Hevatifü'l-Cann. 1

 

Hevatifü'l-Cann[1]

 

Hz. Peygamber (s.a.v.)'in geleceğini müjdelerken, Yemen hüküm­darı Rebia b. Nasr'a Şıkk ve Satihin söyledikleri şu söz, daha önceki say­falarda da geçmişti: "O, zeki bir peygamberdir. Yüce zat kâtından ona vahiy gelir." Peygamber Efendimiz'in doğumundan bahsederken de Sa-tih'in Abdülmesihe şöyle dediğini yine nakledeceğiz: "Okuma çoğaldı­ğında, Sava gölü kuruduğunda ve değnek sahibi geldiğinde..." Satih, bu sözlerle Hz. Peygamberi kasdetmişti.

Buharı, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ömer'in birşey hakkında;"Doğrusu ben, onun böyle olduğunu zannedi­yorum." dediğim duyduğumda mutlaka o şey, onun zannettiği gibi çı­kardı."

Bir ara Hattab oğlu Ömer, bir yerde oturmakta iken yanından yakı­şıklı bir adam geçti. Onu görünce şöyle dedi: "Zannını beni yanılttı." veya şöyle demişti: "Bu, adam cahiliyetteki dini üzerindedir." Veyahut şöyle demişti: "Bu onların kahinleri idi. Bunu yanıma çağırın hele." Adamı ça­ğırdılar. Geldi, Hz. Ömer, ona bu söylediklerini tekrarladı. O da şöyle de­di: "Bugüne kadar bir Müslümanm böyle karşılandığını görmemişim." Bunun üzerine Hz. Ömer kendisine şöyle dedi: "Allah aşkına sordukla­rımın cevabım ver." Adam da cevap verdi: "Ben, cahiliyette onların ka­hinleri idim." Hz. Ömer bu defa şöyle sordu: "Cinlerin sana getirdiği ha­berler arasında en çok hoşuna giden hangisiydi?" Adam şu cevabı verdi: "Bir gün pazarda iken, cinim bana geldi ama kendisinde bir korku müşahede ettim. Bana dedi ki: "Cinleri ve onların şeytani aşmalarını, ümit kesmelerini, tepe üstü düştükten sonra develere ve semerlerine tutunduklarını (yani Muhammed (s.a.v.)'in zuhur edişini) görmedin mi?" Hz. Ömer dedi M: "Doğru söylemiş. Çünkü bir ara ben, onların tanrı­larının yanında uyumakta iken, adamın biri bir buzağı getirip boğazla­dı. Orada bir ünleyici bağırdı, o zamana kadar o şiddette bir bağırma duymuş değildim. Bağırıp çağıran, şöyle dİ37ordu: "Ey düşmanlığı açıt olan! Bu iş başarıldı. Dili açık bir adam, Allah'tan başka ilah yok diyor.» Bu sesi duyduktan sonra oradakiler yerlerinden fırladılar. Ben de: "Bu işin arkasındaki şeyi anlamadıkça buradan ayrılmayacağım.» dedim. Sonra yine.o meçhul sesi duydum: "Ey düşmanlığı açık olan! Bu iş başa­rıldı. Dili açık bir adam, Allah'tan başka ilah yoktur, diyor." Üzerimiz­den çok geçmeden denildi 3d işte bu, peygamberdir."[2]

Hz. Ömer'in kendisiyle konuştuğu bu adam, Sevad b. Karib el-Ezdî'dir. Serat'tan Belka dağlarından Sedüsi isminde bir sahabe oldu­ğunu söyleyenler de vardır. O, bir heyetle birlikte Peygamber'Efendi­mizin yanma gelmişti. Ebu Hatmi ile İbn Mende'nin anlattıklarına göre Said b. Cübeyr ile Ebu Cafer Muhammed b. Ali, ondan rivayette bulun­muşlardır. Buharî, onun sahabe olduğunu söylemiş ve Ahmed İbn Revh el-Berzaî ile Darekutni ve diğerleri de onun adını, sahabelerin adları arasında anmışlardır. Hafız Abdülgani b. Said el-Mısrî'ye göre bu zatm adı Sevad b. Karib'dir. Osman el-Vakkasî'nin, Muhammed b. Kab el-Kurzî'den naklettiğine göre bu zat Yemen eşrafından imiş. Ebu Nuaym de "Dclailü'n-Nübüvve" adlı eserinde bundan söz etmektedir.

Muhammed b. İshak, Hz. Osman'ın kölesi Abdullah'tan rivayet etti ki; Hz. Ömer, bir ara halk arasında Mescid-i Nebevi'de oturmakta iken bir Arap onun yanma geldi. Tiz, Ömer, ona balonca şöyle dedi: "Bu adam, hâlâ müşrildiktedir. Müşriklikten ayrılmış değildir." veya: "Bu adam cahiliye döneminde kahin idi." dedi.

Adam, Hz. Ömer'e selam verip oturdu. Hz. Ömer: "Müslüman oldun mu?" diye sorunca, Adam: "Evet, ya emir'ül-mü'minin." diye cevap verdi.

Hz. Ömer: "Sen cahiliyette kahin miydin?" diye sordu. Adam, şu ce­vabı verdi: "Sübhanallah ya emir'ül-mü'minin! Halifeliğe geçtiğinden beri reayandan hiç birine söylemediğin bir sözü bana söyledin. Ve beni bu zan ile karşıladın!"

Hz. Ömer dedi ki: "Allahım, bağışla bizi, cahiliyet devrinde biz bun­dan daha kötü bir durumda idik. Putlara tapar, onları kucaklardık. Ni­hayet Allah, peygamber ve İslâmiyet ile ikramda bulunup bizleri yücelt­ti." Adam da; "Evet, ya Emirü'l-mü'minin. Ben, cahiliye döneminde ka- -hin idim." dedi. Hz Ömer; "Öyleyse sana bağlı olan cinin nasıl haberler getirdiğini söyle." dedi. Bunun.üzerine adanı: "İslâmiyet'ten bir ay veya daha az bir zaman önce cinim yanıma geldi ve şöyle dedi: "Cinleri ve şey-tanlaşmalarını, dinlerinden ümit kestiklerini, develere ve semerlerine tutunduklarını (yani Muhammed (s.a.v.)'in zuhurunu) görmedin mi?" dedi.

İbn İshak, bu sözlerin şiir olmayıp seci olduklarını söyler.

O esnada Hz. Ömer, yanındakilere şöyle diyordu: "Vallahi ben, cahi­liye devri putlarının yanında bir kaç Kureyşli ile birlikte oturmaktay­dım. Araplardan biri, o put için bir buzağı kesip kurban etti.Biz de o kur­ban etinden bize biraz vermesini bekliyorduk. O esnada, o buzağının içinden bir ses duydum. O zamana kadar o şiddette bir ses duymuş değil­dim. Bu hadise de İslâm'dan bir ay veya daha az bir süre önce olmuştu. Ses şöyle diyordu: "Ey zehirli böcek! Bu iş başarıldı. Bir adam şöyle di­yor: Lâ ilahe illallah" İbn Hişanı dedi ki, o ses şöyle diyordu: "Adam, fa­sih bir lisanla şöyle ünlüyor: Lâ ilahe illallah, diyor." Yine İbn Hişanı de­di ki: Şiirden anlayan bazı kimseler bana şu kıtaları okudular:

"Cinlere ve şeytanlaşmalanna şaştım,

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneldiler.

Cinlerin mü'minleri, murdarları gibi değildir."

Hafız Ebu Ya'lâ el-Mavsilî, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'den riva­yet etti ki: Bir ara Hz. Ömer, bir yerde oturmakta iken adamın biri ya­nından geçti. Kendisine: 'Ya emir'ül-mü'minin! Şu adamı tanıyormu-sun?" diye sorduklarında o; "Bu kimdir?" diye sordu. Dediler ki: "Bu, Se­vad b. Karib'dir. Haberci cini, Rasûlüllah'ın zuhur ettiğini ona bildir­mişti."

Hz. Ömer, onu yanma getirtti. Ona: "Sen Sevad b. Karib misin?" diye sorunca o da, evet, dedi. Hz. Ömer: "Sen hala kahinliğini sürdürüyor musun?" de}dnce adam öfkelenip şu cevabı verdi: "Müslüman olduğum günden beri hiç kimse, bana bu soruyu yöneltmemişti ey emir'ül-mü'mi­nin!"

Hz. Ömer dedi ki: "Ey Allah'ım, sen ne münezzeh ve ne yücesin! Arkadaş, müşriklikteki günahımız, senin kahinlik günahından daha büyük idi. Hz. Peygamberin zuhuruna dair haberci cinin sana getirdiği haberleri bana anlat." Adam dedi ki: "Ey mü'minlerin emiri. Ben bir gece uyku ile uyanıklık arasında iken, haberci cinim bana geldi. Ayağıyla ba­na vurdu ve: "Ey Sevad b. Karib, kalk. Sözlerimi dinle. Eğer aklın varsa anla. Bilesin ki, Lüey b. Galip soyundan bir peygamber gönderildi. İnsanları, Allah'a imana ve O'na ibadet etmeye davet ediyor." dedi. Son­ra da şu şiiri okudu:

"Cinlere ve taleblerine şaştım,

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneliyorlar. Cinlerin doğruları, yalancıları gibi değildir. Haşimîlerin temiz olanına yönel. Onların öndekileri, arkadakileri gibi değildir."

Ona: "Bırak biraz uyuyayım. Akşama kadar çok yoruldum." dedim. İkinci gece yine gelip ayağıyla beni iterek şöyle dedi: "Kalk ey Sevad h. Karib! Sözlerime kulak ver. Eğer aklın varsa anlamaya çalış. Bilesin ki, Lüey b. Galip soyundan bir peygamber gönderildi. O, Allah'a imana ve O'na ibadete davet ediyor." Böyle dedikten sonra şu şiiri okudu:

"Cinlere ve haber vermelerine şaştım,

Develerini yükleyip Muhanımed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneliyorlar.

Cinlerin mü'minleri, kafirleri gibi değildir.

Haşimîlerin saf ve temiz olanına yönel.

O, Mekke'nin tepeleriyle taşları arasındadır."

Ona: "Bırak uyuyayım. Çünkü akşama kadar çok yoruldum." de­dim. Üçüncü gece yine gelip ayağıyla bana vurdu ve : "Ey Sevad b. Karib! Kalk ve sözlerime kulak ver. Eğer akim varsa sözlerimi anlamaya çalış. Bilesin ki Lüey b. Galip soyundan bir peygamber gönderildi. O, insanla­rı Allah'a imana ve O'na ibadet etmeye davet ediyor." dedikten sonra şu şiiri okudu:

"Cinlere ve haber vermelerine şaştım,

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneldiler,

Cinlerin hayırlıları, murdarları gibi değildir.

Haşimîlerin saf ve temiz olanına yönel,

Gözlerinle onun başına bak."

Kalktım ve dedim ki: "Allah, benim kalbimi imtihan etti." Daha son­ra da deveme binip Mekke'ye geldim. Baktım ki Rasûlullah, ashabı ara­sında oturuyor. Yaklaşıp dedim ki: "Ya Rasûlallah, sözlerimi dinle." O da: "Yaklaş ve konuş." dedi. Ben de şu şiiri okumaya başladım:

"Geceleyin sükuna erip uykuya daldığımda dostum bana geldi.

O, imtihan edildiğim hususlarda yalancı değildi.

Üç gece üstüste geldi ve dedi ki:

Lüey b. Galip soyundan sana bir peygamber geldi.

Ben de paçaları sıvayıp süratle deveme bindim.

Devem beni çöllerden aşırıp getirdi.

Allah'tan başka birşey olmadığına şahadet ederim.

Senin de bütün gaibler üzerine güvenilir olduğuna tanıklık ederim,

Ey şerefli ve temiz kimselerin oğlu!

Sen, Allah'a yaklaştıran vesilelerin en yakınısın.

Getirdiğin hükümler, saç örgülerini ağartacak kadar ağır da olsa.

Ey beşerin en hayırlısı, getirdiklerini bize söyleyip emret.

Şefaatin olmayacağı günde bana şefaatçi ol.

Sevad b. Karib'i azaptan kurtar."

Bu sözlerim üzerine Rasûlullah (s.a.v..) ile ashabı çok sevindiler. Öy­le ki; sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Hz. Ömer yerinden fırlayıp ya­nıma geldi. Bana sarılıp şöyle dedi: "Bu sözleri senden duymayı çok ar­zuluyordum. Haberci cinin bugün de sana geldi mi?"diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim: "Kur'ân okuduğum günden beri bana gelmedi. Cine . karşı Allah'ın kitabı ne güzel bir bedeldir." Sonra Hz. Ömer şöyle dedi: "Birgün Kureyş'in bir mahallesinde idik. O mahalle halkına Alu-Zerih denirdi. Bunlar, bir buzağı kesip kurban etmişlerdi. Kasap, onu yüzmek ve etlerini ayırmakla meşguldü. O esnada buzağının karnından bir ses duyduk. Ama birşey görmedik. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Ey Alu-Ze­rih! Bu iş başarıldı. Açık dilli bir ünleyici şöyle sesleniyor: Allah'tan baş­ka ilah olmadığına şahadet ederim."

Hanz Ebu Bekir Muhammed b. Cafer b. Sehl el-Haraitî, Hevatifül-canla ilgili olarak derlediği kitabında Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Sevad b. Karib es-Sedûsî, Hattab oğlu Ömer'in yanına gitmiş, Ömer ona şöyle demişti: "Allah aşkına ey Sevad b. Karib! Söyle bakalım. Bugün de kahinliğinden birşeyler hissedebil­mekte misin?" Sevad şu cevabı vermişti: "Sübhanallah ey mü'minlerin emiri! Bugün meclisinde oturanlardan herhangi birine bana yönelttiğin bu soruyu yöneltmedin." Hz.Ömer : "Sübhanallah ey Sevad! Müşriklik-teki günahlarımız, senin kehanet günahından daha büyük idi. Allah'a andolsun ki ey Sevad, senin çok hoşuma giden bir sözünü duymuştum." dedi.

