Resûlullah
(S.A.V.)'In Hicret Sebebi
Rasûlullah
(S.A.V.)'In Ebu Bekîr Es-Sıddık'la Birlikte Mekke'den Medine'ye Hicreti
Peygamber
(S.A.V.)'İn Medînerye Gîrîşi Ve Evi
Zührî, Urve'den, o da
Hz. Aişe'den, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'de iken Müslümanlara şöyle dediğini
rivayet eder:
"Artık sizin
hicret edeceğiniz yurd, iki kara taşlık arasında sürülmemiş hurmalık bir yer
olarak bana gösterildi."
Rasûlullah (s.a.v.)
böyle deyince, bazı kimseler Medine tarafına hicret etti. Habeşistan'a hicret
etmiş olan Müslümanlar da Medine'ye döndüler.
Bunu, Buharı rivayet
etmiştir.
Ebu Musa, Peygamber
(s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Rüyamda,
Mekke'den hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Orasının Yemame veya Hecer
olduğunu vehmettim. Ama orası Medine -Yesrib-imiş."
Buharı bu hadisi, bir
kaç yerde uzun uzadıya senediyle birlikte nak-letmiştir.
Hafız Ebu Bekir
el-Beyhakî, Cerir'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu yüce
Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç beldeden hangisine inersen orası senin hicret
diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."
İlim ehli kimseler
dediler ki: Sonra Rasûlullah'ın Medine'ye gitmesine karar verildi. O da oraya
hicret etmelerini ashabına emretti. Bu hadis, cidden gariptir. Tirmizî de
"Menakıb" adlı eserinde Cerir'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Doğrusu yüce
Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç şehirden hangisine inersen orası senin hicret
diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."
îbn îshak dedi ki:
Cenâb-ı Allah, savaş için izin verdiğinde şu ayeti inzal buyurdu:
«Haksızlığa
uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin
verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbette Kadir'dir. Onîar haksız yere
ve "Rabbimiz Allah'tır." dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır."
(el-Hacc, 39-40.)
Yüce Allah, Rasûlüne
savaş için izin verdiği, Ensâr'dan olan bu kabilenin de İslâm'a ve ona tabi olanlara yardım etmek
üzere Peygam-ber'e bey'at ettiği, Müslümanları bağrına bastıkları zaman ,
Muhacirlerden ve Mekke'deki Müslümanlardan olan ashabına, Medine'ye hicret
etmelerini, Ensâr'dan olan kardeşlerine kavuşmalarını emredip şöyle
buyurdu:
"Doğrusu yüce
Allah, sizin için kardeşler kıldı ve içinde emin olacağınız bir yurt
kıldı."
Bunun üzerine
Müslümanlar, gruplar halinde peşpeşe Medine'ye gitmeye başladılar. Hz.
Peygamber (s.a.v.) ise, Allah'tan hicret için izin bekleyerek Mekke'de kaldı.
Rasûlullah'ın ashabından Kureyşli Muhacirlerden Medine'ye hicret edenlerin
ilki, Beni Mahzum kabilesinden Ebu Seleme b. Abdi'l Esed b. Hilal b. Abdullah
b. Ömer b. Mahzum'dur. Akabe ashabının bey'atinden bir sene önce Medine'ye
hicret etti. Habeşistan ülkesinden Mekke'ye-* Rasûlullah'm yanına gelmişti.
Kureyşli-ler, ona eziyet verdiği ve Ensârî Müslümanların İslâm'a girme haberi
ona ulaştığı zaman Medine'ye Muhacir olarak gitti.
İbn îshak, Ümmü
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Seleme, Medine'ye gitmeye
niyetlendiğinde devesini benim için hazırladı. Sonra beni ona bindirdi. Oğlum
Seleme b. Ebu Seleme'yi de Önüme bindirdi. Sonra benimle yola çıktı. Binmiş
olduğum deveyi yediyordu. Beni Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'un adamları
onu gördüklerinde yanına gelip şöyle dediler: "Haydi sen kendin ne ise,
diyelim kendini bizden kurtardın. Fakat şu arkadaşımıza ne dersin? Onu
götürmene nasıl izin verelim?" Ümmü Seleme dedi ki: "Devenin yularını
onun elinden çektiler ve beni ondan aldılar. Bu esnada Beni Abdi'1-Esed
kabilesi öfkelendiler. Bunlar, Ebu Seleme'nin kavmi olup şöyle dediler:
- Hayır, vallahi biz
oğlumuzu anasının yanında bırakmayız. Çünkü anasını adamımızdan aldınız.
Ümmü Seleme dedi ki:
- Böylece oğlum
Seleme'yi aralarında birbirlerinden çekmeye çalış-talar. Nihayet onu
bıraktılar. Beni Abdi'1-Esed kabilesi, onu alıp götürdü. Beni Muğire kabilesi
de beni yanlarında alıkoydular. Kocam Ebu Seleme ise Medine'ye gitti.Böylece
benimle kocamı ve oğlumu birbirimizden ayırdılar. Ben, her sabah çıkıp vadide
oturuyor ve akşam oluncaya kadar ağlıyordum. Bu hal, bir yıl boyunca devam
etti. Bir gün amcam oğullarından biri -ki Beni Muğire'dendir- bana rastladı.
Başıma gelenleri gördü. Bana acıdı ve Muğire oğullarına şöyle dedi:
- Şu biçare ve miskin
kadına acımaz mısınız, bu yaptığınızdan sıkılmaz mısınız? Onunla kocasını ve
çocuğunu birbirlerinden ayırdınız.
Bunun üzerine onlar da
dönüp bana şöyle dediler:
- Eğer dilersen kocana
gidebilirsin..
Beni Abdi'1-Esed
kabilesi de, bu esnada oğlumu bana geri verdi. Bunun üzerine devemi yola
çıkardım. Oğlumu da yanıma alarak Medine'de bulunan kocamın yanma gitmeğe
niyetlenerek yola çıktım. Beni kocama, götürmesini söyleyebileceğim hiçbir
Allah'ın kuluna rastlaya-mıyordum. Nihayet Ten'im'de olduğum zaman Osman b.
Talha b. Ebu Talha'ya rastladım. Bana şöyle sordu:
- Ey Ebu Ümeyye'nin
kızı, nereye gidiyorsun?
- Medine'de ki kocamın
yanını gitmek istiyorum. .
- Seninle beraber
giden hiç kimse yok mu?
- Hayır, Allah'a yemin
ederim, ancak Allah ve işte bu oğlum var.
- Seni yalnız bırakmak
doğru olmaz, diyerek devemin yularım tuttu ve benimle birlikte süratle yola
koyuldu. Vallahi şimdiye kadar Araplardan, ondan daha keremli bir kimse
görmemiştim. Bir yere vardığımızda benim devemi çöktürür, sonra benden öteye
gidip dururdu. Nihayet indiğim zaman devemi kenara alır, yükünü indirir, sonra
onu ağaca bağlar, benden uzaklaşarak bir ağacın yanına gider, altına yatardı.
Yola çıkma zamanı yaklaştığında devemin yanma gelip onu bana takdim eder, yola
koyar, sonra benden kenara çekilip durur ve şöyle derdi: "Bin." Binip
devemin üzerine kurulduğumda yularını tutar ve yederdi. Nihayet beni
indirinceye kadar böyle yapardı. Beni, Medine'ye götürün-ceye kadar hep böyle
davrandı. Küba mevkiinde Beni Amr b. Avf m köyüne bıraktığında şöyle dedi:
- Kocan, işte bu
koydedir.(Gerçekten kocam Ebu Seleme, o köye inmişti.) Allah'ın bereketiyle
onun yanma git.
Böyle dedikten sonra
kendisi Mekke'ye dönüp gitti.
Ümmü Seleme devamla
şöyle diyordu:
-Alllah'a yemin ederim
ki İslâmiyet'te Ebu Seleme ailesinin başına gelenlerin, başka hiçbir ailenin
başına geldiğini bilmiyorum. Osman b . Talha'dan daha mert bir arkadaşı da asla
görmedim.
Sözü edilen Osman b.
Talha b.Ebu Talha el-Abderî, Hüdeybiye andlaşmasmdan sonra Müslüman olup Halid
b. Velid'le birlikte Medine'ye hicret etmiş, Uhud savaşında babası ve
kardeşleri Haris, Kilab ve Müsan ile amcası Osman b. Ebu Talha öldürülmüşlerdi.
Mekke'nin fethi gününde Rasûlullah (s.a.v.), ona ve amcası oğlu Şeybe'ye
KaTbenin anahtarlarını vermişti. Bu vazifeyi cahiliyette olduğu gibi
İslamiyet'te de onların uhdesinde bırakmıştı. Bu hususta yüce Allah'ın şu kavli
nazil olmuştu:
«Hiç şüphesiz Allah size,
emanetleri ehline teslim etmenizi emreder.» (en-Nisâ, 58.)
İbn îshak dedi ki: Ebu
Seleme'den sonra Muhacirlerden Medine'ye gelenlerin ilki, Amir b. Rebia oldu.
Bu zat, Adiy oğulları kabilesinin müttefiki idi. Beraberinde hanımı Leyla binti
Ebi Hasme vardı. Sonra Abdullah
b. Cahş b. Ri'ab b. Yamur b. Sabire b. Mürre b. Kebir b. Ğanm b. Dudan b. Esed
b. Hüzeyme hicret etti. Bu zat, Beni Ümeyye b. Abdu'ş-Şems'in müttefikidir.
Ailesi ve kardeşi Abd b. Cahş'ı yanma aldı. Karde.-şinin künyesi, Ebi
Ahmed'tir; Ebu Ahmed'in adı, îbn îshak'ın da anlattığı gibi Abd'tır. Sümame
olduğunu söyleyenler de olmuştur. Süheylî der ki: Birincisi, daha sahihtir. Ebu
Ahmed, âmâ bir adamdı. Yanında bir kimse olmaksızın Mekke'nin alt ve üst
taraflarım dolaşırdı. Şair bir kimse idi. Faria binti Ebu Süfyan b. Harp
adındaki kadınla evliydi. Annesi Ümeyme binti Abdülmuttalib b. Haşim'dir.
Hicretten dolayı Beni
Cahş'm evi kilitlenip'kapandı. Utbe b. Rebia ve Abbas b. Abdülmuttalib ile Ebu
Cehil b. Hişam b. Muğire oradan geçtiler. Mekke'nin yukarılarına doğru
çıktılar. Utbe b. Rebia, o eve baktığında kapılarının ıssız, kimsesiz, boş,
içerilerde hiçbir kimsenin bulunmadığını görünce şöyle dedi:
"Her bir ev M,
her ne kadar sağlam olarak durması uzun bir zaman alsa da, günün birinde musibet
ve acı ona ulaşır."
İbn Hişam dedi ki: Bu
beyit, Ebu Duad el İyadî'ye aittir. Onun bir kasidesinden alınmıştır.
Süheylî dedi ki: Ebu
Duad'm asıl adı, Hanzele b. Şarkî1 dir. Harise olduğunu söyleyenler de vardır.
Sonra Utbe b. Rebia,
şöyle dedi:
- Beni Cahş'm evi,
ıssız hale gelmiştir. İçinde kimseler kalmamıştır.
Ebu Cehil dedi ki:
- Senin ağlaman, o
evin yalnız kalmasındandır. Böyle dedikten sonra Abbas'a da şöyle dedi:
- Bu senin yeğeninin
işlerindendir. O, bizim toplumumuzu dağıttı. İşlerimizi alt üst etti.
Münasebetlerimizi kopardı.
İbn İshak dedi ki: Ebu
Seleme Amir b. Rebia ve Abdullah b. Cahş, Küba'da Mübeşşir b. Abdi'l-Münzir'e
konuk oldular. Sonra Muhacirler peşpeşe cemaat halinde geldiler. Beni Ganm b.
Düdan, Müslüman olmuştu. Medine'ye hicret için bütün erkek ve kadınları ile
yola koyulmuş,kendilerinden kimse geri kalmamıştı. Bunların adlarını şöylece
sıralayabiliriz:
Abdullah b. Cahş,
kardeşi Ebu Ahmed, Ükkaşe b. Mihsan, Suca, Ukbe (Suca ile Ukbe, Vehb'in
oğullarıdırlar.), Erbed b. Cümeyre, Mun-kiz b. Nubate, Said b. Rukayş, Mahrez
b. Nadle, Zeyd b. Rukayş, Kays b. Cabir Amr b. Mihsan, Malik b. Amr, Safvan b.
Amr, Sakf b. Amr, Rebia b. Eksem, Zübeyr b. Ubeyde, Temmam b. Ubeyde, Sahbere
b. Ubeyde, Muhammed b. Abdullah b. Cahş.
Bunların kadınlarının
adları da şöyle idi:
Zeyneb binti Cahş,
Hamne binti Cahş, Ümmü Habib binti Cahş, Cüdame binti Cendel, Ümmü Kays binti Mihsan, Ümmü
Habib binti Sümame, Amine binti Rukayş, Sahbere binti Temim.
Ebu Ahmed b. Cahş,
Medine'ye hicretleri ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu.
"Ahmed'in anası,
beni gıyabında korktuğum ve kaçındığım bir kimsenin zimmetini aldığımda gördü.
Dedi ki: Eğer mutlaka
birşey yapacaksan bizde kal. Yesrib'den uzaklaş.
Ben de ona şu cevabı
verdim: Aksine Yesrib, bugün bizim gidecek yönümüz dür.
Rahman diledikçe kul
yol gider.
Yüzümün yönü, Allah ve
Rasûlünedir.
Kim yüzünü Allah'a
çevirirse hiçbir gün, hiçbir zaman eli boş çıkmaz.
Çok sıcak dostları
bıraktık, göz yaşlarıyla ağlar ve ağıtlar yakan kadınları bıraktık.
Ey kadın, sen bizim
beldelerimizden uzaklaşmamızı, intikam alma talebi olarak zannedersin. Halbuki
biz, hayırlı şeyler istediğimizi biliyoruz.
Beni Ganm'ı,
kanlarının akıtılmaması için onların korunmasına destek olan hidayet ve hakka
davet ettim.
Allah'a hamdolsun İd,
onları hakka ve kurtuluşa çağıran, çağırdığı zaman icabet edip hep bir araya
toplandılar. Arkadaşlarınız doğru yolda bizden ayrıldılar. Bize karşı silah ile
başkalarına yardımcı oldular. İki topluluk gibi ki:
Onlardan biri hak
üzeredir, uygundur, doğruyu bilip, hidayete ermiştir.
Öbür topluluk ise,
azaplanmıştır.
İşte bu berikiler
azdılar ve yalan olmasını temenni ettiler. Onları İblis haktan ayırdı,
uzaklaştırdı. Onlarda kayba uğradılar ve uğratıldılar.
Peygamber Muhammed'in
sözüne döndük ve güzel bir şekilde hakkın dostları olduk.
Hısımlarımızla onlara
yakın olmaya çalıştık. Halbuki ey kadın, sen yaklaşmayınca, yakın olmayınca
hısımlıklarla yakınlık olmaz.
O halde bizden sonra
hangi yeğen(kızkardeşin oğlu), size güven verir ve hışmından sonra hengi hısım
sizi gözetir.
Ey kadın, onlar
ayrıldıkları ve insanların işi darmadağın olduğu zaman, yakında hangimizin
hakka daha yakın olduğunu bileceksin."
İbn İshak dedi ki:
Daha sonra Hattab oğlu Ömer ile Ayyaş b. Ebi Rebia Mekke'den yola çıkıp
Medine'ye vardılar. Bu hususta, Hz. Ömer
şöyle der:
"Medine'ye hicret
etmeyi kararlaştırdığımızda ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia,ile Hişam b. As b. Vail
es-Sehmî, Beni Gifar kabilesinin Mekke'ye on mil mesafedeki Udad mevkiinde
Tenadip'de buluşmak üzere rande-vulaştık. Burası Şerif mevkiinin üst
tarafmdadır. Rendavulaşırken birbirimize şöyle demiştik:
«Hangimiz oraya
gelemezsek, yakalanmış demektir. Bu bakımdan diğer arkadaşları yollarına devam
etsinler.»
Bundan sonra ben ve
Ayyaş b. Ebi Rebia, Tenadip'de buluştuk. Hişam ise tutuklandı ve dininden-
ayrılmaya zorlanıp saptırıldı. Fitneye düşürüldü. Medine'ye vardığımızda Beni
Amr b. Avf m Kuba'daki evinin yanına indik. Ebu Cehil b. Hişam ve Haris b.
Hişam, Ayyaş b. Ebi Re-bia'nm peşine takıldılar. O, bunların amcalarının oğlu
idi. Aynı zamanda onların ana bir kardeşleri idi. Nihayet o ikisi, Medine'ye
yanımıza geldiler. Rasûlullah ise, henüz Mekke'de idi. Onlar, Ayyaş ile konuşup
şöyle dediler:
"Annen, seni
görmek için basma tarak vurmamaya, güneşe karşı gölgelenmemeye and içti. Gel,
ona acı."
Ben de ona dedim ki:
- Ey Ayyaş! Allah'a
yemin ederim ki, kavmin seni sadece dininden döndürmek istemektedir. Onlardan
uzak dur. Vallahi eğer senin anana bir bit musallat olsa dahi, o saçını tarayıp
ondan kurtulmaya çalışır. Eğer Mekke sıcaklığı onu rahatsız edecek olursa
gölgeye çekilir.
Ayyaş da şöyle cevap
verdi:
- Annemin yeminini
yerine getireceğim. Benim orada mallarım
vardır. Onu alırım.
Ben de ona şöyle
dedim:
- Allah'a yemin ederim
ki, sen de biliyorsun ki Kureyş'in zenginlerinden biri de benim. Malımın
yansı, senin olsun. Sakın, onlarla gitme.
Fakat Ayyaş beni
dinlemedi. Onlarla birlikte gitmeye razı olunca ona şöyle dedim:
- Haydi dediğini
yapıyorsun. Bari şu devemi al. Çünkü bu asil ve itaatkar bir devedir. Sırtına sarıl, eğer içine
kavminden bir şüphe düşerse, bununla kaçıp kurtulursun.
O da deveme binip
arkadaşlarıyla birlikte gitti. Nihayet yolun bir yerine vardıklarında Ebu
Cehil, ona şöyle demiş:
- Yeğen! Devem beni
taşıyamıyor, beni devenin üstüne almazmı-sın? O da:
- Evet, demiş.
Bunun üzerine o
devesini çöktürmüş, onlar da çöktürmüşlerki, o devenin üzerine binip yer
değiştirsinler. Yere indikleri zaman Ayyaş'a saldırıp, elini kolunu
bağlamışlar, sonra Mekke'ye götürüp dininden
caydırmışlar.
Biz şöyle diyorduk:
Allah, dininden dönenlerin teVbesini kabul buyurmaz.
Onlar da kendileri
için aynı şeyi söylüyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi.
Yüce Allah da şu ayetleri inzal buyurdu:
«Ey Muhammed! De ki:
"Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden
umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O,
bağışlayandır, merhametlidir." Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce
O'na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz. Size ansızın, farkına varmadan
azap gelmeden Önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'ân'a uyun.»
