Mekke'den Medine'ye Hicret 1

Resûlullah (S.A.V.)'In Hicret Sebebi 7

Rasûlullah (S.A.V.)'In Ebu Bekîr Es-Sıddık'la Birlikte Mekke'den Medine'ye Hicreti 11

Peygamber (S.A.V.)'İn Medînerye Gîrîşi Ve Evi 30

Fasıl 39

 

 

 

Mekke'den Medine'ye Hicret

 

Zührî, Urve'den, o da Hz. Aişe'den, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'de iken Müslümanlara şöyle dediğini rivayet eder:

"Artık sizin hicret edeceğiniz yurd, iki kara taşlık arasında sürülme­miş hurmalık bir yer olarak bana gösterildi."

Rasûlullah (s.a.v.) böyle deyince, bazı kimseler Medine tarafına hic­ret etti. Habeşistan'a hicret etmiş olan Müslümanlar da Medine'ye dön­düler.

Bunu, Buharı rivayet etmiştir.

Ebu Musa, Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder:

"Rüyamda, Mekke'den hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Orasının Yemame veya Hecer olduğunu vehmettim. Ama orası Medine -Yesrib-imiş."

Buharı bu hadisi, bir kaç yerde uzun uzadıya senediyle birlikte nak-letmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, Cerir'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç beldeden hangisine inersen orası senin hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."

İlim ehli kimseler dediler ki: Sonra Rasûlullah'ın Medine'ye gitme­sine karar verildi. O da oraya hicret etmelerini ashabına emretti. Bu ha­dis, cidden gariptir. Tirmizî de "Menakıb" adlı eserinde Cerir'in şöyle de­diğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Doğrusu yüce Allah, bana şöyle vahyetti: Şu üç şehirden hangisine inersen orası senin hicret diyarın olacaktır: Medine, Bahreyn ve Kmnes-rin."

îbn îshak dedi ki: Cenâb-ı Allah, savaş için izin verdiğinde şu ayeti inzal buyurdu:

«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir. Allah, onlara yardım etmeye elbet­te Kadir'dir. Onîar haksız yere ve "Rabbimiz Allah'tır." dediler diye yurtlarından çıkarılmışlardır." (el-Hacc, 39-40.)

Yüce Allah, Rasûlüne savaş için izin verdiği, Ensâr'dan olan bu kabilenin de İslâm'a ve ona tabi olanlara yardım etmek üzere Peygam-ber'e bey'at ettiği, Müslümanları bağrına bastıkları zaman , Muhacir­lerden ve Mekke'deki Müslümanlardan olan ashabına, Medine'ye hicret etmelerini, Ensâr'dan olan kardeşlerine kavuşmalarını emredip şöyle buyurdu:

"Doğrusu yüce Allah, sizin için kardeşler kıldı ve içinde emin olaca­ğınız bir yurt kıldı."

Bunun üzerine Müslümanlar, gruplar halinde peşpeşe Medine'ye gitmeye başladılar. Hz. Peygamber (s.a.v.) ise, Allah'tan hicret için izin bekleyerek Mekke'de kaldı. Rasûlullah'ın ashabından Kureyşli Muha­cirlerden Medine'ye hicret edenlerin ilki, Beni Mahzum kabilesinden Ebu Seleme b. Abdi'l Esed b. Hilal b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'dur. Akabe ashabının bey'atinden bir sene önce Medine'ye hicret etti. Habe­şistan ülkesinden Mekke'ye-* Rasûlullah'm yanına gelmişti. Kureyşli-ler, ona eziyet verdiği ve Ensârî Müslümanların İslâm'a girme haberi ona ulaştığı zaman Medine'ye Muhacir olarak gitti.

İbn îshak, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Sele­me, Medine'ye gitmeye niyetlendiğinde devesini benim için hazırladı. Sonra beni ona bindirdi. Oğlum Seleme b. Ebu Seleme'yi de Önüme bin­dirdi. Sonra benimle yola çıktı. Binmiş olduğum deveyi yediyordu. Beni Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum'un adamları onu gördüklerinde yanına gelip şöyle dediler: "Haydi sen kendin ne ise, diyelim kendini biz­den kurtardın. Fakat şu arkadaşımıza ne dersin? Onu götürmene nasıl izin verelim?" Ümmü Seleme dedi ki: "Devenin yularını onun elinden çektiler ve beni ondan aldılar. Bu esnada Beni Abdi'1-Esed kabilesi öfke­lendiler. Bunlar, Ebu Seleme'nin kavmi olup şöyle dediler:

- Hayır, vallahi biz oğlumuzu anasının yanında bırakmayız. Çünkü anasını adamımızdan aldınız.

Ümmü Seleme dedi ki:

- Böylece oğlum Seleme'yi aralarında birbirlerinden çekmeye çalış-talar. Nihayet onu bıraktılar. Beni Abdi'1-Esed kabilesi, onu alıp götür­dü. Beni Muğire kabilesi de beni yanlarında alıkoydular. Kocam Ebu Se­leme ise Medine'ye gitti.Böylece benimle kocamı ve oğlumu birbirimiz­den ayırdılar. Ben, her sabah çıkıp vadide oturuyor ve akşam oluncaya kadar ağlıyordum. Bu hal, bir yıl boyunca devam etti. Bir gün amcam oğullarından biri -ki Beni Muğire'dendir- bana rastladı. Başıma gelen­leri gördü. Bana acıdı ve Muğire oğullarına şöyle dedi:

- Şu biçare ve miskin kadına acımaz mısınız, bu yaptığınızdan sıkılmaz mısınız? Onunla kocasını ve çocuğunu birbirlerinden ayırdı­nız.

Bunun üzerine onlar da dönüp bana şöyle dediler:

- Eğer dilersen kocana gidebilirsin..

Beni Abdi'1-Esed kabilesi de, bu esnada oğlumu bana geri verdi. Bu­nun üzerine devemi yola çıkardım. Oğlumu da yanıma alarak Medi­ne'de bulunan kocamın yanma gitmeğe niyetlenerek yola çıktım. Beni kocama, götürmesini söyleyebileceğim hiçbir Allah'ın kuluna rastlaya-mıyordum. Nihayet Ten'im'de olduğum zaman Osman b. Talha b. Ebu Talha'ya rastladım. Bana şöyle sordu:

- Ey Ebu Ümeyye'nin kızı, nereye gidiyorsun?

- Medine'de ki kocamın yanını gitmek istiyorum. .

- Seninle beraber giden hiç kimse yok mu?

- Hayır, Allah'a yemin ederim, ancak Allah ve işte bu oğlum var.

- Seni yalnız bırakmak doğru olmaz, diyerek devemin yularım tuttu ve benimle birlikte süratle yola koyuldu. Vallahi şimdiye kadar Araplar­dan, ondan daha keremli bir kimse görmemiştim. Bir yere vardığımızda benim devemi çöktürür, sonra benden öteye gidip dururdu. Nihayet indiğim zaman devemi kenara alır, yükünü indirir, sonra onu ağaca bağlar, benden uzaklaşarak bir ağacın yanına gider, altına yatardı. Yola çıkma zamanı yaklaştığında devemin yanma gelip onu bana takdim eder, yola koyar, sonra benden kenara çekilip durur ve şöyle derdi: "Bin." Binip devemin üzerine kurulduğumda yularını tutar ve yederdi. Nihayet beni indirinceye kadar böyle yapardı. Beni, Medine'ye götürün-ceye kadar hep böyle davrandı. Küba mevkiinde Beni Amr b. Avf m kö­yüne bıraktığında şöyle dedi:

- Kocan, işte bu koydedir.(Gerçekten kocam Ebu Seleme, o köye in­mişti.) Allah'ın bereketiyle onun yanma git.

Böyle dedikten sonra kendisi Mekke'ye dönüp gitti.

Ümmü Seleme devamla şöyle diyordu:

-Alllah'a yemin ederim ki İslâmiyet'te Ebu Seleme ailesinin başına gelenlerin, başka hiçbir ailenin başına geldiğini bilmiyorum. Osman b . Talha'dan daha mert bir arkadaşı da asla görmedim.

Sözü edilen Osman b. Talha b.Ebu Talha el-Abderî, Hüdeybiye andlaşmasmdan sonra Müslüman olup Halid b. Velid'le birlikte Medi­ne'ye hicret etmiş, Uhud savaşında babası ve kardeşleri Haris, Kilab ve Müsan ile amcası Osman b. Ebu Talha öldürülmüşlerdi. Mekke'nin fet­hi gününde Rasûlullah (s.a.v.), ona ve amcası oğlu Şeybe'ye KaTbenin anahtarlarını vermişti. Bu vazifeyi cahiliyette olduğu gibi İslamiyet'te de onların uhdesinde bırakmıştı. Bu hususta yüce Allah'ın şu kavli nazil olmuştu:

«Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emre­der.» (en-Nisâ, 58.)

İbn îshak dedi ki: Ebu Seleme'den sonra Muhacirlerden Medine'ye gelenlerin ilki, Amir b. Rebia oldu. Bu zat, Adiy oğulları kabilesinin müttefiki idi. Beraberinde hanımı Leyla binti Ebi Hasme vardı. Sonra Abdullah b. Cahş b. Ri'ab b. Yamur b. Sabire b. Mürre b. Kebir b. Ğanm b. Dudan b. Esed b. Hüzeyme hicret etti. Bu zat, Beni Ümeyye b. Abdu'ş-Şems'in müttefikidir. Ailesi ve kardeşi Abd b. Cahş'ı yanma aldı. Karde.-şinin künyesi, Ebi Ahmed'tir; Ebu Ahmed'in adı, îbn îshak'ın da anlattı­ğı gibi Abd'tır. Sümame olduğunu söyleyenler de olmuştur. Süheylî der ki: Birincisi, daha sahihtir. Ebu Ahmed, âmâ bir adamdı. Yanında bir kimse olmaksızın Mekke'nin alt ve üst taraflarım dolaşırdı. Şair bir kim­se idi. Faria binti Ebu Süfyan b. Harp adındaki kadınla evliydi. Annesi Ümeyme binti Abdülmuttalib b. Haşim'dir.

Hicretten dolayı Beni Cahş'm evi kilitlenip'kapandı. Utbe b. Rebia ve Abbas b. Abdülmuttalib ile Ebu Cehil b. Hişam b. Muğire oradan geç­tiler. Mekke'nin yukarılarına doğru çıktılar. Utbe b. Rebia, o eve baktı­ğında kapılarının ıssız, kimsesiz, boş, içerilerde hiçbir kimsenin bulun­madığını görünce şöyle dedi:

"Her bir ev M, her ne kadar sağlam olarak durması uzun bir zaman alsa da, günün birinde musibet ve acı ona ulaşır."

İbn Hişam dedi ki: Bu beyit, Ebu Duad el İyadî'ye aittir. Onun bir kasidesinden alınmıştır.

Süheylî dedi ki: Ebu Duad'm asıl adı, Hanzele b. Şarkî1 dir. Harise olduğunu söyleyenler de vardır.

Sonra Utbe b. Rebia, şöyle dedi:

- Beni Cahş'm evi, ıssız hale gelmiştir. İçinde kimseler kalmamış­tır.

Ebu Cehil dedi ki:

- Senin ağlaman, o evin yalnız kalmasındandır. Böyle dedikten sonra Abbas'a da şöyle dedi:

- Bu senin yeğeninin işlerindendir. O, bizim toplumumuzu dağıttı. İşlerimizi alt üst etti. Münasebetlerimizi kopardı.

İbn İshak dedi ki: Ebu Seleme Amir b. Rebia ve Abdullah b. Cahş, Küba'da Mübeşşir b. Abdi'l-Münzir'e konuk oldular. Sonra Muhacirler peşpeşe cemaat halinde geldiler. Beni Ganm b. Düdan, Müslüman olmuştu. Medine'ye hicret için bütün erkek ve kadınları ile yola koyul­muş,kendilerinden kimse geri kalmamıştı. Bunların adlarını şöylece sıralayabiliriz:

Abdullah b. Cahş, kardeşi Ebu Ahmed, Ükkaşe b. Mihsan, Suca, Ukbe (Suca ile Ukbe, Vehb'in oğullarıdırlar.), Erbed b. Cümeyre, Mun-kiz b. Nubate, Said b. Rukayş, Mahrez b. Nadle, Zeyd b. Rukayş, Kays b. Cabir Amr b. Mihsan, Malik b. Amr, Safvan b. Amr, Sakf b. Amr, Rebia b. Eksem, Zübeyr b. Ubeyde, Temmam b. Ubeyde, Sahbere b. Ubeyde, Muhammed b. Abdullah b. Cahş.

Bunların kadınlarının adları da şöyle idi:

Zeyneb binti Cahş, Hamne binti Cahş, Ümmü Habib binti Cahş, Cüdame binti Cendel, Ümmü Kays binti Mihsan, Ümmü Habib binti Sümame, Amine binti Rukayş, Sahbere binti Temim.

Ebu Ahmed b. Cahş, Medine'ye hicretleri ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu.

"Ahmed'in anası, beni gıyabında korktuğum ve kaçındığım bir kim­senin zimmetini aldığımda gördü.

Dedi ki: Eğer mutlaka birşey yapacaksan bizde kal. Yesrib'den uzaklaş.

Ben de ona şu cevabı verdim: Aksine Yesrib, bugün bizim gidecek yönümüz dür.

Rahman diledikçe kul yol gider.

Yüzümün yönü, Allah ve Rasûlünedir.

Kim yüzünü Allah'a çevirirse hiçbir gün, hiçbir zaman eli boş çık­maz.

Çok sıcak dostları bıraktık, göz yaşlarıyla ağlar ve ağıtlar yakan ka­dınları bıraktık.

Ey kadın, sen bizim beldelerimizden uzaklaşmamızı, intikam alma talebi olarak zannedersin. Halbuki biz, hayırlı şeyler istediğimizi biliyo­ruz.

Beni Ganm'ı, kanlarının akıtılmaması için onların korunmasına destek olan hidayet ve hakka davet ettim.

Allah'a hamdolsun İd, onları hakka ve kurtuluşa çağıran, çağırdığı zaman icabet edip hep bir araya toplandılar. Arkadaşlarınız doğru yolda bizden ayrıldılar. Bize karşı silah ile başkalarına yardımcı oldular. İki topluluk gibi ki:

Onlardan biri hak üzeredir, uygundur, doğruyu bilip, hidayete er­miştir.

Öbür topluluk ise, azaplanmıştır.

İşte bu berikiler azdılar ve yalan olmasını temenni ettiler. Onları İblis haktan ayırdı, uzaklaştırdı. Onlarda kayba uğradılar ve uğratıldı­lar.

Peygamber Muhammed'in sözüne döndük ve güzel bir şekilde hak­kın dostları olduk.

Hısımlarımızla onlara yakın olmaya çalıştık. Halbuki ey kadın, sen yaklaşmayınca, yakın olmayınca hısımlıklarla yakınlık olmaz.

O halde bizden sonra hangi yeğen(kızkardeşin oğlu), size güven ve­rir ve hışmından sonra hengi hısım sizi gözetir.

Ey kadın, onlar ayrıldıkları ve insanların işi darmadağın olduğu za­man, yakında hangimizin hakka daha yakın olduğunu bileceksin."

İbn İshak dedi ki: Daha sonra Hattab oğlu Ömer ile Ayyaş b. Ebi Rebia Mekke'den yola çıkıp Medine'ye vardılar. Bu hususta, Hz. Ömer

şöyle der:

"Medine'ye hicret etmeyi kararlaştırdığımızda ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia,ile Hişam b. As b. Vail es-Sehmî, Beni Gifar kabilesinin Mekke'ye on mil mesafedeki Udad mevkiinde Tenadip'de buluşmak üzere rande-vulaştık. Burası Şerif mevkiinin üst tarafmdadır. Rendavulaşırken bir­birimize şöyle demiştik:

«Hangimiz oraya gelemezsek, yakalanmış demektir. Bu bakımdan diğer arkadaşları yollarına devam etsinler.»

Bundan sonra ben ve Ayyaş b. Ebi Rebia, Tenadip'de buluştuk. Hi­şam ise tutuklandı ve dininden- ayrılmaya zorlanıp saptırıldı. Fitneye düşürüldü. Medine'ye vardığımızda Beni Amr b. Avf m Kuba'daki evi­nin yanına indik. Ebu Cehil b. Hişam ve Haris b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Re-bia'nm peşine takıldılar. O, bunların amcalarının oğlu idi. Aynı zaman­da onların ana bir kardeşleri idi. Nihayet o ikisi, Medine'ye yanımıza geldiler. Rasûlullah ise, henüz Mekke'de idi. Onlar, Ayyaş ile konuşup şöyle dediler:

"Annen, seni görmek için basma tarak vurmamaya, güneşe karşı gölgelenmemeye and içti. Gel, ona acı."

Ben de ona dedim ki:

- Ey Ayyaş! Allah'a yemin ederim ki, kavmin seni sadece dininden döndürmek istemektedir. Onlardan uzak dur. Vallahi eğer senin anana bir bit musallat olsa dahi, o saçını tarayıp ondan kurtulmaya çalışır. Eğer Mekke sıcaklığı onu rahatsız edecek olursa gölgeye çekilir.

Ayyaş da şöyle cevap verdi:

- Annemin yeminini yerine getireceğim. Benim orada mallarım

vardır. Onu alırım.

Ben de ona şöyle dedim:

- Allah'a yemin ederim ki, sen de biliyorsun ki Kureyş'in zenginle­rinden biri de benim. Malımın yansı, senin olsun. Sakın, onlarla gitme.

Fakat Ayyaş beni dinlemedi. Onlarla birlikte gitmeye razı olunca ona şöyle dedim:

- Haydi dediğini yapıyorsun. Bari şu devemi al. Çünkü bu asil ve itaatkar  bir devedir. Sırtına sarıl, eğer içine kavminden bir şüphe düşerse, bununla kaçıp kurtulursun.

O da deveme binip arkadaşlarıyla birlikte gitti. Nihayet yolun bir yerine vardıklarında Ebu Cehil, ona şöyle demiş:

- Yeğen! Devem beni taşıyamıyor, beni devenin üstüne almazmı-sın? O da:

- Evet, demiş.

Bunun üzerine o devesini çöktürmüş, onlar da çöktürmüşlerki, o devenin üzerine binip yer değiştirsinler. Yere indikleri zaman Ayyaş'a saldırıp, elini kolunu bağlamışlar, sonra Mekke'ye götürüp dininden

caydırmışlar.

Biz şöyle diyorduk: Allah, dininden dönenlerin teVbesini kabul bu­yurmaz.

Onlar da kendileri için aynı şeyi söylüyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi. Yüce Allah da şu ayetleri inzal buyurdu:

«Ey Muhammed! De ki: "Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun; sonra yar­dım görmezsiniz. Size ansızın, farkına varmadan azap gelmeden Önce Rabbinizden size indirilen en güzel söze, Kur'ân'a uyun.» (ez-Zümer, 53-55.)

