Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in geleceğini müjdelerken, Yemen hükümdarı Rebia b. Nasr'a Şıkk ve
Satihin söyledikleri şu söz, daha önceki sayfalarda da geçmişti: "O, zeki
bir peygamberdir. Yüce zat kâtından ona vahiy gelir." Peygamber
Efendimiz'in doğumundan bahsederken de Sa-tih'in Abdülmesihe şöyle dediğini
yine nakledeceğiz: "Okuma çoğaldığında, Sava gölü kuruduğunda ve değnek
sahibi geldiğinde..." Satih, bu sözlerle Hz. Peygamberi kasdetmişti.
Buharı, Abdullah b.
Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ömer'in birşey
hakkında;"Doğrusu ben, onun böyle olduğunu zannediyorum." dediğim
duyduğumda mutlaka o şey, onun zannettiği gibi çıkardı."
Bir ara Hattab oğlu
Ömer, bir yerde oturmakta iken yanından yakışıklı bir adam geçti. Onu görünce
şöyle dedi: "Zannını beni yanılttı." veya şöyle demişti: "Bu,
adam cahiliyetteki dini üzerindedir." Veyahut şöyle demişti: "Bu
onların kahinleri idi. Bunu yanıma çağırın hele." Adamı çağırdılar.
Geldi, Hz. Ömer, ona bu söylediklerini tekrarladı. O da şöyle dedi:
"Bugüne kadar bir Müslümanm böyle karşılandığını görmemişim." Bunun
üzerine Hz. Ömer kendisine şöyle dedi: "Allah aşkına sorduklarımın
cevabım ver." Adam da cevap verdi: "Ben, cahiliyette onların kahinleri
idim." Hz. Ömer bu defa şöyle sordu: "Cinlerin sana getirdiği haberler
arasında en çok hoşuna giden hangisiydi?" Adam şu cevabı verdi: "Bir
gün pazarda iken, cinim bana geldi ama kendisinde bir korku müşahede ettim.
Bana dedi ki: "Cinleri ve onların şeytani aşmalarını, ümit kesmelerini,
tepe üstü düştükten sonra develere ve semerlerine tutunduklarını (yani Muhammed
(s.a.v.)'in zuhur edişini) görmedin mi?" Hz. Ömer dedi M: "Doğru
söylemiş. Çünkü bir ara ben, onların tanrılarının yanında uyumakta iken,
adamın biri bir buzağı getirip boğazladı. Orada bir ünleyici bağırdı, o zamana
kadar o şiddette bir bağırma duymuş değildim. Bağırıp çağıran, şöyle dİ37ordu:
"Ey düşmanlığı açıt olan! Bu iş başarıldı. Dili açık bir adam, Allah'tan
başka ilah yok diyor.» Bu sesi duyduktan sonra oradakiler yerlerinden
fırladılar. Ben de: "Bu işin arkasındaki şeyi anlamadıkça buradan
ayrılmayacağım.» dedim. Sonra yine.o meçhul sesi duydum: "Ey düşmanlığı
açık olan! Bu iş başarıldı. Dili açık bir adam, Allah'tan başka ilah yoktur,
diyor." Üzerimizden çok geçmeden denildi 3d işte bu, peygamberdir."[2]
Hz. Ömer'in kendisiyle
konuştuğu bu adam, Sevad b. Karib el-Ezdî'dir. Serat'tan Belka dağlarından
Sedüsi isminde bir sahabe olduğunu söyleyenler de vardır. O, bir heyetle
birlikte Peygamber'Efendimizin yanma gelmişti. Ebu Hatmi ile İbn Mende'nin
anlattıklarına göre Said b. Cübeyr ile Ebu Cafer Muhammed b. Ali, ondan
rivayette bulunmuşlardır. Buharî, onun sahabe olduğunu söylemiş ve Ahmed İbn
Revh el-Berzaî ile Darekutni ve diğerleri de onun adını, sahabelerin adları
arasında anmışlardır. Hafız Abdülgani b. Said el-Mısrî'ye göre bu zatm adı
Sevad b. Karib'dir. Osman el-Vakkasî'nin, Muhammed b. Kab el-Kurzî'den
naklettiğine göre bu zat Yemen eşrafından imiş. Ebu Nuaym de "Dclailü'n-Nübüvve"
adlı eserinde bundan söz etmektedir.
Muhammed b. İshak, Hz.
Osman'ın kölesi Abdullah'tan rivayet etti ki; Hz. Ömer, bir ara halk arasında
Mescid-i Nebevi'de oturmakta iken bir Arap onun yanma geldi. Tiz, Ömer, ona
balonca şöyle dedi: "Bu adam, hâlâ müşrildiktedir. Müşriklikten ayrılmış
değildir." veya: "Bu adam cahiliye döneminde kahin idi." dedi.
Adam, Hz. Ömer'e selam
verip oturdu. Hz. Ömer: "Müslüman oldun mu?" diye sorunca, Adam:
"Evet, ya emir'ül-mü'minin." diye cevap verdi.
Hz. Ömer: "Sen
cahiliyette kahin miydin?" diye sordu. Adam, şu cevabı verdi:
"Sübhanallah ya emir'ül-mü'minin! Halifeliğe geçtiğinden beri reayandan
hiç birine söylemediğin bir sözü bana söyledin. Ve beni bu zan ile
karşıladın!"
Hz. Ömer dedi ki:
"Allahım, bağışla bizi, cahiliyet devrinde biz bundan daha kötü bir
durumda idik. Putlara tapar, onları kucaklardık. Nihayet Allah, peygamber ve
İslâmiyet ile ikramda bulunup bizleri yüceltti." Adam da; "Evet, ya
Emirü'l-mü'minin. Ben, cahiliye döneminde ka- -hin idim." dedi. Hz Ömer;
"Öyleyse sana bağlı olan cinin nasıl haberler getirdiğini söyle."
dedi. Bunun.üzerine adanı: "İslâmiyet'ten bir ay veya daha az bir zaman
önce cinim yanıma geldi ve şöyle dedi: "Cinleri ve şey-tanlaşmalarını, dinlerinden
ümit kestiklerini, develere ve semerlerine tutunduklarını (yani Muhammed
(s.a.v.)'in zuhurunu) görmedin mi?" dedi.
İbn İshak, bu sözlerin
şiir olmayıp seci olduklarını söyler.
O esnada Hz. Ömer,
yanındakilere şöyle diyordu: "Vallahi ben, cahiliye devri putlarının
yanında bir kaç Kureyşli ile birlikte oturmaktaydım. Araplardan biri, o put
için bir buzağı kesip kurban etti.Biz de o kurban etinden bize biraz vermesini
bekliyorduk. O esnada, o buzağının içinden bir ses duydum. O zamana kadar o
şiddette bir ses duymuş değildim. Bu hadise de İslâm'dan bir ay veya daha az
bir süre önce olmuştu. Ses şöyle diyordu: "Ey zehirli böcek! Bu iş
başarıldı. Bir adam şöyle diyor: Lâ ilahe illallah" İbn Hişanı dedi ki, o
ses şöyle diyordu: "Adam, fasih bir lisanla şöyle ünlüyor: Lâ ilahe
illallah, diyor." Yine İbn Hişanı dedi ki: Şiirden anlayan bazı kimseler
bana şu kıtaları okudular:
"Cinlere ve
şeytanlaşmalanna şaştım,
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneldiler.
Cinlerin mü'minleri,
murdarları gibi değildir."
Hafız Ebu Ya'lâ
el-Mavsilî, Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'den rivayet etti ki: Bir ara Hz. Ömer,
bir yerde oturmakta iken adamın biri yanından geçti. Kendisine: 'Ya
emir'ül-mü'minin! Şu adamı tanıyormu-sun?" diye sorduklarında o; "Bu
kimdir?" diye sordu. Dediler ki: "Bu, Sevad b. Karib'dir. Haberci
cini, Rasûlüllah'ın zuhur ettiğini ona bildirmişti."
Hz. Ömer, onu yanma
getirtti. Ona: "Sen Sevad b. Karib misin?" diye sorunca o da, evet,
dedi. Hz. Ömer: "Sen hala kahinliğini sürdürüyor musun?" de}dnce adam
öfkelenip şu cevabı verdi: "Müslüman olduğum günden beri hiç kimse, bana
bu soruyu yöneltmemişti ey emir'ül-mü'minin!"
Hz. Ömer dedi ki:
"Ey Allah'ım, sen ne münezzeh ve ne yücesin! Arkadaş, müşriklikteki
günahımız, senin kahinlik günahından daha büyük idi. Hz. Peygamberin zuhuruna
dair haberci cinin sana getirdiği haberleri bana anlat." Adam dedi ki:
"Ey mü'minlerin emiri. Ben bir gece uyku ile uyanıklık arasında iken,
haberci cinim bana geldi. Ayağıyla bana vurdu ve: "Ey Sevad b. Karib,
kalk. Sözlerimi dinle. Eğer aklın varsa anla. Bilesin ki, Lüey b. Galip
soyundan bir peygamber gönderildi. İnsanları, Allah'a imana ve O'na ibadet
etmeye davet ediyor." dedi. Sonra da şu şiiri okudu:
"Cinlere ve
taleblerine şaştım,
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneliyorlar. Cinlerin doğruları, yalancıları gibi değildir.
Haşimîlerin temiz olanına yönel. Onların öndekileri, arkadakileri gibi
değildir."
Ona: "Bırak biraz
uyuyayım. Akşama kadar çok yoruldum." dedim. İkinci gece yine gelip
ayağıyla beni iterek şöyle dedi: "Kalk ey Sevad h. Karib! Sözlerime kulak
ver. Eğer aklın varsa anlamaya çalış. Bilesin ki, Lüey b. Galip soyundan bir
peygamber gönderildi. O, Allah'a imana ve O'na ibadete davet ediyor."
Böyle dedikten sonra şu şiiri okudu:
"Cinlere ve haber
vermelerine şaştım,
Develerini yükleyip
Muhanımed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneliyorlar.
Cinlerin mü'minleri,
kafirleri gibi değildir.
Haşimîlerin saf ve
temiz olanına yönel.
O, Mekke'nin
tepeleriyle taşları arasındadır."
Ona: "Bırak
uyuyayım. Çünkü akşama kadar çok yoruldum." dedim. Üçüncü gece yine gelip
ayağıyla bana vurdu ve : "Ey Sevad b. Karib! Kalk ve sözlerime kulak ver.
Eğer akim varsa sözlerimi anlamaya çalış. Bilesin ki Lüey b. Galip soyundan bir
peygamber gönderildi. O, insanları Allah'a imana ve O'na ibadet etmeye davet
ediyor." dedikten sonra şu şiiri okudu:
"Cinlere ve haber
vermelerine şaştım,
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneldiler,
Cinlerin hayırlıları,
murdarları gibi değildir.
Haşimîlerin saf ve
temiz olanına yönel,
Gözlerinle onun başına
bak."
Kalktım ve dedim ki:
"Allah, benim kalbimi imtihan etti." Daha sonra da deveme binip
Mekke'ye geldim. Baktım ki Rasûlullah, ashabı arasında oturuyor. Yaklaşıp
dedim ki: "Ya Rasûlallah, sözlerimi dinle." O da: "Yaklaş ve
konuş." dedi. Ben de şu şiiri okumaya başladım:
"Geceleyin sükuna
erip uykuya daldığımda dostum bana geldi.
O, imtihan edildiğim
hususlarda yalancı değildi.
Üç gece üstüste geldi
ve dedi ki:
Lüey b. Galip soyundan
sana bir peygamber geldi.
Ben de paçaları
sıvayıp süratle deveme bindim.
Devem beni çöllerden
aşırıp getirdi.
Allah'tan başka birşey
olmadığına şahadet ederim.
Senin de bütün gaibler
üzerine güvenilir olduğuna tanıklık ederim,
Ey şerefli ve temiz
kimselerin oğlu!
Sen, Allah'a
yaklaştıran vesilelerin en yakınısın.
Getirdiğin hükümler,
saç örgülerini ağartacak kadar ağır da olsa.
Ey beşerin en
hayırlısı, getirdiklerini bize söyleyip emret.
Şefaatin olmayacağı
günde bana şefaatçi ol.
Sevad b. Karib'i
azaptan kurtar."
Bu sözlerim üzerine
Rasûlullah (s.a.v..) ile ashabı çok sevindiler. Öyle ki; sevinçleri
yüzlerinden okunuyordu. Hz. Ömer yerinden fırlayıp yanıma geldi. Bana sarılıp
şöyle dedi: "Bu sözleri senden duymayı çok arzuluyordum. Haberci cinin
bugün de sana geldi mi?"diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim:
"Kur'ân okuduğum günden beri bana gelmedi. Cine . karşı Allah'ın kitabı ne
güzel bir bedeldir." Sonra Hz. Ömer şöyle dedi: "Birgün Kureyş'in bir
mahallesinde idik. O mahalle halkına Alu-Zerih denirdi. Bunlar, bir buzağı
kesip kurban etmişlerdi. Kasap, onu yüzmek ve etlerini ayırmakla meşguldü. O
esnada buzağının karnından bir ses duyduk. Ama birşey görmedik. Sesin sahibi
şöyle diyordu: "Ey Alu-Zerih! Bu iş başarıldı. Açık dilli bir ünleyici
şöyle sesleniyor: Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim."
Hanz Ebu Bekir
Muhammed b. Cafer b. Sehl el-Haraitî, Hevatifül-canla ilgili olarak derlediği
kitabında Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Sevad b.
Karib es-Sedûsî, Hattab oğlu Ömer'in yanına gitmiş, Ömer ona şöyle demişti:
"Allah aşkına ey Sevad b. Karib! Söyle bakalım. Bugün de kahinliğinden
birşeyler hissedebilmekte misin?" Sevad şu cevabı vermişti:
"Sübhanallah ey mü'minlerin emiri! Bugün meclisinde oturanlardan herhangi
birine bana yönelttiğin bu soruyu yöneltmedin." Hz.Ömer :
"Sübhanallah ey Sevad! Müşriklik-teki günahlarımız, senin kehanet
günahından daha büyük idi. Allah'a andolsun ki ey Sevad, senin çok hoşuma giden
bir sözünü duymuştum." dedi.