Sevad dedi ki: "Vallahi ey mü'minlerin emiri, o söz çok hayret verici

bir sözdü."

Hz. Ömer: "Öyleyse onu bana tekrarla." dedi.

Sevad dedi ki: Ben cahiliye döneminde kahin idim. Bir gece uyu­makta iken haberci cinim, yanıma gelip ayağıyla beni iterek: "Ey Sevad, sana söyleyeceklerime kulak ver." dedi. Ben de; söyle, deyince söze şöyle başladı:

"Cinlere ve onların ses verişlerine şaştım.

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneldiler.1

Cinlerin mü'minleri, murdarları gibi değildir.

Haşinin1 erin saf ve temiz olanlarına yönel.

Gözlerinle onun başına bak."

Uykuya daldım ve sözlerini önemsemedim. İkinci gece cin yine bana gelip ayağıyla iterek şöyle dedi: "Ey Sevad b. Karib! Sana söyleyecekleri­me kulak ver." Ben de; söyle deyince söze şöyle başladı:

"Cinlere ve taleplerine şaştım.

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneliyor.

Cinlerin doğruları, yalancıları gibi değildir.

Haşimîlerin saf ve temiz olanlarına yönel.

Öndekileri, arkadakileri gibi değildir."

Bu defa cinin söyledikleri beni biraz daha etkiledi. Fakat tekrar uyudum. Üçüncü gece yine gelip ayağıyla bana vurdu. Sonra şöyle dedi: "Ey Sevad b. Karib! Anlıyor musun yoksa anlamıyor musun?" Ben de; neyi? diye sordum. Bunun üzerine bana dedi ki: Mekke'de bir peygam­ber ortaya çıktı. İnsanları, Rabbine ibadete davet ediyor. Sen, onun ya­nına git. Benim söyleyeceklerime kulak ver." Ben de, söyle dedim. Sö",e şöyle başladı:

"Cinlere ve taleplerine şaştım.

Develerini yükleyip Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.

Hidayet talebiyle Mekke'ye yöneliyor.

Cinlerin doğruları, yalancıları gibi değildir.

Haşimîlerin saf ve temiz olanlarına yönel.

O, Mekke'nin taşlarıyla tepeleri arasındadır."

Anladım ki bu defa Cenâb-ı Allah, benim için hayır ve iyilik murad etmiş. Ben de kalkıp bir abamı ikiye böldüm. Onu giydim. Yola çıkarak Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldim.İslâmiyet'i bana anlattı. Ben de Müslüman oldum ve durumumu kendisine anlattım. Buyurdu ki: "Müslümanlar, biraraya geldiklerinde bu haberleri onlara da anlat." Müslümanlar toplandıklarında ayağa kalkıp şöyle dedim:

"Haberci cinim üç gece peşpeşe, ortalığı sessizlik kaplayıp herkes uyuduktan sonra yanıma geldi. İmtihan edildiğim şeyde ben yalan söy­lemiyorum. O bana dedi ki: "Lüey b. Galip soyundan bir peygamber sana geldi!" Ben de genç ve süratli deveme binip çölleri aşarak buraya geldim.

Biliyorum ki Allah'tan başka bir Rab yoktur. Sen de her gaib olanın üze­rine güvenilir bir kimsesin. Ey soylu ve temiz kimselerin oğlu! Sen, in­sanları Allah'a en çok yaklaştıran bir vasıtasın. Ey en hayırlı peygam­ber! Bize getirdiğin şeyler, saç örgülerini ağartacak cinsten de ağır olsa, onları bize söyleyip emret."

Müslümanlar, bu konuşmam üzerine çok sevinmişlerdi. . Hz.Ömer, bana: "Bugünde o eski kehanetinden birşeyler hissedebil­mekte misin?" diye sorunca ben: "Allah'ın, bana Kur'ân'ı öğretmesinden sonra kahinliği hissetmiyorum." dedim.

Muhammed b. Saib el-Kelbî, Ömer b. Hafs'm şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ömer, yanma gelen Sevad b. Karib'e şöyle bir soru sormuştu: "Ey Sevad b. Karib! Kahinliğinden birşeyler kaldı mı?" Sevad bu soruya öfkelenerek şöyle cevap verdi: "Ey mü'minlerin emiri! Araplardan her­hangi birini bu şekilde karşıladığını zannetmiyorum."

Hz. Ömer, Sevad'm yüzündeki öfkeyi görünce şöyle dedi: "Bak Se­vad! Şu günümüzden önceld yolumuz olan müşriklik, kahinlikten daha büyük bir günahtı. Ey Sevad! Bana senden duymayı arzuladığım şeyleri

söyle.

Sevad söze şöyle başladı: "Evet... Bir ara geceleyin Serat'ta deveme binerek yola çıkmıştım. Birara uykuya dalmıştım. Cinlerden haberci bir dostum yanıma gelerek ayağıyla beni itip şöyle dedi: 'Ey Sevad b. Karib, Kalk! Tihame'de bir peygamber zuhur etti. İnsanlan hakka ve dosdoğru

yola davet ediyor."

Sevad, serüvenini önceld sayfalardaki gibi tam olarak baştan sona anlattı. Ve şiirinin sonuna şu beyti ilave etti:

"Senden başka bir yakının fayda vermeyeceği günde, Bana şefaatçi ol ve Sevad'ı azaptan kurtar."

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kavmine git ve bu şiiri onlara da

oku."

Hafız İbn Asakir, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: "Se­vad b. Karib el-Ezdî bana haber verdi ki: "Bir ara Serat dağlarından bi­rinde uyumakta idim. Bir şahıs, gelerek ayağıyla bana vurdu..." Böyle dedikten sonra Sevad, serüvenim baştan sona anlattı.

Yine Hafız İbn Asakir, Sevad b. Karib'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben, Hindistan'a gitmiştim. Bir gece haberci cinim yanıma geldi..." Böylece söze başlayarak serüvenini baştan sona anlattı. Serüveninin sonunda okuduğu şiirini tamamladığında da, Rasûlullah (s.a.v.) azı diş­leri görününceye kadar gülmüş ve: "Sevad kurtuluşa erdi." demişti.

"Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde Ebu Nuaym, Abdullah el-Um-manî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bizde, Mazin b. Adup adında bir adam vardı. Mazin-, Semaya köyündeki bir putun hizmetkarlığım yapı­yordu. Semaya, Umman'a bağlı bir köydü. Samit oğulları, Hütame oğul­ları ve Mühreliler, oradaki puta ibadet ederler di.Mühreli ler, Mazin'in dayılarıydılar. Mazin'in annesi, Zeynep binti Abdullah b. Rebia b. Hü-veystir ki, o da Nemran oğulları kabile sindendir.

Mazin şöyle demişti: "Bir gün putumuzun yanında bir kurban kes­miştik. Kurbanın karnından bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Ey Mazin, kulak ver, sevineceksin. Hayır açığa çıktı. Şer gizlendi. Mu-dar oğullarından bir peygamber zuhur etti. O, en büyük Allah'ın dinine bağlıdır. Taştan yontulma putları bırak ki, Cehennem'in sıcaklığından kurtulasın!" Bu sesi duyunca, çok korktum. Aradan bir kaç gün geçtik­ten sonra bir kurban daha kestik. Bu defa puttan şöyle bir ses geldi: "Bana bak bana! Aslında bildiğin şeyleri benden dinle. Bu, gönderilen bir peygamberdir. Hak ile gelmiştir. Ona, vahiy inmiştir. Ona iman et ki doğru yola giresin. Yanmakta olan alevli Cehennem ateşinden kurtula­sın. O ateş ki, yakıtı büyük taş parçalarıdır." Kendi kendime, "Bu çok hayret verici birşey" dedim. Aslında bu, benim için murad edilen hayır ve iyiliktir. Bize, Hicaz'dan bir adam geldi. "Gerilerde ne haber var?" di­ye sordum. Dedi ki: Ahmed adında bir adam ortaya çıktı. Yanına gelen herkese: "Allah'ın davetçisine icabet edin." diyor. Bunun üzerine yanı­mıza gelen Hicazlı adama: Bu duymadığım bir haber, dedim. Putumu­zun üzerine atılıp onu paramparça ettim. Deveme binip Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldim. Allah, kalbimi İslâm'a açmıştı. Ben de Müslü­man oldum ve şöyle dedim:

"Yacur putunu kırıp paramparça ettim. Bir Rabbimiz vardı. Onu ta­vaf ederdik. Saptıkça sapardık, ama Haşimî ile sapıklıktan kurtulup hi­dayete erdik. Yacur'un dini umurumda değildi. Ey Süvari, Samit oğulla­rıyla kardeşleri Hutame'ye ve dostlarına benden şu haberi götür: Bana Rabbimin Yacur olduğunu söyleyenlere kızgınım!"

Dedim ki: Ya Rasûlallah, ben eğlenceye düşkünüm. Kadınlara ve iç­kiye de tutkunum. Kurak seneler bizi mahvetti. Mallarımızı götürdü. Çoluk çocuğumuzu bitkin düşürdü. Benim oğlum yoktur. Allah'a dua et te bendeki bu kötülükleri gidersin. Bana haya nasip etsin ve bir oğul bahşetsin."

Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etti: "Allahım, ona eğlence yerine Kur'ân okumayı, haram yerine helali, günah ve zina yerine iffeti ver. Ona haya nasip et ve bir oğul bahşet."

Cenâb-ı Allah, kendimde hissettiğim kötülükleri benden giderdi. Umman, verimli hale gelip bol bitkiler verdi. Dört hür kadınla evlendim. Kur'an'm yansım ezberledim. Allah, bana Hayyan isminde bir evlad ba­ğışladı."

Mazin, böyle dedikten sonra da, şu şiiri okudu:

"Ya Rasûlallah! Bineğim koşup sana geldi. Çölleri aştı. Umman'dan Arc'a kadar geldi ki, ey çakıllara basanların en hayırlısı; bana şefaat edesin de Rabbin beni bağışlasın. Ve kurtuluşa ermiş olarak kavmime döneyim. O kavmim ki, Allah rızası için dinlerinden ayrıldım. Onların görüşü benim görüşüm değildir. Onlar, benim gibi kimseler değildirler. Ben, içkiye ve zinaya düşkün bir kimse idim. Gençliğimde böyle idim. Nihayet ihtiyarlayıp bitkin düştüm. Rabbim, içki yerine Allah korkusu­nu ve haşyetini verdi. Zina yerine, iffeti verip haya yerlerimi korudu. Ar­tık yegane düşüncem cihad oldu. Niyetim, orucum ve haccım da Allah içindir."

Kavmime döndüğümde bana küfrettiler, kınayıp azarladılar. Bir şairlerine emredip bana hicviyeler dizdirdiler. Ben de; "Eğer ona karşı­lık verirsem, aslında kendimi yermiş olurum." dedim ve yanlarından ayrıldım. Fakat daha sonra onlardan kalabalık bir heyet yanıma geldi. Daha önceleri ben onların idarecisiydim. İşlerini yürütürdüm. Bana de­diler ki: "Ey Amca oğlu! Sana kötü davrandık. Bundan memnun değiliz. Eğer bu kötülüğümüzü görmezden gelirsen, tekrar yurduna dön ve işle­rimizi de eskisi gibi idare et. Dinin sana kalsın." Ben de onlarla birlikte yurduma döndüm ve şöyle dedim:

"Size karşı öfkeli olmak, tadımı çok acı birşeydir.

Bize karşı öfkeli olmanız ise ey kavmim, size göre süt gibidir.

Sizin ayıplarınız açıklansa ve yayılsa bile, bunu âlem anlamaz.

Ama bizim ayıplarımız söylendiğinde, bunu hepiniz anlarsınız.

Şairimiz, size karşı kötü birşey söyleyemez.

Ama sizin şairiniz, bize küfretmede dili açık bir kimsedir.

Bilesinizki, size karşı kalblerimizde kin yoktur.

Ama sizin kalblerinizde, kin ve düşmanlık vardır."

Mazin dedi ki: Bundan sonra Cenâb-ı Allah, onların tamamını İslâm hidayetiyle nurlandırdı.

Hafız Ebu Nuaym, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'in risaletle görevlendirildiği haberinin Medine'de ilk yayılışı şöyle oldu: Medine'de cinlerden habercisi olan bir kadın vardı. Günün birinde cin, beyaz bir kuş şekline bürünerek kadının evinin duvarına kondu Kadın ona: "Niçin yanımıza geliniyorsun? Gelde sohbet edelim. Karşılıklı haberleşelim." dedi. Cin, kadına şu cevabı verdi: "Mekke'de bir peygamber ortaya çıktı. Zinayı haram kıldı. Bize de gök­lerden haber alma yolu kapandı."

Vakidî, Ali b. Hüseyn'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'in risaletle görevlendirildiğine dair ilk haberin Medine'ye gelişi şöyle oldu: Fatıma adındaki bir kadının haberci bir cini vardı.Günün birinde o haberci cin gelip Fatıma'nm evinin duvarı üzerine kondu. Fatı-nıa: "İçeri gelmez misin?" diye sorunca, o, şöyle cevap verdi: "Hayır, zinayı haram kılan peygamber ortaya çıktı."

Tahinilerden bazıları, bu mı mürsel olarak rivayet etmişlerdir. O haberci cinin adının da Ibn Levzan olduğunu söylemişlerdir.İbn Levzan, bir süre kaybolup Fatıma'ya görünmez olmuştu. Bilahare geldi­ğinde Fatıma onu kınamış ve niçin geciktiğini sormuştu. O da: "Ben Rasûle gittim. Onun zinayı haram kıldığım işittim. Sana selam olsun." diye karşılık vermişti.

