Beyt-Î
Makdis'in Yeniden İmar Edilmesi Ve İsraîloğullarının Toplanıp Bir Araya Gelmesi
Zekeriyya
Ve Yahya (A.S.) Kıssaları
Yahya
(A.S.)'Nın Öldürülme Sebebi
İffetli
Ve Bakire Meryem'in Oğlu, Allah'ın Kulu Ve Elçisi İsa'nın Doğumu
Cenâb-I
Allah'ın Çocuk Edinmekten Münezzeh Oluşu
İbn Ebi'd-Dünya dedi
ki: Buhtunnasr, iki aslanı ava alıştırdı. Sonra onları bir kuyuya bıraktı.
Peşleri sıra Danyal'ı da üzerlerine bıraktı ama onlar DanyaTa saldırmadılar.
Danyal, Allah'ın dilediği bir zaman kadar kuyuda kaldı. Sonra insanoğullarm
diledikleri bir takım yiyeceklerle içecekleri arzuladı. Cenâb-ı Allah,
Şam'daki Ermiya peygambere vahiy göndererek Danyal için yiyecek ve içecek
hazırlamasını emretti. Ermiya şöyle dedi: "Ey Rabbim! Biz Arz-ı
Mukaddes'teyiz. Danyal ise Irak'a bağlı Babil toprağmdadır. Ben, ona nasıl yiyecek
ve içecek götürebilirim?" Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti: "Sana
emrettiklerimizi hazırla. Seni ve hazırladığın, şeyleri, Arz-ı Mukaddes'e
götürecek birini sana göndereceğiz!" Bunun üzerine Ermiya peygamber,
yiyecek ve içecek hazırladı. Cenâb-ı Allah onu ve hazırladıklarım, Arz-ı
Mukaddes'e götürecek birini gönderdi. Nihayet gidip, Danyal'm içinde yaşamakta
olduğu kuyunun başında durdular. Danyal, "Bu kimdir?" diye sorunca
Ermiya: "Ben Ermiya'yım." dedi. Seni gönderen kimdir? diye sorunca o
da: "Rabbim beni sana gönderdi." diye karşılık verdi. Danyal:
"Rabbim beni hatırladı mı?" diye sorunca Ermiya, evet dedi. Danyal da
şöyle karşılık verdi: "Kendisini zikredeni unutmayan Allah'a övgüler
olsun. Kendisinden dilekte bulunanın dileğine icabet eden Allah'a hamd olsun.
Kendisine güvenen kimseyi başkalarına bırakmayan Allah'a övgüler olsun.
İyiliğe iyilikle karşılık veren Allah'a hamd olsun. Sabra, kurtuluşla mukabelede
bulunan Allah'a övgüler olsun. Dara düştükten sonra sıkıntımızı gideren
Allah'a hamd olsun. Amellerimiz hakkındaki zamlımız kö-tüleştiğinde bizi
koruyan Allah'a övgüler olsun. Gücümüz ve kuvvetimiz kalmadığında umudumuz
olan Allah'a hamd olsun."
Yunus b. Bükeyr,
Ebü'l-Aliye'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Tüs-ter şehrini fethettiğimizde
Hürmüzan'm şahsi malları arasında bir kanepe gördük. Kanepenin üzerinde ölü
bir ceset bulduk. Cesedin baş kısmının yanında bir mushaf vardı. Mushafı alıp
Hz. Ömer'e getirdik. O da Kab'ı çağırarak bu mushafı Arapça'ya tercüme ettirdi.
Araplar arasında o tercümeyi ilk okuyan ben oldum. Tıpkı Kur'ân okur gibi onu
okudum."
Ebü'l Aliye'den
rivayette bulunan Ebi Halid b. Dinar der ki: Ebü'l Aliye'ye dedim ki, o
tercümede ne vardı? Dedi ki: Sizin gidişatınız, işleriniz ve sözleriniz ile
ileride vuku bulacak şeyler anlatılıyordu.
Yine sordum: Siz o ölü
adamı ne yaptınız? Cevaben dedi ki: Gündüz-leyin onüç ayrı mezar kazdık; gece
olunca onu defnettik ve bütün mezarları kapatıp aynı seviyeye getirdik ki,
insanlar onun hangi mezarda olduğunu bilemesinler ve onu mezarından tekrar
çıkarmasınlar.
Ona dedim ki: İnsanlar
onun cesedinden ne umuyorlardı?
Dedi ki: Kuraklık
olduğu zaman, yağmur yağması için insanlar onu kanepesinin üzerinde dışarıya
çıkararak yağmur duasında bulunuyorlar ve böylece yağmur yağıyordu.
Dedim ki: Siz o Ölü
adamın kim olduğunu biliyor musunuz?
Dedi ki: Danyal
adındaki bir adamdır.
Dedim ki: Sizce o kaç
seneden beridir vefat etmiş? Dedi ki: 300 sene önce vefat etmiştir.
Dedim ki: Onun
vücudunda bir değişiklik olmuş muydu?
Dedi ki: Hayır, sadece
başındaki tüyler değişikliğe uğramıştı. Yalnız peygamberlerin etlerini yer
çürütmez. Canavarlar da onun cesetlerini yemezler."
Bu, Ebü'l Âliye'ye
ulaşan sahih bir senettir. Fakat onun asr-ı saadetten 300 sene önce vefat
ettiği bildirildiğine göre o, peygamber değil de salih bir insandır. Zira
Meryem oğlu İsa peygamberle Rasûlullah . (s.a.v.) arasında herhangi bir
peygamber geçmiş değildir. Bu, Buharî'de ki bir hadisin nassı ile sabittir. Hz.
Peygamberle (s.a.v.) ile İsa (a.s.) arasında 400 senelik bir zaman vardır ki,
bu arada hiçbir peygamber geçmiş değildir. Buna fetret dönemi denmektedir.
Bazılarına göre bu dönem 600 sene, diğer bazılarına göre de 620 sene olmuştur.
Fakat bir rivayete göre de yukarıdaki zatın vefatı, asr-ı saadetten 800 sene önce
olmuştur ki, bu da Danyal'm vefat tarihine yakın düşmektedir. Her ne ise, bu
zat, bir peygamber de olabilir, salih bir insan da olabilir. Fakat zanm-mıza
yakın olan husus şudur ki, yukarıdaki rivayette kendisinden söz edilen zat,
Danyal peygamberdir. Zira Danyal'ı, Fars hükümdarlarından birisi yakalayarak
yanında zindanda tutmuştur. Bu husustan daha önce de söz edilmişti. Yine Eb'ül
Âliye'ye ulaşan sahih bir senede göre o zatın burnunun uzunluğu bir karışmış.
Yine sağlam bir senetle nakledildiğine göre Enes b. Malik, onun burnunun bir
zira uzunluğunda olduğunu söylemiştir. Böyle olunca da bu zatın, o tarihlerden
çok daha önceki zamanlarda yaşamış bir peygamber olması muhtemeldir. Doğrusunu
Allah bilir.
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, "Ahkamül Kubur" adlı eserde Ebul Eş as el-Ahmerî'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Doğrusu Danyal, Aziz
ve Celil olan Rabbine dua etti ki, Muham-med ümmeti kendisini defnetsin.»
Ebu Musa el-Eş'arî,
Tüster şehrini fethettiğinde Danyal'ı bir tabutta buldu^ Tabutun içinde iken
onun damarları atıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
"Kim Danyal'ı
bulursa, onu Cennetle müjdeleyin."
Danyal'ı bulup
gösteren, Harkos adındaki bir zattı. Ebu Musa, Hz. Ömer'e mektup yazarak durumu
bildirdi. Hz. Ömer de cevabî mektubunda şöyle diyordu: "Danyal'ı defnet,
Harkos'u da bana gönder. Çünkü Peygamber (s.a.v.), onu Cennetle
müjdelemiştir."
Sonra îbn Ebi'd-Dünya
şöyle demiştir: Ebu Musa, Danyalla birlikte bir mushaf ve içinde yağ, dirhemler
ye yüzük bulunan bir çömlek görmüştü. Ebu Musa, bu durumu, Hz. Ömer'e mektupla
bildirmişti. Hz. Ömer de cevabî mektubunda ona şöyle diyordu: «Mushafi bize
gönder. Yağı da gönder. Yanındaki Müslümanlara da emret; onunla şifa talep
etsinler. Dirhemleri onlara taksim et. Yüzüğü de sana ganimet olarak verdik.»
büyük; islâm tarihi
İbn Ebi'd-Dünya'nm
rivayetine göre Ebu Musa el-Eşarî, Danyal'm cesedini bulduğunda, etrafındakiler
bu cesedin Danyaî olduğunu söylediler. Bunun üzei"ine o da Danyal'm
cesedine sarılıp kucakladı ve öpmeye başladı. Bunu mektup ile Hz. Ömer'e
bildirdi. Mektubunda Danyal'm cesedinin yanında 10.000 dirheme yakın bir mal
bulunduğunu da ifade etti. Borç olarak kendisine para lazım olan kimse gelip bu
parayı alırdı. İade ederse ne ala; etmediği takdirde hastalanırdı. Ayrıca
cesedinin yanında bir sandık ta mevcut olduğunu mektubunda Hz. Ömer'e
bildirdi. Hz. Ömer, cevabî mektubunda Ebu Musa'ya şöyle emir verdi:
"Dan-yal'ın cesedini su ve sedir otuyla yıkayın, onu kefenleyip defnedin.
Mezarı kimselerce bilinmesin. Malını da beytül-mal'a devredin. Sandığı da bana
gönderin. Yüzüğünü de size ganimet olarak verdim."
Ebu Musa'dan rivayet
edildiğine göre kendisi dört esire emir vermiş, esirler bir nehri tutarak
önüne set çekmişler, sonra nehrin tam ortasında bir mezar kazmışlar. Danyal'ı
oraya gömdükten sonra nehrin önündeki şeddi kaldırarak mezarı sular altında
bırakmışlar. Sonra da Ebu Musa'nın yanma dönmüşler. Ebu Musa da esrilerin
boyunlarını vurmuş. Böylece kendisinden başka Danyal'm mezarının yerini bilen
bir kimse kalmamış.
İbn Ebi'd-Dünya, Ebi
Zenap'dan, o da babasından naklen şöyle bir rivayette bulunmuştur: Ebu Musa
el-Eşarî'nin oğlu Ebu Berde'nin oğlunun elinde bir yüzük gördüm. Yüzüğün
kaşında iki arslan vardı. Ars-lanlarm ortasında bir adam sureti vardı.
Arslanlar o adamın suretini
yalıyorlardı.
Ebu Berde dedi ki: Bu,
bu belde ahalisince Danyal olduğu zannedilen şu adamın yüzüğüdür. Ebu Musa, bu
adamı defnettiği gün bu yüzüğü almıştır. Ebu Musa bu beldenin âlimlerine, bu
yüzüğün nakısı hakkında sormuş; onlar da şöyle demişler: Danyal'm, hakimiyeti
altında yaşadığı hükümdara müneccimler ve bilginler gelerek şöyle demişlerdi:
Şöyle şöyle bir çocuk doğacaktır. Senin mülkünü ve saltanatını bozup yok
edecektir! Hükümdar dedi ki: Vallahi bu gece de öldürmediğim bir
tek çocuk
kalmayacaktır!
Yalnız bu beldenin
müneccimleriyle bilginleri, Danyal'ı alarak bir arslan inine bırakmışlardı. O
gece arslanla dişisi, Danyal'a ilişmeden yanlarında konuk etmişlerdi. Hatta onu
yalamışlardı. Anası geldiğinde arslanlarm ikisinin de onu yalamakta olduklarını
görmüştü. Böylece Cenâb-ı Allah, Danyal'ı o hükümdarın şerrinden korumuştu ve o
yaşayarak belli makamlara ulaşmıştı. İşte Danyal, kendi suretiyle, kendisini
yalamakta olan iki arslamn suretini yüzüğünün kasma nakşettir-mişti ki Cenâb-ı
Allah'ın, o gecede kendisine bahşettiği nimeti unutmasın. [1]
Cenâb-ı Allah, herşeyi
apaçık bildiren kitabında şöyle buyurmaktadır; «Yahut şu kimse gibisini
(görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir
kasabaya uğramıştı: "Allah, bunu böyle Öldükten sonra nasıl
diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz sene Öldürüp sonra diriltti.
"Ne kadar kaldın?" dedi. "Birgün, ya da bir günün birazı kadar
kaldım." dedi (Allah), "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. 'Yiyecek ve
içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için (kudretimize) bir
işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri
üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli
olunca: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir." dedi.» (ei-Bakara, 259.)
Hişam b. Kelbî der ki:
Sonra Cenâb-ı Allah, Ermiya peygambere şöyle vahyetti: «Ben, Beyt-i Makdis'i
onaracağım, gidip oraya yerleş.»
Bunun üzerine Ermiya
çıkıp Beyt-i Makdis'e (Mescid-i Aksa'ya) gitti. Orası, harap vaziyetteydi.
Kendi kendine şöyle dedi: "Sübhanallah! Rabbim, bana bu beldeye yerleşmemi
emretti ve burayı onaracağını bana bildirdi. Bunu ne zaman onaracaktır?
Öldükten sonra bu beldeyi ne zaman canlandıracaktır?!"[2]
Sonra başını koyup
uyudu. Yanında eşeği ve bir sepet yiyeceği vardı. Uykusunda yetmiş sene kaldı.
Sonra Buhtunnasr adındaki hükümdar helak oldu. Onun fevkindeki Lehrasip
adındaki hükümdar da helak oldu. Onun hakimiyeti 120 sene devam etmişti. Ondan
sonra oğlu Beş-tasib'de hüküm sürmüştü. Onun hakimiyeti zamanında Buhtunnasr
vefat etmişti. Aldığı habere göre Şam beldeleri harabeye dönüşmüş, Filistin toprağında
canavarlar çoğalmış ve orada bir tek insan dahi kalmamıştı. Babü'de yaşamakta
olan İsraillilere seslenerek; dileyen kimsenin Şam'a dönebileceğini
bildirmişti. Davud ailesinden bir adamı da onların başına hükümdar olarak
bırakmıştı. Ona, Kudüs'ü ve oradaki Mescid-i Aksa'yı imar etmesini emretmişti.
Böylece îsrailoğullan Kudüs'e dönerek orayı imar ettiler. İmarından sonra
Cenâb-ı Allah, Ermiya peygamberin gözlerini açtı. Şehrin nasıl yeniden
kurulduğunu ve onarıldığını görüp temaşa eyledi. Bu vaziyette iken de otuzyıl
daha uykuda kaldı. Nihayet yüzseneyi tamamlamış oldu. Sonra Cenâb-ı Allah, onu
tekrar diriltti. O sadece kısa bir süre uyuduğunu zannediyordu. Ve uyumadan
önce şehrin harap vaziyette olduğunu hatırlıyordu. Uyandığında şehrin insanlarla
dolup taştığını ve ma'mur vaziyette olduğunu gördü ve: "Bilirim ki, Allah
herşeye kadirdir." dedi.
îsrailoğullan,
Kudüs'te bir süre yaşadılar. Cenâb-ı Allah, onları eski hallerine kavuşturdu.
Tavâif-i Mülûk zamanında Rumların baskınlarına lîğrayıncaya kadar bu halde
kaldılar. Sonra Hıristiyanların saldırısı neticesinde mağlup olunca ne bir
toplulukları, ne de hükümdarları kaldı.
İbn Cerir'in
anlattığına göre Lehrasip adlı adil bir hükümdar vardı. Memleketini iyi
yönetiyordu. İnsanlarla beldeler, hükümdarlarla kumandanlar ona itaat
etmişlerdi. Şehirleri, nehirleri ve kaleleri imar etme hususunda sağlam bir
görüşe sahipti. Yüz küsur sene yönetimde kaldıktan sonra memleketi idare
etmekten aciz oldu. Bu nedenle de tahttan, oğlu Beştasip adına feragat etti.
Onun zamanında Mecusilik dini ortaya çıkmıştı. Şöyle ki: Zerdüşt adındaki bir
adam, Ermiya peygamberle arkadaşlık etmişti. Fakat Ermiya'yı kızdırmıştı.
Bunun üzerine Ermiya ona beddua etmiş, o da alacalık hastalığına müptela olmuştu.
Gidip Azerbaycan toprağına yerleşerek Beştasib'e arkadaşlık etti. Kendi
kafasından uydurduğu Mecusiliği ona empoze etmeye çalıştı. Beştasip de bu dini
kabul etti. Tebaasını bu dine girmeye zorladı. Bu dine girmek istemeyen
halkının çoğunu öldürdü. Beştasip'den sonra Beli-men b. Beştasip tahta oturdu.
O, Farslarm meşhur hükümdarlarından ve adı sanı dillere destan olan
kahramanlanndandır. Buhtunnasr, bu üç hükümdar zamanında naiblik yapmıştır.
Uzun süre yaşamıştır. Allah onu kahretsin. Hülasa, İbn Cerir'in anlattığına göre
o beldeye uğrayan zat, Ermiya peygamberdir. Doğrusunu Allah bilir.[3]
Hafız Ebu'l Kasım îbn
Asakir der ki: Üzeyir, Cerve'nin oğludur. So-rik b. Adya'nın oğlu olduğu da
söylenir. Adya, Direzna b, Eyyub'un oğludur. Direzna, Arî b. Taki'nin oğludur.
Taki, Esbo b. Fenhas'm oğludur. Fenhas, Azır b. Harun'un oğludur. Harun da
İmran'm oğludur.
Uzeyir'in, Seniha'nın
oğlu olduğu da söylenir. Bazı eserlerde nakledildiğine göre mezarı Şam'dadır.
Ebu'l Kasım el-Beğavî, İbn Abbas'dan naklettiğine göre o şöyle demiştir:
"Uzeyir'in satılıp satılmadığını bilmiyorum. Onun peygamber olup
olmadığını da bilmiyorum."
îshak b. Bişr'in, îbn
Abbas'dan rivayet ettiğine göre; Üzeyir, Buh-tunnasr'ın henüz bir çocuk iken
esir aldığı kimselerdendir. Yaşı kırka vardığında Cenâb-ı Allah ona hikmet
vermiştir. Tevrat'ı onun kadar bilip hifzeden bir kimse yoktur. Adı
peygamberlerin adıyla birlikte anılırdı. Nihayet kader hususunda Rabbine sual
tevcih ettiği zaman Cenâb-ı Allah, onun adını peygamberlerin listesinden
silmiştir.
Bu zayıf ve münker,
aynı zamanda münkati bir rivayettir. Doğrusunu Allah bilir.
İshak b. Bişr'in,
Rivayetine göre Abdullah b. Selam şöyle demiştir: Üzeyir, Cenâb-ı Allah'ın
kendisini 100 sene öldürüp sonra yeniden dirilttiği kuldur.
İshak b. Bişr, şöyle
bir rivayette bulunmuştur: Üzeyir, hikmet sahibi, salih bir kuldu, Âdeti üzere
günün birinde yine çöle çıktı. Dönüşünde bir harabeye uğradı. Tam öğle vakti
idi. Sıcaklık ona epeyi tesir etmişti. Eşeğinin üzerinde iken harabeye girdi.
Eşeğinden indi. Beraberindeki sepetlerden birinde incir, diğerinde de üzüm
vardı. Harabenin gölgesine oturdu. Yanındaki bir çanağı çıkararak üzümü içine
sıkmaya başladı. Sonra kuru ekmek çıkararak üzüm suyunun içine doğradı ki yumuşatıp
yesin. Sonra sırt üstü uzanarak ayaklarını duvara dayadı. Ve evin tavanına
bakarak içindekilerini gördü. O evler, sütunları üzerinde hâlâ durmaktaydılar.
Halbuki orada daha önce yaşamış olan sahipleri ölüp gitmişlerdi. Kemiklerinin
çürümüş olduğunu da gördü. Ve şöyle dedi. "Allah, bunu, böylece öldükten
sonra nasıl diriltecek?" Bunları Cenâb-ı Allah'ın, ölümlerinden sonra
dirilteceği hususunda şüphesi yoktu, ama bunu tuhaf bulduğu için böyle demişti.
Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, ölüm meleğini göndererek ruhunu teslim aldı ve o
vaziyette yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu yüz sene zarfında İsrailoğulları
çeşitli hadiseler yaşamışlardı. Cenâb-ı Allah, bu arada Üzeyir'e bir melek
gönderdi. Melek onun kalbini yarattı ki kalbi bazı şeyleri düşünebilsin, iki
gözünü de yarattı ki gözüyle etrafa bakabilsin. Ve Cenâb-ı Allah'ın ölüleri
nasıl dirilttiğini düşünsün. Bundan sonra Cenâb-ı Allah, onun gözleri önünde
vücudunun parçalarını yeniden birarayâ getirdi. Kemiğine et, kıl ve cilt
geçirdi. Sonra da vücuduna ruh üfledi. Bütün bunlar onun gözü önünde cereyan
ediyordu. Ve bunların nasıl yapıldığını düşünüyordu. Nihayet tastamam bir insan
haline gelerek oturdu. Melek ona: Ne kadar bekledin? diye sordu O da: Bir gün
ya da bir günün bir kısmı kadar bekledim, diye cevap verdi. Çünkü o öğle
vaktinde ölmüş, henüz güneş batmadan akşama yakın bir zamanda diriltilmiş ti.
Onun için böyle demişti. Me-lekse ona şöyle karşılık vermişti: Hayır, bilakis
sen 100 sene müddetle uykuda kaldın. Bak yiyeceğine ve içeceğine. Yani kuru
ekmeğinle üzüm suyuna bak, henüz oldukları gibi çanakta duruyorlar. Hiç bir
değişikliğe uğramamışlar. İncir ve üzümleri de taptaze olup hiç bozulmamışlardı.