Sevad dedi ki:
"Vallahi ey mü'minlerin emiri, o söz çok hayret verici
bir sözdü."
Hz. Ömer:
"Öyleyse onu bana tekrarla." dedi.
Sevad dedi ki: Ben
cahiliye döneminde kahin idim. Bir gece uyumakta iken haberci cinim, yanıma
gelip ayağıyla beni iterek: "Ey Sevad, sana söyleyeceklerime kulak
ver." dedi. Ben de; söyle, deyince söze şöyle başladı:
"Cinlere ve
onların ses verişlerine şaştım.
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneldiler.1
Cinlerin mü'minleri,
murdarları gibi değildir.
Haşinin1 erin saf ve
temiz olanlarına yönel.
Gözlerinle onun başına
bak."
Uykuya daldım ve
sözlerini önemsemedim. İkinci gece cin yine bana gelip ayağıyla iterek şöyle
dedi: "Ey Sevad b. Karib! Sana söyleyeceklerime kulak ver." Ben de;
söyle deyince söze şöyle başladı:
"Cinlere ve
taleplerine şaştım.
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneliyor.
Cinlerin doğruları,
yalancıları gibi değildir.
Haşimîlerin saf ve
temiz olanlarına yönel.
Öndekileri,
arkadakileri gibi değildir."
Bu defa cinin
söyledikleri beni biraz daha etkiledi. Fakat tekrar uyudum. Üçüncü gece yine
gelip ayağıyla bana vurdu. Sonra şöyle dedi: "Ey Sevad b. Karib! Anlıyor
musun yoksa anlamıyor musun?" Ben de; neyi? diye sordum. Bunun üzerine
bana dedi ki: Mekke'de bir peygamber ortaya çıktı. İnsanları, Rabbine ibadete
davet ediyor. Sen, onun yanına git. Benim söyleyeceklerime kulak ver."
Ben de, söyle dedim. Sö",e şöyle başladı:
"Cinlere ve
taleplerine şaştım.
Develerini yükleyip
Muhammed'e tabi olmalarına hayret ettim.
Hidayet talebiyle
Mekke'ye yöneliyor.
Cinlerin doğruları,
yalancıları gibi değildir.
Haşimîlerin saf ve
temiz olanlarına yönel.
O, Mekke'nin
taşlarıyla tepeleri arasındadır."
Anladım ki bu defa
Cenâb-ı Allah, benim için hayır ve iyilik murad etmiş. Ben de kalkıp bir abamı
ikiye böldüm. Onu giydim. Yola çıkarak Peygamber (s.a.v.)'in yanma
geldim.İslâmiyet'i bana anlattı. Ben de Müslüman oldum ve durumumu kendisine
anlattım. Buyurdu ki: "Müslümanlar, biraraya geldiklerinde bu haberleri
onlara da anlat." Müslümanlar toplandıklarında ayağa kalkıp şöyle dedim:
"Haberci cinim üç
gece peşpeşe, ortalığı sessizlik kaplayıp herkes uyuduktan sonra yanıma geldi.
İmtihan edildiğim şeyde ben yalan söylemiyorum. O bana dedi ki: "Lüey b.
Galip soyundan bir peygamber sana geldi!" Ben de genç ve süratli deveme
binip çölleri aşarak buraya geldim.
Biliyorum ki Allah'tan
başka bir Rab yoktur. Sen de her gaib olanın üzerine güvenilir bir kimsesin.
Ey soylu ve temiz kimselerin oğlu! Sen, insanları Allah'a en çok yaklaştıran
bir vasıtasın. Ey en hayırlı peygamber! Bize getirdiğin şeyler, saç örgülerini
ağartacak cinsten de ağır olsa, onları bize söyleyip emret."
Müslümanlar, bu
konuşmam üzerine çok sevinmişlerdi. . Hz.Ömer, bana: "Bugünde o eski
kehanetinden birşeyler hissedebilmekte misin?" diye sorunca ben:
"Allah'ın, bana Kur'ân'ı öğretmesinden sonra kahinliği
hissetmiyorum." dedim.
Muhammed b. Saib
el-Kelbî, Ömer b. Hafs'm şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Ömer, yanma gelen
Sevad b. Karib'e şöyle bir soru sormuştu: "Ey Sevad b. Karib!
Kahinliğinden birşeyler kaldı mı?" Sevad bu soruya öfkelenerek şöyle cevap
verdi: "Ey mü'minlerin emiri! Araplardan herhangi birini bu şekilde
karşıladığını zannetmiyorum."
Hz. Ömer, Sevad'm
yüzündeki öfkeyi görünce şöyle dedi: "Bak Sevad! Şu günümüzden önceld
yolumuz olan müşriklik, kahinlikten daha büyük bir günahtı. Ey Sevad! Bana
senden duymayı arzuladığım şeyleri
söyle.
Sevad söze şöyle
başladı: "Evet... Bir ara geceleyin Serat'ta deveme binerek yola
çıkmıştım. Birara uykuya dalmıştım. Cinlerden haberci bir dostum yanıma gelerek
ayağıyla beni itip şöyle dedi: 'Ey Sevad b. Karib, Kalk! Tihame'de bir
peygamber zuhur etti. İnsanlan hakka ve dosdoğru
yola davet
ediyor."
Sevad, serüvenini
önceld sayfalardaki gibi tam olarak baştan sona anlattı. Ve şiirinin sonuna şu
beyti ilave etti:
"Senden başka bir
yakının fayda vermeyeceği günde, Bana şefaatçi ol ve Sevad'ı azaptan kurtar."
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Kavmine git ve bu şiiri onlara da
oku."
Hafız İbn Asakir, Said
b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: "Sevad b. Karib el-Ezdî bana
haber verdi ki: "Bir ara Serat dağlarından birinde uyumakta idim. Bir
şahıs, gelerek ayağıyla bana vurdu..." Böyle dedikten sonra Sevad,
serüvenim baştan sona anlattı.
Yine Hafız İbn Asakir,
Sevad b. Karib'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben, Hindistan'a
gitmiştim. Bir gece haberci cinim yanıma geldi..." Böylece söze başlayarak
serüvenini baştan sona anlattı. Serüveninin sonunda okuduğu şiirini
tamamladığında da, Rasûlullah (s.a.v.) azı dişleri görününceye kadar gülmüş
ve: "Sevad kurtuluşa erdi." demişti.
"Delailü'n-Nübüvve"
adlı eserde Ebu Nuaym, Abdullah el-Um-manî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Bizde, Mazin b. Adup adında bir adam vardı. Mazin-, Semaya köyündeki bir putun
hizmetkarlığım yapıyordu. Semaya, Umman'a bağlı bir köydü. Samit oğulları,
Hütame oğulları ve Mühreliler, oradaki puta ibadet ederler di.Mühreli ler,
Mazin'in dayılarıydılar. Mazin'in annesi, Zeynep binti Abdullah b. Rebia b.
Hü-veystir ki, o da Nemran oğulları kabile sindendir.
Mazin şöyle demişti:
"Bir gün putumuzun yanında bir kurban kesmiştik. Kurbanın karnından bir
ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu: "Ey Mazin, kulak ver,
sevineceksin. Hayır açığa çıktı. Şer gizlendi. Mu-dar oğullarından bir
peygamber zuhur etti. O, en büyük Allah'ın dinine bağlıdır. Taştan yontulma
putları bırak ki, Cehennem'in sıcaklığından kurtulasın!" Bu sesi duyunca, çok
korktum. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir kurban daha kestik. Bu defa
puttan şöyle bir ses geldi: "Bana bak bana! Aslında bildiğin şeyleri
benden dinle. Bu, gönderilen bir peygamberdir. Hak ile gelmiştir. Ona, vahiy
inmiştir. Ona iman et ki doğru yola giresin. Yanmakta olan alevli Cehennem
ateşinden kurtulasın. O ateş ki, yakıtı büyük taş parçalarıdır." Kendi
kendime, "Bu çok hayret verici birşey" dedim. Aslında bu, benim için
murad edilen hayır ve iyiliktir. Bize, Hicaz'dan bir adam geldi.
"Gerilerde ne haber var?" diye sordum. Dedi ki: Ahmed adında bir
adam ortaya çıktı. Yanına gelen herkese: "Allah'ın davetçisine icabet
edin." diyor. Bunun üzerine yanımıza gelen Hicazlı adama: Bu duymadığım
bir haber, dedim. Putumuzun üzerine atılıp onu paramparça ettim. Deveme binip
Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldim. Allah, kalbimi İslâm'a açmıştı. Ben de
Müslüman oldum ve şöyle dedim:
"Yacur putunu
kırıp paramparça ettim. Bir Rabbimiz vardı. Onu tavaf ederdik. Saptıkça
sapardık, ama Haşimî ile sapıklıktan kurtulup hidayete erdik. Yacur'un dini
umurumda değildi. Ey Süvari, Samit oğullarıyla kardeşleri Hutame'ye ve
dostlarına benden şu haberi götür: Bana Rabbimin Yacur olduğunu söyleyenlere
kızgınım!"
Dedim ki: Ya
Rasûlallah, ben eğlenceye düşkünüm. Kadınlara ve içkiye de tutkunum. Kurak
seneler bizi mahvetti. Mallarımızı götürdü. Çoluk çocuğumuzu bitkin düşürdü.
Benim oğlum yoktur. Allah'a dua et te bendeki bu kötülükleri gidersin. Bana
haya nasip etsin ve bir oğul bahşetsin."
Peygamber (s.a.v.)
şöyle dua etti: "Allahım, ona eğlence yerine Kur'ân okumayı, haram yerine
helali, günah ve zina yerine iffeti ver. Ona haya nasip et ve bir oğul
bahşet."
Cenâb-ı Allah,
kendimde hissettiğim kötülükleri benden giderdi. Umman, verimli hale gelip bol
bitkiler verdi. Dört hür kadınla evlendim. Kur'an'm yansım ezberledim. Allah,
bana Hayyan isminde bir evlad bağışladı."
Mazin, böyle dedikten
sonra da, şu şiiri okudu:
"Ya Rasûlallah!
Bineğim koşup sana geldi. Çölleri aştı. Umman'dan Arc'a kadar geldi ki, ey
çakıllara basanların en hayırlısı; bana şefaat edesin de Rabbin beni
bağışlasın. Ve kurtuluşa ermiş olarak kavmime döneyim. O kavmim ki, Allah
rızası için dinlerinden ayrıldım. Onların görüşü benim görüşüm değildir. Onlar,
benim gibi kimseler değildirler. Ben, içkiye ve zinaya düşkün bir kimse idim.
Gençliğimde böyle idim. Nihayet ihtiyarlayıp bitkin düştüm. Rabbim, içki yerine
Allah korkusunu ve haşyetini verdi. Zina yerine, iffeti verip haya yerlerimi
korudu. Artık yegane düşüncem cihad oldu. Niyetim, orucum ve haccım da Allah
içindir."
Kavmime döndüğümde
bana küfrettiler, kınayıp azarladılar. Bir şairlerine emredip bana hicviyeler
dizdirdiler. Ben de; "Eğer ona karşılık verirsem, aslında kendimi yermiş
olurum." dedim ve yanlarından ayrıldım. Fakat daha sonra onlardan kalabalık
bir heyet yanıma geldi. Daha önceleri ben onların idarecisiydim. İşlerini
yürütürdüm. Bana dediler ki: "Ey Amca oğlu! Sana kötü davrandık. Bundan
memnun değiliz. Eğer bu kötülüğümüzü görmezden gelirsen, tekrar yurduna dön ve
işlerimizi de eskisi gibi idare et. Dinin sana kalsın." Ben de onlarla
birlikte yurduma döndüm ve şöyle dedim:
"Size karşı
öfkeli olmak, tadımı çok acı birşeydir.
Bize karşı öfkeli
olmanız ise ey kavmim, size göre süt gibidir.
Sizin ayıplarınız
açıklansa ve yayılsa bile, bunu âlem anlamaz.
Ama bizim ayıplarımız
söylendiğinde, bunu hepiniz anlarsınız.
Şairimiz, size karşı
kötü birşey söyleyemez.
Ama sizin şairiniz,
bize küfretmede dili açık bir kimsedir.
Bilesinizki, size
karşı kalblerimizde kin yoktur.
Ama sizin
kalblerinizde, kin ve düşmanlık vardır."
Mazin dedi ki: Bundan
sonra Cenâb-ı Allah, onların tamamını İslâm hidayetiyle nurlandırdı.
Hafız Ebu Nuaym, Cabir
b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'in risaletle
görevlendirildiği haberinin Medine'de ilk yayılışı şöyle oldu: Medine'de
cinlerden habercisi olan bir kadın vardı. Günün birinde cin, beyaz bir kuş
şekline bürünerek kadının evinin duvarına kondu Kadın ona: "Niçin yanımıza
geliniyorsun? Gelde sohbet edelim. Karşılıklı haberleşelim." dedi. Cin,
kadına şu cevabı verdi: "Mekke'de bir peygamber ortaya çıktı. Zinayı haram
kıldı. Bize de göklerden haber alma yolu kapandı."
Vakidî, Ali b.
Hüseyn'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.)'in risaletle
görevlendirildiğine dair ilk haberin Medine'ye gelişi şöyle oldu: Fatıma
adındaki bir kadının haberci bir cini vardı.Günün birinde o haberci cin gelip
Fatıma'nm evinin duvarı üzerine kondu. Fatı-nıa: "İçeri gelmez
misin?" diye sorunca, o, şöyle cevap verdi: "Hayır, zinayı haram
kılan peygamber ortaya çıktı."
Tahinilerden bazıları,
bu mı mürsel olarak rivayet etmişlerdir. O haberci cinin adının da Ibn Levzan
olduğunu söylemişlerdir.İbn Levzan, bir süre kaybolup Fatıma'ya görünmez
olmuştu. Bilahare geldiğinde Fatıma onu kınamış ve niçin geciktiğini sormuştu.
O da: "Ben Rasûle gittim. Onun zinayı haram kıldığım işittim. Sana selam
olsun." diye karşılık vermişti.
Vakidî, Osman b.