Vakidî, Osman b. Afîan'm şöyle dediğini rivayet eder: "Bir kervanla birlikte Şam'a gitmiştik. Gidişimiz, Rasûlullah (s.a.v.)'m bisetinden ön­ce idi. Şam girişine vardığımızda orada kahin bir kadın vardı. Karşımı­za çıktı ve şöyle dedi: "Arkadaşım gelip kapımda durdu. İçeri girmez mi­sin?" dediğimde bana şu cevabı verdi: "Buna yol ve imkan yok. Ahmed çıktı ve karşı durulmaz birşey getirdi. Sonra dönüp Mekke'ye geldim. Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'de zuhur edip insanları yüce Allah'a imana davet ettiğini gördüm."

Vakidî, Muhammed b. Abdullah ez-Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Daha önce vahiy, cinler tarafından duyulurdu. İslâmiyet geldik­ten sonra onlar, vahyi dinlemekten menolundular. Beni Esed kabilesin­den Saire adında bir kadın vardı. Onun cinlerden bir habercisi vardı. Ar­tık vahyin cinler tarafından duyulamaz olduğunu görünce Saire'nin ya­nma dönüp göğsünün içine girdi.Göğsünde sıkıntılar meydana getirdi. Saire'nin de aklı başından gitti. Göğsünün içindeki cin şöyle konuşuyor­du: "Şiddetli durum ortaya kondu. Göklerden haber almak men olundu. Karşı durulamayacak şey geldi. Ahmed, zinayı haram kıldı."

Hafız Ebu Bekir el-Haraitî, Mirdas b. Kays es-Sedüsî'nin şöyle dedi­ğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m meclisinde bulundum. Yanında kahinlikten ve Peygamber (s.a.v.)'in zuhuru esnasında kahinliğin deği­şikliğe uğramasından bahsedildi.Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Bu hususta bizde bazı bilgiler var. Sana şunu haber vereyim ki, bizde bir cariye var­dı. Adı, Hülasa idi. İyi bir kimse olarak bilinirdi. Bir defasında yanımıza gelip şöyle konuştu: "Ey Devs topluluğu! Başıma çok tuhaf birşey geldi. Siz, hayırdan başka birşey bilir misiniz?" "Anlatacakların nedir?" diye sorduk. Dedi ki: "Ben, koyunların arasında idim. Bir karanlık perdesi üzerimi kapladı. Kendimde, benimle cinsel ilişkide bulunuluyormuş gi­bi bir durum hissettim. Hamile kalmaktan korkmuştum. İradem dışı hamile kalıp ta doğum vakti yaklaştığında köpek gibiild kulağı sarkık bir çocuk doğurdum. O, aramızda bir süre yaşadı. Hatta çocuklarla oyun oynama çağma geldi. Onlarla oynamaya başladı. Bir defasında yerin­den fırlayıp peştemalını attı ve olanca sesiyle bağırıp şöyle demeye baş­ladı: "Eyvah, eyvah! Ağlayıp ünleme zamanıdır. Eyvah ganimetler, eyvah anlayış. Allah'a andolsuıı ki ateş ve atlar, geçidin gerisindedir. Ora­da asil ve güzel gençler vardır."

Âtlarımıza binip hazırlığımızı yaptık ve: "Yazıklar olsun sana. Ne­ler gördün?" diye sorduk.

Dedi ki: Bana, âdet görmekte olan bir cariye getirebilir misiniz?

Böyle birini kim bize getirebilir? diye sorduğumuzda yaşlı bir ada­mımız dedi ki: Allah'a andolsun ki o cariye yanımdadır. Anası da iffetli bir kadındı. Onu çabucak buraya getir, dedik. O da gidip cariyeyi getir­di. Dağa çıktı. Cariyeye şöyle dedi: Elbiseni çıkar ve şunlarm yüzüne at.

Oradaki topluluğa da; peşine düşün, dedi. Bizden de Ahmed b. Ha­bis adındaki bir adama şöyle dedi: Ey Habis oğlu Ahmet! Sen birinci atlı­yı yakala. Ahmed hücuma geçip ilk atlıyı yakalayıp vurdu ve yere yatır­dı.Karşımızdakiler hezimete uğradılar, biz de onların mallarını gani­met olarak aldık. Üzerlerine bir ev yapıp Zu'1-Hülase adını verdik. O adam bize hep daha önce dediklerini söyleyip dururdu.

Nihayet, Ya Rasûlallah, sen zuhur ettiğinde o, günün birinde bize şöyle dedi: "Ey Devs topluluğu! Haris b. Ka'b oğulları hücuma geçtiler." Biz de atlarımıza bindik. O bize şöyle dedi: "Atlarınızı hızlandırın. O kavmi mezara gömün. Sabahleyin onları sürün. Akşamleyin de içkinizi için."

Onun dediği kavim ile karşılaşıp savaştık.Bizi hezimete uğratıp mağlub ettiler. Yanına döndüğümüz de: "Senin durumun nedir? Bize yaptıkların nedir?" diyerek kendisine öfkelendik, yüzüne baktığımızda gözleri kızarmıştı ve bize çok öfkelenmişti. Yerinden kalktı. Biz de atla­rımıza binip bu hatasını bağışladık. Bir süı~e geçtikten sonra tekrar bizi çağırıp: "Size onur bahşedecek, gücünüzü arttıracak, sizi hazinelere sa­hip kılacak bir savaşa var mısınız?" dedi. Biz de böyle bir savaşa çok muhtaç olduğumuzu söyleyince; öyleyse atlarınıza binin, dedi. Biz de bindik ve ne diyorsun? diye sorduk. Dedi ki: Haris b. Mesleme oğulları! • Sonra durun, dedi. Biz de durduk. Sonra, onlarda sizin için kan yoktur. Siz, Mudarlılara saldırın. Onlar, at ve davar sahipleridirler. Mallan vardır. Sonra şöyle dedi: Hayır, Büreyd b. Samme aşiretine saldırın. On­ların sayıları azdır. Taahhütlerini de yerine getirirler. Sonra şöyle dedi: Hayır, Ka'b b. Rebia'ya saldırmanız gerekir. Onu, Amir b. Sa' saa'nm köyüne yerleştirin, böylece başlarına bela gelsin. Onlarla karşılaşıp sa­vaştık. Bizi yendiler, perişan olduk. Dönüp kendisine: "Yazıklar olsun sana, bize yaptığın nedir?" dediğimizde şu cevabı verdi: "Bilemiyorum... Daha önce benimle doğru konuşan, bu defa bana yalan söylemeye başla­dı. Beni üç gün süreyle evimde hapsedin. Sonra yanıma gelin." Öyle yap­tık. Sonra üçüncü günün sonunda yanma geldik. Kapısını açtığımızda içerisi, adeta ateş odası gibi idi. Dedi İd: "Ey Devs topluluğu! Gökler bek­çilerle muhafaza edildi. Peygamberlerin en hayırlısı zuhur etti." O nerededir? diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: "O, Mekke'dedir. Bense ölü­yüm. Beni dağ başına gömün. Ben alevlenip tutaşacağım. Eğer beni ra­hat bırakırsanız, sizin için bir utanç olurum. Yanıp tutuştuğumu ve alevlendiğimi görürseniz bana üç taş atın. Sonra her taşı atarken: "Alla-hım, senin adınla." deyin. O zaman ben sakinleşir ve sönerim."

Öldü ve yanıp tutuştu. Biz de yaptığı tavsiyeleri yerine getirdik. Üç taş attık. Her taşı atarken de: "Allahım, senin adınla." dedik.Ateşi sön­dü. Hacılar bize gelinceye kadar yerimizde durduk. Ya Rasûlallah, işte o hacılar senin zuhur ettiğini bize bildirdiler."

Gerçekten bu, garip bir rivayettir.

Vakidî, Süfyan el-Hüzelî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bir ker­vanla Şam yoluna çıktık. Zerka ile Mu'an arasında iken geceleyin mola verdik. Bir de baktık ki, göklerle yer arasındaki bir süvari şöyle sesleni­yor: "Ey uykudakiler! Uyanın. Bu, uyuma zamanı değildir. Ahmet orta­ya çıktı. Cinler sağa sola tardedilip kovuldu."

Güçlü ve kuvvetli kimseler olmamıza rağmen duyduğumuz bu çağ­rıdan korkmuştuk. Ailelerimize döndük. Baktık ki onlar, Mekke'de Ab-dülmuttalib oğullarından zuhur eden Ahmed adındaki bir peygamberle Kureyşliler arasında meydana gelen anlaşmazlıktan söz ediyorlar."

Bunu, Ebu Nuaym rivayet etmiştir.

el-Haraitî, Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Aralarında Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdül-Uzza b. Kusay, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Abdul­lah b. Cahş b. Riab ve Osman b. Hüveyris'in de bulunduğu bir Kureyş topluluğu, putlarından birinin yanında toplanmış idiler. O toplantı gününü, her sene bayram olarak kutluyorlar di. Yanında toplandıkları putlarına tazimde bulunuyor, ona kurbanlar kesiyor; sonra da yeyip içip, içkileri yudumluyor ve putlarına ibadet ediyorlardı. Geceleyin pu­tun yanına vardıklarında yüz üstü yere düşmüş olduğunu gördüler. Bu işi beğenmediler. Putu tekrar doğrultup eski haline getirdiler. Çok geç­meden şiddetli bir sarsıntı ile put yine yüzüstü yere düştü. Yine alıp eski haline getirdiler. Ama ikinci kez bir sarsıntı meydana gelerek yine yüz üstü yere düşmüştü. Bu durumu görünce üzülüp kederlendiler ve bunu büyük bir musibet saydılar. Osman b. Hüveyris dedi ki: "Buna ne olmuş ki durmadan yere düşüyor? Mutlaka yeni bir durum meydana gelmiş­tir."

Bu olay, Rasûlullah (s.a.v.)'m doğduğu gecede meydana gelmişti. Osman şöyle diyordu:

"Ey bayram putu, insanlar etrafında saf bağlamışlar,

O insanlar uzaktan ve yakından gelen büyüklerdir.

Mağlup olarak yüzüstü düştün, bu ne haldir, bize söyle.

Bir beyinsiz mi sana eziyet verdi, yoksa bize kızdığın için mi düşüyorsun.?

Eğer bir günah işleyerek sana gelmişsek,

Biz suçumuzu ikrar eder ve günahtan vazgeçeriz.

Eğer mağlub olmuş ve küçük düştüğün bir yere yuvarlandıysan.

Şu halde sen putlar arasında Rab ve efendi olamazsın!"

Yere düşen putu tekrar kaldırıp eski haline getirdiler. Yerine koy­duklarında putun içinden bir ses şöyle diyordu:

"Nuru ile yerin doğu ve batısındaki bütün yolları aydınlatan,.

Yeni doğmuş biri için, bu put yere düştü.

Ki bütün putlar, sarsılıp onun için yere düştüler.

Bütün hükümdarların yürekleri, onun korkusuyla sarsıldı.

Bütün İranlıların ateşleri sönüp karanlıklaştı.

İran şahı da büyük bir sıkıntı içinde geceyi geçirdi.

Kahinlerin cinleri, gayıbtan haber alamaz oldu.

Onların habercileri, ne doğrune yalan, hiçbir haber getiremez oldu.

Ey Kusay aşireti! Sapıklığınızdan dönün.

İslâm'a ve geniş menzile gelin."

Bunu duyunca bir kenara çekilip fısıldaştılar. Birbirlerine şöyle de­diler: "Doğru söyleyin ve birbirinizin sırrım gizleyin."

Bu anlaşmaya, evet, dediler. Varaka b. Nevfel kendilerine şöyle de­di: "Vallahi bilirsiniz ki kavminiz, bir din üzerinde değildir. Onlar doğru yoldan şaşıp İbrahim'in dinini bırakmışlardır. Duymayan, görmeyen fayda ve zarar veremeyen taşlar ne ki, onları tavaf ediyorsunuz? Ey mil­let, kendiniz için bir din arayın."

Bunun üzerine onlar, yeryüzüne yayılıp İbrahim peygamberin Ha-nif dinini sormaya başladılar. Varaka b. Nevfel ise, Hristiyanhğı seçip kitaplarını okudu. O din hakkında bilgi sahibi oldu.

Osman b. Hüveyris, Bizans imparatoruna gidip Hristiyanlığa girdi. Onun nezdinde makam sahibi oldu.

Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ise, çıkmak istedi ama alıkonup hapsedildi. Bundan sonra bir yolunu bulup yeryüzünde dolaştı, nihayet Cezire mıntıkasında Rakka şehrine ulaştı. Orada âlim bir rahiple karşılaştı. Aradığı şeyi ona anlatınca rahip dedi ki: "Sen öyle bir din arıyorsun ki, seni ona götürecek bir kimseyi bulamazsın. Ama senin beldende Hanif dinine bağlı bir peygamberin ortaya çıkma zamanı gelmiştir!"

Rahip ona böyle deyince Zeyd b. Ajur b. Nüfeyl, Mekke'ye yönelerek yola çıktı. Yolda iken Lahmiler, ona saldırıp öldürdüler.

Abdullah b. Cahş ise, Hz. Peygamberin bisetine kadar Mekke'de ikamet etti. Sonra Habeşistan'a çıkıp gitti. Orada İslâm'dan ayrılıp Hristiyan oldu. Hristiyan bir kimse olaı-ak ölünceye dek orada kaldı.

el-Haraitî, Abbas b. Mirdas'tan rivayet etti İd, o, gündüz bir ağacını aşılamakta iken üzerinde beyaz elbiseli bir süvari bulunan beyaz renkli bir deve kuşu kendisine görünmüş ve şöyle demiş: "Ey Abbas b. Mirdas! Görmedin mi ki sema, bekçilerle muhafaza altına alınıp cinlerin haber çalmalarına mani olundu. Savaş ta başlamak üzeredir. Atlar da yükleri­ni indirdiler. İyilik ve takva sahibi zat, pazartesiyi salıya bağlayan gece dünyaya geldi. O, asil devenin sahibidir."

