleri, Rasûlul­lah'ın sağlığındayken vefat etmişlerdir.

Aişe'ye gelince o, Rasûlullah'ın en çok sevdiği zevcesi idi. Ondan başka bakire bir kadınla evlenmiş değildi. Ne bu ümmetde, ne de diğer ümmetlerde onun kadar bilgili ve anlayışlı bir kadın tanınmış değildir. Ifk hadisesinde iftiracılar, onun aleyhinde iddialarda bulunduklarında Cenâb-ı Allah, onun için gayrete gelip gazaplanmıştı. Onun suçsuzluğu­nu, yedi kat gök üzerinden ilan ederek insanlara duyurmuştu. Rasûlul­lah'ın vefatından sonra yaklaşık olarak elli sene kadar daha yaşamıştı. Ondan insanlara Kur'ân-ı Kerim'i ve sünnet-i seniyyeyi tebliğ ediyordu. Müslümanlara fetva veriyor, anlaşmazlığa düşenlerin aralarım bulu­yordu. Müminlerin analarının en şereflisi idi. Hatta gelmiş geçmiş bazı âlimlerin görüşlerine göre o, Peygamber (s.a.v.)'in kızlarının ve oğulla­rının anası olan Huveylid kızı Hatice'den daha üstündü. Fakat burada üstünlüğü her ikisine eşit olarak vermek, herhalde daha güzel olur.

Hz. Aişe'nin üstünlük ve efdaliyetini ispatlayan, şu hadis-i şeriftir: «Aişe'nin diğer kadınlara olan üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.» Bu hadisteki ifadeler, mezkur kadınlara nisbetle umumiyet ifade edebildiği gibi, mezkur olmayan diğer kadınlara nis­betle de umumilik ifade edebilir. Doğrusunu Allah bilir.[29]

Bizim burada anlatmak istediğimiz, İmran kızı Meryem (a.s.)'dir.

Zira Cenâb-ı Allah onu, zamanındaki kadınlara üstün kılıp pisliklerden ve günahlardan arındırmış ti. Önce de söylediğimiz gibi onun üstünlü­ğü, bütün zamanlardaki kadınlara nisbetle de olabilir. Bir hadis-i şerif­te anlatıldığına göre o, Cennet'te Hz. Peygamber'in zevcelerinden biri olacaktır. Onun yanı sıra Müzahim kızı Asiye de Peygamber Efendi­mizin zevceleri arasına katılacaktır. İbn Kesir tefsirinde bazı selef ule­masından naklettiğimize göre Tahrîm sûresinin beşinci ayet-i kerime­sinde geçen «Dullar ve bakireler» mevzuu üzerinde görüş beyanında bu­lunan Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: «Duldan kasıt Asiye'dir. Baki-re'den kasıt da İmran kızı Meryem'dir.» Biz bu hususu, Tahrîm sûresi­nin tefsirini yaparken son kısımlarda açıklamıştık. Doğrusunu Allah bilir.

Taberanî, Sa'd b. Cenade'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Şüphesiz Cenâb-ı Allah, Cennet'te beni İmran kızı Meryem, Fira-vun'un zevcesi (Âsiye) ve Musa'nın kız kardeşi ile evlendirdi.»[30]

Bu hadisi, Ebu Cafer el-Akili Abdunnur rivayet etmiştir. Bu riva­yette Abdunnur'un şöyle bir ilavesi vardır: «Dedim ki, ya Rasûlallah, bu kadınlar sana mübarek olsunlar.»

Zübeyr b. Bikar, Ebu Davud'dan rivayet ederek şöyle dedi: «Rasû­lullah (s.a.v.) ölüm hastalığında olan Hatice'nin yanma gitti ve Ona şöy­le dedi: "Ey Hatice! Benim için sıkıntı çektiğini görüyorum, Oysa sıkıntıları, Cenâb-ı Allah bazan çok hayırlı durumlara çevirir. Bilmez misin ki Cenâb-ı Allah Cennet'te seninle birlikte beni, İmran kızı Mer­yem, Musa'nın kız kardeşi Gülsüm ve Firavun'un zevcesi Asiye ile de ev-lendirmiştir?!" Hatice dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü! Gerçekten Allah seni bunlarla evlendirdi mi?" Evet, diye buyurdu. Hatice de: "Çoluk çocuğun bol olsun." dedi.»

İbn Asakir, İbn Abbas'tan rivayet ederek dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), ölüm hastalığında bulunan Hatice'nin yanma gitti ve1 ona şöyle dedi: "Ey Hatice! (Cennet'te) kumalarınla karşılaştığında onlara ben­den selam söyle." Hatice dedi ki: "Ya Rasûlallah, benden önce evlenmiş miydin?" Rasûlullah şöyle cevap verdi: "Hayır, yalnız Cenâb-ı Allah be­ni îmran kızı Meryem, Müzahim kızı Asiye ve Musa'nın kız kardeşi Gül­süm ile evlendirmiştir."»

İbn Asakir, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: «Cebrail, Rasû-lullah'a vahiy getirerek yanında oturdu. Rasûlullah ile sohbet etmeye başladı, o esnada Hatice de yanlarına uğradı. Cebrail, "Ya Muhammed bu kimdir?" diye sorunca Rasûlullah :"Bu, ümmetimin sıddıkası (doğru sözlüsü) dür" dedi. Cebrail dedi ki: "Onur ve üstünlük sahibi Rabbimden ona bir mektup getirmişim. Rabbim ona selam söylüyor ve Cennet'te onun için; alevlerden uzak, içinde yorgunluk ve gürültü olmayan, ka­mıştan yapılma bir köşk hazırlandığını müjdeliyor." Bunun üzerine Ha­tice dedi ki: "Allah selamdır. Esenlik ondandır. Allah'ın selamı, ikinizin üzerine olsun. Allah'ın rahmet ve berakatı da Rasûlullah'm üzerine ol­sun. Şu kamıştan yapılma ev neyin nesidir?" Rasûlullah (s.a.v.) buyur­du ki: "İçi oyulmuş inciden yapılmadır. îmran kızı Meryem'in evi ile Mü­zahim kızı Âsiye'nin evi arasındadır. Kıyamet gününde onlar da benim zevcelerimden olacaklardır."»

Hz. Hatice'ye Allah'tan selam gönderildiği ve Cennet'te; içinde gü­rültü ve yorgunluk olmayan bir evin, onun için hazırlanmış olduğuna dair müjdenin gönderilmesi, sahih hadisde mevcuttur. Ancak bu ekle­melerle buraya dizilmiş olan ifadelerde gerçekten bir gariplik vardır. Bütün bu gibi hadislerin senetlerinde ihtilaf vardır.

îbn Asakir'in rivayetine göre Muaviye, Mescid-i Aksa'nın yanında­ki kayalık hususunda Kabü'l Ahbar'a sormuş, o da şöyle cevap vermiş: "O kaya, bir hurma ağacının üzerinde olacaktır. Hurma ağacı da, Cen­net'teki ırmaklardan birinde olacaktır. Hurma ağacının altında İmran kızı Meryem'le Müzahim kızı Asiye duracaklardır. Bunlar, kıyamet ko-puncaya kadar cennetlikler için gerdanlık dizeceklerdir,"

Ben derim ki: Kâbü'l-Ahbar'm bu sözleri, israiliyattan alınmadır. Bu gibi sözler, onların bazı zındıklarının, ya da cahillerinin uydurmala­rıdır. Doğrusunu Allah bilir. [31]

 

İffetli Ve Bakire Meryem'in Oğlu, Allah'ın Kulu Ve Elçisi İsa'nın Doğumu

 

Cenâb-ı Allah buyurdu İd:

"Kitap'ta Meryem'i de an. Bir zaman'o ailesinden ayrılıp doğu tara­fında bir yere çekilmişti. Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu (Cebrail'i) ona gönderdik. (O), ona düzgün bir insan şek­linde göründü. (Meryem) dedi ki: "Ben senden, çok esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." (Ruh, yani Cebrail): "Ben", dedi, "sadece Rabbimin elçisiyim: Sana tertemiz bir er­kek çocuğu hediye edeyim diye (geldim)." "Benim nasıl oğlum olur, dedi, bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de' değilim." (Ruh): "Öyledir." dedi, Rabbin: "O bana kolaydır. Onu insanlara, (kudretimizi gösteren) bir işaret ve bizden bir rahmet kılmak için (J)unu yapacağız), dedi" ve iş olup bitti.

(Meryem), ona gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi. Doğum san­cısı onu, bir hurma dalı (nm altı) na getirdi: "Keşke" dedi, "Bundan önce ölseydim, unutulup gitseydim!"

Altından (İsa veya Cebrail) ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin, altın (daki çocuğ)u, büyük bir lider yaptı." Hurma dalını sana doğru sil­kele, üzerine, olmuş taze hurma dökülsün." Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruç(u) adadım, bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım, de." (Meryem) onu ta­şıyarak kavmine getirdi: "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi. Annen de fahişe değildi (sen ne yaptın böyle?)" (Meryem, konuşmaları için) onu gösterdi. Dediler ki: "Beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?"

(Çocuk): "Ben Allah'ın kuluyum, dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti. (Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba yapmadı. Doğdu­ğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde (Al­lah'tan) bana esenlik verilmiştir."

