Rasûlullah
(S.A.V.)'In, Risaletî Tebliğ Etmekle Emrolunması
Güçsüz
Müslümanlara Yapılan Eziyetler.
Müşriklerin
Rasûlullah'la Tartışmaları, O'nun Da Onlara Karşı Kuvvetli Deliller İleri
Sürmesi
Habeşistan'a
Giden Sahabelerin Hicreti
Cenâb-ı Allah,
rasûlüne, risaleti herkese tebliğ etmesini, eziyetlere karşı sabırla göğüs
germesini, inatçı cahillere ve yalanlayıcılara delilleri gösterip açıkladıktan
sonra aldırış etmemesini emretti. Ona ve ashabına, müşriklerden gördüğü eza ve
cefalara katlanmasını tavsiye etti. Yüce Allah buyurdu ki:
"Önce en yakın
hısımlarını uyar. Sana uyan mü'minleri kanatlarının altına al. Sana
başkaldırırlarsa: 'Taptıklarınızdan uzağım" de. Ey Muhammed! Senin kalkıp
namaz kılanlar arasında bulunduğunu gören, güçlü ve merhametli olan Allah'a
güven. Doğrusu O işitir ve bilir.
(eş-Şuarâ, 214-220.)
"Doğrusu bu
Kur'ân sana ve ümmetine bir öğüttür. Ondan sorumlu tutulacaksınız."
(ez-Zuhmf, 44.)
"Kur'ân'a uymayı
sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndürecektir." (el-Kasas,
85.)
Yani Kur'ân'ı tebliğ
etmeni sana farz ve vacip kılan Allah, seni dönülecek yer olan ahiret yurduna
döndürecektir. Ve Kur'ân'ı tebliğ edip etmediğini de sana soracaktır.
"Rabbin hakkı
için biz onların hepsine mutlaka soracağız, yaptıkları şeylerden."
(ei-Hicr, 92.93.)
Gerçekten de bu konuda
pek çok ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu konuyu tefsirimizde geniş bir şekilde
anlattık. eş-Şuarâ sûresinin 214. ayetini tefsir ederken bu konuda uzun uzadıya
açıklamalarda bulunmuş ve bununla ilgili birçok hadis nakletmisizdir.
Nitekim İmam Ahmed b.
Hanbel, Abdullah b. Numeyr vasıtasıyla îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Cenâb-ı Allah, "Önce en yakın akrabanı uyar." mealindeki
ayet-i kerimeyi inzal buyurduğu zaman Peygamber (s.a.v.), Safa tepesinin yanına
geldi.Tepeye çıkıp halka: "İmdat!... imdat!" diye seslendi. Bunun
üzerine insanların kimi bizzat kendi gelerek, kimi de elçilerini göndererek
orada toplandılar. Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle hitap etti; "Ey
Abdülmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey Ka'b oğulları! Şu tepenin
arkasında size saldırmak üzere beklemekte olan atlıların bulunduğunu söylersem
bana inanır mısınız?" Onlar, evet, deyince şöyle buyurdu: "Öyleyse,
şiddetli bir azap ile karşı karşıya olduğunuzu söyleyerek sizi
uyarıyorum!"
Orada bulunan lanetli
Ebu Leheb de: "Yok olası adam. Günümüzü zehir ettin. Bizi bunun için mi
buraya çağırdın?" demiş, bunun üzerine yüce Allah, Tebbet sûresini inzal
buyurmuştu.
"Ebu Leheb'in iki
eli kurusun (yok olsun o.), zaten yok oldu ya."
Ahmed b. Hanbel,
Muaviye b. Amr tarikiyle Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Önce en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil olunca Rasûlullah
(s.a.v.), Kureyşlilerden yakın uzak herkesi toplantıya çağırdı.Toplandıklannda
onlara şöyle hitab etti: "Ey Kureyş topluluğu! Canınızı ateşten kurtarın.
Ey Ka'b oğulları topluluğu! Kendinizi ateşten koruyun. Ey Haşim oğulları
topluluğu! Kendinizi ateşten kurtarın. Ey Abdülmuttalib oğulları topluluğu!
Canınızı ateşten kurtarın. Ey Muhammed kızı Patıma! Kendini ateşten koru.
Allah'a yemin ederim ki, onun azabına karşı size yardımcı olamam. Ama sizin
için bir akrabalık bağı aramızda vardır. Bunun (rahmet) ıslaklığı ile sizi
ıslatabilirim."
Yine Ahmed b. Hanbel,
Veki' b. Hişam tarikiyle Hz. Aişe'nin şöyle-dediğini rivayet eder: "Önce
en yakın akrabanı uyar." ayeti nazil olduğunda, Rasûlullah (s.a.v.)
kalkıp şöyle dedi: "Ey Muhammed ki2i Fatıma, Ey Abdülmuttalib kızı
Safiyye, Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah'ın azabına karşı size bir yardımım
olamaz.Ama malımdan dilediğinizi benden isteyin."
Bunu, Müslim de
rivayet etmiştir.
Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî,
"Delail" adlı eserde, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet
eder: "Önce en yakın akrabanı uyar ve mü'-minlerden sana uyanlara kanadım
indir." ayetleri nazil olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Bu tebligatı
önce kavmime yaptığım takdirde, onlardan hoşuma gitmeyecek davranışlar
göreceğimi bildiğim için sustum, tebligatta bulunmadım. Ama Cebrail (a.s.),
bana gelip şöyle dedi: "Ya Muhammed, eğer Rabbinin sana emrettiğim yerine
getirmezsen seni ateş ile azap-landırır!"
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırarak şöyle dedi: "Ey Ali! Doğrusu Cenâb-ı
Allah, önce en yakın akraba mı uyarmamı bana emretti. Bunun için de bir koyunla
bir Ölçek buğdaydan yemek yap. Bir büyük bardak süt de hazırla. Sonra da
Abdülmuttalib oğullarını bana çağır."
Bana emredileni
yaptım. Abdülmuttalib oğulları o gün toplandılar. Tam kırk kişi kadardılar.
Aralarında Rasûlullah'ın amcaları Ebu Talib, Hamza, Abbas ve lanetli Ebu Leheb
de vardı. Yemek tabağını önce Rasûlullah'a takdim ettim. Kendileri o tabaktan
bir parça et alıp dişleriyle parçaladı. Sonra tabağın etrafına bıraktı ve:
"Allah'ın adıyla ye-yin." dedi. Oradakiler doyuncaya kadar yemek
yedikleri halde bitireme-diler. Onların sadece parmak izlerini görebiliyorduk.
Oradakilerden bazıları bir koyunu tek başına yese dahi doymazdı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Süt içir." dedi. Ben de o büyük bardak
içindeki sütü kendilerine sundum. Kana kana içtiler, yine tüketemediler.
Allah'a andolsun ki, kişi ancak o kadar içebilirdi.
Yemekten sonra
Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitap etmek isteyince lanetli Ebu Leheb önce söze
girişerek: "Hayret!... Şimdiye kadar bunun gibi bir sihir görmedik.
Adamınız sizi büyülemesin." dedi. Oradakiler bu söz üzerine dağılıp
gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlarla konuşamadı.
Ertesi gün Rasûlullah
(s.a.v.) bana şöyle emir verdi: "Ey Ali, dünkü gibi yine bize yiyecek ve
içecek hazırla. O adam, ben söze başlamadan önce söze girişti ve sözümü
kesti." dedi.
Ben de
verilen"emri yerine getirdim, onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.), bir
önceki gün gibi yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yedikleri halde
bitiremediler. Allah'a and olsun ki, kişi ancak o kadar yiyebilirdi. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) bana: "Ey Ali, onlara içir." dedi. Ben de o süt
kabını getirerek ikram ettim. Doyasıya, kana kana içtiler. Allah'a andolsun ki
kişi ancak o kadar içebilirdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
onlara hitap etmek isteyince lanetli Ebu Leheb ondan önce söze girişerek:
"Hayret!.. Şimdiye kadar bunun gibi bir sihir görmedik. Adamınız sizi
büyülemesin." dedi. Oradakiler de Rasûlul-lah'm konuşmasına fırsat
vermeden dağılıp gittiler.
Ertesi gün yine
Rasûlullah (s.a.v.), bana şu talimatı verdi: "Ey Ali, dünkü gibi bize
yiyecek ve içecek hazırla. Çünkü o adam benim halka hi-tab etmemden önce söze
girişerek sözümü kesti." dedi.
Verilen emri yerine
getirdim. Sonra onları topladım. Rasûlullah (s.a.v.)'da daha önce yaptığı gibi
yaptı. Yemeğe başladılar. Doyuncaya kadar yediler. Sonra o büyük kaptan
kendilerine süt içirdim. Allah'a andolsun ki kişi, ancak o kadar yiyebilir, o
kadar içebilirdi.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) onlara şöyle hitab etti: "Ey Abdülmuttalib oğulları! Allah'a
andolsun ki ben, Araplar arasında benim size getirdiğim hususlardan daha
kıymetli şeyler getiren bir genç bilmiyorum. Ben size dünya ve ahiret işini
getirdim."
Ebu Cafer b. Cerir'in,
Muhammed b. Humeyd er-Razî tarikiyle îbn Abbas'tan yaptığı rivayette şu
ilaveler vardır: "Ben size dünya ve ahiret hayrını getirdim. Sizi, buna
davet etmemi Allah bana emretti. Bu hususta bana kim yardımcı olmak, bana kim
kardeş olmak ister?" dedi.
Oradakilerden hiçbiri,
bu teklifi kabul etmedi. Oradakiler arasında yaşı en küçük, gözü en fazla
çapaklıların en fazla büyük, bacakları daha çok yaralı, bereli olan ben
olduğum halde şöyle dedim: "Ey Allah'ın peygamberi! Ben senin yardımcın
olacağım." Boynumdan tuttu ve: "îşte bu, benim kardeşimdir. İşte bu
böyledir,, işte bu şöyledir. Onu dinleyin ve ona itaat edin." dedi. Orada
bulunanlar bu manzara karşısında gülüp Ebu Talib'e şöyle dediler. "Görüyor
musun, Muhammed, oğlun Ali'yi dinlemeni ve ona itaat etmeni sana
emrediyor!"
îbn Eb^ Hatim,
tefsirinde babası tarikiyle Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder :
"Önce en yakın akrabam uyar." ayet-i kerimesi nazil olduğunda
Rasûlullah (s.a.v.), bana: "Bir koyun budu et ve bir ölçek buğdaydan
yemek yap. Büyük bir kap süt hazırla. Sonra da Haşimoğullanm evime davet
et." dedi. Ben de onları davet ettim. O gün onlar otuz dokuz veya kırk bir
kişi idiler. Yemek sonrasında Rasûlullah (s.a.v.) söze başlayarak şöyle
buyurdu: "Benim borcumu hanginiz öder ve benden sonra ailemin idaresini
kim yürütür?"
Hepsi sustular. Abbas,
bunun kendi malına dokunacağından korktuğu için sesini çıkarmadı. Ben de
Abbas'm yaşından dolayı ses çıkarmadım. Bir kez daha bu soruyu tekrarladı.
Abbas yine sustu. Ben bu durumu görünce; "Ben, ya Rasülallah!" dedim.
O da: Sen mi? diye sordu.
Çünkü o gün ben
onların içinde durumu en kötü olan, görünüşü beğenilmeyen, gözleri çapaklı,
karnı şişkin, bacakları da bereli bir kimse idim.
Hz. Peygamber'in;
"Benim borcumu kim öder ve ailemin benden sonra idaresini kim
yürütür?" diye sorması, onun ölümünden sonraki zaman içindi. Güya o,
risaleti Arap müşriklerine tebliğ ettiği takdirde kendisini öldürmelerinden
korkmuştu. Bu sebeple ölümünden sonra borcunu ödeyecek ve ailesinin idaresini
üstlenecek birine güvenmek istiyordu. Ama Cenâb-ı Allah, ona bu güveni
vermişti:
"Ey elçi,
Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan, O'nun mesajını duyurmarmş
olursun. Allah seni insanlardan korur." (el-Mâide, 67.)
Özetle söylemek
gerekirse Rasûlullah (s.a.v.), gece gündüz demeden gizli, açık her şekilde
insanları Allah'a imana davete devam ediyordu. Onu, bu işinden hiç kimse
alıkoyamıyor ve geri çeviremiyordu. İnsanların meclislerine, toplantı ve
merasim yerlerine , alış veriş yerlerine, hac duraklarına uğruyor,
karşılaştığı hür, köle, zayıf, güçlü, zengin, yoksul herkesi imana davet
ediyordu. Bu hususta, onun nazarında bütün halk eşit idi. Ama ona ve kendisine
tâbi olan güçsüz fertlere, güçlü ve kuvvetli Kureyş müşrikleri sözlü ve fiilî
saldırılarda bulunup musallat oluyorlardı. İnsanlar içinde ona en çok eziyet
eden, amcası Ebu Le-heb'di. Onun adı Abdüluzza b. Abdülmuttalib'ti. Karısı da
Ümmü Cemil Erva binti Harb b. Ümeyye'de Hz. Peygamber'e karşı en azılı düşmanlardandı.
Bu kadın, Ebu Süfyan'm kız kardeşidir. Bu hususta Ebu Le-heb'e, Hz. Peygamberin
amcası Ebu Talib b. Abdülmuttalib muhalefet etmişti.Tabiatıyla insanlar içinde
Ebu Talib'in en çok sevdiği kimse, Rasûlullah (s.a.v.)'dı. Ebu Talib ona iyi
davranır, şefkat gösterir, müdafaa eder, koruması altına alır, daveti
hususunda kendi kavmine muhalefet ederdi. Ama yine de onların dinlerinde ve
yollarında idi. Yalnız Cenâb-ı Allah şer'î değil de, tabii bakımdan onun
kalbini Rasûlullah sevgisiyle imtihan etmişti.
Ebu Talib'in kendi
kavminin dini üzere kalmakta devam etmesi, Cenâb-ı Allah'ın hikmetindendi.
Böylece Rasûlünü korumuş oluyordu. Çünkü Ebu Talib İslâm'a girseydi, Kureyş
müşrikleri nezdinde onun itibarı kalmaz, söz hakkı da olmazdı. Onlar da
kendisinden çekinmez, saygı göstermez, aksine ona karşı cüretkar olurlardı.
Ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlardı. Rabbin dilediğini ve beğendiğini
yaratır.1 Allah, yaratıklarını çeşitli tür ve cinslere ayırmıştır.
İşte şu iki amca,
ikisi de kafir. Birinin adı Ebu Talib, diğerinin ki Ebu Leheb. Ama Ebu Talib
kıyamette hafif bir ateş içinde bulunacak, diğeri Cehennem'in en alt
tabakasında yanacaktır. Onun hakkında (1) Hayır, şayet Ebu Talib Müslüman
olsaydı bu, Kureyş'in diğer önde gelenlerinin islâm'a girmelerine sebep olurdu.
Yazarın sözlerinden öyle anlaşılıyor ki yüce Allah, Rasûlünü himaye etmek için
Ebu Talib'in küfürde kalmasına hükmetmiştir. Bu, uygun olmayan ve geçerliliği
bulunmayan bir sebeptir.
Cenâb-ı Allah,
kitabında bir sûre indirmiştir. Bu sûre, minberlerde, vaaz ve hutbelerde
okunur. Bu sûrede anlatıldığına göre Ebu Leheb, alevli bir ateşe atılacaktır.
Odun hammalı katısı da onunla birlikte ateşte yanacaktır.
îmam Ahmed b, Hanbel,
daha önce cahiliye hayatını yaşamakta iken bilahare Müslüman olan ve Beni Diyl
kabilesinden olup Rebia b. İbad ismi ile çağrılan bir adamın şöyle dediğini
rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı cahiliye devrinde Zü'1-Mecaz panayırında
şöyle derken gördüm: "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah, deyin, kurtuluşa
erin.'1 O böyle derken insanlar çevresinde toplanmışlardı. Arkasında da parlak
yüzlü, şaşı ve iki saç örgüsü bulunan bir adam da: "O dinden çıkmıştır. O
yalancıdır." diyor ve gittiği her yere o da gidiyordu. Bu adamın kim
olduğunu sorduğumda bana, amcası Ebu Leheb olduğunu söylediler.
Beyhakî, Rebia
ed-Dilî'nin şöyle dediğini de rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı Zü'1-Mecaz
panayırında insanların menzillerine giderek onları Allah'a davet ederken
gördüm. Arkasında, şaşı bir adam vardı. Damarları şişip şöyle diyordu: "Ey
insanlar, bu sizi aldatıp dininizden ve atalarınızın dininden ayırmasın!"
Bu kimdir? diye
sordum, Ebu Leheb olduğunu söylediler.
Sonra Beyhakî, bu
hadiseyi Şube tariki ile Kinaneli bir adamdan, naklederek o adamın şöyle
dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı Zü'1-Mecaz panayırında gördüm. O,
şöyle diyordu: "Ey insanlar, Lâ ilahe illallah deyin, kurtuluşa
erin." Bir de baktım ki arkasında bir adam, onun üzerine toprak saçıyor.
Gördüm ki o, Ebu Cehil'dir. O da şöyle diyordu: "Ey insanlar, bu adam sizi
aldatıp da dininizden etmesin! Bu, Lat ve Uzza'ya ibadeti bırakmanızı
istiyor."
Ravi, burada Hz,
Peygamber'i yalanlayanın, Ebu Cehil olduğunu söylüyor. Daha kuvvetli kavillere
göre o, Ebu Leheb'ti. Onun hayatının geri kalan kısmını, Bedir muharebesinden
sonra ölümünden bahsederken inşaallah anlatacağız.
Ebu Talib'e gelince,
o, tabii bir şekilde Hz. Peygamber'e son derece sevgi ve şefkat gösterirdi.
Nitekim onun bu durumu, yaptığı işlerden ve karekterinden belli oluyordu.
Rasûlullah ve ashabını korurken, uyguladığı yöntemlerden de anlaşılıyordu.
Yunus b. Bükeyr, Talha
b. Yahya tarikiyle Ukeyl b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kureyşliler, Ebu Talib'e gelerek: "Kardeşin oğlu Muhammed, meclisimizde ve
mescidimizde bize eza verdi. Ona, bundan vazgeçmesini söyle. Artık bize
ilişmesin." dediler. Ebu Talib de: "Ey Ukayl! Koşarak git ve bana
Muhammed'i getir." dedi. Ben de koşarak gidip Muhammed'in evine gittim.
Kendisini öğle sıcağında babamın yanına getirdim. Yanma geldiğimizde
Rasûlullah'a şöyle dedi: "Amcam oğulları olan şu Kureyşliler, meclis ve
mescidlerinde kendilerine ceza verdiğini iddia ediyorlar. Onlara eza vermekten
vazgeç."
Rasûlullah (s.a.v.),
gözlerini semaya dikip: "Şu güneşi görüyor musunuz?" diye sordu.
Onlar da evet, deyince şöyle buyurdu: "Vallahi benim için, gönderilmiş
olduğum vazifeyi yerine getirmek, herhangi birinizin şu güneşten bir ateş
parçasını koparmasından daha kolay değildir!"
Ebu Talib de şöyle
dedi: "Vallahi, kardeşim oğlu asla yalan söylemedi. Haydi gidin bakalım."
Sonra Beyhakî, Yunus
tariki ile İbn İshak'tan rivayet etti ki, Kureyşliler, Ebu Talib'e böyle
dedikleri zaman o, Rasûlullah (s.a.v.)'a haber göndererek yanına getirtti. Ve
ona şöyle dedi: "Ey kardeşim oğlu! Kavmin bana geldi. Şöyle şöyle dediler.
Gerek bana ve gerek kendin için bir çıkış yolu bırak ve taşıyamayacağım yükü
sırtıma koyma. Kavminin hoşlanmadığı sözleri söylemekten vazgeç."
Rasûlullah (s.a.v.),
amcasının İslâm daveti konusunda fikir değiştirdiğini, kendisini artık
destekleyemiyeceğini, onu düşman eline bırakacağını ve kendisiyle beraber
olamayacağını zannederek şöyle dedi:
"Ey Amca! Eğer
güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysan, yine de bu işi -Allah onu galip
kılmadan yahud onun uğrunda ölmeden- bırakmayacağım." Böyle dedikten
sonra gözlerinden yaş akarak ağladı.
Rasûlullah (s.a.v.),
oradan ayrılıp çıkmak üzere iken Ebu Talib, durumun hangi noktaya geldiğini ve
Rasûlullah (s.a.v.)'ı ne kadar etkilediğini müşahede ettiği için; ey kardeşim
oğlu, diye seslendi. Rasûlullah ona dönüp baktı. Ebu Talib şöyle konuştu:
"İşine devam et. Dilediğini yap. Allah'a andolsun ki seni hiçbir kimseye
asla teslim etmeyeceğim!"
îbn İshak der ki:
Bundan sonra Ebu Talib bu hususta şu şiiri okudu:
"Allah'a andolsun
ki, ben toprağa gömülünceye dek,
Onların tamamı sana
zarar veremez.
Sen var işine devam
et, sana engel yok.
Müjdeler olsun ve
gözlerin de bununla aydın olsun.
Beni davet ettin, bana
öğüt verdiğini biliyorum,
Doğru söyledin, zaten
eskiden beri eminsin.
Bana Öyle bir din
teklif ettin ki,
Onun, halkın en
hayırlı dini olduğunu biliyorum,
Kmanmasaydım veya
küfre dilmekten çekinmeseydim,
Buna açıkça yakınlık
gösterirdim."
Bu rivayetler de
gösteriyor ki Cenâb-ı Allah, raşûlünü ayrı dinden olmakla birlikte amcası Ebu
Talib vasıtasıyla korumuştur. Amcası olmadığı zamanda da Cenâb-ı Allah,
dilediği gibi onu muhafaza etmiştir. Onun hükmünü engelleyecek hiçbîrşey
yoktur!Yunus b, Bükeyr, îbn İshak'm Mısır halkmdan birinin kırk şu kadar yıl
önce kendisine İkrime vasıtasıyla şöyle bir rivayettte bulunduğunu söyler:
Mekke müşrikleriyle Rasûlullah arasında cereyan eden bir hadiseyi uzun uzadıya
anlatan îbn Abbas'm şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.), ayağa
kalktığında Ebü Cehil b. Hişam şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz
Muhammed, bizim dinimizi ayıplamaktan, atalarımıza küfretmekten, tanrılarımıza
dil uzatmaktan ve aklımızı hafife almaktan vazgeçmeyecektir. Ben, Allah'a söz
veriyorum ki, yarın bir taş alıp onu bekleyeceğim. Namazda secdeye vardığında,
o taşla kafasını ezeceğim. Bundan sonra Abdumenaf oğulları ne isterlerse bana
yapsınlar."
Ertesi sabah lanetli
Ebu Cehil, eline bir taş alıp oturdu. Rasûlullah'ı beklemeye başladı.
Rasûlullah da her sabah olduğu gibi o gün gelip Kudüs'e yönelerek namaza durdu.
Namaz kılarken hacer-i esved ile Rükn-ü Yemanî arasında dururdu. Ka'be'yi,
kendisi ile Kudüs arasına alırdı. Yine öyle yaptı. Namaza durdu. Kureyşliler de
meclislerinde, olup bitenleri seyrediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), secdeye
vardığında Ebu Cehil taşı alıp ona doğru gitti. Yanma vardığında şaşkın, ürkek
ve rengi sararmış halde geri döndü. Taş elinde dona kalmıştı. Nihayet taşı
fırlatıp attı. Kureyşlilerden bazıları yanma gidip: "Ey Eba Hakem! Sana ne
oldu?" diye sordular. O da şöyle dedi: "Dün söylediğimi yapmaya gittim.
Yanma yaklaştığımda bana damızlık bir deve göründü. Allah'a andolsun ki onun
gibi iri başlı, uzun boyunlu ve büyük dişli bir deve daha görmüş değilim. Beni
yemeğe kasdetti!"