(ez-Zümer, 53-55.)
Hz. Ömer dedi ki: Ben,
bu ayeti bir kağıda yazıp Hişam b. As'a gönderdim.
Hişam da şöyle dedi: O
yazı bana ulaştığında Zi-Tuva'da okumaya başladım. Zorlanıyordum. Bir türlü anlayamıyordum.
Nihayet: "Allahım, bunun manasım bana kavrat." dedim. Bu ayetin bizim
hakkımızda, bizim söylediğimiz sözler hakkında ve bizler için başkaları tarafından
söylenen şeyler hakkında nazil olduğuna dair Cenâb-ıAllah, kalbime bir ilham
bıraktı. Deveme döndüm. Üzerine binip Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma
geldim.
İbn Hişam'm
anlattığına göre Hişam b/As ile Ayyaş b. Ebi Rebia'yı Medine'ye getiren kişi,
Velid b. Muğire'dir. Onları Mekke'den kaçırıp kendi devesine bindirerek
Medine'ye getirmişti. O da onlarla birlikte yaya olarak yol almıştı. Yolda
tökezleyince ayağının parmağı kanamış ve şöyle demişti:
"Sen sadece
kanayan bir parmaksın, Başına gelenler ise, Allah yolunda olan şeylerdir."
Buharı, Bera'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bize ilk olarak hic-. ret edip
gelen Mus'ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Sonra Ammar ile Bilal
geldiler.
Muhammed b. Beşşar,
Ebu îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Be-ra b. Azib'in şöyle dediğim
işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus'ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum
olmuştur. Bunlar, insanlara Kur'ân öğretiyorlardı. Bunlardan sonra Bilal, Sa'd
ve Ammar b. Yasir hicret edip geldiler. Bunların ardı sıra yirmi kadar sahabe
ile birlikte Hattab oğlu Ömer hicret edip geldi. Bunlardan sonra da Peygamber
(s.a.v.) geldi. Medineliler, onun gelişine sevindikleri kadar başka hiçbirşeye
sevinmemişlerdi. Öyleki Medineli cariyeler şöyle diyorlardı: Rasûlullah
(s.a.v.) teşrif etti. O gelince ben, el-A'lâ sûresini okudum.
İbn İshak dedi ki:
Hattab oğlu Ömer ve ailesi ile kavminden yanlarında bulunanlar Medine'ye
geldiler. Beraberinde kardeşi Zeyd b. Hattab, Amr ile Abdullah b. Süraka b.
Mutemer, Hüneys b. Hüzafe es-Sehmî (Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nm kocası), amcası
oğlu Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Vakid b. Abdullah et-Temimî (onların
müttefiki), Havle b. Ebi Havle, Malik b. Ebi Havle (Beni îcil kabilesinden olup
onların müttefikidir.), Bükeyr oğullarından İyaz, Halid, Akil, Amir ve bunların
Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olan müttefikleri de vardı. Bunlar, Küba'da
Beni Amr b. Avf yurdunda Rufaa Abdu'l-Münzir b. Züneyr'e konuk
oldular.
İbn îshak dedi ki:
Muhacirler peşpeşe geldiler. Allah, onlardan razı olsun. Talha b. Ubeydullah
ile Süheyb b. Sinan, Sünh'te bulunan Belha-ris b. Hazreç'in kardeşi Ubeyd b.
İsafa konuk oldular. Talha'nm, Es'ad b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de
vardır.
İbn Hişam'a göre E.bu
Osman En-Nehdî şöyle demiştir: Bana ulaşan habere göre Süheyb, hicret etmeye
niyetlendiğinde Kureyşli kafirler ona şöyle demişler:
- Bize fakir ve hakir
olarak geldin. Yanımızda malın çoğaldı, yükseldin, sonra da malınla birlikte
gitmek istiyorsun. Allah'a yemin ederiz ki, bu asla olmayacak birşeydir!
Süheyb de onlara şu
cevabı vermiş:
- Malımı size
verirsem, yolumdan çekilir misiniz?
- Evet...
- Öyle ise malımı size
bıraktım.
Bu haber, Rasûlullah'a
ulaştığında o şöyle demişti:
- Süheyb kazandı,
Süheyb kazandı!
Beyhakî, Süheyb'ten
naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Hicret yurdunuz
iki kara taşlık arasmda, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya Hecer
ya da Yesrib olmalıdır."
Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir'le birlikte Medine'ye gitmek üzere yola çıktı. Ben de onlarla
birlikte gitmek istediysem de bazı Kureyşli gençler, bana engel oldular. Ben de
bütün gece hiç oturmadan ayakta durdum. Gençler birbirlerine şöyle dediler:
"Bunun karnı ağrıyor." diyerek beni hasta sanıp yattılar. Halbuki
hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir miktar yol aldım. Onlar da beni geri
çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara:
- Benim bir kaç yüz
dirhem ağırlığında bir külçem vardır. Onu, size versem benden vazgeçer misiniz?
dedim. Onlar da; "Evet" dediler. Bunun üzerine onlarla birlikte geri
döndüm. Ve onlara:
"Kapının alt
pervazının altını kazm, benim külçem oradadır. Ayrıca falanca kadına gidin,
onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da sizin olsun." deyip yola çıktım.
Hz. Peygamber, daha Küba'da iken kendisine yetiş tim.Beni görünce:
- Ya Eba Yahya, alış
verişin karlı oldu, dedi.
- Ya Rasûlallah,
benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bunu sana söyleyen Cibril'den
başkası değildir, dedim."
İbn İshak dedi ki:
Hamza b. Abdülmuttalib, Zeyd b. Harise, Ğanevli ve Hz. Hamza'nın müttefikleri
Ebu Mersid Kinaz b. Husayn ile oğlu Mersid, Rasûlullah'm azadhları Ense ile Ebu
Kebşe, Küba'da Beni Amr b. Avf m kardeşi Kelsüm b. Hednı'e konuk oldular.
Bunların, Sa'd b. Heyseme'ye konuk olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece Hz.
Ham-za'nın Es'ad b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Doğrusunu
Allah bilir.
Ubeyde b. Haris ile
kardeşleri Tüfeyl ve Husayn, Mistah b. Esase,. Süveybit b. Sa'd b. Hüreymile
(Beni Abdü'd-Dar'm kardeşi), Tüleyb b. Ümeyr (Beni Abd b. Kusayy'ın kardeşi),
Utbe b. Gazvan'm azadlısı Hab-bab, Küba'da Bilaclan'ın kardeşi Abdullah b.
Seleme'ye konuk oldular.
Abdurrahman b. Avf ile
Muhacirlerden bir kaç erkek, Sa'd b. er-Ra-bia'ya konuk oldular.
Zübeyr b. Avvam ile
Ebu Sebre b. Ebu Ruhm, Beni' Cahcebi yurdunda Usbe mevkiindeki Münzir b.
Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. Cü-lah'a misafir oldular.
Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd
b. Muaz'a konuk oldu. Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile azadlısı Salim, Seleme'ye misafir
oldular.
İbn İshak'a göre
el-Ümevî, bunların Ubeyd b. İsafa konuk olduklarını söylemiştir ki, Hübeyb,
Beni Harise'nin kardeşidir.
Utbe b. Gazvan, Abbad
b. Bişr b. Vakaş'a konuk oldu. Bunun evi, Abdu'l-Eşhel oğulları yurdunda idi.
Osman b. Affan, Beni
Neccar yurdunda Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit b. Münzir'in misafiri
oldu.
İbn İshak dedi ki:
Muhacirlerden bekar olan bazı erkekler, Sa'd b. Hayseme'ye konuk oldular. Çünkü
o zaman, o da bekar idi. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah,
elbetteki daha iyi bilir.
Yakup b. Süfyan, îbn
Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Mekke'den geldiğimizde Küba'da Usbe
mevkiine indik. Hattab oğlu Ömer, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Hüzeyfe'nin
azadlisı Salim'le birlikte idik. Bize, Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim imamlık
yapıyordu. Çünkü Kur'ân'ı en iyi okuyanımız o idi. [1]
Yüce Allah buyurdu:
«De ki: "Rabbim!
Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de
hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.»
(ei-lsrâ, 80.)
Cenâb-ı Allah,
peygamberine bu duayı okumasını ilham edip gösterdi ki, bu dua sayesinde onun için yakın bir
genişlik ve erken bir çıkış yolu yaratsın. Nihayet Medinetü'l-Nebeviyye'ye
hicret etmesine yüce Allah izin verdi. O Medine ki, orada dostları ve
yardımcıları vardı. O Medine ki, onun için yurt ve yerleşim merkezi oldu. O
Medine ki, halkı onun için yardımcılar oldular.
Ahmed b. Hanbel ile
Osman b. Ebi Şeybe, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet ederler: Rasûlullah
(s.a.v.), Mekke'de idi. Hicret etmekle em-rolundu. Ve ona şu ayet nazil oldu:
«De ki "Rabbim!
Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et, çıkaracağın yerden
de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.»
(cl-Isrâ, 80.)
Katade dedi ki:
"Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et."
cümlesindeki yerden kasıt, Medine'dir. "Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve
esenlikle çıkar." cümlesindeki yerden kastedilen de Mekke'dir. «Katından
beni destekleyecek bir kuvvet ver." cümlesinde geçen destekleyici
kuvvetten maksat, Allah'ın kitabı, farzları ve hududu (yasakları) dur.
îbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), hicret eden ashabından sonra Mekke'de kaldı. Kendisine
hicret için Allah'tan izin verilmesini bekliyordu. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir
es-Sıddık ve yakalanıp dinlerinden caydı-rüanlar hariç, Mekke'de hiçbir sahabe
kalmadı. Ebu Bekir de zaman zaman Rasûlullah'tan hicret için izin isteğinde
bulunuyordu. Ancak Rasûlullah ona şöyle diyordu: "Acele etme. Belki Allah
senin için bir arkadaş kılar." Böylece Ebu Bekir, arkadaşının Rasûlullah
olmasını ümid
ediyordu.
Kureyş, Rasûlullah'm
taraftar bulduğunu ve memleketlerinden başka bir yerde ashabının çoğaldığını,
Muhacirlerden olan ashabının onlara katıldıklarını gördüklerinde, onların bir
yurda yerleşmiş olduklarını ve bir kuvvet teşkil ettiklerini anladı.
Rasûlullah'ın, onlara katılmasından çekindiler. Zira biliyorlardı ki o,
kendilerine karşı savaş için ashabını toplamıştır. Bunun üzerine
Darü'n-Nedve'de toplandılar. Burası, Kusay b..Kilab'm evi idi. Kureyşliler,
bütün kararlarım hep orada alırlardı. Rasûlullah'm durumundan korktukları
zaman, ona ne yapacaklarını tartıştılar.
îbn îshak dedi ki:
Kendilerini yalancılıkla suçlayamıyacağımız bazı arkadaşlarımız Abdullah b.
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Bu işe karar
verdikleri ve Darü'n-Nedve'ye Rasûlullah'm durumu hakkında tartışmak için
toplanmayı kararlaştırdıkları günün sabahında toplandılar. O güne,
"zahmet günü" denilmişti. İblis, büyük bir ihtiyar adam kılığında
onlara görünmüştü. Üzerinde kalınca bir elbise vardı. Evin kapısı önünde
durdu. Orada durduğunu gördüklerinde şöyle dediler:
- Kimdir bu ihtiyar
adam? O da:
-Necid halkındanım,
dedi. Muhammed hakkında toplanacağınızı işittiğimden sizi dinlemeye geldim.
Sizden görüş ve nasihatlerimi esirgemeyeceğimi ümit ediyorum.
Öyleyse gir bakalım,
dediler.
O da içeri girdi.
Orada Kureyş'in ileri gelenleri toplanmışlardı. Toplantıya Utbe, Şeybe, Ebu
Süfyan, Tuayme b. Adiy, Cübeyr b. Mut'im b. Adiy, Haris b. Amir b. Nevfel, Nadr
b. Haris, Ebu'l-Bahteri b. Hişam, Zem'a b. Esved, Hakim b. Hizam, Ebu Cehil b. Hişam,
Haccac'm oğulları Nebih ile Münebbih, Ümeyye b. Halef ile sayılamıyacak kadar
çok miktarda Kureyşli katılmıştı.
Birbirlerine şöyle
dediler:
- Bu adamın (Muhammed
(s.a.v.)) işi, gördüğünüz gibi gelişiyor. Biz, onun ve ona tabi olanların bize
saldıracaklarından emin değiliz. Artık onun hakkında ortak bir görüş
belirlememiz gerekiyor.
Böylece müşavere
yaptılar. Sonra onlardan Ebu'l-Bahteri b. Hişam dedi ki:
- Onu demir
parmaklıklar içine hapsedin. Üzerine kapıyı kilitleyin. Sonra ondan önceki
benzerleri olan Züheyr ve Nabiğa gibi şairlerin başına gelenlerin, onun başına
da gelmesini bekleyin.
Necidli Şeyh (İblis)
dedi ki:
- Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, bu sizin için yararlı bir görüş değildir. Vallahi eğer dediğiniz
gibi onu hapsederseniz, elbette_onun haberi ve tebliğleri kapının ötesine
çıkar. Siz, ashabına karşı onun kapısını kapatırsanız, yakında size saldırırlar
ve sizi yenecek kadar çoğalırlar. Onu, sizin elinizden kurtarırlar. Bu, iyi bir
görüş değildir. Başka birşey düşünün ve müşaverenizi yapın.
Sonra onlardan biri
şöyle dedi:
- Onu aramızdan
çıkaralım ve memleketimizden uzaklaştıranın. Bizden ayrıldığı zaman nereye
giderse gitsin ve nereye düşerse düşsün, karışmayız, yeter ki bizden uzak
olsun. Böylece biz, ondan kurtulalım. Böylece işimiz düzelir. Ve
münasebetlerimiz eski haline döner.
Bunun üzerine Necidli
ihtiyar dedi ki:
- Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, bu da sizin için iyi bir görüş değildir. Onun güzel sözlerini ve
tatlı konuşmasını görmüyor musunuz? Yaptığı şeylerle adamların gönüllerini
kazanır.-Vali ahi eğer bunu yapsanız, Araplardan bir kabilenin yanına
yerleşmesinden emin olamazsınız. Çünkü o bir kabileye giderse, sözleriyle
onları etkiler. Nihayet onlar da ona uyarlar. Sonra onlarla birlikte size gelir
ve memleketinizde sizi ezip geçerler. Böylece işinizi elinizden alır, sonra
size dilediğini yapar. Onun hakkında bundan başka bir görüş belirleyin.Bunun
üzerine Ebu Cehil fc. Hişam dedi ki:
- Vallahi, onun
hakkında daha önce değinmediğiniz bir görüşüm
vardır.
- Ey Ebu'l Hakim, nedir
o görüş?
- Görüşüm şu ki, her
kabileden kuvvetli, kavmi arasında şerefli, nesebi yüksek genç birer adam
alalım. Sonra onlardan her birine keskin birer kılıç verelim.Gitsinler ve o
kılıçlarla bir tek adamın vuruşu gibi Muhammed'e vursunlar. Böylece biz de
ondan kurtulalım. Zira onlar, onu öldürdüklerinde onun kanı, kabilelerin
hepsinin üzerine dağılır. Abdumenaf oğulları, bütün kavimlerle savaşmaya güç
yetiremezler. Diyet ödememize razı olurlar. Biz de onlara, Muhammed'in
diyetini öderiz.
Bunun üzerine Necidli
ihtiyar dedi ki:
- Söz, bu adamın
sözüdür. Bu görüşten başka bir görüşü tasvib etmem!
Böylece topluluk bu
görüş üzerinde ittifak edip dağıldı. Öte yandan Cebrail, Rasûlullah'a gelip;
- Bu gece yatağında
yatma, dedi.
Gecenin ilk üçte biri
geçtiğinde, Rasûlullah'm kapısında toplandılar. Ne zaman uyuyacağını
kolluyorlardı ki üzerine atılsınlar, Rasûlullah, onların yerlerini aldıklarını
görünce Hz. Ali'ye şöyle dedi:
- Benim yatağımda yat.
Benim bu yeşil Hadramî cübbemle örtün ve içinde uyu. Sana hoşlanmadığın
hiçbirşey isabet etmeyecektir.
Rasûlullah (s.a.v.),
hep bu cübbenin içinde uyurdu. Rasûlullah'm kapısı önünde toplananlar arasında
bulunan Ebu Cehil, kapının önünde dururken şöyle dedi:
- Muhammed'in
iddiasına göre eğer sizler, onun dediklerim yapmak üzere kendisine tabi
olursanız, Araplarla Acemlerin hükümdarları olursunuz. Ölümünüzden sonra yeniden dirilirsiniz. Sizin için Ürdün'ün bahçeleri gibi Cennetler
kılınır. Eğer yapmazsanız, onun sizinle savaşma hakkı olurmuş. Ölümünüzden
sonra yeniden diriltilecek-mişsiniz. Sonra da sizin için, sizi yakacak bir ateş
olacakmış! O ateşte yanacakmışsmız!
Rasûlullah (s.a.v.)
evinden dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve: "Evet, ben bunu söylüyorum.
Ve sen de o ateşte yanacaklardan birisin!" dedi.
Cenâb-ı Allah,
müşriklerin gözlerine perde çekti. Rasûlullah'ı göremez oldular.O da elindeki
toprağı üzerlerine savurarak de şu ayeti okudu: .
«Yâsîn. Ey Muhammed!
Kur'ân-ı Hakîm'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş
peygamberlerdensin. Bu, babaları uyanlmadığm-dan gani kalmış bir milleti
uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah'ın indirdiği Kur'ân'dır. Andolsun
ki, hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir. Bunun için artık inanmazlar. Boyunlarına, çenelerine
kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır.
Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdelediğimizden artık
göremezler.» (Yâsîn, 1-9.)
Savurulan toprak,
orada bulunanların tamamına isabet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), gitmek
istediği tarafa yönelerek hareket etti. Bilahare daha kendileri ile birlikte
bulunmayan bir adam yanlarına gelip şöyle dedi:
- Burada ne
bekliyorsunuz?
- Muhammed'i
bekliyoruz.
- Allah müstehakınızı
versin! Vallahi Muhammed çıkıp gitti. Hepinizin başına da toprak savurdu. Gitmek
istediği yere gitti. Başınızda neler olduğunu görmüyor musunuz?
Her biri elini başına
götürdüğünde başında toprak olduğunu gördü. Sonra içeri bakmaya başladılar.
Ali, Rasûlullah'ın cübbesine bürünmüş uyuyordu. "Allah'a yemin ederiz ki,
işte Muhammed uyuyor, üzerinde de cübbesi var." diyorlardı. Sabaha kadar
öylece yerlerinde kala kaldılar. Hz. Ali, yataktan çıkınca dediler ki:
"Vallahi bize haber veren kişi doğru söylemiş!"
îbn tshak dedi ki: O
gün ve onların yapmak için toplandıkları iş hakkında Cenâb-ı Allah'ın indirdiği
ayetlerden biri de şu idi:
«İnkar edenler, seni
bağlayıp bîr yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı.