Hz. Ömer dedi ki: Ben, bu ayeti bir kağıda yazıp Hişam b. As'a gön­derdim.

Hişam da şöyle dedi: O yazı bana ulaştığında Zi-Tuva'da okumaya başladım. Zorlanıyordum. Bir türlü anlayamıyordum. Nihayet: "Allahım, bunun manasım bana kavrat." dedim. Bu ayetin bizim hakkı­mızda, bizim söylediğimiz sözler hakkında ve bizler için başkaları tara­fından söylenen şeyler hakkında nazil olduğuna dair Cenâb-ıAllah, kal­bime bir ilham bıraktı. Deveme döndüm. Üzerine binip Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldim.

İbn Hişam'm anlattığına göre Hişam b/As ile Ayyaş b. Ebi Rebia'yı Medine'ye getiren kişi, Velid b. Muğire'dir. Onları Mekke'den kaçırıp kendi devesine bindirerek Medine'ye getirmişti. O da onlarla birlikte ya­ya olarak yol almıştı. Yolda tökezleyince ayağının parmağı kanamış ve şöyle demişti:

"Sen sadece kanayan bir parmaksın, Başına gelenler ise, Allah yolunda olan şeylerdir." Buharı, Bera'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bize ilk olarak hic-. ret edip gelen Mus'ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Sonra Ammar ile Bilal geldiler.

Muhammed b. Beşşar, Ebu îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Be-ra b. Azib'in şöyle dediğim işittim: Bize ilk olarak hicret edip gelen, Mus'ab b. Ümeyr ile İbn Ümmü Mektum olmuştur. Bunlar, insanlara Kur'ân öğretiyorlardı. Bunlardan sonra Bilal, Sa'd ve Ammar b. Yasir hicret edip geldiler. Bunların ardı sıra yirmi kadar sahabe ile birlikte Hattab oğlu Ömer hicret edip geldi. Bunlardan sonra da Peygamber (s.a.v.) geldi. Medineliler, onun gelişine sevindikleri kadar başka hiçbirşeye sevinmemişlerdi. Öyleki Medineli cariyeler şöyle diyorlardı: Rasûlullah (s.a.v.) teşrif etti. O gelince ben, el-A'lâ sûresini okudum.

İbn İshak dedi ki: Hattab oğlu Ömer ve ailesi ile kavminden yanla­rında bulunanlar Medine'ye geldiler. Beraberinde kardeşi Zeyd b. Hattab, Amr ile Abdullah b. Süraka b. Mutemer, Hüneys b. Hüzafe es-Sehmî (Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nm kocası), amcası oğlu Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Vakid b. Abdullah et-Temimî (onların müttefiki), Havle b. Ebi Havle, Malik b. Ebi Havle (Beni îcil kabilesinden olup onların müttefikidir.), Bükeyr oğullarından İyaz, Halid, Akil, Amir ve bunların Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olan müttefikleri de vardı. Bunlar, Kü­ba'da Beni Amr b. Avf yurdunda Rufaa Abdu'l-Münzir b. Züneyr'e konuk

oldular.

İbn îshak dedi ki: Muhacirler peşpeşe geldiler. Allah, onlardan razı olsun. Talha b. Ubeydullah ile Süheyb b. Sinan, Sünh'te bulunan Belha-ris b. Hazreç'in kardeşi Ubeyd b. İsafa konuk oldular. Talha'nm, Es'ad b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır.

İbn Hişam'a göre E.bu Osman En-Nehdî şöyle demiştir: Bana ula­şan habere göre Süheyb, hicret etmeye niyetlendiğinde Kureyşli kafir­ler ona şöyle demişler:

- Bize fakir ve hakir olarak geldin. Yanımızda malın çoğaldı, yük­seldin, sonra da malınla birlikte gitmek istiyorsun. Allah'a yemin ederiz ki, bu asla olmayacak birşeydir!

Süheyb de onlara şu cevabı vermiş:

- Malımı size verirsem, yolumdan çekilir misiniz?

- Evet...

- Öyle ise malımı size bıraktım.

Bu haber, Rasûlullah'a ulaştığında o şöyle demişti:

- Süheyb kazandı, Süheyb kazandı!

Beyhakî, Süheyb'ten naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyur­duğunu rivayet etmiştir:

"Hicret yurdunuz iki kara taşlık arasmda, çorak bir yer olarak bana gösterildi. Orası ya Hecer ya da Yesrib olmalıdır."

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte Medine'ye gitmek üzere yo­la çıktı. Ben de onlarla birlikte gitmek istediysem de bazı Kureyşli gençler, bana engel oldular. Ben de bütün gece hiç oturmadan ayakta durdum. Gençler birbirlerine şöyle dediler: "Bunun karnı ağrıyor." diye­rek beni hasta sanıp yattılar. Halbuki hasta değildim. Gizlice oradan ayrılıp bir miktar yol aldım. Onlar da beni geri çevirmek için arkadan bana yetiştiler. Onlara:

- Benim bir kaç yüz dirhem ağırlığında bir külçem vardır. Onu, size versem benden vazgeçer misiniz? dedim. Onlar da; "Evet" dediler. Bu­nun üzerine onlarla birlikte geri döndüm. Ve onlara:

"Kapının alt pervazının altını kazm, benim külçem oradadır. Ayrı­ca falanca kadına gidin, onda da iki tane cübbem vardır. Onlar da sizin olsun." deyip yola çıktım. Hz. Peygamber, daha Küba'da iken kendisine yetiş tim.Beni görünce:

- Ya Eba Yahya, alış verişin karlı oldu, dedi.

- Ya Rasûlallah, benden önce kimse senin yanına gelmemiştir. Bu­nu sana söyleyen Cibril'den başkası değildir, dedim."

İbn İshak dedi ki: Hamza b. Abdülmuttalib, Zeyd b. Harise, Ğanevli ve Hz. Hamza'nın müttefikleri Ebu Mersid Kinaz b. Husayn ile oğlu Mersid, Rasûlullah'm azadhları Ense ile Ebu Kebşe, Küba'da Beni Amr b. Avf m kardeşi Kelsüm b. Hednı'e konuk oldular. Bunların, Sa'd b. Heyseme'ye konuk olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece Hz. Ham-za'nın Es'ad b. Zürare'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Doğru­sunu Allah bilir.

Ubeyde b. Haris ile kardeşleri Tüfeyl ve Husayn, Mistah b. Esase,. Süveybit b. Sa'd b. Hüreymile (Beni Abdü'd-Dar'm kardeşi), Tüleyb b. Ümeyr (Beni Abd b. Kusayy'ın kardeşi), Utbe b. Gazvan'm azadlısı Hab-bab, Küba'da Bilaclan'ın kardeşi Abdullah b. Seleme'ye konuk oldular.

Abdurrahman b. Avf ile Muhacirlerden bir kaç erkek, Sa'd b. er-Ra-bia'ya konuk oldular.

Zübeyr b. Avvam ile Ebu Sebre b. Ebu Ruhm, Beni' Cahcebi yurdun­da Usbe mevkiindeki Münzir b. Muhammed b. Ukbe b. Uhayha b. Cü-lah'a misafir oldular.

Mus'ab b. Ümeyr, Sa'd b. Muaz'a konuk oldu. Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile azadlısı Salim, Seleme'ye misafir oldular.

İbn İshak'a göre el-Ümevî, bunların Ubeyd b. İsafa konuk oldukla­rını söylemiştir ki, Hübeyb, Beni Harise'nin kardeşidir.

Utbe b. Gazvan, Abbad b. Bişr b. Vakaş'a konuk oldu. Bunun evi, Abdu'l-Eşhel oğulları yurdunda idi.

Osman b. Affan, Beni Neccar yurdunda Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit b. Münzir'in misafiri oldu.

İbn İshak dedi ki: Muhacirlerden bekar olan bazı erkekler, Sa'd b. Hayseme'ye konuk oldular. Çünkü o zaman, o da bekar idi. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah, elbetteki daha iyi bilir.

Yakup b. Süfyan, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Mek­ke'den geldiğimizde Küba'da Usbe mevkiine indik. Hattab oğlu Ömer, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Ebu Hüzeyfe'nin azadlisı Salim'le birlikte idik. Bize, Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim imamlık yapıyordu. Çünkü Kur'ân'ı en iyi okuyanımız o idi. [1]

 

Resûlullah (S.A.V.)'In Hicret Sebebi

 

Yüce Allah buyurdu:

«De ki: "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et; çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver.» (ei-lsrâ, 80.)

Cenâb-ı Allah, peygamberine bu duayı okumasını ilham edip gösterdi ki, bu dua sayesinde onun için yakın bir genişlik ve erken bir çı­kış yolu yaratsın. Nihayet Medinetü'l-Nebeviyye'ye hicret etmesine yü­ce Allah izin verdi. O Medine ki, orada dostları ve yardımcıları vardı. O Medine ki, onun için yurt ve yerleşim merkezi oldu. O Medine ki, halkı onun için yardımcılar oldular.

Ahmed b. Hanbel ile Osman b. Ebi Şeybe, İbn Abbas'm şöyle dediği­ni rivayet ederler: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de idi. Hicret etmekle em-rolundu. Ve ona şu ayet nazil oldu:

«De ki "Rabbim! Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle da­hil et, çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar. Katından be­ni destekleyecek bir kuvvet ver.» (cl-Isrâ, 80.)

Katade dedi ki: "Beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle da­hil et." cümlesindeki yerden kasıt, Medine'dir. "Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar." cümlesindeki yerden kastedilen de Mek­ke'dir. «Katından beni destekleyecek bir kuvvet ver." cümlesinde geçen destekleyici kuvvetten maksat, Allah'ın kitabı, farzları ve hududu (ya­sakları) dur.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), hicret eden ashabından sonra Mekke'de kaldı. Kendisine hicret için Allah'tan izin verilmesini bekli­yordu. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık ve yakalanıp dinlerinden caydı-rüanlar hariç, Mekke'de hiçbir sahabe kalmadı. Ebu Bekir de zaman za­man Rasûlullah'tan hicret için izin isteğinde bulunuyordu. Ancak Rasûlullah ona şöyle diyordu: "Acele etme. Belki Allah senin için bir ar­kadaş kılar." Böylece Ebu Bekir, arkadaşının Rasûlullah olmasını ümid

ediyordu.

Kureyş, Rasûlullah'm taraftar bulduğunu ve memleketlerinden başka bir yerde ashabının çoğaldığını, Muhacirlerden olan ashabının onlara katıldıklarını gördüklerinde, onların bir yurda yerleşmiş olduk­larını ve bir kuvvet teşkil ettiklerini anladı. Rasûlullah'ın, onlara katıl­masından çekindiler. Zira biliyorlardı ki o, kendilerine karşı savaş için ashabını toplamıştır. Bunun üzerine Darü'n-Nedve'de toplandılar. Bu­rası, Kusay b..Kilab'm evi idi. Kureyşliler, bütün kararlarım hep orada alırlardı. Rasûlullah'm durumundan korktukları zaman, ona ne yapa­caklarını tartıştılar.

îbn îshak dedi ki: Kendilerini yalancılıkla suçlayamıyacağımız ba­zı arkadaşlarımız Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişler­dir:

Bu işe karar verdikleri ve Darü'n-Nedve'ye Rasûlullah'm durumu hakkında tartışmak için toplanmayı kararlaştırdıkları günün sabahın­da toplandılar. O güne, "zahmet günü" denilmişti. İblis, büyük bir ihti­yar adam kılığında onlara görünmüştü. Üzerinde kalınca bir elbise var­dı. Evin kapısı önünde durdu. Orada durduğunu gördüklerinde şöyle dediler:

- Kimdir bu ihtiyar adam? O da:

-Necid halkındanım, dedi. Muhammed hakkında toplanacağınızı işittiğimden sizi dinlemeye geldim. Sizden görüş ve nasihatlerimi esir­gemeyeceğimi ümit ediyorum.

Öyleyse gir bakalım, dediler.                                         

O da içeri girdi. Orada Kureyş'in ileri gelenleri toplanmışlardı. Top­lantıya Utbe, Şeybe, Ebu Süfyan, Tuayme b. Adiy, Cübeyr b. Mut'im b. Adiy, Haris b. Amir b. Nevfel, Nadr b. Haris, Ebu'l-Bahteri b. Hişam, Zem'a b. Esved, Hakim b. Hizam, Ebu Cehil b. Hişam, Haccac'm oğulları Nebih ile Münebbih, Ümeyye b. Halef ile sayılamıyacak kadar çok mik­tarda Kureyşli katılmıştı.

Birbirlerine şöyle dediler:

- Bu adamın (Muhammed (s.a.v.)) işi, gördüğünüz gibi gelişiyor. Biz, onun ve ona tabi olanların bize saldıracaklarından emin değiliz. Ar­tık onun hakkında ortak bir görüş belirlememiz gerekiyor.

Böylece müşavere yaptılar. Sonra onlardan Ebu'l-Bahteri b. Hişam dedi ki:

- Onu demir parmaklıklar içine hapsedin. Üzerine kapıyı kilitleyin. Sonra ondan önceki benzerleri olan Züheyr ve Nabiğa gibi şairlerin başı­na gelenlerin, onun başına da gelmesini bekleyin.

Necidli Şeyh (İblis) dedi ki:

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, bu sizin için yararlı bir görüş de­ğildir. Vallahi eğer dediğiniz gibi onu hapsederseniz, elbette_onun habe­ri ve tebliğleri kapının ötesine çıkar. Siz, ashabına karşı onun kapısını kapatırsanız, yakında size saldırırlar ve sizi yenecek kadar çoğalırlar. Onu, sizin elinizden kurtarırlar. Bu, iyi bir görüş değildir. Başka birşey düşünün ve müşaverenizi yapın.

Sonra onlardan biri şöyle dedi:

- Onu aramızdan çıkaralım ve memleketimizden uzaklaştıranın. Bizden ayrıldığı zaman nereye giderse gitsin ve nereye düşerse düşsün, karışmayız, yeter ki bizden uzak olsun. Böylece biz, ondan kurtulalım. Böylece işimiz düzelir. Ve münasebetlerimiz eski haline döner.

Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, bu da sizin için iyi bir görüş değil­dir. Onun güzel sözlerini ve tatlı konuşmasını görmüyor musunuz? Yap­tığı şeylerle adamların gönüllerini kazanır.-Vali ahi eğer bunu yapsanız, Araplardan bir kabilenin yanına yerleşmesinden emin olamazsınız. Çünkü o bir kabileye giderse, sözleriyle onları etkiler. Nihayet onlar da ona uyarlar. Sonra onlarla birlikte size gelir ve memleketinizde sizi ezip geçerler. Böylece işinizi elinizden alır, sonra size dilediğini yapar. Onun hakkında bundan başka bir görüş belirleyin.Bunun üzerine Ebu Cehil fc. Hişam dedi ki:

- Vallahi, onun hakkında daha önce değinmediğiniz bir görüşüm

vardır.

- Ey Ebu'l Hakim, nedir o görüş?

- Görüşüm şu ki, her kabileden kuvvetli, kavmi arasında şerefli, nesebi yüksek genç birer adam alalım. Sonra onlardan her birine keskin birer kılıç verelim.Gitsinler ve o kılıçlarla bir tek adamın vuruşu gibi Muhammed'e vursunlar. Böylece biz de ondan kurtulalım. Zira onlar, onu öldürdüklerinde onun kanı, kabilelerin hepsinin üzerine dağılır. Abdumenaf oğulları, bütün kavimlerle savaşmaya güç yetiremezler. Di­yet ödememize razı olurlar. Biz de onlara, Muhammed'in diyetini öderiz.

Bunun üzerine Necidli ihtiyar dedi ki:

- Söz, bu adamın sözüdür. Bu görüşten başka bir görüşü tasvib et­mem!

Böylece topluluk bu görüş üzerinde ittifak edip dağıldı. Öte yandan Cebrail, Rasûlullah'a gelip;

- Bu gece yatağında yatma, dedi.

Gecenin ilk üçte biri geçtiğinde, Rasûlullah'm kapısında toplandı­lar. Ne zaman uyuyacağını kolluyorlardı ki üzerine atılsınlar, Rasûlullah, onların yerlerini aldıklarını görünce Hz. Ali'ye şöyle dedi:

- Benim yatağımda yat. Benim bu yeşil Hadramî cübbemle örtün ve içinde uyu. Sana hoşlanmadığın hiçbirşey isabet etmeyecektir.

Rasûlullah (s.a.v.), hep bu cübbenin içinde uyurdu. Rasûlullah'm kapısı önünde toplananlar arasında bulunan Ebu Cehil, kapının önünde dururken şöyle dedi:

- Muhammed'in iddiasına göre eğer sizler, onun dediklerim yap­mak üzere kendisine tabi olursanız, Araplarla Acemlerin hükümdarları olursunuz.  Ölümünüzden sonra yeniden dirilirsiniz.  Sizin için Ürdün'ün bahçeleri gibi Cennetler kılınır. Eğer yapmazsanız, onun si­zinle savaşma hakkı olurmuş. Ölümünüzden sonra yeniden diriltilecek-mişsiniz. Sonra da sizin için, sizi yakacak bir ateş olacakmış! O ateşte yanacakmışsmız!

Rasûlullah (s.a.v.) evinden dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve: "Evet, ben bunu söylüyorum. Ve sen de o ateşte yanacaklardan birisin!" dedi.

Cenâb-ı Allah, müşriklerin gözlerine perde çekti. Rasûlullah'ı göre­mez oldular.O da elindeki toprağı üzerlerine savurarak de şu ayeti oku­du:  .

«Yâsîn. Ey Muhammed! Kur'ân-ı Hakîm'e and olsun ki, sen doğru yol üzere gönderilmiş peygamberlerdensin. Bu, babaları uyanlmadığm-dan gani kalmış bir milleti uyarman için güçlü ve merhametli olan Allah'ın indirdiği Kur'ân'dır. Andolsun ki, hüküm çoğunun aleyhine gerçekleşmiştir. Bunun için artık inanmazlar. Boyunlarına, çenelerine kadar varan demir halkalar geçirmişizdir, bunun için başları yukarı kalkıktır. Önlerine ve arkalarına sed çekmişizdir. Gözlerini perdeledi­ğimizden artık göremezler.» (Yâsîn, 1-9.)

Savurulan toprak, orada bulunanların tamamına isabet etmişti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), gitmek istediği tarafa yönelerek hareket etti. Bilahare daha kendileri ile birlikte bulunmayan bir adam yanlarına ge­lip şöyle dedi:

- Burada ne bekliyorsunuz?

- Muhammed'i bekliyoruz.

- Allah müstehakınızı versin! Vallahi Muhammed çıkıp gitti. Hepi­nizin başına da toprak savurdu. Gitmek istediği yere gitti. Başınızda ne­ler olduğunu görmüyor musunuz?