Afîan'm şöyle dediğini rivayet eder: "Bir kervanla birlikte Şam'a
gitmiştik. Gidişimiz, Rasûlullah (s.a.v.)'m bisetinden önce idi. Şam girişine
vardığımızda orada kahin bir kadın vardı. Karşımıza çıktı ve şöyle dedi:
"Arkadaşım gelip kapımda durdu. İçeri girmez misin?" dediğimde bana
şu cevabı verdi: "Buna yol ve imkan yok. Ahmed çıktı ve karşı durulmaz
birşey getirdi. Sonra dönüp Mekke'ye geldim. Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'de
zuhur edip insanları yüce Allah'a imana davet ettiğini gördüm."
Vakidî, Muhammed b.
Abdullah ez-Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Daha önce vahiy,
cinler tarafından duyulurdu. İslâmiyet geldikten sonra onlar, vahyi
dinlemekten menolundular. Beni Esed kabilesinden Saire adında bir kadın vardı.
Onun cinlerden bir habercisi vardı. Artık vahyin cinler tarafından duyulamaz
olduğunu görünce Saire'nin yanma dönüp göğsünün içine girdi.Göğsünde
sıkıntılar meydana getirdi. Saire'nin de aklı başından gitti. Göğsünün içindeki
cin şöyle konuşuyordu: "Şiddetli durum ortaya kondu. Göklerden haber
almak men olundu. Karşı durulamayacak şey geldi. Ahmed, zinayı haram
kıldı."
Hafız Ebu Bekir
el-Haraitî, Mirdas b. Kays es-Sedüsî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.)'m meclisinde bulundum. Yanında kahinlikten ve Peygamber
(s.a.v.)'in zuhuru esnasında kahinliğin değişikliğe uğramasından
bahsedildi.Dedim ki: "Ya Rasûlallah! Bu hususta bizde bazı bilgiler var.
Sana şunu haber vereyim ki, bizde bir cariye vardı. Adı, Hülasa idi. İyi bir
kimse olarak bilinirdi. Bir defasında yanımıza gelip şöyle konuştu: "Ey
Devs topluluğu! Başıma çok tuhaf birşey geldi. Siz, hayırdan başka birşey bilir
misiniz?" "Anlatacakların nedir?" diye sorduk. Dedi ki:
"Ben, koyunların arasında idim. Bir karanlık perdesi üzerimi kapladı.
Kendimde, benimle cinsel ilişkide bulunuluyormuş gibi bir durum hissettim.
Hamile kalmaktan korkmuştum. İradem dışı hamile kalıp ta doğum vakti yaklaştığında
köpek gibiild kulağı sarkık bir çocuk doğurdum. O, aramızda bir süre yaşadı.
Hatta çocuklarla oyun oynama çağma geldi. Onlarla oynamaya başladı. Bir
defasında yerinden fırlayıp peştemalını attı ve olanca sesiyle bağırıp şöyle
demeye başladı: "Eyvah, eyvah! Ağlayıp ünleme zamanıdır. Eyvah
ganimetler, eyvah anlayış. Allah'a andolsuıı ki ateş ve atlar, geçidin
gerisindedir. Orada asil ve güzel gençler vardır."
Âtlarımıza binip
hazırlığımızı yaptık ve: "Yazıklar olsun sana. Neler gördün?" diye
sorduk.
Dedi ki: Bana, âdet
görmekte olan bir cariye getirebilir misiniz?
Böyle birini kim bize
getirebilir? diye sorduğumuzda yaşlı bir adamımız dedi ki: Allah'a andolsun ki
o cariye yanımdadır. Anası da iffetli bir kadındı. Onu çabucak buraya getir,
dedik. O da gidip cariyeyi getirdi. Dağa çıktı. Cariyeye şöyle dedi: Elbiseni
çıkar ve şunlarm yüzüne at.
Oradaki topluluğa da;
peşine düşün, dedi. Bizden de Ahmed b. Habis adındaki bir adama şöyle dedi: Ey
Habis oğlu Ahmet! Sen birinci atlıyı yakala. Ahmed hücuma geçip ilk atlıyı
yakalayıp vurdu ve yere yatırdı.Karşımızdakiler hezimete uğradılar, biz de
onların mallarını ganimet olarak aldık. Üzerlerine bir ev yapıp Zu'1-Hülase
adını verdik. O adam bize hep daha önce dediklerini söyleyip dururdu.
Nihayet, Ya Rasûlallah,
sen zuhur ettiğinde o, günün birinde bize şöyle dedi: "Ey Devs topluluğu!
Haris b. Ka'b oğulları hücuma geçtiler." Biz de atlarımıza bindik. O bize
şöyle dedi: "Atlarınızı hızlandırın. O kavmi mezara gömün. Sabahleyin
onları sürün. Akşamleyin de içkinizi için."
Onun dediği kavim ile
karşılaşıp savaştık.Bizi hezimete uğratıp mağlub ettiler. Yanına döndüğümüz de:
"Senin durumun nedir? Bize yaptıkların nedir?" diyerek kendisine
öfkelendik, yüzüne baktığımızda gözleri kızarmıştı ve bize çok öfkelenmişti.
Yerinden kalktı. Biz de atlarımıza binip bu hatasını bağışladık. Bir süı~e
geçtikten sonra tekrar bizi çağırıp: "Size onur bahşedecek, gücünüzü
arttıracak, sizi hazinelere sahip kılacak bir savaşa var mısınız?" dedi.
Biz de böyle bir savaşa çok muhtaç olduğumuzu söyleyince; öyleyse atlarınıza
binin, dedi. Biz de bindik ve ne diyorsun? diye sorduk. Dedi ki: Haris b.
Mesleme oğulları! • Sonra durun, dedi. Biz de durduk. Sonra, onlarda sizin için
kan yoktur. Siz, Mudarlılara saldırın. Onlar, at ve davar sahipleridirler.
Mallan vardır. Sonra şöyle dedi: Hayır, Büreyd b. Samme aşiretine saldırın. Onların
sayıları azdır. Taahhütlerini de yerine getirirler. Sonra şöyle dedi: Hayır,
Ka'b b. Rebia'ya saldırmanız gerekir. Onu, Amir b. Sa' saa'nm köyüne yerleştirin,
böylece başlarına bela gelsin. Onlarla karşılaşıp savaştık. Bizi yendiler,
perişan olduk. Dönüp kendisine: "Yazıklar olsun sana, bize yaptığın
nedir?" dediğimizde şu cevabı verdi: "Bilemiyorum... Daha önce
benimle doğru konuşan, bu defa bana yalan söylemeye başladı. Beni üç gün
süreyle evimde hapsedin. Sonra yanıma gelin." Öyle yaptık. Sonra üçüncü
günün sonunda yanma geldik. Kapısını açtığımızda içerisi, adeta ateş odası gibi
idi. Dedi İd: "Ey Devs topluluğu! Gökler bekçilerle muhafaza edildi. Peygamberlerin
en hayırlısı zuhur etti." O nerededir? diye sorduğumuzda şu cevabı verdi:
"O, Mekke'dedir. Bense ölüyüm. Beni dağ başına gömün. Ben alevlenip
tutaşacağım. Eğer beni rahat bırakırsanız, sizin için bir utanç olurum. Yanıp
tutuştuğumu ve alevlendiğimi görürseniz bana üç taş atın. Sonra her taşı
atarken: "Alla-hım, senin adınla." deyin. O zaman ben sakinleşir ve
sönerim."
Öldü ve yanıp tutuştu.
Biz de yaptığı tavsiyeleri yerine getirdik. Üç taş attık. Her taşı atarken de:
"Allahım, senin adınla." dedik.Ateşi söndü. Hacılar bize gelinceye
kadar yerimizde durduk. Ya Rasûlallah, işte o hacılar senin zuhur ettiğini bize
bildirdiler."
Gerçekten bu, garip
bir rivayettir.
Vakidî, Süfyan
el-Hüzelî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bir kervanla Şam yoluna
çıktık. Zerka ile Mu'an arasında iken geceleyin mola verdik. Bir de baktık ki,
göklerle yer arasındaki bir süvari şöyle sesleniyor: "Ey uykudakiler!
Uyanın. Bu, uyuma zamanı değildir. Ahmet ortaya çıktı. Cinler sağa sola
tardedilip kovuldu."
Güçlü ve kuvvetli
kimseler olmamıza rağmen duyduğumuz bu çağrıdan korkmuştuk. Ailelerimize
döndük. Baktık ki onlar, Mekke'de Ab-dülmuttalib oğullarından zuhur eden Ahmed
adındaki bir peygamberle Kureyşliler arasında meydana gelen anlaşmazlıktan söz
ediyorlar."
Bunu, Ebu Nuaym
rivayet etmiştir.
el-Haraitî, Urve'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Aralarında Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdül-Uzza
b. Kusay, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Abdullah b. Cahş b. Riab ve Osman b.
Hüveyris'in de bulunduğu bir Kureyş topluluğu, putlarından birinin yanında
toplanmış idiler. O toplantı gününü, her sene bayram olarak kutluyorlar di.
Yanında toplandıkları putlarına tazimde bulunuyor, ona kurbanlar kesiyor; sonra
da yeyip içip, içkileri yudumluyor ve putlarına ibadet ediyorlardı. Geceleyin putun
yanına vardıklarında yüz üstü yere düşmüş olduğunu gördüler. Bu işi
beğenmediler. Putu tekrar doğrultup eski haline getirdiler. Çok geçmeden
şiddetli bir sarsıntı ile put yine yüzüstü yere düştü. Yine alıp eski haline
getirdiler. Ama ikinci kez bir sarsıntı meydana gelerek yine yüz üstü yere
düşmüştü. Bu durumu görünce üzülüp kederlendiler ve bunu büyük bir musibet
saydılar. Osman b. Hüveyris dedi ki: "Buna ne olmuş ki durmadan yere
düşüyor? Mutlaka yeni bir durum meydana gelmiştir."
Bu olay, Rasûlullah
(s.a.v.)'m doğduğu gecede meydana gelmişti. Osman şöyle diyordu:
"Ey bayram putu,
insanlar etrafında saf bağlamışlar,
O insanlar uzaktan ve
yakından gelen büyüklerdir.
Mağlup olarak yüzüstü
düştün, bu ne haldir, bize söyle.
Bir beyinsiz mi sana
eziyet verdi, yoksa bize kızdığın için mi düşüyorsun.?
Eğer bir günah
işleyerek sana gelmişsek,
Biz suçumuzu ikrar
eder ve günahtan vazgeçeriz.
Eğer mağlub olmuş ve
küçük düştüğün bir yere yuvarlandıysan.
Şu halde sen putlar
arasında Rab ve efendi olamazsın!"
Yere düşen putu tekrar
kaldırıp eski haline getirdiler. Yerine koyduklarında putun içinden bir ses
şöyle diyordu:
"Nuru ile yerin
doğu ve batısındaki bütün yolları aydınlatan,.
Yeni doğmuş biri için,
bu put yere düştü.
Ki bütün putlar,
sarsılıp onun için yere düştüler.
Bütün hükümdarların
yürekleri, onun korkusuyla sarsıldı.
Bütün İranlıların
ateşleri sönüp karanlıklaştı.
İran şahı da büyük bir
sıkıntı içinde geceyi geçirdi.
Kahinlerin cinleri,
gayıbtan haber alamaz oldu.
Onların habercileri,
ne doğrune yalan, hiçbir haber getiremez oldu.
Ey Kusay aşireti!
Sapıklığınızdan dönün.
İslâm'a ve geniş
menzile gelin."
Bunu duyunca bir
kenara çekilip fısıldaştılar. Birbirlerine şöyle dediler: "Doğru söyleyin
ve birbirinizin sırrım gizleyin."
Bu anlaşmaya, evet,
dediler. Varaka b. Nevfel kendilerine şöyle dedi: "Vallahi bilirsiniz ki
kavminiz, bir din üzerinde değildir. Onlar doğru yoldan şaşıp İbrahim'in dinini
bırakmışlardır. Duymayan, görmeyen fayda ve zarar veremeyen taşlar ne ki,
onları tavaf ediyorsunuz? Ey millet, kendiniz için bir din arayın."
Bunun üzerine onlar,
yeryüzüne yayılıp İbrahim peygamberin Ha-nif dinini sormaya başladılar. Varaka
b. Nevfel ise, Hristiyanhğı seçip kitaplarını okudu. O din hakkında bilgi
sahibi oldu.
Osman b. Hüveyris,
Bizans imparatoruna gidip Hristiyanlığa girdi. Onun nezdinde makam sahibi oldu.
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl
ise, çıkmak istedi ama alıkonup hapsedildi. Bundan sonra bir yolunu bulup
yeryüzünde dolaştı, nihayet Cezire mıntıkasında Rakka şehrine ulaştı. Orada
âlim bir rahiple karşılaştı. Aradığı şeyi ona anlatınca rahip dedi ki:
"Sen öyle bir din arıyorsun ki, seni ona götürecek bir kimseyi bulamazsın.
Ama senin beldende Hanif dinine bağlı bir peygamberin ortaya çıkma zamanı
gelmiştir!"
Rahip ona böyle
deyince Zeyd b. Ajur b. Nüfeyl, Mekke'ye yönelerek yola çıktı. Yolda iken
Lahmiler, ona saldırıp öldürdüler.
Abdullah b. Cahş ise,
Hz. Peygamberin bisetine kadar Mekke'de ikamet etti. Sonra Habeşistan'a çıkıp
gitti. Orada İslâm'dan ayrılıp Hristiyan oldu. Hristiyan bir kimse olaı-ak
ölünceye dek orada kaldı.
el-Haraitî, Abbas b.
Mirdas'tan rivayet etti İd, o, gündüz bir ağacını aşılamakta iken üzerinde
beyaz elbiseli bir süvari bulunan beyaz renkli bir deve kuşu kendisine görünmüş
ve şöyle demiş: "Ey Abbas b. Mirdas! Görmedin mi ki sema, bekçilerle
muhafaza altına alınıp cinlerin haber çalmalarına mani olundu. Savaş ta
başlamak üzeredir. Atlar da yüklerini indirdiler. İyilik ve takva sahibi zat,
pazartesiyi salıya bağlayan gece dünyaya geldi. O, asil devenin
sahibidir."