Onlar düzen kurarken, Allah da düzenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların
en iyisidir.» (ei-Enfâi, 30.)
«Yoksa senin için
şöyle mi derler: "Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini
gözlüyoruz."
De ki: "Gözleyin,
doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim." (et-Tûr, 30-31.)
İşte o esnada yüce
Allah, Peygamber (s.a.v.)'e hicret iznini verdi. [2]
Hz. Ömer'in sîretinde
de açıkladığımız gibi onun hilafeti döneminde ashabın ittifakı ile hicret,
İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Buharî, îbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kırk yaşında risaletle
görevlendirildi. Mekke'de on üç yıl süre ile kendisine vahiy geldi. Sonra
hicret etmekle emrolundu. Medine'ye hicret etti. Orada on sene kaldı. Altmışüç
üç yaşında iken vefat etti. Bisetinin on üçüncü senesinin rebiyüleevvel ayının
pazartesi gününde hicret etmişti.
İmam Ahmedb. Hanbel'in
rivayetine göre îbn Abbas şöyle demiştir:
"Peygamberimiz
pazartesi günü doğdu, pazartesi günü Mekke'den hicret etti, pazartesi günü
risaletle görevlendirildi, pazartesi günü Medine'ye girdi ve pazartesi günü
vefat etti."
Muhammed b. İshak dedi
ki: Ebu Bekir, Rasûlullah'tan hicret için izin istediğinde Rasûlullah ona şöyle
demişti: "Acele etme. Belki Allah senin için bir arkadaş kılar."
Rasûlullah, bunu kendisine söylediği zaman of bununla sadece kendisini
kasdettiğini umuyordu. Bunun üzerine iki binek devesi satın aldı, bu iş için
hazırlık olarak yemlerini vererek evinde tuttu. Vakidî'nin ifadesine göre
develeri 800 dirheme satın almıştı.
İbn İshak, mü'minlerin
annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Hz. Peygamber,
bize ya sabah ya akşam gelir, gelmediği gün olmazdı. Ancak Cenâb-ı Allah'ın,
kendisine Mekke'den hicret etmek için izin verdiği günde, bize gelmek
itiyadında olmadığı bir saatte kavminin arasından çıkıp geldi. Babam onu
görünce:
- Rasûlullah (s.a.v.),
hiç^bu saatte gelmezdi. Muhakkak gelişinin önemli bir sebebi olmalı, dedi.
Hz. Peygamber içeri
girince babam, oturduğu yerden inip yerini ona verdi. Babamın yanında ben ve
kız kardeşim Esma'dan başka kimse yoktu. Peygamber (s.a.v.), babama:
- Bunları dışarı
çıkar. Seninle gizli konuşacağım, dedi.
Babam:
- Ya Rasûlallah,
ikiside benim kızîarundır. Anam babam sana feda olsun, acaba işin nedir? diye
sordu.
Rasûlullah:
- Cenâb-ı Hak, bana
Mekke'den çıkmak ve hicret etmek için izin verdi, dedi.
Babam:
- Ya Rasûlallah,
arkadaşlık var mı? diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de:
- Evet, arkadaşlık
var, dedi.
O güne kadar her hangi
bir kimsenin, sevincinden ağladığını görmemiştim. Babam sevincinden ağladı ve
sonra:
- Ya Rasûlalîah, şu
iki deveyi bu iş için hazırlamıştım, dedi. Sonra kendilerine kılavuzluk yapması
için Abdullah b. Erkat'ı kiraladılar."
İbn Hişam der ki: Ona,
Abdullah b. Uraykit denirdi. Beni Dil b. Bekr kabilesindendi. Annesi, Beni Sehm
b. Amr kabilesinden olup müşrikti. Rasûlullah'la Ebu Bekir'e rehberlik
edecekti. îki bineklerini ona teslim ettiler. Yolculuk gününe kadar develeri o
besleyecekti.
îbn İshak dedi ki:
Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'den çıkışını Ebu Talib oğlu
Ali ile Ebu Bekir es-Sıddık ve onun ailesinden başka kimse bilmiyordu.
Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye insanların daha önce emanet olarak verdikleri
mallan sahiplerine geri vermesi için kendisine halef olmasını emretmişti.
Mekkelilerden bir kimse, muhafazasından korktuğu malını emanet olarak
Rasûlullah'ın yanma bırakırdı. Çünkü onun doğruluk ve emanete riayetini
biliyorlardı.
îbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'den çıkmaya karar verdiğinde Ebu Bekir b. Ebu
Kuhafe'nin yanma geldi. Ebu Bekir'in evinin arkasındaki küçük bir kapıdan
çıktılar.
Ebu Nuaym, İbrahim b.
Sa'd kanalıyla Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Bana ulaşan
habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hicret için Mekke'den çıkıp Medine'ye
yöneldiğinde şöyle dua etmiştir:
"Ben hiçbir şey
değilken, beni yaratan Allah'a hamdolsun. Allahım, dünyanın zorluklarına karşı
bana yardım et. Zamanın kötülüklerine, günlerin ve gecelerin musibetlerine
karşı bana yardımcı ol. Allahım* yolculuğumda benimle beraber ol. Ailemi gözet.
Bana rızık olarak verdiğin şeyleri bereketli kıl. Beni kendine muti kıl. iyi
ahlak üzere beni dos-' doğru kıl. Beni, kendine sevdir. İnsanların insanna
bırakma beni. Ey güçsüzlerin Rabbi, sen benim Rabbimsin. Senin göklerle yeri
aydınlatan yüce Zatına sığınırım. O zatın ki, karanlıklar kendisiyle aydınlanmış,
öncekilerle sonrakilerin işi, onun sayesinde düzelmiştir. Beni gazabına maruz
bırakma. Öfkeni üzerime indirme. Nimetinin zail olmasından, intikamının aniden
üzerime gelmesinden, afiyetini üzerimden gidermenden ve bütün gazablarmdan
sana sığınırım. Şikayetim sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı, benim
yammdadır. Güç ve kuvvet, ancak seninledir,"
İbn İshak dedi ki:
Yolculuk sırasında Rasûlullah'la Ebu Bekir, Sevr mağarasına yöneldiler. Sevr,
Mekke'nin alt tarafındaki bir dağın adıdır. O mağaraya gidip içeri girdiler.
Ebu Bekir es-Sıddık, oğlu Abdullah'a; gündüz, insanların kendisi ile Rasûlullah
hakkında söylediklerine kulak vermesini, akşamleyin günün haberlerini
kendilerine getirmesini emretti.
Azatlısı Amir b.
Füheyre'ye de gündüz koyunlarını otlatmasını, akşam olunca mağaraya
getirmesini emretti.
Abdullah b. Ebu Bekir,
gündüz Kureyşlilerin arasında bulunuyor, onların komplo kararlarına kulak
veriyor. Rasûlullah'la Ebu Bekir hakkında söylediklerini dinliyor, akşam
olunca haberleri getirip babasıyla Rasûlullah'a iletiyordu.
Amir b. Füheyre,
Mekkeli çobanlarla birlikte Ebu Bekir'in koyunlarını otlatıyordu. Akşam olunca
koyunları mağaraya doğru getiriyor. Sütünü sağıyor, daha sonra da birisini
kesiyorlardı. Sabahyelin Abdullah b. Ebu Bekir, Rasûlullah'la babasının
yanından ayrılıp Mekke'ye geliyor, peşisıra Amir b. Füheyre'de davar sürüsünü
oradan geçirerek Abdullah'ın ayak izlerini yok ediyordu.
İbn Cerir, bazı
kimselerden naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Bekir'den önce sevr mağarasına
gittiğini anlatır. Rasûlullah, Hz. Ali'ye kendilerinden sonra yola çıkıp
kendilerine ulaşmasını emretmişti. Hz. Ali de yolda iken onlara ulaşmıştı.
Bu, cidden garip bir
rivayet olup meşhur olan rivayetlere uymamaktadır. Meşhur rivayete göre
Rasûlullah'la Ebu Bekir birlikte yola çıkmışlardır.
îbn îshak dedi ki:
Esma binti Ebu Bekir, akşam olduğu zaman Rasûlullah'la Ebu Bekir'e iyi yemekler
getiriyordu.
Esma şöyle demiştir:
Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke'den çıktıklarında, Kureyşten bir topluluk bize
geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hi-şam'da vardı. Ebu Bekir'in kapısının Önünde
durdular. Ben de karşılarına çıktım. Dediler ki:
- Ey Ebu Bekir'in
kızı, baban nerededir?
- Vallahi babamın
nerede olduğunu bilmiyorum! dedim. Bunun üzerine Ebu Cehil elini kaldırdı. O,
edepsiz ve murdar birisi
idi. Yanağıma bir
tokat indirdi. Tokatm şiddetinden kulağımdan küpem fırladı. Sonra evimizin
önünden ayrılıp gittiler.
Rasûlullah, Mekke'den
çıktığında Ebu Bekir de onunla birlikte yola çıkmıştı. Ebu Bekir, malının
tamamını; 5000 veya 6000 dirhemi beraberinde alıp, götürmüştü. Yanımıza dedem
Ebu Kuhafe geldi. Gözleri kör olmuştu. Şöyle dedi:
- Vallahi ben
görüyorum ki, o malım kendisiyle birlikte götürüp sizi perişan etmiştir. Dedim
ki:
- Hayır ey babacığım,
Ebu bekir bize çok mal bıraktı.
Bunun üzerine bir
takım taşlar aldım ve onları evdeki bir küvete koydum. Babam da malını oraya
koyardı. Sonra onların üstüne bir bez koydum. Ebu Kuhafe'nin elini tutup şöyle
dedim:
- Ey babacığım, elini
bu malın üzerine koy. O da elini taşların üzerine koyup şöyle dedi:
- Eh, sizin için bunu
bıralanca çok iyi etmiş oldu. Bunda size yetecek kadar vardır.
Hayır, vallahi,
halbuki Ebu Bekir bize hiçbir şey bırakmamıştı. Sadece ihtiyarı bununla
sakinleştirmek istemiştim.
İbn Hişam, ilim
ehlinden bazılarının kanalıyla Hasan b. Ebi'l-Hasan el-Basrî'nin şöyle dediğini
rivayet eder: Rasûlullah'la Ebu Bekir, geceleyin mağaraya vardılar. Ebu Bekir,
Rasûlullah'tan önce mağaraya girdi.îçinde bir canavar ya da yılan olup
olmadığını anlamak için eliyle mağarayı kontrol etti. O, Rasûlullah'ı
koruyordu.
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
îbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v), Ebu
Bekir'le birlikte Sevr mağarasına çıkarlarken Ebu Bekir gah Rasûlullah'm önüne,
gah arkasına geçiyordu. Rasûlullah'm niçin böyle yaptığını sorması üzerine Ebu
Bekir şu cevabı vermişti: "Arkana geçtiğimde Önden sana saldınlmasmdan
korkuyorum. Önüne geçtiğimde de arkadan sana saldınlmasmdan korkuyorum."
Nihayet Sevr
mağarasına vardılar. Ebu Bekir dedi ki:
"Ya Rasûlallah,
olduğun yerde dur. Önce elimle içeriyi kontrol edeyim. Temizliyeyim. Eğer
içeride bir canavar varsa, senden önce bana isabet etsin."
Nafî dedi ki:
"Bana ulaşan habere göre o mağarada bir delik varmış. Ebu Bekir oradan bir
canavar veya herhangi birşey çıkıpta Rasûîullah'a eziyet vermesin diye
korkusundan ayağıyla bu deliği kapamıştı."
Beyhakî, Muhammed b.
Sirîn'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Hz. Ömer'in
halifeliği zamanında bazı kimseler, birşeyler söylemişlerdi. Bu sözleriyle
sanM Hz. Ömer'i, Ebu Bekir'e üstün kılmak istemişlerdi Bu sözleri duyan Hz.
Ömer şöyle demişti: "Allah'a yemin ede-Tİm_Jâ, Ebu Bekir'in o gecesi,
Ömer'in bütün ailesinden daha hayırlıdır ve Ebu Bekir'in o günü de, Ömer'in
ailesinden daha hayırlıdır!"
Rasûlullah (s.a.v.),
mağaraya gittiği gece evden çıkarkan Ebu Bekir'de onunla beraberdi. Gah
önünden, gah arkasından yürüyordu. Nihayet Allah'ın peygamberi, bunun farkına
vararak sordu:
- Ey Eba Bekir, neden
gah önümden, gah arkamdan gidiyorsun?
- Ya Rasûlallah,
arkadan takip edildiğin ihtimalini düşünerek arkadan yürüyorum. Yolun
kenarında oturup seni gözetledikleri ihtimalini düşünerek de önüne düşüyorum!
- Bir tehlike baş
gösterirse, benim yerime senin başına gelmesini arzu ediyor musun?
- Evet, seni hak
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki senin yerine benim başıma
gelmesini istiyorum!
Mağaranın ağzına
vardıkları zaman Ebu Bekir, Hz. Peygamber'e
şöyle dedi:
-Ya Rasûlallah, sen
dur, mağaraya girip içini temizleyeyim, sonra
sen gir.
İçeri girip
temizledikten sonra da: "Buyur, gir." dedi.
Ömer daha sonra şöyle
demiştir: "Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Ebu
Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün ailesinden daha hayırlıdır!"
Beyhakî, bunu başka
bir şekilde de Ömer'den rivayet etmiştir. Bu rivayette şöyle denmektedir:
Ebu Bekir, gah
Rasûlullah'm önünden, gah arkasından yürüyor. Kah sağma geçiyor, gah soluna
geçiyordu. Rasûlullah'm ayakları yürümekten Ötürü ağrımaya başlayınca Ebu
Bekir es-Sıddık, onu omuzuna aldı. Mağaraya girdiğinde de oradaki deliklerin
tamamını kapadı. Sadece bir delik kaldı. Ona tıkayacak birşey bulamayınca da,
o deliği topu-ğuyla kapadı. Delikteki yılanlar, topuğunu parçalamaya başlayınca
Ebu Bekir'in gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), ona şöyle dedi: "Üzülme. Şüphesiz Allah, bizimle beraberdir."
Bu ifadelerde gariplik
ve münkerlik vardır.
Beyhakî, Cündüp b.
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'la
birlikte mağarada iken eline bir taş değdi. Bunun üzerine şöyle dedi:
"Sen ancak
kanayan bir parmaksın,
Başına gelen ise,
Allah yolunda olan birşeydir."
imam Ahmed b. Hanbel,
îbn Abbas'm aşağıdaki ayet-i kerime hakkında şöyle dediğini rivayet eder:
«înkar edenler, seni
bağlayıp bir yere kapamak veya Öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı.
(el-Enfâl,30.)
Kureyşliler, geceleyin
Mekke'de bir araya gelip fikir alış verişinde bulundular. Biri şöyle demişti:
"Sabah olunca Muhammed'i bağlayın."
Bir başkası; "Onu
öldürün." Bir diğeri de: "Onu sürgün edin." demişti. Bütün bu
konuşulanları Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)'e bildirmişti. O gece Hz. Ali,
Rasûlullah'm yatağına girip uyumuştu.
Rasûlullah da
geceleyin evinden yolculuğa çıkmış, nihayet mağaraya ulaşmıştı. Müşrikler,
Rasûlullah zannederek Hz. Ali'yi o gece sabaha dek beklemişlerdi. Sabah olunca
içeriye hücum ettiklerinde yatakta uyuyanın Hz. AH olduğunu görmüşlerdi. Allah,
onların düzen ve hilelerini boşa çıkarmıştı. Hz. Ali'ye:
- Arkadaşın nerede?
diye sordular. Hz. Alide:
- Bilmiyorum, diye
cevap verdi.
Bunun üzerine
Rasûlullah in izini takibe başladılar. Dağa vardıklarında izi karıştırdılar.
Nihayet dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Mağaranın kapısında örümcek ağı
gördüklerinde:
"Eğer buradan bir
kimse içeri girmiş olsaydı, kapıda örümcek ağı olmazdı." dediler.
Rasûlullah mağarada üç gece kaldı."
Bu, güzel bir
senettir. Mağaranın kapısında örümcek ağının teşekkül etmesi, Allah'ın,
Rasûlullah'ı himayesinin bir tezahürü idi.
Hafız Ebu Bekir Ahmed
b. Ali b. Said el-Kadî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber, Ebu
Bekir ile mağaraya girdiler. Kureyşliler, Peygamber (s.a.v.)'i ararlarken
mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:
- Buraya kimse
girmemiştir, dediler.
O sırada Hz. Peygamber
ayakta durup namaz kılıyor, Ebu Bekir de etrafi gözlüyordu. Peygamber
(s.a.v.)'e:
- Bunlar senin
kavmindir, seni arıyorlar, Allah'a yemin ederim ki, ben kendim için üzülüp
kaygılanmıyorum. Bütün üzüntü ve kaygım senin içindir, dedi.
Allah'ın elçisi ona:
- Ey Ebu Bekir,
korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi."
Bu rivayette Hz.
Peygamber'in mağarada namaz kıldığı şeklinde bir fazlalık vardır. Hz.
Peygamber, bir işten üzüldüğünde namaz kılardı,
Ebu Bekir Ahmed b. Ali
el-Kadî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir oğluna şöyle
demişti:
"Ey oğulcuğum!
İnsanlar arasında bir hadise meydana geldiğinde Rasûlullah'la birlikte
gizlendiğim mağaraya gel, orada ol. Rızkın, sabah akşam orada sana
gelecektir."
Şair'in birisi, bunu
şu mısralarında dile getirmiştir:
"Mağaradakileri,
Davud'un dokuduğu zırh korumadı., Sadece örümceğin dokusu korudu."
Nakledildiğine göre
iki güvercin de gelip mağaranın kapısına yuva kurmuşlardı. Sarsari, bu hadiseyi
bir şiirinde şöyle ifade eder:
"Örümcek,
Örgüsüyle mağaranın kapısını örttü. Güvercin de mağara kapısına gelip
yumurtladı."
Hafız İbn Asakir, Ebu
Mus'ab el-Mekkî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Erkanı ile Muğire b.
Şube ve Enes b. Malik'in sohbetlerini duydum. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m
mağarada bulunduğu gecede yüce Allah'ın bir ağaca emir vererek Rasûlullah'ı
perdelediğini anlatmışlardı. Ayrıca yine o gecede Cenâb-ı Allah bir örümcek
göndermiş, Ebu Bekir ile Rasûlullah ı, ağı ile perdelemişti. İki yaban
güvercini de göndermiş, bu güvencinler kanat çırparak örümcek ağı ile ağaç
arasına girmişlerdi. Ellerinde değnekleri, sopaları, yayları ve okları bulunan
Ku-reyşli delikanlılar, mağaranın yanma gelmişlerdi. 200 zira mesafeye kadar
mağaraya yaklaştıklarında kılavuzları Süraka b. Malik b. Cu'şum el-Müdlicî,
onlara şöyle demişti:
- İşte bu taşa kadar
izi getirdim. Ama bundan sonra o ayağını nereye atmıştır, bilemem, deyince
gençler:
- Sen bu geceden
şaşmadın.