Her biri elini başına götürdüğünde başında toprak olduğunu gördü. Sonra içeri bakmaya başladılar. Ali, Rasûlullah'ın cübbesine bürünmüş uyuyordu. "Allah'a yemin ederiz ki, işte Muhammed uyuyor, üzerinde de cübbesi var." diyorlardı. Sabaha kadar öylece yerlerinde kala kaldı­lar. Hz. Ali, yataktan çıkınca dediler ki: "Vallahi bize haber veren kişi doğru söylemiş!"

îbn tshak dedi ki: O gün ve onların yapmak için toplandıkları iş hakkında Cenâb-ı Allah'ın indirdiği ayetlerden biri de şu idi:

«İnkar edenler, seni bağlayıp bîr yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarken, Allah da dü­zenlerini bozuyordu. Allah düzen yapanların en iyisidir.» (ei-Enfâi, 30.)

«Yoksa senin için şöyle mi derler: "Şairdir, zamanın onun aleyhine dönmesini gözlüyoruz."

De ki: "Gözleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözlemekteyim." (et-Tûr, 30-31.)

İşte o esnada yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'e hicret iznini verdi. [2]

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Ebu Bekîr Es-Sıddık'la Birlikte Mekke'den Medine'ye Hicreti

 

Hz. Ömer'in sîretinde de açıkladığımız gibi onun hilafeti dönemin­de ashabın ittifakı ile hicret, İslam tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Buharî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), kırk yaşında risaletle görevlendirildi. Mekke'de on üç yıl süre ile kendi­sine vahiy geldi. Sonra hicret etmekle emrolundu. Medine'ye hicret etti. Orada on sene kaldı. Altmışüç üç yaşında iken vefat etti. Bisetinin on üçüncü senesinin rebiyüleevvel ayının pazartesi gününde hicret etmiş­ti.

İmam Ahmedb. Hanbel'in rivayetine göre îbn Abbas şöyle demiştir:

"Peygamberimiz pazartesi günü doğdu, pazartesi günü Mekke'den hic­ret etti, pazartesi günü risaletle görevlendirildi, pazartesi günü Medi­ne'ye girdi ve pazartesi günü vefat etti."

Muhammed b. İshak dedi ki: Ebu Bekir, Rasûlullah'tan hicret için izin istediğinde Rasûlullah ona şöyle demişti: "Acele etme. Belki Allah senin için bir arkadaş kılar." Rasûlullah, bunu kendisine söylediği za­man of bununla sadece kendisini kasdettiğini umuyordu. Bunun üzeri­ne iki binek devesi satın aldı, bu iş için hazırlık olarak yemlerini vererek evinde tuttu. Vakidî'nin ifadesine göre develeri 800 dirheme satın al­mıştı.

İbn İshak, mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Hz. Peygamber, bize ya sabah ya akşam gelir, gelmediği gün ol­mazdı. Ancak Cenâb-ı Allah'ın, kendisine Mekke'den hicret etmek için izin verdiği günde, bize gelmek itiyadında olmadığı bir saatte kavminin arasından çıkıp geldi. Babam onu görünce:

- Rasûlullah (s.a.v.), hiç^bu saatte gelmezdi. Muhakkak gelişinin önemli bir sebebi olmalı, dedi.

Hz. Peygamber içeri girince babam, oturduğu yerden inip yerini ona verdi. Babamın yanında ben ve kız kardeşim Esma'dan başka kimse yoktu. Peygamber (s.a.v.), babama:

- Bunları dışarı çıkar. Seninle gizli konuşacağım, dedi.

Babam:

- Ya Rasûlallah, ikiside benim kızîarundır. Anam babam sana feda olsun, acaba işin nedir? diye sordu.

Rasûlullah:

- Cenâb-ı Hak, bana Mekke'den çıkmak ve hicret etmek için izin verdi, dedi.

Babam:

- Ya Rasûlallah, arkadaşlık var mı? diye sordu. Peygamber (s.a.v.) de:

- Evet, arkadaşlık var, dedi.

O güne kadar her hangi bir kimsenin, sevincinden ağladığını gör­memiştim. Babam sevincinden ağladı ve sonra:

- Ya Rasûlalîah, şu iki deveyi bu iş için hazırlamıştım, dedi. Sonra kendilerine kılavuzluk yapması için Abdullah b. Erkat'ı kira­ladılar."

İbn Hişam der ki: Ona, Abdullah b. Uraykit denirdi. Beni Dil b. Bekr kabilesindendi. Annesi, Beni Sehm b. Amr kabilesinden olup müşrikti. Rasûlullah'la Ebu Bekir'e rehberlik edecekti. îki bineklerini ona teslim ettiler. Yolculuk gününe kadar develeri o besleyecekti.

îbn İshak dedi ki: Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Mekke'den çıkışını Ebu Talib oğlu Ali ile Ebu Bekir es-Sıddık ve onun ai­lesinden başka kimse bilmiyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye insanların daha önce emanet olarak verdikleri mallan sahiplerine geri vermesi için kendisine halef olmasını emretmişti. Mekkelilerden bir kimse, muhafa­zasından korktuğu malını emanet olarak Rasûlullah'ın yanma bırakır­dı. Çünkü onun doğruluk ve emanete riayetini biliyorlardı.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'den çıkmaya karar verdiğinde Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe'nin yanma geldi. Ebu Bekir'in evi­nin arkasındaki küçük bir kapıdan çıktılar.

Ebu Nuaym, İbrahim b. Sa'd kanalıyla Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Bana ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hic­ret için Mekke'den çıkıp Medine'ye yöneldiğinde şöyle dua etmiştir:

"Ben hiçbir şey değilken, beni yaratan Allah'a hamdolsun. Allahım, dünyanın zorluklarına karşı bana yardım et. Zamanın kötülüklerine, günlerin ve gecelerin musibetlerine karşı bana yardımcı ol. Allahım* yolculuğumda benimle beraber ol. Ailemi gözet. Bana rızık olarak verdi­ğin şeyleri bereketli kıl. Beni kendine muti kıl. iyi ahlak üzere beni dos-' doğru kıl. Beni, kendine sevdir. İnsanların insanna bırakma beni. Ey güçsüzlerin Rabbi, sen benim Rabbimsin. Senin göklerle yeri aydınla­tan yüce Zatına sığınırım. O zatın ki, karanlıklar kendisiyle aydınlan­mış, öncekilerle sonrakilerin işi, onun sayesinde düzelmiştir. Beni gaza­bına maruz bırakma. Öfkeni üzerime indirme. Nimetinin zail olmasından, intikamının aniden üzerime gelmesinden, afiyetini üzerimden gi­dermenden ve bütün gazablarmdan sana sığınırım. Şikayetim sanadır. Yapabileceklerimin en hayırlısı, benim yammdadır. Güç ve kuvvet, an­cak seninledir,"

İbn İshak dedi ki: Yolculuk sırasında Rasûlullah'la Ebu Bekir, Sevr mağarasına yöneldiler. Sevr, Mekke'nin alt tarafındaki bir dağın adıdır. O mağaraya gidip içeri girdiler. Ebu Bekir es-Sıddık, oğlu Abdullah'a; gündüz, insanların kendisi ile Rasûlullah hakkında söylediklerine ku­lak vermesini, akşamleyin günün haberlerini kendilerine getirmesini emretti.

Azatlısı Amir b. Füheyre'ye de gündüz koyunlarını otlatmasını, ak­şam olunca mağaraya getirmesini emretti.

Abdullah b. Ebu Bekir, gündüz Kureyşlilerin arasında bulunuyor, onların komplo kararlarına kulak veriyor. Rasûlullah'la Ebu Bekir hak­kında söylediklerini dinliyor, akşam olunca haberleri getirip babasıyla Rasûlullah'a iletiyordu.

Amir b. Füheyre, Mekkeli çobanlarla birlikte Ebu Bekir'in koyunla­rını otlatıyordu. Akşam olunca koyunları mağaraya doğru getiriyor. Sü­tünü sağıyor, daha sonra da birisini kesiyorlardı. Sabahyelin Abdullah b. Ebu Bekir, Rasûlullah'la babasının yanından ayrılıp Mekke'ye geli­yor, peşisıra Amir b. Füheyre'de davar sürüsünü oradan geçirerek Ab­dullah'ın ayak izlerini yok ediyordu.

İbn Cerir, bazı kimselerden naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Bekir'den önce sevr mağarasına gittiğini anlatır. Rasûlullah, Hz. Ali'ye kendilerinden sonra yola çıkıp kendilerine ulaşmasını emretmişti. Hz. Ali de yolda iken onlara ulaşmıştı.

Bu, cidden garip bir rivayet olup meşhur olan rivayetlere uyma­maktadır. Meşhur rivayete göre Rasûlullah'la Ebu Bekir birlikte yola çıkmışlardır.

îbn îshak dedi ki: Esma binti Ebu Bekir, akşam olduğu zaman Rasûlullah'la Ebu Bekir'e iyi yemekler getiriyordu.

Esma şöyle demiştir: Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke'den çıktıkla­rında, Kureyşten bir topluluk bize geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hi-şam'da vardı. Ebu Bekir'in kapısının Önünde durdular. Ben de karşıla­rına çıktım. Dediler ki:

- Ey Ebu Bekir'in kızı, baban nerededir?

- Vallahi babamın nerede olduğunu bilmiyorum! dedim. Bunun üzerine Ebu Cehil elini kaldırdı. O, edepsiz ve murdar birisi

idi. Yanağıma bir tokat indirdi. Tokatm şiddetinden kulağımdan kü­pem fırladı. Sonra evimizin önünden ayrılıp gittiler.

Rasûlullah, Mekke'den çıktığında Ebu Bekir de onunla birlikte yola çıkmıştı. Ebu Bekir, malının tamamını; 5000 veya 6000 dirhemi beraberinde alıp, götürmüştü. Yanımıza dedem Ebu Kuhafe geldi. Gözleri kör olmuştu. Şöyle dedi:

- Vallahi ben görüyorum ki, o malım kendisiyle birlikte götürüp sizi perişan etmiştir. Dedim ki: 

- Hayır ey babacığım, Ebu bekir bize çok mal bıraktı.

Bunun üzerine bir takım taşlar aldım ve onları evdeki bir küvete koydum. Babam da malını oraya koyardı. Sonra onların üstüne bir bez koydum. Ebu Kuhafe'nin elini tutup şöyle dedim:

- Ey babacığım, elini bu malın üzerine koy. O da elini taşların üzerine koyup şöyle dedi:

- Eh, sizin için bunu bıralanca çok iyi etmiş oldu. Bunda size yete­cek kadar vardır.

Hayır, vallahi, halbuki Ebu Bekir bize hiçbir şey bırakmamıştı. Sa­dece ihtiyarı bununla sakinleştirmek istemiştim.

İbn Hişam, ilim ehlinden bazılarının kanalıyla Hasan b. Ebi'l-Hasan el-Basrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah'la Ebu Bekir, geceleyin mağaraya vardılar. Ebu Bekir, Rasûlullah'tan önce mağaraya girdi.îçinde bir canavar ya da yılan olup olmadığını anlamak için eliyle mağarayı kontrol etti. O, Rasûlullah'ı koruyordu.

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, îbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v), Ebu Bekir'le birlikte Sevr mağarasına çıkarlar­ken Ebu Bekir gah Rasûlullah'm önüne, gah arkasına geçiyordu. Rasûlullah'm niçin böyle yaptığını sorması üzerine Ebu Bekir şu cevabı vermişti: "Arkana geçtiğimde Önden sana saldınlmasmdan korkuyo­rum. Önüne geçtiğimde de arkadan sana saldınlmasmdan korkuyo­rum."

Nihayet Sevr mağarasına vardılar. Ebu Bekir dedi ki:

"Ya Rasûlallah, olduğun yerde dur. Önce elimle içeriyi kontrol ede­yim. Temizliyeyim. Eğer içeride bir canavar varsa, senden önce bana isabet etsin."

Nafî dedi ki: "Bana ulaşan habere göre o mağarada bir delik varmış. Ebu Bekir oradan bir canavar veya herhangi birşey çıkıpta Rasûîullah'a eziyet vermesin diye korkusundan ayağıyla bu deliği kapamıştı."

Beyhakî, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Hz. Ömer'in halifeliği zamanında bazı kimseler, birşeyler söyle­mişlerdi. Bu sözleriyle sanM Hz. Ömer'i, Ebu Bekir'e üstün kılmak iste­mişlerdi Bu sözleri duyan Hz. Ömer şöyle demişti: "Allah'a yemin ede-Tİm_Jâ, Ebu Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün ailesinden daha hayırlıdır ve Ebu Bekir'in o günü de, Ömer'in ailesinden daha hayırlıdır!"

Rasûlullah (s.a.v.), mağaraya gittiği gece evden çıkarkan Ebu Bekir'de onunla beraberdi. Gah önünden, gah arkasından yürüyordu. Nihayet Allah'ın peygamberi, bunun farkına vararak sordu:

- Ey Eba Bekir, neden gah önümden, gah arkamdan gidiyorsun?

- Ya Rasûlallah, arkadan takip edildiğin ihtimalini düşünerek ar­kadan yürüyorum. Yolun kenarında oturup seni gözetledikleri ihtimali­ni düşünerek de önüne düşüyorum!

- Bir tehlike baş gösterirse, benim yerime senin başına gelmesini arzu ediyor musun?

- Evet, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki senin yerine benim başıma gelmesini istiyorum!

Mağaranın ağzına vardıkları zaman Ebu Bekir, Hz. Peygamber'e

şöyle dedi:

-Ya Rasûlallah, sen dur, mağaraya girip içini temizleyeyim, sonra

sen gir.

İçeri girip temizledikten sonra da: "Buyur, gir." dedi.

Ömer daha sonra şöyle demiştir: "Hayatım kudret elinde olan Al­lah'a yemin ederim ki, Ebu Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün ailesinden daha hayırlıdır!"

Beyhakî, bunu başka bir şekilde de Ömer'den rivayet etmiştir. Bu rivayette şöyle denmektedir:

Ebu Bekir, gah Rasûlullah'm önünden, gah arkasından yürüyor. Kah sağma geçiyor, gah soluna geçiyordu. Rasûlullah'm ayakları yürü­mekten Ötürü ağrımaya başlayınca Ebu Bekir es-Sıddık, onu omuzuna aldı. Mağaraya girdiğinde de oradaki deliklerin tamamını kapadı. Sade­ce bir delik kaldı. Ona tıkayacak birşey bulamayınca da, o deliği topu-ğuyla kapadı. Delikteki yılanlar, topuğunu parçalamaya başlayınca Ebu Bekir'in gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi: "Üzülme. Şüphesiz Allah, bizimle be­raberdir."

Bu ifadelerde gariplik ve münkerlik vardır.

Beyhakî, Cündüp b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte mağarada iken eline bir taş değdi. Bunun üzerine şöyle dedi:

"Sen ancak kanayan bir parmaksın,

Başına gelen ise, Allah yolunda olan birşeydir."

imam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm aşağıdaki ayet-i kerime hak­kında şöyle dediğini rivayet eder:

«înkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya Öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı. (el-Enfâl,30.)

Kureyşliler, geceleyin Mekke'de bir araya gelip fikir alış verişinde bulundular. Biri şöyle demişti: "Sabah olunca Muhammed'i bağlayın."

Bir başkası; "Onu öldürün." Bir diğeri de: "Onu sürgün edin." demişti. Bütün bu konuşulanları Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)'e bildirmişti. O gece Hz. Ali, Rasûlullah'm yatağına girip uyumuştu.

Rasûlullah da geceleyin evinden yolculuğa çıkmış, nihayet mağaraya ulaşmıştı. Müşrikler, Rasûlullah zannederek Hz. Ali'yi o gece sabaha dek beklemişlerdi. Sabah olunca içeriye hücum ettiklerinde yatakta uyuyanın Hz. AH olduğunu görmüşlerdi. Allah, onların düzen ve hilele­rini boşa çıkarmıştı. Hz. Ali'ye:

- Arkadaşın nerede? diye sordular. Hz. Alide:

- Bilmiyorum, diye cevap verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah in izini takibe başladılar. Dağa vardık­larında izi karıştırdılar. Nihayet dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Mağa­ranın kapısında örümcek ağı gördüklerinde:

"Eğer buradan bir kimse içeri girmiş olsaydı, kapıda örümcek ağı ol­mazdı." dediler. Rasûlullah mağarada üç gece kaldı."

Bu, güzel bir senettir. Mağaranın kapısında örümcek ağının teşek­kül etmesi, Allah'ın, Rasûlullah'ı himayesinin bir tezahürü idi.

Hafız Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Said el-Kadî, Hasan-ı Basrî'nin şöy­le dediğini rivayet eder:

"Peygamber, Ebu Bekir ile mağaraya girdiler. Kureyşliler, Peygam­ber (s.a.v.)'i ararlarken mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:

- Buraya kimse girmemiştir, dediler.

O sırada Hz. Peygamber ayakta durup namaz kılıyor, Ebu Bekir de etrafi gözlüyordu. Peygamber (s.a.v.)'e:

- Bunlar senin kavmindir, seni arıyorlar, Allah'a yemin ederim ki, ben kendim için üzülüp kaygılanmıyorum. Bütün üzüntü ve kaygım se­nin içindir, dedi.

Allah'ın elçisi ona:

- Ey Ebu Bekir, korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi."

Bu rivayette Hz. Peygamber'in mağarada namaz kıldığı şeklinde bir fazlalık vardır. Hz. Peygamber, bir işten üzüldüğünde namaz kılardı,

Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Kadî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini ri­vayet eder: Ebu Bekir oğluna şöyle demişti:

"Ey oğulcuğum! İnsanlar arasında bir hadise meydana geldiğinde Rasûlullah'la birlikte gizlendiğim mağaraya gel, orada ol. Rızkın, sabah akşam orada sana gelecektir."

Şair'in birisi, bunu şu mısralarında dile getirmiştir:

"Mağaradakileri, Davud'un dokuduğu zırh korumadı., Sadece örümceğin dokusu korudu."

Nakledildiğine göre iki güvercin de gelip mağaranın kapısına yuva kurmuşlardı. Sarsari, bu hadiseyi bir şiirinde şöyle ifade eder:

"Örümcek, Örgüsüyle mağaranın kapısını örttü. Güvercin de mağa­ra kapısına gelip yumurtladı."

Hafız İbn Asakir, Ebu Mus'ab el-Mekkî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Zeyd b. Erkanı ile Muğire b. Şube ve Enes b. Malik'in sohbetlerini duydum. Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m mağarada bulunduğu gecede yü­ce Allah'ın bir ağaca emir vererek Rasûlullah'ı perdelediğini anlatmış­lardı. Ayrıca yine o gecede Cenâb-ı Allah bir örümcek göndermiş, Ebu Bekir ile Rasûlullah ı, ağı ile perdelemişti. İki yaban güvercini de gön­dermiş, bu güvencinler kanat çırparak örümcek ağı ile ağaç arasına gir­mişlerdi. Ellerinde değnekleri, sopaları, yayları ve okları bulunan Ku-reyşli delikanlılar, mağaranın yanma gelmişlerdi. 200 zira mesafeye kadar mağaraya yaklaştıklarında kılavuzları Süraka b. Malik b. Cu'şum el-Müdlicî, onlara şöyle demişti:

- İşte bu taşa kadar izi getirdim. Ama bundan sonra o ayağını nere­ye atmıştır, bilemem, deyince gençler:

- Sen bu geceden şaşmadın.