Abbas b. Mirdas dedi ki: Bu sözü duyduktan sonra korku içinde geri döndüm. Görüp işittiklerim, beni korkutmuştu. Niha}ret putumuzun yanına geldim. Dımar adını verdiğimiz bu putumuza ibadet ederdik. Kendisiyle konuşurduk. Çevresini temizledim. Kendisini öptüm. İçin­den bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu:

"Süleym kabilelerinin tamamına deki,

Dımar Öldü, Harem ehli kurtuluşa erip galib oldu.

Peygamber Muhammed'e salattan önce.

Kendisine ibadet edilen Dımar putu hepten yok oldu.

Muhanımed ki, Kureyşlidir, Meryem oğlundan sonra,

Peygamberlik ve hidayet kendisine kaldı, o, doğru yolu gösterir."

Abbas b. Mirdas dedi İd: Oradan da korku içinde ayrıldım. Nihayet kavmime gidip başımdan geçenleri onlara bir bir anlattım. Kavmim olan Harise oğullarından 300 kişilik bir heyetle yola çıkıp Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. Mescide girdiğimizde Rasûlullah (s.a.v.) beni görüp: "Ey Abbas! İslâm'a girişin nasıl oldu?" diye sordu­ğunda ben, başımdan geçenleri kendisine anlattım. O, buna sevindi. Ben ve kavmim, Müslüman olduk.

Hafız Ebu Nuaym, Abbas b. Mirdas'm şöyle dediğim rivayet eder: "Benim, İslâm'a girişimin başlangıcı şöyle idi: Babam Mirdas vefat et­mek üzere iken, Dımar adındaki putumuzun bakımını bana vasiyet eb-ti. Ben de onu alıp bir eve koydum. Her gün yanına gidip hizmetini ifa ederdim. Hz. Peygamber risaletle ortaya çıktığında, gece yarısı bir ses duydum. Duyduğum ses, beni korkuttu. İmdat dileyerek Damar'a koş­tum. Baktım ki ses, onun içinden geliyor ve şöyle diyor:

"Süleym kabilelerinin tamamına söyle:

Enis Öldü, Harem halkı yaşadı.                                        

Muhammed'e kitap gelmeden önce,

Kendisine ibadet edilen Dımar putu hepten helak oldu.

Muhammed ki, Kureyşlidir, Meryem oğlundan sonra,

Peygamberlik ve hidayet kendisine kalmıştı, o, doğru yola iletir."

Abbas b. Mirdas dedi ki: Ben, bu olayı insanlardan gizledim. İnsan­lar Ahzap'tan döndüklerinde bir ara ben develerimi, Akik taraflarında Zat-Irk denen yerde otlatmakta iken uzanıp uykuya dalmışım. Bir ses duyduğumda etrafıma baktım. Bir de ne göreyim: Bir adam, bir deve kuşu üzerinde şöyle diyordu: Salı gecesi ortaya çıkan nur, Benî Anka'nın kardeşlerinin diyarında olup yaıık kulaklı devenin sahibidir." O ada­mın sol tarafında bir ses duydum, sesin sahibi görülmüyor ama şöyle di­yordu: "Cinlere ve şeytanlaşmalarına müjde verki binek, yükünü indir­di.Gökler de bekçileri ile korundu."

Abbas b. Mirdas dedi ki: Ürkerek yerimden fırladım ve Muham-med'in peygamber olarak gönderildiğini anladım. Atıma binerek yanı­na vardım, ona bey'at ettim. Sonra Dımar putunun yanına dönüp onu ateşle yaktım. Tekrar Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndüm. Ona şu şiiri okudum:

"Ömrüne yemin olsun İd, ben cahil iken,

Damar'ı, âlemlerin Rabbine ortak koşardım.

Rasûlullah'ı ve çevresindeki Evslileri terkederdim.

Onlar ki, onun yardımcılarıdırlar, onlar,

Zor işlere girişmek için,

Yerin dağlarıyla ovalarını terkeden kimselerdir.

Kulu olduğum Allah'a iman ettim.

Helak olmayı isteyerek gününü geçirip,

Akşamlayan kimselere muhalefet ettim.

Yüzümü bey'at maksadıyla Mekke'ye yönelttim.

Şereflilerin peygamberi olan mübareke bey'at edeceğim.

Bize, İsa'dan sonra hakkı konuşan bir peygamber geldi.

O, hakkı açıkça söyler.

Kur'ân hususunda güvenilirdir, ilk şefaat edendir.

Meleklere cevap verecek ilk peygamberdir.

Çürüyüp kopan İslâm kulplarını, o onaracaktır.

Sağlamlaştırıp, menasiki eski haline döndürecektir.

Ey halkın en hayırlısı, sana yöneldim.

İki dağ arasmdasm, şeref sahibisin.

Develeri üzeıine bindiklerinde de Kureyşülerin en temizisin.

Asırlar boyunca sen, mübarek bir kimse olarak anılacaksın.

Ka'b ve Malik kabileleri intisap ettiklerinde,

Kadınlarla birbirlerine giriştiklerinde seni saf ve temiz görürüz."

el-Haraitî, Muhammed b. Mesleme ailesinden Abdullah b. Mah-mud'un şöyle dediğini rivayet eder: Has'am kabilesinden bazı kişilerin şöyle dediğini duydum: İslâm'a girişimizin sebebi şu oldu: Biz, puta tapan kimselerdik. Günün birinde putumuzun yanında iken bir kaç kişi putun yanına geldi. Aralarında bir anlaşmazlık vardı. Onlar, puttan bu ihtilafı çözmesini istiyorlardı. O esnada bir ses onlara şöyle hitap etti:

"Ey gencinden ihtiyarına kadar cüsseli adamlar!

Siz çok akılsız kimselersiniz, puttan hakemlik istiyorsunuz.

Hepiniz uykuda ve şaşkın haldesiniz,

Önümdekini görmüyor musunuz?

Karanlıklarda çevreyi aydınlatan parlak bir nurdur.

Tihame taraflarından çıkmakta ve yalabuklanmaktadır.

O, âlemlerin efendisi peygamberdir.

Küfürden sonra İslâm'ı getirmiştir.

Rahman, ona ikramda bulunmuştur.

İmamdır, Rasûldür, doğru sözlüdür.

Hükümlerini adaletle verendir.

Namaz ve orucu, iyiliği,

Akrabalık bağlarını muhafaza etmeyi emreder.

İnsanları kötülüklerden de nehyeder.

Pisliği, putları ve haramı meneder.

Haşimîlerdendir, hörgüçlerin üzerindedir.

Harem beldesinden peygamberliğini ilan etmiştir."

Bu sesi duyunca, hemen putun yanından ayrılıp yola çıktık. Pey­gamber (s.a.v.)'in yanma gelip Müslüman olduk.

el-Haraitî, Temim oğulları kabilesinden Rafi b. Umeyr'in -ki o insanlar arasında hidayet sahibi, cesaretli, geceleyin yola çıkmaktan korkmayan, zorluklara karşı da göğüs geren bir kimse idi. Hidayet sahi­bi, cesaretli biri olduğu için ona Arapların kara kurdu, adını vermişleidi— şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben geceleyin yüksek bir tepe üzerinde yürümekteydim. Uyku bastırdı, devemden inip onu ıhdır-dım. Başımı devenin dizi üzerine koyarak uykuya daldım. Uyumadan önce şu sığınma duasını okudum: Bu vadideki cinlerin büyüğüne sığını­rım. Eziyet görmekten veya saldırıya uğramaktan ona sığınıyorum, de­dim.

Rüyamda, elinde mızrak bulunan genç bir adamın devemi gözetle­mekte olduğunu ve mızrağını devemin boynuna saplamak istediğini gördüm. Korku ile uyandım, sağıma soluma baktım, birşey göremedim. Kendi kendime bunun bir rüya olduğunu söyledim. Sonra tekrar uzanıp uykuya daldım. Yine aynı rüyayı gördüm. Tekrar uyandım. Devemin çevresinde dolaştım, birşey göremedim. Ama devemin sarsıldığını gör­düm. Tekrar uzanıp uykuya daldım. Yine aynı rüyayı gördüm. Uyandı­ğımda devem iyice sarsıntı geçirmekte idi. Dönüp baktığımda, rüyada gördüğüm, adamın kendisi orada idi. Elinde mızrak vardı. Yaşlıca bir adam da onu geri itmeye, devemden uzaklaştırmaya çalışıyor ve şöyle diyordu:

"Ey Malik b. Mühelhil b. Disar!

Yavaş ol, abam ve peştemalım sana feda olsun.

Bu insanın devesine sataşma,

Onun yerine benim sığırlardan dilediğini seç,

Hiç ummadığım şeyleri yapıyorsun.

Akrabalığımı ve namus birliğini göz önünde bulundur.

Sen, zehirli mızrakla deveyi vurmak istiyorsun.

Yaptığın bu hareket başarılı olmasın ey Ebe'l-Gaffar.

Eğer utanm as aydım, bütün Cireliler helak olsaydı bile,

Keşfettiğim haberlerimi bilirdin."

Genç adam da, ona şu cevabı verdi:

"Ey Ebe'l-Ayzar, ayıplamaksızm sen,

Bizim adımızı alçaltıp yükseltmek mi istiyorsun?

Geçmişte onların arasında bir efendi yoktu..

Onların seçkinleri, seçkinlerin oğullarıdır.

Var yoluna git ey Müakbir!

Eman veren, ancak Mühelhil b. Disar'dır."    .

Onlar böyle birbirleriyle mücadele ederlerken üç yaban sığırı geldi. İhtiyar adam, gence dedi ki: "Ey yeğen! şunlardan birini, şu devenin ye­rine al, götür. Senin olsun."

Genç adam, o sığırlardan birini alarak gitti. İhtiyar adam, bana dö­nüp şöyle dedi: "Her hangi bir vadiye indiğin ve oranın durumundan korktuğun zaman şöyle de: "Şu vadinin korkularından, Muhammed'in Rabbi olan Allah'a sığınının." Cinlerden herhangi birine sığınma. Artık onların hükmü kalmadı."

Ben de ihtiyara: "Şu Muhammed de kim?" diye sordum. Dedi ki: "Arap bir peygamberdir. Doğulu veya batılı değildir. Pazartesi günü peygamber olmuştur."

Onun meskeni nerededir? diye sordum. Hurmahkh Medine'dir, de­di. Sabah ortalık aydınlandığında deveme bindim. Süratle yola koyul­dum. Nihayet Medine'ye ulaştım. Rasûlullah (s.a.v.) beni görünce ben daha kendisine birşey anlatmadan o başımdan geçenleri bana anlattı. Beni, İslâm'a davet etti. Ben de Müslüman oldum"[3].

Said b. Cübeyr dedi ki: Biz, şu ayetin o adam hakkında nazil olduğu görüşündeyiz:

"Doğrusu insanlardan bazı kimseler, cinlerden bir takım kimselere sığınırlardı da onların azgınlıklarını artırırlardı." (el-Cinn, 6.)

el-Haraitî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir vadide cana­varlardan korktuğun zaman şöyle de: Aslanın şerrinden, Danyal'a ve Cübbe sığınırım.

el-Belevî, İbn Abbas'm cinlerle savaşan Hz. Ali'nin kıssasını anlattı­ğım rivayet etmektedir. Bu rivayete göre Hz. Ali, Cühfe'de Zatü'1-Alem kuyusunda cinlerle çarpışmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), kendileri için su getirmesini emrettiğinde Hz. Ali kuyunun yanma gitmiş, ama cinler oradan su almasına engel olmuş, kovasının ipini kesmişlerdi. Hz. Ali de kuyuya inerek onlarla çarpışmıştı. Bu çok uzun bir kıssa ve uydurma bir hikaye olup gerçekle bir ilgisi yoktur. Doğrusunu Allah bilir.

el-Haraitî, Şabi'den rivayet ederek bir adamın ona şöyle dediğini nakleder: Hattab oğlu Ömer hazretlei'inin yanında oturmakta idim. Orada Hz. peygamberin sahabelerinden bir grup ta vardı. Kur'ân'm fa­ziletlerinden söz ediyorlardı. Onlardan biri; Nahl sûresinin son kısmı­nın çok faziletli olduğunu söylerken, bir diğeri de Yâsîn sûresinin çok fa­ziletli olduğunu söylemekteydi. Hz. Ali ise şöyle demişti: "Ayete'l-Kürsi'nin faziletinden niye bahsetmiyorsunuz? O yetmiş kelimedir ki, her kelimesinde bereket vardır."

O meclisde Amr b. Ma'di Kerib de vardı. Konuşulanlara cevap ver­miyordu, ama sonunda dedi ki: "Besmele'nin faziletinden niye bahset­miyorsunuz?" Hz. Ömer ona: "Ey Eba Sevr, anlat bize." dedi. Adam, sö­züne şöyle devam etti: Cahiliye döneminde bir ara çok acıkmıştım. Atı­ma binerek çöl yoluna düştüm. Deve kuşu yumurtasından başka birşey bulamadım. Yolda gitmekte iken bîr çadırda yaşlı bir Araba rastladım. Yanında bir cariye vardı. Doğan bir güneşi andınyordu.Yanlarmda bir­kaç koyunları da vardı. Ona: "Ey anası ağlayası! Esir olarak kendini ba­na teslim et!" dedim. Başını kaldırıp bana baktı ve şöyle dedi: "Ey deli­kanlı! Eğer misafir olarak ağırlanmak istiyorsan atından in gel. Eğer yardım istiyorsan sana yardım edelim." Ben de ona: "Kendim esir olarak bana teslim et." deyince şu cevabı verdi:

"Sana ikramı arzettik. Ama sen uğursuz kimseler gibi cahillikten vazgeçmedin. Yalan ve iftira getirdin. Kızımı ve haremimi istiyorsan bi­lesin ki bu, boynunun kesilmesine sebep olur."