Fakat o, meleğin kendisine söylediklerini kabullenemiyordu. Melek ona:
Söylediklerimi kabul edemiyorsun değil mi? Öyleyse eşeğine bak! dedi. O da
eşeğine baktı ki hayvanın kemikleri çürümüş ve ilikleri kurumuştu. Melek,
eşeğin iliklerine seslendi; onlar da, her taraftan toplanarak gelip meleğin
emrine icabet ettiler. Melek onları birleştirdi. Üzeyir de meleğin yaptıklarını
seyrediyordu. Melek, eşeğin kemiklerine damar ve sinirlerini yerleştirdi,
sonra da etini giydirdi. Etin üzerine deri ve ktlları geçirdi. Sonra da içine
ruh üfledi, böylece eşek, başını kaldırarak ayağa kalktı. Kulaklarım da
anırarak semaya dikti. Kıyametin koptuğunu zannetmişti. Ayet-i kerimede
Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Eşeğine bak, seni insanlar için (kudretimize
bir işaret kılalım diye (bunları böyle yaptık). Kemiklerine bak, nasıl onları
birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!» Yani eşeğinin
kemiklerine bak da o kemiklerin nasıl bir araya geldiklerini gör. Etsiz bir
eşek iskeleti geldiğini seyret. Sonra o kemiklere nasıl et giydirdiğimizi de
dikkatle temaşa et. «Bu işler ona açıkça belli olunca: "Biliyorum, Allah
herşeye kadirdir." dedi.» Yani Cenâb-ı Allah'ın ölüleri diriltmeye ve
diğer harika işleri yapmaya muktedir olduğunu bilirim, dedi. Sonra merkebine
binerek eski mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar. O da gördüğü
insanları tanımadı. Evini de tamyamıyordu. Bir tahmine dayanarak yoluna devam
etti ve evine geldi. Orada kötürüm ve kör bir acuze ile karşılaştı. Acuzenin
yaşı 120'yi geçmişti. O acuze, daha önceleri, kendi hizmetçileri idi. Henüz
yirmi yaşındaki genç bir kız iken, Üzeyir yanlarından ayrılıp gitmişti. Fakat
Üzeyir'in şekil ve şemali onun aklında idi. Yaşlanınca artık bunamıştı. Üzeyir
ona şöyle demişti: "Ey kadın, bu Üzeyir'in evi midir?" Kadın şöyle
cevap verdi: "Evet, burası Üzeyir'in evidir." Böyle deyince ağlayarak
sözünü şöyle sürdürdü: "Şu kadar zamandan beridir Üzeyir'den bahseden bir
adam görmedim. İnsanlar onu unutmuşlardır!"
Üzeyir şöyle dedi.
"İşte Üzeyir benim! Cenâb-ı Allah beni 100 seneden beri öldürmüştü. Sonra
yeniden diriltti!" Acuze şöyle dedi: "Sühha-nallah! Üzeyir'i 100
seneden beridir kaybetmişiz. Ondan bahseden birini görmedik. Onun hakkında
birşeylef duymadık!" Üzeyir şöyle dedi. "İşte Üzeyir benim!"
Acuze şu karşılığı
verdi: "Üzeyir, duası kabul edilen bir adamdı. Hastalar ve belaya uğrayan
kimseler için dua ederdi, onlar da şifa ve afiyet bulurlardı. Sen de seni
görebilmem için Allah'a dua et de gözlerimi bana geri versin. Eğer gerçekten
Üzeyir isen seni tanırım."
Üzeyir, Rabbine dua
edip kadının gözlerine elini sürdü. Gözleri eski haline döndü. Elini tutarak:
"Allah'ın izni ile kalk bakalım." dedi. Cenâb-ı Allah, kadının
ayaklarını da iyileştirdi. Sağlam vaziyette ayağa kalktı. Sanki bir bağdan
kurtulmuş gibi idi. Üzeyir'e baktı ve: "Senin Üzeyir olduğuna şahitlik
ederim." dedi.
Kalkıp
İsrailoğullarının mahallesine gitti. Onlar birarayâ gelip toplantı
düzenlemişlerdi. Toplantıda Üzeyir'in 128 yaşındaki yaşlı bir oğlu ile yine
yaşlı torunları vardı. Kadın onlara seslenerek: "İşte Üzeyir size
geldi!" dedi. Kadını yalanladılar. O da şöyle dedi: "Ben hizmetçiniz
olan falan kadınım. Üzeyir, Rabbine dua etti. Rabbi de gözlerimi bana tekrar
iade etti. Ayaklarımı iyileştirdi. İfadesine göre Cenâb-ı Allah, Üzeyir'i 100
sene müddetle öldürmüş, sonra yeniden diriltmiş." Böyle deyince toplantıdaki
insanlar kalkıp Üzeyir'e doğru gittiler, ona baktılar, oğlu kendisine dedi ki:
"Benim babamın iki omuzu arasında siyah bir ben vardı." Böyle diyerek
omuzlarını açtı baktı ki Üzeyir'in ta kendisi!
İsrailoğulları dediler
ki: "Bize anlatıldığına göre içimizde Üzeyir' den başka Tevrat'ı
ezberlemiş bir kimse yoktur. Buhtunnasr'da Tevrat'ı yakmıştır. Adamlarımızın
hafızasında kalan az bir kısmı dışında Tevrat'tan elimizde birşey kalmamıştır.
Sen, Tevrat'ı bize yeniden yaz."
Üzeyir'in babası
Seruha, Tevrat'ı Buhtunnasr'm zamanında, Üzeyir'den başkasının tanımadığı bir
yere gömmüştü. Onları, Tevrat'ın gömülü olduğu yere götürdü. Yeri kazıp
Tevrat'ı çıkardı. Sayfaları kokuşmuş ve çürümüştü.
Üzeyir, bir ağacın
gölgesi altına oturdu. İsrailoğulları da etrafında halkalanıp oturdular.
Tevrat'ı onlar için, yeniden yazmaya başladı. Gökten iki kor inip Üzeyir'in
karnına girdi. O da Tevrat'ı hatırladı. Ve yeniden yazdı. Bu nedenle Yahudiler
dediler ki: "Üzeyir, Allah'ın oğludur." Çünkü gökten iki kor inerek
karnına girmiş, o da Tevrat'ı, İsrailoğulları için yeniden yazmış, onların
idaresini üstlenmişti. Sevad mıntıkasında, Hazkil manastırında Tevrat'ı yazdı.
Sayrabad adı verilen o kasabada vefat etti.[4]
İbn Abbas (r.a.) dedi
ki: "Seni (Ey Üzeyir) insanlar için (kudretimize) bir işaret kılalım
diye..." ayet-i kerimesi tahakkuk etti. Bu işaret, İsrailoğulları içindi.
Şöyle ki: Kendisi genç bir insan olduğu halde, kendisinden daha yaşlı olan
oğullarıyla oturup sohbet ederdi. Kırk yaşındaydı. Cenâb-ı Allah onu, öldüğü
gündeki vaziyetinde yeniden diriltmiş ti.
İbn Abbas der ki: Bu
olay, Buhtunnasr'dan sonra vuku bulmuştur.
Ebu Hatim
el-Sicistanî, İbn Abbas'm sözleri ile aynı anlamı ifade eden şu şiiri
okumuştur:
"Siyah saçlı
biri, ama kendisinden önce, oğlunun saçları ağardı. Kendisi daha yaşlı olduğu
halde ondan önce, torunun saçları da ağardı.
Oğlu değneğe dayanarak
ağır ağır yürüyor.
Kendisinin sakalı
siyah, saçları da kır görünüyor.
Oğlunun gücü ve takati
kalmamış,
Tıpkı çocuk gibi
yürüyüp tökezliyor,
Oğlu halk arasında 110
yaşında olup dolaşıyor.
Babasının Ömrü ise,
kırk yılı aşmıyor.
Torunun yaşı ise,
doksan civarındadır.
Eğer anlayışlı isen
bu, makul bir şeydir.
Şayet anlamıyorsan,
cahil olduğun için mazur sayılırsın." [5]
Meşhur kavle göre
Üzeyir, İsrailoğullarınm peygamberlerinden biridir. O, Davud ve Süleymanla Zekeriyya
ve Yahya arasında gelmiştir. Zamanında kendisinden başka îsrailoğullan arasında
Tevrat'ı ezbere bilen kimse kalmamıştı. Tevrat'ı o, îsrailoğullanna yeniden
yazdı. Nitekim Vehb b. Münebbih de şöyle der: Cenâb-ı Allah, bir meleğe emir
verdi. Melek de nurdan bilgilerle inerek bu bilgileri Üzeyir'in kalbine attı.
O da, Tevrat'ı harfi harfine yeniden yazdı ve tamamladı.
İbn Asakir'in, îbn
Abbas'dan rivayet ettiğine göre o, Abdullah b. Selama «Yahudiler, Üzeyir,
Allah'ın oğludur, dediler» (et-Tevbe, 30.) ayet-i kerimesini kasdederek
Yahudilerin niçin böyle söylediklerini sormuş, îbn Selam da ona, Üzeyir'in
Tevrat'ı ezberine dayanarak yeniden îsrailoğullan için yazmış olduğunu ve
îsrailoğullannm da: "Musa, Tevrat'ı ancak bir kitap halinde bize
getirebildi. Üzeyir ise, ortada herhangi bir kitap olmaksızın Tevrat'ı bize
getirdi." dedikleri için Üzeyir'i, Allah'ın oğlu olarak kabul etmiş
olduklarını söylemiştir. Onlardan bazıları, Üzeyir'in, Allah'ın oğlu olduğunu
söylemişlerdir. Bu nedenle âlimlerin bir çoğu, Tevrat'ın, Üzeyir zamanında
inkitaa uğradığını ifade etmişlerdir. Bu söz üzerinde gerçekten durmak
gerekir. Çünkü Üzeyir, Ata b. Ebi Rebah ile Hasan Basrî'nin dedikleri gibi
peygamber değildir. İshak b. Bişr'in, Ata b. Ebi Rebah'dan rivayet ettiğine göre
o şöyle demiştir: Fetret döneminde dokuz önemli olay meydana gelmiştir:
Buhtunnasr, San'a Bahçesi, Saba Bahçesi, Hendek ahalisi, Hasuro olayı, Ashab-ı
Kehf olayı, Fil vak'ası, Antakya şehri ve Tübbahlarm durumu.
İshak b. Bişr, Hasan'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üzeyir ile Buhtunnasr hadiseleri fetret
döneminde vukua gelmiştir."
Ayrıca sahih hadiste
sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
«İnsanlar arasında
Meryem'in oğluna en yakın olanı benim. Çünkü benimle onun arasında peygamber
geçmemiştir.»[6]
Vehb b. Münebbih dedi
ki: Üzeyir, Süleyman ile İsa peygamber arasında yaşamıştır.
îbn AsaMr'in, Enes b.
Malik ile Ata b. Saib'den yaptığı rivayete göre Üzeyir, îmran oğlu Musa
peygamber zamanında yaşamıştır. Musa'dan izin istemiş, ama o Üzeyir'e izin
vermemiştir. Yani kader hakkında soru sorduğu zaman Musa ondan yüz çevirmiş ve
o da şöyle demişti: Yüz defa ölmek, bir saatlik zilletten daha kolaydır.
Üzeyir'in bu sözüne benzer manada bazı şairler şöyle demişlerdir:
"Hür kimse, kılıçlara
karşı sabredebilir. Ama zulme karşı sabredemez. Misafiri ağırlamaktan aciz
olduğunda, Ölümü elbetteki tercih ederler.
İbn Asakir'in, İbn
Abbas'dan rivayet ettiğine göre Üzeyir, kader hakkında soru sorduğu için adı,
peygamberler listesinden silinmiştir.
Zannedersem bu,
israiliyattan alınma bir hikayedir.
Abdürrezzak ile
Kuteybe b. Said, Nevf el-Bekalî'den rivayet ederek dediler İd: Üzeyir, Rabbine
dua ederken şöyle demişti: "Ey Rabbim! Bazı yaratıklar yaratıyorsun,
dilediğini saptırıyor, dilediğini de hidayete er-diriyorsun!"
Kendisine, "Bu
gibi sözleri söylemekten vazgeç." denildi. Fakat o, bu sözünü yine
tekrarladı. Kendisine denildi ki: "Ya bu sözleri söylemekten vazgeçersin
ya da senin adını peygamberler listesinden silerim. Ben, yaptığım işlerden sorumlu
tutulmam, onlar sorguya çekilirler."
Bu da, onu bu sözleri
yeniden söylemesi halinde isminin peygamberler listesinden silineceğine dair
tehdidin gerçekleştiğini göstermektedir.
Tirmizî dışındaki
Kütüb-ü Sitte sahipleri, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın
şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:
«Peygamberlerden bir
peygamber bir ağacın altına oturdu. Onu bir karınca ısırdı. Karıncanın
Öldürülerek yere gömülmesini emretti. Yerin altından tekrar çıkınca bu defa
ateşle yakılmasını emretti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetti:
"Bir karıncayı mı.cezalandırıyorsun?!"»
Mücahid'den gelen bir
rivayete göre bu peygamber, Üzeyir'dir. İbn Abbas ile Hasan Basrî'den gelen bir
rivayete göre de bu peygamber Üzeyir'dir. Doğrusunu Allah bilir.[7]
Cenâb-ı Allah, kutsal
kitabında buyurmuş ki: "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla Kâf, Hâ, Yâ, Aym,
Sâd. Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya rahmetini anıştır. O, Rabbine gizli bir
seslenişle yalvarmıştı: "Rabbim, demişti, ben bende kemik gevşedi; baş,
ihtiyarlık aleviyle tutuştu. Rabbim, sana dua ile hiçbir zaman bahtsız olmadım.
(Her dua ettikçe kabul buyurdun, beni istediğimden mahrum etmedin). Doğrusu,
ben arkamdan yerime geçecek yakınlar (imin iyi hareket etmeyeceklerinden
korktum; karım da kısır. (Ne olur) katından bana yerime geçecek bir veli
lütfet. Ki (o), bana ve Yakub oğullarına mirasçı olsun. Rabbim, onu beğendiğin
bir
insan yap."
(Allah buyurdu):
"Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz. Adı Yahya'dır. Daha önce ona
hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik.)"
(Zekeriyya): "Rabbim, dedi, benim nasıl oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben
ise ihtiyarlığın son sınırına vardım." "(Evet öyledir, dedi, fakat
Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de hiçbir şey değilken seni de
yaratmıştım." dedi. "Rabbim, dedi, bana (çocuğumun olacağına dair)
bir işaret ver." "Senin işaretin, sapa sağlam olduğun halde tam üç
gece (ve gündüz) insanlarla konuşmamalıdır." dedi (Zekeriyya), mabedden
kavminin karşısına çıkıp onlara: "Sabah akşam (Rabbi-nizi) teşbih
edin!" diye işaret etti.
"Ey Yahya, kitabı
kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)" (dedik)
ve ona çocuk iken hikmet verdik. Katımızdan bir rahmet (bir acıma duygusu) ve
temizlik de (verdik; o günahlardan) korunan oldu. Ana babasına iyilik ediciydi,
baş kaldıran bir zor-ba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak
kaldırılacağı gün ona selam
Olsun!» (Meryem,
1-15.)
Cenâb-ı Allah şöyle
buyurdu:
«Zekeriyya'yı da o
(nun bakımı) na memur etti. Zekeriyya, onun yanına, mabede her girdiğinde
yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. (O
da) "Bu, Allah tarafından" derdi. "Zira Allah, dilediğine
hesapsız rızık verir."
Orada Zekeriyya,
Rabbine dua etmişti: "Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver.
Sen duayı işitensin!"
Zekeriyya, mabedde
durmuş, namaz lalarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi
doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı
müjdeler." diye imlediler. Dedi ki: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip
çatmış, kanm da kısırken benim nasıl oğlum olur?" (Allah), "Öyle
(ama) Allah, dilediğini yapar." dedi.
"Rabbim, o halde
bana (oğlum olacağına dair) bir alamet ver!" dedi. (Allah) buyurdu ki:
"Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten başka türlü konuşmamandır;
Kabbini çok an, akşam sabah (onu) teşbih et!" (Âl-ilmrân, 37-41.)
Enbiyâ sûresinde
Cenâb-ı Allah şöyle buyurdu:
«Zekeriyya'ya da
(lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma, (bana bir çocuk ver, ama
vermesen de gam yemem. Çünkü) sen, varislerin en iyisisin (her şeyim sana
kalacaktır)." diye dua etmişti. Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı
armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli
bir hale getirdik). Gerçekten onlar, hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak
bize dua ederlerdi. Ve bize derin saygı gösterirlerdi.» (el-Enbiyâ, 89-90.)
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
«Zekeriyya, Yahya, İsa
ve İlyas'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerden İdİ(ler)» (el-Enâm, 85.)
Hafız Ebu'l-Kasım İbn
Asakir, gerçekleri dile getirdiği meşhur tarihinde der ki: Zekeriyya,
Berhiya'mn oğludur. Dan oğlu olduğunu söyleyenler de vardır. Ledün b.
Müslim'in oğlu olduğunu bildiren rivayetler de vardır. Bu rivayete göre
Zekeriyya'nm babası Ledün'dür. Ledün, Sa-duk oğlu Müslim'in oğludur.
Saduk, Davud oğlu
Haşban'ın oğludur. Davud, Müslim oğlu Süleyman'ın oğludur. Müslim, Berhiya
oğlu Sadika'nın oğludur. Berhiya, Na-hor oğlu Bel'ata'nın oğludur. Nahor,
Behafîş oğlu Şelom'un oğludur. Be-hafiş, Rahiam oğlu İnamin'in oğludur. Rahiam,
Davud oğlu Süleyman'ın oğludur. Zekeriyya'nın kendisi de, İsrailoğullarının
peygamberlerinden Yahya (a.s.)'nın babasıdır.[8]
Zekeriyya, oğlu
Yahya'yı ararken Şam'ın kazalarından Besne'ye kadar gitmiştir. Doğrusunu Allah
bilir. Onun nesebi hakkında başka isimler ortaya sürenler de olmuştur.
Cenâb-ı Allah,
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e, Zekeriyya peygamberin durumunu ve haberlerini
insanlara anlatmasını emir buyurdu. Zekeriyya yaşlı olup hanımı, emsallerine
göre acuze ve kısır bir halde iken Cenâb-ı Allah, ona Yahya adındaki çocuğu
bağışlamıştı. Her ikisi de yaşlı oldukları halde Cenâb-ı Allah bu çocuğu onlara
armağan etmişti ki insanlar, Allah'ın lütuf ve rahmetinden ümitlerini
kesmesinler. «Bu, Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya rahmetini anışür. O, Rabbine gizli
bir seslenişle yalvarmıştı.» Bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken Katade şöyle
demiştir: Cenâb-ı Allah, saf kalbi bilir ve gizli sesi işitir.
Seleften bazıları
dediler İd: Zekeriyya, geceleyin kalkarak Rabbine gizli bir sesle seslendi. Bu
sesini yanındakiler duymadılar. O şöyle diyordu: "Ey Rabbim, ey Rabbim,
ey Rabbim..."
Allah buyurdu ki:
«Söyle bakalım ey Zekeriyya, dileğin ne ise yerine getirelim, söyle, söyle.
"Rabbim, demişti, ben, bende kemik gevşedi. Baş ihtiyarlık aleviyle
tutuştu."» Yani saçımdaki beyaz kıllar, siyah kıllara
Gormezmisin ki benim
saçlarım,
Karanlığın eteği
altından, sabahın kakülünü andırıyor.
Siyah saçlarımda
beyazlıklar parlamaya başladı.
Zifiri karanlıkta
ateşin alevlenmesini andırdı.
Dal topraktan
filizlenip yemyeşil olduktan sonra,
Kuruyup çöp haline
döndü.
Yani zahiren ve batmen
gevşeyip zayıfladığını anlatıyor. Zekeriyya peygamber de böyle demişti: «Ben,
bende kemik gevşedi. Baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu.»
«Rabbim, sana dua ile
hiç bir zaman bahtsız olmadım.» Yani senden ne istedimse onu bana verdin. Bütün
dualarıma icabet ettin.
Onu bu şekilde dilekte
bulunmaya iten sebeb şu idi: Kendisi İmran kızı Meryem'in bakım ve himayesini
üstlenmişti. Bu nedenle Meryem'in bulunduğu haneye her girdiğinde onun yanında
zamansız meyveler görürdü. Mevsimi geçmiş taze meyveler görürdü ki, bu da
evliyanın kerametlerindendir. Bunu gördüğünde bilmişti ki, zamansız meyveleri
vermeye muktedir olan zat, her ne kadar yaşı ilerlemişse de kendisine bir
çocuk bahşetmeye muktedirdir.
«Orada Zekeriyya,
Rabbine dua etmişti. "Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver.
Sen duayı işitensin!"» (Âl-iîmrân, 38.)
«Doğrusu, ben,
arkamdan yerime geçecek yakınlar (ımm iyi hareket etmeyeceklerinden korktum. Karım
da kısırdır." Yani yakınlarımın benden sonra İsrailoğullan üzerine,
Allah'ın şeriatına uygun olmayan hükümleri icra edeceklerinden korktum.
Böyle dedikten sonra
Zekeriyya, kendi sulbünden iyi, temiz, takvalı ve Allah'ın razı olacağı bir
çocuğunun olmasını dilemişti. Bu nedenle demişti ki: "Kendi katından
(yani kendi güç ve kudretinle) bana (nübüvvet ve hükümdarlıkta) halef olacak
bir veli lütfet ki, (o), bana ve Yakub oğul-ları'na mirasçı olsun. Rabbim, onu
beğendiğin bir insan yap.» Yani Ya-kub'un zürriyetinden olan ecdadı ve
geçmişleri nasıl peygamber oldularsa, onu da şeref ve üstünlükte onlar gibi
kıl. Ona da nübüvvet ve vahiy ver.
Zekeriyya'mn burada
kasdettiği mirasçılık, şiilerin iddia ettikleri gibi mal mirasçılığı değildir.
Bilalds nübüvvet ve hikmet mirasçılığıdır. Şiilerin mal mirasçılığı iddialarına
İbn Cerir de muvafakat etmiştir. Oysa aşağıda sayacağımız sebeblerden dolayı bu
ayet-i kerimede kasde-dilen mirasçılık, nübüvvet ve hikmetteki mir aşçılıktır.
Şöyle ki:
1- Süleyman, Davud'a mirasçı oldu.» (cn-Ncmi, 16.)
ayet-i kerimesinden bahsederken de Süleyman'ın peygamberlik ve hükümdarlıkta
Davud'a mirasçı olduğunu söylemiştik. Ayrıca sıhhatinde ittifak edilen bir
ha-dis-i şerifte de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Biz miras bırakmayız,
geride bıraktığımız sadakadır.» Bu da, Rasûlullah'm geride bıraktığı malının,
miras olmayacağı hususunda kesin bir nasdır. Bu sebeble Ebu Bekir es-Sıddık
(r.a.), sağlığında iken Rasûlullah (s.a.v.)'a mahsus olan malların, vefatından
sonra kendi yakınlarına sarfedilme-sini menetmiştir. Eğer bu nas mevcut
olmasaydı, Rasûlullah (s.a.v.)'m geride bıraktığı malları, yakınlarına
sarfederdi. Yakınları da; kızı Fatıma ile dokuz zevcesi ve amcası Abbas
hazretleriydi. Hz. Ebu Bekir, Rasûlullah'a ait malları, vefatından sonra
yakınlarına sarfetmeyi yasaklarken bu hadise dayanmıştır. Bu hadisi
Rasûlullah'dan rivayet edişine, Hattap oğlu Ömer ile Affan oğlu Osman ve Ebu
Talib oğlu Ali hazretleri, ayrıca Abdulmuttalib oğlu Abbas ile Avf oğlu
Abdürrahman, Talha, Zübeyr, Ebu Hüreyre ve diğer sahabeler muvafakat
etmişlerdir.
2- Tirmizî, yukarıdaki hadisi diğer peygamberleri de
kapsayacak umumi bir lafızla rivayet etmiştir:
"Biz peygamberler
topluluğu, miras bırakmayız."