Sabahladıklarında, «Mağaraya bakalım.» dediler. Bir kısmı mağa­raya doğru geldi. Rasûlullah'a elli zira1 kadar yaklaştılar. Onlardan biri­si, kapıda iki güvercin bulunduğunu görünce geri döndü. Ona:

- Niye mağaraya bakmadan geri döndün? diye sordular. Oda:

- Orada, mağara ağzında iki yaban güvercini gördüm. Mağara için­de kimsenin bulunmadığını anladım. Onun için geri döndüm, dedi.

Peygamber (s.a.v.), onların konuşmalarını duydu. Bu güvercinler vasıtasıyla Cenâb-ı Allah'ın onları kendilerinden uzaklaştırdığını anla­dı. O güvercinleri yüce Allah, mübarek kılıp Harem'e yolladı. Orada ço­ğaldılar. Mekke'deki güvercinlerin tamamı, o iki güvercinin soyundan gelmektedir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Muhammed'e yardım etmezseniz, bilinki, inkar edenler onu Mek­ke'den çıkardıklarında mağarada bulunan ik kişiden biri olarak Allah ona yardım etmişti. Arkadaşı Ebi Bekir'e «Üzülme, Allah bizimledir» di­yordu. Allah da ona güven vermiş, görmediğiniz askerlerle onu destekle­miş, inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir. Al­lah güçlüdür, Hakimdir.» (ct-Tevhe, 40.)

Yüce Allah, Rasûlü ile cihaddan geri kalanları kınayarak diyor ki: Eğer siz ona yardım etmezseniz, şüphesiz Allah ona yardım edecek, onu teyid edip zafere kavuşturacaktır. Nitekim kavuşturdu da. İnkar eden­ler, onu Mekke'den çıkardıklarında ve o da Mekke'den kaçıp gittiğinde beraberinde dostu ve arkadaşı Ebu Bekir'den başka kimse yoktu.

Bu sebeple yüce Allah onun için; "Mağarada bulunan iki kişiden bin olarak....» buyurmaktadır. Yani onlar mağaraya sığınmışlar, orada peşleri sıra yapılan takibat yavaşlasın ve sona ersin, diye üç gün ikamet etmişlerdi. Zira müşrikler, daha önce belirtildiği gibi onları aramaya çıktıklarında her tarafa koşmuşlardı. İkisini ya da birini bulup getirene yüz deve mükafat vadetmişlerdi. İzlerini takibe çıkmışlar, nihayet izle­rini karıştırmışlardı. Kureyşlilere izcilik yapan kişi Süraka b. Malik b. Cu'şum idi. Sevr dağına çıkmışlar, mağaranın kapısı Önüne gelmişlerdi. Ayakları, mağaranın kapısının hizasına gelmişti ama Rasûlullah'la Ebu Bekir'i görememişlerdi. Çünkü Allah, onları müşriklere karşı koru­muştu. Nitekim Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'ten rivayet ederek Ebu Bekir'in Enes'e şöyle dediğini nakletmiş tir: «Peygamber (s.a.v.)'e mağa­rada iken şöyle demiştim: Eğer müşriklerden birisi, ayaklarının ucuna bakacak olursa bizi ayaklarının altında mutlaka görür. O zaman Rasûlullah da bana şu cevabı vermişti: - Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun?» Bazı siyercilerin anlattıklarına göre Ebu Bekir, Resulullah'a böyle dediğinde Rasûlullah ona şöyle cevap vermiştir:

"Eğer onlar şuradan gelirlerse, biz de buradan çıkıp gideriz." Rasûlullah böyle deyince Ebu Bekir mağaranın öbür tarafina bakmış ve oradan bir kapı açıldığını, kapının öbür yanında denizin bulunduğunu, denizde de kapı ağzına halatla bağlı bir gemi durduğunu görmüştü.

Allah'ın yüce kudreti bakımından bu kabul edilmeyecek birşey değildir. Ancak bu konuda kuvvetli ya da zayıf bir sened varid olmuş de­ğildir. Biz de bu hususta herhangi birşeyi kendiliğimizden tesbit edecek durumda değiliz. Yalnız senedi sahih veya hasen olan şeyleri söyleriz. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız Ebu Bekir el- Bezzar, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Ebu Bekir, kendi oğluna şöyle demiştir:

"Ey oğulcuğum! Eğer insanlar arasında bir hadise vuku bulursa, Rasûlullah'la birlikte içinde gizlendiğimizi gördüğün mağaraya gel, içinde dur. Çünkü orada sabah-akşam rızkın sana gelecektir."

Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini nakleder: Peygamberle birlikte mağaraya girişlerinden, mağaradan çıkıp yolculuğa başlamalarından, Süraka ile aralarında geçen şeylerden Ebu Bekir bize bahsetmişti. Bu hususta bir şiir de söylemişti:

«Peygamber dedi ki: Ben korkmuyorum. Beni teskin ediyordu. Biz mağaranın karanlığında iken dedi ki:

"Hiçbirşeyden korkma. Çünkü üçüncümüz Allah'tır. Bana destek olacağına teminat vermiştir.»

Ebu Nuaym, bu kasideyi Ziyad kanalıyla Muhammed b. İshak'tan rivayet edip uzun uzadıya zikretmiştir. Beraberinde başka bir kaside­sinden de bahsetmiştir. Hakikati en iyi bilen yüce Allah'tır.

îbn Lehia, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ensârla bey'at yaptığı hac mevsiminden sonra zilhiccenin kalan kısmı ile muharrem ve safer aylarını Mekke'de geçirdi. Sonra Kureyş

müşrikleri, Rasûlullah'ı öldürmek üzere bir araya gelip suikast planı yaptılar. Onu öldürmeye veya hapsetmeye ya da sürgün etmeye karar verdiler. Bu kararlarını yüce Allah, peygamberine bildirdi. Bu hususta da şu ayeti inzal buyurdu:

«İnkar edenler, seni bağlayıp bir yere kapamak veya öldürmek, ya da sürmek için düzen kuruyorlardı.» (ei-Enfâl, 30.)

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), yatağında yatmasını Hz. Ali'ye emretti. Kendisi de Ebu Bekir'le birlikte Mekke'den çıkıp gitti. Sabah ol­duğunda müşrikler her tarafa adamlar göndererek onları aramaya baş­ladılar.

Musa b. Ukbe de "Meğazî" adlı eserinde böyle anlatır. Peygam-ber'in Ebu Bekir'le birlikte geceleyin Sevr mağarasına gittiklerini de

söyler.

Buharı, Hz. Peygamberin zevcesi, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini riva­yet eder:

«Aklım ereli beri ebeveynim dine bağlı idiler. Üzerimizden bir gün geçmezdi ki Rasûlullah (s.a.v.), sabah akşam bize uğramasın. Müslümanlar, mihnete düştükleri zaman Ebu Bekir, Habeşistan'a hic­ret etti. Yolda iken Berki'l-Gimad mevkiine vardığında el-Kare kabilesi­nin efendisi İbnu'd-Dağine kendisine rastlamıştı. İbnu'd-Dağine, onu Mekke'ye geri getirip himayesine almıştı. Nihayet günün birinde Ebu Bekir, Allah'ın himayesine razı olup Îbnu'd-Dağine'nin himayesini red­detmişti. O zaman Peygamber (s.a.v.) Mekke'de idi. Müslümanlara şöy­le dedi: "Hicret diyarınız iki taşlık arasında, hurmalık bir yer olarak ba­na gösterildi."

Bazı kimseler Medine'ye doğru hicrete başladılar. Daha önce Habe­şistan tarafina hicret etmiş olan bir takım sahabeler de geri dönüp Medi­ne'ye hicret ettiler. Ebu Bekir, Medine'ye hicret etmek için hazırlıklara başladı. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Yavaş ol. Ümid ederim ki,, hicret için bana da izin verilir. Ebu Bekir de şöyle dedi:

- Anam babam sana feda olsun. Sen bu iznin verileceğini ümid edi-yormusun?

- Evet.

Ebu Bekir, Hz. Peygamberle hicret arkadaşlığı yapmak için sabırla bekledi. Hicreti erteledi. Yanındaki iki deveyi de semur ağacının yap-raklarıyla besledi. Dört ay böylece bekledi. Bazılarının anlattığına göre altı ay beklemiş ve develeri beslemişti.»

İbn Şihab, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Bir gün öğleyin Ebu Bekir'in evinde oturmakta idik. Adamın birisi, Ebu Bekir'e:

- İşte Rasûlullah, daha Önce alışık olmadığı bir saatte başına bir sargı sarmış olarak geliyor! dedi. Ebu Bekir de:

- Anam babam ona feda olsun, Allah'a yemin ederim ki önemli bir iş olmadıkça bu saatte gelmek onun âdeti değildi, dedi.

Hz. Aişe, sözüne şöyle devam eder:

- Rasûlullah (s.a.v.), kapıya geldi. İçeri girmek için izin istedi. Ken­disine buyur, denildi. Bunun üzerine içeri girdi. Ardı sıra onunla Ebu Bekir arasında şöyle bir konuşma geçti:

- Yanında kim varsa dışarı çıkar!

- Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, onlar senin ailen sa­yılırlar. Yabancı yoktur.

- Ey Ebu Bekir! Mekke'den Medine'ye hicret etmeme izin verildi.

- Ya Rasûlallah, anam babam sana kurban olsun, arkadaşlık var mı?

- Evet. Sende beraberimde olacaksın.

- Babam sana kurban ya Rasûlallah, şu iki deveden birini beğen de al, deyince Rasûlullah:

- Ancak bedeliyle satın alabilirim, dedi. Hz. Aişe sözünü şöyle sürdürüyor:

Biz, Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yol tedarikini yaptık. îkisi için bir dağarcık içine bir miktar azık düzenleyip koyduk. Ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı kardeşim Esma, kemerinin bir parçasını kesip onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu sebeple Esma'ya «Zatü'n-Nitakayn» iki kemerli, denildi. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, Sevr mağarasına gitti­ler. Orada üç gece kaldılar. Her gece yanlarında Ebu Bekir'in oğlu Ab­dullah da kalırdı. Abdullah maharetli, kavrayışlı, genç bir delikanlı idi. Seher vakti Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yanından çıkıp Mekke'ye gelir, orada gecelemiş gibi Kureyşlilerle birlikte sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri aklında tutar, karanlık bastırınca gelip Rasûlullah ile babasına anlatırdı. Ebu Bekir'in kölesi Amir b. Füheyre (o civarda) bol sütlü, sağmal koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçince Rasûlullah ile Ebu Bekir'e getirirdi. Onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi ve içine kızgın taş konularak ısıtılmış idi. Nihayet gecenin sonunda Amir b. Füheyre, mağaranın önüne gelir, sağ­mal koyuna seslenir, alıp otlatmaya götürürdü. Rasûlullah ile Ebu Be­kir'in mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Amir, süt işini böyle­ce halletmişti.

Rasûlullah ile Ebu Bekir Mekke'de iken, Abd İbn Adiy İbn Dil kabi­lesinden kılavuzlukta usta bir kişi olan Abdullah b. Uraykit adındaki bir adamı kiralamışlardı. Bu adam, As b. Vail es-Sehmî oğulları hakkın­da müttefik olarak yemin edip elini kana batırmıştı. Hala Kureyş kafir­lerinin dini üzerine idi. Fakat doğruluğuna, güvenirliğine itimad ederek Rasûlullah ile Ebu Bekir develerini ona teslim etmişler ve üç gece sonra develeriyle birlikte Sevr dağında buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kı­lavuz kişi, Rasûlullah ile Ebu Bekir'in develeriyle birlikte üçüncü gece­nin sabahında Sevr mağarasına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir ile bera­ber Amir b. Füheyre ve kılavuz Abdullah İbn Uraykit de yola çıktılar. Kı­lavuz, yolcular için sahil yolunu izleyerek Medine'ye doğru hareket etti­ler.

Müdlic oğullarından Süraka İbn Cu'şunı der ki: "Rasûlullah'm hic­ret yolu Müdliç oğulları sınırından geçtiği sırada Kureyş müşriklerinin etrafa saldıkları adamları bize geldiler. Anlaşıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için müşrikler ayrı ayrı ödüller koymuşlardı. O günlerde ben, kavmim olan Müdlic oğullarının toplantılarından birinde oturuyordum. O sırada Ku­reyş adamlarından birisi çıkageldi ve biz otururken o ayakta dikilip şöy­le dedi:

- Ey Süraka! Ben, hemen önüm sıra sahile doğru yollanan bir kaç yolcu karaltısı gördüm. Öyle samyorum ki bunlar, Muhammed'le arka­daşlarıdır!

Derhal anladım ki, o adamın sözünü ettiği yolcular, Muhammed ile arkadaşlarıdır. Fakat meseleyi ondan gizli tutmak için ona şöyle karşı­lık verdim:

- Gördüğün karaltılar, Muhammed'le arkadaşları değildir. Sen, fa­lan ve falanca kişileri görmüş olmaksın! Şimdi onlar, bizim gözlerimizin önünden geçip gitmişlerdi.

Sonra harekete geçişimi meclistekiler anlamasınlar, diye bir müd­det daha mecliste bekledim. Sonra kalkıp evime gittim ve cariyeme, atı­mı alıp çıkmasını, yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emret­tim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve kargımın parıltısı dikkatleri çekmesin diye, alt taraûnı yerde sürüklemiş, üst ta­rafını da aşağıya doğru tutmuştum. Atıma bindim ve beni hedefime ulaştırması için hayvanı dört nala kaldırarak sürdüm. En sonunda Rasûlullah ile arkadaşlarına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçtü. Yere kapaklandı. Ben de yere düştüm. Fakat hemen toparlanıp kalktım ve elimi fal okları kabına uzattım. Fal oklarını çıkarıp -Muhammed'le arkadaşlarına zarar verirmiyim, yoksa vermezmiyim? diye- fal açtım. Fal sonucunda hoşlanmadığım (yani onlara zarar veremiyeceğim) şek­linde bir sonuç çıktı. Bunun üzerine ben, yine atıma bindim, falın ters çıkmasına rağmen atımı yine dört nala kaldırdım ve beni Rasûlullah ile arkadaşına yaklaştırmasına çalıştım ve yaklaştım da. Öyie ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m okuyuşunu işittim. Rasûlullah, dönüp arkasına bile bakmıyordu. Ebu Bekir ise çok bakmıyordu. Rasûlullah'm okuyu­şunu işittiğim sırada, atımın iki ön ayağı yere, kum içine battı. Hatta bu batış dizlerine kadar erişti. Ben de attan düştüm. Sonra ben, hayvanı kalkmaya zorladım. O da kalkmaya çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını kumdan çıkaramadı. Hayvan hayli zorlukla homurdanarak kalkıp du­runca, hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklanyla tekrar fal açtım. Yine hoşlanmadığım sonuç çıktı. Sonra ben, Muhammedle arka­daşına: "İmdad!" diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atı­ma binerek yanlarına vardım. RasûluUah ve arkadaşını taarruzumdan koruyan bunca harikalarla karşılaştığım o anda gönlümde kesin bir inanç meydana geldi. Rasûlullah'm durumu yakında kuvvetlenecek, peygamberlik davasıda güçlenecektir. Bu kesin inanç üzerine Rasûlul-lah'a şöyle dedim:

- Kavmin olan Kureyşliler, senin öldürülmen veya esir edilmen için ödüller koydular! Kureyşlilerin ona ve arkadaşına karşı ne kadar fena­lık yapmak istediklerini birer birer anlattım. Kendilerine yol azığı ve le­vazımı vermeyi teklif ettim. Fakat benden birşey almadılar. Hiç birşeyde almak istemediler. Yalnız RasûluUah ile Ebu Bekir bana:

- Ey Süraka, bizim yolculuğumuzu gizle! dediler. Bunun üzerine ben, Rasûlullah'tan benim için bir emanname yazmasını istedim. Rasûlullah'da Amir b. Füheyre'ye emretti. Amir de deri parçasına yazıp verdi ve sonra RasûluUah yoluna devam edip gitti.

Muhammed b. İshak, Süraka'mn bu macerayı anlattığını rivayet eder. Ancak bu rivayete göre Süraka, takip işi için kendi evinden çıkma­dan önce fal açtığım ve hoşlanmadığı bir sonuçla karşılaştığım ifade et­miştir. Atının dört kez tökezlediğini, her tökezlemeden sonra fal açtığı­nı, hoşlanmadığı yani Rasûlullah'a zarar veremeyeceğini belirten bir sonuçla karşılaştığını, nihayet Rasûlullah'tan eman dilediğini, kendisi için bir emanname yazması için ondan dilekte bulunduğunu anlatmış ve şöyle demiştir: "Rasûlullah, benim için kemik , deri yahud bir bez parça­sı üzerine bir emanname yazdı. Aradan zaman geçti. Fetih esnasında Taif dönüşünde Cirane mevkiinde bu emannameyi kendisine gösterdi­ğimde bana şöyle dedi: "Bugün, söz üzerinde durma, iyilik yapma günü­dür. Getir bakalım emannameni." Ben de.yanına yaklaştım ve Müslüman oldum."

Süraka, hicret yolundaki Rasûlullah'la arkadaşlarının yanından döndükten sonra yolda onları aramakta olan herkesi geri çeviriyor ve: "Bu taraflarda onları bulamazsınız." diyordu. Ama Rasûlullah'm Medi­ne'ye ulaştığı haberi ortaya çıktıktan sonra Süraka, başından geçenleri, Rasûlullah'ta gördüğü fevkaladelikleri, atının tökezlemesini insanlara açıkça anlatmaya başladı. Kureyş reisleri, onun kendilerine zarar ver­mesinden ve birçok insanın da bu sebeple İslâm'a girmelerinden korktu­lar. Çünkü Süraka, Müdliç oğullarının emîr ve reisi idi. Cehil, Müdliç oğullarına şu şiiri yazıp göndermişti:

"Ey Müdliç oğulları! Beyinsiziniz Süraka'mn, Muhammed'e yar­dım için insanları saptırmasından korkuyorum. Dikkat edin, topluluğunuzu dağıtmasın. Güç ve hakimiyetten sonra sizi darmadağın etmesin."

Süraka b. Malik de, bu şiirine karşı Ebu Cehil'e şu cevabî şiiri gön­derdi:

"Ey Ebu Cehil, Allah'a yemin ederim M, ayakları kuma gömüldüğü zaman atımın durumunu görseydin şaşardın.

.Muhammed'in rasûl ve burhan olduğunda şüphen kalmazdı. Ona karşı kim direnebilir?