İşte Meryem oğlu Isa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey "gerçek söz" olarak budur.

Çocuk edinmek, Allah'a yakışmaz. O, böyle şeylerden münezzehtir. Bir işi yapmak istedimi ona sadece "ol" der, (o da) olur. "Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Ona-kulluk edin. İşte doğru yol budur."

Kendi aralarından hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları, muhtelif partiler, bölükler), ayrılığa düştüler (kimi: İsa Allah'ın oğlu­dur, kimi Allah ile beraber bir tanrıdır, kimi Allah'ı meydana getiren üç esastan biridir diyerek ihtilaf ettiler). Artık büyük bir günü görmekten ötürü kafirlerin vay haline!» (Meryem, 16-37.)

Cenâb-ı Allah, bu kıssayı Zekeriyya peygamberin kıssasından son­ra anlatmıştır. Zekeriyya'nın kıssası, bu kıssa için bir nevi mukaddime ve giriş niteliğini taşımaktadır. Nitekim Âl-i İmrân sûresinde de bun­dan bahsetmiştir. İkisini aynı cümlelerle bir araya getirmiştir. Enbiyâ sûresinde de buna değinerek şöyle buyurmuştur:

«Zekeriyya'ya da (lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma (bana bir çocuk ver , ama vermesen de gam yemem, çünkü) sen, varisle­rin en iyisisin (her şeyim sana kalacaktır)." diye dua etmişti. Onun dua­sını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten on­lar hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Ve bi­ze derin saygı gösterirlerdi; O ırzını korumuş olana, (Meryem'e) de (lütfettik), ona kendi ruhumuzdan üfledik (de ona erkek dokunmadan bir çocuk verdik). Onu ve oğlunu âlemlere (gücümüzü gösteren) bir işa­ret yaptık.» (el-Enbiyâ, 89-91.)

Önce de anlattığımız gibi Meryem'i, anası, Mescid-i Aksa'ya hizmet için adamıştı. Onun bakımım,bacısının ya da teyzesinin kocası ve o zamanın peygamberi Zekeriyya (a.s.) üstlenmişti. Onun için, mescid da­hilinde, kendisinden başkasının girmeyeceği özel bir ibadet yeri yaptır­mıştı. Meryem, buluğa erince ibadetini daha da arttırdı. O zaman ibadet hususunda kendisinin emsali bir kadın mevcut değildi. Kendisinde öyle haller görülmüştü ki Zekeriyya peygamber dahi ona imrenmişti. Kendi­sine şerefli, temiz, kıymetli, zeki ve mucizelerle te'yid edilmiş bir evlat bahşedileceğini ve Allah tarafından üstün kılındığını melekler müjde­lemişlerdi. Babasız bir çocuğun doğmasını hayretle karşılamıştı. Çün­kü kendisinin kocası yoktu. Kendisiyle evlenecek bir kimse de o zaman­da mevcut değildi. Melekler, Allah'ın her şeyi yapmaya muktedir oldu­ğunu ona bildirdiler. Cenâb-ı Allah'ın bir şeyin olmasını dilemesi halin­de ona "ol" dediğim ve bu emir üzerine de o şeyin hemen oluverdiğini söylediler. Meleklerin böyle demesi üzerine o Cenâb-ı Allah'a teslim ol­du. O'nun emri karşısında boyun eğip itaat etti. Bunda, kendisi için bü-' yük bir imtihanın mevcut olduğunu anladı. Çünkü babasız bir çocuk do­ğuracağı zaman, insanların kendisi hakkında ileri geri sözler sarfede-ceklerini önceden biliyordu. Ama insanlar, işin iç yüzünü bilmiyorlardı. Onlar, sadece işin zahirine bakarak karar veriyorlardı. İşin asıl mahiye­ti üzerinde akıl yorup düşünmüyorlardı.

Meryem, ancak hayız kanaması gördüğü zaman,ya da su getirmek veya gıda maddelerim elde etmek gibi zaruri ihtiyaçları için mescid dışı­na çıkardı. Yine günlerden bir gün bazı ihtiyaçlarım görmek için mescid dışına çıkıp, doğu tarafında yalnız başına dolaşmaktayken Cenâb-ı Al­lah ona Rûhü'l Emîn'i yani Cebrail aleyhisselamı gönderdi. Cebrail, ona tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem onu görünce şöyle de-di:«Ben, senden, çok esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma).» Bu ayet-i kerîmede geçen (Takîyy) kelime­si, Allah'tan korkan ve onun yasaklarına riayet eden kimse manasına gelmektedir. Bu da; o zamanda İsrailoğullan arasında fasıklık ve kötü-lüğüyle meşhur Takîyy isminde bir adam bulunduğunu söyleyenlerin iddialarını çürütmektedir. Bu, delilsiz ve aynı zamanda çok zayıf bir sözdür.

Cebrail ona: «Ben, sadece, senin Rabbinin elçisiyim.» dedi. Yani ben bir insan değilim. Cenâb-ı Allah, "Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim, diye beni gönderdi."

«(Meryem) benim nasıl oğlum olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de değilim.» dedi. Yani ben evli bir kadın değilim ve fuhuş yapan kadınlardan da değilim.

Cebrail: "Öyledir." dedi. "Rabbin: "O bana kolaydır." dedi. Onun bekar bir kadın olarak çocuk doğurmayı hayretle karşılaması nedeniyle melek onu teselli edici cevap verdi. Bu işin Allah'a göre çok ko­lay olduğunu ve Cenâb-ı Allah'ın, dilediği her şeyi yapmaya muktedir olduğunu bildirdi. «Onu insanlara (kudretimizi gösteren) bir işaret yap­mak için...» Yani onun yaratılışını, babasız olarak dünyaya getirilişini, insanlara karşı kudretimizi gösteren bir alamet kılacağız. Cenâb-ı Al­lah, Adem peygamberi anasız ve babasız olarak dünyaya getirdi. Hav­va'yı da bir erkekten, yani Adem'den dişisiz olarak meydana getirdi. İsa'yı da kocasız olarak bir kadından meydana getirdi. Diğer mahlukatı ise erkek ve dişi çiftlerden yaratıp meydana getirdi.

«Ve bizden bir rahmet kılmak için...» Yani İsa vasıtasıyla biz kulla­rımıza rahmet edeceğiz. Çünkü İsa, onları küçüklüğünde ve büyüklü­ğünde, çocukluğunda ve ihtiyarlığında Allah'a kulluğa davet edecektir. Ortağı olmayan tek Allah'a kulluk etmeye onları çağıracaktır. Allah'a eş, ortak, emsal ve çocuk ile eş isnad etmekten uzak durmaları için onla­ra uyarıda bulunacaktır.

«Ve iş olup bitti.» Bu sözün, Cebrail'in sözü olması ihtimal dahilin­dedir. Yani İsa'mn babasız olarak dünyaya getirilmesi işi kesin karara bağlanarak tamamlandı.

Muhammed b. îshak, bu anlamda ifadeler kullanmıştır. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. Fakat ondan başkası böyle bir şey naklet­miş değildir. Doğrusunu Allah bilir.

«Ve bu iş olup bitti.» sözü, Cebrail'in Meryem'e ruh üflemesinin üstü kapalı bir ifadesi de olabilir.

Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«(Yine Allah, inananlara) îmran'm kızı Meryem'i de (misal verdi). O ki ırzını korudu, biz de on(un rahmin)e ruhumuzdan üfledik.» {et-oTaiırîm, 12.)

Selef ulemasından bazılarının anlattıklarına göre Cebrail, Mer­yem'in gömleğinin yakasından içeriye doğru üflemiştir. Bu üflemesi de onun tenasül organına sirayet edip akabinde hamile kalmıştır. Tıpkı kadının kendi kocasıyla cinsel ilişkide bulunmasının ardı sıra hamile kalması gibi hamile kalmıştır. Bazılarının dediklerine göre Cebrail, onun ağzına üflemiştir. Ya da onunla konuşmakta olan ruh (Cebrail) ağ­zından içeri girmiştir. Ancak bu söz, Kur'ân-ı Kerîm'de bu kıssanın an­latılması esnasında kullanılan ifadelere aykırı düşmektedir. Zira Kurân-ı Kerîm'de anlatıldığına göre Cebrail, Meryem ile konuşmak üzere yanına gönderilmiş ve onun vücuduna ruhu üflemiştir. Onun cin­sel organıyla karşılaşmış değildir. Bilakis onun yakasından içeriye doğ­ru üflemiştir ve bu üflemesi de onun cinsel organına sirayet ederek ha­mile kalmasına yol açmıştır. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Ona ruhumuzdan üfledik.» Bu ayet-i kerimenin delâlet ettiği gibi Cebrail'in üflemesi, onun ağzına değil de vücuduna olmuştur. Nitekim Süddî de bazı sahabelerden böyle nakilde bulunmuştur.

«(Meryem,) ona (İsa'ya) gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi.»