Sabahladıklarında,
«Mağaraya bakalım.» dediler. Bir kısmı mağaraya doğru geldi. Rasûlullah'a elli
zira1 kadar yaklaştılar. Onlardan birisi, kapıda iki güvercin bulunduğunu
görünce geri döndü. Ona:
- Niye mağaraya
bakmadan geri döndün? diye sordular. Oda:
- Orada, mağara
ağzında iki yaban güvercini gördüm. Mağara içinde kimsenin bulunmadığını
anladım. Onun için geri döndüm, dedi.
Peygamber (s.a.v.),
onların konuşmalarını duydu. Bu güvercinler vasıtasıyla Cenâb-ı Allah'ın onları
kendilerinden uzaklaştırdığını anladı. O güvercinleri yüce Allah, mübarek
kılıp Harem'e yolladı. Orada çoğaldılar. Mekke'deki güvercinlerin tamamı, o
iki güvercinin soyundan gelmektedir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Muhammed'e yardım
etmezseniz, bilinki, inkar edenler onu Mekke'den çıkardıklarında mağarada
bulunan ik kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebi Bekir'e
«Üzülme, Allah bizimledir» diyordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz
askerlerle onu desteklemiş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın
sözü yücedir. Allah güçlüdür, Hakimdir.» (ct-Tevhe, 40.)
Yüce Allah, Rasûlü ile
cihaddan geri kalanları kınayarak diyor ki: Eğer siz ona yardım etmezseniz,
şüphesiz Allah ona yardım edecek, onu teyid edip zafere kavuşturacaktır.
Nitekim kavuşturdu da. İnkar edenler, onu Mekke'den çıkardıklarında ve o da
Mekke'den kaçıp gittiğinde beraberinde dostu ve arkadaşı Ebu Bekir'den başka
kimse yoktu.
Bu sebeple yüce Allah
onun için; "Mağarada bulunan iki kişiden bin olarak....» buyurmaktadır.
Yani onlar mağaraya sığınmışlar, orada peşleri sıra yapılan takibat yavaşlasın
ve sona ersin, diye üç gün ikamet etmişlerdi. Zira müşrikler, daha önce
belirtildiği gibi onları aramaya çıktıklarında her tarafa koşmuşlardı. İkisini ya da
birini bulup getirene yüz deve mükafat vadetmişlerdi. İzlerini takibe
çıkmışlar, nihayet izlerini karıştırmışlardı. Kureyşlilere izcilik yapan kişi
Süraka b. Malik b. Cu'şum idi. Sevr dağına çıkmışlar, mağaranın kapısı Önüne
gelmişlerdi. Ayakları, mağaranın kapısının hizasına gelmişti ama Rasûlullah'la
Ebu Bekir'i görememişlerdi. Çünkü Allah, onları müşriklere karşı korumuştu.
Nitekim Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Ebu Bekir'in Enes'e
şöyle dediğini nakletmiş tir: «Peygamber (s.a.v.)'e mağarada iken şöyle
demiştim: Eğer müşriklerden birisi, ayaklarının ucuna bakacak olursa bizi
ayaklarının altında mutlaka görür. O zaman Rasûlullah da bana şu cevabı
vermişti: - Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun?»
Bazı siyercilerin anlattıklarına göre Ebu Bekir, Resulullah'a böyle dediğinde
Rasûlullah ona şöyle cevap vermiştir:
"Eğer onlar
şuradan gelirlerse, biz de buradan çıkıp gideriz." Rasûlullah böyle
deyince Ebu Bekir mağaranın öbür tarafina bakmış ve oradan bir kapı açıldığını,
kapının öbür yanında denizin bulunduğunu, denizde de kapı ağzına halatla bağlı
bir gemi durduğunu görmüştü.
Allah'ın yüce kudreti
bakımından bu kabul edilmeyecek birşey değildir. Ancak bu konuda kuvvetli ya da
zayıf bir sened varid olmuş değildir. Biz de bu hususta herhangi birşeyi
kendiliğimizden tesbit edecek durumda değiliz. Yalnız senedi sahih veya hasen
olan şeyleri söyleriz. Doğrusunu Allah bilir.
Hafız Ebu Bekir el-
Bezzar, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Ebu Bekir, kendi oğluna şöyle
demiştir:
"Ey oğulcuğum!
Eğer insanlar arasında bir hadise vuku bulursa, Rasûlullah'la birlikte içinde
gizlendiğimizi gördüğün mağaraya gel, içinde dur. Çünkü orada sabah-akşam
rızkın sana gelecektir."
Yunus b. Bükeyr,
Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini nakleder: Peygamberle birlikte mağaraya
girişlerinden, mağaradan çıkıp yolculuğa başlamalarından, Süraka ile aralarında
geçen şeylerden Ebu Bekir bize bahsetmişti. Bu hususta bir şiir de söylemişti:
«Peygamber dedi ki:
Ben korkmuyorum. Beni teskin ediyordu. Biz mağaranın karanlığında iken dedi ki:
"Hiçbirşeyden
korkma. Çünkü üçüncümüz Allah'tır. Bana destek olacağına teminat vermiştir.»
Ebu Nuaym, bu kasideyi
Ziyad kanalıyla Muhammed b. İshak'tan rivayet edip uzun uzadıya zikretmiştir.
Beraberinde başka bir kasidesinden de bahsetmiştir. Hakikati en iyi bilen yüce
Allah'tır.
îbn Lehia, Urve b.
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ensârla bey'at
yaptığı hac mevsiminden sonra zilhiccenin kalan kısmı ile muharrem ve safer
aylarını Mekke'de geçirdi. Sonra Kureyş
müşrikleri,
Rasûlullah'ı öldürmek üzere bir araya gelip suikast planı yaptılar. Onu
öldürmeye veya hapsetmeye ya da sürgün etmeye karar verdiler. Bu kararlarını
yüce Allah, peygamberine bildirdi. Bu hususta da şu ayeti inzal buyurdu:
«İnkar edenler, seni
bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı.»
(ei-Enfâl, 30.)
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.), yatağında yatmasını Hz. Ali'ye emretti. Kendisi de Ebu
Bekir'le birlikte Mekke'den çıkıp gitti. Sabah olduğunda müşrikler her tarafa
adamlar göndererek onları aramaya başladılar.
Musa b. Ukbe de
"Meğazî" adlı eserinde böyle anlatır. Peygam-ber'in Ebu Bekir'le birlikte
geceleyin Sevr mağarasına gittiklerini de
söyler.
Buharı, Hz.
Peygamberin zevcesi, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Aklım ereli beri
ebeveynim dine bağlı idiler. Üzerimizden bir gün geçmezdi ki Rasûlullah
(s.a.v.), sabah akşam bize uğramasın. Müslümanlar, mihnete düştükleri zaman Ebu
Bekir, Habeşistan'a hicret etti. Yolda iken Berki'l-Gimad mevkiine vardığında
el-Kare kabilesinin efendisi İbnu'd-Dağine kendisine rastlamıştı.
İbnu'd-Dağine, onu Mekke'ye geri getirip himayesine almıştı. Nihayet günün
birinde Ebu Bekir, Allah'ın himayesine razı olup Îbnu'd-Dağine'nin himayesini
reddetmişti. O zaman Peygamber (s.a.v.) Mekke'de idi. Müslümanlara şöyle
dedi: "Hicret diyarınız iki taşlık arasında, hurmalık bir yer olarak bana
gösterildi."
Bazı kimseler
Medine'ye doğru hicrete başladılar. Daha önce Habeşistan tarafina hicret etmiş
olan bir takım sahabeler de geri dönüp Medine'ye hicret ettiler. Ebu Bekir,
Medine'ye hicret etmek için hazırlıklara başladı. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle
dedi:
- Yavaş ol. Ümid
ederim ki,, hicret için bana da izin verilir. Ebu Bekir de şöyle dedi:
- Anam babam sana feda
olsun. Sen bu iznin verileceğini ümid edi-yormusun?
- Evet.
Ebu Bekir, Hz.
Peygamberle hicret arkadaşlığı yapmak için sabırla bekledi. Hicreti erteledi.
Yanındaki iki deveyi de semur ağacının yap-raklarıyla besledi. Dört ay böylece
bekledi. Bazılarının anlattığına göre altı ay beklemiş ve develeri beslemişti.»
İbn Şihab, Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Bir gün öğleyin Ebu Bekir'in evinde oturmakta
idik. Adamın birisi, Ebu Bekir'e:
- İşte Rasûlullah,
daha Önce alışık olmadığı bir saatte başına bir sargı sarmış olarak geliyor! dedi. Ebu Bekir de:
- Anam babam ona feda
olsun, Allah'a yemin ederim ki önemli bir iş olmadıkça bu saatte gelmek onun âdeti
değildi, dedi.
Hz. Aişe, sözüne şöyle
devam eder:
- Rasûlullah (s.a.v.),
kapıya geldi. İçeri girmek için izin istedi. Kendisine buyur, denildi. Bunun
üzerine içeri girdi. Ardı sıra onunla Ebu Bekir arasında şöyle bir konuşma
geçti:
- Yanında kim varsa
dışarı çıkar!
- Anam babam sana feda
olsun ya Rasûlallah, onlar senin ailen sayılırlar. Yabancı yoktur.
- Ey Ebu Bekir!
Mekke'den Medine'ye hicret etmeme izin verildi.
- Ya Rasûlallah, anam
babam sana kurban olsun, arkadaşlık var mı?
- Evet. Sende beraberimde
olacaksın.
- Babam sana kurban ya
Rasûlallah, şu iki deveden birini beğen de al, deyince Rasûlullah:
- Ancak bedeliyle
satın alabilirim, dedi. Hz. Aişe sözünü şöyle sürdürüyor:
Biz, Rasûlullah ile
Ebu Bekir'in yol tedarikini yaptık. îkisi için bir dağarcık içine bir miktar
azık düzenleyip koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı kardeşim Esma,
kemerinin bir parçasını kesip onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu sebeple
Esma'ya «Zatü'n-Nitakayn» iki kemerli, denildi. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir,
Sevr mağarasına gittiler. Orada üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebu
Bekir'in oğlu Abdullah da kalırdı. Abdullah maharetli, kavrayışlı, genç bir
delikanlı idi. Seher vakti Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yanından çıkıp Mekke'ye
gelir, orada gecelemiş gibi Kureyşlilerle birlikte sabahlardı. Abdullah,
Rasûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu
şeyleri aklında tutar, karanlık bastırınca gelip Rasûlullah ile babasına
anlatırdı. Ebu Bekir'in kölesi Amir b. Füheyre (o civarda) bol sütlü, sağmal
koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçince Rasûlullah ile Ebu Bekir'e
getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi sağmallarının
sütü idi ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış idi. Nihayet gecenin sonunda
Amir b. Füheyre, mağaranın önüne gelir, sağmal koyuna seslenir, alıp otlatmaya
götürürdü. Rasûlullah ile Ebu Bekir'in mağarada bulundukları üç gecenin
hepsinde Amir, süt işini böylece halletmişti.
Rasûlullah ile Ebu
Bekir Mekke'de iken, Abd İbn Adiy İbn Dil kabilesinden kılavuzlukta usta bir
kişi olan Abdullah b. Uraykit adındaki bir adamı kiralamışlardı. Bu adam, As b.
Vail es-Sehmî oğulları hakkında müttefik olarak yemin edip elini kana
batırmıştı. Hala Kureyş kafirlerinin dini üzerine idi. Fakat doğruluğuna,
güvenirliğine itimad ederek Rasûlullah ile Ebu Bekir develerini ona teslim etmişler ve üç gece
sonra develeriyle birlikte Sevr dağında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kılavuz
kişi, Rasûlullah ile Ebu Bekir'in develeriyle birlikte üçüncü gecenin sabahında
Sevr mağarasına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir ile beraber Amir b. Füheyre ve
kılavuz Abdullah İbn Uraykit de yola çıktılar. Kılavuz, yolcular için sahil
yolunu izleyerek Medine'ye doğru hareket ettiler.
Müdlic oğullarından
Süraka İbn Cu'şunı der ki: "Rasûlullah'm hicret yolu Müdliç oğulları
sınırından geçtiği sırada Kureyş müşriklerinin etrafa saldıkları adamları bize
geldiler. Anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'den her birini
öldüren veya esir eden kimse için müşrikler ayrı ayrı ödüller koymuşlardı. O
günlerde ben, kavmim olan Müdlic oğullarının toplantılarından birinde
oturuyordum. O sırada Kureyş adamlarından birisi çıkageldi ve biz otururken o
ayakta dikilip şöyle dedi:
- Ey Süraka! Ben,
hemen önüm sıra sahile doğru yollanan bir kaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle
samyorum ki bunlar, Muhammed'le arkadaşlarıdır!
Derhal anladım ki, o
adamın sözünü ettiği yolcular, Muhammed ile arkadaşlarıdır. Fakat meseleyi
ondan gizli tutmak için ona şöyle karşılık verdim:
- Gördüğün karaltılar,
Muhammed'le arkadaşları değildir. Sen, falan ve falanca kişileri görmüş
olmaksın! Şimdi onlar, bizim gözlerimizin önünden geçip gitmişlerdi.
Sonra harekete
geçişimi meclistekiler anlamasınlar, diye bir müddet daha mecliste bekledim.
Sonra kalkıp evime gittim ve cariyeme, atımı alıp çıkmasını, yüksek tepenin
arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka
tarafından çıktım ve kargımın parıltısı dikkatleri çekmesin diye, alt taraûnı
yerde sürüklemiş, üst tarafını da aşağıya doğru tutmuştum. Atıma bindim ve
beni hedefime ulaştırması için hayvanı dört nala kaldırarak sürdüm. En sonunda
Rasûlullah ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçtü. Yere
kapaklandı. Ben de yere düştüm. Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi fal
okları kabına uzattım. Fal oklarını çıkarıp -Muhammed'le arkadaşlarına zarar
verirmiyim, yoksa vermezmiyim? diye- fal açtım. Fal sonucunda hoşlanmadığım
(yani onlara zarar veremiyeceğim) şeklinde bir sonuç çıktı. Bunun üzerine ben,
yine atıma bindim, falın ters çıkmasına rağmen atımı yine dört nala kaldırdım
ve beni Rasûlullah ile arkadaşına yaklaştırmasına çalıştım ve yaklaştım da.
Öyie ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m okuyuşunu işittim. Rasûlullah, dönüp arkasına
bile bakmıyordu. Ebu Bekir ise çok bakmıyordu. Rasûlullah'm okuyuşunu
işittiğim sırada, atımın iki ön ayağı yere, kum içine battı. Hatta bu
batış dizlerine kadar erişti. Ben de
attan düştüm. Sonra ben, hayvanı kalkmaya zorladım. O da kalkmaya çalıştı.
Fakat bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramadı. Hayvan hayli zorlukla
homurdanarak kalkıp durunca, hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru
ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklanyla
tekrar fal açtım. Yine hoşlanmadığım sonuç çıktı. Sonra ben, Muhammedle arkadaşına:
"İmdad!" diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma
binerek yanlarına vardım. RasûluUah ve arkadaşını taarruzumdan koruyan bunca
harikalarla karşılaştığım o anda gönlümde kesin bir inanç meydana geldi.
Rasûlullah'm durumu yakında kuvvetlenecek, peygamberlik davasıda güçlenecektir.
Bu kesin inanç üzerine Rasûlul-lah'a şöyle dedim:
- Kavmin olan
Kureyşliler, senin öldürülmen veya esir edilmen için ödüller koydular!
Kureyşlilerin ona ve arkadaşına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer
birer anlattım. Kendilerine yol azığı ve levazımı vermeyi teklif ettim. Fakat
benden birşey almadılar. Hiç birşeyde almak istemediler. Yalnız RasûluUah ile
Ebu Bekir bana:
- Ey Süraka, bizim
yolculuğumuzu gizle! dediler. Bunun üzerine ben, Rasûlullah'tan benim için bir
emanname yazmasını istedim. Rasûlullah'da Amir b. Füheyre'ye emretti. Amir de
deri parçasına yazıp verdi ve sonra RasûluUah yoluna devam edip gitti.
Muhammed b. İshak,
Süraka'mn bu macerayı anlattığını rivayet eder. Ancak bu rivayete göre Süraka,
takip işi için kendi evinden çıkmadan önce fal açtığım ve hoşlanmadığı bir
sonuçla karşılaştığım ifade etmiştir. Atının dört kez tökezlediğini, her
tökezlemeden sonra fal açtığını, hoşlanmadığı yani Rasûlullah'a zarar
veremeyeceğini belirten bir sonuçla karşılaştığını, nihayet Rasûlullah'tan eman
dilediğini, kendisi için bir emanname yazması için ondan dilekte bulunduğunu
anlatmış ve şöyle demiştir: "Rasûlullah, benim için kemik , deri yahud bir
bez parçası üzerine bir emanname yazdı. Aradan zaman geçti. Fetih esnasında
Taif dönüşünde Cirane mevkiinde bu emannameyi kendisine gösterdiğimde bana
şöyle dedi: "Bugün, söz üzerinde durma, iyilik yapma günüdür. Getir
bakalım emannameni." Ben de.yanına yaklaştım ve Müslüman oldum."
Süraka, hicret yolundaki
Rasûlullah'la arkadaşlarının yanından döndükten sonra yolda onları aramakta
olan herkesi geri çeviriyor ve: "Bu taraflarda onları bulamazsınız."
diyordu. Ama Rasûlullah'm Medine'ye ulaştığı haberi ortaya çıktıktan sonra
Süraka, başından geçenleri, Rasûlullah'ta gördüğü fevkaladelikleri, atının
tökezlemesini insanlara açıkça anlatmaya başladı. Kureyş reisleri, onun
kendilerine zarar vermesinden ve birçok insanın da bu sebeple İslâm'a
girmelerinden korktular. Çünkü Süraka, Müdliç oğullarının emîr ve reisi idi.
Cehil, Müdliç oğullarına şu şiiri yazıp göndermişti:
"Ey Müdliç
oğulları! Beyinsiziniz Süraka'mn, Muhammed'e yardım için insanları
saptırmasından korkuyorum. Dikkat edin, topluluğunuzu dağıtmasın. Güç ve
hakimiyetten sonra sizi darmadağın etmesin."
Süraka b. Malik de, bu
şiirine karşı Ebu Cehil'e şu cevabî şiiri gönderdi:
"Ey Ebu Cehil,
Allah'a yemin ederim M, ayakları kuma gömüldüğü zaman atımın durumunu görseydin
şaşardın.
.Muhammed'in rasûl ve
burhan olduğunda şüphen kalmazdı. Ona karşı kim direnebilir?
Sen, kavmini ondan
uzak tutmaya bak. Çünkü günün birinde onun işaretlerinin açığa çıkacağını
sanıyorum.
O öyle bir duruma
gelecek ki, ona yardım etmek isteyeceksin. Onlar ve bütün insanlar, ona tamamen
teslim olacaklar."
el-Ümevî de bu şiiri
"Meğazi" adlı eserinde İbn İshak'tan naklet-miştir. Ebu Nuaym de
Ziyad yolu ile İbn îshak'tan rivayet etmiş ve Ebu Cehil'in şiirine, beliğ bir
küfrü içeren beyitler eklemiştir.