Abbas b. Mirdas dedi
ki: Bu sözü duyduktan sonra korku içinde geri döndüm. Görüp işittiklerim, beni
korkutmuştu. Niha}ret putumuzun yanına geldim. Dımar adını verdiğimiz bu
putumuza ibadet ederdik. Kendisiyle konuşurduk. Çevresini temizledim. Kendisini
öptüm. İçinden bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle diyordu:
"Süleym
kabilelerinin tamamına deki,
Dımar Öldü, Harem ehli
kurtuluşa erip galib oldu.
Peygamber Muhammed'e
salattan önce.
Kendisine ibadet
edilen Dımar putu hepten yok oldu.
Muhanımed ki,
Kureyşlidir, Meryem oğlundan sonra,
Peygamberlik ve
hidayet kendisine kaldı, o, doğru yolu gösterir."
Abbas b. Mirdas dedi
İd: Oradan da korku içinde ayrıldım. Nihayet kavmime gidip başımdan geçenleri
onlara bir bir anlattım. Kavmim olan Harise oğullarından 300 kişilik bir heyetle
yola çıkıp Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. Mescide girdiğimizde
Rasûlullah (s.a.v.) beni görüp: "Ey Abbas! İslâm'a girişin nasıl
oldu?" diye sorduğunda ben, başımdan geçenleri kendisine anlattım. O,
buna sevindi. Ben ve kavmim, Müslüman olduk.
Hafız Ebu Nuaym, Abbas
b. Mirdas'm şöyle dediğim rivayet eder: "Benim, İslâm'a girişimin
başlangıcı şöyle idi: Babam Mirdas vefat etmek üzere iken, Dımar adındaki
putumuzun bakımını bana vasiyet eb-ti. Ben de onu alıp bir eve koydum. Her gün
yanına gidip hizmetini ifa ederdim. Hz. Peygamber risaletle ortaya çıktığında,
gece yarısı bir ses duydum. Duyduğum ses, beni korkuttu. İmdat dileyerek
Damar'a koştum. Baktım ki ses, onun içinden geliyor ve şöyle diyor:
"Süleym
kabilelerinin tamamına söyle:
Enis Öldü, Harem halkı
yaşadı.
Muhammed'e kitap
gelmeden önce,
Kendisine ibadet
edilen Dımar putu hepten helak oldu.
Muhammed ki,
Kureyşlidir, Meryem oğlundan sonra,
Peygamberlik ve
hidayet kendisine kalmıştı, o, doğru yola iletir."
Abbas b. Mirdas dedi
ki: Ben, bu olayı insanlardan gizledim. İnsanlar Ahzap'tan döndüklerinde bir
ara ben develerimi, Akik taraflarında Zat-Irk denen yerde otlatmakta iken
uzanıp uykuya dalmışım. Bir ses duyduğumda etrafıma baktım. Bir de ne göreyim:
Bir adam, bir deve kuşu üzerinde şöyle diyordu: Salı gecesi ortaya çıkan nur,
Benî Anka'nın kardeşlerinin diyarında olup yaıık kulaklı devenin
sahibidir." O adamın sol tarafında bir ses duydum, sesin sahibi
görülmüyor ama şöyle diyordu: "Cinlere ve şeytanlaşmalarına müjde verki
binek, yükünü indirdi.Gökler de bekçileri ile korundu."
Abbas b. Mirdas dedi
ki: Ürkerek yerimden fırladım ve Muham-med'in peygamber olarak gönderildiğini
anladım. Atıma binerek yanına vardım, ona bey'at ettim. Sonra Dımar putunun
yanına dönüp onu ateşle yaktım. Tekrar Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndüm. Ona
şu şiiri okudum:
"Ömrüne yemin
olsun İd, ben cahil iken,
Damar'ı, âlemlerin
Rabbine ortak koşardım.
Rasûlullah'ı ve
çevresindeki Evslileri terkederdim.
Onlar ki, onun
yardımcılarıdırlar, onlar,
Zor işlere girişmek
için,
Yerin dağlarıyla
ovalarını terkeden kimselerdir.
Kulu olduğum Allah'a
iman ettim.
Helak olmayı isteyerek
gününü geçirip,
Akşamlayan kimselere
muhalefet ettim.
Yüzümü bey'at
maksadıyla Mekke'ye yönelttim.
Şereflilerin
peygamberi olan mübareke bey'at edeceğim.
Bize, İsa'dan sonra
hakkı konuşan bir peygamber geldi.
O, hakkı açıkça
söyler.
Kur'ân hususunda
güvenilirdir, ilk şefaat edendir.
Meleklere cevap
verecek ilk peygamberdir.
Çürüyüp kopan İslâm
kulplarını, o onaracaktır.
Sağlamlaştırıp,
menasiki eski haline döndürecektir.
Ey halkın en
hayırlısı, sana yöneldim.
İki dağ arasmdasm,
şeref sahibisin.
Develeri üzeıine
bindiklerinde de Kureyşülerin en temizisin.
Asırlar boyunca sen,
mübarek bir kimse olarak anılacaksın.
Ka'b ve Malik
kabileleri intisap ettiklerinde,
Kadınlarla
birbirlerine giriştiklerinde seni saf ve temiz görürüz."
el-Haraitî, Muhammed
b. Mesleme ailesinden Abdullah b. Mah-mud'un şöyle dediğini rivayet eder:
Has'am kabilesinden bazı kişilerin şöyle dediğini duydum: İslâm'a girişimizin
sebebi şu oldu: Biz, puta tapan kimselerdik. Günün birinde putumuzun yanında
iken bir kaç kişi putun yanına geldi. Aralarında bir anlaşmazlık vardı. Onlar,
puttan bu ihtilafı çözmesini istiyorlardı. O esnada bir ses onlara şöyle hitap
etti:
"Ey gencinden
ihtiyarına kadar cüsseli adamlar!
Siz çok akılsız
kimselersiniz, puttan hakemlik istiyorsunuz.
Hepiniz uykuda ve
şaşkın haldesiniz,
Önümdekini görmüyor
musunuz?
Karanlıklarda çevreyi
aydınlatan parlak bir nurdur.
Tihame taraflarından
çıkmakta ve yalabuklanmaktadır.
O, âlemlerin efendisi
peygamberdir.
Küfürden sonra İslâm'ı
getirmiştir.
Rahman, ona ikramda
bulunmuştur.
İmamdır, Rasûldür,
doğru sözlüdür.
Hükümlerini adaletle
verendir.
Namaz ve orucu,
iyiliği,
Akrabalık bağlarını
muhafaza etmeyi emreder.
İnsanları
kötülüklerden de nehyeder.
Pisliği, putları ve
haramı meneder.
Haşimîlerdendir,
hörgüçlerin üzerindedir.
Harem beldesinden
peygamberliğini ilan etmiştir."
Bu sesi duyunca, hemen
putun yanından ayrılıp yola çıktık. Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelip Müslüman
olduk.
el-Haraitî, Temim
oğulları kabilesinden Rafi b. Umeyr'in -ki o insanlar arasında hidayet sahibi,
cesaretli, geceleyin yola çıkmaktan korkmayan, zorluklara karşı da göğüs geren
bir kimse idi. Hidayet sahibi, cesaretli biri olduğu için ona Arapların kara
kurdu, adını vermişleidi— şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben geceleyin
yüksek bir tepe üzerinde yürümekteydim. Uyku bastırdı, devemden inip onu
ıhdır-dım. Başımı devenin dizi üzerine koyarak uykuya daldım. Uyumadan önce şu
sığınma duasını okudum: Bu vadideki cinlerin büyüğüne sığınırım. Eziyet
görmekten veya saldırıya uğramaktan ona sığınıyorum, dedim.
Rüyamda, elinde mızrak
bulunan genç bir adamın devemi gözetlemekte olduğunu ve mızrağını devemin
boynuna saplamak istediğini gördüm. Korku ile uyandım, sağıma soluma baktım,
birşey göremedim. Kendi kendime bunun bir rüya olduğunu söyledim. Sonra tekrar
uzanıp uykuya daldım. Yine aynı rüyayı gördüm. Tekrar uyandım. Devemin
çevresinde dolaştım, birşey göremedim. Ama devemin sarsıldığını gördüm. Tekrar
uzanıp uykuya daldım. Yine aynı rüyayı gördüm. Uyandığımda devem iyice
sarsıntı geçirmekte idi. Dönüp baktığımda, rüyada gördüğüm, adamın kendisi
orada idi. Elinde mızrak vardı. Yaşlıca bir adam da onu geri itmeye, devemden
uzaklaştırmaya çalışıyor ve şöyle diyordu:
"Ey Malik b.
Mühelhil b. Disar!
Yavaş ol, abam ve
peştemalım sana feda olsun.
Bu insanın devesine
sataşma,
Onun yerine benim
sığırlardan dilediğini seç,
Hiç ummadığım şeyleri
yapıyorsun.
Akrabalığımı ve namus
birliğini göz önünde bulundur.
Sen, zehirli mızrakla
deveyi vurmak istiyorsun.
Yaptığın bu hareket
başarılı olmasın ey Ebe'l-Gaffar.
Eğer utanm as aydım,
bütün Cireliler helak olsaydı bile,
Keşfettiğim
haberlerimi bilirdin."
Genç adam da, ona şu
cevabı verdi:
"Ey Ebe'l-Ayzar,
ayıplamaksızm sen,
Bizim adımızı alçaltıp
yükseltmek mi istiyorsun?
Geçmişte onların
arasında bir efendi yoktu..
Onların seçkinleri,
seçkinlerin oğullarıdır.
Var yoluna git ey
Müakbir!
Eman veren, ancak
Mühelhil b. Disar'dır." .
Onlar böyle
birbirleriyle mücadele ederlerken üç yaban sığırı geldi. İhtiyar adam, gence
dedi ki: "Ey yeğen! şunlardan birini, şu devenin yerine al, götür. Senin
olsun."
Genç adam, o
sığırlardan birini alarak gitti. İhtiyar adam, bana dönüp şöyle dedi:
"Her hangi bir vadiye indiğin ve oranın durumundan korktuğun zaman şöyle
de: "Şu vadinin korkularından, Muhammed'in Rabbi olan Allah'a
sığınının." Cinlerden herhangi birine sığınma. Artık onların hükmü
kalmadı."
Ben de ihtiyara:
"Şu Muhammed de kim?" diye sordum. Dedi ki: "Arap bir
peygamberdir. Doğulu veya batılı değildir. Pazartesi günü peygamber
olmuştur."
Onun meskeni
nerededir? diye sordum. Hurmahkh Medine'dir, dedi. Sabah ortalık
aydınlandığında deveme bindim. Süratle yola koyuldum. Nihayet Medine'ye
ulaştım. Rasûlullah (s.a.v.) beni görünce ben daha kendisine birşey anlatmadan
o başımdan geçenleri bana anlattı. Beni, İslâm'a davet etti. Ben de Müslüman
oldum"[3].
Said b. Cübeyr dedi
ki: Biz, şu ayetin o adam hakkında nazil olduğu görüşündeyiz:
"Doğrusu
insanlardan bazı kimseler, cinlerden bir takım kimselere sığınırlardı da
onların azgınlıklarını artırırlardı." (el-Cinn, 6.)
el-Haraitî, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bir vadide canavarlardan korktuğun zaman
şöyle de: Aslanın şerrinden, Danyal'a ve Cübbe sığınırım.
el-Belevî, İbn Abbas'm
cinlerle savaşan Hz. Ali'nin kıssasını anlattığım rivayet etmektedir. Bu
rivayete göre Hz. Ali, Cühfe'de Zatü'1-Alem kuyusunda cinlerle çarpışmıştır.
Rasûlullah (s.a.v.), kendileri için su getirmesini emrettiğinde Hz. Ali kuyunun
yanma gitmiş, ama cinler oradan su almasına engel olmuş, kovasının ipini
kesmişlerdi. Hz. Ali de kuyuya inerek onlarla çarpışmıştı. Bu çok uzun bir
kıssa ve uydurma bir hikaye olup gerçekle bir ilgisi yoktur. Doğrusunu Allah
bilir.
el-Haraitî, Şabi'den
rivayet ederek bir adamın ona şöyle dediğini nakleder: Hattab oğlu Ömer
hazretlei'inin yanında oturmakta idim. Orada Hz. peygamberin sahabelerinden bir
grup ta vardı. Kur'ân'm faziletlerinden söz ediyorlardı. Onlardan biri; Nahl
sûresinin son kısmının çok faziletli olduğunu söylerken, bir diğeri de Yâsîn
sûresinin çok faziletli olduğunu söylemekteydi. Hz. Ali ise şöyle demişti:
"Ayete'l-Kürsi'nin faziletinden niye bahsetmiyorsunuz? O yetmiş kelimedir
ki, her kelimesinde bereket vardır."
O meclisde Amr b.
Ma'di Kerib de vardı. Konuşulanlara cevap vermiyordu, ama sonunda dedi ki:
"Besmele'nin faziletinden niye bahsetmiyorsunuz?" Hz. Ömer ona:
"Ey Eba Sevr, anlat bize." dedi. Adam, sözüne şöyle devam etti:
Cahiliye döneminde bir ara çok acıkmıştım. Atıma binerek çöl yoluna düştüm.
Deve kuşu yumurtasından başka birşey bulamadım. Yolda gitmekte iken bîr çadırda
yaşlı bir Araba rastladım. Yanında bir cariye vardı. Doğan bir güneşi
andınyordu.Yanlarmda birkaç koyunları da vardı. Ona: "Ey anası ağlayası!
Esir olarak kendini bana teslim et!" dedim. Başını kaldırıp bana baktı ve
şöyle dedi: "Ey delikanlı! Eğer misafir olarak ağırlanmak istiyorsan
atından in gel. Eğer yardım istiyorsan sana yardım edelim." Ben de ona:
"Kendim esir olarak bana teslim et." deyince şu cevabı verdi:
"Sana ikramı
arzettik. Ama sen uğursuz kimseler gibi cahillikten vazgeçmedin. Yalan ve
iftira getirdin. Kızımı ve haremimi istiyorsan bilesin ki bu, boynunun
kesilmesine sebep olur."