Meryem, İsa'ya hamile kalınca çok sıkıntı çekmeye başladı. Onu doğur­duğunda, insanların birçoklarının kendisi aleyhinde ileri geri konuşa­caklarını anlamıştı. Aralarında Vehb b. Münebbih'in de bulunduğu seleften bazılarının anlattıklarına göre, Meryem'de hamilelik eseri gö­rüldüğünde bunu ilk anlayan, İsrailoğuUarmın abidlerinden Yusuf b. Yakub en-Neccar adındaki bir adam olmuştur. Bu kişi, Meryem'in dayı­sı oğluydu. Meryem'in dindar, nezih ve abide bir kadın olduğunu bildiği için ondaki bu hamileliği fazlasıyla tuhaf bulmuştu. Kocası olmadığı halde yine de hamile kaldığını görmesi, onu çok şaşırtmıştı.

Günün birinde Meryem'le konuşurken bu konuyu ona açmıştı. Ve: "Ey Meryem, tohumsuz ekin olur mu?" diye sormuştu. Meryem de şöyle cevap vermişti: "Evet, olur. İlk ekini kim yarattı?" Adam sonra şöyle bir soru sormuştu: "Erkeksiz çocuk doğar mı?" Meryem şöyle cevap vermiş­ti: "Evet doğar. Çünkü Cenâb-ı Allah, Adem'i erkeksiz ve dişisiz yarat­mıştır." En sonunda adam, "Sen bana başından geçenleri anlat, ey Mer­yem!" demişti. Meryem de şu karşılığı vermişti: «Allah kendisinden bir kelime ile (beni müjdeledi). Adı Meryem oğlu İsa Mesihtir. Dünyada da ahirette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yakın olanlardandır. Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır.» (Âl-i îmrân, 45-46.)

Bir rivayete göre Meryem'le bu konuşmayı yapan Zekeriyya pey­gamber olmuştur. Meryem de ona yukarıdaki cevapları vermiştir. Doğ­rusunu Allah bilir.

Süddî'nin sahabelerden naklettiğine göre günün birinde Meryem, bacısının yanına gitmiş; bacısı ona şöyle demiş: "Duydun mu, ben hami­leyim?" Meryem de ona şöyle demiş: "Ben de hamileyim, bunu duymuş muydun?" Böyle deyince bacısıyla kucaklaşmış ve Yahya'nın anası olan bacısı, kendisine şöyle demiş: "Karmmdaki yavrunun, senin karnında­ki yavruna secde etmekte olduğunu görüyorum!" İşte, "Allah'dan bir ke­limeyi doğrulayıcı," ayet-i kerimesinin manası budur. Burada sözü edi­len secde, saygı ve ihtiram secdesidir. Selamlaşma anında yapılan te­menna eğilişi gibidir. Nitekim bu, bizden önceki milletlerin şeriatla­rında caizdi. Ayrıca Cenâb-ı Allah da meleklere, Adem'e bu manada sec­de etmelerini emretmişti.

Ebu'l-Kasım, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan habere göre Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya teyze çocuklarıy-mışlar. ikisi de aynı zamanda ana rahmine düşmüşler. Yahya'nın anası, Meryem'e şöyle demiş: "Karmmdaki yavrunun, senin karnındaki yav­runa secde etmekte olduğunu görüyorum."

Malik der ki: Bence bu İsa (a.s.)'m daha üstün olduğunun bir işareti­dir. Çünkü Cenâb-ı Allah ona öyle bir kuvvet vermişti ki; ölüleri dirilti­yor, körleri ve alacalıları da iyileştiriyordu.

Bunu, İbn Ebî Hatim rivayet etmiştir.Mücahid'in şöyle dediği rivayet edilir: Meryem dedi ki: "İnsanlar­dan uzak ve yalnız başıma kaldığımda, karnımdaki çocuğum benimle konuşurdu. Halk arasına katıldığımda o, kai'nımda teşbih ederdi."

Kuvvetli rivayetlere göre Meryem, onu karnında normal hamile ka­dınlar gibi dokuz ay müddetle taşımıştır. Zamanı gelince de doğurmuş­tur. Şayet bunun aksine bir duıoım vukubuhnuş olsaydı, bu mutlaka an­latılırdı.

İbn Abbas ile îkrime'den rivayet edildiğine göre Meryem, İsa'yı kar­nında sekiz ay müddetle taşımıştır. îbn Abbas'dan gelen diğer bir riva­yete göre ise Meryem, ona hamile kalır kalmaz hemen doğurmuştur. Bazıları ise onu karnında dokuz saat müddetle taşıdığını söylemişler­dir. Bu iddialarına da şu ayet-i kerimeyi delil göstermişlerdir: "(Mer­yem), ona gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma dalı(nm altı)na getirdi."

Doğrusu şu İd herşey, kendine özgü durumlara göre aşama kayde­der. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:

«Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Alaka (embriyo)yı, bir çiğnemlik ete çevirdik. Bir çiğnemlik eti, kemiklere çevirdik. Kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!» (d-Müminûn, u.) Bilindiği gibi insanın, bu ayet-i kerimede bahsedilen yaratılış aşamaları arasında kırkar günlük süre vardır. Nitekim bu husus, sıhhatinde ittifak edilen sahih bir hadisle de böylece bildirilmektedir.

Muhanımed b. İshak dedi ki: İsrailoğulları arasında Meryem'in ha­mile kaldığı yayıldı. Zekeriyya ailesinin başına gelen, hiç bir ailenin ba­şına gelmiş değildi! Bazı zındıklar Meryem'in, mescidde ibadet etmekte olan Yusuf la ilişkisi olduğuna dair ithamlarda bulundular. Bunun üze­rine Meryem, onlardan ayrılıp uzak bir mekana çekildi. «Doğum sancısı onu, bir hurma dalı(nın altı)na getirdi.» Meryem'in uzaklaşıp altına gel­diği hurma ağacı, Beytü'1-lahm denilen yerdir. Ondan sonraki zaman­larda bazı Rum hükümdai'lan orada muazzam binalar inşa ettirmişlerdir. Hurma ağacının altına gelen Meryem: "Keşke, bundan önce Ölseydim, unutulup gitseydim!" dedi.

Bu sözlerde, insanın fitne ve imtihan zamanında kendi ölümünü is­temesinin caiz olduğuna delil vardır. Çünkü Meryem, insanların kendi­sini itham altında tuttuklarını ve sözlerini doğrulamadıklarını, hatta İsa'yı doğurup onlara götürdüğünde, söylediği sözleri yalanladıklarını biliyordu. Onun bu çocuğu babasız doğurabileceğine ihtimal vermiyor­lardı. Çünkü onlar, onu Mescid-i Aksa'ya kapanan abide bir kadın ola­rak tanımışlardı. Peygamber ailesinden olup dindar bir kadındı.

Kendisini itham altında bulundurduklarından dolayı kederlenmiş ve bu o]ayla karşılaşmadan önce ölmesini temenni etmişti. "Keşke hiç yaratılmasaydım da unutulup gitseydim" demişti.

Bu ayet-i kerimeyi şeklinde okuyanlar da vardır. Birinci okuyuşa göre ayetin manası: Ağacın altındaki ona seslendi." şeklinde olur. İkinci okuyuşa göre ise: "Ağacın altından ona seslendi." şeklinde olur. Seslenenin kim olduğuna gelince, bazılarına göre bu, Cebrail'dir. Avfî ile îbn Abbas bu görüştedirler. Bunlara göre İsa, ancak kavminin huzurunda konuşmuştur. Said b. Cübej'r ile Amr b. Meymun, Dahhak, Süddî ve Katade böyle demişlerdir. Mücahid, Hasen, İbn Zeyd, Said b. Cübeyr ise; Ağacın altından Meryem'e seslenenin İsa olduğunu söyle­mişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.

«Üzülme, Rabbin altındaki çocuğu bir lider yaptı.» Bazılarına göre ise bu ayet-i kerîmede geçen ı t- ) kelimesi, nehir manasınadır. Cum-hur-u ulema da bu görüşe kail olmuşlardır. Bu hususta Taberanî'nin ri­vayet ettiği bir hadis varsa da zayıftır. İbn Cerir bunu benimsemiştir. Hasen, Rebi' b. Enes, îbn Eşlem ve diğerlerinin görüşlerine göre ise bu lider, Meryem'in oğludur. Sahih olan, birinci görüştür. Çünkü Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Hurma dalını sana doğru silkele, üzerine, ol­muş taze hurma dökülsün.» Bu ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah yiyecek ve içecekten bahsetmiş; bu nedenle şöyle buyruk vermiştir: «Ye, iç, gö­zün aydın olsun!»

Denildi İd: Meryem'in altında bulunduğu hurma ağacı kurumuştu. Bazılarına göre ise meyveli bir hurma ağacı idi. Doğrusunu Allah bilir. Fakat ihtimaldir ki Meryem'in altında bulunduğu ağaç, bir hurma ağa­cıydı, ama o esnada üzerinde meyvesi yoktu. Çünkü İsa'nın doğumu, kış mevsimine rastlamıştı. O zamanda ağaçların meyve vereceği bir zaman değildi. Bu da, Cenâb-ı Allah'ın nimetini bildirme kabilinden söylemiş olduğu şu sözünden anlaşılmaktadır: «Üzerine olmuş taze hurma dö­külsün.»

Bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

«Halanız olan hurma ağacının kıymetini bilin. Çünkü o (ağaç), Adem (a.s.)'in yaratıldığı çamurdan yaratılmıştır. Ondan başka, diğer­lerini aşılayan bir ağaç yoktur.»