3- Peygamberler nezdinde Dünya, o kadar değersizdir ki
dünya malım biriktirmezler ve ona iltifat etmezler. Dünya malı kendilerini pek
ilgilendirmediği için, bu mallarını kendilerinden sonra korusunlar diye çocuk
sahibi olmayı da istemezler. Zahitlikte onların mertebelerine yaklaşamayan
kimseler, her ne kadar dünya malına iltifat etmeseler de malları olduğu zaman
kendilerinden sonra mallarına mirasçı olsunlar, diye çocuk sahibi olmak
isterler.
4- Zekeriyya (a.s.) marangozdu. Kendi elinin emeği ile
kazandığını yerdi. Nitekim Davud peygamber de kendi eliyle kazandığım yerdi. Çoğunlukla
peygamberler, kendilerinden sonra mirasçıları için bir zahire olsun diye daha
fazla mal biriktirmek kasdıyla fazla çalışıp kendilerim yormazlardı. Bu husus,
iyi düşünen idrak sahiplerince apaçık görülen bir gerçektir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a-v)'ınşöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Zekeriyya marangozdu."[9]
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: "Ey Zekeriyya, biz sana bir oğul müjdeleriz. Adı Yahya'dır. Daha önce
ona hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik)."
(Meryem, 7.)
Bu ayet-i kerimeyi, şu
aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerime açıklığa kavuşturmaktadır:
«Zekeriyya, nıabedde
durmuş namaz kılarken melekler ona: "Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi
doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve iyilerden bir peygamber olarak Yahya'yı
müjdeler." diye ünledüer.» (Âl-i imrân, 39.)
Kendisine çocuk
verileceğine dair müjde geldiğinde ve bu müjde tahakkuk ettiğinde bu işi acaip
görerek nasıl olacağım öğrenmek istedi. Kendisi, bu ihtiyarlık çağında iken
nasıl çocuk sahibi olabileceğini anlamak istedi: «Rabbim, dedi, benim nasıl
oğlum olur? Karım da kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son sınırına vardım.»
(Meryem, a.) Yani pir-i fani olan bir kimsenin çocuğu nasıl olur?
Rivayete göre o zaman
Zekeriyya, yetmişyedi yaşındaymış. Doğrusunu Allah bilir ya bundan daha da
yaşlı imiş. "Karım da kısırdır." Yani benim karım, çocuk
doğuramıyacak bir çağdadır. Doğrusunu Allah bilir.
Nitekim İbrahim
peygamber de, kendisine çocuğu olacağına dair müjde verildiğinde şöyle demişti:
«Bana ihtiyarlık dokunmuşken mi beni müjdelediniz? Ne (tuhaf birşey) ile
müjdeliyorsunuz beni?» (ei-Hkr, 54.)
Sâre'de şöyle demişti:
«Vay, ben bir koca karı, kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu cidden
şaşılacak birşey!" (Melekler) dediler ki: "Allah'ın işine mi
şaşıyorsun? Allah'ın rahmet ve bereketleri sizin üzerinizde ey ev halkı! O,
Övülmeye layıktır, iyiliği boldur."» (Hûd, 72-73.)
Zekeriyya (a.s.)'ya da
aynı şekilde cevap verildi. «Rabbinin emrini kendisine vahyeden melek ona dedi
ki: "(Evet) öyledir. Fakat Rabbin: "O bana kolaydır, daha önce sen de
hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım." dedi.» (Meryem, 9.)
Yani sen yaşlı iken
senden çocuk doğmayacak, öyle mi?!
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: «Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı armağan ettik. Eşini de kendisi
için ıslah ettik (çocuk doğurmaya elverişli bir hale getirdik). Gerçekten onlar
hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin
saygı gösterirlerdi." (el- Enbiyâ, 90.)
Ayet-i kerimede
Zekeriyya'nm zevcesinin ıslah edilmesinden kasıt şudur; Zevcesi daha Önce hayız
görmüyordu. Bu müjdeden sonra hayız görmeye başladı. Bir rivayete göre de onun
dilinde bozukluk vardı. Cenâb-ı Allah, bu bozukluğu giderdi.
Zekeriyya:
"Rabbim, bana bir işaret ver." dedi. Yani hanımının, bana müjdelenen
çocuğa benden ne zaman hamile olacağına dair bana bir işaret ver. (Allah):
«Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde tam üç gece (ve gündüz) insanlarla
konuşmamalıdır.» dedi. Yani hanımının, sana müjdelenen çocuğa hamile olduğuna
dair işaret, şu olacaktır: Mizacın sağlam, bünyen mutedil ve yaratılışın
sapasağlam olduğu halde tam üçgün ve üç gece insanlarla koııuşamıyacaksm.
Sadece işaretleşe-ceksin. Bu halde iken kalben çokça zikret, sabah akşam zikri
kalbinde hazır tut.
Zekeriyya, bu müjdeyi
aldıktan sonra mabedinden çıkarak sevinçle insanların arasına katıldı. Onlara:
"Sabah akşam (Rabbinizi) teşbih edin!" diye işaret etti. Mücahid,
İkrime, Vehb, Süddî ve Katade'nin anlattıklarına göre hiçbir hastalığı olmadığı
halde Zekeriyya'nın dili tutuldu.
İbn Yezid der İd:
Kitabı okur, tesbihatta bulunurdu, ancak kimseyle konuşamazdı.
«"Ey Yahya,
kitabı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)."
(dedik) ve ona çocuk iken hikmet verdik.» (Meryem, 12.) ayet-i kerimesine
gelince; Cenâb-ı Allah, bu ayet-i kerimede, babasına verilen ilahi müjdeye
uygun olarak çocuğun doğduğunu ve ona Allah tarafından kitap, hikmet
verildiğini haber veriyor. Henüz çocukluk çağında iken ona hikmet verilmişti.
Abdullah b. Mübarek'in nakline göre Muammer şöyle demiştir: Çocuklar,
Zekeriyya oğlu Yahya'ya: "Hadi gidelim de oyun oynayalım."
demişlerdi. Yahya: "Biz oyun oynamak için yaratılmadık!" diye cevap
vermişti. "Ve çocuk iken ona hikmet verdik." ayet-i kerimesi ile kasdedilen
mana, işte budur.
«(Ona) katımızdan bir
rahmet (verdik).» Bu rahmet sebebi ile ona Yahya adındaki çocuğu bahşettik.
İkrime'nin ifadesine göre yukarıdaki ayet-i kerime ile kasdedilen mana şudur:
"(Ona) katımızdan bir muhabbet (verdik)." İnsanların Yahya'ya
şefkatli olmaları, Özellikle ana ve babasına merhametkar davranmaları ve
iyilik etmeleri için bunun, ona bir sıfat olması da muhtemeldir. Onun ahlakı
temizdi. Noksanlıklardan ve rezilliklerden uzaktı, takvalıydı. Allah'a taatte
bulunup emirlerine uyardı. Yasaklarına yanaşmazdı. Ebeveynine de iyi davranır,
emirleri dışına çıkmazdı. Yasakladıkları şeylere yaklaşmazdı. Onlara kötü davranmaz;
sözlü ve fiilî olarak onları asla incitmezdi.
«Ana babasına iyilik
ediciydi, baş kaldıran bir zorba değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve diri
olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»(Meryem, 14-15.)
Ayet-i kerimede
sayılan bu üç vakit, insan için çok zorlu olan vakitlerdir. Çünkü bu
vakitlerde insan, bir âlemden başka bir âleme intikal etmekte, alışık olup ülfet
peyda etmiş olduğu şeylerden ayrılmakta ve başka bir ortama geçmektedir.
İntikal ettiği âlemde nelerle karşılaşacağını bilememektedir. Bu nedenle
insanoğlu, anasının yumuşak rah-
minden çıkarken
bağırıp çağırmakta, feryad-ü figan etmektedir. Sıkıntılarım ve kederlerini
göğüslemek için bu Dünyaya gelmektedir. Evet, doğarken böyle bir halle
karşılaşmaktadır.
Aynı şekilde bu
dünyadan göçerken, âlem-i berzaha ve ebedî yurda intikal etmektedir. Köşklerle
evlerden ayrılıp mezar sakinlerinin arasına ve ölülerin meydanına geçmektedir.
Orada da kıyametteki diriliş günü haber verecek olan Sur'a üfleyiş zamanını
bekleyecektir. O zamanda ölülerin kimi sevinç içinde dirilecek, kimi de mahzun
olarak dirilecektir. Kimi zinde ve sevinçli halde, kimi de kırgın ve meksur
bir vaziyette dirilecektir. Bir grup Cennet'e, diğer grupta Cehennem'e
yollanacaktır.! Bakınız, şairin biri ne güzel söylemiş.
"Sen ağlar
vaziyetteyken, anan seni doğurdu. Etrafındaki insanlar da sevinç içinde
gülüyordu. Öleceğin günde insanlar ağlaşırlarken sen, Gülen ve sevinen bir
kimse olmaya gayret et."
Bu üç durum, insan
için çok zorlu olduğuna göre, Cenâb-ı Allah bu durumların her üçünde de
Yahya'ya selamet vermiş, onu esenliğe kavuşturmuş ve şöyle buyurmuştur:
«Doğduğu gün, öleceği gün ve diri olarak kaldırılacağı gün ona selam olsun!»
Said b. Ebi Arûbe,
Katade'den naklen Hasanın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahya ile İsa
karşılaştılar. İsa ona dedi ki: Benim için mağfiret talebinde bulun. Çünkü sen,
benden daha iyi ve hayırlısın. Yahya ona şöyle karşılık verdi: Sen, benim için
mağfiret talebinde bulun. Çünkü sen benden daha hayırlı ve daha iyisin.
İsa, ona şöyle cevap
verdi: Hayır, sen benden daha hayırlı ve daha iyisin. Çünkü ben, kendi nefsime
selam verdim. Fakat sana, Allah selam vermiştir." Allah her ikisine de
üstünlük ve fazilet vermiştir. «Allah sana,... efendi, nefsine hakim ve
iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler.» (ÂMİmrân, 39.)
Bu ayet-i kerimede
geçen nefsine hakim sözünden kasdedilen mana, kadınlara yanaşmayan kimse
demektir. Bazıları bunun başka anlama geldiğini söylemişlerdir. Bu, tıpkı şu
ayet-i kerimeye benzemektedir:
«Rabbim, bana katından
temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!» (Al-i îmrân, 38.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:
«Adem oğullarından
günah işlememiş ya da günaha kasdetmemiş hiç kimse yoktur. (Ancak) Zekeriyya
oğlu Yahya böyle değildir. Hiç kimsenin, 'Ben, Meta oğlu Yunus'dan daha
iyiyim' demesi yaraşmaz.»
İbn Vehb, İbn Şihab'm
şöyle dediğini rivayet eder: «Günlerden bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ashabının
yanına çıktı. Onlar, peygamberlerin faziletlerinden bahsediyorlardı.
Aralarından biri: "Musa, Kelîmul-lah'tır (Allah ile konuşmuştur)."
dedi. Bir başkası ise: "İsa, Allah'ın ruhu ve kelimesidir." Bir
üçüncüsü ise: "İbrahim, Allah'ın halili (dös-tu)dır." dedi. Onlar
böyle derlerken Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu: "Şehit oğlu şehit nerede? O
ki, günah korkusundan dolayı kıldan elbiseler giyer ve ağaç (yaprakları)
j^erdi." İbn Vehb'in dediğine göre Rasûlullah (s.a.v.) bu sözü ile
Zekeriyya oğlu Yahya'yı kasdetmiştir.
Yahya b. Said
el-Ensarî, İbn As'daıı rivayet etti: İbn As, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu işitmiş:
"Kıyamet gününde
Zekeriyya oğlu Yahya dışında ademoğulîarm-dan her biri, kendisine ait bir
günahıyla beraber gelir."
İbn Asakir'in
livayetine göre Abdullah b. Ömer, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu
söylemiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya dışındaki herkes, Cenâb-ı Allah'ın
huzuruna mutlaka bir günahı ile çıkar!" Böyle dedikten sonra «Efendi ve
nefsine hakim...» mealindeki ayet-i kerimeyi okudu, sonra da yerden birşey
kaldırarak: «Onun beraberinde ancak şu kadar şey vardı.» dedi ve bir kurban
kesti.
Ebu Davud et-Tayalisî
ve diğerlerinin kanalıyla Ebu Said'den yapılan bir rivayete göre Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Hasan ile Hüseyin, teyze oğulları Yahya ve İsa
(a.s.) dışında, cennetliklerin gençlerinin efendileridirler.»[10]
Ebu Nuaym Hafız
el-İsfahanî, Ahmed b. Ebi'l-Havarî'den rivayet etti ki Ebu Süleyman'ın şöyle
dediğini işitmiş: Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya yürümek üzere
dışarıya çıktılar. Yürürlerken Yahya: bir kadına çarptı. İsa ona dedi ki.
"Ey Teyze oğlu! Bu gün öyle bir günah işledin ki artık ebediyyen
affedilmeyeceğini zannederim." Yahya: "İşlediğim günah nedir, ey
Teyze oğlu?" diye sorunca İsa: "Bir kadına çarptın." dedi.
Yahya: "Vallahi
ben bunun farkında bile değilim." deyince İsa şöyle dedi:
"Sübhânallah! Bedenin benimle beraber, ama ruhun nerede?" Yahya şöyle
cevap verdi: "Ruhum Arş'a bağlıdır. Şayet kalbim Cebrail ile dahi rahat
bulsa, ben bir göz açıp kapayacak süre zariinda bile Allalı'ı tanımamış ve
bilmemiş olduğumu zannederim."
Bu rivayette bir
gariplik vardır ve de israiliyattandır.
İsrail, Hayseme'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Meryem oğlu İsa ile Zekeriyya oğlu Yahya teyze
çocuklarıydılar. İsa, yün elbiseler giyerdi. Yahya, kıldan dokunmuş elbiseler
giyerdi. Hiç birinin ne dinarı, ne dirhemi, ne kölesi, ne cariyesi, ne de
sığınacakları bir barınakları vardı. Nerde akşam orda sabah yaşayıp giderlerdi.
Birbirlerinden ayrılmak istediklerinde Yalıya, "Bana tavsiyede
bulun." deyince İsa, ona şöyle dedi: "Asla öfkelenme." Yahya,
ben bunu beceremem deyince, İsa şu tavsiyede bulundu: "Mal biriktirme ve
saklama." Yahya: "Bunu belki
yapabilirim."
dedi.
Zekeriyya (a.s.)'mn
normal ölümle mi, yoksa öldürülerek mi öldüğü hususunda Vehb h. Münebbih'ten
iki değişik rivayet gelmiştir. Abdul-münim b. İdris'in, Vehb b. Münebbih'ten
rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: "Zekeriya (a.s.), kavminden
kaçarak bir ağacın içine girmişti. Kavmi gelerek testereyi ağacın üzerine koyup
biçmeye başlamışlardı. Testere, Zekeriyya'nm kaburgalarına dayandığında
inlemeye başlamıştı. Cenâb-ı Allah ona şöyle vahyetmişti: Eğer inlemeni
durdurmas-san, yeryüzünü ve üzerindeki bütün varlıkları ters çevirip alt üst
ederim! Bu vahiy üzerine Zekeriyya'mn inlemeleri durmuş ve kendisi de
ikiye
bölünmüştü."
İshak b. Bişr'in
rivayetine göre Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: ' "Ağaç içinde testere
ile ikiye bölünen, Şa'ya'dır. Zekeriyya ise, normal Ölümle ölmüştür. Doğrusunu
Allah bilir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Haris el-Eş'arîden rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in şöyle
buyurduğunu söylemiştir:
«Şüphesiz ki Cenâb-ı
Allah, Zekeriyya oğlu Yahya'ya kendisinin amel etmesi ve îsrailoğullarına da
onlarla amel etmelerini emretmesi için beş kelimeyi vahyetti. Fakat o, bunu
yapmakta gecikince İsa (a.s.) ona şöyle dedi. "Senin, kendileriyle amel
etmen ve kendileriyle amel etmeleri için de İsrailoğullanna emir vermekle
emrolunduğun beş kelime var. Bunları ya tebliğ et, ya da ben îsrailoğullarına
tebliğ edeceğim!"
Yahya dedi ki:
"Kardeşim! Eğer sen benden daha önce tebligatta bulunursan
azaplandınlmaktan ya da yere batırılmaktan korkarım."»
Ravi'nin dediğine göre
Yahya peygamber, İsrailoğuUannı Mescid-i Aksa'da topladı. Mescid, İsrail
oğullarıyla tıklım tıklım doldu. Kendisi minbere çıkarak Allah'a hamd-ü senada
bulunduktan sonra şöyle dedi: "Onur ve üstünlük sahibi olan yüce Allah,
bana beş kelimeyi vahyetti ki, onlarla amel edeyim ve sizin de onlarla amel
etmeniz için size emir vereyim. (Bu kelimeleri açıklayıp te'vil ederek sözünü
şöyle sürdürdü:) Allah'a kulluk edesiniz ve hiçbir şeyi ona ortak
koşruayasmız. Allah'tan başkasına kulluk edip başka şeyleri ona ortak koşanın
durumu şuna benzer: Bir kimse, kendi öz malından altın ya da gümüş para vererek
bir köle satın alır; bu köle, çalışıp elde ettiği kazancı efendisinden başkasına
verirse, Allah'tan başkasına ibadet eden ve ona başka varlıkları ortak koşan
kimse gibi olur. Hangi birinizin kölesinin böyle olması hoşunuza gider?
Cenâb-ı Allah sizi yarattı ve size nzık verdi. Siz de ona kulluk edin ve hiç
bir şeyi ona ortak koşmayın! Size namaz kılmanızı da emrediyorum. Çünkü
Cenâb-ı Allah, başka tarafa yönelip iltifat etmeyen
kulunun yüzüne karşı
yüzünü diker ve ona bakar. Siz de namaz kılarken başka tarafa yönelmeyin ve
bakmayın.
Size oruç tutmanızı da
emrediyorum. Cenâb-ı Allah, oruç tutan kimseyi, yanında miskten bir torbacığı
bulunan kimseye benzetmiştir. Oruç tutan herkesin kuşağı altında bu miskten
torbacığm içindeki koku hissedilir. Oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk
kokusundan daha güzeldir.
Size, sadaka vermenizi
de emrediyorum. Sadaka veren kimse, düşman tarafından tutsak edilen, eli
ensesine bağlanan ve boynu vurulmak üzere ortaya getirilen kimseye benzer. Bu
kimse düşmanlarına şöyle der: Beni salıvermeniz için size fidye versem ne
dersiniz?
Böyle dedikten sonra
az ya da çok bir miktarda fidye vererek kendini tutsaklıktan kurtarır.
Size, onur ve üstünlük
sahibi olan Allah'ı çokça anmanızı da emrediyorum. Allah'ı çokça anan kimse,
düşman tarafından süratle takip edilip kovalanan ve sağlam bir kaleye sığınan
kimseye benzer. Kul da, onur ve üstünlük sahibi Allah'ı anmakta iken şeytana
karşı müstahkem bir kaleye sığınmış olur.
Ravi'nin dediğine göre
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, etrafında bulunan sahabelere şöyle demiş: Ben
de, Allah'ın bana emrettiği beş şeyi sîze emrediyorum: Cemaate sarılın, emri
işitin ve emre itaat edin. Hicret edin, Allah yolunda cihad edin. Her kim bir
karış kadar cemaat dışına çıkarsa, cemaate dönünceye kadar İslâm'ın bağı, onun
boynundan çıkmış olur. Her kim cahiliyet davasında bulunursa, Cehennem
topra-ğındandır.
"(Böyle birisi)
namaz kılsa da, oruç tutsa da mı böyle olur ya Rasûlallah?" denildi.
Buyurdu ki: «Oruç tutsa da, namaz kılsa da, kendisinin Müslüman olduğunu iddia
etse de (böyle olur). Müslümanları, Cenâb-ı Allah'ın Müslüman ve mü'min
kullarını adlandırdığı adlarıyla çağırın.»[11]
Hafız Ibn Asakir,
Rebi' b. Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah in
ashabından bazıları, Zekeriyya oğlu Yahya'ya Allah ta-rafindan gönderilen beş
emir hakkında îsrailoğullarmm âlimlerinden duyduklarını bize anlattılar."
Anlatıldığına göre
Yahya (a.s.)> insanlardan uzaklaşıp uzlete çekilirdi. Çöllerde yatar,
ağaçların yapraklarını yer, nehir sularım içer, ba-zan da çekirge yiyerek
beslenir ve: "Senden daha fazla nimete mazhar olan biri var mıdır ey
Yahya?!" derdi.
İbn Asakir'in
rivayetine göre onu aramak için çıkan ana ve babası onu, Ürdün denizinin
yanında bulmuşlardı. Onunla karşılaştıklarında içinde bulunduğu ibadet ve Allah
korkusu nedeniyle onları şiddetle ağlatmıştı.
İbn Vehb'in,
Mücahid'den rivayet ettiğine göre Yahya b. Zekeriy-ya'mn yiyeceği ottan
ibaretti. Allah'ın haşyet ve korkusu ile ağlayıp dururdu. Öyleki gözünün
üzerinde ziftten bir tabaka bulunsaydı dahi göz yaşlan o tabakayı delerdi.
Muhammed b. Yahya ez-
Zuhelî, İbn Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Günün birinde, insanlara
birşeyler anlatmakta olan Ebu İdris el-Holanî'nin yanma oturdum. Şöyle diyordu:
İnsanlar içinde yiyeceği en güzel ve en teiniz olanı size bildireyim mi?
(Etrafındaki kimselerin kendisine bakmakta olduklarını görünce şöyle dedi:)
Zekeriyya oğlu Yahya, insanlar içinde yiyeceği en güzel ve en temiz olanı idi.
Çünkü o, yabanî hayvanlarla birlikte çölde yemek yer ve insanlarla bir arada yaşamaktan
hoşlanmazdı.
İbn Mübarek, Vüheyb b.
Verd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Zekeriyya, oğlu Yahya'yı kaybetti.
Üçgün bulamadı. Onu aramak için çöle çıktı. Çölde aranıp dururken Yahya'nın bir
mezar kazdığını ve içine oturup kendi başına ağlamakta olduğunu gördü. Ona
dedi ki: "Ey oğulcuğum! Üç günden beridir seni arıyorum, sense kazdığın
bir mezara oturmuş ağlamaktasın, bu ne haldir?"
Yahya, şöyle karşılık
verdi: "Babacığım! Sen bana demezmiydin ki Cennetle Cehennem arasında bir
geçit vardır ki o geçidi ancak ağlayanların gözyaşıyla geçmek mümkündür?"
Böyle deyince babası ona: "Ağla, ey oğulcuğum ağla." dedi ve her
ikisi beraberce ağlamaya başladılar.