Böyle dedi ve Besmele çekerek üzerime atıldı. Ben de âdeta kendili­ğimden onun altına düştüm. Üzerime çöktü: "Seni öldüreyim mi yoksa salıvereyim mi?" dedi. Ben de, beni salıver dedim. Beni salıverdi. Sonra tekrar onunla boğuşmak istedim. Ona: "Ey anası ağlayası! Esir olarak kendini bana teslim et." dedim. Şu cevabı verdi:

"Allah ve Rahman adıyla kurtulduk. Rahim adıyla da seni mağlup ettik. İffetli kimseye, güç ve kuvvetin faydası yok. Biz, bugün savaş için ortaya çıktık."

Böyle dedikten sonra üzerime atıldı. Ben de kendimi onun altına düşmüş gördüm.Üzerime çöktü: "Seni öldüreyim mi yoksa bırakayım mı?" diye sordu. Ben de, beni bırak, dedim. Beni salıverdi.Ben de kaçıp biraz uzaklaştım, ama çok uzağa gitmedim. Sonra kendi kendime şöyle dedim: "Ey Amr! Şu ihtiyar seni yenecek mi? Allah'a andolsun ki, bu du­rumda yaşamaktansa ölmek, senin için daha hayırlıdır." Tekrar ihtiya­rın yanma dönüp kendisine şöyle dedim: "Ey anası ağlayası! Kendini esir olarak bana teslim et." Böyle demem üzerine, Besmele çekerek üze­rime atıldı. Ben de kendimi onun altmda buldum.Üzerime çöktü. Bana: "Seni öldüreyim mi yoksa bırakayım mı?" diye sordu. Ben de; hayır, beni salıver, dedim. "Heyhat, artık vakit geçti. Ey cariye, bana bir bıçak ge­tir." dedi.Cariye ona bir bıçak getirdi. Bıçakla perçemimi kesti. Araplar, bir adamı mağlup edip de perçemini kestiklerinde onu köle edinmiş olurlar. Ben de bu durumda onun kölesi olup yanında bir süre hizmetçi­lik yaptım. Sonra bana şöyle dedi: "Ey Amr, benimle birlikte çöle gelme­ni istiyorum. Benim senden korkum yoktur. Çünkü ben, Besmeleye gü­veniyorum."

Onunla birlikte yola çıktık. Sık ağaçlı, korkulu ve tehlikeli bir vadi­ye geldik. Olanca sesiyle bağırarak Besmele çekti. Yuvalarmdaki kuşlar, hep uçup gittiler. Tekrar aynı şiddetli bir sesle Besmele çekti. Bu defa inlerindeki canavarların tamamı kaçışıp gitti. Üçüncü kez yüksek sesle Besmele çektiğinde karşımızda uzun hurma ağacını andıran bir Habeşi'yi bulduk. Efendim bana dedi ki: "Ey Amr! Bununla birbirimize yakm olduğumuz zaman şöyle de: Efendim, Rahman ve Rahim olan Al-lahın adıyla onu yendi."

İkisi karşı karşıya geldiklerinde ben: "Efendim, Lat ve Uzza saye­sinde onu yendi." dedim. Bunun üzerine efendim olan ihtiyar adam, o Habeşi'ye birşey yapamadı. Dönüp yanıma geldi ve bana: "Benim sözü­me muhalefet ettiğini biliyorsun değil mi?" dedi. Ben de: "Evet, sözüm­den dönecek değilim." dedim. O da: "Habeşi ile karşı karşıya geldiğimiz­de: Efendim, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla onu yendi, de." dedi. Ben de, evet, dedim. Karşı karşıya geldiklerini gördüğümde: "Efendim, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla onu yendi." deJim. Efendim olan ihtiyar adam, Habeşliyi yere yıkıp üzerine çöktü. Kılıcıyla karnını yardı. Karnından siyah kandil şeklinde birşey çıkardı. Sonra oana: "Ey Amr! bu, onun hile ve desisesidir. Sen, o cariyenin kim olduğunu biliyor mu­sun?" diye sordu. Ben de, hayır, diye cevap verdim. Dedi ki: "O güzel kadın, Selil el-Cürhümî'nin kızıdır. Ki o da cinlerin seçkinlerindendir. Bunlar, onun aşireti ve amcazadeleridir. Her sene onlardan bir adam benimle çarpışır. Besmele sayesinde Allah, beni ona galib kılar. Şu Ha-beşli adama yaptıklarımı da gördün. Şimdi ben acıktım. Bir şeyler getir de yiyeyim."

Ben de avlanmak için çöle gittiğimde deve kuşu yumurtasından baş­ka birşey bulamadım. Bir yumurta getirdim. Baktım ki adam uyumak­ta. Başının altında odunsu birşey vardı. Başının aldıntaki o şeyi çekti­ğimde baktım ki, yedi karış uzunluğunda, bir karış enliğinde bir kılıç,. Kılıçla bacaklarına bir darbe vurdum. Her iki bacağını ayaklarıyla bir­likte kopardım. Arkası üstü doğrulup oturdu. Ve şöyle dedi: "Allah seni kahretsin ey gaddar! Sen ne kadar hainmişsin!" Hz. Ömer: "Sonra ne yaptın?" diye sordu. Dedim ki: "Kılıcımla onu paramparça etmek için vurdum. O, çok kederlendi. Sonra da şu şiiri oku­du:

"Hainlikle Müslüman kardeşini vurdun, tepede, Arapların, Acemlerin atalarında böyle birşey görmedim. Yaptığın iyilikten tiksiniyorsun, Usta ve efendiye yaptığın ne kötü. Şaşıyorum, onu nasıl vurdun sen?

Pişman olmadığın ve suç işlediğin zaman sana nasıl mukabelede bulundu?

O güzel ahlaklıdır, defalarca seni affetti.

Sen de onun, can alıcı noktasına vurdun.

Cahiliye döneminde şirk ve haç ehline yapmadıklarını,

İslâm döneminde yaptığın için seni hesaba çekseydim,

Adaletimden helak edici darbeyi yerdin.

Cezam ile sen mahvolup yok olurdun."

Hz. Ömer: "Sonra cariyenin durumu ne oldu? diye sorunca ben şöyle cevap verdim: "İhtiyar efendimi öldürdükten sonra cariyenin yanma gittim. Beni görünce; ihtiyar ne yaptı? diye sordu Ben de: "Habeşli onu öldürdü." dedim. "Sen, yalan söylüyorsun. Onu hainlik yaparak sen Öl­dürdün!" dedi. Sonra şu şiiri okudu:

"Ey göz! Hamleci süvari için cömertlik yap.

Bol yaşlar dök.

Ağlamaktan usanma, çünkü zaman sana hiyanet etti.

Hakikat sahibi/vefakar, sabırlı, takvalı.

Ağırbaşlı, yumuşak huylu, düzgün yaratılışlı.

Kimseyi iftihar gününde alıp götürdü.

Yazıklar olsun ki sen hayattasın ey Amr! Ömürler, seni kedei'lere teslim etsin. Hayatıma andolsun ki ona hıyanet etmeseydin. Keskin kılıcı andıran bir arslan olurdun!"

Cariyenin bu sözleri, beni kızdırdı. Onu öldürmek için kılıcımı çekip çadıra girdim. Çadırda herhangi bir kimse göremedim. Hayvanımı sula-dım ve aileme döndüm."

Bu da daha öncekiler gibi inanılması mümkün olmayan bir hikaye hatta bir masaldır.

Öyle anlaşılıyor ki o ihtiyar adam, cinlerdendi. Müslüman olup Kur'ân öğrenmiş bir kimse idi. Öğrendikleri arasında Besmele de vardı. Besmele vasıtasıyla kötülüklerden kendini korumaya çalışıyordu. Bes-mele'ye sığınıyordu.

el-Haraitî, Esma binti Ebu Bekir'in şöyle dediğini rivayet eder: Ona göre Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile Varaka b. Nevfel şöyle demişlerdi: Ebre-he'nin Mekke'den dönmesinden sonra, Necaşi'ye gitmişler. Necaşi'nin yanma vardıklarında onlara şöyle demişti: "Ey Kureyşliler! Aranızda babasının boğazlamak istediği, ama sonunda onun üzerine kur'a çeke­rek boğazlanmaktan kurtardığı, onun yerine bedel olarak bir çok deve­ler kestiği çocuğun ne yaptığını biliyor musunuz?" Onlar, şu cevabı ver­mişler: O çocuk büyüyünce Amine binti Vehb adındaki bir kadınla ev­lendi. Amine'yi hamile halde bırakıp gitti. Necaşi: "Amine'nin doğurup doğurmadığını biliyor musunuz?" diye sorunca, Varaka b. Nevfel şu ce­vabı vermiş: "Ey hükümdar! Bir gece putlarımızdan birinin yanında uyumakta idim. Biz, o putumuzu tavaf eder, ona ibadet ederdik. Uyku esnasmda onun içinden bir ses duydum. Sesin, görünmeyen sahibi şöyle diyordu: "Peygamber doğdu. Hükümdarlar alçaldı. Sapıklık uzaklaştı, müşriklik yüz çevirip gitti. Bundan sonra o put, yüz üstü yere düştü."

Zeyd b.Amr b. Nüfeyl: "Ey hükümdar, buna benzer bir haber de ben­de var." deyince hükümdar Necaşi, sen de anlat, dedi. Zeyd, anlatmaya başladı: "Arkadaşımın anlattığı gibi bir gece ben de Amine'nin hamileliğinden bahseden ailemin yanından ayrılıp evden dışarı çıktım. Nihayet Ebu Kubeys dağına vardım. Orada, beni kuşkulandıran bir mes'eleden ötürü yalnız başıma tenhada kalmak istiyordum. Gökten iki yeşil kanatlı bir adamın indiğini, Ebu Kubeys dağı üzerinde durduğunu, sonra Mekke'ye yukarıdan baktığım ve şöyle dediğini gördüm: "Şeytan alçaldı. Putlar geçersiz oldu. Emir doğdu." Sonra yanındaki bir yaygıyı açtı, onu doğu ve batı doğrultusunda serdi. Bunun, semanın altım tama­men kaplayacak şekilde yayıldığını gördüm. Ondan çıkan nur, gözle­rimi kamaştırıyordu. Gördüğüm manzara beni korkutmuştu. Gaibden gelen o adam, kanatlarını çırptı, nihayet Ka'be'nin üzerine düştü.

Ondan bir nur çıktı. Onunla Tihame'yi aydınlattı ve: "Nur aydınlandı, baharına kavuştu." dedi. Eliyle de Ka'be'deki putlara işaret etti, Putlar yüzüstü düştüler." dedi.

Necaşi dedi ki: Sizin bu benim başıma gelenden daha önemli değil­dir. Kubbeli bir yerde yalnız başıma uyumakta idim. Rüyamda bir bo­yun ve baş çıkıp şöyle demeye başladı: "Fil ashabına azap indi. Ebabil kuşları, onları balçıktan taşlarla vurdu. Suçlu ve mütecaviz Ebrehe he­lak oldu. Okuma yazması olmayan Mekkeli, Haremli peygamber doğdu. Ona icabet eden mutlu oldu. Ona icabet etmeyen de bahtsız oldu."

Böyle dedikten sonra tekrar yere girip kayboldu. Ben, seslenmek is­tedim ama konuşamaz oldum. Ayağa kalkmak istedim, ama kalkama­dım. Elimle kubbenin duvarlarına vurdum. Böylece ailem beni duydu, yanıma geldiler. Onlara, topluluğu yanımdan uzaklaştırın, dedim. Uzaklaştırdılar. Sonra dilim ve ayaklarım açıldı."

Hz. Peygamberin mevlidinden bahsederken inşallah kisranm sara­yındaki ondört balkonun (şerefe, kule) yıkılış rüyasını görmesinden, Mecûsi ateşinin sönmesinden, Mubezan'm gördüğü rüyadan, kahin Sa-tih'in de bu rüyayı Ebü'l-Mesih'in huzurunda yorumlamasından bahsedeceğiz.

Hafız Ebu Kasım b. Asakir, "Tarih" adlı eserinde Haris b. Hani b. Mudlic'in hal tercümesinden bahsederken Zeml b. Amr el-Uzerî'nin şöy­le dediğini rivayet eder: Uzre oğulları kabilesinin, Simam adında bir putları vardı. O puta, son derece saygı gösterirlerdi. O put, Beni Hind b. Hiram b. Dabbe b. Abd bin Kebir b. Uzre muhitinde idi. Tarık adında bir hizmetçisi vardı. Kurbanlarını, o putun yanında keserlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) zuhur ettiğinde o putun içinden bir ses duyduk. Şöyle diyordu: Ey Beni Hind b. Hiram! Hak ortaya çıktı, Simam helak oldu. İslâmiyet de şirki defetti. Duyduğumuz bu ses karşısında korkup paniğe kapıldık. Birkaç gün geçtikten sonra şöyle bir ses duyduk. Putun içinden gelen bu ses şöyle diyordu: Ey Tarık! Ey Tarık! Doğru sözlü peygamber gönderil­di. Konuşan bir vahiy ile geldi. Tihame topraklarında hakkı açıklayan biri ortaya çıktı. Ona yardım edenlere selamet, yardım etmeyenlere de nedamet vardır. Artık kıyamete dek sizden ayrılıyor ve ve dalaşıyorum.

Ravi Zeml b. Amr der ki: Bu sözü söyledikten sonra put, yüz üstü ye­re düştü. Bir deve satın aldım. Kavmimden bir kaç kişiyle birlikte deve­lerimize binip yola çıktık. Peygamber (s.a.v.)'in huzuruna vardık. Ona şöyle bir şiir okudum:

"Ey Allah'ın Rasûlü, devemi sana doğru koşturdum. Onu sert yerle­re, bataklık kumlara bastırdım. İnsanların en hayırlısına kuvvetle yar­dım etmek için seninle aramızda münasebet kurmak için,

Allah'tan başka hiç birşeyin olmadığına şahadet ederim.