Başka bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:

«Doğuran kadınlarınıza taze hurma yedirin. Taze hurma yoksa ku­rutulmuşunu yedirin. Çünkü Allah katında, İmran kızı Meryem'in al­tında oturduğu (hurma) ağaç(ı) kadar kıymetli bir ağaç yoktur.»[32]

Bu hadisin münker olduğu söylenmektedir.

Ağacın altından Meı-yem'e şöyle seslenilmiştir:

«Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruç(u) adadım. Bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım, de.» Yani insanlardan birini görürsen ona lisan-ı hal ya da işa­ret ile de ki: «Ben Rahman için susma orucu adadım.» Zira Meryem'in mensup olduğu dinin kurallarına göre oruç tutan kişinin hem yeme ve içmeyi, îısm de konuşmayı terketmesi gerekiyordu. «Bu gün kimseyle konuşmayacağım.» sözü de buna delâlet etmektedir. Bizim dinimize gö­re ise oruçlu kimsenin gündüzleyin susup konuşmaması mekruhtur.

«(Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi. "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü bir adam değil­di. Annen de fahişe değildi (sen ne yaptın böyle)?"» (Meryem, 27-28.)

Ehl-i Kitap kaynaklarından nakiller yapan selef ulemasından bir çoğunun anlattıklarına göre kavmi, Meryem'i bulamayınca aramaya başladılar. Onun mahallesine gittiler. Onunla karşılaştıklarında kuca­ğında bir çocuk bulunduğunu gördüler. Ve ona: «Ey Meryem, doğrusu sen çok kötü birşey yaptın.» dediler. Ona böyle demiş olmalannda ihtilaf vardır. Çünkü bu, başı ile sonu çelişen bir sözdür. Kur'ân ayetlerinin ifa­desine göre Meryem, onu kendisi taşıyarak kavmine getirmiştir. Yoksa kavmi gidip de onu çocuğuyla kendi mahallinde bulmuş değildirler. İbn Abbas'm dediğine göre bu olay, Meryem'in lohusalıktan temizlenmesin­den sonra, yani doğumundan kırk gün sonra olmuştur. Onu çocuğuyla gördüklerinde: «Ey Meryem, doğrusu sen çok kötü bir iş yaptın!» dedi­ler. Sonra: Ey Harun'un kız kardeşi! Baban kötü bir adam değildi... dedi­ler.

Rivayete göre Meryem'i kendi zamanlarındaki bir abid adama ben­zetmişlerdi. Adı Harun olan bu adam ibadette Meryem'in fevkinde idi. Said b. Cübeyr böyle demiştir. Ayet-i kerîmedeki Harun ile, Musa pey­gamberin kardeşi Harun'un kastedilmiş olduğunu söyleyenler de var­dır. İbadet hususunda Meryem'i ona benzetmişlerdi. Meryem'in, neseb-ce de, Musa ile Harun'un kız kardeşi olduğunu söyleyen Muhammed b. KaT^ el-Kurazî hata etmiştir. Çünkü Meryem ile Musa ve Harun arasın­da çok uzun asırlar vardır ki, bu herkesçe bilinen bir husustur. Azıcık bilgisi olan kimseler bunu bilirler. Tevrat'ta ismi geçen Musa ile Ha­run'un kız kardeşleri Meryem, Cenâb-ı Allah'ın Musa ile kavmini kur­tarıp Firavun ile adamlarını denizde boğduğu gün def çalarak şenlik yapmıştır. Bu ifadeler, belki Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'yi yanıltmış­tır. Tevrat'ta sözü edilen Musa ile Harun'un kız kardeşleri Meryem'in, İsa'nın anası Meryem olduğunu zannetmiştir ki bu da son derece yanlış­tır. Sahih hadise aykırıdır. Kur'ân nassı da bunu çürütmektedir. Nite­kim biz bu hususu, İbn Kesîr tefsirinde uzun uzadıya anlatmışızdır. Öv­gü ve minnet Allah'adır.

Sahih hadiste anlatıldığına göre Meryem'in, Harun adındaki bir er­kek kardeşi varmış. Fakat İsa'yı doğurma kıssasında ve Meryem'in ana­sı tarafından Mescid-i Aksa'ya vakfedilme kıssasında Meryem'in erkek kardeşi olmadığını bildiren ifadeler mevcuttur. Doğrusunu Allah bilir. İmam Ahmed b. Hanbel, Muğîre b. Şu'be'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v.) beni Necran'a gönderdi. Oradaki halk bana: Meryem hakkında, "Ey Harun'un kız kardeşi!" diyen ayet-i kerimeyi okuyorsunuz. Bu hususta senin görüşün nedir? Halbuki Musa ile İsa arasında şu kadar uzun zaman geçmiştir!

Ben onların bu soruları karşısında cevap veremediğim için gidip Rasûlullah'a durumu anlattım. Bana şöyle dedi: «Necranlılara desey-din ki onlar, kendilerinden önceki peygamberlerin ve salihlerin adlarıy­la adlandırılmaktadırlar.»

Müslim, Neseî ve Tirmizî'nin de böyle bir rivayetleri vardır. Tirmizî, bunun sahih ve garip bir hadis olduğunu söylemiştir.

Katade ve diğerlerinin anlattıklarına göre onlar, Harun adını çok kullanmaktaymışlar. Öyleki onların bazı cenazelerinde hazır bulunan birçok insanlar arasında, Harun adını alanların 40.000 civarında oldu­ğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir.

Kavmi, Meryem'e: "Ey Harun'un kız kardeşi!..." dediler. Hadisin de delâlet ettiği gibi Meryem'in Harun adında, dindarlık, salah ve iyiliğiyle şöhret bulmuş aynı nesebten bir kardeşi vardı. Bu nedenle kavmi, Mer­yem'e şöyle dediler: "Baban kötü bir adam değildi. Anan da fahişe değil­di." Yani bu karakter ve seciyeye sahip olan bu aileden biri sayılamaz­sın! Ne kardeşin, ne anan, ne de baban böylesine kötü değillerdi?

Böyle diyerek Meryem'i, büyük bir ahlaksızlık ve fuhuşla itham et­tiler. İbn Cerir'in Tarih'inde anlattığına göre onlar, Meryem'in Zekeriy-ya ile ilişkisi olduğunu iddia ettiler ve Zekeriyya'yı Öldürmek istediler. Zekeriyya da onlardan kaçıp gitti. Peşine düştüler. Kaçmakta iken bir ağaç yarılarak Zekeriyya onun içine girdi. Ağaç da kapanıverdi. Fakat dışarıda kalan eteğinin ucunu iblis yakalayıyerdi. Böylece onun, o ağa­cın içine girmiş olduğunu kavmine gösterdi. Önceki sayfalarda da anlat­tığımız gibi kavmi, testere getirerek, Zekeriyya'mn içinde bulunduğu ağacı baştan aşağıya yardılar. Bazı münafiklarsa, Meryem'in, dayısı oğ­lu Yusuf b. Yakub en-Neccar ile ilişkisi olduğunu iddia ettiler.[33]

Durum zorlaşmca, çare kalmayınca, söyleyecek söz bulunmayınca; onur ve üstünlük sahibi Cenâb-ı Allah'a tevekkül etmek, yegane çare ol­du, O'na dayanıp bel bağlamaktan başka çıkar yol kalmadı. «Bunun üzerine (Meryem) ona (İsa'ya) işaret etti.» Yani kavmine: «İsa ile konuşun, cevabınızı o verecektir. İstediğiniz hususları o anlatacak ve açıklayacaktır» dedi. Böyle deyince, onlardan zorba ve bahtsız olan kim­seler: «Beşikteki bir çocuk ile nasıl konuşuruz?» dediler. Yani cevap ver­mesi için bizi, aklı ermeyen küçücük bir çocuğa nasıl havale edersin? Halbuki o, beşiğinde süt emmekte olup, kaymakla köpüğü birbirinden ayırdedemiyecek derecede küçüktür. Böyle yapmakla sen bizi alaya al­makta, bizi tahkir etmekte ve bizi küçümsemektesin. Çünkü sen, bize cevap vermiyor; bilakis bizi şu beşikteki küçücük çocuğa havale ediyor­sun? İşte tam bu esnada İsa, onlara şu karşılığı verdi:

«Ben Allah'ın kuluyum, dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti .(Beni), anneme iyi­lik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde (Allah'tan) bana esenlik verilmiştir.» (Meryem, 30-33.)