Rivayete göre İbn
Asakir şöyle demiştir: "Cennetlikler, Cennet'teki nimetlerin lezzetinden
dolayı uyumak istemezler. Aynı şekilde sıddık-lar da kalplerindeki ilahî
muhabbet nimetinden dolayı uyumazlar, Bu iki nimet ile cennetliklerle sıddıklar
arasındaki mesafe ne kadardır?!" Anlatıldığına göre Yahya peygamber çok
ağlarmış, öyle ki gözyaşları, onun yanakları üzerinde iz bırakmış. [12]
Yahya (a.s.)'nm
öldürülmesinin bir çok sebebleri olduğu anlatılır. Ama bunlar arasında meşhur
olanı şudur: Zamanın Şam hükümdarlarından birisi, kendi mahremi olan
kadınlardan ya da evlenmesi helal olmayan kadınlardan biri ile evlenmek
istiyormuş. Fakat Yahya (a.s.), onu bu evlilikten menetmiş. Bu nedenle de
hükümdarın evlenmek istediği kadın, Yahya (a.s.)'ya karşı kalbinde kin
beslemeye başlamış. Bir zaman sonra hükümdarla evlenecek olduğunda hükümdardan,
Yahya'nın kanını kendisine armağan olarak sunma şartını ileri sürmüş. Hükümdar
da bu şartı kabul etmiş. Yahya'yı Öldürecek birini ona göndermiş, o da
öldürerek başını, kanıyla birlikte bir leğene koyarak kadının yanına götürmüş.
Rivayete göre kadın derhal o anda ölmüş.
Denilir ki, zamanın
hükümdarının karısı Yahya'ya aşık olmuş. Ona haber salmış, fakat Yahya ona
yanaşmamıştı. Kadın ondan ümidini kesince onun kanını kendisine armağan olarak
vermesi için, hükümdara müracaatta bulunmuştu. İlk anda hükümdar, onun bu
dileğini kabul etmemişti. Fakat bilahare karısının bu isteğini yerine getirdi.
Yahya'yı Öldürecek birini gönderdi. O da Yahya'yı öldürerek kanlı başını, bir
leğen içinde hükümdarın karısına getirdi.
Bu manada bir hadis-i
şerif de varid olmuştur. Yakub el-Kûfî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) miraca götürüldüğü gece, gökte Zekeriyya
(a.s.)'yı görmüş. O'na selam vererek şöyle demiş: "Ey Yahya'nın babası, de
bakalım; nasıl öldürüldün ve İsrailoğullaıı, seni niçin öldürdüler?" Dedi
ki:'Ey Muhammed! Sana diyeyim ki, Yahya, zamanının en hayırlı insanı, en güzel
ve en miranı yüzlüsü idi. Cenâb-ı Allah'ın da buyurduğu gibi: «Efendi ve
nefsine hakim idi.» Kadınlara ihtiyaç hissetmezdi. İsrailoğullarının
hükümdarının karısı ona aşık oldu. O kadın fena bir kadındı. Yahya'ya haber
saldı. Fakat Cenâb-ı Allah, Yahya'yı korudu. Onun bu çirkin isteğine yanaşmadı.
Bunun üzerine İsrailoğullan, Yahya'yı öldürmek için toplandılar. Onların her
sene toplanıp kutladıkları bir bayramları vardı. Fakat o hükümdarın bir âdeti
vardı ki, verdiği sözü mutlaka yerine getirir ve asla yalan söylemezdi. Hükümdar,
bayram yerine gitti. Hanımı da kalkıp onu uğurladı. Karısının bu uğurlayışını
tuhaf buldu. Çünkü daha önce onu hiç uğurlamazdı. Uğurlarken karısına şöyle
dedi: "Dile benden ne dilersen. Dilediğini mutlaka yapacağım." Karısı
da: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın kanım istiyorum!" dedi. Hükümdar,
benden başka birşey dile , dedi. Kadın, dileğim budur, deyip ısrar etti. Israr
edince de hükümdar: "Yahya'nın kanı senin olsun." dedi. Kadın da
muhafızlarını Yahya'ya gönderdi. Yalıya, mabedinde namaz kılıyordu. Ben de
yanı başında namaz kılmaktaydım. Muhafızlar onu boğazlayıp kanlı başını bir leğene
koyarak hükümdarın karısına götürdüler.
Rasûlullah (s.a.v.),
Zekeriyya (a.s.)'ya: "Ne kadar sabredebildin?" diye sorunca
Zekeriyya, şöyle cevap vermişti: "Namazımı asla bozmadım."
Muhafızlar, Yahya'nın
kanlı başını hükümdarın karısına götürüp önüne bıraktılar. Akşam olunca Cenâb-ı
Allah; hükümdarı, aile efradını ve bütün maiyyetini yere batırdı. Sabah olunca
İsrailoğullaıı şöyle dediler. Zekeriyya'mn hatırı için ilahi gazab geldi. Gelin
biz de hükümdarımız için öfkelenerek Zekeriyya'yı öldürelim.
Böyle diyerek beni
öldürmek maksadıyla aramaya çıktılar. Adamın birisi gelip beni uyardı. Ben de
korkarak onlardan kaçtım. Şeytan da
onların önlerine düşüp
onlarla birlikte beni aramaya başlamıştı. Benim yerimi onlara gösteriyordu. Bu
durumu görünce korktum. Onlara karşı kendimi savunanııyacağımı anladım. Bir
ağaç karşıma çıkarak: "Bana gel, bana gel!" deyip yarıldı. Ben de
içine girdim. Şeytan gelerek eteğimin ucunu tuttu. Bu esnada ağaç da yumularak
beni içine aldı. Ancak eteğimin ucu ağacın dışında kaldı. İsrailoğullan
geldiler, şeytan onlara dedi ki: "Görüyor musunuz, Zekeriyya şu ağacın
içine girdi. İşte eteğinin ucu da dışarıda kaldı. Büyü yaparak ağacın içine
girdi."
İsrailoğullan: Öyle
ise, şu ağacı yakalım, dediler. Şeytan: "Hayır, ağacı testereyle ikiye
biçin." dedi. Bunun üzerine onlar da ağacı testereyle ikiye biçtiler.
Hz. Peygamber
(s.a.v.), Zekeriyya'ya: "(Testerenin) tesirini ya da acısını duydun
mu?" diye sordu. O da şu cevabı verdi: "Hayır, sadece Cenâb-ı
Allah'ın, ruhumu içine koyduğu o ağacı buldum."
Bu, gerçekte garip bir
ifadedir. Tuhaf bir hadistir. Merfuluğunda münkeıiik vardır. Her halükarda bu
münker bir hadistir. îsrâ ve miraçla ilgili hadislerde sadece Zekeriyya'dan
bahsedilmektedir. İsrâ olayından bahseden sahih hadis lafızlarında sadece şu
ifadelere rastlanmaktadır: "Teyze oğulları olan Yalıya ve İsa'ya uğradım.
Onlar, teyze çocuklarıdırlar." Cumhur-u ulemanın sözleri de hadisin
zahiri gibidir. Çünkü Yahya'nın anası, İmran kızı Eşya1 dır. O da Meryem'in
bacısıdır. Meryem'de İmran'm kızıdır. Bir rivayete göre de Yahya'nın anası,
yani Zekeriyya'mn karısı olan Eşya', İmran'm hanımı Hanna'nın kızıdır. O da
Meryem'in anasıdır. Böyle olunca Yahya, Meryem'in teyzesi oğlu olmaktadır.
Doğrusunu Allah bilir.
Zekeriyya oğlu Yahya
(a.s.)'nm öldürüldüğü yerin Mescid-i Aksa mı, yoksa başka bir yer mi olduğu
hususunda ihtilaf edilmiş ve bu hususta iki rivayet varid olmuştur: Sevrî'nin
rivayetine göre Atiyye oğlu Şemne şöyle demiştir: "Mescid-i Aksa'nın
yanındaki kayalığın üzerinde yetmiş peygamber öldürülmüştür. Bunlardan biri de
Zekeriyya oğlu Yahya'dır."
Ebu Ubeyde Kasım b.
Selam, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Buhtün-Nasr, Şam'a
geldi. Orada Yahya b. Zekeriyya'mn fokurdamakta olan kam ile karşılaştı. Bu
durumu sorunca kendisine meseleyi anlattılar. O da 70.000 kişiyi öldürünce
Yahya'nın kanı durdu ve sakinleşti.
Buhtü'n-Nasr'm olayı,
Mesih'den sonra vuku bulmuştur. Nitekim Ata ile Hasan Basrî'de böyle derler.
Doğrusunu Allah bilir.
Hafız îbn Asakir, Zeyd
b. Vakid'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Zekeriyya oğlu Yahya'nın
başını gördüm. Şam'daki mescidi inşa etmek istediklerinde onun başı, kıble
tarafında mihraba yalan olan doğu köşesinde bulunmuştu. Derisi ve saçları hiç
değişmemişti." Başka bir riva-
yette de şu cümle
eklenmiştir: "Sanki henüz yeni öldürülmüş gibiydi." Şam mescidinin
inşasından bahsedilirken onun, Sekasike direği denilen meşhur direğin altına
konulduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
"El-Müstaksa fi
Fezaili'1-Aksa" adlı eserde Hafız İbn Asakir, Muavi-ye'nin azadlısı
Kasam'm şöyle dediğini rivayet eder: Şam hükümdarı Hedad b. Hedar idi. Oğlunu,
Sayda kraliçesi Eril ile evlendirdi. Bu kraliçe, onun kardeşi kızı idi. Şam'daki
hükümdar çarşısı, onun emla-kindendi. O eski bir kuyumcuydu. Kocası onu, üç
talakla boşamaya yemin etmişti. Boşadıktan sonra ona tekrar geri dönmek
istedi. Bunun fetvasını Zekeriyya oğlu Yahya'dan istedi. Yahya da: "Senden
başka bir kocayla evlenip bosanmadıkça o kadm sana helal olmaz." diye
fetva verdi. Bunun üzerine kadın, Yahya'ya kin beslemeye başladı. Hükümdardan,
anasının işaret etmesiyle Yahya'nın başını istedi. İlk etapta hükümdar bu
isteği kabul etmedi, sonra kabul etti. Yahya'yı öldürecek olan celladı ona
gönderdi. Yahya, Cibron mescidinde namaz kılmakta idi. Cellat o vaziyette iken
onun başını vurarak hükümdarın huzuruna getirdi. Tepsi içindeki baş ona:
"Karın başka bir kocayla evlenip ondan boşanmadıkça sana helal
olmaz!" diyordu. Kadın tepsiyi alarak başımn üzerine koydu ve anasının
yanına getirdi. Baş ona da aynı şeyleri söyledi. Bunun üzerine kadının
ayakları yere gömüldü. Sonra böğürlerine kadar yere gömüldü. Anası feryad
etmeye, cariyeler de bağrışmaya ve kendi yüzlerini tokatlamaya başladılar.
Sonra omuzlarına kadar yere gömüldü. Bu vaziyette anası, cellada emir vererek
kızının boynunun vurulmasını emretti ki, ileride başı ile avunup dursun.
Cellat, kızın başını vurdu. Yer de onun geri kalan gövdesini yuttu. Hepsi
zillete düşüp yok oldular. Yahya'nın kam, Buhtün-Nasr'm gelişine kadar yerde
kaynamaya devam etti. Buhtün-Nasr da onun için 75.000 kişiyi öldürdü.
Said b. Abdülaziz der
ki: O, bütün peygamberlerin kanı idi. Ermiya peygamber gelip orada duruııcaya
kadar o kan, kaynamaya devam etti. Ermiya ona şöyle dedi. "Ey kan,
îsrailoğullarmı yok ettin. Artık Allah'ın izni ile dur."
Ermiya'nm böyle demesi
üzerine kan durdu. Savaş sona erdi. Şamlılardan da kaçabilenler, Kudüs'e
gittiler. Hükümdar peşlerine düştü, çok sayıda insanı öldürüp bir kısmını da
esir aldı ve daha sonra geri döndü. [13]
Cenâb-ı Allah, Âl-i
îmrâıı sûresi 83. ayette, lanetli HrisUyanlara reddiyede bulunmaktadır. Onlar,
Cenâb-ı Allah'ın oğlu olduğuna dair iddiada bulunmaktadırlar. Oysa ki yüce
Allah, onların söylediklerinden münezzeh ve yücedir.
Necranlı Hristiyani
ardan bir heyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek sahip oldukları bâtıl bir
inanç olan teslis akidesini ona anlattılar. Kendi inançlarına göre Allah'ın,
üçün üçüncüsü olduğunu iddia ettiler. Mezheplerinin farklı görüşleriyle
birlikte teslis inancını oluşturan üç unsur şunlardır: 1- Zat-ı Mukaddes, 2-
İsa, 3- Meryem.
Cenâb-ı Allah, Âl-i
İmrân sûresinin baş kısmında indirmiş olduğu ayetlerde İsa'nın, Allah'ın
kullarından bir kul olduğunu açıklamıştır. Diğer yaratıklara şekil ve suret
verdiği gibi ona da ana rahminde şekil ve suret vermiştir. Onu, Adem'i babasız
ve anasız yarattığı gibi babasız yaratmıştır. Ona, "ol" demiş, o da
oluvermiştir. Cenâb-ı Allah, anası Meryem'in onu nasıl doğurduğunu ve ona nasıl
hamile kaldığını da beyan buyurmuştur. Ayrıca bütün bu hususları Meryem
sûresinde de izah etmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah yardım ve tevfikini ihsan
ederse, ileride o sûrede de bundan bahsedeceğiz. Doğru sözlülerin en doğrusu
olan yüce Rabbimiz buyuruyor ki:
"Allah Adem'i,
Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. (Bunlar)
birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işiten, bilendir. İmran'm karısı
demişti ki: "Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım. Benden
kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin." Onu doğurunca - Allah
onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız doğurdum,
erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. O'nu ve soyunu kovulmuş
şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum." Rabbi onu güzel bir şekilde kabul
buyurdu, onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Ve Zekeriyya'yı da o (nun bakımı)
na memur etti. Zekeriyya, onun yanma, mabede her girdiğinde yanında bir rızık
bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi, (o da) "Bu, Allah
tarafından." derdi. "Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık
verir." (Âl-i tmrân, 33-37.)
Yüce Allah, Adem
peygamberi seçtiğim ve onun soyundan olup kendisinin şeriatına tâbi olan,
taatinden ayrılmayan kimseleri de mümtaz
kıldığım bildiriyor.
Sonra da özellikle İbrahim ailesinden bahsediyor. İsmail oğullarını da onların
arasına katıyor. Sonra bu temiz ve necip ailenin fazilet ve üstünlüğünü
bildiriyor. Bunlar İmran ailesidir. İm-ran'dan kasıt, Meryem'in babasıdır.
Muhammed b. İshak dedi
ki: İmran, Emon oğlu Başim'in oğludur. Emon, Hazkıya oğlu Mişan'm oğludur.
Hazkıya, Mosin oğlu îhrik'in oğludur. Mosin, Emsiya oğlu Azaziya'mn oğludur.
Emsiya, Ahriho oğlu Yaviş'in oğludur. Ahriho, Yehfaşat oğlu Yazemin oğludur.
Yehfaşat, İyanı oğlu İsa'nın oğludur.
İyam, Davud oğlu Rahio'nm oğludur.
Ebul-Kasım İbn Asakir
dedi ki: Meryem, Masan oğlu İmran'm kızıdır. Masan, Eyod oğlu Azir'in oğludur.
Elyod, Sadok oğlu Ahnez'in oğludur. Sadok, İlyakim oğlu îyazoz'un oğludur.
İlyakim, Zeryabil oğlu İbod'un oğludur. Zeryabil, Yuhanna oğlu Şaltal'm
oğludur. Yuhanna, Emon oğlu Berşan'm oğludur. Emon, Hazkıya oğlu İsa'nın
oğludur. Hazkıya, Mosan oğlu Ahaz'm oğludur. Mosan, Yoranı oğlu Azriya'mn
oğludur. Yoram, İşa oğlu Yoşafat'm oğludur. İşa, Rahiam oğlu îban'm oğludur.
Rahiam, Davud oğlu Süleyman'ın oğludur. Allah'ın salat-ü selamı üzerlerine
olsun.
Bu silsilede, Muhammed
b. İshak'm anlattığından, farklı isimler vardır.[14]
Meryem'in, Davud
peygamberin sülalesinden olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Babası İmran'dır.
İmran, kendi zamanında îsrailoğulla-rımn ehl-i salah kimselerindendir.
Meryem'in anası Fakot kızı Han-na'dır. Fakot, Kabil'in kızıdır. Hanna, ibadet
ehli kadınlardandı. O zamanın peygamberi olan Zekeriyya (a.s.), Meryem'in
bacısı Eşya'm koca-sıydı. Cumhur-u ulema bu görüştedirler. Bir rivayete göre
Zekeriyya, Meryem'in teyzesi Eşya'mn kocasıdır. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. îshak ile
diğerlerinin anlattıklarına göre Meryem'in anası hamile kalmazmış. Günün
birinde bir kuşun, yavrusuna ağzından yiyecek verdiğini görmüş, bunu görünce
bir çocuk sahibi olma arzusuna kapılmış. Eğer hamile kalırsa çocuğunu Mescid-i
Aksa'ya ibadet için yerleştireceğini ve oraya vakfedeceğini adamıştı.
Anlatıldığına göre bu adağından sonra aradan zaman geçmeksizin hayız kanaması
görmüştü. Temizlenince de kocası kendisiyle cinsel ilişkide bulunmuş ve
Meryem'e hamile kalmıştı.
"Onu doğurunca -
Allah onun ne doğurduğunu bilirken - yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız
doğurdum. Erkek, kız gibi değildir."»
Yani Mescid-i Aksa'ya
hizmet hususunda kadınlar, erkekler kadar becerikli olmazlar. O zamandaki
insanlar erkek evlatlarını, Mescid-i. Aksa'ya hizmetçi olarak adarlardı.[15]
"Ve ben ona
Meryem adını verdim." Bu ayet-i kerime gösteriyor ki, o zamandaki
insanlar, çocuklarına doğdukları günde isim verirlermiş. Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde de sabit olduğu gibi Enes hazretleri, kardeşini Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma götürmüş, Rasûlullah da onun damağına tatlı birşey sürerek
Abdullah adım vermiş.
Hasen'in Semüre'den
merfu olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:
«Her çocuk (doğumunun)
yedinci gününde kendisi için kesilecek olan akika (kurbanı) karşılığında
rehinedir. Sonra kendisine isim verilir ve başı tıraş edilir.»[16]
«(Allah'ım), onu ve
soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.» mealindeki ayet-i
kerimeye gelince, bu ayet-i kerimedeki duası kabul olunmuştur. Nitekim onun
adağı da kabul edilmişti.-İmam Ahmedb. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek
Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Doğan her çocuğa,
doğduğu esnada şeytan dokunur. Bu nedenle de çocuk bağırarak ağlar. Ancak
Meryem ile anasına şeytan dokunmuş değildir." Sonra Ebu Hüreyre der ki:
"Eğer dilerseniz çocuk doğduğu esnada onun üzerine şu ayeti okuyun.[17]
Ahmedb. Hanbel,
Aclan'dan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Ademoğullarından her yeni doğana şeytan, parmağıyla dokunur. Ancak İmran kızı
Meryem ile oğlu İsa'ya şeytan dokunmuş değildir.»
Ahmed b. Hanbel, Ebu
Hüreyre'den rivayet ederek peygamber (s.a.Vi) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Anasının doğurduğu her insanın iki böğürüne şeytan yumrukla
vurur, ancak Meryem ile oğlu bu darbenin dışında kalmışlardır. Görmez misiniz
ki çocuk, ana rahminden düştüğünde nasıl bağırarak ağlar?» Orada bulunan sahabeler
evet, öyledir ya Rasûlallah, dediler. Buyurdu ki: «İşte şeytan, onun iki
böğrüne yumruk vurduğu zaman böyle ağlar.»
Kays, Ebu Hüreyre'den
rivayet ederek Rasûlullah (ş.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir: «Doğan her
çocuğu şeytan, bir ya da iki defa sıkar, ancak Meryem oğlu İsa ile Meryem bunun
dışında kalmışlardır.» Rasûlullah böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi
okudu.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:[18]
«Doğduğu esnada bütün
Adem oğullarına şeytan bir darbe vurur. Ancak Meryem oğlu İsa bunun dışında
kalmıştır. Şeytan ona vurmaya gittiğinde örtüye vurmuştu.»
«Rabbi onu güzel bir
şekilde kabul buyurdu. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya'yı da o
(nun balamı) na memur etti.» (Âl-i İmrân, 37.)
Çoğu tefsircilere göre
anası, onu doğurduğunda bez sarmış sonra da götürüp mescide bırakmıştı. Orada
kalmakta olan abid kimselere teslim etmişti. Meryem, onların imamlarının ve
namaz sahiplerinin kızıydı. Onun üzerinde çekiştiler. Kuvvetli görüşe göre
anası, onu emzirip bir süre besledikten sonra onlara teslim etmişti. Onlara
teslim ettikten sonra da onun bakımını hangisinin üstleneceği hususunda kendi
aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. O zamanın peygamberi Zekeriyya (a.s.)
idi. Zekeriyya, Meryem'i yanına almak ve bakımını üstlenmek istedi. Çünkü
kendi baldızının, ya da başka bir rivayete göre hanımının teyzesinin kızıydı.
Arkadaşları bu hususta kendisiyle anlaşmazlığa düştüler. Aralarında kura çekmek
istediler. Kader, Zekeriyya'dan yana oldu. Kur'a da kazanan o oldu. Çünkü
teyze, ana yerindedir.
Zekeriyya, kur1 ada
arkadaşlarım yendiği için "Ve o (nun bakımı) na Zekeriyya'yı memur
etti."
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
"(Ey Muhammed),
bunlar sana vahyettiğimiz, görünmez âlemin haberlerin dendir. Meryem'e hangisi
kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin;
çekiştikleri zaman da sen yanlarında değildin." (Âi-i tmrân, 44.)
Rivayetçiler derler
İd: Mescidde bulunan abidler kendi aralarında kur'a için bilinen kalemlerini
attılar. Sonra alıp bir yere bıraktılar. Buluğa ermemiş bir çocuğa, gidip o
kalemlerden birini almasını söylediler, çocuk gidip kalemlere elini attığında,
Zekeriyya'nın kalemim alıp çıkardı. Böylece kur'ayı Zekeriyya kazanmış oldu.
Arkadaşları, ikinci kez kur'a çekmek istediler ve kalemlerini bir nehire atarak
hangisinin kalemi, nehrin akıntısının tersine doğru giderse, kur'ayı onun
kazanacağını söylediler. Ve böyle de yaptılar. Neticede Zekeriyya'nın kalemi,
nehrin akıntısının tersine gitti. Diğerlerinin kalemleri nehrin akıntısı doğrultusunda
gitti.
Arkadaşları
kendisinden üçüncü kez kur'a çekmeye katılmasını istediler. Bu durumda
hangisinin kalemi, nehrin akıntısı doğrultusunda giderse kur'ayı onun
kazanacağını söylediler. Böyle yaptılar, yine kur'ayı kazanan, Zekeriyya oldu.