Böyle dedi ve Besmele
çekerek üzerime atıldı. Ben de âdeta kendiliğimden onun altına düştüm. Üzerime
çöktü: "Seni öldüreyim mi yoksa salıvereyim mi?" dedi. Ben de, beni
salıver dedim. Beni salıverdi. Sonra tekrar onunla boğuşmak istedim. Ona:
"Ey anası ağlayası! Esir olarak kendini bana teslim et." dedim. Şu
cevabı verdi:
"Allah ve Rahman
adıyla kurtulduk. Rahim adıyla da seni mağlup ettik. İffetli kimseye, güç ve
kuvvetin faydası yok. Biz, bugün savaş için ortaya çıktık."
Böyle dedikten sonra
üzerime atıldı. Ben de kendimi onun altına düşmüş gördüm.Üzerime çöktü:
"Seni öldüreyim mi yoksa bırakayım mı?" diye sordu. Ben de, beni
bırak, dedim. Beni salıverdi.Ben de kaçıp biraz uzaklaştım, ama çok uzağa
gitmedim. Sonra kendi kendime şöyle dedim: "Ey Amr! Şu ihtiyar seni
yenecek mi? Allah'a andolsun ki, bu durumda yaşamaktansa ölmek, senin için
daha hayırlıdır." Tekrar ihtiyarın yanma dönüp kendisine şöyle dedim:
"Ey anası ağlayası! Kendini esir olarak bana teslim et." Böyle demem
üzerine, Besmele çekerek üzerime atıldı. Ben de kendimi onun altmda
buldum.Üzerime çöktü. Bana: "Seni öldüreyim mi yoksa bırakayım mı?"
diye sordu. Ben de; hayır, beni salıver, dedim. "Heyhat, artık vakit
geçti. Ey cariye, bana bir bıçak getir." dedi.Cariye ona bir bıçak
getirdi. Bıçakla perçemimi kesti. Araplar, bir adamı mağlup edip de perçemini
kestiklerinde onu köle edinmiş olurlar. Ben de bu durumda onun kölesi olup
yanında bir süre hizmetçilik yaptım. Sonra bana şöyle dedi: "Ey Amr,
benimle birlikte çöle gelmeni istiyorum. Benim senden korkum yoktur. Çünkü
ben, Besmeleye güveniyorum."
Onunla birlikte yola
çıktık. Sık ağaçlı, korkulu ve tehlikeli bir vadiye geldik. Olanca sesiyle
bağırarak Besmele çekti. Yuvalarmdaki kuşlar, hep uçup gittiler. Tekrar aynı
şiddetli bir sesle Besmele çekti. Bu defa inlerindeki canavarların tamamı
kaçışıp gitti. Üçüncü kez yüksek sesle Besmele çektiğinde karşımızda uzun hurma
ağacını andıran bir Habeşi'yi bulduk. Efendim bana dedi ki: "Ey Amr!
Bununla birbirimize yakm olduğumuz zaman şöyle de: Efendim, Rahman ve Rahim
olan Al-lahın adıyla onu yendi."
İkisi karşı karşıya
geldiklerinde ben: "Efendim, Lat ve Uzza sayesinde onu yendi."
dedim. Bunun üzerine efendim olan ihtiyar adam, o Habeşi'ye birşey yapamadı.
Dönüp yanıma geldi ve bana: "Benim sözüme muhalefet ettiğini biliyorsun
değil mi?" dedi. Ben de: "Evet, sözümden dönecek değilim."
dedim. O da: "Habeşi ile karşı karşıya geldiğimizde: Efendim, Rahman ve
Rahim olan Allah'ın adıyla onu yendi, de." dedi. Ben de, evet, dedim.
Karşı karşıya geldiklerini gördüğümde: "Efendim, Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla onu yendi." deJim. Efendim olan ihtiyar adam, Habeşliyi
yere yıkıp üzerine çöktü. Kılıcıyla karnını yardı. Karnından siyah kandil
şeklinde birşey çıkardı. Sonra oana: "Ey Amr! bu, onun hile ve
desisesidir. Sen, o cariyenin kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu.
Ben de, hayır, diye cevap verdim. Dedi ki: "O güzel kadın, Selil
el-Cürhümî'nin kızıdır. Ki o da cinlerin seçkinlerindendir. Bunlar, onun
aşireti ve amcazadeleridir. Her sene onlardan bir adam benimle çarpışır.
Besmele sayesinde Allah, beni ona galib kılar. Şu Ha-beşli adama yaptıklarımı
da gördün. Şimdi ben acıktım. Bir şeyler getir de yiyeyim."
Ben de avlanmak için
çöle gittiğimde deve kuşu yumurtasından başka birşey bulamadım. Bir yumurta
getirdim. Baktım ki adam uyumakta. Başının altında odunsu birşey vardı.
Başının aldıntaki o şeyi çektiğimde baktım ki, yedi karış uzunluğunda, bir
karış enliğinde bir kılıç,. Kılıçla bacaklarına bir darbe vurdum. Her iki
bacağını ayaklarıyla birlikte kopardım. Arkası üstü doğrulup oturdu. Ve şöyle
dedi: "Allah seni kahretsin ey gaddar! Sen ne kadar hainmişsin!" Hz.
Ömer: "Sonra ne yaptın?" diye sordu. Dedim ki: "Kılıcımla onu
paramparça etmek için vurdum. O, çok kederlendi. Sonra da şu şiiri okudu:
"Hainlikle Müslüman
kardeşini vurdun, tepede, Arapların, Acemlerin atalarında böyle birşey
görmedim. Yaptığın iyilikten tiksiniyorsun, Usta ve efendiye yaptığın ne kötü.
Şaşıyorum, onu nasıl vurdun sen?
Pişman olmadığın ve
suç işlediğin zaman sana nasıl mukabelede bulundu?
O güzel ahlaklıdır,
defalarca seni affetti.
Sen de onun, can alıcı
noktasına vurdun.
Cahiliye döneminde
şirk ve haç ehline yapmadıklarını,
İslâm döneminde
yaptığın için seni hesaba çekseydim,
Adaletimden helak
edici darbeyi yerdin.
Cezam ile sen mahvolup
yok olurdun."
Hz. Ömer: "Sonra
cariyenin durumu ne oldu? diye sorunca ben şöyle cevap verdim: "İhtiyar
efendimi öldürdükten sonra cariyenin yanma gittim. Beni görünce; ihtiyar ne
yaptı? diye sordu Ben de: "Habeşli onu öldürdü." dedim. "Sen, yalan
söylüyorsun. Onu hainlik yaparak sen Öldürdün!" dedi. Sonra şu şiiri
okudu:
"Ey göz! Hamleci
süvari için cömertlik yap.
Bol yaşlar dök.
Ağlamaktan usanma,
çünkü zaman sana hiyanet etti.
Hakikat
sahibi/vefakar, sabırlı, takvalı.
Ağırbaşlı, yumuşak
huylu, düzgün yaratılışlı.
Kimseyi iftihar
gününde alıp götürdü.
Yazıklar olsun ki sen
hayattasın ey Amr! Ömürler, seni kedei'lere teslim etsin. Hayatıma andolsun ki
ona hıyanet etmeseydin. Keskin kılıcı andıran bir arslan olurdun!"
Cariyenin bu sözleri,
beni kızdırdı. Onu öldürmek için kılıcımı çekip çadıra girdim. Çadırda herhangi
bir kimse göremedim. Hayvanımı sula-dım ve aileme döndüm."
Bu da daha öncekiler
gibi inanılması mümkün olmayan bir hikaye hatta bir masaldır.
Öyle anlaşılıyor ki o
ihtiyar adam, cinlerdendi. Müslüman olup Kur'ân öğrenmiş bir kimse idi.
Öğrendikleri arasında Besmele de vardı. Besmele vasıtasıyla kötülüklerden
kendini korumaya çalışıyordu. Bes-mele'ye sığınıyordu.
el-Haraitî, Esma binti
Ebu Bekir'in şöyle dediğini rivayet eder: Ona göre Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile
Varaka b. Nevfel şöyle demişlerdi: Ebre-he'nin Mekke'den dönmesinden sonra,
Necaşi'ye gitmişler. Necaşi'nin yanma vardıklarında onlara şöyle demişti:
"Ey Kureyşliler! Aranızda babasının boğazlamak istediği, ama sonunda onun
üzerine kur'a çekerek boğazlanmaktan kurtardığı, onun yerine bedel olarak bir
çok develer kestiği çocuğun ne yaptığını biliyor musunuz?" Onlar, şu
cevabı vermişler: O çocuk büyüyünce Amine binti Vehb adındaki bir kadınla evlendi.
Amine'yi hamile halde bırakıp gitti. Necaşi: "Amine'nin doğurup
doğurmadığını biliyor musunuz?" diye sorunca, Varaka b. Nevfel şu cevabı
vermiş: "Ey hükümdar! Bir gece putlarımızdan birinin yanında uyumakta
idim. Biz, o putumuzu tavaf eder, ona ibadet ederdik. Uyku esnasmda onun
içinden bir ses duydum. Sesin, görünmeyen sahibi şöyle diyordu: "Peygamber
doğdu. Hükümdarlar alçaldı. Sapıklık uzaklaştı, müşriklik yüz çevirip gitti.
Bundan sonra o put, yüz üstü yere düştü."
Zeyd b.Amr b. Nüfeyl:
"Ey hükümdar, buna benzer bir haber de bende var." deyince hükümdar
Necaşi, sen de anlat, dedi. Zeyd, anlatmaya başladı: "Arkadaşımın
anlattığı gibi bir gece ben de Amine'nin hamileliğinden bahseden ailemin
yanından ayrılıp evden dışarı çıktım. Nihayet Ebu Kubeys dağına vardım. Orada,
beni kuşkulandıran bir mes'eleden ötürü yalnız başıma tenhada kalmak
istiyordum. Gökten iki yeşil kanatlı bir adamın indiğini, Ebu Kubeys dağı
üzerinde durduğunu, sonra Mekke'ye yukarıdan baktığım ve şöyle dediğini gördüm:
"Şeytan alçaldı. Putlar geçersiz oldu. Emir doğdu." Sonra yanındaki
bir yaygıyı açtı, onu doğu ve batı doğrultusunda serdi. Bunun, semanın altım
tamamen kaplayacak şekilde yayıldığını gördüm. Ondan çıkan nur, gözlerimi
kamaştırıyordu. Gördüğüm manzara beni korkutmuştu. Gaibden gelen o adam,
kanatlarını çırptı, nihayet Ka'be'nin üzerine düştü.
Ondan bir nur çıktı.
Onunla Tihame'yi aydınlattı ve: "Nur aydınlandı, baharına kavuştu."
dedi. Eliyle de Ka'be'deki putlara işaret etti, Putlar yüzüstü düştüler."
dedi.
Necaşi dedi ki: Sizin
bu benim başıma gelenden daha önemli değildir. Kubbeli bir yerde yalnız başıma
uyumakta idim. Rüyamda bir boyun ve baş çıkıp şöyle demeye başladı: "Fil
ashabına azap indi. Ebabil kuşları, onları balçıktan taşlarla vurdu. Suçlu ve
mütecaviz Ebrehe helak oldu. Okuma yazması olmayan Mekkeli, Haremli peygamber
doğdu. Ona icabet eden mutlu oldu. Ona icabet etmeyen de bahtsız oldu."
Böyle dedikten sonra
tekrar yere girip kayboldu. Ben, seslenmek istedim ama konuşamaz oldum. Ayağa
kalkmak istedim, ama kalkamadım. Elimle kubbenin duvarlarına vurdum. Böylece
ailem beni duydu, yanıma geldiler. Onlara, topluluğu yanımdan uzaklaştırın,
dedim. Uzaklaştırdılar. Sonra dilim ve ayaklarım açıldı."
Hz. Peygamberin
mevlidinden bahsederken inşallah kisranm sarayındaki ondört balkonun (şerefe,
kule) yıkılış rüyasını görmesinden, Mecûsi ateşinin sönmesinden, Mubezan'm
gördüğü rüyadan, kahin Sa-tih'in de bu rüyayı Ebü'l-Mesih'in huzurunda
yorumlamasından bahsedeceğiz.
Hafız Ebu Kasım b.
Asakir, "Tarih" adlı eserinde Haris b. Hani b. Mudlic'in hal tercümesinden
bahsederken Zeml b. Amr el-Uzerî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Uzre
oğulları kabilesinin, Simam adında bir putları vardı. O puta, son derece saygı
gösterirlerdi. O put, Beni Hind b. Hiram b. Dabbe b. Abd bin Kebir b. Uzre
muhitinde idi. Tarık adında bir hizmetçisi vardı. Kurbanlarını, o putun yanında
keserlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) zuhur ettiğinde o putun içinden bir ses duyduk.
Şöyle diyordu: Ey Beni Hind b. Hiram! Hak ortaya çıktı, Simam helak oldu.
İslâmiyet de şirki defetti. Duyduğumuz bu ses karşısında korkup paniğe
kapıldık. Birkaç gün geçtikten sonra şöyle bir ses duyduk. Putun içinden gelen
bu ses şöyle diyordu: Ey Tarık! Ey Tarık! Doğru sözlü peygamber gönderildi.
Konuşan bir vahiy ile geldi. Tihame topraklarında hakkı açıklayan biri ortaya
çıktı. Ona yardım edenlere selamet, yardım etmeyenlere de nedamet vardır. Artık
kıyamete dek sizden ayrılıyor ve ve dalaşıyorum.
Ravi Zeml b. Amr der
ki: Bu sözü söyledikten sonra put, yüz üstü yere düştü. Bir deve satın aldım.
Kavmimden bir kaç kişiyle birlikte develerimize binip yola çıktık. Peygamber
(s.a.v.)'in huzuruna vardık. Ona şöyle bir şiir okudum:
"Ey Allah'ın
Rasûlü, devemi sana doğru koşturdum. Onu sert yerlere, bataklık kumlara
bastırdım. İnsanların en hayırlısına kuvvetle yardım etmek için seninle
aramızda münasebet kurmak için,
Allah'tan başka hiç
birşeyin olmadığına şahadet ederim.
Ayaklarım ayakkabımın
üzerinde ağırlık meydana getirdiği müddetçe,
Ben, Allah'ın dinine
bağlı kalacağım."