Buharı, Urve b.
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret yolunda iken
Şam'dan gelmekte olan ve Müslümanlara ait bir ticaret kervanıyla karşılaştı.
Kervandaki adamlardan biri de Zübeyr idi. Zübeyr, Rasûlullah ile Ebu Bekir'e
beyaz elbiseler giydirdi.
Medine'de Müslümanlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişlerdi. Onu karşılamak
için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı bastırmcaya
kadar teşrifini beklerlerdi. Yine bir gün Müslümanlar, bekleyişleri uzadıktan
sonra evlerine dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi,
kendisine ait bir işini görmek üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üzerine
çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken Rasûlullah ile arkadaşlarını, beyazlar
giyinmiş oldukları halde sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak
geldiklerim gördü. Artık Yahudi, bu muhteşem kafilenin teşrifini gizlemeye
muktedir olamıyarak en yüksek sesiyle:
"Ey Arap
topluluğu! İşte beklediğiniz o devletli misafiriniz geliyor." diye
haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silahlarına sarılarak evlerinden
çıkıp Rasûlullah'ı karşılamaya koştular. Harre denilen kara taşlık yolunda
Rasûlullah'a kavuştular. Tekbir sedalarıyla arz-ı tazim gören Rasûlullah,
maiyeti ve karşılayıcıları ile birlikte Medine'nin sağ tarafına doğru yönelerek
yol aldı. Nihayet maiyetiyle beraber Amr b. Avf ailesinin yurduna indi ve onların konuğu oldu.
Oraya rebiyülevvel ayının pazartesi gününde ulaşmıştı.
Karşılayıcılara karşı
kabul merasimini Ebu Bekir yapmış, onlarla görüşmüş, Rasûlullah ise sessizce
bir tarafa oturmuştu. Hattta Ensâr'dan Rasûlullah'ı daha evvel görmeyerek
Küba'ya hoşgeldine gelenler, Ebu Bekir'i daha evvelce tanıdıklarından ötürü ilk
önce ona selam veriyor, onu tebrik ediyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a
güneş isabet edip de hemen Ebu Bekir varıp kendi abasıyla Rasûlullah'm üzerine
gölgelik yapınca o zaman kendisini herkes tanıdı. Rasûlullah (s.a.v.), Amr b.
Avf oğullan arasında on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva
üzerine kurulan mescidini tesis etti ve içinde namaz kıldı. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) devesine bindi. İnsanlarla birlikte yola çıkıp Medine'ye yöneldi.
Nihayet Medine'ye varıldığında deve, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'deki
mescidinin yerine çöktü. Burasını Müslümanlar o sırada namazgah edinmişlerdi.
Daha önce de Sa'd b. Zü-rare'nin kefaletinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki
yetim çocuğa ait olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın
devesi, bu arsaya gelip çökünce Rasûlullah:
"înşaallah burası
bizim menzilimiz ve makamımızdır." dedi. Daha sonra bu iki genci çağırıp
burasını mescid yapmak üzere rayiç bedeliyle onlardan satın almak istedi. Bu
gençler de:
"Ey Allah'ın,
elçisi, burayı sana bağışlarız." dediler. Fakat Rasûlullah, çocuklardan
bağış suretiyle almak istemedi. Sonunda muayyen bir bedel karşılığında satın
aldı. Sonra Mescid-i Saadet'i oraya inşa etti. Mescidin inşası sırasında
Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla bera-bar mescid duvarlarına kerpiç taşımaya
başladı. Taşırken şu beyitleri okudu:
«Ey Rabbimiz! yüklenip
taşıdığımız şu balçıktan dizilmiş ham kerpiç yükü, Hayber'in ürünlerinden daha
hayırlı ve daha temizdir.
Şüphesiz ki hayır ve
menfaat, ahiretin ecir ve sevabıdır. Allahım! Sen Ensâr'a ve Muhacirlere
merhamet eyle.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Ebu Bekir, babam
Azib'den on üç dirhem karşılığında bir at eğeri satın aldı ve babama:
- Bera'ya söyle, eğeri
bizim evimize kadar götürsün, dedi. Babam ona:
- Sen ve Rasûlullah
hicret ederken başınızdan geçenleri bana anlatmadıkça göndermem, dedi.
Bunun üzerine Ebu
Bekir, hicret olayım anlatmaya başlayarak şöyle dedi:
- Biz geceleyin yola
çıktık. O gün ile o geceyi hızlı bir yürüyüşle yolda geçirdik. Öğle vakti
oldu. Güneş tepemize yükseldi. O zaman herhan-
gi bir yerde bir gölge
bulamaz mıyız? diye göz gezdirdim. Gözüm bir kayalığa ilişti. İnip baktım.
Kayalığın az bir gölgesi kalmıştı. Rasûlullah (s a.v.)'a gölgelik yeri
temizledim ve kürkümü serip:
- Ya Rasûlallah, biraz
uzan, dedim. O da uzandı, sonra bizi takip edenlerden herhangi birini görür
müyüm, diye çıkıp etrafa baktım. O sırada bir koyun çobanı gördüm,, ona:
- Delikanlı, sen kimin
yanında çalışıyorsun? diye sordum. Tanıdığım bir adamın adını vererek:
- Falanca'mn yanında
çalışıyorum, dedi.
Ona:
- Süründe sütlü
koyunlar var mıdır? diye sordum.
- Vardır, dedi.
- Bize biraz süt sağar
mısın? dedim.
- Sağarım, dedi ve bir
koyunun boynundan tutup getirdi.
Ona:
- Ellerini ve koyunun
memesini tozdan temizleyip sil, dedim. Bende, ağzı mendille bağlı bir matara
vardı. Çoban mataraya biraz
süt sağdıktan sonra onu
bardağa boşalttım. Süt biraz soğuyunca o sırada uyanmış olan Hz. Peygamber'e
götürüp verdim. Sütü alıp içtikten sonra kendisine:
- Artık gitmeyelim mi?
diye sordum. Bunun üzerine tekrar yola çıktık.
Bizi arayanlar
arkamızda bizi takip ediyorlardı. Fakat kimse bize yetişemedi. Ancak Süraka b.
Malik, bir atın sırtında bize yetişmek üzere idi. Hz. Peygamber'e:
Ya Rasûlallah! Bu adam
bizi yakalayacak, dedim.
Bana:
- Korkma, Allah
bizimle beraberdir, dedi. Süraka da gittikçe bize yaklaşıyordu. Nihayet aramızdaki
mesafe bir yada iki mızrak boyu kadar kalınca Rasûlullah (s.a.v.)1 a:
- Bu adam bizi
yakaladı, dedim ve ağladım. Peygamber (s.a.v.):
- Niçin ağlıyorsun?
dedi.
-Ya Rasûlallah!
Allah'a yemin ederim ki kendim için değil, senin için ağlıyorum, dedim. Bunun
üzerine:
- Allah'ım, bize
yardım et ve bizi onun şerrinden koru, diye dua etti. Bu duayı yapar yapmaz,
Süraka'nın atı -yer çamurmuş gibi- karnına kadar yere gömüldü. Süraka, atının
sırtından yere düştü. Oysa ki yer kupkuru idi. Hz. Peygamber'e:
- Biliyorum, bunu sen
yaptın. Bari, Allah'a dua et de beni bu durumdan kurtarsın. Allah'a yemin
ederim ki, ben senin izini kaybettirmeye çalışacağım ve arkamda olanlara:
- Geri dönün, Muhammed
bu yoldan gitmemiştir, diyeceğim. Bu da benim okluğumdur. Ondan bir ok çek,
falanca yerde benim deve ve koyunlarım vardır. Yolun oradan geçiyor. Oku
çobanlarıma göster. Sana ne kadar koyun ve deve lazımsa al götür, dedi. Bunun
üzerine
Hz. Peygamber:
- Senin malına
ihtiyacım yok, dedi ve ona dua etti.
Süraka da kurtulup arkadaşlarının
yanına geri döndü. Biz de Medine'ye varıncaya kadar yolumuza devam ettik.
Medine'ye vardığımızda halk, Allah elçisini karşılamaya çıkmıştı. Damlar ve
üzerleri, insanlarla dolu idi. Köleler ile çocuklar koşuşup tekbir getiriyor
ve:
- Allah'ın peygamberi
geldi. Muhammed (s.a.v.) geldi, diyorlar, Hz. Peygamber'i misafir etmek için
birbirleriyle çekişiyorlardı.
Peygamber (s.a.v.) de,
gönüllerini almak için o gece dedesi Abdülmutta-lib'in dayıları olan Neccar
oğulları kabilesinde misafir oldu. Ancak ertesi gün, Allah'ın kendisine
emrettiği yere indi.
Bera dedi ki:
«Muhacirlerden bize ilk olarak Beni Abdüd-Dar'm kardeşi Mus'ab b. Ümeyr
gelmişti. Ondan sonra Beni Fihr kabilesinden âmâ (kör) İbn Ümmü Mektum
gelmişti. Daha sonra yirmi kadar süvariyle birlikte Hattab oğlu Ömer gelmişti.
"Rasûlullah ne yaptı?" diye sorduğumuzda o: «Rasûlullah
arkamızdadır.» diye cevap verdi. Ben, mufassal sûrelerden birini okuyup
bitirdikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte geldi."
Ibn îshak dedi M: Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte mağarada üç gece kaldı. Kureyşliler, onları
bulup getirene yüz deve ödül vadet-tiler. Üç gece geçtikten ve insanlar da
artık onları takipten vazgeçtikten sonra kılavuzluk için Ebu Bekir'in
kiraladığı adam, kendi devesi ve Ebu Bekir'in iki devesiyle birlikte mağaraya
geldi. Ebu Bekir'in kızı Esma da yemen sofrasım onlara getirmişti. Ancak
sofranın ağzını bağlayacak bir ip getirmeyi unutmuştu. Yola çıktıklarında
sofrayı bağlamak için ip bulamayınca Esma, kemerini kesip sofrayı onunla
bağladı. Bu sebeple ona iki kemerli anlamına gelen "Zatü'n-Nitakayn"
adı verildi.
İbn İshak dedi ki: Ebu
Bekir, o iki deveyi Rasûlullah'ın yanma getirdiğinde en iyisini ona takdim
etti ve sonra:
- Anam babam sana feda
olsun, bin ya Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bana ait olmayan bir
deveye binmem, dedi. Ebu Bekir:
- Bu sana ait olsun ya
Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, deyince. Rasûlullah:
- Hayır, ama sen bunu
kaça satın aldın? diye sordu. Ebu Bekir de:
-Şukadara satın aldım,
dedi.
Rasûlullah da:
- Ben de deveyi şu
kadar bedelle senden satın aldım, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir:
- Deve senindir ya
Rasûlallah, dedi.
Vakidî'nin rivayetine
göre, o iki deveyi 800 dirheme satın almıştır.
İbn İshak dedi ki:
İkisi deveye binip yola çıktılar. Ebu Bekir, yolda kendilerine hizmet etmesi
için, azadlısı Amir b. Füheyre'yi de terkisine bindirdi.
Konuyla ilgili olarak
Ebu Bekir'in kızı Esma şöyle demiştir:
"Rasûlullah ve
Ebu Bekir yolculuğa çıktıktan bir süre sonra Kureyş'ten birkaç kişi bize geldi.
Aralarında Ebu Cehil b. Hişam'da bulunuyordu. Kapının önünde durdular:
- Ey Ebu Bekir'in
kızı, baban nerededir?
- Vallahi, babamın
nerede olduğunu bilmiyorum.
Bunun üzerine Ebu
Cehil yanağıma bir tokat attı. Ondan dolayı küpem düştü.Sonra ayrılıp
gittiler. Biz üç gece bekleyip kaldık. Rasûlullah'ın nerede olduğunu
bilmiyorduk. Nihayet Mekke'nin aşağı taraflarından cinnî bir adam bize geldi.
Araplar gibi bir şiirin beyitlerini okuyordu. Halk onun peşine düştü. Sesini
dinliyorlardı. Ama onu göre-miyorlardı. Nihayet Mekke'nin üst tarafında şöyle
diyerek ortaya çıktı:
"İnsanların
Rabbi, hayırlı mükafatıyla Ümmü Mabed'in iki çadırına yerleşen iki arkadaşı
mükafatlandırdı.
Onlar yere indiler,
sonra dinlendiler ve Muhammed'in arkadaşı olan kişi kurtuluşa erdi.
Ka'b oğullarının genç
kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri olarak
mübarek olsun."
Onun sözünü
dinlediğimiz zaman, Rasûlullah'm hangi tarafta olduğunu, Medine'ye doğru
gittiğini anladık. Onlar dört kişi idiler. Rasûlullah, Ebu Bekir, azadlısı Amir
b. Füheyre ve kılavuzları Abdullah b. Uraykit."
Meşhur kavle göre
kılavuzun adı, Abdullah b. Uraykit ed-Dilî'dir. O zamanlar henüz müşrik bir
kimse idi.
îbn îshak dedi M:
Kılavuzları Abdullah b. Uraykit, onlarla yola çıkınca kendilerini Mekke'nin
aşağılarından götürüp sonra sahil tarafına geçtiler. Bilahare Usfan mevkiinin
aşağısında yoldan ayrıldılar. Daha sonra da onları Emeç'in altından götürdü.
Nihayet Kudeyd'i geçtikten sonra yol ayrıldı. Sonra ordan gitmeye devam etti.
Harrar'a kadar gittiler. Sonra Seniyyetü'l-Mürre'ye geldiler. Oradan Likfİn'e
ulaştıklarında kendisi, onları Likfin geyik yatağına götürdü. Sonra onları
Nicac'm geyik yatağında vadiye indirdi. Sonra onları Nicac yamacına götürdü.
Sonra onları Zü'1-Uzveyn'den olan yamaçlardan vadiye indirdi. Sonra Zîkesir
vadisine götürdü. Oradan da Cedecid yanını daha sonra Ecred
yanı yoluyla Ti'hin geyik yatağının
düşmanlarının vadisinden olan Zü-seleme götürdü. Sonra Ababidin yanma gittiler.
Oradan Kahe'ye geçtiler. Kahe'den de Arc'a indiler. Yanlarındaki bir kısım
yükleri, onları geciktirmişti. Bunun üzerine kendisine Evs b. Hücr denilen
Eslemli bir adam, Medine'ye kadar Rasûlullah'ı İbn Rida' adındaki erkek
devesine bindirdi. Onunla birlikte kendisine Mesud b. Hüneyde denilen bir hizmetçisini
gönderdi. Sonra kılavuzları onları Arç'dan çıkartıp Rekû-be'nin sağ yanından
Seniyetü'1-Aire götürdü. İbn Hişam'm ifadesine göre oraya Seniyetü'1-Gair de
denir. Nihayet onları Rim vadisine indirdi. Sonra onları Küba'ya, Beni Amir b.
Avf m yurduna ulaştırdı. O sırada rebiyüllevvel ayından on iki gece geçmişti.
Bu bir pazartesi günü idi. Gündüz vakti hayli ilerlediği bir sırada güneşin tam
tepeye gelmeye yaklaştığı bir anda idi.
Ebu Nuaym da Vakidî
kanalıyla bu menzillere dair hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır. Ancak
bazı değişik menzil adları söylemiştir ki doğrusunu Allah bilir.
Ebu Nuaym, Malik b.
Evs el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu
Bekir hicret ettiklerinde Cuhfe'deki bir devemizin yanından geçmişlerdi.
Rasûlullah:
- Bu deve kimindir?
diye sormuş. Oradakiler de:
- Eslemli bir
adamındır, demişlerdi. Bunun üzerine Ebu Bekir'e dönüp şöyle demişti:
- înşaallah salim
oldun (kurtuldun). Daha sonra adama:
- Adın nedir senin? Oda:
- Mesud'dur, diye
cevap verdi. Yine Ebu Bekir'e dönüp şöyle dedi: înşaallah Mesud oldun.
Ravi diyor ki:
"Babam yanıma geldi. Onu Îbnü'r-Rida denen bir deveye bindirdi."
Ben derim ki: Daha
önce belirtildiği gibi ibn Abbas'a ait olan bir rivayete göre Rasûlullah(s.a.v-),
pazartesi günü Mekke'den çıkmış, pazartesi günü de Medine'ye girmiştir. Öyle
anlaşılıyor ki, Mekke'den çıkışı ile Medine'ye girişi arasında onbeş günlük
bir zaman geçmiştir. Çünkü Sevr mağarasında üç gün ikamet etmiş, sonra sahil
yolundan Medine'ye gitmişti ki, bu da yolların en uzağı idi. Yolda iken Ümmü
Mabed binti Ka'b b. Beni Ka'b b. Huza'a adındaki bir kadına uğramıştı. Kadın,
Huza'a kabilesindendi. Adı Atike binti Halef b. Mabed b. Rebia b. As-rem'dir.
İbn Hişam böyle der. el-Ümeviye gelince o der ki: Ümmü Ma-bed'in adı Atike
binti Tebî'dir. Beni Munkız b. Rebia b. Asrem b. Sanbis b. Haram b. Hayse b.
Ka'b b. Amr kabilesinin müttefîklerindendir. Bu
kadının; Mabed, Nadre,
Hüneyde adında üç oğlu vardır. Kocasının adı Ebu Mabed'tir. Asıl adı ise, Eksem
b. Abdüluzza b. Mabed b. Rebia b. Asrem b. Sanbis'tir. Birbirini teyid eden
rivayetlere göre Ümmü Mabed'in meşhur bir .kıssası vardır.
Evet, Ümmü Mabed
el-Hüzaiyye'nin meşhur kıssası şudur: Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet
eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Mabed'in çadırına uğradı. Ümmü Mabed'in
adı Atike binti Halef b. Mabed b. Rebia b. Asrem'dir. Ondan, kendilerine
yiyecek vermesini istediler. O da:
- Allah'a yemin ederim
ki yanımızda ne yemek, ne de verilecek birşey var. Sadece kısır koyunlarımız
vardır, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)'da
kısır koyunlarından birini getirmesini istedi. Kadın koyunu getirince
Rasûlullah, memesine el sürüp Allah'a dua etti. Büyük kaba sağmaya başladı.
Öyle ki kab dolup köpürmeye başladı. Sonra Rasûlullah:
- İç bakalım ey Ümmü
Mabed, dedi. Ümmü Mabed'de:
- Sen iç. İçme
hususunda sen, benden daha çok hak sahibisin, dedi. Ancak Rasûlullah bu emrini
tekrarlayınca Ümmü Mabed sütü içti.
Sonra Rasûlullah,
başka bir kısır koyun getirmesini istedi. O da getirdi. Aynı şekilde onu da
dua edip sağdıktan sonra bu defa kendisi, o sütten içti. Daha sonra bir başka
kısır koyun getirmesini istedi. Getirince onu da sağıp sütünü yol kılavuzuna
içirdi. En sonunda başka bir kısır koyun daha getirmesini istedi. Ümmü Mabed,
getirince onu da sağdı. Sütünü Amir b. Füheyre'ye içirdi. Daha sonra yollarına
devam ettiler.