Meryem oğlu İsa'nın ağzından çıkan ilk sözler, işte bunlardı. Söze başlarken: «Ben Allah'ın kuluyum.» demişti. Rabbine kul olduğunu iti­raf etmiş idi. Rabbinin Allah olduğunu söyleyerek, onun yüce zatını, za­limlerin umumij'etle kendisinin Allah'ın oğlu olduğunu söylemelerin­den tenzih etmişti. Bilakis kendisinin Allah'ın kulu, elçisi ve cariyesinin oğlu olduğunu ifade etmiş, sonra da anasını, cahillerin kendisine isnad ettiği kötülük ve fuhuştan ibra etmişti. Kendisi sebebi ile anasına isnad ettikleri fahişelikle anasının uzaktan yakından ilgisi olmadığını söyle­mişti. «(Rabbim) bana kita"p verdi ve beni peygamber kıldı.» Cenâb-ı Al­lah, peygamberliği, kendilerinin zannettikleri kimselere vermez. Allah onlara lanet etsin ve onları rezil rüsvay kılsın. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«Küfürlerinden ve Meryem'e büyük bir iftira atmalarından.» (en-Nisâ).O zamandaki Yahudilerden bir grup şöyle demişlerdi: «Meryem, ha­yız zamanında yaptığı bir zinadan ötürü İsa'ya gebe kaldı.» Allah onlara lanet etsin. Rabbi Meryem'i bu iftiradan ibra etti ve onun doğru sözlü bir kadın olduğunu bildirdi. Oğlunu da kitap sahibi bir peygamber kıldı. Öyle bir peygamber ki, Ulul-azm denilen beş büyük peygamberden biri oldu. Bu sebeble de dedi ki: «Beni bulunduğum her yerde insanlara ya­rarlı kıldı.» Zira İsa peygamber, insanlar! ortaksız ve tek olan Allah'a kulluğa davet ediyor; Rabbini noksanlıklardan ve ayıplardan tenzih ediyordu. O'nun, eş ve çocuk sahibi olmadığını ilan ediyordu. O'nun yü­ce ve mukaddes bir zat olduğunu açıklıyordu. Bulunduğu her yerde bu­nu haykırıyordu. «Sağ olduğum müddetçe bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti.» Yüce, güçlü ve övgüye layık olan zatın hakkını verme hususunda kulun görevi, namaz kılmak ve muhtaç olan kullara zekat vererek iyilikte bulunmaktır. Namaz kılmak, nefisleri kötü huylardan arındırmayı, büyük servetleri de muhtaçlara bağışlar yaparak temizle­meyi kapsamaktadır. Misafir ağırlamayı, zevcelere nafakalarını ver­meyi, köle ve cariyelerle akrabaya masraflarını vermeyi içermektedir. Aynı zamanda diğer taat ve kurbet çeşitlerini de ihtiva etmektedir.

Sonra İsa şöyle diyerek sözlerini sürdürdü: «(Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni başkaldıran bir zorba yapmadı.»

Babası olmadığı, sadece anası olduğu için analık ve babalık hakları yalnızca Meryem'de toplanmıştır Bu sebeble Cenâb-ı Allah, îsa'yı anası­na iyilik eden bir kul eyledi. Yaratıkları yaratan, kötülüklerden arındı­ran ve her nefse de hidayet yolunu veren Allah, noksanlıklardan mü­nezzehtir.

«Beni baş kaldıran bir zorba da yapmadı.» Yani ben kaba ve katı bir insan değilim. Allah'ın emir ve taatine aykırı ne bir söz, ne de bir davra­nış benden çıkmaz.

«Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım

günde (Allah'tan) bana esenlik verilmiştir.»

Doğum, ölüm ve yeniden dirilme günlerine dair gerekli açıklama­lar, Zekeriyya oğlu Yahya (a.s.)'nm kıssasında verilmişti.

Cenâb-ı Allah, İsa'nın kıssasını açık seçik bir şekilde izah edip be­yan buyurduktan sonra şöyle demiştir:

«İşte Meryem oğlu İsa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey, "gerçek söz" olarak budur. Çocuk edinmek, Allah'a yakışmaz O, (böyle şeyler­den) yücedir. Bir işi yapmak istedi mi ona sadece «ol» der, (o da) olur.»

(Meiyem, 34-35.)

Nitekim Cenâb-ı Allah, İsa'nın kıssasını ve başından geçenleri Al-i İmrân sûresinde anlattıktan sonra şöyle buyurmaktadır:

«İşte bu sana okuduğumuz (olaylar), ayetlerden ve hikmetli zikir (Kur'an) dandır. Allah yanında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibi­dir: Onu topraktan yarattı, sonra ona «ol» dedi, artık olur.. (Bu), Rabbin-den gelen gerçektir. Öyle ise kuşkulananlardan olma. Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua edelim de, yalancıların üstüne Allah'ın lanetini dileyelim!»

«işte (İsa hakkındaki) gerçek kıssa (öykü) budur. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah, elbette Azız (mutlak galip) ve hikmet sahibidir. Eğer dönerlerse, muhakkak ki Allah, bozguncuları bilir.» (Âl-i imrân, 62-63.) Necran heyeti, altmış süvari olarak Peygamber Efendimiz'in yanma geldiler. Bu altmış kişinin idaresini ondört kişi üstlenmişti. Ancak her hususta karar sahibi üç kişi idi ki, bunlar onların eşrafı ve efendileri idi. Bunlar: Akib, Seyyid ve Alkarna oğlu Ebu Harise idi. Mesih (İsa) pey­gamberin durumu üzerinde tartışıyorlardı. Bununla ilgili açıklamaları Cenâb-ı Allah Âl-i İmrân sûresinin baş taraflarında inzal buyurmuştur. Isa peygamberin durumunu, yaratılışının evveliyatını ve kendisinden önce de anasının yaratılışını beyan buyurmuştur. Necranlı hey'etin kendi davetine icabet etmemeleri halinde Rasûlüne, onlarla lanetleşmeşini emretmişti. Necranlıl.ar onun iki gözünü ve iki kulaklarını gö­rünce tartışmaktan vazgeçmiş, lanetleşmeye yanaşmamışlardı. Barış ve sulhe meyletmişlerdi. Sözcüleri olan Akib Abdul Mesih şöyle demişti: Ey Hristiyanlar topluluğu! Muhammed'in kitap sahibi bir peygamber olduğunu elbetteki bilmiş siniz dir. Peygamberiniz îsa hakkında size ay­rıntılı bilgi getirmiştir ve yine şunu kesinlikle bilmektesiniz ki hiçbir peygamber, bir kavimle lanetleşsin de sonra o kavmin büyükleri hayat­ta kalsın, küçükleri de yetişip büyüsün; bu mümkün değildir. Peygam­berle lanetleşen bir kavmin kökü kazılır. Eğer onunla lanetleşmekten vazgeçer ve tartışmaya girmezseniz, dininizde kalabilir ve bu yaşantı­nızı sürdürebilirsiniz. Gelin, bu adamla (Rasûlullah ile) musalaha ya­pın ve memleketinize geri dönün...

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e gelerek ondan, kendilerine cizye tarhetmesini ve kendileriyle birlikte güvenilir bir insanı göndermesini talep ettiler, Rasûlullah da Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı onlarla gönderdi. Biz bu hususu ayrıntılı olarak Âl-i İmrân sûresinin tefsirinde açıklamı­şızdır.

Cenâb~ı Allah, İsa peygamberin durumunu açıkladığında Rasûlul­lah (s.a.v.) Efendimiz'e şöyle buyurmuştu: «İşte Meryem oğlu İsa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey, "gerçek söz" olarak budur.» Yani İsa, Al­lah'ın kulu olan bir kadından doğma bir kuldur. «Çocuk edinmek Al­lah'a yakışmaz o, (böyle şeylerden) yücedir. Bir işi yapmak istedimi ona sadeee «ol» der, (o da) olur.» Yani hiç birşey onu aciz bırakamaz ve hiçbir şey ona ağır gelmez. Bilakis o, dilediği işi yapmaya muktedir bir zattır. "Onun işi, bir şeyi(n olmasını) istedi mi ona, sadece «ol» demektir, he­men oluverir." CYâsm, 82.)

«Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kul­luk edin. İşte doğru yol budur.» (Metyem, 36.)

Evet, İsa beşikte iken onlarla yaptığı konuşmasını, bu cümlelerle sona erdirdi. Cenâb-ı Allah'ın hem kendisinin Rabbi, hem de onların Rabbi hem de tanrılarının Rabbi olduğunu onlara bildirdi ve bunun dos­doğru yol olduğunu açıkladı.

Cenâb-ı Allah buyurdu ki: «Kendi aralarından hizipler (çeşitli gö­rüşteki insan toplulukları) ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü gör­mekten ötürü vay kafirlerin haline!» (Meryem, 37.)

Yani o zamanın insanları ile onlardan sonra gelen nesiller, bu hu­susta kendi aralarında görüş ayrılığına düştüler. Yahudilerden bazıları, Hz. İsa'nın (haşa) veled-i zina olduğunu söylediler. Küfür ve inatlarım sürdürdüler. Kafirlikte onlara mukabelede bulunan diğer bir grup da İsa'nın, Allah olduğunu söylediler. Bir başka grup ise Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. Mü'minlerse onun Allah'ın kulu, elçisi ve cari­yesinin oğlu olduğunu söylediler. Onun Meryem'e Allah tarafından bırakılan bir kelime ve Allah'tan bir ruh olduğunu ifade ettiler. Felaket­ten kurtulan, sevaba eren, Allah tarafından destek ve yardım gören Fır-ka-i Naciye bunlardır. Bu hususlarda bu Fırka-i Naciye'ye aykırı sözler sarfedenlerse; kafirlerin, fasıkların, cahillerin ta kendileridirler. Yüce, hikmetli ve bilgili olan Zat, onları şu ifadelerle tehdit etmiştir: «Büyük bir günü görmekten kafirlerin vay haline!»