Bu şiiri okuduktan
sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bey'at edip Müslüman oldum. Puttan duyduğumuz
sözleri de ona anlattım. O sözlerin cin sözlerinden olduğunu bize söyledi.
Sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Ey Arap topluluğu! Ben Allah'ın size, bütün
insanlığa gönderdiği elçisiyim. İnsanlığı sadece Allah'a ibadet etmeye, benim
de onun kulu ve elçisi olduğumu tasdik etmeye, Beyt'i haccetmeye, senenin onikL
ayından birini -ki o da ramazandır- oruçlu geçirmeye davet ediyorum. Bana
icabet edene, ağırlanma yeri olarak Cennet vardır. Bana asi olana da, dönülecek
yer olan Cehennem ateşi vardır."
Zeml der ki: Müslüman
olduk. Rasûlullah bize bir sancak ve şu mealde bir mektup verdi:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Rasûlullah Muham-med'ten, Zeml b. Amr'a ve özellikle
onunla beraber Müslüman olanlara. Ben, onu kavmine lider olarak gönderdim. Kim
Müslüman olursa, Allah ve Rasûlünün tarafmdadır. Kim ki İslâm'a yanaşmazsa ona
iki aylık süre ile eman vardır. Buna Ebu Talib oğlu Ali ile Muhammed b.
Mesleme el-Ensâri şahid olmuştur."
İbn Asakir, bu
rivayetin garip ve tuhaf olduğunu söylemiştir."Meğazi" adlı eserinde
Said b. Yahya b. Said el-Ümevi, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Cinlerden olup görünmeyen bir şahıs, Ebu Kubeys dağının üzerinden şöyle
seslenmişti:
"Ey Fihr ailesi,
Allah görünüşünüzü çirkin kılsın, Akıl ve anlayışınız ne kadar da kıttır.
Hamiyetli ve şerefli atalarının dinini ayıpladığında, Ayıplayan kimseye karşı
sabırlı olursunuz. Busra cinleri, diğer cinlerle size karşı anlaşma yaptı.
Hurmalıkların ve tepelerin adamlarıyla da size karşı ittifak kurdular.
Atların omuz omuza
vererek geldikleri günü yalanda göreceksiniz.
Bu kavmi, Harem'de
belirli belirsiz yerlerde öldüreceklerdir.
Sizden onurlu, nefsi
hür, şerefli bir kimse yok mu?
Ebeveyni ve amcaları
şerefli bir kimse yok mu?
Ki ibret olacak bir
darbe vursun.
Ki gam ve kederlerle
sıkıntıları gidersin!"
îbn Abbas dedi ki: Bu
şiir, Mekke halkı arasında dilden dile dolaştı. Rasûlullah (s.a.v.)'da buyurdu
M: "Bu, şeytandır. Putların içine girerek
insanlarla konuşuyor.
Ona Mis'ar denir. Allah, onu rüsyay edecektir!" Üç gün geçtikten sonra
dağda kendisi görülmeyen bir şahıs şöyle diyordu:
"Biz üç günde
Mis'ar'ı öldürdük, Çünkü cinleri saptırdı, çirkin âdetler çıkardı. Temiz
Peygamberimiz'e küfrettiğinden dolayı, Onu keskin kılıcımla vurdum."
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Bu da, cinlerden olup Semec adındaki bir ifrittir. Bana iman
etti. Ben de ona Abdullah adını verdim. Üç günden beri o, Mis'ar adındaki cini
takip etmekte olduğunu bana haber verdi." Hz. Ali de: "Allah, bu
Semec'in hayrını ve mükafatını versin ya Rasûlallah." dedi.
"Delailü'n-Nübüvve"
adlı eserde Ebu Nuaym, Sa'd b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), hicretten Önce bir iş için beni Hadramut'a gönderdi. Yolda
gitmekte iken gecenin bir vaktinde görünmezlerden bir ses duydum. Sesin sahibi
şöyle diyordu:
"Ey Eba Amr!
Uykusuzluk beni nöbete aldı,
Uyku gitti, uyumak
imkansızlaştı.
Çünkü geçip gitmiş ve
helak olmuş bir topluluğu andım.
Bütün mahrukatın
köşkleri yok olacaktır.
Havuzdan su içenler
gibi ölüme gelip gittiler.
Öyle bir havuz ki, ona
gelen herkes içecektir.
Geçip yollarına
gittiler, ben de arkada kaldım.
Yalnızım, hiç kimse
derdime çare olmadı.
Başıboş kaldım, çaremi
bulamadım.
Yeni doğan bir bebek
bile derdine çare bulurken,
Ben çaresiz kaldım.
insanlar arasında
kaldığım müddetçe mahpus gibiyim. ,
Semud kavmi de helak
olduğu yerde geceledi.
Ad ve çeşitli
milletlerden kuşaklarda...
Tamamı aynıdır,
İremliler de yerden biçilir gibi yok oldular."
Görünmeyen bir başka
cin ona seslendi ve aralarında şöyle bir konuşma geçti;
- Ey yakışıldı
delikanlı! Sendeki gurur ve kibir gitti. Gurur ve kibir artık Zühre yıldızı ile
Yesrib arasındadır.
- Ey cılız ve rengi
solmuş adam, o kimdir?
- O selam ve esenlik
peygamberidir. Sözlerin en hayırlısı olan Kur'ân ile bütün mahlukata
gönderilmiştir. Haram beldeden çıkmış, hurmalıklı ve tepeli yerlere risale ti
ulaştıracaktır.
- Bu gönderilen
peygamber, indirilen kitap ve okur yazarlığı olmayan şerefli kişi kimdir?
- Lüey b. Galip b.
Fihr b. Malik b. Nadir b. Kinane soyundan bir adamdır.
- Heyhat! Ben
yaşlıyım, artık fırsatı kaçırdım. Onun zamanına ulaşamam. Kendim ile Nadr b.
Kinane'nin aynı hedefe attığımızı gördüm. Soğuk süt içiyorduk. Soğuk bir
gecenin sabahında Devha'dan onu çıkardı. Güneşle beraber doğdu. Güneşle beraber
battı. İşittiği şeyler rivayet olunur. Gördüğü şeyler sabit olur. Eğer bu
peygamber, onun neslinden ise kılıçlar çekilecek, korku yok olacak, zina
ortadan kalkacak, faiz görünmez olacaktır.
- Neler olacağını bana
bildir.
- Sıkıntı, hastalık,
açlık, kıtlık gidecek. Sadece Huzaalılarda biraz kalacak. Sıkıntı, perişanlık
ve imrenilecek karakterler yok olacak, sadece Hazreçliler ile Evsliler de
biraz kalacak. Gurur, kibir, koğuculuk, hi-yanet gidecek, sadece Hevazin
oğullarında biraz kalacak. Günah ameller, pişman edici fiiller gidecek, sadece
Has'amhlarda biraz kalacak.
- Neler olacağını bana
bildir.
- İyilik mağlub
olduğunda, hür kadın yutulduğunda hicret diyarından çık. Selam
yasaklandığında, akrabalık bağları koparıldığında, Haram beldeden çık.
- Neler olacağını bana
bildir.
- İşiten kulağın,
gören gözün varsa, insanı korkutacak şeyleri sana bildirdim ey İbn Gavt.
Sakince uyku uyuyamadım. Sabah da bana gelmedi.
Sonra tıpkı hamile
kadın gibi bir çığlık attı. Fecir gitti. Neler olduğuna bakmak için gittim.
Bir de baktım M, orada ölü bir kertenkele ile bir yılan var.
Rasûlullah
(s.a.v.)'ın. Medine'ye hicret ettiğim ancak bu konuşmadan öğrendim.
Muhammed b. Cafer,
Sa'd b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Akabe gecesinde Rasûlullah
(s.a.v.)'a bey'at ettiğimizde ben, bazı ihtiyaçlar için Hadramut'a gittim.
İhtiyaçlarımı karşıladıktan sonra dönmek üzere çıktığım yolculuk esnasında bir
süre uyudum. Geceleyin duyduğum bir çığlık üzerine korku ve dehşet ile uyandım.
Çığlığın sesi şöyle diyordu:
"Ey Eba Amr!
Uykusuzluk nöbeti beni devraldı. Uyku gitti, uyumak imkansızlaştı."
Ebu Nuaym, Halid b.
Said'in babasından şöyle bir rivayette bulunduğunu nakleder: Teinim ed-Darî'nin
şöyle dediğim işittim: "Peygamber (s.a.v.), risaletle görevlendirildiği
esnada Şam'da idim. Bazı ihtiyaçlarımı karşılamak için sefere çıktım. Yolda
giderken gece olmuştu. Bir vadide idim. Uyuyacağım zaman şöyle dedim: "Bu
gece, bu vadinin büyüğünün himayesindeyim." Uyumak üzere iken
görünmezlerden bir ses geldi.Sesin sahibini göremiyordum. O şöyle diyordu:
"Sen, Allah'a sığın. Çünkü cinler, hiçbir kimseyi Allah'a karşı himaye
edemezler." Ben de ona: "Allah aşkına sen ne söylüyorsun?" diye
sorunca o şöyle dedi: "Üm-milerin peygamberi ve Allah'ın elçisi zuhur etti.
Hacun denen Mekke semtinde, onun arkasında namaz kıldık. Biz, Müslüman olduk ve
ona uyduk. Cinlerin tuzakları hükümsüz kaldı. Onlara ateş korları atıldı. Sen,
âlemlerin Rabbinin elçisi Muhammed'e git ve Müslüman ol."
Sabah olunca Eyyüp
kilisesine gittim. Görüştüğüm rahibe, başımdan geçenleri anlattım. Rahip, bana
şöyle dedi: "Sana doğru söylemişler. O, Mekke'de zuhur edecek, Medine'ye
hicret edecektir. Peygamberlerin en hayırlısıdır. Ona ilk iman eden sen
ol."
Yol hazırlığına
başladım. Yola çıktım. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım. Müslüman
oldum."
Hatim b. İsmail,
Abdullah b. Saide el-Hüzelî'nin, babasının şöyle dediğini rivayet ettiğim
nakletmektedir: Biz, Suva adındaki putumuzun yanma uyuz hastalığına yakalanmış
200 koyunumuzu getirmiştik. Koyunları, bereketine nail olmaları ve iyileşmeleri
için yanma yaklaştırmıştık. Putun içinden bir ses duyduk. Sesin sahibi şöyle
diyordu: "Cinlerin tuzakları, hükümsüz kaldı. Bize ateş korları atıldı.
Çünkü Ah-med adında bir peygamber geliyor."
Ona, "Allah'a
yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun, saptın." dedim. Koyunlarımı oradan
alıp eve götürdüm. Evde bir adam gördüm. O adam bana, Peygamber (s.a.v.)'in
zuhur ettiğini haber verdi."
Ebu Nuaym, Raşid b.
Abdi Rabbihî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Suva adındaki put,
Mualla da idi. Hüzeylilerle Zafer b. Süleym oğullarından bir grup ona tapardı.
Süleym oğulları, Suva'ya takdim edilecek bir hediyeyi, Raşid b. Abdi Rabbihî'ye
vererek gönderdiler.
Raşid dedi ki: Suva
putuna ulaşmadan önce şafak vakti, bir başka putun yanma vardım. Puttan şöyle
bir ses çıktığını duydum: "Hayret, hem de ne kadar hayret! Abdülmuttalib
oğullarından bir peygamber çıkmış ki; zinayı, faizi, putlar için kurban kesmeyi
haram kılıyor. Gökler, bekçilerle muhafaza edildi. Bize ateş korları atıldı. Hayret,
hem de ne kadar hayret!"
Sonra bir başka puttan
şöyle bir ses çıktığını duydum: "Daha Önce kendisine ibadet edilen Dımar
putu terkedildi. Peygamber Ahmed ortaya çıktı. O, namazı, zekatı, orucu,
iyiliği, akrabalık bağlarının korunmasını emrediyor."
Sonra bir başka puttan
da şöyle bir ses çıktığını duydum: "Meryem oğlu İsa'dan sonra peygamberlik
ve hidayete Kureyşliler-den, doğru yolda bir adam varis oldu. O, peygamberdir.
Geçmişteki haberleri veriyor. Bugün ve yarın olacak şeyleri de gerçek olarak
bildiriyor."
Şafakla birlikte Suva
putunun yanma vardım. İki tilki, onun çevresini yalıyor, ona hediye edilen
yiyecekleri yiyor, sonra da dönüp üzerine idrarlarını yapıyorlardı. Bu
manzarayı görünce şöyle dedim: "Nasıl olur da bir rabbin üzerine tilkiler
idrar yapar! Üzerine tilkilerin idrar yaptığı alçalmıştır!"
Bu durum, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'in Mekke'den çıkıp Medine'ye hicret ettiği ve insanların
onun şanım duydukları zamanda olmuştu." Bir süre sonra Raşid b. Abdi
Rabbihî, köpeğiyle birlikte yola çıkarak Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanma
gelmişti. O zaman Raşid'in adı zalim, köpeğinin adı Raşid idi. Peygamber
(s.a.v.) ona: "Senin adın nedir?" diye sorunca; Benim adım Zalim'dir,
demişti, "Ya köpeğinin adı nedir?" diye sorunca, adı Raşiddir,
demişti. Bunun üzerine Rasûlullah: "Öyleyse senin adın Raşid, köpeğinin
adı Zalim olsun." demiş ve tebessüm buyurmuştu.
Raşid, Peygamber
(s.a.v.)'e bey'at ederek yanında ikamet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'dan
Mualla semtindeki düz bir arazinin kendisine verilmesini istemişti. İstediği
arazinin uzunluğu üç taş atımlığı kadar, genişliği de bir at koşumu kadardı.
Hz. Peygamber, bu araziyi ona verdi. Ayrıca içi su dolu bir kırbada verdi.