Kureyşliler,
Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramakta iken Ümmü Mabedin yanına vardılar ve ona:
- Şu, şu evsafta
Muhammed adında birini gördün mü? diye sordular ve Rasûlullah'm Özelliklerini
ona bildirdiler. Ümmü Mabed de:
- Ne dediğinizi
anlamıyorum. Sadece kısır koyunları sağan bir genç bize geldi, dedi.
Kureyşliler:
- Aradığımız adam işte
odur, dediler.
Hafız Ebu Bekir
el-Bezzar, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.) ile
Ebu Bekir hicret etmek üzere Mekke'den çıkıp Sevr mağarasına girdiler. Mağarada
bir delik gördüler. Ebu Bekir, o deliği sabaha dek topuğuyla kapatıp durdu.
Rasûlullah'a zarar verecek birşeyin oradan çıkmasından korktuğu için böyle yapmıştı.
Mağarada üç gece kaldılar. Sonra oradan çıkıp yolculuğa devam ettiler. Yolculuk
esnasında Ümmü Mabed'in çadırına vardılar. Ümmü Mabed, Rasûlullah'a haber salıp
şöyle bir mesaj iletti: «Ben güzel yüzlü kimseler görmekteyim. Aslında kabilem,
size ikramda bulunma hususunda benden daha kuvvetlidirler."
Onun yanında
akşamladıklarında Ümmü Mabed, küçük oğlu ile onlara bir bıçak ve koyun
gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğa: "Bıçağı geri götür. Bize büyük bir
kap getir." dedi. Ümmü Mabed de şu haberi gönderdi: «Bizde süt ve kuzu
yok.» Ancak Rasûlullah: "Bize kab getir." diye emrini tekrarladı.
Ümmü Mabed de bir kap getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), koyunun sırtına vurdu.
Koyun geviş getirip süt vermeye başladı. Rasûlullah da sütü sağdı. Kabı doldurdu.
Kendisi içti, Ebu Bekir'e de içirdi. Sonra yine sağdı. Kabtaki sütü, bu defa
Ümmü Mabed'e gönderdi."
Haûz el-Beyhakî, Ebu
Bekir es-Sıddık'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Mekke'den çıktım. Arap kabilelerinden birine vardık.
Rasûlullah (s.a.v.), uzaktaki bir eve bakıp oraya yöneldi. Evin yanma
vardığımızda orada sadece bir kadın vardı. Kadın şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulu,
ben yalnız bir kadınım, beraberimde kimse yoktur. Eğer konukluk istiyorsanız,
kabilenin büyüğüne gidin.
Rasûlullah, ona cevap
vermedi. Vakit akşamdı. Nihayet kadının oğlu, gütmekte olduğu bir kaç keçiyle
birlikte geldi. Kadın, ona şöyle dedi:
- Ey oğulcuğum, şu
keçiyi ve bıçağı alıp şu İM adama götür ve onlara de ki: "Annem, şu keçiyi
kesip yemenizi ve bize de yedirmenizi söylüyor." Çocuk, yanına gelince
Rasûlullah ona:
- Bıçağı götür, bana
bir kab getir, dedi.
Çocuk da keçinin kısır
olduğunu, sütünün bulunmadığını söyleyip gitti ve bir kab getirdi. Rasûlullah
(s.a.v.), keçinin memesine el sürdü. Sonra sağmaya başladı. Kabı doldurdu.
Sonra çocuğa: "Al bunu, annene götür." dedi. Ümmü Mabed, kana kana o
sütü içti. Rasûlullah, çocuğa:
- Bunu götür, başka
bir keçi getir, dedi. Çocuk gidip başka bir keçi getirdi. Rasûlullah onu da
sağdı, sütünü bana (Ebu Bekir'e) içirdi. Başka bir keçi getirdiler. Onu da
sağdı. Bu defa sütünü kendisi içti. İki gece orada kaldık. Sonra yoİumuza devam
ettik. Ümmü Mabed, Rasûlullah'a mübarek diyordu. Zamanla koyunları çoğalmış,
bir çoban bulmak için Medine'ye gelmişlerdi. Önlerinden geçtiğimde oğlu, beni
görüp tanıdı. Annesine şöyle dedi:
- Anne bu, mübarekle
beraber olan adamdır. Annesi kalkıp yanıma geldi ve şöyle dedi.
- Ey Allah'ın kulu,
seninle beraber olan o adam kimdi?
- Onun, kim olduğunu
bilmiyor musun?
- Hayır.
- O, Allah'ın peygamberidir.
- Öyleyse beni ona
götür.
Onu alıp Rasûlullah'a
götürdüm. Rasûlullah da ona yemek yedirdi ve ikramda bulundu. Ona birşeyler de
verdi."
İbn Abdan, rivayetinde
şu ilavelerde bulunmuştur: "Ümmü Mabed, Ebu Bekir'e:
- Beni Rasûlullah'a
götür, dedi. Ebu Bekir de onu Rasûlullah'a götürdü. O, Rasûlullah'a çökelek ve
biraz da bedevilere ait eşyalar hediye etti. Rasûlullah, ona bir elbise
giydirip çeşitli hediyeler verdi. Ümmü Mabed de Müslüman oldu."
Beyhakî, Ebu Mabed
el-Hüzaî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret ettiği
gece Mekke'den Medine'ye doğru Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve kılavuzları
Abdullah b. Uraykit el-Leysî ile birlikte yola çıktı. Ummü Mabed el-Hüzaiye'nin
çadırına uğradılar. Ümmü Mabed, güçlü, kuvvetli bir kadın olup çadırın
avlusunda oturuyor, sonra su ve yemek veriyordu. Ondan satılık et ya da süt
istediler. Fakat yanında o anda birşey bulamadılar. Ümmü Mabed dedi ki:
- Eğer yanımızda
birşey bulunsaydı, istemenize gerek kalmazdı. O sene halk, kıtlık ve kuraklık içindeydi.
Rasûlullah, çadırın açığından bir koyuna baktı ve şöyle dedi:
- Ey Ümmü Mabed, nedir
bu koyun?
- Zayıflığı,'onu
sürüden geri koydu.
- Onda süt var mıdır?
- O süt veremiyecek
kadar güçsüzdür.
- Onu sağmama izin
verir misin?
- Eğer sütü varsa, sağ
bakalım.
Rasûlullah (s.a.v.),
koyunu istedi. Memesine el sürüp Allah'ın adım zikretti ve dua etti. Koyun da
ona karşı ayaklarını açıp arayı genişletti. Geviş getirdi ve süt vermeye
başladı. Kabın içi süt doldu. Sonra içmesi için sütü kadına verdi. Kadın kana
kana içti, sonra arkadaşlarına verdi. Onlar da kana kana içtiler. En sonunda
kendisi içti. Sonra onlar, kabla-nna süt doldurdular. Rasûlullah, ikinci kez
sağdı. Yine kab doldu. Sonra sütü, kadının yanına bıraktı. Bunun üzerine kadın,
islâm üzere Rasûlullah'la be/atleşti. Kafile onun yanından ayrılıp yollarına
gitti. Çok geçmeden kadının kocası Ebu Mabed geldi. Zayıf bir takım koyunlarını
güdüyordu. Ebu Mabed, sütü görünce şaştı ve şöyle dedi:
- Ey Ümmü Mabed, bu
süt sana nereden geldi? Halbuki bu koyun zayıf ve güçsüzdür, evde de süt yoktu.
- Hayır, vallahi bize
mübarek bir adam uğradı. Şu, şu vasıfta idi.
- Anlat, ey Ümmü
Mabed. Allah'a yemin ederim ki, Kureyşlilerin aradıkları adamın o olacağını
sanıyorum.
- Parlak yüzlü, güzel
huylu, yakışıklı bir yüze sahip bir adam gördüm. Ne göbekli idi, ne de başı
küçüktü. Düzenli ve ölçülü idi. İri gözlü, uzun kirpikli idi. Sesi kısık, gözleri şehla olup
hilal kaşlı idi. Boynu uzun, sakalı sık idi. Sustuğunda vakarlı, konuştuğunda
da heybetli ve yüce idi. Konuşması tatlı, açık seçik olup saçmalamazdı. Sözleri
ipe dizilen boncuklar gibi idi. İnsanların en yakışıklısı ve en güzeli idi.
Uzaktan öyle görünürdü. Yakından da hüsnü cemal sahibi olduğu müşahede edilirdi.
Orta boylu idi. Uzaktan bakanlar onu çirkin görmezler, yakından bakan gözler de
onu nahoş halde görmezlerdi. İki dal arasındaki bir dal gibiydi. Üç kişi
arasında bulunduğunda, onların en parlak yüzlüsü idi. Endamı en güzel olandı.
Etrafını çevreleyen arkadaşları vardı. Konuştuğunda sözünü dinlerlerdi. Emir
verdiğinde emrini derhal yerine getirirlerdi. Etrafına toplanır ve ona
yardımcı olurlardı. Asık suratlı ve yalancı değildi, dedi.
Ümmü Mabed'in kocası
da şöyle dedi:
- Vallahi bu,
Kureyşlilerin aradıkları adamdır. Eğer ona rastlasaydım, onunla arkadaş olmak
isterdim. Ona ulaşabilecek bir yol bulursam, ulaşmak için gayret sarfederim.
Ravi diyor ki:
Mekke'de göklerle yer arasında bir ses duyuldu. Ama sesin sahibi görünmüyordu.
Sesin sahibi şöyle diyordu:
"İnsanların
Rabbi, hayırlı mükafatıyla, Ümmü Mabed'in iki çadırına yerleşen iki arkadaşı
mükafatlandırdı.
Onlar yere indiler,
sonra dinlendiler, Muhammed'in arkadaşı olan kimse kurtuluşa erdi, ey Kusay
ailesi!
Allah, mükafatsız
işleri ve efendiliği, sizden uzaklaştırmasın. " Bacınız Ümmü Mabed'e,
koyununu ve süt kabını sorun.
Koyuna sorsanız, o
bile size tanıklık eder.
Rasûlullah, ondan
kısır bir koyun getirmesini istedi.
Koyunun memeleri,
açıktan açığa ona köpüklü süt verdi.
Sonra yoluna koyulup
gitti, koyunu orada sağıcısına bıraktı.
Koyun da her gidiş
gelişinde ona süt veriyordu."
İnsanlar, Mekke'de
sabahladılar. Ama Peygamberleri aralarından çıkıp gitmişti. Araştırmaya
başladılar. Ümmü Mabed'in çadırına geldiler. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a
ulaştılar.
Hassan b. Sabit de o
görünmez kişinin şiirine karşı şu cevabî şiiri söyledi:
"Peygamberleri
aralarından çıkıp giden kavim kayba uğradı.
Geceleyin gidip
sabahleyin yanlarına vardığı kavim de sevindi.
Akılsız bir kavmin
yanından ayrılıp gitti.
Bir kavme yepyeni bir
nurla konuk oldu.
Körlüklerinden Ötürü
beyinsizlik yapan kavmin sapıkları ile hidayet kaynağından doğru yolu bulan
doğru kimseler bir olur mu hiç?
İnsanların
görmediklerim gören bir peygamber ki, hazır bulunduğu her yerde Allah'ın
kitabını okur.
Günün birinde gayba
dair bir söz söylese, bugün ya da yarın kuşluk vakti (gibi) sözü
doğrulanacaktır.
Ona arkadaşlık etmek
için gayret sarfeden Ebu Bekir'in mutluluğu kutlu olsun, Allah'ın mutluluk
verdiği kimse mutlu olur.
Ka'b oğullarının genç
kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri olarak
mübarek olsun."
Abdülmelik b. Vehb der
ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Mabed'in kocası Ebu Mabed, Müslüman olmuş,
hicret edip Peygamber (s.a.v.)'in yanma gitmiştir.
Hafız Ebu Nuaym da,
Abdülmelik b. Vehb el-Mezhicî kanalıyla böyle bir rivayette bulunarak hemen
hemen aynı şeyleri söylemiş, rivayetinin sonuna da şunu eklemiştir. Abdütmelik
dedi ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Mabed, hicret edip Müslüman olmuş,
Rasûlullah 'in yanına gitmiştir.
Sonra yine Ebu Nuaym,
ashabtan Hubeyş b. Halidın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol rehberleri Abdullah b. Uraykit el-Leysî ile
birlikte hicret için Mekke'den çıktıktan sonra Ümmü Mabed'in çadırına
uğramıştı. Ümmü Mabed, güçlü, Kuvvetli bir kadın olup evinin avlusunda durup
halka su ve yemek verirdi.
Ebu Nuaym, Sulayt
el-Bedrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol rehberleri İbn Uraykit İle birlikte hicret
için Mekke'den çıktıktan sonra yolda Ümmü Mabed el-Huzaî'nin çadırına
uğramıştı. Ümmü Mabed, onu tanımıyordu. Rasûlullah, ona şöyle demişti:
- Ey Ümmü Mabed,
yanında süt var mıdır?
- Hayır, vallahi
koyunlarımız kısırdır.
- Ya gördüğüm şu koyun
nedir?
- Takatsizliğinden
ötürü sürüden geri kalmıştır, dedikten sonra daha önce geçenleri aynen
nakleder.
Beyhakî, bu kıssaların
tamamının aynı kıssa olması ihtimalini ifade ettikten sonra Ümmü Mabed
el-Huzaiye'nin kıssasına benzer başka bir kıssa anlatarak şöyle der: Ebu
Abdullah el-Haüz, Kays b. Numan'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber
(s.a.v.) ile Ebu Bekir gizlice Mekke'den çıktıklarında koyun gütmekte olan bir
köleye uğradılar. Or dan süt istediler. Ama o şöyle dedi:
- Yanımda sağılacak
koyun yok. Ancak şurada bir oğlak var. Kışın başında hamile kalmıştı. Bir düşük
yapmıştı. Sütü de kalmamıştır.
- Rasûlullah:
- Onu buraya getir,
dedi.
Köle, oğlağı oraya
getirdi. Rasûlullah, onu bağladı. Sonra memesine el sürüp dua etti. Bunun
üzerine memesine süt indi. Ebu Bekir, bir kalkan getirip sütü onun içine sağdı.
Sağılan sütü içti. Yine sağdı. Bu defa çoban içti. Üçüncü kez yine sağdı. Bu
defa Rasûlullah içti. Çoban dedi ki:
- Allah aşkına söyle,
sen kimsin? Allah'a yemin ederim ki, senin gibisini asla görmedim. Rasûlullah:
- Beni'gördüğünü
saklar mısın ki, sana kim olduğumu anlatayım? Köle:
- Evet, dedi.
- Ben, Allah Rasûlü
Muhammed'im! Köle:
- Kureyşlilerin dinden
çıktığını iddia ettikleri adam sen misin?
- Onlar böyle
söylüyor, dedi.
- Şahadet ederim ki
sen peygambersin. Ve yine şahadet ederim ki senin getirdiğin şey haktır. Çünkü
senin yaptığını, ancak bir peygamber yapabilir. Ve ben, sana uydum, dedi.
- Sen bugün bunu
yapamazsın. Ne zaman benim güçlenip ortaya çıktığımı duyarsan yanımıza
gel." dedi."
Ebu Nuaym, Abdullah b.
Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Ben yetişkin bir gençtim. Mekke'de
Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyun sürüsünü güdüyordum. Müşriklerden kaçmış olan
Rasûlullah ile Ebu Bekir, yanıma gelip şöyle dediler:
- Ey çocuk, bize
içirecek sütün var mı?
- Ben emanetçi bir
kimseyim. Başkasının sütünü size içiremem, dedim.
- Üzerine koç
otlamamış (kısır) koyunun var mı?
- Evet, var.
Böyle dedikten sonra
koyunu yanlarına getirdim. Ebu Bekir, koyunu tuttu. Rasûlullah da memesine el
sürüp dua etti. Memesi süt doldu. Ebu Bekir, çukurumsu bir taş getirdi. Sütü
oraya sağdı. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, o sütü içtiler. Bana da içirdiler.
İçtikten sonra memeye: "Geri çekil." dedi. Meme de geri çekilip
büzüldü.
Daha sonra
Rasûlullah'm yanına geldim ve:
- Bana şu güzel sözden
(Kur'ân'dan) biraz, öğret, dedim. Rasûlullah (s.a.v.):
- Sen, eğitilmiş ve Öğretilmiş bir çocuksun,
dedi. Ben, onun mübarek ağzından yetmiş sûre dinleyip öğrendim ki, bu hususta
hiç kimse benimle tartışamaz."
Bu rivayette geçen
«müşriklerden kaçmışlardı.» cümlesinden kasıt, hicret vaktindeki kaçış değildir. Bu, hicretten
önceki bazı hallerde vuku bulan kaçışlardan biri idi. Ibn Mesud, ilk zamanlarda
Müslüman olup Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Bilahare Mekke'ye dönmüştür.
Bu kıssası, sahih hadis kitaplarında sabit olup aslı bulunan bir kıssadır.
Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abadilin azadlısı Faid'in şöyle dediğini rivayet eder: "İbrahim b.
Abdurrahman b. Sa'd'le birlikte yola çıktık. Areç mevkiine vardığımızda İbn
Sa'd ki, Rekube yolunu Rasûlullah'a gösteren kılavuzdur. İbrahim, İbn Sa'd'e
sordu:
- Baban sana neler
anlattı?
- Babam bana dedi ki;
"Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir kendilerine gelmişler, Ebu Bekir'in
bizim yanımızda süt emmekte olan bir kız çocuğu vardı. Rasûlullah, kısa yoldan
Medine'ye ulaşmak istemişti. Babam Sa'd, ona şöyle demişti:
- Şurası Rekube'ye
yakın Gamir köyüdür. Burada, Eşlem kabilesinden iki hırsız vardır. Kendilerine
(hakir bir kişi anlamına gelen) "Me-hanan" denmektedir. İstersen
onları kılavuz ediniriz.
Rasûlullah:
- Onları bize kılavuz
edin, dedi. Babam Sa'd dedi ki:
- Yola çıktık. Gamir
köyüne vardık. İki hırsızdan birinin, diğerine: "Bu, Yemanî'dir."
dediğini işittik. Rasûlullah, onları çağırdı. Onlara İslâmiyet'i arzetti. Onlar
da Müslüman oldular. Sonra adlarını sordu. Onlar, adlarının (hakir iki kişi
anlamına gelen) "Mehanân" olduğunu söylediler. Bunun üzerine
Rasûlullah, onlara (şerefli bir kişi anlamına gelen): "Siz
Mükreman'sınız." dedi. Kendilerine Medine'ye gelmelerini emretti. Biz yola
devam ettik. Küba'nın ilk evlerine ulaştık, orada onu Beni Amr b. Avf kabilesi
karşıladı. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ümame Es'ad b. Zürare'yî sordu. Sa'd b.