İbn îshak der ki: Bu
durum, Rasûlullah (s.a.v.)'a anlatıldığında o şöyle demişti: "O
Cebrail'di. Eğer Ebu Cehil ona yaklaşsaydı yakalanırdı."
Beyhakî, Abt)as b.
Abdülmuttalib'in şöyle dediğini rivayet eder: Bîr gün Mescid-i Haram da idim.
Lanetli Ebu Cehil gelip şöyle dedi: "Allah'a borcum olsun. Eğer Muhammed'i
secde halinde görürsem boynuna basacağım!" Oradan ayrılıp Rasûlullah'm
yanma vardım. Ebu Cehil'in söylediklerini kendisine bildirdim. O da öfkelenerek
evden çıkıp Mescid-i Haram'a geldi. Kapıya gitmeden acele ile duvardan içeriye
atladı. Bugün kavga günüdür, deyip peştemalimin ucunu (eteğimi) bağladım.
Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a girip: "Yaratan Rabbinin adıyla oku.
O ki, inşam kan pıhtısından yaratmıştır." ayetlerini okumaya başladı. Ebu
Cehille ilgili: "Hayır, insan azar, kendini zengin gördüğü için."
mealindeki ayete geldiğinde oradakilerden biri, Ebu Cehil'e: "Ey Eba
Hakim! işte bu Muhammed'dir." dedi. Ebu Cehil de: "Benim gördüklerimi
görmüyor musunuz? Allah'a andolsun ki semanın ufukları benim üzerime
kapandı!" dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da okumakta olduğu Alâk sûresinin
sonuna vardığında secdeye kapandı.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezzak vasıtasıyla İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil;
"Muhammed'i KaTse yanında namaz kılarken görürsem, mutlaka boynuna
basarım!" demişti. Onun bu sözleri Rasûlullah'a ulaşınca O: "Eğer
böyle yaparsa melekler onu, göz göre göre yakalarlar." dedi.
Davud b. Ebi Hind,
îkrime tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil, namaz
kılmakta olan Peygamber (s.a.v.)'in yamna varıp: "Ey Muhammed! Seni namaz
kılmaktan menetmemiş miydim? Cemaatı benden daha kalabalık bir kimse
bulunmadığını bilmiyor musun?" demişti de, Peygamber (s.a.v.) onu
kovmuştu. Cebrail vahiy getirerek şöyle dedi: "O gidip meclisini
(adamlarım) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız!" Vallahi eğer o, kendi
meclisindeki adamlarını çağırsaydı, azap zebanileri de onu yakalardı!"
Bunu, Ahmed ve Tirmizî rivayet etmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
İsmail b. Yezid vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Cehil:
"Muhammed'i Ka"be yanında namaz kılarken görürsem, gidip boynuna
basarım." dedi.Rasûlullah da buyurdu ki: "Eğer böyle yaparsa, azap
zebanileri de onu göz göre göre yakalarlar."
Ebu Cafer b. Cerir,
îbn Humeyd tarikiyle ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: "Ebu Cehil;
"Eğer Muhammed, Makam-ı ibrahim yanında tekrar namaz kılarsa onu
öldürürüm." dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:
'Yaratan Rabbinin
adıyla oku......Hayır, eğer bundan vazgeçmezse
onu perçeminden
yakalarız. O yalana, günahkar perçemden! O zaman gitsin de meclisini
(adamlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağırırız." Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Kabe'ye gelip namaz kıldı. Ebu Cehil ona ilişmedi. "Niye ona
ilişmedin?" diye sorduklarında: "Onunla benim aramda kalabalık
askerler vardı." dedi. îbn Abbas dedi ki; "Vallahi, eğer yerinden
kımıldasaydı melekler, insanların gözleri gönünde onu yakalayacaklardı."
İbn Cerir, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil: "Muhammed sizin
aranızda yüzünü yere sürer mi (namaz kılar mı)?" diye sorduğunda, yanındakiler,
evet, diye cevap verdiler. O da şöyle dedi: "Lat ve Uzza'ya yemin ederim
ki, eğer onu bu şekilde namaz kılarken görürsem, (secdede iken) boynuna basar,
yüzünü de toprağa sürerim!"Namaz kılmakta olan Rasûlullah'm yanına,
boynuna basmak için geldi. Ama aniden eliyle kendini korumaya çalışarak gerisin
geri kaçmaya başladı. "Sana ne oldu?" diye sorduklarında şöyle dedi:
"Benimle Muhammed arasında ateş hendeği,korku ve kanatlar gördüm."
Rasûlullah (s.a.v.),
buyurdu ki:
"Eğer bana
yaklaşsaydı, melekler onu paramparça ederlerdi." Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:
"Hayır, insan
azar, kendini zengin gördüğü için. Ama dönüş Rabbi-nedir. Gördün mü şu men
edeni. Namaz kılarken bir kulu? Gördün mü, ya o doğru yolda olur, yahud
kötülüklerden korunmayı emrederse? Gördün mü, ya bu adam hakkı yalanlar, yüz
çevirirse? Allah'ın gördüğünü bilmedi mi? Hayır, eğer bundan vazgeçmezse,
perçeminden yakalarız. O yalancı günahkar perçemden. O zaman o gitsin de
meclisini (adamlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız Hayır, ona
boyun eğme. Allah'a secde et ve yaklaş!" (ei-Alak, 6-19.)
îmam Ahmedb. Hanbel,
Vehb b. Cerir vasıtasıyla Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Sadece bir
gün Rasûlullah (s.a.v.)'ın Kureyşlilere beddua ettiğini gördüm. Namaz
kılıyordu. Kureyşlilerden bir grup da orada oturmuştu. Yakınlarında bir deve
işkembesi vardı. "Bunu, kim Muhammed'in üzerine atar?" dediler. Ukbe
b. Ebi Muayt: "Ben atarım." dedi. Alıp Hz. Peygamber'in üzerine
bıraktı. Ama o secde halinde kalmakta devam etti. Nihayet kızı Fatıma gelip o
işkembeyi Rasûlullah'm sırtından aldı. Rasûlullah (s.a.v.)'da kalkıp şöyle
dedi: "Allah'ım, şu Ku-reyş güruhunun hakkından gel! Allah'ım, Utbe b.
Rebia'nm hakkından gel! Allah'ım, Şeybe b. Rebia'nm hakkından gel! Allah'ım,
Ebu Cehil b. Hişam'm hakkından gel! Allah'ım, Ukbe b. Ebi Muayt'm hakkından
gel! Allahım, Übey b. Halefin ve Ümeyye b. Halefin hakkından gel!" Bu iki
isimden hangisine beddua ettiği hususunda rivayet senedinde adı geçen Şu'be
şüphe etmiştir.
Abdullah dedi ki:
"Kendilerine beddua edilen bu adamların tamamının Bedir savaşında
öldürüldüklerini gördüm. Sonra bunlar kuyuya atıldılar.Ancak Übey (veya Ümeyye)
b. Halef cüsseli bir adam olduğu için parçalanarak kuyuya atıldı."
Buharî, bunu sahihinin
müteaddit yerlerinde, îbn İshak tariki ile de Müslim rivayet etmiştir. Ama
doğru görüşe göre Hz. Peygamber'in, kendisine beddua ettiği kişi, Ümeyye b.
Halefti. O, Bedir savaşında Öldürüldü. Kardeşi Übeyd de Uhud savaşında
öldürüldü. Nitekim ileride de buna temas edilecektir.
Sahih rivayete göre
Kureyşliler, Hz. Peygamber'in üstüne işkembe atma olayını seyrederlerken
kahkahayla gülmüşler, öyleki katıla katıla güldüklerinden eğilerek birbirlerine
yaslanmışlardı. Hz. Fatıma, işkembeyi Rasûlullah'm üzerine attıklarında dönüp
Kureyşlilere tahkir edici sözler sarf etmişti. Rasûlullah (s.a.v.)'da namazını
tamamladıktan sonra ellerini kaldırıp onlara beddua etmişti. Onun bu halini
görünce, gülmelerine son vermişlerdi. Çünkü bedduadan korkmuşlardı. Ama beddua
ederken yedi kişiden bahsetmişti. Çoğu rivayete göre onlardan şu altı kişinin
adını vererek bedduda etmişti. Utbe,kardeşi Şeybe (Bunlar, Rebia
oğullarıdır.), Velid b. Utbe, Ebu Cehil b. Hişam, Ukbe b. Ebi Muayt ve Ümeyye
b. Halef. îbn İshak dedi ki, yedincisinin adını unuttum. Ben derim ki: O
yedinci kişi, Umare b. Velid idi. Bunun adı, Bu-harî'nin Sahihinde geçmektedir. [1]
Yunus b. Bükeyr, İbn
îshak vasıtasıyla Abdülmelik b. Ebi Süfyan es-Sekafî'nin şöyle dediğini rivayet
eder: İraş beldesinden bir adam, devesini satmak için Mekke'ye getirmişti.
Devesini Ebu Cehil b. Hişam'a satmış, ama Ebu Cehil onun parasını ödemekte ağır
davranmıştı. Parayı alamayan İraşî, Kureyş meclisine geldi. Rasûlullah
(s.a.v.)'da Mescid-i Haram'm bir tarafinda namaz kılmaktaydı. îraşî şöyle dedi:
"Ey Kureyş topluluğu! Ebu'l Hakem b. Hişam'a karşı bana kim yardım eder?
Ben yabancı ve yolcu bir kişiyim.Hakkımı vermiyor. Bana zorbalık ediyor!"
Orada bulunanlar işi alaya alarak Rasûlullah (s.a.v.)'ı gösterip, şu adamı
görüyor musun? dediler. İşte o, senin hakkını Ebu Cehil'den alır!
Zira biliyorlardı ki,
Ebu Cehil ile Rasûlullah arasında düşmanlık vardır. Bu tavsiyeleri üzerine
İraşi, Rasûlullah'm yanına gelip durumu ona anlattı. Rasûlullah da o adamla
birlikte kalkıp gitti. Oradakiler, yanlarında bulunan bir adama:
"Peşlerine takıl. Muhammed'in ne yaptığına bak." dediler.
Rasûlullah (s.a.v.),
gidip Ebu Cehil'in kapısında durdu. Kapıyı çaldı. Ebu Cehil; "Kim
o?" diye sordu. Rasûlullah da: "Muhammed.... Dışarı çık!" dedi.
Ebu Cehil, dışarı çıktı. Rengi sararmıştı. Rasûlullah: "Bu adamın hakkını
ver." deyince, Ebu Cehil: "Bekleyin, hakkını getirip vereceğim."
dedi. İçeri girip adamın hakkını getirdi ve ödedi. Sonra Rasûlullah'da oradan
ayrılıp îraşî'ye: "Haydi, işine git." dedi.îraşî'de tekrar Mescid-i
Haram'a gelerek Kureyş topluluğunun yanma vardı ve: "Allah, o
gösterdiğiniz adamın hayrını versin. Hakkımı alıp bana verdi." dedi.
Ote yandan,
Rasûlullah'la îraşî'yi takip için peşlerine kattıkları adam dönüp geldi. Ona:
"Yazıklar olsun sana, neler gördün bakalım?" diye sordular. O da:
"Çok hayret verici şeyler gördüm: Vallahi Muhammed, kapıyı çalınca Ebu
Cehil -kendisinde ruh kahnamışçasma- kapıya çıktı. Muhammed'de; "Bu adamın
hakkım öde." dedi. Ebu Cehil: "Evet, az durun hakkım getirip
vereceğim." dedi. İçeriye girip adamın hakkını getirdi ve ödedi,
dedi."
Sonra çok geçmeden Ebu
Cehil de Mescid-i Haram'da bulunan yanma geldiğinde ona: "Yazıklar olsun,
neyin var?Vallahi böyle kirşey yaptığını şimdiye kadar görmemiştik, dediler."
Ebu Cehil dedi ki:
"Yazıklar olsun size! Vallahi o benim kapımı çalıpta sesmi duyduğumda içim
korkuyla doldu. Sonra kapıya çıktığımda
yanı başında damızlık
bir deve gördüm. O deve gibi iri başlı, uzun boyunlu, iri dişli bir deve
görmemiştim. Allah'a yemin ederim ki, eğer Iraşî'nin hakkını ödemeseydim deve
beni yiyecekti." [2]
Buharı, Ayyaş b. Velid
vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Amr b. As'a şöyle
bir soru sordum: "Bana, müşriklerin Rasûlullah'a yaptıkları en şiddetli
eziyeti anlat."
Dedi ki: Bir ara
Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'de Hatim kısmında namaz kılmakta iken Ukbe b. Ebi
Muayt gelip elbisesinin eteğini boynuna doladı ve boğacak derecede sıktı. Ebu
Bekir'de gelip Ukbe'nin omuzundan tutarak Rasûlullah'ın yanından uzaklaştırdı
ve şu ayeti okudu:
"Rabbim
Allah'tır, dediği için bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa o size Rabbinizden
kanıtlar getirmiştir." (ei-Mü'mîo, 28.)
Beyhakî, el-Hakim
tarikiyle Urve'nin şöyle dediğini rivayet eden Abdullah b. Amr b. As'a şöyle
bir soru sordum: Rasûlullah (s.a.v.)'a gösterdikleri düşmanlığın en belirgini
olarak yaptıkları eziyetlerin hangisini gördün?
Dedi ki: Bir gün
Kureyş eşrafı Hatim'de toplanmışlardı. Rasûlullah'tan bahsedip şöyle dediler:
Bu adama karşı sabrettiğimiz gibi hiç kimseye sabretmedik. O akıllarımızı
hafife aldı. Atalarımıza küfretti. Dinimizi kötüledi. Topluluğumuzu dağıttı.
Tanrılarımıza küfretti. Biz ondan büyük bir bela gördük.
Onlar böyle
konuşurlarken Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a geldi. Hacer-i esved'i istilam
etti. Sonra Ka'be'yi tavafa başladı. Tavaf ederken yanlarından geçtiğinde ona
laf attılar. Rasûlullah (s.a.v. )ım bu kötü laflardan etkilendiği yüzünden
anlaşıldı.İkinci kez yanlarından geçtiğinde yine laf attılar. Yine o laflardan
etkilendiği yüzünden anlaşıldı ama geçip tavafa devam etti. Üçüncü kez
yanlarından geçerken yine ona laf attılar. Bu defa o şöyle buyurdu "Ey
Kureyş topluluğu! Duyuyor musunuz? Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin
ederim ki ben, size ölümle geldim!"
Onun bu sözleri oradakileri
etkiledi.Sessiz oltjular.Başlarında bir kuş bulunsaydı yere düşerdi. Hatta
bundan önce onların en güçlü olanları bile, bu sözü duyduktan sonra onu teskin
ederek kendisine şöyle dediler: Ey Ebe'l Kasım! Doğruluğa ve hidayete ermiş
olarak buradan git. Sen cahil bir kimse değilsin.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), yanlarından ayrılıp gitti.
Ertesi gün yine aynı
yerde toplanan Kureyş topluluğu -ki ben de ara-larındaydım- birbirlerine şöyle
demeye başladılar: Dün sizin sözlerinize karşı onun neler söylediğini gördünüz
değil mi? Hatta hoşunuza gitmeyen şeyleri size söylediği halde ona birşey
yapmadınız.
Onlar bu tarzda
konuşmakta iken Rasûlullah (s.a.v.) geldi. Hep birlikte ona saldırdılar.
Çevresini kuşattılar: "Dün şöyle ve şöyle diyen sen raiydin?"
dediler. Rasûlullah, onların dinlerini ve tanrılarını ayıplayıp yermişti. Bu
sorularına cevaben Rasûlullah: "Evet, bunları söyleyen benim!"
dedi.Onlardan birinin, Rasûlullah'm yakasına yapıştığını gördüm. Ebu Bekir
onun için ağlamaya ve şöyle demeğe başladı: "Rabbim Allah'tır, dediği için
bir adamı öldürüyor musunuz?"
Ebu Bekir'in böyle
demesi üzerine Rasûlullah'm yanından uzaklaşıp gittiler.
İşte Kureyşlilerin,
Hz. Peygamber'e yaptıkları en büyük eziyet olarak bunu gördüm. [3]
Bu fasıl, Kureyşlilerin
Rasûlullah'a ve ashabına karşı komplo kurmalarından, ona yardım ve destek
vermekten vazgeçerek kendilerine teslim etmesi için amcası Ebu Talib'le
toplantı yapmalarından, Ebu Talib'in de Allah'ın güç ve kuvveti ile bu
isteklerini yerine getirmemesinden bahseder.
îmam Ahmed b. Hanbel,
Veki1 tarikiyle Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Allahyolunda hiç
kimsenin görmediği eziyetler gördüm. Allah yolunda hiç kimsenin korkmadığı
kadar korkutuldum. Üzerimizden otuz gün otuz gece geçtiği halde ben ve Bilal'in
-ciğer sahibi canlı birinin yiye-bileceği-birşeyi yoktu. Ancak Bilal'in koltuk
altında gizlenen yiyeceği hariç."[4]
Muhammed b. îshak dedi
ki: Kureyşlilerin saldırılarına karşı amcası Ebu Talib koşup Hz. Peygamber'in yanına
geldi. Onu korudu ve saldırganlara engel oldu.
Rasûlullah (s.a.v.)'da
artık davetine devam etti, Allah'ın dinini açıkladı. Hiçbir şey ona engel
olamadı.
Kureyşliler, Hz.
Peygamber'in, kendilerinden ayrı düşmek ve tanrılarını kötülemek gibi hoşlanmadıkları
işlere son vermediğini, amcası Ebu Talib'in de koşup gelerek kendisini
koruduğunu, saldırganlarla kendisi arasına girdiğini, onu saldırganlara teslim
etmediğini görünce, bir heyet kurarak Ebu Talib'in yanma gittiler. Heyettekiler
şunlardı: Rebia b. Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf b. Kusayy'in oğulları Utbe ile
Şey-be, Ebu Süfyan Sahr b. Harp b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems, Ebül Bahterî (Bunun
asıl adı, As b. Hişam b. Haris b. Esed b. Abdüluzza b. Kusay'dır.), Esved b.
Muttalib b. Esed b. Abdul Uzza, Ebu Cehil (Bunun asıl adı, Amr b. Hişam b.
Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'dur.), Velid b. Muğire b. Abdullah b. Ömer
b. Mahzum b. Yakaza b. Mürre b. Ka*b b. Lüey, Haccac b. Amir b. Huzeyfe b, Said
b. Sehim b. Amr b. Husays bin Ka'b b. Lüeyy'in oğulları Nebih ile Münebbih, As
b. Vail b. Said b. Sehm.
İbn İshak, bunlarla
birlikte bazı kimselerin de Ebu Talib'in yanına gittiklerini söyler.
Heyet mensupları, Ebu
Talibin yanına gidip ona şöyle dediler: "Ey Ebu Talib! Yeğenin bizim
tanrılarımıza küfretti, dinimizi yerdi, akıllarımızı hafife aldı, atalarımızın
sapıklıkta olduklarını söyledi. Ya onu bizden vazgeçilirsin, ya da bizimle onun
arasından çıkarsın. Sen de bizim gibi ona muhalifsin. Sen ona birşey
yapamıyorsan bırak, biz onun hakkından gelelim."
Ebu Talib, onlara
yumuşakça ve güzelce red cevabım verdi. Onlar da oradan ayrılıp gittiler.
Rasûlullah (s.a.v.),
insanları açıkça islâm'a davete davam etti. Öyle ki Kureyşliler birbirlerinden
uzaklaştılar, birbirlerine kin gütmeye başladılar, kendi aralarında Rasûîullah'dan
çokça bahsetmeye başladılar. Onunla ilgili olarak birbirlerini kötülediler.
Hatta bazıları ona karşı, diğerlerini kışkırttılar. Daha sonra ikinci kez Ebu
Talib'e gidip şöyle dediler: "Ey Ebu Talibi Aramızda itibarlı, yaşlı,
şerefli bir adamsın. Kardeşin oğlunu bizden vazgeçirmem senden istemiştik. Ama
görüyoruz ki, onu bizden vazgeçirmiyorsun. Allah'a andolsun ki, artık bizler
atalarımıza küfre dilme sine, aklımızın yerilmesine, tanrılarımızın
kö-tülenmesine sabredemeyeceğiz. Ya onu bizden vazgeçirirsin, ya da onun
hakkından geliriz. Bu hususta sen dikkatli ol. Yoksa iki taraftan biri, diğerini
mahvedecektir." Böyle dedikten sonra Ebu Talib'in yanından ayrılıp
gittiler.
Kavminin kendisinden
ayrılması, kendisine karşı düşmanlık beslemesi, Ebu Talib'in ağrına gitti. Ama
yine de Rasûlullah ı onlara teslim etmeye, onu yardımsız bırakmaya gönlü razı
olmadı.
İbn İshak, Yakub b.
Utbe b. Muğire b. Ahnes'ten rivayet ederek dedi ki; Kureyşliler, Ebu Talib'e
böyle dedikten sonra o, Rasûlullah'a haber gönderip yanma çağırttı. Ona şöyle
dedi: "Yeğenim, kavmin bana geldi. Şöyle şöyle dediler. Bana ve kendine
bir çıkış yolu bırak. Beni, yapamayacağım bir işi yapmaya zorlama."
Rasûlullah (s.a.v.),
amcasının İslâm daveti hususunda fikir değiştirdiğini, kendisim müşriklere
teslim edeceğini, yardımsız bırakacağını, kendisini himaye edemiyecek ve
davetine destek olmayacak duruma geldiğini zannetti. Bunun için amcasına şöyle
dedi:
"Ey Amca! Allah'a
yemin ederim ki, bu işi bırakmam karşılığında güneşi sağ elime, ayı da sol
elime koysalar, yine de Allah bu daveti güçlendirinceye veya ben bu yolda
ölünceye kadar bu işi bırakmayacağım!" Böyle dedikten sonra Rasûlullah
(s.a.v.)'m gözlerinden yaş aktı, ağlamaya başladı. Sonra gitmek için kapıya
yöneldiğinde Ebu Talib ona: "Bana gel yeğenim!" dedi. Rasûlullah,
amcasına döndü. Ebu Talib ona: "Ey kardeşimin oğlu! Git, istediğim söyle.
Allah'a andolsun ki seni asla kimseye teslim etmem." dedi.
İbn İshak dedi ki:
Bundan sonra Kureyşİiier, Ebu Talib'in, Rasûlullah'ı yardımsız bırakmaya ve
kendilerine teslim etmeye yanaşmadığını, bu dava uğruna kendilerinden
ayrılmaya, kendilerine düşmanlık etmeye kararlı olduğunu anladıklarında Umare
b. Velid b. Muğire ile birlikte tekrar Ebu Talib'in yanına giderek kendisine
şöyle dediler: "Ey Ebu Talib! Bu, Umare b.Velid'dir. Kureyşlileriri en
güçlü ve en yakışıklı delikanhsıdır. Al, senin olsun. Yardım ve diyeti sana ait
olsun. Onu kendin için evlat edin. Buna karşılık, kardeşin oğlunu bize teslim
et. O ki, senin ve atalarının dinine muhalefet etmiş, kavminin topluluğundan
ayrılmış, bizim akıllarımızı yermiştir. Onu bize ver ki, öldürelim. Adama
karşılık adam veriyoruz sana!"
Ebu Talib dedi ki:
"Allah'a yemin ederim ki siz, benimle çok kötü bir pazarlık yapıyorsunuz!
Bu, ne biçim bir pazarlık? Oğlunuzu bana veriyorsunuz ki onu sizin için
besleyeyim, oğlumu da öldüresiniz diye size vereyim! Vallahi bu asla olmayacak
birşey!"
Mut'imb. Adiyb. Nevfel
b. Abdumenafb. Kusay dedi ki: "Allah'a andolsun ki Ey Ebu Talib, kavmin
sana insaflı davrandı. Hoşlanmadığın bir işten seni kurtarmaya gayret gösterdi.
Ama senin, onların bu tekliflerini kabul etmek istemediğini görüyorum."