Buharı, Ubade b. Samit'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efen-dinıiz'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Allah'tan başka tanrı olmadığına, onun bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna; İsa'nın da Allah'ın kulu, elçisi ve Meryem'e bıraktığı bir kelimesi, Allah'tan bir ruh olduğuna, Cennet'in hak, ateşin hak olduğuna tanıklık eden kimseyi Cenâb-ı Al­lah, - işlediği amel ne olursa olsun - Cennet'e koyar.»[34]

Velidin, Cünade'den yaptığı rivayette ise yukarıdaki hadise şu ila­ve yapılmıştır: «Cennet'in sekiz kapısından hangisinden dilerse oradan Cennet'e koyar.» [35]

 

Cenâb-I Allah'ın Çocuk Edinmekten Münezzeh Oluşu

 

Cenâb-ı Allah buyurdu ki:

«"Rahman çocuk edindi." dediler. Andolsun ki, "Siz pek kötü bir cü­rette bulundunuz (yalan ve kötü bir söz söylediniz)! Neredeyse o (sözün dehşeti) nden gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağıla­caktır! Rahman için çocuk iddia ettiklerinden ötürü. Rahman'm çocuk edinmesi yakışmaz. Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir. Onların hepsini kuşatmış ve onları saymıştır. (O'nun bilgisi dışına asla çıkamazlar.) Onların hepsi, kıyamet günü O'na tek basma gelecektir.» (Meryem, 88-95.)

Cenâb-ı Allah kendisinin yüce olduğunu, çocuğa ihtiyacı olmadığı­nı, her şeyin kendisinin mülkü olduğunu, kendisinin onları yaratmış ol­duğunu, her şeyin kendisine muhtaç olduğunu, huzurunda boyun bü­küp teslim olduğunu, göklerin ve yerin sakinlerinin kendisinin kulları olduğunu, kendisinin onların Rabbleri olduğunu, kendisinden başka tanrı bulunmadığım ve kendisinden başka Rab mevcut olmadığını be­yan buyurduktan sonra şöyle dedi:

«(Tuttular) cinleri Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları O yarat­mıştır. Bilmeden O'na oğullar ve kızlar icat ettiler. Haşa O, onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir, (O) gökleri ve yeri yoktan var eden­dir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki? Kendisinin bir eşi yoktur, her şeyi O yaratmıştır ve O herşeyi bilendir. Rabbiniz Allah, işte budur. O'ndan başka tanrı yoktur. (O), herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin. O her-şeye vekildir. Gözler O'nu görmez. O gözleri görür; O latif (gözle görül­mez veya lütuf sahibi), herşeyi haber alandır.» (ci-En'âm, 100-103.)

Cenâb-ı Allah, kendisinin herşeyin yaratıcısı olduğunu beyan bu­yuruyor. O'nun çocuğu nasıl olur?! Oysa çocuk, ancak bir biri ile müte­nasip iki şey, yani iki eş arasından doğar. Cenâb-ı Allah'ınsa eşi, benzeri ve dengi yoktur. Çocuğu da olmaz. Nitekim yüce Zat şöyle buyurmuştur: «De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir (her şey varlığını ve bekasını O'na boçludur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.» (el-Ihtâs süresi, 1-4).

Cenâb-ı Allah, kendisinin eşsiz, zat ve sıfatı ile fiilleri bakımından benzersiz ve tek olduğunu açıklıyor. Kendisinin ilmen, hikmeten ve rah-meten eksiksiz olduğunu, yani Samed olduğunu beyan ediyor. Bütün sı­fatlarının noksansız olduğunu açıklıyor. «Doğurmamıştır» Yani çocuğu olmamıştır. «Ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır.» Yani kendisin­den önceki bir varlıktan doğmuş değildir. «Ve hiçbir şey, O'nun dengi ol­mamıştır.» Ne O'na yakın, ne O'na eşit, ne de Ondan üstün hiç bir nazîri yoktur. Böyle olunca da O'nun çocuğunun olması da mümkün değildir. Zira çocuk, ancak birbirine denk ya da birbirine yakın iki şey arasından doğar. Cenâb-ı Allah'ın ise bu duruma düşmesi mümkün değildir. O yü­ce ve münezzehtir. Mübarek ve kutsal zatı şöyle buyurmuştur:

«Ey Kitap ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ger­çek olmayan sözleri söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Al­lah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Al­lah'a ve elçilerine inanın, (Allah) "Üçtür" demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Haşa O, ço­cuk sahibi olmaktan yücedir. (Münezzehtir). Göklerde ve yerde olanla­rın hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.

Ne Mesih, Allah'a kul olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırıl­mış melekler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna toplayacaktır. İnanıp iyi işler yapan­ların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve lûtfundan onlara daha fazlası­nı da verecektir. (Kulluktan) çekinip büyüklük taslayanlara da acı bir şekilde azap edecek ve onlar kendilerine Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.» (en-Nisâ, 171-173.)

Cenâb-ı Allah, Ehl-i Kitap ile benzerlerini dinde aşırılığa saplan­maktan menediyor. Haddi aşmaktan onları engelliyor. Hristiyanlar -Allah kendilerine lanet etsin - aşırılığa kaçarak İsa hakkında haddi aş­tılar. Oysa İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın iffetli cari­yesi Meryem'in oğlu olduğuna inanmaları gerekirdi. Meryem ki kendi ırzını korumuştu. Allah, melek Cebrail'i ona gönderdi, Cebrail de

Allah'ın emrinden bir ruhu ona üfleyince Meryem, oğlu İsa'ya hamile kaldı. Melekten ona ulaşan şey, şeref ve üstünlük bakımından Allah'a ait olan bir ruhtu. O da Allah'ın yaratıklarından bir yaratıktı. Nasıl ki bir evi şereflendirmek için 'Allah'ın evi' veya bir deveye üstün vasıf ka­zandırmak için 'Allah'ın devesi' veya bir kula yücelik niteliğim kazan­dırmak için 'Allah'ın kulu1 diyorsak, aynı şekilde o ruha da üstünlük ve şeref kazandırmak için 'Allah'ın ruhu' denilmiştir. İsa'ya da Allah'ın ru­hu manasında Rûhullah denilmiştir. Çünkü o, babasız bir çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Allah'ın bir kelimesi olup o kelime sebebiyle dünya­ya gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:

«Allah yanında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu top­raktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, artık olur.» (Âl-i imrân, 59.) Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle buyurulmuştur: «"Allah, çocuk edindi." dediler. Haşa, O, yücedir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir. (O), göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Birşeyi yaratmak istedimi, ona sadece «ol» der, o da hemen oluverir.» (ci-lîakara,ıi6-n7.)

Bir diğer ayet-i kerimede ise şöyle buyurulmuştur: «Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlar da: "Me­sih Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözle­ridir. (Sözlerini), önceden inkar etmiş (olan müşriklerin sözlerine ben­zetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) çevriliyor­lar?!» (el-Tevbe, 30.)

Yüce Allah, Yahudilerle Hrisuyanlardan - Allah'ın laneti üzerleri­ne olsun - her bir grubun, Allah'a karşı haddi aşıp asılsız sözler söyledik­lerini ve Allah'ın çocuğu olduğunu söylediklerini haber veriyor. Cenâb-ı Allah onların iddia ettikleri asılsız şeylerden yüce ve münezzehtir.

Yüce Allah, onların ortaya attıkları uydurma söz ve iddialarının da­yanaksız olduğunu, kendilerinden Önceki sapıkların sözlerine benzer şeylerden başka bir şey olmadığım haber veriyor.

Felsefeciler - Allah'ın laneti üzerlerine olsun- aldı evvelin Vacibü'l-vücud'dan sadır olduğunu iddia ettiler. Ve onlar Vacibü'l-Vücud'u "Bi­rinci Mebde" ya da "İlletlerin İlleti" diye ifade etmişlerdir. Onlara göre aklı evvelden ikinci akıl, nefis ve felek meydana gelmiştir. İkinci akıl­dan da aynı şeyler meydana gelmiştir. Bu böyle devam edip akıllar ona; nefisler dokuza, felekler de dokuza varmıştır. Bunlar, onların anlatmış oldukları fasit itibarlar ve hiçbir değer ifade etmeyen tercihlerdir. Baş­ka bir yerde onların cahilliklerini ve akıllarının kıtlığım uzun uzadıya

anlatacağız.

Aynı şekilde bazı Arap müşrikleri de cahilliklerinden ötürü melek­lerin, Allah'ın kızları olduklarını ve Allah'ın da cinlerin şereflileriyle ev­lenerek, kendisinden meleklerin doğmuş olduğunu iddia ettiler. Cenâb-ı Allah, onların kendisine koştukları ortaklardan ve nisbet ettikleri şey­lerden yüce ve münezzehtir. Nitekim o yüce Zat buyurmuş ki:

«Rahman'm kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılış­larına mı şahit oldular ki (böyle hüküm veriyorlar?) Şahitlikleri yazıla­cak ve (bundan) sorulacaklardır.» (ez-Zuhruf, 19.)