Sen, kavmini ondan uzak tutmaya bak. Çünkü günün birinde onun işaretlerinin açığa çıkacağını sanıyorum.

O öyle bir duruma gelecek ki, ona yardım etmek isteyeceksin. Onlar ve bütün insanlar, ona tamamen teslim olacaklar."

el-Ümevî de bu şiiri "Meğazi" adlı eserinde İbn İshak'tan naklet-miştir. Ebu Nuaym de Ziyad yolu ile İbn îshak'tan rivayet etmiş ve Ebu Cehil'in şiirine, beliğ bir küfrü içeren beyitler eklemiştir.

Buharı, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret yolunda iken Şam'dan gelmekte olan ve Müslümanlara ait bir ticaret kervanıyla karşılaştı. Kervandaki adamlardan biri de Zü­beyr idi. Zübeyr, Rasûlullah ile Ebu Bekir'e beyaz elbiseler giydirdi.

Medine'de Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'den yola çık­tığını işitmişlerdi. Onu karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı bastırmcaya kadar teşrifini beklerlerdi. Yi­ne bir gün Müslümanlar, bekleyişleri uzadıktan sonra evlerine dönmüş­lerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işini görmek üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üzerine çıkıp yük­sekten uzaklara bakmakta iken Rasûlullah ile arkadaşlarını, beyazlar giyinmiş oldukları halde sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzara­larını yararak geldiklerim gördü. Artık Yahudi, bu muhteşem kafilenin teşrifini gizlemeye muktedir olamıyarak en yüksek sesiyle:

"Ey Arap topluluğu! İşte beklediğiniz o devletli misafiriniz geliyor." diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silahlarına sarılarak evlerinden çıkıp Rasûlullah'ı karşılamaya koştular. Harre denilen kara taşlık yolunda Rasûlullah'a kavuştular. Tekbir sedalarıyla arz-ı tazim gören Rasûlullah, maiyeti ve karşılayıcıları ile birlikte Medine'nin sağ tarafına doğru yönelerek yol aldı. Nihayet maiyetiyle beraber Amr b. Avf ailesinin yurduna indi ve onların konuğu oldu. Oraya rebiyülevvel ayının pazartesi gününde ulaşmıştı.

Karşılayıcılara karşı kabul merasimini Ebu Bekir yapmış, onlarla görüşmüş, Rasûlullah ise sessizce bir tarafa oturmuştu. Hattta Ensâr'dan Rasûlullah'ı daha evvel görmeyerek Küba'ya hoşgeldine gelenler, Ebu Bekir'i daha evvelce tanıdıklarından ötürü ilk önce ona se­lam veriyor, onu tebrik ediyorlardı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a güneş isabet edip de hemen Ebu Bekir varıp kendi abasıyla Rasûlullah'm üze­rine gölgelik yapınca o zaman kendisini herkes tanıdı. Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Avf oğullan arasında on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescidini tesis etti ve içinde na­maz kıldı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) devesine bindi. İnsanlarla birlikte yola çıkıp Medine'ye yöneldi. Nihayet Medine'ye varıldığında deve, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'deki mescidinin yerine çöktü. Burasını Müslümanlar o sırada namazgah edinmişlerdi. Daha önce de Sa'd b. Zü-rare'nin kefaletinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait olup hurma kurutacak harman yeri idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın devesi, bu arsaya gelip çökünce Rasûlullah:

"înşaallah burası bizim menzilimiz ve makamımızdır." dedi. Daha sonra bu iki genci çağırıp burasını mescid yapmak üzere rayiç bedeliyle onlardan satın almak istedi. Bu gençler de:

"Ey Allah'ın, elçisi, burayı sana bağışlarız." dediler. Fakat Rasûlullah, çocuklardan bağış suretiyle almak istemedi. Sonunda mu­ayyen bir bedel karşılığında satın aldı. Sonra Mescid-i Saadet'i oraya inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla bera-bar mescid duvarlarına kerpiç taşımaya başladı. Taşırken şu beyitleri okudu:

«Ey Rabbimiz! yüklenip taşıdığımız şu balçıktan dizilmiş ham ker­piç yükü, Hayber'in ürünlerinden daha hayırlı ve daha temizdir.

Şüphesiz ki hayır ve menfaat, ahiretin ecir ve sevabıdır. Allahım! Sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Ebu Bekir, babam Azib'den on üç dirhem karşılığında bir at eğeri satın aldı ve babama:

- Bera'ya söyle, eğeri bizim evimize kadar götürsün, dedi. Babam ona:

- Sen ve Rasûlullah hicret ederken başınızdan geçenleri bana an­latmadıkça göndermem, dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir, hicret olayım anlatmaya başlayarak şöyle dedi:

- Biz geceleyin yola çıktık. O gün ile o geceyi hızlı bir yürüyüşle yol­da geçirdik. Öğle vakti oldu. Güneş tepemize yükseldi. O zaman herhan-

gi bir yerde bir gölge bulamaz mıyız? diye göz gezdirdim. Gözüm bir ka­yalığa ilişti. İnip baktım. Kayalığın az bir gölgesi kalmıştı. Rasûlullah (s a.v.)'a gölgelik yeri temizledim ve kürkümü serip:

- Ya Rasûlallah, biraz uzan, dedim. O da uzandı, sonra bizi takip edenlerden herhangi birini görür müyüm, diye çıkıp etrafa baktım. O sı­rada bir koyun çobanı gördüm,, ona:

- Delikanlı, sen kimin yanında çalışıyorsun? diye sordum. Tanıdı­ğım bir adamın adını vererek:

- Falanca'mn yanında çalışıyorum, dedi.

Ona:

- Süründe sütlü koyunlar var mıdır? diye sordum.

- Vardır, dedi.

- Bize biraz süt sağar mısın? dedim.

- Sağarım, dedi ve bir koyunun boynundan tutup getirdi.

Ona:

- Ellerini ve koyunun memesini tozdan temizleyip sil, dedim. Bende, ağzı mendille bağlı bir matara vardı. Çoban mataraya biraz

süt sağdıktan sonra onu bardağa boşalttım. Süt biraz soğuyunca o sıra­da uyanmış olan Hz. Peygamber'e götürüp verdim. Sütü alıp içtikten sonra kendisine:

- Artık gitmeyelim mi? diye sordum. Bunun üzerine tekrar yola çıktık.

Bizi arayanlar arkamızda bizi takip ediyorlardı. Fakat kimse bize yetişemedi. Ancak Süraka b. Malik, bir atın sırtında bize yetişmek üzere idi. Hz. Peygamber'e:

Ya Rasûlallah! Bu adam bizi yakalayacak, dedim.

Bana:

- Korkma, Allah bizimle beraberdir, dedi. Süraka da gittikçe bize yaklaşıyordu. Nihayet aramızdaki mesafe bir yada iki mızrak boyu kadar kalınca Rasûlullah (s.a.v.)1 a:

- Bu adam bizi yakaladı, dedim ve ağladım. Peygamber (s.a.v.):

- Niçin ağlıyorsun? dedi.

-Ya Rasûlallah! Allah'a yemin ederim ki kendim için değil, senin için ağlıyorum, dedim. Bunun üzerine:

- Allah'ım, bize yardım et ve bizi onun şerrinden koru, diye dua etti. Bu duayı yapar yapmaz, Süraka'nın atı -yer çamurmuş gibi- karnına ka­dar yere gömüldü. Süraka, atının sırtından yere düştü. Oysa ki yer kup­kuru idi. Hz. Peygamber'e:

- Biliyorum, bunu sen yaptın. Bari, Allah'a dua et de beni bu du­rumdan kurtarsın. Allah'a yemin ederim ki, ben senin izini kaybettir­meye çalışacağım ve arkamda olanlara:

- Geri dönün, Muhammed bu yoldan gitmemiştir, diyeceğim. Bu da benim okluğumdur. Ondan bir ok çek, falanca yerde benim deve ve ko­yunlarım vardır. Yolun oradan geçiyor. Oku çobanlarıma göster. Sana ne kadar koyun ve deve lazımsa al götür, dedi. Bunun üzerine

Hz. Peygamber:

- Senin malına ihtiyacım yok, dedi ve ona dua etti.

Süraka da kurtulup arkadaşlarının yanına geri döndü. Biz de Me­dine'ye varıncaya kadar yolumuza devam ettik. Medine'ye vardığı­mızda halk, Allah elçisini karşılamaya çıkmıştı. Damlar ve üzerleri, in­sanlarla dolu idi. Köleler ile çocuklar koşuşup tekbir getiriyor ve:

- Allah'ın peygamberi geldi. Muhammed (s.a.v.) geldi, diyorlar, Hz. Peygamber'i misafir etmek için birbirleriyle çekişiyorlardı.

Peygamber (s.a.v.) de, gönüllerini almak için o gece dedesi Abdülmutta-lib'in dayıları olan Neccar oğulları kabilesinde misafir oldu. Ancak erte­si gün, Allah'ın kendisine emrettiği yere indi.

Bera dedi ki: «Muhacirlerden bize ilk olarak Beni Abdüd-Dar'm kardeşi Mus'ab b. Ümeyr gelmişti. Ondan sonra Beni Fihr kabilesinden âmâ (kör) İbn Ümmü Mektum gelmişti. Daha sonra yirmi kadar süva­riyle birlikte Hattab oğlu Ömer gelmişti. "Rasûlullah ne yaptı?" diye sor­duğumuzda o: «Rasûlullah arkamızdadır.» diye cevap verdi. Ben, mu­fassal sûrelerden birini okuyup bitirdikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte geldi."

Ibn îshak dedi M: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte mağara­da üç gece kaldı. Kureyşliler, onları bulup getirene yüz deve ödül vadet-tiler. Üç gece geçtikten ve insanlar da artık onları takipten vazgeçtikten sonra kılavuzluk için Ebu Bekir'in kiraladığı adam, kendi devesi ve Ebu Bekir'in iki devesiyle birlikte mağaraya geldi. Ebu Bekir'in kızı Esma da yemen sofrasım onlara getirmişti. Ancak sofranın ağzını bağlayacak bir ip getirmeyi unutmuştu. Yola çıktıklarında sofrayı bağlamak için ip bu­lamayınca Esma, kemerini kesip sofrayı onunla bağladı. Bu sebeple ona iki kemerli anlamına gelen "Zatü'n-Nitakayn" adı verildi.

İbn İshak dedi ki: Ebu Bekir, o iki deveyi Rasûlullah'ın yanma ge­tirdiğinde en iyisini ona takdim etti ve sonra:

- Anam babam sana feda olsun, bin ya Rasûlallah, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bana ait olmayan bir deveye binmem, dedi. Ebu Bekir:

- Bu sana ait olsun ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun, de­yince. Rasûlullah:

- Hayır, ama sen bunu kaça satın aldın? diye sordu. Ebu Bekir de:

-Şukadara satın aldım, dedi.

Rasûlullah da:

- Ben de deveyi şu kadar bedelle senden satın aldım, dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir:

- Deve senindir ya Rasûlallah, dedi.

Vakidî'nin rivayetine göre, o iki deveyi 800 dirheme satın almıştır.

İbn İshak dedi ki: İkisi deveye binip yola çıktılar. Ebu Bekir, yolda kendilerine hizmet etmesi için, azadlısı Amir b. Füheyre'yi de terkisine bindirdi.

Konuyla ilgili olarak Ebu Bekir'in kızı Esma şöyle demiştir:

"Rasûlullah ve Ebu Bekir yolculuğa çıktıktan bir süre sonra Kureyş'ten birkaç kişi bize geldi. Aralarında Ebu Cehil b. Hişam'da bu­lunuyordu. Kapının önünde durdular:

- Ey Ebu Bekir'in kızı, baban nerededir?

- Vallahi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum.

Bunun üzerine Ebu Cehil yanağıma bir tokat attı. Ondan dolayı kü­pem düştü.Sonra ayrılıp gittiler. Biz üç gece bekleyip kaldık. Rasûlullah'ın nerede olduğunu bilmiyorduk. Nihayet Mekke'nin aşağı taraflarından cinnî bir adam bize geldi. Araplar gibi bir şiirin beyitlerini okuyordu. Halk onun peşine düştü. Sesini dinliyorlardı. Ama onu göre-miyorlardı. Nihayet Mekke'nin üst tarafında şöyle diyerek ortaya çıktı:

"İnsanların Rabbi, hayırlı mükafatıyla Ümmü Mabed'in iki çadırı­na yerleşen iki arkadaşı mükafatlandırdı.

Onlar yere indiler, sonra dinlendiler ve Muhammed'in arkadaşı olan kişi kurtuluşa erdi.

Ka'b oğullarının genç kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri olarak mübarek olsun."

Onun sözünü dinlediğimiz zaman, Rasûlullah'm hangi tarafta ol­duğunu, Medine'ye doğru gittiğini anladık. Onlar dört kişi idiler. Rasûlullah, Ebu Bekir, azadlısı Amir b. Füheyre ve kılavuzları Abdul­lah b. Uraykit."

Meşhur kavle göre kılavuzun adı, Abdullah b. Uraykit ed-Dilî'dir. O zamanlar henüz müşrik bir kimse idi.

îbn îshak dedi M: Kılavuzları Abdullah b. Uraykit, onlarla yola çı­kınca kendilerini Mekke'nin aşağılarından götürüp sonra sahil tarafına geçtiler. Bilahare Usfan mevkiinin aşağısında yoldan ayrıldılar. Daha sonra da onları Emeç'in altından götürdü. Nihayet Kudeyd'i geçtikten sonra yol ayrıldı. Sonra ordan gitmeye devam etti. Harrar'a kadar gitti­ler. Sonra Seniyyetü'l-Mürre'ye geldiler. Oradan Likfİn'e ulaştıklarında kendisi, onları Likfin geyik yatağına götürdü. Sonra onları Nicac'm ge­yik yatağında vadiye indirdi. Sonra onları Nicac yamacına götürdü. Sonra onları Zü'1-Uzveyn'den olan yamaçlardan vadiye indirdi. Sonra Zîkesir vadisine götürdü. Oradan da Cedecid yanını daha sonra Ecred yanı yoluyla Ti'hin geyik yatağının düşmanlarının vadisinden olan Zü-seleme götürdü. Sonra Ababidin yanma gittiler. Oradan Kahe'ye geçti­ler. Kahe'den de Arc'a indiler. Yanlarındaki bir kısım yükleri, onları ge­ciktirmişti. Bunun üzerine kendisine Evs b. Hücr denilen Eslemli bir adam, Medine'ye kadar Rasûlullah'ı İbn Rida' adındaki erkek devesine bindirdi. Onunla birlikte kendisine Mesud b. Hüneyde denilen bir hiz­metçisini gönderdi. Sonra kılavuzları onları Arç'dan çıkartıp Rekû-be'nin sağ yanından Seniyetü'1-Aire götürdü. İbn Hişam'm ifadesine gö­re oraya Seniyetü'1-Gair de denir. Nihayet onları Rim vadisine indirdi. Sonra onları Küba'ya, Beni Amir b. Avf m yurduna ulaştırdı. O sırada rebiyüllevvel ayından on iki gece geçmişti. Bu bir pazartesi günü idi. Gündüz vakti hayli ilerlediği bir sırada güneşin tam tepeye gelmeye yaklaştığı bir anda idi.

Ebu Nuaym da Vakidî kanalıyla bu menzillere dair hemen hemen aynı ifadeleri kullanmıştır. Ancak bazı değişik menzil adları söylemiştir ki doğrusunu Allah bilir.

Ebu Nuaym, Malik b. Evs el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir hicret ettiklerinde Cuhfe'deki bir deve­mizin yanından geçmişlerdi. Rasûlullah:

- Bu deve kimindir? diye sormuş. Oradakiler de:

- Eslemli bir adamındır, demişlerdi. Bunun üzerine Ebu Bekir'e dö­nüp şöyle demişti:

- înşaallah salim oldun (kurtuldun). Daha sonra adama:

- Adın nedir senin? Oda:

- Mesud'dur, diye cevap verdi. Yine Ebu Bekir'e dönüp şöyle dedi: înşaallah Mesud oldun.

Ravi diyor ki: "Babam yanıma geldi. Onu Îbnü'r-Rida denen bir de­veye bindirdi."

Ben derim ki: Daha önce belirtildiği gibi ibn Abbas'a ait olan bir ri­vayete göre Rasûlullah(s.a.v-), pazartesi günü Mekke'den çıkmış, pa­zartesi günü de Medine'ye girmiştir. Öyle anlaşılıyor ki, Mekke'den çıkı­şı ile Medine'ye girişi arasında onbeş günlük bir zaman geçmiştir. Çün­kü Sevr mağarasında üç gün ikamet etmiş, sonra sahil yolundan Medi­ne'ye gitmişti ki, bu da yolların en uzağı idi. Yolda iken Ümmü Mabed binti Ka'b b. Beni Ka'b b. Huza'a adındaki bir kadına uğramıştı. Kadın, Huza'a kabilesindendi. Adı Atike binti Halef b. Mabed b. Rebia b. As-rem'dir. İbn Hişam böyle der. el-Ümeviye gelince o der ki: Ümmü Ma-bed'in adı Atike binti Tebî'dir. Beni Munkız b. Rebia b. Asrem b. Sanbis b. Haram b. Hayse b. Ka'b b. Amr kabilesinin müttefîklerindendir. Bu

kadının; Mabed, Nadre, Hüneyde adında üç oğlu vardır. Kocasının adı Ebu Mabed'tir. Asıl adı ise, Eksem b. Abdüluzza b. Mabed b. Rebia b. As­rem b. Sanbis'tir. Birbirini teyid eden rivayetlere göre Ümmü Mabed'in meşhur bir .kıssası vardır.

Evet, Ümmü Mabed el-Hüzaiyye'nin meşhur kıssası şudur: Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Mabed'in çadırına uğradı. Ümmü Mabed'in adı Atike binti Halef b. Mabed b. Rebia b. Asrem'dir. Ondan, kendilerine yiyecek vermesini istediler. O da:

- Allah'a yemin ederim ki yanımızda ne yemek, ne de verilecek birşey var. Sadece kısır koyunlarımız vardır, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.)'da kısır koyunlarından birini getirmesini istedi. Kadın koyunu getirince Rasûlullah, memesine el sürüp Allah'a dua etti. Büyük kaba sağmaya başladı. Öyle ki kab dolup köpürmeye başladı. Sonra Rasûlullah:

- İç bakalım ey Ümmü Mabed, dedi. Ümmü Mabed'de:

- Sen iç. İçme hususunda sen, benden daha çok hak sahibisin, dedi. Ancak Rasûlullah bu emrini tekrarlayınca Ümmü Mabed sütü içti.

Sonra Rasûlullah, başka bir kısır koyun getirmesini istedi. O da ge­tirdi. Aynı şekilde onu da dua edip sağdıktan sonra bu defa kendisi, o sütten içti. Daha sonra bir başka kısır koyun getirmesini istedi. Getirin­ce onu da sağıp sütünü yol kılavuzuna içirdi. En sonunda başka bir kısır koyun daha getirmesini istedi. Ümmü Mabed, getirince onu da sağdı. Sütünü Amir b. Füheyre'ye içirdi. Daha sonra yollarına devam ettiler.