Ebu Talib, Mut'im'e şu
cevabı verdi: "Allah'a and olsun ki, onlar bana insaflı davranmadılar.
Ama sen, beni yardımsız bırakmaya, kavmimin de bu hareketini, desteklemesini
istiyorsun. Öyleyse elinden geleni yap!" Düşmanlık öyle bir boyuta ulaştı
ki, millet birbirine karşı meydan okudu. O esnada Ebu Talib, özel olarak Müt'im
b. Adiy'ye, genel olarak da kendisini desteksiz bırakan Abdumenaf oğullarına ve
kendisine düşmanlık gösteren Kureyş kabilelerine tarizde bulunarak isteklerini
ve kabulü imkansız taleplerini anlatarak şöyle dedi:
"Bak Amr'a,
Velid'e ve Mut'im'e deyin ki,
Keşke sizin
ittifakınız içinde benim payıma bir deve yavrusu düşseydi.
Zayıf, küçük,
böğürmesi çok,
İdrar damlaları,
bacaklarına serpilir.
Gül arkasına geçer,
ama gelip katılmaz.
Çöl yolları
yükseldiğinde ve kendisine ada tavşam dendiğinde...
Ana baba bir, iki
kardeşinizi görüyorum ki,
Kendilerine
sorulduğunda iş başkalarının elindedir, derler.
Hayır, onların da
yetkileri vardır, ama onlar,
Dağ başından düşen
kaya parçası gibi düşmüş, itibar yitirmişler.
Özellikle Abdu'ş-Şems
ile Nevfel,
Ateş korunu atar gibi,
bizleri atmışlar.
İki kardeşini
kavimlerine gammazladılar.
Ama elleri bomboş
kaldı.
Namı bilinen babasız
insanlara, .
Şerefte ortak oldular
onlar.
Teym, Mahzura, Zühre
onlardandır.
Yardım istendiğinde
onlar, bizim taraflarımız olurlar.
Allah'a andolsun ki,
neslimizden bir tek kişi kaldığı müddetçe,
Aramızda sonu gelmeyen
bir düşmanlık devam edecektir." [5]
İbn îshak,
Kureyşlilerin daha sonra kendi aralarında, Rasûlullah'm ashabına ve onunla
birlikte Müslüman olan kimselere karşı birbirlerini kışkırtmaya başladıklarım
söyler. Her kabile, kendi içindeki Müslümanlara saldırdı, onlara eziyet etti.
Onları ^dinlerinden çevirmek için olanca gayreti gösterdi. Cenâb-ı Allah da
rasûlünü, amcası Ebu Talib vasıtasıyla onların eziyetlerine karşı korudu.
Kureyşlilerin, Haşim
oğullarıyla Abdülmuttalib oğulları arasındaki mü'minlere yaptıkları
işkenceleri gördüğünde Ebu Talib harekete geçerek Haşimoğullarıyla
Abdülmuttalib oğullarını, Rasûlullah'ı korumaya ve saldırıları ondan
uzaklaştırmaya davet etti. Bunlar da toplanıp bu davete icabet ettiler. Ancak
Allah düşmanı Ebu Leheb, bu davete icabet etmedi.
Ebu Talib, bu
çağrısına icabet ettikleri ve görüşüne muvafakat ettikleri, Rasûlullah'm
çevresinde toplanıp onu korumaya azmettikleri için Haşim oğullarıyla
Abdülmuttalib oğullarını övmeye ve bu gayreti devam ettirmeye teşvik ederek
şöyle bir şiir okudu:
"Kureyşliler,
övünülecek bir iş için bir toplanırlarsa, Abdumenaf, onun sırdaşı ve samimi
dostudur. Abdumenafın eşrafı ortaya çıkarsa,
Haşimoğullarında da,
onlardan daha şerefli ve daha kıdemliler vardır.
Bunlar bir gün
övünürlerse bilin ki Muhammed, Onların seçkini, sırdaşı ve kıymetlisidir.
Kureyşlilerin zayıf ve güçlü her adamı,
Bize karşı işbirliği
yaptı ama galip gelemedi,,düş kırıldığına uğradı. Biz, öteden beri zulmü kabul
edemeyiz. Eğilen boyunları doğrulturuz.
Hoşlanılmayan işleri
her gün engeller ve zayıfı koruruz; Ona taş atanların taşlarını geri çeviririz.
Kuruyan dallar bizimle
canlanır, ancak bizim omuz vermemizle sulanıp gelişmeye başlar." [6]
Bu bölüm, müşriklerin
Rasûlullah (s.a.v.)'a itirazlarda bulunmaları, hidayet ve doğru yolu bulma
maksadıyla değil de inatçılık maksadıyla çeşitli mucize ve harikaları ondan
talep ederek kendisini çıkmaza sokmaya çalışmalarından bahseder.
Bu sebepledir ki,
onların istedikleri birçok şeyler yerine getirilmedi. Zira yüce Allah
biliyorduki onlar, bu mucizeleri gözleriyle görüp müşahede etseler bile yine de
azgınlık ve taşkınlıklarını sürdürecek, sapıklıklarında bocalayıp
duracaklardır. Taşkınlık ve dalaletlerinin uçurumuna yuvarlanacaklardır.
Bununla ilgili olarak muhtelif ayet-i kerimelerde de şöyle buyrulmuştur:
"Eğer kendilerine
bîr mucize gelirse ona mutlaka inanacaklarına, olanca güçleriyle Allah'a yemin
ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah'ın katuıdadır." Hem bilir
misiniz o "mucize" gelmiş olsa da onlar yine inanmazlar?
Gönüllerini ve
gözlerim ters çeviririz, ilkin ona inanmadıkları gibi (sonra da inanmazlar) ve
bırakırız onları, azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
Biz onlara melekleri
indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına
getirseydik, Allah dilemedikten sonra yine de inanmazlardı; fakat çokları
bilmezler." (ei-En'âm,ı09-111.)
"Üzerlerine
Rabbinin (azab) kelimesi hak olanlar inanmazlar. Onlara bütün ayetler gelmiş
olsa bile, acı azabı görünceye kadar (inanmazlar)."(YÛnus, 96-97.)
"Bizi, ayetler
göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin yalanlamış olmasıdır. Semud'a açık bir
mucize olarak dişi deveyi verdik, o, zulmetmelerine sebep oldu. Biz o
mucizeleri, yalnız korkutmak için göndeririz." (el-Isrâ, 59.)
Dediler ki:
"Yerden bize bir göze ûşkırtmadıkça sana inanmayız!" Yahud senin
hurmalardan ve üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı, aralarından ırmaklar
fışkırtmaksın! Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin,
yahud Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahud altından bir evin
olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Mamafih sen bizim üzerimize, okuyacağımız bir
kitap indirmedikçe senin sadece göğe çıkmana da inanmayız!
De ki: Rabbimin şanı
yücedir. Ben, sadece elçi olarak gönderilen bir insan değil miyim?"
(ci-îsra, 90-93.)
Bu ve benzeri
ayetlerden, tefsirimizde söz ettik. Allah'a hamd olsun.
Yunus ve Ziyad, îbn
îshak'tan rivayet ederek dediler ki, îbn Abbas şöyle demiştir: Rureyş
eşrafından bazı kimseler -ravi bunların isimlerini de saymıştır- güneş
battıktan sonra Ka'be'nin damında toplanarak dediler ki: Muhammed'e haber
gönderelim de buraya gelsin. Kendisiyle konuşup tartışalım ve delil ileri
sürecek fırsatını bırakmayalım.
Ona şöyle bir mesaj
gönderdiler: Kavminin eşrafi seninle konuşmak için toplanmışlar, seni
bekliyorlar.
Rasûlullah (s.a.v.),
hemen yanlarına geldi. İslâm daveti hususunda kafalarında yeni bir fikir
belirdiğini zannediyordu. O da büyük bir arzu ile onların doğru yolu
bulmalarını istiyor, müşkilat çıkarmaları ağrına gidiyordu. Nihayet gelip
meclislerine oturdu. Dediler ki: "Ya Muham-med, seninle konuşup tartışmak
için sana haber gönderdik. Allah'a an-dolsun ki bizler, senin kavmine yaptığını
yapan başka bir Arap görmedik. Atalarımıza küfrettin. Dinimizi kötüledin.
Aklımızı yerdin. Tanrılarımıza küfrettin. Topluluğumuzu dağıttın. Yapmadığın
bir çirkinlik kalmadı. Eğer böyle yapmakla mal toplamak istiyorsan, mallarımızı
toplayıp sana verelim. İçimizde en zengin kişi sen ol.Eğer böyle yapmakla
şeref sahibi olmak istiyorsan, seni başımıza efendi yapalım. Hükümdar olmak
istiyorsan, seni başımıza hükümdar yapalım. Eğer bu söylediklerini, seni
tesiri altına alan habercinin (cin) sana getirmekte ise, seni tedavi etmek için
bütün mal varlığımızı sarf edelim ki, seni şifaya kavuşturalım,"
Rasûlullah (s.a.v.),
cevaben şöyle dedi: "Söylediğiniz hususlar, ben de mevcud değildir. Ben,
bu davet ile malınızı ele geçirmek için gelmedim. Aranızda şeref sahibi olmak,
başınıza hükümdar olarak geçmek için de bu davanın peşinde değilim. Ancak
Allah, beni size elçi olarak gönderdi. Bana bir kitap indirdi. Bana, uyaran ve
müjdeleyen bir kimse olmamı emretti. Ben de Rabbimin mesajını size ulaştırdım
ve size öğüt verdim. Eğer getirdiğim şeyleri benden kabul ederseniz bu, sizin
dünya ve ahiretteki kazancınız olur. Eğer bunları reddederseniz, Allah'ın benimle
sizin aranızda hükmünü vereceği zamana kadar sabrederim."
Dediler ki: 'Ta
Muhammed, eğer sana teklif ettiğimiz bu şeyleri kabul etmezsen, bilesin ki
insanlar arasında bizim kadar toprağı dar, memleketi küçük, malı az, geçimi
sıkıntılı olan başka kimseler yok. Seni bu davet ile gönderen Rabbinden,
yaşadığımız yerleri daraltmakta olan şu dağları bizden uzaklaştırmasını,
memleketimizi genişletmesini, topraklarımız üzerinde Şam ve Irak nehirleri
gibi nehirler akıtmasını, ölüp geçen atalarımızı diriltmesini, bu cümleden
olarak atalarımızdan biri olan Kusayy b. Kilab'ı da tekrar hayata döndürmesini
dile. Çünkü Kusayy, doğru sözlü bir ihtiyardı. Senin söylediğin sözlerin gerçek
mi, yoksa asılsız mı olduğunu ona soralım.. Eğer bu taleplerimizi yerine getirir
ve atalarımızı da diriltirsen, onlar senin söylediklerini tasdik ederlerse biz
de seni tasdik eder, böylece senin Allah katında itibarlı bir kimse olduğunu,
iddia ettiğin gibi seni elçi olarak gönderdiğini anlarız."
Rasûlullah (s.a.v.),
onlara şu cevabı verdi: "Ben, bununla gönderilmedim. Ben, bu davetim ile
Allah katandan size geldim. Benimle gönderilen dini size tebliğ ettim. Eğer
kabul ederseniz, bu sizin dünya ve ahi-retteki kazancınız olur. Eğer bunu
reddederseniz, Allah'ın benimle sizin aranızda hüküm vereceği zamana kadar
sabrederim!"
Dediler M: "Eğer
bu isteklerimizi yerine getirmezsen, bu davetin de, dinin de senin olsun. Bize
senin söylediklerini doğrulayacak bir meleği göndermesini Rabbinden dile. Senin
durumunu ona soralım. Sen de Rabbinden, bizim için bahçeler, hazineler, altın
ve gümüşten köşkler yaratmasını iste. Gördüğümüz gibi istediğin şeyler, artık
seni muhtaç etmesin. Çünkü sen, çarşı ve pazarlarda dolaşıyor, bizim gibi
geçim peşine düşüyorsun. Bu istediklerini sana versin ki, Rabbin katında iddia
ettiğin gibi bir peygamber olduğunu ve yüksek makam sahibi faziletli bir kimse
olduğunu bilelim."
Rasûlullah buyurdu ki:
"Ben, bunu yapacak değilim. Bunları, Rab-bimden isteyecek biri de değilim.
Ben, bununla gönderilmedim. Ama Allah, beni uyana ve müjdeleyici olarak
gönderdi. Eğer bu getirdiklerimi kabul ederseniz bu sizin dünya ve ahiretteki
kazananız olur. Eğer bunu reddederseniz, Allah'ın benimle sizin aranızda hüküm
vereceği zamana kadar sabrederim."
Dediler ki:
"îddia ettiğin gibi Rabbinin dilediği takdirde yapacak ise, üzerimize
semayı düşür. Bunu yapmadığın sürece, biz sana iman etmeyiz."
Rasûlullah (s.a.v.), buyurduki:
"Bu, Allah'a kalmış birşeydir. Eğer dilerse, bunu da yapar."
Dediler ki: "Ya
Muhammed! Rabbin bilmez miydi ki biz seninle oturacağız ve sana sorduklarımızı
soracağız ve senden istediklerimizi isteyeceğiz. Niçin bize vereceğin cevabı
sana öğretmedi ve seni dinlemediğimiz takdirde başımıza getireceği felaketi
sana bildirmedi? Duyduğumuza göre Yemame'de Rahman adında bir adam varmış.
Bunları sana, o öğretiyormuş. Allah'a andolsun ki biz o Rahman'a hiç
inanmayacağız, îşte ya Muhammed, sana her teklifi yaptık, ama sen hiçbirini
kabul etmedin. O lıâlde sana kötülük yaparsak, biz haklıyız. Allah'a and olsun
ki ya biz seni, ya sen bizi yok etmedikçe biz senden vazgeçmeyeceğiz."
Ku-reyş topluluğunun sözcüsü sözünü şöyle bitirdi:"Biz, meleklere taparız.
Zira melekler, Allah'ın kızlarıdır. Allah ile melekleri bir araya getirmezsen,
biz sana inanmayız."
Bunun üzerine Hz.
Peygamber, oradan kalkıp gitti. Halası Abdülmuttalib kızı Atike'nin oğlu
Abdullah b. Ümeyye b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzura da onunla beraber
kalkıp gitti. Yolda kendisine şöyle dedi: "Ey Muhammed! Kavminin sana
birçok teklifte bulunduğunu gördüm. Bununla beraber sen, hiçbirini kabul
etmedin. Sonra kendileri için senden bir takım şeyler istediler ki, onunla,
senin Allah nezdindeki mevkiini öğrenmiş olsunlar. Sen, onları da yapmadın.
Sonra onları korkuttuğun azaba hemen uğratmanı istediler. Allah'a yemin ederim
ki sen göklere bir merdiven kurup ve gözümün önünde o merdivenden çıkıp
açılmış bir kitap ile dönmedikçe ve seninle beraber gelen dört melek de senin
dediklerinin doğruluğuna şahadet etmedikçe, ben sana inanmayacağım. Allah'ın
adı hakkı için sen bunları da yapsan, senin hakkında ben kalbimde bir şüphe
taşıyacağım."
Rasûlullah (s.a.v.),
ondan da ayrılıp kavminden umduğunu göremediği, aksine kendisinden daha da
uzaklaştıklarını gördüğü için keder ve üzüntü içinde evine döndü.
Kureyş topluluğunun
bulunduğu meclis, zulüm, düşmanlık ve inad meclisi idi. Bu sebeple ilahî hikmet
ve Rabbani rahmet, isteklerine cevap verilmemesine hükmetti. Zira yüce Allah,
onların bu mucizeleri görmeleri halinde de iman etmeyeceklerini ve bu sebeple
de acil azaba uğrayacaklarını biliyordu.
îmam Ahmed b. Hanbel,
Osman b. Muhammed tarikiyle îbn Ab-bas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Mekkeliler, Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Safa tepesini kendileri için altın
madenine dönüştürmesini ve etraflarını kuşatmış olan dağları yürütüp
uzaklaştırmasını, böylece ziraat yapma imkanına kavuşturulmalarını
dilemişlerdi. Allah da rasûlüne şöyle cevap vermişti: "İstersen bu
dileklerim geciktiririm. İstersen de hemen yerine getiririm. Ama inkar
ederlerse, kendilerinden önceki ümmetleri yok ettiğim gibi kendilerini de yok
ederim."
Rasûlullah (s.a.v.):
"Hayır, bu isteklerinin geciktirilmesini isterim." dedi. Bunun üzerine
yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Bizi ayetler
göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin yalanlamış olmasıdır. Semud'a açık bir
mucize olarak dişi deveyi verdik, o, zulmetmelerine sebep oldu. Biz o ayetleri
(mucizeleri), yalnız korkutmak için göndeririz." (el-îsrâ, 59.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdurrahman vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Kureyşliler,
Peygamber (s.a.v.)'e: "Bizim için Safa tepesini altın madenine
dönüştürmesini Rabbinden iste ki, sana iman edelim."dediler.Peygamber (s.a.v.):
"Böyle yaparsa iman eder misiniz?" diye sorunca onlar, evet, dediler.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber, dua etti. Cebrail, ona gelip şöyle dedi: "Rabbin sana selam
söylüyor ve diyor ki: Eğer dilersen Safa tepesi onlar için altın madenine
dönüşür.Ama bundan sonra onlardan inkar eden olursa onu, âlemde hiç kimseye
yapmadığım bir azap ile azaplandırınm. Ama istersen onlar için, rahmet ve tevbe
kapısını açarım!"
Peygamber (s.a.v,):
"Hayır, tevbe ve rahmet kapısı açılsın." dedi.
îman Ahmed b. Hanbel
ile Tirmizî, Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Peygamber
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Aziz ve Celil
olan Rabbim, Mekke vadisini benim için altın madenine dönüştürmeyi bana teklif
etti. Ben de dedim ki: "Hayır, ya Rab! Bir gün doyar, bir gün aç kahrım.
Acıktığımda sana yalvarır ve seni zikrederim. Doyduğumda da sana hamdeder ve
şükrederim."
Muhammed b. İshak,
İkrime vasıtasıyla İbn Abbas'm şöyle elediğini rivayet eder: Kureyşliler, Nadr
b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt'ı Medine'deki Yahudi bilginlerine gönderdiler
ve şöyle dediler: O bilginlere Muhammed'i sorun. Onlara, Muhammed'in
özelliklerini anlatın. Onlar ilk kitap ehlidirler. Peygamberlerle ilgili olarak
bizde bulunmayan ilim onlarda vardır.
Nadr ile Ukbe, yola
çıkıp Medine'ye gittiler. Rasûluüah'ı, Yahudi' bilginlerinden sordular.
Niteliklerini onlara anlattılar. Bazı sözlerini de nakledip şöyle dediler:
"Siz, Tevrat ehlisiniz. Bu adamımız hakkında bize haberler vermeniz için
size geldik."
Yahudi bilginleri,
onlara şöyle dediler: "Gidin. Size söyleyeceğimiz üç şeyi Muhammed'e
sorun. Kğer bu sorularınızın cevabını size verirse, o Allah katından gönderilen
bir peygamberdir. Eğer cevabını veremezse bilin ki o kendi kafasına göre
konuşan yalancı bir kimsedir. Artık ona ne yapacağınızı siz bilirsiniz.
Kendisine geçmiş
zamanlarda, toplumlarından ayrılıp giden gençlerin durumunu (Ashab-ı Kehf)
sorun. Çünkü onlar hakkında hayret verici sözler vardır.
Ona, yerin doğularını
ve batılarını dolaşan adamın haberini sorun. Ruhun ne olduğunu da sorun.
Nadr ile Ukbe dönüp
Mekke'ye geldiler. Kureyşlilerin yanma vardıklarında şöyle dediler: "Ey
Kureyş topluluğu! Sizinle Muhammed'in arasındaki meseleyi halledecek şeylerle
size geldik. Yahudi âlimleri, ona üç soru sormamızı bize tavsiye ettiler."
Böyle diyerek durumu açıkladılar. Daha sonra Rasûlullah'm yanma gelip şöyle
dediler: "Ey Muhammed! Bize haber ver." diyerek sorularını kendisine
yönelttiler. Rasûlullah (s.a.v.)'da inşaallah demeksizin; "Bu
sorularınızın cevabını, yarın size bildiririm." dedi. Kureyşliler, yanından
ayrılıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), onbeş gece bekledi. Bu hususta kendisine
vahiy gelmedi. Cebrail de yanma uğramadı. Bunun üzerine Mekkeliler ortalığı
velveleye vermeye ve şöyle demeye başladılar: "Muhammed, bize yarın gelin
cevabını vereyim, dedi. Ama onbeş gün geçtiği halde bu hususta bize herhangi
birşey söylemedi. Sorularımızın cevabını vermedi!" Vahyin gecikmesi,
Rasûlullah'ı çok üzmüştür. Mekkelilerin bu sözleri de ağrına gitmişti. Sonra
Cebrail, Allah katından el-Kehf sûresini Rasûlullah'a getirdi. Ancak bu sûrede,
Kureyşlilerin söylediklerinden ötürü üzüldüğü için Peygamber kınanıyordu.
Bununla beraber Ashab-ı Kehf in durumu hakkında sorulan sorunun cevabı vardı.
Aynı zamanda yeryüzünün
doğularını ve
batılarını dolaşan adamın durumu da bu sûrede anlatılıyordu. Yüce Allah şöyle
buyurmuştu:
"Sana ruhtan
sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilimden pek az birşey
verilmiştir." (ei-lsrâ, 85.)
Tefsirimizde (İbn
Kesir), bu ayetin açıklamasından uzun uzadıya bahsettik. Bunu daha fazla
araştırmak isteyen, oraya müracaat edebilir.
Cenâb-ı Allah, şu
ayet-i kerimeyi de inzal buyurmuştu:
"Yoksa sen,
sadece Kehf ve Rakım sahiplerinin bizim şaşılacak ayetlerimizden olduklarını
mı sandın?"(el-Kehf,9.)
Sonra Cenâb-ı Allah,
onların sorularının cevabını detaylı olarak vermeye başlamış, arada parantez
cümlesi olarak da inşaallah demeyi Rasûlüne öğretmişti. İnşaallah kelimesi, işi
bir şarta bağlamak için değil de muhakkak yapmak manasında kullanmak için
söylenmelidir:
"Hiç birşey için
bunu yarın yapacağım, deme. Ancak Allah dilerse (yapacağım, de.) unuttuğun
zaman Rabbim an." (ei-Kchf, 23-24.)
Bundan sonra Hızır
kıssasıyla ilgili olduğu için Musa'nın kıssasını, ardı sıra da Zülkarneyn'in
kıssasına anlatarak şöyle buyurmuştur:
"Sana Zülkarneyn'den
soruyorlar. Deki: Size ondan bir ara okuyacağım." (el-Kehf, 83.)
Bundan sonra durumunu
açıklayıp haberim anlatmıştır.
Isrâ sûresinde de
şöyle buyrulmuştur:
"Sana ruhtan
sorarlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrindendir." (el-İsrâ,85.)
Yani ruh, Rabbimin hayret
verici yaratıklarından ve şaşılacak işlerindendir. Rabbim, ona ol demiş, o da
oluvermiştir. Allah'ın yarattığı her şeyin gerçeğine vakıf olamazsınız.
Allah'ın kudret ve hikmetine nis-betle ruhu tasvir etmeniz, aslında sizin için
çok zordur. Bunun için yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Size ilimden pek az
birşey verilmiştir" (ei-Isrâ, 85.)
Buharı veMüslim'in
sahihlerinde sabit olan rivayete göre Yahudiler, ruhu, Rasûlullah (s.a.v.)'a
Medine'de iken sormuşlar, o da onlara bu ayeti cevap olarak okumuştur.
Bu ayet, ya ikinci kez
nazil olmuş, ya da cevap olarak Hz. Peygamber tarafından -nüzulü daha evvel
olmakla birlikte- zikredilmiştir. Bu ayetin, İsrâ sûresinden ayrı olarak
Medine'de nazil olduğunu söyleyenlerin kavli tartışma götürür, doğrusunu Allah
bilir.