Haysem'e: "O, benden önce vuruldu ya Rasûlallah, onu sana anlatayım
mı?" dedi.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), yoluna devam etti. Hurmalığa geldi. Pınar başının insanlarla dolu
olduğunu gördü. Ebu Bekir'e, dönüp şöyle dedi:
"Ey Ebu Bekir,
menzil burasıdır. Müdliç oğullarının havuzları gibi havuzlara indiğimi
görüyorum." [3]
Daha önce de belirtildiği
gibi Buharî'nin, ez-Zührî vasıtasıyla Ur-ve'den yaptığı rivayete göre Peygamber
(s.a.v.), öğle vakti Medine'ye girmişti.
Ben de derim ki: Belki
de zeval vaktinden sonra girmiştir. Çünkü Buharî ve Müslim'in sahihlerinde
sabit olan bir hadise göre hicretle ilgili olarak Ebu Bekir şöyle demiştir:
"Geceleyin
Medine'ye vardık. Hz. Peygamber'i konuk etme hususunda halk birbirleriyle
çekişti. Hz. Peygamber, onlara şöyle dedi:
"Abdülmutttalib'in
dayıları olan Neccar oğullarına konuk olacağım. Böylece onlara ikramda
bulunacağım."
Öyle sanıyorum ki Hz.
Peygamber, Küba'ya geldiği gün öğle sıcağında Medine yakınlarına varmış, orada
hurmalığın ağaçlarından birinin altında dinlenmiş, sonra Müslümanlarla
birlikte geceleyin gelip Küba'ya konaklamıştır. Yukarıda geçen zeval sonrası
sözü ile gece kastedilmiştir. Muhtemelen o, Küba'dan hareket ettikten sonra
akşamleyin Neccar oğulları yurduna ulaşmıştır. Nitekim bu husus, ileride de
açıklanacaktır. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî'nin Urve'den
yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Küba'da Beni Amr b. Avf yurduna konuk
olmuş, orada onlar arasında on küsur gece ikamet etmiş, ikameti esnasında da
Küba mescidini tesis etmiştir. Daha sonra insanlarla birlikte yola çıkıp
Medine'ye gelmiş, hayvana, bugünkü Mescid-i Nebevi yerine çökmüştü. Orası,
Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğa ait hurma kurutma ve harman etme yeri
idi. Arsayı onlardan satın alıp mescid edindi. Arsa, Neccar oğulları
kabilesinin bulunduğu yerde idi.
Muhammed b. İshak,
Abdurrahman b. Üveym b. Saide'nin şöyle dediğini rivayet eder: Kabilemden olup
Rasûlullah'm sahabeleri arasında yer alan bazı adamlar bana dediler ki:
"Rasûlullah'ın Mekke'den çıkışını duyduğumuz ve gelişini bekleyip
gözettiğimiz zaman, sabah namazını kılınca şehrimizin dışına Rasûlullah'ı
gözetlemek üzere çıkıyorduk. Allah'a yemin ederim ki, güneş gölgeleri
bastırıncaya kadar bekliyorduk. Bir gölge bulamadığımız zaman ise evlerimize
gidiyorduk. Bu hararetli
günlerde idi. Nihayet
Rasûlullah'm geldiği gün, yine eskiden beklediğimiz gibi bekliyorduk. Gölge
kalmadığı zaman evlerimize girdik. Rasûlullah ise, evlerimize girdiğimiz
zamanda geldi. Onu ilk gören, Yahudilerden bir adamdı. Bizim, Rasûlullah'm
gelmesini beklediğimizi görmüştü. Sesinin en yüksek tonu ile bağırdı:
- Ey Kayle oğulları!
işte dedeniz geldi.
Bunun üzerine
Rasûlullah'ı karşılamaya çıktık. O, bir hurma ağa-cmm gölgesinde idi. Yanında
Ebu Bekir vardı. Yaşça akran idiler. Çoğumuz Rasûlullah'ı daha önce
görmemiştik. İnsanlar, onun etrafım kuşattılar. Ebu Bekir'den ayırd edip
tanıyamıyorlardı. Nihayet gölge Rasûlullah'ın üzerinden çekilince, Ebu Bekir
kalkıp abasıyla onu gölgelendirdi. İşte o anda biz Rasûlullah'ı tanıdık."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet
eder:
"Çocuklar
arasında oynuyordum.
- Muhammed geldi,
diyorlardı. Oynuyor, kimseyi goremiyordum.
Sonra yine:
- Muhammed geldi,
diyorlardı. Yine koşuyor, kimseyi goremiyordum.
Nihayet kendisi ile
arkadaşı Ebu Bekir geldiler. Biz, Medine'nin yıkık evleri içinde gizlendik.
Sonra Medine'nin halkına geldiklerini haber vermek için birisini gönderdiler.
500 kişi civarında kalabalık bir halk kitlesi karşılamaya çıkıp büyük saygı ve
sevgi gösterisi içinde onları alıp Medine'ye getirdiler. Hz. Peygamber ile
arkadaşı, büyük kalabalık içinde Medine'ye girerlerken, bütün Medine halkı
evlerden çıktılar. Öyleki onu görmek için yetişkin kızlar damlara çıkmış
birbirlerine:
- Hangisidir,
hangisidir? diye soruyorlardı.
O günkü manzara gibi
ihtişamlı bir manzara görmedik."
Enes (r.a.) diyor ki:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m Medine'ye geldiği günü de, vefat ettiği günü de gördüm. Bu iki gün
gibi gün görmedim."
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde hicret hadisi ile ilgili olarak Ebu Bekir'in şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
"insanlar, bizim
Medine'ye gelişimiz esnasında yollara ve evlerin üzerlerine çıktılar.
Çocuklarla köleler tekbir getirerek:
"Rasûlullah
geldi, Muhammed geldi, Muhammed geldi, Rasûlullah geldi" diyorlardı.
Sabah olunca yola
devam etti ve emrolunduğu yere gitti."
Beyhakî, îbn Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman
kadınlarla çocuklar şu beyitleri okuyarak sevinçlerini izhar ediyorlardı:
"Dolunay
Seniyyetu'1-Veda tarafından üzerimize doğdu.
Allah'a davet eden
davetçi bulundukça, bize şükretmek gerekir."
Muhammed b. îshak dedi
ki: Küba'ya Külsüm b. Hedm'in yanma konuk olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.),
Beni Amr b. Avf m yanma vardı. O, Beni Ubeyd kabilesindendir. Sa'd b.
Hayseme'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Külsüm b. Hedm'in yanma
misafir olduğunu söyleyenler derler ki:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Külsüm b. Hedm'in evinden çıktığında halkla rahatça görüşebilmek için
Sa'd b. Hayseme'nin evine gidip oturdu. Çünkü o, bekar bir kimse idi. Evinde
kimseler yoktu. Orası, Rasûlullah'm Muhacirlerden olan ashabından bekarların
evi haline gelmişti. Bundan dolayı Sa'd b. Hayseme'nin yanma misafir olduğu
söylenir. Sa'd b. Hayseme'nin evine bekarlar evi denirdi.
Ebu Bekir es-Sıddık
hazretleri de, Hubeyb b. İsafın yanma konuk oldu. Bu zat, Beni Haris b. Hazreç
kabilesindendir. Sünh'de bulunuyordu. Ebu Bekir'in, Beni Haris b. Hazreç'in
kardeşi Harice b. Zeyd b. Ebi Züheyr'e konuk olduğunu söyleyenler de vardır.
Ali b. Ebu Talip
Mekke'de üç gün üç gece kaldı. Rasûlullah (s.a.v. )'m yerine, onun yanındaki
emanetleri sahiplerine verdi. Bu işleri bitirdiği zaman yola çıkıp Rasûlullah'a
kavuştu. Onunla birlikte Külsüm b. Hedm'in yanına konuk oldu. Hz. Ali'nin,
Kuba'daki ikameti sadece bir veya iki gece idi. O şöyle diyordu:
"Küba'da, kocası
olmayan Müslüman bir kadın vardı. Gece ortasında adamın birinin, o kadının
evine gelip kapışım çaldığım, kadının ona doğru çıktığını, o kişinin de yanında
olan birşeyi kadına verdiğini, onun da bu şeyleri aldığım gördüm. Adamın
durumundan şüphelenerek kadına dedim ki:
- Ey Allah'ın
cariyesi! Her gece senin kapım çalan bu adam kimdir ki, sen ona çıkıyor ve o da
sana birşeyler veriyor, onun ne olduğunu bilmiyorum. Halbuki sen Müslüman bir
kadınsın. Kocan da yoktur.
Kadın dedi ki:
- Bu, Sehl b. Hüneyf
tir. Benim kimsesiz bir kadın olduğumu öğrenmiş. Akşam olduğu zaman kavminin
putlarının yanma gider, onları kırar, sonra onları bana getirir ve:
- İşte bunu odun edip
yak, der.
Sehl b. Hüneyf, Hz.
Ali'nin yanında Irak'ta vefat ettiği zaman o, onun bu durumunu ve yaptığı
işleri insanlara anlatmıştı."
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Küba'da Beni Amr b. Avf yurdunda pazartesi, salı,
çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve mescidini tesis etti. Sonra Allah onu,
cuma günü onların arasından çıkarttı. Beni Amr b. Avf kabilesinin ifadesine
göre Rasûlullah, aralarında bundan daha uzun bir zaman kalmıştır.
Abdullah b. İdris,
Muhammed b. İshak'm şöyle dediğim rivayet eder: Beni Amr b. Avf m ifadesine göre Rasûlullah,
aralarında onsekiz gece kalmıştır.
Ben de derim ki:
Büharî'nin, Urve'den yaptığı rivayete göre Rasûlullah, aralarında on küsur gece
ikamet etmiştir.
Musa b. Ukbe, Mücma'
b. Yezid b. Harise'nin şöyle dediğini nakleder: Rasûlullah (s.a.v.) Küba'da,
bizim yanımızda yani Beni Amr b. Avf kabilesi arasında yirmi iki gece
kalmıştır.
Vakidî dedi ki: Rasûlullah,
onların arasında ondört gece kaldı.
İbn İshak dedi ki:
"Rasûlullah (s.a.v.), Beni Salim b. Avf kabilesi içinde iken cuma günü
oldu. Ranuna vadisinde ilk cuma namazını kıldı. Medine'de kıldığı ilk cuma
namazı budur.
Sonra Utban b. Malik
ve Abbas b. Ubade b. Nadle, Beni Salim b. Avf kabilesinden bir kaç kişiyle
birlikte yanma gelip dediler ki:
-Ey Allah'ın Rasûlü,
sayımızın çokluğundan, hazırlık bakımından güç ve himaye açısından dolayı
yanımızda kal.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin
yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Beyaza'nm evinin hizasına gelince
Ziyad b. Lebid ve Ferve b. Amr, Beni Beyaza'dan bir takım kişilerle onu
karşıladılar ve dediler ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Bize gel, sayımız, hazırlığımız ve kuvvetimiz tamamdır.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin
yolunu açtılar. Deve gitti, nihayet Beni Saide'nin evine uğradığı zaman Sa'd b.
Ubade ve Münzir b. Amr, Beni Saide'den bir takım kişilerle onun önüne çıkıp
şöyle dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Bize gel, bizde sayı, bizde hazırlık, bizde güç vardır.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devenin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da onun yolunu
açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Harise b. Hazreç'in evinin hizasına
geldiğinde, Sa'd b. Rebi, Harice b. Zeyd b. Abdullah b. Revaha, Beni Haris b.
Hazreç'ten bir kaç erkek ile ortaya çıkıp şöyle dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Bize gel. Sayımız, hazırlığımız, emniyet ve gücümüze gel.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devemin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur.
Onlar da devenin
yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Adiy b. Neccar'ın evinin önünden
geçerken -ki onlar onun yakın dayılarıydılar. Abdülmuttalib'in annesi Selma
binti Amr onlardandı- Salit b. Kays ve Ebu Salit b. Useyre b. Ebi Harice, Beni Adiy b. Neccar
kabilesinden birkaç kişiyle birlikte karşısına çıkıp şöyle dediler:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Dayılarına gel. Sayımıza, hazırlığımıza, koruyucu gücümüze gel.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Devenin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunnıuştur.
Onlar da devenin
yolunu açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Malik b. Neccar'in evinin önüne
geldiğinde Rasûlullah'm mescidinin kapısı önünde çöktü. O zaman orası Malik b.
Neccar oğullarından olan iki öksüz çocuğa ait bir hurma kurutma yeri idi. Bu
çocuklar, Muaz b. Afra'nın velayetinde idiler."
Ben derim ki:
Buharî'nin, ez-Zührî kanalıyla Urve'den yaptığı rivayette de geçtiği gibi bu
iki öksüz çocuk, Es'ad b. Zürare'nin velayetinde idiler. Doğrusunu Allah bilir.
Musa b. Ukbe'nin
anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), yoldan geçmekte iken Abdullah b. Übey b.
Selül un evinin kapısına geldi. O esnada Abdullah evde idi. Rasûlullah,
kendisini eve davet etmesini bekledi. O zaman o, Hazreçlüerin lideri idi.
Abdullah, ona şöyle dedi:
- Seni davet edenlere
bak. Git, onlara misafir ol.
Rasûlullah (s.a.v.),
onun böyle deyişini Ensâr'dan bir kaç kişiye anlatınca Sa'd b. Ubade, özür
dileyerek şöyle karşılık verdi.:
- Ey Allah'ın Rasûlü,
Rabbimiz seninle bize lütufta bulundu. Sen gelmeden Önce biz, Abdullah b.
Übeyy'in başına taç geçirip kendimize onu hükümdar yapacaktık.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Rasûlullah'm Beni Amr b. Avf yurdundan hareket etmesinden önce Ensâr, onun
devesinin çevresinde yürümeye başladı. Birbirleriyle çekişip duruyorlardı. Devenin
yularını ellerine geçirmek isteyen herkes, Rasûlullah'a saygı ve tazimde
bulunmak için onu konuk edinmek istiyordu. Ensâr'dan her bir şahsın evinin
önünden geçerken, onu evlerine davet ediyorlar. Rasûlullah ise şu cevabı
veriyordu:
- Devemin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur. Allah'ın, beni konuk edeceği yere konuk olacağım.
Ebu Eyyüb
el-Ensârî'nin evinin önüne geldiğinde deve kapıya çöktü. Rasûlullah da inip
Ebu Eyyüb'ün evine girdi. Oraya yerleşti. Mescidini ve hane-i saadetini inşa
edinceye kadar o evde kaldı.
îbn İshak dedi ki:
Deve çöktüğü zaman Rasûlullah onun üzerinde idi. İnmedi ve devenin üzerinde
kaldı. Deve, çok uzak olmayan bir yere yürüdü ve Rasûlullah, onun yularım
bırakmıştı, onu durdurup, menet-miyordu. Sonra deve arka tarafına bir baktı ve
ilk defa çöktüğü yere döndü. Oraya çöktü, yerinde kalıp hareket etmedi.
Yorgunluktan kalkamaz oldu. Boynunun altını ve göğsünü yere koydu. Rasûlullah
da üzerinden indi. Ebu Eyyüb Halid b. Zeyd, onun göç eşyasını yüklenip evine
koydu. Rasûlullah, onun yanında idi. O, hurma kurutma yerinin kime ait olduğunu
sordu. Muaz b. Afra, ona dedi ki:
- Ey Allah'ın Rasûlü,
orası Amr'ın iki oğlu Sehl ile Süheyl'e aittir. Onlar, benim velayetim deki iki
öksüzdürler. Yakında arsa için onları razı ederini. Oraya mescid
edinebilirsiniz.
Rasûlullah (s.a.v.),
bir mescid yapılmasını emretti. Kendisi, Ebu Eyyüb'ün evine yerleşti. Nihayet
mescidinin ve meskenlerinin inşa olunmasına kadar onun yanında kaldı.
Rasûlullah (s.a.v.)'la Muhacir ve Ensâr Müslümanlar da o inşaatlarda
çalıştılar. Bununla ilgili açıklama inşaallah yakında gelecektir.
Beyhakî,
"Delail" adlı eserde, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'ye geldi. Yanımıza geldiğinde kadınıyla, erkeğiyle Ensâr
gelip:
- Bize gel ya Rasûlallah,
dediler. Rasûlullah:
- Devemin yolunu açın.
Çünkü o, emrolunmuştur, dedi. Devesi, Ebu Eyyüb'ün kapısı önüne gelip çöktü.
Neccar oğulları kabilesinin cariyeleri, def çalarak geldiler ve şu şarkıyı
okudular:
"Biz, Neccar
oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel bir
komşudur!"
Bu şarkıyı okuyan
cariyelerin yanana giden Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle sordu:
- Beni seviyor
musunuz?
- Evet, vallahi, ya
Rasûlallah!
-Vallahi, ben de sizi
seviyorum. Vallahi ben de sizi seviyorum. Vallahi ben de sizi seviyorum, dedi.
Beyhakî, Enes'in şöyle
dediğini rivayet eder:
"Peygamber
(s.a.v.), Neccar oğullarından bir kabileye uğradı. Bir de baktı ki cariyeler
def çalıp şu şarkıyı okuyorlar:
"Biz, Neccar
oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel komşudur!"
Rasûlullah (s.a.v.),
onlara dedi ki: "Allah biliyor ki, kalbim sizi seviyor." Sahih-i
Buharı'de Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: «Peygamber (s.a.v.), kadınlarla
çocukların -zannedersem- düğünden geldiklerini görünce dikilip
karşılarına-çıkmış ve onlara şöyle demişti: "Allah için siz, insanlar
içinde en çok sevdiğim kimselersiniz." Bu sözü, üç kere tekrarlamıştı.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir'i terkisine alarak Medine'ye yönelmisti. Ebu Bekir, yaşlı bir kimse
olup tanınmakta idi. Rasûlullah ise, genç biri olduğundan tanınmıyordu. Adamın
biri, Ebu Bekir'le karşılaştığında ona şöyle sormuştu:
- Ey Ebu Bekir,
önündeki şu adam kimdir?
- Bu, bana yol
gösteren bir adamdır.
Bilmeyenler, Ebu
Bekir'in bu sözü ile Rasûlullah'm yol kılavuzu olduğunu söylemek istediğini
sanıyorlardı. Oysa o, hayır yolunu gösteren bir rehber olduğunu söylemek
istiyordu.
Yolda iken Ebu Bekir
dönüp arkasına baktı. Bir süvarinin kendilerini yakalamak üzere olduğunu gördü
ve:
- Ey Allah'ın
peygamberi, şu süvari bizi yakalamak üzere, dedi. Rasûlullah arkasına dönüp
baktı ve: "Allah'ım, at sürçsün." dedi.
Bunun üzerine at
süvarisini yere attı ve kalkıp kişnemeye başladı. Sonra adam şöyle dedi:
- Ey Allah'ın elçisi,
bana dilediğini emret. Rasûlullah, ona şöyle buyurdu:
- Yerinde dur ve
kimsenin gelip bize ulaşmasına müsaade etme. Ravi diyor ki: O adam, sabahleyin
Rasûlullah'a saldıran bir kimse
idi. Ama akşamleyin
onun koruyucusu oldu.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'nin kara taşlık mevkiinde durdu. Ensâr'a haber
gönderdi. Onlar da gelip kendilerine selam verdiler ve Ebu Bekir'le ona:
- Güven içinde ve itaat görerek bineklerinize
binin, dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir de bineklerine binip yola çıktılar. Ensâr
da çevrelerini silahlarla kuşatıp onları koruma altına aldılar. Medine'de Peygamber
Efendimiz'in geliş haberi yayıldı, onu karşılamak üzere çıktılar ve: «Allah'ın
peygamberi geldi.» dediler.