Kırbanın içine tükürerek şöyle dedi: "Sen, bu suyu sana verilen arazinin
üst tarafında boşalt. İhtiyacından fazla olan kısmı, insanlardan
esirgeme." Raşid, Hz. Peygamberin tavsiyesini yerine getirdi. Suyu,
arazinin üst tarafında boşaltınca akar bir su haline geldi ve o su, bugüne
kadar akmaya devam etti. Arsaya hurma ağaçları dikti. Herkes hurmalığa gidip
ihtiyacını karşılar, suyundan da içerdi. İnsanlar o suya, "peygamber
suyu" dediler. Orada yaşayanlar, gidip o suyla yıkanırlardı. Raşid'in
mesafe tayin etmek için attığı taş, binit taşı denen yere kadar vardı. Ertesi
günde gidip Suva' putunu kırdı.» Ebu Nuaym, Amr b. Mürre el~Cühenî'nin şöyle
dediğini rivayet eder:
"Cahiliye
döneminde kavmimden bir cemaatle birlikte hac yolculuğuna çıktık. Mekke'ye
vardık. Mekke'de bir gece uyumakta iken Ka'be'den bir nur çıktığını ve o nurun
Medine dağlarıyla Yenbu'nun üst tarafındaki Eş'ari Cüheyne dağlarını
aydınlattığını gördüm. Nurun içinden bir ses duydum. Sesin sahibi şöyle
diyordu: "Karanlıklar açıldı. Işık parladı. Son peygamber
gönderildi."
Sonra başka bir ışık
zuhur etti. Hire köşklerini ve kisra sarayını aydınlatıp gösterdi. O ışığın ve
nurun içinden bir ses duyuldu. Sesin sahibi şöyle diyordu: "İslâmiyet
zuhur etti. Putlar kırıldı. Akrabalık bağları birleştirildi."
Ben de korku içinde
uyanıp arkadaşlarıma: "Vallahi, Kureyş'in bu kabilesinin başına bir hadise
gelecek." dedim ve gördüklerimi onlara anlattım. Memleketimize
vardığımızda, adamın biri yanımıza gelerek: "Ahmed adında biri, peygamber
olarak ortaya çıktı." dedi. Ben de, Hz. Peygamber'in yanına giderek
gördüklerimi kendisine anlattım. Buyurdu ki: "Ey Amr b. Mürre! Ben, bütün
kullara peygamber olarak gönderilmişim. Onları, İslâm'a davet ediyorum. Kan
akıtmamalarını, akrabalık bağlarım kuvvetlendirmelerini, Allah'a ibadet
etmelerini, putları terk etmelerini, Beyt'i haccetmelerini, oniki aydan biri
olan ramazan ayını oruçlu geçirmelerini emrediyorum. Bu emrime icabet edene
Cennet vardır. İsyan edene de ateş vardır. Ey Amr b. Mürre, iman et ki Allah
da seni Cehennem ateşinden emin kılsın."
Ben de şöyle dedim:
"Bir çok kavmin hoşuna gitmese de Allah'tan başka ilah olmadığına, senin
de Allah'ın elçisi ve Rasûlü olduğuna tanıklık ederim. Getirmiş olduğun helal,
haram her şeye iman ettim." Daha sonra ona bazı beyitler okudum. Bizim
bir putumuz vardı. Babam ona hizmet ederdi. Varıp o putu kırdım. Sonra
Peygamber'in yanına dönüp geldim ve şöyle dedim:
"Şahadet ederim
ki Allah haktır ve ben,
Taştan yapılma
tanrıları, ilk terk edenim.
Hicret için paçaları
sıvadım.
Düz ve tepeli yolları
aşıp sana geldim.
Ki insanlar arasında
hem kendisi hem babası en hayırlı olana,
Gök yolları üzerinde
taht kuran hükümdarın elçisine,
Arkadaşlık
edeyim."
Hz. Peygamber (s.a.v.)
bana: "Merhaba sana ey Amr b. Mürre!" dedi. Ben de: "Ya
Rasûlallah, anam babam sana feda olsun. Beni kavmime gönder. Belki Cenâb-ı
Allah, seninle bize lütufta bulunduğu gibi, benimle de onlara lütufta bulunur
ve hidayeti nasib eder." dedim. Bunun üzerine Allah elçisi, beni kavmime
gönderdi. Gönderirken de şu öğütleri verdi:
"Doğru sözlü ol.
Kaba, mütekebbir ve kıskanç olma." Kavmime gittim. Onlara şöyle dedim:
"Ey Rifaa ve Cüheyne oğulları! Doğrusu ben, Rasûlullah'ın size gönderdiği
elçisiyim. Sizi, Cennet'e davet ediyor ve ateşten sakındırıyorum. Kan
akıtmamanızı, akrabalık bağlarını kuvvetlendirmenizi, Allah'a ibadet etmenizi,
putları bırakmanızı, Beyt'i haccetmenizi, senenin oniki ayından biri olan ramazan
ayını oruçlu geçirmenizi size tavsiye ediyorum. Bu tavsiyeme uyana Cennet
vardır. Karşı gelene de ateş vardır. Ey Cüheyne topluluğu! Doğrusu -ki
kendisine hamdolsun- Allah, sizi kullarının seçkinleri kıldı. Cahiliye
döneminde başkalarına hoş gösterdiği zinakarlıği, size hoş göstermedi. O zaman
insanlar, iki kız kardeşi, aynı kişinin nikahında bir arada tutuyorlardı. Kişi,
babasının karısına, koca oluyordu. Haram aylarda savaşıyordu. Siz, Allah
katından gönderilen ve Lüey b. Galip soyundan olan peygambere icabet edin ki,
dünya şerefine ve ahi-ret ikramına kavuşasımz. Koşun, koşun, acele edin ki
Allah katında fazilet sahibi olasınız."
Amr b. Mürre'nin bu
çağrısına (davetine), bir adam dışında bütün kavmi icabet etti. İcabet etmeyen
adam kalkıp şöyle dedi: "Ey Amr b. Mürre! Allah senin hayatım acılaştırsm.
Şu Tihame'den çıkan Kureyşİi adamın bizi davet ettiği şeye icabet ederek,
atalarımızın dinine muhalefet etmemizi, bu sebeple topluluğumuzu dağıtıp
tanrılarımızı terketmemizi mi bize emrediyorsun? Hayır, bu çağrıya kalbimizi
açmaz ve değer vermeyiz." Böyle dedikten sonra şu şiiri okudu:
"Mürre oğlu bir
söz söyledi ki, O söz, iyilik isteyenlerinkine benzemiyor. Aradan zaman geçse
de o söz ve fiillerin,
Günün birinde
rüzgarlarca geçmiş büyüklere ulaştırılacağını sanıyorum.
Bu sözlere kulak
verenler, asla kurtuluşa eremezler."
Amr b. Mürre dedi ki:
"İçimizden hangimiz yalancı ise, Cenâb-ı Allah onun hayatını acılı kılsın,
dilini lal (konuşamaz) etsin, gözünü de kör etsin."
Amr b. Mürre dedi ki:
"Allah'a andolsun ki, ölmeden önce onun dili koptu. Yediği yemeğin tadını
alamıyor, gözleri göremiyor ve konuşamı-yordu."
Amr b. Mürre ile
Müslüman olan kavmi, birlikte Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldiler. Hz.
Peygamber, onlara hoş geldiniz, diyerek ikramda bulundu. Şu mealde bir mektup
yazarak kendilerine verdi:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
Bu, Allah'ın
peygamberinin dili ile yazılmış doğru ve gerçeği açıklayan bir mektuptur. Amr
b. Mürre el-Cühenî ile birlikte Cüheyne b. Zeyd kabilesine derim ki: Yerin
vadileriyle ovalan, tepeleri ve sırtları size aittir. Oraların bitkileri ve
nebatları ile yararlanıp hayvanlarınızı otlatır, suyunu da içersiniz. Buna
karşılık beşte bir verir, beş vakit namazınızı kılarsınız. Develerle sığırlar
bir arada bulunduğunda iki koyun, ayrı ayrı bulunduklannda da birer koyun
verirsiniz. Kendi yiyeceği için azık biriktirenin zekat vermesi gerekmez. Doru,
alımlı atlar için de
zekat yoktur." Bu
mektubu Kays b. Şemmas yazmış olup yanında da şa-hid olarak bazı Müslümanlar
hazır bulunmuşlardı. Bu mektup yazıldığında Amr b. Mürre şu şiiri okumuştu:
"Görmedin mi ki
Allah dinini izhar etti,
Amir'e Kur'ân'm
burhanım açıkladı.
O, Rahman'dan bir
kitaptır, biz ve geçmişlerimiz için.
Bir nurdur, köydeki,
kentteki herkes için,
Yeryüzünde yürüyen her
canlının hayrınadır.
Körler birbirine
karıştığında da, mahlukatın en faziletlisidir.
Düşman batınları,
geyik ve hatıralarda parçalandığında,
Biz Rasûlullah'a itaat
ettik.
Biz, çevresinde
şerefin yükseldiği bir kabileyiz.
Savaşta büyüklerin
başı alındığında,
Biz Harb oğulları,
uzun ellerimizle,
Bahadırların elindeki
kesici kılıçlarla onların başlarını alırız.
Ensâr'm, uzun mızrak
ve kesici kılıçlarla,
Emirlerinin çevresini
kuşatıp koruduklarını görürsün.
Savaş, her büyüğün
çevresinde döndüğünde,
Savaş tekerleği,
kükremiş aslanların çevresinde döndüğünde,
Çiçekler arasındaki
dolunay gibi rengi ve yüzü parlar."
Ebu Osman Said b.
Yahya el-Ümevî, "Meğazi" adlı eserinde Cühey-neli bir ihtiyarın şöyle
dediğini nakleder: "Bir adamımız ağır şekilde hastalandı. Ölmek üzereydi.
Öyleki mezarını kazdık, teçhiz ve tekfin hazırlığına başladık. Bayıldı, sonra
gözlerini açıp ayıldı ve: "Mezarımı kazdınız mı?" diye sordu.
Çevresindekiler de evet, deyince o, amcası oğlu Fusalin ne yapmakta olduğunu
sordu. Az önce oraya gelip kendisinin' durumunu sorduğunu ve kendisinin de iyi
olduğunu söylediler. Hasta adam dedi ki: Neredeyse o, benim mezarıma
girecektir. Çünkü ben, baygın iken yamma birisi gelip şöyle dedi: "Ağla
ey Hübel, görmezmisin ki mezarın kazılmış, annen de ağlamak üzere. Yani sen
ölmek üzeresin? Seni bu mezardan kurtarsak, mezarını kaya parçalarıyla
doldursak, sonra da amcan oğlu Fusali buraya gömsek, Rabbine şükredip namaz
kılar ve müşriklerin, sapıkların dinini bırakır mısın?" Ben de evet, dedim.
Bana: "Kalk artık iyileştin, şifa buldun." dedi.
O hasta adam iyileşti.
Amcası oğlu Fusal öldü. Onun hazır mezarına defnedildi.
Cüheynî dedi ki: O
hasta adamımızın iyileştiğini, daha sonra namaza başladığını, putlara
küfrettiğini, onlara hakaret ettiğini gözlerimle gördüm."
el-Ümevî, Abdullah'ın
şöyle dediğini de rivayet eder: Bir ara Hattab oğlu Ömer, cinlerden bahseden
kimselerin oturduğu bir mecliste bulunuyordu. Harim b. Fatik el-Esedî:
"Ey Ömer! islâm'a girişimin nasıl olduğunu şana anlatayım mı?" diye
sorunca, Hz.Ömer, anlat, dedi. Harim anlatmaya başlayıp şöyle dedi: Günün
birinde develerimi otlatmaya çıkmıştım. İnişli çıkışlı yollardan gidiyordum.
Nihayet Ebreku 1-Azzaf denen yere vardım[4].
Bineğimi çöktürdüm. Ve: "Şu beldenin büyüğüne sığındım. Şu vadinin reisine
sığındım." dedim. Bir de baktım ki görünmezlerden bir ses bana şöyle
diyor:
'Yazıklar olsun sana.
Celal, şeref, üstünlük ve fazilet sahibi olan Allah'a sığın. Sonra Enfâl
sûresinden bazı ayetler oku ve Allah'ı birle. Başka şeye aldırış etme."
Bu ses karşısında
korkup paniğe kapıldım. Sonra kendi kendime biraz düşündüm ve şöyle dedim:
"Ey görünmeyen ve
konuşan adam! Sen ne diyorsun? Sendeki irşad mıdır, yoksa saptırma mıdır?
Allah, seni hidayete erdirsin. Çare nedir? Onu söyle."
Görünmez adam şöyle
dedi:
"İşte bu,
hayırlar sahibi Rasûlullah'tır. Medine'dedir. İnsanları kurtuluşa davet ediyor.
İyiliği ve namazı emrediyor. İnsanları kötülüklerden menediyor."Ben de o
peygambere hemen gidip iman etmeye yemin ettim. Ayağımı bineğimin üzengisine
koyup şöyle dedim:
"Bana doğru yolu
göster, bana doğru yolu göster, hidayet eyle, Yaşadığın müddetçe aç kalma,
çıplak olma. Ebediyyen efendimiz ol.
Bize getirdiğin hayrı
esirgeme. Yaşadığın müddetçe cinleri bundan mahrum kılma."
Ben yolculuğa çıkmak
üzere iken, o görünmez kişi şöyle dedi:
"Allah seninle
olsun, yolculuğunu başa çıkarsın. Sevabın büyük, bedenin afiyette olsun. Ona
iman et, hakkını ve sevabım Rabbim versin, Ona güç ve destek ver ki, Allah da
sana destek versin."
O görünmez adama:
"Allah sana afiyet versin, sen kim isen bana söyle ki yanma vardığımda
seni Rasûlullah'a anlatayım." dedim. O da: "Ben Melik b. Melikim. Hz.
PeygamberinNasibeyn cinleri üzerindeki yetkilisiyim. Develerinden korkma. Ben,
onları Allah'ın izniyle ailene teslim ederim." dedi. Ben de yolculuğa
çıktım. Nihayet bir cuma günü Medine'ye vardım. İnsanlar, mescide gidiyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.), minberdeydi. Dolunay gibi parlıyor, insanlara hitapta
bulunuyor, hutbe okuyordu. Mescidin kapısında bir yerlere oturayım, namaz
kılıncaya kadar bekliyeyinı, sonra Rasûlullah'm yanma girip Müslüman olayım ve
İslâmiyet'imi ona anlatayım, dedim. Kapı ağzına çöktüğümde, Ebu Zerr yanıma
gelip: "Merhaba, hoşgeldin. Müslüman oluşuna dair haber bize ulaştı.