Ayaklarım ayakkabımın üzerinde ağırlık meydana getirdiği müddetçe,

Ben, Allah'ın dinine bağlı kalacağım."

Bu şiiri okuduktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bey'at edip Müslüman oldum. Puttan duyduğumuz sözleri de ona anlattım. O sözle­rin cin sözlerinden olduğunu bize söyledi. Sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Ey Arap topluluğu! Ben Allah'ın size, bütün insanlığa gönderdiği elçisi­yim. İnsanlığı sadece Allah'a ibadet etmeye, benim de onun kulu ve elçisi olduğumu tasdik etmeye, Beyt'i haccetmeye, senenin onikL ayından biri­ni -ki o da ramazandır- oruçlu geçirmeye davet ediyorum. Bana icabet edene, ağırlanma yeri olarak Cennet vardır. Bana asi olana da, dönüle­cek yer olan Cehennem ateşi vardır."

Zeml der ki: Müslüman olduk. Rasûlullah bize bir sancak ve şu me­alde bir mektup verdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Rasûlullah Muham-med'ten, Zeml b. Amr'a ve özellikle onunla beraber Müslüman olanlara. Ben, onu kavmine lider olarak gönderdim. Kim Müslüman olursa, Allah ve Rasûlünün tarafmdadır. Kim ki İslâm'a yanaşmazsa ona iki aylık sü­re ile eman vardır. Buna Ebu Talib oğlu Ali ile Muhammed b. Mesleme el-Ensâri şahid olmuştur."

İbn Asakir, bu rivayetin garip ve tuhaf olduğunu söylemiştir."Meğazi" adlı eserinde Said b. Yahya b. Said el-Ümevi, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Cinlerden olup görünmeyen bir şahıs, Ebu Kubeys dağının üzerinden şöyle seslenmişti:

"Ey Fihr ailesi, Allah görünüşünüzü çirkin kılsın, Akıl ve anlayışınız ne kadar da kıttır. Hamiyetli ve şerefli atalarının dinini ayıpladığında, Ayıplayan kimseye karşı sabırlı olursunuz. Busra cinleri, diğer cinlerle size karşı anlaşma yaptı. Hurmalıkların ve tepelerin adamlarıyla da size karşı ittifak kurdu­lar.

Atların omuz omuza vererek geldikleri günü yalanda göreceksiniz.

Bu kavmi, Harem'de belirli belirsiz yerlerde öldüreceklerdir.

Sizden onurlu, nefsi hür, şerefli bir kimse yok mu?

Ebeveyni ve amcaları şerefli bir kimse yok mu?

Ki ibret olacak bir darbe vursun.

Ki gam ve kederlerle sıkıntıları gidersin!"

îbn Abbas dedi ki: Bu şiir, Mekke halkı arasında dilden dile dolaştı. Rasûlullah (s.a.v.)'da buyurdu M: "Bu, şeytandır. Putların içine girerek

insanlarla konuşuyor. Ona Mis'ar denir. Allah, onu rüsyay edecektir!" Üç gün geçtikten sonra dağda kendisi görülmeyen bir şahıs şöyle di­yordu:

"Biz üç günde Mis'ar'ı öldürdük, Çünkü cinleri saptırdı, çirkin âdetler çıkardı. Temiz Peygamberimiz'e küfrettiğinden dolayı, Onu keskin kılıcımla vurdum."

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bu da, cinlerden olup Semec adında­ki bir ifrittir. Bana iman etti. Ben de ona Abdullah adını verdim. Üç gün­den beri o, Mis'ar adındaki cini takip etmekte olduğunu bana haber ver­di." Hz. Ali de: "Allah, bu Semec'in hayrını ve mükafatını versin ya Rasûlallah." dedi.

"Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde Ebu Nuaym, Sa'd b. Ubade'nin şöy­le dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicretten Önce bir iş için beni Hadramut'a gönderdi. Yolda gitmekte iken gecenin bir vaktinde görün­mezlerden bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu:

"Ey Eba Amr! Uykusuzluk beni nöbete aldı,

Uyku gitti, uyumak imkansızlaştı.

Çünkü geçip gitmiş ve helak olmuş bir topluluğu andım.

Bütün mahrukatın köşkleri yok olacaktır.

Havuzdan su içenler gibi ölüme gelip gittiler.

Öyle bir havuz ki, ona gelen herkes içecektir.

Geçip yollarına gittiler, ben de arkada kaldım.

Yalnızım, hiç kimse derdime çare olmadı.

Başıboş kaldım, çaremi bulamadım.

Yeni doğan bir bebek bile derdine çare bulurken,

Ben çaresiz kaldım.

insanlar arasında kaldığım müddetçe mahpus gibiyim. ,

Semud kavmi de helak olduğu yerde geceledi.

Ad ve çeşitli milletlerden kuşaklarda...

Tamamı aynıdır, İremliler de yerden biçilir gibi yok oldular."

Görünmeyen bir başka cin ona seslendi ve aralarında şöyle bir ko­nuşma geçti;

- Ey yakışıldı delikanlı! Sendeki gurur ve kibir gitti. Gurur ve kibir artık Zühre yıldızı ile Yesrib arasındadır.

- Ey cılız ve rengi solmuş adam, o kimdir?

- O selam ve esenlik peygamberidir. Sözlerin en hayırlısı olan Kur'ân ile bütün mahlukata gönderilmiştir. Haram beldeden çıkmış, hurmalıklı ve tepeli yerlere risale ti ulaştıracaktır.

- Bu gönderilen peygamber, indirilen kitap ve okur yazarlığı olma­yan şerefli kişi kimdir?

- Lüey b. Galip b. Fihr b. Malik b. Nadir b. Kinane soyundan bir adamdır.

- Heyhat! Ben yaşlıyım, artık fırsatı kaçırdım. Onun zamanına ulaşamam. Kendim ile Nadr b. Kinane'nin aynı hedefe attığımızı gördüm. Soğuk süt içiyorduk. Soğuk bir gecenin sabahında Devha'dan onu çıkar­dı. Güneşle beraber doğdu. Güneşle beraber battı. İşittiği şeyler rivayet olunur. Gördüğü şeyler sabit olur. Eğer bu peygamber, onun neslinden ise kılıçlar çekilecek, korku yok olacak, zina ortadan kalkacak, faiz gö­rünmez olacaktır.

- Neler olacağını bana bildir.

- Sıkıntı, hastalık, açlık, kıtlık gidecek. Sadece Huzaalılarda biraz kalacak. Sıkıntı, perişanlık ve imrenilecek karakterler yok olacak, sade­ce Hazreçliler ile Evsliler de biraz kalacak. Gurur, kibir, koğuculuk, hi-yanet gidecek, sadece Hevazin oğullarında biraz kalacak. Günah amel­ler, pişman edici fiiller gidecek, sadece Has'amhlarda biraz kalacak.

- Neler olacağını bana bildir.

- İyilik mağlub olduğunda, hür kadın yutulduğunda hicret diyarın­dan çık. Selam yasaklandığında, akrabalık bağları koparıldığında, Ha­ram beldeden çık.

- Neler olacağını bana bildir.

- İşiten kulağın, gören gözün varsa, insanı korkutacak şeyleri sana bildirdim ey İbn Gavt. Sakince uyku uyuyamadım. Sabah da bana gel­medi.

Sonra tıpkı hamile kadın gibi bir çığlık attı. Fecir gitti. Neler olduğu­na bakmak için gittim. Bir de baktım M, orada ölü bir kertenkele ile bir yılan var.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın. Medine'ye hicret ettiğim ancak bu konuşma­dan öğrendim.

Muhammed b. Cafer, Sa'd b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Akabe gecesinde Rasûlullah (s.a.v.)'a bey'at ettiğimizde ben, bazı ihtiyaçlar için Hadramut'a gittim. İhtiyaçlarımı karşıladıktan sonra dönmek üzere çıktığım yolculuk esnasında bir süre uyudum. Geceleyin duyduğum bir çığlık üzerine korku ve dehşet ile uyandım. Çığlığın sesi şöyle diyordu:

"Ey Eba Amr! Uykusuzluk nöbeti beni devraldı. Uyku gitti, uyumak imkansızlaştı."

Ebu Nuaym, Halid b. Said'in babasından şöyle bir rivayette bulunduğunu nakleder: Teinim ed-Darî'nin şöyle dediğim işittim: "Peygam­ber (s.a.v.), risaletle görevlendirildiği esnada Şam'da idim. Bazı ihtiyaç­larımı karşılamak için sefere çıktım. Yolda giderken gece olmuştu. Bir vadide idim. Uyuyacağım zaman şöyle dedim: "Bu gece, bu vadinin bü­yüğünün himayesindeyim." Uyumak üzere iken görünmezlerden bir ses geldi.Sesin sahibini göremiyordum. O şöyle diyordu: "Sen, Allah'a sığın. Çünkü cinler, hiçbir kimseyi Allah'a karşı himaye edemezler." Ben de ona: "Allah aşkına sen ne söylüyorsun?" diye sorunca o şöyle dedi: "Üm-milerin peygamberi ve Allah'ın elçisi zuhur etti. Hacun denen Mekke semtinde, onun arkasında namaz kıldık. Biz, Müslüman olduk ve ona uyduk. Cinlerin tuzakları hükümsüz kaldı. Onlara ateş korları atıldı. Sen, âlemlerin Rabbinin elçisi Muhammed'e git ve Müslüman ol."

Sabah olunca Eyyüp kilisesine gittim. Görüştüğüm rahibe, başım­dan geçenleri anlattım. Rahip, bana şöyle dedi: "Sana doğru söylemişler. O, Mekke'de zuhur edecek, Medine'ye hicret edecektir. Peygamberlerin en hayırlısıdır. Ona ilk iman eden sen ol."

Yol hazırlığına başladım. Yola çıktım. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım. Müslüman oldum."

Hatim b. İsmail, Abdullah b. Saide el-Hüzelî'nin, babasının şöyle de­diğini rivayet ettiğim nakletmektedir: Biz, Suva adındaki putumuzun yanma uyuz hastalığına yakalanmış 200 koyunumuzu getirmiştik. Koyunları, bereketine nail olmaları ve iyileşmeleri için yanma yaklaş­tırmıştık. Putun içinden bir ses duyduk. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Cinlerin tuzakları, hükümsüz kaldı. Bize ateş korları atıldı. Çünkü Ah-med adında bir peygamber geliyor."

Ona, "Allah'a yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun, saptın." de­dim. Koyunlarımı oradan alıp eve götürdüm. Evde bir adam gördüm. O adam bana, Peygamber (s.a.v.)'in zuhur ettiğini haber verdi."

Ebu Nuaym, Raşid b. Abdi Rabbihî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Suva adındaki put, Mualla da idi. Hüzeylilerle Zafer b. Süleym oğul­larından bir grup ona tapardı. Süleym oğulları, Suva'ya takdim edilecek bir hediyeyi, Raşid b. Abdi Rabbihî'ye vererek gönderdiler.

Raşid dedi ki: Suva putuna ulaşmadan önce şafak vakti, bir başka putun yanma vardım. Puttan şöyle bir ses çıktığını duydum: "Hayret, hem de ne kadar hayret! Abdülmuttalib oğullarından bir peygamber çıkmış ki; zinayı, faizi, putlar için kurban kesmeyi haram kılıyor. Gökler, bekçilerle muhafaza edildi. Bize ateş korları atıldı. Hayret, hem de ne kadar hayret!"

Sonra bir başka puttan şöyle bir ses çıktığını duydum: "Daha Önce kendisine ibadet edilen Dımar putu terkedildi. Peygamber Ahmed orta­ya çıktı. O, namazı, zekatı, orucu, iyiliği, akrabalık bağlarının korunma­sını emrediyor."

Sonra bir başka puttan da şöyle bir ses çıktığını duydum: "Meryem oğlu İsa'dan sonra peygamberlik ve hidayete Kureyşliler-den, doğru yolda bir adam varis oldu. O, peygamberdir. Geçmişteki ha­berleri veriyor. Bugün ve yarın olacak şeyleri de gerçek olarak bildiri­yor."

Şafakla birlikte Suva putunun yanma vardım. İki tilki, onun çevre­sini yalıyor, ona hediye edilen yiyecekleri yiyor, sonra da dönüp üzerine idrarlarını yapıyorlardı. Bu manzarayı görünce şöyle dedim: "Nasıl olur da bir rabbin üzerine tilkiler idrar yapar! Üzerine tilkilerin idrar yaptığı alçalmıştır!"

Bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'den çıkıp Medine'ye hicret ettiği ve insanların onun şanım duydukları zamanda olmuştu." Bir süre sonra Raşid b. Abdi Rabbihî, köpeğiyle birlikte yola çıkarak Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelmişti. O zaman Raşid'in adı zalim, köpeğinin adı Raşid idi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Senin adın nedir?" diye sorunca; Benim adım Zalim'dir, demişti, "Ya köpeğinin adı nedir?" diye sorunca, adı Raşiddir, demişti. Bunun üzerine Rasûlullah: "Öyleyse se­nin adın Raşid, köpeğinin adı Zalim olsun." demiş ve tebessüm buyur­muştu.