Böylece Meryem'in bakımım o üstlendi. Çünkü şer'an da kaderen de birçok
bakımlardan onun bakımım üstlenmeye o daha layıktı.[19]
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
«Zekeriyya, onun
yanına, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu
sana nereden?" derdi. (O da). "Bu, Allah tarafından." derdi.
"Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."» (Âl-i îmrân, 37.)
Tefsirciler dediler
ki: Zekeriyya, Meryem için mescidde yüksek bir yer yaptı. Meryem'den başkası
oraya girmiyordu. O, kendine mahsus yerinde Allah'a ibadet eder ve üzerine
düşen mescid hizmetlerini ifa ederdi. Nöbeti geldiğinde bu işleri yapardı. Boş
kaldığında da geceli gündüzlü Allah'a ibadet ederdi. O kadar çok ibadet ederdi
ki, neticede İsrail oğulları arasında onun ibadeti, darb-ı mesel haline geldi.
Kendisinde görülen üstün haller ve şerefli vasıflar nedeniyle şöhret buldu.
Öyleki, Allah'ın peygamberi Zekeriyya, onun ibadet yerine girdiğinde, her
defasında onun yanında mevsimsiz rızıklar ve görülmemiş meyveler görürdü.
Yazın meyvesini kışın, kışın meyvesini de yazın görürdü. Bunu: "Bu, sana
nereden?" diyerek sorardı. Meryem de: "Bu, Allah ka-tındandır."
diyerek cevap verirdi. Yani bu, Allah'ın bana bahşettiği bir, rızıktır, derdi.
"Doğrusu Allah, dilediğine hesapsız rızık verir."
İşte bu esnada ve bu
makamda Zekeriyya peygamber, kendi sulbünden bir oğlan çocuk doğmasını, her ne
kadar yaşı ilerlemişse de bu nimete nail olmasını Rabbinden diledi ve şöyle
dedi:
«Rabbim, bana katından
temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin» dedi. (Âl-i Imrân, 38.)
Bazıları, onun şöyle
dua ettiğini söylerler: «Ey Meryem'e zamansız meyveleri rızık olarak veren
Allah'ım! Her ne kadar yaşım ilerlediği için zamanı değilse de bana bir evlat
bahşet.»[20]
"Melekler,
demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni seçti, temizledi ve seni dünyaların
kadınlarına üstün kıldı. Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et ve (onun
huzurunda eğilenlerle beraber eğil!"
"(Ey Muhammed),
bunlar sana vahyettiğimiz görünmez âlemin ha-berlerindendir. Meryem'e hangisi
kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin.
Çekiştikleri zaman da sen yanlarında değildin. Melekler demişti ki: "Ey
Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir;
dünyada da ahi-rette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a) yakın olanlardandır.
Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden olacaktır."
Dedi ki: "Rabbim, bana bir insan dokunmamışken benim nasıl çocuğum
olur?" Allah, böylece dilediğini yaratır, dedi, bir şey (in olmasın)
istedi mi ona "ol" der, o da oluverir. Ona kitabı, hikmeti, Tevrat'ı
ve İncü'i öğretecek. Onu İsrailoğullarma (şöyle diyen) bir elçi yapacak:
"Ben size Rabbiniz-den bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir
şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle kuş hemen oluverir. Körü ve alacalıyı
iyileştiririm. Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim; evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi
size haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette bunda sizin için bir ibret
vardır. (Ben), benden Önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak, size haram kılman
bazı şeyleri helal yapayım diye gönderildim. Size Rabbinizden bir mucize
getirdim. Allah'tan korkun, bana itaat edin. Allah benim de Rabbim, sizin de
Rabbinizdir, ona kulluk edin, doğru yol budur." (âi-i Wân, 42-51.)
Yüce Allah, meleklerin
Meryem'e müjde vererek şöyle dediklerini anlatıyor: Allah, seni, zamanındaki
diğer bütün kadınlara üstün kılıp seçmiştir. Sana bir insan dokunmadan senden
çocuk doğurtmak için seni seçmiştir. Bu çocuğun da şerefli bir peygamber
olacaktır. «Beşikte iken insanlarla konuşacaktır.» Yani küçüklüğünde insanları,
ortaksız olan tek Allah'a kulluk etmeye davet edecektir. Yaşlandığında da bu davetini
devam ettirecektir.
Bu ifadeler daha
doğmadan önce İsa peygamberin yaşayıp ihtiyarlık dönemine ulaşacağını ve o
dönemde de insanları Allah'a kulluğa davet edeceğini göstermektedir.
Meryem, Allah'a çokça
ibadet etmeye, gönülden ona kulluk etmeye, secde ve rükûa ara vermemeye, bu
üstünlüğün ehli olmaya ve bu nimetlere şükretmeye memur edilmişti. Rivayete
göre o, o kadar çok namaz kılarmış ki, ayaklarmın tabanları yanlırmış. Allah
ondan hoşnut olsun ve ona rahmet etsin. Ana ve babasına da merhamet etsin.
Melekler ona: «Ey
Meryem, Allah seni seçti.» dediler. Yani seni seçkin bir kul yaptı. Ve seni
düşük ahlaklardan arındırarak güzel vasıflar verdi. Seni âlemlerin
kadınlarından üstün kıldı. Yani zamanında bulunan dünyadaki kadınların
tümünden efdal kıldı. Nitekim bu manada Cenâb-ı Allah, Musa peygambere şöyle
hitap etmiştir: «... Elçiliklerimle ve konuşmamla seni insanların başına
seçtim.» (el-A'râf, 144.) Aynı şekilde İsrailoğulları hakkında da Cenâb-ı Allah
şöyle bir ifade kullanmıştır: «Andolsun biz, onları, bilerek âlemlere üstün
kıldık.» (ed-Duhân, 32.)
Bilindiği gibi İbrahim
peygamber, Musa peygamberden daha üstündür. Muhammed (s.a.v.) ise, her
ikisinden-daha üstündür. Aynı şekilde Muhammed ümmeti de, Önceki ümmetlerin
tümünden daha üstün ve faziletlidir. Sayıca onlardan çok olup ilmen de onlardan
fazladır. Amelen de îsrailoğullarmdan ve diğerlerinden daha fazladır.
"Ve seni
dünyaların kadınlarına üstün kıldı." Bu ayet-i kerimede umum manasının
kasdedildiği mahfuzdur. Buna göre Meryem (a.s.) kendisinden önceki ve sonraki
bütün dünya kadınlarının hepsinden daha üstündür. Çünkü bazılarına göre o,
peygamberdir.
İshak'm anası Sâre ile
Musa'nın anası da peygamberdir, diyenler olmuştur. Böyle diyenler meleklerin,
bu kadınlara hitap ederken kullandıkları ifadeleri ve ayet-i kerimede Musa'nın
anasına vahyedildiğine dair sarfedilen ifadeyi delil olarak ileri sürmüşlerdir.
Nitekim İbn Hazm ile diğerleri bu görüştedirler. Şu halde Meryem'in, İshak'm
anası Sâre'den daha üstün olmasına engel olacak herhangi bir husus mevcut
değildir. Çünkü "Ve seni dünyadaki kadınlara üstün kıldı." ayet-i
keri-mesindeki ifadeler umumidirler. Ayrıca bu ifadelere ters düşecek başka
ayetler de mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu'l-Hasen el-Eş'arî
ile ehl-i sünnet vel-cemaatten olan diğer bazılarının naklettiklerine göre
cumhur-u ulema, peygamberliğin sadece erkeklere mahsus olduğu görüşündedirler.
Kadınlardan herhangi birisi, peygamber olmuş değildir. Meryem'in en yüksek
makamı, ancak şu ayet-i kerimede ifade buyurulmuştur:
"Meryem oğlu
Mesih, bir elçiden başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler gelip
geçmiştir. Annesi de dosdoğrudur." (el-Mâide, 75.) Bu ayet-i kerimeye göre
Meryem'in, kendisinden önceki ve sonraki meşhur sıddi-ka (dosdoğru) kadınlardan
üstün olması için herhangi bir engel mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.
Meryem; Müzahim kızı Asiye, Huveylid kızı Hatice, Muhammed (s.a.v.) kızı Fatıma
ile bir arada zikredilmiştir. Allah onlardan razı olsun ve onları da razı
kılsın.
Hişam b. Urve, Ebu
Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
«(Âlemdeki) kadınların
en hayırlısı, İmran kızı Meryem'dir. (Alemdeki) kadınların en hayırlısı,
Huveylid kızı Hatice'dir.»[21]
Ahmed b. Hanbel,
Enes'den rivayet ederek Rasûlullah. (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Dünyadaki kadınlardan, dördü sana yeter: İmran kızı Meryem, Firavun'un zevcesi
Asiye, Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma.»[22]
Ebu Bekir b.
Zenceveyh, Enes'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir: «Dünyadaki kadınların en hayırlısı dörttür: İmran kızı Meryem,
Firavun'un zevcesi Asiye, Huveylid kızı Hatice, Rasûlullah Muhammed'in kızı
Fatıma.»[23]
İmam Ahmed b, Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Kadınların en
hayırlısı develere bindiler (yani en hayırlı kadınlar Arap kadınlarıdır.)
Kureyş kadınlarının en iyisi de, küçüklüğünde çocuğuna şefkat gösteren ve
kocasının hukukuna riayet edendir.» Ebu Hu-reyre dedi ki, Meryem, deveye asla
binmiş değildir.
Ahmed b. Hanbel, Ebu
Hüreyre'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söyledi:
"Kadınların hayırlıları deveye bindiler ki, onlar da Kureyş'in
kadınlarıdırlar. Kadınların en hayırlısı, küçüklüğünde çocuğuna şefkat
gösterendir. Elindeki malı azaldığında kocasına karşı merhametli olandır."
Ebu Hüreyre dedi ki:
«İmran'ın kızının (Meryem'in) deveye binmemiş olduğunu Rasûlullah elbetteki
biliyordu.»[24]
Ebu Ya'lâ el-Musilî,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) yere dört
çizgi çizdi ve: "Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
Orada bulananlar, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi. "Cennetliklerin kadınlarının en
üstünü, Huveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fatıma, İmran kızı Meryem ve
Müzahim kızı Asiye ki o da Firavun'un zevcesidir."»[25]
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Ebu Seleme'den rivayet etti ki, Hz. Aişe, Hz. Fatıma'ya şöyle sormuştu:
"(Vefatı esnasında) Rasûlullah'm üzerine atıldığında ağlamış sonra
gülmüştün, bunun sebebi neydi?"
Hz. Fatıma dedi ki:
"(Babam Rasûlullah) bu acısından vefat edeceğini bana söyleyince ağladım.
Sonra tekrar üzerine atılıp yumuldum. Bana dedi ki: "Aile efradım arasında
bana ilk kavuşacak olan sensin ve sen cennetliklerin kadınlarının hanım efen di
sis in. Ancak İmran kızı Meryem de onların hanıniefendisidir." Böyle
deyince gülmeye başladım."
Bu hadisi, Ahmed b.
Hanbel de rivayet etmiştir. Bu hadis gösteriyor ki Meryem ile Fatıma, mezkur
dört kadın içinde en faziletli olanlardır. Sonra müstakil olarak Meryem'in
istisna edilmesi, onun Fatıma'dan daha üstün olduğu ihtimalim ortaya
koymaktadır. Fakat fazilette her ikisinin de eşit olma ihtimali vardır.
Ebu'l-Kasım İbn
Asakir, İbn Abbas'dan rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Cennetliklerin
kadınlarının hanımefendileri, İmran kızı Meryem, sonra Fatıma, sonra Hatice,
sonra da Firavun'un zevcesi Asiye'dir.»[26] İbn
Mirdeveyh'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmaktadır:
«Erkeklerin çoğu, tam
ve eksiksiz olmuştur. Kadmlarmsa ancak üçü mükemmel olabilmiştir: İmran kızı
Meryem, Firavun'un zevcesi Asiye ve Huveylid kızı Hatice. Aişe'nin diğer
kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.»[27]
Ebu Davud dışındaki
diğer Kütüb-ü Sitte sahiplerinin, Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet ettikleri bir
hadis-i şerifde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Erkeklerden çoğu, tam
ve eksiksiz olmuştur. Kadınlardansa ancak Firavun'un zevcesi Asiye ile İmran'ın
kızı Meryem mükemmel olabilmişlerdir. Aişe'nin diğer kadınlara olan üstünlüğü,
tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.»[28]
Rivayetinde Buharı ile
Müslim'in ittifak ettikleri gibi bu, sahih bir hadistir. Bu hadisteki ifadeler,
âlemdeki kadınlar arasında üstünlüğü sadece Meryem ile Asiye'ye tahsis
etmektedirler. Ancak bununla kasde-dilen mana, kendi zamanlarındaki kadınlara
nisbetle olan üstünlük ve efdaliyetleridir. Çünkü bu kadınlardan her biri,
küçüklüğünde birer peygamberi besleyip büyütmüşlerdir. Asiye, Allah ile konuşma
şerefine ermiş olan Musa'yı besleyip büyütmüştür. Meryem de kendi çocuğunu yani
Allah'ın kulu ve elçisi olan İsa'yı besleyip büyütmüştür. Bu demek değildir ki,
ümmeti Muhammed içinde Hatice ve Fatıma gibi kadınlar kamil değildirler. Zira
Hatice, peygamberlik görevini almasından on-beş sene önce ve peygamberlik
görevini almasından yirmi sene sonra, hatta daha fazla bir müddetle
Rasûlullah'a hizmet etmiştir. Onun, samimi bir yardımcısı olmuştur. Canıyla ve
malıyla ona destek olmuştur. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.
Rasûlullah'ın kızı
Fatıma'ya gelince bu, diğer kardeşlerine nisbetle daha üstün ve faziletli
kılınmıştır. Çünkü o, Rasûlullah'ın vefatını görmek gibi bir musibete maruz
kalmıştır. Oysa diğer kardeşleri, Rasûlullah'ın sağlığındayken vefat
etmişlerdir.
Aişe'ye gelince o,
Rasûlullah'ın en çok sevdiği zevcesi idi. Ondan başka bakire bir kadınla
evlenmiş değildi. Ne bu ümmetde, ne de diğer ümmetlerde onun kadar bilgili ve
anlayışlı bir kadın tanınmış değildir. Ifk hadisesinde iftiracılar, onun
aleyhinde iddialarda bulunduklarında Cenâb-ı Allah, onun için gayrete gelip
gazaplanmıştı. Onun suçsuzluğunu, yedi kat gök üzerinden ilan ederek insanlara
duyurmuştu. Rasûlullah'ın vefatından sonra yaklaşık olarak elli sene kadar
daha yaşamıştı. Ondan insanlara Kur'ân-ı Kerim'i ve sünnet-i seniyyeyi tebliğ
ediyordu. Müslümanlara fetva veriyor, anlaşmazlığa düşenlerin aralarım buluyordu.
Müminlerin analarının en şereflisi idi. Hatta gelmiş geçmiş bazı âlimlerin
görüşlerine göre o, Peygamber (s.a.v.)'in kızlarının ve oğullarının anası olan
Huveylid kızı Hatice'den daha üstündü. Fakat burada üstünlüğü her ikisine eşit
olarak vermek, herhalde daha güzel olur.
Hz. Aişe'nin üstünlük
ve efdaliyetini ispatlayan, şu hadis-i şeriftir: «Aişe'nin diğer kadınlara olan
üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir.» Bu hadisteki
ifadeler, mezkur kadınlara nisbetle umumiyet ifade edebildiği gibi, mezkur
olmayan diğer kadınlara nisbetle de umumilik ifade edebilir. Doğrusunu Allah
bilir.[29]
Bizim burada anlatmak
istediğimiz, İmran kızı Meryem (a.s.)'dir.
Zira Cenâb-ı Allah
onu, zamanındaki kadınlara üstün kılıp pisliklerden ve günahlardan arındırmış
ti. Önce de söylediğimiz gibi onun üstünlüğü, bütün zamanlardaki kadınlara
nisbetle de olabilir. Bir hadis-i şerifte anlatıldığına göre o, Cennet'te Hz.
Peygamber'in zevcelerinden biri olacaktır. Onun yanı sıra Müzahim kızı Asiye de
Peygamber Efendimizin zevceleri arasına katılacaktır. İbn Kesir tefsirinde
bazı selef ulemasından naklettiğimize göre Tahrîm sûresinin beşinci ayet-i
kerimesinde geçen «Dullar ve bakireler» mevzuu üzerinde görüş beyanında bulunan
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demiştir: «Duldan kasıt Asiye'dir. Baki-re'den kasıt
da İmran kızı Meryem'dir.» Biz bu hususu, Tahrîm sûresinin tefsirini yaparken
son kısımlarda açıklamıştık. Doğrusunu Allah bilir.
Taberanî, Sa'd b.
Cenade'den rivayet ederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu söylemiştir:
«Şüphesiz Cenâb-ı
Allah, Cennet'te beni İmran kızı Meryem, Fira-vun'un zevcesi (Âsiye) ve
Musa'nın kız kardeşi ile evlendirdi.»[30]
Bu hadisi, Ebu Cafer
el-Akili Abdunnur rivayet etmiştir. Bu rivayette Abdunnur'un şöyle bir ilavesi
vardır: «Dedim ki, ya Rasûlallah, bu kadınlar sana mübarek olsunlar.»
Zübeyr b. Bikar, Ebu
Davud'dan rivayet ederek şöyle dedi: «Rasûlullah (s.a.v.) ölüm hastalığında
olan Hatice'nin yanma gitti ve Ona şöyle dedi: "Ey Hatice! Benim için
sıkıntı çektiğini görüyorum, Oysa sıkıntıları, Cenâb-ı Allah bazan çok hayırlı
durumlara çevirir. Bilmez misin ki Cenâb-ı Allah Cennet'te seninle birlikte
beni, İmran kızı Meryem, Musa'nın kız kardeşi Gülsüm ve Firavun'un zevcesi
Asiye ile de ev-lendirmiştir?!" Hatice dedi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü!
Gerçekten Allah seni bunlarla evlendirdi mi?" Evet, diye buyurdu. Hatice
de: "Çoluk çocuğun bol olsun." dedi.»
İbn Asakir, İbn
Abbas'tan rivayet ederek dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), ölüm hastalığında
bulunan Hatice'nin yanma gitti ve1 ona şöyle dedi: "Ey Hatice! (Cennet'te)
kumalarınla karşılaştığında onlara benden selam söyle." Hatice dedi ki:
"Ya Rasûlallah, benden önce evlenmiş miydin?" Rasûlullah şöyle cevap
verdi: "Hayır, yalnız Cenâb-ı Allah beni îmran kızı Meryem, Müzahim kızı
Asiye ve Musa'nın kız kardeşi Gülsüm ile evlendirmiştir."»
İbn Asakir, İbn
Ömer'in şöyle dediğini rivayet etti: «Cebrail, Rasû-lullah'a vahiy getirerek
yanında oturdu. Rasûlullah ile sohbet etmeye başladı, o esnada Hatice de
yanlarına uğradı. Cebrail, "Ya Muhammed bu kimdir?" diye sorunca
Rasûlullah :"Bu, ümmetimin sıddıkası (doğru sözlüsü) dür" dedi.
Cebrail dedi ki: "Onur ve üstünlük sahibi Rabbimden ona bir mektup
getirmişim. Rabbim ona selam söylüyor ve Cennet'te onun için; alevlerden uzak,
içinde yorgunluk ve gürültü olmayan, kamıştan yapılma bir köşk hazırlandığını
müjdeliyor." Bunun üzerine Hatice dedi ki: "Allah selamdır. Esenlik
ondandır. Allah'ın selamı, ikinizin üzerine olsun. Allah'ın rahmet ve berakatı
da Rasûlullah'm üzerine olsun. Şu kamıştan yapılma ev neyin nesidir?"
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İçi oyulmuş inciden yapılmadır. îmran
kızı Meryem'in evi ile Müzahim kızı Âsiye'nin evi arasındadır. Kıyamet gününde
onlar da benim zevcelerimden olacaklardır."»
Hz. Hatice'ye
Allah'tan selam gönderildiği ve Cennet'te; içinde gürültü ve yorgunluk olmayan
bir evin, onun için hazırlanmış olduğuna dair müjdenin gönderilmesi, sahih
hadisde mevcuttur. Ancak bu eklemelerle buraya dizilmiş olan ifadelerde
gerçekten bir gariplik vardır. Bütün bu gibi hadislerin senetlerinde ihtilaf
vardır.
îbn Asakir'in
rivayetine göre Muaviye, Mescid-i Aksa'nın yanındaki kayalık hususunda Kabü'l
Ahbar'a sormuş, o da şöyle cevap vermiş: "O kaya, bir hurma ağacının
üzerinde olacaktır. Hurma ağacı da, Cennet'teki ırmaklardan birinde olacaktır.
Hurma ağacının altında İmran kızı Meryem'le Müzahim kızı Asiye duracaklardır.
Bunlar, kıyamet ko-puncaya kadar cennetlikler için gerdanlık
dizeceklerdir,"
Ben derim ki:
Kâbü'l-Ahbar'm bu sözleri, israiliyattan alınmadır. Bu gibi sözler, onların
bazı zındıklarının, ya da cahillerinin uydurmalarıdır. Doğrusunu Allah bilir. [31]
Cenâb-ı Allah buyurdu
İd:
"Kitap'ta
Meryem'i de an. Bir zaman'o ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere
çekilmişti. Onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu
(Cebrail'i) ona gönderdik. (O), ona düzgün bir insan şeklinde göründü.
(Meryem) dedi ki: "Ben senden, çok esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer
(Allah'tan) korkuyorsan (bana dokunma)." (Ruh, yani Cebrail):
"Ben", dedi, "sadece Rabbimin elçisiyim: Sana tertemiz bir erkek
çocuğu hediye edeyim diye (geldim)." "Benim nasıl oğlum olur, dedi,
bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de' değilim." (Ruh):
"Öyledir." dedi, Rabbin: "O bana kolaydır. Onu insanlara,
(kudretimizi gösteren) bir işaret ve bizden bir rahmet kılmak için (J)unu
yapacağız), dedi" ve iş olup bitti.
(Meryem), ona gebe
kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu, bir hurma dalı (nm
altı) na getirdi: "Keşke" dedi, "Bundan önce ölseydim, unutulup
gitseydim!"
Altından (İsa veya
Cebrail) ona şöyle seslendi: "Üzülme, Rabbin, altın (daki çocuğ)u, büyük
bir lider yaptı." Hurma dalını sana doğru silkele, üzerine, olmuş taze
hurma dökülsün." Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini
görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruç(u) adadım, bu gün hiçbir insanla
konuşmayacağım, de." (Meryem) onu taşıyarak kavmine getirdi: "Ey
Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi, baban kötü
bir adam değildi. Annen de fahişe değildi (sen ne yaptın böyle?)" (Meryem,
konuşmaları için) onu gösterdi. Dediler ki: "Beşikteki çocukla nasıl
konuşuruz?"