İçeri girip namaz kıl." dedi. Ben de öyle yaptım. Sonra Rasûhıllah
(s.a.v.)'m yanma girdim. Müslüman olduğumu, o bana haber verdi. Ben de,
Elhamdülillah dedim. O buyurdu ki: "O arkadaşın, sana verdiği sözü yerine
getirdi. O, sözünü yerine getirmeye ehil bir kimsedir. Develerini, ailene
teslim etti."
Taberanî, Harim b.
Fatik'in hayat hikayesini "Mucemul-Kebir" adlı eserinde anlatırken,
Harim'in, Hz. Ömer'e şöyle dediğini rivayet eder: "Ey Müminlerin emiri!
İslâm'a girişimin başlangıcını sana anlatayım mı?" Hz.Ömer de evet, anlat,
deyince o, başından geçenleri anlatmış, yalnız Harim'in şöyle dediğini Taberanî
nakletmiştir: "Ebu Bekir es-Sıddık ısrar etti ve mutlaka mescide girmemi
söyledi. Benim Müslüman olduğumdan haberleri olduğunu bildirdi ise de ben;
güzelce temizlenmesini bilemem, sen bana öğret, dedim. Gerekli temizliği
yaptıktan sonra mescide girdim. Rasûlullah (s.a.v.)'m dolunay gibi parıl parıl
parladı-ğını gördüm. O şöyle diyordu:
"Bir Müslüman
abdest alıp, abdestini güzelce tamamlar, sonra ölçülerine riayet edip, şuurlu
bir şekilde namazını kılarsa, mutlaka Cen-net'e girer."
Ben, bunları
anlattıktan sonra Hz. Ömer bana:' "Bu anlattıklarını isbatlayacak bir
delil getir, yoksa seni cezalandırırız." dedi. Kureyşlile-rin yaşlısı
Osman b. Affan hazretleri benim lehimde şahidlik yaptı. Hz.Ömer de onun
şahidliğini kabul etti.
Ebu Nuaym, Abdullah b.
Deylemî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Adamın biri, İbn Abbas'a gelerek şöyle
dedi: "Duyduğumuza göre sen, Satih'ten söz ediyor ve Cenâb-ı Allah'ın onu,
hiçbir insana benzemeyecek bir şekilde yarattığını söylüyormuşsun Öyle
mi?" Abdullah ibn Ab-bas ta, evet, diye cevab verince o adam konuşmasını
şöyle sürdürmüş:
"Evet, Cenâb-ı
Allah Gassanh Satıh'i, kasap kütüğü üzerindeki bir et parçası şeklinde
yaratmıştır. Onda, ne kemik ne de sinir vardı. Sadece kafatası ile elleri
vardı. Bir bezin dürülüşü gibi ayaklarından omuzlarına kadar katlanıp
durulurdu. Onda, dilinden başka hareket eden bir organ yoktu. Mekke'ye gelmek
istediğinde bir kütük üzerine konularak getirildi. Dört Kureyşli, onun yanma
geldi. Bu dört kişi; Abdumenaf b. Kuseyy'm oğulları Abdu'ş-Şems, Haşim, Fihr
oğlu Ahves ve Ukayl b.Ebi Vakkas idiler. Kendi neseblerinden başka bir nesebe
intisap ederek, "Bizler, Cumahİı kimseler olup sana geldik, senin buraya
gelişini haber aldık. Bu sebeple yanma gelmek, seni ziyaret etmek, bizim için
görev oldu." dediler.
Ukayl, ona bir Hind
kılıcı ile Rüdeyne süngüsü hediye etti. Bunları Beyt-i Haram'm kapısı üzerine
koydu ki Satih'in onları görüp göremediğini anlasınlar. Satih: "Ey Ukayl,
elini bana uzat." dedi. Ukayl elini ona uzatınca Satih: "Ey Ukayl!
Gizlilikleri bilene, günahları bağışlayana, ahdini yerine getirene, inşa
edilmiş olan şu Kabe'ye yemin olsun ki, sen bana Hind kılıcı ile Rüdeyne
süngüsü getirip hediye ettin. Öyle değil mi?" deyince onlar: "Doğru
söyledin ey Satih." dediler.
Satih dedi ki:
"Alemlerim sevinç iledir. Ebem kuşağına ve diğer sevinçlere yemin olsun.
Tokatlanıp yüz üstü düşene, hurma ağacına, yaş ve kuru hurmasına yemin olsun
ki, karga nereye uğrasa, orada bereket vardır. Bilesiniz ki, sizler Cumahİı
değilsiniz. Soyunuz Kureyş'tendir." Onlar dediler ki: "Ey Satih,
doğru söyledin. Biz, Beyt-i Haram ahalisi-yiz. Alimliğini duyar duymaz ziyaret
için yanma geldik. Bu zamanımızda ve bu zamandan sonra neler olacağını bize
bildir. Belki bu hususta,
senin bilgin
vardır."
Satih dedi ki:
"İşte şimdi doğru söylediniz. Benden ve Allah'ın bana verdiği ilhamdan
haber ahn. Ey Arap topluluğu, siz ihtiyarlama dönemindesiniz. Acemlerle aynı
görüştensiniz. Sizde ilim ve anlayış yoktur ama sizden sonra anlayışlı kimseler
doğacak, onlar çeşitli ilimleri talep edecekler, putları kıracaklar, yaya
ulaşacaklar, Acemleri öldürecekler ve ganimetleri talep edeceklerdir."
"Ey Satih,
bunları nereden biliyorsun?" diye sordular. Dedi ki: "Rükünleri olan
Beyt'e, güvenlik yeri olan Ka'be'ye ve sakinleri bulunan Harem'e andolsun İd,
sizden sonra bazı gençler ortaya çıkacak, onlar putları kıracaklar, şeytana
ibadeti reddedecekler, Rahmanı birleyecekler, Allah'ın dinini yayacaklar,
binaları şereflendirecekler, gençlerden bilgi soracaklar."
"Ey Satih, bunlar
kimin neslindendirler?" diye sordular.
Satih dedi ki:
"Şereflilerin en şereflisine, eşrafa bilgi verene, kum çöllerim harekete
geçirene, zayıflara kat kat verene andolsun ki, Abdu'ş-Şems ile Abdumenaf
oğullarından binlercesi çıkacak, aralarında
ihtilaf doğacak."
Dediler ki: Eyvah bu
ne kötü şey Satih. Haklarında bize bilgi verdiğin kimseler hangi beldeden
çıkacaklar?
Dedi M: "Baki ve
ebedi olana, emrini yerine getirip sonsuza dek varolana andolsun ki, bu
beldeden, doğru yolu gösteren bir genç çıkacaktır. Yeğus putunu ve
düzenbazlığı reddedecektir. Allah'tan başkasına ibadetten uzak duracaktır.
Sadece bir tek Rabbe kulluk edecektir. Sonra Allah, onu övülmüş olarak bu
dünyadan alacaktır. Yeryüzünde aranacak, kıymeti semada takdir edilecektir.
Kendisinden sonra halifeliğe Sıddık geçecektir. O hüküm verirken, doğru
verecektir. Hakları verirken de ifrat ve tefritten sakınacaktır. Ondan sonra
da halifeliğe sapıklıktan uzak, şirkten arınmış, tecrübeli, celadetli ve zarif
bir kimse geçecektir. O, kaba sözleri terk edecektir. Misafiri ağırlayacak,
İslâmiyet'i sağlam temeller üzerine oturtacaktır.
Ondan sonra yerine
tecrübeli bir kimse geçecektir ki, onun davet ettiği şeylere, insanlaıı davet
edecektir. Ama başına anarşistler toplanıp, intikam hırsı ve öfke ile onu
öldüreceklerdir. O, yaşlı halde iken hile ile öldürülecektir. O sebeble de
hatip bazı kimseler, ayaklanacaklar, daha sonra onun yerine yardımcı
geçecektir. O yardımcı, görevi sürdürecektir. Doğru görüşlerle çirkin görüşler
birbirine karışacak, yeryüzünde askerler zuhur edecektir. Onun yerine daha
sonra oğlu geçecek, askerleri toplayacak ve övgüsü azalacak, mal alıp yalnız
başına yiyecektir. Kendisinden sonra gelenlerle serveti bollaştıracaklardır.
Ondan sonra bir kaç hükümdar idareye geçecektir. Şüphesiz ki onlarda kan
akıtılacaktır. Onlardan sonra fakir bir kimse başa geçip onları bir bez gibi
dürecektir. Ondan sonra biri, başa geçecek, hakkı yerine getirecek, şehirlerde
kanunu uygulayacaktır. Yerleri görülmemiş bir şekilde fethedecektir. Ondan
sonra kısa boylu biri, idareyi ele alacak, sırtında da alamet vardır. Kazasız
belasız ölecektir. Ondan sonra bakir biri, az bir müddetle idareyi elinde
tutacaktır. Memleketin düzeni bozulacaktır. Onun yerine geçen kardeşi de aynı
düzeni devam ettirecektir. Malları ve minberleri elinde tutmaya özen
gösterecektir. Ondan sonra dünyalık ve çeşitli nimetlere sahip olan cesaretli
biri, idareyi ele geçirecektir. Erkanı ve akrabalarıyla istişare yapacaktır.
Ama ona karşı ayaklanıp onu hilafetten hal edecekler, mülkünü elinden alıp
öldüreceklerdir. Ondan sonra yerine yedincisi, idareyi ele geçirecektir. Ama
hükümdarlığı zayi edecek, herşeyi kendi haline bırakacaktır. Memleketindeki
oğulları toplu olarak bir arada bulunup çirkin kimseler olacaklardır. İşte o
esnada memlekette her çıplak kişi, idareyi ele geçirmeye tamah gösterecektir.
Yardıma ve himmete muhtaç olanlar, onun işini ele geçireceklerdir. Şam da
Kahtanlılarla, Nizarlılar karşı karşıya geldiklerinde onları barıştıracaktır.
O gün, Yemen ikiye bölünecek, bir kısmı meşveret ehli olacak, bir kısmı da terk
edilecektir. O zaman yere çöken buluttan, eli ayağı bağlı esirden başka birşey
göremiyeceksin. Bağlı esirler, atlarla kılıçlar arasında bulunacaktır. O
esnada evler yıkılacak, dullar soyulacak, rahim-lerdeki çocuklar düşecek,
zelzele görülecek, halifeliğe Vail talip olacaktır. Nizarlılar kızacak,
kölelerle şerli kimseler yaklaşacak, seçkin ve iyi kimseler uzaklaşacak,
fiyatlar aşırı derecede yükselecek, onlai'dan her canlı kimse öldürülecek,
sonra da hendeklere atılacaktır. Orası ağaçlı, otlu bir yer olup, nehirler
akar. Onları, günün ilk saatlerinde mağlubiyete uğratırlar. Seçkin kimseler
ortaya çıkar, galip gelir, uyku ve yerleşme onlara fayda vermez. Nihayet bir
şehire girerler. Orada kaza ve kader onları yakalar. Okçular gelir, piyadeler
telef olur. Savaşçıları öldürmek, hamiyet sahiplerini esir almak, aşırı
gidenleri helak etmek için okçular gelirler. Orada suların en yükseğine
ulaşılır. Sonra din bozulur, işler alt üst olur. Zebur, inkar edilir. Köprüler
atılır. Ancak denizlerin adalarında bulunan kimseler, bu beladan kurtulur.
Dostlar yok olur. Bedeviler ortaya çıkar. Zorlu zamanda günah, şüphe ve fısk
ehli kimseleri, onlardan kınayacak kimse yoktur. Eğer o kavmin utanması olma-'
saydı, ölümünde faydası olsaydı, bu böyle olmazdı."
Ey Satih, sonra ne
olacak? diye sordular.
Dediki: "Sonra
Yemen halkından hilekar bir adan ortaya çıkacak, Allah, onun başına fitneleri
gönderecek."
Bu, garip bir
rivayettir. Garipliğinden ve içerdiği fitne ve savaş menkıbelerinden ötürü bunu
buraya dercettik.
Önceki sayfalarda
kahin Satih ile Yemen hükümdarı Rebia b. Nasr arasında geçen konuşmayı ve Hz.
Peygamberin geleceğini ona müjdele-yişini anlatmıştık. Aynı şekilde Sasani
hükümdarının, Peygamber Efendimiz'in doğduğu gecede -ki o getirdiği şeriat ve
diğer dinleri yürürlükten kaldırmıştı- sarayının sarsılması, Mecusi ateşinin
sönmesi ve Mubezan'ın rüya görmesi üzerine kız kardeşinin oğlu Abdu'l-Mesih'i,
Satih'e göndermesi ve ikisi arasında geçen konuşmaları da daha önce
nakletmiştik. [5]
[1] Allah kendilerine rahmet etsin. Öncekiler, halk
arasında kabul ve revaç bulan gaybi şeylere pek önem verirlerdi. Ama o gaybi
şeyler, bu kadar önemli de değillerdi. Bunların bilimsel açıdan bir açıklama ve
ağırlıkları da yoktu. Çünkü bu gibi gaybi şeylerde, uydurmalara ve tahayyüllere
geniş bir alan bırakılmaktaydı. Bundan daha da önemlisi şu ki, İslamiyet, kendi
gerçekliğini ispatlamak için hayatın realitelerine ve tarihin şahadetine
dayanır. Kendi sağlamlığını ve peygamberinin doğruluğunu isbatlamak için,
cinlerin gaybî haberlerine (!) veya kahinlerin görüşlerine ihtiyaç duymaz.
Özellikle İslâmiyet, kehaneti iptal edip ortadan kaldırmıştır. Şu halde nasıl
olur da kendi gerçekliğini İsbatlamak için kahinlerin sözlerini veya putlardan
duyulan (!) sözleri delil olarak ileri sürer?
[2] Buharî, Menakibül-Ensâr, 35.
[3] Bu olayın doğruluğuna dair herhangi birşey yoktur.
Gerçekte bu, Arapların cinlerle ilgili uydurdukları masallardan başka bîrşey
değildir.
[4] Ebrekü'l-Azzaf: Basra-Medine arasındaki yolda bulunan
ve Esed oğullanna ait olan bir sudur.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
2/513-547.