Raşid, Peygamber (s.a.v.)'e bey'at ederek yanında ikamet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'dan Mualla semtindeki düz bir arazinin kendi­sine verilmesini istemişti. İstediği arazinin uzunluğu üç taş atımlığı ka­dar, genişliği de bir at koşumu kadardı. Hz. Peygamber, bu araziyi ona verdi. Ayrıca içi su dolu bir kırbada verdi. Kırbanın içine tükürerek şöyle dedi: "Sen, bu suyu sana verilen arazinin üst tarafında boşalt. İhtiyacın­dan fazla olan kısmı, insanlardan esirgeme." Raşid, Hz. Peygamberin tavsiyesini yerine getirdi. Suyu, arazinin üst tarafında boşaltınca akar bir su haline geldi ve o su, bugüne kadar akmaya devam etti. Arsaya hur­ma ağaçları dikti. Herkes hurmalığa gidip ihtiyacını karşılar, suyundan da içerdi. İnsanlar o suya, "peygamber suyu" dediler. Orada yaşayanlar, gidip o suyla yıkanırlardı. Raşid'in mesafe tayin etmek için attığı taş, bi­nit taşı denen yere kadar vardı. Ertesi günde gidip Suva' putunu kırdı.» Ebu Nuaym, Amr b. Mürre el~Cühenî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Cahiliye döneminde kavmimden bir cemaatle birlikte hac yolculu­ğuna çıktık. Mekke'ye vardık. Mekke'de bir gece uyumakta iken Ka'be'den bir nur çıktığını ve o nurun Medine dağlarıyla Yenbu'nun üst tarafındaki Eş'ari Cüheyne dağlarını aydınlattığını gördüm. Nurun içinden bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Karanlıklar açıldı. Işık parladı. Son peygamber gönderildi."

Sonra başka bir ışık zuhur etti. Hire köşklerini ve kisra sarayını ay­dınlatıp gösterdi. O ışığın ve nurun içinden bir ses duyuldu. Sesin sahibi şöyle diyordu: "İslâmiyet zuhur etti. Putlar kırıldı. Akrabalık bağları birleştirildi."

Ben de korku içinde uyanıp arkadaşlarıma: "Vallahi, Kureyş'in bu kabilesinin başına bir hadise gelecek." dedim ve gördüklerimi onlara anlattım. Memleketimize vardığımızda, adamın biri yanımıza gelerek: "Ahmed adında biri, peygamber olarak ortaya çıktı." dedi. Ben de, Hz. Peygamber'in yanına giderek gördüklerimi kendisine anlattım. Buyur­du ki: "Ey Amr b. Mürre! Ben, bütün kullara peygamber olarak gönderil­mişim. Onları, İslâm'a davet ediyorum. Kan akıtmamalarını, akrabalık bağlarım kuvvetlendirmelerini, Allah'a ibadet etmelerini, putları terk etmelerini, Beyt'i haccetmelerini, oniki aydan biri olan ramazan ayını oruçlu geçirmelerini emrediyorum. Bu emrime icabet edene Cennet var­dır. İsyan edene de ateş vardır. Ey Amr b. Mürre, iman et ki Allah da seni Cehennem ateşinden emin kılsın."

Ben de şöyle dedim: "Bir çok kavmin hoşuna gitmese de Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın elçisi ve Rasûlü olduğuna ta­nıklık ederim. Getirmiş olduğun helal, haram her şeye iman ettim." Da­ha sonra ona bazı beyitler okudum. Bizim bir putumuz vardı. Babam ona hizmet ederdi. Varıp o putu kırdım. Sonra Peygamber'in yanına dö­nüp geldim ve şöyle dedim:

"Şahadet ederim ki Allah haktır ve ben,

Taştan yapılma tanrıları, ilk terk edenim.

Hicret için paçaları sıvadım.

Düz ve tepeli yolları aşıp sana geldim.

Ki insanlar arasında hem kendisi hem babası en hayırlı olana,

Gök yolları üzerinde taht kuran hükümdarın elçisine,

Arkadaşlık edeyim."

Hz. Peygamber (s.a.v.) bana: "Merhaba sana ey Amr b. Mürre!" dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun. Beni kavmime gönder. Belki Cenâb-ı Allah, seninle bize lütufta bulunduğu gibi, benim­le de onlara lütufta bulunur ve hidayeti nasib eder." dedim. Bunun üze­rine Allah elçisi, beni kavmime gönderdi. Gönderirken de şu öğütleri verdi:

"Doğru sözlü ol. Kaba, mütekebbir ve kıskanç olma." Kavmime gittim. Onlara şöyle dedim: "Ey Rifaa ve Cüheyne oğulları! Doğrusu ben, Rasûlullah'ın size gönderdiği elçisiyim. Sizi, Cennet'e davet ediyor ve ateşten sakındırıyorum. Kan akıtmamanızı, akrabalık bağlarını kuvvetlendirmenizi, Allah'a ibadet etmenizi, putla­rı bırakmanızı, Beyt'i haccetmenizi, senenin oniki ayından biri olan ra­mazan ayını oruçlu geçirmenizi size tavsiye ediyorum. Bu tavsiyeme uyana Cennet vardır. Karşı gelene de ateş vardır. Ey Cüheyne toplulu­ğu! Doğrusu -ki kendisine hamdolsun- Allah, sizi kullarının seçkinleri kıldı. Cahiliye döneminde başkalarına hoş gösterdiği zinakarlıği, size hoş göstermedi. O zaman insanlar, iki kız kardeşi, aynı kişinin nikahında bir arada tutuyorlardı. Kişi, babasının karısına, koca oluyor­du. Haram aylarda savaşıyordu. Siz, Allah katından gönderilen ve Lüey b. Galip soyundan olan peygambere icabet edin ki, dünya şerefine ve ahi-ret ikramına kavuşasımz. Koşun, koşun, acele edin ki Allah katında fa­zilet sahibi olasınız."

Amr b. Mürre'nin bu çağrısına (davetine), bir adam dışında bütün kavmi icabet etti. İcabet etmeyen adam kalkıp şöyle dedi: "Ey Amr b. Mürre! Allah senin hayatım acılaştırsm. Şu Tihame'den çıkan Kureyşİi adamın bizi davet ettiği şeye icabet ederek, atalarımızın dinine muhale­fet etmemizi, bu sebeple topluluğumuzu dağıtıp tanrılarımızı terketmemizi mi bize emrediyorsun? Hayır, bu çağrıya kalbimizi açmaz ve değer vermeyiz." Böyle dedikten sonra şu şiiri okudu:

"Mürre oğlu bir söz söyledi ki, O söz, iyilik isteyenlerinkine benzemiyor. Aradan zaman geçse de o söz ve fiillerin,

Günün birinde rüzgarlarca geçmiş büyüklere ulaştırılacağını sanı­yorum.

Bu sözlere kulak verenler, asla kurtuluşa eremezler."

Amr b. Mürre dedi ki: "İçimizden hangimiz yalancı ise, Cenâb-ı Allah onun hayatını acılı kılsın, dilini lal (konuşamaz) etsin, gözünü de kör etsin."

Amr b. Mürre dedi ki: "Allah'a andolsun ki, ölmeden önce onun dili koptu. Yediği yemeğin tadını alamıyor, gözleri göremiyor ve konuşamı-yordu."

Amr b. Mürre ile Müslüman olan kavmi, birlikte Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldiler. Hz. Peygamber, onlara hoş geldiniz, diyerek ikramda bulundu. Şu mealde bir mektup yazarak kendilerine verdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Bu, Allah'ın peygamberinin dili ile yazılmış doğru ve gerçeği açıklayan bir mektuptur. Amr b. Mürre el-Cühenî ile birlikte Cüheyne b. Zeyd kabilesine derim ki: Yerin vadileriyle ovalan, tepeleri ve sırtları size aittir. Oraların bitkileri ve nebatları ile yararlanıp hayvanlarınızı otlatır, suyunu da içersiniz. Buna karşılık beşte bir verir, beş vakit na­mazınızı kılarsınız. Develerle sığırlar bir arada bulunduğunda iki ko­yun, ayrı ayrı bulunduklannda da birer koyun verirsiniz. Kendi yiyeceği için azık biriktirenin zekat vermesi gerekmez. Doru, alımlı atlar için de

zekat yoktur." Bu mektubu Kays b. Şemmas yazmış olup yanında da şa-hid olarak bazı Müslümanlar hazır bulunmuşlardı. Bu mektup yazıldı­ğında Amr b. Mürre şu şiiri okumuştu:

"Görmedin mi ki Allah dinini izhar etti,

Amir'e Kur'ân'm burhanım açıkladı.

O, Rahman'dan bir kitaptır, biz ve geçmişlerimiz için.

Bir nurdur, köydeki, kentteki herkes için,

Yeryüzünde yürüyen her canlının hayrınadır.

Körler birbirine karıştığında da, mahlukatın en faziletlisidir.

Düşman batınları, geyik ve hatıralarda parçalandığında,

Biz Rasûlullah'a itaat ettik.

Biz, çevresinde şerefin yükseldiği bir kabileyiz.

Savaşta büyüklerin başı alındığında,

Biz Harb oğulları, uzun ellerimizle,

Bahadırların elindeki kesici kılıçlarla onların başlarını alırız.

Ensâr'm, uzun mızrak ve kesici kılıçlarla,

Emirlerinin çevresini kuşatıp koruduklarını görürsün.

Savaş, her büyüğün çevresinde döndüğünde,

Savaş tekerleği, kükremiş aslanların çevresinde döndüğünde,

Çiçekler arasındaki dolunay gibi rengi ve yüzü parlar."

Ebu Osman Said b. Yahya el-Ümevî, "Meğazi" adlı eserinde Cühey-neli bir ihtiyarın şöyle dediğini nakleder: "Bir adamımız ağır şekilde hastalandı. Ölmek üzereydi. Öyleki mezarını kazdık, teçhiz ve tekfin hazırlığına başladık. Bayıldı, sonra gözlerini açıp ayıldı ve: "Mezarımı kazdınız mı?" diye sordu. Çevresindekiler de evet, deyince o, amcası oğlu Fusalin ne yapmakta olduğunu sordu. Az önce oraya gelip kendisinin' durumunu sorduğunu ve kendisinin de iyi olduğunu söylediler. Hasta adam dedi ki: Neredeyse o, benim mezarıma girecektir. Çünkü ben, bay­gın iken yamma birisi gelip şöyle dedi: "Ağla ey Hübel, görmezmisin ki mezarın kazılmış, annen de ağlamak üzere. Yani sen ölmek üzeresin? Seni bu mezardan kurtarsak, mezarını kaya parçalarıyla doldursak, sonra da amcan oğlu Fusali buraya gömsek, Rabbine şükredip namaz kılar ve müşriklerin, sapıkların dinini bırakır mısın?" Ben de evet, de­dim. Bana: "Kalk artık iyileştin, şifa buldun." dedi.

O hasta adam iyileşti. Amcası oğlu Fusal öldü. Onun hazır mezarına defnedildi.

Cüheynî dedi ki: O hasta adamımızın iyileştiğini, daha sonra nama­za başladığını, putlara küfrettiğini, onlara hakaret ettiğini gözlerimle gördüm."

el-Ümevî, Abdullah'ın şöyle dediğini de rivayet eder: Bir ara Hattab oğlu Ömer, cinlerden bahseden kimselerin oturduğu bir mecliste bulu­nuyordu. Harim b. Fatik el-Esedî: "Ey Ömer! islâm'a girişimin nasıl ol­duğunu şana anlatayım mı?" diye sorunca, Hz.Ömer, anlat, dedi. Harim anlatmaya başlayıp şöyle dedi: Günün birinde develerimi otlatmaya çıkmıştım. İnişli çıkışlı yollardan gidiyordum. Nihayet Ebreku 1-Azzaf denen yere vardım[4]. Bineğimi çöktürdüm. Ve: "Şu beldenin büyüğüne sığındım. Şu vadinin reisine sığındım." dedim. Bir de baktım ki görün­mezlerden bir ses bana şöyle diyor:

'Yazıklar olsun sana. Celal, şeref, üstünlük ve fazilet sahibi olan Al­lah'a sığın. Sonra Enfâl sûresinden bazı ayetler oku ve Allah'ı birle. Baş­ka şeye aldırış etme."

Bu ses karşısında korkup paniğe kapıldım. Sonra kendi kendime bi­raz düşündüm ve şöyle dedim:

"Ey görünmeyen ve konuşan adam! Sen ne diyorsun? Sendeki irşad mıdır, yoksa saptırma mıdır? Allah, seni hidayete erdirsin. Çare nedir? Onu söyle."

Görünmez adam şöyle dedi:

"İşte bu, hayırlar sahibi Rasûlullah'tır. Medine'dedir. İnsanları kurtuluşa davet ediyor. İyiliği ve namazı emrediyor. İnsanları kötülük­lerden menediyor."Ben de o peygambere hemen gidip iman etmeye ye­min ettim. Ayağımı bineğimin üzengisine koyup şöyle dedim:

"Bana doğru yolu göster, bana doğru yolu göster, hidayet eyle, Yaşadığın müddetçe aç kalma, çıplak olma. Ebediyyen efendimiz ol.

Bize getirdiğin hayrı esirgeme. Yaşadığın müddetçe cinleri bundan mahrum kılma."

Ben yolculuğa çıkmak üzere iken, o görünmez kişi şöyle dedi:

"Allah seninle olsun, yolculuğunu başa çıkarsın. Sevabın büyük, bedenin afiyette olsun. Ona iman et, hakkını ve sevabım Rabbim versin, Ona güç ve destek ver ki, Allah da sana destek versin."

O görünmez adama: "Allah sana afiyet versin, sen kim isen bana söyle ki yanma vardığımda seni Rasûlullah'a anlatayım." dedim. O da: "Ben Melik b. Melikim. Hz. PeygamberinNasibeyn cinleri üzerindeki yetkilisiyim. Develerinden korkma. Ben, onları Allah'ın izniyle ailene teslim ederim." dedi. Ben de yolculuğa çıktım. Nihayet bir cuma günü Medine'ye vardım. İnsanlar, mescide gidiyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.), minberdeydi. Dolunay gibi parlıyor, insanlara hitapta bulunu­yor, hutbe okuyordu. Mescidin kapısında bir yerlere oturayım, namaz kılıncaya kadar bekliyeyinı, sonra Rasûlullah'm yanma girip Müslü­man olayım ve İslâmiyet'imi ona anlatayım, dedim. Kapı ağzına çöktü­ğümde, Ebu Zerr yanıma gelip: "Merhaba, hoşgeldin. Müslüman oluşu­na dair haber bize ulaştı. İçeri girip namaz kıl." dedi. Ben de öyle yaptım. Sonra Rasûhıllah (s.a.v.)'m yanma girdim. Müslüman olduğumu, o ba­na haber verdi. Ben de, Elhamdülillah dedim. O buyurdu ki: "O arkadaşın, sana verdiği sözü yerine getirdi. O, sözünü yerine getirmeye ehil bir kimsedir. Develerini, ailene teslim etti."