îbn İshak dedi ki: Ebu
Talib, Arap cemaatının kendi kavmi ile birlikte kendisine baskı yapmalarından
ve zarar vermelerinden korkunca, Mekke Harem'ine ve bu Harem'in Araplar
nezdindeki itibarına sığındığını ve içindeki cümleleriyle kavminin eşrafının sevgilerini
celbetmeye çalıştığı şu kasidesini okudu Bu kasidesinde Araplara; Rasûlullah'ı
kimseye teslim etmeyeceğini ölünceye kadar onu yardımsız bırakmayacağını ifade
etmişti. Şöyleki:
"Bu kavimde sevgi
bulunmadığını ve,
Bütün bağlarla
kulpları kestiklerini görünce,
Anladım ki, bize
açıkça düşmanlık ve eza etmektedirler.
Uzaklaştmcı düşmanın
emrine itaat etmişler.
Hayırsız bir kavimle,
bize barşı ittifak kurmuşlar,
Öfkelerinden, ardımız
sıra parmaklannı ısırmaktalar.
Ak ve kara günde
müsamaha göstererek,
Hükümdarlannın
mirasından ilişkimi kesip sabrettim.
Beytin yanında, aşiret
ve kardeşlerimi hazır tuttum.
Beytin Örtüsüne ve
kulplanna tütündüm.
Her suçsuzun yemin
ettiği yerde,
Ka'be'nin kapısına
yönelip dikildik.
îsaf ve Naile
putlarının yanında, sel yatağının bulunduğu yerde,
Yemenlilerin boyun
dibi veya ayaklan damgalı,
İtaatkar, sekiz dokuz
yaşındaki develerini çöktürdükleri yerde>
O develerin
boyunlanndaki boncuk ve ziynetler,
Hurma salkımh dallan
andınrlar.
Dil uzatanlann
tamamından, insanlann Rabbine sığınırım.
Bize kötülük yapmak
veya ısrarla batılı empoze etmek isteyen,
Bizi ayıplamak isteyen
düşmandan ve yapamayacağımız şeyleri,
Dinî hüküm olarak bize
yükleyenlere karşı,
Sevr dağına ve onun
yerine Sebir dağını yerleştirene,
Hira mağarasına çıkıp
inene,
Meklçe vadisindeki
beyte ve Allah'a sığınmm.
Çünkü Allah, habersiz
değildir.
Sabah akşam çevrilip
el ve yüz sürdüklerinde Hacer-i Esved'e,
İbrahim'in çıplak
ayakla bastığı,
Yumuşak kayadaki ayak
izine,
Safa Merve arasındaki
turlara,
Bu iki tepe arasındaki
suret ve heykellere,
Adak adayan, süvari ve
yaya,
Gelip beyti haccedene,
Karşılıklı su
derelerinin birleştiği Arafat'ın tepesine yöneldiklerinde,
Geceleyin dağın
üzerinde duruşlanna,
Ki elleriyle
develerinin göğsünü doğrulturlar.
Vakfe gecesine ve Mina'dan
inişe,
Bunlardan daha
hürmetli, daha yüksek bir makam var mıdır?
Müzdelife'yi süratli
develer, sağanak yağmurdan kaçarcasma açık gittiklerinde,
Büyük şeytanlara
yönelipte,
Başına taşlan
nrîattıklannda,
Kindeliler ki yatsı
vakti, çakıl taşlan topladıklarında,
Bekir b. Vail
kabilesinin hacıları yanlamıdan geçer.
Bu ikisi
müttefiktirler, ittifaklanna bağlıdırlar.
Münasebetlerini
bozmaya yanaşmazlar.
Dağlardaki muz
ağaçlarını ve diğer büyük ağaçlan, otlan hızlı deve
kuşlan gibi
parçalarlar.
Bunlardan başka
sığınacak kimse, içm sığınak var mı? Allah'tan sakınan kimse, sığındığı
takdirde kovulur mu? Bizde düşmanın emrine bile uyulur, Oysa bize karşı Terk ve
Kabul dağlarının kapılarının kapanması is-
Yalan söylediniz,
Ka'be'ye yemin olsun ki durumunuz istikrar bulmayacak.
Mekke'yi terkedip
göçeceğiz.
Yalan söylediniz,
Ka'be'ye yemin olsun ki, Muhammed'e mensubuz.
Onun uğruna savaşıp
mücadele veririz.
Çevresinde ölüp de
çocuklanmızdan ve kanlanmızdan,
Ayn düşmedikçe, onu
size teslim etmeyeceğiz.
Millet, demirleri
ellerine alıp size karşı,
Çıngıraklı develer
gibi saldıracaktır.
Öfkeli düşman darbe
yeyince,
Yalpalayarak yüzüstü
yere kapaklanacaktır.
Allah'ın hayatına and
olsun ki, gördüğüm şeyler ciddileştiğinde,
Kılıçlanmaz ağız ve
burunlannızı koparacaktır.
Ateş koru gibi bahadır
efendilerin elleriyle,
Hakikatin koruyucusu
kahraman ve güvenilir kardeşlerinizle,
Aylar, günler ve tam
bir yıl sonra,
Sıra bize gelecektir.
Irzı koruyan efendiyi,
hiçbir kavim terketmez.
Ancak ağzı bozuk ve
aciz kimseler, efendilerini terk ederler.
O nurludur, onun yüzü
suyu hürmetine yağmur yağması istenilir.
Yetimlerin koruyucusu,
dulların sığınağıdır.
Haşimoğullanndan helak
olmuş kişiler, ona sığınırlar.
Onlar, onun yanında
rahmet ve lütuf içredirler.
Ömrüme yemin olsun ki,
Esid ile Bikr bize düşman olduklan için,
Bizi yiyecek olanlara
takdim edip parçalamıştır.
Osman ile Kunfuz'da
bizim üzerimize çökmediler.
Ancak, o kabilelerin
emrine itaat ettiler,
Übey ile İbn Abde
itaat ettiler ki, onlara yardım edecek.
Ama bizim hakkımızda
konuşanlann sözlerine bakmadılar.
Nitekim Sübey5 ile
Nevfel'den de bazı şeyler gördük.
Bunların tamamı bizden
yüz çevirdiler, bize güzel davranmadılar.
Eğer varlıklı olurlar
ve Allah onlara imkan verirse,
Onlara ölçekçinin
ölçeği ile tartıp veririz.
İşte şu Ebu Amr ki
bize düşmanlıktan başka birşey yapmadı.
İyilik ve kötülük eden
kimselerle birlikte bizi sürgün etmek için bunları yaptı.
Her sabah ve akşam
bizimle fısıldaşır.
Ebu Amr, bizimle
gizlice konuşur ama hile yapar.
Allah'a and ederek
bize hile yapmadığını söyler.
Evet, görünürde onun
mütekebbir olmadığım müşahede ederiz.
Bize olan düşmanlığı,
ona yerdeki bütün tepeleri daralttı.
Mekke'nin Ahşebeyn
dağlarıyla dağ tepelerindeki köşkler de ona dar geldi.
Ebu Velid'e sor, bizim
için ne yarar sağladın?
Bizim hakkımızda
yaptığın çalışma ile yüz çevirdin, hilekar gibi,
Sen kendi görüş ve
rahmeti ile yaşanılan bir adamsın.
Bizi bilirsin, cahil
değilsin.
TJtbe, bize
düşmanlarımızın sözünü duyurmaz.
Onlar ki hasedçidir,
yalancıdır, kindardır, problemler çıkarırlar. ,
Ebu Süfyan, yüz
çevirerek yanımdan geçti.
Tıpkı büyük
hükümdarlar gibi, bana iltifat etmedi.
Necid'e ve oranın
soğuk sularına kaçar..
Sizden habersiz
olmadığımı zanneder.
Nasihat verir gibi,
bize haber veriyor.
Bizi sevdiğini,
acıdığını ve,
Musibetleri hoşlanılmayan
ş eyleri ,koğuculukları gizlediğini söylüyor.
Medet gününde seni
yardımsız bırakmamak ve yediren bir kimse midir?
Hayır, zorlu işler
anında da büyüklük yapan değildir.
Azılı düşmanlar sana
geldiği günde,
Dilbaz düşmanlara
karşı seni müdafaa eden de değildir.
Ey Mut'im! Kavmin sana
bir iş yüklediği zaman,
Bana yüklerlerse ben
kurtulamam.
Allah bizden,
Abdu'ş-Şems ile Nevfel'e,
Derhal ceza versin,
cezalarını geciktirmesin.
Adil terazi ile kıl
payı haksızlık etmeyen mizan ile,
Onun kendi nefsinden
şahidi vardır ki, ahde vefasızlık etmez.
Beni Half kabilesini,
biz ve Gaytala oğullarıyla değiştiren,
Kavmin aklı noksandır.
Biz, Haşimoğullarıyla
Kusay oğullarının,
İlk işlerinde umdeleri
ve büyükleriyiz.
Sehmoğullarıyla
Mahzuna oğullan, bize karşı düşman oldular.
Soysuz ve hırsız
kimseleri düşman kılıp bize karşı birleştiler.
Abdumenafoğulları, siz
kavminizin en hayırlılarısınız.
Çocuksu kimseleri
işinize, idarenize ortak etmeyin.
Hayatıma yemin olsun
ki, siz aciz kalıp zayıflaştınız.
Haktan ve doğrudan
uzak işler yaptınız.
Önceleri hep aynı
kazanın altına odun yığardınız.
Ama şimdi öyle
değilsiniz (ihtilafa düştünüz.),
Abdumenafoğulları bize
haksızlık etmeyi ve yardımsız bırakmayı,
Önemsiz saydı,bizi
esarette kendi halimize bıraktı,
Eğer biz bir kavim olursak,
yaptıklarınızın öcünü alırız.
Çünkü hakkınız
olmadan, develerimizin sütünü sağmıştımz (mallarımızı yağmalamıştımz.)
Kusayy'a bildir ki,
durumumuz etrafa yayılacaktır.
Kusayy'a bizden sonra
müjde ver M, kendisine yardım etmeyeceğiz.
Uzun bir gecede bela
kapışma geldiğinde,
Bize sığındığında onu
barınaklarımıza almıyacağız.
Evleri arasında vuruşu
doğru yapsalar.
Çocuklu kadınlar
yanında biz örnek oluruz.
Saydığımız her dost ve
yeğene gelince,
Ömrüme andolsun ki,
onların akıbetini yararlı görmedik.
Yalnız Kilab b. Mürre
kabilesinden bir topluluk,
Bize mensuptur ve bize
güçlük çıkarmazlar.
Kavmin yeğeni
yalanlayıcı olmasa, ne güzeldir.
Züheyr ki, kınsız bir
kılıçtır.
Her hayrı nefsinde
toplayan ve her kokudan daha güzel koku saçandır.
Şeref ve fazilet odağındaki
bir nesebe bağlıdır.
Ömrüme yemin olsun ki
ben, Ahmed'e tutkulu olmakla yükümlüyüm.
Mü'min kardeşlerine de
sürekli sevgi göstermekle yükümlüyüm.
Onun gibi insanlar
arasında ümit beslenilen kim vardır.
Fazilet yarışında
zorba hükümdarlar kendisine eza verdiğinde,
Yumuşak huyludur,
doğru yoldadır, adildir, zorba değildir
Bir tanrıya bağlıdır,
ondan gafil değildir.
Çalışması onurludur,
şerefli oğlu şereflidir.
Şeref mirası vardır,
bu sabittir» ondan ayrılmaz.
Kulların Rabbi yardım
ederek onu desteklemiştir.
Bir din ortaya
koymuştur, hakkı kaybolmayacaktır.
Allah'a andolsun ki
bana küfretmeselerdi, toplantılarda, meclislerde ihtiyarlara laf atılmasaydı.
Biz herhalde ona tâbi
olurduk, her zamanda bu tâbiiyetimizi ciddiyetle devam ettirirdik.
Bu, şaka bir söz
değildir.
Biliyorlar ki oğlumuz
Muhammed, bizim katımızda yalanlanmış değildir.
Batıl sözlerle ona
saldırılacak değildir.
Ahmed aramızda öyle
bir soydan gelmiştir ki,
Saldırganların
saldırısı, ona ulaşamaz.
Onu koruma yoluna
başımı koymuşum,
Develerin göğsü ve
hörgücü ile onu müdafaa etmişim."
İbn Hişam dedi ki; Bu
kasidenin bu kadarı, bana sahih yollarla ulaşmıştır. Şiirden anlayan bazı ilim
ehli kimseler ise, bunun büyük bir kısmını inkar ederler.
Ben de derim ki: Bu,
gerçekten beliğ ve şahaser bir kasidedir. Bunu ancak Ebu Talib gibi bir
şahsiyet söyleyebilir. Bu, Ka*be duvarına asılan muallakat-ı seb'adan daha
güçlü bir ifadeye sahiptir. İfade ettiği anlam bakımından da onlardan çok
üstündür. el-Ümevî de "Meğazi" adlı eserinde başka ilavelerde
bulunarak bunu uzun uzadıya nakletmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [7]
İbn İshak dedi ki:
Bundan sonra müşrikler, Müslüman olup Rasûlullah'a tâbi olan sahabelere
saldırdılar. Her kabile, kendi içindeki Müslümanlara sataştı, onları hapsedip
işkenceye tâbi tuttu, dayak attı, aç ve susuz bıraktı. Müşrikler, Müslümanları
sıcaklığın şiddetli olduğu bir zaman da Mekke'deki kızgın taşlar arasında
bıraktılar. Tabiî, güçsüz buldukları zayıf kimselere bu işkenceleri tatbik
edip onları dinlerinden çevirmeye çalıştılar. Kimi uğradığı şiddetli musibet
yüzünden dininde fitneye düşüyor, kimi bu uğurda asılıyor, ama Allah onları
koruyordu.
Nitekim Ebu Bekir'in
azad ettiği Bilal, Cumah oğullarının bir cariyesinden doğma bir köle idiAsıl
adı Bilal b. Rebah'tı. Anasının adı Ham-mame idi. Temiz kalpli, sağlam bir
Müslümandı. Ümeyye b. Halefin mülkiyetinde idi. Öğle sıcağında Ümeyye, onu
kızgın kumluklara götürür, büyük kaya parçalarını göğsünün üzerine koyar,
sonra ona şöyle derdi: "Allah'a andolsun ki ölünceye veya Muhammedi inkar
edip Lat ve Uzza'ya tapmcaya kadar bu halde kalacaksın!" O bu işkenceler
altında iken Bir! Bir! derdi.
îbn İshak dedi ki:
Hişam b.Urve, babasından rivayet ederek şöyle dedi: Varaka b. Nevfel, işkence
altında Bir! Bir!., diyen Bilal'e uğrar ve: "Evet, vallahi ey Bilal, bir
bir" derdi. Sonra Ümeyye b. Halef ile Bilal'e bu işkenceleri uygulayan
Cumah oğullarının bir kısım adamlarına da şöyle derdi: "Allah'a yemin
olsun ki siz bunu öldürürseniz ben de bunun mezarını ibadet yeri ve Allah'tan merhamet
dilenen bir yer yaparım."
Ben derim ki: Bazı
siyerciler, bu rivayeti imkansız görmüşlerdir. Çünkü: Varaka b. Nevfel,
bisetten sonra vuku bulan vahiy kesintisi döneminde vefat etmiştir. Müslüman
olan kimseler ise, el-Müddessir sûresinin nüzulünden sonra İslâm'a
girmişlerdir. Şu halde nasıl olurda Bilal işkence görürken, Var aka b. Nevfel
onun yanına uğramıştır? Bu, tartışma götüren bu husustur.
îbn İshak, daha sonra
işkence görmekte olan Bilal'e, Ebu Bekir'in uğrayışmı ve onu kendisine ait
siyahi bir köle karşılığında Ümeyye'den satın alarak azat edişini ve işkenceden
kurtarışını anlatır. Ayrıca Müslüman olan bazı köle ve cariyeleri de satın alıp
azat ettiğini de anlatmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bilal, Amir b.
Füheyre, Ümmü Ümeys (Zinnire). Zinnire'nin gözleri kör olmuş, sonra Cenâb-ı
Allah, ona şifa ihsan etmiş, gözleri açılmıştı.
Ebu Bekir'in satın
alıp hürriyetlerine kavuşturduğu cariyelerden biri de Nehdiye ile kızı idi.
Bunları Abdüddar oğullarından satın almıştı. Hanımefendileri, bu iki kadını
kendisine ait bir değirmeni çalıştırmaya göndermişti. Gönderirken onlara:
"Vallahi, sizi asla azat etmeyeceğim!" dediğim Ebu Bekir duymuştu.
Hanımefendilerinin yamna giderek: "Ey falanın annesi! Gel de şu yeminini
çöz." demişti. Hanımefendi de: "Nasıl çözerim? Bunlan yoldan çıkaran
sensin. Ancak azat etmem gerekir." dedi. Ebu Bekir: "Kaça azat
edersin?" diye sorunca o da bir miktar belirlemişti. Bunun üzerine Ebu
Bekir: "İşte ben onları satın aldım. Artık onlar hürdürler." Böyle
dedikten sonra o iki cariyeye yönelerek: "Öğüttüğünüz şeyleri
hanımefendinize iade edin." demişti. Onlar da: "Ey Ebu Bekir, işimizi
tamamlayalım, ondan sonra kendisine geri verelim." demişlerdi. Bunun
üzerine Ebu Bekir; "Dilerseniz böyle de yapabilirsiniz," demişti.
Ebu Bekir, Beni
Müemmil'in cariyesini de satın almıştı. Beni Mü-emmil, Beni Adiy oğullarına
bağlı bir kabile idi. O zamanlar henüz islâm'a girmemiş olan Hz.Ömer, İslâm'a
girdiği için bu cariyeyi döverdi.
ibn îshak, Ebu
Kuhafe'nin, oğlu Ebu Bekir'e şöyle dediğini rivayet eder: "Ey oğlum,
görüyorum ki sen güçsüz kimseleri azat ediyorsun. Eğer mutlaka böyle yapmak
istiyorsan, bari güçlü kimseleri azat et ki, sem korusun ve senin için fedailik
yapsınlar."
Ebu Bekir:
"Babacığım, benim amacım başkadır. Ben başka şeyler istiyorum." diye
cevap vermişti.
Anlatıldığına göre
babasının sözleri ile Ebu Bekir hakkında şu ayetler nazil olmuştur:
Kim verir, korunursa
ve en güzel sözü doğrularsa, ona en kolay (yolda gitmeyi) kolaylaştırırız"
(ei-Leyi,5-7.) '
Daha önce de anlatıldığı
gibi İmam Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace, İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir: Müslümanlıklarını ilk açığa vuranlar yedi kişidir: Rasûlullah
(s.a.v.)> Ebu Bekir, Ammar, Am-mar'ın annesi Sümeyye, Süheyb, Bilal ve
Mikdad.
Rasûlullah (s.a.v.)'ı,
Cenâb-ı Allah, amcası Ebu Talib vasıtasıyla korumuştu. Ebu Bekir'i ise kavmi
vasıtasıyla korumuştu. Diğer Müslümanlara gelince, müşrikler onları yakalamış,
onlara demir zırhlar giydirerek güneş sıcağı altında âdeta eritircesine
işkence çektirmişlerdi. Onlardan Bilal dışındakiler, müşriklerin isteklerini
yerine getirmişlerdi. Ancak Bilal, Allah yolunda kendi canını hiçe saymıştı.
Kavmini de Önemsememiş ti. Onu yakalamışlar, çocuklara teslim etmişler, Mekke
sokaklarında dol aştırmışlar di. Buna rağmen o yine de Bir!,. Bir!., diye
haykırıyordu.
İbn İshak dedi ki:
Mahzum oğulları, Müslüman bir aile fertleri olan Ammar'ı, babası Yasir'i ve
annesi Sümeyye'yi öğle sıcağında Mekke kumluklarına götürüp işkence ederlerdi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da - bana gelen rivayetlere göre- yanlarına gidip:
"Ey
Yasir..ailesi, sabredin. Buluşma yeriniz Cennet'tir." derdi.
Beyhakî, Hakim
tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), işkence
görmekte olan Ammar ile ailesinin yanma uğrayıp şöyle derdi:
"Ey Ammar ailesi,
ey Yasir ailesi, size müjdeler olsun! Sizin buluşma yeriniz Cennet'tir."
Amnıar'm annesini öldürmüşlerdi. İslâm'dan dönmesini telkin etmişlerse de o, bu
telkine asla kulak vermemişti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Veki' vasıtasıyla Mücahidin şöyle dediğini rivayet eder: İslâm'ın başlangıcında
verilen ilk şehit, Ammar'm annesi Sümeyye1 dir. Ebu Cehil onun kalbine bir
mızrak vurmuş ve şehit etmişti.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Müslümanlara karşı Kureyşlüeri kışkırtan müşrik Ebu Cehil, bir kimsenin Müslüman
olduğunu duyduğunda, eğer o Müslüman şerefli ve güçlü bir kimse ise, onu
kınayıp ayıplar ve şöyle derdi: "Senden daha iyi bir insan olan babanın
dinini bıraktın. Senin aklının kıtlığını söyleyecek ve görüşünü çürüteceğiz.
Şerefini de yok edeceğiz!"
Müslüman olan kişi,
eğer ticaretle uğraşan biri ise ona şöyle derdi: "Vallahi senin ticaretim
kesada uğratacağız. Malını yok edeceğiz!"
Müslüman olan kişi,
eğer zayıf ve güçsüz biri ise onu döver, başkalarını ona karşı kışkırtırdı.
Allah ona lanet etsin.
İbn îshak, Hakim b.
Cübeyr tarikiyle Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b.
Abbas'a: "Müşrikler, Rasûlullah'ın ashabına dinlerini terketmeleri
hususunda mazur sayılabilecekleri şekilde aşırı derecede eziyet etmişler
miydi?" diye sordum. O da şöyle cevap verdi: "Evet, vallahi
müşrikler, Müslümanlardan birine o kadar vururlar, aç ve susuz bırakırlardı ki,
o kendisine tatbik edilen işkencenin şiddetinden yerinde oturamaz hale gelirdi.
Nihayet o da, onların isteği olan "Lat ve Uzza, Allah'tan başka iki
tanrıdır." sözünü kendisi için fitne olmasına rağmen istemiyerek söylerdi.
Evet, çektiği aşın eziyetten kurtulmak için böyle
Ben de derim ki:
İşkenceye uğrayan bu gibi kimseler hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal
buyurmuştur:
"İnandıktan sonra
Allah'ı inkar eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde inkara zorlanan değil,
fakat küfre göğüs açan kimselere Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük
bir azap vardır." (cn-Nahi, ıoe.)
Bunlar uğradıkları
aşırı tahkir ve işkenceden Ötürü mazur sayılmışlardı. Cenâb-ı Allah, güç ve
kuvveti ile bizi bu tür işkencelerden korusun.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Muaviye tarikiyle Habbab b. Eret'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben
demirci idim. As b. Vail'den alacağım vardı. Ödeme yapması için yanma vardığımda
bana: "Allah'a yemin ederim ki, Muhammed'i inkar etmedikçe sana olan
borcumu ödemiyece-ğim." dedi. Ben de: "Hayır, vallahi sen ölüp de
sonra diriltilinceye kadar ben Muhammed'i inkar etmeyeceğim!" dedim. Bu
defa bana şu karşılığı verdi: "Ben ölüp de sonra dirildiğimde bana
gelirsen, o zaman benim malım ve evladım olacaktır. Ben de senin hakkını
öderim." Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Ayetlerimizi
inkar edip; "Bana mal ve evlad verilecek" diyen adamı gördün mü?