Kureyşliler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramakta iken Ümmü Mabedin yanına vardılar ve ona:

- Şu, şu evsafta Muhammed adında birini gördün mü? diye sordu­lar ve Rasûlullah'm Özelliklerini ona bildirdiler. Ümmü Mabed de:

- Ne dediğinizi anlamıyorum. Sadece kısır koyunları sağan bir genç bize geldi, dedi.

Kureyşliler:

- Aradığımız adam işte odur, dediler.

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir hicret etmek üzere Mekke'den çıkıp Sevr mağarasına girdiler. Mağarada bir delik gördüler. Ebu Bekir, o deliği sabaha dek topuğuyla kapatıp durdu. Rasûlullah'a zarar vere­cek birşeyin oradan çıkmasından korktuğu için böyle yapmıştı. Mağara­da üç gece kaldılar. Sonra oradan çıkıp yolculuğa devam ettiler. Yolcu­luk esnasında Ümmü Mabed'in çadırına vardılar. Ümmü Mabed, Rasûlullah'a haber salıp şöyle bir mesaj iletti: «Ben güzel yüzlü kimseler görmekteyim. Aslında kabilem, size ikramda bulunma hususunda benden daha kuvvetlidirler."

Onun yanında akşamladıklarında Ümmü Mabed, küçük oğlu ile onlara bir bıçak ve koyun gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğa: "Bıçağı geri götür. Bize büyük bir kap getir." dedi. Ümmü Mabed de şu haberi gönderdi: «Bizde süt ve kuzu yok.» Ancak Rasûlullah: "Bize kab getir." diye emrini tekrarladı. Ümmü Mabed de bir kap getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), koyunun sırtına vurdu. Koyun geviş getirip süt vermeye başladı. Rasûlullah da sütü sağdı. Kabı doldurdu. Kendisi içti, Ebu Bekir'e de içirdi. Sonra yine sağdı. Kabtaki sütü, bu defa Ümmü Mabed'e gönderdi."

Haûz el-Beyhakî, Ebu Bekir es-Sıddık'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Mekke'den çıktım. Arap kabilelerin­den birine vardık. Rasûlullah (s.a.v.), uzaktaki bir eve bakıp oraya yö­neldi. Evin yanma vardığımızda orada sadece bir kadın vardı. Kadın şöyle dedi:

- Ey Allah'ın kulu, ben yalnız bir kadınım, beraberimde kimse yok­tur. Eğer konukluk istiyorsanız, kabilenin büyüğüne gidin.

Rasûlullah, ona cevap vermedi. Vakit akşamdı. Nihayet kadının oğlu, gütmekte olduğu bir kaç keçiyle birlikte geldi. Kadın, ona şöyle de­di:

- Ey oğulcuğum, şu keçiyi ve bıçağı alıp şu İM adama götür ve onlara de ki: "Annem, şu keçiyi kesip yemenizi ve bize de yedirmenizi söylüyor." Çocuk, yanına gelince Rasûlullah ona:

- Bıçağı götür, bana bir kab getir, dedi.

Çocuk da keçinin kısır olduğunu, sütünün bulunmadığını söyleyip gitti ve bir kab getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), keçinin memesine el sürdü. Sonra sağmaya başladı. Kabı doldurdu. Sonra çocuğa: "Al bunu, annene götür." dedi. Ümmü Mabed, kana kana o sütü içti. Rasûlullah, çocuğa:

- Bunu götür, başka bir keçi getir, dedi. Çocuk gidip başka bir keçi getirdi. Rasûlullah onu da sağdı, sütünü bana (Ebu Bekir'e) içirdi. Baş­ka bir keçi getirdiler. Onu da sağdı. Bu defa sütünü kendisi içti. İki gece orada kaldık. Sonra yoİumuza devam ettik. Ümmü Mabed, Rasûlullah'a mübarek diyordu. Zamanla koyunları çoğalmış, bir çoban bulmak için Medine'ye gelmişlerdi. Önlerinden geçtiğimde oğlu, beni görüp tanıdı. Annesine şöyle dedi:

- Anne bu, mübarekle beraber olan adamdır. Annesi kalkıp yanıma geldi ve şöyle dedi.

- Ey Allah'ın kulu, seninle beraber olan o adam kimdi?

- Onun, kim olduğunu bilmiyor musun?

- Hayır.

- O, Allah'ın peygamberidir.

- Öyleyse beni ona götür.

Onu alıp Rasûlullah'a götürdüm. Rasûlullah da ona yemek yedirdi ve ikramda bulundu. Ona birşeyler de verdi."

İbn Abdan, rivayetinde şu ilavelerde bulunmuştur: "Ümmü Ma­bed, Ebu Bekir'e:

- Beni Rasûlullah'a götür, dedi. Ebu Bekir de onu Rasûlullah'a gö­türdü. O, Rasûlullah'a çökelek ve biraz da bedevilere ait eşyalar hediye etti. Rasûlullah, ona bir elbise giydirip çeşitli hediyeler verdi. Ümmü Mabed de Müslüman oldu."

Beyhakî, Ebu Mabed el-Hüzaî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hicret ettiği gece Mekke'den Medine'ye doğru Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve kılavuzları Abdullah b. Uraykit el-Leysî ile birlikte yola çıktı. Ummü Mabed el-Hüzaiye'nin çadırına uğradılar. Ümmü Mabed, güçlü, kuvvetli bir kadın olup çadırın avlusunda oturu­yor, sonra su ve yemek veriyordu. Ondan satılık et ya da süt istediler. Fakat yanında o anda birşey bulamadılar. Ümmü Mabed dedi ki:

- Eğer yanımızda birşey bulunsaydı, istemenize gerek kalmazdı. O sene halk, kıtlık ve kuraklık içindeydi. Rasûlullah, çadırın açı­ğından bir koyuna baktı ve şöyle dedi:

- Ey Ümmü Mabed, nedir bu koyun?

- Zayıflığı,'onu sürüden geri koydu.

- Onda süt var mıdır?

- O süt veremiyecek kadar güçsüzdür.

- Onu sağmama izin verir misin?

- Eğer sütü varsa, sağ bakalım.

Rasûlullah (s.a.v.), koyunu istedi. Memesine el sürüp Allah'ın adım zikretti ve dua etti. Koyun da ona karşı ayaklarını açıp arayı genişletti. Geviş getirdi ve süt vermeye başladı. Kabın içi süt doldu. Sonra içmesi için sütü kadına verdi. Kadın kana kana içti, sonra arkadaşlarına verdi. Onlar da kana kana içtiler. En sonunda kendisi içti. Sonra onlar, kabla-nna süt doldurdular. Rasûlullah, ikinci kez sağdı. Yine kab doldu. Sonra sütü, kadının yanına bıraktı. Bunun üzerine kadın, islâm üzere Rasûlullah'la be/atleşti. Kafile onun yanından ayrılıp yollarına gitti. Çok geçmeden kadının kocası Ebu Mabed geldi. Zayıf bir takım koyunla­rını güdüyordu. Ebu Mabed, sütü görünce şaştı ve şöyle dedi:

- Ey Ümmü Mabed, bu süt sana nereden geldi? Halbuki bu koyun zayıf ve güçsüzdür, evde de süt yoktu.

- Hayır, vallahi bize mübarek bir adam uğradı. Şu, şu vasıfta idi.

- Anlat, ey Ümmü Mabed. Allah'a yemin ederim ki, Kureyşlilerin aradıkları adamın o olacağını sanıyorum.

- Parlak yüzlü, güzel huylu, yakışıklı bir yüze sahip bir adam gör­düm. Ne göbekli idi, ne de başı küçüktü. Düzenli ve ölçülü idi. İri gözlü, uzun kirpikli idi. Sesi kısık, gözleri şehla olup hilal kaşlı idi. Boynu uzun, sakalı sık idi. Sustuğunda vakarlı, konuştuğunda da heybetli ve yüce idi. Konuşması tatlı, açık seçik olup saçmalamazdı. Sözleri ipe dizi­len boncuklar gibi idi. İnsanların en yakışıklısı ve en güzeli idi. Uzaktan öyle görünürdü. Yakından da hüsnü cemal sahibi olduğu müşahede edi­lirdi. Orta boylu idi. Uzaktan bakanlar onu çirkin görmezler, yakından bakan gözler de onu nahoş halde görmezlerdi. İki dal arasındaki bir dal gibiydi. Üç kişi arasında bulunduğunda, onların en parlak yüzlüsü idi. Endamı en güzel olandı. Etrafını çevreleyen arkadaşları vardı. Konuş­tuğunda sözünü dinlerlerdi. Emir verdiğinde emrini derhal yerine geti­rirlerdi. Etrafına toplanır ve ona yardımcı olurlardı. Asık suratlı ve ya­lancı değildi, dedi.

Ümmü Mabed'in kocası da şöyle dedi:

- Vallahi bu, Kureyşlilerin aradıkları adamdır. Eğer ona rastlasaydım, onunla arkadaş olmak isterdim. Ona ulaşabilecek bir yol bulursam, ulaşmak için gayret sarfederim.

Ravi diyor ki: Mekke'de göklerle yer arasında bir ses duyuldu. Ama sesin sahibi görünmüyordu. Sesin sahibi şöyle diyordu:

"İnsanların Rabbi, hayırlı mükafatıyla, Ümmü Mabed'in iki çadırı­na yerleşen iki arkadaşı mükafatlandırdı.

Onlar yere indiler, sonra dinlendiler, Muhammed'in arkadaşı olan kimse kurtuluşa erdi, ey Kusay ailesi!

Allah, mükafatsız işleri ve efendiliği, sizden uzaklaştırmasın. " Bacınız Ümmü Mabed'e, koyununu ve süt kabını sorun.

Koyuna sorsanız, o bile size tanıklık eder.

Rasûlullah, ondan kısır bir koyun getirmesini istedi.

Koyunun memeleri, açıktan açığa ona köpüklü süt verdi.

Sonra yoluna koyulup gitti, koyunu orada sağıcısına bıraktı.

Koyun da her gidiş gelişinde ona süt veriyordu."

İnsanlar, Mekke'de sabahladılar. Ama Peygamberleri aralarından çıkıp gitmişti. Araştırmaya başladılar. Ümmü Mabed'in çadırına geldi­ler. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştılar.

Hassan b. Sabit de o görünmez kişinin şiirine karşı şu cevabî şiiri söyledi:

"Peygamberleri aralarından çıkıp giden kavim kayba uğradı.

Geceleyin gidip sabahleyin yanlarına vardığı kavim de sevindi.

Akılsız bir kavmin yanından ayrılıp gitti.

Bir kavme yepyeni bir nurla konuk oldu.

Körlüklerinden Ötürü beyinsizlik yapan kavmin sapıkları ile hidayet kaynağından doğru yolu bulan doğru kimseler bir olur mu hiç?

İnsanların görmediklerim gören bir peygamber ki, hazır bulundu­ğu her yerde Allah'ın kitabını okur.

Günün birinde gayba dair bir söz söylese, bugün ya da yarın kuşluk vakti (gibi) sözü doğrulanacaktır.

Ona arkadaşlık etmek için gayret sarfeden Ebu Bekir'in mutluluğu kutlu olsun, Allah'ın mutluluk verdiği kimse mutlu olur.

Ka'b oğullarının genç kadınının yeri ve mü'minler için bir dinlenme yeri, bir gözetleme yeri olarak mübarek olsun."

Abdülmelik b. Vehb der ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Ma­bed'in kocası Ebu Mabed, Müslüman olmuş, hicret edip Peygamber (s.a.v.)'in yanma gitmiştir.

Hafız Ebu Nuaym da, Abdülmelik b. Vehb el-Mezhicî kanalıyla böy­le bir rivayette bulunarak hemen hemen aynı şeyleri söylemiş, rivayeti­nin sonuna da şunu eklemiştir. Abdütmelik dedi ki: Bana ulaşan habere göre Ümmü Mabed, hicret edip Müslüman olmuş, Rasûlullah 'in yanına gitmiştir.

Sonra yine Ebu Nuaym, ashabtan Hubeyş b. Halidın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol reh­berleri Abdullah b. Uraykit el-Leysî ile birlikte hicret için Mekke'den çıktıktan sonra Ümmü Mabed'in çadırına uğramıştı. Ümmü Mabed, güçlü, Kuvvetli bir kadın olup evinin avlusunda durup halka su ve ye­mek verirdi.

Ebu Nuaym, Sulayt el-Bedrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Amir b. Füheyre ve yol rehberleri İbn Uraykit İle birlikte hicret için Mekke'den çıktıktan sonra yolda Üm­mü Mabed el-Huzaî'nin çadırına uğramıştı. Ümmü Mabed, onu tanımı­yordu. Rasûlullah, ona şöyle demişti:

- Ey Ümmü Mabed, yanında süt var mıdır?

- Hayır, vallahi koyunlarımız kısırdır.

- Ya gördüğüm şu koyun nedir?

- Takatsizliğinden ötürü sürüden geri kalmıştır, dedikten sonra daha önce geçenleri aynen nakleder.

Beyhakî, bu kıssaların tamamının aynı kıssa olması ihtimalini ifa­de ettikten sonra Ümmü Mabed el-Huzaiye'nin kıssasına benzer başka bir kıssa anlatarak şöyle der: Ebu Abdullah el-Haüz, Kays b. Numan'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) ile Ebu Bekir gizlice Mekke'den çıktıklarında koyun gütmekte olan bir köleye uğradılar. Or dan süt istediler. Ama o şöyle dedi:

- Yanımda sağılacak koyun yok. Ancak şurada bir oğlak var. Kışın başında hamile kalmıştı. Bir düşük yapmıştı. Sütü de kalmamıştır.

- Rasûlullah:

- Onu buraya getir, dedi.

Köle, oğlağı oraya getirdi. Rasûlullah, onu bağladı. Sonra memesi­ne el sürüp dua etti. Bunun üzerine memesine süt indi. Ebu Bekir, bir kalkan getirip sütü onun içine sağdı. Sağılan sütü içti. Yine sağdı. Bu de­fa çoban içti. Üçüncü kez yine sağdı. Bu defa Rasûlullah içti. Çoban dedi ki:

- Allah aşkına söyle, sen kimsin? Allah'a yemin ederim ki, senin gi­bisini asla görmedim. Rasûlullah:

- Beni'gördüğünü saklar mısın ki, sana kim olduğumu anlatayım? Köle:

- Evet, dedi.

- Ben, Allah Rasûlü Muhammed'im! Köle:

- Kureyşlilerin dinden çıktığını iddia ettikleri adam sen misin?

- Onlar böyle söylüyor, dedi.

- Şahadet ederim ki sen peygambersin. Ve yine şahadet ederim ki senin getirdiğin şey haktır. Çünkü senin yaptığını, ancak bir peygamber yapabilir. Ve ben, sana uydum, dedi.

- Sen bugün bunu yapamazsın. Ne zaman benim güçlenip ortaya çıktığımı duyarsan yanımıza gel." dedi."

Ebu Nuaym, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder: "Ben yetişkin bir gençtim. Mekke'de Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyun sürü­sünü güdüyordum. Müşriklerden kaçmış olan Rasûlullah ile Ebu Bekir, yanıma gelip şöyle dediler:

- Ey çocuk, bize içirecek sütün var mı?

- Ben emanetçi bir kimseyim. Başkasının sütünü size içiremem, de­dim.

- Üzerine koç otlamamış (kısır) koyunun var mı?

- Evet, var.

Böyle dedikten sonra koyunu yanlarına getirdim. Ebu Bekir, koyu­nu tuttu. Rasûlullah da memesine el sürüp dua etti. Memesi süt doldu. Ebu Bekir, çukurumsu bir taş getirdi. Sütü oraya sağdı. Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir, o sütü içtiler. Bana da içirdiler. İçtikten sonra memeye: "Geri çekil." dedi. Meme de geri çekilip büzüldü.

Daha sonra Rasûlullah'm yanına geldim ve:

- Bana şu güzel sözden (Kur'ân'dan) biraz, öğret, dedim. Rasûlullah (s.a.v.):

-  Sen, eğitilmiş ve Öğretilmiş bir çocuksun, dedi. Ben, onun mübarek ağzından yetmiş sûre dinleyip öğrendim ki, bu hususta hiç kimse benimle tartışamaz."

Bu rivayette geçen «müşriklerden kaçmışlardı.» cümlesinden kasıt, hicret vaktindeki kaçış değildir. Bu, hicretten önceki bazı hallerde vuku bulan kaçışlardan biri idi. Ibn Mesud, ilk zamanlarda Müslüman olup Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Bilahare Mekke'ye dönmüştür. Bu kıssası, sahih hadis kitaplarında sabit olup aslı bulunan bir kıssadır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abadilin azadlısı Faid'in şöyle dediğini ri­vayet eder: "İbrahim b. Abdurrahman b. Sa'd'le birlikte yola çıktık. Areç mevkiine vardığımızda İbn Sa'd ki, Rekube yolunu Rasûlullah'a göste­ren kılavuzdur. İbrahim, İbn Sa'd'e sordu:

- Baban sana neler anlattı?

- Babam bana dedi ki; "Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir kendilerine gelmişler, Ebu Bekir'in bizim yanımızda süt emmekte olan bir kız çocu­ğu vardı. Rasûlullah, kısa yoldan Medine'ye ulaşmak istemişti. Babam Sa'd, ona şöyle demişti:

- Şurası Rekube'ye yakın Gamir köyüdür. Burada, Eşlem kabile­sinden iki hırsız vardır. Kendilerine (hakir bir kişi anlamına gelen) "Me-hanan" denmektedir. İstersen onları kılavuz ediniriz.

Rasûlullah:

- Onları bize kılavuz edin, dedi. Babam Sa'd dedi ki:

- Yola çıktık. Gamir köyüne vardık. İki hırsızdan birinin, diğerine: "Bu, Yemanî'dir." dediğini işittik. Rasûlullah, onları çağırdı. Onlara İslâmiyet'i arzetti. Onlar da Müslüman oldular. Sonra adlarını sordu. Onlar, adlarının (hakir iki kişi anlamına gelen) "Mehanân" olduğunu söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah, onlara (şerefli bir kişi anlamına gelen): "Siz Mükreman'sınız." dedi. Kendilerine Medine'ye gelmelerini emretti. Biz yola devam ettik. Küba'nın ilk evlerine ulaştık, orada onu Beni Amr b. Avf kabilesi karşıladı. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ümame Es'ad b. Zürare'yî sordu. Sa'd b. Haysem'e: "O, benden önce vuruldu ya Rasûlallah, onu sana anlatayım mı?" dedi.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Hurmalığa geldi. Pı­nar başının insanlarla dolu olduğunu gördü. Ebu Bekir'e, dönüp şöyle dedi:

"Ey Ebu Bekir, menzil burasıdır. Müdliç oğullarının havuzları gibi havuzlara indiğimi görüyorum." [3]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Medînerye Gîrîşi Ve Evi

 

Daha önce de belirtildiği gibi Buharî'nin, ez-Zührî vasıtasıyla Ur-ve'den yaptığı rivayete göre Peygamber (s.a.v.), öğle vakti Medine'ye gir­mişti.