Başka bir yerdeyse Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «(Ya Muhammed), şimdi sor onlara: Rabbine kızlar, onlara da oğ­lanlar mı? Yoksa biz melekleri, onların gözleri önünde dişi mi yarattık (ki meleklerin dişi olduğunu söylüyorlar)? İyi bilin, onlar iftiraları yü­zünden diyorlar ki: "Allah doğurdu." Onlar, elbette yalancıdırlar. (Al­lah), kızları seçip oğlanlara tercih mi etmiş? Size ne oldu, nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz? Yoksa sizin, (meleklerin, Al­lah'ın kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var? Eğer doğru iseniz kitabınızı getirin, onunla (Allah ile) cinler arasında bir neseb (soy birliği) uydurdular. Halbuki cinler de onların (yakalanıp) getirilecekle­rini bilmiştir. Haşa! Allah, onların taktıkları sıfatlardan (münezzeh­tir), yücedir. Fakat Allah'ın temiz kulları hariç (onlar azaba sokulmaya­caklardır).» (es-Sâffât, 149-160.)

Diğer bazı ayetlerde de Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «"Rah­man çocuk edindi." dediler. O, (böyle şeylerden) yücedir. Hayır, onlar (melekler), ikram edilmiş kullardır. Ondan önce söz söylemezler ve on­lar, O'nun emriyle hareket ederler. (Allah), onların önlerinde ve arkala­rında ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir. (Allah'ın razı olduğun­dan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O'nun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: "Ben, ondan başka bir tanrıyım!" derse onu, Cehen­nemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle cezalandırırız.» (ei-Enbiyâ, 26-29.) Cenâb-ı Allah, Mekke'de nazil olan Kehf sûresinin baş kısmında şöyle buyurmaktadır: «O Allah'a hamdolsun ki, kuluna kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı, (onu) dosdoğru olarak (indirdi) ki katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler yapan mü'minlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu (Cennet'e gide­ceklerini) müjdelesin. (Onlar) orada sürekli kalacaklardır. Ve: "Allah çocuk edindi." diyenleri de uyarsın. Bu hususta ne kendilerinin ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! On­lar, yalandan başka birşey söylemiyorlar.» (ei-Kehf, 1-5.)

Başka bir yerde de Cenâb-ı Allah şu açıklamalarda bulunuyor: «"Al­lah, çocuk edindi." dediler. Haşa, Allah bundan uzaktır, o zengindir, (hiç birşeye muhtaç değildir). Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onundur. Bu hususta hiç bir deliliniz yok. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmaz­lar!" Dünyada biraz geçinir, sonra bize dönerler. Sonra da biz, inkarla­rından dolayı onlara şiddetli azabı tattırırız.» (Yûnus, 68-70.)

Bu Mekkî ayet-i kerimeler, küfür fırkalarına, felsefecilere, Arap müşriklerine, Yahudilere ve Hristiyanlara reddiyeyi kapsamaktadır. Bunlar bilgisizce iddialarda bulunarak Cenâb-ı Allah'ın çocuk sahibi ol­duğunu söylediler. Allah, bu gibi şeylerden münezzehtir. Haddi aşan za­limlerin söylediklerinden de çok üstün ve yücedir.

Bu gibi iddiaları ortaya atanların en meşhurları, Hristiyanlar ol­dukları için Kur'ân-ı Kerim'de çokça zikredildiler ki, görüşleri ve iddia­ları reddedilsin; çelişkide oldukları, bilgilerinin az olduğu ve cahillikle­rinin de çok olduğu da açıklanmış olsun. Küfürlerine dair sözleri çok çe­şitli olmuştur. Çünkü bâtılın dallan çoktur. İhtilaf ve çelişkinin kollan

fazladır.

Hakka ve gerçeğe gelince bunda asla ihtilaf ve çelişki olmaz. Yüce Allah buyurmuş ki: «Eğer (Kur'ân) Allah'tan başkası tarafından (indi­rilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok şeyler bulurlardı.» (en-Nisâ, 82.)

Bu ayet-i kerime, hakkın bir olduğuna ve hakta asla ihtilaf bulun­madığına, bilakis ittifak bulunduğuna; bâtılmsa muhtelif ve istikrarsız olduğuna delâlet etmektedir. Hristiyanlann sapıklanndan ve cahille­rinden bir grup, İsa'nın Allah olduğunu iddia etmişlerdir. Bir başka grup ise onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir. Allah, bu gibi şeylerden yüce ve münezzehtir. Diğer bir grupsa Allah'ın üçün üçüncü­sü olduğunu söylemişlerdir. Allah, bu gibi iddialardan üstün ve beridir.

Cenâb-ı Allah, bu iddiaların asılsız olduklannı şu ayet-i kerimeler­de açıklıyor: «"Allah, Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre gitmişler­dir. De ki: "Öyle ise Allah, Meryem oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanlann hepsini yoketmek istese, Allah'a karşı kimin elinde birşey var?" Göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşey Onundur. O, dilediğini yaratır, Allah, herşeyi yapabilendir.» (el-Mâide, n.)

Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, onlann kafirliklerini ve cahilliklerini haber veriyor. Kendisinin herşeyi yapmaya muktedir olan yaratıcı olduğunu, her şeyin Rabbi, hakimi ve ilahı olduğunu beyan buyuruyor. Sûrenin sonlannda ise şöyle buyuruyor:

«Andolsun, "Allah, ancak Meryem oğlu Mesihtir." diyenler elbette kafir olmuşlardır. Halbuki Mesih demişti ki: "Ey İsrailoğullan, benim Rabbim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a or­tak koşarsa muhakkak ki, Allah ona Cennet'i haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcılan yoktur!"

"Allah, üçün üçüncüsüdür." diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oy­sa yalnız bir Tann vardır, başka tann yoktur. Bu dediklerinden vazgeç­mezlerse elbette onlardan inkar edenlere acı bir azap dokunacaktır. Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan af dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan, esirgeyendir. Meryem oğlu Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. On­dan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur. İkisi de (öteki insanlar gibi) yemek yerlerdi. (Yaşamak için yemeğe muhtaç olan na­sıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl ayetleri açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar?!" (ci-Mâide,72-76.)

Yüce Allah, onların seran ve kaderen kafirliklerine hükmetti. Bu küfrün onlardan kaynaklandığını haber verdi. Oysa kendilerine gönde­rilen elçi, Meryem oğlu İsa idi. Cenâb-ı Allah onun, küçük yaşta beslenip büyütülen, ana rahminde şekillendirilen, insanları ortaksız ve tek olan Allah'a kulluğa davet eden bir kul olduğunu açıkladı. Bu elçi, onları da­vet ettiği hususlara muhalefet etmeleri halinde, Cehennem ateşiyle tehdit etti. Onların ahiret yurdunda kurtuluşa eremeyip hakir ve zelil olacaklarını, rezil rüsvay bir hale düşeceklerini bildirdi. Bu sebeble Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Doğrusu kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona Cennet'i haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcıları yoktur!"

Sonra da şöyle buyurmuştur: «"Allah, üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbette kafir olmuşlardır. Oysa yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yok­tur."

îbn Cerir ile diğerleri dediler ki: Bununla kasdedilen husus, Hıristi­yanların üçlü teslis akidesidir. Bu akidenin unsurlarından biri baba, ikincisi oğul, üçüncüsü de babadan oğula fışkıran kelimedir. Ancak Hristiyanların meliki, Yakubî ve Nasturî mezhepleri bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Allah'ın laneti üzerlerine olsun. Bu ihtilaflarının keyfiyeti­ni ileride açıklayacağız. Onların, kral Kostantin zamanındaki konsülle­rinden de bahsedeceğiz. Konsülleri, Hz. İsa'dan 300 sene sonra, Hz. Mu-hammed'in peygamberlik görevini alnıasmdanda 300 sene önce toplan­mıştı. Bu sebebledir ki Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «Oysa yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yoktur.» Yani Allah'tan başka tanrı yok­tur. O birdir, ortağı yoktur. Eşi, benzeri, çocuğu ve dengi yoktur.

Sonra Cenâb-ı Allah onları, bu gerçeğe muhalefet etmeleri ve hakkı kabul etmemeleri halinde tehdit ederek şöyle buyurmuştur. «Bu dedik­lerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlere acı bir azap dokunacaktır.»

Sonra Cenâb-ı Allah, kendi rahmet ve lütfü ile onları tevbe edip mağfiret dileğin de. bulunmaya davet etmiştir. Cehennem ateşini gerek­tiren bu büyük günahtan vazgeçmeye onları çağırmış ve şöyle buyur­muştur: «Hâlâ Allah'a tevbe edip ondan af dilemiyorlar mı? Allah bağış­layan, esirgeyendir.»

Bundan sonra Cenâb-ı Allah, Hz. İsa'nın ve annesinin durumunu açıklıyor; İsa'nın kul ve elçi olduğunu, annesinin de dosdoğru bir kadın olduğunu beyan buyuruyor. Yani günahkar ve kötü bir kadın olmadığı­nı söylüyor. Zira Yahudiler, ona kötülük isnad ediyorlardı. Allah'ın laneti, onların üzerlerine olsun. Bu ayet-i kerimede, bazı âlimlerimizin iddialarının aksine, Meryem'in peygamber olmadığına bir delil vardır. «İkisi de (İsa ile anası, Öteki insanlar gibi) yemek yerlerdi.» Bu ifade­lerle, yedikleri yemeğin onların makatlarından pislik olarak bilahare çıktığı, üstü kapalı ifadelerle dile getirilmektedir. Nitekim diğer insan­lar da yedikleri yemeMeri bilahare pislik halinde makatlarından dışarı atarlar. Bu durumda olan kimse nasıl tanrı olabilir? Onların bu iddiala­rından V1 cahilliklerinden Cenâb-ı Allah, çok yüce ve münezzehtir.