Gayba mı çıkıp baktı, yoksa Rahmanın huzurunda bir ahid mi aldı? Hayır, biz
onun dediğini yazacağız ve onun için azabı uzattıkça uzatacağız. O dediği (malı
ve evladı) na biz varis olacağız ve o, bize tek başına gelecek." (Meryem,
77-so.)
Buharî'nin rivayetinde
ise şöyle denmektedir: "Ben Mekke'de bir demirci idim. As b. Vail'e bir
kılıç yapmıştım. Alacağımı tahsil etmek için ona gittim....."
Buharî, Habbab'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.)'in yanma vardım. O, abasına
bürünmüştü. Ka'be'nin gölgesinde bulunuyordu. Biz, müşriklerden şiddetli
eziyetler görmüştük. "Bizim için Allah'a dua etmez misin?" diye
sordum. Kalkıp yerine oturdu. Yüzü kızarmıştı. Buyurdu ki:
"Sizden öncekiler
demir taraklarla taranarak etleri veya sinirleri kemiklerinden ayrılırda. Yine
de dinlerinden geri dönmezlerdi. Başlarının üzerine testere konur, ikiye
bölünürlerdi. Yine de dinlerinden geri dönmezlerdi. Allah, bu dini
tamamlayacaktır. Öyleki San'a'dan bir süvari yola çıkıp Hadramut'a kadar
gidecek, yolda iken sadece Aziz ve Ce-Ul olan Allah'tan korkacaktır."
Başka bir rivayette de
şu ilave vardır: "Ve koyununa kurdun saldırmasından başka bir korkusu
olmayacaktır." Diğer bir rivayette de şu ilave vardır: "Ama sizler,
acele ediyorsunuz."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Habbab'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Namaz kılarken şiddetli
sıcaklarda çektiğimiz eziyeti Rasûlullah'a şikayet ettik. Ama o, bu
şikayetimizi nazarı itibara almadı."
Said b. Vehb,
Habbâb'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Şiddetli sıcaklarda namaz
kılarken yüzümüzün ve avuçlarımızın acıdığını Rasûlullah'a arz edip şikayette
bulunduk. Ama o şikayetimizi nazarı itibara almadı."
Doğrusunu Allah bilir
ama anladığım kadarıyla sahabeler, şiddetli sıcaklarda müşriklerden çektikleri
eziyetleri ve yüz üstü yerde sürün-dürülmelerini Rasûlullah'a arz edip
şikayette bulunmuşlardı. Müşriklere beddua etmesini veya kendileri için
Allah'tan yardım dilemesini istemişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.)'da bunu
yapacağını onlara vaad etmiş ama hemen o anda gerekli dua ve bedduaları
yapmamıştı. Sonra da önceki milletlerin, kendilerinin maruz kaldıkları eza ve
cefalardan daha şiddetli eza ve cefalara maruz kaldıkları halde yine de
dinlerinden vazgeçmediklerini beyan buyurmuştu. Cenâb-ı Allah'ın, İslâm
davetini başa çıkaracağını, bütün belde ve ülkelerde üstün kılacağını, öyleki
San'a'dan yola çıkıp Hadramut'a giden bir yolcunun yolda iken sadece Aziz ve
Celil olan Allah'tan ve bir de koyunlarına karşı kurttan başka birşeyden
korkmayacağını müjdelemişti. Sonunda da: "Ama siz acele ediyorsunuz."
demişti.
Bu sebepledir ki
Habbab şöyle demiştir: "Şiddetli sıcaklarda namaz kılarken yüz ve
avuçlarımızın acıdığını Rasûlullah'a arz edip şikayette bulunduk ama o,
şikayetimizi nazarı itibara almadı." Yani o anda bizim için dua etmedi,
demiştir.
Öğleyin namazı, serinlik
gelinceye kadar ertelemenin caiz olmadığına, namaz kılan kimsenin avuç içini
yere değdirmesinin vacip olduğuna, bu hadisi delil gösteren kimselerin
görüşleri ihtilaf konusudur. Nitekim Şafii'nin iki kavlinden birisi, bu
doğrultudadır. Doğrusunu Allah bilir. [8]
îshak b. Raheveyh,
Abdürrezzak tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Velid b.
Muğire, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah ona Kur'ân okudu. Velid
biraz yumuşar gibi oldu.Ebu Cehil bundan haberdar oldu. Velid'in yanma gidip
şöyle dedi: "Amca, senin kavmin senin için biraz mal toplamak
istiyor." dedi. O da, niçin? diye sorunca Ebu Cehil şu cevabı verdi:
"Sana vermek için, çünkü sen Muham-med'e gitmiş ve ona meyletmiş
bulunuyorsun. Sana mal verecekler ki, bundan vazgeçesin."
Velid:
"Kureyşliler çok iyi bilirler ki, ben hepsinden daha zenginim." dedi.
Ebu Cehil: "O
halde onun hakkında Öyle birşey söyle ki, kavmin senin onu inkar ettiğini
bilsin." dedi.
Velid dedi ki:
"Ben onun hakkında ne söyleyeyim? Allah'a yemin ederim ki, içinizde
şiirleri benden daha iyi bilen, nazım ve nesirleri benden daha iyi anlayan ve
kahinlerin sözlerini daha çok işiten yoktur. Allah'a yemin ederim ki, onun
söyledikleri hiç birine benzemez. Allah'a yemin ederim ki, onun söylediği
sözde bir tatlılık var. Üstünde bir revnak ve güzellik var. Yukarısı
meyvelidir, aşağısı sağanak halinde yağan yağmurlar gibi gür ve iri tanelidir.
Hiç şüphe yok ki o, sonunda üstün çıkacak ve hiç birşey onu alt edemiyecektir.
Fakat o altındakileri ezecektir."
Ebu Cehil: "Sen
onun hakkında birşey söylemedikçe, senin kavmin senden razı olmayacaktır."
dedi.
Velid dedi ki:
"Öyle ise dur, biraz düşünüp taşmayım." Biraz düşündükten sonra
şöyle dedi: "Bu, sihirbazlardan öğrenilip rivayet edilen bir sihirden
başka birşey değildir. Muhammed, onu başkasından nakletmektedir." Bunun
üzerine şu ayetler nazil oldu:
"Benimle şu adamı
yalnız bırak M, ben onu tek olarak yarattım. Ona uzun boylu mal verdim. Göz
Önünde oğullar (verdim)." (ei-Müddessir,n-i3.)
Beyhakî, bunu
Hakim'den bu şekilde rivayet etmiştir. Mekke'de yaşayan Abdullah b. Muhammed
es-San'anî'nin îkrime'den mürsel olarak yaptığı rivayete göre Velid b. Muğire,
bu konuşma esnasında Ebu Ce-nil'e şu ayeti okumuştur:
"Allah şüphesiz
adale ti,iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder, hayasızlığı, fenalığı ve
haddi aşmayı yasak eder. Tutasımz diye size
ÖğÜt Verir,"
(en-Nahl, 90.)
Beyhakî, Hakim
tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Hac mevsimi geldiğinde Velid
b. Muğire, Kureyşli bir kaç kişiyle bir araya gelip toplantı yaptı. Velid,
onlar arasında en yaşla olan kimse idi. Şöyle dedi: "Artık Arap
ziyaretçiler size geleceklerdir. Adamınız Muham-medin durumunu da duymuşlardır.
Gelin, onun hakkında tek bir görüşte karar kılalım. Yabancılara farklı şeyler
söylemiyelim. Birbirimizi yalanlayacak ifadeler kullanmıyalım. Birbirimizin
sözlerini red etmeyelim." Bunun üzerine onlar:
"Ey Eba Abdi
Şems! Bize söyle, bizim için bir görüş belirle, ona uyalım." dediler.
"Hayır, siz
söyleyin ben dinliyeyim." dedi. Onlar: "Muhammed, kahindir,
diyelim." dediler.
Velid dedi ki: "O
kahin değildir. Çünkü ben kahinleri gördüm. Onun söylediği sözler
kahinlerinkine benzememektedir."
Deli olduğunu
söyleyelim, de diler.
Velid, dedi ki:
"O deli değildir. Biz deliliği görüp biliriz. Deliler gibi boğulup sıkıntı
çekmiyor, vesvese görmüyor."
Onun şair olduğunu
söyleyelim, dediler.
Velid dedi ki: O şair
değildir. Biz şiiri receziyle, hecesiyle, karizi, makbuzu ve mebsutu ile
bilmekteyiz. Her çeşidini biliriz. Onun söyledikleri şiir de değildir."
"Onun sihirbaz
olduğunu söyleyelim." dediler.
Velid dedi ki: "O
sihirbaz da değildir. Sihirbazları ve sihirlerini gördük. O, onlar gibi
düğümlere de üflemiyor."
Öyleyse onun için ne
diyelim. Ey Eba Abdi Şems? diye sordular. ' Velid dedi ki: "Allah'a yemin
ederim ki, onun sözünde bir tatlılık vardır. Kökü hurma ağacı gibi, dalı da
meyvelidir. Onun hakkında bu söyleyeceklerinizden herhangi birini söylerseniz,
sözünüzün batıl ve asılsız olduğu hemen anlaşılır. Ama her halde onun hakkında
söyleyeceğiniz en uygun şey, onun sihirbaz olduğunu söylemeniz olacaktır. Onun
sihirbaz olduğunu, kişiyi dininden ayırdığını, kişi ile babasını, kişi ile
eşi-ni,kişi ile kardeşini, kişi ile aşiretini birbirinden kopardığını söylersiniz."
Bu söz üzerinde karar kılarak meclisten ayrılıp gittiler. Artık hac mevsimi
geldiğinde hacca gelen kimselerin yanma gidiyorlar, her kimin yanma varırlarsa,
mutlaka onu Rasûlullah'tan sakındırıp durumunu anlatıyorlardı.
Cenâb-ı Allah,Velid b.
Muğire hakkında şu ayetleri inzal buyurdu:
"Benimle şu adamı
yalnız bırak ki, ben onu tek olarak yarattım. Ona boylu mal verdim. Göz önünde oğullar
(verdim.)" (ei-Müddessir, 11-13.)
ıakkında da yüce Allah,
şu ayeti inzal buyurdu:
"Rabbin hakkı
için biz onların hepsine mutlaka soracağız, yaptıkları şeylerden."
(e)-Hicr,92-93.)
Ben de derim ki: Bu
hususta yüce Allah, onların cahilliklerini ve akıllarının kıtlığını haber
vererek şöyle buyurmuştur:
"Hayır, dediler,
(bu) karmakarışık hayallerdir; hayır onu uydurmuş; hayır o şairdir. (Eğer
gerçekten peygamberse) bize öncekilerin gönderildikleri gibi, o da bir mucize
getirsin." (ei-Enbiyâ, 5.)
Bu hususta ne
diyeceklerini bilemediler, şaşırdılar. Söyledikleri her şey batıldı. Çünkü hak
çizgisinin dışına çıkan kimse, her ne söylerse hata yapar. Yüce Allah buyurdu
ki:
"Bak nasıl
misallar verdiler de şaştılar. Artık bir daha yolu bulamazlar." (el-Isra,
48.)
İmam Abd b. Hümeyd,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir gün
Kureyşliler toplanıp; "Bakın, içinizde kim daha çok büyücü, kahin ve şair
ise> aramıza ikilik sokan, işimizi darmadağın eden ve bizim dinimizi yeren
şu adama (Muhammed'e) gidip kendisiyle konuşsun ve ona gereken cevabı versin."
dediler. Ve bu iş için: "Biz, Utbe b. Re-bia'dan daha becerikli bir kimse
bilmiyoruz." deyip onu gönderdiler. Utbe de Hz. Peygamber'e gelip:
- Ey Muhammed! Sen mi
iyisin, yoksa Abdullah mı? Sen mi iyisin yoksa Abdülmuttalib mi? diye sordu.
Peygamber sustu. Utbe:
- Eğer bunlar senden
iyi kimseler ise, onlar senin yerip ayıpladığın tanrılara tapınışlardır. Yok
eğer sen onlardan iyi isen o zaman söyle, seni dinleyelim. Allah'a yemin
ederim ki, hiçbir milletin sevip yetiştirdiği bir evladı, senin kadar kendi
mileti hakkında uğursuz olmamıştır. Aramıza ikilik soktun, işimizi alt-üst
edip bizi darmadağın ettin. Dinimizi ayıpladın. Bizi Araplar içinde rezil rüsva
ettin. Bugün Kureyş kabilesinden bir büyücü, bir kahin türemiştir,
denilmektedir. Allah'a yemin ederim ki, nerede ise gebe kadının çığhk atışı
gibi bir çığlık atılacak ve sonra birbirimize kılıçlarla girişip birbirimizin
kökünü kesecek duruma gelmiş bulunuyoruz. Be adam! Sen ne istiyorsun? Eğer
senin bir ihtiyacın varsa, söyle de Kureyşlilerin en zengini oluncaya kadar
sana mal toplayalım. Eğer sen şehvet düşkünü bir kimse isen, Kureyş
kabilesinin hangi kızlarını beğeniyorsan seni onlardan on tanesiyle
evlendirelim.
Hz. Peygamber
(s.a.v.):
- Sözün bitti mi?
Utbe, evet deyince
Rasûlullah:
- "Bismillâhirrahmânirrahîm.
Hâ-mîm. Bu, Rahman ve Rahim'den indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri
açıklanmış, Arapça okunan bir kitaptır." mealinde Fussilet sûresinin ilk
ayetlerinden başlayarak;
"Eğer yüz
çevirirlerse de ki: Ad ve Semud'un başına düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma
karşı uyardım." mealindeki on üçüncü ayetine kadar okudu. Utbe;
- Bu okuduğun yeter,
sende bundan başka birşey var mı? diye sordu. Hz. Peygamber, hayır deyince
kalkıp Kureyş kabilesinin yanma döndü. Kureyşliler ona:
- Ne haber? diye
sordular.
Utbe: "Kendisine
söyleyeceğinizi tahmin ettiğim her şeyi söyledim." dedi.
- Sana bir cevap
vermedi mi? diye sordular.
Utbe: "Evet,
fakat Ka'be'yi ibadete diken Allah'a yemin ederim ki -Ad ve Semud kavimlerini
çarpan yıldırım gibi size de bir azabın gelip çarpacağını hatırlatırım-
sözünden başka kendisinden birşey anlayamadım." dedi.
- Yazıklar olsun sana!
Adam seninle Arapça konuşuyor ve sen ne dediğini anlayamıyorsun, dediler.
Utbe: "Vallahi
yıldırım çarpmasından başka birşey anlayamadım." dedi."
Beyhakî ile başkaları
da bu hadisi, Hakimden nakletmişlerdir. Fakat onların naklinde:
"Eğer bize baş
olmak istiyorsan sana bayraklarımızı bağlarız. Sağ kaldığın müddetçe başımızda
kalırsın." ilavesi vardır. Ayrıca bunda Hz. Peygamber: "Eğer yüz çevirirlerse
de ki: Ben sizi Ad ve Semud'un başına düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma karşı
uyardım." mealindeki ayet-i kerimeyi okuyunca Utbe, eliyle Hz.
Peygamberin ağzını tutup:
- Allah aşkına sus!
dedi ve artık Kureyşlüerin yanma gitmeyerek kendi evine dönüp kapandı.
Ebu Cehil de:
- Ey Kureyş topluluğu!
Öyle sanıyorum ki Utbe de Muhammed'in dinine girdi. Her halde Muhammedin yemeği
hoşuna gitti, bu da kendisinin yoksul olmasındandır. Kalkın ona gidelim, dedi
ve hep beraber Ut-be'ye gittiler.
Ebu Cehil, Utbe'ye:
- Biz sana Muhammed'in
dinine girdiğin ve işini beğendiğin için geldik. Eğer senin bir ihtiyacın
varsa, seni zengin edecek kadar aramızda mal toplayabiliriz, dedi.
Bunun üzerine Utbe
kızdı ve:
- Allah'a yemin ederim
ki, bundan böyle Muhammed ile konuşmayacağım. Bilirsiniz ki ben, Kureyşlilerin
çoğundan zenginim. Fakat ben ona gittim ve her şeyi söyledim. O bana öyle
birşey ile cevap verdi ki, ne şiir, ne sihir ne de kehanetti. Bana: "Eğer
yüz çevirirlerse, de ki: Ben sizi
.Ad ve Semud'un başına
düşen yıldırım gibi, bir yıldırıma karşı uyardım." şeklinde birşey okudu.
"Doğrusu ben korktum ve ağzını tutup Allah aşkına sus! dedim. Zira
biliyorsunuz ki, Muhammed birşey söylediği zaman yalan söylemez. Gerçekten
başıma azap geleceğinden korktum, dedi." diye bir ziyadelik daha vardır.
Beyhakî, Muhammed b.
Ka'b'm şöyle dediğini de rivayet eder: Yumuşak huylu ve efendi bir kimse olan
Utbe b. Rebia, günün birinde Kureyş meclisinde oturmakta idi. Rasûlüllah
(s.a.v.)'da yalnız başına Mes-cid-i Haram'da bulunmakta imiş. Utbe,
meclisindeki adamlara:
- Ey Kureyş topluluğu!
Şu adama gidip te bazı tekliflerde bulunayım mı? Belki tekliflerimin bir
kısmını kabul eder de bize sataşmaktan vazgeçer, dedi.
- Olur ya Eba Velid,
dediler.
Utbe kalkıp
Rasûlullah'm yanına gitti, onunla konuşmaya başladı. Mal, mülk ve diğer şeyleri
teklif etti. Ziyad b. Ishak'a göre Utbe dedi ki:
- Ey Kureyş topluluğu!
Gidip Muhammed'le konuşayım ve bazı tekliflerde bulunayım mı? Belki bu
tekliflerimin bazısını kabul eder, kendisine birşeyler veririz de bize
sataşmaktan vazgeçer.
Hz. Hamza'nın Müslüman
olduğu ve Rasûlullah'm sahabelerinin günden güne çoğaldığını gördükleri zamanda
Kureyşliler böyle konuşmuşlardı. Utbe'nin teklifini kabul ederek:
- Olur ya Eba Velid.
Git de onunla konuş, dediler Utbe kalkıp Rasûlullah'm yanma gitti ve ona şöyle
dedi:
- Ey kardeşimin oğlu!
Sen bizim içimizde ailece en üstünümüzsün. Bizde senin yerin büyüktür. Bununla
beraber sen, kavminin başını öyle bir derde soktun M, hiçbir kimse kavmini
böyle bir derde sokmamıştır. Topluluğumuzu dağıttın. Akıllarımızı yerdin.
Tanrılarımızı kötüledin. Dinimize küfrettin. Maziye kulak ver. Sana bazı
tekliflerde bulunacağım. İyi düşün. Belki bunların bir kısmım kabul
edebilirsin.
Rasûlüllah (s.a.v.):
- Seni dinliyorum ya
Eba Velid, dedi. Utbe:.
- Ey kardeşimin oğlu!
Eğer sen bu davanla mal ve servet sahibi olmak istiyorsan, ben üzerime alırım.
Sana mal toplayıp verir ve seni en zenginimiz yaparız. Eğer şeref ve büyüklük
istiyorsan, biz sana öyle bir paye vereceğiz ki, kavmin içinde senden daha
şeref sahibi ve büyük bir kimse bulunmayacaktır. Sensiz hiçbir işe karar
vermeyeceğiz. Eğer bu davanla hükümdarlık istiyorsan, seni başımıza hükümdar
yaparız. Eğer bu cinlerin sana dokunmasından dolayı sende baş gösteren bir hastalık
ise ve bu hastalıktan kurtulmaya gücün yetmiyorsa, bütün mallarımızı seni
tedavi etmek yolunda harcamaya hazırız, dedi.
Utbe sözlerini
tamamlayınca Rasûlüllah (s.a.v.), ona: "Sözünü tamamladın mı ya Eba
Velid?" diye sordu. O da evet, deyince Rasûlullah: "Bana kulak
ver." dedi. O da olur, deyince Rasûlullah (s.a.v.) şu ayetleri okumaya
başladı:
"Hâ, mîm. Bu,
Rahman, Rahim'den indirilmiştir. Bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış,
Arapça okunan bir kitaptır. "Hz. Peyamber, ayetleri okumaya devam etti.
Utbe okunan ayetleri dinleyince iyice anlayabilmek için elini arkasına koyup
yaslandı.Nihayet Rasûlullah'da secde ayetine ulaşınca secde etti. Sonra:
- İşittin mi ya Eba
Velid? diye sordu. O, evet deyince Rasûlullah:
- İşte sen ve bu
ayetler! Var düşün, kararım ver, dedi. Sonra Utbe oradan kalkıp arkadaşlarının
yanma gitti. Onun geldiğini görünce birbirlerine: "Allah'a yemin ederiz
ki Ebu Velid (Utbe) gittiği yüzden başka bir yüzle bize dönmektedir."
dediler. Utbe gelip yanlarına oturunca:
- Ne haber ey Eba Velid?
diye sordular. O da şöyle cevap verdi:
- Allah'a yemin ederim
ki, bugüne kadar benzerini işitmediğim bir söz işittim. Allah'a andolsun ki, o
söz, ne şiirdir ne de kehanettir. Ey Ku-reyş topluluğu! Bana itaat edin. Adamı
da kendi haline bırakın. Ona ilişmeyin. Allah'a andolsun ki, kendisinden
duyduğum sözler bir haberdir. Hem de önemli bir haber! Onu, diğer Araplarla
başbaşa bırakın. Eğer o, onları yenerse onun üstünlük ve galibiyeti sizin için
de üstünlük ve galibiyet olacaktır. Ve eğer onlar onu yenerlerse hiç birinizin
burnu kanamadan onun şerrinden kurtulmuş olursunuz. Ama o üstün gelirse, onun
üstün gelmesi sizin üstün gelmeniz demek olacaktır. Ve onun sayesinde
insanların en mesudları siz olacaksınız!
Kureyşliler:
"Vallahi ey Eba Velid, Muhammed diliyle seni de büyülemiş!" dediler.
O da şu cevabı verdi:
- Bu sizin
görüşünüzdür. Dilediğinizi yapabilirsiniz.
Beyhakî, Ebu Muhammed
Abdullah tarikiyle İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.)
Efendimiz, Utbe b. Rebia'ya: "Hâ, mîm. Bu, Rahman, Rahim 'den
indirilmiştir." ayetini okuyunca Utbe,arkadaşlarının yanma dönerek şöyle
demişti:
"Ey kavmim! Bugün
bana bu hususta itaat edin. Ama bundan sonra isterseniz isyan edin. Allah'a
andolsun ki bu adamdan (Muhammed1 den) öyle bir söz işittim ki daha önce
kulaklarım, onun gibi bir söz işitmiş değildir. Ona ne cevap vereceğimi
bilemedim."
Bu hadis, bu yönü ile
gerçekten gariptir.
Beyhakî, Hakim
vasıtasıyla Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bana anlatıldığına göre Ebu
Cehil, Ebu Süfyan ve Ahnes b. Şurayk, Rasûlullah'dan Kur5 ân dinlemek için bir
gece evlerinden çıkıp hane-i risaletin yanına gitmişlerdi. O gece Rasûlullah
evinde namaz kılmaktaydı. Her biri ondan Kur'ân dinlemek için bir yere
yerleşmişti. Ama birbirlerinin orada olduklarından habersiz idiler. Kur'ân
dinlemek için geceyi orada geçirdiler. Sabah olup tan yeri âğannca oradan
ayrılıp evlerine gittiler. Giderken yolda karşılaştılar. Birbirlerini
ayıplayarak: "Artık bir daha böyle birşey yapmayalım. Eğer beyinsiz ve
cahillerimiz bizi görürlerse, bu hususta kalblerine şüphe düşer." dediler.
Sonra da ayrılıp evlerine gittiler.
Ertesi gece yine
herkes eski yerine, gelip oturdu ve geceyi Rasûlullah'tan Kur'ân dinleyerek
geçirdi. Sabahleyin şafakla oradan ayrılıp evlerine giderlerken yolda
birbirlerine rastladılar. Yine önceki gece gibi birbirlerini ayıplayarak
ayrılıp evlerine gittiler.