(Çocuk): "Ben
Allah'ın kuluyum, dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni
bulunduğum her yerde insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz
kılmayı, zekat vermeyi emretti. (Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni baş
kaldıran bir zorba yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak
kaldırılacağım günde (Allah'tan) bana esenlik verilmiştir."
İşte Meryem oğlu Isa.
Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey "gerçek söz" olarak budur.
Çocuk edinmek, Allah'a
yakışmaz. O, böyle şeylerden münezzehtir. Bir işi yapmak istedimi ona sadece
"ol" der, (o da) olur. "Şüphesiz, Allah benim de Rabbim, sizin
de Rabbinizdir. Ona-kulluk edin. İşte doğru yol budur."
Kendi aralarından
hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları, muhtelif partiler, bölükler),
ayrılığa düştüler (kimi: İsa Allah'ın oğludur, kimi Allah ile beraber bir
tanrıdır, kimi Allah'ı meydana getiren üç esastan biridir diyerek ihtilaf
ettiler). Artık büyük bir günü görmekten ötürü kafirlerin vay haline!» (Meryem,
16-37.)
Cenâb-ı Allah, bu
kıssayı Zekeriyya peygamberin kıssasından sonra anlatmıştır. Zekeriyya'nın
kıssası, bu kıssa için bir nevi mukaddime ve giriş niteliğini taşımaktadır.
Nitekim Âl-i İmrân sûresinde de bundan bahsetmiştir. İkisini aynı cümlelerle
bir araya getirmiştir. Enbiyâ sûresinde de buna değinerek şöyle buyurmuştur:
«Zekeriyya'ya da
(lütfettik). Rabbine: "Rabbim, beni tek bırakma (bana bir çocuk ver , ama
vermesen de gam yemem, çünkü) sen, varislerin en iyisisin (her şeyim sana
kalacaktır)." diye dua etmişti. Onun duasını da kabul ettik. Ona Yahya'yı
armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik. (Çocuk doğurmaya elverişli
bir hale getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar. Umarak ve korkarak
bize dua ederlerdi. Ve bize derin saygı gösterirlerdi; O ırzını korumuş olana,
(Meryem'e) de (lütfettik), ona kendi ruhumuzdan üfledik (de ona erkek
dokunmadan bir çocuk verdik). Onu ve oğlunu âlemlere (gücümüzü gösteren) bir
işaret yaptık.» (el-Enbiyâ, 89-91.)
Önce de anlattığımız
gibi Meryem'i, anası, Mescid-i Aksa'ya hizmet için adamıştı. Onun
bakımım,bacısının ya da teyzesinin kocası ve o zamanın peygamberi Zekeriyya
(a.s.) üstlenmişti. Onun için, mescid dahilinde, kendisinden başkasının
girmeyeceği özel bir ibadet yeri yaptırmıştı. Meryem, buluğa erince ibadetini
daha da arttırdı. O zaman ibadet hususunda kendisinin emsali bir kadın mevcut
değildi. Kendisinde öyle haller görülmüştü ki Zekeriyya peygamber dahi ona
imrenmişti. Kendisine şerefli, temiz, kıymetli, zeki ve mucizelerle te'yid
edilmiş bir evlat bahşedileceğini ve Allah tarafından üstün kılındığını
melekler müjdelemişlerdi. Babasız bir çocuğun doğmasını hayretle karşılamıştı.
Çünkü kendisinin kocası yoktu. Kendisiyle evlenecek bir kimse de o zamanda
mevcut değildi. Melekler, Allah'ın her şeyi yapmaya muktedir olduğunu ona
bildirdiler. Cenâb-ı Allah'ın bir şeyin olmasını dilemesi halinde ona
"ol" dediğim ve bu emir üzerine de o şeyin hemen oluverdiğini söylediler.
Meleklerin böyle demesi üzerine o Cenâb-ı Allah'a teslim oldu. O'nun emri
karşısında boyun eğip itaat etti. Bunda, kendisi için bü-' yük bir imtihanın
mevcut olduğunu anladı. Çünkü babasız bir çocuk doğuracağı zaman, insanların
kendisi hakkında ileri geri sözler sarfede-ceklerini önceden biliyordu. Ama
insanlar, işin iç yüzünü bilmiyorlardı. Onlar, sadece işin zahirine bakarak
karar veriyorlardı. İşin asıl mahiyeti üzerinde akıl yorup düşünmüyorlardı.
Meryem, ancak hayız
kanaması gördüğü zaman,ya da su getirmek veya gıda maddelerim elde etmek gibi
zaruri ihtiyaçları için mescid dışına çıkardı. Yine günlerden bir gün bazı
ihtiyaçlarım görmek için mescid dışına çıkıp, doğu tarafında yalnız başına
dolaşmaktayken Cenâb-ı Allah ona Rûhü'l Emîn'i yani Cebrail aleyhisselamı
gönderdi. Cebrail, ona tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem onu görünce
şöyle de-di:«Ben, senden, çok esirgeyici (Allah'a) sığınırım. Eğer (Allah'tan)
korkuyorsan (bana dokunma).» Bu ayet-i kerîmede geçen (Takîyy) kelimesi, Allah'tan
korkan ve onun yasaklarına riayet eden kimse manasına gelmektedir. Bu da; o
zamanda İsrailoğullan arasında fasıklık ve kötü-lüğüyle meşhur Takîyy isminde
bir adam bulunduğunu söyleyenlerin iddialarını çürütmektedir. Bu, delilsiz ve
aynı zamanda çok zayıf bir sözdür.
Cebrail ona: «Ben,
sadece, senin Rabbinin elçisiyim.» dedi. Yani ben bir insan değilim. Cenâb-ı
Allah, "Sana tertemiz bir erkek çocuğu hediye edeyim, diye beni
gönderdi."
«(Meryem) benim nasıl
oğlum olur? Bana bir insan dokunmadı ve ben bir kahpe de değilim.» dedi. Yani
ben evli bir kadın değilim ve fuhuş yapan kadınlardan da değilim.
Cebrail:
"Öyledir." dedi. "Rabbin: "O bana kolaydır." dedi.
Onun bekar bir kadın olarak çocuk doğurmayı hayretle karşılaması nedeniyle
melek onu teselli edici cevap verdi. Bu işin Allah'a göre çok kolay olduğunu
ve Cenâb-ı Allah'ın, dilediği her şeyi yapmaya muktedir olduğunu bildirdi. «Onu
insanlara (kudretimizi gösteren) bir işaret yapmak için...» Yani onun
yaratılışını, babasız olarak dünyaya getirilişini, insanlara karşı kudretimizi
gösteren bir alamet kılacağız. Cenâb-ı Allah, Adem peygamberi anasız ve
babasız olarak dünyaya getirdi. Havva'yı da bir erkekten, yani Adem'den
dişisiz olarak meydana getirdi. İsa'yı da kocasız olarak bir kadından meydana getirdi.
Diğer mahlukatı ise erkek ve dişi çiftlerden yaratıp meydana getirdi.
«Ve bizden bir rahmet
kılmak için...» Yani İsa vasıtasıyla biz kullarımıza rahmet edeceğiz. Çünkü
İsa, onları küçüklüğünde ve büyüklüğünde, çocukluğunda ve ihtiyarlığında Allah'a
kulluğa davet edecektir. Ortağı olmayan tek Allah'a kulluk etmeye onları
çağıracaktır. Allah'a eş, ortak, emsal ve çocuk ile eş isnad etmekten uzak
durmaları için onlara uyarıda bulunacaktır.
«Ve iş olup bitti.» Bu
sözün, Cebrail'in sözü olması ihtimal dahilindedir. Yani İsa'mn babasız olarak
dünyaya getirilmesi işi kesin karara bağlanarak tamamlandı.
Muhammed b. îshak, bu
anlamda ifadeler kullanmıştır. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. Fakat
ondan başkası böyle bir şey nakletmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir.
«Ve bu iş olup bitti.»
sözü, Cebrail'in Meryem'e ruh üflemesinin üstü kapalı bir ifadesi de olabilir.
Nitekim Cenâb-ı Allah
buyurdu ki:
«(Yine Allah,
inananlara) îmran'm kızı Meryem'i de (misal verdi). O ki ırzını korudu, biz de
on(un rahmin)e ruhumuzdan üfledik.» {et-oTaiırîm, 12.)
Selef ulemasından
bazılarının anlattıklarına göre Cebrail, Meryem'in gömleğinin yakasından
içeriye doğru üflemiştir. Bu üflemesi de onun tenasül organına sirayet edip
akabinde hamile kalmıştır. Tıpkı kadının kendi kocasıyla cinsel ilişkide
bulunmasının ardı sıra hamile kalması gibi hamile kalmıştır. Bazılarının
dediklerine göre Cebrail, onun ağzına üflemiştir. Ya da onunla konuşmakta olan
ruh (Cebrail) ağzından içeri girmiştir. Ancak bu söz, Kur'ân-ı Kerîm'de bu
kıssanın anlatılması esnasında kullanılan ifadelere aykırı düşmektedir. Zira
Kurân-ı Kerîm'de anlatıldığına göre Cebrail, Meryem ile konuşmak üzere yanına
gönderilmiş ve onun vücuduna ruhu üflemiştir. Onun cinsel organıyla
karşılaşmış değildir. Bilakis onun yakasından içeriye doğru üflemiştir ve bu
üflemesi de onun cinsel organına sirayet ederek hamile kalmasına yol açmıştır.
Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki: «Ona ruhumuzdan üfledik.» Bu ayet-i
kerimenin delâlet ettiği gibi Cebrail'in üflemesi, onun ağzına değil de
vücuduna olmuştur. Nitekim Süddî de bazı sahabelerden böyle nakilde
bulunmuştur.
«(Meryem,) ona
(İsa'ya) gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi.»
Meryem, İsa'ya hamile
kalınca çok sıkıntı çekmeye başladı. Onu doğurduğunda, insanların birçoklarının
kendisi aleyhinde ileri geri konuşacaklarını anlamıştı. Aralarında Vehb b.
Münebbih'in de bulunduğu seleften bazılarının anlattıklarına göre, Meryem'de
hamilelik eseri görüldüğünde bunu ilk anlayan, İsrailoğuUarmın abidlerinden
Yusuf b. Yakub en-Neccar adındaki bir adam olmuştur. Bu kişi, Meryem'in dayısı
oğluydu. Meryem'in dindar, nezih ve abide bir kadın olduğunu bildiği için
ondaki bu hamileliği fazlasıyla tuhaf bulmuştu. Kocası olmadığı halde yine de
hamile kaldığını görmesi, onu çok şaşırtmıştı.
Günün birinde
Meryem'le konuşurken bu konuyu ona açmıştı. Ve: "Ey Meryem, tohumsuz ekin
olur mu?" diye sormuştu. Meryem de şöyle cevap vermişti: "Evet, olur.
İlk ekini kim yarattı?" Adam sonra şöyle bir soru sormuştu: "Erkeksiz
çocuk doğar mı?" Meryem şöyle cevap vermişti: "Evet doğar. Çünkü
Cenâb-ı Allah, Adem'i erkeksiz ve dişisiz yaratmıştır." En sonunda adam,
"Sen bana başından geçenleri anlat, ey Meryem!" demişti. Meryem de
şu karşılığı vermişti: «Allah kendisinden bir kelime ile (beni müjdeledi). Adı
Meryem oğlu İsa Mesihtir. Dünyada da ahirette de yüzde (şerefli) ve (Allah'a)
yakın olanlardandır. Beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak ve iyilerden
olacaktır.» (Âl-i îmrân, 45-46.)
Bir rivayete göre
Meryem'le bu konuşmayı yapan Zekeriyya peygamber olmuştur. Meryem de ona
yukarıdaki cevapları vermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Süddî'nin sahabelerden
naklettiğine göre günün birinde Meryem, bacısının yanına gitmiş; bacısı ona
şöyle demiş: "Duydun mu, ben hamileyim?" Meryem de ona şöyle demiş:
"Ben de hamileyim, bunu duymuş muydun?" Böyle deyince bacısıyla
kucaklaşmış ve Yahya'nın anası olan bacısı, kendisine şöyle demiş:
"Karmmdaki yavrunun, senin karnındaki yavruna secde etmekte olduğunu
görüyorum!" İşte, "Allah'dan bir kelimeyi doğrulayıcı," ayet-i
kerimesinin manası budur. Burada sözü edilen secde, saygı ve ihtiram
secdesidir. Selamlaşma anında yapılan temenna eğilişi gibidir. Nitekim bu,
bizden önceki milletlerin şeriatlarında caizdi. Ayrıca Cenâb-ı Allah da
meleklere, Adem'e bu manada secde etmelerini emretmişti.
Ebu'l-Kasım, Malik'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan habere göre Meryem oğlu İsa ile
Zekeriyya oğlu Yahya teyze çocuklarıy-mışlar. ikisi de aynı zamanda ana rahmine
düşmüşler. Yahya'nın anası, Meryem'e şöyle demiş: "Karmmdaki yavrunun,
senin karnındaki yavruna secde etmekte olduğunu görüyorum."
Malik der ki: Bence bu
İsa (a.s.)'m daha üstün olduğunun bir işaretidir. Çünkü Cenâb-ı Allah ona öyle
bir kuvvet vermişti ki; ölüleri diriltiyor, körleri ve alacalıları da
iyileştiriyordu.
Bunu, İbn Ebî Hatim
rivayet etmiştir.Mücahid'in şöyle dediği rivayet edilir: Meryem dedi ki:
"İnsanlardan uzak ve yalnız başıma kaldığımda, karnımdaki çocuğum benimle
konuşurdu. Halk arasına katıldığımda o, kai'nımda teşbih ederdi."
Kuvvetli rivayetlere
göre Meryem, onu karnında normal hamile kadınlar gibi dokuz ay müddetle
taşımıştır. Zamanı gelince de doğurmuştur. Şayet bunun aksine bir duıoım
vukubuhnuş olsaydı, bu mutlaka anlatılırdı.
İbn Abbas ile
îkrime'den rivayet edildiğine göre Meryem, İsa'yı karnında sekiz ay müddetle
taşımıştır. îbn Abbas'dan gelen diğer bir rivayete göre ise Meryem, ona hamile
kalır kalmaz hemen doğurmuştur. Bazıları ise onu karnında dokuz saat müddetle
taşıdığını söylemişlerdir. Bu iddialarına da şu ayet-i kerimeyi delil
göstermişlerdir: "(Meryem), ona gebe kaldı. Onunla uzak bir yere çekildi.
Doğum sancısı onu bir hurma dalı(nm altı)na getirdi."
Doğrusu şu İd herşey,
kendine özgü durumlara göre aşama kaydeder. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Sonra nutfeyi alaka
(embriyo) ya çevirdik. Alaka (embriyo)yı, bir çiğnemlik ete çevirdik. Bir
çiğnemlik eti, kemiklere çevirdik. Kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka
bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!» (d-Müminûn, u.)
Bilindiği gibi insanın, bu ayet-i kerimede bahsedilen yaratılış aşamaları
arasında kırkar günlük süre vardır. Nitekim bu husus, sıhhatinde ittifak edilen
sahih bir hadisle de böylece bildirilmektedir.
Muhanımed b. İshak
dedi ki: İsrailoğulları arasında Meryem'in hamile kaldığı yayıldı. Zekeriyya
ailesinin başına gelen, hiç bir ailenin başına gelmiş değildi! Bazı zındıklar
Meryem'in, mescidde ibadet etmekte olan Yusuf la ilişkisi olduğuna dair
ithamlarda bulundular. Bunun üzerine Meryem, onlardan ayrılıp uzak bir mekana
çekildi. «Doğum sancısı onu, bir hurma dalı(nın altı)na getirdi.» Meryem'in
uzaklaşıp altına geldiği hurma ağacı, Beytü'1-lahm denilen yerdir. Ondan
sonraki zamanlarda bazı Rum hükümdai'lan orada muazzam binalar inşa
ettirmişlerdir. Hurma ağacının altına gelen Meryem: "Keşke, bundan önce
Ölseydim, unutulup gitseydim!" dedi.
Bu sözlerde, insanın
fitne ve imtihan zamanında kendi ölümünü istemesinin caiz olduğuna delil
vardır. Çünkü Meryem, insanların kendisini itham altında tuttuklarını ve sözlerini
doğrulamadıklarını, hatta İsa'yı doğurup onlara götürdüğünde, söylediği sözleri
yalanladıklarını biliyordu. Onun bu çocuğu babasız doğurabileceğine ihtimal
vermiyorlardı. Çünkü onlar, onu Mescid-i Aksa'ya kapanan abide bir kadın olarak
tanımışlardı. Peygamber ailesinden olup dindar bir kadındı.
Kendisini itham
altında bulundurduklarından dolayı kederlenmiş ve bu o]ayla karşılaşmadan önce
ölmesini temenni etmişti. "Keşke hiç yaratılmasaydım da unutulup
gitseydim" demişti.
Bu ayet-i kerimeyi
şeklinde okuyanlar da vardır. Birinci okuyuşa göre ayetin manası: Ağacın
altındaki ona seslendi." şeklinde olur. İkinci okuyuşa göre ise:
"Ağacın altından ona seslendi." şeklinde olur. Seslenenin kim
olduğuna gelince, bazılarına göre bu, Cebrail'dir. Avfî ile îbn Abbas bu
görüştedirler. Bunlara göre İsa, ancak kavminin huzurunda konuşmuştur. Said b.
Cübej'r ile Amr b. Meymun, Dahhak, Süddî ve Katade böyle demişlerdir. Mücahid,
Hasen, İbn Zeyd, Said b. Cübeyr ise; Ağacın altından Meryem'e seslenenin İsa
olduğunu söylemişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir.
«Üzülme, Rabbin
altındaki çocuğu bir lider yaptı.» Bazılarına göre ise bu ayet-i kerîmede geçen
ı t- ) kelimesi, nehir manasınadır. Cum-hur-u ulema da bu görüşe kail
olmuşlardır. Bu hususta Taberanî'nin rivayet ettiği bir hadis varsa da
zayıftır. İbn Cerir bunu benimsemiştir. Hasen, Rebi' b. Enes, îbn Eşlem ve
diğerlerinin görüşlerine göre ise bu lider, Meryem'in oğludur. Sahih olan,
birinci görüştür. Çünkü Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: «Hurma dalını sana doğru
silkele, üzerine, olmuş taze hurma dökülsün.» Bu ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah
yiyecek ve içecekten bahsetmiş; bu nedenle şöyle buyruk vermiştir: «Ye, iç, gözün
aydın olsun!»
Denildi İd: Meryem'in
altında bulunduğu hurma ağacı kurumuştu. Bazılarına göre ise meyveli bir hurma
ağacı idi. Doğrusunu Allah bilir. Fakat ihtimaldir ki Meryem'in altında
bulunduğu ağaç, bir hurma ağacıydı, ama o esnada üzerinde meyvesi yoktu. Çünkü
İsa'nın doğumu, kış mevsimine rastlamıştı. O zamanda ağaçların meyve vereceği
bir zaman değildi. Bu da, Cenâb-ı Allah'ın nimetini bildirme kabilinden
söylemiş olduğu şu sözünden anlaşılmaktadır: «Üzerine olmuş taze hurma dökülsün.»
Bir hadis-i
şeriflerinde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
«Halanız olan hurma
ağacının kıymetini bilin. Çünkü o (ağaç), Adem (a.s.)'in yaratıldığı çamurdan
yaratılmıştır. Ondan başka, diğerlerini aşılayan bir ağaç yoktur.»
Başka bir hadiste de
şöyle buyurulmaktadır:
«Doğuran kadınlarınıza
taze hurma yedirin. Taze hurma yoksa kurutulmuşunu yedirin. Çünkü Allah
katında, İmran kızı Meryem'in altında oturduğu (hurma) ağaç(ı) kadar kıymetli
bir ağaç yoktur.»[32]
Bu hadisin münker
olduğu söylenmektedir.
Ağacın altından
Meı-yem'e şöyle seslenilmiştir:
«Ye, iç, gözün aydın
olsun! Eğer insanlardan birini görürsen: "Ben Rahman için (susma) oruç(u)
adadım. Bu gün hiçbir insanla konuşmayacağım, de.» Yani insanlardan birini
görürsen ona lisan-ı hal ya da işaret ile de ki: «Ben Rahman için susma orucu
adadım.» Zira Meryem'in mensup olduğu dinin kurallarına göre oruç tutan kişinin
hem yeme ve içmeyi, îısm de konuşmayı terketmesi gerekiyordu. «Bu gün kimseyle
konuşmayacağım.» sözü de buna delâlet etmektedir. Bizim dinimize göre ise
oruçlu kimsenin gündüzleyin susup konuşmaması mekruhtur.
«(Meryem) onu taşıyarak
kavmine getirdi. "Ey Meryem, dediler, sen tuhaf bir iş yaptın. Ey Harun'un
kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi. Annen de fahişe değildi (sen ne
yaptın böyle)?"» (Meryem, 27-28.)
Ehl-i Kitap
kaynaklarından nakiller yapan selef ulemasından bir çoğunun anlattıklarına göre
kavmi, Meryem'i bulamayınca aramaya başladılar. Onun mahallesine gittiler.
Onunla karşılaştıklarında kucağında bir çocuk bulunduğunu gördüler. Ve ona:
«Ey Meryem, doğrusu sen çok kötü birşey yaptın.» dediler. Ona böyle demiş olmalannda
ihtilaf vardır. Çünkü bu, başı ile sonu çelişen bir sözdür. Kur'ân ayetlerinin
ifadesine göre Meryem, onu kendisi taşıyarak kavmine getirmiştir. Yoksa kavmi
gidip de onu çocuğuyla kendi mahallinde bulmuş değildirler. İbn Abbas'm
dediğine göre bu olay, Meryem'in lohusalıktan temizlenmesinden sonra, yani
doğumundan kırk gün sonra olmuştur. Onu çocuğuyla gördüklerinde: «Ey Meryem,
doğrusu sen çok kötü bir iş yaptın!» dediler. Sonra: Ey Harun'un kız kardeşi!
Baban kötü bir adam değildi... dediler.
Rivayete göre Meryem'i
kendi zamanlarındaki bir abid adama benzetmişlerdi. Adı Harun olan bu adam
ibadette Meryem'in fevkinde idi. Said b. Cübeyr böyle demiştir. Ayet-i
kerîmedeki Harun ile, Musa peygamberin kardeşi Harun'un kastedilmiş olduğunu
söyleyenler de vardır. İbadet hususunda Meryem'i ona benzetmişlerdi.