Taberanî, Harim b. Fatik'in hayat hikayesini "Mucemul-Kebir" ad­lı eserinde anlatırken, Harim'in, Hz. Ömer'e şöyle dediğini rivayet eder: "Ey Müminlerin emiri! İslâm'a girişimin başlangıcını sana anlatayım mı?" Hz.Ömer de evet, anlat, deyince o, başından geçenleri anlatmış, yalnız Harim'in şöyle dediğini Taberanî nakletmiştir: "Ebu Bekir es-Sıddık ısrar etti ve mutlaka mescide girmemi söyledi. Benim Müslüman olduğumdan haberleri olduğunu bildirdi ise de ben; güzelce temizlen­mesini bilemem, sen bana öğret, dedim. Gerekli temizliği yaptıktan son­ra mescide girdim. Rasûlullah (s.a.v.)'m dolunay gibi parıl parıl parladı-ğını gördüm. O şöyle diyordu:

"Bir Müslüman abdest alıp, abdestini güzelce tamamlar, sonra ölçü­lerine riayet edip, şuurlu bir şekilde namazını kılarsa, mutlaka Cen-net'e girer."

Ben, bunları anlattıktan sonra Hz. Ömer bana:' "Bu anlattıklarını isbatlayacak bir delil getir, yoksa seni cezalandırırız." dedi. Kureyşlile-rin yaşlısı Osman b. Affan hazretleri benim lehimde şahidlik yaptı. Hz.Ömer de onun şahidliğini kabul etti.

Ebu Nuaym, Abdullah b. Deylemî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Adamın biri, İbn Abbas'a gelerek şöyle dedi: "Duyduğumuza göre sen, Satih'ten söz ediyor ve Cenâb-ı Allah'ın onu, hiçbir insana benzemeye­cek bir şekilde yarattığını söylüyormuşsun Öyle mi?" Abdullah ibn Ab-bas ta, evet, diye cevab verince o adam konuşmasını şöyle sürdürmüş:

"Evet, Cenâb-ı Allah Gassanh Satıh'i, kasap kütüğü üzerindeki bir et parçası şeklinde yaratmıştır. Onda, ne kemik ne de sinir vardı. Sadece kafatası ile elleri vardı. Bir bezin dürülüşü gibi ayaklarından omuzları­na kadar katlanıp durulurdu. Onda, dilinden başka hareket eden bir or­gan yoktu. Mekke'ye gelmek istediğinde bir kütük üzerine konularak getirildi. Dört Kureyşli, onun yanma geldi. Bu dört kişi; Abdumenaf b. Kuseyy'm oğulları Abdu'ş-Şems, Haşim, Fihr oğlu Ahves ve Ukayl b.Ebi Vakkas idiler. Kendi neseblerinden başka bir nesebe intisap ederek, "Bizler, Cumahİı kimseler olup sana geldik, senin buraya gelişini haber aldık. Bu sebeple yanma gelmek, seni ziyaret etmek, bizim için görev ol­du." dediler.

Ukayl, ona bir Hind kılıcı ile Rüdeyne süngüsü hediye etti. Bunları Beyt-i Haram'm kapısı üzerine koydu ki Satih'in onları görüp göreme­diğini anlasınlar. Satih: "Ey Ukayl, elini bana uzat." dedi. Ukayl elini ona uzatınca Satih: "Ey Ukayl! Gizlilikleri bilene, günahları bağışlaya­na, ahdini yerine getirene, inşa edilmiş olan şu Kabe'ye yemin olsun ki, sen bana Hind kılıcı ile Rüdeyne süngüsü getirip hediye ettin. Öyle değil mi?" deyince onlar: "Doğru söyledin ey Satih." dediler.

Satih dedi ki: "Alemlerim sevinç iledir. Ebem kuşağına ve diğer se­vinçlere yemin olsun. Tokatlanıp yüz üstü düşene, hurma ağacına, yaş ve kuru hurmasına yemin olsun ki, karga nereye uğrasa, orada bereket vardır. Bilesiniz ki, sizler Cumahİı değilsiniz. Soyunuz Kureyş'tendir." Onlar dediler ki: "Ey Satih, doğru söyledin. Biz, Beyt-i Haram ahalisi-yiz. Alimliğini duyar duymaz ziyaret için yanma geldik. Bu zamanımız­da ve bu zamandan sonra neler olacağını bize bildir. Belki bu hususta,

senin bilgin vardır."

Satih dedi ki: "İşte şimdi doğru söylediniz. Benden ve Allah'ın bana verdiği ilhamdan haber ahn. Ey Arap topluluğu, siz ihtiyarlama döne­mindesiniz. Acemlerle aynı görüştensiniz. Sizde ilim ve anlayış yoktur ama sizden sonra anlayışlı kimseler doğacak, onlar çeşitli ilimleri talep edecekler, putları kıracaklar, yaya ulaşacaklar, Acemleri öldürecekler ve ganimetleri talep edeceklerdir."

"Ey Satih, bunları nereden biliyorsun?" diye sordular. Dedi ki: "Rü­künleri olan Beyt'e, güvenlik yeri olan Ka'be'ye ve sakinleri bulunan Harem'e andolsun İd, sizden sonra bazı gençler ortaya çıkacak, onlar putları kıracaklar, şeytana ibadeti reddedecekler, Rahmanı birleyecek­ler, Allah'ın dinini yayacaklar, binaları şereflendirecekler, gençlerden bilgi soracaklar."

"Ey Satih, bunlar kimin neslindendirler?" diye sordular.

Satih dedi ki: "Şereflilerin en şereflisine, eşrafa bilgi verene, kum çöllerim harekete geçirene, zayıflara kat kat verene andolsun ki, Ab­du'ş-Şems ile Abdumenaf oğullarından binlercesi çıkacak, aralarında

ihtilaf doğacak."

Dediler ki: Eyvah bu ne kötü şey Satih. Haklarında bize bilgi verdi­ğin kimseler hangi beldeden çıkacaklar?

Dedi M: "Baki ve ebedi olana, emrini yerine getirip sonsuza dek va­rolana andolsun ki, bu beldeden, doğru yolu gösteren bir genç çıkacak­tır. Yeğus putunu ve düzenbazlığı reddedecektir. Allah'tan başkasına ibadetten uzak duracaktır. Sadece bir tek Rabbe kulluk edecektir. Sonra Allah, onu övülmüş olarak bu dünyadan alacaktır. Yeryüzünde arana­cak, kıymeti semada takdir edilecektir. Kendisinden sonra halifeliğe Sıddık geçecektir. O hüküm verirken, doğru verecektir. Hakları verir­ken de ifrat ve tefritten sakınacaktır. Ondan sonra da halifeliğe sapık­lıktan uzak, şirkten arınmış, tecrübeli, celadetli ve zarif bir kimse geçe­cektir. O, kaba sözleri terk edecektir. Misafiri ağırlayacak, İslâmiyet'i sağlam temeller üzerine oturtacaktır.

Ondan sonra yerine tecrübeli bir kimse geçecektir ki, onun davet et­tiği şeylere, insanlaıı davet edecektir. Ama başına anarşistler toplanıp, intikam hırsı ve öfke ile onu öldüreceklerdir. O, yaşlı halde iken hile ile öldürülecektir. O sebeble de hatip bazı kimseler, ayaklanacaklar, daha sonra onun yerine yardımcı geçecektir. O yardımcı, görevi sürdürecek­tir. Doğru görüşlerle çirkin görüşler birbirine karışacak, yeryüzünde as­kerler zuhur edecektir. Onun yerine daha sonra oğlu geçecek, askerleri toplayacak ve övgüsü azalacak, mal alıp yalnız başına yiyecektir. Kendi­sinden sonra gelenlerle serveti bollaştıracaklardır. Ondan sonra bir kaç hükümdar idareye geçecektir. Şüphesiz ki onlarda kan akıtılacaktır. Onlardan sonra fakir bir kimse başa geçip onları bir bez gibi dürecektir. Ondan sonra biri, başa geçecek, hakkı yerine getirecek, şehirlerde kanu­nu uygulayacaktır. Yerleri görülmemiş bir şekilde fethedecektir. On­dan sonra kısa boylu biri, idareyi ele alacak, sırtında da alamet vardır. Kazasız belasız ölecektir. Ondan sonra bakir biri, az bir müddetle idare­yi elinde tutacaktır. Memleketin düzeni bozulacaktır. Onun yerine ge­çen kardeşi de aynı düzeni devam ettirecektir. Malları ve minberleri elinde tutmaya özen gösterecektir. Ondan sonra dünyalık ve çeşitli ni­metlere sahip olan cesaretli biri, idareyi ele geçirecektir. Erkanı ve ak­rabalarıyla istişare yapacaktır. Ama ona karşı ayaklanıp onu hilafetten hal edecekler, mülkünü elinden alıp öldüreceklerdir. Ondan sonra yeri­ne yedincisi, idareyi ele geçirecektir. Ama hükümdarlığı zayi edecek, herşeyi kendi haline bırakacaktır. Memleketindeki oğulları toplu ola­rak bir arada bulunup çirkin kimseler olacaklardır. İşte o esnada mem­lekette her çıplak kişi, idareyi ele geçirmeye tamah gösterecektir. Yardı­ma ve himmete muhtaç olanlar, onun işini ele geçireceklerdir. Şam da Kahtanlılarla, Nizarlılar karşı karşıya geldiklerinde onları barıştıra­caktır. O gün, Yemen ikiye bölünecek, bir kısmı meşveret ehli olacak, bir kısmı da terk edilecektir. O zaman yere çöken buluttan, eli ayağı bağlı esirden başka birşey göremiyeceksin. Bağlı esirler, atlarla kılıçlar ara­sında bulunacaktır. O esnada evler yıkılacak, dullar soyulacak, rahim-lerdeki çocuklar düşecek, zelzele görülecek, halifeliğe Vail talip olacak­tır. Nizarlılar kızacak, kölelerle şerli kimseler yaklaşacak, seçkin ve iyi kimseler uzaklaşacak, fiyatlar aşırı derecede yükselecek, onlai'dan her canlı kimse öldürülecek, sonra da hendeklere atılacaktır. Orası ağaçlı, otlu bir yer olup, nehirler akar. Onları, günün ilk saatlerinde mağlubi­yete uğratırlar. Seçkin kimseler ortaya çıkar, galip gelir, uyku ve yerleşme onlara fayda vermez. Nihayet bir şehire girerler. Orada kaza ve ka­der onları yakalar. Okçular gelir, piyadeler telef olur. Savaşçıları öldür­mek, hamiyet sahiplerini esir almak, aşırı gidenleri helak etmek için ok­çular gelirler. Orada suların en yükseğine ulaşılır. Sonra din bozulur, iş­ler alt üst olur. Zebur, inkar edilir. Köprüler atılır. Ancak denizlerin adalarında bulunan kimseler, bu beladan kurtulur. Dostlar yok olur. Bedeviler ortaya çıkar. Zorlu zamanda günah, şüphe ve fısk ehli kimse­leri, onlardan kınayacak kimse yoktur. Eğer o kavmin utanması olma-' saydı, ölümünde faydası olsaydı, bu böyle olmazdı."

Ey Satih, sonra ne olacak? diye sordular.

Dediki: "Sonra Yemen halkından hilekar bir adan ortaya çıkacak, Allah, onun başına fitneleri gönderecek."

Bu, garip bir rivayettir. Garipliğinden ve içerdiği fitne ve savaş menkıbelerinden ötürü bunu buraya dercettik.

Önceki sayfalarda kahin Satih ile Yemen hükümdarı Rebia b. Nasr arasında geçen konuşmayı ve Hz. Peygamberin geleceğini ona müjdele-yişini anlatmıştık. Aynı şekilde Sasani hükümdarının, Peygamber Efendimiz'in doğduğu gecede -ki o getirdiği şeriat ve diğer dinleri yürür­lükten kaldırmıştı- sarayının sarsılması, Mecusi ateşinin sönmesi ve Mubezan'ın rüya görmesi üzerine kız kardeşinin oğlu Abdu'l-Mesih'i, Satih'e göndermesi ve ikisi arasında geçen konuşmaları da daha önce nakletmiştik. [5]

 

 

 



[1] Allah kendilerine rahmet etsin. Öncekiler, halk arasında kabul ve revaç bulan gaybi şeylere pek önem verirlerdi. Ama o gaybi şeyler, bu kadar önemli de değillerdi. Bunların bilimsel açıdan bir açıklama ve ağırlıkları da yoktu. Çünkü bu gibi gaybi şeylerde, uydurmalara ve tahayyüllere geniş bir alan bırakılmaktaydı. Bundan daha da önemlisi şu ki, İslamiyet, kendi gerçekliğini ispatlamak için hayatın realitelerine ve tarihin şahadetine dayanır. Kendi sağlamlığını ve peygamberinin doğruluğunu isbatlamak için, cinlerin gaybî haberlerine (!) veya kahinlerin görüşlerine ihtiyaç duymaz. Özellikle İslâmiyet, kehaneti iptal edip ortadan kaldırmıştır. Şu halde nasıl olur da kendi gerçekliğini İsbatlamak için kahinlerin sözlerini veya putlardan duyu­lan (!) sözleri delil olarak ileri sürer?

[2] Buharî, Menakibül-Ensâr, 35.

[3] Bu olayın doğruluğuna dair herhangi birşey yoktur. Gerçekte bu, Arapların cinlerle ilgili uydurdukları masallardan başka bîrşey değildir.

[4] Ebrekü'l-Azzaf: Basra-Medine arasındaki yolda bulunan ve Esed oğullanna ait olan bir sudur.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 2/513-547.