Üçüncü gece yine gelip
yerlerine oturdular. Ve geceyi Rasûlullah'tan Kur'ân dinleyerek geçirdiler.
Sabahleyin fecir doğduğunda oradan ayrılıp evlerine giderlerken yolda
birbirleriyle karşılaştılar. Ve birbirlerine: "Artık bir birimize buraya
tekrar dönmeyeceğimize dair kesin söz vermedikçe buradan ayrılmayacağız."
dediler. Bu hususta birbirlerine kesin söz verdikten sonra ayrılıp evlerine
gittiler.
Ahnes b. Şurayk bir
sabah değneğini eline alarak Ebu Süfyan'ın evine gitti ve ona: "Ey Eba
Hanzele! Muhammed1 den duyduğun şeyler hakkında neler düşündüğünü bana
anlat." dedi. Ebu Süfyan, ona: "Ey Eba Salebe! Allah'a yemin olsun ki
ondan duyduğum bazı şeylerin manasını anladım. Bazı şeylerin manasını
anlayamadım." dedi. Ahnes de: "Vallahi ben de aynı durumdayım."
diye karşılık verdi. Sonra Ebu Süfyan'ın yanından ayrılıp Ebu Cehil'in evine
gitti. İçeri girip ona: "Ey Eba Hakem! Muhammed1 den duyduğun şeyler
hakkında neler düşünüyorsun?" diye sordu.Ebu Cehil de şu cevabı verdi:
"Ne dinlemiş
olabilirim ki ondan? Biz Abdumenaf oğulları ile şeref hususunda çekiştik. Onlar
yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar başkalarının yükünü kaldırdılar, biz
de kaldırdık. Onlar başkalarına bağışta bulundular, biz de bulunduk. Öyle ki
rahvan atlar gibi diz üstü çöküp yarışa hazır vaziyete geldik. Birbirimize
meydan okuduk. Şimdi onlar diyorlar ki, bizde bir peygamber var. Gökten ona
vahiy geliyor! Biz buna nasıl ulaşabiliriz? Allah'a yemin ederim ki ben, o
peygamberi asla dinlemeyecek ve tasdik etmeyeceğim!"
Bunun üzerine Ahnes b.
Şurayk, Ebu Cehü'in yanından kalkıp gitti.
Beyhakî, Muğire b.
Şube'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıdığım ilk günde
ben ve Ebu Cehil b. Hişam, Mekke sokaklarının birinde yürümekteydik.
Rasûlullah'la karşılaştığımızda, Ebu Ce-nil'e şöyle dedi: "Ey Ebu Cehil,
Allah'a ve Rasûlüne gel. Seni Allah'a davet ediyorum."
Ebu Cehil, ona şöyle
karşılık verdi: 'Ta Muhammed! Sen bizim tanrılarımıza küfretmekten
vazgeçmeyecek misin? Senin daveti tebliğ ettiğine şahadet etmemizi mi
istiyorsun? Senin tebliğ ettiğine şahadet ediyoruz. Ancak Allah'a andolsun ki,
söylediğin şeylerin gerçek olduğunu bilseydim sana tâbi olurdum."
Rasûlullah (s.a.v,),
oradan geçip gitti. Ebu Cehil dönüp bana şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki
söylediği şeylerin gerçek olduğunu biliyorum. Ama ona tâbi olmaktan beni
engelleyen birşey vardır. Kusayy oğullları dediler ki; "Ka'be'nin
perdedarlığı bizdedir."
Biz de, evet, dedik.
Sonra onlar; "Hacılara su dağıtma görevi bizdedir." dediler. Biz de,
evet, dedik. Sonra onlar; "Darü'n-Nedve idaresi bizdedir." dediler.
Biz de, evet, dedik. Sonra onlar millete yemek yedirdiler, biz de yedirdik.
Öyleki artık birbirimizle yarışıp birbirimize meydan okumaya başladık. Onlar:
"Bizden bir peygamber var." dediler. Vallahi işte ben, bunu kabul
etmem.
Beyhakî, Ebu îshak'tan
şöyle bir rivayette bulundu: Peygamber (s.a.v.), oturmakta olan Ebu Cehil ile
Ebu Süfyan'a uğradı. Ebu Cehil: "Ey Abdu'ş-Şems oğullan, işte
peygamberiniz budur." dedi.
Ebu Süfyan da:
"Bizden birinin peygamber olmasına şaşıyor musun? Bizden daha aşağı ve
kalabalığı bizden daha az olan kabilelerden bile peygamber çıkmıştır."
dedi
Ebu Cehil:
"Yaşlılar dururken bir gencin peygamber olarak ortaya çıkmasına
şaşıyorum!" dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da
onları dinliyordu. Yani arına gelip şöyle dedi: "Sana gelince ey Ebu
Süfyan! Sen, Allah ve Rasûlunün rızası için Ebu Cehil'e kızmadın. Aksine sen,
aşiretçilik gayretine kapılarak ona kızdın. Sen ise ey Ebu Cehil! Allah'a
yemin ederim ki siz çok az gülecek, çok ağlayacaksınız."
Ebu Cehil: "Ey
kardeşim oğlu! Şu peygamberliğin sebebiyle beni ne kötü tehdit ediyorsun!"
dedi.
Bu hadis, bu bakımdan
mürseldir ve ifadelerinde gariplik vardır. Cenâb-ı Allah, Ebu Cehil ve
emsallerinin söylediklerini şu ayette haber vermiştir:
"Seni gördükleri
zaman, mutlaka seni eğlence konusu yapıyorlar: "Allah bunu mu elçi
göndermiş? Eğer biz tanrılarımıza tapmakta İsrar etmeseydik, neredeyse bizi
tanrılarımızdan saptıracaktı." (diyorlar). Azabı gördükleri zaman kimin
yolunun sapık olduğunu bileceklerdir."
(el-Furkân, 41-42.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hüseym tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.),
Mekke'de gizlenmekte iken şu ayet nazil oldu:
"Namazında pek
bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut."
(ei-Isrâ, ııo.)
Rasûlullah (s.a.v.),
ashabına namaz kıldırırken yüksek sesle Kur'ân okurdu. Müşrikler onu işitince,
Kur'ân'a, Kur'ân'ı indirene ve getirene küfretmeye başladılar. Bunun üzerine
yüce Allahjpeygamberine: "Namazında pek bağırma." dedi. Yani namazda
Kur'ân okurken yüksek sesle okuma ki müşrikler duymasın ve Kur'ân'a
küfretmesinler. "Pek de (sesini) gizleme." Sesini, ashabına
duymayacak şekilde alçaltına. Kur'ân'ı çok gizlice okuma. Senden
duyabilecekleri kadar seslice oku: "Bu ikisinin arasında bir yol
tut."
Buharî ve Müslim, bunu
bu şekilde Ebu Bişr Cafer b. Ebi Hayye'den rivayet etmişlerdir.
Muhammed b. îshak,
Davud b. Husayn tarikiyle İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), namaz kıldırırken Kur'ân'ı yüksek sesle okuyunca etrafından
dağıldılar ve onu dinlemek istemediler. Çünkü bir adam Rasûlullah'm namaz
kılarken okuduğu ayetleri dinlemek istediği takdirde, müşriklerin korkusundan
açıkça onu dinlemeye cesaret edemezdi. Onu dinlerken gördüklerini anlarsa
kendisine eziyet edecekleri korkusuyla dinlemeden çekip giderdi. Ama Rasûlullah
sessizce okuduğu takdirde onu dinlemek isteyenler, okunan ayetleri
işitemezlerdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Namazında pek bağırma (yoksa senin yanından dağılıp giderler.) Pek
de(sesini) gizleme. (O zaman dinlemek isteyen kimse okuduğun ayetleri işitemez.
Biraz seslice oku, belki o, duyduğu ayetlerin bir kısmına riayet edip
yararlanır.) Bu ikisinin arasında bir yol tut."[9]
Müşriklerin, güçsüz
mü'minlere yaptıkları eziyetler, şiddetli dayaklar ve ağır tahkirler gibi
muamelelerle ilgili açıklamalar, daha önceki sayfalarda verilmişti. Onur ve
üstünlük sahibi yüce Allah, Rasûlünü amcası Ebu Talib vasıtasıyla müşriklerin
eziyetlerine karşı korumuştu. Bununla ilgili açıklama da daha önce verilmişti.
Hamd ve minnet Allah'adır.
Vakidî, sahabelerin
Habeşistan'a bisetin beşinci senesinin receb ayında hicret ettiklerini ve bu
Muhacir sahabelerin ilk kafilesinde onbir erkek ve dört kadın bulunduğunu
rivayet eder. Bunlar, kimi yaya, kimi süvari olarak deniz kıyısına varmış,
orada yarım dinara bir gemi kiralayarak Habeşistan'a gitmişlerdi. Bu
Muhacirlerin adları şöyledir: Osman b, Affan, karısı Hz. Peygamber'in kızı
Rukiyye, Ebu Huzeyfe b. Ut-be ve karısı Sehle binti Süheyl, Zübeyr b. Avvam,
Mus'ab b. Umeyr, Ab-durrahman b. Avf, Ebu Seleme b. Abdilesed ve karısı Ümmü
Seleme binti Ebi Ümeyye, Osman b. Maz'un, Amir b. Rebia el-Anzî ve karısı
Leyla binti Ebi Hasme, Ebu Sabre b. Ebi Rühm, Hatib b. Amr, Süheyl b. Beyda ve
Abdullah b. Mesud, Allah tamamından razı olsun.
İbn Cerir dedi ki:
Diğerleri şöyle dediler: Habeşistan'a hicret eden sahabeler -kadınları ve
çocukları ayrı olmak üzere- seksen iki kişiydiler. Yalnız Ammar b. Yasir'in,
aralarında olup olmadığı hususunda şüphe etmekteyiz. Eğer aralarında idiyse bu
durumda erkeklerin sayısı seksen üç olur.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Rasûlullah (s.a.v.), Allah katındaki mertebesi ve amcası Ebu Talib'in
kendisine olan desteği sayesinde rahat ve afiyet içinde iken, sahabelerinin
eziyet gördüklerini, belaya uğradıklarını ve kendisinin de onları o bela ve
eziyetlerden kurtarmaya güç yetiremediğini görünce onlara şöyle dedi:
«Habeşistan'a hicret etseniz daha iyi olacak. Çünkü orada yanındaki kimselerden
hiç birine haksızlık edilmeyen bir hükümdar vardır. Orası, doğruluk diyarıdır.
Oraya gidin. Allah size içinde bulunduğunuz sıkıntıdan kurtuluş yolu
yaratınca-ya kadar bekleyin.»
Bunun üzerine
Rasûlullah'm ashabından bazı Müslümanlar, dinlerinde fitneye düşmek korkusuyla
Habeşistan'a hicret ettiler. Bu, İslâm tarihindeki ilk hicret oldu. Oraya
hicret eden ilk Müslümanlar, Osman b. Affan ile zevcesi peygamber kızı Rukiyye
idi. Beyhakî de Kata-de'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Allah yolunda
ailesiyle ilk hicret eden kişi, Osman b. Affan (r.a.)'dtr."
Nadr b. Enes'in, Ebu
Hamza'ya yani Enes b. Malik'e şöyle dediğini işittim: Osman b. Affan, zevcesi
Peygamber'in kızı Rukiyye ile birlikte Habeşistan'a hicret etmek üzere yola
koyuldu. Rasûlullah'a oraya vardıklarına dair haber geç geldi. Nihayet
Kureyşlilerden bir kadın gelip şöyle dedi: "Ya Muhammed! Damadını
karısıyla birlikte gördüm." Peygamber (s.a.v.): «Onları nasıl bir durumda
gördün?» diye sorunca kadın: «Karısını şu yavaş yürüyen merkeplerden birine
bindirmiş, kendisini de merkebi yederken gördüm.» dedi.
Peygamber (s.a.v.):
«Allah, onlarla beraber olsun. Osman, Lut Peygamberden sonra karısıyla hicret
eden ilk kişi olmuştur.» dedi.
İbn İshak dedi ki: Ebu
Huzeyfe b. Utbe, zevcesi Sehle binti Süheyl b. Amr (Bunların Habeşistan'da
Muhammed b. Ebi Huzeyfe adında bir oğulları dünyaya geldi.), Zübeyr b. Avvam,
Mus'ab b. Umeyr, Abdurrah-man b. Avf, Ebu Seleme b. Abdil Esed, zevcesi Ümmü
Seleme binti Ebi Ümeyye b. Mugire (Bunların Habeşistan'da Zeynep adında kızları
dünyaya geldi.), Osman b. Maz'un, Amir b. Rebia (Bu, Hattab oğulları aşiretinin
müttefiki olup Beni Anz b. Vail kabilesindendir.), zevcesi Leyla binti Ebi
Hasme, Ebu Sabre b. Ebi Rühm el-Amirî, zevcesi Ümmü Kül-süm binti Süheyl b. Amr
(Buna Ebi Hatib b. Amr b. Abdişems b. Abdi Vüdd b. Nasr b. Malik b. Hisil b.
Amr da denir. Söylendiğine göre Habeşistan'a giden ilk Muhacir budur.), Süheyl b.
Beyda. Bana ulaşan rivayetlere göre bu on kişi, Habeşistan'a giden ilk
Müslümanlardır.
İbn Hişam dedi ki:
Bazı ilim ehlinin anlattığına göre Osman b. Maz'un, bunların kafile başkanı
idi.
İbn İshak dedi ki:
Daha sonra zevcesi Esma binti Umeys ile birlikte Cafer b. Ebu Talib de Habeş
yolculuğuna çıktı. Habeşistan'da bunların Abdullah b. Cafer adında bir oğulları
dünyaya geldi. Bunların peşi sıra bazı Müslümanlar daha oraya hicret ettiler.
Böylece Habeşistan'da bir Müslüman topluluğu teşkil ettiler.
Musa b. Ukbe'nin ileri
sürdüğüne göre Habeşistan'a yapılan ilk hicret, Ebu Talib ve müttefiklerinin
Rasûlullah'la birlikte Şib-i Ebi Talib'te muhasara altına alındıkları zamanda
olmuştur. Ancak bu hususta ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Yine Musa b. Ukbe'ye
göre Cafer b. Ebu Talib, ikinci hicrette Habeşistan'a gitmiştir. Bu da oradaki
bazı Müslümanların, müşriklerin islâm'a girip namaz kıldıklarına dair bir haber
almaları üzerine Mekke'ye geri dönmelerinden sonra vuku bulmuştur. Müşriklerin
İslâm'a girip namaz kıldıklarına dair söylentiyi duyan bazı Habeşistan
Muhacirleri, Mekke'ye geri döndüklerinde -ki aralarında Osman b. Maz*un da
vardı- bu haberin gerçek olmadığını görmüşlerdir. Bunun üzerine bir kısmı
Habeşistan'a geri dönmüş, bir kısmı da Mekke'de kalmıştı. Ama diğer bazı
Müslümanlar, bu defa Habeşistan'a hicret etmişlerdir ki bu da ileride
açıklanacağı gibi ikinci hicreti teşkil edecektir.
Musa b. Ukbe'ye göre
ikinci hicrete gidenler arasında Cafer b. Ebu Talib de vardı. İbn îshak'a göre
ise Cafer b. Ebu Talib'in ilk kafilede Habeşistan'a hicret etmiş olması,
ileride de açıklanacağı gibi kuvvetli olan görüştür. Doğrusunu Allah bilir. Ama
o, ikinci defa Habeşistan'a hicret eden kafileyle birlikte ilk olarak hicrete
çıkmıştır. Başlarına geçmiş ve Necaşi'nin makamında onların sözcülüğünü
yapmıştır. Nitekim ileride bu konuyu detaylı bir şekilde anlatacağız.
İbn îshak, Cafer
(r.a.) ile birlikte Habeşistan'a giden Muhacir sahabelerin adlarını şöyle
sıralamıştır: Amr b. Said b. As, zevcesi Fatuna bin-ti Safvan b. Ümeyye b.
Muharriş b. Şıkk el Kananı, Halid b. Said b. As, zevcesi Ümeyne binti Halef b.
Es'ad el-Huzaî (Bunların Habeşistan'da Said adında bir oğulları dünyaya geldi.)
ve Habeşistan hicretinden sonra Zübeyr'in kendisiyle evlenip Ömer ve Halid
adında iki çocuk dünyaya getiren bir cariye.
Bu sıralamada şu
sahabelerin adlarına da yer verilmiştir: Abdullah b. Cahş b. Ri'ab, kardeşi
Ubeydullah, zevcesi Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan, Beni Esed b. Hüzeyme
kabilesinden Kays b. Abdullah, zevcesi Bereke binti Yesar (Bu da Ebu Süfyan'ın
azadhlanndan idi.), Muay-kib b. Ebi Fatıma (Bu da Said b. As'ın
azadlılarındandı. îbn Hişam, bunun Devs kabilesinden olduğunu söylemiştir.),
Ebu Musa (el- Eş'arî), Abdullah b. Kays (Bu da Utbe b. Rebia aşiretinin
müttefiki idi.) Utbe b. Gazvan, Yezid b. Zam'a b. Esved, Amr b. Ümeyye b. Haris
b. Esed, Tü-leyb b. Ümeyr b. Vehb b. Ebi Kesir b. Abd, Süveybit b. Sa'd b.
Hüreymele, Cehm b. Kays el-Abdevî, zevcesi Ümmü Hermele binti Abdilesved b.
Hu-zeyme, oğulları Amr b. Cehm ile Huzeyme b. Cehm, Ebu'r-Rum b. Umeyr b.
Haşini b. Abdumenaf b. Abdiddar, Firas b. Nadr b. Haris b. Kelde, Amir b. Ebi
Vakkas (Sa'd'm kardeşi), Muttalip b. Ezher b. Abdi Avf ez-Zührî, zevcesi Remle
binti Ebi Avf b. Dübeyre (Bunun Habeşistan'da Abdullah adında bir oğlu dünyaya
geldi.), Abdullah b. Mes'ud, kardeşi Utbe, Mikdat b. Esved, Haris b. Halid b.
Sahr et-Teymî, zevcesi Reyta binti Haris b. Cübeyle (Bunun Habeşistan'da Musa,
Aişe, Zeynep ve Fatıma adında dört çocuğu dünyaya geldi.), Amr b. Osman b. Amr b.
Ka'b b. Sa'd b. Teym b. Mürre, Şemmas b. Osman b. Şerid el-Mahzumî (Çok
yakışıklı olduğu için kendisine Şemmas adı verilmiştir. Asıl adı Osman b.
Osman'dır.), Habbar b. Süfyan b. Abdi Esed el-Mahzumî, kar-, deşi Abdullah,
Hişam b. Ebi Hüzeyfe b. Muğire b. Abdullah b. Amr b. Mahzum, Seleme b. Hişam b.
Muğire, Ayyaş b. Ebi Rebia b. Muğire, Muattip b. Avf b. Amir (Buna Eyhame
denirdi. Mahzumoğullarının müttefıklerindendi.), Osman b. Maz'un'un kardeşleri
Kudame ile Abdullah, Saib b. Osman b. Maz'un, Hatib b. Haris b. Mamer, zevcesi
Fatıma binti Mücellil, oğulları Muhammed ile Haris, kardeşi Hattab, zevcesi
Fükayha binti Yesar, Süfyan b. Ma'mer b. Habib, zevcesi Hase-ne oğullan Cabir
ile Cünade, başka erkekten doğma Şurahbil b. Abdullah adındaki oğlu (Bu da Gavs
b. Müzahir b. Teym kabilesinden biri olup kendisine Şurahbil b. Hasene
denirdi.), Osman b. Rebia b, Ehban b. Vehb b. Huzafe b. Cümah, Huneys b. Huzafe
b. Kays b. Adiyy, Abdullah b. Haris b. Kays b. Adiyy b. Said b. Sehtn, Hişam b.
As b. Vail b. Said, Kays b. Huzafe b. Kays b. Adiyy, kardeşi Abdullah, Ebu Kays
b. Haris b. Kays b. Adiyy, kardeşleri; Haris, Ma'mer, Saib, Bişr ve Said
(Bunlar Ha-ris'in oğullarıdır.), Said b. Kays b. Adiyy'in ana bir kardeşi olan
Said b. Amr et-Temimî, Ümeyr b. Riab b. Hüzeyfe b. Müheşşim b. Said b. Sehm,
Beni Sehra kabilesinin müttefiklerinden Mahmiye b. Cez' ez-Zübeydî ile Ma'mer
b. Abdullah el-Adevî, Urve b. Abdiluzza, Adiyy b. Nadle b. Abdil-uzza, oğlu
Numan, Abdullah b. Mahreme el-Amirî, Abdullah b. Süheyl b. Amr, Salit b. Amr,
kardeşi Sekran, zevcesi Şevde binti Zem'a, Malik b. Rebia, zevcesi Amre
binti's-Sa'di, Ebu Hatip b. Amr el-Amirî, müttefikleri Sa'd b. Havle (Bu
Yemenlidir.), Ebu Ubeyde Amr b. Abdullah b. Cerrah el-Fihrî, Süheyl b. Beyda
(Bu kadın, Ebu Ubeyde'nin annesi olup asıl adı Da'd binti Cahdem b. Ümeyye b.
Zarip b. Haris b. Fihr'dir. Onun adı da Süheyl b. Vehb b. Rebia b. Hüal (b.
Üheyb) b. Dabbe'dir.), Amr b. Ebi Şerh b. Rebia b. Hüal (b. Üheyb) b. Malik b.
Dabbe b. Haris, îya'd b. Zü-heyr b. Ebi Şeddad b. Rebia b. Hilal b. Malik b.
Dabbe, Amr b. Haris b. Züheyr b. Ebi Şeddad b. Rebia, Osman b. Abdi Ganem b.
Züheyr (Bunların ikisi kardeştirler.), Said b. Abd-i Kays b. Lakit, kardeşi
Haris (Bunlar da Fihrî'dirler).
İbn îshak dedi ki:
Ammar b. Yasir'i de aralarına katarsak -M onun aralarında bulunduğu hususunda
şüphe vardır- Habeşistan'a hicret eden Müslüman erkekler, birlikte götürdükleri
veya orada doğan çocukları dışında seksenüç kişi idiler.
İbn İshak'm, Mekke'den
Habeşistan'a hicret eden Muhacir Müslümanlar arasında Ebu Musa el-Eş'arî'yi de
zikretmesinin garip ve tuhaf olduğunu söyleyebilirim!
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hasan b. Musa tarikiyle İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), bizi Necaşi'ye gönderdi. Seksen kişi kadardık. Aramızda Abdullah b.
Mesud, Cafer, Abdullah b. Erfata, Osman b. Maz'un ve Ebu Musa da vardı. Bu
heyet, Necaşi'nin yanına vardı. Öte yandan Kureyşliler, Amr b. As ile Umare b.
Velid'i de hediyelerle birlikte Necaşi'nin yanma göndermişlerdi. Bunlar,
Necaşi'nin huzuruna girdiklerinde ona secde ettiler. Sonra sağında ve solunda
yer alarak söze başladılar:
- Ey hükümdar! Bizim
amca oğullarımızdan bir grup senin diyarına geldi. Bizden ve dinimizden yüz
çevirdiler.
- Onlar nerededirler?
- Senin
diyarındadııiar. Haber gönder, yanına getirt.
Necaşi, onlara haber
göndererek makamına getirtti. Cafer, arkadaşlarına: «Bugün sizin sözcünüz ben
olacağım.» dedi. Arkadaşları da ona uydular. Necaşi'nin makamına girdiklerinde
Cafer selam verdi, ama secde etmedi. Necaşi ona sordu:
- Sana ne olmuş ki
hükümdara secde etmiyorsun?
- Biz sadece yüce
Allah'a secde ederiz!
-Niçin?
- Çünkü Allah, bize
bir peygamber gönderdi. Sonra o peygamber, Allah'tan başka hiç kimseye secde
etmememizi, namaz kılmamızı, zekat vermemizi bize emretti.