Rasûlullah yürümeye
devam etti. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin yanına geldi. Ev halkı ile konuşmakta
iken Abdullah b. Selam, onun sesini duydu. Abdullah, kendi ailesine ait bir
hurmalıkta çalışmakta idi. İşini çabucak bitirmek için acele etti. Sonra gelip
Rasûlullah'm yanına oturdu. Onun sözlerini dinleyip ailesine döndü.
Rasûlullah:
"Yakınlarımızdan hangisinin evi, buraya daha yakındır?" diye sorunca
Ebu Eyyüb, kendi evinin oraya yalan olduğunu söyleyerek evini ve kapısını
gösterdi. Rasûlullah da ona:
- Git, bizim için bir
istirahat yeri hazırla, dedi. Ebu Eyyüb gidip istirahat yeri hazırladı ve
gelip:
- Ey Allah'ın Rasûlü,
sizin için istirahat yeri hazırladım, Allah'ın bereketiyle kalkıp gelin ve
istirahat edin, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.),
istirahat yerine geldiğinde Abdullah b. Selam, yanma gelip şöyle dedi:
"Senin, Allah'ın
hak peygamberi olduğuna şahadet ederim. Getirdiğin şeylerin gerçek olduğuna
tanıklık ederim. Yahudiler bilirler ki, ben onların efendisi ve efendilerinin oğluyum. Onların
en bilgilisi ve en bilgin şahsiyetlerinin oğluyum. İstersen onları çağır ve
bunu kendilerine de sor,"
Yahudiler,
Rasûlullah'm yanma geldiler. Rasûlullah, onlara şöyle
dedi:
"Ey Yahudi
topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan korkun. Kendisinden başka tanrı
bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, siz de benim Allah'ın gerçek rasûlü
olduğumu bilmektesiniz. Ve yine benim getirdiğim şeylerin gerçek olduğunu da
bilmektesiniz. Öyleyse Müslüman
olun!"
Yahudiler, onun böyle
demesine karşılık olarak üç kez: "Gerçek olduğunu
bilmiyoruz."dediler.
İbn İshak, Ebu
Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet eder: «"Rasûlullah (s.a.v.), benim evime
konuk olduğu zaman alt kata indi. Ben ve Ümmü Eyyüb (eşim) üst katta idik.
O'na dedim ki:
- Ey Allah'ın
peygamberi! Babam ve anam sana feda olsun. Senin üstünde bulunmaktan ve senin
de benim altımda bulunmandan hoşlanmıyorum. Bu, benim ağrıma gidiyor. Lütfen,
sen üst kata çık, bizde alt kata inelim.
Buyurdu ki:
- Ey Ebu Eyyüp, bize
ve bizim etrafı mızdakilere en uygun olan, evin alt katında olmamızdır.
Rasûlullah (s.a.v.),
evin alt katında kaldı. Biz de onun üst katında idik. İçi su dolu bir kovamız
kırıldı. Bunun üzerine ben ve eşim ümmü Eyyüb, bizim olan bir kadifeyi alıp
onunla suyu silmeye başladık. Ondan başka bir örtümüz de yoktu. Suyun,
Rasûlullah'm üzerine damlamasından ve ona eziyet vermesinden korkmuştuk.
Akşamları onun için
yemek yapıyor, ona gönderiyorduk. Fazlasını bize geri verdiği zaman ben ve eşim
ümmü Eyyüp onun elinin değdiği yeri uğurlu sayıyorduk. Ondan bereket ümid
ederek yiyorduk. Bir gece içinde soğan ve sarımsakta bulunan akşam yemeğini
gönderdiğimizde Rasûlullah, onu geri verdi. Onda elinin bir izini göremedim.
Ben, ona korkarak geldim ve dedim ki:
- Ey Allah'ın rasûlü,
babam ve anam sana feda olsun. Akşam yemeğini yemeyip geri verdin. Yemekte
senin el izini göremedim. Onu bize geri verdiğin zaman ben ve eşim Ümmü Eyyüp
senin elinin izini uğurlu ve bereketli buluyorduk. Bu bekereti talep ediyorduk.
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
- Ben, yemekte o
bitkinin kokusunu buldum. Ben, Allah'a dua eden, münacatta bulunan bir kişiyim.
Ama siz onu yiyebilirsiniz.
Biz de o yemeği yedik.
Fakat daha sonra artık o bitkiden yemeğe koymadık."
Beyhakî, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini
rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), evimizin alt katına gelip yerleşti.
Biz ise üst kattaydık. Bir süre sonra kendime geldim ve aileme dedim ki:
- Biz, Rasûlullah'm
tepesi üzerinde dolaşıyoruz. Bu olacak şey değildir. Evin bir köşesine çekilip
yatın.
Sonra ben, bunu
Rasûlullah'a arzettim. Ama o:
- Alt katta kalmak
bizim için daha münasiptir, dediyse de ben:
- Senin alt katta
bulunduğun bir evin üst katma çıkmam, deyip direttim. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), üst kata çıktı. Ben de alt kata indim.
Ebu Eyyüb,
Rasûlullah'a yemek hazırlayıp götürür, Rasûlullah da yemeği yedikten sonra
artan kısmı geri verirken, Ebu Eyyüb onun parmaklarının nereye değdiğini
kendisine sorar, o da onun parmaklarının değdiği yerden yerdi. Bununla bereket
talep ederdi. Yine bir gün yemek yaptı, içine sarımsak kattı. Getirip Rasûlullah'a
verdi. Yemek kabmı geri alırken parmak izlerini sordu. Fakat Rasûlullah,
yemekten yemediğini söyleyince korkarak:
- Yemek haram mıydı?
diye sordu Rasûlullah:
- Hayır, ama ben ondan
hoşlanmadım, dedi. Ebu Eyyüb de:
- Senin hoşlanmadığın
yemekten ben de hoşlanmam, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine melek geldiği
için sarımsaklı yemekten yemek istememişti."
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde sabit olan bir hadiste Enes b. Malikin şöyle dediği rivayet
edilir: Rasûlullah (s.a.v.)'a yuvarlak bir tabak -bir rivayete göre tencere-
içinde bakla ve sebze yemeği getirildi. Rasûlullah, ne yemeği olduğunu
sorduğunda yemekteki sebzeler ve katkı maddeleri kendisine anlatıldı. Yemeği
görünce yemek istemedi ve: "Sen ye. Çünkü ben, senin kendisiyle
konuşmadığın kimse ile konuşmaktayım." dedi.
Vakidî, Rasûlullah
(s.a.v.)'m Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğu esnada Es'ad b. Zürare'nin
Rasûlullah'm devesinin yularım aldığım ve bu yuların onun yanında kaldığım
rivayet eder.
Zeyd b. Sabit'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğunda Rasûlullah'a
sunulan ilk hediye, benim ona getirdiğim bir çanak yemekti. Çanakta, süt ve
yağa doğranmış ekmek vardı. Ona:
- Bu çanağı annem
gönderdi, dedim. O da:
- Allah sana bereket
versin, dedi. Ashabını çağırdı. Hep birlikte yediler. Sonra Sa'd b. Ubade'nin
tirid ve et çanağı geldi. Her gece Hz. Ali'nin kapısında üç, dört kişi bulunur,
bunlar ona yemek getirirlerdi. Bu işi, nöbetleşe yaparlardı. Rasûlullah, Ebu
Eyyüb'ün evinde yedi ay
kaldı. Ebu Eyyüb'ün
evinde iken azadlısı Zeyd b. Harise ile Ebu Rafı'e 500 dirhem verip iki deveye
bindirerek kızları Fatıma ile Ümmü Gül-süm'ü, eşi Şevde binti Zem'a'yı ve Üsame
b. Zeydî getirmek üzere gönderdi. O sıralarda Rasûlullah'm kızı Rukiye, kocası
Osman'la beraber hicret etmişti. Zeynep de kocası Ebu'l-As b. Rebi'in yanında
Mekke'de idi. Zeyd b. Harise'nin zevcesi Ümmü Eymen beraberlerinde gelmişti.
Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, aralarında mü'minlerin annesi Hz. Aişe olmak üzere
Ebu Bekir'in aile efradım da yanma alarak onlarla birlikte Medine'ye gelmişti.
Rasûlullah, o zamana kadar Hz. Aişe ile gerdeğe girmemişti.
Beyhakî, Abdullah b.
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi.
Devesi, Cafer b. Muhammed b. Ali'nin evi ile Hasan b. Zeyd'in evi arasında bir
yere çöktü. İnsanlar, yanına gelip onu evlerine davet ettiler. Ama devesi
tekrar kalkıp harekete geçti. Kendisi de orada bulunanlara:
"Onun yolundan
çekilin. Çünkü o, emrolunmuştur." dedi. Sonra oradan kalkıp Mescid-i
Nebevinin minberinin bulunduğu yere geldi. Oraya çöktü. Rasûlullah orada
devesinden indi. Orada bir gölgelik vardı. İnsanlar, orayı gölgelik yapmışlar,
orada toplanıyor ve serinliyorlardı. Rasûlullah, gölgeliğe yönelip geldi,
oturdu. Ebu Eyyüb yanma gelip:
- Ey Allah'ın Rasûlü,
buraya en yakın ev, benim evimdir. Eşyalarını evime taşıyalım, olmaz mı? diye
sordu. Rasûlullah da, "evet" cevabını verince eşyasını alıp Ebu
Eyyüb'ün evine götürdüler.' Kendisi de oraya gitti. Sonra adamın biri yanına
gelip sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü,
nereye konacaksın?
- Kişinin yükü nerede
ise, kendisi de orada olur.
Rasûlullah (s.a.v.),
mescid yapılıncaya kadar o gölgelikte on iki gece kaldı. Bu, Ebu Eyyüb Haîid b.
Zeyd için büyük bir menkıbedir. Çünkü Allah'ın rasûlü, onun evine konuk
olmuştu.
Yezid b. Ebi Habib,
Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Eyyüb
Basra'ya geldiğinde İbn Abbas, orada Hz. Ali'nin tayin ettiği vali olarak görev
yapıyordu. İbn Abbas, evinden çıkıp Ebu Eyyüb'ü karşıladı. Onu alıp tıpkı Rasûlullah'ı
konuk edişi gibi, kendi evinde konuk etti. Evinin içindeki her şeyin
mülkiyetini ona verdi. Ebu Eyyüb, oradan ayrılmak isteyince İbn Abbas, ona
20.000 altın ve kırk köle verdi.
Ebu Eyyüb'den sonra
evi, azadlısı Eflah'a intikal etti. Muğire b. Ab-durahman b: Haris hHişam da
1000 dinar vererek evi Eflab'tan satın aldı. Evin harap olan kısımlarım onarıp
Medineli fakir bir aileye hibe etti.
Rasûlullah'm, Neccar
oğullarının yurduna misafir olması ve Allah'ın ikamet yeri olarak kendisine
orayı seçmesi de büyük bir menkıbedir. O zaman Medine'de dokuz kadar mahalle
vardı. Her mahailede müstakil meskenler, hurmalıklar, tarlalar ve insanlar
vardı. Birbirine bitişik o köy ve mahalleler arasında Cenâb-ı Allah, Malik b.
Neccar oğullan mahallesini, Rasûlü için ikamet mahalli olarak seçmişti.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Şube, Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a,v.), şöyle buyurdu:
"Ensâr evlerinin
en hayırlısı, Neccar oğullan yurdudur. Sonra Haris b. Hazreç oğulları yurdudur.
Sonra Saide oğulları yurdudur. Ensâr'm bütün evlerinde hayır vardır."
Sa'd b. Ubade dedi ki:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m herkesi bize üstün kıldığım gördüm. Denildi ki: O,
sizleri bir çoklarına üstün kılmıştır."
Bu, Buharî'nin
lafzıdır.
Buharı, Ebu Hünıeyd'in
rivayet ettiği bir hadise şunu ilave eder: Ebu Üseyd, Sa'd b. Ubade'ye şöyle
dedi: "Görmedin mi ki Peygamber (s.a.v.), bütün Ensâr'm hayırlı olduğunu
söyledi ve bizi en sona bıraktı?"
Bunun üzerine Sa'd,
Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ensâr'm
evlerinin hayırlı olduğunu söyledin. Bizi en sona bıraktın. Bu ne
demektir?"
Peygamber (s.a.v.),
cevaben şöyle buyurdu:
"Sizin
hayırlılardan olmanız size yetmez mi?"
Medine halkından olan
bütün Müslümanlara -ki bunlar Ensâr'dır-dünya ve ahirette, şeref ve üstünlük
verilmiştir. Yüce Allah buyurdu ki:
«İyilik yansında
önceliği kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnud
olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnud-durlar. Allah onlara, içinde temelli ve
ebedi kalacaklan, içlerinden ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır- İşte büyük
kurtuluş budur.» (et- Tcvbe,100.)
«Daha Önceden
Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar
bile onlan kendilerinden önce tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş
kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.» (ei-Haşr, 9.)
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Eğer hicret
olmasaydı, ben Ensâr'dan biri olurdum. Bütün insanlar bir vadi ve mahalleye
doğru gitseler bile ben, Ensâr'm vadi ve mahallesine doğru giderdim. Doğrusu
Ensâr iç çamaşır, diğer insanlarsa üst kaftan durumundadırlar."
Başka bir münasebetle
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Ensâr, benim
dostum ve sırdaşım dır."
Rasûlullah (s.a.v.),
başka bir vesile ile Ensâr'dan bahsederken şöyle der:
"Onlarla banş
içinde olanlarla barışık olurum. Onlarla savaşanlarla da savaşırım."
Buharı, Bera b.
Azib'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini
işittim:
"Ensâr'ı ancak
mü'min olan sever, Ensâr'a ancak münafık olan buğ-zeder. Onlan seveni Allah
sever. Onlara buğzedene de Allah buğzeder."
Buharî, Enes b.
Malik'in.'şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"İmanın alameti,
Ensâr'ı sevmektir. Münafıklığın alameti ise, Ensâr'a buğzetmektir."
.Ensâr'm faziletine
dair ayet ve hadisler gerçekten çoktur.
Ensâr şairlerinden Ebu
Kays Sırma b. Enes'in, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişi ve Medineli
Müslümanları^, ona ve ashabına yardım edişi, iyilikte bulunuşu hakkında
söylediği şiir ne güzel bir şiirdir.
İbn îshak der ki: Ebu
Kays Sırma b. Enes, Allah'ın kendilerine İslâmiyet'i nasib ederek ikramda
bulunuşu ve Rasûlünü özel olarak kendilerine gönderişini anlatırken şöyle bir
şiir okur:
"Kureyş'in içinde
on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu. Kendini hac
mevsimlerine gelenlere arzediyor, kendisini barındıracak ve davet edecek hiç
kimseyi görmüyordu.
Bize geldiği zaman,
Allah onun dinini üstün laldı ve Medine'de, razı olarak mesrur, sevinçli hale
geldi.
Bir dost buldu, onunla
arkadaşlık kurdu, onun için Allah'tan açıkça bir yardım oldu.
Bize, Nuh'un kavmine
dediğini ve Musa'mn, kendisine nida edene icabet ettiği zaman söylediği şeyleri
anlatıyor.
İnsanlardan hiç
kimseden korkmaz hale geldi, ne yakından, ne de uzaktan.
Helal malımızdan
mallanmızı ve nefislerimizi, savaş esnasında ve yardımlaşma vaktinde ona
verdik.
Biliyoruz ki,
Allah'tan başka bir ilah yoktur ve biliyoruz ki Allah, hidayetçilerin en
üstünüdür.
İnsanlara saldırıp,
düşmanlık eden kimselere hep birlikte saldınr, düşman oluruz.
Her ne kadar önceden
öz dostumuz olmuş olsa da.
Derim ki, seni her bir
mescidte çağırdığım zaman mübarekleşi-yorsun, senin ismini çağıranlar
çoğahyorlar.
Derim ki, korkulu bir
yerden geçtiğim zaman şefkat ve merhametten sonra bize şefkat ve merhamet eyle
ve düşmanlan üzerimize galip kılma.
Adımlanan geniş bas,
çünkü ölümün sebebleri çoktur ve sen nefsini ebedileştiremezsin.
Allah'a yemin ederim
ki kişi, Allah onun için bir koruyucu kılmadığı zaman nasıl korunacağını
bilmez.
Rabbine susamış hurma
ağacı, suya kanmış ve yerinde kalmış olduğu zaman gam yemez." [4]
Medine, Peygamber
(s.a.v.)'in hicreti sebebiyle şereflendi. Orası Allah'ın dostları ve salih
kulları için bir sığınak, Müslümanlar için müstahkem bir kale, âlemler için bir
hidayet yurdu haline geldi. Medine'nin faziletine dair birçok hadisler vardır.
Bunları, yeri geldiğinde in-şaallah nakledeceğiz.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerindeki Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Yılanın kendi
deliğine sığındığı gibi, iman da Medine'ye sığınır."
Yine Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Bütün kasabaları
yiyen (içine alan) bir kasabaya gitmekle emro-lundum. Derler ki, orası Yesrib
yani Medine'dir. Orası, körüğün demirdeki pislikleri giderdiği gibi insanları
arındırır."
Beyhakî, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allahım, beni
şehirler arasında en çok sevdiğim şehirden çıkardın. Öyleyse beni şehirler
arasında en çok sevdiğim şehre yerleştir." Böyle demesi üzerine Cenâb-ı
Allah, Rasûlullah'ı Medine'ye yerleştirdi.
Bu, garip bir
hadistir. Cumhur-u ulemâdan nakledilen meşhur görüşe göre Mekke, Medine'den
daha üstündür. Ancak Medine'de peygamberin cesedini barındıran yer
müstesnadır. Cumhur-u ulemâ, buna dair birçok deliller ileri sürmüşlerdir ki,
onlara burada zikretmek uzun sürer. O delilleri "el-Menasik
Mine'l-Ahkam" adlı kitabımızda anlatmı-şızdır. Bu konuda en meşhur delil,
İmam Ahmed b. Hanbel'in, Abdullah b. Adiy b. Hamra'dan rivayet ettiği şu
hadistir: Abdullah b. Adiy, Hazve-re'de Mekke çarşısında duran Peygamber
(s.a.v.)'in şöyle dediğini işit-miştir:
"Vallahi sen (ey
Mekke), Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Allah'ın yerleri arasında en
çok sevdiğim sensin. Eğer ben senden çıkanl-masaydım, kendiliğimden çıkıp
gitmezdim."
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder; Rasûlulîah (s.a.v.), Hazvere
mevkiinde durup şöyle dedi:
"Bildim ki (ey
Mekke) sen, Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Allah'ın en çok sevdiği
yersin. Eğer halkın, beni senden çıkarıp sürgün etmeseydi, ben kendiliğimden
çıkıp gitmezdim." [5]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/258-266.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/266-270.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/271-295.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/296-308.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/308.