Ben de derim ki: Belki de zeval vaktinden sonra girmiştir. Çünkü Buharî ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan bir hadise göre hicretle ilgi­li olarak Ebu Bekir şöyle demiştir:

"Geceleyin Medine'ye vardık. Hz. Peygamber'i konuk etme husu­sunda halk birbirleriyle çekişti. Hz. Peygamber, onlara şöyle dedi:

"Abdülmutttalib'in dayıları olan Neccar oğullarına konuk olaca­ğım. Böylece onlara ikramda bulunacağım."

Öyle sanıyorum ki Hz. Peygamber, Küba'ya geldiği gün öğle sıca­ğında Medine yakınlarına varmış, orada hurmalığın ağaçlarından biri­nin altında dinlenmiş, sonra Müslümanlarla birlikte geceleyin gelip Kü­ba'ya konaklamıştır. Yukarıda geçen zeval sonrası sözü ile gece kaste­dilmiştir. Muhtemelen o, Küba'dan hareket ettikten sonra akşamleyin Neccar oğulları yurduna ulaşmıştır. Nitekim bu husus, ileride de açıkla­nacaktır. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî'nin Urve'den yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Küba'da Beni Amr b. Avf yurduna konuk olmuş, orada onlar arasında on küsur gece ikamet etmiş, ikameti esnasında da Küba mescidini tesis etmiştir. Daha sonra insanlarla birlikte yola çıkıp Medine'ye gelmiş, hayvana, bu­günkü Mescid-i Nebevi yerine çökmüştü. Orası, Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğa ait hurma kurutma ve harman etme yeri idi. Arsayı on­lardan satın alıp mescid edindi. Arsa, Neccar oğulları kabilesinin bulun­duğu yerde idi.

Muhammed b. İshak, Abdurrahman b. Üveym b. Saide'nin şöyle de­diğini rivayet eder: Kabilemden olup Rasûlullah'm sahabeleri arasında yer alan bazı adamlar bana dediler ki: "Rasûlullah'ın Mekke'den çıkışını duyduğumuz ve gelişini bekleyip gözettiğimiz zaman, sabah namazını kılınca şehrimizin dışına Rasûlullah'ı gözetlemek üzere çıkıyorduk. Al­lah'a yemin ederim ki, güneş gölgeleri bastırıncaya kadar bekliyorduk. Bir gölge bulamadığımız zaman ise evlerimize gidiyorduk. Bu hararetli

günlerde idi. Nihayet Rasûlullah'm geldiği gün, yine eskiden beklediği­miz gibi bekliyorduk. Gölge kalmadığı zaman evlerimize girdik. Rasûlullah ise, evlerimize girdiğimiz zamanda geldi. Onu ilk gören, Ya­hudilerden bir adamdı. Bizim, Rasûlullah'm gelmesini beklediğimizi görmüştü. Sesinin en yüksek tonu ile bağırdı:

- Ey Kayle oğulları! işte dedeniz geldi.

Bunun üzerine Rasûlullah'ı karşılamaya çıktık. O, bir hurma ağa-cmm gölgesinde idi. Yanında Ebu Bekir vardı. Yaşça akran idiler. Çoğumuz Rasûlullah'ı daha önce görmemiştik. İnsanlar, onun etrafım kuşattılar. Ebu Bekir'den ayırd edip tanıyamıyorlardı. Nihayet gölge Rasûlullah'ın üzerinden çekilince, Ebu Bekir kalkıp abasıyla onu gölge­lendirdi. İşte o anda biz Rasûlullah'ı tanıdık."

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet

eder:

"Çocuklar arasında oynuyordum.

- Muhammed geldi, diyorlardı. Oynuyor, kimseyi goremiyordum.

Sonra yine:

- Muhammed geldi, diyorlardı. Yine koşuyor, kimseyi goremiyor­dum.

Nihayet kendisi ile arkadaşı Ebu Bekir geldiler. Biz, Medine'nin yı­kık evleri içinde gizlendik. Sonra Medine'nin halkına geldiklerini haber vermek için birisini gönderdiler. 500 kişi civarında kalabalık bir halk kitlesi karşılamaya çıkıp büyük saygı ve sevgi gösterisi içinde onları alıp Medine'ye getirdiler. Hz. Peygamber ile arkadaşı, büyük kalabalık için­de Medine'ye girerlerken, bütün Medine halkı evlerden çıktılar. Öyleki onu görmek için yetişkin kızlar damlara çıkmış birbirlerine:

- Hangisidir, hangisidir? diye soruyorlardı.

O günkü manzara gibi ihtişamlı bir manzara görmedik."

Enes (r.a.) diyor ki:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye geldiği günü de, vefat ettiği günü de gördüm. Bu iki gün gibi gün görmedim."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde hicret hadisi ile ilgili olarak Ebu Bekir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"insanlar, bizim Medine'ye gelişimiz esnasında yollara ve evlerin üzerlerine çıktılar. Çocuklarla köleler tekbir getirerek:

"Rasûlullah geldi, Muhammed geldi, Muhammed geldi, Rasûlullah geldi" diyorlardı.

Sabah olunca yola devam etti ve emrolunduğu yere gitti."

Beyhakî, îbn Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman kadınlarla çocuklar şu beyitleri okuya­rak sevinçlerini izhar ediyorlardı:

"Dolunay Seniyyetu'1-Veda tarafından üzerimize doğdu.

Allah'a davet eden davetçi bulundukça, bize şükretmek gerekir."

Muhammed b. îshak dedi ki: Küba'ya Külsüm b. Hedm'in yanma konuk olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), Beni Amr b. Avf m yanma var­dı. O, Beni Ubeyd kabilesindendir. Sa'd b. Hayseme'ye konuk olduğunu söyleyenler de vardır. Külsüm b. Hedm'in yanma misafir olduğunu söy­leyenler derler ki:

"Rasûlullah (s.a.v.), Külsüm b. Hedm'in evinden çıktığında halkla rahatça görüşebilmek için Sa'd b. Hayseme'nin evine gidip oturdu. Çün­kü o, bekar bir kimse idi. Evinde kimseler yoktu. Orası, Rasûlullah'm Muhacirlerden olan ashabından bekarların evi haline gelmişti. Bundan dolayı Sa'd b. Hayseme'nin yanma misafir olduğu söylenir. Sa'd b. Hay­seme'nin evine bekarlar evi denirdi.

Ebu Bekir es-Sıddık hazretleri de, Hubeyb b. İsafın yanma konuk oldu. Bu zat, Beni Haris b. Hazreç kabilesindendir. Sünh'de bulunuyor­du. Ebu Bekir'in, Beni Haris b. Hazreç'in kardeşi Harice b. Zeyd b. Ebi Züheyr'e konuk olduğunu söyleyenler de vardır.

Ali b. Ebu Talip Mekke'de üç gün üç gece kaldı. Rasûlullah (s.a.v. )'m yerine, onun yanındaki emanetleri sahiplerine verdi. Bu işleri bitirdiği zaman yola çıkıp Rasûlullah'a kavuştu. Onunla birlikte Külsüm b. Hedm'in yanına konuk oldu. Hz. Ali'nin, Kuba'daki ikameti sadece bir veya iki gece idi. O şöyle diyordu:

"Küba'da, kocası olmayan Müslüman bir kadın vardı. Gece ortasın­da adamın birinin, o kadının evine gelip kapışım çaldığım, kadının ona doğru çıktığını, o kişinin de yanında olan birşeyi kadına verdiğini, onun da bu şeyleri aldığım gördüm. Adamın durumundan şüphelenerek kadı­na dedim ki:

- Ey Allah'ın cariyesi! Her gece senin kapım çalan bu adam kimdir ki, sen ona çıkıyor ve o da sana birşeyler veriyor, onun ne olduğunu bil­miyorum. Halbuki sen Müslüman bir kadınsın. Kocan da yoktur.

Kadın dedi ki:

- Bu, Sehl b. Hüneyf tir. Benim kimsesiz bir kadın olduğumu öğren­miş. Akşam olduğu zaman kavminin putlarının yanma gider, onları kı­rar, sonra onları bana getirir ve:

- İşte bunu odun edip yak, der.

Sehl b. Hüneyf, Hz. Ali'nin yanında Irak'ta vefat ettiği zaman o, onun bu durumunu ve yaptığı işleri insanlara anlatmıştı."

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Küba'da Beni Amr b. Avf yur­dunda pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kaldı ve mescidini tesis etti. Sonra Allah onu, cuma günü onların arasından çıkarttı. Beni Amr b. Avf kabilesinin ifadesine göre Rasûlullah, aralarında bundan da­ha uzun bir zaman kalmıştır.

Abdullah b. İdris, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğim rivayet eder: Beni Amr b. Avf m ifadesine göre Rasûlullah, aralarında onsekiz gece kalmıştır.

Ben de derim ki: Büharî'nin, Urve'den yaptığı rivayete göre Rasûlullah, aralarında on küsur gece ikamet etmiştir.

Musa b. Ukbe, Mücma' b. Yezid b. Harise'nin şöyle dediğini nakle­der: Rasûlullah (s.a.v.) Küba'da, bizim yanımızda yani Beni Amr b. Avf kabilesi arasında yirmi iki gece kalmıştır.

Vakidî dedi ki: Rasûlullah, onların arasında ondört gece kaldı.

İbn İshak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), Beni Salim b. Avf kabilesi içinde iken cuma günü oldu. Ranuna vadisinde ilk cuma namazını kıldı. Medine'de kıldığı ilk cuma namazı budur.

Sonra Utban b. Malik ve Abbas b. Ubade b. Nadle, Beni Salim b. Avf kabilesinden bir kaç kişiyle birlikte yanma gelip dediler ki:

-Ey Allah'ın Rasûlü, sayımızın çokluğundan, hazırlık bakımından güç ve himaye açısından dolayı yanımızda kal.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.

Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Beyaza'nm evinin hizasına gelince Ziyad b. Lebid ve Ferve b. Amr, Beni Beyaza'dan bir takım kişilerle onu karşıladılar ve dediler ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel, sayımız, hazırlığımız ve kuvvetimiz tamamdır.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.

Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti, nihayet Beni Saide'nin evine uğradığı zaman Sa'd b. Ubade ve Münzir b. Amr, Beni Saide'den bir takım kişilerle onun önüne çıkıp şöyle dediler:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel, bizde sayı, bizde hazırlık, bizde güç vardır.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Devenin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.

Onlar da onun yolunu açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Harise b. Hazreç'in evinin hizasına geldiğinde, Sa'd b. Rebi, Harice b. Zeyd b. Ab­dullah b. Revaha, Beni Haris b. Hazreç'ten bir kaç erkek ile ortaya çıkıp şöyle dediler:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Bize gel. Sayımız, hazırlığımız, emniyet ve gücümüze gel.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur.

Onlar da devenin yolunu açtılar. Deve gitti. Nihayet Beni Adiy b. Neccar'ın evinin önünden geçerken -ki onlar onun yakın dayılarıydılar. Abdülmuttalib'in annesi Selma binti Amr onlardandı- Salit b. Kays ve Ebu Salit b. Useyre b. Ebi Harice, Beni Adiy b. Neccar kabilesinden bir­kaç kişiyle birlikte karşısına çıkıp şöyle dediler:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Dayılarına gel. Sayımıza, hazırlığımıza, ko­ruyucu gücümüze gel.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Devenin yolunu açın. Çünkü o, emrolunnıuştur.

Onlar da devenin yolunu açtılar ve deve gitti. Nihayet Beni Malik b. Neccar'in evinin önüne geldiğinde Rasûlullah'm mescidinin kapısı önünde çöktü. O zaman orası Malik b. Neccar oğullarından olan iki ök­süz çocuğa ait bir hurma kurutma yeri idi. Bu çocuklar, Muaz b. Afra'nın velayetinde idiler."

Ben derim ki: Buharî'nin, ez-Zührî kanalıyla Urve'den yaptığı riva­yette de geçtiği gibi bu iki öksüz çocuk, Es'ad b. Zürare'nin velayetinde idiler. Doğrusunu Allah bilir.

Musa b. Ukbe'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), yoldan geç­mekte iken Abdullah b. Übey b. Selül un evinin kapısına geldi. O esnada Abdullah evde idi. Rasûlullah, kendisini eve davet etmesini bekledi. O zaman o, Hazreçlüerin lideri idi. Abdullah, ona şöyle dedi:

- Seni davet edenlere bak. Git, onlara misafir ol.

Rasûlullah (s.a.v.), onun böyle deyişini Ensâr'dan bir kaç kişiye an­latınca Sa'd b. Ubade, özür dileyerek şöyle karşılık verdi.:

- Ey Allah'ın Rasûlü, Rabbimiz seninle bize lütufta bulundu. Sen gelmeden Önce biz, Abdullah b. Übeyy'in başına taç geçirip kendimize onu hükümdar yapacaktık.

Musa b. Ukbe dedi ki: Rasûlullah'm Beni Amr b. Avf yurdundan ha­reket etmesinden önce Ensâr, onun devesinin çevresinde yürümeye baş­ladı. Birbirleriyle çekişip duruyorlardı. Devenin yularını ellerine geçir­mek isteyen herkes, Rasûlullah'a saygı ve tazimde bulunmak için onu konuk edinmek istiyordu. Ensâr'dan her bir şahsın evinin önünden geçerken, onu evlerine davet ediyorlar. Rasûlullah ise şu cevabı veriyor­du:

- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur. Allah'ın, beni ko­nuk edeceği yere konuk olacağım.

Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin evinin önüne geldiğinde deve kapıya çök­tü. Rasûlullah da inip Ebu Eyyüb'ün evine girdi. Oraya yerleşti. Mesci­dini ve hane-i saadetini inşa edinceye kadar o evde kaldı.

îbn İshak dedi ki: Deve çöktüğü zaman Rasûlullah onun üzerinde idi. İnmedi ve devenin üzerinde kaldı. Deve, çok uzak olmayan bir yere yürüdü ve Rasûlullah, onun yularım bırakmıştı, onu durdurup, menet-miyordu. Sonra deve arka tarafına bir baktı ve ilk defa çöktüğü yere dön­dü. Oraya çöktü, yerinde kalıp hareket etmedi. Yorgunluktan kalkamaz oldu. Boynunun altını ve göğsünü yere koydu. Rasûlullah da üzerinden indi. Ebu Eyyüb Halid b. Zeyd, onun göç eşyasını yüklenip evine koydu. Rasûlullah, onun yanında idi. O, hurma kurutma yerinin kime ait oldu­ğunu sordu. Muaz b. Afra, ona dedi ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü, orası Amr'ın iki oğlu Sehl ile Süheyl'e aittir. Onlar, benim velayetim deki iki öksüzdürler. Yakında arsa için onları razı ederini. Oraya mescid edinebilirsiniz.

Rasûlullah (s.a.v.), bir mescid yapılmasını emretti. Kendisi, Ebu Eyyüb'ün evine yerleşti. Nihayet mescidinin ve meskenlerinin inşa olunmasına kadar onun yanında kaldı. Rasûlullah (s.a.v.)'la Muhacir ve Ensâr Müslümanlar da o inşaatlarda çalıştılar. Bununla ilgili açıklama inşaallah yakında gelecektir.

Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi. Yanımıza geldiğinde kadınıy­la, erkeğiyle Ensâr gelip:

- Bize gel ya Rasûlallah, dediler. Rasûlullah:

- Devemin yolunu açın. Çünkü o, emrolunmuştur, dedi. Devesi, Ebu Eyyüb'ün kapısı önüne gelip çöktü. Neccar oğulları ka­bilesinin cariyeleri, def çalarak geldiler ve şu şarkıyı okudular:

"Biz, Neccar oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel bir

komşudur!"

Bu şarkıyı okuyan cariyelerin yanana giden Rasûlullah (s.a.v.), on­lara şöyle sordu:

- Beni seviyor musunuz?

- Evet, vallahi, ya Rasûlallah!

-Vallahi, ben de sizi seviyorum. Vallahi ben de sizi seviyorum. Val­lahi ben de sizi seviyorum, dedi.

Beyhakî, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), Neccar oğullarından bir kabileye uğradı. Bir de baktı ki cariyeler def çalıp şu şarkıyı okuyorlar:

"Biz, Neccar oğullarının cariyeleriyiz. Muhammed, ne güzel komşudur!"

Rasûlullah (s.a.v.), onlara dedi ki: "Allah biliyor ki, kalbim sizi seviyor." Sahih-i Buharı'de Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: «Peygamber (s.a.v.), kadınlarla çocukların -zannedersem- düğün­den geldiklerini görünce dikilip karşılarına-çıkmış ve onlara şöyle de­mişti: "Allah için siz, insanlar içinde en çok sevdiğim kimselersiniz." Bu sözü, üç kere tekrarlamıştı.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'i terkisine alarak Medine'ye yönelmisti. Ebu Bekir, yaşlı bir kimse olup tanınmakta idi. Rasûlullah ise, genç biri olduğundan tanınmıyordu. Adamın biri, Ebu Bekir'le karşılaş­tığında ona şöyle sormuştu:

- Ey Ebu Bekir, önündeki şu adam kimdir?

- Bu, bana yol gösteren bir adamdır.

Bilmeyenler, Ebu Bekir'in bu sözü ile Rasûlullah'm yol kılavuzu ol­duğunu söylemek istediğini sanıyorlardı. Oysa o, hayır yolunu gösteren bir rehber olduğunu söylemek istiyordu.

Yolda iken Ebu Bekir dönüp arkasına baktı. Bir süvarinin kendile­rini yakalamak üzere olduğunu gördü ve:

- Ey Allah'ın peygamberi, şu süvari bizi yakalamak üzere, dedi. Rasûlullah arkasına dönüp baktı ve: "Allah'ım, at sürçsün." dedi.

Bunun üzerine at süvarisini yere attı ve kalkıp kişnemeye başladı. Son­ra adam şöyle dedi:

- Ey Allah'ın elçisi, bana dilediğini emret. Rasûlullah, ona şöyle buyurdu:

- Yerinde dur ve kimsenin gelip bize ulaşmasına müsaade etme. Ravi diyor ki: O adam, sabahleyin Rasûlullah'a saldıran bir kimse

idi. Ama akşamleyin onun koruyucusu oldu.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'nin kara taşlık mevkiinde durdu. Ensâr'a haber gönderdi. Onlar da gelip kendilerine selam verdi­ler ve Ebu Bekir'le ona:

-  Güven içinde ve itaat görerek bineklerinize binin, dediler. Rasûlullah ile Ebu Bekir de bineklerine binip yola çıktılar. Ensâr da çev­relerini silahlarla kuşatıp onları koruma altına aldılar. Medine'de Pey­gamber Efendimiz'in geliş haberi yayıldı, onu karşılamak üzere çıktılar ve: «Allah'ın peygamberi geldi.» dediler.