Amr b. As, hükümdara
hitaben: "Bunlar Meryem oğlu İsa hakkında senin düşüncene aykırı bir
düşünceye sahiptirler." dedi. Hükümdar Necaşi de dönüp Cafer b. Ebu
Talib'e sordu:
- Meryem oğlu İsa ile
annesi hakkında ne dersiniz?
- Allah'ın buyurduğu
gibi deriz: îsa, Allah'ın kelimesi ve ruhudur ki onu iffetli ve bakire Meryem'e
bırakmıştır. Meryem'e bir beşer eli değmemiştir. İsa'dan önce de çocuğu
olmamıştır.
Necaşi yerden bir
çubuk kaldırdı, sonra şöyle dedi: «Ey Habeş topluluğu, Ey keşiş ve rahipler!
Allah'a yemin ederim ki bunlarla bizim söylediklerimiz arasında sadece şu
çubuk kadar bir fark vardır.» Bundan sonra Necaşi, Müslüman heyete dönerek
şöyle dedi: «Size ve yanından kalkıp geldiğiniz adama (Muhammed'e) merhaba!
Şahadet ederim ki o Allah'ın Rasûlüdür. Ve O, İncil'de bulduğumuz zattır. O,
Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği peygamberdir. Siz, dilediğiniz yerde
kalabilirsiniz.Allah'a andolsun ki ben bu hükümdarlık makamında bulunmasaydım,
onun yanına gelir, ayakkabılarını taşırdım!» Böyle dedikten sonra yanındaki
adamlara, Kureyş'in gönderdiği hediyeleri tekrar o iki elçiye iade etmelerini
emretti. Bundan sonra Abdullah b. Mesud, acele ile Habeşistan'dan dönüp Bedir
savaşma katıldı. Rivayete göre Peygamber (s.a.v,), ölüm haberini aldığında
Necaşi için istiğfarda bulunmuştur.
Bu sağlam ve kuvvetli
bir sened olup güzel ifadeleri içermektedir. Bu rivayete göre Mekke'den
Habeşistan'a hicret eden ashab arasında Ebu Musa da vardır. Her ne kadar bazı
rivayetçiler tarafından adı zikre-dilmemişse de bu rivayetten böyle
anlaşılmaktadır. Doğrusunu Allah
bilir.
Hafız Ebu Nuaynı,
"Delail" adlı eserde Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «
Rasûlullah (s.a.v.), Cafer b. Ebu Talib'le birlikte Necaşi'nin diyarına
gitmemizi bize emretti. Kureyşliler bunu haber alınca Amr b. As ile Umare b.
Velid'i topladıkları hediyelerle birlikte Necaşi1 ye elçi olarak gönderdiler.
Bunlar, Necaşi'nin yanma hediyele-riyle birlikte geldiler. Necaşi, hediyelerini
kabul etti ve bu iki elçi Onun huzurunda secdeye kapandılar. Sonra Amr b. As,
söze başladı:
- Bizim diyarımızdan bazı adamlar dinimizden yüz
çevirip sana geldiler ve onlar şu anda senin diyarındadırlar. Bunun üzerine
Necaşi:
- Ülkemde mi?
-Evet.
Necaşi, bize haber
gönderip yanına gitmemizi istedi. Cafer, bize şöyle dedi: "Hiç biriniz
konuşmayın. Bugün sizin sözcünüz benim." Nihayet Necaşi'nin huzuruna
vardık. O, meclisinde oturmakta idi. Amr b. As sağında, Umare b. Velid de
solunda bulunmaktaydı. Çok sayıda keşiş huzurunda bulunuyorlardı. Biz huzura
varmadan Önce Amr ile Umare, Necaşi'ye secde etmeyeceğimizi kendisine
söylemişlerdi. Huzura girer girmez oradaki keşiş ve ruhbanlardan bir kısmı,
aceleyle bize gelip: "Hükümdara secde edin." dediler. Cafer de:
"Biz, Allah'tan başkasına secde etmeyiz." dedi.
Necaşi1 nin yanına
vardığımızda bize sordu:
- Secde etmenize engel
olan nedir?
- Allah'tan başkasına
secde etmeyiz!
- O da ne?
- Çünkü Allah, bize
bir peygamber gönderdi. Meryem oğlu îsa, onun kendisinden sonra geleceğim,
adının Ahmed olacağım müjdelemiştir. Peygamberimiz, bize Allah'tan başkasına
ibadet etmememizi, O'na hiç birşeyi ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, zekat
vermemizi emretmiştir. Bize iyiliği emretmiş, kötülükten de men etmiştir.
Necaşi, sözcü Cafer'in
sözlerinden hoşlandı. Amr b. As, bu durumu görünce şöyle dedi: "Allah
hükümdarımızı ıslah etsin. Onlar, Meryem oğlu îsa hakkında senin düşüncene
aykırı bir düşünceye sahiptirler."
Necaşi, Cafer'e sordu:
- Arkadaşınız
(Muhammed), Meryem oğlu hakkında ne diyor?
- O'nun hakkında
Allah'ın buyurduğunu söylüyor: O, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Onu, daha önce
kendisine bir beşerin temas etmediği, hiçbir çocuk doğurmamış olan iffetli ve
bakire Meryem'den çıkarıp dünyaya getirmiştir.
Bu sözler üzerine
Necaşi, yerden bir çubuk parçası kaldırarak şöyle
dedi:
- Ey keşiş ve rahipler
topluluğu! Bunlar, bizim Meryem oğlu İsa hakkında söylediğimiz sözlerden farklı
birşey söylemiyorlar. Onlarla bizim söylediklerimiz arasında bu çubuk
ağırlığınca bir fark yoktur. (Sözün burasında Necaşi, Müslüman heyete yönelerek
şöyle dedi:)
- Size ve yanından
gelmiş olduğunuz kişiye (Muhammed'e) merhaba! Ben, onun Allah Rasûlü olduğuna
ve İsa'nın müjdelediği peygamber olduğuna şahadet ederim. Ben, bu hükümdarlık
makamında olmasaydım, onun yanma gelir, ayakkabılarını öperdim. Benim ülkemde
dilediğiniz kadar kalabilirsiniz.
Böyle dedikten sonra
Müslüman heyete yemek yedirilmesini, elbise giydirilmesini, Kureyş elçilerinin
ise hediyelerinin geri verilmesini buyurdu.
Amr b. As, kısa boylu
bir adamdı. Ummare ise yakışıklı bir kimse idi.İkisi birlikte denize
yöneldiler. Su içtiler. Yanlarında Amr'm karısı da vardı. Su içerlerken Ummare,
Amr'a: "Karına söyle, beni öpsün." dedi. Amr da: "Utanmıyor
musun?" diye çıkıştı. Umare, Amr'ı yakalayıp denize attı. Amr da
"Allah aşkına beni kurtar." diye yalvardı. Nihayet Umare onu alıp
gemiye bindirdi. Bu yüzden Amr, ona kin gütmeye başlamıştı. Amr, Necaşi'ye
şöyle demişti; "Sen memleketinden dışarı çıktığında Ummare, senin karının
yanına gidiyor." Necaşi de Umare'yi çağırıp hadım ettirdi. O da mecnun gibi
çöllere düştü.
Yezid b. Abdullah b.
Ebi Bürde'den, o da dedesi Ebu Bürde'den, o da Ebu Musa'dan sahih bir rivayetle
naklettiler ki, kendileri Yemen'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ın peygamber olarak
ortaya çıktığını haber aldılar. Elli küsur kadar adam bir gemiye binerek
Rasûlullah'ın yanma gitmek üzere Muhacir olarak yola çıktılar. Gemi ile
Habeşistan'a gittiler. Orada Cafer b. Ebu Talih ve arkadaşlarıyla
karşılaştılar. Cafer onlara, yanlarında ikamet etmelerini söyledi. Onlar da
Cafer'in yanında Habeşistan'da ikamete başladılar. Nihayet Hayber savaşı
esnasında birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. Ebu Musa, Cafer b. Ebu
Talib ile Necaşi arasında cereyan eden konuşmaya şahid olmuş ve bunu başkalarına
anlatmıştı.
Habeşistan'a hicret
babında Buharı de Muhammed b. A'la tarikiyle Ebu Musa'nın şöyle dediğini
rivayet eder: Biz Yemen'de iken Peygamber (s.a.v.)'în zuhur ettiği haberini
aldık. Bir gemi ile Habeşistan'a gittik.. Orada Ebu Talib oğlu Cafer ile
karşılaştık. Medine'ye gelinceye kadar onun yanında ikamet ettik. Onunla
birlikte Hayber fethi esnasında Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldik. Peygamber
(s.a.v.), bize: «Ey gemi halkı, sizin için iki hicret (sevabı) vardır.» dedi.
İbn Asakir, kendi
tarihinde Cafer b. Ebu Talib ile Necaşi arasında geçen hadiseleri, aralarındaki
konuşmaları ve Cafer b. Ebu Talib'in tercüme-i halinden bahseder. Bunu bizzat
Cafer'in rivayeti ve Amr b. As'm anlatımı ile nakleder. Cafer'in bu konudaki
rivayeti gerçekten kayda değer kıymetli bir rivayettir. Bunu îbn Asakir,
Ebu'l-Kasım Se-merkandî tarikiyle Ebu'l-Kasım b. Beğavî'den nakletmiştir.
Ebu'l-Kasım b. Beğavî, Abdullah b. Cafer'in babası Cafer'in şöyle dediğini rivayet
eder:
«- Kureyşliler Amr b.
As ve Ummare b. Velid'i, Ebu Süfyan'ın verdiği hediyelerle Necaşi'ye
gönderdiler. Biz yanında iken bunlar, Necaşi'iin yanma gelip ona şöyle dediler:
- Bizim ayak takımı ve
beyinsizlerimizden bazı kimseler, senin yanına gelmişler. Onları bize teslim
et.
- Hayır, onları
dinlemedikçe size teslim etmem.
(Necaşi haber
göndererek bizi huzuruna çağırttı. Yanına gittiğimizde bize şöyle sordu):
- Bunlar ne diyorlar?
- Bunlar, putlara
tapan bir kavimdir. Allah, bize bir peygamber gönderdi. Biz de ona iman ettik
ve onu tasdik ettik.
Bunun üzerine Necaşi,
Kureyş heyetine dönerek şöyle sordu:
- Bunlar sizin
köleleriniz midir?
- Hayır.
- Sizin bunlardan
alacağınız var mıdır?
- Hayır.
- Öyleyse bunların
yolundan çıkın.
(Böyle konuştuktan
sonra Necaşi'nin huzurundan çıkıp gittik. Bizden sonra Amr b. As, ona şöyle
demiş):
- Bunlar, Hz. İsa
hakkında senin düşündüğünden farklı düşünüyorlar.
- Eğer onlar, İsa
peygamber hakkında benim söylediğim sözlerden başka şeyler söylüyorlarsa,onları
memleketimde bir an dahi bırakmam!
(Bunun üzerine Necaşi,
bize tekrar haber gönderdi. Bu ikinci çağrısı birincisine nisbetle daha sert
idi. Bize şöyle dedi:)
- Adamınız (Muhammed),
Meryem oğlu İsa hakkında ne diyor?
- Onun Allah'ın ruhu,
iffetli ve bakire Meryem'e bıraktığı kelimesi olduğunu söylüyor.
- Bana falan keşişi ve
falan rahibi çağırın! (Çağırttığı keşiş ve rahipler yanma geldiler. Onlara
sordu);
- Meryem oğlu İsa
hakkında ne diyorsunuz?
- Sen, bizden daha
bilgilisin. Sen ne diyorsun? O da yerden bir çöp kaldırarak:
- Bunların İsa
hakkında dedikleri, bizim onun hakkındaki inancımızdan bu çöp kadar aykırı
değildir, dedi ve sonra-bize dönüp:
- Size herhangi bir
kimse bir eziyet ediyor mu?
- Evet.
- Kim bunlara
dokunursa, ceza olarak ondan dört dirhem alınacaktır, diye tellal çağırttı.
Bize:
- Bu ceza yeterli mi?
diye sordu.
- Hayır, dedik.
Bunun üzerine cezayı
bir kat daha artırdı.»
Cafer (r.a.)
Habeşistan dönüşü ile ilgili olarak diyor ki:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Medine'ye hicret edip güç kazanınca Necaşi'ye:
- Peygamberimiz
Medine'ye hicret etmiş ve güç kazanmıştır. Bize baskı ve eza yaptıklarını
söylediğimiz kimselerde Ölmüşlerdir. Artık Peygamberimiz'in yanma dönmemize
müsaade et, dedik.
O da bize:
- Peki, dedi. Azık ve
binekler vererek bizi yolcu etti. Bana da:
- Size yaptığım
hizmeti Rasûlullah'a anlat. Bu da benim adamımdır, sizinle beraber
gönderiyorum. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve sizin adamınız
da Allah'ın peygamberidir. Ona söyle, bana Allah'tan mağfiret dilesin, dedi.
Bundan sonra biz yola
çıkıp Medine'ye geldik. Peygamber, beni karşılayıp kucakladı ve:
- Bilmiyorum,
Hayber'in fethine mi yoksa Cafer'in gelmesine mi sevinelim, dedi.
Çünkü o sırada Hayber
fethedilmişti. Peygamber oturduktan sonra Necaşi'nin bizimle beraber
gönderdiği adam ona:
- Bu, amcan oğlu
Cafer'dir. Ona hükümdarımızın kendisine yaptığı hizmeti sor, dedi.
Ben de:
- Evet vallahi, bize
şöyle yaptı, böyle yaptı ve yolcu ederken bize binek ve azık verdi. Ayrıca
Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet
getirdi. Bana da: «Adamına söyle, bana Allah'tan mağfiret dilesin.» dedi,
dedim.
Bunun üzerine
Peygamber kalkıp abdest aldı. Sonra üç defa:
- Allah'ım, Necaşi'ye
mağfiret eyle, dedi. Orada hazır bulunan Müslümanlar da amin, dediler. Ben de
Necaşi'nin elçisine:
- İşte gördün.
Habeşistan'a döndüğün zaman bunları Necaşi'ye anlat, dedim.»
Sonra îbn Asakir,
bunun hasen ve garip bir rivayet olduğunu söyler.
Yunus b. Bükeyr, Ümmü
Seleme'nin bu konuyla ilgili olarak şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah
(s.a.v.)'a amcası Ebu Talib ile yakınları sayesinde kimse dokunamıyordu. Onun
ashabı ise, Kureyşlilerin elinden türlü eza ve işkenceler görüyor, dinlerim
bırakmaya zorlanıyorlardı. Hz. Peygamber de onlara sahip çıkamadığı için,
Mekke onlara dar geldi. Bunun için onlara:
«Habeşistan'da bir
kral vardır. Onun yanında hiç kimseye zulme-dilmez. Cenâb-ı Allah size bir çare
ve kurtuluş yolu açmcaya kadar oraya gidiniz.» dedi.
Bunun üzerine biz,
akın alan Habeşistan'a gittik. Orada dinimizi serbestçe yaşayıp hiç kimsenin
zulmünden korkmayan ve ev sahibi tarafından iyice ağırlanan bir cemaat olduk.
Bunu gören Kureyşliler, bizi çekemediler. Toplanıp, bizi yurdundan kovması ve
tekrar kendilerine iade etmesi için Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rfibia'yı»
Necaşi'ye elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Kureyşliler, ayrıca Neçaşi,
patrikler ve kumandanlarının her birine hediyeler hazırlayıp Amr b. As ile
Abdullah b. Ebi Rebia'ya şu tenbihatta bulundular:
"Habeşistan'a
gittiğinizde herkesin hediyesini kendisine verdikten sonra, kendilerinden
kralın yanında size yardımcı olmalarını isteyin. Kralın hediyelerini de
verdikten sonra teklifinizi yapın. Öyle yapın ki, kral onları konuşturmadan
size teslim etsin."
Amr b. As ile Abdullah
b. Ebi Rebia, Habeşistan'a vardıklarında, hediyesini vermedik hiç bir patrik ve
komutan bırakmadılar. Onlara:
"Şu beyinsizlerimiz
için krala gelmiş bulunuyoruz. Kavim ve akrabalarının dinlerini bıraktıkları
gibi sizin dininize de girmemişler. Akrabaları onları geri göndersin, diye bizi
krala gönderdiler. Onun için, bu hususta kralla konuştuğumuz zaman bize
yardımcı olun." dediler.
Patrikler ile
komutanlar, bunu kabul ettiler, Kureyş heyeti daha sonra kralın yanına gidip
hediyelerim takdim ettiler. Krala Mekke'den hediye olarak getirdikleri şeyler
içinde onun en çok hoşuna gideni, tabaklanmış hayvan derileri idi.
Musa b. Ukbe'ye göre
ona, bir at ve ipek cübbe hediye ettiler. Onlar krala şöyle dediler:
- Ey kral! Bizden bir
takım beyinsiz gençler, atalarının dinini ter-kettiler, senin dinine de
girmeyip bilmediğimiz uydurma bir dini ortaya çıkardılar. Biz, bunu kabul
etmediğimiz için şimdi gelip senin yurduna sığındılar. Onların kavim ve
aşiretleri, babaları ve amcaları, kendilerini teslim edesin, diye bizi sana
elçi olarak gönderdiler. Çünkü onlar, bunların nasıl insanlar olduğunu daha
iyi bilirler. Senin dinine de girmiş değiller ki onları himaye edesin.
Bunun üzerine kral
öfkelenip şöyle dedi:
- Hayır, Allah'ın
hayatına yemin ederim ki, onları çağırıp konuş-turmadıkça ve neyin nesi
olduklarım öğrenmedikçe hiç birşey yapmam. Çünkü bunlar, benim yurduma gelmiş
ve bu kadar hükümdarlar varken bana güvenip sığınmışlardır. Onları çağırıp
kendileri ile konuşacağım. Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi kimseler iseler,
onları geri göndereceğim. Eğer öyle değillerse onları geri göndermek şöyle
dursun, bütün gücümle destekleyeceğim. Baba ve amcalarının gözlerini aydın
kılma-yacağım"(sevindirmeyeceğim)!
Musa b. Ukbe'ye göre,
Necaşî'nin komutanları, bu Müslümanları,
Kureyşlilere geri
vermesi için teklifte bulunmuşlardı. Ancak o: «Hayır, Allah'a andolsun ki
onların konuşmalarını dinlemedikçe ve onların hangi durumda olduklarını
anlamadıkça geri vermeyeceğim!» demişti. Ashab-ı kiram, Necaşi'nin yanma
girdikleri zaman ona secde etmeyip selam vermişler, o da onlara şöyle demişti:
- Ey Cemaat! Benim
yanıma gelen diğer Araplar gibi, siz de benim huzuruma girdiğiniz zaman niçin
bana secde etmediniz? Sonra İsa hakkındaki inancınız nedir? Ve hangi
dindensiniz? Hristiyan mısınız? diye sorunca onlar:
- Hayır, demişlerdi.
- Öyleyse Yahudi
misiniz?
- Hayır.
- Öyleyse atalarınızın
dini üzerinde misiniz? -Hayır.
- Öyleyse dininiz
nedir? deyince onlar:
- Dinimiz İslâm'dır.
- İslâm nedir?
- Allah'a ibadet
ederiz ve O'na eş ve ortak koşmayız.
- Bunu size kim
öğretti?
- İçimizde gerek soyu,
gerekse kendisi bizce bilinen bir adam vardır. Cenâb-ı Allah, ondan önceki
bazı kimseleri, bizden Önceki ümmetlere nasıl peygamber olarak göndermiş ise,
onu da peygamber olarak bize göndermiştir. Bu peygamber, bize iyi olmayı,
yoksullara yardım etmeyi, verdiğimiz sözde durmayı, emanete hıyanet etmemeyi,
putlara tapma-mayı ve Allah'a ibadet edip O'na eş ve ortak koşmamayı emretti.
Ve Allah'ın kelamını bize öğretti. Biz de ona inandık ve getirdiği dinin Allah
tarafından olduğuna iman ettik. İşte biz, bunu yaptığımız için kavmimiz bize
düşman kesildi. Onlar, bu peygambere de inanmayıp düşmanlık ederek onu öldürmek
istediler, Bizi de tekrar putlara tapmaya zorladılar. Bunun için, dinimizi ve
canımızı koruyasın, diye onlardan kaçıp sana sığındık, dediler.
Necaşi:
Vallahi sizin
dediğiniz bu din, Musa (a.s.)'ya gelen nurun içinden çıktığı bacadan çıkmıştır,
dedi. Cafer de:
- Sana secde
etmememizin nedeni şudur: Allah'ın peygamberi bize: «Cennet halkı birbirlerine
saygı göstermek istedikleri zaman birbirlerine selam verirler.» demiş ve bizim
de öyle yapmamızı emretmiştir. Bunun içindir ki, biz sana secde etmedik.
Birbirimize yaptığımız gibi sana selam verdik. İsa (a.s.) hakkındaki inancımız
ise şöyledir: İsa, Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Allah tarafından Meryem'e
bırakılmış bir kelime ve ruhtur. Hiçbir erkekle ilişkide bulunmayan bakirenin
oğludur, dedi.
Bunun üzerine Necaşi,
eline bir çubuk alarak:
- Vallahi bu çubuk
nasıl bu kadar ise, bundan ne fazla ne de eksik değilse, Meryem'in oğlu da
bundan ne fazla, ne de eksik birşeydir, dedi.
Bunun üzerine orada
hazır bulunan Habeş büyükleri:
- Vallahi, eğer
Habeşliler senin böyle dediğini işitirlerse seni tahttan indirirler, dediler.
Necaşi;
- Vallahi İsa hakkında
bundan başka birşey söyleyemem. Cenâb-ı Allah, bana krallığı verirken
Habeşlilerin arzusuna uydumu ki, ben de Allah'ın gerçek dini hakkında onların
arzusuna uyayım. Allah beni bundan korusun, dedi.»
Yunus, İbn İshak'm
şöyle dediğini rivayet eder: Necaşi, Müslümanlara haber gönderip onları
makamında toplattı. Amr b. As ile Abdullah b. Rebia, onların konuşmalarını
dinlemekten hoşlanmadıkları kadar başka hiç birşeyden hoşlanmıyorlardı.
Necaşi'nin elçisi kendilerine geldiğinde, Müslümanlar toplanıp kendi
aralarında şöyle konuştular: Hükümdarın huzurunda ne diyeceksiniz? Ne diyelim
ki? Ona şöyle deriz: Onun hakkında bilgimiz yoktur. Çünkü Peygamberimiz onun
hakkında bize bir bilgi vermemiştir. Bu hususta birşey diyemiyeceğiz. Ancak
hükümdarın makamına girdikleri zaman Müslümanların sözcülüğünü Ebu Talib oğlu
Cafer üstlendi. Necaşi, ona sordu:
- Kavminizin dinini
bırakıp da Yahudiliğe veya Hristiyanlığa girmediğinize göre sizin dininiz
nedir?
Cafer, bu soruya şöyle
cevap verdi:
- Ey hükümdar! Biz çok
cahil ve bilgisiz kimseler idik. Putlara tapardık. Murdar etleri yerdik.
Çirkin işler yapardık. Akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmezdik.
Güçlülerimiz zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle iken Cenâb-ı Allah, bizim
içimizden, tanıdığımız bir aileden ve doğruluk, emniyet, iffet ve nezahet ile
tanınan bir kimseyi peygamber olarak gönderdi. Bu peygamber, bizi yalnız
Allah'a kulluk edip O'na eş ve ortak koşmamaya, atalarımızın tapa geldikleri
putlara tapmayı bırakmaya, doğru sözlü olmaya, emanete hıyanet etmemeye,
akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmeye, çirkin işlerden ve birbirimizin
kanını akıtmaktan vazgeçmeye, yetimin malını yememeye, iffetli ve namuslu
kadınlara iftira etmemeye, namaz kılmaya, zekat vermeye ve daha bir çok iyi
şeylere davet etti. Biz, de onun söylediklerini doğru bularak ona iman ettik ve
ona uyarak haram dediği şeylere haram, helal dediği şeylere helal dedik. Bunun
üzerine kavmimiz bize düşman kesilip türlü işkenceler yapmaya başladı. Bizi
tekrar putlara tapmaya ve eski çirkinliklerimize dönmeye zorladı. Biz buna
dayanamadık. Onlara karşı da duramadık. Bunun için senin yurduna göç ederek,
senin himayene sığındık. Başka hükümdarlar dans a, senin himayende bulunmayı
tercih ettik. Ey hükümdar, senin yanında zulüm ve haksızlık görmemeyi ümid ettik.