Meryem'in, neseb-ce de, Musa ile Harun'un kız kardeşi olduğunu söyleyen
Muhammed b. KaT^ el-Kurazî hata etmiştir. Çünkü Meryem ile Musa ve Harun arasında
çok uzun asırlar vardır ki, bu herkesçe bilinen bir husustur. Azıcık bilgisi
olan kimseler bunu bilirler. Tevrat'ta ismi geçen Musa ile Harun'un kız
kardeşleri Meryem, Cenâb-ı Allah'ın Musa ile kavmini kurtarıp Firavun ile
adamlarını denizde boğduğu gün def çalarak şenlik yapmıştır. Bu ifadeler, belki
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'yi yanıltmıştır. Tevrat'ta sözü edilen Musa ile
Harun'un kız kardeşleri Meryem'in, İsa'nın anası Meryem olduğunu zannetmiştir
ki bu da son derece yanlıştır. Sahih hadise aykırıdır. Kur'ân nassı da bunu
çürütmektedir. Nitekim biz bu hususu, İbn Kesîr tefsirinde uzun uzadıya
anlatmışızdır. Övgü ve minnet Allah'adır.
Sahih hadiste
anlatıldığına göre Meryem'in, Harun adındaki bir erkek kardeşi varmış. Fakat
İsa'yı doğurma kıssasında ve Meryem'in anası tarafından Mescid-i Aksa'ya
vakfedilme kıssasında Meryem'in erkek kardeşi olmadığını bildiren ifadeler
mevcuttur. Doğrusunu Allah bilir. İmam Ahmed b. Hanbel, Muğîre b. Şu'be'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) beni Necran'a gönderdi.
Oradaki halk bana: Meryem hakkında, "Ey Harun'un kız kardeşi!" diyen
ayet-i kerimeyi okuyorsunuz. Bu hususta senin görüşün nedir? Halbuki Musa ile
İsa arasında şu kadar uzun zaman geçmiştir!
Ben onların bu
soruları karşısında cevap veremediğim için gidip Rasûlullah'a durumu anlattım.
Bana şöyle dedi: «Necranlılara desey-din ki onlar, kendilerinden önceki
peygamberlerin ve salihlerin adlarıyla adlandırılmaktadırlar.»
Müslim, Neseî ve
Tirmizî'nin de böyle bir rivayetleri vardır. Tirmizî, bunun sahih ve garip bir
hadis olduğunu söylemiştir.
Katade ve diğerlerinin
anlattıklarına göre onlar, Harun adını çok kullanmaktaymışlar. Öyleki onların
bazı cenazelerinde hazır bulunan birçok insanlar arasında, Harun adını
alanların 40.000 civarında olduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
Kavmi, Meryem'e:
"Ey Harun'un kız kardeşi!..." dediler. Hadisin de delâlet ettiği gibi
Meryem'in Harun adında, dindarlık, salah ve iyiliğiyle şöhret bulmuş aynı
nesebten bir kardeşi vardı. Bu nedenle kavmi, Meryem'e şöyle dediler:
"Baban kötü bir adam değildi. Anan da fahişe değildi." Yani bu
karakter ve seciyeye sahip olan bu aileden biri sayılamazsın! Ne kardeşin, ne
anan, ne de baban böylesine kötü değillerdi?
Böyle diyerek
Meryem'i, büyük bir ahlaksızlık ve fuhuşla itham ettiler. İbn Cerir'in
Tarih'inde anlattığına göre onlar, Meryem'in Zekeriy-ya ile ilişkisi olduğunu
iddia ettiler ve Zekeriyya'yı Öldürmek istediler. Zekeriyya da onlardan kaçıp
gitti. Peşine düştüler. Kaçmakta iken bir ağaç yarılarak Zekeriyya onun içine
girdi. Ağaç da kapanıverdi. Fakat dışarıda kalan eteğinin ucunu iblis
yakalayıyerdi. Böylece onun, o ağacın içine girmiş olduğunu kavmine gösterdi.
Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi kavmi, testere getirerek, Zekeriyya'mn
içinde bulunduğu ağacı baştan aşağıya yardılar. Bazı münafiklarsa, Meryem'in,
dayısı oğlu Yusuf b. Yakub en-Neccar ile ilişkisi olduğunu iddia ettiler.[33]
Durum zorlaşmca, çare
kalmayınca, söyleyecek söz bulunmayınca; onur ve üstünlük sahibi Cenâb-ı
Allah'a tevekkül etmek, yegane çare oldu, O'na dayanıp bel bağlamaktan başka
çıkar yol kalmadı. «Bunun üzerine (Meryem) ona (İsa'ya) işaret etti.» Yani
kavmine: «İsa ile konuşun, cevabınızı o verecektir. İstediğiniz hususları o
anlatacak ve açıklayacaktır» dedi. Böyle deyince, onlardan zorba ve bahtsız
olan kimseler: «Beşikteki bir çocuk ile nasıl konuşuruz?» dediler. Yani cevap
vermesi için bizi, aklı ermeyen küçücük bir çocuğa nasıl havale edersin?
Halbuki o, beşiğinde süt emmekte olup, kaymakla köpüğü birbirinden ayırdedemiyecek
derecede küçüktür. Böyle yapmakla sen bizi alaya almakta, bizi tahkir etmekte
ve bizi küçümsemektesin. Çünkü sen, bize cevap vermiyor; bilakis bizi şu
beşikteki küçücük çocuğa havale ediyorsun? İşte tam bu esnada İsa, onlara şu
karşılığı verdi:
«Ben Allah'ın kuluyum,
dedi, (O) bana kitap verdi. Beni peygamber yaptı. Beni bulunduğum her yerde
insanlara yararlı kıldı. Sağ olduğum sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi
emretti .(Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni baş kaldıran bir zorba
yapmadı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde
(Allah'tan) bana esenlik verilmiştir.» (Meryem, 30-33.)
Meryem oğlu İsa'nın
ağzından çıkan ilk sözler, işte bunlardı. Söze başlarken: «Ben Allah'ın
kuluyum.» demişti. Rabbine kul olduğunu itiraf etmiş idi. Rabbinin Allah
olduğunu söyleyerek, onun yüce zatını, zalimlerin umumij'etle kendisinin
Allah'ın oğlu olduğunu söylemelerinden tenzih etmişti. Bilakis kendisinin
Allah'ın kulu, elçisi ve cariyesinin oğlu olduğunu ifade etmiş, sonra da
anasını, cahillerin kendisine isnad ettiği kötülük ve fuhuştan ibra etmişti.
Kendisi sebebi ile anasına isnad ettikleri fahişelikle anasının uzaktan
yakından ilgisi olmadığını söylemişti. «(Rabbim) bana kita"p verdi ve
beni peygamber kıldı.» Cenâb-ı Allah, peygamberliği, kendilerinin zannettikleri
kimselere vermez. Allah onlara lanet etsin ve onları rezil rüsvay kılsın.
Nitekim Cenâb-ı Allah buyurdu ki:
«Küfürlerinden ve
Meryem'e büyük bir iftira atmalarından.» (en-Nisâ).O zamandaki Yahudilerden bir
grup şöyle demişlerdi: «Meryem, hayız zamanında yaptığı bir zinadan ötürü
İsa'ya gebe kaldı.» Allah onlara lanet etsin. Rabbi Meryem'i bu iftiradan ibra
etti ve onun doğru sözlü bir kadın olduğunu bildirdi. Oğlunu da kitap sahibi
bir peygamber kıldı. Öyle bir peygamber ki, Ulul-azm denilen beş büyük peygamberden
biri oldu. Bu sebeble de dedi ki: «Beni bulunduğum her yerde insanlara yararlı
kıldı.» Zira İsa peygamber, insanlar! ortaksız ve tek olan Allah'a kulluğa
davet ediyor; Rabbini noksanlıklardan ve ayıplardan tenzih ediyordu. O'nun, eş
ve çocuk sahibi olmadığını ilan ediyordu. O'nun yüce ve mukaddes bir zat
olduğunu açıklıyordu. Bulunduğu her yerde bunu haykırıyordu. «Sağ olduğum
müddetçe bana namaz kılmayı, zekat vermeyi emretti.» Yüce, güçlü ve övgüye
layık olan zatın hakkını verme hususunda kulun görevi, namaz kılmak ve muhtaç
olan kullara zekat vererek iyilikte bulunmaktır. Namaz kılmak, nefisleri kötü
huylardan arındırmayı, büyük servetleri de muhtaçlara bağışlar yaparak temizlemeyi
kapsamaktadır. Misafir ağırlamayı, zevcelere nafakalarını vermeyi, köle ve
cariyelerle akrabaya masraflarını vermeyi içermektedir. Aynı zamanda diğer taat
ve kurbet çeşitlerini de ihtiva etmektedir.
Sonra İsa şöyle
diyerek sözlerini sürdürdü: «(Beni), anneme iyilik eder (kıldı), beni
başkaldıran bir zorba yapmadı.»
Babası olmadığı,
sadece anası olduğu için analık ve babalık hakları yalnızca Meryem'de
toplanmıştır Bu sebeble Cenâb-ı Allah, îsa'yı anasına iyilik eden bir kul
eyledi. Yaratıkları yaratan, kötülüklerden arındıran ve her nefse de hidayet
yolunu veren Allah, noksanlıklardan münezzehtir.
«Beni baş kaldıran bir
zorba da yapmadı.» Yani ben kaba ve katı bir insan değilim. Allah'ın emir ve
taatine aykırı ne bir söz, ne de bir davranış benden çıkmaz.
«Doğduğum günde,
öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım
günde (Allah'tan) bana
esenlik verilmiştir.»
Doğum, ölüm ve yeniden
dirilme günlerine dair gerekli açıklamalar, Zekeriyya oğlu Yahya (a.s.)'nm
kıssasında verilmişti.
Cenâb-ı Allah, İsa'nın
kıssasını açık seçik bir şekilde izah edip beyan buyurduktan sonra şöyle
demiştir:
«İşte Meryem oğlu İsa.
Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey, "gerçek söz" olarak budur. Çocuk
edinmek, Allah'a yakışmaz O, (böyle şeylerden) yücedir. Bir işi yapmak istedi
mi ona sadece «ol» der, (o da) olur.»
(Meiyem, 34-35.)
Nitekim Cenâb-ı Allah,
İsa'nın kıssasını ve başından geçenleri Al-i İmrân sûresinde anlattıktan sonra
şöyle buyurmaktadır:
«İşte bu sana
okuduğumuz (olaylar), ayetlerden ve hikmetli zikir (Kur'an) dandır. Allah
yanında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra
ona «ol» dedi, artık olur.. (Bu), Rabbin-den gelen gerçektir. Öyle ise
kuşkulananlardan olma. Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya
kalkarsa, de ki: «Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua
edelim de, yalancıların üstüne Allah'ın lanetini dileyelim!»
«işte (İsa hakkındaki)
gerçek kıssa (öykü) budur. Allah'tan başka tanrı yoktur. Allah, elbette Azız
(mutlak galip) ve hikmet sahibidir. Eğer dönerlerse, muhakkak ki Allah,
bozguncuları bilir.» (Âl-i imrân, 62-63.) Necran heyeti, altmış süvari olarak
Peygamber Efendimiz'in yanma geldiler. Bu altmış kişinin idaresini ondört kişi
üstlenmişti. Ancak her hususta karar sahibi üç kişi idi ki, bunlar onların
eşrafı ve efendileri idi. Bunlar: Akib, Seyyid ve Alkarna oğlu Ebu Harise idi.
Mesih (İsa) peygamberin durumu üzerinde tartışıyorlardı. Bununla ilgili
açıklamaları Cenâb-ı Allah Âl-i İmrân sûresinin baş taraflarında inzal
buyurmuştur. Isa peygamberin durumunu, yaratılışının evveliyatını ve
kendisinden önce de anasının yaratılışını beyan buyurmuştur. Necranlı hey'etin
kendi davetine icabet etmemeleri halinde Rasûlüne, onlarla lanetleşmeşini
emretmişti. Necranlıl.ar onun iki gözünü ve iki kulaklarını görünce
tartışmaktan vazgeçmiş, lanetleşmeye yanaşmamışlardı. Barış ve sulhe
meyletmişlerdi. Sözcüleri olan Akib Abdul Mesih şöyle demişti: Ey Hristiyanlar
topluluğu! Muhammed'in kitap sahibi bir peygamber olduğunu elbetteki bilmiş
siniz dir. Peygamberiniz îsa hakkında size ayrıntılı bilgi getirmiştir ve yine
şunu kesinlikle bilmektesiniz ki hiçbir peygamber, bir kavimle lanetleşsin de
sonra o kavmin büyükleri hayatta kalsın, küçükleri de yetişip büyüsün; bu
mümkün değildir. Peygamberle lanetleşen bir kavmin kökü kazılır. Eğer onunla
lanetleşmekten vazgeçer ve tartışmaya girmezseniz, dininizde kalabilir ve bu
yaşantınızı sürdürebilirsiniz. Gelin, bu adamla (Rasûlullah ile) musalaha yapın
ve memleketinize geri dönün...
Rasûlullah (s.a.v.)
Efendimiz'e gelerek ondan, kendilerine cizye tarhetmesini ve kendileriyle
birlikte güvenilir bir insanı göndermesini talep ettiler, Rasûlullah da Ebu
Ubeyde b. Cerrah'ı onlarla gönderdi. Biz bu hususu ayrıntılı olarak Âl-i İmrân
sûresinin tefsirinde açıklamışızdır.
Cenâb~ı Allah, İsa
peygamberin durumunu açıkladığında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'e şöyle
buyurmuştu: «İşte Meryem oğlu İsa. Şüphe edip ayrılığa düştükleri şey,
"gerçek söz" olarak budur.» Yani İsa, Allah'ın kulu olan bir
kadından doğma bir kuldur. «Çocuk edinmek Allah'a yakışmaz o, (böyle
şeylerden) yücedir. Bir işi yapmak istedimi ona sadeee «ol» der, (o da) olur.»
Yani hiç birşey onu aciz bırakamaz ve hiçbir şey ona ağır gelmez. Bilakis o,
dilediği işi yapmaya muktedir bir zattır. "Onun işi, bir şeyi(n olmasını)
istedi mi ona, sadece «ol» demektir, hemen oluverir." CYâsm, 82.)
«Şüphesiz, Allah benim
de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin. İşte doğru yol budur.»
(Metyem, 36.)
Evet, İsa beşikte iken
onlarla yaptığı konuşmasını, bu cümlelerle sona erdirdi. Cenâb-ı Allah'ın hem
kendisinin Rabbi, hem de onların Rabbi hem de tanrılarının Rabbi olduğunu
onlara bildirdi ve bunun dosdoğru yol olduğunu açıkladı.
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki: «Kendi aralarından hizipler (çeşitli görüşteki insan toplulukları)
ayrılığa düştüler. Artık büyük bir günü görmekten ötürü vay kafirlerin
haline!» (Meryem, 37.)
Yani o zamanın
insanları ile onlardan sonra gelen nesiller, bu hususta kendi aralarında görüş
ayrılığına düştüler. Yahudilerden bazıları, Hz. İsa'nın (haşa) veled-i zina
olduğunu söylediler. Küfür ve inatlarım sürdürdüler. Kafirlikte onlara
mukabelede bulunan diğer bir grup da İsa'nın, Allah olduğunu söylediler. Bir
başka grup ise Allah'ın oğlu olduğunu söylediler. Mü'minlerse onun Allah'ın
kulu, elçisi ve cariyesinin oğlu olduğunu söylediler. Onun Meryem'e Allah
tarafından bırakılan bir kelime ve Allah'tan bir ruh olduğunu ifade ettiler.
Felaketten kurtulan, sevaba eren, Allah tarafından destek ve yardım gören
Fır-ka-i Naciye bunlardır. Bu hususlarda bu Fırka-i Naciye'ye aykırı sözler
sarfedenlerse; kafirlerin, fasıkların, cahillerin ta kendileridirler. Yüce,
hikmetli ve bilgili olan Zat, onları şu ifadelerle tehdit etmiştir: «Büyük bir
günü görmekten kafirlerin vay haline!»
Buharı, Ubade b.
Samit'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.) Efen-dinıiz'in şöyle buyurduğunu
söylemiştir:
«Allah'tan başka tanrı
olmadığına, onun bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi
olduğuna; İsa'nın da Allah'ın kulu, elçisi ve Meryem'e bıraktığı bir kelimesi,
Allah'tan bir ruh olduğuna, Cennet'in hak, ateşin hak olduğuna tanıklık eden
kimseyi Cenâb-ı Allah, - işlediği amel ne olursa olsun - Cennet'e koyar.»[34]
Velidin, Cünade'den
yaptığı rivayette ise yukarıdaki hadise şu ilave yapılmıştır: «Cennet'in sekiz
kapısından hangisinden dilerse oradan Cennet'e koyar.» [35]
Cenâb-ı Allah buyurdu
ki:
«"Rahman çocuk
edindi." dediler. Andolsun ki, "Siz pek kötü bir cürette bulundunuz
(yalan ve kötü bir söz söylediniz)! Neredeyse o (sözün dehşeti) nden gökler
çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp dağılacaktır! Rahman için çocuk
iddia ettiklerinden ötürü. Rahman'm çocuk edinmesi yakışmaz. Göklerde ve yerde
bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir. Onların hepsini kuşatmış ve
onları saymıştır. (O'nun bilgisi dışına asla çıkamazlar.) Onların hepsi,
kıyamet günü O'na tek basma gelecektir.» (Meryem, 88-95.)
Cenâb-ı Allah
kendisinin yüce olduğunu, çocuğa ihtiyacı olmadığını, her şeyin kendisinin
mülkü olduğunu, kendisinin onları yaratmış olduğunu, her şeyin kendisine
muhtaç olduğunu, huzurunda boyun büküp teslim olduğunu, göklerin ve yerin
sakinlerinin kendisinin kulları olduğunu, kendisinin onların Rabbleri olduğunu,
kendisinden başka tanrı bulunmadığım ve kendisinden başka Rab mevcut olmadığını
beyan buyurduktan sonra şöyle dedi:
«(Tuttular) cinleri
Allah'a ortak yaptılar. Halbuki onları O yaratmıştır. Bilmeden O'na oğullar ve
kızlar icat ettiler. Haşa O, onların ileri sürdüğü niteliklerden münezzehtir,
(O) gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir ki?
Kendisinin bir eşi yoktur, her şeyi O yaratmıştır ve O herşeyi bilendir.
Rabbiniz Allah, işte budur. O'ndan başka tanrı yoktur. (O), herşeyin
yaratıcısıdır. O'na kulluk edin. O her-şeye vekildir. Gözler O'nu görmez. O
gözleri görür; O latif (gözle görülmez veya lütuf sahibi), herşeyi haber
alandır.» (ci-En'âm, 100-103.)
Cenâb-ı Allah,
kendisinin herşeyin yaratıcısı olduğunu beyan buyuruyor. O'nun çocuğu nasıl
olur?! Oysa çocuk, ancak bir biri ile mütenasip iki şey, yani iki eş arasından
doğar. Cenâb-ı Allah'ınsa eşi, benzeri ve dengi yoktur. Çocuğu da olmaz.
Nitekim yüce Zat şöyle buyurmuştur: «De ki: O Allah birdir. Allah Samed'dir
(her şey varlığını ve bekasını O'na boçludur. Her şey O'na muhtaçtır. O, hiçbir
şeye muhtaç değildir.) Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından)
doğurulmamıştır. Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır.» (el-Ihtâs süresi, 1-4).
Cenâb-ı Allah,
kendisinin eşsiz, zat ve sıfatı ile fiilleri bakımından benzersiz ve tek olduğunu
açıklıyor. Kendisinin ilmen, hikmeten ve rah-meten eksiksiz olduğunu, yani
Samed olduğunu beyan ediyor. Bütün sıfatlarının noksansız olduğunu açıklıyor.
«Doğurmamıştır» Yani çocuğu olmamıştır. «Ve (başkası tarafından)
doğurulmamıştır.» Yani kendisinden önceki bir varlıktan doğmuş değildir. «Ve
hiçbir şey, O'nun dengi olmamıştır.» Ne O'na yakın, ne O'na eşit, ne de Ondan
üstün hiç bir nazîri yoktur. Böyle olunca da O'nun çocuğunun olması da mümkün
değildir. Zira çocuk, ancak birbirine denk ya da birbirine yakın iki şey
arasından doğar. Cenâb-ı Allah'ın ise bu duruma düşmesi mümkün değildir. O yüce
ve münezzehtir. Mübarek ve kutsal zatı şöyle buyurmuştur:
«Ey Kitap ehli,
dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan sözleri söylemeyin!
Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi
ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın, (Allah) "Üçtür"
demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek
tanrıdır. Haşa O, çocuk sahibi olmaktan yücedir. (Münezzehtir). Göklerde ve
yerde olanların hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
Ne Mesih, Allah'a kul
olmaktan çekinir, ne de (Allah'a) yaklaştırılmış melekler. Kim O'na kulluktan
çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzuruna
toplayacaktır. İnanıp iyi işler yapanların mükafatlarını eksiksiz ödeyecek ve
lûtfundan onlara daha fazlasını da verecektir. (Kulluktan) çekinip büyüklük
taslayanlara da acı bir şekilde azap edecek ve onlar kendilerine Allah'tan
başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulamayacaklardır.» (en-Nisâ, 171-173.)
Cenâb-ı Allah, Ehl-i
Kitap ile benzerlerini dinde aşırılığa saplanmaktan menediyor. Haddi aşmaktan
onları engelliyor. Hristiyanlar -Allah kendilerine lanet etsin - aşırılığa kaçarak
İsa hakkında haddi aştılar. Oysa İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna,
Allah'ın iffetli cariyesi Meryem'in oğlu olduğuna inanmaları gerekirdi. Meryem
ki kendi ırzını korumuştu. Allah, melek Cebrail'i ona gönderdi, Cebrail de
Allah'ın emrinden bir
ruhu ona üfleyince Meryem, oğlu İsa'ya hamile kaldı. Melekten ona ulaşan şey,
şeref ve üstünlük bakımından Allah'a ait olan bir ruhtu. O da Allah'ın
yaratıklarından bir yaratıktı. Nasıl ki bir evi şereflendirmek için 'Allah'ın
evi' veya bir deveye üstün vasıf kazandırmak için 'Allah'ın devesi' veya bir
kula yücelik niteliğim kazandırmak için 'Allah'ın kulu1 diyorsak, aynı şekilde
o ruha da üstünlük ve şeref kazandırmak için 'Allah'ın ruhu' denilmiştir.
İsa'ya da Allah'ın ruhu manasında Rûhullah denilmiştir. Çünkü o, babasız bir
çocuk olarak dünyaya gelmiştir. Allah'ın bir kelimesi olup o kelime sebebiyle
dünyaya gelmiştir. Nitekim Cenâb-ı Allah buyurmuş ki:
«Allah yanında İsa'nın
durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol"
dedi, artık olur.» (Âl-i imrân, 59.) Bir başka ayet-i kerimede ise şöyle
buyurulmuştur: «"Allah, çocuk edindi." dediler. Haşa, O, yücedir.
Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir. (O),
göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Birşeyi yaratmak istedimi, ona sadece «ol»
der, o da hemen oluverir.» (ci-lîakara,ıi6-n7.)