Rasûlullah yürümeye devam etti. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin ya­nına geldi. Ev halkı ile konuşmakta iken Abdullah b. Selam, onun sesini duydu. Abdullah, kendi ailesine ait bir hurmalıkta çalışmakta idi. İşini çabucak bitirmek için acele etti. Sonra gelip Rasûlullah'm yanına otur­du. Onun sözlerini dinleyip ailesine döndü.

Rasûlullah: "Yakınlarımızdan hangisinin evi, buraya daha yakın­dır?" diye sorunca Ebu Eyyüb, kendi evinin oraya yalan olduğunu söyle­yerek evini ve kapısını gösterdi. Rasûlullah da ona:

- Git, bizim için bir istirahat yeri hazırla, dedi. Ebu Eyyüb gidip istirahat yeri hazırladı ve gelip:

- Ey Allah'ın Rasûlü, sizin için istirahat yeri hazırladım, Allah'ın bereketiyle kalkıp gelin ve istirahat edin, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.), istirahat yerine geldiğinde Abdullah b. Selam, yanma gelip şöyle dedi:

"Senin, Allah'ın hak peygamberi olduğuna şahadet ederim. Getir­diğin şeylerin gerçek olduğuna tanıklık ederim. Yahudiler bilirler ki, ben onların efendisi ve efendilerinin oğluyum. Onların en bilgilisi ve en bilgin şahsiyetlerinin oğluyum. İstersen onları çağır ve bunu kendileri­ne de sor,"

Yahudiler, Rasûlullah'm yanma geldiler. Rasûlullah, onlara şöyle dedi:

"Ey Yahudi topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan korkun. Ken­disinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, siz de benim Allah'ın gerçek rasûlü olduğumu bilmektesiniz. Ve yine benim getirdi­ğim şeylerin gerçek olduğunu da bilmektesiniz. Öyleyse Müslüman

olun!"

Yahudiler, onun böyle demesine karşılık olarak üç kez: "Gerçek ol­duğunu bilmiyoruz."dediler.

İbn İshak, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet eder: «"Rasûlullah (s.a.v.), benim evime konuk olduğu zaman alt kata in­di. Ben ve Ümmü Eyyüb (eşim) üst katta idik. O'na dedim ki:

- Ey Allah'ın peygamberi! Babam ve anam sana feda olsun. Senin üstünde bulunmaktan ve senin de benim altımda bulunmandan hoşlan­mıyorum. Bu, benim ağrıma gidiyor. Lütfen, sen üst kata çık, bizde alt kata inelim.                                                                   

Buyurdu ki:

- Ey Ebu Eyyüp, bize ve bizim etrafı mızdakilere en uygun olan, evin alt katında olmamızdır.

Rasûlullah (s.a.v.), evin alt katında kaldı. Biz de onun üst katında idik. İçi su dolu bir kovamız kırıldı. Bunun üzerine ben ve eşim ümmü Eyyüb, bizim olan bir kadifeyi alıp onunla suyu silmeye başladık. Ondan başka bir örtümüz de yoktu. Suyun, Rasûlullah'm üzerine damlamasın­dan ve ona eziyet vermesinden korkmuştuk.

Akşamları onun için yemek yapıyor, ona gönderiyorduk. Fazlasını bize geri verdiği zaman ben ve eşim ümmü Eyyüp onun elinin değdiği ye­ri uğurlu sayıyorduk. Ondan bereket ümid ederek yiyorduk. Bir gece içinde soğan ve sarımsakta bulunan akşam yemeğini gönderdiğimizde Rasûlullah, onu geri verdi. Onda elinin bir izini göremedim. Ben, ona korkarak geldim ve dedim ki:

- Ey Allah'ın rasûlü, babam ve anam sana feda olsun. Akşam yeme­ğini yemeyip geri verdin. Yemekte senin el izini göremedim. Onu bize ge­ri verdiğin zaman ben ve eşim Ümmü Eyyüp senin elinin izini uğurlu ve bereketli buluyorduk. Bu bekereti talep ediyorduk.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Ben, yemekte o bitkinin kokusunu buldum. Ben, Allah'a dua eden, münacatta bulunan bir kişiyim. Ama siz onu yiyebilirsiniz.

Biz de o yemeği yedik. Fakat daha sonra artık o bitkiden yemeğe koymadık." Beyhakî, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), evimizin alt katına gelip yerleşti. Biz ise üst kattaydık. Bir süre sonra kendime geldim ve aileme dedim ki:

- Biz, Rasûlullah'm tepesi üzerinde dolaşıyoruz. Bu olacak şey de­ğildir. Evin bir köşesine çekilip yatın.

Sonra ben, bunu Rasûlullah'a arzettim. Ama o:

- Alt katta kalmak bizim için daha münasiptir, dediyse de ben:

- Senin alt katta bulunduğun bir evin üst katma çıkmam, deyip di­rettim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), üst kata çıktı. Ben de alt kata indim.

Ebu Eyyüb, Rasûlullah'a yemek hazırlayıp götürür, Rasûlullah da yemeği yedikten sonra artan kısmı geri verirken, Ebu Eyyüb onun par­maklarının nereye değdiğini kendisine sorar, o da onun parmaklarının değdiği yerden yerdi. Bununla bereket talep ederdi. Yine bir gün yemek yaptı, içine sarımsak kattı. Getirip Rasûlullah'a verdi. Yemek kabmı ge­ri alırken parmak izlerini sordu. Fakat Rasûlullah, yemekten yemediği­ni söyleyince korkarak:

- Yemek haram mıydı? diye sordu Rasûlullah:

- Hayır, ama ben ondan hoşlanmadım, dedi. Ebu Eyyüb de:

- Senin hoşlanmadığın yemekten ben de hoşlanmam, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), kendisine melek geldiği için sarımsaklı yemek­ten yemek istememişti."

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan bir hadiste Enes b. Malikin şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah (s.a.v.)'a yuvarlak bir ta­bak -bir rivayete göre tencere- içinde bakla ve sebze yemeği getirildi. Rasûlullah, ne yemeği olduğunu sorduğunda yemekteki sebzeler ve kat­kı maddeleri kendisine anlatıldı. Yemeği görünce yemek istemedi ve: "Sen ye. Çünkü ben, senin kendisiyle konuşmadığın kimse ile konuş­maktayım." dedi.

Vakidî, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğu es­nada Es'ad b. Zürare'nin Rasûlullah'm devesinin yularım aldığım ve bu yuların onun yanında kaldığım rivayet eder.

Zeyd b. Sabit'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ebu Eyyüb'ün evine konuk olduğunda Rasûlullah'a sunulan ilk hediye, benim ona getirdi­ğim bir çanak yemekti. Çanakta, süt ve yağa doğranmış ekmek vardı. Ona:

- Bu çanağı annem gönderdi, dedim. O da:

- Allah sana bereket versin, dedi. Ashabını çağırdı. Hep birlikte ye­diler. Sonra Sa'd b. Ubade'nin tirid ve et çanağı geldi. Her gece Hz. Ali'nin kapısında üç, dört kişi bulunur, bunlar ona yemek getirirlerdi. Bu işi, nöbetleşe yaparlardı. Rasûlullah, Ebu Eyyüb'ün evinde yedi ay

kaldı. Ebu Eyyüb'ün evinde iken azadlısı Zeyd b. Harise ile Ebu Rafı'e 500 dirhem verip iki deveye bindirerek kızları Fatıma ile Ümmü Gül-süm'ü, eşi Şevde binti Zem'a'yı ve Üsame b. Zeydî getirmek üzere gön­derdi. O sıralarda Rasûlullah'm kızı Rukiye, kocası Osman'la beraber hicret etmişti. Zeynep de kocası Ebu'l-As b. Rebi'in yanında Mekke'de idi. Zeyd b. Harise'nin zevcesi Ümmü Eymen beraberlerinde gelmişti. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, aralarında mü'minlerin annesi Hz. Aişe ol­mak üzere Ebu Bekir'in aile efradım da yanma alarak onlarla birlikte Medine'ye gelmişti. Rasûlullah, o zamana kadar Hz. Aişe ile gerdeğe gir­memişti.

Beyhakî, Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi. Devesi, Cafer b. Muhammed b. Ali'nin evi ile Hasan b. Zeyd'in evi arasında bir yere çöktü. İnsanlar, ya­nına gelip onu evlerine davet ettiler. Ama devesi tekrar kalkıp harekete geçti. Kendisi de orada bulunanlara:

"Onun yolundan çekilin. Çünkü o, emrolunmuştur." dedi. Sonra oradan kalkıp Mescid-i Nebevinin minberinin bulunduğu yere geldi. Oraya çöktü. Rasûlullah orada devesinden indi. Orada bir gölgelik var­dı. İnsanlar, orayı gölgelik yapmışlar, orada toplanıyor ve serinliyorlar­dı. Rasûlullah, gölgeliğe yönelip geldi, oturdu. Ebu Eyyüb yanma gelip:

- Ey Allah'ın Rasûlü, buraya en yakın ev, benim evimdir. Eşyaları­nı evime taşıyalım, olmaz mı? diye sordu. Rasûlullah da, "evet" cevabını verince eşyasını alıp Ebu Eyyüb'ün evine götürdüler.' Kendisi de oraya gitti. Sonra adamın biri yanına gelip sordu:

- Ey Allah'ın Rasûlü, nereye konacaksın?

- Kişinin yükü nerede ise, kendisi de orada olur.

Rasûlullah (s.a.v.), mescid yapılıncaya kadar o gölgelikte on iki gece kaldı. Bu, Ebu Eyyüb Haîid b. Zeyd için büyük bir menkıbedir. Çünkü Allah'ın rasûlü, onun evine konuk olmuştu.

Yezid b. Ebi Habib, Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Eyyüb Basra'ya geldiğinde İbn Abbas, orada Hz. Ali'nin tayin ettiği vali olarak görev yapıyordu. İbn Abbas, evinden çıkıp Ebu Eyyüb'ü karşıladı. Onu alıp tıpkı Rasûlullah'ı konuk edişi gi­bi, kendi evinde konuk etti. Evinin içindeki her şeyin mülkiyetini ona verdi. Ebu Eyyüb, oradan ayrılmak isteyince İbn Abbas, ona 20.000 altın ve kırk köle verdi.

Ebu Eyyüb'den sonra evi, azadlısı Eflah'a intikal etti. Muğire b. Ab-durahman b: Haris hHişam da 1000 dinar vererek evi Eflab'tan satın al­dı. Evin harap olan kısımlarım onarıp Medineli fakir bir aileye hibe etti.

Rasûlullah'm, Neccar oğullarının yurduna misafir olması ve Al­lah'ın ikamet yeri olarak kendisine orayı seçmesi de büyük bir menkıbedir. O zaman Medine'de dokuz kadar mahalle vardı. Her mahailede müstakil meskenler, hurmalıklar, tarlalar ve insanlar vardı. Birbirine bitişik o köy ve mahalleler arasında Cenâb-ı Allah, Malik b. Neccar oğullan mahallesini, Rasûlü için ikamet mahalli olarak seçmişti.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Şube, Enes b. Malikin şöyle dedi­ğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a,v.), şöyle buyurdu:

"Ensâr evlerinin en hayırlısı, Neccar oğullan yurdudur. Sonra Haris b. Hazreç oğulları yurdudur. Sonra Saide oğulları yurdudur. Ensâr'm bütün evlerinde hayır vardır."

Sa'd b. Ubade dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'m herkesi bize üstün kıl­dığım gördüm. Denildi ki: O, sizleri bir çoklarına üstün kılmıştır."

Bu, Buharî'nin lafzıdır.                                                             

Buharı, Ebu Hünıeyd'in rivayet ettiği bir hadise şunu ilave eder: Ebu Üseyd, Sa'd b. Ubade'ye şöyle dedi: "Görmedin mi ki Peygamber (s.a.v.), bütün Ensâr'm hayırlı olduğunu söyledi ve bizi en sona bıraktı?"

Bunun üzerine Sa'd, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi: "Ey Al­lah'ın Rasûlü! Ensâr'm evlerinin hayırlı olduğunu söyledin. Bizi en sona bıraktın. Bu ne demektir?"

Peygamber (s.a.v.), cevaben şöyle buyurdu:

"Sizin hayırlılardan olmanız size yetmez mi?"

Medine halkından olan bütün Müslümanlara -ki bunlar Ensâr'dır-dünya ve ahirette, şeref ve üstünlük verilmiştir. Yüce Allah buyurdu ki:

«İyilik yansında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'tan hoşnud-durlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacaklan, içlerinden ır­maklar akan Cennetler hazırlamıştır- İşte büyük kurtuluş budur.» (et- Tcvbe,100.)

«Daha Önceden Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yer­leştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onla­ra verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; ken­dileri zaruret içinde bulunsalar bile onlan kendilerinden önce tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.» (ei-Haşr, 9.)

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Eğer hicret olmasaydı, ben Ensâr'dan biri olurdum. Bütün insan­lar bir vadi ve mahalleye doğru gitseler bile ben, Ensâr'm vadi ve mahal­lesine doğru giderdim. Doğrusu Ensâr iç çamaşır, diğer insanlarsa üst kaftan durumundadırlar."

Başka bir münasebetle Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Ensâr, benim dostum ve sırdaşım dır."

Rasûlullah (s.a.v.), başka bir vesile ile Ensâr'dan bahsederken şöy­le der:

"Onlarla banş içinde olanlarla barışık olurum. Onlarla savaşanlarla da savaşırım."

Buharı, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:   

"Ensâr'ı ancak mü'min olan sever, Ensâr'a ancak münafık olan buğ-zeder. Onlan seveni Allah sever. Onlara buğzedene de Allah buğzeder."

Buharî, Enes b. Malik'in.'şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

"İmanın alameti, Ensâr'ı sevmektir. Münafıklığın alameti ise, Ensâr'a buğzetmektir."

.Ensâr'm faziletine dair ayet ve hadisler gerçekten çoktur.

Ensâr şairlerinden Ebu Kays Sırma b. Enes'in, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişi ve Medineli Müslümanları^, ona ve ashabına yardım edişi, iyilikte bulunuşu hakkında söylediği şiir ne güzel bir şiirdir.

İbn îshak der ki: Ebu Kays Sırma b. Enes, Allah'ın kendilerine İslâmiyet'i nasib ederek ikramda bulunuşu ve Rasûlünü özel olarak kendilerine gönderişini anlatırken şöyle bir şiir okur:

"Kureyş'in içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu. Kendini hac mevsimlerine gelenlere arzediyor, ken­disini barındıracak ve davet edecek hiç kimseyi görmüyordu.

Bize geldiği zaman, Allah onun dinini üstün laldı ve Medine'de, razı olarak mesrur, sevinçli hale geldi.

Bir dost buldu, onunla arkadaşlık kurdu, onun için Allah'tan açıkça bir yardım oldu.

Bize, Nuh'un kavmine dediğini ve Musa'mn, kendisine nida edene icabet ettiği zaman söylediği şeyleri anlatıyor.

İnsanlardan hiç kimseden korkmaz hale geldi, ne yakından, ne de uzaktan.

Helal malımızdan mallanmızı ve nefislerimizi, savaş esnasında ve yardımlaşma vaktinde ona verdik.

Biliyoruz ki, Allah'tan başka bir ilah yoktur ve biliyoruz ki Allah, hidayetçilerin en üstünüdür.

İnsanlara saldırıp, düşmanlık eden kimselere hep birlikte saldınr, düşman oluruz.

Her ne kadar önceden öz dostumuz olmuş olsa da.

Derim ki, seni her bir mescidte çağırdığım zaman mübarekleşi-yorsun, senin ismini çağıranlar çoğahyorlar.

Derim ki, korkulu bir yerden geçtiğim zaman şefkat ve merhamet­ten sonra bize şefkat ve merhamet eyle ve düşmanlan üzerimize galip kılma.

Adımlanan geniş bas, çünkü ölümün sebebleri çoktur ve sen nefsini ebedileştiremezsin.

Allah'a yemin ederim ki kişi, Allah onun için bir koruyucu kılmadı­ğı zaman nasıl korunacağını bilmez.

Rabbine susamış hurma ağacı, suya kanmış ve yerinde kalmış oldu­ğu zaman gam yemez." [4]

 

Fasıl

 

Medine, Peygamber (s.a.v.)'in hicreti sebebiyle şereflendi. Orası Allah'ın dostları ve salih kulları için bir sığınak, Müslümanlar için müstahkem bir kale, âlemler için bir hidayet yurdu haline geldi. Medi­ne'nin faziletine dair birçok hadisler vardır. Bunları, yeri geldiğinde in-şaallah nakledeceğiz.

Buharı ve Müslim'in sahihlerindeki Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Yılanın kendi deliğine sığındığı gibi, iman da Medine'ye sığınır."

Yine Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bütün kasabaları yiyen (içine alan) bir kasabaya gitmekle emro-lundum. Derler ki, orası Yesrib yani Medine'dir. Orası, körüğün demir­deki pislikleri giderdiği gibi insanları arındırır."

Beyhakî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Allahım, beni şehirler arasında en çok sevdiğim şehirden çıkardın. Öyleyse beni şehirler arasında en çok sevdiğim şehre yerleştir." Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, Rasûlullah'ı Medine'ye yerleştirdi.

Bu, garip bir hadistir. Cumhur-u ulemâdan nakledilen meşhur gö­rüşe göre Mekke, Medine'den daha üstündür. Ancak Medine'de pey­gamberin cesedini barındıran yer müstesnadır. Cumhur-u ulemâ, buna dair birçok deliller ileri sürmüşlerdir ki, onlara burada zikretmek uzun sürer. O delilleri "el-Menasik Mine'l-Ahkam" adlı kitabımızda anlatmı-şızdır. Bu konuda en meşhur delil, İmam Ahmed b. Hanbel'in, Abdullah b. Adiy b. Hamra'dan rivayet ettiği şu hadistir: Abdullah b. Adiy, Hazve-re'de Mekke çarşısında duran Peygamber (s.a.v.)'in şöyle dediğini işit-miştir:

"Vallahi sen (ey Mekke), Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Al­lah'ın yerleri arasında en çok sevdiğim sensin. Eğer ben senden çıkanl-masaydım, kendiliğimden çıkıp gitmezdim."

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder; Rasûlulîah (s.a.v.), Hazvere mevkiinde durup şöyle dedi:

"Bildim ki (ey Mekke) sen, Allah'ın yerlerinin en hayırlısısın. Ve Allah'ın en çok sevdiği yersin. Eğer halkın, beni senden çıkarıp sürgün etmeseydi, ben kendiliğimden çıkıp gitmezdim." [5]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/258-266.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/266-270.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/271-295.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/296-308.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/308.