Necaşi:
- Allah tarafından hu
peygambere gelen vahiylerden birşeyi hatırlıyor musun?
Cafer:
- Evet, dedi ve Meryem
sûresinin başından başlayıp bir miktar
okudu.
Caferi dinleyen Necaşi
de Allah'a andolsun ki gözyaşları sakalım ıslatmcaya kadar ağladı. Papazlarda
dizleri üzerindeki kitapları gözyaşları ile ıslattılar. Sonra Necaşi şöyle
dedi:
- Vallahi, Musa
(a.s.)'mn getirmiş olduğu kitap hangi bacadan çıkmış ise bu da o bacadan
çıkmıştır. Gidin, hiçbir zaman ben sizi onlara teslim etmeyeceğim! Onların
gözlerini de aydın kılmayacağım!
Ümmü Seleme diyor ki,
ashab, Necaşi'nin yanından çıktıktan sonra Amr b. As:
- Vallahi ben yarın
Necaşi'ye gidip onlara öyle bir iftira atacağım ki,
Necaşi onların kökünü
kazıyacaktır, dedi.
Amr b. As'a nisbetle
biraz daha insaflı olan Abdullah b. Ebi Rebia,
Amr'a:
- Böyle yapma, her ne
kadar bizden aynlmışlarsa da yine de onlar
akrabalarımızdır,
dediyse de Amr b. As:
-Vallahi yarın gidip
Necaşi'ye: Bunlar: "Meryem oğlu Isa, ilah olmayıp kuldur." diyorlar,
diyeceğim, dedi.
Ertesi gün gerçekten
gidip Necaşi'ye:
- Bunlar, Meryem oğlu
İsa hakkında büyük bir iftirada bulunuyorlar. İstersen onları çağır da bunu
onlara sor, dedi.
Bunun üzerine Necaşi,
onları tekrar çağırdı. Onlar da toplanıp: "Eğer Necaşi bize, İsa (a.s.)
hakkında birşey sorarsa ona, Allah'ın onun hakkında buyurduğu ve
Peygamberimiz'in bize söylememizi emrettiği şeylerden başkasını
söylemiyeceğiz." dediler. Patrikleri ile toplantı halinde bulunan
Necaşi'nin huzuruna girdiler. Necaşi, onlara sordu:
- İsa hakkında ne
düşünüyorsunuz? Cafer, bu soruya şöyle cevap verdi:
-O'nun Allah'ın kulu,
elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem'e bıraktığı bir kelimesi olduğunu
söylüyoruz.
Bunun üzerine Necaşi,
elini uzatıp yerden bir çubuk kaldırdı ve
Ebu Talib oğlu Cafer'e
şöyle dedi:
- Bu çubuk nasıl belli
bir uzunlukta olup ne daha uzun ve ne de daha kısa değilse, senin Meryem oğlu
İsa hakkında dediklerin de gerçeğin ifadesi olup îsa (a.s.) ondan ne fazla, ne
de eksik birşey değildir.
Necaşi'nin bu
konuşması üzerine patrikler, öfke ile söylenmeye başladılar. Necaşi onlara:
— Vallahi öfke ile
söylenseniz de, bu böyledir, dedi. Sahabelere de:
— Gidin,siz
emniyettesiniz, dedikten sonra:
- Kim size küfrederse
cezalandırılacaktır. Bana dağlar kadar altın da verseler, herhangi birinizi
incitmeyeceğim. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Allah, bana krallığı
bahşederken benden rüşvet almadı ki, ben de krallığımı rüşvet karşılığında
kötüye kullanayım, dedi. Ve kendi
adamlarına dönüp:
- Bana getirdikleri
hediyeleri onlara geri verin, dedi.
Böylece Amr b. As ile
Abdullah b. Ebi Rebia, Habeşistan'dan kovulmuş olarak çıktılar. Biz ise, orada
huzur ve güven içinde ve Habeşliler-den büyük bir ilgi görerek kaldık. Ne var
ki çok geçmeden birisi, Necaşi'yi karşı baş kaldırdı. Biz de, o adam belki
Necaşi'yi yener, onun yerine geçer ve onun bize tanıdığı hakkı bizden alır
düşüncesiyle o kadar üzüldük ki, hayatımızda o kadar üzülmemiştik. Bunun için
Allah'a dua ettik. Necaşi'nin muzaffer olması hususunda Allah'a yalvardık. O
da, -asi adamın üzerine gitti. Ashab da birbirine:
~ Kim gidip bize
savaşın sonucu hakkında bir haber getirir? dediler. Ve yaşça en küçükleri olan
Zübeyr b. Avvam: - Ben giderim, dedi.
Bunun üzerine ona bir
tuluk şişirdiler. O da tuluğu göğsüne asıp ne-hire indi ve nehirin savaş
yapılan kıyısına yüzerek geçti. Nihayet savaş alanına varıp durumu izlemeye
koyuldu.
Cenâb-ı Allah., o asi
hükümdarı hezimete uğrattı. Necaşi'yi ona galip kıldı. Necaşi onu öldürttü.
Öte yandan abasını sallayarak bize işaret veren Zübeyr b. Avvam yanımıza geldi
ve: «Müjdeler olsun bize, Allah Necaşi'yi galip getirdi.» dedi.
Ravi Ümmü Seleme diyor
ki:
- Allah'a andolsun ki
Necaşi'nin galibiyetinden dolayı sevindiğimiz kadar başka hiçbirşeye
sevindiğimizi hatırlamıyorum. Sonra onun yanında ikamet ettik. Nihayet bizden
bazıları orada ikamet etti. Bazıları
da çıkıp Mekke'ye
gitti.
Zührî dedi ki: Ümmü
Seleme'den rivayet edilen bu hadisi, Urve b. Zübeyr'e anlattım. Urve, bana
Necaşi'nin: "Hükümdarlığı bana verirken Allah benden rüşvet almadı ki,
ben de rüşvet karşılığında hükümdarlığımı kötüye kullanayım. Bu hususta
insanlar bana itaat etmediler M, ben de bu hususta onlara itaat edeyim."
sözünün ne anlama geldiğini biliyor musun?" dedi.
Ben de dedim ki:
- Hayır. Ebu Bekir b.
Abdurrahman b. Haris b. Hişam, Ümmü Seleme'den bana böyle birşeyi nakletmedi.
Aişe'nin bana anlattığına göre Necaşi'nin babası, kendi kavminin kralı imiş.
Babasının oniki oğlu olan bir kardeşi varmış. Babasının ise, Necaşi'den başka
oğlu yokmuş. Habeşüler, hükümdarlık konusunda görüş teatisinde bulunarak şu sonuca
varmışlar: Necaşi'nin babasını öldürüpde kardeşini hükümdarlığa geçirsek daha
iyi olur. Çünkü kardeşinin oniki oğlu var. Babalarının ölümünden sonra bunlar
tahta varis olurlar. Böylece Habeş hükümdarlığı, ihtilafsız bir şekilde uzun
bir müddet devam eder.
Böyle dedikten sonra
Necaşi'nin babasına saldırdılar, onu öldürüp yerine kardeşini hükümdar yaptılar.
Zamanla Necaşi,
amcasının maiyetine girdi. Nihayet onu tesiri altına aldı. Amcası da, idareyi
ona verdi. Çünkü o, aklı başında, dirayetli bir kimse idi. Habeşliler, onun
amcası nezdindeki itibarın görünce şöyle dediler: Bu genç, amcasının idaresine hakim
oldu. Korkarız ki başımıza hükümdar olur. Babasını öldürmüş olduğumuzu da
biliyor. Eğer hükümdar olursa, eşraftan öldürmedik tek bir kişi
bırakmayacaktır. Hükümdarla konuşun. Ya Necaşi'yi öldürsün, ya da ülke dışına
sürgün etsin.
Böyle konuştuktan
sonra Necaşi'nin hükümdar olan amcasının yanma gidip ona şöyle dediler: Şu
gencin senin yanında ne kadar yükseldiğini gördük. Biliyorsun ki onun babasını
öldürmüş ve seni yerine geçir-, mistik. Korkarız ki bu genç, senin yerine bize
hükümdar olur ve bizi öldürür. Şimdi sen onu ya öldürmeli, ya da ülkemizden
sürgün etmelisin!
Hükümdar şöyle dedi:
"Yazıklar olsun
size! Dün, babasını öldürdünüz. Bugün de ben mi onu öldüreyim! Hayır, onu
ülkenizden sürgün edeceğim.
Hükümdarın kararı
üzerine Necaşi'yi hükümdarlık sarayından alıp pazara götürdüler ve bir tüccara
600 ya da 700 dirheme sattılar. O da, onu bir gemiye bindirip götürdü. Akşam
olunca güz bulutları göğü kapladı. Hükümdar olan amca, çıkıp bulutlar altında
yağmurun yağmasını bekledi. Yağmur altında iken bir şimşek çakıp onu Öldürdü.
İleri gelenler derhal onun çocuklarına gittiler. Baktılar ki onların tamamı beyinsiz,
hiç birinde hayır yok. Bunun üzerine Habeşlilerin yönetimi bir kaosa girdi.
Birbirlerine şöyle dediler:
- Biliyor musunuz,
Allah'a andolsun ki hükümdarlığımızı düzgün bir şekilde yürüten şahıs, dün
satmış olduğunuz gençtir. Eğer Habeşistan'ın idaresinin düzelmesini
istiyorsanız, o gitmeden önce peşine düşün ve yakalayıp getirin.
Onu aramaya çıktılar,
yakalayıp getirdiler. Tacı başına geçirip kendilerine hükümdar yaptılar.
Onu (Necaşi'yi) satın
almış olan tüccar şöyle dedi:
- Bana satmış
olduğunuz köleyi (Necaşi'yi) geri aldığınız gibi, onun için Ödemiş olduğum
paramı da geri verin. Onlar:
- Vermeyiz, dediler.
Bunun üzerine o:
- Vallahi öyleyse
gidip onunla konuşacağım, Tüccar, hükümdarlık sarayına gidip Necaşi ile
konuştu:
- Ey hükümdar! Dün ben
bir köle satın aldım. Onu satanlar, benden bedelini teslim aldılar. Bugün de
gelip köleyi zorla elimden aldılar, ama bedelini bana geri vermediler.
Bu, Necaşi'nin
idaresinin, adil ve sert oluşunu belgeleyen ilk deneme idi. Necaşi kararını
verip şöyle dedi:
- Ya malını geri
verirsiniz, ya da kölesinin (Necaşi'nin) elini eline verirsiniz. O da kölesini
dilediği yere götürür!
Eşraf takımı dedi ki:
- Hayır,malını geri
veririz.
Böyle dediler ve
tüccara malını geri verdiler. Bunun içindir ki Necaşi:
- Allah,
hükümdarlığımı bana geri verdiğinde benden rüşvet almadı ki, ben de
hükümdarlığımı kötüye kullanma hususunda başkalarından rüşvet alayım. Bu hususta
insanlar bana itaat etmediler ki, ben de onlara itaat edeyim, dedi.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Necaşi'nin babası, Habeş hükümdarı idi. Necaşi, küçük bir çocuk iken babası
vefat etti. Onu, kardeşinin vesayetine bırakıp: «Oğlum buluğ çağına erinceye
kadar kavminin idaresini sen yürüt, ama buluğa erince hükümdarlığı ona teslim
et.» dedi. Fakat kardeşi, hükümdarlığa rağbet etti. Necaşi'yi köle olarak bir
tüccara sattı. Sattığı gece vefat etti. Bunun üzerine Habeşliler Necaşi'yi,
sattıkları tüccardan geri alıp başına tacı geçirdiler.
îbn îshak'm bu
rivayeti, Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia'dan bahsederken anlattığı
bilinmektedir. Musa b. Ukbe, el-Ümevî ve diğer bir kaç kişinin ifadesine göre
îbn İshak, Amr b. As ile Umare b. Velid b. Muğire'den bahsederken bu meseleyi
anlatmıştır. Umare ki, Ka'be yanında secde halinde iken sırtına deve işkembesi
attıkları esnada, Rasûlullah (s.a.v.)'a gülen ve onun da kendilerine beddua
etmiş olduğu yedi kişiden biridir. İbn Mesud ile-Ebu Musa el-Eş'arî'nin
hadisinde de bu hadise, bu şekilde anlatılmıştır.
Özetle söylemek
istediğimiz şudur ki; Amr b. As ile Umare b. Velid b. Muğire, Mekke'den
çıktıklarında Amr'm zevcesi de yanlarında imiş. Bunlar gemide arkadaşlık
etmişler. Umare, genç ve yakışıklı bir adamdı. Amr b. As'm karısına göz koydu
ve Amr'ı öldürmek için denize attı. Amr, yüzerek gemiye geri döndü. Umare ona:
«Senin yüzmeyi iyi bildiğini bilseydim, seni denize atmazdım.» dedi. Amr da,
ona düşman olup kin gütmeye başladı. Bu ikisinin Muhacir sahabeleri geri
getirmek için Necaşi'ye yaptıkları rica reddedilince Umare, Necaşi'nin bazı
aile efradıyla irtibat kurmuştu. Amr da, onu jurnallemişti. Bunun üzerine
Necaşi, ona sihir yapılmasını emretti. Öyleki, aklı başından gitti ve mecnun
gibi çöle çıkıp vahşi hayvanlarla birlikte dolaşmaya başladı..
el-Ümevî, onun
hikayesini uzun uzadıya anlatırken, Hz. Ömer'in emirliği zamanına kadar
yaşamış olduğunu, sahabelerden birinin onu yakalayınca; "Beni bırak, beni
bırak, yoksa ölürüm." dediğini, yakalayan sahabe de onu bırakmayınca o
anda öldüğünü ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Anlatıldığına göre
Kureyşliler, Muhacirleri geri vermesi için Necaşi'ye iki defa elçi
göndermişlerdir. Birincisinde Amr b. As ile Uma-re'yi, ikincisinde de Amr b.
Asile Abdullah b. Ebi Rebia'yı göndermişlerdir. "Delail" adlı eserde
Ebu Nuaym, bunu açıkça ifade etmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Zührî'nin
ifadesine göre ikinci heyet, Bedir savaşından sonra gönderilmiştir. Kureyşliler
bunu yapmakla, Habeşistan'daki Müslümanlardan öç almayı düşünmüşlerdi. Ama
Necaşi, onların bu isteklerini kabul etmemişti. Allah ondan razı olsun ve onu
hoşnud kılsın. Doğrusunu Allah bilir.
Ziyad'ın, îbn
İshak'tan naklettiğine göre Ebu Talib, Kureyşlilerin bu düzenlerini görünce
Necaşi'ye bir mektup yazmış, mektubundaki beyitlerde, onu adaletli davranmaya
ve kavminden yanına giden konuklara da iyilik yapmaya teşvik etmişti:
«Ah keşke uzaklarda,
Cafer'in ve Amr'm,
Düşmanlarının düşmanı
yakınlarımın durumunu bilseydim.
Necaşi'nin Cafer'e ve
arkadaşlarına,
Ne iyilikler yaptığını,
ya da,
Onu bundan alıkoyan
bir engelin ne olduğunu bilseydim.
Ey hükümdar Necaşi,
bilesinki sen,
Lanete müstahak işler
yapmadın.
Sen, şerefli ve kerem
sahibi bir kimsesin.
Yabancılar senin
yanında mutsuz olmazlar.
Biliyoruz ki Allah,
senin gücünü daha da artırmıştır.
Bütün hayır ve
iyiliğin sebebleri sana yapışmıştır.»
Yunus, îbn îshak'tan
rivayet etti ki, Urve b. Zübeyr şöyle demiştir: Necaşi, Müslüman heyetin
sözcüsü olarak Osman b. Affan ile konuşmuştu. Meşhur kavle göre Cafer b. Ebu
Talib, tercümanlık yapıyordu.
Ziyad el-Bekkaî Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Necaşi vefat
ettiğinde, onun mezarının üzerinde sürekli bir nur bulunduğu anlatılırdı.
Ziyad, Muhammed b.
îshak'tan şöyle rivayet eder: Cafer b. Muham-med, babasının şöyle dediğini
anlatır: Habeşliler toplanarak Necaşi'ye: «Sen bizim dinimizden ayrıldın!»
dediler ve ona isyan ettiler. O da Cafer b. Ebu Talib ile arkadaşlarına haber
gönderdi. Onlar için bir gemi hazırladı ve onlara:
- Gemiye binin ve
olduğunuz gibi kalın. Eğer ben yenilgiye uğrarsam, yolunuza devam edin ve
dilediğiniz yere gidin. Eğer galib gelirsem yerinizde kaim, dedi.
Sözlerini bitirdikten
sonra elini bir kağıda uzatıp şöyle yazdı: "Şahadet ederim ki İsa Allah'ın
kulu, elçisi, ruhu ve Meryem'e bıraktığı kelimesidir." Yazdığı bu yazıyı
abasının sağ omuzu içine yerleştirdi. Sonra Habeşlüerin sıra halindeki
askerlerinin karşısına çıkıp şöyle hitap etti:
- Ey Habeş topluluğu!
İnsanlar arasında üzerinizde en çok hakkı
bulunan ben değil
miyim? Onlar:
- Evet, dediler.
- Aranızda benim
yaşantım nasıldır?
- Çok iyidir.
- Size ne oldu
öyleyse?
- Sen dinimizden
ayrıldın ve İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğunu iddia ettin.
- Ya siz İsa hakkında
ne diyorsunuz?
- Onun, Allah'ın oğlu
olduğunu söylüyoruz.
Bunun üzerine Necaşi,
elini sağ omuzunun üzerine koydu. Böyle yapmakla da omuzu altındaki yazıyı
kastederek Meryem oğlu İsa'nın, Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet etti.
Bundan fazla birşey yapmadı. Karşısındaki askerler de onun bu konuşmasını
memnuniyetle karşılayıp geri döndüler. Bu haber, Hz. Peygamber'e ulaştı.
Necaşi vefat edince Rasûlullah gıyaben cenaze namazını kıldı ve onun için
mağfiret dileğinde bulundu.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.),
Necaşi'nin öldüğü gün, onun Ölüm haberini vermiş ve sahabelerle birlikte
namazgaha gitmiş, onları saf düzenine koyarak dört tekbirle cenaze namazım
kıldırmış tır.
Buharî'nin, Cabir'den
rivayet ettiğine göre Necaşi, vefat ettiği zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Bugün salih bir adam
vefat etti. Kalkın, kardeşiniz Ashame üzerine cenaze namazı kılın.»
Bazı rivayetlerde
Ashame yerine Mashame denmiştir. Asıl adı Ashame b. Bahir'dir. O; salih,
akıllı, zeki, adil, bilgili bir kuldu. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud
kılsın.
Yunus, îbn îshak'tan
rivayet etti ki, Necaşi'nin adı Mashame'dir. Beyhakî'nin tashih ettiği bir
nüshada adı Asham olarak geçmektedir. Asham, Arapça'da bağış anlamına gelir.
Beyhakî, Necaşi kelimesinin hükümdar unvanı anlamına geldiğini ifade etmiştir.
Tıpkı Kisra ve He-rakliyus gibi.
Ben de derim ki: Evet,
böyledir. Belki de o, bununla Kayseri kasdet-miştir. Çünkü Kayser kelimesi, Rum
beldelerinden Şam ile Cezire'ye hükmeden her hükümdarların unvanıdır. Kisra,
Fars ülkesine hükmeden hükümdarların unvanıdır. Firavun, bütün Mısır'a
hükmeden hükümdarların unvanıdır. Mukavkis, İskenderiye'ye hükmeden hükümdarların
unvanıdır. Tübba, Yemen ve Şahr ülkelerine hükmeden hükümdarların unvanıdır.
Necaşi, Habeşistan'a hükmeden hükümdarların unvanıdır. Batleymus, Yunanistan'a
hükmeden hükümdarların unvanıdır. Bazıları da bunun Hindistan'a hükmeden
hükümdarların unvanı olduğunu söylemişlerdir. Türkistan'a hükmeden hükümdarların
unvanı ise Hakan'dır.
Bazı âlimler dediler
ki: Rasûlullah (s.a.v.), Necaşi'nin gıyabında cenaze namazını kıldı. Çünkü
Necaşi, imanını kavminden gizliyordu. Vefat ettiği gün, memleketinde onun
üzerine cenaze namazını kılan olmamıştı. Bu yüzden Rasûlullah, onun cenaze
namazını gıyabında kıldı.
Dediler kî: Gaib olan
kimsenin üzerine beldesinde cenaze namazı kılınmış ise, başka bir beldede onun
için cenaze namazını kılmak meşru olmaz. Bu sebepledir ki Peygamber (s.a.v.),
vefat ettiğinde Medine dışında ne Mekkeliler, ne de başkaları, onun için
cenaze namazını kılmamış-lardır. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer sahabeler için
de böyle olmuştur. Bunların üzerine cenaze namazı kılındığı şehirden, başka
bir şehirde cenaze namazı kılınmamıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Ben derim ki: Ebu
Hüreyre (r.a.)'nin, Necaşi için namaz kılındığına şahadet etmesi, onun Hayber
fethi senesinde vefat ettiğine delil teşkil etmektedir. O sene Habeşistan'a
hicret eden Müslümanların geri kalan kısmı, Cafer b. Ebu Talib'le birlikte
Hayber'in fetih gününde Medine'ye gelmişlerdi. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.)'in
de: «Vallahi Hayber'in fethine mi, yoksa Cafer b. Ebu Talib'in gelişine mi,
bunlardan hangisine sevineceğimi bilemiyorum.» dediği rivayet edilir.
Bu Muhacirler,
Necaşi'nin yanından hediyelerle Hz. Peygamberin yanma gelmişlerdi.
Beraberlerinde de Yemenli gemi yolcuları olan Ebu Musa el-Eş'arî ve kavmi olan
Eş'ariler de gelmişlerdi. Necaşi, kendisi yerine Rasûlullah'a hizmet etmesi
için yeğeni Zümahter ya da Zümihmer adındaki adamı göndermişti. Ayrıca Cafer,
bir miktar hediyeler de getirmişti. Süheylî der ki: Necaşi, hicretin dokuzuncu
senesinin receb ayında vefat etmiştir. Bu hususta ihtilaf vardır. Doğrusunu
Allah bilir.
Beyhakî, Ebu Ümame'nin
şöyle dediğini rivayet eder:
Necaşi'nin gönderdiği
heyet, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah kalkıp onlara bizzat
hizmet etti. Ashabı: "Senin yerine onlara biz hizmet edelim ya
Rasûlallah" dedilerse de o: «Onlar benim ashabıma ikram ettiler. Ben de
onlara misli ile karşılık vermek istiyorum.» demişti.
Beyhakî'nin rivayetine
göre Amr b. As, elçi olarak gittiği Habeşistan'dan Mekke'ye geri dönünce
evinde oturdu ve KureyşU müşriklerin yanına gitmedi. Onlar da: "Buna ne
olmuş ki dışarı çıkmıyor?" diye sorunca Amr, şu cevabı verdi:
"Necaşi, adamınızın (Muhammed'in) peygamber olduğuna inanıyor." [10]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/57-67.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/67-68.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/68-69.
[4] Tirmizî, Kıyamet, 34.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/69-72.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/73.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/74-84.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/84-88.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/89-97.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/98-117.