Süd ile diğerleri dediler İd: «"AUah üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbetteki kafir olmuşlardır.» ayet-i kerimesi ile kastedilen mana şudur: Hristiyanlar, İsa ile annesi Meryem'in, Allah'la birlikte tanrılar olduk­larım iddia ediyorlardı. Nitekim Cenâb-ı Allah, onların yani Hristiyan- . lann kafirliklerini Mâide sûresinin sonunda şu ifadelerle beyan buyur­maktadır:

«Ve yi Allah demişti ki: "Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: "Be­ni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin" dedin?» "Haşa", dedi, "Sen yücesin, benim için gerçek olmayan birşeyi söylemek bana yakış­maz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bi­lirsin. Ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen! Ben onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka birşey söylemedim. Ben, onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin! Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibi­sin!"» (el-Mâide, 116-118.)

Cenâb-ı Allah, kıyamet gününde İsa'ya ikram edici bir tarzda ve ifti­ra ederek İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu ya da Allah yahut Allah'ın orta­ğı olduğunu iddia edip İsa'ya tapanları kınayıcı bir tarzda soracaktır. Sorarken de Cenâb-ı Allah İsa'nın böyle birşey yapmadığım bildiği hal­de, sırf bu iftiralarda bulunup İsa'ya tapan kimseleri kınamayı kasdet-tiği için İsa'ya şöyle diyecektir: «Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: "Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin" dedin?!»

İsa: "Haşa, sen yücesin." dedi. Yani ey Rabbim sen, ortağın olmaya­cak kadar yüce ve üstünsün: "Benim için gerçek olmayan birşeyi söyle­mek bana yakışmaz." Yani buna senden başkasının hakkı yoktur. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen."» Bu, hitap ve cevap ta, muazzam bir edep örneğini sergileyen sözlerdir: «Ben onlara, senin bana emretmiş olduğundan başka birşey söyleme­dim.» Ey Rabbim beni onlara peygamber olarak gönderip, onlara okun­makta olan kitabı bana indirdiğin zaman, bana emrettiklerinden başka şeyleri onlara söylemedim. Sadece onlara şunları söyledim: «Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.» Yani beni ve sizi yaratan, bana ve si­ze rızık veren Allah'a kulluk edin. «Aralarında bulunduğum sürece on­ları kolladım. Fakat beni vefat ettirince (onlar beni öldürüp çarmıha germek istediklerinde sen bana merhamet edip beni onlardan kurtara­rak kendi yanına yücelttiğinde benim benzerim olan birini onlara gös­terdin. Onlar da intikamlarım ondan aldılar. İşte böyle olduğu esnada) onları gözetleyen (yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin!»

Sonra İsa (a.s.) işi, Aziz ve Celil olan Rabbine havale edip Hristiyan-lardan beri ve uzak olduğunu gösterircesine şöyle dedi: "Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar senin kullarındırlar." Yani onlar, bu azaba müstahaktırlar. "Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üs­tünsün, hikmet sahibisin." Böyle derken İsa peygamber, sen esirgeyen ve bağışlayansın, dememişti.

İbn Kesir tefsirinde, İmam Ahmed b. Hanbel'in Ebu Zer'den yaptığı bir rivayeti nakletmiştik. O rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), yukarıda­ki ayet-i kerimeyi okuyarak bir gece sabaha kadar namaz kılmıştı. Ayet-i kerimenin manası şudur: «Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin!» Rasûlullah (s.a.v.) bu ayet-i keri­meyi okuyarak sabaha dek namaz kılmış, sonra da şöyle buyurmuştu: «Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbimden, ümmetim için şefaat dile­dim. O da bana şefaati verdi. Allah'a ortak koşmayan kimselere inşaal-lah bu şefaat ulaşacaktır.» Böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi oku­du: «Biz, göğü, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyuncu (işi, eğlence) olarak yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, kendi katımız­dan (şanımıza yaraşır bir eğlence) edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. Hayır, biz hakkı bâtılın üstüne atarız da o, onun beynini par­çalar, derhal (bâtılın) cam çıkar. Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden ötürü de vay siz (in haliniz)e! Göklerde ve yerde kim varsa hepsi O'nun-dur. O'nun yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmazlar. Gece gündüz teşbih ederler, hiç ara vermezler.» (el-Enbiyâ, 16-20.)

«Eğer Allah çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O (bundan münezzehtir) yücedir. O tek ve kahredici Allah'tır. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine doluyor, gün­düzü de gecenin üzerine doluyor. Güneş'i ve Ay'ı, buyruğu altına aldı. Her biri, belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil M O, Azız ve çok bağışlayandır.» (ez-Zumer, 4-5.)

«De ki: "Eğer Rahman'ın çocuğu olsaydı (O'na) tapanların ilki ben olurdum (çünkü çocuğa saygı, babasına saygı demektir. Fakat böyle bir şey olamaz). Göklerin ve yerin Rabbi, Arşın Rabbi, onların nitelendir­melerinden yücedir, münezzehtir."» (ez-Zuhmf, 81-82.)

«"Çocuk edinmeyen, mülk de ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan Allah'a hamdolsun!" de ve O'nu gereği gibi tekbir et (O'na yaraşır şekilde saygı göster).» (el-Isrâ, m.)

«De ki: O Allah birdir. Allah Samed'tir (her şey, varlığını ve bekasını O'na boçludur. Her şey O'na muhtaçtır) Kendisi doğurmanuştır ve (baş­kası tarafindan) doğurulmamıştır. Hiç birşey O'nun dengi olmamıştır.»

lâs,l-4.)

Sahih hadisde sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: «Allah Teâlâ diyor ki: «Ademoğlu bana sövdü. Fakat buna hak­kı yoktur. O, benim çocuğum olduğunu iddia ediyor. Oysaki ben, bir ve Samed'im (her şey bana muhtaç olduğu halde ben hiç birşeye muhtaç değilim). Doğurmamışım, doğurulmamışım ve hiçbir dengim de olma­mış tir.»

Yine sahih bir hadisde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Duy­duğu eziyetlerden Ötürü Allah'tan daha sabırlı hiç kimse yoktur, (insan­lar) O'na çocuk isnad ediyorlar. Halbuki O, kendilerine rızık veriyor ve onları afiyette bulunduruyor.»

Yine sahih bir hadisde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Doğ­rusu Cenâb-ı Allah, zalime mühlet veriyor. Nihayet onu yakaladığında da asla bırakmayacaktır!» Böyle buyurduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: Halkı zalim olan memleketleri helak ettiği zaman Rabbinin yakalayışı ve helaki böyledir. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çok çe­tindir.» (Hûd, 102.)

«Nice ülke var ki zulmederken ona biraz mühlet vermişiz. Sonra onu yakalamışızdır, (sonunda) dönüş ancak banadır.» (el-Hacc, 48.)

«Onları biraz geçindirir, sonra kaba bir azaba süreriz.» (Lokman, 24.)

«De ki: "Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!" Dünya­da biraz geçinir, sonra bize dönerler. Sonra da biz, inkarlarından dolayı onlara şiddetli azabı tattırırız.» (Yûnus, 69-70.)

"Hele sen o kafirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine git­sinler,)" (et-Tânk, 17.) [36]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/68-71.

[2] Tefsir-iTaberî,II,21.

[3] Tefsir-i Taberî, II, 22-23.

İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/72-73.

[4] Tefsir-i Taberî, III, 24-27.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/73-76.

[6] Müslim, Kitabü'l-Fedai, 224.

[7] Buharı, Babü'1-Halk, 16; Müslim, Selam, 149.

İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/77-78.

[8] Tehzib, İbn Asakir, V, 381.

[9] Müslim, Kitabü'l-Fedail, II, 227.

[10] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 3822.

[11] Müsned, Ahmed b. Hanbel, V, 344; Tirmizî, Kitabü'1-Edeb, 88.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/79-89.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/89-92.

[14] Tefsir-i Taberî, 111,157.

[15] Tefsir-i Taberî, III, 157.

[16] Tirmizî, Adahi, 31; îbn Mace, Zebaih, 1.

[17] Tefsir-i Taberî, III, 160.

[18] Tefsir-i Taberî, III, 161.

[19] Tefsir-i Taberî, III, 162.

[20] Tefsir-i Taberî, III, 163.

[21] Buharî, Babü Fedaili'l-Ashab, IV, 214.

[22] Tirmizî, Hadis No: 3878.

[23] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4088.

[24] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4090.

[25] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 1317.

[26] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4759.

[27] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 6420.

[28] Buharı, Enbiyâ, 231.

[29] Müslim, Fezailu s-Sahabe, II, 246.

[30] Suyutî, Camiü1 s-Sağir, Hadis No: 1744.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/93-103.

[32] Suyutî, Camiüs-Sağir, Hadis No: 1432.

[33] Tehzib, ibn Asakir, V, 384.

[34] Buharı", Eab-ü Halk-ı Ademe, rV,129; Müslim, Kitabü'l-Iraan, I, 25.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/103-115.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/115-123.