Bir diğer ayet-i
kerimede ise şöyle buyurulmuştur: «Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın
oğludur" dediler. Hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur"
dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini),
önceden inkar etmiş (olan müşriklerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin. Nasıl da (haktan bâtıla) çevriliyorlar?!» (el-Tevbe, 30.)
Yüce Allah,
Yahudilerle Hrisuyanlardan - Allah'ın laneti üzerlerine olsun - her bir
grubun, Allah'a karşı haddi aşıp asılsız sözler söylediklerini ve Allah'ın
çocuğu olduğunu söylediklerini haber veriyor. Cenâb-ı Allah onların iddia
ettikleri asılsız şeylerden yüce ve münezzehtir.
Yüce Allah, onların
ortaya attıkları uydurma söz ve iddialarının dayanaksız olduğunu,
kendilerinden Önceki sapıkların sözlerine benzer şeylerden başka bir şey
olmadığım haber veriyor.
Felsefeciler -
Allah'ın laneti üzerlerine olsun- aldı evvelin Vacibü'l-vücud'dan sadır
olduğunu iddia ettiler. Ve onlar Vacibü'l-Vücud'u "Birinci Mebde" ya
da "İlletlerin İlleti" diye ifade etmişlerdir. Onlara göre aklı
evvelden ikinci akıl, nefis ve felek meydana gelmiştir. İkinci akıldan da aynı
şeyler meydana gelmiştir. Bu böyle devam edip akıllar ona; nefisler dokuza,
felekler de dokuza varmıştır. Bunlar, onların anlatmış oldukları fasit
itibarlar ve hiçbir değer ifade etmeyen tercihlerdir. Başka bir yerde onların
cahilliklerini ve akıllarının kıtlığım uzun uzadıya
anlatacağız.
Aynı şekilde bazı Arap
müşrikleri de cahilliklerinden ötürü meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını
ve Allah'ın da cinlerin şereflileriyle evlenerek, kendisinden meleklerin
doğmuş olduğunu iddia ettiler. Cenâb-ı Allah, onların kendisine koştukları
ortaklardan ve nisbet ettikleri şeylerden yüce ve münezzehtir. Nitekim o yüce
Zat buyurmuş ki:
«Rahman'm kulları olan
melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışlarına mı şahit oldular ki (böyle
hüküm veriyorlar?) Şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorulacaklardır.»
(ez-Zuhruf, 19.)
Başka bir yerdeyse
Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «(Ya Muhammed), şimdi sor onlara: Rabbine
kızlar, onlara da oğlanlar mı? Yoksa biz melekleri, onların gözleri önünde
dişi mi yarattık (ki meleklerin dişi olduğunu söylüyorlar)? İyi bilin, onlar
iftiraları yüzünden diyorlar ki: "Allah doğurdu." Onlar, elbette
yalancıdırlar. (Allah), kızları seçip oğlanlara tercih mi etmiş? Size ne oldu,
nasıl hüküm veriyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz? Yoksa sizin, (meleklerin, Allah'ın
kızları oldukları hakkında) açık bir deliliniz mi var? Eğer doğru iseniz
kitabınızı getirin, onunla (Allah ile) cinler arasında bir neseb (soy birliği)
uydurdular. Halbuki cinler de onların (yakalanıp) getirileceklerini bilmiştir.
Haşa! Allah, onların taktıkları sıfatlardan (münezzehtir), yücedir. Fakat
Allah'ın temiz kulları hariç (onlar azaba sokulmayacaklardır).» (es-Sâffât,
149-160.)
Diğer bazı ayetlerde
de Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «"Rahman çocuk edindi." dediler.
O, (böyle şeylerden) yücedir. Hayır, onlar (melekler), ikram edilmiş kullardır.
Ondan önce söz söylemezler ve onlar, O'nun emriyle hareket ederler. (Allah),
onların önlerinde ve arkalarında ne varsa (ne yapmış, ne etmişlerse) bilir.
(Allah'ın razı olduğundan başkasına şefaat edemezler ve onlar, O'nun
korkusundan titrerler. Onlardan her kim: "Ben, ondan başka bir
tanrıyım!" derse onu, Cehennemle cezalandırırız. Biz zalimleri böyle
cezalandırırız.» (ei-Enbiyâ, 26-29.) Cenâb-ı Allah, Mekke'de nazil olan Kehf
sûresinin baş kısmında şöyle buyurmaktadır: «O Allah'a hamdolsun ki, kuluna
kitabı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı, (onu) dosdoğru olarak (indirdi)
ki katından (gelecek) şiddetli azaba karşı (insanları) uyarsın ve iyi işler
yapan mü'minlere kendileri için güzel mükafat bulunduğunu (Cennet'e gideceklerini)
müjdelesin. (Onlar) orada sürekli kalacaklardır. Ve: "Allah çocuk
edindi." diyenleri de uyarsın. Bu hususta ne kendilerinin ne de atalarının
hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor! Onlar, yalandan
başka birşey söylemiyorlar.» (ei-Kehf, 1-5.)
Başka bir yerde de
Cenâb-ı Allah şu açıklamalarda bulunuyor: «"Allah, çocuk edindi."
dediler. Haşa, Allah bundan uzaktır, o zengindir, (hiç birşeye muhtaç
değildir). Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onundur. Bu hususta hiç bir
deliliniz yok. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? De ki:
"Allah hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!" Dünyada biraz
geçinir, sonra bize dönerler. Sonra da biz, inkarlarından dolayı onlara
şiddetli azabı tattırırız.» (Yûnus, 68-70.)
Bu Mekkî ayet-i
kerimeler, küfür fırkalarına, felsefecilere, Arap müşriklerine, Yahudilere ve
Hristiyanlara reddiyeyi kapsamaktadır. Bunlar bilgisizce iddialarda bulunarak
Cenâb-ı Allah'ın çocuk sahibi olduğunu söylediler. Allah, bu gibi şeylerden
münezzehtir. Haddi aşan zalimlerin söylediklerinden de çok üstün ve yücedir.
Bu gibi iddiaları
ortaya atanların en meşhurları, Hristiyanlar oldukları için Kur'ân-ı Kerim'de
çokça zikredildiler ki, görüşleri ve iddiaları reddedilsin; çelişkide
oldukları, bilgilerinin az olduğu ve cahilliklerinin de çok olduğu da
açıklanmış olsun. Küfürlerine dair sözleri çok çeşitli olmuştur. Çünkü bâtılın
dallan çoktur. İhtilaf ve çelişkinin kollan
fazladır.
Hakka ve gerçeğe
gelince bunda asla ihtilaf ve çelişki olmaz. Yüce Allah buyurmuş ki: «Eğer (Kur'ân)
Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, onda birbirini tutmaz çok
şeyler bulurlardı.» (en-Nisâ, 82.)
Bu ayet-i kerime,
hakkın bir olduğuna ve hakta asla ihtilaf bulunmadığına, bilakis ittifak
bulunduğuna; bâtılmsa muhtelif ve istikrarsız olduğuna delâlet etmektedir.
Hristiyanlann sapıklanndan ve cahillerinden bir grup, İsa'nın Allah olduğunu
iddia etmişlerdir. Bir başka grup ise onun Allah'ın oğlu olduğunu iddia
etmişlerdir. Allah, bu gibi şeylerden yüce ve münezzehtir. Diğer bir grupsa
Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu söylemişlerdir. Allah, bu gibi iddialardan
üstün ve beridir.
Cenâb-ı Allah, bu
iddiaların asılsız olduklannı şu ayet-i kerimelerde açıklıyor: «"Allah,
Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler küfre gitmişlerdir. De ki: "Öyle
ise Allah, Meryem oğlu Mesih'i, annesini ve yeryüzünde olanlann hepsini
yoketmek istese, Allah'a karşı kimin elinde birşey var?" Göklerde, yerde
ve ikisinin arasında bulunan herşey Onundur. O, dilediğini yaratır, Allah,
herşeyi yapabilendir.» (el-Mâide, n.)
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah, onlann kafirliklerini ve cahilliklerini haber
veriyor. Kendisinin herşeyi yapmaya muktedir olan yaratıcı olduğunu, her şeyin
Rabbi, hakimi ve ilahı olduğunu beyan buyuruyor. Sûrenin sonlannda ise şöyle
buyuruyor:
«Andolsun,
"Allah, ancak Meryem oğlu Mesihtir." diyenler elbette kafir
olmuşlardır. Halbuki Mesih demişti ki: "Ey İsrailoğullan, benim Rabbim ve
sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa
muhakkak ki, Allah ona Cennet'i haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir;
zalimlerin yardımcılan yoktur!"
"Allah, üçün
üçüncüsüdür." diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oysa yalnız bir Tann
vardır, başka tann yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan
inkar edenlere acı bir azap dokunacaktır. Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan af
dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan, esirgeyendir. Meryem oğlu Mesih, bir elçiden
başka birşey değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Annesi de
dosdoğrudur. İkisi de (öteki insanlar gibi) yemek yerlerdi. (Yaşamak için
yemeğe muhtaç olan nasıl tanrı olabilir?) Bak, onlara nasıl ayetleri
açıklıyoruz, sonra bak nasıl (haktan) çevriliyorlar?!" (ci-Mâide,72-76.)
Yüce Allah, onların
seran ve kaderen kafirliklerine hükmetti. Bu küfrün onlardan kaynaklandığını
haber verdi. Oysa kendilerine gönderilen elçi, Meryem oğlu İsa idi. Cenâb-ı
Allah onun, küçük yaşta beslenip büyütülen, ana rahminde şekillendirilen,
insanları ortaksız ve tek olan Allah'a kulluğa davet eden bir kul olduğunu
açıkladı. Bu elçi, onları davet ettiği hususlara muhalefet etmeleri halinde,
Cehennem ateşiyle tehdit etti. Onların ahiret yurdunda kurtuluşa eremeyip hakir
ve zelil olacaklarını, rezil rüsvay bir hale düşeceklerini bildirdi. Bu sebeble
Cenâb-ı Allah buyurdu ki: "Doğrusu kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona
Cennet'i haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcıları
yoktur!"
Sonra da şöyle
buyurmuştur: «"Allah, üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbette kafir
olmuşlardır. Oysa yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yoktur."
îbn Cerir ile
diğerleri dediler ki: Bununla kasdedilen husus, Hıristiyanların üçlü teslis
akidesidir. Bu akidenin unsurlarından biri baba, ikincisi oğul, üçüncüsü de
babadan oğula fışkıran kelimedir. Ancak Hristiyanların meliki, Yakubî ve
Nasturî mezhepleri bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Allah'ın laneti üzerlerine
olsun. Bu ihtilaflarının keyfiyetini ileride açıklayacağız. Onların, kral
Kostantin zamanındaki konsüllerinden de bahsedeceğiz. Konsülleri, Hz. İsa'dan
300 sene sonra, Hz. Mu-hammed'in peygamberlik görevini alnıasmdanda 300 sene
önce toplanmıştı. Bu sebebledir ki Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: «Oysa
yalnız bir Tanrı vardır. Başka tanrı yoktur.» Yani Allah'tan başka tanrı yoktur.
O birdir, ortağı yoktur. Eşi, benzeri, çocuğu ve dengi yoktur.
Sonra Cenâb-ı Allah
onları, bu gerçeğe muhalefet etmeleri ve hakkı kabul etmemeleri halinde tehdit
ederek şöyle buyurmuştur. «Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan
inkar edenlere acı bir azap dokunacaktır.»
Sonra Cenâb-ı Allah,
kendi rahmet ve lütfü ile onları tevbe edip mağfiret dileğin de. bulunmaya
davet etmiştir. Cehennem ateşini gerektiren bu büyük günahtan vazgeçmeye
onları çağırmış ve şöyle buyurmuştur: «Hâlâ Allah'a tevbe edip ondan af
dilemiyorlar mı? Allah bağışlayan, esirgeyendir.»
Bundan sonra Cenâb-ı
Allah, Hz. İsa'nın ve annesinin durumunu açıklıyor; İsa'nın kul ve elçi
olduğunu, annesinin de dosdoğru bir kadın olduğunu beyan buyuruyor. Yani
günahkar ve kötü bir kadın olmadığını söylüyor. Zira Yahudiler, ona kötülük
isnad ediyorlardı. Allah'ın laneti, onların üzerlerine olsun. Bu ayet-i
kerimede, bazı âlimlerimizin iddialarının aksine, Meryem'in peygamber
olmadığına bir delil vardır. «İkisi de (İsa ile anası, Öteki insanlar gibi)
yemek yerlerdi.» Bu ifadelerle, yedikleri yemeğin onların makatlarından pislik
olarak bilahare çıktığı, üstü kapalı ifadelerle dile getirilmektedir. Nitekim
diğer insanlar da yedikleri yemeMeri bilahare pislik halinde makatlarından
dışarı atarlar. Bu durumda olan kimse nasıl tanrı olabilir? Onların bu iddialarından
V1 cahilliklerinden Cenâb-ı Allah, çok yüce ve münezzehtir.
Süd ile diğerleri
dediler İd: «"AUah üçün üçüncüsüdür." diyenler, elbetteki kafir
olmuşlardır.» ayet-i kerimesi ile kastedilen mana şudur: Hristiyanlar, İsa ile
annesi Meryem'in, Allah'la birlikte tanrılar olduklarım iddia ediyorlardı.
Nitekim Cenâb-ı Allah, onların yani Hristiyan- . lann kafirliklerini Mâide
sûresinin sonunda şu ifadelerle beyan buyurmaktadır:
«Ve yi Allah demişti
ki: "Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: "Beni ve annemi,
Allah'tan başka iki tanrı edinin" dedin?» "Haşa", dedi,
"Sen yücesin, benim için gerçek olmayan birşeyi söylemek bana yakışmaz.
Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben
senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen! Ben
onlara: Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin bana
emretmiş olduğundan başka birşey söylemedim. Ben, onların içinde olduğum sürece
onları kolladım, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) sen
oldun. Sen herşeyi görensin! Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır
(dilediğini yaparsın); eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün,
hikmet sahibisin!"» (el-Mâide, 116-118.)
Cenâb-ı Allah, kıyamet
gününde İsa'ya ikram edici bir tarzda ve iftira ederek İsa'nın Allah'ın oğlu
olduğunu ya da Allah yahut Allah'ın ortağı olduğunu iddia edip İsa'ya
tapanları kınayıcı bir tarzda soracaktır. Sorarken de Cenâb-ı Allah İsa'nın
böyle birşey yapmadığım bildiği halde, sırf bu iftiralarda bulunup İsa'ya
tapan kimseleri kınamayı kasdet-tiği için İsa'ya şöyle diyecektir: «Ey Meryem
oğlu İsa, sen mi insanlara: "Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı
edinin" dedin?!»
İsa: "Haşa, sen
yücesin." dedi. Yani ey Rabbim sen, ortağın olmayacak kadar yüce ve
üstünsün: "Benim için gerçek olmayan birşeyi söylemek bana
yakışmaz." Yani buna senden başkasının hakkı yoktur. Eğer demiş olsam, sen
bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin. Ben senin nefsinde olanı
bilmem. Çünkü gayıpları bilen yalnız sensin, sen."» Bu, hitap ve cevap ta,
muazzam bir edep örneğini sergileyen sözlerdir: «Ben onlara, senin bana
emretmiş olduğundan başka birşey söylemedim.» Ey Rabbim beni onlara peygamber
olarak gönderip, onlara okunmakta olan kitabı bana indirdiğin zaman, bana
emrettiklerinden başka şeyleri onlara söylemedim. Sadece onlara şunları
söyledim: «Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.» Yani beni ve sizi
yaratan, bana ve size rızık veren Allah'a kulluk edin. «Aralarında bulunduğum
sürece onları kolladım. Fakat beni vefat ettirince (onlar beni öldürüp çarmıha
germek istediklerinde sen bana merhamet edip beni onlardan kurtararak kendi
yanına yücelttiğinde benim benzerim olan birini onlara gösterdin. Onlar da
intikamlarım ondan aldılar. İşte böyle olduğu esnada) onları gözetleyen
(yalnız) sen oldun. Sen herşeyi görensin!»
Sonra İsa (a.s.) işi,
Aziz ve Celil olan Rabbine havale edip Hristiyan-lardan beri ve uzak olduğunu
gösterircesine şöyle dedi: "Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar senin
kullarındırlar." Yani onlar, bu azaba müstahaktırlar. "Eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin." Böyle derken
İsa peygamber, sen esirgeyen ve bağışlayansın, dememişti.
İbn Kesir tefsirinde,
İmam Ahmed b. Hanbel'in Ebu Zer'den yaptığı bir rivayeti nakletmiştik. O
rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), yukarıdaki ayet-i kerimeyi okuyarak bir
gece sabaha kadar namaz kılmıştı. Ayet-i kerimenin manası şudur: «Eğer onlara
azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın); eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün, hikmet sahibisin!» Rasûlullah
(s.a.v.) bu ayet-i kerimeyi okuyarak sabaha dek namaz kılmış, sonra da şöyle
buyurmuştu: «Onur ve üstünlük sahibi olan Rabbimden, ümmetim için şefaat diledim.
O da bana şefaati verdi. Allah'a ortak koşmayan kimselere inşaal-lah bu şefaat
ulaşacaktır.» Böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: «Biz, göğü, yeri
ve bunlar arasında bulunanları, oyuncu (işi, eğlence) olarak yaratmadık. Eğer
bir eğlence edinmek isteseydik, kendi katımızdan (şanımıza yaraşır bir
eğlence) edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. Hayır, biz hakkı bâtılın
üstüne atarız da o, onun beynini parçalar, derhal (bâtılın) cam çıkar. Allah'a
yakıştırdığınız niteliklerden ötürü de vay siz (in haliniz)e! Göklerde ve yerde
kim varsa hepsi O'nun-dur. O'nun yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten
büyüklenmez ve yorulmazlar. Gece gündüz teşbih ederler, hiç ara vermezler.»
(el-Enbiyâ, 16-20.)
«Eğer Allah çocuk
edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. O (bundan münezzehtir)
yücedir. O tek ve kahredici Allah'tır. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi
gündüzün üzerine doluyor, gündüzü de gecenin üzerine doluyor. Güneş'i ve Ay'ı,
buyruğu altına aldı. Her biri, belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil
M O, Azız ve çok bağışlayandır.» (ez-Zumer, 4-5.)
«De ki: "Eğer
Rahman'ın çocuğu olsaydı (O'na) tapanların ilki ben olurdum (çünkü çocuğa
saygı, babasına saygı demektir. Fakat böyle bir şey olamaz). Göklerin ve yerin
Rabbi, Arşın Rabbi, onların nitelendirmelerinden yücedir, münezzehtir."»
(ez-Zuhmf, 81-82.)
«"Çocuk
edinmeyen, mülk de ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da
bulunmayan Allah'a hamdolsun!" de ve O'nu gereği gibi tekbir et (O'na
yaraşır şekilde saygı göster).» (el-Isrâ, m.)
«De ki: O Allah
birdir. Allah Samed'tir (her şey, varlığını ve bekasını O'na boçludur. Her şey
O'na muhtaçtır) Kendisi doğurmanuştır ve (başkası tarafindan) doğurulmamıştır.
Hiç birşey O'nun dengi olmamıştır.»
lâs,l-4.)
Sahih hadisde sabit olduğuna
göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Allah Teâlâ diyor ki: «Ademoğlu
bana sövdü. Fakat buna hakkı yoktur. O, benim çocuğum olduğunu iddia ediyor.
Oysaki ben, bir ve Samed'im (her şey bana muhtaç olduğu halde ben hiç birşeye
muhtaç değilim). Doğurmamışım, doğurulmamışım ve hiçbir dengim de olmamış
tir.»
Yine sahih bir hadisde
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Duyduğu eziyetlerden Ötürü Allah'tan
daha sabırlı hiç kimse yoktur, (insanlar) O'na çocuk isnad ediyorlar. Halbuki
O, kendilerine rızık veriyor ve onları afiyette bulunduruyor.»
Yine sahih bir hadisde
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: «Doğrusu Cenâb-ı Allah, zalime mühlet
veriyor. Nihayet onu yakaladığında da asla bırakmayacaktır!» Böyle buyurduktan
sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: Halkı zalim olan memleketleri helak ettiği
zaman Rabbinin yakalayışı ve helaki böyledir. Çünkü onun yakalaması çok acı ve
çok çetindir.» (Hûd, 102.)
«Nice ülke var ki
zulmederken ona biraz mühlet vermişiz. Sonra onu yakalamışızdır, (sonunda) dönüş
ancak banadır.» (el-Hacc, 48.)
«Onları biraz
geçindirir, sonra kaba bir azaba süreriz.» (Lokman, 24.)
«De ki: "Allah
hakkında yalan uyduranlar, iflah olmazlar!" Dünyada biraz geçinir, sonra
bize dönerler. Sonra da biz, inkarlarından dolayı onlara şiddetli azabı
tattırırız.» (Yûnus, 69-70.)
"Hele sen o
kafirlere mühlet ver, biraz bırak onları (bildiklerine gitsinler,)"
(et-Tânk, 17.) [36]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/68-71.
[2] Tefsir-iTaberî,II,21.
[3] Tefsir-i Taberî, II, 22-23.
İbn Kesîr, El Bıdaye
Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/72-73.
[4] Tefsir-i Taberî, III, 24-27.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/73-76.
[6] Müslim, Kitabü'l-Fedai, 224.
[7] Buharı, Babü'1-Halk, 16; Müslim, Selam, 149.
İbn Kesîr, El Bıdaye
Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/77-78.
[8] Tehzib, İbn Asakir, V, 381.
[9] Müslim, Kitabü'l-Fedail, II, 227.
[10] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 3822.
[11] Müsned, Ahmed b. Hanbel, V, 344; Tirmizî, Kitabü'1-Edeb, 88.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/79-89.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/89-92.
[14] Tefsir-i Taberî, 111,157.
[15] Tefsir-i Taberî, III, 157.
[16] Tirmizî, Adahi, 31; îbn Mace, Zebaih, 1.
[17] Tefsir-i Taberî, III, 160.
[18] Tefsir-i Taberî, III, 161.
[19] Tefsir-i Taberî, III, 162.
[20] Tefsir-i Taberî, III, 163.
[21] Buharî, Babü Fedaili'l-Ashab, IV, 214.
[22] Tirmizî, Hadis No: 3878.
[23] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4088.
[24] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4090.
[25] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 1317.
[26] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 4759.
[27] Suyutî, Camiü's-Sağir, Hadis No: 6420.
[28] Buharı, Enbiyâ, 231.
[29] Müslim, Fezailu s-Sahabe, II, 246.
[30] Suyutî, Camiü1 s-Sağir, Hadis No: 1744.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/93-103.
[32] Suyutî, Camiüs-Sağir, Hadis No: 1432.
[33] Tehzib, ibn Asakir, V, 384.
[34] Buharı", Eab-ü Halk-ı Ademe, rV,129; Müslim,
Kitabü'l-Iraan, I, 25.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/103-115.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/115-123.